Öpüşme, Metafizikten Erotiğe [1 ed.] 977-214-814-223-3 [PDF]

“Öpüşmeyle başladı aşk” diyen Adrianne Blue, öpüşmeyi nasıl keşfettiğimiz sorusunun yanıtını aramaya koyuluyor bu kitapt

132 61 4MB

Turkish Pages 242 Year 2000

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Table of contents :
İçindekiler

Öpüşmenin Dünyası: Genel Bir Bakış.....................................................11
Öpüşmenin Doğal Tarihi.................................................................17
Arzunun Coğrafyası.....................................................................35
Kötü Doktor Freud......................................................................51
Kuşlar ve Bonobolar....................................................................69
Öpüşmeye Çağrı.........................................................................87
Coşkudan Baştan Çıkanlar ya da Feryat Edenler..........................................99
Prens ve Prototip ....................................................................117
Beden ve Ruh .........................................................................131
Vampirler ve Diğer Öldüren Cazibeler..................................................145
Şeytan’ın Öpücüğü ....................................................................159
Yalvaran Ayinler .....................................................................173
Fallik Boğazlar ve Zorlayan Kollar....................................................185
Unutulmazlar..........................................................................195
Paris’in Kararı ......................................................................215
Sonsöz ...............................................................................227
Kaynakça..............................................................................240
Dizin.................................................................................246
Papiere empfehlen

Öpüşme, Metafizikten Erotiğe [1 ed.]
 977-214-814-223-3 [PDF]

  • Commentary
  • Evrensel Kitaplık
  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

ADRIANNE BLUE BBC ve Kanal 4, Adrianne Blue'nun "dünya çapında bir öpüşme uzmanı" olduğunu söylüyor. Yıllarca Sunday Times gazetesinde muhabir olarak çalışan Blue. Independent, Neve Statesman, Cosmopolitan, Washington Post gibi yayınlarda çağdaş kültür üzerine yazılar yazdı. Londra'da yaşayan Blue, City Üniversitesi'nde konuk öğretim görevlisi olarak ders ve­ riyor.

Ayrıntı: 279 Lacivert Kitaplar dizisi: 3

Öpüşme Metafizikten Erotiğe Adrianne Bitte

İngilizceden çeviren İrem Sağlamer

Yayıma hazırlayan Erdal Alova

Kitabın üzgün adı Oıt Kissiııg From the Metaplıysical ta the Ermic

lndigo/1996 basımından çevrilmiştir. © Adrianne Blııe Bu kitabın Türkçe yayım haklan Aynntı Y ayınlan'na aittir. Kapak illüstrasyonu Sevinç Alıan

Kapak düzeni Deniz Çelikoğlu

Düzelti Avıen Koça!

Baskı ve cilt Mart Matbaacılık Sanatları Ltd. Şti. Tel: (0 212) 212 03 39-30

Birinci basım 2000 ISBN 975-539-223-8

AYRINTI YAYINLARI Dizdariye Çeşmesi Sk. No: 23/1 34400 Çemberlitaş-istanbul Tel: (0 212) 518 76 19 Faks: (0 212) 51645 77

Adrianne Blue 9 9

Öpüşme Metafizikten Erotiğe

L A C İ V E R T

K İ T A P L A R

İŞ İŞTEN GEÇTİKTEN SONRA VERİLEN SÖZLER Dar'ıaıı Leader

SEVGİNİN HALLERİ Slephanie D m r ic t

ÖPÜŞME Metafiziklen Erotiğe Adrianne Bine

D İ Z İ S İ

Annie için

T E ŞE K K Ü R Ö püşm e sevgi ve zevk üzerindedir ve ben de, bu kitabın yazıldığı y ıllar boyunca bana cöm ertçe yardım ed en pek ço k arkadaş ve m eslektaşım a aynı duygularla teşekkür ediyonım : Lyn A llison. John A lexander. M errilyn C rosgrove B lue. R uby B lue. D uncan C am pbell, Jenny C obb, T in a D avila, A lexandra E rskinc, R ob Ferguson. H arriet G ilbert. M adeleine H arm sw orth, G inger H jelm a. K evin Jackson. Judith K arantzis, Jan e K irw an, Frank L azarus. A nne M cA rthur. Saralı M aitland. Jam es M alpas. S teve M atthew s. Joan M inogue. Julia Pascal. C aroline Porter. Janet R achel, M ichele R oberts. M im i Sanderson, M ichéle Slung, E lizabeth Storey. M ike T h o m so n , M ichael Tintner, Jan V aux ve araştırm a asistanları olarak büyük işler yapan A m erikalı stajy er öğrencilerim Elizabeth M ills C la r­ ke. M ax L eitm an ve L isa Spiercr'e teşekkürler. B ana yardım cı olan uzm anlardan. L ondra K olej Ü niversitesi'nden G us M cG routher, Annabelle D ytham ve D aw n Slarin. Paris Ü niversitesi'nden Francis B ordai. F rançoise D elphy ve M arie-C laire P a sq ierï. C N R S 'den A nnie M éjean'i. B rooklyn Y ü k sek o k u lu n d an R achel B row nslein'i. L eigh Ü niversitesi'nden Jan Fergus'u, C olorado Ü niversitesi'nden Sue H enry'yi. L iverpool Ü niversitesi'nden Louise B arret'i. W estm inster Ü niversitesi’nden K eith Jacobs'u, N ational G allery'dcn M artin W yld'i ö zellikle anm ak istiyorum . K ütüphaneler ve kütüphaneciler ço k önem liydi. B ritish K U tüphanesi'ne. L ondra Üniversitesi'ne. New Y ork H alk KUtüphanesi'ne. Foxcroft O kulu'na v e W ellcom e V akfı'na. N ew s International ve D a ily T e le g ra p lim , R aynes Enslıtüsü’nün ve B B C 'nin gazete ar­ şivlerine teşekkürler. T em silcim G iles G ordon'a. yayuıcım L iz K nights'a, Vicki H arris. K aırina W hone, G illian B rom ley ve G o llancz'daki pek çok kişiye yürekten teşekkür ederim .

İZİN LER A şağıda adı geçen yayın hakkı ödenm iş eserlerin kullanım ı için izin alınm ıştır; Frank Lazarus ve D ick V osburgh'un H o llyw o o d ’du B ir G ün, U krayna'da B ir G ece m üzikalindeki “T he M ovies G et Y ou T h ro u g h " şarkısının sözleri, Lazarus v e V osburgh, yayın hakkı 1980. Y azarların izniyle k ullanılm ıştır. M artin A m is. Londra Ç a y ırla n , yayın hakkı 1989. Londra'daki R andom H o u se in izniyle. Paul A usler. L eviathan. Londra: Fabcr and Fabcr. Yayın hakkı Paul A uster, 1992. Faber and Faber Lld.'nin izniyle. N icholson B aker, Vox, Londra: G ranta/Pcnguin. R ogers, C lcridge ve W hitc'm izniyle. T .S . Eliol, B ütün Şiirleri, 1909-1962. Faber and Fab cr Ltd.'nin izniyle kullanılm ıştır. Ireanu EiblE ibesfeldt. A şk ve N efret. Y ayın hakkı 1971. L ondra'daki R ced B ooks'un izniyle. C harles S. E vans. U yuyan G üzel. Y ayın hakkı 1919, H einem ann, 1972. R eed B ooks'un izniyle. D ian Fossey. Sisteki G oriller. L o n d ra 1985. Lıltle B row n and C o. (B ritanya). A lan Hollinghurst. The F olding S ta r. 1995. A itken. Stone and W ylie'nin izniyle. Jam es Jones. İn ­ san la r Yaşadıkça, L ondra. 1952. H arperC ollins'in izniyle. Judith K arantzis. Seçm e Şiirler 1977-1992. Londra: Sinclair-Stevcnson. 1995. Y azarın izniyle. B ronislaw M alinow ski. Yerlilerin C insel Yaşam ı. Londra. R outledge, 1932. B rian M oore'dan alındı. Tlıe S ta ­ tem ent. Londra: B loom sbury ple, 1995. Lucy T ay lo r. "B aubo'nun Ö püşü"ndcn bir pasaj. Y ayın hakkı, 1994, Lucy T aylor. R alph M. V icinanza L td., N ew Y ork’un izniyle. H ubert Selby Jnr. B rooklyn'den S o n Çıkış. M arion B oyanı Publishing'in izniyle. Scth, V ikram , U ygun O ğlan. Y aym H akkı 1993. Londra: Phoenix, 1993. Sheil Land A ssociatcs’in iz­ niyle. V irginia W oolf. M rs. D a llo w a y. C hatto and W indus'un ve y azan n varisinin izniyle. Bu kitapla alıntı yapılan bütün kitapların yayın hakkı sahiplerinin bulunm ası için ç ab a h ar­ canm ıştır. İzin alm am adan kullanılm ış bölüm ler varsa y azar ve y ay ın cılar olarak ö z ü r d i­ leriz. B ütün eserlerin izin alınarak k ullanıldığına inanıyoruz.

İçindekiler

Ö püşm enin d ü n ya sı: G en el b ir b a kış 9

Ö püşm enin d o ğ a l ta rih i 15

A rzu n u n co ğ ra fya sı 31

K ötü d o k to r F reu d 45

K u şla r ve b o n o b o la r 63

Ö püşm eye çağrı 79

C oşkudan b aştan ç ık a n la r ya da fe r y a t ed en ler 91

P ren s ve p ro to tip 107

B eden ve ruh 121

V a m p irler ve d iğ e r ö ld ü ren ca zib eler 133

Ş e y ta n 'ın ö p ücüğü 145

Yalvaran a y in le r 159

F a llik b o ğ a zla r ve zo rla ya n k o lla r 171

U n u tu lm a zla r 181

P a r is ’in kararı 199

So n sö z 211 N o tla r 223

K ayn a kça 127

D izin 231

Öpüşmenin dünyası Genel b ir bakış

e

üksek yayladaki birkaç Berberi göçebeydi. Arkadaşlarım ya­ kındaki dağa tırm anırken, ben bazılarıyla tanışabilm e um uduyla, burada kalm ayı yeğledim . K arşılaşabileceğim birkaç ya­ bancı hariç, tek başım a olacaktım . K ısa b ir süre sonra İngilizce bilm eyen, çok az Fransızca bilen İbrahim adlı bir B erberi’yle ta­ nıştım . Ben çok az Fransızca bilirim. T oprağa resim ler çizerek çok iyi iletişim kurduk. K arısı Fatim a öğle yem eğini hazırlarken ben de Yasem in bebeğe baktım. İki küçük oğullan koyunlara bakıyordu. G üneş daha da yükseldi, aile çadırın içinde kayboldu, derken ben de içeri davet edildim ve kavurucu Kuzey A frika güneşinden kur­ tulm uş oldum . Art arda üç adam m isafirliğe geldi. İçeri her gelen, "Selam ünaleyküm " diyor, İbrahim 'i yanaklarından öpüp onu hafifçe 11

kucaklıyordu. Bu, erkekler arasındaki olağan selam laşm a bi­ çimiydi. K adınlar herkesin içinde öpüşmüyordu. Ama günün ilerleyen saatlerinde, çadırın uzağında, ev sahibim beni öptü. Ondan sonra, akşam üstü güneşinin altında -b elk i de çok uzun bir sü re - oturdum , aklım selam laşm a öpücüklerinin arasındaki ince ayrıntılara takılmıştı: B atıkların soğukça havayı öpm eleri, çadırda görm üş olduğum aynı ölçüde gelenekselleşm iş öpüşm eler, Doğu Avrupalı liderlerin arasındaki sıcak öpüşmeler. D üşüncelerim so­ nunda aşk ya da bir zam anlar aşk olarak sınıflandırılan şehvet öpüşm elerine kaydı. Am a o gün, Fas'ın sıcağında, eski Fransız atasözü, "Âşıklara yaşam aları için öpüşm e ve soğuk su yeter," sınanmadı. Yine de, bir tür tam am lanm ıştık duygusu vardı. İçsel bir ışığın çakm asıyla, birdenbire o bağlantıyı gördüm; öpüşm enin süreklili­ ğini, her öpüşm enin törensel mi, yoksa aşk öpücüğü mü olduğunu bildiren o kırılm az anlam halkasını. Freud, uzun zaman önce, annem izin m em esinin bizi sev­ gilimizin öpücüğüne hazırladığını açıklam ıştı ve daha yakın geç­ mişte insanbilim ciler bu görüşü gönülsüzce de olsa doğrulam ışlar, Venezuela yağm ur orm anlarındaki avcı-toplayıcıların hâlâ uy­ guladığı eski Y unanlılardan kalm a bir çocuk büyütm e yöntem i olan öperek-beslem enin erotik öpücüğün kökeni olduğunu ortaya at­ m ışlardı. Ama ben, yine de kim senin haritalandırm adığı daha büyük bir öpüşm e sürekliliği olduğuna inanıyorum . Haritanın m an­ zarası anaç olanla, yatıştırıcı, dinsel, m etafizik ve erotik olanın birbiriyle bağlantı doruklarını ve vadilerini barındırıyor. Bir öpücük insanlığın bütün öyküsünü anlatıyor. M em eden bes­ lenirken ve biraz farklı da olsa biberondan beslenirken gerçekleşen em m e ve yalama, tem elde öpüşürken kullanılan eylem lerdir. Ero­ tik öpüşme meme em m e taklididir. Ö püşm e de, öbür kişinin bes­ lenmesinin taklit edilm esidir: Ö püşen, kendisinin yum uşak, in­ cinebilir bölüm lerini sunar, dudaklar ve dil öbür kişinin dişlerinin arasındadır ve onların güvende olduğunu bilir. İdeal bir öpüşm e âşıklar için bir şölendir. 12

Ben senin öpücüklerini yutayım, sen de benimkileri yut, Ve ağızlarımızla birbirimizin mutluluğunu yudumlayalım, diye yazm ış Fransız şair Louise Labe 450 yıl önce. İnsan aynı za­ m anda besler ve beslenir. H er öpüş, bir anneyle (ya da anne figürüyle) çocuğunun ara­ sında var olan incinebilirliği, yakınlığı, şehveti ve güveni barındırır içinde. Benim kuram ım a göre, sevgililerin aynı anda bebekliğin güvenini ve duygusallığını canlandırm ası, erotik öpüşm enin duy­ gusal ve bedensel dinam iğinin büyük bir bölümünü oluşturur. Bu da, yoğunluk, zevk, bağlılık duygusu ve keyfin nedenlerini açıklar. Ö püşm enin gücü bir sim ge olarak, yalnızca cinsel yakınlıktan değil, her öpüşm enin gerçekte anlam ın sürekliliğine katılması ger­ çeğinden kaynaklanır. Y alnızca bilardo toplan duygusal bir yan­ sıma olm aksızın öpüşür. Anne ve çocuğun duygusallığı ve ta­ m am layıcı nitelikteki birbirine bağım lılığı, her türlü öpüşm eye temel bir anlam kazandırır ve öpüşm eyi en güçlü ve en çağrışım yüklü harekelim iz kılar. Yahuda’nın öpücüğü, Batı kültürünün en ünlü öpüşm esi, sarsıcıdır çünkü öpüşm e kavram ıyla birlikte güven kavram ına da ihanet eder. B edbaht âşıkların m asallaşm ış öpüşm eleri -U yuyan Güzel ve Prens, Paolo ve Francesca, Scarlett ve Rhett, O scar ve Bosie, Char­ les ve D ia n a - arzu ikonları oldular. V e pek çokları, Keats gibi, öpücüklerin "uçucu mutluluklar" olduğuna inanır. Bugün, cinsellik yine tehlikeli hale gelince, insanları duraksa­ tarak enine boyuna düşündürüp öpüştüren yeni bir rom antik bilinç oluştu. Ö püşm enin, 1990'ların film ve rom anlarında ve yaşam la­ rım ızda önem li bir yeri var. Aslında, öpüşm enin, penisilinin bu­ lunuşundan beri sahip olm adığı bir önceliği yeniden kazanmış ol­ duğunu söylem ek abartılı olmaz.

Bundan sonra, kim ileri birbirleriyle savaş halinde olan değişik uz­ m anlık türlerinin entelektüel alanlarına yaptığım yolculukların tam 13

bir açıklam ası gelecek. İnsanbilim den am our propre’ye,’ bi­ yolojiden Byronvari hırsa, C atullus'tan cunnilingus'a,** kadar sürekliliği izleyerek erotik imparatorluğun dev ve değişken top­ raklarına vardım. Yol boyunca, Balı Afrika'daki bir orm anda genç bir goril tarafından, Savoy'da da yaşlı bir maymun tarafından öpüldüm . Bu bile, benim öpüşm eye karşı tutkulu ilgimi azaltm adı. M arco Polo gibi, tuhaf öyküler ve halta biraz da ipekle geri dön­ düm.

* ( Fr.) am our propre: saf aşk. (ç.n.) ** (Lat.) cunnilingus: kadınlık organının ağızla uyarılması, (ç.n.) 14

Öpüşmenin doğal tarihi

e

n m aço erkeğin dudakları bile vajinanın dudaklarına çok ben­ zer. H er ikisi de nemli, iç bölgelere götüren duyarlı sınırlardır. D udaklar, ağız, dil ve dişler büyük ölçüde çift cinsiyetlidir. Pek çok am aç için, her iki cinsin de dudakları gerçekten aynıdır, böylelikle öpüşm ek, benzerle benzerin birleşmesidir. Ö püşm e eylem i sırasında iki insan biyolojik eşitler olarak iletişim kurar; öpüşm ek, kadının da erkeğin de aynı aygıtı kullanarak ger­ çekleştirdiği bir cinsel eylemdir. A m a ağız bir penis olsaydı, her zam an dik olacaktı: yerken, içerken, konuşurken, öpüşürken. Ağız, çölde değil de bedenin Mezopotom yası olan yüzde konum lanm ış duyum sal bir vahadır. İlk insan kültürünün geliştiği eski nehir vadisi gibi, yüz de, duyulardan

e

F2ÖN/Öpütme

17

akıp gelen bilgilerle dopdoludur. Ö püşm eye başlayınca, sevgilinizi görür, duyar, kokusunu alır, dokunur ve ladini alırsınız. Sevgilinin dudağının içini ısırm aya karar verdiğinizde ya da âşığınızın dili sizinkiyle oynam aya karar verdiğinde, beynin m esajları, eylem i ye­ rine getirecek kaslara iletilir. İç telefon ağı olan sinir sistem i, mil­ yonlarca sinirsel dürtülerle bedenin bölüm lerini birbirine bağlar. Öpüşm eyle geniş bir horm on, sinir ve kas dizisi harekete geçer. Beden ısınır ve cinsel organlar karıncalanır. Ve gövdenin denetim merkezi olan beyin, parmak uçlarını yavaş yavaş sevgilinin d u ­ daklarında gezdirm ekten dilini dudaklarının arasına sokm aya kadar yapılan her şeyin içindedir. Seksin kafada gerçekleştiğini söyleyen o eski klişenin içinde kesinlikle fizyolojik bir doğruluk payı vardır. Beynin hareket merkezinin büyük bir bölüm ü, çok ince ayar ge­ rektiren dil ve dudak hareketlerine ayrılm ıştır. Yine nazik ve kar­ maşık devinim ler gerçekleştirebilen el ve parm aklarsa beynin daha az bir bölüm ünü işgal eder. Cinsel organlar daha az yer kaplar. Tutkuyla öpüşüp cinsel yönden uyarıldıkça beyin akciğerlere derin derin solum a, kalbe hızlanm a, tükürük bezlerine dördüncü vi­ tese geçm e buyruğu verir. D okunm a ve baskının duyum sal m e­ sajları çok hızlı ilerler -denizaşırı mesaj ileten modem g ib i- o ka­ dar ki, öpüşme anında haz verir. Yumuşak, küçük öpüşler artık öbür kişinin bedenini araştıran daha güçlü, açık ağızlı öpüşm eye dönüşür. Bir eşin dili öbüriinünkini yokladıkça, sinirsel sinyaller belkem iğine hücum eder, pankreas, adrenalin bezleri ve karın bölgesindeki sinir uçları ey ­ lem e geçer. A tardam arlarla toplardam arlar, dudaklardan gelen sin­ yallere karşılık verir. Ö püşürken, duyguların, düşüncelerin ve başka öpüşm elerin gelip giden anıları htzlı patlam alarla yolculuk eden sinir m esajlarıdır. Dilin ucunu -n erey e konacağı ya da ne za­ man içe çekileceğini- tam olarak düşünm ek için duraklanm az. Otom atik pilotta gidilir. Am a isterseniz, tadarken ya da yutarken yaptığınız gibi, bilinçli olarak dilinizi iter, dilinizin hareketlerini başlatabilir ve denetleyebilirsiniz. Sevgilinin uyanan arzularının gözle görülür işaretleri, onun çıplak teninin görünüşü ve am açlı bakışları heyecanı daha da art18

lırır. Koku da öyle. Ferom onlar, arzulam anın en güçlü etkenle­ rindendir ve organların en duyarlısı burun, birkaç bin kokuyu ayırt edebilir: 10 bin kokuyu ayırt edebilen insanlar var. Kan basıncınız yükselir, belki de iki katına çıkarken, yüzeye akm eden kan, do­ kunuşlarınızın bedenlerinizi ısıtmasını sağlar; terlersiniz ve bazen gül rengi bir parıltı oluşur: aşk kızıllığı. H areketsizken dakikada 60 - 80 kez atan kalbiniz şimdi 100'e, 110’a, 120'ye çıkar, heyecan art­ tıkça daha da hızlanır. Artık atardam arlarınız, toplardam arlarınızın alıp götürem eyeceği bir hızla organlara kan taşır. D udaklarınız şişer, daha da kabarır. Aynı değişiklikler cinsel organlarınızda da gerçekleşir. Kadının vajina dudakları açılır ve şişer; klitorisi sert­ leşir. Erkeğin penisine kan hücum eder ve penis sertleşip dikleşir. Bu, insanbilim cilerin cinsel birleşm e öncesi etkinlik dediği, sek­ sologlarınsa önoyun dediği şeydir; bu. şehvete inananların öpüş­ meyi düşünürken, ondan konuşurken ya da öpüşürken dem ek is­ tediği şeydir. Tutkulu öptişme, en yoğun orgazm öncesi aşam ada dakikada yalnızca 6.4 kalori yakar am a kalbiniz tabana kuvvet koşar. Yo­ ğunluk arttıkça nabız da yarışa devam eder, orgazm anında 150'ye ulaşır, bunu yapm ak isterseniz öpüşerek de becerebilirsiniz. Ya da beklem eyi yeğleyebilirsiniz. Bedenleriniz kucaklaşırken, om uz kaslarınızla birlikte sırttakiler ve boyundakiler de harekete geçer - pek çok başka kas gibi. Dolaşım , horm on ve kas faaliyetinin bu vahşi senfonisi içinde, orkestrasyon pek çok sinirsel kadans da içerir. Elbette bu kadansları duyam azsınız. Ama, Paris'te on küsur yıl önce bir müzikli öpüşm e konçertosu, canlı bir gösteri olm uştu. Konser din­ leyicilerinin üç yüzü gönüllü olarak sahneye çıkm ış, orkestra şefinin değneğinin tem posuna uygun olarak birbirlerini şapur şupur öpm üşlerdi. A m a bu canlı gösteri bize öpüşm e üzerine, Annabelle Dytham 'ın ölüleri incelem esinden daha az bir kavrayış sağlıyor.

K adavralar. Londra Kolej Ü niversitesi'nin tıp okulunun bod­ rum unda tutuluyor ve çalışm alar soğuk beyaz fayanslarla kaplı bir 19

odada yapılıyor. B eyaz önlüğünü bluciniyle süveterinin üzerine giyen yirmi yaşındaki tıp öğrencisi, yetmiş yaşlarındaki bir ölünün yüzünü dikkatle kesiyor. D udakların anatom isinin anahtarı pe­ şinde, bıçağıyla kası kat kat kesiyor. G ray's Anatom y kitabından, dudakların, herkesin bildiği ya da bilm iş olduğu gibi, büzülüp öpüşen iki orbicularis orbis kasından oluştuğunu biliyor. Ama bir çift dudağı, ardından da öbürünü kestikten sonra, A nnabelle Dytham düşünm eye başlıyor. İnsanın bireyselliği hiç de sığ değildir. İki kalp tam am en benzer değildir, iki çift dudak aynı değildir. Otuz çift dudak kestikten son­ ra, Annabelle kendine güvenerek, anatomi kitaplarının gerçekleri tam olarak yansıtm adığını söyleyebilecekti. Dudaklar, bol m ik­ tarda sinirle beslenm iş esnek dokuların aralarına serpiştirildiği kas liflerinden oluşm uştur. Bu biliniyor. Am a dudakların hareketleri daha önce düşünüldüğünden çok daha karm aşıktır. Bir öpücük, iki kasın basitçe kasılm ası değildir; dudaklar öpm ek üzere büzüldüğünde, kese bağlarının art arda çekilm esi gibi gerilirler. B il­ gisayar görüntüleri, plastik cerrah G us M cGrouther'ın ekibinin genç üyesi D ytham 'ın bıçağıyla ortaya çıkardıklarını kısa bir süre sonra doğrulayacaktı. Onarılm ış ve yeniden yapılm ış dudaklar, yapıları yeterince bi­ linm ediği için, öpüşürken güçlük çeker. Bu nedenle, dudakları ye­ niden yapan M cG routher, dudakların ve ağzın yapısı üzerine de­ rinlem esine bir araştırm a yürütüyor. D udaklar üzerine konuşm aya başlayana kadar kibarca m etanetini koruyor. Sonra büyülenm işliği büyüleyici bir hale geliyor: "Kimse heykellere dudakları için bak­ maz. Dudakların güzelliği hareketlerindedir," diyor. "En ünlü ka­ dın oyuncuların bile dudakları hareket ederken güzeldir." O ve öğrencileri B eckett'in, on bir buçuk dakikalık, tek bir kadın oyuncunun oynadığı Ben D eğil adlı oyununu videodan sesi kapalı olarak izliyorlar. Bütün görebileceğiniz, gölgeler içinde bir figür ve oyuncunun oynayan ağzı. M cG router ekibi, ağız hareket halindeyken derinin altında olan­ ların ilk hareketli görüntüsünü gerçekleştirdi. B aşkalarıyla birlikle Annabelle D ytham ’ın dudaklarını da öpüşürken gösteren bu m an­ 20

yetik rezonans görüntüsü (M RI) kasları hareket halinde göste­ riyordu. B ilgisayar ekranına yansıtılan görüntü, kasların kese bağlarının çekilm esi gibi hareket ettiğinin tam olarak görülebilm esi için hızlı bir biçim de ileri alınabiliyor, kare kare izlenebiliyor ve hatta geri alınabiliyordu. "Bu bizim , yüzün nasıl bir makine gibi çalıştığını daha iyi anlam am ızı sağlıyor," diye açıklıyor M cGrouther. Ö püşm e, gerçekten çok karm aşık bir hareket. T utkuyla öpü­ şürken, başınız öne doğru eğilir, birbirinizin burunlarından ka­ çınm ak için başlarınızı yana eğer, boyun ve sırt kaslarınızı harekete geçirirsiniz. Kafatasındaki tek hareketli kem ik çene ve otuz dört yüz kasının hepsi birden oyuna girer. Ve bu gerçek bir öpüşm eyse ve tutkuluysa, M cG routher diyor ki, "B edendeki her kas kullanılır; kollarınız öbür kişiye sarılm ak için, boyun, sırt ve om uz kaslarınız gerilir, ve öyle devam eder." Elektrik çarpm ası gibidir ve öyledir de. İnsanların dudaklarına ve yanaklarına elektrotlar yerleştiren ekip, öpüşm e sırasında bütün yüz. kaslarının liflerini oluşturan iki sinir boyunca beyinden gelen elektrik akım larını izlediler. Ö püşm enin elektrikli olm asının bir ne­ deni de dudakların sinirlerle dolu olm ası ve beynin yüz sinirleri d e­ posundan gelen elektro-kim yasal etkinliğin aşırı yoğunluğudur. Bir başka nedense, dudakların duyarlı derisinin derinin öbür bölüm ­ lerinin üst katm anlarından çok daha ince olm ası ve yapısal olarak asıl deriyle ağzın içini kaplayan nemli m ukozanın tam ortasında yer alm asıdır. Dil duyusal alıcılarla dolu bir dokunm a organıdır. Ağ gibi kas­ ları öpüşürken onu uzatm anızı ya da kısaltm anızı ve her yönde ha­ reket ettirm enizi sağlar. Boyun ve çene kasları dile çok yönlülük kazandırır. Ö rneğin, boyundaki styloglossus kası dilinizi yukarı kaldırm anızı sağlar. Bizim kültürüm üzde, dudağın ucundaki dil şehvetli bir çağrı olarak algılanır; diller, kural olarak, saklı tutulur. Dudakların tersine. D udakların ideal biçim i, bir ceket tasarım ı gibi bir m oda m e­ selesidir. Sessiz filmlerin kadın başrol oyuncularından Clara Bow ’un dudakları yay gibiydi. G arbo'nunkilerse inceydi. Öpü-

lebilirlik bakanın kafasındadır. Tutkulu, ıslak bakış, uzun zam an dernier eri' idi: M arilyn M onroe'nun dudakları M ick Jagger'ın olağanüstü dudaklarından çok farklı değildi. İri ve etli dudaklar. Joan Craw ford, D iana Dors ve Jane Russell'ınkiler de çok ben­ zem ez değildi. Ama karikatüristler Britanyalı politikacı M ichael Portillo'nun koca dudaklarını çizdiler: çok ıslak bir görüntü. Julia Roberts'in şiş dudakları çok uzun bir süredir pek gözde. Ö zel B ir Kadın filminin yıldızının "an sokmuş" ve Paris dudakları olarak da bilinen şehvetli dudakları çok pahalı olm ayan bir kolajen tak­ viyesiyle herkesin olabilir. A m a bu dudakların başkalarının du­ daklarından daha iyi öpüşeceğini düşünm ek için bir neden yok. Ö püşm ek, onun için donanım lı doğduğum uz ve doğm adan önce nasıl yapılacağını bildiğim iz bir şey.

Altı haftalık ve 120 m ilim etre uzunluğundaki bir insan cenininin dudakları, alt ve üst çenesi ve oldukça belirgin bir ağzı vardır. Dil filizlenmeye başlar ve yirmi süt dişi dişetlerinin içindedir. Bir ce­ nin üçüncü ayında ağzını açabilip dudaklarını birbirine bastırabilse de onları büzem ez am a bu m em e em m eye başladığında bebeğin nasıl yapacağını bilmesi gereken bir şeydir. B ebekliğinizde bes­ lenmek için, bugünse öpüşm ek için kullandığınız em m ek, yutm ak ve tutmak için gereken bütün biyolojik yetenekler doğum dan önce gelişir. M ekanik olarak konuşm ak, öpüşm ek hemen hemen meme em m ekle aynıdır, benzer üç refleks kullanılır. D oğum dan önceki haftalarda ceninlerin ellerini em dikleri gözlenm iştir, o kadar ki bazen elleri su toplar. Bebek doğduğunda, em m e hareketlerini yapm ak üzere program lanm ıştır ve hemen em ­ m eye çabalar. İster K alahari'de, ister C anterbury'de, ister C o­ lorado'da doğsun, ilk kez soluk alan bir bebek ağız hareketleri yap­ m aya başlar, ağzını açıp kapar ve alt çenesini kım ıldatır. Pek çok Batılı bebek gözlem lendi ve H arvard Ü niversitesi insanbilim cileri 1969 yılında Kung B uşm anları'nın sözlü tarihini incelem eye gel’ (Fr.) dernier eri: son moda, (ç.n.)

22

diklerinde, geleneksel toplum da yaşayan Nisa, onlara bebeğinin ilk dakikalarım anlattı. N isan ın , kendilerine Zhun/lwasi "gerçek insanlar" diyen halkı. Kalahari Ç ölü'nün kıyısında yaşıyordu. Nisa, uzak bir bölgede ilk bebeğini doğurduğunda ona yardım edecek kim se yoklu. Doğumun ardından Nisa ne yapacağını bilm iyordu am a bebek biliyordu: "Köyden ayrılırken kim seye bir şey söylem edim . Kızım doğduktan sonra orada öylece olurdum . Aklım başım da değildi. Bebek orada yatıyor, kollarını hareket etLiriyor, parm aklarını em m eye çalışı­ yordu." m em eyi bulana kadar. Tek hücreli bir hayvan gibi, yeni doğm uş bir bebek neredeyse yalnızca ağızdan ibarettir. Yaşam , öncelikle meme em m ek ve dünyayı tatm aktan oluşur. Bebeğin dörtte birini başı oluşturur. Y e­ tişkinlerdeyse bu oran sekizde birdir. B ebeğin yanağına do­ kunulduğunda, hem en öbür tarafına dönüp küçük, hızlı, ani ha­ reketlerle m em e ucunu aram aya başlar. Bu. aram a refleksidir. Aram a eylem i, m em e ucuyla, m em eyle ya da yalnızca parmakla bebeğin yanağına dokunm akla başlatılabilir. Bebeğin tepkisi, sizin olduğunuz yöne başını çevirip dudaklarını aralam ak olur. Hayvanbilim ci D esm ond M orris B ebek Bakım ı kitabında, annenin bunu memesini bebeğe verm eden önce yapm ası durum unda, bebeğin beslenm eye hazır hale geldiğini ve m em e ucunu ağzına alacağını söyler. Bunu sevgilinizle deneyin. Dudaklarını aralayıp arzu nes­ nesine yönelecektir. M em eleri çıplak olan annenin m em eyi tutan bebeğinin açıkça heyecanlandığını fark etmesi gibi, sevgili de heyecanlanacaktır. Bebek annesini koklar; sevgili sevgiliyi koklar. Doğum uzmanı Sheila K itzinger, "Bebek aram aya başladığında, öne eğilip onu m e­ meye doğru kaldırm a ve em m e refleksini harekete geçirme anı gel­ miştir", diyor. "B ebek, çoğu zaman bir süre mem e ucunu ya­ lam aktan hoşlanır. Sonra, ağzı açılır, anne m em e ucunu içeri iter ve bebek em m eye başlar, ilk başlarda belki biraz dener gibi am a sonra giderek aratan bir güven ve beceriyle yapar bunu." Ve de aç olduğu için değil. Bebek mem e em er çünkü bebekler böyle yaratılm ıştır. Kam ışla bir içecek içm ekten farklı olarak, b e­ 23

bek em erken mem e ucuna yapışır. Bebek, ağzının derinliklerine sokulm uş mem e ucuyla çevresindeki bölgeyi kavrar, ağzının ta­ vanıyla dili arasında tutar ve ritm ik olarak emer. (Bu baskı sülün meme ucundan akm asını sağlar.) Aynı em m e eylem i ağız ağıza, dil dile derin öpüşm ede de gerçekleşir. Başparmağınızı em in, ne de­ mek istediğim i anlayacaksınız. Am a en iyisi, bunu sevgili bir ar­ kadaşınızla deneyin. M eme em en bebek m em e ucunu kökünden geriye doğru alır ve dişetleriyle çiğner, böylece sütü ağzına iter. Biberondan beslenen bebekse, önceliğin em m e eylem inde olduğu, biraz farklı bir yöntem kullanır. Öpüşme biçim iniz m emeyle mi, yoksa biberonla mı beslendiğinizi ele verir. Bir doktora öğrencisi, iki ayrı biçim de beslenm iş iki yetişkinin öpüşm e yöntem lerindeki farklılıklar üzerine bir tez hazırlamalı. Bir bebeğin iyi bir öpüşm eci ol­ masındaki etkenleri tam olarak bilebilm ek büyük bir olasılıkla yıllar süren, etik dışı bir araştırm a gerektirir. Çünkü, insanların yaptıklarıyla ilgili söylediklerine güvenilem eyeceği bilinen bir şey­ dir ve araştırm acı, önceden ayarlanm ış kontrollü öpüşm e se­ anslarında yüzlercem izlc öpüşm ek zorunda kalabilir. Ya da belki de bu bir m akineyle yapılabilir. 1930'larda M ax Factor sabit rujları denem ek için bir makine yapm ıştı, çünkü bu am aç için kullanılan işçiler işlerinden çabucak sıkılıyorlardı. Bebeklerin, süt gereksinim inden ayrı olarak belli ölçüde em m e gereksinim leri vardır. G ençlerle yetişkinler aynı ölçüde öpüşm eye gereksinim duyar mı? Ve öpüşem ezsek, bu gereksinim i başka ağız hareketleriyle mi karşılıyoruz? Çok mu konuşuyoruz? Çok mu yi­ yoruz? Sigara mı içiyoruz? 19. yüzyılın sonlarında yeiim evlerinde büyüyen çocukların çoğu yaşam a sevinçlerini yitirip çocuk marasm usu denilen, sözlük anlam ıyla "eriyip bitme" hastalığından öldüler. İstedikleri zam an değil, belirli zam anlarda besleniyorlardı ve neredeyse hiç öpülm üyorlar, kim se onları kucaklayıp bağrına basmıyordu. 20. yüzyılda yapılm ış ve ruhbilim kitaplarına da gir­ miş gaddarca bir deneyde, günde üç kez kucaklanan prem atüre be­ beklerin güçlendiği, dokunm adan ve dokunm anın ilettiği duygusal 24

m esajlardan yoksun bırakılan bebeklerin iki kat kilo aldığı göz­ lendi. A ğza bir şeyler almak kendim izi korum a, yaşamı sürdürme güdüm üze bir örnek oluşturabilir - ağzım ıza ne kadar çok şey atarsak, bunların bazılarının yenebilir olm a olasılığı da anar. Ama bu, bağlanm a, birisine yakın olm a ya da ikinci en iyi olarak, bir şeye yakın olm a güdümüzün bir örneği olabilir. Büyük bir olasılıkla da kısmen, bilme güdüm üzdür - bilm e güdüsü Adem'le Havva'nın başına bir sürü iş açm ış olsa da horııo sapiens'ı yok ol­ maktan kurtarm ıştır.

Öpüşm ek, açık bir içgüdüdür. Bunun ne anlam a geldiğini anlam ak için neredeyse 100 yıl geriye, Pavlov'un köpeklerine gitm em iz ge­ rekir. Ivan Pavlov 1904 yılında, köpeklerin zil çalınca salya akıtm aya koşullandırılabileccğini göstererek N obel fizyoloji ödülü­ nü kazandı. Zil önce yiyecek getirilince çalıyordu; köpekler zille yiyecek arasında bağlantı kurmayı öğrendiler. D aha sonra yiyecek getirilm ese bile ağızları salyalanm aya başladı. O günden beri, W atsoncular, Skinnerciler ve öteki deneysel ruhbilim ciler, insan dav­ ranışlarının büyük bir bölüm ünün öğrenilm iş olduğunu "ka­ nıtlayan" veriler topladılar. İçgüdüleriyle davranan maymun yavrusunun tersine, insan yav­ rusunun geçm işinin tem iz olduğu düşünülür. M emeyi em er, haz duyar ve annesini "sevmeye" koşullanır -ö ğ r e n ir - çünkü haz veren odur. İçgüdü değil, sevgi değil, ödül ve cezadır insan yaşam ını de­ netleyen tanrılar. Bu, şekerlem eye karşılık sevgi, çıkar karşılığı sevgi olarak bilinir. Bunun savunucuları psikanalizin saçm alık ol­ duğunu düşünür ve insanın evrim inin biyoloji/içgiidü/doğaya karşı kültür/öğrenm e/yetiştirm enin zaferi olduğunu öne sürerler. Y aradılış ve yetişme arasındaki çekişm enin hızı sonunda ke­ sildi. 1958 yılında, psikiyatr John Bowlby, Konrad Lorenz ta­ rafından temeli atılan o dönem in yeni bilim dalı elolojiyi tar­ tışm aya soktu. Hayvan (ve insan) davranışlarını doğal ortam larında inceleyen etoloji bilimi, davranış biçim lerinin fiziksel özellikler gi­ 25

bi, doğal ayıklanm ayla gerçekleşen evrim yoluyla ortaya çıktığı görüşünden kaynaklanır. Bowly, bebeklerin annelerini sevmeyi öğrenm eye gereksinim leri olm adığını, onların birisine, annelerine ya da bir başka yetişkine bağlanm ak üzere genetik olarak prog­ ram landıklarını savlıyordu. Bir insana bağlanm a eğilim ini, "nıonotropi" olarak adlandırm ıştı. Kısa bir süre sonra bağlılık kuramcıları olarak anılm aya başlanan Bowlby ve ekibi, çok sayıda annenin ve bebeğin birbirleriyle ilişkisini gözlem lediler. Bağlılık, diyordu Bowlby, belki de yaşam ı sürdürm ek için gereken beslenm e ve ürem e içgüdüleri kadar önemli bir içgüdüdür. Kültürüm üzün en yaygın cinsel dav­ ranışı art arda tekeşlilik olduğu için -beb eğ in bağlılığına koşut ya da onun bir türevi o la ra k - insan, bir ilişki ya da evlilik süresince erotik öpüşm eyi belirli bir kişiyle yaşar. Bow lby'ye şöyle bir ek­ lemede bulunulabilir: Çoğu yetişkinin tutkulu öpüşm esi monolropiktir. Ve büyük bir olasılıkla, aynı nedenden ötürü beslem ek ve bağlılığı sürdürm ek de böyledir. Lorenz gibi Bow lby de yaratılış ya da yetişm e konusunun ilgiyi dağıtm ak için öne sürüldüğünü düşünüyordu. İnsani olan hemen hemen her şey, hem yaratılış hem de yetiştirilm eden kaynaklanır. Bu görüş, yeni bir Ortodoksluk haline geldi; bugün bir iki piskopos tarafından bile destekleniyor. G elişm iş hayvanların pek çok et­ kinliği açık içgüdülerdir ve hem öğrenilm iş, hem de doğuştan un­ surlar içerirler. Öpüşm ek de bunlardan biridir. Bir kapalı içgüdü olarak her arının her zaman aynı biçim de yaptığı bal dansından farklı olarak, öpüşm ek geliştirm e eğilim i içinde olduğum uz bir ey ­ lemdir. A çık içgüdülü hayvanlarda deneyim -y e tiştirilm e - önem taşır. Açık içgüdüler, genetik olarak program lanm ış ve öğrenm eyle doldurulan taslaklardır. D aha karm aşık, daha zeki yaratıkların ge­ nel program lanm ası daha ileri boyutlardadır ve bütün ayrıntılarıyla gerçekleşm em iştir. İnsanın şarkı söylem esi, çocuk bakm ası ve öpüşm esi böyle gerçekleşir. Em m e yeteneği, onu öpüşm eye dönüş­ türecek sinyali bekler. Bebek, meme em m eye başladıktan kısa bir süre sonra, öteki du­ yularıyla daha da iyi algılam ak, ılık dokunuşun ve em işin güzel 26

ödülü üzerinde yoğunlaşm ak için gözlerini kapatır. Derken, bir süre annesine bakar ve anneyle bebek arasındaki bağ, tekrar tekrar gözün ve ağzın eşzam anlı şöleniyle güçlenir. Bebek için, çoğu za­ man kafasından büyük olan m em e haz dünyasıdır - işin gerçeği, dünyadır. Bu, unutam ayacağım ız bir deneyim dir. Arthur Koestler'in Giin O rtasında Karanlık adlı eserinin kahram anı, "şam ­ panya kadehine sığan karbeyaz m emeleri" düşünür sevgiyle; Philip Roth'un M em e adlı eserinin kahram anıysa, erotik haz arzusu bir saplantı haline gelen dev bir mem eye dönüşür. Bazen tek memesi çıplak gösteri yapan yazar ve m üzikhol şarkıcısı Coletle'e göre, süt veren m em eyle erotik olan arasındaki bağ yetişkin yaşamda da sürer. Bir biyografide, sütannesiyle arasında geçen bir konuşmayı anım sar: "Bazen Adrienne gülerek bana derdi ki, 'ben seni sütümle besledim .' O kadar kızarırdım ki, annem neden kızardığımı öğren­ mek için yüzüm ü incelerdi. Bu keskin, çelik gibi ve lehditkâr ba­ kışlardan, bana işkence eden görüntüyü, A dricnne'in m enekşe renk­ li, sert uçlu mem esini nasıl gizleyebilirdim ?"

Ö zellikle arzuyu letikleyen şey, insandan insana farklılık gösterir: Hepim izin tercihleri ve fetişleri var, bazılarım ız, bedensel ya da duygusal darbelerden dolayı uyarılam ayabiliriz. Ama, cinsel uyaranlara tepki verm e yeteneği evrensel b ir insan özelliğidir. Beş duyum uz, beyin tarafından erotik olarak yorum lanan m esajlar al­ gılar ve bütün duyular öpüşürken etkin durum a gelir. Dokunma, genel olarak en güçlü fiziksel cinsel uyarım etkenidir. Bütün cinsel davranışlar gibi, öpücük de birbiriyle etkileşen üç gücün -b iy o -lo jik , ruhbilimsei ve to p lu m sal- bir sonucudur. Bazı uzm anlar son ikisinin biyolojik gücün açılım ları olduğunu sav­ lıyorlar. Ama dürtünün kaynağı ne olursa olsun, pek az uzman öpüşm eye iten güdünün açken hissedilen yem e arzusu kadar yoğun olabileceğini inkâr edebilir. K endim izi iyi hissetm ek için, bir bebeğin belli m iktarda meme em m eye gereksinim i olması gibi belli m iktarda öpüşmeye ge­ reksinim duyabileceğim iz bana çok m üm kün geliyor. Öpüşme, 27

vücudun doğal afyonu olan endom orfini tetikler. Ö püşm e, endomorfin uçuşuyla sonuçlanır. Annenin öpücüğü de bu kim yasalların vücuda hücum etm esini sağlayabilir. Koşm ak ve âşık olm ak da böyledir, her ikisi de bağım lılık yapar. Ve öpüşerek orgazm a ulaşırsanız, yoğun bir oksitosin hormonu salgılam m ı gerçekleşir. M em e verm ek de bu hormonun düzeyini artırır. O ksitosinin neler yaptığını bulm ak için bilim adam ları or­ gazmın eşiğindeki erkeklerde bu hormonun salgılanm asını yapay bir biçim de engellediler. Erkekler orgazm oldular am a o kadar da haz duymadılar. O halde, yoğun orgazm zevki oksitosin uçuşu olabilir mi? Bir olasılıkla. Amerikalı biyolog Simon LeVay, Cinsel Beyin adlı yapıtında, em in olm ak için daha fazla araştırm aya gerek olduğunu söylüyor. O ksitosin, uyarılm a ve hazzın tem elini oluşturan endom orfin sistem i tarafından denetlenir. Tutkuların coşm ası -cazib ey e k ap ılm a- beyni hızlandıran serebral fenilelilamin olan doğal am fetamin PEA 'yla bağlantılı görünüyor. New York Eyalet Psikiyatri Enstitüsü'ndcn Psikiyatr Michael Liebowitz, bu aşın m utluluk halini, beyin PEA tarafından uyarıldığı zaman hissettiğim izi savlıyor. Öteki kim yasallar da et­ kenler arasında sayılıyor am a bulm acanın bazı parçaları henüz bu­ lunabilm iş değil. 1995 yılında, testosteron horm onunun daha önce­ leri düşünüldüğü gibi yalnızca saldırganlık duygularına değil iyi hissetm e duygularına da katkıda bulunduğunu ileri süren bir bilim ­ sel çalışm a N ew York Times'a manşet oldu. H er iki cinsin de vücut­ larında bulunan (kadınlarda daha az) ve erkeklik hormonu denen testosteron, insan cinsel yönden uyarıldığında artar. Ö püşm ek, bu yardım sever hormonu telikleyen ana etkenlerden biri olabilir. Bilimadamları, öpüşm enin beden tuzunun ya da derideki bezler tarafından salgılanan ve özellikle dudakların iç kısm ında çok yo­ ğun olan sebum denilen yağın değiş tokuşu olabileceğini söylü­ yorlar. Sebum, bazı kuşlarda olduğu gibi bizim de anne babam ız ve sevgilim izle ilişki kurm am ıza yardım cı olabilir. Çiftleşm e sıra­ sında kuş besinleri çiğner, sonra öperek besler, yiyeceği istekli m üstakbel eşin ağzına iter, birleşirler ve yavruları olur. A m a bir kuşun yağ bezleri çıkarıldığında, yani sebum olm adığında eş uçup gider. 28

Ö püşm ek dişlerim ize de iyi gelir. Ö püşm e beklentisiyle ağızdaki tükürük artar ve dişler plakları dağıtan bir banyo yapm ış olur. Ö püşürken ya da öpüşm eyi düşünürken, tıpkı açken güzel bir yem eği düşündüğünüz zam anlardaki gibi ağzım ız sulanır. Bu tükürük banyosu dişlerin çürüm esini önleyen, önem li bir etkendir. Çiklet ya da m eyve çekirdeği de gerektiğinde tükürüğün artmasını sağlar am a günde bir öpüşm e sizi dişçiden kurtarır. Bir zam anlar, ağız ağıza öpüşm eyle iki âşığın ruhlarının da ka­ rıştığına, nefes değiş tokuşunun erotik olm asının yanı sıra ruhsal da olduğu düşünülürdü. G erçekte âşıkların karıştırdıkları şey du­ yum sal izlenim leri, tükürük ve sebum dur. Belki de bir öpüşmenin bugüne kadar okuduğum en az duygusal ve en canlı edebi ta­ nım lam ası Hubert Selby Jr'nin 40 yıllık rom anı B rooklyn'e Son Çıkış' tadır: Harry. gömleğinin düğmelerini çözen Alberta'yı izliyor, onun par­ maklarının hafif baskısını hissediyordu. Tam herifleri ve onu şimdi böyle görseler neler diyeceklerini düşünecekken alkol bu düşünceyi kolayca silip attı ve gözlerini kapatıp kendini Alberta'nın yakınlığının keyfini çıkarmaya bıraktı. Alberta çok yakınındaydı, bir eliyle hafifçe omzuna bastırıp ona ba­ kıyor, elini omzundan boynuna kaydırıyor, yüzüne, gözlerine bakıyor, tepkilerini gözlüyordu. Alberta'nın yüzü cilalı balmumu gibi parlıyordu, uzun saçları düzgünce taranmıştı...Harry', Alberta'nın elini boynunda hissetti...onun elini bacağına koyan Alberta boynunu, ağzını öpüyor, dilini Harry’nin ağzının içine kaydırıyor, onunkini arıyor. Harry dilini arkaya doğru kıvırırken Alberta onun dilinin kökünü kendi diliyle okşuyor. Harry'nin dili yavaşça kıvrılıyor ve Alberta'nın dilinin üzerine ka­ panıyordu...Alberta'nın salyası dilinin ucundan Harry’nin diline akıyor, Harry bacağını kavrarken Alberta kıvranıyor, Harry'nin ağzının emdiği tükürük damlalarını neredeyse hissediyor, Harry'nin dilinin ağzında saplandığını hissediyordu...Harry'nin dilini emiyor, kendi dilini em­ diriyor, başını onunkine sürtüyor, elini onun kaslı sırtında gezdiriyor; yavaşça başını arkaya atıp onun başından uzaklaştırıyordu. Harry onu kendine çekip dudaklarını emiyordu...Haydi, sevgilim. Alberta onu pe­ nisinden çekip yatak odasına götürüyordu. Harry yatağa atlıyor, dönüyor ve Alberta'yı öpüyordu... 29

Birbirlerine ilk baktıklarında ve öpüşm e öncesindeki yoğunluğa ve karşılıklı hareketlere dikkat edin. Bunun bir öykünm e olm ası, ikisinden birinin travestiliği ya da H arry'nin bir erkekle ilk yatışı ol­ ması hiç önem li değil. İnsan böyle öpüşür.

30

с

Q

I ıllarca, Japonların öpüşm ediği sanıldı am a bu yanlışlı. Hatta, ^ Japonların çoğu öpüşm enin A vrupalılar tarafından öğretil­ diğini sanırlar. Bu doğnı değil. O rtaçağ'dan kalm a bir elyazm ası m etin, Japon erkeklerini uyarıyor ve kadının orgazm a ulaştığı sıra­ da şiddetli öpülm em esi gerektiğini, çünkü coşkunun doruğundaki kadının yanlışlıkla sevgilisinin dilinden bir parça koparabileceğini yazıyor. Ö püşm e, cinsel birleşm eye giden yolda b ir lezzet istasyonu olarak görüldüğü için bugün Japonya'da b ir rahatlık ya da toplum sal öpüşm e yok. Ö püşm e, sokakta yapılabilen bir şey değil. Eldivenli işadam ları başlarını eğer. Televizyondaki haber yorum cuları bile izleyicileri başlarını eğerek selam lıyor. Bir Japon kadınla evli BriF3ÖN/0pöşme

33

lanyalı yazar Tony Parsons, "Yabancılara kendo* değneğiyle do­ kunulm az," diyor. Tony, "Japonların öpüşm ediğini, bunu cinsel bir önoyun olarak gördüklerini" Y uriko'yla hemen hemen iki yıl flört ettikten sonra anlam ış. Am a m üstakbel kayınpeder ve ka­ yınvalidesiyle tanışm ak üzere Japonya'ya uçtuğunda uçuş ser­ semliği içindeym iş ve m üstakbel kayınpederinin eğilm esine ve na­ zikçe gülüm sem esine sarılm a ve öpm eyle karşılık verm eye kalkışm ış. Parsons, "Buna bugün gülebiliyoruz", diyor. Bir samuray ailesine m ensup Japon kadınla evlenen ve 1896'yla 1903 yılları arasında Tokyo'daki İm paratorluk Üniversitesi'nde ders veren Lafcadio Hcarn, B alı'ya ilk Bilinm eyen Japonya'dan iz ­ lenim leri verdi. "Japon kadınlarının, bütün dünyadaki kadınlar gibi yavrularını ilk zam anlar öpüp onlara sarıldıkları gerçeğini hariç tu­ tarsak," diye yazıyor Lafcadio H earn, Japonya'da "öpüşm ek ve sa­ rılmak kesinlikle sevgi göstergesi olarak bilinm iyor. Bebeklikten sonraysa, (öpüşm ek) çok iffetsiz sayılıyor." (İtalikler bana ait.) Yani öpüşm eyi bilm iyorlar. "Sevgi", diye devam ediyor H earn, "en çok aşırı bir kibarlık ve yakınlıkla gösteriliyor." Belki de yalnız oldukları anlar dışında. "Jestler," diye açıklıyor bir kültür tarihçisi, "aslında, doğadan kültüre, örneğin vücuttan (cinsiyet, duygular) davranışa geçişe olanak veren aracılardır, sonuncusu kolektif zihniyetlerin ile­ ticisidir". Japonya anlaşılm az değil, yalnızca tedbirli. Kendi dav­ ranış biçim leri var, bizim gibi. Başka kültürlerdeki öpüşm em eye ilişkin raporların çoğu zaman yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Ö püşm enin yabancılarla konuşul­ mayan bir şey olduğu toplum larda, yerel halka öpüşm e soruldu­ ğunda, yokm uş gibi karşılık alınıyor. Belki de, T robriand A dalılar gibi, insanbilim cilerin gösterdiğinden ya da tanım ladığından farklı bir şey anlıyorlar. İnsanbilim ci B ronislaw M alinow ski 1920'lerde Trobriand A da­ ları halkının hiçbir zam an öpüşürken görülm ediğini ve Batıkların kapalı dudaklarını birbirlerine bastırm aktan zevk alm alarına güldüklerini rapor etm işti. M alinowski, önceleri Trobriand Ada* kendo: Japonya'da bambu çubuklarla oynanan bir tür eskrim, (ç.n.) 34

Iıların öpüşm eyi bilm ediklerini düşünm üştü. D aha sonraysa asla basitçe öpüşm ediklerini ya da yalnızca öpüşm ediklerini keşfet­ mişti. Ö püşm ek yerine, tenha bir yerde yalnız olan iki sevgili so­ yunup oturuyor ya da uzanıp yatıyor ve birbirlerini okşam aya başlıyor, diye yazıyor M alinowski Vahşilerin Cinsel Yaşamlan 'nda. Y anak yanağa, dudak da dudağa sürtülüyor. Yavaş yavaş okşamalar daha tutkulu hale gelir ve sonra ağız tamamen etkin duruma geçer; dil emilir ve diller birbirine sürtülür; birbirlerinin alt dudaklarını emerler ve dudaklar kanayana kadar ısırılır, tükürük ağızdan ağıza akar. Yanakları ısırmak, burnu ve çeneyi kapmak için dişler serbestçe kullanılır. Burada capcanlı bir abartıyla her yerdekinden daha fazla rastlanan aşk büyüsünün formülünde, "kanımı iç. saçımı yol" deyimleri sık sık kullanılır. Ortalama Avrupalı'nm pek az anlayış gösterebileceği bir başka sevişme unsuru da kirpiklerin ısırılıp kopartılmasıdır.

M alinow ski, adalıların "kendi kendine yeterli bir etkinlik olan crolik okşam alara düşkün olm adıklarına", oysa, öpüşm enin onlar için "sevişm enin, tam bedensel birleşm e gerçekleşm eden önce uzun süren bir aşam ası olduğuna" inanm ıştı. Y alnızca birkaç Afrika halkı öpüşm eyi gerçekten iğrenç bu­ luyor. K adınların dudaklarına halkalar ya da başka sakatlayıcı nesneler takm ak ya da hâlâ yaygın uygulam alar olan kadın sünnetiyle sonuçlanan kadın cinselliğini dizginlem ek gibi, şu ya da bu kültürel nedenler yüzünden bazı toplum larda bu uygulama yok olmuştur. Ve hatta öpüşm enin kabul edilm ediği bazı toplumlarda insanlar eşlerinin yüzünü yalarlar, em erler, ovarlar, çim diklerler, yüzüne üflerler ve vururlar. Doğal ve sağduyulu bir üslupla, K am a Sutra, hepsi birbirinden ilginç, otuzdan fazla öpüşm e biçim i sayar; "Sevgililerden biri di­ liyle ötekinin dişlerine, diline ya da dam ağına dokunursa," der ki­ tabın 5. yüzyılda yaşam ış Hindu y azan V atsyayana, "buna 'dillerin kavgası' denir." Ö pülecek yerlerse şunlar: "alın, gözler, yanaklar, boğaz, göğüs, m em eler, dudaklar ve ağzın içi"; ayrıca uyluk ek ­ 35

lemiyle kollar ve göbek. Kam a sözcüğü arz.u dem ek. Stara ise bir nazım biçimi, sone ya da limerik gibi. Sanskrilçe seks kılavuzunda öpüşme dört yoğunluk derecesi ve dört biçim de sınıflanıyor. Öpücükler, bedenin öpülen yerlerine göre, orta derecede, sıkıştırarak, bastırarak ve yum uşak olarak değişir; bedenin farklı bölüm leri için uygun öpme biçimleri vardır. Dört erotik öpüşm e biçim inin arasında yalnızca sonuncusu olan kuvvetle bastırarak öpüşm e bize yeni bir şey öğretebilir. "Diiz öpüşm e"de, iki sevgilinin dudakları birbiriyle doğrudan temas ediyor. "Eğimli öpüşm e"de, öpüşm enin etkisini artırm ak için başlar birbirine doğru eğiliyor. "Çevirerek öpüşme"de. biri ötekinin başını ve çenesini tutarak kendine doğru çeviriyor. "Bastırarak öpüşme"de, alt dudağa şiddetli biçim de baskı yapılıyor. Bu en iyi bi­ çim de, "kuvvetle bastırarak öpüşm e"yle yapılıyor, sevgilinin alt dudağı iki parm ak arasına sıkıştırılıyor ve dil dudaklara değdiril­ dikten sonra dudaklar dudaklara iyice bastırılıyor. V atsyayana eğlenceli, ufak bir bahis öneriyor: önce kim öte­ kinin dudaklarını kendi dudaklarının arasına alacak. Bahsi kadın yitirirse ağlar gibi yapıp erkekten uzaklaşm alı, kızmış gibi yapıp ikinci bir fırsat istemeli. E ğer yine yitirirse, daha da üzülmüş gibi yapm alı ve sevgilisi savunm asızken ya da uyurken onun alt du­ dağını yakalam alı, dişleriyle sıkıca tutm alı ve sonra gülm eli, bağı­ rıp çağırm alı, onu alaya alm alı, ya da hoplayıp zıplaınalı ve kaşla­ rını çatarak, gözlerini devirerek şakacı bir biçimde ona her isledi­ ğini söylem eli. Vatsyayana'nın bundan daha iyi fikirleri de var. K am a Sutra'nın altın kuralıysa şu: "Bir sevgiliye eşi ne yaparsa yapsın, kendisi de aynısını yapm alıdır; örneğin, kadın erkeği öperse erkek de kadını öpm eli, kadın erkeğe vurursa erkek de ona vurmalı." Kitabın doğasında bulunan bir tür şehvet eşitliği, bir m u­ kabeledir bu; am a V atsyayana bazılarını erkeklerin, bazılarını da kadınların yapm ası gereken belirli öpüşm e türlerinden söz ediyor. "Erkek kadının üst dudağını öperken kadın da karşılık olarak onun alt dudağını öperse buna ust dudağın öpülm esi’ denir. Birinden biri eşinin iki dudağını birden kendi dudaklarının arasına alırsa, buna 'kavram a öpüşm esi' denir." Bu, diyor, dillerin kavgası için iyi bir 36

başlangıçtır. Flört öpüşm eleri kurnazca olabilir: Bir kadınla görüşen erkek, kadın ayaktaysa elinin bir parmağını öper; oturuyorsa ayağının bir parm ağını. Sevgilinin önünde, kucağında oturan b ir çocuğu, ya da bir resm i, bir im geyi, bir figürü öpm ek de flört öpüşm esi olabilir. Buna "aktarm a öpücüğü" denir. Y a da: B ir kadın sevgilisini yıkarken, yüzünü onun kasıklarına doğru eğer (sanki uykuluym uş gibi) onun tutkularını alevlendirm ek için. Ingénues" öpüşm eleri çok arzu edilen başlangıç noktaları de­ ğildir. "Bir kız diliyle sevgilisinin dudaklarına dokunursa ve gözlerini kapatır, kollarını sevgilisinin boynuna dolarsa, buna 'do­ kunm ak öpüşm e' denir." Ve, "Bir kız, çekingenliğinden birazcık kurtulup, dudaklarına bastıran dudağa dokunm ak isterse ve bu am açla üst dudağını oynatm adan alt dudağını oynatırsa, buna 'kalbi attıran öpüşm e' denir". Tunuslu bir şeyh tarafından 16. yüzyılda yazılan Itırlı Bahçe'de anlam lı bir biçim de açıklandığı gibi, bu tür şeyler D oğu'nun başka yerlerinde de biliniyordu: "Ağzın, yanakların, boynun öpülm esi ve de taze dudakların em ilm esi. Tanrı'nın nim etleridir."

Latin şair Lucrelius da, (y.M Ö 95 - M Ö 55) derin öpüşm eden ha­ berdardı. Kavradılar, sıkıştırdılar, nemli dillerini daldırdılar. Birbirlerinin yüreklerine girdiler. O vidius da, (M Ö 43 - MS 17) aynı ölçüde bilgiliydi: "Dillerimizle öpüştük, birbirim izi sarm aladık." Flaubert (1821 - 80), "Evet, evet, öp beni, derin öp beni." diye yazar. Fransız öpüşm esinin yüzyıllar geçtikçe B atıklar için kayıp bir sanat haline geldiğinden kuşkulanılabilir, belki A m erika hariç. Erkeğin C inselliği adlı raporu 1948 yılında yayım lanan Kinsey, Birinci D ünya Savaşı’ndan önce evlenen A m erikalıların çok azının, * (Fr:) Ingénues: Saf kız. (ç.n.) 37

Fransız ya da ruh öpüşm esi olarak da bilinen derin dil öpüşm esini yaşadığını ortaya çıkarttı. Çok mu saftılar yoksa yalnızca ger­ çekten öpüşem eyecek kadar çekingen m iydiler? Y oksa bunu itiraf edecek cesaretleri mi yoktu? Çünkü her şey çok çabuk değişiyor gibi görünüyordu. Kinsey'in araştırm a ekibi görüştükleri herkeste farklı bir öyküyle karşılaştı. Görüşülen iyi eğitim li Amerikalı er­ keklerin yüzde 77'si derin öpüşm e yaşadıklarını itiraf etti. 15 ya­ şında okulu terk elm iş daha az eğitim li erkeklerin arasında oran da­ ha düşük olm asına karşın yine de yüksek sayılırdı; yüzde 40'ı dille­ riyle öpüştüklerini söylediler. Ö püşm eyenlerin çoğu öpüşm enin hijyenik olm adığını düşündüklerini söylediler. Belki de çok zaman alan bir şeydi. (1940'larda erkekler ne kadar çabuk boşaldıklarıyla övünürlerdi, ne kadar uzun süre sevişebildikleriylc değil.) Beş yıl sonra, Kadının C inselliği adlı raporunda. Kinsey ekibi, kadınların erkeklerden daha sık öpüştüğünü ortaya çıkardı; "Derin öpüşm e, evlilik öncesi cinsel ilişki kurm ayan kadınların yüzde 70'inin flört deneyim iydi. G erçekleşm e oranı, cinsel etkinlikle bir­ likte artıyor ve derin öpüşm e evlilik öncesi cinsel ilişki kuranlar arasında yüzde 80 ila 93'e çıkıyor." İngilizce'de de A lm anca'da da dille yapılan derin öpüşm e Fran­ sız öpüşm esi olarak biliniyor. Bu büyük bir olasılıkla. Y unanlılara fellatio'nuıı* Fenikelilerin uygulam ası olduğunu düşündürten, Fransızlara da eşcinselliğe "la vice Anglais" dedirten aynı düşünce bi­ çim inden kaynaklanıyor. Bir zam anlar çok gözde olan cinsellik kılavuzu İdeal Evlilik'ıe T. Van de Velde, M araichin çiftinin, "bazen saatlerce karşılıklı olarak birbirlerinin ağızlarının içini dil­ leriyle, mümkün olduğunca derinlem esine keşfettiklerini ve ok­ şadıklarını" söyler. A m a dille öpüşm enin kaynağının Bretanya'nın yerlileri olan M araichinler olduğu öyküsü kesinlikle yanlıştır. Bu düşüncenin kötü bir Fransız sözcük oyununun bir sonucu olması yüksek bir olasılıktır; "M araichin" sözcüğü, gelgit dalgası (dillerin kavgasında olduğu gibi) anlam ına gelen m arée sözcüğünden tü­ remiştir. * (Lat.) Fellatio: Penisin ağızla uyarılması, (ç.n.) 38

Dillerin işin içinde olm adığı bir öpüşm eyi erotik öpüşm e say­ mayan Fransızlar bu uygulam anın yaratıcısı olarak anılm aktan ra­ hatsızlık duym adıkları gibi, kendileri olm asaydı ne Amerikalıların, ne İngilizlerin, ne de AvrupalIların öpüşm eyi öğrenem eyeceğini düşünm ekten büyük keyif alırlar. Ama öpüşm e hiçbir şekilde Batılı ya da m odern bir buluş d e­ ğildir. İnsanbilim ciler. 1992 yılında araştırdıkları 168 farklı kültü­ rün yüzde 87'sinde rom antik aşkın var olduğunu söylüyorlar. R o­ m antik aşkın daha da yaygın olm a olasılığı yüksektir. Yeni G ine'deki Bem -B eınler rom antik aşk duyduklarını reddediyorlar aırıa anlaşm alı evliliklerle karşı karşıya gelen kızlar bazen bir başka erkekle kaçıyor. Dünya halklarının büyük bir bölüm ü öpüşüyor. İn­ sanbilim ciler insanların yüzde 90'ının bu uygulam ayı gerçekleş­ tirdiğine inanıyorlar. Ve, halk arasında öpüşm eyen insanların özel yaşam larında da öpüşm eyeceğinden emin olm ak çok zor. Ö püşm e özgün bir alışkanlık olarak yaşanm adığı bölgelerde, pop m üzik, tişörtler ve M cD onalds kadar istekle benim seniyor. El­ bette Sıkkım 'daki Lepchaların, Som alililerin, G üney Amerika'daki Sirionoların yaşam larını öpüşm e, Batı'nın junk kültüründen çok da­ ha fazla zenginleştirdi. M uhalefetin güçlenm esiyle birlikte, 199l'de Pekin Ü niversitesi, kam pusta kucaklaşm ayı, el ele tutuşm ayı ve öpüşm eyi yasakladı. Ü çüncü D iinya'ya satışı giderek yükselen sigaraların öpüşm e alışkanlıklarını etkileyip etkilem ediğini bilm ek ilginç olabilirdi. 1990'larda İngiltere’de cinsel tutum lara ilişkin bir rapor, içki ve si­ gara kullananların daha fazla seviştiğini ortaya koydu. Ya da di­ yelim ki öyle yapıyorlar. Oral bağım lılığı olan insanların öte­ kilerden daha fazla öpüştüğünü düşünm ek cazip olabilirdi ama belki yalnızca daha fazla cinsel ilişkide bulunuyorlar, sigara içmekten ve brendiyi dillerinin üzerinde gezdirm ekten yeterince oral haz alıyorlar. Ya da belki de yalnızca daha fazla övünüyorlar. Buna en iyi yanıt orkestra şefi Arturo Toscanini'ninki olabilir: "Aynı gün ilk sigaram ı içtim, ilk kadınım ı öptüm. O günden beri asla tütüne ayıracak zam an bulam adım .”

39

Çocukluk dönemi hariç hemen hemen kim se öpüşm eyle üremeyi birbirine karıştırm az. Ö püşm e, birkaç kuşak boyunca seks ey ­ lemini olum suz etkilem iş olan utanç duygusuyla ya da boşalmanın erkeği yaşamsal gücünden yoksun bıraktığı ve böylece zayıflattığı ve uygarlığın ilerlem esine aykırı bir şey olduğu yönündeki bir za­ manların yaygın düşüncesiyle kirlenm em iştir. Ö püşmenin çocuk yapm akla ilgili olması gerektiğini de kim se düşünm üyor. Zararlı bir alt metin yerine, öpüşm enin zengin bir propagandacı geleneği var. Öpüşm enin itibarını zedeleyen bazı şeyler var ama bunların sa­ yısı az. A m a yine de öpüşm eyi tiksindirici bulanların bakış açılaıına bakm aya değer. Ö püşm ekten hoşlanm am ak ille de insanın cinsel birleşm eden hoşlanm am asını gerektirm ez. İnsanın be­ bekliğinde, çocukluğunda ve yetişkinliğinde yaşadığı öpüşm e ve beslenm e tarzı, sinüslerin ya da ruh halinin durumu bunun e t­ kenleri olabilir. Bu etkenlerin birbirlerinden nasıl etkilendiğini bul­ mak yıllar süren yenilikçi bir araştırm a gerektirebilir. Fay W eldon'in sinem aya da aktarılan Bir D işi Ş e yta n ın Hayatı ve A şkları'nın anti-kahram anı, ki onu pek az kişi öpm ek isteyebilir, cinsel eylem lerin çoğunun iğrençlikle sınırdaş olduğunu düşünür. "Dille öpüşm ek," d er örneğin, "bir başkasının salyasını pay­ laşmaktır." Ö püşm eyi coşkuyla kutsayan şiirler de kalem e alm ış olan Rönesans şairi Robert H errick, "Yapış yapış öpücükten tik­ sinirim." dediği Tiksindirici Ö pü cü kleri de yazmıştır. Rosalind Cow ard Fem ale D esire de* yer alan öpüşm e üzerine yazısında kadınların öpüşm ekten hoşlanm adığını öne sürer, ona göre öpüşm e kadınlara erkeklerin bir tür cezasıdır ve bu tutum, kötü öpüşen erkeklerin yarattığı bir sonuçtan çok doğuştan gelir. Psikiyatr Adam Phillips, On Kissing, Tickling and Being Bored'de” yer alan öpüşm eyle ilgili kısa yazısında, "Y etişkinler öpüşm e konusunda güçlü, çoğunlukla mahrem iyet ve mahcubiyet * Kadınlık Arzuları, Rosalind Coward, çev.: Alev Türker, Ayrınti Yayınları, 1989. (ç.n.) ” öpüşm e, Gıdıklanma ve Sıkılm a Üzerine, Adam Phillips, çev.: Fatm a Taş­ kent, Ayrıntı Yayınları, 1996. (ç.n.) 40

içeren duygular beslem e eğilim indedir" ve "öpüşm eyle ilgilenm ek aptalca ya da çapkınca diye düşünüyorm uş gibi yaparlar," der. Belki de hastalarını kastediyordur. Benim resm i olm ayan araş­ tırm am kim senin öpüşmeyi aptalca ya da çapkınca bulm adığını ve yalnızca cinsel yönden deneyimli bir tek kadının öpüşm ekten ger­ çekten hoşlanm adığını ortaya koydu; o kadın da cinsel birleşm eden hoşlanıyordu. A m a henüz çok sayıda sevgilisi olm am ış ya da hiç becerikli sevgilisi olm am ış, yirmili yaşlarının başlarındaki birden fazla kadın bana öpüşm eyi yeğlediğini söyledi. Bilimsel bir geçerliliği olm adığını söylediğim "araştırmam" Cotes du Rhone ya da kahve üzerine konuşm alardı ve Londra'da okuyan otuzdan fazla Am erikalı üniversite birinci sınıf öğrencisini telefonla katılm an bir İngiliz radyo program ının katılımcılarını; Avrupalı, Brilanyalı ve Amerikalı arkadaşları, tanıdıkları ve uz­ manları kapsıyordu. Ö püşm e üzerine soru sorm a fırsatı bulduğum en genç insan 21 yaşında bir Los Angeles'lı delikanlı, en yaşlısıysa Proveııce'de 82 yaşında bir kadındı. Y alnızca 21 yaşında bir kadın öpüşm e lafı geçtiğinde yüzünü buruşturdu ve öpüşm eyi "kandırm aca" olarak nitelendirdi. Bazen bir kandırm acadır gerçekten. Öpüşm eyi, bir zevkten çok, bir­ leşmeye giden yolda tatsız bir sarı ışık olarak gören erkekler çoğu zaman trafik ışığının değişm esini beklerken olduğu gibi aşırı he­ vesli bir duygusuzlukla m otora güç veriyorlar. H erkes, hızlı bir se­ vişm enin ayrı bir yeri olduğunu bilir, am a orgazm öncesi uyarılma ne kadar yoğunsa orgazm ın vereceği hazzın da o kadar mükemmel olacağını anım sam akta yarar var. K onuştuğum erkeklerin çoğu hangi kadınlarla yatacakları ko­ nusunda titizlik gösterm ediklerini ama iş kadınları öpm eye gelince seçici davrandıklarını söylediler. Erkekler arasında, özellikle de yirm i yaşlarında olanlar arasında, öpüşm enin cinsel birleşmeden çok, aşkla ilgili bir şey olduğu görüşünün ne kadar yaygın olduğu gerçeği beni şaşırttı. M ilan K undera'nın Laughahle Loves'ındaki’ öykülerinden bi­ * Gülünesi Aşklar, Milan Kundera, çev.: Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı Yayınları, 1989. (ç.n.) 41

rinde, "Otostop oyunu" oynayan iki sevgili birbirlerinin araçlarına binen otostopçular gibi yaparlar. Kadın kollarını erkeğe doladı ve dudaklarını uzattı. Erkek onu itip. "Ben yalnızca sevdiğim kadınları öperim." dedi. "Peki beni sevmiyor musun?" "Hayır." "Kimi seviyorsun?" "Bundan sana ne? Soyun!” İnsan, öpüşm enin cinsel birleşm eden daha teklifsiz olduğuna ne kadar kuvvetle inanırsa inansın, bunun her zaman herkes için böyle olduğunu ya da olacağını söylem ek olanaksız. Söylenebilecek tek şey, erkeklerin ve kadınların çok büyük bir çoğunluğunun öpüş­ menin daha teklifsiz olduğunu, daha yakın hissettirdiğini düşün­ düğü. Y akınlık sözcüğü Latince, en içteki, en derin anlam ındaki intimus'ian gelir. Şöyle düşünün: M astürbasyon yaparken, insan orada olmayan biriyle seviştiğini hayal edebilir. Ya da insan yataktaki eşiyle değil, bir başkasıyla seviştiğini düşünebilir; yataktaki eş bunu asla bi­ lemez. Düşsel dudakları öpm ekse çok zordur. Zordur ve pek çok kişi için karşısındakine tepki verm eden, doğru dürüst öpmek olanaksızdır - bununla becerem ez dem ek isliyorum (cinsel olarak, duygusal olarak ve layıkıyla). Ö püşm enin paradigm ası karşılıklı ilişkidir - kaynaşm a, içine alm adır. M ükem m el öpüşm ede, arzu be­ densel ve duygusal olarak karşılıklıdır. İnsanın, cinsel organlarla yapılan seksin yüksek uyarım ı sırasında yaşadığı kendinden geçm e duygusu, pek çok kişi için, uyarım ne kadar yüksek olursa olsun, öpüşürken yok gibidir. G erçekten öptüğünüz kişiyi değil de bir başkasını öptüğünüzü düşlem enin zor olm asının nedeni eylem in doğasında yatar; dudakların ve dillerin yakın dansıdır bu. Ö püşm enin her zam an, cinsel organlarla yapılan seksten daha içten ya da daha iyi olduğunu ileri sürm üyorum . En iyi koşullar al­ tında her ikisi de karşılıklı, içten, iki taraflı ve erotiktir. Erotik sözcüğünün ne olduğu üzerine pek çok kitap yazıldı am a temel bir tanım lam anın karm aşık olması gerekm ez - erotizm cinselliktir, te­ 42

mel amaç bağlayıcılık ya da üreme değil, zevk ve/veya eğlencedir. Bir nokta daha. Uyuyan birinden öpücük çalınabilir ve en is­ teksiz dudakların üzerine bile dudaklar kapanabilir am a penisin va­ jinaya tecavüz etm ek için kullanıldığı kadar kolay bir biçimde dil ağıza tecavüz etm ek için kullanılam az. Penis isteksiz boşluğa so­ kulabilir, sağlam ve yarasız kalır, va jin a dentata' imgelemin uy­ durm asıdır. A m a dil ağzın isteksiz boşluğuna sokulduğunda, kar­ şılıklı tutkulu yakınlık ihanete uğradığında, istenm eyen tecavüzcü ısırılabilir, hatta ısırılıp koparılınabilir. Ya da saldırgan korkabilir. Ö püşm enin karşılıklı tutkusuna ihanet etmek zordur. Freud'un ünlü "anatom i kaderdir" sözü hâlâ tartışmalı ve bazı koşullarda kesinlikle yanlıştır: G eleceklerim iz tam am en cinsel or­ ganlarım ız tarafından belirlenmez. Ama anatom i yakınlıktır de­ nebilir. Ö püşm e yalnızca dil ve dudakların ortak dansı değildir, dans pisti ağızda konum lanm ıştır, yüzün algılayıcı vahasında. Yüze rastlantısal yakınlığı, eşil bir danstaki ortaklık ve karşılıklı içeri gi­ riş midir öpüşm eyi bu kadar içten kılan? Büyük aşk öykülerinin, milik bir güce erişen klasiklerin ge­ nellikle cinsel aşkı sim gelem ek için cinsel birleşm e yerine öpüşm e­ yi kullanm ış olm aları rastlantı olm ayabilir. Bunun nedeni yalnızca ciddi gelenek, edep ya da iffet m eselesi değildir. Cinsel birleşm e­ nin özel bir şey olduğu görüşü de değildir. Ö püşm enin aşkın sim ­ gesi olm asının ve fahişelerin öpüşm ediğini söylem enin (elbette ba­ zıları öpüşür) asıl nedeni öpüşm enin orgazm kadar, içtenliği de sim gelem esidir. Ancak konu, bir varsayım olm aktan öteye geçem ez, o yüzden insan kendini ne kadar güçlü hissederse hissetsin, M ichael Foucault'nun cinsel deneyim in sonsuz gerçekliği olm adığı tezini dile getirdiği Cinselliğin Tarihi'nm kubbesi altına sığınm ak akıllıca olur. Foucault bize bir başka çürütülem ez gerçeklik daha sunar: C in­ sel ahlâk kültürel koşulların bir ürünüdür. On dokuzuncu yüzyılın son on yıllık dönem inde, Freud V iyana'da hasta kabul ederken kültürel koşullar çok baskıcıydı. Cinsellik uygar toplum un pis bir küçük sırrıydı. * (Lat:) vagina dentata: ısıran vajina, koparan vajina, (ç.n.) 43

e

İlerimin baskısı altında," d er Freud, "zihninde bir şey CZ j çakacak, bir imge, onu anım sa. O, aradığım ız şey." 1892, Viyana. Bayan Lucie R.'nin başına m asaj yapm aya başlar. "Peki," diye sorar Freud, "Ne gördünüz?" "H içbir şey," diye içini çeker İngiliz m ürebbiye. "Zihnimde hiçbir şey canlanm ıyor." "B akm aya devam et." D aha güçlü bastırır. "O rada bir şey var." Freud tarafından teşvik edilen -z o rla n a n ? - Bayan Lucie R. görm eye başlar. "Evet," der, "Şimdi hepim iz m asadayız, cen­ tilm enler, Fransız hizm etçi, kâhya, çocuklar ve ben." Bayan Lucie R.'nin, çocuklarına baktığı çekici ve zengin V iyanalı dul adamın evinin yem ek odası. "Bir konuk var, m uhasebe şefi, ve yaşlı bir cen­ 47

tilm en, çocukları kendi torunları gibi sever. H er şey," içini çeker, "her zamanki gibi." "İzlem eye devam et." "M asadan kalkıyoruz. Çocuklar bizimle birlikte ikinci kata çıkıyor. Her zam anki gibi." "Evet?" "Ç ocuklar yatm aya gidiyor -e v e t, bir şey v a r- muhasebe şefi çocuklara iyi geceler deyip onları öpüyor am a patronum yerinden fırlayıp ona bağırıyor, 'Çocukları öpm e!'" O zam anlar V iyana'da, şim di Paris'te olduğu gibi çocukların ya­ tarken kendilerini aile dostlarına öptürm eleri âdetti. Ama, mürebbiye birden anım sıyor ki, işvereni, ona Bay E diyelim , birkaç ay önce aileyi ziyarete gelen bir kadının çocukları dudaklarından öpm esine de öfkelenm işti. K onuk gidene kadar kızgınlığını giz­ lemişti. Sonra Lucie R.'yi azarlam aya başlam ıştı. "Bu öpüşm eden onu sorum lu tuttu, buna izin verm em ek onun göreviydi, ve o 'hu tür’ şeylere izin vererek görevini ihmal etm işti," diye yazar Freud. Ne tür şeyler? Bay E'nin canını sıkan aslında neydi? Freud'un temel çalışm aları henüz basılm am ış olduğu için Bay Ensest ya da bir başkasının bunu söylem esi zor olurdu. Yüzyılın ilk on yıllık dönem inde düzeltilm iş çeşitli kitaplarla birlikte ortaya çıkan 68 sayfalık kısa ama sivri kitap Cinsellik Kuramı Üzerine Üç D enem e, Freud'un çağdaşlarını sarsm ıştı; çünkü, gizli, bilinçsiz süreci güden ve bozan gücün cinsel istek olduğunu açıklıyordu. Freud, çağdaş anlam da bir bilim adam ı olm asa da, filozof W ittgenstein'in kavram ını kullanırsak, "yeni bir göstcrim "in önericisiydi - yeni bir görm e biçimi. Onun görüşleri, M odern yaşam ı ta­ nım layan ve peri m asallarına ilişkin görüşlerim izi bile yeniden bi­ çim leyen bir m asum iyet yitim inin öncülüğünü yaptı. İnsanları öfkelendirm esinin ötesinde diye düşünüyordu W ittgenstein, Freud'un eylem lerim izin cinsel kaynağına yaptığı vurgu, aslında zevkli bir frisso n a ' yol açm ıştı - insanlar bu fikri sevmişti. Radikal bir bi­ çim de modaya uyan insanlar, evet. Ötekiler, hayır. Britanya'da, ■ (Fr.) frisson: heyecan, ürperti, (ç.n.) 48

seksolog H avelock E llis. yedi bölüm lük C insellik Psikolojisi Ç a­ lışmaları (1897-1928) yapıtının ilk bölüm ü yayım landığında m üstehcenlikle suçlandı. Kendi kendini öpme üzerine yazan Ellis, bir süre için Freud'dan yana tek sesti. Yaratma sürecindeki Freud, psikanalize güvenilm esini sağla­ mak için öm ekolay incelem elerinde verileri çarpıtm ış ve bozm uş olsa da, öpüşm eyi ve gerçekte bütün cinselliği kavrayışım ızda bü­ yük bir atılım gerçekleştirm iştir. Freud'dan sonra, ebeveyn ve ço­ cuk arasındaki cinsel arzu Aubusson halısının altına süpürülem edi. Yeni yüzyıla girdiğim izin habercisi olan D üşlerin Yorum unda Freud, O idipus kom pleksi kuramını ortaya attı: "H epim izin ka­ deridir belki de, ilk cinsel itkimizi annem ize yöneltm ek, ilk nef­ retim izi ve canice arzum uzu babam ıza yöneltm ek," kıskandığım ız babamıza. Sophokles'in, Thebai Kralı'nın istem eden babasını öldürüp annesiyle evlendiği Kral O idipus oyununu bu kadar et­ kileyici yapan bunun farkına varmanın sarsıcılığıdır: "İzleyicilerin hepsi de bir zam anlar düşlerinde büyüm em iş bir O idipus'tu ve ger­ çekliğin içinde düşün böylesine yaşam ası herkesin dehşetle ir­ kilmesine yol açlı." Freud bebek cinselliğinin biseksüel olduğunu düşünüyordu, ama kızların çoğu büyüyüp erkeklerle genellikle gönülsüzce ev­ lendiği için kızlar için koşul bir kuram geliştirdi. K ızlar yaşama, oğlanlar gibi, ilgi ve sevginin temel odağı anneleriyle başlarlar di­ yordu Freud, am a cinsel arzuları, yalnızca erkeklerin penisi ol­ duğunu fark ettikleri zam an babaya yönelir. Freud'un kadın kuramı bulanıktı ve K ale M illeti, çocukların bunun yerine yalnızca ka­ dınların m em eleri olduğunu fark edip etm ediklerini sorarken doğru yoldaydı. N eden penis kıskançlığı da meme kıskançlığı değil? Ne var ki, Freud'un temel noktalarından biri hepim izin büyük bir m e­ me tutkusu yaşadığım ızdır. Bir arkadaşına yazdığı m ektupta Freud şöyle açıklar: "Ben kendi olayım da da anne sevgisini ve baba kıskançlığını buldum , ve şimdi bunun ilk çocukluğun genel bir fe­ nomeni olduğuna inanıyorum." "îşin doğrusu, yeni doğan bebek kendisiyle birlikte dünyaya cinselliği getirir," diyecekti iyi doktor kariyerinin sonunda. V e arF4Ö N /Ö püşm c

49

zu, iki yönlü bir sokaktı: "Çocuğun ebeveyninin ve ona bakanların çocuğa gösterdikleri sevgi," der Freud On the Universal Tendency ta D ebasem ent in the Sphere o f Love'da. "çok ender olarak erotik doğasına ihanet eder". Freud, sonraki ilişki ve bağlantılarım ızın anahtarının, bütün ha­ sarları - v e h a z la n y la - bebekliğin oral deneyim leri olduğunu düşünüyordu: "Annesinin m emesini em en çocuğun her aşk ilişkisinin prototipi olm asının iyi nedenleri var." Yalnızca mem e (ya da biberon) em m ek zevkli olduğu için değil, diyordu, cinsel zevk verdiği için. D aha da ötesi, bu. sonunda yetişkin öpüşm esi olan şeyin de doğuşuydu. Biyolojik bağlam da kesinlikle haklıydı Freud: em erken, artık biliyoruz ki. öpüşürken kullanılan kaslar ve hareketler kullanılıyor. Ama Freud, bedenin devinim leriyle, zihnin güdülcnim leriyle il­ gilendiği kadar ilgilenm iyordu. Bilinç kalıpları -g ö z le görüle­ meyen bir ş e y - üzerinde çalışıyordu; bu yüzden bugün bazı ka­ tegorileri havada kalıyor gibi, zeki bir adamın çalışm aları ka­ ranlıkta sendeliyor.

Herkesin ilk cinsel nesnesi, diyor kötü Dr. Freud, m em edir: "C in­ sel doyum un ilk dönem lerinin hâlâ beslenm ekle bağlantılı olduğu zam anlarda, cinsel içgüdünün, bebeğin bedeninin dışında anne memesi biçim inde cinsel nesnesi vardır." Bu bebek için tatm in edici bir karşılaşm adır: "Bir bebeği doyduktan sonra memeyi bırakıp al yanaklarla ve mutlu bir gülüm sem eyle uykuya daldığını gören hiç kimse bu imgenin daha sonraki yaşam da cinsel doyum un prototipi olarak kalacağı düşüncesinden kaçamaz." Farkında olmadığı bir profesyonel cüretkârlıkla Freud, dem ek istediğinin anlaşılm am asını olanaksız kılmıştır: "(Bebeğin) şeh­ vetle em m esi, dikkatin tam am en meşgul olm asını da içerir ve ya uyku ya da orgazm (italik benim ) doğasında bir kasıl tepkim eyle sonuçlanır." Bu tek yanlı bir haz da değildir: "Erkek bebeğin annesi de ona karşı kendi cinselliğinden kaynaklanan duygularla yaklaşır: Onu 50

okşar, öper, sallar ve çok açık bir biçim de onu tam bir cinsel nesne yerine koyar. Bir anne, bütün sevgi belirtilerinin çocuğunun cinsel içgüdülerini uyandırdığını ve daha sonraki yoğunluğuna ha­ zırladığının farkına varsaydı büyük bir olasılıkla dehşete düşerdi." Ama korkm ası gerekm ez diyor Freud, çünkü "o yalnızca çocuğa sevmesini öğretm e görevini yerine getiriyor". Anne ve bebek -d a h a sonra 'karşılıklı beslenen çift' olarak anılacaklar- büyük bir aşk ilişkisi yaşarlar. Bunu pek az kişi ro­ mancı Naom i M itchison kadar güzel betim lem iştir: Yavaş yavaş, oğlancık küçük soluklar almaya, beslenme ve onunla bir­ likte gelen sıcaklık ve sevecenliğe kavuşmak için sabırsız çığlıklar at­ maya başladı. Erifiıı memeleri sese tatlı bir sertleşmeyle, giderilmeyi bekleyen belli belirsiz bir ağrıyla yanıt verdi. Meme uçları yukarı ve dışarı doğru çıktı, meme başlarının ortası kadife yumuşaklığına ve na­ rinliğine büründü ve bebeğin yumuşaklığına hazırlandı. Giysisinin düğmelerini çözdü, bebeği kucakladı ve bir minder yığınına uzandı. Bebek hevesle, bilinçsiz ve şaşkın, ağzını iki yana oynatıyordu. Bir an bebekle şakalaştı, kendini geri çekli; sonra, içindeki sütün ona doğru fışkırdığını hissedince bebeği sakinleştirdi, memesini ağzının de­ rinliklerine soktu, ağız ritmik bir kabullenişin titreşimiyle onu kavradı, dudakları, dili ve yanaklarıyla derin derin emdi...Bir süre yalnızca bir ağızdı, sonra serbest duran kolu sallanıp yakalamaya başladı, bazen Eririn yüzünü, bazen bir parmağını, bazen de memeyi vahşi, se­ vecenlikten uzak, küçük, yumuşak pençeleriyle kavrıyordu. Erif güldü ve onunla göz göze geldi ve emen dudaklar kendilerine rağmen yukarı doğru kıvrıldılar. Bebek birden gülmeye başladı, ve Erifin memesi serbest kalıp sütü onun suratına fışkırttı. Kimse yanlış anlam asın diye açıkça söyler Freud: "Çocuk erotik bir oyuncaktır." Bu görüş, yeni bir yüzyıl doğarken bile tam kabul görmedi. M eslektaşlarının ve ebeveynlerin m uhalefetiyle karşı karşıya kalan Freud, kuram ını yeniden gözden geçirdi. Önce hastalarının pek çoğunun babalarının tecavüzüne uğram ış olduğunu söyledi; daha sonra hastalarının açıkladıklarının hayal ürünü olduğuna karar ver­ 51

di. Bu yarım dönüş o zam an için yaşam ını kolaylaştırm ış olsa da, daha sonraları Freud’un saygınlığına gölge düşürdü. Toplum sal ve mesleki baskılar yüzünden düşüncelerini yalanlam akla suçlandı. Ama Freud asla ebeveynin erotik arzusu kuram ından vazgeçmedi; yalnızca bunun her zam an dışa vurulduğu görüşünden vazgeçti. Hatta, Psikanalitik H areketin Tarihi Üzerine kitabında, has­ talarının ebeveynlerinin cinsel tacizleri hakkında söylediklerinin fantezi olduğu konusunda ısrar etli, bu, çocuğun ebeveynle cinsel olarak ilgilendiği kuram ını destekliyordu. Parm ak em m enin çocukluk şehvetinin apaçık bir örneği ol­ duğunu söyler Freud, erotik m em enin varlığından kuşkulananlara bir yanıt olarak. "Bıı işlem in am acının besin alm a olduğu sorgulanam az." Ana babalar, bebeği sakinleştirm ek için ağzına lastik meme, parmak ya da başka em zik türleri soktukları zaman bunu sezgisel olarak anlarlar. Freud'un zam anında em ziklere pek az rast­ lanıyordu ve Freudyen bebek kendi kaynaklarına bağım lıydı: "Du­ dağın bir parçası, dil ya da ulaşılabilir herhangi bir deri parçası -h a tla ayak b aşparm ağı- bu em m enin gerçekleşebileceği bir nesne olarak kullanılabilir." Freud, bütün bu nesnelerin gerçek şeyin yerine kullanıldığını öne sürer: Parmak emmeye düşkün olan bir çocuğun bu davranışı, yaşanmış ve şimdi anımsanan hazların arayışından kaynaklanır. En basil örnekle, ritmik olarak derinin bir bölümünü ya da mukozayı emerek bu do­ yumu bulmaya çalışır. Çocuğun şimdi yeniden yaşamaya çabaladığı hazların ilk olarak hangi durumlarda yaşanmış olduğunu tahmin etmek de kolaydır. An­ nesinin memesi ya da onun yerini tutan bir şeyi emmesi çocuğun ilk ve en yaşamsal etkinliğidir, onu o hazla tanıştırmıştır. Çocuğun du­ dakları. bizim görüşümüze göre, emtojeııik hir bölge gibi hareket et­ mektedir. ve kuşkusuz sülün ılık akışının uyarımı bu haz veren duy­ gunun nedenidir. Freud'a göre, öpüşm e, kıyam et gününün, m em eden kesm e gününün gelişiyle doğar. Bebek, başparm ağını ya da başkasının 52

başparm ağını em m eyi bilir am a bu ona m emeyi ya da biberonu em m ekten daha az zevk verir. "Bu bölgenin (başparm ak) daha az değerli oluşu, daha sonraki dönem lerde., çocuğun bir başkasının karşılık veren bölüm ünü -d u d a k la rın ı- aram asının nedenlerinden biridir." Freud, dudakların her zaman ikinci en iyi olduğunu öne sürer. Çok ilginç olan ve çocuğun ilk başta kendisinin bir parçası ol­ duğunu düşündüğü mem e, daha iyidir. A m a 11e yapabilir ki? U z­ laşır: " 'Ne yazık ki kendi kendim i öpem iyorum ,' der gibidir," diye bağlar F re u d ," 'm em eyi yitirm iş olmam çok acı.' " Hayır. Ç ocuk çok daha fazlasını söylüyor. Bebek, çok, çok u/.uıı zaman önce mem enin ve annenin ken­ disinin bir parçası olm adığını, dışsal olduğunu, öteki olduğunu bi­ lir. Freud'un kendisi m em eye "cinsel nesne" der. Bebek ya da çocuk aslında şöyle der: "Sevgilimi yitirdim ne yazık ki - bedensel ve duygusal beslenm enin hasretini çekiyorum ." Yetişkin ol­ duğum uzda bunu yeniden keşfediyoruz. Ö püşm e, sevgilinin du­ daklarını em m ek ve ısırm aktır, yalam ak ve araştırm aktır ve ağzın meme başının, yani dilin tadına bakm aktır. Ö püşm eyi severiz çünkü öpüşm e ilk büyük aşkımızda vardı.

Unvanı tıbbi değil, onursal olan Dr. Johnson, Freudyen terim lerle, tarihin en başarılı oral kişiliklerindendir. K uzuların Sessizliği’nin kurgusal seri cinayetler işleyen katili H annibal Lecter, terk edilm iş bir m utsuzdur, bebek gelişim inin oral nitelikteki sadist, ısırma aşa­ m asına "takılm ıştır" ve kendi alanında aynı oranda başarılıdır. Bir 18. yüzyıl kahvesinde, Samuel Johnson'ın karşısında oturan, biyografi yazarı Boswell olduğunuzu düşünün. Şair, sözlükçü, seç­ kin edebiyat adam ı Johnson, içkisini içiyor -sab ah lan akşam a ka­ dar önünde bir fincan ya da kadehle görülm ediği an y o k tu r- ve ko­ nuşuyor, konuşuyor, konuşuyor, bunaltıcı olm adığı zaman büyüleyici olan m anik bir enerji yayıyor. Böyle anlarda Samuel Johnson'ın usandırıcı, çocukça, talepkâr ve yardım a muhtaç 0 labildiğini unutuyorsunuz. Çok hırslı bir adam , am a enerjisi, ze­ 53

kâsı, engin bilgisi yüzünden ona hayransınız -d o y m ak bilm ez bir ok urdu r- ve açgözlülükle İngiliz dilinin en seçkin parçalarını -1 1 4 bin nefis düzyazı örneğiyle süslenm iş 40 bin sö z c ü k - bir sözlükte toplamıştır. Dr. Johnson’ın, dizlerine oturan, boynuna sarılıp öpen Hebrid A daları’ndaki kadına, "Bunu bir daha yap, bakalım kim önce yorulacak" dem esi şaşırtıcı değil. Frcud, doğum undan on sekiz aylığa kadar bir bebeğin en büyük zevki -la stik ya da e t- mem e başından sütü yutm ak, em m ek ve ısırm aktır diye düşünür. Bu dönem tatm in ediciyse -b e b ek ye­ terince kucaklanır ve em m eden yeterli hazzı a lırsa - mutlu bir bi­ çim de bir sonraki dönem e, daha sonra bir başka dönem e ge­ çecektir. A m a oral dönem düş kırıcıysa, çocuk orada saplanıp kalır —yetişkin yaşam ındaki kişiliği oral bir nitelik kazanacaktır, bu da onun bağım lılığında, edilginliğinde ve "ağız alışkanlıklarında" gözlenir; ağız alışkanlığı çok konuşkan olm ayı, uç olaylarda sözcüklerin ishal gibi aktığı denetim siz konuşm ayı içerir. Dr. John­ son örneğinde olduğu gibi. M em e, biberon ya da anne başarısız olursa ve bebek oral-sadist dönem de yeterince tatm in olm azsa. Tanrı yardım cım ız olsun. Freud'un sekizinci ayda ortaya çıkıp oıi sekizinci aya kadar sürdüğünü düşündüğü oral-sadist dönem de ağız, dudaklar ve dişlerin sadist aygıtlar olarak kullanıldığı gözlenir. Bizim zavallı Hannibal Lecter'in kurgusal annesi, Hannibal kendisini bağım sız bir birey olarak hissetm eye başladığında yeterince çiğneyecek ve em ecek şey verm em iş. Ö fkesini annesinin m em esini ya da bi­ beronu yeterince ısırarak ya da çiğneyerek açığa vuram ayan H an­ nibal, tatmin olabilm ek için edebiyat sayfalarına girm ek zorunda kaldı. Olay, her Casanova'yı, çağdaş Don Juan’ı ya da delikanlı Jack'i m uhtaç, oral dönem de kalm ış bir bebek yaptı. R uhbilim ci Rollo May, A şk ve İrade'de, çapkının kötü durum unu dokunaklıya çevirir. "Don Juan eylem i üst üste yinelem ek zorundaydı çünkü asla tatmin olam ıyordu, cinsel yönden kesinlikle güçlü olduğu ve teknik olarak iyi orgazm a ulaştığı gerçeğine karşın." Byron'm olağanüstü aç olan coşkulu D on Juan'ında bu 54

düşüncenin kesin olduğunu görm ek hoş ve hatta öğretici: Arzum pek engin ama fena değil. Kadın cinsinin yalnızca tek bir gül ağzı var. Hepsini bir kerede kuzeyden güneye öpebilseydim. Ne olursa olsun, Byron'un Don Juan’ı yetersiz beslenm iştir, ben­ lik duygusu doyurulm am ışım Hep daha fazlasını ister. Dudakları yaklaştı ve bir öpüşte kenetlendi: Uzun, uzun bir öpüşme, gençlik ve aşk öpüşmesi. Her öpüşme bir yürek depremi - öpüşmenin gücü için. Sanırım, uzunluğuna bakılmalı. Popüler kültür onun karşılığı olan Donna Juanita’yı hoş kar­ şılam asa da, kadınlar aynı tutkuyu yaşayabilir ve edebiyat onların serüvenlerini sever. M uhafazakârların dergisi E xam iner'in Jo­ nathan Swift'ten sonraki editörü M ary D elarivier M anley ( 16631724), cinsel yönden tatm insiz Charlot'u yarattı. C hariot, "her şeyi yavan bulur, ona D ük’ün öpücüklerinden başka hiçbir şey zevk ver­ mez." İngiliz edebiyatında C asanova'yla (1725-98) çağdaş olan pek çok ayartıcı kadın vardır. En ünlüleri John C leland'ın Faııııy H ilI ya ela Bir Z evk K adınının Anıları (1748) yapıtının fahişe kah­ ram anıdır; ilk kez bir penis gördüğünde, "çıplak, sert ve dik. bu muhteşem makine," diyerek role uygun olduğunu gösterm iştir. Freudyen bakışa daha uygun olan m utsuz, kötü yola düşürülm üş kadınlar ilk olarak L'Avventura ve La D ölce Vita ile ünlendiler. Donna Juanitalar, serbest aşk yaşayan kadınlar, çekici kişilikler olarak algılanm aktansa sıklıkla nem fom anyak olarak ilan edildiler. Çok öfkeli bir bebek olarak kalan H annibal Lecler ol­ m aktansa Don Juan ya da Don Juanila olm ak daha iyidir.

55

Freud, m em eye yönelik büyük tutkunun annenin kendisine yönelik tutkuya dönüştüğüne inanır: am a uygarlık uğruna Oidipus kom p­ leksinin yüceltilm esi ve bastırılm ası gerekliydi. (Jung, kızlardaki koşut duyguları Elektra kom pleksi olarak adlandırdı.) Pek az kişi aile aşkını gerçek yaşam da ensest ve cinayet noktasına getirir am a herkeste rüyalarda ve hayallerde ortaya çıkabilen bilinçsiz arzu vardır. G eçm iş Zaman Peşinde'de, yedi yaşında bir M arcel Prousl an­ nesinin ona iyi geceler öpücüğü verm esini anım sar. “Tek tesellim yatm ak için üst kata çıkıp yatağım a yattıktan sonra, annemin odaya girip beni öpm esiydi,” diye başlar ünlü bölüm. “Annemin m er­ divenleri çıktığı an, iki kapılı koridor boyunca sürüklenen ve in­ cecik. kıvrılm ış püskülleri sarkan, mavi m uslinden giysisinin çı­ kardığı hışırtıyı duyduğum an acım doruğuna çıkardı; çünkü o an, beni bırakıp tekrar m erdivenlerden ineceği zamanın habercisiydi.” Kimi zam an, “beni öptükten sonra, gitmek için kapıyı açtığında ‘beni bir kere daha ö p ’ dem ek için onu geri çağırm ayı çok is­ tedim .” Bunun yerine başka bir anı düşünür: “Sevim li yüzünü ya­ tağım a uzatır, kutsanm ış ekm ek gibi bana yaslardı - verdiği Aşai R abbani’de dudaklarım onun gerçek varlığını m asseder ve uyu­ m aya kuvvet bulurdum .” Konukların geldiği akşam lar, işler değişir: “ Annem odam a çık­ m azdı.” Bunun yerine, yatağımda uyumak üzereyken annemin bana verdiği o nârin ve değerli öpücük yemek odasından yatak odama taşınırdı, ki orada hiç leke dü­ şürmemem gerekiyordu onun üstüne, onun tatlı çekiciliğinin hiçbir zaman bozulmasına izin vermemeliydim ve tam da sevecenlikle öpül­ mek istediğim o akşamlarda kendimi zorluyordum almak için o öpü­ cüğü, kabaca yakalamak için, herkesin gözü önünde. O akşam larda, gözlerimi annemden hiç ayırmazdım. Babamın canını sıkmamak için, odamda olduğu gibi, annemin kendisini herkesin gözünün önünde de­ falarca öpmeme izin vermeyeceğini biliyordum. Bu yüzden kendi ken­ 56

dime söz verdim, yemek odasında onlar yemeğe ve içmeye başlarken ve ben gitme saatinin yaklaştığını hissettiğimde, bütün enerjimi top­ layıp, kısa ve sinsi bir öpücüğü önceden konduracakttm, öpücüğü kon­ duracağım yeri önceden dikkatlice seçecektim ve zihninin ön ha­ zırlığıyla, annemin yanağıyla dudaklarımın buluştuğu o bütün bir dakikaya kendimi hasretmeye hazırlayacaktım. Albert Cam us'nün otobiyografik rom anı The F irst M an' aynı tür bir özlem i betim ler. Büyükannesi ona yatm ası gerektiğini söylediğinde, "Jacques önce onu, sonra dayıyı, en sonunda da anneyi öperdi, o da sevecen ve dalgın bir öpüş verir, yarı karanlıkla, bakışı sokakta ve durduğu kıyının aşağısında durup dinlenm eden akıp giden yaşam ın akışında yitm iş olarak, kım ıllısız duruşuna geri dönerdi; oğluysa, gırtlağı sıkışm ış durum da, durup dinlenm eden, karanlıkta onu gözetlerdi." Stalin’in kızı Svetlana anımsıyor: "Somut anılarım , onun (an­ nemin) güzelliği ve hoş kokuşuydu. G eceleri yalak odam da durur ve m uhtem elen beni öperdi, elleriyle dokunur giderdi. Ardında güzel kokusunu bırakırdı." Gerçeküstücü ressam M agritte'in Sevgililer/Les A m ants ya­ pıtında, iki âşık öpüşür ancak her ikisinin de başları kefenle örtülüdür. Bu öpücüğün sim geledikleri sarsıcıdır: Aşk kördür; aşk engellenm iştir; örtü ikisini ayırır; ve ölüm ün hayaleti tutkuyu ku­ şatm ıştır. M agritte'in annesi o çocukken kendisini boğm uştur; bu­ lunduğunda geceliği başını örtüyordu. Annesinin öpücüğünü yitirm esi ve yeniden bulm ası Proust'un yaşam ının ilk yıllarının anahtar olaylarından biridir. Pek çok olaydan daha açık bir biçim de bu anne öpücüğünün yankıları Pro­ ust'un yetişkin yaşam ında da sürm üştür ve kadınlarla olan ilişki­ lerini etkilem iştir diyor biyografi yazarı G eorge Painter. Proust, ta­ mamen eşcinsel olm ayabilir. Proust'un cerrah olan erkek kardeşi Robert Kadın C insel Organlarının C errahisi adlı bir kitap yaz­ mıştır. Painter diyor ki: "Bu, çıplak A lbertine’i uyurken betimleyen Proust'a çok yabancı bir konu değildi." Painter, Proust'un Louisa ' İlk Adam, Albert Cam us, çev.: Tahsin Yücel, Can Yayınları, 1994. (ç.n.) 57

M ornand'la ilişkisinin 1904 ilkbaharında başladığını söylüyor. Proust ona şu beyiti gönderdikten çok kısa bir süre sonra: Louisa'nın elde edemediği adamın Yok sığmağı Onan’ın günahından başka Louisa ona hemen günahtan başka bir seçenek sunar. "Kendimi," der Prousl ona yazdığı bir m ektupta, "ilk laşbebeği verilm iş bir çocuktan daha mutlu hissediyorum ." Louisa'nın yatağına ilk gi­ rişinin anısına şöyle yazar Prousl: İki ağız bir öpüşmeyle birleşti. İki yürek artık iki değil. Yalak mavi, salon kırmızı. Ama gökmavisi mücevher kutusu kapanıyor Hiçbir şey kımıldamasa ve hiçbir şey söylenmese de. Bir inci var rengi giile benzeyen İlişkileri, diyor Painter, birkaç ay için yoğundu am a bazı anları sanki bir yıldan fazla sürmüştü ve aşağı yukarı Proust'un dul annesi ölene kadar onunla birlikte yaşadığı dönemi kapsıyordu. "Başka kadınları ayarlıyordu annesinin gözleri önünde, annesinin ondan esirgediği iyi geceler öpücüğünü verm eleri için," diyor Painter. A n­ nesinin yaşamının son yılında rolleri değişm işti. Proust'un annesi odasına erkenden çekiliyor ve oğlu odasına gelip iyi geceler öpücüğü verene kadar bekliyordu. Babalar da özlem nesnesi olm uşlardır, bu konu aşırı Freudyen bir görüşle ellili yılların ortalarında, zaman zaman televizyonda da gösterilen The R ack adlı m ahkem e film inde canlı bir biçim de betimlcnmiştir. Film de, Paul Nevvman Kore Savaşı'nda kahram an­ lıklar gösterm iş, ancak savaş tutsağı olunca düşm anla işbirliği yap­ mış bir subayı oynar. Fiziksel işkence yoktur am a aşırı soyutlanm a ve çocukluğunu anım sam aya zorlanm anın çifte ruhsal işkencesi onu yıkar. Newm an'ın askeri m ahkem ede yüksek sesle okum ası em ­ redilen ifadesinin bir bölümü, yalnız çocukluğunu yazm aya zor­ landığı açıklam asıdır. Sık sık hastalanan annesi o on iki yaşın­ 58

dayken ölm üştür. Sert bir albay olan babası her zam an uzaktadır. "Anım sadığım kadarıyla," -Nevvman gözyaşlarını güçlükle tu lar"babam beni hiç öpm edi, bize sarılm azdı...A rtık kimseyi se­ vemiyorum ." O gece, babası onu arayıp bulur. Sertçe konuşur­ larken, duygularını erkekçe saklam aya çalıştıkları bir sırada albay birdenbire yetişkin oğlunu kollarına alır ve N ewm an'ı bir çocukm uşçasına alnından öper. Bu, film lerde görülen en şaşırtıcı öpüşlerden biridir.

Baba kız arasındaki ensest ilişki çoğu zam an kabalıkla dile getirilir. Babasına, komşu vadide oturan ve evlenm ek istediği kızın bakire olduğunu söyleyen genç adam la ilgili eski bir köy öyküsü vardır. Hiç etkilenm eyen baba, "Kendi ailesi için yeterince iyi değilse bi­ zim için iyi olduğunu nereden bileceğiz?" der. Sanatçıların çoktan sezdiği ve dolaylı bir biçim de betim lediği ana oğul arasındaki arzuya daha fazla saygı gösterilir. M eryem A na ve Çocuk'un Balı sanalında bu kadar büyük bir rol oynam asının ve M eryem Ana -İsa'n ın annesi ve g e lin i- kültünün süregelm esinin nedeni de sezgisel bir biçim de, ilk tutkulu aşkımızı dile getirm esidir. Bizi bugün olsa kaygılandıracak arzuların bi­ lincinde olm am a duygusu, Rom a'da T rastevere, Saint M aria'daki m ozaikte apaçık ortadadır, m ozaikte yetişkin İsa kraldır ve tahtında oturm akladır, annesi, kraliçesi ve gelini olarak yanındadır. İsa ve M eryem m itolojisinden önce aşk tanrıçası Venüs ve ok atan oğlu aşk tanrısı Cupido vardı. Çiftin en ünlü ve belki de en unutulm az tasviri. 16. yüzyılda Bronzino'nun yaptığı ve Londra Ulusal Galeri'de sergilenen Venüs, Cupido. A hm aklık ve Zam an tablosudur. Tabloda, çevrelerindeki insan kalabalığını um ursam ayan, her ikisi de çıplak olan anne ve yetişkin oğlu, dillerin de kullanıldığı enfes bir öpüşm e sergilerler. Havva gibi, V enüs'ün de elinde bir elma vardır. Cupido, aşkla annesinin m emesini kavram ıştır. V iktoryenler tabloya saldırıp -ço k tan o n arıld ı- Cupido'nun çapkın poposunu as­ ma yaprağıyla kapam ışlar ve özenle şehvetli dillerin üzerini bo­ yam ışlardı. M ichelangelo'nun özgün Venüs ve C upido'su kayıptır a­ 59

ma onu kopyalarından biliyoruz. Bu tabloda çocuk Cupido'nun ayağı annesinin kasıklarındadır ve mons veneris'e" ayağını sürt­ mektedir. Veniis, Cupido'nun oklarından birini tutm akta ve şehvetle öpüşm ektedirler. Çiftin başka tablolarım da bulm ak zor değil. Veniis ve Cupido gibi, dünyanın en önemli tablolarında M er­ yem ve Çocuk'un da gözleri birbirlerinden başkasını görmez. Giotto Okulu'nun on dördüncü yüzyılın başlarında yaptığı ve bugiin Louvre Miizesi'nde bulunan bir M eryem ve Çocuk tablosu, ki Hıristiyanlık'ın annelik idealini özetlediği söylenir, çocuğuna dikkatle bakan M eryem'i betimler. M eryem'in bakışı bana hemen Prenses Diana'yı, onun çapkın bakışını düşündürdü. Çocuk İsa, kollarını uzatm ış, hevesle annesine uzanıp sarılm aya çalışm aktadır. Dinsel bir tablo olmasaydı insan bunu öpüşm eden önceki anlamlı an olarak yorum layabilirdi. Raffaello'nun Louvre M üzesi'nde bulunan La Belle Jardinière tablosundaki bebeğin neredeyse şehvetli bir bakışı vardır. Raffaello, Floransa dönem inde (1504-1508) ondan fazla Meryem tablosu yapm ıştı ve en titiz sanal tarihçileri bile onun bu konuya olan takıntısının sekiz yaşında yitirdiği annesine duyduğu özlem le ilgisi olabileceğini dile getiriyor.

George Bataille, E ro tizm d e , konuya ilişkin yaptığı klasik ve çokça hatalı çözüm lem esinde, erotik olan için ihlalin -m e n ed ile n in - ge­ rekli olduğunu öne sürer. Bunun gerekli olduğu konusunda aynı görüşte değilim ama ihlalin cazip olduğu zam anlar da var. Tabunun çiğnenm esinin lezzeti, nadiren 1930'ların M ata H ari filminde olduğu kadar heyecanlı bir biçim de görülür, filmde erotik aşk kutsal olan her şeyin düşm anı olarak tanımlanır, oysa altm etindeki Meryem'in kirletilm esi kaynayan şehveti akkor haline getirir. Çekici casusu oynayan G reta G arbo başroldedir. H er zam anki gibi, G arbo'nun âşığı önemli bir subaydır, Ram on N avaro'nun can­ landırdığı bu subayın adı Alexis'tir. "Seni, kutsal şeylere tapar gibi seviyorum ," der günahkâr ve erotik M ata Hari'ye. * (Lat:) mons veneris: Venüs tepeciği. Kadınlarda kasık kemiklerinin birleştiği noktadaki şişkinlik, (ç.n.) 60

M ata Hari, hangi kutsal şeyler diye sorar. "Tanrı, ülke, onur, sen." "Ben en sonuncu m uyum ?" "Sen en önce geliyorsun," der Alexis. Öpüşm eye başlarlar. M ata H ari, duraksayarak, daha az ışık yeğler ve bir m um u işaret eder, A lexis'in onu söndürm esini ister. O, M eryem 'in kandilidir: "Benim önce geldiğim i söyledin." Alexis, kutsal kandili söndürm ek istem ez. "Onu yanık tutm aya yem in ettim . H er şeyi yaparım ama benden bunu isteme." "Ben gidiyorum ," der Garbo. "H ayır!” M um a koşar, G arbo'ya bakar, sonra m um a bakar. "Ba­ ğışla beni,” der M eryem 'e ve mumu söndürür. Görünm eyen öpücük, kutsala saygısızlık, solukları keser. Sözcüklerin seslerine dikkat: M ata, M eryem , M ama.

61

e

lutarkhos, MÖ. 4. yüzyılda yaşam ış genç bir prensin öykü­ sünü anlatır; prens hastalanır ve sararıp solar, ta ki doktoru, üvey annesinin hasta odasına her girişinde prensin terleyip kızar­ dığını fark edene kadar. Doktor, Prens A ntiokhos’un üvey annesine âşık olduğunu anlar, ve bunu babasına söyler, Suriye ve Babil İm ­ paratoru olan babası, oğlunun yaşam asını istiyorsa bir şeyler yap­ malıdır. İm parator, A ntiokhos'u yukarı A sya kralı, kendi karısı Stratonike'yi de oğlunun kraliçesi ilan eder. O idipus yetenekli bir doktor olsaydı Sophokles'in büyük oyunu olmayabilirdi ve psikanalitik kuramın terminolojisi çok farklı olurdu. K uram ın kendisi gibi, 1920'li yıllarda O idipus kom pleksinin ev ­ renselliği ciddi biçim de sorgulanm aya başlandı, insanbilim ciler aF5ÖN/Öpüjme

65

ile düzenleri ve çocuk bakım ı uygulam aları değişik olan Batılı ol­ mayan halkların bu tür kom pleksleri olm adığını ileri sürüyorlardı. O idipus kom pleksi -P ro u st'u n başyapıtında çok inandırıcı biçim de v a rd ır- diyordu Freud'un eleştirm enleri,/?« de siecle' A vrupasm da var olan çirkin bir şeydi ve çağının adamı olan Freud kendi kültürünü uygarlığa denk saym ıştı. A m a O idipus kom pleksi y a ­ şamın belgesi olm asa da pek çok insanın yaşam ının belgesidir ve hep öyleydi. Ham let'in sorununun düğümü annesinin am casıyla (babasının yokluğunda baba rolü oynam ıştı) olan cinsel ilişkisini kıskanm ası değil miydi? Shakespeare bize asla Ham let'in babasıyla arasının nasıl olduğunu söylem em iştir; herhalde korkunçtu.

Toplum bilim leriyle psikanaliz arasındaki kan davası -b u n a flört de d en iy o r- sürüyor ve sürüyor. Evrim kuramını öğrenen herkes standart Freud karşıtı darbeyi, Freud'un her şeyi cepheye çektiğini de öğrenir. Yazarlar. Freud'a 1920'lerde etolog Irenaus EiblEibesfeldt'in A şk ve N efret'le yönelttiği suçlam ayı yinelem eyi sür­ dürüyorlar: Öpüşme ve okşama gibi tipik cinsel davranış sayılan pek çok davranış biçimi köken olarak aslında ebeveyn ihtimamının eylemleridir. Oku­ yucuya bunu anımsatıyoruz çünkü Sigmund Freud, dikkat çekici ka­ rışıklıkta bir yorumlamayla, bir zamanlar bir annenin çocuğuna karşı cinsel davranış örnekleri gösterdiğini fark etseydi kesinlikle şaşıracağını ileri sürmüştü...Bir anne çocuklarına ebeveyn ihtimamının eylemleriyle bakar; bunları kocasına kur yapmak için de kullanır. Başka bir deyişle, Eibl-Eibesfeldl yirm i yıl sonra yayım lanan ders kitabı İnsan E tolojisf nde şöyle der: "Freud, evrim in yönünü yanlış yorum lam ıştır. O kşam a örnekleri ilk olarak ebeveyn bakım ının hizm etinde olacak biçim de evrilm iştir ve ikincil olarak kur yapma davranışları repertuvarm a dahil olm uştur." Ama hangisinin daha Önce geldiğini kim se kesin olarak bi­ lemez. Ben her iki tarafın da tam am en haklı olduğuna inan* (Fr:) fin de siècle: 19. yüzyıl sonu, (ç.n.) 66

m ıyorum; 1. bölüm de açıkladığım gibi, benim kuram ım a göre, in­ sanın yetişkinliği değil, bebekliği bu 'örnekleri' yaratır. Şehvet ve anneyle çocuğun karşılıklı bütünleyici bağım lılığı bir öpücüğün bi­ çim ini ve anlam ını yaratır. Erotik öpüşm e em m e taklididir ve aynı zam anda öbür kişiyi de beslem enin taklididir. Bunu kanıtlayam am ; etoloji de kanıtlayam az; ve Freud için, tavuk mu yum urtadan yoksa yum urta mı tavuktan çıkar sorusu o kadar önem li değil. Sık sık yi­ nelenen etolojik darbe etolojinin penisinin psikanalizin penisinden daha büyük olduğunu gösterm ek için tasarlanm ıştır. Ve belki de öyledir. Psikanalitik kuram daha önce ortaya çıktı am a etolojinin verileri daha geniş kapsam lıdır. H er ikisi de erotik öpüşm enin yavrunun beslenm esinden türediğini ve bebeğin em m e yeteneğinin doğuştan olduğunu ileri sürüyor. A ncak Freud, çocuk­ lara yönelik ve kuşaklararası cinselliğe karşı daha çekingen. Bizim bastırm alarım ızın ve tabularımızırt olm adığı toplum larda böylesi bir cinsellik çok sık olabilirdi. V enezuela'daki savaşçı Y anom am ilerde, bir baba her gün yak­ laşık bir buçuk saat çocuğuna sevgiyle bakar, bu bakım çocuğu öpm eyi - yiyecek ve eğlence sağlam ayı içerir. Y ukarı Orinoco'daki orm anlarda yaşayan Y anom am iler, çocuğun kendisini daha iyi his­ setmesi için bebek-oğullarm ın penisini öpm ek ya da emm ekten çekinm ezler. A vrupa ve Am erika'daki bakıcıların çoğu da bu hileyi biliyordu. Eibl-Eibesfeldt, bu uygulam anın avcı-toplayıcı Y a­ nom am iler için yetişkinlerin cinsel hazzı değil, aseksüel ebeveynlik olduğuna alelacele bizi inandırdı. Bakıcılarsa onun alanı değildi. Yanom am i erkekleri ve kadınlan çocuklarını ağızdan ağıza öperek besliyordu, eski Y unanlılann yaptığı gibi sevgililer her yer­ de birbirlerinin ağızlanndan şarap ve su içiyorlardı. Bilimadamları K unglarm çocuklarının ağızlanna, ezdikleri yiyecekleri dudak­ larıyla verdiklerini gözlem lediler ve öperek beslem enin Papualılar tarafından ve A lm anya’nın Kara O rm anlar yakm lanndaki bazı böl­ gelerde anneler tarafından da uygulandığını gördüler. İnsan çiğnen­ miş yiyeceği dudaklarının arasında tutarsa annelerinin öperek bes­ lemeyi öğrettiği üç aylık bebekler yiyeceği alm ak için dil ve du­ daklarını uzatacaklardır. 67

Pek çok kuş ve hayvan, yavnısunu öperek besler. Avdan sonra dişi aslan büyük et parçalarını yavrulan için inine taşır; bazen as­ lan eti yutup yavrulan için kusup çıkartm ası daha kolay olabilir. Erkek aslanlar da bunu yapabilir. K urtlar daha da titiz babadır. Dü­ zenli olarak parçalar halinde ya da m idelerinde yiyecek getirip bunları yuvanın önüne bırakırlar. Şem panzeler yavrularını ağızdan ağıza önceden çiğnenm iş m uzlarla beslem ekle kalm azlar ye­ tişkinleri de öperek beslerler. O rangutan ve gorillerin de yav­ rularım öperek besledikleri gözlenm iştir.

Bir tür olarak, Büyük Beyaz A vcıların dişleri çürüktü, davranışları kötüydü ve söm ürgecilik kokuları saçıyorlardı. İnatçıydılar da. On sekiz yılını, yüksek, sarp Ruanda fundalıklarında ve bataklık­ larında otuz beş yabani dağ gorilini gözlem leyerek geçiren, başına buyruk etolog Dian Fossey avcılardan nefret ediyordu am a onun da kendine özgü eski bw ana yolları vardı. Ruhsatsız tabancası ve Cam bridge doktora unvanıyla, yerlilerin N yiram achabelli diye çağırdığı 1.80 boyundaki K aliforniyalI, Orm anların Yalnız Kadını, kendi yasalarını koym uş, doğal parkta kaçak avlananları izleyen bir ordu kurm uş ve avcılara kendi belirlediği acım asız cezalar ver­ mişti. Fossey, gorillerle, insanlarla olduğundan daha iyi geçiniyor­ du. O, canlı, yetişkin, vahşi bir gorile kendi isteğiyle dokunan ilk insandı ve m uhtem elen bir goril tarafından ilk öpülen insan da oydu. Tam yetişkin erkek goril 170 kilogram , çevredeki dişiler de 120 kilogram geliyordu. Fossey onlarla karşılaştığında hareketlerini taklit ediyor ve onların boğuk, gürleyen naooooom seslerini çıkarıyordu, bu "m em nuniyet sesi"ydi. Karşılık olarak goriller ya­ bani kereviz sapları soyup onun ayaklarının dibine bırakıyorlardı. Kızgın, sert, göğüs yum ruklayan vahşi hayvan efsanesi yerine Fos­ sey, ürkek, arkadaş canlısı, göğüs yum ruklayan aile m aym ununu buldu. Fossey, gözlem lediği dağ gorillerinin onu tanıdığını bi­ liyordu ve bir gorilin yüreğinde neler olduğunu bilm enin olanaksız olm asına karşın gorillerin kendisinden hoşlandıklarına inanıyordu. 68

Ama Ruanda'dan ayrılıp üç yıl ders verip çalışm alar yaptıktan son­ ra tekrar oraya döndüğünde onu hâlâ anım sayıp anım sam aya­ caklarını m erak ediyordu. 120 kiloluk dişi goriller ve onların pek de m inik olm ayan yav­ rularıyla karşılaştığında yanıtını aldı: "O nlara 7 m etre kadar yak­ laşıp Fossey ta r a tanışm a sesleri çıkarm aya başladım , gorillerin m em nuniyetlerini ifade etm ek için çıkardıkları yum uşak gürlem e sesleri gibi." En yakındaki dişi, "Bir kereviz sapını çiğneyen Effie, ben yaklaşırken şöyle bir göz attı. İleri doğru baktı, ne olduğunu anlayam am ışçasına gözlerini kısarak dikkatle baktı, gözlerine inanam ıyorm uş gibiydi. Sonra elindeki kerevizi bir kenara fırlatıp hızla bana doğru yürüm eye başladı." Bir başka goril, Tuck, kol­ larında taşıdığı bebeğini fırlatıp F osseyyc yaklaştı, "A ğırlığını kol­ larına verip o kadar eğildi ki yüzlerim iz aynı hizaya geldi ve aram ızda birkaç santim etre kaldı." 30 - 40 saniye birbirlerine bak­ tılar, sonra T uck, "B enim yanım a uzandı...ve bana sarı İdi!...bana sarı İdi!... bana sarıldı! TA N RIM , beni anım sadı." Effie de hemen onların üstüne atladı. Fossey'i tanıyan öteki dört goril de, yavrulan çevrelerinde dönerken Fossey'i ağızlarıyla, yum uşak öpm eyi an­ dıran hareketlerle hafif hafif ısırdılar, bu bir sevgi göstergesi olabilirdi am a kesinlikle bir güven göstergesiydi. Fossey gibi etologlar, yıllarını yabani doğada hayvanlan göz­ leyerek geçirdiler. Bir bakım a, gorillerin, m artıların - y a da in­ sa n la rın - çalışırken ve oynarken lam olarak neler yaptıklarını not alan birer röntgenci onlar. Ö püşm e gözlem i, kuş ya da m emelinin yavru bakm a, çiftleşm e ya da yatışm a düzenlerinin belgelendirilm esinin bir bölüm ü. Şehvetin, bilimsel olarak saptanm ası zor. Amaca yönelik -e re k s e l- davranışın ortaya çıkm ası daha kolay. Etologların, öpüşm enin içeriğinde ender olarak şehvet am acı ol­ duğunu düşünm elerinin nedenlerinden biri de bu. Onların yapmayı yeğlediği, cinsel uygulam aların doğuşu üzerinde varsayım larda bu­ lunmak. İnsan cinselliğinin evrim inin ayrıntılarının incelem esi hâlâ sürüyor ancak bilim den çok, bir oyun gibi. Eğitilm iş sanıların akıl oyunu olan satranç gibi, oyıın tahtasındaki her oyuncunun nasıl ha­ 69

reket edeceği bilgisine dayanıyor. Donald Sym ons'ın 1970'lerin so­ nunda yayım ladığı insan cinselliğinin evrimi üzerine olan ku­ ram larına hâlâ önem veriliyor. Ö rneğin, David Buss 1994'te ya­ yım ladığı A rzunun Evrim i adlı yapıtında Sym ons'ı onaylıyor. Sym onsçılar, erkek orgazm ına -k esin lik le ürem eyle ilgili ve bu ne­ denle evrim sel önemi v a r - en yüksek konum u veriyorlar. Dişi or­ gazm ı, diyor Sym ons, evrim in periferisiydi. K litorisin evrim deki rolünü ise erkeklerin m em e uçlarına benzetir: Büyük ölçüde işlevini yitirm iştir. Itırlı Bahçe kadın anatom isini biraz daha iyi anlam ış gibi. K i­ tapta kadınlık organı şöyle tanım lanıyor: "Tanrı bu nesneyi bir ağız, bir dil (klitoris), iki dudakla donatm ış; bir ceylanın toy­ naklarının çölün kum unda bıraktığı iz gibi." Belki de erotika. bilim adam larının okum a listesinde önem li bir yer işgal etmiyor. Elbette klitorisin bir işlevi var ve dişi orgazmı ürem e için önemli. O rgazm a ulaşan bir kadın yeniden sevişm ek isler, o anda ya da bir başka zam an - kendisinin (ve erkeğin) ürem e olasılığını arttırır. Emme V arsayım ının deneysel kanıtları vardır; orgazm lar, sperm leri üreme bölgesinin tepelerine doğru emer. Am erikalı insanbilim ci H elen Fisher, Aşkın A natom isi'nde, 3.6 milyon yaşındaki kemikleri şim diye kadar bulunan en eski insansı iskeletlerden biri olan Lucy'nin yüz yüze seks yapıp yapm adığını m erak eder. Lucy insan değildi am a insan soyundandı. Fisher, onun orgazm la birlikte yakınlığı da tatm ış olmasını um uyordu. "Yüz yüze cinsel birleşm ede, eşleri kadının yüzünü görebilir, fısıldayabilir, bakar ve yüz ifadesindeki değişim leri yakalayabilir." Böylesi yakınlık, diyor Fisher, bazı kadınların orgazm olm ak için gereksinim duyduğu anlayış ve güven duygusunu barındırır. Pek çokları dişi orgazm ının yüz yüze cinsel birleşm eden evrildiğini öne sürüyor. A m a kesinlikle böyle olması gerekm iyor. Bazı B aldılar ve çoğu Afrikalı arkadan girişe m eraklı, ve - k e ­ dilerden sığırlara k a d a r- pek çok dişi m em elinin bu pozisyonda or­ gazm olduğuna ilişkin kanıtlar var. Y üz yüze seks dişi orgazm ı için en iyi pozisyon olm asa da tutulan bir uygulam adır ve bu yal­ nızca insanlar arasında geçerli değildir. Şem panzelerin en zekileri 70

olan bonobolar ve bazı orangutanlar da buna m eraklı. Sorulması gereken soru, insanları ilk yüz yüze ilişkiye ilen etken neydi? Bu oyunda insan çılgınlar gibi tahm inlerde bulunabilir. Bence bir öpücüktü. Bir cum artesi gecesi tarih öncesi Etiyopya'da, insan Lucy, Âdem ’i öpm ekten hoşlandığını fark etti -h a y ır, onun adı Luke ol­ su n - ve tarihim iz değişti. Bir Prom etheus anıydı, destansıydı. Ateş, Prom etheus'un insanlığa arm ağanıydı; teknolojinin gücünü açığa çıkarm ıştı. İlk erotik öpüşm e de şehvetim izi açığa çıkardı. Öteki m aym unlar arasında yaygın olan arkadan giriş seksi yerine biz yüz yüze sevişm enin hazlarını keşfettik. Peki öpüşm eyi nasıl keşfettik? Şöyle olm uş olabilir mi? Lucy, bebeğini m em eden kesm ek için bir m iktar yiyeceği çiğnedi ve bu­ nu diliyle bebeğinin dudaklarının arasından içeri itti. Lucy ve be­ bek bundan hoşlandı ve uygulam a yaygınlaştı. Derken, bir gün Lucy yiyecek bir şeyler toplam aya gittiğinde aç bebek yaygarayı bastı, Lucy'yi izlem iş olan Luke. bağırtıyı kesm ek için bebeği öperek besledi. B u, Luke'un da hoşuna gitti ve öperek beslemeyi Lucy ile denem eye karar verdi. Y a da belki de ilk adım ı atan be­ bekti, ebeveyn dudağını em erek. Belki de bir gereksinim den doğmuştu: B ir tarihöncesi cumartesi öğleden sonra Luke bacağını incitmişti ve su içm ek için dereye gidem iyordu. C um artesi gecesi o kadar susam ıştı ki Lucy ağzına aldığı suyu ona içirdi. Dudakları birbirine dokundu, sonra da dilleri. B ir süre sonra Lucy Luke'un üzerine çıktı ve içine girm esini istedi. İlk erotik öpüşm enin hemen ardından bir başka mucize ger­ çekleşti. Luke ve Lucy birbirlerine âşık oldu. B ir öpüşm eyle başladı aşk. Ç oğunlukla hâlâ da öyle. Belki de âşık olm ak olarak nitelendirdiğim iz fiziksel çılgınlık 2. bölüm de sözünü ettiğim cin­ sel uyarılm a sonucu ortaya çıkan kimyasal m addelerden kay­ naklanıyordur. Belki de âşık olmak hazzın kendisinden ve daha fazla haz arzusundan geliyordur. Bazı insanların ilk öpüşm eden önce âşık olduklarım biliyorum am a çoğu olm uyor. Öykünün başka çeşitlem eleri de olabilir. Her iki cins de öpüşm eyi ilk kez ay­ nı cinsiyetten olan bir arkadaşıyla denem iş olabilir ya da bir 71

çocuğu öperek beslem e erotik öpüşm eye dönüşm üş olabilir. (Ç o­ cuklarla cinsel ilişki kurm akla ilgili tabularım ız yüzünden olsa ge­ rek, etologlar öperek beslemenin nasıl olup da erotik öpüşm eye dönüştüğüne ilişkin varsayım larda bulunm aktan kaçınıyorlar.) İlk öpüşm esinden sonra Lucy bazen yalnızca öpüşerek orgazm a ulaşıyordu. Ve bazen de orgazm arayışı içinde olm aksızın öpüşüyor, öpüşüyor, ağır ağır arzunun kim yasına bulanıyordu. İnsansılar erotik öpüşm eyi bu hayal ürünü öyküde Lucy ve Luke'un yapm ış olduğu gibi öğrenm iş olabilirler gerçekten. Öte yandan, insanlık yeni bir aygıtı, öpüşm eyi, o yakınlaşm a aygıtını, kuşları ve bonoboları izledikten sonraki hoş bir günde de g e­ liştirmiş olabilir.

Şem panze ailesinin ince yapıü, koyu tüylü üyesi bonobolar. dikkati çekecek kadar insana benzerler ve araştıran dilleriyle derin öpüşürler. Erotik öpüşm enin ve yüz yüze cinsel birleşm enin, ilk in­ san yeryüzünde yürüm eye başlam adan ve altı milyon yıl önce en yakın akrabam ız şem panzelerden ayrılm adan önce ortaya çıkm ış olması müm kündür. (Ya d a bizlerden biri tekerleği yeniden keşfetm iş olabilir, yani Fransız öpüşm esini.) Şem panze, daha gelişm iş kuzeni bonoboya kıyasla cinsel arenada bir çıraktır. Sıradan şem panze açık ağızla öpüşse de dilini kullanmaz. M aymun kuzenlerim izin en zekisi bonobo diliyle öpüşür; ama biraz cesaretlendirilm eye gereksinim leri vardır. Yeni bir hayvanat bahçesi bakıcısı, bakım ından sorumlu olduğu bonoboyla ilk karşılaştığında, bonobo dilini ağzına sokuverince korkm uştu. Bonobolar saldırganlığın yerine cinselliği koyarlar. Y a­ şamları dişi m erkezli ve eşitlikçidir: G österiyi dişiler yönetir. Vahşi doğadg ve hayvanat bahçesinde, bonobolar yüz yüze seks yapar ve dişiler cinsel organlarını birbirlerininkine sürterler. İnsan dişisinde olduğu gibi dişi bonobonun da vajinal açıklığı öne doğrudur, yüz yüze ilişki arkadan girişten daha kolaydır. Bonoboların çok çeşitli cinsel ilişki pozisyonları vardır ve her iki eş de ilişkiye öncülük edebilir. Bonobo uzmanı Frans de W aal, bo72

nobolann "ateşli erotizm ini", erkek egemen dünyasında pek az cin­ sel çeşitlilik yaşayan dişi şem panzenin "biraz sıkıcı ve işlevsel cinselliği"yle kıyaslar. M aym unların çoğu gibi dişi şem panzeler, gebe kalabilecekleri dönem ler dışında erkek m aym unlara çekici gel­ m ezler ya da erkekleri çekici bulmazlar. "Bonoboiarsa tersine, sanki K am a Sutra'yı izliyorm uş gibi akla gelebilecek her şeyi denerler." Dişi bonobo, evrim yolunda dişi şem panzeden daha fazla yol alm ıştır ve çoğu zam an sekse hazırdır. Dişi insan gibi. D ünya çapındaki şem panze uzmanı Jane G oodall, bonoboların yaşam ını cennete benzetir: "Yetişkin bir erkekle dişinin çiftleşm eyi başlatma önceliği her iki cinse de aittir ve cinsel eylem çok çeşitli pozisyonlarda gerçekleşir", buna dişinin en gözde pozisyonu da da­ hildir. "Sonuç olarak, erkek saldırganlığı ve egem enlik rekabeti çok azdır. Sanki ütopik bir toplum." Şem panzenin, vahşi yaşam a oranla, boş zam anının daha fazla olduğu ve daha az yaşam mücadelesi verdiği hayvanat bahçesinde, ürem eyle sonuçlanm ayan cinselliğe daha fazla yer vardır. "H ayvanlar doğal ortam da ol­ duğundan çok daha az yoğunlukta gündelik yaşam ın baskısıyla karşılaşır," diyor G oodall, "ve doğal olm ayan deneyim için daha fazla zam anları vardır". De W aal'a göre, bonoboların cinsel yaşam ı büyük ölçüde üremeden uzaklaşm ış olsa da pek çok işlevi vardır. Biri haz, öbü­ rüyse çatışm a ve gerilim in ortadan kaldırılm asıdır. Bu noktada, bonobolar, avlarını yakaladıktan sonra etten pay­ larını beklerken birbirlerini öpen şem panzelerle aynıdırlar. Sadistçe bir zevk gibi görünen am a aslında bir gerginliği azaltm a yoludur bu. Güven tazeleyici öpüşm elere başka durum larda d a rastlanıyor: "Ani korku durum larında (örneğin yabancıların sesleri ya da geçip giden balıkçının sesi), dişi şem panze genellikle erkeğine koşar, bir­ birlerine sarılıp öpüşürler." Burada işlevin sürekliliğini görüyoruz: Öpüşm e, m em e em en bebeğin hissettiği gibi bir güven duygusu oluşturuyor; ikili birlik duygusu topluluğu da sarıyor. Korktukları, şaşırdıkları ya da cinsel olm ayan nedenlerle heyecanlandıkları za­ man, şem panzeler bu "temas aram a davranışını" sergiliyorlar. Ya­ 73

kınlarda bir yerde bir kavga çıkarsa -e n d e r bir o la y - erkek şem panze yanındaki arkadaşını öpebiliyor. Psikanalist M .K. Tem erlin, evinde yaşayan Lucy adlı bir şem panzeyle ilgili bir kitap yazdı. Lucy, on yıl onunla birlikle ya­ şadı ve Tem erlin Lucy'nin sevgisinin aşk olduğunu fark etti. T e­ merlin ya da karısı hastalanıp kustuğunda, Lucy de banyoya ko­ şuyor ve kollarıyla onlara sarılıp öperek rahatlatm aya çalışıyordu. G oodall, öyküyü rapor edecek kadar ciddiye aldı. Vahşi şem panzeler bir ayrılık dönem inden sonra yeniden kar­ şılaştıklarında "dudaklarını büzüp birbirinkine değdirerek ya da ağızlarını sonuna kadar açıp birbirinkine bastırarak" selâm laşırlar. G oodall, 1960 yılında araştırm asına başladığı Tanzanya’daki G öm be kolonisindeki şem panzelerin, yiyecek bulm anın heyeca­ nıyla birbirlerini açık ağızlarla öptüklerini gözlem işti. Goodall'un notlarında, dev bir muz yığını bulan iki dişi şem panzenin muzları yem eye başlam adan önce, birbirlerinin boynuna sarılıp ağızlarını om uzlarına bastırm aları betimlenir. Son zam anlara kadar, en büyük penise sahip olan m aym unun insan olduğu düşünülüyordu. A m a artık şam piyonun bonobo ol­ duğunu biliyoruz. Bonobo penisini içine çekebildiği için çoğu za­ man pek bir şey görülm ez, belki de bu yüzden bonobonun parlak pembe penisinin insan penisinden daha büyük olduğunu keşfetm ek bu kadar zaman aldı. Hayvanat bahçesinde bonobonun dikleşen pe­ nisini ölçen de W aal, "Beden boyuyla orantılı olarak bu m ay­ m unun testislerinin boyutları ve dik penisi ortalam a insan er­ keğinin cinsel organlarının boyutlarını geçiyor," diye yazıyor. Penisler, ağızla uyarılm ası dışında, bu kitabın konusu olm asa da, bonobo penisinden şehvetin ötesinde bir nedenle söz ediyorum. De W aal, genel olarak bonoboların yüzde 5'inin ereksiyon halinde olduğunu am a beslenm e zam anında bonoboların penislerinin kılıflarından çıktığını ve yem eye başladıklarında yüzde 50’den faz­ lasında ereksiyon gerçekleştiğini gözlem işti. İlk ereksiyonlar, ba­ kıcılar muz ağacı filizleri ve yapraklı dallarla ortaya çıktık-larında gerçekleşiyor ve yiyecekler hayvanların barınağına atıldığında do­ ruğa ulaşıyordu. De W aal, "Bonoboların yaşam ında yiyecekle cin74

s d lik arasında çok güçlü bir bağlantı var," diyor. Yavru bonobolar, m em e em m ek istediklerini dudaklarını büzerek ifade ederler. Sütü gelm eyen anne bonobo Linda'nın tep­ kisi daha da ilginçti. Linda'nın bir K aliforniya bonobosu olan iki yaşındaki yavrusu dudaklarını büzüp "asık suratıyla" annesine ba­ kınca, Linda hem en ne istediğini anlam ıştı. Ama bebeği ondan uzakta büyütülüp sonra yanm a getirildiği için Linda'nın sütü yoktu. Yavrusunu em zirem eyince çeşm eye gidip ağzını suyla doldurdu. Sonra, çocuğunun önüne oturup ona doğru eğilerek dudaklarını büzdü. Y avrusu, onun ağzından su içti. Bu, insan sevgililerin bil­ diği ıslak öpücüktü. Öperek beslem e, m em eyle beslem e gibi, ya­ şamı sürdürm e ve şehvetin hem ana baba, hem de bebekte aynı an­ da var olan güdüler olduğunu bize gösteriyor. İnsanın yanı sıra bonobonun da kuyruksuz m aym unların yal­ nızca en seksisi olm akla kalm ayıp en zekisi de olm ası büyük bir olasılıkla rastlantı değil. B ir zam anlar utanılası hayvansal doğamızın bir parçası olarak düşünülen, cinsellik ve şehvete düşkünlük ev­ rimsel bir üstünlük gibi görünüyor. Ö püşm enin başladığı yerde -cin selliğ i, bir ürem e aracı olmanın ötesine taşıyarak yakınlaş­ manın ve zevkin anahtarına dönüştürm e y eten eğim iz- zekâmızı gösterdik. Lııke ve Lucy'nin m ilik anı yerine, bonoboların derin öpüşmeyi keşfetm elerinin betim lenm esi gerektiği öne sürülebilir. Ama bence insanlar daha ilginç. Ve. zaten, dişisiyle erkeğiyle, öykümüzdeki şaşkın insansı çiftin keşfettiğini keşfedecek daha pek çok homo sapietıs var.

Tarihöncesi dünyada da, bugün olduğu gibi, aşkın öpüşm eyle başladığına inanılıyordu. Sokrates, öğrencilerinden K ritobulos'un çok güzel bir genci öptüğünü duyunca, dehşete düşer: seçilen sev­ gilinin cinsiyeti değil K ritobulos’un âşık olup tutkunun kölesi ol­ ması tehlikesi yüzündendir bu. K ritobulos, der Sokrates, "tamamen kendini kaybetm işti ve dikkatsizdi". Ö yle davranıyordu ki, "Sanki bir bıçak çem beri içinde takla atıyor, sanki ateşe atlıyordu." 75

Aşk evrensel olgulardan biri am a bize yeni bir keşif olduğu öğretildi. Çünkü evlilik geniş ölçüde toplum sal konumu temel ahyordu, çoğu zam an m alların denetim altına alınm asının çok iyi bir yoluydu; pek çok bilgin rom antik aşkın var olm adığı sonucuna varm ıştı, ta ki ortaçağ Fransa'sında ozanlar aşk şarkıları söylem eye başlayana kadar. Ama bireysel cinsel aşk her toplumda var görünüyor. Kalahari Ç ölü'nde yaşayan Kunglar, Harvardlı insanbilim ciler gelene kadar kibar aşk diye bir şey duym am ışlardı. O nlar da âşık olurlardı. Bir ağacın gölgesinde oturup yeni evli bir çiftin neşeyle birbirlerini kovalam alarım izleyen bir genç adam, oradaki in­ sanbilim ci gibi, çiftin birbirine çok âşık olduğuna ikna oldu, ama "şimdilik" diye de ekledi. Sokrates için olduğu gibi, onun için de âşık olm ak ateşe atlam aktı; am a bu arzu edilen bir tutku ateşiydi. "Bir süre sonra," dedi, "ateş söner ve öyle kalır. Bak, evlendikten sonra kulübenin önünde birlikte oturursunuz, yemek pişirip bir­ birinize verirsiniz - tıpkı ana babanızın evinde yaptığınız gibi. Karın annen gibi olur, sen de onun babası gibi olursun." Etologlar için bu o kadar da kötü değil. Pek çok etologa göre, âşık olmanın am acı ürem e işlevi için çift oluşturm aktır. Kadının cilve yapıp kendini kovalatm asının am acı, eşin iyi bir Verici olup olm ayacağını anlam a yoludur diyorlar bize. Haydi canım. K a­ dınların içgüdüsel nedenlerden ötürü cilveli oldukları kurmacadır. Pek çok kadın cilveli değildir, çoğu da saldırganlığın bir kur yap­ m a stratejisi olarak işe yaradığını düşünse bunu yapardı. Bazı genç kadınlar naz yapm az ve seksi başlatır. Yirmi bir yaşındaki pek çok kadın -erkeklerle cinsel ilişki kurm uş olanları b ile - erkeklerin ken­ dilerinin ucuz ya da kolay olduklarını düşünm elerinden korkuyor. A nnelerim iz bize böyle öğretirdi. Şim di de insanbilim ciler yapıyor bunu. Âşık olm ak -k i genellikle öpüşm eyle b a şla r- kısa, orta ve uzun dönem li ilişkilerle sonuçlanır, sonuncusuna genellikle "evlilik" di­ yoruz. Evlilik, gelenekselleşip kural olm uştur, ama tek gecelik ilişkiler de türüm üz için doğaldır: aşkın kim yasıyla upuzun bir ban­ yo yerine çabuk bir duş. Tek gecelik ilişkilerin çocuk büyütm eye 76

pek yararı yok; evrim in bizi, çift oluşturm aya özendiren, doğuştan alışkanlık yapan kim yasal maddelerle donattığını ileri süren birden fazla insanbilim ci var, am a bu m addelerin öm rü 18 aydan 4 yıla kadar sürüyor. Boşanm aların çoğu dördüncü yıldan sonra gerçek­ leşiyor: yedinci yıl sıkıntısı denen şey aslında dördüncü yıl sıkıntısı. Etologlar haklıysa ve âşık olup çift oluşturm anın nedeni, genç insanın olgunlaşm asının çok uzun sürmesi ve kadının kendisini ve bebeğini koruyacak bir erkeğe gereksinim duym asıysa, o zaman aşk m ilyonlarca yıl ya da daha fazla yaşayabilir - dünya çapında olm asa bile B atın ın cebi dolu, kültürel ve ekonom ik seçkinlerinin arasında en azından. V e düşünün: Bugün pek çok kadın bebeğini tek başına büyütüyor. Ya da çocuk sahibi olm am ayı yeğliyor. Kadın eğitim düzeyi yükseldikçe daha az çocuk sahibi olm a eğilim ine giriyor. V e bugün, bir çocuğun sorum luluğunu taşım ayan, ekonom ik bağım sızlığını kazanm ış, âşık olm aya fırsatı olan ve tut­ kulu aşk ilişkileri yaşayan kadınlar işte bu kadınlar - yalnızca pren­ sesler ve Y unan arm atörlerinin kızları ve H ollyw ood yıldızları de­ ğil. Etologların; cinsel oyunların, şehvetin ve bunun sonucu olan erotik öpüşm enin doğa tarafından, bağlılığı özendirm ek için ya­ ratıldığı ve böylece yavrularım ızın güvenliğinin sağlandığı yönün­ deki savları kesin yanıt değil. Eğer mesele bu olsaydı, en cinsellik dolu evlilikler evde oturan anneler ve onların ekm ek parası k a­ zanan kocalarının evlilikleri olurdu. 1950'lerin önlüklü Annesi ya da Anası bizim cjnsel idealim iz olurdu, ve erkeklere kendisini ge­ çindirm esi için gereksinim duyan kadınlar âşık olm a ve âşık kalm a olasılığı en yüksek kadınlar olurlardı. Kim se bunun böyle ol­ duğunu kanıtlayam az ve pek az kişi bunu öne sürebilir. İnsan cinselliğinin ürem e işlevinin ötesinde olduğu bugün bir etoloji gerçeği. Şehvetli haz etologların uğruna ölecekleri bir değer değil am a bağlılık öyle. Bağlanm ayı insan şehvetinin ana yararı olarak gören Eibl-Eibesfeldt şöyle yazıyor: "H ayvanlarda cinsel ey­ lem yalnızca çoğalm a amaçlıdır; insanlardaysa ek olarak bağ oluşturm a işlevi vardır. Tam am en insani olan bu yeni işlev cin­ selliğin çoğalm a işlevi kadar önem lidir." Am a, etologlar, şehveti, şehvet adına savunm azlar. Oysa şairler savunur. 77

Öpüşmeye çağrı

I

С

atullus, hazza övgü, delice sevdalar ve cinsel arzu üzerine yazdı. Rom a'nın Elvis'i olan C atullus ateşli ve çok açık sözlüydü; açıkça teklifsiz ve bazen kaba bir Latince kullanm ış ve klasik edebiyatın en iyi bilinen öpüşm e savunm anı olm uştur. M Ö 1. yüzyılda İm paratorluğun en ünlü şairlerinden olan Ca­ tullus, aslında V eronalı b ir genç olm asına karşın tam bir Rom alı’ydı. O ndan sonraki şairler cinsel birleşm e yerine 'öpüşme' sözcüğünü kullandılarsa da, yaraka "güzel, dik bir yarak" diyen Ca­ tullus (M Ö 84 - 54) için öpüşm e öpüşm eydi. U m utsuzca âşık ol­ duğu bir kadına yazdığı Vivamus (Y aşayalım ) adlı uzun şiiri, dünyanın, öpüşm e üzerine yazılm ış en ünlü şükran şarkısıdır.

C

FûÖN/Öpüşmc

81

Beni bin kere öp, sonra yüz bin, Sonra bin kere daha, sonra ikinci bir yüz bin. Sonra bin daha, sonra yüz bin daha. Sonra binlere binler katıp hesabı karıştıralım ki Biz bile işin içinden çtkamayalım.* Bu öpüşm eye özendirm e, sonra gelen klasik eğitim almış şair ku­ şaklarını bu şiiri çevirm eye ya da taklit etm eye itecekti. A m a ne yazık ki, hemen değil. O zanlar açıkça erotik aşk şarkıları söyleyene kadar yüzyıllarca işkenceden geçm iş H ıristiyanlık buna müdahale edecekti. Catullus'tan bin beş yüz yıl sonra, zaman za­ man bir erkek gibi giyinen ve cirit oynayan Louise Labe (yak. 1520-66), sevgililerine tutkulu soneler yazmıştı. XVIII. Sone, m uhtem elen şair O livier de M agney'e yazılm ıştı. Şiir Catullus gibi başlar ve sonra tamamen Labe'ye dönüşür: Beni daha çok öp, beni yine öp ve öp. Bir öpücük ver bana usulünce gövdenin Bir öpücük eşsiz tutkunla Bense dört öpücük vereceğim neşeyle kaynayan Aşağıdaki dört satır, Labe’nin, öpüşm ede çok önem li olduğuna inandığım karşılıklı alışverişi apaçık hissettiğini gösteriyor. Çağının ilerisinde bir kadın olarak yaşam da ve aşkta eşitlik istiyor: Yutayım öpüşlerini, sen de yut benim öpüşlerimi. Yudumlayalım ağızlarımızla birbirimizin sevincini. İki yaşamı olabilir hem sevenin. Hem sevilenin, ben sende, sense bende. HollandalI şair Johannes Secundus (1511-36), Catullus’un aritmetiğine hayrandı, Shakespeare'in rakibi Ben Jonson gibi. Johannes'in "Öpücükler”i çarpılır: Yüzlerce yüzlerce öpücük, * Dünya Aşk Şiirleri Antolojisi, Eray Canberk, çev.: Süheyla Yanık, Ö zgür Y a ­ yınları, 1994. (ç.n.) 82

Yüz binlerce öpücük. Bin kere binlerce öpücük... Ben Jonson (1572-1637) "Aynısına" şiirinde öpücüklerini toplar: Bir daha öp: bir yaratık yok gelen. Öp, ve yaz zengin toplamı. Üzerine dudaklarımın, güç bela ayrılan Sen soluk alırken. Yüz öpücük ver önce, Sonra bin, sonra bir yüz Daha, sonra öbürünün üstüne Bin daha ekle, bir bin daha: Eşit oluncaya dek bu zenginlikle. Bütün çimenleriyle Rumney’in Chelsey tarlalarının kumuyla. İngiliz R önesansı'nm en büyük lirik şairi R obert H errick d e ge­ ride kalm az, "A nthea'ya, A h, Anthea'm" şiirinde hem toplar, hem de çarpar: Bir öpüş ver bana, bir daha, bir daha; Yirmi öpüş olunca, bir yüz daha ekle: Bu yüzün üstüne bin daha: öp durmadan, Bini milyon yapana kadar. Üç milyon yap onu, yaptıktan sonra, Öpüşelim yeniden, baştan başlamasına. "Dianame'ye" şiirindeki dileği daha alçakgönüllüdür, verdiği de öyle, am a ruhu aynı ölçüde şehvetlidir: Bir öpüş ver bana Başka verme; Eğer böylesi Yoksul kılarsa seni; Varsıl olasın diye Jki bine Çıkarırım Bu öpüşü

83

Shakespeare de bu şiddetli rekiam koşturm acasına "Venüs ve Adonis" (1593) ile girer: Bin öpüş satın alır kalbim benden: Ve birer birer öder onları zamanın olduğunda. Nedir ki bin dokunuş sana? Bir çırpıda söylenip gitmiyorlar mı? Diyelim, ödemediğinde borç çıksın iki katma İki bin öpüş mü bütün mesele? Antonius'un K leopalra'ya hüzünlü vedasında bile geleneğin yankısı var: Ölüyorum, Mısır ölüyorum. Ancak şimdi biraz zaman dileniyorum ölümden. Binlerce öpüşün en sonuncusunu, en zavallısını, Dudaklarına kondurabilmek için.* İki yüzyıl sonra, profesyonel sefih Byron (1788-1824) sahneye çıkar. Asla alçakgönüllü olm adan öpüşür, öpüşür, öpüşür: Ah. öpebilseydim o ateşten gözleri. Bir milyon yetmezdi arzumu söndürmeye: Batırıp dururdum dudaklarımı sevince. Kalırdım her öpüşte bir çağ boyu; Yine de doymak bilmezdi ruhum. Öperdim durmadan, sarılırdım sana: Hiçbir şey ayıramazdı öpüşümü öpüşünden; Öpüşür dururduk, öpüşürdük sonsuzca. Öpüşlerimizin sayısı geçse bile Sarı hasadın sayısız tohumunu. Boş bir çaba olurdu ayrılmak: Ayrılabilir miydim? - Ah! Asla - asta! Şiirde öpüşm e asla bitm edi. H ıristiyanlık'ın kırbacından kurtulm ak için bin yıllık bir dolam baçlı yol izledi. Başlangıçta, cinselliğin seçkin bir saygınlığı vardı. O lim pos'un * Shakespeare ve Hamlet, Prof. Dr. M ina Urgan, 'Shakespare ve Hamlet', Altın Kitaplar Yayınevi, 1. Basım Aralık 1984. (ç.n.) 84

tanrıları aşk eğlencesine m üthiş düşkündü ve Y unanlılarla Troyalılar aşk için savaşm ışlardı. Tanrıçaların etkin cinselliğinden kimsenin kuşkusu yoktu ve bunu pek az kişi kınıyordu; tanrıçalar, Aphrodite'yi, kim giyerse herkesin ona âşık olduğu kem erini ken­ dilerine verm eye zorluyorlardı. A phrodite’nin V enüs olarak adlandırıldığı Rom a'da, devlet adamı Jül Sezar M Ö 46'da onun adına bir tapınak yaptırm akla kalm am ış, Aeneas aracılığıyla onun so­ yundan geldiğini de ileri sürm üştü. Venüs'e yakın olm ak utanç d e­ ğil, şerefti. D oğu d a ruhaniliğin bir aracı, pagan R om a'da ise makbul bir şehvet aracı olarak görülen beden H ıristiyan tanrıbilim ciler için kurtuluşun önündeki başlıca engeldi. H ıristiyanlık'tan önce, hiçbir kadının cinselliğinden utanm ası gerekm iyordu. "Ama MS 4. yüzyıldan başlayarak," diyor klasik yazar M ary Lefkowitz, "pagan filozoflar H ıristiyanlar kadar sofulaşm aya başla-dıklarında filozof İskenderiyeli H ypatia bakire kalm ayı seçti." Ö ğrencilerinden biri ona âşık olduğunda H ypatia onu öpücüklere boğacağına âdet kanıyla lekelenmiş bir bez parçasını fırlatarak der ki, "G enç adam , sen bu­ na âşıksın, (P lato n u n ideal) G üzel'inedeğil." Sezar ve Catullus'un Rom a’sında, cinsellik doğal b ir eğlence olarak kabul ediliyordu; hiçbir şekilde günahla eşanlam lı değildi. H enüz edepsiz olm asa da her zam an da hoş değildi ama: "Zor­ lam ayla olm ayan öpüşm e um urum da değil," d iy o r birinci yüzyılda yaşayan M artialis E pigram lar’ ında. A şk Sanatı i A rs am atoria yapıtında, O vidiııs (M Ö 43-M S 17) ayartıcılara, asıl niyetlerini ayartılandan gizlem elerini öneriyor. Cinsel uyanışın en güçlü olduğu an karşılıklı kendini keşfetm e anıdır, ötekinin hissettiklerine neden olan - y a da neden oluyor gibi gö rü n en - heyecanlardan biri, diye açıklıyor. O vidius'un, heteroseksüel ve hom oseksüel aşkı anlattığı m üstehcen öyküleri yüzyıllar boyunca klasik eğitim alm ış gençleri eğlendirecek ve kılavuzluk edecekti, am a onlar çoğu zam an ne yazık ki A şk Sanatı’nm en zararlı öğüdüne uyacaklardı:

85

Öp, öpebilirsen: direnirse eğer o, Ve sana öpücükler vermezse, onu zorla öp. Ayıp ayıp, ahlâksız adam, olacaktır böyle sözler; Savaşır o, ama güç kullanırsan boyun eğer. O vidius’un yergili cinsel kılavuzu, uzun ve sevim siz çalıntı öpücükler geleneğini başlatm ıştı - karşılıklı olm ayan, aslında m as­ türbasyona yönelik öpüşm eler. Çalıntı öpücükler izinsiz alınır ya da isteksiz erkek - y a da genellikle k a d ın - uyurken alınır. Cupido ve Psykhe efsanesinde, öpücükleri çalan Psykhe'dir. "Psykhe soluk soluğa kendini Cupido'nun üstüne atar, arzudan çıldırm ıştır, onu, şehvetli, derin öpücüklere boğar; Cupido'nun zam ansız uyanm ası korkularından biridir.” 19. yüzyıl edebiyat adam ı Leigh H unt bu eğlencenin heyecanının iki bin yıldır azalm adığını öne sürer: Çalıntı şekerler her zaman daha tatlıdır. Çalıntı öpücükler daha mükemmeldir. O vidius'un üstü kapalı söylem iş olduğu, kadının evet derken hayır dem ek istediği fikrine karşın şairler yüzyıllarca kadınların çalıntı öpücüklere direnciyle uğraştılar. 1591'de, Sir Philip Sidney'in ey ­ lemi öfke uyandırdı: Ve işte Yıldızım benim, tatlı öpüşünü emdim Çünkü şakacıktan, uyurken söyledi yalanı: Öp daha aşağıyı "Astrophel ve Stella"nm yazarı sevgilisine kızgınken güzel ol­ duğunu söyler: Senin en öpülesi yüzünü Öfke öyle sevimli bir incelikle kuşatır ki Öfkenin kendini öperim ister istemez. Ovidius ve neredeyse tesadüfen, M arquis de Sade, Flaubert, H ar­ riet Beecher Stowe ve R üzgâr G ibi G eçti'nin hem kitabı hem de fil­ mi, erkeklerin seks denizinde yüzdüğünü, kadınlarınsa gönülsüzce 86

debelendiğini varsayar. Bu fikir ve onun çaresi olan kuvvet öpüşm eye ve cinsel ilişkiye uygulandı ve uzun zam an gözdeliğini korudu. Bazı kadınların seksi tehlikeli -istenm eyen gebeliğe yol açabilir ve kolayca ö lü v erirsin - ya da olayın öznesi erkek tiksindirici ol­ duğu için iğrenç bulduğunu kabul etm ek istem eyen erkekler, ka­ dınların cinselliği kötü bulduğuna karar verdiler. Büyük bir olasılıkla da cinsellik çoğu kadın için hatta pek çok kadın için pek hoş değildi, çünkü şaşılacak kadar yakın bir zam ana değin erkekler kadın bedeninin cinsel açıdan nasıl çalıştığını bilm edikleri gibi çoğu zam an um ursam ıyorlardı da. O zam an erkeklerin, iyi kadın için cinsel zevkin var olmadığım belirleyip fahişeyi hiperseksüel olarak tanım lam aları şaşırtıcı mı? W illiam A cton'ın, 1894’te sekizinci baskısını yapan Üreme O r­ ganlarının İşlevleri ve Bozuklukları Üzerine İncelem e (1857) adlı kitabı, 20. yüzyılda da süregelen yaygın çelişkinin son "bilimsel" uyarlaması değildir kesinlikle. "K adınların büyük bir çoğunlu­ ğunun (ne m utlu onlara) cinsel duygular gibi sorunları pek yok­ tur..." Ama, "Serbest ya da en azından bayağı ya da adi kadınlar... Şıpsevdi gençler, tüm üyle etkisi altında kalsalar da kalm asalar da sirenin, dolayısıyla bütün kadınların en az kendileri kadar güçlü tutkuları olduğuna kolaylıkla inanıverirler. Ne var ki bu tür ka­ dınlar, kadının cinsel duygularının genel durum una ilişkin yanlış kanılara yol açarlar." Böylelikle, görünüşte birbirini tam am layan av kadın ve kötü, ayartıcı kadın kavram ları yüzyıllar boyunca birlikte var oldu. Böylesi bir dünyada, haz duyan pek çok kadın haz alm ıyorm uş gibi yapm ak zorunda hissetti kendini. Orgazm taklidi yerine kadınlar il­ gisizlik taklidi yapm alıydı. H az alabileceğini bilm eyen kadınlar, onu bulm a çabası içine girm eyebilirdi. V e pek çoğu asla yüksek oranda uyanm yaşayam adı. A nnelerinden, iyi kadınların seksten hoşlanm ayacağını, yalnızca orospuların hoşlanabileceğini duyan pek çok kadın tanıyorum . Eski kuşaklar annelerinin söylediklerine inanırdı. Çok şükür bizim kuşak inanmıyor. 87

Tuhaftır ki, yüzyıllarca insanlar eşzam anlı olarak görünürde birbirini tam am layan iki kavram a inandılar. Erkeğin tutkulu bir cinselliği vardı, kadının yoktu. A şk sporunda erkek, Ovidius'un da dediği gibi avcıydı, kadınsa av. A m a erkek Doğru A kıl’ı som ut­ laştırdı; Hıristiyan olm ayan kadın ve asi Tutku, o şehvet düşkünü baştan çıkarıcı, H avva idi. Beden ve ruh, doğa ve akıl arasındaki ayrım lar kadını -ç o c u k doğurm aya, m em eyle beslem eye ve cin­ siyete bağlı olarak - kaybedenler tarafına yerleştirdi. Tapınak'ın MS 70'te düşm esinden sonra, geri çekilen Y ahudilik dam ar sertliği yaşam aya başladı. En açık fikirliler H ıristiyanlık'a döndü am a kısa süre sonra tehlikeli bir daralm a başladı. Yahudilik'ten dönm e Paulus. "elin” arzularından kaygılanıyordu ama ona göre beden tek başına bir günah dam arı değildi. Ama, Tertullianus (160-225) ve A ugustinus (354-430) için öyleydi. Augustinus'un ilk günah yorum una göre Tanrı yalnızca Adem ve Havva Cennet Bahçesi'ndeki yasak m eyveyi yedikleri için ceza olarak bütün insanlığı sonsuza dek lanetlem em işti, bu suç kuşaktan kuşağa geçiyordu ve bu Batı uygarlığının en yıkıcı düşünce­ lerinden biriydi. Kadın, Havva, siren, toy eş ve orospu, kötülük kaynağıydı. Tanrının Tarihi yapıtında, Karen A rm strong, kısaca özetliyor: "Kadının tek işlevi çocuk doğurm aktı ve bu, zührevi has­ talık gibi, İlk G ünah’ı yeni kuşaklara bulaştırıyordu." Cinsellikten zevk alm ak, ister kadın, ister erkek için olsun, şeytana sarılm aktı; şeytanı öpmek, kadınların eğilim li olduğu bir şeydi ve cadılığa başlam a törenlerinden biriydi. Yaşam eskiden ne kadar da değişikti: "Beni ağzının öpü­ cükleriyle öpsün: çünkü senin aşkın şaraptan daha güzel,” diye başlar Eski Ahit'in canlı, cinsel sevgi betim lem esi N eşideier Neşidesi. Yanıt aynı ölçüde isteklidir: "Senin aşkın şaraptan ne kadar da güzel." Yahudi hukuku cinselliğin kutsal olduğunu öğretirdi ve kadınlar Tanrı tarafından kutsanm ıştı. Cinsel m utluluk, yasak ol­ m ak bir y a n a gerçek bir ödevdi. K uran'a göre kadınla erkek tek bir ruhtan yaratılmıştı. Kirli olm ak bir yana, İslam 'a göre evliliğin erotik zevkleri cennetin provasıydı. A m a H ıristiyanlık kadını ve cin­ selliği lanetledi. 88

"Sen şeytana açılan kapısın," diye yazar Tertullianus, tatsız söylevinin girişinde. "Sen yasak ağacın m ührünü bozansın." Bu ka­ pı sim gesel olarak Havva'nın vajinası, mührü bozulan yasak ağaç da Âdem'in dikleşm iş penisi olabilir; am a T ekvin'deki öyküye göre şeytana açılan kapı Havva'nın ağzıdır da. "Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesi için, Tanrı dedi ki, onu yem eyeceksin, ona do­ kunm ayacaksın, yoksa ölürsün." Ağacın coğrafyası anatom ik bir merkezi akla getiriyor; bir ağız ya da öbürü. D okunm am a ve ye­ mem e öğütleniyor. Bu, m astürbasyona, sevişm eye, kadınlık ve er­ keklik organlarının ağızla uyarılm asına karşı bir uyarı olabilir mi? H er ne idiyse -b e lk i de h e p si- tehlikeli sonuçlara karşı bir uyarı. Ama yılan H avva'yı tam tersini yapm aya ikna eder: "V e kadın, ağacın göze hoş göründüğünü ve ağacın insanı akıllı yapacağını görünce m eyveyi kopardı ve yedi, kocasına da verdi, o da yedi." Olayı araştıran Tanrı, Â dem 'e sorar: "Sana yem em eni em ­ rettiğim m eyveyi mi yedin? Ve Âdem der ki, benim le olması için verdiğin K adın, bana ağacı o verdi, ben de yedim ." Tıpkı bir çocuk gibi, dedikoducu Âdem Havva'yı suçlar. Kötü Anne H avva bebeğe kötü bir şey yedirdi. Am a nasıl? H avva, bilgi ağacının m eyvesini Adem 'e öperek mi yedirdi, bir parça ısırıp onun ağzına mı verdi? İn cild ek i öykü kısa. G ünüm üz yazınında okum ayı um duğum uz ayrıntılara girilseydi, öykü yalnızca m asum iyetin yitişini değil şeh­ vetin doğuşunu d a betim lerdi. Bilgi A ğacı'nın yasak m eyvesinin tam olarak ne olduğu çok çeşitli yorum lara açıktı. İlk öpüşm e m iy­ di günah, başkasının tadını alm ak mıydı? Y oksa ilk çiftleşm e miy­ di? Y a da, bazılarının söylediği gibi, cinsellik, onun tarzında ve gözlerim iz kapalı yaptığım ız sürece mi Tanrı için uygundu? H ıristiyanlık'm cinsellik karşıtlığı bulaşıcıydı. Hem Yahudi, hem de H ıristiyan tanrıbilim ciler hem en çarpıtılm ış tezler yazm aya başladılar, N eşideler N eşidesi aslında insan ve Tanrı'nın tinsel evli­ liği üzerineydi (günüm üzde de dile getirilen bir yorum ). Bu insan doğasıdır, en H ıristiyan yazarlar bile, kutsallık üzerine şükran şar­ kılarına biraz duygusallık ve biraz aldatm acayla şehvet katm ayı be­ cermişlerdir. Am a önce, öpüşmenin bazı tuhaf kullanımları olacaktı.

89

Coşkudan baştan çıkanlar ya da feryat edenler

e

n üçüncü yüzyılda bir gün, hazırlık sınıfı öğrencisi olan bir \y ortaçağ Etonyalısı yolda bir cüzam lıyla karşılaştı ve hiç düşünm eden atından indi, cüzam lıya yaklaştı ve onu öptü. Cü­ zam lılar korkulan paryalardı, korkunç pis oldukları düşünülürdü ve o dönem de tedavi edilem eyen cüzam ın çok bulaşıcı olduğu sa­ nılırdı. Bir cüzam lıyı öpm ek gibi bir ihsanda bulunm ak kendi ken­ dini kırbaçlam a biçim iydi, insan böylelikle kırbaçtan daha kalıcı iz­ ler bırakabilirdi. Yakışıklı genç adam ın akrabaları kuşkusuz öfkelenm işti. A m a yapabilecekleri bir şey yoktu. Y oldan çıkıp yok­ sulluk antı içm iş ve Assisili A ziz Francis'e dönüşm üştü. A ziz Julian H ospitator daha um ursam azdı. H er yanı yaralı bir cüzam lıyı öpm e sırası ona geldiğinde, öpüşü gönülden, düşünm e­ 93

den yapılan bir insan sıcaklığı gösterisi değildi. Çağdaşlarım ızın yüreğini donduracak bir öpüştü. Uysal Julian'ın öyküsünün otuz sahnesi Rouen K atedralindeki vitraylarda ve Jacopo da V orgaine'in on ikinci yüzyıl çoksatarı A ltın Efsane'de betim lenm iştir. En iyi uyarlaması ise M adam e Bovary'nin yazarı G ustave Flaubert'inkidir. Öykü, uzak ve sakin bir şatonun lord ve leydisinin uzun zam an­ dır bekledikleri bebeğin doğum uyla, Uyuyan G üzel masalı gibi başlar. Çocuğun üzerindeki lanet, iki kehanet biçim ini alır. "Sevin, anne, çocuğun bir aziz olacak," der bir m ünzevi. Bir çingene dilenciyse babaya, oğlunun büyük bir askeri zafer kazanacağını söyler. Bunlar, her anne babanın oğulları için düşledikleri şeylerdir. Çocuk, kilisede dizlerinin üstündeyken öldür, öldür, öldür ar­ zusuyla yanıp tutuşur ve avlanm aya koşar. "Gece yarısı eve geldi, kan ve çam urla kaplıydı, saçlarında dikenler vardı, ve benzem eye başladığı vahşi hayvan gibi kokuyordu. Annesi onu öptüğünde ruh­ suzca boyun eğdi." A nnesinin öpücüğünü kabul etm ekteki gönül­ süzlüğü, onun nasıl bir canavara, nasıl bir hayvana dönüştüğünü gösterir. Julian, çok geçm eden bir orm an dolusu hayvanı katleder ve ölm ek üzere olan bir geyik tarafından lanetlenir: "Anneni ve ba­ banı öldüreceksin." Kaderinden kaçm aya çabalar, b ir yerlerde ünlü bir general olur ve bir imparatorun kızını alır. "H er gün önünden kalabalıklar ge­ çiyordu, önünde diz çöküp Doğu usulü ellerini öpüyorlardı." Sev­ ginin stilize m etaforu olan anne öpücüğünden kaçınan Julian, ge­ neral Julian’ın gücünün m etaforları olan kalabalıkların öpüşlerini kabul etm ekte bir sakınca görm üyordu. Bir gece beklenm edik bir biçim de savaştan evine dönen Julian, yatakta karısının yanında yatan bir erkek bulur. Ö fkeyle, ikisini de öldürür ve yıllardır görm ediği anne babasının o yokken evlerine geldiğini ve karısının onlara evin en iyi yatağını verm iş olduğunu anlar. Günahının pişm anlığıyla Julian yine kaçar ve m ütevazı bir ka­ yıkçı olur, tehlikeli ırm akta yaşam ını tehlikeye atar ve para almaz. Korkunç bir fırtınada, burnu çürüm üş ve bedeni iğrenç, iltihaplar 94

akan yaralarla kaplı bir cüzam lıyı karşıya geçirir. C esur Julian ona yiyecek verir: "Y em eği bitirdiğinde, masa, tas ve bıçağın sapı be­ denindeki izlerin aynısını taşım aktadır." D erken adam üşüdüğünü söyler ve Julian ateş yakar am a cüzam lı daha fazlasını ister: "Ölü­ yorum! Yaklaş, ısıt beni! Yok yok, ellerinle değil, bütün vücu­ dunla." Bu istek bizi duraksatır am a aziz adayı duraksam az: "Julian, cüzam lının üzerine yatar, ağız ağıza, göğüs göğüse. Sonra cüzam lı onu kollarının arasına alır." Ve ikili cennete yükselir. G eleneksel öyküde, cüzam lı, Julian’ı cennete götürür; Flaubert yorum undaysa yukarıya taşınır. Flaubert’in öyküsü 1877'de yayım landığında, eleştirm enler vit­ ray pencereye çok benzediğini söylerler - kişilikler iki boyutludur ve öykünün biçem i yavandır. A m a Flaubert'in arkadaşı olan eleştirmen Jules LeM aitre, Julian'ın kan ve Tanrı tutkusunun "ha­ rikulade ortaçağ sim gesi" olduğunu belirtir. Son öpüşm e özellikle ortaçağa aittir. Canavarı öpm e, sonra göreceğim iz gibi, şöval­ yeliğin Özelliklerinden biridir, aydınlanm a öpüşleri de başka ge­ leneklerde vardır am a cüzam lıyı öpm e H ıristiyan m azoşizm ini sim ­ geler. G österişçi cüzam lı öpm e, ortaçağ dervişleri ve soylu ruhban sınıfı arasında m oda olm uştu. K udüs'teki şövalyeler, Kutsal Topraklar'ın cüzam lılarının yaralarını öpm ek için kâfirleri katletmeye ara verm işlerdi, cüzam lıların acılarına im reniliyordu, çünkü acı çekm ek insanı Tanrı'ya yaklaştırıyordu. A quitaineli Eleanor (11221204) cüzam lı öpm eye düşkündü. C inselliğe düşkünlükleri -y an lış bir biçim de hastalığın nedeni olduğuna inanılıyordu- ortada olan yeryüzü süprüntülerini öpm ekten daha büyük bir keyif ve daha iyi bir alçakgönüllülük kanıtı olabilir miydi? Y asak erotik özlemleri gizlem enin, insanın bedenini dokunulm az kılm asından daha iyi bir yolu olabilir mi? K endine ihanetin cezası öpüşm eydi. Bununla birlikte, zam an zam an cüzam lı kıyım ları gerçekle­ şiyordu, bazıları K ilise'nin em riyle oluyordu. Cüzam lı öpm e on ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda doruğa ulaştı. A m a, o dönemden sonra cadı avcılığı en gözde dinsel coşku haline geldi. 95

Cadıların ruhları, şeytan törenlerine öpülerek alınıyordu. Papa XI. G rcgorius'un 1232'de A lm anya K ralı H enry'ye bir m ektupla açıkladığı gibi, m üstakbel cadılar önce bir kara kurbağasının ağzını ve dilini em iyorlar, sonra bedeninin alt bölüm ünü öpüyorlar, ar­ dından yüzü canlıdan çok ölüyü andıran gizem li bir varlığı öpü­ yorlardı. Bundan sonra, bir ziyafet veriliyor, kuyruğunu dikm iş bir kara kedi geri geri yürüyor, adaylar kedinin alt tarafını öpüyorlardı. Sonra, ışıklar söndürülüyor, "katılanlar, cinsiyete ba­ kılm aksızın çok iğrenç cinsel etkinliklere girişiyorlardı." Anne M arie de G eorgel adlı bir Fransız cadı, Toulouse’daki en­ gizisyon m ahkem esinde, köyünün dışındaki tepede çam aşır yıkarken şeytanın gelip "ağzına üfleyerek" onu etkisi altına al­ dığını itiraf etmişti. 1486'da, engizisyon yargıçlarına M alleus m aleficarum / Cadıların Çekici adlı elkitabı geldi. M alleus, "Cadılık, kadında doyurulam az olan bedensel şehvetten kaynaklanır,” diye açıklıyordu am a bütün olaylarda olm asa bile olayların çoğunda şeytanın pe­ nisinin acı verecek kadar büyük olduğunu ve cinsel birleşmenin„acı verici olduğunu vurguluyordu. Belki de cadılığın tek zevki öpüşm eydi. Kadınların şeytana bu kadar kolay boyun eğm elerinin nedeni bedence ve kafaca zay ıf ve "kaygan dilli" olm alarıydı. İki Dominiken rahibin yazdığı ve Papa 8. Innocent'in onayladığı M alleus'un öğütleri iki yüzyıl sürecek çılgın cadı avına yol açtı ve öğütlere uyuldu - karanlık çağlarda değil tam da bilimsel buluşlar ve sanatsal yaratıcılığın Rönesans'ı doğurduğu dönemde. Lorenzo de'M edici'nin villası için Boticelli'ye ısm arlanan Venüs'ün Doğuşu tablosu tam da M alleus’un yayım landığı yıl ta­ mamlanm ıştı. Yazılm ası 13 yıl süren (413-26) Tanrı K en tfn d e, Augustinus evlilikte cinselliğin, hedefi çocuk sahibi olm ak koşuluyla ve işin içinde zevk olm adığı sürece günah olm adığını yazmıştı. "Doğanın bu yasal eylem ine (ilk ana babam ızdan gelen) utanç cezası eşlik eder." Bu yüzden bunu geleneksel olarak karanlıkta yaparız. Üreme işlevi olm ayan erotik öpüşm e cadı ve şeytanların etkinliği olarak düşünülegelm iştir. 96

Kabul edilebilir olan p a x (barış), yani H ıristiyanlık'taki se­ lam laşm a öpüşm esi ve Aşai Rabbani'nin ayin öpücüğüydü. O r­ taçağa kadar giden bazı ayinlerde osculum o n s denen dudak du­ dağa öpüşm e vardı; am a p a x nihai olarak bazen yanakların da birbirine değdirildiği hafif bir sarılm aya indirgendi. O rtaçağda yal­ nızca üst düzey din adam ları ve soylular p a x sırasında öpüşürdü. On üçüncü yüzyılda, önce İngiltere’de sonra da A vrupa kıtasında, ayinlere, üzerinde boyanarak ya da kazınarak yapılm ış bir İsa im ­ gesinin yer aldığı bir levha da katıldı. Sinagogda dolaştırılan ve ce­ maat üyeleri tarafından öpülen Tevrat gibi, Latince osculatorium denen bu p a x levhası da herkes tarafından öpülüyordu ve cemaat bir kez daha barış öpüşm esine katılabiliyordu. Büyük bir baskı altında olan toplum için, kom ünyona katılm a, bedenin ve kanın m assedilm esi. Aşai R abb an iy e tutkulu bir yo­ ğunluk katm ış olm alı. Ellerin yaklaşm ası, ekm eğin dudaklara değm esi, ağza sokulm ası, dilin üzerine konm ası heyecan verici ol­ malıydı. Ve, bütün orada hazır bulunanlara, -b u g ü n de bazı köktendinci H ıristiyan tarikatların yaptığı g ib ibedenin ürpertilerini, kendinden geçm eleri, mutluluğu Tanrı sevgisinin sim ­ geleri olarak yonım la-m ak uygun düşüyordu. G ünaha girmenin bir süre bir çaba haline geldiği yirm inci yüzyıl sonlarına kadar pek az kişi açıkça Aşai Rabbani'nin gizli erotizm inden söz edebiliyordu. Proust, A lber-tine'in duygulu öpücüğünü kom ünyonla kıyaslayarak bunu yapmıştı: Boynumun iki yanından öperek iyi geceler deme sırası Alberıine’e gel­ mişti; saçları sivri ama yumuşak tüylü bir kanal gibi okşadı beni. Bu huzur dolu öpücükler birbiriyle kıyaslanamazdı; Albertine ağzımın içine kayarak dilinin armağanını sundu bana. Ruhulkudüs'ün bir ar­ mağanı gibi, ölüm döşeğinde verilen Aşai Rabbani gibi. Combrey ak­ şamları dudaklarını alnıma değdiren annemin sakinliği kadar tatlı bir dinginlikte bıraktı beni. Viaticum denen bu huzur öpücüğü ve Ruhulkudüs, Geçmiş Zam an P eşinde'nin onaylanm ış baskısından çıkarılm ıştır. Buradaki bölüm, başka bir baskıdan alınm ıştır. O rtaçağ'daki benzerleri muhF7ÖN/Op0>mc

97

tem d en ateşe atılırdı; am a on ikinci yüzyılın âşığı Heloise Aşai Rabbani sırasındaki erotik duyguları yaşadı - rahipler ve rahibeler arasında yaşananlara ilişkin şehvetli öyküler de öyle. Yirminci yüzyılın erotik yapıtlar üretecek ilk önemli sanatçısı Egon Schiele (1890-1918), 1912’de Rahibe'ye Sarılan K ard in a h yapm ıştı. İki figür de dua ederm iş gibi dizlerinin üstündedir, rahibe ise olası öpücükten ötürü tedirgin ya da suçlu görünm ektedir. Schiele'nin yapıtları onu pornografi suçlam asıyla cezaevine götürdü. Ortaçağ kâfirleri daha da kötüsüyle karşılaştı. H eteroseksüel ilişkiyi haklı gösteren tek şey çoğalm aysa, o zaman öpüşm e ah­ lâksız ve doğadışıydı; oral seks ve anal seks, eşcinselliğin her yönü vc zevk amaçlı her türlü ilişki gibi. Ama herkes kurallara uy­ muyordu. Tanrıbilim ciler için bile tanrıbilim başka, günlük yaşam çok başka bir şeydi.

İm parator C harlem agnc’ın arkadaşı ve dinsel danışm anı Alcuin, Tours Başpiskoposu olan bu on sekizinci yıl İngiliz din adam ı, bir aşk mektubu yazmıştı: "A şkınızı ve dostluğunuzu o kadar tatlı amlarla düşünüyorum ki m uhterem piskopos, tatlılığınızın boynunu arzularımın parm ağıyla kavrayabileceğim o hoş zam anların has­ retini çekiyorum ...bana sarıldıkça erim eyi...dudak-larım ı sıkıca bastırm ayı, yalnızca gözlerinize, kulaklarınıza, dudaklarınıza değil, parm aklarınız, ayak parm aklarınıza da, bir kez değil pek çok kez." Alcuin, erkeklerin baştan çıkarıcılığına teslim olup kadınların baştan çıkancılığından kaçınan pek çok erkekten biriydi. Klasik Yunan ve Roma'da yaygın olan eşcinsellik, H ıristiyan din adam ları arasında da gözdeydi, onlar da Incil'deki Jonathan ve Davud örneğini kanıt gösteriyorlardı: "K ardeşim Jonathan, bana karşı ne kadar tatlıydın, bana olan aşkın harikaydı, kadınların sevgisinden üstündü" (2 Samuel 1: 26). Y üzyıllar boyu, kadın ve erkek kilise üyeleri bu tür tutkulu ar­ kadaşlıklarda teselli buldular, buna Latince am iciae (arkadaşlık) deniyordu. Alcuin'in aşk m ektubunda ya da benzer m etinlerde günah duygusu yoktu. On ikinci yüzyılda bir Alman rahibe kadın 98

sevgilisine şöyle yazar: Bana verdiğin öpücükleri hatırlayınca. Ve tatlı sözlerle nasıl da küçük göğüslerimi okşadığını, Ölmek istiyorum. Çünkü göremiyorum seni Eve dön. tatlı aşkım! H etcroseksüellik K ilise'de olasıydı, am a gizli kaldığı sürece. Tanrıbilim ci Peter Abelard (1079-112) tarihin m eşhur heteroseksüel âşıkları arasına girm iş ve am iciae tutkusunu övmüştü: Benim için kardeşten daha fazlasın, Jonathan... Benimle tek ruhsun. A belard’ın en ünlü ilişkisi H eloîse ileydi. Heloi'se, Abelard bunu vurgulam aktan hoşlanıyordu, ondan yirm i yaş gençti ve m asum (o an için) olduğu kadar da akıllıydı. G üzeldi de: "uzun boyluydu ve ölçüleri orantılıydı (ve) bem beyaz dişleriyle." Heloi'se (yak. 1100-1163) yerel bir kilise heyeti üyesinin ye­ ğeniydi; Abelard da N ötre Dame m anastır okulunun kibirli m üdürü. "Adım o kadar seçkindi ki, gençlik ve yakışıklılığın ay­ rıcalıklarına sahiptim " diye yazm ıştı H istoria calam itatum ya­ pıtında, "o kadar ki hangi kadına aşkım ı bahşetsem , reddedil­ mekten korkm azdım ." Abelard kilise üyesinin evinde kalm ayı ayarladı, karşılığında da H eloise'a ders verecekti ve H eloise’a olan "tutkusuyla yanıyordu". "Dersleri m ahrem iyete çekilm em izi sağlı­ yordu, aşkın arzuladığı gibi. K itaplarım ız önüm üzde açıkken aram ızda kitaplardan çok aşk konuşm aları geçiyordu, ve öğren­ mekten çok öpüşm e." O nları basınca, H eloise'ın am cası Abelard'ı hadım etti, Heloi'se'ı da rahibe olm aya uzaklara gönderdi. Heloise sonunda m anastırda başrahibe oldu, ne var ki cinsel günahlarından pişm anlık duyam ayıp A belard'a m ektup yazdı am a yazdıkları pek de teselli edici değildi:

99

Aşai Rabbani ayininde bile, dualarımızın en saf olması gereken an­ larda. o zevklerin iffetsiz görüntüleri mutsuz ruhumu öyle bir ele ge­ çiriyor ki, düşüncelerim dua yerine şehvete kayıyor. Seni böylesi acılardan kurtaran tek bir beden yarası ruhundaki pek çok yarayı iyileştirdi...Ama benim için, gençlik ve tutku ve çok hoş olan zevk de­ neyimi etimin acılarını ve arzumun özlemini şiddetlendiriyor." Böylesi bir dünyada, eziyetin uyarıcı olduğu bir kültürde zi­ nanın lam zamanıydı. 1185'te, lütufkâr vaiz ve K ibar A şk Sanatı / D e arte honete amancli'nm yazarı A ndreas Capellanus saf aşk. am or purus, diye yazm ıştı, "öpüşm eye, sarılm aya ve çıplak sev­ giliyle iffetli tem asa kadar gider, nihai rahatlam a atlanır, çünkü bu safça sevm ek isteyenlere yasaktır." Bu görüş pek tutulmuştu. Bu çok şey sunuyor, allm etin ise daha fazlasını vaat ediyordu, çünkü insanın çıplak sevgilisini öptüğü "iffetli tem astan" sonra her kibar sevgilinin duracağına inanm ak çok zordu. Ve duran olursa, bu şiddetli bir işkenceydi. A rzularla dolup taşan bir m alikaneyi ve coşan duygularla horm onları düşünün. Bu aristokrat oyununu sıkı kurallara göre oynam anın gebelikten korunm ak gibi bir avantajı vardı. B aşka pratik kazançlar da vardı: concubitus sine actu - cin­ sel eylem olm aksızın k u cak laşm a- ruhları birleştiriyordu am a to­ hum lar fışkırmıyordu ve böylece yaşam sal sular harcanm ıyor ve beyin hücreleri kurum uyordu (günüm üze kadar ulaşan bir Aristocu görüş). K ibar aşk oyunu bir bedensel satranç gibi oynanabilirdi. Oyundaki hamlelerin ilerleyişi -te n e r (kavram a), am brassar (sa­ rılm a), haizar (öpüşm e) ve m anejar (okşam a ya da dok u n m a)- içeri girişle sonuçlanm ayacaktı. Elbette, satrancın tersine, aşk. bir tarafın sıklıkla kuralları çiğnediği bir oyundu. Lancelot ve G uincvere olayını ele alalım . Laııcelot, K ral Arthur'un en iyi arkadaşı olm asının yanı sıra onun en ünlü şövalyesiydi de; Guinevere ise A rthur'un karısıydı. Elbette olaylar de­ netimden çıkacaktı ve G uinevere bir m anastıra kapanm aya zor­ lanacaktı; burası onun yaradılışındaki bir kadın için ortaçağ dünyasında bile en uygunsuz yerdi. V e o bir örnek oldu, na­ muslarına leke sürülm esindense inkârı seçtikleri söylenen pek çok 100

iyi kadının ilkiydi. A m a o bundan çok daha cesurdu. G uinevere Lancelot'un öpücüklerinden kaçmadan önce ikisi pek çok kere öpüşm üşlerdi: "Ve Kraliçe ona kollarım açtı, onu kucakladı, sım sıkı göğsüne bastırdı, onu yanına, yalağa çekti ve her türlü tat­ mini sağladı,” diye yazıyor on üçüncü yüzyılın seçkin Fransız şairi Chrétien de Troyes. Tristan ve Iseult'un öyküsü daha da açık saçıktı. Oysa, kuşaklar boyunca öğrencilere ortaçağ aşklarının tem el ilkesinin bak am a do­ kunm a olduğu öğretilm işti. A ndréas Capellanus ve on birinci ve on ikinci yüzyılda Provence ozanları ortaya çıkana kadar pek çoğuna âşık olm ak gibi bir şey olm adığı - halta rom antik aşk diye bir şey olm adığı öğretilm işti. "Uzun bir süre, Denis de R ougem enl'in Aşk ve B atı D ünyası'nı okuduktan sonra, bu duygunun bizim uy­ garlığım ıza özgü olduğuna ve belirli bir yerde ve dönem de doğduğuna inanm ıştım " diyor N obel ödüllü O ctavio Paz Çifte Areş'te. A m a insansılar çok uzun süre ok ve yaya bağım lıydı. Batı geleneğiyle ilişkisi olm ayanlar da âşık oluyorlardı; m uhtem elen de daha az sorunları oluyordu, çünkü bizim acılı m irasım ızdan kur­ tulm uşlardı. Ve ozanların "saf aşk" şarkıları dış kaynaklıydı. O nları asıl söyleyenler H açlıların düşm anları A raplar’dı. Tarihçi Théodore Zeldin, A n Intim ate H istory o f H u m a n ityâ s* eski A rabistan'da "beş çok farklı tutkulu aşk türü" keşfettiğini yazıyor. Batılı ozanların aşkla ilgili düşüncelerinin tohum ları oradaydı. O zanlar çok ender tam am ına erm iş bir aşkın şarkısını söylerler ve hatta her türlü baştan çıkarm aya karşı koyacak iffetten söz ederlerdi. A m a onların Kutsal Sevgili'ye en sofuca övgüleri bile san­ ki yaşayan, soluk alan bir sevgiliyi ima ediyordu. V e çoğu zaman tuhaf bir double en ten d re" duygusu egem endi. Ortaçağ rom ansının konusu, tehlikedeki çekici genç kızın güçlü bir atlı erkek tarafından kurtarılm ası, günüm üzde de sürüyor, ve ’ insanlığın M ahrem Tarihi, Théodore Zeldin, çev.: Elit Özsayar, Ayrıntı Y a­ yınları, 1998. (ç.n.) ** double entendre: Çift duyma, kavrama, (ç.n.) 101

yalnızca W esternlerde değil. Rom ans, kültürüm üze akan bir fan­ tezidir ve pek çok düşsel ırm akta akıp hislerimizi okşar. 1990 ya­ pımı Özel B ir Kadın film inde, para karşılığı sekse karşın fahişeyle m ilyoner birbirlerine âşık olurlar, koşullar ve güya kader onları ayırır. Kız, işlenm em iş bir elm astır; erkeğin özeni ve parası onu za­ rif bir taca dönüştürür. Sonunda, kahram an, şoförlü bir limuzinle gelip kızı yoksulluk canavarının elinden kurtarır. O rtaçağ'da canavar kadınlardı. H alk şarkısı The W eddynge o f Sr Gawen and D am e Ragnell, şövalye, kızın korkunç bir yaratık ol­ duğunu anlayınca, onun hoş bir varlığa dönüştüğünü anlatır. Sir John M andeville'in on dördüncü yüzyılda yazdığı gezi kitabında, Hippokrates'in kızı, "yüz kulaç uzunluğunda bir büyük canavarın biçim ine ve suretine bürünür", "bir şövalye gelene kadar canavar biçiminde kalacaktır ve şövalye çok cesurdur, cesaretle kıza gelir ve onu ağzından öper." 2500 satırlık, O rta İngilizce’yle yazılan Sir G awain ve Yeşil Ş o ­ va İye'de, Gawain bir canavarı değil güzel bir kadının oyunlarını sa­ vuşturur. İlk gün, kalenin beyi dışarıda avlanırken, kalenin hanımı ona bir öpücük verir; ikinci gün iki öpücük; üçüncü gün üç öpücük ve sihirli özellikleri olan bir kuşak verir. Anlaştıkları gibi, her gece Gaw ain, avda öldürülen hayvanlar şerefine ev sahibesiyle öpüşür am a şeref sözünü tutm ayarak. Yeşil Şövalye'yle dövüşeceği gün kendisini koruması için kuşağı saklar. H er şey anlaşılm az am a iyi bir biçim de sonuçlanır, Yeşil Şövalye'nin malikanenin beyi olduğu ortaya çıkar. Bey, G aw ain'in boynunu kesm eye çalışır am a hafifçe keser. Sözünü tutmadığı ve kuşağı taktığı için G aw ain boynunda iz taşır am a kuşak yaşam ını kurtarır. Bu özel aşk oyununun ne anlam a geldiğini anlayan yok. Ö pü­ cükler mi sizi savaşa hazırlıyor, aşk mı yaşam ınızı kurtarıyor? H er aşk oyununda en iyisinin kurallara uym am ak olduğu gerçeğinin bir başka anlatım ı mı yoksa? Gavvain kadınların tuzaklarının kötülü­ ğünden söz ediyor am a onu kurtaran tuzaklar. Belki de bilinçli ola­ rak, bir kerede iki ayrı dinleyiciye seslenen ortaçağ ozanının ni­ yetini çözm ek oldukça güç. Tristan ve Iseult’un rom ansı alaycı ve m üstehcendir. Iseult'un 102

m üstakbel kocası Kral M ark'la paylaşm ası gereken aşk iksirini bil­ meden içen T ristan’la Iseult birbirlerine âşık olurlar. Yıllar boyunca süren ilişkileri öpüşm eyle başlar. A şkları, Lancelot'la Guinevere'inki gibi, ölüm cül tehlikelerle doludur. G uinevere birkaç kez kazığa bağlanıp yakılm akla tehdit edilm işti ve Lancclot’un lis­ telerdeki zaferleri art arda onun nam uslu olduğunu kanıtlam am ış olsaydı, yakılırdı da. O günlerde zina daha çok ruhu tehlikeye düşürüyordu ve zinanın seçeneği, Bayeux halıları dokunarak ge­ çirilecek bir yaşam olduğu için, kocasının yatağında yalnız kalmış bir kadın varsa, bu bir m ucizeydi. Kötü ruhlu baronlar, kralı, Tris­ tan ve Kraliçe Iseult'un kendisini aldattığına ikna edince, Iseult onurunu savunm ak zorunda kaldı. Yoksa, iyi Kral M ark, karısını cüzam lılara alacaklı, cüzam lılar güruhu onu kullanıp hastalıklarını bulaştırıp kendileri gibi yapacaklardı, Iseult uzun uzun can çekişerek korkunç bir ölüm ü bekleyecekti. B ir kadın olarak Iseult'un, kendisi için kötü bir baronla dövüşüp onu öldürecek bir şövalye bulm ası gerekiyordu. Hevesli bir şövalye onun adını tem izlem eye söz verdi: yoksa "Tanrı aklımı al­ sın...ve asla bir daha güzel bir kadını çarşafların altında öpem eyeyim !" Sonunda Lseulı, Tristan'la arasında uygunsuz bir şey olm adığına dair kutsal em anetler üzerine yemin etm ek zorunda kaldı. K a­ labalık bir bataklığın çevresinde toplandı. C üzam lı kılığındaki Tris­ tan, Iseult'u om uzlarına alarak taşıdı. Iseult’un ipek ve kakım kür­ künden giysisinin hiçbir yeri çam urlanm adı. Am a, elbette doğruyu söylem iş olan kötü baronlar çam ura düştüler. Fransız öykü an­ latıcısının ve dinleyicilerin B ritanyalıların çam urlanm ış ahlâki ve coğrafi yöresine gülüşlerini gözlerim izin önüne getirebiliriz. H er­ kes toplandığında Iseult yem in eder: "Beni bataklıkta sırtında ta­ şıyan bu cüzam lıdan ve kocam dan başka hiçbir erkek bacaklarım ın arasına girm edi." Iseult’un adı tem izlenm işti; kalabalık gülmekten yerlere yatm ış olmalı. Bir pem be dizi gibi gelişen Tristan ve Iseult'un etkili bir ahlâki ve siyasal mesajı var. Kralın her zam an -a p ta l ve cani de o lsahakh olduğu geleneğinin sert bir eleştirisi. Ö ykü Kelt kökenli ve 103

1150’de orlaçağ Fransızca'sıyla yazılm ıştı, metin ise kayıptır. G ü­ nüm üze kadar gelen ilk iki uyarlam anın biri A nglo-N orm an Thomas tarafından, İkincisi ise 20 yıl sonra Beroul tarafından ya­ zılmıştı. Öykü, W agner'in Tristan ve h o ld e operası dahil çeşitli yapıtlara esin kaynağı oldu. Rom eo ve Juliet'te olduğu gibi, daha sonraları yazılan bedbaht âşıkların öykülerinde de en canlı olarak sevgililerin ölüm lerini anımsarız. Şövalyeliğin mesleki tehlikelerinin sonucu, savaşta aldığı bir yara yüzünden ölm ek üzere olan Tristan, Iseult’a bir mesaj göndererek onu yanına çağırır. Beyaz yelkenli bir tekne ufukta be­ lirdiğinde. Tristan'ın kovduğu karısı, ki onun adı da Iseult'tur, Tristan’a yelkenlerin siyah olduğunu söyler. Siyah yelken, Güzel Iseult'un, Tristan'ın sevdiği kadının teknede olm adığının işaretidir. Bu çok, çok uzun bir aşk öyküsüdür; buna inanan ve evlilikte bile hu­ zur bulam ayan Tristan ölür. Tekne karaya yanaşır ve Iseult, pe­ lerini "darm adağın ve savrularak" koşar am a Tristan'ı ölü bulur. Beroul'un uyarlam asına göre, "Iseult. ölü bedeni biraz kım ıldattı ve Tristan'ın. arkadaşının yanına uzandı ve ağzından ve yüzünden öptü, ona sımsıkı sarıldı; ruhu bedeninden ayrıldı ve onun yanında kederinden öldü." Ama Thom as'ın uyarlam asında, Iseult pelerinsiz olarak sokakta koşar, Bretanyalıları güzelliğiyle şaşırtır. Ve sonra, uzun uzun ken­ di kendine konuşarak anım sar; "bazlarım ız, kendinden geçm ele­ rim iz ve büyük keder ve acı. bunlar bizim aşkım ızdaydı." "Sen be­ nim aşkım için öldün, ve ben, aşkım , kederden ölüyorum , za­ m anında gelip de yaranı iyileştirem ediğim için." Eğer fırtına ge­ misini geciktirm eseydi, "sana bunları anım satırdım ve seni öper, sana sarılırdım . Eğer seni iyileştirem eseydim o zaman birlikte ölürdük." Iseult, "Tristan'ı kollarına alır ve sonra boylu boyunca uzanır, onun yüzünü ve dudaklarını öper ve onu sımsıkı kavrar. Sonra, beden bedene, ağız ağızayken Iseult oracıkta ruhunu teslim eder ve böylece sevgilisinin yanı başında kederinden ölür." Ortaçağ ödevini yapm ış olan Flaubert, Julian ile cüzam lı ara­ sındaki öpüşmeyi betim lerken benzer sözcükler kullanır; "Julian, onun üstüne yattı, ağız ağıza, göğüs göğüse." Ve cennete yükseldiler. 104

A caba Iseull'ın ölüm yerine ya da gerçek ölüm le birlikte ya­ şadığı "küçük ölüm" - o rg a z m - olabilir m iydi? Ya Julian'a ne d e­ meli? Trisıan'ın ilk dinleyicileri cinsel imaları kaçırm am ışlardır, saçm alıkları ve coşkuyu eğlenceli bulm uşlardır am a biraz da kuşkuyla yaklaşm ışlardır. "Aşktan ölm ek, çok sevm ektir,” der eski bir ortaçağ atasözü.

D ante, bu görüşü paylaşm azdı. Ölü Beatrice'in peşinde ölüler âlem inde bulm uştu kendini. Dante (1265-1321), iddialı biçim de, Tanrı sevgisi için dünyanın en büyük aşk öykülerinden birini yaz­ mıştı. İlahi K o m edyad a -C ehennem , A r a f ve, C e n n et- İlahi Akıl’m sim gesi Bcatrice, Dante'nin içinde, onu kurtuluşa götüren yoğun bir ilahi aşk uyandırır. Ders, Tanrı sevgisinin her sevgiden üstün olduğudur. Y üzyıllar boyunca okurlar bu açıklam anın görünüşte değerini kabul etm iş gibi göründüler am a hayal güçlerini dolduran Dante'nin günahkârları olm uştur. C ehennem de Dante Paolo ve Francesca’yla karşılaşır ve tuhaf bir şiirsel sim yayla onları ebedi aşk sim gelerine dönüştürm ekle kalmaz, biricik öpüşm elerini dünyanın en ünlü öpüşm esi yapar. Onların hazin öyküsü pek çok sanatçıyı etkilem iştir, özellikle on dokuzuncu yüzyılda ressam Ingres ve heykeltıraş Rodin çifti be­ tim lediğinde. Eski film ler de öyküyü konu alm ıştır. Francesca da Rimini: ya da İki E rkek Kardeş 1907'de gösterim e girdi. Dört yıl sonra da beş m akaralık, bir buçuk saatlik İtalyan yapımı D ante’nin C ehennem i oynadı. D ante’nin sevgililerle karşılaşm ası, Cehennem 'in ikinci hal­ kasındaki fırtına sırasında gerçekleşir. K ılavuzu Latin şairi Vergilius, ona pek çok ünlü âşık çift gösterir am a D ante Francesca ve Paolo'yu seçer. R avenna hüküm darının kızı Francesca, Rimini lor­ dunun oğluyla evlendirilir am a lordun evli olan öbür oğlu Paolo’ya âşık olur. Lancelot'un Kraliçe G uinevere'e ilk sarılmasını okuyan Paolo ve Francesca artık birbirlerine karşı koyam azlar: "Bir gün, zevk için, Lancelot'u okuduk, onun nasıl sevgiye tutsak olduğu­ nu...O sevgi dolu gülüşün böylesi bir âşık tarafından öpülm esini o­ 105

kuduğum uzda, litreyerek benim titreyen dudaklarım ı öptü. O gün daha fazla okuyam adık." Evlilik bağlarını bozdukları için Francesca'nın öfkeli kocası ta­ rafından öldürüldüler ve lanetlendiler, Cehennem'Ac sonsuza kadar birlikte kalm aya ve yıkım larına yol açan o yasak öpüşm eyi sürekli olarak denem eye m ahkûm edildiler. Dante'nin ortaçağ Hıristiyan Tannsı'nın acım asız bir mizah anlayışı olmalı. R om aunt o f R ose'un tanrıları çok daha fazla bağışlam a eğilim indeydi. 1230'da G uillaum e de Lorris'in yazdığı Fransız alegorik şiirinin ilk bölüm ünde bir Sevgili gizemli bir bahçeyi ge­ zer. Aylaklık girm esine izin verir ve orada Zevk, Cupido ve başkalarının arasında G ül'ü bulur. H oşgeldiniz ona Gül'ü öpm e izni verir, am a 4 bin mısra sonra, konuyu her açıdan irdeledikten ve Umut, Korku, Akıl ve V enüs’le tartıştıktan sonra, sözde sevgili hâlâ Gül'ü koparıp koparm am aya karar veremez. Utanç, Rezalet. Tehlike ve Kıskançlık sonunda onu kovar. Kırk yıl sonra, Jean de M eun, G ül'ü, Rom aunt o f tlıe Rose'un alegorik hanım ını, gerçek kadınlara yapıldığı gibi, hor gören 18.bin m ısra ve alaycı bir ton ekledi. Y apıtın genel havasını eğlenceli günahlar belirler ve eşzam anlı olarak Hıristiyan ve pagan aşk tan­ rılarına edilen ironik dualarla doruğa çıkar. "Alev alev yanarak iki güzel sütunun arasında diz çöktüm , sadık ve dindar yüreğim le, güzel, kutsal tapm ağa tapınm a arzusuyla yanıp tutuşarak...Kutsal mekânı daha iyi keşfedebilm ek için kutsal eşyaları örten perdeyi açlım. Kutsal yeri öptüm ." Sonra içeri girdi, bir hayli tohum saçtı ve: "tatlı öpücükler arasında şükranlarım ı sundum , on ya da yirmi kez Aşk Tanrısı'na, V enüs’e (bana en çok yardım eden) ve ev sahibinin bütün ba­ ronlarına (T anrıdan dilerim ki bütün gerçek sevgililerden yar­ dım larını esirgem ezler)." Peri masalında olduğu gibi, prens U yuyan G üzel'in yattığı gizli odaya ulaşm ak için dikenleri kesecektir -G rim m K ardeşler onu Y abangülü olarak ad la n d ırır- bu olayda Sevgili, kutsal G ül'e ulaşmak için savaşır ve onu bulduğunda o orada öylece yatm akta ve Fransa'yı düşünm ektedir. 106

;S

V

Prens ve prototip

e

I yuyan G üzel, sanınm Sıradan Erkek'in idealindeki kadın: I A U yur ve bekler. İlk uyarlam alarda apaçık bir biçim de peri masalının ideolojisi, kızın, genç adam ın fantezilerini yazacağı bir tabula rasa, bir boş levha olduğudur. U yuduğu için, genç adama sorun çıkartm az, küstahkk etm ez. Genç adam ona her istediğini ya­ pabilir. İlk anlatım larda, kız uyurken ırzına geçer. Sonraları, Grim m K ardeşler ve Disney tarafından derlenen öykülerde, genç adam kızı öperek uyandırır. On dördüncü yüzyılda, daldan dala atlayan Arthuryen romans P erceforest'da prens kabadır am a onu bu yüzden suçlayam ayız. Prenses Zellandine yün eğirm eye başlar başlam az uyuyakalır. Prens Troylus uyuyan prensese geldiğinde onu durduracak bir şey 109

yoktur, o da prensese tecavüz eder. Prenses uyanmaz. On yedinci yüzyılda çok gezen bir Napolili tarafından derlenen Pentam erone öykülerinde, U yuyan G üzel pek az değişiklik gösterir. Büyük bir lordun kızı olan Talia, parm ağına kıym ık ba­ tınca derin ve büyülü bir uykuya dalar. Evli olan kahram an, or­ manda avlanan bir kraldır ve uyuyan Talia'yı bulunca durumdan yararlanır: "Onun aşk m eyvelerini koparır." Talia gebe kalır ama bebeklerinden biri yanlışlıkla memesi yerine parmağını em ene ka­ dar da uyanm az -F re u d bize bunun bir kaza olm adığını sö y lerd ive kıymık çıkar. Her iki öyküde de Uyuyan G üzel'in asıl dertleri uyanınca başlar: kötücül kıskanç eşler ve kötücül kıskanç anneler onun ve prensin yaşamını kâbusa çevirir. Öykü, Charles Perrault tarafından çocuk masalına dönüş­ türülünce sevim lileşir. Fransız m em urun Orm anda Uyuyan Giizell Le Belle au bois d o n n a n t'ı, m asalın İngilizce biçim inin en etkili ilk kaynağıdır. İngiliz dilindeki ilk baskısı 1729'da Fransızcasından otuz yıl sonra yapıldı. Bu uyarlam ada, büyülü uyku bir öpücükle başlar. Kötü perinin laneti yüzünden prensesin uykuya daldığını gören anne babası "sevgili çocuklarını uyandırm adan öper" ve büyünün doğal seyrini izlemesi için onu bırakıp giderler. Ö pücükleri, kızlarının edilgin kaderini kabullendiklerinin göstergesidir ve top artık prenstedi*r. Kurtarıcı Prens kaleye girm ek için dikenler ve yabangülleriyle savaşır ama içeri girdiğinde uygunsuz bir şey yapmaz. "Sonunda altın yaldızlı odaya girer, orada b ir yatak görür, perdeleri açıktır, görülebilecek görüntülerin en güzelini görür: bir prensestir... T it­ reyerek ve hayranlıkla yaklaşır ve önünde diz çöker. Ve artık, büyü bozulunca Prenses uyanır. "Sen misin Prens’im der ona, çok uzun zam an bekledim ." Ormandaki sarayda gizli bir düğün olur, am a ancak babası ölüp de kendisi kral olunca Prens çocukları ve Uyuyan G üzel’i kabul eder. Ardından Uyuyan G üzel'in Prens'in annesi yam yam devanasıyla sorunları başlar. 110

Jacob ve W ilhelm G rim m ’in Çocuklar ve E vişlerilK inder and H dus-m archen adlı yapıtının ilk bölümü, 1812’de Berlin'de, N apolyon'un M oskova'dan çekildiği kış yayım lanır. Grimm Kar­ deşler, uyarlam alarını bilinen kaynaklardan derlem ediklerini, öykülerini eski elyazm alarından ve halkın anlattıklarından to­ parladıklarını öne sürerler. Kardeşlerin karılarının yaşlı dadısı, die alte M arie' onlara pek çok geleneksel öykü anlatır. G rim m K ardeşlerin öyküsünde, prens kaleye girdiğinde, "Yabangülü'nün yattığı yerin kapısını açtı. V e uyurken ne kadar güzel olduğunu görünce gözlerini ondan alamadı ve eğilip onu öptü. Prenses uyandı, gözlerini açtı ve ona tatlı tatlı baktı.” Bütün kale halkı uyanır, düğün yapılır, ailelerle sorun çıkm az ve "son gün­ lerine kadar mutlu yaşarlar." K üçük kızlara inanm aları öğretilen öykü budur; rom antik prototip. 1840'ta, Planche'nin ilk abartılı Covent Garden pandom im lerinden biri olan, Uyuyan Giizel'de öpüşm enin yanı sıra m i­ zah duygusu da vardır. Prenses: Ah! sen misin Prens’im, dudaklarıma bastıran! Prens: Uyandı! konuştu! ve biz mutlu olacağız! Kızmadın, değil mi? Prenses: Oh, sevgilim, elbette hayır. Sen zaten gelecek olan centilmen değil miydin? Yirmi yıl sonra, çocuklar için yazılan Peri K itabı'nın yazarı Bayan Craik, prensin prensesi uyandığı zaman öpm üş olabileceğini söyler, "A m a bunu kim se görm edi, prenses de asla söylem edi, ger­ çekte ne olduğunu tam olarak bilem eyiz." Çok sonraki öykü an­ latıcıları olanlardan em indiler ve öpüşm eyi uyanmanın nedeni yap­ tılar. 1890'da, Çaykovski'nin Uyuyan G üzel balesi St Petersburg'ta perdelerini açtığında, ikinci perde, ikinci sahnede, daha önce hiç görm ediği U yuyan G üzel'e âşık olan Prens Florim und, ormanda ve sarayın örüm cek ağlarının arasında Peri Leylak'ın peşinden gidip Aurora'yı bulur ve öperek uyandırır. ' (Alm.) die Alte Marie: Yaşlı Marie, (ç.n.) 111

Tehlikeli bir çekiciliği olan C.S. Evans uyarlam asında, öpülerek yeni uyandırılm ış prenses, prensten kendi geçm işini öğ­ renir: Büyü öyküsünü ilk kez duyuyordu ve prensten, kalede olan tuhaf şey­ leri dinlerken gözleri şaşkınlıkla büyümüştü. Prens ona çalılıkları, acımasız dikenlerini, kaç gencin dikenleri aşmak isterken öldüğünü an­ latınca, gözleri yaşlarla doldu. "Ne kadar da cesurlarmış," diye içini çekti. "Ah. keşke onları ye­ niden hayata döndürebilseydim." Ama Prens onun yaşlı gözlerini öptü ve öykünün bu bölümünü hızlı geçti ve prenses yine güldü ve mutlu oldu. Çünkü her şeyin öyle ol­ ması gerekliği için olduğunu anlamıştı. Aman Tanrım . İşte böyle başladı her şey. Ve, sonuç olarak yüzyılların her şeyi bilen sevgilileri edebiyata ve sinem aya girdi. Daha çağdaş öpüşm eler arzuları uyandırsa da kadın kahram anın başlıca değerleri hâlâ güzellik ve boyun eğm edir. Uyuyan G üzel'in, uyanan cinselliklerini kabullenm eyi öğrenen genç kızlarla ilgili ol­ duğu konusunda pek çok kişi Psikiyatr Bruno Bettelheim ’le aynı görüşte. Oysa bana öyle geliyor ki, buradaki ders daha çok, kızın kendisine dayatılan erkek cinselliğini kabullenip kendi cinselliğini reddetm esi: Bekle, o hazır olduğunda gelecek. Erkek, hedefine ulaşm ak için ne gerekiyorsa yapacaktır; kız ise yalnızca bir hedeftir. K ızlar için, edilginlikle öğrenilen tatsız bir ders; erkekler için flört tecavüzü dersi. Derslerden biri de m eraklı bir genç kadının (yün eğirm eyi de­ neyen, çalışan) parm ağına iğne batıracağı ve özel bir prens ta­ rafından kurtarılıncaya kadar cansız, rolsüz kalacağı yani askıya alınmış canlılıktır. Bu, bekleyen bir kızın öyküsüdür. Erkeğin başka serüvenleri de olur. K ızınsa çocukları olur. Ya da, daha da kötüsü, kızın çocukları olmaz. O zaman tek se­ çeneği (m odem istler için bile böyledir bu) gerçek ve ruhsal olarak kısır olmaktır: "Ben şim di ne yapacağım ? Ne yapacağım ?" T.S. Eliot'ın Çorak Ülke şiirindeki um utsuz kadının kederli nakaratı. N aif Uyuyan Güzel uyuşukluğu ve bastırılm ış um utsuzluğuyla bir­ 11?

likte uyur ve bize yanlış prens um utlan verir. A m a Eliot'ın kadını, "K apaksız gözlerini ovuşturarak", uykusuzluk çeker, "kapının vu­ rulmasını bekler". Eliot, yirminci yüzyılın çöküş içinde olduğunu düşünüyordu, çünkü inanç ikonları parçalanm ıştı. Savaş bitmiş, herkes ölm üştü. Kendi içinde. Eliot tam am en haklı değildi ama ruhsuz kadınların çorak topraklarda yaşadığı kesinlikle doğrudur. Bugün pek çok insanın W alt D isney'den bildiği U yuyan G üzel m a­ salı, şehvet uyandırıcı Brynhild, Sigurd, Cupido ve Psykhe ef­ sanelerinin evcilleştirilm iş halidir. Brynhild uçabiliyordu, Psykhe canlı ve hareketliydi; am a peri m asalında yalnızca uyuyup bek­ leyene hizm et eder. Uyuyan G üzel’dcki öpüşm e, bir öpüşm e taklidi, dünyanın en ro­ m antik olm ayan öpüşm esi. K om adayken, prenses herhalde bu öpüşm eye katılam az. O na dayatılan bu öpücük m iskin kaderini de belirler.

Ama öykü böyle olm ak zorunda değil. H er zam an da böyle değildi. Ö ykünün ilk biçim lerinden birinde, antik N orveç Volsunga Saga efsanesinde, canlı, dik kafalı, savaşçı tanrıça, bir Valkyrie* olan B rynhild tanrıçalığını yitirir çünkü bir erkeğin kendisini ya­ kalam asına izin verm iştir. O ve sekiz kız kardeşi V alhala'dan uzaklara uçup dünyaya inerler ve tüylerini çıkarırlar. K ral Agnar tüyleri ele geçirir ve V alkyrieleri denetim i altına alır. Brynhild’in, savaşan krala yardım etm ekten başka çaresi yoktur ve kralın düş­ manı H jalm gunnar’ın öldürüldüğünü görür. H jalm gunnar, babası tanrılar kralı O din’in korum ası altındadır. O din’in düşm anına yar­ dım ederek, koşullar ne olursa olsun, B rynhild babasına itaatsizlik etm iş sayılır (yün eğirm esi yasaklanan U yuyan G üzel’in altm etni). Bir tanrıça olarak B rynhild’in canlı bir yaşam ı vardı. Şim diyse, bir kadın olarak evlenm esi gerekiyordu. A m a herhangi bir prensle evlenemezdi. Böylesi bir kahram ana yaraşır gözüpeklikte biri ol' Valkyrie: İskandinav mitolojisinde, savaş alanında ölen kahramanları seçip ruhlannı, ölülerin mutluluk içinde yaşadığı Tanrı Odin’in sarayı Valhalla’ya götüren kızlardan biri, (ç.n.) F K Ö N /Ö püjm e

113

m alıydı. Koca adaylarının işini daha da güçleştirm ek için babası onu çevresinde ateşler yanan bir kayalığa sürer. K ahram anın ateş çem berini yarm asının uzun zam an alacağını bilen Brynhild'in ba­ bası, onun parm ağına uyku dikeni batırır, böylece ömrü ne kadar sürerse sürsün genç ve güzel kalacaktır. K ahram an Sigurd, W agner’in operasındaki Siegfricd'dir. Brynhild'i kendi kendini öperek bulur: Ellerine öldürdüğü ejderhanın kanı bulaşm ıştır, Sigurd parm ağını dudaklarına götürür ve bir­ denbire ölen bir kuşun uyuyan Brynhild'in şarkısını söylediğini an­ lar. Sigurd koşup kızı bulur ve ateşleri yener. Ö püşürler. Sigurd, Brynhild'in zırhını çıkarır ve ona bir yüzük verir. Sonra oradan ayrılır ve bir yerlerde büyülü bir gecenin (ve büyülü bir içkinin) ardından bir başkasıyla evlenir. Brynhild, U yu­ yan G üzel gibi edilgin bir biçim de kaderine boyun eğeceğine etkin bir intikam alır, Sigurd'u öldürlür. A m a kısa süre sonra asıl is­ tediğinin onun ölüm ü olm adığını anlar. Ö bür dünyada onunla bir­ likte olm a um uduyla, kendini cenaze ateşine atar. Bu en iyi seçenek değildi kesinlikle, am a en azından bunu ken­ disi yapmıştı. Ya da Shakespcare'in, A donis'le sorunlu ilişkisi olan V enüs'ünü ele alalım. Kendine saygısı olan her kahram an gibi, onu kim in, ne­ rede öpeceğini oldukça denetim i altına almıştı: Bir koru olayım ben, sen benim geyiğim: Beslen nerde islersen, dağda, ya da vadide: Otla dudaklarımda, ve kurursa o tepeler. Aşağı sap, güzelim çeşmelerin aktığı. Pek azım ız klasik eğitim alm ış olduğum uz için, Venüs'ün öyküsü, Brynhild'in öyküsü gibi m itolojinin giderek yoğunlaşan sisleri içinde yitip gidiyor. Cupido ve Psykhe'nin daha da hoş olan öpüşm e öyküsü de öyle. Ortaçağ halk şarkıları ve söylenceleri, iğrenç nefesleri ve görü­ nümlerine karşın canavarları öpm eye cesaret eden kahram anları anlatır. Ama antik Cupido ve Psykhe efsanesinde, canavarı öpen prensestir. Öykünün ilk O rfik uyarlam alarında canavar Eros, -d a h a 114

sonraları aşk tanrısı C upido olarak tanınacaktır-, çift cinsiyetli ve altın kanatlıdır; dört kafası vardır ve bütün âşıkların yaptığı üzre aslan gibi kükrer, yılan gibi tıslar ve kuzu gibi m eler. Psykhe'nin babasına Apollon bilicilerinden biri, onu bir ca­ navara yem olacağı ıssız bir dağa götürm esini söyler. Venüs'ün kıskandığı güzel prenses dağın tepesine çıkıp başına gelecekleri bekler. U yuyan G üzel ve G üzel ve Ç irkin'deki G üzel karakteri gibi, Psykhe (Y unanca ruh) gizem li ve ıssız bir yerde uysalca kaderini bekler. G ecenin karanlığında bir yabancı, ona söylendiği üzere, acı­ m asız bir canavar ona katılır. Cupido/A şk ona yalnızca karanlıkta gelir ve kim olduğunu açığa vurm az (am a o Psykhe'yi tanır). G e­ celer boyu Psykhe onun okşam alarından hoşlanır am a rahatsız edici, akıl erdirem ediği bir uyum suzluk çeker: "H ayvandan iğrense de onun kocalığını sever.” H içbir iyi ruh uzun süre gerçeklere gözlerini kapatam az. Psykhe bakm aya karar verir. Y atağını bir canavarla paylaştığını görürse, ne kadar iyi bir âşık olursa olsun, onu öldürm ekten başka seçeneği ol­ m ayacaktır. Bir eline bir bıçak, öbür eline de yağ kandili alır. Titreşen ışıkta, yanında uyuyanın olağanüstü yakışıklı Cupido olduğunu görür, kıvırcık saçları, altın renkli ve "ölüm süzlük balıyla yıkanm ış” al yanaklarına dağılm ıştır. Yatağın ayak ucunda Cupido'nun yay ve oku durur, Psykhe bu "şirin silahları" okşar, kazara parm ağına aşk oklarından biri batar. A rtık um utsuzca A şk'a âşık olm uştur ve Cu­ pido'nun her yerini öpm eye başlar, derin, tutkulu, açık ağızlı öpücüklerle, uyanm am asını umarak. O an için Psykhe de bir uyuyan güzel ister. Ama kıskançlıktan ya da tutkudan, kandilin kızgın yağını Cu­ pido'nun üstüne döker ve onu uyandırır. Psykhe daha da ateşli bir hale gelir am a dünyanın bütün yalvaran öpücükleri onu kaçmaktan alıkoyam az: C upido kanatlarını açar ve tek söz etm eden Psykhe'nin öpücüklerinden ve sarılm alarından uçarak kaçar. Ama Psykhe iki eliyle onun sağ bacağına yapışm ıştır ve onunla birlikte bulullu göğe yükselir. Bir süre sonra gücü tükenir ve dünyaya düşer. Psykhe onu bağışlar am a bu herkesin yapacağı bir şey değildir. 115

Cupido'nun onun öpücüklerinden kaçışı, simgesel bir olgun aşk is­ teği ve her şeyin ilk defasında m ükem m el olam ayacağı şeklinde yorum lanabilir. Ruhun, alternatif bir yola, Platonik yola sapm ası olarak da görülebilir; güçlü kadının çoğu zaman m utsuz kaderi olarak da. Cupido'nun karanlıkta ısrar etm esinin, Aşk'ın - Eros'un akılla kavranam ayacağm ı gösterdiğini de söylerler. Bence Cupido yalnızca korkudan kaçlı; kızgın yağın acısına tepki ve görülm üş olm anın ruhsal tepkisiydi bu. Öykünün geri kalanını çok kişi bilm ez, cesur ruh Psykhe vaz­ geçm ez ve Cupido'yu geri alır. H eraklesvari görevler yüklenip bunları diğer Yunan kahram anları gibi yerine getirerek hedefine ulaşır. Uzun ve ateşli çabalarının ödülü olarak ölüm süz kılınır ve kaçtığına pişm an olan C upido’yla birlikte O lym pos'a yerleşir, orada sonsuza kadar mutlu yaşarlar. Siiregiden öyküler geniş bir kitleye durm adan anlatılan, uyurken öpülen bakire ve kendi istekleri dışında çirkin erkek hay­ vanları öpm eye zorlanan kızların öyküleridir. On dokuzuncu yüzyılda, halkbilim ciler, yedi A vrupa ve Asya dilinde yazılm ış, genç bakirelerin ayıyla, keçiyle, maym unla, kurtla ve hatta bir ocakla evlendirildiği ve bunların hepsinin sonunda erkeğe dönüştüğü öyküler derlediler. Bir A frika uyarlam asında ise timsah vaıdır. M arina VVarner, en ünlüleri K urbağa Prens ve G üzel ve Çirkin olan hayvan dam atlı öykülerin um ut içerdiğini, prensesin babası tarafından canavara teslim edilm iş olm asına karşın ca­ navarın m ükem m el prense dönüştüğünü söylüyor. K uşkusuz, de­ ğişm esi gerekenin, canavarda sevecek bir şeyler bulması gerekenin prenses olduğu. Ö ykü aslında iyi bir toplum sal eğitim örneği ve kıza bu eğitim i tam am lam ası için kendine söylem esi gereken ya­ lanı da sağlıyor. Madame de V illeneuve'un on sekizinci yüzyılda yazdığı G üzel ve Çirkin'de, işin içinde bir kadın yazar olduğunu hemen anlıyoruz: "Acaba kaç tane kız," diye m erak ediyor Güzel, "yabani zen­ ginlerle evlenm eye zorlanm ıştır - hayvandan çok daha yabani. O ki yalnızca biçim sel olarak hayvan, duyguları ve davranışlarıyla hiç öyle değil." B enzer konulu daha eski bir öyküde, M adame 116

d'Aulnoy'un kadın kahram anı Hidessa karanlıkta yatağında biriyle birliktedir ve lambayı açana kadar da pek m utludur. Yatak ar­ kadaşının çirkin Yeşil Yılan olduğu ortaya çıkar. Yılan ortadan kaybolur; kızın, o anda başlayan cezası üç yıllık yalnızlıktır ve üç yıldan sonra bir yılanın tıslam ası bile ona cazip gelecektir. Kız yılanın bütün koşullarını kabul edince -b ü tü n çirkinliklerine ve tıslam alarına k a rşın - yılan yakışıklı prense dönüşür. Bazı uyarlam alarda kız yılanı öper, bazılarındaysa öpm ez. Ö ykünün altm etni, cinselliğin yılan/prcnsin erdem li yönünün yerini aldığıdır; genç prensese ise geceleyin bütün çiçeklerin aynı koktuğu dersi ve­ rilir. Prenses kurbağayı ya da hayvanı kabul eder, o da prense dönüşür - çoğu zaman kız onu öpünce. Bu öyküler prensin don­ durulm uş cinselliğinin öyküsü olarak değil, G üzel'in olgunlaşm a öyküsü olarak da yorum lanabilir. On dokuzuncu yüzyılın başlarında. Sir W alter Scott bugün K ur­ bağa Prens olarak bilinen K urbağa Kral'ı okuduğunda, öykü ona çocukluğunda dinlediği O tlak Prensi efsanesini anım satır. Efsanede prenses D ünya'nın Ucundaki Kuyu'dan su alm aya gönderilir, pren­ ses kendisine yardım eden kurbağaya şakacıktan onunla ev­ leneceğini söyler. A m a bu bir zorunluluğa dönüşür. Bazı uyarlam alarda kurbağa kızı tehdit eder: eğer onunla evlenm ezse param parça olacaktır. Bütün uyarlam alarda kurbağa ısrarcı, kızsa saftır. K ız kurbağayla kötü bir anlaşm a yapar ve birtakım güçler (genellikle babası) onu anlaşm aya uym aya zorlar. Grim m K ar­ deşlerin uyarlam asında, prensesin topu havuza düşer ve kurbağa, onunla arkadaş olm ak, onun tabağından yem ek yem ek ve onun ya­ tağında yatm ak koşuluyla topu ona verm eyi önerir. Bir kurbağanın bunları yapam ayacağını düşünen prenses öneriyi kabul eder. Ba­ bası kurbağayı kaleden atm ak yerine -pren sesten daha büyük olan kurbağa pazarlık yaparken kızın deneyim sizliğinden yararlan­ m ıştır- prensesi anlaşm aya uym aya zorlar. Prenses kurbağanın m antıksız taleplerine karşı koym aya çalıştıkça, babası da verdiği sözleri sonuna kadar tutması konusunda ısrar eder. Öykünün kızlara ne öğrettiğini görm üştük. Kendilerini kur­

bağayla özdeşleştiren küçük oğlanlara ise bir kız hayır dediğinde aslında evet dediğini öğretiyor. Prenses boyun eğip kral olan ba­ basının ve kral olduğu ortaya çıkacak olan kurbağanın taleplerini yerine getirm elidir. G rim m K ardeşler'in uyarlam asında, prenses kurbağayı alıp duvara fırlatır ve yine de ondan kurtulam az; kur­ bağa prense dönüşür. "Artık babasının da rızasıyla prensesin sev­ gili arkadaşı ve kocasıdır." Psikanalistler bize kurbağanın penis olduğunu söylüyor. K ız so­ nunda onu sever. A na fikir, ister G üzel ve C an av ard ak i gibi inanılm az itaatkâr bir genç kadın, isterse daha büyük kurbağa ta­ rafından kandırılan genç kız olsun, bir canavarı koca olarak kabul­ lenmeyi öğrenm ek zorunda olduğudur. Cupido ve Psykhe'deki atcşli bir tutku ve cesaret öyküsü, resmi bir toplum sal kurala d ö ­ nüşür.

Ne yazık ki, Saray'a göre, Prenses D iana uysal ve yum uşak başlı Uyuyan Güzel'e dönüşm edi. Rom antiklere göre b ağışlanam az'bir şekilde, Prens kendi ağzıyla onu asla gerçekten sevm ediğini kabul elti; onu evlenm eye babası zorlam ıştı. Düğünden sonra B uc­ kingham S arayının balkonundaki öpüşm eleri - b ir rom antik öykü kitabından fırlamış g ib iy d i- yalnızca gösteri miydi? İçerik değil bi­ çim miydi? Tutku değil de gösteriş m iydi? Bir aldatm aca mıydı? Saray'da eğitilm iş televizyon kam eraları yalnızca sonucu, tablomsu öpücüğü kaydetti. Sorunu çözm ek bize kaldı. Ö püşm e ne anlam a geliyordu? B ir şeyi anlam landırm a eylem i, son zam anlardaki görüşe göre, kişilerarasıdır. Her türlü iletişim gibi, işbirliğine dayalı bir ey­ lemdir. Bu özel düğün öpüşm esi, kam uyla özel yaşam ı fazlasıyla bir­ leştiren bir ayin oldu. A nladığım ız bir kültürel kodla, çiftin yeni konum unu onlara ve bize anlattı. Televizyon aracılığıyla küresel köyü onlara bağladı. V e de Britanya'nın zayıflayan siyasal var­ lığını geçm işin kraliyet saltanatına bağladı. Ö püşm e eşzam anlı olarak m onarşinin de reklam ıydı (ve de M onarşi’nin); cam faytonlar 118

ve sihirlerle dolu peri ülkesi dünyasına bir davetli. V e Prens onu hiç sevm em iş de olsa, -a y ıp a y ıp - kendisine ya­ kın olanların söylediğine göre, bir süre D iana'nın cinselliğinin büyüsüne kapılm ıştı. Diana da onunkine. Ö püşm ede görm üş ol­ duğum uz gerçek aşk değilse bile, dürüst bir şehvetli. Sahte olan bizim kendim ize anlattığım ız öykü, bizim sevdayı algılam am ızdı. Ö püşm e bize peri m asallarının hâlâ yaşadığını söy­ lüyormuş, gibi yaptık. B akireler hâlâ vardı ve ödülleri de prens­ lerdi. Aşk bütün her şeyi yencrdi - denk düşm e uçurum unu, kuşak uçurum unu ve hatta yeni prensesin yüzyıldır uykuda olm adığını, belki de prensin uykuda olduğu gerçeğini bile. Prenses Prens'i öper öpm ez Yakışıklı Prens K urbağa'ya dönüş­ tü: sadakatsiz, kaba, sevgisiz. Prenses uyandı ve kendine geldi, büyüyü bozdu. Sonunda U yuyan Güzel efsanesini yok edebilm iş miydi?

119

4

%

\

>

\

\

\

4

\

\

\

S

N

N

\

N X

X

X

\

\

N

\

N

N

N

N

N

\

/

N

\

N

N

\

y

с

insel ilişkiye girem eyen yeni evli çiftler suçu kötü büyüde bulurlardı; on yedinci yüzyılda büyüye özel bir biçimde öpüşerek karşı konulurdu. Eşlerin her ikisi de büyüyü bozm ak için etkin olm alıydı, ve de tam am en çıplak. K oca karısının sol ayağının başparm ağını öperek karısı da kocasının ayak başparm ağını öperek işe başlardı. M uhtem elen yeni bir büyü yapm ak kötü büyüyü ta­ mamen bozam ıyordu. A m a, düğün öpüşm esinin geleneksel olarak simgelediği şey ruhların birleşm esiydi, bedenlerin değil. Y aşam ın gücü nefesin, ru­ hu içerdiği düşünülüyordu. D udak dudağa öpüşerek, iki sevgili ya­ şamın nefesini değiş tokuş ediyorlar, ruhlarını birbirine karıştırı­ yorlardı. C hristopher M arlow e'un Dr. Faustus'u da buna inanıyordu

C

123

ve ruhunu şeytana sattı. Tatlı H elen, beni öp de ölü m sü z olayım ! Dudakları ruhumu em iyor: bak ruhum nereye uçuyor!

On ikinci yüzyıl düğün töreninde dam at, rahipten p a x alm ak için sunağa gider ve geline dönüp onu öperek p a x ’i verirdi. Osculunı inten'eniens sonrası eşlerden biri ölürse düğün arm ağanlarının geri verilm esi gerekm ezdi. Ruhları tek olm uştu. Ruhların birbirine ka­ rışm ası düşüncesi sürdü dc sürdü. "Sevgililerin dudaklarında ruh ruhla tanışır," diye yazm ıştı Shelley on dokuzuncu yüzyılda. Dinsel ya da cinsel kendinden geçmenin sim gesi olarak çifte görevi olan, ruhları kaynaştıran öpüşm e, erotik aşka H ıristiyanlık tarafından kabul edilebilir bir yüz kazandırdı. Ruha dokunan öpücük kavramı aslında eski bir kavram dır: "Agathon'u öperken ruhum dudaklarım daydı," diye yazar Platon. R önesans şairi Robert H errick düşünceyi içselleştirir ve kısa şiirlerinden H issedilehilir A şk'ta doğal b ir biçim de dile getirir: Julia'mın dudaklarına dudaklarım ı bastırdım ve bu öpüşte, Ruhu ve A şkı hissed ilebiliyordu .

K lasik eğitim li gençler arasında bu görüş o kadar yaygındı ki, on yedinci yüzyıl şairi John Donne b ir m ektubunda bundan alayla söz edebiliyordu: "Sir, öpücüklerden çok harfler ruhları birleştirir." Son derece incelikli olan A lexander Pope, ortaçağ âşıkları Heloise ve Abelard üzerine E loisa ve A b e la rd ı yazdı (1717). Rahibe olduktan sonra H eloise hadım edilm enin A belard'ın yaralarını iy ileşt irebi leceğin i am a kendi arzularını hiçbir şeyin dindirem eyeceğini söylem işti. Pope'un şiirinde H eloise A belard'la öpüşüp ölm ek ister: Sen, Abelard! yap son acı g örevin i K olaylaştır g e çişim i günün ülk esin e Bak, titriyor dudaklarım , gözyu varlan m dönüyor, Ç ek içine son n efesim i, yakala uçan ruhumu!

124

G oethe'nin W erther màc, (1774) W erther ve C harlotte Ossian'i okuduktan sonra ölüm cül bir biçim de öpüşürler. 25 yıl sonra, edebiyatın hipnotize edici gücü bir kez daha ortaya çıkar; Petrarca'nm aşk şiirleri üzerinde tartıştıktan ve Sappho'nun şiirlerini okuduktan sonra, İtalyan yazar Fascolo'nun Jacopo ve Teresa'sı öpüşm ekten başka yapılabilecek bir şey olm adığını hissederler. D ante'nin Paolo ve Fransesca'sı da, öpüşm e üzerine okuduktan son­ ra baştan çıkarlar. Jacopo, son nefesinde kendi ruhunu Teresa'nm kiyle birleştiren öpüşm eyi düşünerek ölüm ünü erotikleş­ tirir: "Ve dudaklarım ız ve soluklarım ız birbirine karıştı, ve ruhum senin göğüslerinle kaynaştı." D udaklarda sevgilinin öpücüğüyle ölm ek ortaçağ rom ansının ve on dokuzuncu yüzyıl m elodram atik şiirinin idealiydi. Radikal Shelley, Dante gibi, ruhları birleştirici öpüşm eye inanıyordu ve "Epipsychidion"da bizi neredeyse bunun olabileceğine inandırdı: Birlikte aü yor nabzım ız; v e dudaklarım ızda kelim elerden bir başka belagat, tutuluyor aralarında tutuşan ruh. Sabah gün eşi olan dağ pınarları gibi. Bir o la ca ğ ız ikim iz, bir tek ruh İki bedende yaşayan.

Shelley bunları "Aşk'm F e lse fe sin d e anlatırken, her şey öpüşür: B ak. öpüyor dağlar yüce G öğü, V e öp ü yor ay ışığı denizi: N e y e yarar bütün bu öpüşler Sen öp m ed ik çe beni?

Emily D ickinson Doğa'nın da öpüştüğünü dile getirir ama şiir­ lerinde insanlar öpüşm ez. Yirm inci yüzyılın ilk on yılında yazan Sara Teasdale, daha da ileri gider: Sen öp m ed en ö n ce y aln ızca göklerin rüzgârı

125

V e yağm urun yu m u şak lığıyd ı öpen beni Şim di sen g eld in , nasıl olur da bir daha Um ursarım onların öpücüklerini? D enizleri aradım, beni bulmak için rüzgârlarını gönderdi deniz. G üneyin şarkılarıyla beni sarm aladılarK utsallığım ı korumak için dönüp gittim Ö püşün dudaklarımda.

DanimarkalI felsefeci K ierkegaard, D iary o f the Seducer'de,* is­ lediği kadının alevlenen tutkusunu yazarken aynı imgeleri kullanır: "Beni, cennetin denizi öptüğü gibi sükûnetle, çiğin çiçeği öptüğü gibi yum uşak ve sessizce, denizin ayın yüzünü öptüğü gibi kut­ salca öptü." Bir yüzyıl sonra, L ondra Ç ayırları'nda, Britanyalı ro ­ mancı M artin Am is aşırı kullanılm ış çiğin öpücüğü metaforunu ko­ mediye dönüştürür: "Bir ağacın altından geçerken tepemde şehvetli bir çiğ dam lasının ılık öpücüğünü hissettim . Şükran duyarak elimi saçım da gezdirirken bir de ne bulayım ? Kuş pisliği. Güvercin pis­ liği." V iklorya dönem inde dillere düşm üş Henry Jam es, öpüşm eyle doğa güçleri arasındaki ilişkiyi hayli ciddiye alm ıştı. P ortrart o f a Lady rom anının ilk basım ında, şöyle yazmıştı: "Öperken sanki şim şekler çakıyordu; tekrar karanlık bastığında kadın özgürdü." Daha sonraları, rom anın son baskısında, öpüşm e daha da şiddetli bir biçim de düşlcnm iştir: "Öpüşü bem beyaz bir şim şekti, yayılan, yayılıp giden bir aydınlıktı ve öyle kalıyordu; öpüşü öylesine ola­ ğanüstüydü ki kadın onun tarafından öpüldüğünde, ancak zerre kadar zevk aldığı o sert erkekliğe ait her şeyi hissediyordu, onun yüzünün her saldırgan devinim ini, onun çehresini, duruşunu; bu öpüşün yoğun niteliğiyle doğrulanıyordu hepsi, bu sahip olm a ey­ lemiyle. Bu yolla duym uştu kadın kazazedelerin sesini, batmadan önce, suyun altındaki im geler silsilesini izleyerek. A m a karanlık bastığında özgürdü o."

* Baştan Çıkarıcının Günlüğü. Sören Kierkegaard, çev.: Süha Sertabiboğlu, Ay­ rıntı Yayınları, 1997. (ç.n.)

126

Laikleşen dünyada, öpüşm elerim iz bizi ölüm de birleştirm edi, bizi dünyada birleştirdi ya da zincire vurdu. Scott Fitzgerald'm 1920'de yazdığı The G reat G atsby* rom anında, birleşen ruhlar geleneğiyle karşılaşıyoruz. Daisy'nin başını döndürdüğü G atsby gerçekte, öpüşm eyi tehlike olarak görse de duraksam az; onu sosyal dünyada yaşam aya, yükselm eye zorlayacağına inanır. Bu toplum sal ko­ num unun yükselm esi dışındaki bütün büyük planlarının sonu olur. D aisy'nin apak yüzü yüzüne yaklaşırken, kalbi kül kül atıyordu. B i­ liyordu, çünkü, o kızı öptükten, tarifsiz hayallerini onun ölüm lü so ­ luğuna everdikten sonra, zihni gayrı Tanrı’nın zih n iy m iş gib i gülüp o y ­ nam ayacaktı. O nun için işte, bir yıld ızın üstüne d ik ilm iş diapozonu azıcık daha din led i. Sonra öptü D aisy'yi, D udakları dudaklarına d o ­ kununca kız onun için çiçek ler gibi açıld ı, ö zü m lem e tam am dı artık.

O ysa bu bir yanılsam aydı. D aisy, göründüğü gibi değildi; Gatsby m utluluğu bulam adı. V irginia W o o lf un kahram anı M rs D allow ay da aynı ölçüde al­ danm ıştı. Rom anın başladığı ve bittiği gün, önde gelen bir parla­ m ento üyesinin karısı zengin ve gözde Clarisse D allow ay, bir sürü şey düşünerek Londra'da yürür. Onun bilinç akışında, kahram anın, yaşam ının belirleyici anı olduğunu düşündüğü b ir öpüşm eye rast­ larız: O ve Sally öbürlerinin gerisinde kalır: İçinde çiçek ler duran taş bir çanağın yanından geçerlerken hayatının en gü zel anını yaşam ıştı. Sally durmuş; bir ç iç e k koparm ış; onu du­ daklarından öpm üştü...E llerine sıkı sıkı sa n lm ış bir arm ağan verilm işti sanki, saklayacaktı onu, bakm ayacaktı am a - bir elm a s, paha b içilm ez bir şe y , sarılı, ama onlar yürürken (bir aşağı bir yukarı gidip geld ik çe) C larissa usulca açıyordu onu ya da o kendi ışığ ıy la yarıyordu gecey i; o açık lan ış, o d in sel h az!"

İnsanın yaşam ını değiştiren ilk öpücük fena halde eski m oda ge­ liyor kulağa am a çağdaş rom anlarda da o n ay a çıkm aya devam e­ * Muhteşem Gatsby, Scott Fitzgerald, çev: Can Yücel, Adam Yayınları, 1. Basım 1974. (ç.n.) ” Mrs Dalloway, Virginia Woolf, çev: Tomris Uyar, iletişim Yay., 1993. (ç.n.) 127

diyor. Leviarhan'âa, Paul Ausler'ın kahram anı önce hoş olmayan bir zina öpüşm esine karşı koym ak zorunda kalır. En iyi ar­ kadaşının karısı Fanny ona olan ilgisini açığa vurduğunda, "K en­ dini düğüm düğüm bağlayıp tutm ana gerek yok. Beni istiyorsan, alabilirsin" dediğinde, kahraman çekinir. "Şaşkınlıktan olduğum yerde kaldım ve sustum ." Zorlam a öpüşm e iğrençti. "Yerinden kalktı, yanım a geldi. Kollarım ı açtım , Fanny tek söz söylem eden kucağım a oturdu, kalçasını sıkıca bacaklarım a bastırdı ve yüzüm ü ellerinin arasına aldı. Ö püşm eye başladık. A ğızlarım ız açık, dil­ lerim iz birbirim izin çenesinde gezinerek.” Auster'ın bu zina öpücüğü çirkin ve bedenseldir: gerçek aşksa güzel ve bedensizdir; anlık sevişm e dilsiz öpüşm eye dönüşür. Ö y­ künün kahram anı gerçek aşkla karşılaştığındaysa söz konusu kadın çok daha masum bir adı (iris) taşım akla kalm az, aynı zam anda kim seye ait değildir, ve gerçekte ev sahibini pek az tanım aktadır. H içbir etiketi olm adan gelir, kahram anın fantezilerinin girebileceği boş bir bilgisayar ekranıdır. Karşılaşm alarının ilk dakikalarında kahram anım ız efsanesini yazm aya başlar ve kadını da oraya çeker. Cüzdanını çıkarıp küçük oğlunun fotoğraflarım gösterir. iris o akşamdan sö z ederken, o anda bana âşık olduğunu ve e v le n e ce ğ i kişinin ben olduğum a karar verdiğini anlattı. Benim duygularım ı tart­ m am sa daha uzun sürdü, uzun d ediysem birkaç saat kadar.

Partiden birlikte ayrılırlar, bir restoranda yem ek yerler, bir yerlerde içki içerler, ve geceyarısından önce erkek kadın için bir taksi dur­ durur: am a bin m esin e fırsat bırakmadan sarılıp kendim e çek ü m ve ağzının derinliklerine uzanarak öptüm . B u, öm rüm ün en düşünm eden yapılan hareketlerinden biri, gem len em ez bir isteğin, bir çılgın lık ânının s o ­ nucuydu. Taksi çek ip gitti, Iris'Ie ben sok ağın ortasında sarm aş dolaş kaldık. Sanki dünyada ilk öpüşen, öp ü şm eyi o g e c e icat etm iş iki ki­ şiydik . Sabah olduğunda, iris benim için mutlu son, en bek lem ed iğim anda başım a konuveren m ucize olm uştu.

128

H enry Jam es'in şim şekleri gibi, doğa olayları devreye girer: "Fırtına gibi seviştik ve sonra hiçbir şey eskisi gibi kalmadı."*

Yirminci yüzyılda, insanın ilk öpüşm esinin çoğu zam an tutku ya da aşkla, çılgın sevda ya da sevişm eyle ilgisi yoktur. İnsanın ye­ tişkinlik olarak um duğu şeye duygusallıktan uzak bir geçiş ayini, rom antiklikten uzak bir sarsıntıdır. H iç kim se, M ickey R ooney ile Judy G arland'm otuzlu yıllarla kırklı yıllar arasındaki dizi komedi film lerindeki gibi bir ilk Öpüşme yaşam am ıştır. Çılgın K ız'daki son biraraya gelişlerinde, Rooney G arland'a sorar: "B enim ruh ha­ limdeki bir herifin senin ruh halindeki bir kızı öpebileceğini sana hiç söylem iş m iydim ? "Haydi yap bakalım ," diye yanıtlar G arland. "Y ap da görelim ." Ö püşürlerken tam bir kargaşa yaşanır. Burunların nereye gi­ deceğini bilirler am a dillerin nereye gideceğini bilm ezler. Ö püş­ m eye dillerin de katılacağını bilm ezler bile. (G ünüm üz film lerine gitm iş olsalar bunu öğrenirlerdi.) O nlar için, dudakların birbirine bastırılm ası olgunluğa ulaşmaktı. Bu, çocukların öpüşm e oyunu şişe çevirm enin uyarlam asından başka bir şey değildi. İlk sigara gi­ bi bir şeydi. Rooney-G arland öpüşm esi orgazm ya da sevişm e dem ek değildi. Elbette sevgi öpüşm eleriydi am a her şeyden önce bu gençlik film lerindeki öpüşm eler törensel öpüşm elerdi, m ezuniyet ya da bar mitzvah öpücüklerinin Hollyvvood'daki cinsel karşılığıydı. Bir başka çocuk oyunu olan ip atlam a da bir zam anlar ilkbahar ekim leriyle ilişkili bulunuyordu. Ne kadar ciddi olduğunu bilmek zor ama. ekinlerin boylarının, bu törene katılanların sıçrayabileceği yüksekliğe ulaşacağı düşünülüyordu. İnsan zıpladıkça, toprak al­ tında göm ülü tohum lar da canlanıyordu. G eleneksel bir ip atlama şarkısı şöyle: Kelebek, kelebek, öp, öp, öp Takılmadan atla, atla, atla

’ Leviathan, Paul Auster, çev.: Seçkin Selvi, Can Yayınları, 2. basım, 1988. (ç.n.) F9ÖN/ÖpUjme

1 29

.

On dokuzuncu yüzyılın ünlü efsane araştırm acılarından Bulfinch psyche sözcüğünün Yunanca hem "ruh" hem de "kelebek" an­ lamına geldiğini belirtir: "Ruhun ölüm süzlüğünün kelebek kadar çarpıcı ve vurucu bir örneği daha yoktur, yattığı mezardan pırıl pırıl parlayan kanatlarıyla fırlar, sıkıcı ve sürüngen bir tırtıl ya­ şam ının ardından, günün aydınlığında kanat çırpm ak ve ilkbaharın en güzel kokulu ve en tatlı ürünlerini yem ek için." C upido ve Psykhe efsanesinde der Bulfinch, "Psykhe, öyleyse, insan ruhudur; acılar ve talihsizliklerle arınm ış ve böylelikle gerçek ve saf m ut­ luluğa hazırlanm ıştır." Ö lüm de, yaşam da değil. Bu görüş, Cupido ve Psykhe'nin m ezar süslem eleri olarak kul­ lanılm asına neden oldu. A ntik Rom a'daki hali vakti yerinde R o­ malılar, MÖ 4. yüzyılda Rom a'da yapılan lupiter Tapınağı'ndaki, C upido’yu (aşk tanrısı) Psykhe'yi (ruh) öperek sonsuz m utluluğu verirken betimleyen heykelin kopyalarını yaptırırlardı. Z ekice dav­ ranan ilk H ıristiyanlar da m ezarlarında aynı imgeyi kullanm ışlardı, uzun zam andır gözde olan bu im ge, dikkat çekip sorun çıkm asına yol açmıyordu. Bütün yapm aları gereken şey, olayı farklı yo­ rum lam aktı; aşk tanrısı H ıristiyan'ın ruhunu öpüp ona sonsuz ya­ şam bağışlıyordu. Y üzyıllar boyunca, kulaktan kulağa. Uyuyan G üzel’le ilgili dinsel bir kavram ın -sonsuzluğun öpücüğünü bek­ leyen ölü ru h - doğduğunu görm ek mümkün. Bu, onun erotik ya­ şam a uyanm asıyla erotik bir nitelik kazanır. Shakespeare. Rom eo ve Juliet'te, gençlik aşkı temasını çok daha becerikli işler, dinseli erotikle karıştırıp ruhum uzu okşar: R om eo: Juliet :

Dudakları yok mudur erm işlerle hacıların? Vardır, ama T an rıy a yakarm ada kullanırlar.

Ama, Romeo dudaklarını dua etm ek yerine öpüşm ek için kullanır. Konuşm alarında günah sözcüğü öpüşm e yerine geçer. R om eo:

K ım ıldam a ö y le y s e yakarım gerçekleşirken. (Juliet'i öper) İşte senin dudaklarınla, dudaklarım günahtan arındı.

130

Juliet : R om eo:

Ö y le y se şim di günah dudaklarım da kaldı. G ünah dudaklarım dan mı geçti? T atlı bir dürtüyle işlen en günah! V er bana günahım ı geri.'

Vecit halindeki karşılıklı günaha karşın, savaşan ailelerinin karşı çıkm asıyla yenilirler; Shakespeare'in ilk rom antik trajedisinin so­ nunda on üç yaşındaki âşıklar ölürler. 1993 yılının Sevgililer G ünü’nde, Brooklyn'deki Y ahudilerle si­ yahlar savaş halindeyken, The N ew Yorker dergisinin kapağında ol­ gun bir siyah kadınla orta yaşlı bir H asidik Y ahudi'nin öpüşm esine yer verilm esi büyük bir öfkeye yol açm ıştı. Kim se Rom eo ve Juliet'i anm adı am a pek çok kişinin aklına, savaşan klanlarıyla Batı Yakası'nın H ikâyesi geldi: İrlandalı Tony ve Porto R ikolu Maria. Vikram Seth'in Uygun bir Oğlan mdak'ı talihsiz sevgililer için de işler pek iyi gitm edi: tkiz banyan ağaçlarının birbirine girm iş köklerinin üstünde otu ­ ruyorlardı. Lata, ne sö y le y ec eğ in i bilem iyordu. K endini konuşurken duydu: "Kabir, politik ayla ilgilen iyor m usun?.” Kabir, b ek lem ed iği soru karşısında ona şaşk ın lık la baktı ve "Hayır" d eyip onu öptü. L atanın yüreği yerinden fırlayacak gib iyd i. O nun öpü cü ğün e kar­ şılık verdi -h iç b ir şe y d ü şü n m ed en - ama kend ine şaşarak - bu kadar um ursam az v e m utlu olduğu için. Ö pü şm eleri bittiğinde Lata birden d ü şü nm eye başladı ama her z a ­ m ankinden daha öfk eyle. "Seni seviyorum " dedi Kabir. Lata s e ss iz kalınca, sordu. "Evet, bir şe y d em ey ecek misin?" "Ah. ben de seni seviyorum " dedi Lata, kendisi için apaçık olan ve d o la y ısıy la onun için de apaçık olm ası gereken bir gerçeği d ile g e ­ tiriyordu. "Ama bir anlam ı yok."

Ö püşm eleri onları nişanlanm a yerine dinsel ayrım tartışm asına * Romeo ve Juliet, Shakespeare, Çev: Özdemir Nutku, Remzi Kitabevi, 5. Basım, Haziran 1998. (ç.n.)

131

götürdü. K abir M üslüm an, Lata Hindu'ydu. M öntagueler ve Capuletler. Kabir bisikletiyle gitmek üzereyken Lata sordu. "Başka birini öptün mü hiç?" "Bu da ne demek şimdi?” Eğleniyor gibiydi. Lata yüzüne bakıyordu. Sorusunu tekrarlamadı... "Hiç mi demek istiyorsun?" diye sordu. "Hayır. Sanmıyorum. Ciddi olarak değil." Ve bisikletine binip gitti. Juliet'in tersine L ata ailesinin isteğine saygı gösterdi; kendisini tut­ sak alan tutkudan korkuyordu. B ir başkasıyla evlenm eyi seçti. Çünkü Lata'nm duygularının ne kadar güçlü olduğu ortadaydı; bu umut dolu ilk öpücük, Kabir'le ortak geleceklerinin ölüm öpücüğü olacaktı. Ölüm öpücüğü, şeytanın avukatlarından biri - bir m afya babası ya da bir vam pir - tarafından arm ağan edildiğinde çok daha ger­ çeğe uygun ve ölüm cül oluyor. V am pir öpücüğü geleneksel ruha dokunan öpüşm enin tersi. V am pir öpücüğü, "ruhu" beslem ek ye­ rine yaşam ı em ip alıyor, kötülüğün girm esine izin verip kişiliği bo­ zuyor. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ortaya çıkan D rakula, ilk vam pir öyküsü olm asa da insanların belleğine kazınan ilk öyküydü. Bram Stoker’ın on dokuzuncu yüzyıl sonu dekadans ro ­ manındaki hoş olm ayan cinsellik kokuları istem eyerek yapılm ış değildi. Y üz yıl sonra da D rakula, Transilvanya Kontu ve öbür yoldan çıkm ış vam pirleri konu alan ve çoğu zam an esrarengiz bir cinselliğin de karıştığı film , rom an ve oyunlara esin kaynağı ol­ mayı sürdürüyor.

132

Vam pirler ve diğer öldüren cazibeler

e

jF \ yun y azan ve şair O scar W ilde, ciddi olm anın önemi kov y nusunda çoğu insandan daha kuşkuluydu; ama yaşamını m ahveden ilişkisi üzerine yazdığı The B allad o f Reading GaoTda ciddiydi:

Ama gene de herkes sevdiğini öldürür, Bu böylece biline. Kimi bunu kin yüklü bakışlarıyla yapar, Kimi de okşayıcı bir söz ile öldürür, Korkak öpücükle. Yüreklisi kılıçla, bir kılıçla öldürür!’ ’ Reading Zindanı Baladı, O scar Wilde, çev: Özdem ir Asaf, Altıkırkbeş Y a ­ yınları, 1. Baskı Mart 1996. 135

Bosie, yani Lord Alfred D ouglas'la olan ilişkisi, Bosie'nin değil W ilde'in yaşam ının m ahvolm asıyla sonuçlandı. G enç am a masum olm ayan kibar Bosie, Q ueensberry M arkisi'nin oğluydu. M arki, W ilde'i alenen suçlayınca W ilde iftira davası açtı. B öylece, olaylar zinciri başladı ve 1895’te O scar W ilde eşcinsellik suçlam asıyla 2 yıl ağır iş cezasına çarptırıldı. Davadan iki yıl sonra D rakula ortaya çıktı. Kont D rakula'da W ilde'i görm ek için büyük çaba harcam ak ge­ rek am a çoğu yorum cu vam pirlikle eşcinselliği kötücül bir biçim de özdeş saym ıştı. Sansasyonel W ilde davası tutucu bir ahlâki tepki doğurm uştu ve Bram Stoker'in rom anı bunu bastıracak bir şey yap­ madığı gibi büyük olasılıkla daha da kışkırtm ıştı. Cinselliğin frengi yoluyla öldürücü olabildiği bir çağda yazılan D rakula"nın. cin­ selliğin A ID S'le öldürücü olduğu bir çağda pek çok taklidi ortaya çıktı. Sim gesel olarak, vam pir öpücüğü ahlâki ölüm anlam ına gelir. Ruhu ve kutsal ölüm huzurunu çalar. İnsan ya hemen ölür ya da yaşayanları avlayıp iyiliği yok eden ölm ezler lejyonuna katılır. V am pir imgesinin gücünün büyük bir bölüm ü, öpücüğün daha olağan anlam larını tersine çevirm esinden gelir. Bir kara-ayin gibi, vam pir öpücüğü iyinin tersine çevrilm esidir. D rakula'nm yazıldığı ortam da, eşcinsellik korkusu akıllarda yer etm işti. Bir ara, eş­ cinsellere "dönme" deniyordu. R adcliffe Hail, bu terim i, 1920'de yazdığı Yalnızlığın Kuyusunda'âz. lezbiyenler için kullanmıştı. Yahuda'nın öpücüğü gibi, vam pirin ölüm öpücüğü de ihanettir. Stoker da Drakula'yı Y ahuda'yla özdeşleştirir: "Hiç konuşm adan kitaplığa çıktık, bir iki dakika sonra ben odam a geçtim. K ont'u son görüşüm , cehennem deki Y ahuda'yı gururlandıracak bir gülüm sem e ve gözlerinde kızıl bir zafer pırıltısıyla bana bakıp elini öperken ol­ du." K ont Drakula özellikle güzel kadınları vam pire dönüştürm ekten hoşlanırdı; ve kadınlar, ortaçağdaki cadı adayları gibi genelde karşı koyam ayacak kadar güçsüzdüler. O lası erkek kurbanlar, Dra* Drakula, Bram Stoker, Çev: Zeynep Akkuş, Kamer Yayınları, 1. Basım 1998. (ç.n.)

136

kula'nın m aiyetindekilerin çekiciliğine kapılıyorlardı: "Üçünün de dolgun kırm ızı dudaklarının arasından bem beyaz dişleri par­ lıyordu...engel olunam az bir istekle beni o kırm ızı dudaklarıyla öpm elerini diledim ." A m a elbette öpücükleri öldürür ya da kirletir. "Sevgili A rthur, o öpüşe izin verseydim öldükten sonra zaman içinde siz de Doğu AvrupalIların dediği gibi bir nosferatuya dönüşecek ve yeni Ö lm eyenler yaratılm asına alet olacaktınız ki böyle bir şeyin bizi nasıl korkutacağını tahm in edersiniz." Kar­ şılıklı alışveriş, sevişm e, aşkı barındırm ak yerine vam pir öpücüğü bencil ve ölüm cüldür. Ters bir sim ya içerir, aşk öpücüğünü altına dönüştürm esi gerekirken ahlâkça zehirli kurşuna dönüştürür. D rakula’nm ilk film uyarlaması N osferatu’ydu. 1922'de çekilen bu dışavurum cu Alman filmiyle, vam pir ağzı ve dolayısıyla öpme hakkı gündem e geldi. Nosferatu'nun tiksindirici, kem irgen ağızlı, yarasa kulaklı ve korkunç örüm ceksi parm aklı vam pirine dişli pe­ nis deniyordu. D elici vam pir dişlerinin öpücüğünü verm ek için de­ riyi alt ve üstteki kesici vam pir dişlerinin arasında kıstırıyordu. Daha çağdaş uyarlam alarda vam pirin çoğunlukla aortu deldiği iki üst dişi vardır. N osferatu'nun öpüşü daha az dram atik am a daha et­ kilidir. Bu filmde, farelerin bir gem iden fırlam ası ve vebanın kente gelm esiyle cinsellik, hastalık ve ölüm arasındaki bağlantı çok güçlü yansıtılır. Anne R ice’ın Vampirle Söyleşi rom anında konu, bütün ya­ kınlarını yitirm iş, ölm ek isteyen duyarlı erkek Louis'in gözleriyle aktarılır. V am pir Lestat, bunu şöyle böyle sağlar. Beyazperde uyarlam asm da, Lestat bir gece Louis'in yaşam ına girer, boynunu ısırır, Louis'in kanını ölüm noktasına kadar içer ve ardından ona bir seçenek sunar: Louis ölecek ya da Lestat'ın kanını içecektir. Bu onu yeniden canlandıracak ve vam pire dönüştürecektir. Louis onun kanını içer. Y oğun bir değiş tokuş yaşanır - beslenm eden çok bir öpüşm edir bu. İkisi vam pirce bir cinsel ilişkiye girer. Kalp atışları hızlanır, Louis titrer ve kanar. Lestat kim sesiz Claudia'yı da vam pir yapar, böylece Louis'in bir yoldaşı olacak ve üzülm eyecektir. Çocuk vam pir L estat'a en gözde akşam keyfini getirir: aslında ölü olan am a uyurm uş gibi görünen i­ 137

ki genç, tombul, sıcakkanlı oğlan. Lestat çocukların ölü kanını içince, zehirlenip zayıf düşer ve Claudia kafasını kesip onu yakar. Bu sahnede kanın kirlenm esine fazla yer verilm ez ve filmde buna bir daha değinilm ez; am a yakm a eylem i, insanın veba gibi sal­ gınların kurbanlarından güvenli bir biçim de kurtulm asıdır. Lestat sağ kalır. D aha sonra onu, eşcinselleriyle ünlü olan çağdaş San Fransisco'da bir kez daha vam pirliğe geçerken görürüz. Coppola'nın D ıakula filmi ve son zam anlardaki vam pir rom anları gibi bu film de AIDS üzerine bir bildiri sunm ak için oldukça çaba gös­ teriyor. V am pir yarasalar, bazen insanlara da saldıran am a asıl avları sığırlar ve koyunlar olan küçük yaratıklardır; kurbanlarını kanlarını içerek öldürm ezler, kaybedilen kan pek azdır am a ustura kes­ kinliğindeki dişleriyle hastalık bulaştırırlar. Düşsel insan vampirin öpücüğü ölüm getirerek bilim adam larıııın bize söylediklerini red­ deder: AID S'in öpüşm eyle geçm esi olası değildir. Frengi de AIDS de vücut salgılarıyla geçer, dudakların ve dilin yerini dişlerin aldığı vam pir öpüşü dışında herhangi bir öpüşm eyle geçm ez. Ç akal'm G ü n ü n d e, kahram anın öpüştüğü kadının şahdam arını kapıp tutku öpüşm esini ölüm öpüşm esine dönüştürmesi, çok daha gerçekçi bir sahnedir. Vam pirin öpüşü deriyi parçalar, dam ara girer ve karşılıklı öpüşm e ziyafetini bozar; eşlerden biri kendine tek başına ziyafet çeker. Rice'ın rom anında öpüşm e, ısırm a, em m e, beslenme arasındaki çizgiler belirsizdir am a V a m p irle Söyleşi filminde, vam ­ pirin ağız davranışlarına bakıldığında daha az belirsizlik vardır. Isırma, beslenme, em m e bir hayli vardır am a öpüşm e pek azdır kucaklaşm alar, sahnede gerçek öpm e yoktur. Bunun yerine, tipik vam pir öpüşü vardır. Drakula'nın ilk örneğinde olduğu gibi; istekli bakire onun dudaklarının coşkusunu dudaklarında istediği an, dişler ortaya çıkar ve vam pir kızın boynuna girer. En az tehlikelisi telefon seksidir; ne bedene, ne de ruha do­ kunulur. "Şu efsanevi W aler Pik duş m asajı başlıklarından var mı?" diye sorar telefonla arayan kişi, rom ancı N icholson Baker'in çağdaş, se­ 138

vişm e karşıtı Vox uyarlam asında: "Var ama özel takımlarıyla kullanmıyorum. Eve taşındığımda vardı zaten. Küveti yıkarken faydalı oluyor. Ama ben banyodayken - ba­ caklarımın arasına ya da bir başka yere tutmuyorum, koymuyorum. Sı­ radan duş başlığı gibi kullanıyorum. Yaptığım..." "Evet?" "Orgazm olmaya başladığımda mı?" "Evet." "Ben "Evet?" "Ağzımı açıp suyla dolduruyorum. Ağzımdan taşan suyun verdiği his...Orada mısın?" "Konuşmayı bırakma." Nicholson Baker'ın kendi kendine doyum a ulaşan fem m e fa ta le't edebiyattaki ve sinem adaki atası olan vam ptan çok daha az ilginç. G erçek bir vam pir değilse de ahlâki bir vam pir olan bu alelade ka­ rakter Slokcr'm rom anında zam anından önce görünür. On dokuzuncu yüzyılın bitm esinden epey önce, bazı yazarlar, erkeklerin istekle ve coşkuyla boyun eğdiği, cinsel yönden egemen kadınları betim lem ekle ün salm ışlardı. A vukatlık yapan Avustur­ yalI Leopold von Sacher-M asoch'un K ürklü Venüs'ünü [Venus in Furs-1870] okuyan psikiyatr K rafft-Ebing, "m azoşizm " sözcüğünü türetm işti. A şağıdaki m etinde, kahram an G regor, dev boyutlu ya­ tağı destekle-yen koca sütuna kendini bağlatıp W anda'ntn kırbacının şaklam a-larına boyun eğer: Vahşi bir zarafetle gömleğinin kenarları kürklü kollarını sıvayıp sırama vurmaya başladı...kırbaç etimi bir bıçak gibi kesiyordu... Hay­ kırmamak için dişlerimi gıcırdatıyordum. Suratıma vurdu, alnımdan aşağı ılık kan sızarken o gülüyordu..."Birinin tamamen benim de­ netimim altında olması ne büyük bir zevk, hele bir erkekse...Seni paramparça edeceğim, ve kırbacımın her şaklaması zevkimi daha da artıracak. Şimdi, bir solucan gibi kıvrıl, haykır, ağla." Sonunda yorulur, kırbacı bir tarafa atar, kendini divana atar, onu öylece yerde bırakır: 139

O güzel kadına yaklaştım. Bütün zalimliği ve aşağılamalarıyla, bana hiç bugünkü kadar baştan çıkarıcı gelmemişti. "Bir adım ileri," diye buyurdu Wanda. "Şimdi diz çök ve ayağımı öp." Beyaz satenin altından ayağını uzattı ve ben, aşırı şehvetli aptal, du­ daklarımı ayağına yapıştırdım. Onu döven bir el bile yoktur, yalnızca bir ayak sunulur; öpüş onu daha da alçaltır. Kadınların kaplan olduğunu düşünen ve onların ölüm cül ol­ duğunu söyleyen F ransız şair Charles Baudelaire - k i frengiden öl­ m ü ştü r- İkindi Şarkısı adlı şiirinde acı veren kadın düşüncesini edebi bir biçim de anlatm ıştır: Kimi zaman ararım öfkeyi Senin gizemli, karanlık öfkeni. Gagalayarak neşemi acıyla. Isırırsın beni öperken Uzun şiiri D olores' te (1866), İngiliz şair Algernon Sw inburne acısından keyif alır: Öpüşmeler kanlı da olsa, Tüyler ürpertene ve acıtana kadar ısırsa da. Bedensel acı çektirm esi için Acının M eryem ’ine yalvaran şiire de eleştirm enler acı çektirir. K ibar olanları Sw inburne’e dekadan di­ yorlardı: Çarpılmış, yırtıcı dişlerle. Çiçeklenip, gonca veren öpüşler boyu, Sarılmış dudaklarla, ısırılmış. Köpük kan tadını alıncaya. Nabzın atışıyla yükselip alçalan. Gevşeyip gerilen ellerle. Yalvarıyorum sana, cevap ver sunaklarından. Acıların Mcryemi.

140

Acıda yeni zevkler arar: Dudaklardan, köpükten ve dişlerden Y eni bir günah doğm ayacak insana bela. Y a bir rüya çek ilm ez sancılardan?

Ressam Philip Burne-Jones, vam pın gelişim sürecindeki bir son­ raki kesin ham leyi gerçekleştirdi. D rakula'nın başarısından esinlenen B um e-Jones, La Belle D am e sans M erci (A cım asız Güzel Kadın) geleneğine kana susam ışlık niteliği katar. D rakula'nın vam ­ piri kültürel haritaya katm asından on yıl sonra, B um e-Jones Vam­ p ir tablosunu Londra'daki Yeni G aleri'nin yaz gösterisinde sergiler (1907). R esim de, hayalete benzer, yam yam görünüm lü bir kadın bir erkek cesedinin tepesinde havada durm aktadır, cesetteki diş iz­ leri belirgindir. Resm in çarpık erotizm i V iktorya dönem i sonrası anlayışın hoşuna gider. Burne-Jones'un akrabası Rudyard K ipling, bir vam pa âşık olan bir erkek üzerine hayli kötü bir şiir yazar. "Bir aptal vardı ve yal­ varıp yakarıyordu, onu hiç um ursam ayan bir kadına." SacherM asoch’un, kendisine aşırı şehvetli aptal diyen kahram anından kırk yıl sonra, kavram hâlâ yeniydi. 1909’un en başarılı Broadw ay oyunu B ir A ptal Vardı idi. Rudyard K ipling'in şiirinden esinlenerek yazılan oyunda cinsel yönden avcı bir kadın canlandırılıyordu. Fil­ min haklarını ünlü W illiam Fox alm ıştı am a film daha yapılmadan bir başka şirket üstüne atladı ve V a m p iri [The V a m p ire-\9 \2 ] yap­ tı; Filmde, m azbut taşra yaşam ını ve m azbut sevgilisini terk edip kentteki fırsatların peşine düşen bir adam ın öyküsü anlatılıyordu. Orada, vam piri andıran, kötü bir kadınla tanışıyordu, adam yerde um utsuzca yatarken kadın onun m ahvoluşunun karşısında keyiften dans ediyordu. Bir yıl sonra. B ir Aptal Vardı [A Fool There W as-1914] si­ nem aya uyarlandı. Bu, Theodosia G oodm an'm ilk filmiydi. Film ve Theda Bara sahne adıyla G oodm an para getirdi ve bir sinem a vampı doğdu. V am pirin kısaltılm ışı olan bu terim , kısa zam anda A m e­ rika'da fe m m e fa ta le yerine geçti. B ir A ptal Vardı'da, kadın Av­ 141

rupa'daki görevine gitm ek üzere olan, geleceği parlak bir diplomatı ayartır. M esleği, parası ve evliliği tükenen, ahlâkı kuruyan kah­ ramanı vamp Bara da terk eder. Karısı erkeği yeniden kabul etm ek üzereyken, vam p geri döner ve em reder, "Öp beni, aptalım !" Erkek onun kollarına koşar, kötülük böylece galip gelir. Dönemin kadınlarının pek çoğunun tepelerde bir yerde erişilm ez olması yüzünden, vam pın saldırgan cinselliği özellikle iç gıcıklayıcıdır. Dönem iyi kızların siyasal açıdan cesur olduğu bir zam andı ve bu pek çok kişiyi kaygılandırıyordu. Sinem a tarihçisi Herbert Reynolds, efsanevi erkek vam pirin şevkle kadın vampa dönüştürülm esinin, fem inist dalgaya bir tepki olduğunu öne sü­ rüyordu (açıkça evrensel bir onay talep ediyorlardı.) Pek çok kişi, geleceğin bağım sız kadınının bir erkek-yiyici olm asından kor­ kuyordu. Film ler bu korkuyu besliyor ve korkutucu vam p kişiliği bunu olanca gücüyle körüklüyordu. T heda Bara; aralarında Salome, M adam e duB arry ve K leopatra'nın da bulunduğu, tarihin şöhretli vamplarm ı oynayacaktı. Öpücükleri ahlâksal açıdan öl­ dürücü olan dişi, giderek tehditkâr bir hale gelen bir öldüren cazibe olacaktı. Vamp. erkekten daha öldürücüydü. Vam pir film leri azdı am a vam plar ortalığı kasıp kavurdu. Glenn Close'un Öldüren Cazibe'deki (1987) rolü, sado-m azoşist vam p efsanesinin m odern uyarlam asından başka bir şey değildi: öldürücü olan bağım sız k a­ dın. Femme fa ta le listesi, G arbo'yu da kapsayacaktı. Garbo'nun buz gibi güzelliği uluslararası izleyicinin ateşini yükseltm işti ve E t ve Ş eytanda (1927) John G ilbert'la öpüşmeleri edepliliğin sınırında olarak nitelendiriliyordu. G ilbert, sessiz si­ nemanın büyük âşığı V alentino'nun ardılıydı ve G arbo'nun gerçek yaşam daki sevgilisi olduğu söylentileri dolaşıyordu. Bu da coş­ kuyu artırıyordu. Y önetm en ve kam eram anın Et ve Şeytan'm setini parm ak uçlarında terk ettiği, çünkü iki yıldızın sahne sona erdiği halde öpüşm eye devam ettikleri söyleniyordu. Bugün G ilbert’ın öpüşm eleri tuhaf bir biçim de edepli görünüyor. Ama G arbo'nunkiler değil. Garbo yasak bir ilişkisi olan evli bir kadını oynar: "Tek Özrüm seni sevm em," der Gilbert'a. G ilbert, zinacı değil, ama bir cen­ 142

tilm en olm ast beklenen bir subaydır ve onu ilk kez tren is­ tasyonunda gördüğünde karşı konulm az biçim de çekiciliğine ka­ pılır. K alabalık bir balo salonunda onu bir kez daha gören Gilbert dansa kaldırır ve G arbo dans etm ek için kalkarken ona önce du­ daklarını yaklaştırır. Dans ederlerken ikisinin dudaklarının ya­ kınlığı örtük bir öpüşm edir. Kısa süre sonra G ilbert onu balo sa­ lonundan çıkarıp bahçedeki boş patikaya götürür. G arbo, tenha­ daki bir banka oturur. G arbo'ya vurgun olan ve cesaretinden şaşkına dönen Gilbert, yanına oturur ama ağdaki sinek kendisidir. "Kimsin sen?" diye sorar. "N e fark eder ki?" Bir sigara ister; artık çekiciliğini yitirm iş es­ ki bir cinsel sim gedir. G arbo, sigarayı yakm ak için erkeğin du­ daklarına yerleştirir. Kibritin ışığında yüzlerinin birbirine yak­ laştığını, Garbo'nun ona doğru eğildiğini görürüz. G arbo kibriti üfleyip söndürür. "Biliyorsun herhalde...kibriti söndürdüğünde," der G ilbert. "bu öpüşm eye davettir". Y anıl gelm eyince G ilbert daveti kabul eder. Ö püşm e yakın plan çekilir, kafaları ve om uzlann bir bölümünü görürüz, kam eranın yakından odaklanm ası yoğunluğu artırır, yatay planda G arbo vardır, koluyla boynuna sarılıp Gilbert'ı kendine çeker. Saldırgan odur, beklemeyen kadın. Bu film in ünlü öpüşm e sahnesi G arbo'ya özgüdür; hareketli ve yatay: B ir divanda yatar, başı yastıktadır; G ilbert ona doğru eğilir ve dudaklarını yanağına bastırır. Ü niform asının açık yakasından girm iş olan eli ensesinde, G arbo, dudakları aralık, onu kendine çeker. Bu öpüşm e edepli olsa da tutkuyu yansıtır. Sonra konum ları değişir. G ilbert divana uzanır, G arbo oturur ve üstten uzun uzun onu dudaklarından öper. Yine elini kullanır; bu G arbo öpüşm esinin im zalarından biridir, ve G ilbert'in başını uygun konum da tutar. Bu­ rada, G ilbert yukarıya doğru bakan başıyla, sonraki film lerde kadın öpücüklerin başlıca karakteristiklerinden biri olacaktır. M ata H a rf de, G arbo'nun öpücüğü M eryem 'in kandilini söndürm üş ve kutsal olan her şeyi yok etm işti. Film izleyicisi, ka­ dının ön planda olduğu her an doğal olm ayan, kötü bir şeylerin su­ nulması geleneğinin farkına çoktan vardı. Ö ldüren Cazibe'nin to­ 143

humu buradadır. Bu tohum filizlenip, rom ancı M artin Am is'in Londra Çay ır la n m n karşı-kahram anı N icola Six için yarattığı gülünç ve m üstehcen K am a Sutra'ya dönüştü; "N icola'nın dili uzun ve güçlü, diken gibi sivri uçluydu. O ağız derin bir kaynaktı, derin bir ya­ lanlar ve öpücükler kaynağı." H er şeyi bilen anlatıcının lafını sa­ kınm adığı ortaya çıkar. V am p N icola'nın öpüşleri sımsıkı bir du­ dakla yapılabilir ya da sahte-bakirem si olabilir, ya da "diş muayenesi gibi ayrıntılıdır, bu öpüşlerden diş taşlarından tüm üyle kurtulm uş olarak çıkarsın. G ül G oncası, Kuru U ygulam a, Herkesinki, Ön D işlerin Çarpışm ası..." Liste sürer. Belirli bir nedeni olm asa da N icola'nın en çıkarcı ve yönlendirici m anevrası Yahudi Prenses Öpüşmesi olarak adlandırılır: Z engin, kaba, g en ç, balık elin d e...Y ah u d i Prenses dilden ibaretti - ama ucu d eğ il g ö v d e si v e eti: hayvani dil. Burada, dil her organın görevini yerine getiriyor, kadın v e erkek, kalp d e dahil. (Ö püşm e) s o ­ padan çok bir silah ...n ered eyse kullanılam ayacak kadar güçlü. Yahudi Prenses aşırıydı. U ygu n anda uygulandığında, bir erkeği elin d e çek d efteriyle yere d iz çöktürürdü... Bu öp ü şm eye Y ahudi P renses deniyordu - bağışlanm ayacak şekilde. A m a öpü şm enin kendisi de bağışlanam azdı. Yahudi Prenses bağışlanam azdı.

Amis'in duygusallık içerm eyen öpüşlerinin uyum luluğu, öpüş­ m eyle ilgili bilgilerim ize pek az katkıda bulunuyor. Y aptığı şey, cinsel yönden erken gelişm iş, yönlendirici Yahudi fahişesi kli­ şesini güçlendirm ek. V am p ve vam pirin bastırılm am ış cinselliği, bizimki gibi cin­ sellikte nefret-aşk ilişkisi yaşayan toplum larda onları kudret sim ­ geleri yapıyor. A ncak, tersine, Batı kültürünün en ünlü öpüşmesi cinsel aşk ya da cinsel günah öpüşm esi değil. O, Yahuda'nm İsa'ya ihsan ettiği söylenen öpücük. Y ahuda'nın öpücüğü ve ona atfedilen am açlan belki de insanlık hakkında bilm ek istediğim izden çok da­ ha fazlasını gösteriyor.

144

\ N \ V S S X N N N N ^ N ' S X \ ,N \ N N \ X \ \ ,^ N N \ V N N X X X N / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / ^ ■ ^ ^ ^ / ^ ^

\ X

**

Şeytan'ın öpücüğü

/ ' / /V / / / / / /

/ / / / / /

*********************

с

ahuda, bize Incil'in ve yüzyıllar boyunca tanrıbilim inin söy­ lediklerinin Tanrı’nın iradesi olduğunu savunduğu için tarih tarafından lanetlenm işti. "Y ahuda olayında" diye yazar Augustinus, "kendisi ne k adar da büyük bir iyilik yaptı." A m a Tanrı onu yine de cezalandırdı, Yahuda’yı ihanetle eşanlam lı yaptı, ama, der A u­ gustinus, inananlar kafalarını böylesi çelişkilerle m eşgul etm em e­ liler, "K utsal K itap'ta saklı olan gizem leri, inanm anın basitliğiyle yetinenler m erakla incelem ezler...inançsızlar itiraz eder." İtiraz edelim . Yahuda'yla ilgili söyleyecek iyi bir şey bulm ak zor, ama öyküde üç ihanet olduğunu anım sam akta yarar var: İsa'nınki, Yahuda'nm ki ve karşıtına dönüşen öpüşm e fikrinin ta kendisi. Gelin 147

baştan başlayalım , yam yam lıkla ve onun kurban etm e biçim inde kurallaşm asıyla. İnsan etinin tadından hoşlanm a, intikam ve açlıktan ölm em ek isteği yam yam lığın belgelenm iş güdüleridir. B ir insanı yiyenin o insanın cesaret ve gücünü de sindireceğine dair büyüsel bir inanç vardır. İsa'nın kurban edilm esinin asıl etkenlerini hayatta kalm a ve büyü oluşturuyordu. H ıristiyanlık yaşayacak ve insanlık İsa’nın er­ dem lerini kazanıp kurtulacaktı. İsa'nın etini gerçekten yiyen ol­ m asa da sim gesel yam yam lık Hıristiyan ayinlerinde ve ef­ sanelerinde büyük önem taşır. H induizm , M üslüm anlık, Y ahudilik ve H ıristiyanlık öğretile­ rinde büyük önemi olan kurban etm e kavram ı, tarihöncesi çağlarda etin paylaşılm asından kaynaklanm ış olabilir. Avcılar, günün avını paylaşırlardı. Daha sonraları, koyun sürülerine sahip olduklarında, kan ve et tanrılarla paylaşılırdı. B üyük kahram anlar başarılarını şölenlerde anlatırlar, şölene katılanlar bir insan ya da hayvanın vücut ve kanını paylaşırlardı. K aliforniya'da katılm ış olduğum bir öğrenci partisinde, tandırda dom uz kızartıldı. D om uz pişince parçalanıp iştahla yendi, ağızlarım ızdan sular akıyordu. Bizim ki daha çok saçm a bir kurban kesm eydi, bir gençlik ayiniydi; am a geleneksel kurban kesm e pek çok dinde kurallaşm ış, ayinsel bir işlem dir. İsa'nm ki gibi öyküler m itolojide yaygındır - Osiris, A donis ve Attis kültlerinde. Bu öykülerde çoğu zam an kurbanla kurban eden arasında yakın bir bağ vardır. G ünüm üzde Paskalya olarak kut­ lanan günlerde, antik çağda her yıl bir hafta boyunca A ttis kut­ lamaları yapılırdı. Bir zafer alayı geçer ve tahtta oturan bir erkek Atlis'i sim gelerdi. Tören bu erkeğin, yani tanrının ölüm üyle sona ererdi. İsa'nın ölüm ünün ardından Paulus'un etkisiyle, Attis kutsal bir tanrıdan gezgin bir Yahudi vaize dönüşm üştür. İncil’deki en eski yazılar olan özgün M ektuplar'Az., Paulus Yahuda'mn ihanetini bilm ez görünür. Yahuda'nm ihaneti öyküye son­ radan eklenm iş, öpüşü İsa yam yam lığının ilk lokm ası olm uştur. B ir aşçının dum anı tüten yem eği tatm ak için dudaklarını kaşığa değdirm esi gibi, Yahuda da sim gesel olarak İsa'nın etini tadar. 148

Ö püşm e yem e taklididir - bir insan başka bir insana etini yi­ yebilecek kadar yaklaşm asına izin verdiği için öpüşm e güveni gösterir am a yam yam lık karşıtı tabular (ve acı çeken arkadaşlar) bunu önler. Ö püşm e, yutm adan yem edir. Aşai R abbani'de, et çiğnem enin yasaklanm ış olm asının rastlantı olm adığına inanıyorum . Ama ekm ek yenir. A slında, suçun o kadar büyük olduğu hissedilir ki, ayine katılan, olayı yeniden temsil et­ meli ve İsa'nın öldürülm esinde suçsuz olduğu tekrar tekrar teslim edilm elidir. Zam an zam an fanatik dindarlar kanını içm ek için kuzu öldürürler. Dokuz kişiyi öldürüp kanını içen John H aigh, İn­ giltere'de, Levves'te 1949 yılında ölüm cezasına çarptırıldı. On yedi yaşındayken ilahiyat ödülü kazanan Haigh, İsa’nın çarm ıhta uzun süre acı çektiği düşüncesiyle acı çekm işti. D okuz kurbanının hiçbir şey anlam adan çabucak ölm esine dikkat etm işti, onları arkadan ta­ bancayla vurarak ya da başlarına sopayla vurarak öldürm üştü. K uzunun kanını içerek kurtulm a fikrinden derinden etkilenen H aigh, art arda kan içm e rüyaları görüyordu, ve bir gün bir otom obil kazası geçirip yaralandığında kendi kanı ağzına gelince, bunun "ilahi bir kılavuz" olduğuna karar verdi. H er cinayetten son­ ra, Haigh çakıyla kurbanın şahdam arını kesiyor, bir bardak kan doldurup içiyordu. Son Akşam Y em eği'nde İsa etini ve kanını sim gesel olarak sun­ muştu am a H ıristiyanlık yaşam ak için, daha dram atik olan gerçek şeyin kurban edilm esine gereksinim duydu. İsa ölm edikçe kurtuluş olm ayacaktı. Bu yüzden, kurtuluş peşindekiler İsa’nın ölüm ünü ar­ zuladılar. Kan tutkusuna teslim olm ak, nedeni ne olursa olsun, bü­ yük bir suç sayılırdı, sıradan insanlar arasında olduğu gibi. O za­ man, kodam anlardan başkaları suçlanm alıydı. Paulus'un yazdığı m etinlerde sorum lu yoktur. Sonraları öykü İncillerde yeniden an­ latıldığında günah keçisi ortaya çıktı: bu ihaneti sonraki uyarlam a­ larda eklem iş olan Y ahuda'ydı. H ıristiyanlık'ın suçunu Yahuda ta­ şıyor.

149

İsa'nın ölüm ünden çok sonra yazılm ış olan dört İncil, bazı nok­ talarda birbirleriyle çelişir ama sonuçla aynı öyküyü anlatır. İsa, Son Akşam Y em eği'nde ihaneti önceden görür ve Son Akşam Yem eği'nden sonra on iki havarisiyle birlikte G etsem ani Bahçesi'ne doğru yola çıkar. İsa ihanetin gerekli olduğuna inanır ve kim senin bunu engellem em esini sağlar. M uhbir olarak İsa'nın düşm anlarının hizm etine giren havari Y ahuda İskariyot, İsa'nın hangisi olduğunu anlayınca onu tutuklayacak olan bir grup adam la gelir. İşaret, se­ lam öpüşmesidir. Yahuda gelince, "Rabbi, rabbi," der ve İsa'yı öper. Bütün öpüşler gibi bu da özel olanı belirleyen bir öpüştü ama bile bile öpüşm enin asıl hedefini tersine çevirm işti. Y ahuda İskariyot’un öpüşü yalnızca İsa'ya ihanet değil jestin sim gelediği an­ lam lara da ihanetti; dostluk ya da sevgi göstergesi olduğuna inandığım ız bir jestin kötüye kullanım ıydı. "Bir dostun açtığı yaralar güvenilirdir" der Eski Ahit, "am a düşm anın öpüşleri al­ datıcıdır." (Süleym an'ın M eselleri, 27:6) M etinlerdeki tek ölüm öpüşü Y ahuda'nınki değildir. Eski A hit'te, bir selam öpüşünün ortasında, Yahuda'nın İsa'ya göndere­ ceği selam gibi, G eneral Joab rakibi A m asa'yı kılıcıyla öldürür: Ve Joab dedi ki Amasa'ya, kardeşim sağlığın iyi mi? Ve Joab öpmek için sağ eliyle Amasa'yı sakalından tuttu. Ama Amasa Joab'ın elindeki kılıca hiç dikkat etmedi: o da Amasa'nın beşinci kaburgasına kılıcı soktu ve barsaklarını yere döktü, ve bir daha vurmadı; o ölmüştü. ( II Samuel 20: 9-10) T ek ihanet öpüşü Y ahuda'nınki de değil. Y akup, erkek kar­ deşinin kılığına girerek bir öpüşle Esau'nun mirasını çalar: Ve babası İshak ona dedi ki, Yaklaş şimdi ve öp beni oğlum. Ve o yaklaşıp onu öptü: ve giysisini kokladı ve onu kutsadı. (Yaradılış 27: 26-7) Joab olayında olduğu gibi Y ahuda'nın öpüşü cinayetle biter; Yakup'un olayında kurnazlık kullanılır. 150

Yahuda ve İsa'nın öyküsü, Kutsal Kitap'ta ilk olm asa da MS 70'te M arkos tarafından yazılm ıştır. M arkos İncili İsa'nın ihanetin gerçekleşeceğini bildiğini ancak bundan kurtulm ak için herhangi bir adım atm adığını öne sürer. Son Akşam Y em eği'nin ortasında, "O turm uş yem ek yerlerken İsa dedi ki, size doğrusunu söyleyeyim , sizden biri, benim le yem ek yiyen biri beni ele verecek." (M arkos 14: 18) İsa ve Y ahuda'nın ihanette işbirliği yapm ış oldukları öne sürülür. İsa’nın, Hıristiyanlık'm yaşam ası için Y ahuda'ya ihanet et­ mesini em retm iş olduğu bile söylenir. Y uhanna'nın yorum unda, İsa "Biriniz bana ihanet edecek" açıklam asını yaptığında, ona kim ol­ duğunu sorarlar, o da, şaraba batırdığım ekm eği vereceğim kişi ya­ nıtını verir. "V e ekmeği şaraba batırıp, Sim on'un oğlu Y ahuda İskariyot'a verir. Ve lokm adan sonra Şeytan onun içine girer. Ve sonra İsa ona der ki: Yapacağını tez yap." (Y uhanna 13: 26-7) İsa, G etsem ani Bahçesi’nde, kaderle olan randevusunu ger­ çekleştirebilm ek için uyuyan havarilerini uyandırır. "K alkın, gi­ delim , bak işte, işte beni ele veren geldi." (M arkos 14: 42) Sonunda ihanet anı gelir. Yahuda, kılıç ve sopa taşıyan kalabalığın içinden öne çıkar: "O na ihanet eden onlara işaret verdi, dedi ki, kimi öpersem İsa odur, alın onu tutun ve güven altında götürün. Ve gelir gelm ez, hem en yaklaşıp Rabbi, Rabbi diyerek onu öptü. O nlar da üzerine el atarak onu tuttular." (M arkos 14: 43-6) İsa'nın adam larından biri direnm eye kalkışıp saldırganlardan bi­ rinin kulağını kesince İsa, kılıçla yaşayan kılıçla ölür sözünü söyle­ yip yakalanm anın aslında kendi seçim i olduğunu açıklar: "Yoksa Baha'm dan yardım İşleyem eyeceğimi mi sanıyorsun? İstesem he­ men şu an bana on iki tümenden fazla m elek gönderir. A m a o za­ man böyle olm ası gerektiğini bildiren Kutsal Y azılar nasıl yerine gelecek?" (M atta 26: 53-4) Y uhanna İncil'inde de İsa bütün direnişi durdurur ve kaderiyle yüzleşm eyi seçer: "K ılıcını kınına koy. Ba­ bamın bana verdiği kâseden içmeyeyim mi?" (Y uhanna 18:11) Bazı bilginler İsa'nın neden teşhis edilm esi gerektiğini düşün­ m üşlerdir. İsa K udüs’te açıkça vaaz verirdi ve hakkındaki tu­ tuklam a emri yerine getirilebilecek kadar iyi tanınıyordu. Bu konu 151

b ir zam anlar Hıristiyan lan o kadar kaygılandırıyordu ki, Jacopus de V oragine, on ikinci yüzyılda yazılan A ltın E fsa n ede, İsa'nın ona çok benzeyen kardeşi Jam es'ten ayırt edilm esi için Yahuda'nın öpücüğünün gerekli olduğunu ortaya atar. Bazılarıysa askerlerin Rom a'dan yeni gelmiş olduğunu söylem iştir. Ne olursa olsun, as­ kerlere talim at verm esi, onları bahçenin girişine götürm esi ya da yaklaşm ası gerekiyorsa yalnızca İsa'yı işaret etm esi Y ahuda için daha kolay ve daha az tehlikeli olm az mıydı? Ama uzaktan parm ağıyla işaret eden Yahuda öpücükle ihanet eden bir günah keçisi kadar dram atik olmazdı. Ö püş öyküde mu­ cizeler yaratıyor. İyi adam ile insan biçimindeki kötülük ve de, kurban edilecek ile kuzuyu kurban edilm eye götüren arasındaki ya­ kınlığı gösteriyor. Luka İncili'nde, Yahuda yaklaşırken İsa der ki: "Yahuda, İnsanoğlunu bir öpücükle mi ele veriyorsun?" Bir karaayin gibi öpüş ihanet eder, çünkü iyinin tersine çevrim idir. Yahuda el sıkarak ihanet etm iş olsaydı bu kadar güçlü bir sim gem iz ol­ mazdı. Yahuda ve İsa'nın arasındaki öpüşm enin niteliğiyle ilgili bazı sorular var. Belki de hiç gerçekleşm em iş olan bu öpüşm e pek çok tartışm aya konu olm uştur. Altın Efsane'nin ortaçağ yazarı İsa'nın yüzünden öpülm üş olduğuna em in olsa da Yahuda ululam a ya da saygı gösterm ek için İsa'yı ayağından, elinden ya da giysisinin ucundan da öpmüş olabilirdi. Ya da A m asa’yla Joab'ın öpüşm esinde olduğu gibi -k i M arkos'a İsa'nın öyküsüne bir öpüşm e kalm a fik­ rini verm iş o lab ilir- Yahuda İsa'yı bir eliyle sakalından tutup yü­ zünden öpmüş olabilirdi. Yunan İncili üzerine bir çözüm lem e ya­ pan K irk Hughes, öpüşün yüzden, hatta dudaktan olabileceğini, çünkü ululamadan çok (ya da ululam a taklidi) bir yoğunlaşm a öpüşü olduğunu öne sürer: "Yahuda İsa'yı 'öptüğü' anda (kataphileo; M atta 26: 49; M arkos 14: 45) öpüşü (philcö) şiddetlenir (kataphileö; Luka 7: 3 8 ,4 5 , 15: 20; eylem ler 20: 37) İncillerin hep­ si bunu söyler. En az iki dudak am a belki de dört. Y ahuda İsa’yı dudaklarından öpmüş olabilir." Y oğunluğu hissetm iş olan, öpüşm e yazarlarından çok İncil yazarı olmalı.

152

Yahuda gizli ajan m ıydı? B ir tür Scarlet Pim pertıel miydi? Y ir­ minci yüzyılın en bilgili yazarlarından Jorge Luis B orges -ku rtu lu ş a ja n ı- Yahuda için şöyle der: "K urtarıcı'nın ayırt edilm esini sağlayan adam, eylem lerini en iyi biçim de yorum lam am ızı hak ediyor." A m a bu yapılm adı. Bugün birine "Yahuda" dem ek ona hain dem ektir. K oyun olsun, inek olsun, bir canlıyı kesim e götürenlere Yahuda denir; kendi türünden hayvanlan tuzağa düşürm ek için kullanılan hayvanlara da. Bıldırcınları Y ahudalar'a dpnüştümne yöntem i mide bulandırı-cıdır. B ir bıldırcın yakalanır, kör edilip ka­ fese konur. Bıldırcın acı içinde ağlar ve bu acılı çağrılar kısa sürede öbür bıldırcınları çeker ve onlar da öldürülürler. Cezaevlerinde gar­ diyanların m ahkûm ları gözetlediği kapı deliklerine m ahkûm lar Y a­ huda deliği adını takm ışlardır. Edebiyatçı G eorge Buttrick, "Bir çocuğa ya da hatta bir köpeğe bile Y ahuda adını verm eyiz," diyor. "O ysa güzel bir ad. Judah'tan geliyor, övgüye değer dem ek." Artık değil. Ö lüm öpücüğü verm enin de m etaforik bir anlamı var: Başarı­ sızlık güvencesi veren onayın dile getirilm esi. Y ahuda'nın ihanetinin, kayıtlardaki en alçakça suç olarak de­ ğerlendirilm esi sürüyor; am a dikkatle okunacak olursa suçlu İsa gi­ bi görünüyor. Y ahuda’nın bunu yapm asını o ayarladı ve yapılm a­ sını istedi, böylece Kutsal Kitap'ın dediği olacaktı. İsa, Tanrı'nın ihaneti gerçekleştiren aracının günah keçisi olacağını biliyordu. Böylece, İsa, Yahuda ya ihanet etti. Y ahuda'nın kaderi İncil'den İn c ile farklılık gösterir. Çoğu yo­ rum cular Y ahuda'nın bunu para için yaptığına inanır, buna göre Luka İncili'nde bir tarla satın aldığını okuyoruz. Am a Yahuda'nın huzurlu bir tarım yaşam ı olam adı: Y ahuda'nın kötülüğü bedenini o kadar doldurdu ki sonunda patlayıp açıldı ve iç organları dışarı fırladı. Altın Efsane kan ve barsaklar bölüm ünü abarttı am a olağanüstü hassas bir duyguyla İsa'yı öpm üş olan ağıza korkunç bir şey olm asına razı olam adı. Y ahuda, "orta yerde patlayıp param ­ parça oldu ve bütün barsakları döküldü". Ama, "Barsaklarını ağzından kusm adı çünkü o ağız kirletilem ezdi, İsa'nın muhteşem yüzüne dokunm uştu çünkü." 153

Şeytan ilk kez sonraki iki İncil'de entrikaya girer, Luka ve Yuhanna İncilleri'nde. Arlık İsa'nın ölüm ünü isteyen Şeytan'dır, Tanrı Baba değil; Y ahuda Ş eytanın ajanı olur. "Sonra Şeytan On İkilerden biri olup İskariyot diye adlandırılan Yahuda'nın içine gir­ di," diye yazar Luka. "Y ahuda gitti, başkâhinler ve tapınak ko­ ruyucularının kom utanlarıyla İsa'yı nasıl ele verebileceğini ko­ nuştu.” (Luka 22:3-4) Y ahuda’yı T an rın ın isteği için suçlam anın haksız ve akıl dışı olduğunun fark edilm esi üzerine Şeytan entrikaya sokulm uş olabilir. Yuhanna'ya göre Incil'de yararlı olacağı düşünülen pek çok hata ya da değişiklik yapılm ıştır. Y uhanna’da suçlu olan yalnızca Y ahuda değil "Y ahudilerdir". K endini savunm a am acıyla, MS 250'de Talm ud'da öykü yeniden yorum lanm ıştır. Öykü M arkos ve M aıta'nınkiyle, öpüş de dahil, temelde aynıdır am a burada İsa büyücüdür, safları putperest olm aya kandırır ve Yahuda cesur bir gizli ajandır. Ö ykünün sonunda Y ahuda, bahçesindeki bir lahana sapından İsa'nın bedenini yaratarak diriliş inancının yayılm asını engeller. Bu yorum asla kabul görm em iştir. İnançlı Y ahudiler arasında bile pek bilinm ez. Ve yüzyıllar boyunca Yahuda ve adaşları olan Y ahudiler (İsa'nın çocukları olarak değil Yahuda'nın çocukları olarak tanım lanırlar) H ıristiyanlık'ta istenmeyen adam ol­ muşlardır. Tanrılarının aşk Tanrısı olm ası gereken H ıristiyanlar insan kur­ ban etm e suçlarının, dinlerinin yaşam asını sağlayan cinayetin yükü altında ezilm işlerdir. Suçları o kadar büyüktü ki İsa'nın ölüm üne yol açan olay lanetlenm iş ve Y ahuda'nın öpücüğü Y ahudilere baskı yapm a nedeni olm uştur. Akadem isyen Hyam M accoby, Yahuda İs­ kariyot ve Yahudi Kötülük M iti kitabında bu gelişim i çözüm ler. "En ateşli bir biçimde ölüm ü arzulayan insanlar, çünkü kendilerine kurtuluşu getireceğine tamam en inanm ışlardır, ölüm gerçekleşince keder ve dehşet içinde kalırlar...K ederleri derinleştikçe H ıristiyan cem aatleri arzuladıkları ölüm den kendilerini o denli uzaklaştırırlar, günah keçisi Y ahuda da o denli suçlanır." Yahuda, der M accoby, onların adına İsa'yı öldürm ek için "yetkilendirilm işti". "Her Paskalya'da Pilatus gibi ellerini yıkayarak ve İsa'nın ölüm üne ağlaya­ 154

rak onun ölüm ündeki suç ortaklıklarından kurtulm aya çabalarlar. Yahuda ve Yahudileri ne kadar kötülerler, onlara ne kadar nefret kusarlarsa kendilerini sorum luluktan o kadar uzaklaştırırlar." Yani, iyi insanlar artık tam insan sayılm ayan ve cezasız kalmış Yahudilere kötü davranabilir. İnsanbilim cilerin, burada yararlı olabilecek ve pseudotüryaratm a olarak adlandırdıkları bir kavramları var. "Pseudo" sahte dem ek, "tür yaratm a" da genetik olarak benzer­ siz, zam an içinde evrim sonucu gerçekleşen yeni türlerin oluşm ası dem ek. Pseudotüryaratm ada, değişim ler genetik değildir. Bir top­ luluk içinde kuşaktan kuşağa aktarılan farklı gelenek ve düşünceler o topluluğa gerçekle kendilerinin ayrı bir tür olduğu yönünde yan­ lış bir izlenim verir. İnsanlarda pseudotüryaratm a, bir topluluğun kendini öbür topluluktan çok farklı saym asının yanı sıra, o top­ luluğun öbür toplulukla olan ilişkilerinde farklı ölçütler uygulam ası anlam ına gelir. İç-lopluluk üyelerine yiyecek ve barınak sağlanır­ ken dış-topluluk üyeleri, örneğin soyulur. En uç durum larda, pse­ udotüryaratm a başka toplulukların insan sayılm am asıyla sonuçla­ nır. D ış-topluluk yalnızca insan sayılm am akla kalm az, çekinm eden yaralanır ya d a öldürülür. Bunu şem panzeler de yapar: Bebeklerin çoğu yetişkinler tarafından korunur am a başka sürüden gelen yavru "şem panze sayılm az” ve bir av hayvanı gibi öldürülür. İnsanlarda bu durum savaş dönem lerinde kısa süreli ya da ön­ yargılar var olduğunda uzun süreli olarak yaşanır. H epim iz ya­ bancılara öfkem izi gösterm em iz gerektiğinde daha az çekingenizdir, ve belli sınırlar içinde, en hoşgörülü ve en terbiyeli insanlar bile yolda öteki sürücüleri insan saym ayabilir. Londra'da, kısa bir süre önce, aracına bindiğim bir kadın arkadaşım , önünü kesm eye kalkışan saldırgan bir sürücüye küfretm eye başladı am a birden onun tanıdık biri olduğunu fark etti. Öfkesi derhal geçti ve ar­ kadaşım sürücüye gülümsedi ve öpücük gönderdi. Zam an içinde İsa'nın yakalanm a öyküsü yenilendi, Yahudiler lanetlenebilsin, insan sayılm asın, pseudotür yaratılsın diye. Böylesi, güçlü Rom alılara saldırm aktan daha güvenliydi. G iotto'nun (1276-1377) Yahuda'm n Ö pücüğü freski iki adamı yüz yüze, Y ahuda'm n kolu İsa'nın om uzlarına dolanm ış ve pelerini 155

İsa’yı sarm ış olarak betimler. Kalın yüz hatları olan bir Y ahuda Neandertal mi? Cüzam lı m ı? - öpm ek üzere öne doğru eğilm iştir İsa dik durm aktadır. Ya da belki G iolto öpüşten hemen sonraki anı betim lem iştir, Yahuda'nın gözlerinin içine sertçe bakan İsa her ikisinin de kaderinin m ühürlendiğini fark etmiştir. Caravaggio 300 yıl sonra yaptığı İsa'nın AUmşı'nâ&, benzer bir görüntü sunar. Yahuda İsa’yı kolundan sıkıca kavram ıştır, sanki sa­ rılacaklarm ış ya da sarılm ış da birbirlerinden yeni ayrılm ış gi­ bidirler. Yahuda'nın yüzü koyu, çizgileri kabadır. İsa ve Yahuda birbirlerine dikkatle bakm aktadırlar. İkisi de dudaklarını büzm üştür. Dudaklar çok belirgindir. İhanet öpücüğü havada salınmakladır.

İsa'nın çarm ıha gerilm esini canlandıran oyunlarda, Yahuda'nın saçları şeytan gibi kızıldır, ortaçağın ihanet sim gesi olan sarı bir giysi giyer. Nazilerin Y ahudiler için sarı işaret seçm esi bir tesadüf olmayabilir. Brian M oore'un 1995'te basılan The Statem ent adlı romanı çağdaş Fransa'da geçer. Y etm iş yaşlarındaki bir Fransız Nazi savaş suçlusu birden, kendisini yarım yüzyıldır koruyan kiliselerin ve manastırların düşman saflarına katıldığından kuşkulanır: "Derken başrahip dedi ki, 'Pierre, bunu söylem ek çok zor ge­ liyor am a...sana yatak verem eyeceğim , bu gecelik bile. Am a sana para yardımı yaparsam m utlu olacağım .1" Savaş suçlusu parayı reddeder. "Benim için dua et," der. Başrahip, geçmişte pek çok kez yaptığı gibi ağır ön kapıyı açar, onu hafifçe kucaklayarak uğurlar. "İyi yolculuklar, Pierre." "Yahuda'nın öpücüğü..."

Şimdi yürüyüp giderken, beni izlediğini, ihanetini nasıl de­ ğerlendirdiğimi görmek için beklediğini biliyorum. Bir asker gibi yürü. Sol, sağ, sol, sağ. Hain başrahip gibi m afya patronlarının da ölüm öpücüğü gelene­ ğini sürdürdükleri söylenir. Baba II [Godfather //]'de, M ichael Corleone Fredo'yu dudaklarından öpüp ölüm e gönderir. M afya pat156

ronlarına, kim liklerinin belirlenm em esi için halk arasında öpüşm em elerinin söylendiği gerçekse, bu film lürü yeni bir kar­ deşlik sim gesinin yanı sıra birlikte bizi aynı ölçüde korkutacak bir sim ge bulm ak zorunda. İhanet tokalaşm ası etkisiz olur. Ve, bir ihanet aracı olarak kullanılacak öpüşm eden başka hiçbir sim ge bizi bu kadar korkutam az. Y ahuda’nın öpücüğü ağızda acı bir tat bırakıyor. G örünüşte m a­ sum toplum sal öpüşm eler de aynı ölçüde hilekâr olabilir. Şem ­ panze kuzenlerim iz herhalde bunu içgüdüsel olarak yapıyorlar. V e bir gün anladım ki, insanlar da böyle yapıyor.

157

V * \ 'V V x / V V / V V '^ V y '/ V V / V V ^ \ - V V \ - \ - V y 'V V v V V V \ -

Yalvaran ayinler

VVVV/V/'/'/VV’/VV'/'/7’/'/VVVV'/V’/ ’/ ’/V'/V'/VVV y

e

orm an M ailer, onunla söyleşi yapm aya gittiğim de beni öptü. A m erikan edebiyatının yaşlı güm üş-sırtlı gorili beni oteldeki süitinin önünde görünce "Seni anım sıyorum ” dedi ve yanağım a bir öpücük kondurdu. Kendim i hiç kandırm adım . Ö pm esinin amacı The Tim es'da ona karşı kibar olm am ı sağlam aktı. B ir yıl kadar önce onunla bir dergi için söyleşi yapm ıştım ve yazım saldırgan ol­ m uştu. Bu kez beni silahsızlandırm ak istiyordu. Ö perek sa­ kinleştirm ek, pek çok türün de bildiği gibi, gerilim i azaltır, güçlüyü tatlılaştırır, o an için yatıştırır ve statükoyu kabul ettirir. M aym unlar bunu yapar, balıklar bunu yapar, rahipler bile bunu yapar ve elbette Fransızlar yapar. Parisliler her iki yanaktan öpüşerek birbirlerini selam larlar ve daha sıcak olan Provence'da en F IIÖ N /Ö p ilşm e

161

az üç kez öpüşülür. Doğu A vrupa liderleri (araları iyiyse) tombul yanaklarını birbirine bastırırlar. Sovyetler Birliği başkan [arından Brejnev Doğu A lm anya başkanlarından Honecker'i m ükem m el bir biçim de dudaklarından öperek onu resmen kendisine eşil konum a yükseltm işti am a H onecker elbette onun eşiti değildi. Öpüş geçici bir törensel eşitlik oluşturm uştu. Ö perek törensel bir eşitsizlik gösterm ek de aynı Ölçüde güven oluşturucu olabilir çünkü statükonun karşılıklı olarak kabul edil­ diğini ilan eder. Ö rneğin, P apa’nın yüzüğünü Öpmenin görünürdeki amacı ona T anrının elçisi olarak saygı gösterm ek olabilir am a aynı zam anda onun dünyevi yetkesine gönüllü bir boyun eğiş gös­ terisidir. Bir kez kabullenilince güç gösterisi yapm ak gerekm ez. G üçlü, sivri dişli erkek şem panze yakında patlayacak olan öfkesini gösterdiğinde yakınlardaki daha ufak bir dişi ona sokulup bir öpücük kondurur. Daha güçsüz erkekler aynı şeyi yapar. Baskın di­ şilere de aynı şekilde davranılır. Ö pm e, en yakın akrabalarım ız arasm da standart bir "boyun eğm e m odelidir". Sakinleştirm e öpücüğü, selam laşm a öpüşm esi gibi iyi b ir koruyucu ilaçtır. G am bia'daki A buko doğal parkında Julia adlı bir gorilin bana gösterdiği gibi, m aym unlar bunu içgüdüsel olarak anlıyor gibiler. Julia, doğaya salıverilm ek üzere eğitiliyordu. Tehlikeli olm aya başlayacak kadar büyüm üştü. Eğiticisi her ihtim ale karşı yanında keskin bir pala taşıyordu. Ağaçların tepelerinde kızıl colobus m ay­ m unları yavrularının tüylerindeki çalı çırpıyı yalayıp öperek te­ mizlerken ben de öksüz gorille pislik temizlem e oyunu oy­ nuyordum. Tıpkı iki yaşında bir insanla oynam ak gibiydi. Julia kollarım açık da, kapalı da olsa onu istediğim e inanarak bana doğru koştu ama o kadar güçlüydü ki bana çarptığında yere düşürdü. B ir ke­ resinde elimi yakaladı ve birlikte koştuk; o kadar hızlıydı ki düştüm am a o koşm aya devam etti ve ben parm aklarım ı kur­ taram adım. Kısa bir süre beni yerde sürükledi. İsteseydi, goril bana ciddi biçim de zarar verebilirdi. O ysa, ben yerde yatarken Julia beni öptü, açık dudaklarını yanağım a sürttü, sahibinin yüzünü yalayan bir köpek gibiydi. O zaman Julia'nın öpücüğünün keyiflen ya da 162

sevgiden kaynaklandığını düşündüm . Ben Julia'dan daha uzun boy­ lu am a daha hafiftim ve güçlü olan oydu. Belki de palayı benim fark ettiğim den daha fazla tanıyordu. Belki de oyunun sürm esini is­ tediği için beni yatıştırıyordu. Psikiyatr D. W. W innicott, güya içgüdüsel olan bir insan ya­ tıştırm a davranışını anlattı. Dört yaşındaki hastası Gabriel kız kar­ deşinden daha az dost canlısı ve insan ilişkilerinde daha az ba­ şarılıydı: "Y abancılar, uzun, soruşturan bakışlarıyla G abriel'den çok, kıvırcık saçlı, dışa dönük ve şım arık Susan'dan hoşlanıyorlar," diye yazm ıştı G abriel'in ailesi psikiyatra. "Gabriel Susan'a çok ya­ kın, ona çok dikkatli davranıyor. Çoğu zam an doğrudan ham le ye­ rine S usan’ın dikkatini dağıtarak ya da bir num arayla istediğini elde etm esi bizi şaşırtıyor. G eçenlerde şiddetli bir kavganın ortasında Gabriel birden Susan'ı öptü ve 'A m a ben seni seviyorum ’ dedi." Bu bir yatıştırm adır ve de apaçıktır. Bütün yatıştırıcı davranışlar gibi, yalnızca daha güçlü düşmanı sakinleştirip onu coğrafi ya da duygusal bölgeyi işgal etm ekten vazgeçirm ek için değil, yatıştıranı da rahatlatm ak için tasarlanmıştır. G abriel, "Haydi, öpüşüp ba­ rışalım ” diyor konuşm aksızın. Belki de Norm an M ailer beni m aksatlı değil, içgüdüsel olarak öptü. Belki de bu huyu bir içgüdü olarak başladı ve bunu birkaç ga­ zeteciye yaptıktan sonra yararlı bir araç haline gelirdi. Bir kategori olarak selam lam a öpüşm esi bu şekilde ortaya çıkm ış olabilir: işle­ rin dostça yürütülm e arzusu toplum sal bir kurala dönüşm üştür. Hem eğitilm iş goril, hem vahşi goril yanağım a öpücük kondurdu. Fransız olsaydık iki yanaktan öpüşecektik. Y üzyıllar önce olsaydı ve ben üstün m aym un Rom a İm paratoru olsaydım elim i mi öper­ lerdi?

Öpücüğüm üzü nereye konduracağım ızı uzun zam an selâm laş­ tığım ız insanın toplum sal konum uyla bizim toplum sal konum um uz belirledi. Am a eşitliği de eşit olm ayan toplum sal konumu da gösterse selam laşm a öpüşm esi statükonun kabulü anlam ına gelir ve böylelikle bir güven tazelem e ayinidir. K ültürel kodlar yanlış an­ 163

laşılır ya da iletişim kurm ak için bir kültürün ya da altkültürün kodlan kullanılırsa elbette bazı güçlükler yaşanabilir. Kraliçe Eli­ zabeth geldiğinde, W ashington D .C.'nin varoşlarından bir adam onu coşkuyla kucaklayıp öptü - W ashington dünyasında arkadaşlık; kraliçeninkindeyse protokolün çiğnenm esi. Kraliçeyi kim se öpemez. İnsan, onun karşısında eğilir ya da reverans yapar, simgesel olarak (ve gerçekten) toplum sal konum unun daha düşük olduğunu gösterir kendini alçaltarak. Pek az insanın kişiliği kutsal kalır. Tarihsel olarak, konum unuz ne kadar düşükse öpücüğünüz de o kadar yüzden uzak olm alıdır. Eşitler birbirlerini yanaktan ya da du­ daktan öpebilir am a sizin üstünüzdekileri elinden, sizden daha güçlüleri dizlerinden ve en üstün olanı da ayaklarından öpersiniz. İnsan, bu kadar eğilerek kendini alçaltır. Birinin ayağını öpm ek gi­ bi yeri öpm ek de insanı savunm asız kılar. Papa’nın pek çok kez toprakla yüz yüze gelm esi bunun ışığında anlaşılabilir. Papa uçaktan inip yeri öptüğünde, savunm asız biçim de sırtını Tanrı'ya dönüp yaratıldığı için şükranlarını sunuyor. Ayağını toprağa bas­ mış olduğuna da sevinm iş olabilir ayrıca. Selam laşm a öpüşleri bir bakım a yaşam ak için yalvaran ayinlerdir, selam laşanlarm dost olduğu ve güvenli bir alanı pay­ laştıkları anlam ına da gelir. Y akınlık insanı bedensel olarak sa­ vunm asız hale getirir; buna izin verm ek güveni gösterir. Şem ­ panze karşısındakinin gücüne teslim olm asına karşın ısırılmayacağını bilir. İnsan, Eski Ahil'teki Kral Davud'un generali A m asa gibi, Öpüşmenin ortasında ne karnından ne de sırtından bıçaklan­ m ayacağına inanır. İhanet öpücüklerini aklımızın alm am asının ne­ denlerinden biri de bu güvendir. H erodotos (M .Ö. 484-425) Perslerin birbirlerini öperek se­ lâm laştıklarından söz eder. E şitler dudaktan öpüşürken öbürleri ya­ naktan öpüşür. Eski A hit, selam laşm a öpüşm esinin lam niteliğiyle ilgili ayrıntı vermez; "Ve Tanrı A aron'a dedi ki, M usa'yı bulm ak için kırlara git. Ve o gitti, M usa’yla Tanrı D ağı’nda karşılaştı ve onu Öptü." Kutsal K itap, eşit konum daki Y ahudilerin birbirlerini sa­ kallarından tuttuktan sonra öpüştüklerinden söz eder. "Ve Joab Amasa'nın sakalm ı sağ eliyle tutup onu öptü." Sakal da öpülebilir. 164

Öteki saygı göstergeleri, saygı duyularının giysisinin ucunu öpm ek ya da M ecdelli M eryem 'in İsa'ya yaptığı gibi ayağını öpm ekti. Eski Y unan'da, toplum sal konum u yüksek olanların eli, dizi ya da göğsü öpülürdü. Vazolardaki çizim ler Y unanlıların, ara sıra kendi parm aklarının uçlarını dudaklarına değdirdiklerini göste­ riyor. G ünüm üzde îspanyotlar, İtalyanlar ve Y unanlılar hayranlık­ larını gösterm ek için parm ak uçlarını öperler. G övdenin devinim ­ lerini inceleyen tarihçiler parm ak ucu öpm enin Eski Yunan'dan kaynaklandığını öne sürüyorlar. Eski R om a'da üç ana öpüşm e kategorisi vardı. Osculum yüzden ya da dudaktan yapılan arkadaşlık öpüşm esi, basium dudaktan sev­ gi öpüşm esi, suavium sevgililerin öpüşm esiydi. İnsanlar tanrıların suretlerini kendi ellerini öperek ya da ikonlara öpücük göndererek selam larlardı. Saygı öpüşlerinde tabii bir şey olabilir mi yoksa Azteklerin de aynı biçim de törensel öpüşleri olm ası bir rastlantı mı? M eksika R om a kültürünün etkisi altında kalm am ıştı am a Azteklerin tanrı saydığı kâşif Cortez gelip M ontezum a'nın önünde eğildiğinde M ontezum a elini yere vurup sonra da dudaklarına götürerek karşılık verm işti. Aztek kralı sim gesel olarak toprağı •öpmüştü. B ir R om a kralıysa öpülm esi için elini kibarca uzatırdı. Çılgın C aligula öpülm esi için yalnızca orta parm ağını uzatır, kasıtlı olarak insanları aşağılardı. Bu, o zaman da bugünkü gibi kaba bir dav­ ranıştı. Baskın bir şem panze de düşük konum daki şem panzeye elini uzatır, o d a uzanan eli ağzına değdirir. Şem panzeler, avlarını öldürdüklerinde de öpüşürler. Bize canice bir haz gibi görünse de bu m uhtem elen şiddetin ardından birbirinin güvenini tazelem e, yeniden ilişki kurm a yoludur. O öldü, der, ama sen iyisin dostum . Sen de bizden birisin. Ye. Erken H ıristiyanların vecizelerinden biri, "Bütün kardeşlerini kutsal öpücükle selam la," idi. Haçlıların savaştan önce haçı öpm e­ leri bir selam lam a değil, güven tazelem e töreniydi. O rtaçağ şövalyelerinin kafalarını işgal eden ejderha öpm e dü­ şüncesi artık pek rağbet görmüyor. B ir öpücüğün birini ca­ navarlıktan kurtarm ası fikri ortaçağ kitlelerini büyülemişti. Bu bi­ 165

zim için de geçerlidir. C anavarları -y a n i tehlikeli tanıdıkları- daha uysal arkadaşlara dönüştürm ek sıradan günlük selam laşm a öpüş­ mesinin gizli gündem lerinden biridir. Çoğu zam an, bir dostu ya da bir iş arkadaşını öptüğüm üz zam an ejderhanın ateşli ağzını ve ap­ tallığı da öpüp ehlileştirm iyor muyuz?

Geçtiğim iz yıllarda, yanak yanağa öpüşm enin Fransa'dan bütün Avrupa'ya ihraç edilmesi A vrupa Birliği'nin sayısı pek az olan, sorgulanam az başarılarından biri. Bazı tarihçilerin Fransız taşrasının bir alışkanlığı olarak ortaya çıktığını söylediği şey Fransız kent­ lerine ve oradan da bütün A vrupa'ya yayıldı. G erçekte, Fransız köylüleri birbirlerini om uzlarından kavrayıp yanaklarından gürültüyle öperlerdi - sevgi, desibel düzeyiyle ölçülebilirdi. Oysa, kent kültüründe, kom şunun m üzik setinin kısıkken daha kabul edilir olm ası gibidir beden sesleri. Sosyal öpüşm e artık sessiz. Aynı zam anda daha az bedensel. Bu. hareketlerin incelıilm esinin bir örneği gibi. Uzun zam andan beri, jestlerin çoğunun da­ ha az hareketli olm asının daha kibar olduğu düşünülüyor. Fran­ sa'da, başka yerlerde de olduğu gibi selam laşm a öpüşm elerinde du­ daklar asla yanağa dokunm az. Çoğu zam an yanaklar da tam olarak birbirine dokunm az. İnsanın yakından tanım adığı birinin öpüşm e sırasında yanaklarına yanaklarını dokundurm ası bir flört yoludur. G üney A vrupa'da, kadınlar ve erkekler yakın arkadaş olsalar da olm asalar da yanaktan öpüşerek selâm laşırlar. Kuzeyde, bu hareket genellikle birbirini çok iyi tanıyan insanlarla sınırlıdır am a buna karşın öpüşm e kesinlikle yaygınlaşıyor. H ollandalIlar hâlâ se­ lam laşm a ayininde öpülecek yanakların sayısı konusunda ka­ rışıklıklar yaşıyorlar am a Britanyalılar, öteki Kuzey A vrupalılar ve Am erikalılar bu konuda kendilerinden em inler ve yanak sayısını birle sınırlıyorlar. K adınlar herkesin yanaklarının yakınındaki ha­ vayı öper; erkekler karşı cinslen, yalnızca arkadaşlarını ya da iş ar­ kadaşlarını öper. Ama bir A m erikalı, Avrupalı ya da Yanomami babanın kız ya da erkek çocuğunu yüzüne dokunm adan öptüğünü görm ek çok sıradan bir görüntü. Yüze tam dokunm adan coşkuyla 166

havayı öpm eler, bebeğe duygusal yakınlığın lanılılm ası, öpüşm enin sürekliliğine bir kanıt daha oluşturuyor. Fransrzlar her zam an öpüşme hiyerarşisinin en tepesinde de­ ğildiler. A slında, bir dönem İngilizler olayın hâkim i olm uş olabilir. 1466’da İngiltere'yi ziyaret eden Leo von Rozm ital adlı Bohemyalı bir soylu, bir İngiliz hanına gelen konukların ev sahibesi ve ailesi tarafından karşılandığını öne sürer. "Aile dışarı çıkar, konukları karşılayıp içeri alır; konuklar onlan öper. Bu İngilizler için başka halkların el sıkışm asıyla aynıdır." Otuz yıl sonra usta ve saygın bil­ gin Erasm us arkadaşı Fausto A ndrelini'ye bir m ektup yazıp ka­ dınlar çok hoş ve öpülesi olduğu için İngiltere'ye gelm esini ister. "Burada ne kadar övsen de az olacak bir alışkanlık var. Ne zaman gelsen herkes seni öperek karşılıyor; gitm eye kalktığın zam an yine öpücüklerle uğurlanıyorsun; senden ayrılırlarken onları her y e­ rinden öpüyorsun. Bir yerde karşılaşıldığında öpücükler bol, pek güzel, nereye gidersen git, her yerde öpüşülüyor." Yarım yüzyıl sonra öpüşm e durm am ıştı. 1545'te İngiltere'ye giden Yunanlı gez­ gin N icander Nucius, birbirini hiç tanım ayan kadınlarla erkeklerin bile dudaklarından öpüşerek selâm laştığını fark etm işti. “Kadınlara karşı büyük bir sam im iyetle ve kıskançlıktan uzak davranıyorlar. Y alnızca aynı aileden ve evden olanları selam layarak ve kucakla­ yarak dudaktan öpm ekle kalm ıyorlar, daha önce hiç görm em iş ol­ duklarını da dudaklarından öpüyorlar." O dönem de giysilerin de­ koltesi hayli açıktı ve bir erkek "öptüğü akrabasına”, elini m e­ m esine koyarak daha da fazla yakınlık gösterebilirdi. Yüzyıl bitti, öpüşm e de öyle. Erasm us ve Çek soylusu kibar toplum la serbest kadınlan bir­ birine karıştırm ış olabilir miydi? H er ne idiyse, bir yüzyıl sonra işler tam am en değişti. İtalya'yı ziyaret eden İngiliz Thom as Coryate, "olağanüstü bir alışkanlık" gözlem işti, "iki tanıdık kar­ şılaştığında birbirlerini karşılıklı öpüyorlar, ayrılırken de bunu yi­ neliyorlardı.” 1611 'de yayım lanan E depsizlikler adlı kitabında ise kibarlaşan İtalyanlara veryansın ediyordu. İngiltere'de, on yedinci yüzyılın sonlarında, selam laşm a öpüş­ mesi çoğunlukla sevgililerle anne babalar ve çocukları arasında 167

gerçekleşiyordu. Restorasyon Dönem i, İngilizlere, öpüşm ekten çok eğilm eyi yeğleyen Fransızların "zarif soğukkanlı tavrıyla" kur yap­ mayı getirdi. "Koca hantal kardeşlerin karşılaştıklarında bir­ birlerini salya sümük öptükleri ülkede olduğunu mu sanıyorsun, çavuşların bağrışm aları gibi," der Congreve'in D ü n ya n ın Yolu (1700) kitabındaki karakterlerinden biri. "Bu, burada âdet değil." Congreve'in bir başka oyunu A şk İçin A şk, ünlü "öp ve söyle" de­ yişini içerir: "Oh, Ayıp, Bayan öpüp söylem e." Her ulusa, sınırın ötesindeki kom şusunun tavuğu kaz görünüyor gibi. On altıncı yüzyılda Polonya'daki çoğu m alikânede bir hiz­ m etçi, konukların gelişini haber verebilm ek için bir ağaç tepesinde nöbet tutardı, böylece aile toplanıp onları kapıda karşılayabilirdi. Bu karşılam a töreni, kapıların önünde eğilip kucaklaşm ayla başlardı. Konuk, bir köşeye konulm ası için kılıcını verir, hizm etçi tepside şişeler ve bardaklarla gelir, bardaklardaki içkiler ku­ caklaşıp öpüşm eler arasında bitirilirdi. On yedinci yüzyıldaysa PolonyalIlar geriye gitm işlerdi. "Aynı toplum sal konumdan iki kişi kucaklaşıp birbirlerini om uzlarından öperler, alt konum dakilcrin ise üstlerin dizlerini, baldırlarını ya da ayaklarını öpm esi beklenir," diye yazm ıştı yüzyılın ikinci yarısında Polonya'ya giden bir Fransız. Güçlü bir efendinin göğsü ve karnı d a öpülebilirdi, eli de.

Vals gibi el öpme de son birkaç yüzyılda, çok stilize, resm i, kadınerkek etkileşmesi haline gelm işti ve yüzden olsa bile öteki selam ­ laşma öpüşm elerinden çok daha açık cinsel çağrışım lar içeriyordu. Bu geçiş, Edith W arton'un, 1870'lerin aşırı resmi New Y ork’unda geçen M asum iyet Çağı [The A g e o f Innocence] film inde apaçıktır. Daniel Day Lew is tarafından canlandırılan ve gelenekler yüzünden daha ileri gidem eyen kahram an, M ichele Pfeiffer'ın e l­ divenli eline uzun uzun dudaklarım bastırır, öpücüğü yoğun bir ar­ zuyla doldurur. On dokuzuncu yüzyıl Ingiliz şairi Elizabeth Barret Browning, "Beni ilk öptüğünde," diye anım sar Portekiz'den Soneler'ût. 168

Sadece parmaklarımı öptü. Şu elimin yazan parmaklarım. Ve o andan beri daha da paklaşıyor ve aklaşıyor parmaklarım. Doğu A vrupa'da el öpm e hâlâ uygulanıyor am a kim i zam an bir tür ironiyle. A vusturya'da bazen şu selam laşm a duyulabiliyor: "Elinizi öpüyorum , tatlı hanım efendi." El, tamı tam ına dizler hafifçe kırılarak öpülür, erkek, uzanan ele ulaşm ak için öne doğru eğilir. Fransız devlet adam ı G iscard d'Estaing bir uzm andı. Ç ok uzun yıllar önce, İran K raliçesi Farah'ın elini öperken çekilm iş fotoğraflar, usulünce öne eğilm iş bir başı gösterir. Ama, Bükreş'teki resm i bir resepsiyonda, Am erikalı oyuncu ve elçi Shirley Tem ple Black, R om anyalı bir diplom atın kızıl sakalı yüzüğüne takılınca ne yapacağını şaşırmıştı. On yıl önce, şirketlerdeki bir eğilim i keşfeden W all Street J o ­ urnal, 46 inçlik sütununu iş öpüşm esine ayırm ıştı, 1988'de M a­ dison A venue'da öpüşüp öpüşm em ek can sıkıcı bir sorundu. Alçaltıcı bir biçim de cinsiyetçi mi diye düşünüyordu yöneticiler, yoksa küstahça zorlayıcı mı ya da sıcak, incelikli ve Avrupalı mı? Londra'da The Times., A m erikalılarla dalga geçerek 20 inçlik sütunla karşılık verdi. Londra Ticaret O kulu'ndan Peter Gorb, "İşle özel ilişkilerin birbirine karıştırılm asının içtensizliğini iki yüzlü öpüşm eden başka hiçbir şey bu kadar ortaya koyam az," dedi üzerine basarak. "Kişisel yakınlık taslam ayı sevm iyorum ." H avayı öpm enin artık kabul edilebilir, hatta zorunlu olm asına karşın, çoğu kurum sal alanda öpüşm e hâlâ can sıkıcı bir soru. G e­ çenlerde Londra'da, işi gereği sık sık A vrupa'ya gelen kentli bir A m erikalı’yla yem eğe çıktım . Hoş bir akşam dı, yem eğin sonunda beni götürecek taksi önüm üzde durduğunda, yanaklarını çevrele­ yen havayı öpm ek için parm ak uçlarım da yükseldim o da aynı anda sıkm ak için elim i yakaladı. Toplum sal törenler bağlam ındaki bu uyum suzluk ikim izi de utanç içinde bıraktı, kendim i Henry Jam es rom anlarındaki m asum A m erikalı'yı baştan çıkaran kötü yabancı kadınlar gibi hissettim . 169

Atlantik'in iki yakasında öpüşen iki kişiyle karşılaşıldığında başka tarafa bakm ak hâlâ toplum sal bir gelenek. Film ler hariç. Film ler bize nasıl öpüşeceğim izi öğretiyor, arzunun ve aşkın ör­ neklerini sunuyor ve bir başka yerde röntgencilik sayılacak şeylere izin veriyor.

170

F a llik boğazlar ve zorlayan kollar

e

A lk film yapım cılarını öpüşm enin olanaklarını kullanm aya i0/ ten, bilinçli bir estetik değil, içgüdü ya da kinizm di. Sarılm a sahneleri çok kısa bir süre içinde zorunlu hale geldi. Şarkının de­ diği gibi: Film ler, film ler, o m üthiş karışım ı K ahkahanın, m aceranın, sonunda da öpü şm enin...

Film ler gerçekten de öpüşm eyle başladı - Ö püşm e [The K iss]. Otuz saniye uzunluğundaki ilk beyazperde öpüşm esi, tam am en yakın plan öpüşen bir erkekle kadının görüntüsünden oluşuyordu. 1896 ilkbaharında Edison şirketi tarafından çekilm iş ve hemen gösterim e 173

girm işti. Tam adı M ay Irwin - John C. R ice Ö püşmesi [The M ay Irwin-John C. Rice K iss-1896] idi. Profesyonel tiyatrocu olan baş oyuncular bunu aslında B roadw ay'de, başarılı bir kom edinin, Dul Joncs'un kısa bir sahnesi olarak oynam ışlardı. Dali tarzı, yağlanm ış bir posbıyığı olan Rice, Irwin'in çizgileri belirsiz yüzünü ellerinin arasına alıp aralanm am ış dudaklarını onunkilere bastırır ve bir dizi bebek öpüşü yaratır. Irwin pek bir şey yapm az am a hoşlanm ış gibidir. İzleyiciler filme bayıldı. Film Amerika'yı gezerken eleştiriler iyi, hasılat büyüktü. İlk sorun film haziranda Şikago'da gösterim e girdiğinde y a­ şandı. Çök rahatsız olan eleştirm en H erbert S. Stone, "İki oyuncu da fiziksel olarak çekici değil ve birbirlerinin dudaklarını uzun uzun otlam aları bir de gerçek boyutlarıyla olunca dayanılır gibi d e­ ğil, "Dev oranlarda büyütülüp üç kez tekrarlanm asıysa iğrenç," di­ ye ateş püskürdü. “Bu tür şeyleri hoş görürsek o zaman Am erikan püritanizm indcn, İngiliz ve Fransız sahne gösterilerinden ithal edilen pisliklerden söz etm enin ne yararı var?" Filmlerin sansür edilmesi için yapılan bu ilk çağrıya pek aldırış edilmedi. Öpüşme, film parçalanana kadar oynam aya devam etti. Aynı yıl Londra'nın L eicester M eydanı'ndaki Alham bra T i­ yatrosunun dam ında, bir başka sahne komedisi uyarlam ası olan A skerin F lörtünde [The Soldier’s Courtship] iki oyuncu öpüşürken filme çekilm işti. Y ıldızlar Fred Storey ve Julie Seale idi. Perdede çok fazla cinsellik var ve çarpıcı öpüşm e sahneleri hızla geçiyordu. O yılın kasım ayında cinselliğin kullanıldığı filmlerin öncü ya­ pım cılarından Eugène Piroıı Gelin Yatağa G idiyor / Le Coucher de la mariée filmini C afé de Paris'in bodrum unda oynatmıştı. Yeni evlilerin yatağa girm ek için ne kadar özenle soyunduklarının an­ latıldığı, üç dakikalık filmin bir Sinderella sahnesinde, koca ka­ rısının saten terliğini çıkarıp öpüyordu. Bütün başarılı sanatçılar ve becerikli işadamları gibi, ilk sinem a patronları da cinselliğin para ettiğini çabucak fark ettiler. Yaşam Ö ykücüsünün Anlattığı Ö ykü d e [The S tory the Biograph Told1903], bir büro personeli bir kocanın sekreterini öperken fo­ toğrafını çeker; kanıtları gören eş, sadakatsizliğin, ahlâkın - y a da 174

daha çok g elen eğ in - galip gelm esini seyirci biz heyecana doy­ duktan sonra sona erdirir. G enç A ş k ’ta [Young R om ance-1915] olduğu gibi - aşırı bir tat­ lılık ve yapaylıkla oluşturulm uş ahlâki ışık - bol bol gözyaşı vardı. Filmde, büyük bir m ağazada çalışan (erkek nalburiye, kadın tu­ hafiye bölüm ünde) ama birbirlerini tanım ayan iki tezgâhtar bir tatil m erkezinde üst sınıflardan sevgili bulm a um uduyla kendilerine zengin süsü verirler. Ama sonuç olarak birbirlerine âşık olurlar ve film, pek çok film de olduğu gibi, sıradan hayata bir övgüye dönüşür. Dönemin önde gelen yazarlarından O. H enry'nin bir öyküsünden uyarlanan film öpüşm eyle sona erer. Bu konu -o ğ lan komşu evdeki kızı keşfeder ve sonsuza kadar mutlu ve hallerinden memnun y a şa rla r- yüzyılın son çeyreğine kadar fim lerin ana te­ ması olacaktı. A m a sansür yoktu ve sessiz film lerde çoğunlukla her şey kabul ediliyordu. Sinem anın, sıkı resmi sansür başlam adan önceki kırk yılında, kürtaj, fahişelik ve zina gibi sorunlara değinen cesur film ­ ler vardı ve bu konular sonradan m akaslanacak ya da ya­ saklanacaktı. 19 12'de, çıplak bir erkeği ilk kez önden gösteren film çekildi ve ilk pornografik film ler m astürbasyon, anal seks ve fellatio içeriyordu. Rudolph V alentino, bakireleri m ahvediyor, Theda Bara ve Garbo'nun vam pları ahlâki ölüm ün günahkâr öpücüklerini veriyorlardı. 1922'de, Cecil B. D eM ille’in C inayet [Manslaughter] filminin grup seks sahnesinde, aynı cinsten olanların şehvetli öpüşm esi görülüyordu. 1930‘da, Fas'la [Morocco], M arlene Dietrich, bir başka kadını öpen ilk başrol oyuncusu kadın oluyordu. Yabancı L ejyoner G ary Cooper'a delice âşık olan ve onun peşinden yüksek topuklu pabuçlarıyla yaya olarak çöle giden gece kulübü şarkıcısını oynayan Djetrich, filmin ortasında silindir şapka ve frak giyip kışkırtıcı bir biçim de, çekici bir kadını dudaklarından öper. Ünlü Alm an Filmi Üniformalı K ızlar [M adchen in Uniform], lezbiyen kız öğrencileriyle, ancak bir yıl sonra gösterim e girdi. 1933’te C oşkuda, Hedy Lam arr beyazperdede orgazm ı canlandırdı. Çek film i B oston'da bile oynadı. B ir yıl sonra, Hays Yasaları devreye girdi, "aşırı ve şehvetli 175

öpüşm eyi, tutkulu sarılm a, m üstehcen durum ve hareketleri" ve bunların yanı sıra daha pek çok şeyi yasakladı. H ollyw ood bugün de olduğu gibi -ah lâk i ölçütlerin sık laştırılm ası için feryat eden nam usçu. tutucu azınlığıyla- daha da sıkı düzenlem eler uy­ gulanm ası için gönüllü olarak sansürü kurum sallaştırdı. Y aklaşık on iki yıl boyunca, sansür Hays'ın "Y apm a"larının ve "Dikkatli oi"larımn bir taklidi oldu. Sonraysa çok sahiciydi. Y a­ sa lara göre, bir Am erikan film inde öpüşm e yatay olam ıyordu: İnsan ayakta ya da oturuyor olacaktı, yatıp uzanam azdı; film lerde bütün evli çiftler ayrı yataklarda yatıyordu. Y asalar, "Yatak odası çekim leri kibar ve güzel uygulanm alı" diyordu. En az on iki yıl bo­ yunca yatakta öpüşm ek suç oldu. Y atakta iki ayrı cinsten insanın olm ası da. Birinin bir ayağı yerde olmalıydı.

Y ıldızlar ve yönetm enler beyazperde öpüşm esi için bir yöntembilim geliştirecek resmi kuralları beklem ediler. Bu sanat de­ ğilse de zanaattı. Garbo'nun iki öpüşm e biçim i vardı. Birincisinde, başını coşku içinde geriye atıyor, vücudu 45 derece açı yapacak bi­ çim de eğiliyor, yüzünü ve açık dudaklarını sunuyordu; bu edilginlikte bile enerji vardı. İkincisinde, saldıran oydu, öpücükleriyle baş erkek oyuncuyu yiyip yutuyordu. Öpüşürken üstte olabiliyor ya da öpüşm eyi başlatm ak için öne eğiliyordu. Çoğu kez film lerde en seksi olan, öpüşm eden önceki anlardır, dudakların kameradan gizli olduğu an gibi. H ollyw ood dışında yal­ nızca (öyle um alım ) çocukların yaptığı klasik kapalı dudaklı" öpüş­ m e yerine gerçek öpüşm eyi hayal ederiz. B eyazperdede m asum iyet o kadar kutsaldı ki dünyanın en iyi öpüşen karakterleri bile buna beceriksiz olm a ölçüsünde dikkat ediyordu. "Onu seviyorum ," der Barbara Stanw yck G ary C ooper için A teş Topu [B all o f F/reJ'nda, "çünkü öpüşmeyi b ilm iy o r-a y ı!" Ö püşm enin yoğunluğu abartılı beden diliyle ifade ediliyordu, çünkü resmi bir gram er yoktu. Fallik Boğaz baş kadın oyuncu ta­ rafından kullanılıyordu, Zorlayan Kol da baş erkek oyuncu ta­ rafından. G rand Hotel'de, Barrym ore’un karşısında G arbo'nun u ­ 176

zun, dik boynu, D evlerin Aş&ı'nda Elizabeth Taylor'ın Jam es Dean'e uzanm ası gibi görsel fallik sim ge olm uştu. Zorlayan K ol, efendi görünüm lü "düzgün adam ” Jam es Stew art tarafından bile kul­ lanılmıştı. Z iegfıeld G irt de (1941), Stew art, zengin bir sosyete çapkınına kaptırm a korkusuyla Lana T um er'dan şov işini bırak­ masını istediğinde, T urner karşı çıkar: "H er ne olacaksa görm em lazım." Ceketinin yakalarını kavrayıp ona yalvaran bakışlarla ba­ kar. "Eğer görm ezsem torunlarım ıza ne anlatacağım ." Beden dili öpüşm ek istem ektedir. A m a Stew art, öpüşm e sahnesinin ortasında, sırtını dönüp gider. Film in kendisi gibi bu sahnenin de bir başı, or­ tası ve sonu vardır. Bir dizi B - filmi nüktesinden sonra, Stewart Turner'a döner ve onu kendine çeker; kendisinin öpen, Tum er'ınsa öpülen olduğunu açıkça ortaya koyar. Lana Turner'm ensesi du­ dakları gizler. H eyecan, kuvvetli, Zorlayan K ol'la ifade edilir. Yasal koca, koca adayı ya da H ollyw ood'un aşk haleti ruhiyesindeki herhangi bir kötü adam ın güçlü, uzun kolu beyazperde öpüşm elerinin çoğunun gerçek eylem iydi; görünm eyen öpücüğü, gördüğüm üz çocukça kapanm ış dudakların öpüşm esinden çok daha heyecanlı kılıyordu. Tutkuyu ifade eden öpüşm e değildi; öpüşm e­ nin zırhıydı. G able bir ustaydı, baş kadın oyuncuya öyle bir sarılırdı ki ka­ dının ya da onun başı dudakları saklardı, öpüşm eyi göstermeden bir tutku yanılsam ası yaratırdı. H old Your M an de (1933), en gözde baş kadın oyuncusu Jean H arlow 'u öperken yöntem i çok belirgindi. "Galiba seni öpeceğim ," der ve öper. Ö püşm enin ortasında onun bedenini kendi bedenine sertçe yapıştırır. Seyirci dudakların değil, kolun şiddetinden güçlü bir birleşm e duygusu hisseder. Erkek öpen, kadınsa öpülendir. K adınlar öpen, erkekler öpülen olduğunda, iki olasılık var. Ya bir yoldan çıkm a söz konusudur -e rk e k vam pın eline düşm üştürya da bir kom edi anıdır. Ninotcfıka'da, G arbo, öpüşm eyi seksi ol­ duğu kadar kom ikleştirir. G arbo, Paris'i ziyaret eden ciddi, püriten bir R us m em urdur ve erkek, (M elvyn D ouglas), orta yaşlı, çapkın bir konttur; ikisi otel odasında, iki koltuğun arasında, yerde otururlar. "A m a N inotchka", der D ouglas yalvarırcasına, "M utlaka FI2Ö N /O pli$m e

177

az da olsa ilahi lutkunun belirtilerini hissediyorsundur. dudakların yanm ası susuzluktan değil, susuzluktan bin kat daha ulaşılm az ve heyecan verici bir şeyden?" "Çok gevezesin," diye yanıtlar Garbo. Douglas onu öpm ek için uzanır, başı dudakları gizler. "Bu geveze miydi?" diye sorar. "Hayır, rahatlatıcıydı. Bir daha." Douglas ona uyar. Sonra G arbo onu sertçe koltuğa doğru iter ve daha şiddetli öper. Sahne boyunca, başları öpüşm eleri gizler. Garbo'nun, Douglas'ın öpüşm e anındaki sırtından daha belirgin olan sırt açısı, şiddetin giderek arttığının göstergesidir. Sırtı. Zor­ layan Kol'un işlevini görür. Kol gibi, sırlın eğimi de bir tutku açısıdır. Garbo'nun öpüşünün daha şiddetli olduğunu biliyoruz, çünkü D ouglas dudakları aralık, kendinden geçm iş, umutla "Bir daha" der. İzleyici hem heyecanlanm ış, hem de roller tersine döndüğü için eğlenm iştir.

Hays Yasaları, beyazperde öpüşm elerinin süresine sıkı sınırla­ m alar gelirm iş, A lfred H itchcock gibi usta sinem acıların ya­ ratıcılığına ket vurm uştu. Hitchcock'un 1946'da çektiği Aşktan da Üstiin [Notorius] film inde, öpüşm enin kesilm esi yeni ve ters bir anlam yüklendi. Ingrid Bergm an ve Cary G rant arasında balkonda başlayan öpüşm e önce telefon çalınca kesilir. Telefonu açm ak için odaya giderlerken arada oynaşırlar. Telefon konuşm asının arasına kısa öpüşm eler serpiştirilir, öpüşm eler çabucak yoğunlaşır ama uzun değildir; kısa süre sonra telefon konuşm ası öpüşm elerin arasında gerçekleşir. Sahne hem kom ik hem de seksidir. San­ sürcüleri atlatm aya kararlı olan H itchcock oyunculara "Konuş, öpüş, konuş, öpüş" talim atı verm iştir. Bergman şöyle anım sıyor: "H itchcock uzun bir öpüşm e is­ tiyordu am a bu yasaktı; tepem izde bir saatle duruyorlar ve belli bir süre öpüşm em ize izin veriyorlar -b irk aç sa n iy e- ve kes di­ yorlardı." Oysa bu aralarla öpüşm e sürüyor gibi görünüyordu am a birkaç saniyeden uzun olm uyordu. Sansürcü kesem iyordu. H ilc178

hcock'un hedefi, Hays Y asalarının zam an sınırlam alarından kur­ tulm aktı. B una ulaştı; sinem anın en seksi, aynı zam anda da en ko­ mik öpüşm elerinden birini yarattı, belki de en özgününü. Am a, tek bir film deki öpüşm e rekorunu, yirmi yıl önce John Barrym ore ve M ary A stor'un 127 kez öpüştükleri D on Juan koruyor. A ndy W arhol'un sanat filmi Öpüşme [K7ss-1963]'nin en uzun öpüşm e rekorunu kim se kıram ayacak gibi görünüyor. Uzun film ta­ m amen N aom i Levine'in Rufus Collins, G erlad M alanga ve Ed Sa­ unders ile öpüşm esinden oluşuyor. Filmin sıkıcılığı, daha çok daha azdır, deyim ini kanıtlıyor. Asıl anım sam aya değer olan 1988’de çekilen C inem a Paradiso'nun, bölge rahibinin sansür edilm esini is­ lediği son bölüm leriydi. Bu bölüm lerde sinem anın en m üthiş öpüşm e sahneleri vardı. 1960'lara ve etoburluk çağının başlam asına kadar dudaklar araştırm ayacak, diller uzanm ayacak ve orbicularis oris kasları yo­ ğun kasılm a durum larına girmeyecekti. H ollyw ood'da dudaklar, ütünün ipeğe değdiği gibi dokunurdu, ürkek, dikkatli, kum aşı yakm am a kaygısıyla. Eski bir başrol oyun­ cusu olan, A m erika başkanlarından Ronald Reagan bu öpüşm eyen öpüşm enin kasıtlı olduğunu söylem işti. "Bunu yapan iki kişi bazen neredeyse hiç birbirine dokunm uyordu, kadının yüzünün şeklini bozm am ak için. Bunu, öpüşm enin kafalarındaki öpüşm e olduğunu düşünen izleyiciler için yapıyordunuz." "Ö püşm e...eski günlerde daha güzeldi," dem işti Reagan NBC televizyonuna. "Şimdi in­ sanların birbirini yem eye başladığını görüyorsunuz." 1960’lar, çıplaklığı geri getirm e savaşıyla geçti ve uzun be­ yazperde öpüşm eleri o yıllarda geldi. 1961 'de sansürcülerin di­ retm esiyle, G ençlik B i t e r k e n ' [Splendor in the Grass], Nathalie W ood'un çıplak olduğu bölüm kesim odasında kaldı am a film Hollyw ood'un ilk Fransız öpüşm esini içeren yapım olarak tarihe geçti. Adam ım ız, yeni kuşağın vamp erkeği W arren Beatty idi. Hays Yasaları'nın gevşem esi ve sonunda 1968'de yürürlükten kaldırılm a­ sıyla öpüşm elerin süresi uzadı ve işlevi değişti. Ö püşm e artık or­ gazm yerine geçm ek zorunda değildi. Beyazperde orgazm tak­ litleriyle doldu. Ö püşm eler artık öpüşm e oldu: doym ak bilm ez, yu­ 179

m uşak, ıslak ya da nazik. Ve yeniden içtenliği tem sil etm eye baş­ ladı. Ö zel B ir K adın [Pretty lVoman-1990]'da, erkek m ilyoner işadam ı, kadın fahişedir. Çok bağım sız bir fahişe. Bedenini satmak yerine altı gün için anlaşm a karşılığı verir; önce koşullarda anlaşır: "Dudaktan öpüşm em ." "Ben de," der adam . Neden öpüşm esin ki? H âlâ öpüşm enin ruhlan birleştirdiğine inandığım ız için mi? Ö püşm e sahnesi gerçekleştiğinde bunun aşk olduğunu anlarız. K üçük öpüşm eler de vardır bu sahnede, yu­ m uşak, kibar. Kadının arkadaşı, bir başka fahişe, dudaktan öpüştün mü diye sorar. Yanıt evet olunca, fahişe bunun aşk olduğunu anlar.

180

с

BS-TV 'nin kahvaltı şovunda, oyuncu Kevin Klinc Fransız Ö püşm esi [Frendi Af/jjr-1995] film ini şöyle anlatm ıştı: "Eski moda bir rom antik komedi gibi, oğlan kızla tanışır, kız oğlandan nefret eder - sonra da zıtlar birbirini çeker." G erçekle yaşanan ise kızın geleceğe yönelik gündem ini değiştirm esidir; erkekse kendininkini tam am lar. H er şey olabilecek en tatlı biçim de gerçekleşir. Fransız Ö püşm esi -iç in d e hiç Fransız öpüşm esi yoktur aslındabeğendiğiniz için kendinizden nefret edeceğiniz aşırı duygusal film lerden biriydi. K abullenm e öpüşm esi, M eg Ryan'ın uyurken kendisini terk eden C harlie'yi rüyasında öperken görüp Kline'ın oynadığı Fransız dolandırıcı Luc'u öpüverm esiyle gerçekleşir. A çıkgöz Luc, bir-

C

183

denbire bu pırıl pırıl, tertem iz A m erikalıya âşık olduğunu fark eder. Kız çok geçm eden Provence'a âşık olur, şarap ve çocuk ya­ parak orada sonsuza kadar mutlu yaşam aya karar verirler. Seks değil, evlilik üzerine olan film kadın kahram an kadar da pırıl pırıl ve tertem izdir. Film lerdeki en seksi öpüşm eler için başka yerlere bakm am ız gerekiyor. G allup bir kam uoyu araştırm ası yapm ış. En seksi öpüşm eler G ençlik Bilerken sonrası etobur çağından değil H ays Y asaları'nın stüdyolara ahlâki kelepçe vurduğu m asum iyet çağından çıkıyor. 1992 araştırm asına göre, en seksi öpüşm eler R üzgâr G ibi Geçti'de [Gone With the W7/7 S ta r (L o n d ra: V in tag e. 1995). H ow lelt, Jan e vc R od M cnghan. e d itö rle r, The V iolent M use (M an ch ester, M anchester U niversity Press. 1994). H ughes, K irk, T „ "Fram ing Ju ias". S e m e ia . no. 5 4 (P hiladelphia: U niverstiy o f P e n n s­ ylvania, 1991). Irigaray, L uce, C e S exe qu i n'ei est p a s un (P aris: L es E d itio n s d e M inuit. 1977). Jaku b o w sk i, M axim , The M a m n o th B o o k o f E ro tic a (L ondra: B C A . 1994). Jam es, H en ry , The P o rtra it o f c L a d y , N o rto n E leştiri Baskısı (N ew Y ork, N orton). Jones. Jam es, From H e re to E tırnity (L o n d ra: C o llin s, 1952) Jung. C .G ., F o u r A rc h etyp e s (L in d ra: R o u tlc d g e an d K cgan P au l, 1972). K azantzis. Ju d ith , S e le cte d P /iens, 1977 -1 9 9 2 (L o n d ra: S in clair-S tevenson. 1995). K endon, A dam , O rg a n iza tio n i f B e h a v io u r in F a ce-to -F a ce In tera ctio n (L ahcy: M o­ uton, \9 7 S ).Y ö n len d irilm iş Itk ile şim (C a m b rid g e ve N ew Y ork: C am b rid g e U n i­ versity P ress, 1990). K hatchadourian. H erant B io lo g cal, A sp e c ts o f H u m a n S exu a lity, 3. baskı (N ew Y ork: H olt, R inehart and W in sto n , 9 8 7 ). K insey, A .C ., S e xu a l B e h a vio tr in th e H u m a n M a te (P hiladelphia: W .B . S aunders. 1948). D işi İnsanın C in se l D ty ra m şı (P h ilad elp h ia: W .B . Saunders, 1953).

228

K itzing er. S h e ila , The Experience o f Breastfeeding(Lon