Önemsizin Arkeolojisi: Condillac Okuması [1 ed.] [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

ÖNEMSİZİN ARKEOLOJİSİ Condillac Okuması ı—, n JO c n>

İngilizceden çevirenler: ali utku mukadder erkan

ö n e m s iz in a r k e o l o j i s i Jacques Derrida

O to n o m 18 Felsefe d izisi 8 Ö n e m s iz in a r k e o lo jis i Ja c q u e s D e rrid a ISB N 978-9 7 5 -6 0 5 6 -1 5 -8 1. B a sım : M ay ıs 2007, İsta n b u l (1000 adet) K itab ın ö zg ü n adı: L a rcheologie d u fr iv o le

Ç e v iriy e e sa s a lın a n m etin : ’lh e A r c h e o h g y o f th e F r iv u lo ııs: R e tıd in g C o m lillu c , tran slate d w ith an in tro d u e t'

by Joh n P. Leavey, Jr., N e b ra sk a UP, L in co ln , L o n d o n , 1987 © £ d itio n s G a lile e, 1990 © T ü rk ç e y ay ım h a k la n O to n o m Y ay ın cılık , 2 0 0 6 İn g iliz c e d e n ç e v ire n le r Ali U tk u -M u k a d d e r E rk an Y a y ım a h a z ır la y a n Eylem C a n a sla n K a p a k resm i R aph aele C o lo m b i K a p a k ve İç T a s a r ım U la ş K an te m ir B a s k ı ve C ilt M a r t M a tb a a c ılık S a n a tla rı T ic. ve S an . Ltd. Şti. Tel: (0212) 321 23 00

O to n o m Y a y ın c ılık Y en içarşı C a d . K alk a n H a n N o : 3 6 /6 B e y o ğ lu /İsta n b u l Tel: 0212 2 4 4 87 09 F ak s: 0212 292 23 66 e - p o s t a :ile tis im @ o to n o m y a y in c ilik .c o m w w w .o to n o m y a y in c ilik .c o m

ÖNEMSİZİN ARKEOLOJİSİ Jacques Derrida " O

\

L v iO c

İngilizceden çevirenler Ali U tku M ukadder Erkan Q _0

r2>3 ^

Ja c q u e s D e r r i d a (1930-2004): Geliştirdiği “y ap ıb o z u m c u ” eleşti­ rel o k u m a yöntemiyle, farklı disiplinlerde işlerlik k a za n an yeni bir düşün ce b içim ine kapı aralayan, postyapısalcı felsefe çevresinin k u ru lu ş u n d a önemli bir yere sahip ç ağ d aş Fran sız düşün ürü. 1930 yılın da C e za yir’in El-Biar k a ­ sab asın da doğdu. Erken yaşlarda yaptığı Rousseau, Nietzsche, Gide, Valery, C a m u s o k u m ala rıy la edebiyat ve felsefeye yöneldi. 1952’de Paris’in saygın ok ulu Ecole N o r m ale Superieure’e kaydoldu. 1956’da özel bir bursla Harvard ve C a m b r id g e Üniversiteleri’ne dinleyici olarak gitti. H u sse rl’in Urspru n g der G com ctrie [G eom etrin in Kökeni) adlı eserini u zun bir önsözle F ran sız ca’ya çevirdi. 1960’d a n sonra Sorbonne, Ecole N o r m ale Superieure, John H o pkin s, Yale ve C alifornia Üniversiteleri’nde dersler verdi. 1967’ de y ayım ladığ ı, L a Voix et lephenom ene, Introduction au problem e du signe d an s la phenom enologie de H usserl [Ses ve Fenom en, Husserl Fenomenolojisin de Gösterge S o r u n u n a Giriş], De la G ram m atologie [G ramatoloji Üzerine] ve L’ecriture et la differerıce [Yazı ve Ayrım] adlı üç eser, kariyerindeki önemli çıkışı gösterir. Hem en b ütün eserlerinde karşılaşılan egemen eğilim , Batı felsefesi geleneğinin y a p ıb o zu m c u b ak ış açısıyla son un a dek s org u lan m a sı, bu gelenek içindeki çelişki ve çık m azların gösterilmesi yoluyla, felsefenin yeniden yaratıcı kılın m a sı mücadelesidir. 2004 yılın da pa n k r e a s k a n s e r i n ­ den ölen D errida’nın, uluslararası düzeyde katıldığı çok say ıd a b ilim s e l/a k a ­ d e m ik toplantılar ve atölye ç alışm alarıy la geniş bir çevreyle diyalog içinde t a m a m la d ığ ı kariyerinin diğer temel eserleri şunlardır : L a D issem ination [1972; Sirayet], M arges de la philosophie [1972; Felsefenin Kıyıları], G las (1978), L a Verite en peinture [1978; Resim de D oğruluk], Eperons: Les Styles de N ietzsche [1978; M a h m u zlar: N ietzsch e’nin Üslupları, çev. M. Baştürk, Babil Yayınları, 2002], L a C arte postale, de Socrate â Freud et au -d elâ [1980; K artp ostal, So k ra te s’ten Freud’a ve Ötesine], Psyche, Inventions de l ’autre [1987; Psike, Ö tekin in İcadı], D u D roit â la philosophie [1990; Felsefeye H a k Üzerine), Q u’est-ce que la poesie? [1990; Şiir Nedir, çev. A. Sarı-M . A. Arslan, Babil Yayınları, 2002], L'Autre cap [1991; Öteki H e d e f/B aşk a Baş, çev. M. Başaran , B a ğ la m Yayınları, 2003], Spectres de M arx [1993; M a r x ’ın H a y a ­ letleri, çev. A. T ü m e rtek in, Ayrıntı Yay., 2001], M a rx & Sons [2002; M a r x ’ın M a h d u m la r ı çev. A. Tü m ertek in, Ayrıntı Yay., 2004], “Otobiographies: l’ens eignement de N ietzsche et la politique du n om propre” [1982; O tob iyog ra­ filer: N ietzsch e’nin Ö ğ re tim i ve Özel İsim Politikası, çev. M. Erkan-A. Utk u, Birey, 2004], “C o sm o p o lite s de tous les pays, encore un ellort!”; “ Le Siecle et le p a rd o n ” [1997-1999; K oz m opolitiz m ve B ağışlam a Üzerine, çev. A. UtkuM. Erkan, Birey, 2005], Derrida, 1997 ve 1999’da, İsta n b u l’da, çeşitli k o n ­ feranslar vermiştir. 1997’de İsta n b u l’da katıldığı atölye ç alışm ası için bkz., Pera P eras Poros, Jacqu es D errid a ile Birlikte D isiplin lerarası Ç alışm a, haz. F. Keskin, Ö. Sözer, YKY, 1998. A li U tk u : Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe B ölü ­ mü. M u k a d d e r E r k a n : Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, İn gi­ liz Dili ve Edebiyatı Bölümü.

İÇ İN D EK İLER 7

S un uş

) 1 Parç a lan m ış Çerçeve, K u r g u n u n A y a rtm ası (

9

(Jo h n P. L ea v ey )

K ıs a ltm a la r 31

1. İkinci İlk - Metafizik

35

2. D eh anın Ertelenen Eylemi [/’ apres-coup] 53

3. İmgeleme - K a v ra m sa l Vekâlet ve K uvvetin R om a n ı 69

4. Bir K en ar N otu ya da D eğ in işi - İki K o p u k Sayfa 87

. İnsan Bilgisinin K aynağı Üzerine D en em eye G iriş - Ö n e m s iz ­ liğin Kendisi

111

D izin

131

SUNUŞ

Michel Foucault’nun 1969 yılında yayınlanan kapsam lı eseri Bilginin Arkeolojisi'ne, dört yıl kadar sonra bir Condillac okum ası olan Önemsizin Arkeolojisiyle D errida’dan yanıt gel­ di. C ondillac’a ve onu okuyan D errida’ya göre “Önemsizlik, simgelerle tatm in olm aktan ibarettir. Göstergeyle ya da daha çok artık göstermeyen, bir gösteren olm ayan gösterenle başlar. Boş, hüküm süz, kırılgan, yararsız gösteren.” A nlam lı etkinlik ve düşünce sistem lerini göstergelerin keyfi işleyişlerine indir­ geyen yapısalcılığın zaferi, oyunculluk açısından değilse de, bu açıdan aşırı önem sizdir. Önemsizin Arkeolojisi, felsefeye özgü ve uygun çağdaş bir okum a girişim i sunar. Derrida, C ondillac’m yazı “m evcudi­ yetin ilerlemeci bir indirgem esidir” argüm an ına saldırdığında, yazıya karşı çıkan klasik argüm anı -b u argüm an, konuşm a­ daki varsayım sal mevcudiyet anlam ında, yazının bir yokluğa (konuşm acının, dinleyicinin ya da her ikisinin yokluğuna) da­ yanm asını olum suz değerlendirir- yerinden eder. C ondillac’ın bildirim i, bu “m evcudiyet” in yalnızca çok önemli olduğunu değil, aynı zam anda sorunsal olm ayan ve istikrarlı bir kavram olduğunu da im a eder. Bu mevcudiyet nosyonu, klasik bir metafıziksel zorunluluktan, sözmerkezci bir idealden kaynakla­ nır ve D errida’nın, Önemsizin Arkeolojisinde yerinden ettiği,

iletişim deki istikrarlı mevcudiyettir. Derrida, Condillac’ın işa­ ret ettiği m evcudiyetin savunulm a kolaylığı varsayım ına k ar­ şı çıkar: “II n’y a p as de hors-texte” [“Metnin dışında bir şey yoktur”], m etinde de yalnızca sürekli ertelenen anlam dizileri vardır. Çeviri, yapısalcılık sonrası döneme ilişkin bir birlik­ te okum a-tartışm a süreci bağlam ında, edebiyattan felsefeye, felsefeden edebiyata sızm alara izin veren disiplinler arası bir zem inde ortak yol arayışlarının bir ürünüdür. Benzer ilgi ve arayışlara bir katkı sağlayacağı umuduyla. Ali U T K U - M ukadder ER K A N

PARÇALANM IŞ ÇER ÇEV E, K.URGUNUN AYARTM ASI (

)2 parantez( “(Yazarken okuyorum : her terime ayrıntılı biçim de önsöz yazm anın hazzm a yavaş yavaş vararak )” (“Positions,” Diacritics içinde, 3, 1973, s. 43). )3

ö n sö z( Ö nsöz -ve yine önsözle başlam a eylem i- D errida nin kar­ m aşık yazım ını anlam ada bir anahtar olagelmiştir. Gayatri Spivak, D errida’m n Gramatoloji Üzerine’sinin [O f Grammatology] çevirisine yazdığı önsöze şöyle başlar: “D errida’yı okuyorsanız, ‘önsöz sorunu’ üzerine düşünerek başlam anın m akul bir tu­ tum olduğunu bilirsiniz.” Spivak’ın yer yer tu h af metni, hem H egel’ in felsefi eserlerdeki önsözlerin okunuşuna (ve yazılışı­ na) ilişkin suçlam asından hem de H egel’in Fransız çevirm eni ve yorum cusu Jean H yppolite’in destekleyici spekülasyonla­ rından alıntılarla ilerler. Sonra Spivak şunları kaydeder:

Yazılı bir ö n s ö z , “o k u r (l a r ),” “y a z a r ( l a r ) ” ve d ilin k a r ş ı lı k l ı kay d i n i n s o n s u z c a i şlem e k te o l d u ğ u , o k u m a ve o k u m a , k i t a p ve k i t a p a r a s ı n d a k i yeri geçici o l a r a k sın ır lan d ırır . Hegel, b a b a ve o ğ u l, m e ti n ve ö n s ö z a r a s ı n d a k i d ö n g ü y ü k a p a n ı ş a e r d i r m i ş ti. A s l ı n d a o, D e r r i d a ’nın a ç ık la d ığ ı üzere, u l a şı l a n k a v r a m ı n - felse fi m e t n i n k e n d i k e n d in e işleyen m e t o d u n u n e r e ğ i n i n ö n s ö z e ö n b i ld ir i m - ö n d e y i ş - ö n - y ü z o l d u ğ u n u ileri s ü r m ü ş t ü . D e r r i d a ’n ın y e n i d e n - b iç im le n d iriş in d e ö n s ö z - m e t i n y apısı, h er iki u c u n d a n a ç ık h ale gelir. M e tin , h iç b ir istik rarlı t a n ı m a , h iç b ir is tik r ar lı k a y n a ğ a , h iç b ir is tik r ar lı ereğe s a h i p d e ğild ir. “ M e t i n ” i her o k u m a e d im i, b ir s o n r a k i o k u m a y a bir ö n s ö z d ü r . K e n d in i a ç ık l a y a n b ir ö n s ö z ü o k u m a k , b u k u r a l ı n d ı ş ı n d a de ğildir. (G ram m a to lo g y , s. xii).

D aha sonra, epigraf niteliğindeki değinilerini kapatırken, şu sonuca varır: “Öyleyse, bir kitabı açık tutan iki el arasında her zam an zaten bir önsöz vardır. Ve ‘yazar’la aynı ya da başka bir özel ism i taşıyan ‘önsöz yazarı’nın, metni ‘tekrarladığı’ için özür dilem esine gerek yoktur” (a.g.e., s. xiii).

)4 giriŞ ( M uhtemelen 1974’te yazılan (1975’te eklemeler ve düzelt­ meler yapılan) Spivak’ın önsözü, ilk kez 1973’te yayım lanan ve burada çevirisi sunulan Önemsizin Arkeolojisi [L’A rcheologie du frivole] hakkında geçerliliğini sürdüren bir şeyi ifade eder. Spivak, D ern d a’nın yayım ladığı eserleri sıralarken, şunu belirtir: “Condillac tarafından yazılan İnsan Bilgisinin Kaynağı Üzerine Deneme ye [Essai sur Vorigine des connaissances hum aines] çok az dikkat çekm iş bir giriş vardı” (a.g.e., s. ix). A ncak bu metne neden giriş adı verelim? Özellikle de D errida’nın yukarıdaki parantez içi değinişi ve Spivak’ın ön­ sözü dikkate alınırsa. G iriş ve önsöz aynı m ıdır? Farklı mı? Rastlantısal mı? C ondillac’ın Deneme ’si ile birlikte yayım lanan A rkeolojinin orijinal versiyonunda D errida’nın metni, basitçe C ondillac’ın m etninin önünde yer alır: “precede de L’archeologie du frivole par Jacques D errida.” Bir “kenar notu ya da değin işi” oluşturan bölüm e kadar, yani “ iki kopuk sayfa” hakkındaki bölüm e ka­

dar D errida, kendi m üdahalesini bir dereceye k adar açığa vu r­ m az: “Bu sözde Giriş in ... zaten fark etm iştiniz.” (bkz., s. 104, vu rgu lar bana ait). *** (N o t : D ışın d a [Fors], A b r a h a m ve T o r o k ’un Ş ifr e le r in in [C ry p to n y m ie] (1976) “ ö n ü n d e yer alır,” a n c a k D e r r i d a ’y a gö re b u n u , ö n s ö z n ite liğin d e k i b ir ö n c e lik ( İ ç i n d e k i l e r e bile g i r m e yen b ir ö n celik ) o l a r a k ge r ç ek le ştiriy o r g ö r ü n ü r : “Şifre n e d ir? “ Bir ö n s ö z e k a r ş ı söy len e b ilece k her şeyi, z a te n s ö y le d im . Ö n s ö z , v a r o l m a y a n şeyin - m e t n i y itire n in k i m o l d u ğ u n a iliş ­ k i n ş e y i n - y e rin i a lm a y ı m ı id d ia ediyor. Böylece k e n d i s i n e ait o l m a y a n ilk s ö z ü n h a z ı r l a n ı p u y g u n h ale g e t i r i l m e si (y oluy ­ la) ö n s ö z - s ı r a s ı n d a bir ş i f r e - ö n - h iz m e t veren, k o r u y a n [pre serve] (ve b u r a d a b a n a h iz m e t eden, beni gö ze te n [o b-serve]) şe y in , y a n i yeri d o l d u r u l a m a y a n ı n b i ç i m i n i a la c ak tır . “ B u ilk s ö z ü n ö te sin d e bir b a ş k a s ı n ı n (b u) yeriyle i l g i ­ l e n m e y e c e ğ i m . " (İng. çev. B a r b a r a J o h n s o n , G e o rgia R eview için de, 31, 1977, s. 65). K a r a l a m a y ı [Scribble] b i lm iy o r u m . A n c a k E d m u n d H usserV in “G eom etrin in K ö k e n i”: B ir G iriş [E d m u n d H u s s e rl’s "O rigin o f G e o m c try ”: A n In troductio n ] b asitç e g i r iş o l a r a k a d la n d ır ılır : “ Ş i m d i k a l k ı ş t ı ğ ı m ı z b u gir işte tek a r z u m u z , ö z g ü l ö n v a r s a y ım la r ı y l a ve t a m a m ­ l a n m a m ı ş ö zel d u r u m u y l a H u s s e rl d ü ş ü n c e s i n i n bir e v re sin i k a v r a m a k ve k o n u m l a n d ı r m a k o l a c a k t ı r ” (s. 27). D e r r i d a ’n ın “ ilk k a p s a m l ı eseri,” S a i d ’ in “ M e t i n s e l l i k S o r u n u : İki Ö r n e k D u r u m ” d a [“ Th e P r o b le m o f T e x t u a li t y : T w o E x e m p l a r y Pos i t i o n s ” (C ritica l Inquiry, 4, 1978, s. 684)] h atalı b i ç i m d e ifade ettiği (ve b ö y le lik le y a n lış y o r u m la d ığ ı) şe k ild e S ö z ve F e n o ­ m en ler [Speech a n d P h en om en a] değil, F r a n s a ’d a 1962’ de y a ­ y ı m l a n a n bu eserdir. G eom etrin in K ö k en i'ne gir işte n b e ş yıl s o n r a y a y ı m l a n a n S ö z ve Fen om en ler, H usserV in F en o m en o lo jisin d e G östergeler S o ru n u n a G iriş [In troduction to the Problem o f S ig n s in H u ss e r l’s Ph en om en ology] alt b a ş l ığ ın ı taşır. “+ R ( p a z a r ü z e r i n d e n ) ”n in [“ t-R ( p a r d e s s u s le m a r e h e ) ” ] b a s itç e A d a m i ’nin e se rin e e k le n ip e k l e n m e d i ğ i n i , o n u içerip i ç e r m e d i ğ i n i , o n a g i r iş ya d a h a t ta o n a ö n s ö z o lu p o l m a d ı ğ ı n ı bilm iyoru m . G ram a to lo ji, ‘“ R o u s s e a u Ç a ğ ı n a G i r i ş ” i [“ In tr o d u c t io n to the ‘A g e o f R o u s s e a u ’” ] içerir: “ Bu eser, k e n d i s i n i k a d e m e k a d e m e s u n a c a k t ır . B u y ü z d e n o n u , ö n g ö r ü ve ö n s ö z y oluy la h a k l ı l a ş t ı r a m a m . Y in e de b ir uve rtüre g i r i ş e l i m ” (s. 97).

D e r r i d a ’n ın Ile g e l ü z erin e m e tin le r in d e n ikisi, “ K u y u l a r ve P ir a m it : H e g e l ’in G ö s t e r g e b i l im in e G i r i ş ” [“ Le P u its et la p y r a m i d e : I n tr o d u c t io n â la. se m io lo g ie de ITegel” ] ve G la s: “ H e g e l ’e G i r i ş ” [G la s: "Ein fü lır u n g ... i n tr o d u c ti o n into ITeg e l ” ] giriştir, a n c a k b u r a d a “ K ita p D ış ı” [“ H o rs L iv re ” ] m u a l ­ l a k t a d ı r (s. 10). D e r r i d a ’n ın en son girişi “ K e n d i m - P s i k a n a l i z : N ic h o las A b r a h a m ’ın ‘K a b u k ve Ç e k i r d e k ’ inin Ç e v i r i s i n e Bir G i r i ş ” f “M e — P sy c lıo a n a ly s is : A n İn tr o d u c t io n to the T r a n s l a t i o n o f ‘Th e Shell a n d the K e r n e l ’ by N ic h o la s A b r a h a m ” ] G /n s’ın y ö n e l im i n i g e liştirir: “ B u r a d a b ir çeviriyi - k e n d i m i - t a n ıt ıy o ­ r u m ; b ir çeviriye k e n d i m i k a tı y o r u m . “ Şu , b u çifte ses-izle r [voies] t a r a f ı n d a n h a n g i b o y u t l a r a t a ş ı n a c a ğ ı m ı , o k u m a n ı z ı k o l a y l a ş t ı r m a k için, e şik te k e n d i m i s ilm e n o k t a s ı n a t a ş ı n a c a ğ ı m ı yeterin ce aç ık b ir b i ç i m d e ifade eder. ‘K e n d i ’ d i l i m d e , a n c a k girm ek z o r u n d a o l d u ğ u m sizin ü s l u b u n u z l a y a z ıy o r u m . Ya d a tersin e ve y in e ‘k e n d i ’ d i l i m d e b irin i su n m a k için y a z ıy o r u m . S a y ısız ve t a m a m e n tekil tarz la r d a , o r a d a o l m a y a n ve y in e de bir g ir iş e g e r e k s i n i m d u y m a ­ y a c a k k a d a r y a k ın ve m e v c u t o la n birini s u n m a k iç in ” (İng. çev. N i c h o l a s R a n d , D ia c ritic s içinde, 9, 1979, s. 4).)

***

)5

koşullar ( D errida, 1972’de, Hegelci önsöz [Vorrede] ve giriş [Einleiturıg] arasın daki farkı tartışır. Sirayet’te [La Dissemirıation] yer alan önceden yayım lanm am ış tek metin olan “K itap Dışı: Ö n­ sözler” de [“Hors livre: Prefaces”] şunları yazar: Ö n sö z ü g ir işte n a y ı r m a m ı z gerekir. S e r i m l e m e n i n felse­ fî gö vde siy le ilişk ile r in d e b e n z e r b ir s o r u n u o r ta y a k o y s a l a r d a , H e g e l ’in g ö z ü n d e b u n lar , ay n ı işleve ya d a de ğe re s a h ip değildirler. G i r i ş İE in leitu n g), k itab ın m a n t ığ ıy l a d a h a ç o k s ist e m a t ik , d a h a az tarih sel, d a h a az k o şu llu bir b a ğ a s a h i p ­ tir. G i r i ş b iric ik tir, genel ve tem el m i m a r i s o r u n l a r l a ilgilidir, genel k a v r a m ı k e n d i a y r ım ı ve ö z -fa r k l ı l a ş ım ı için de su n ar. A k s i n e ö n s ö z le r b a s ı m d a n b a s ı m a ç o ğ a l ır l a r ve d a h a a m p i r i k b ir t a rih s e lliğ i g ö z ö n ü n e alırlar. H e g e l ’in elbette b ir ön sözd e t a n ı m l a d ı ğ ı b ir k o ş u l z o r u n l u l u ğ u n a k a r ş ı lı k verirler. ... (D/sse m in a tio n , s. 23)

Koşul açısından, H egel’in Tinin Fenomenolojisi’ne yazdı­ ğı artık ünlü Ö nsöz’ü, Fenomenoloji’yi M antık Bilimi ile bir­

leştirir. Önsöz, Fenomerıoloji’den sonra, fakat M antık’tan önce yazılm ıştı. Hegel'in “Tinin FenomenolojisV'nin Oluşumu ve Yapısında [Genesis and Structure o f Hegel’s “Phenomenology o f Spirit”] Hyppolite şunu açıklar: “H egel’in Fenomenoloji’yi bitirdikten sonra, yani ‘keşif gezisin i değerlendirebildiğinde kitaba önsöz yazdığını biliyoruz. Her şeyden önce bu, kendi başına ‘bilim in ilk bölüm ü’ olarak ortaya çıkan Fenomenoloji ile farklı bir perspektiften bir ansiklopedinin ilk uğrağını oluş­ turacak olan Wissenschaft der Logic [M antık Bilimi] arasında bağlantı kurm ayı am açlıyordu...” (îng. çev. Samuel Cherniak ve John H eckm an, Northvvestern, 1974, s. 3). Bir diğer koşul açısından: “Bununla beraber Fenomenolo­ ji ye giriş, aynı zam anda kitabın kendisi olarak kavran m ış ve ilk önce o yazılm ıştır. Bütün kitabın kendisinden doğduğu asıl düşünceyi içeriyor görünür” (a.g.e., s. 3-4). )6

m antık ( Hegel bu koşullara felsefi bir itiraz ekler (D errida da bu p a­ sajı “Kitap D ışı’ nda alıntılar): “Çünkü bir önsözde felsefe hak­ kında uygun bir biçim de her ne söylenebilirse söylensin -sö z gelim i ana eğilim in ve bakış açısının tarihsel bir ifadesi, genel içerik ve sonuçlar, hakikate dair gelişi güzel bir varsayım lar ve tem inatlar d izisi- bunların hiçbiri felsefî hakikati açıklam a tarzı olarak kabul edilemez.” Fenomenoloji’nin önceki iki cüm ­ lesi bu itirazı açıklar: “Yazarın am acını, kitabı yazm a nedenini ve kitabın aynı konuda daha önceki ya da çağdaş diğer incele­ meleri desteklediğini düşündüğü ilişkiyi açıklayarak bir ese­ re önsöz yazm ak âdettendir. Bununla beraber, bir felsefi eser örneğinde bu tür bir açıklam a, yalnızca gereksiz değil, hatta konunun doğası göz önüne alındığında uygunsuz ve yanıltıcı bile görünür” (İng. çev. A. V. Miller, O xford, 1977, s. 1; vurgu bana ait). Ve H egel’in “ felsefeye giriş olam az” önesürüm ünde bu­ lunduğu da bilinir (H yppolite’in Genesis and Structure’ı, s. 53 ve 55).

Hyppolitc, giriş ve önsöz arasındaki m antıksal ayrım ı şu şekilde özetler: “ Önsöz, m etin-dışıdır; H egel’ in kendisi için or­ taya koyduğu am aç ve kendi eseriyle aynı konuda diğer felsefi incelemeler arasındaki ilişki üzerine genel bilgi içerir. A ksi­ ne giriş, kitabın ayrılm az bir parçasıdır: sorunu ortaya koyup konum landırır ve onu çözecek araçları belirler” (a.g.e., s. 4).

M e t i n - d ı ş ı o l a r a k ö n s ö z ü n , D e r r i d a ’n ın R esim d e D o ğ r u ­ lu k ’ d a [L a V erile en p e irılu re ] p are rg o n ü z e r in e ç a l ı ş m a s ıy l a b i rle ş tirilm e s i gerekir: “Ergon s u z b ir parerg o n m u ? ‘S a lt ’ b ir eklen ti m i ? ‘Ç ı p l a k ’ın, yalın eklentisi o l a r a k ö r t m e m i . . . ? A k s i n e e k le y e c ek h iç b ir şeyi o l m a y a n , s u n d u ğ u şeyi ... k e n d i ­ ne ö z g ü eklen ti o l a r a k gö ste re n b ir eklenti. S on uçlar, bu ‘y a ­ lın ’ şeyle n asıl iliş k ile n d irilir? Ş i m d i h a k k ı n d a k o n u ş t u ğ u m u z bu “y a l ı n ” la ve “k a l a n ” la n asıl ilişk ile n d ir ilir? Ve y in e b a ş k a bir a n l a m d a o n la r ı ş i m d i ‘ç ı p l a k ’ o l a r a k a d l a n d ır d ık , t a m a ­ m ıy la ç ıp la k o l a r a k g ö r d ü k . Ö r tü m e t a f o r u n u n ‘s a l t ’ ve ‘y a l ı n ’ şe yd en s ö z ed e rk e n H e i d e g g e r ’e b ö y lesin e kolay u l a ş m a s ı ra s t­ lantı m ı d ı r ? ‘ H e r şe yd en ön ce b u ‘s o y u n u k ’ [“ b/oss” ], y a r a r l ı k [D ienlich keit] ve y a p ı l m ı ş l ı k k a r a k t e r i n d e n s o y u n m a y ı [Entb lö ssu n g ] ifa d e eder. H e r n e k a d a r ü r ü n - o l a r a k - v a r o l u ş u n d a n s o y u n m u ş b ir ü r ü n o lsa da, ç ıp la k şe y [blosse D in g ] b ir t ü r ü r ü n d ü r |Z eu g], Ö y ley se şey-varolan , ş u h a ld e ge rid e b ı r a k ı l a n şe yd en ibarettir. A n c a k b u b ak iy e [Res(], a s l ı n d a k e n d i on tolojik k a r a k t e r iy le t a n ı m l a n m a z . Şeysel k a r a k t e r i n d o n a n ı m s a l her ş e y in [alles Z eu gh aften ] s o y u n m a s ı [A bzug] s ü r e c i n d e [a u f dem Weg) b ü tü n ü y le g ö r ü n m e y e b a ş la y ıp b a ş l a m a d ı ğ ı şüpheli k a l ı r . . . ’ (V a r o l a n - s o n u ç t a n ) s o y u n m a bize, ‘k a l a n ’ı, ‘y a l ı n ’ şey o l a r a k iad e e tm e y e c e ktir. ... K a la n , s o y u n u k b ir şey de ğildir. ... K a l a n ı fark lı bir b i ç im d e ‘d ü ş ü n m e m i z ’ g e r e k i r . .. ” (“ Res titu tio n s ,” İııg. çev. Jo h n Leavey, R esearch in P h eııom enology için de, 8, 1978, s. 34-35). P a re r g o n a l “ k a l ı n t ı l a r ” o l a r a k giriş ve ö n s ö z , salt m e t i n - d ı ş ı n d a n b a ş k a şeyler o l a r a k k a v r a n m a lıdırlar. S a n a t eseri o l a r a k d ü ş ü n ü l m e l i d i r l e r (y asları t u t u l m a ­ lıdır). Bkz., “ Th e P a re r g o n ,” Ing. çev. C r a i g Ovvens, O ctob er 9 için de, 1979.

* Çerçeve (ç.n.) İçerik'siz

** *

„) 7 yenideri'değerlendirmeler( Bu koşullar açısından Hyppolite haklıdır. Ö nsöz her zam an eserin dışındadır, yine de metinden önce değil, sonra yazılan bir m etin-dışıdır. Öte yandan giriş, her zam an sistem in, ese­ rin, kitabın, m antığın içindedir, onların bir parçasıdır. A ncak Hyppolite önsöze yeniden değer biçer: “K anım ca H egel’in en büyük uğrağı, M anlık’m m im arisi ve Fenomenoloji'nin ortak bilinci arasın daki salınım noktasıdır.” (“The Structure o f Philosophic Language A ccording to the ‘Preface’ to H ege’s Phenomenology o f Mind,” l~he Structuralist Controversy içinde, Johns Iiopk in s, 1972, s. 168). (Fenomenoloji’ye) Ö nsöz, bu salınım noktasıdır. D errida bunu takip eder. Girişi, felsefi, m antıksal biçim de yeniden-inceler. Bu yeniden-incelemede giriş kendi sistem a­ tik, m antıksal, yani girişsel karakterini kaybeder: “ bu sistem ­ de giriş için tek m eşru yer, belirli bir felsefî bilim in, örneğin Estetik ya da Felsefe T arih in in başlangıcı ya da uvertürüdür. G iriş, m antığın m utlak ve koşulsuz genelliğine bu türetilm iş ve bağım lı söylemin belirlenimli genelliğini eklem lem elidir” (.Dissem ination, s. 24), ancak bunu uvertür olarak kendi yerin­ den hareketle yapar. Giriş, artık “ kitabın ayrılm az bir parçası” değildir; genele (genel mantığa) değil, tikele (tikel mantığa) bir dış başlangıçtır. Böylece ilkin m etnin dışında olan önsöz, metnin en içi ha­ line gelir. Ve ilkin m etnin içinde, onun bir parçası olan giriş, m etnin dışı haline gelir. Önsöz -k oşu lsal olarak- iç haline ge­ len dıştır. G iriş -m an tık sal olarak- dış haline gelen içtir. Başka bir deyişle önsöz giriş haline, giriş önsöz haline gelir. A ncak her ikisi de bunu, yalnızca silinti altında ve dış-m etin, horstexte uzam ın da yapar.

)8 silm e ( “Yazının, kendi içinde silinme ve iptal edilme işlemini yapısal olarak nasıl taşıdığım (içerdiğini-içermediğini), aynı

zam anda bu silintinin kalıntılarına işaret ederek, burada özet­ lemenin çok zor olacağı bir m antık aracılığıyla betimlemeye ve açıklam aya çalıştım ” (“Positions,” s. 36). Silinti şudur: yapıbozum , yazı, tersçevrim ve yerinden et­ me, paleonim i, eski isim ler bilimi, çifte bilim . (Spivak, önsözü boyunca silintiyi serimler. Silintiyi yanlış anlam anın D errida’yı yanlış an lam ak olduğunu saptar. Bkz., Spivak’ın O f Grammatology deki 13. dipnotu, s. 318. Bu silintinin erken bir incelem e­ sinin özgül bir tartışm ası için bkz., The Translator’s Preface to Edmund HusserVs “Origin of G e o m e t y A n Introduction.) Pratikte yapıbozum D errida’nm metinlerine, yazılarına indirgenebilir. Başka bir deyişle, yapıbozum yazm adan - “ be­ lirli bir tarzda” yazm a (ve okum a), yeniden-yazma (ve yeniden -oku m a)- başka bir şey değildir (“ Structure, Sign, and Play in the D iscourse o f H um an Sciences,” Writing and Difference, İng. çev. A lan Bass, Chicago, 1978, s. 288). D errida’nm silcnsilinen yazım ı -p alim sesti- metafiziğin tersine çevrilm iş hiye­ rarşilerini sürekli yerinden eden yeniden-kayıttır. (Bu yenidenkayıt, D errida’nın yapıbozum üzerine erken tartışm alarında şim diki durum dan daha az açıktır.) Yeniden-kaydm m üdahale aracı olarak silinti, iletişimi sağlar. Sözcükler, terimler, kav­ ramlar, yüklem ler, m antık, metafizik, edebiyatlar yerinden edilir, yeniden-yazılır, yeniden-okunur. Eski isim, D errida’nm silintisinin ve silişinin karalam aları ve darbeleri aracılığıyla onun biçim sizleştirm e ya da lekelemesini (heterojen biçimde) iletir. En azından lekeleme [la salissure] olarak silinti [la rature] resme giden bir dolam baçlı yola işaret eder. Cy Twombly’nin resm ine ve Roland Barthes’m Tvvombly’ııin etkinliğine katılışı­ na giden bir dolam baçlı yola. W hitney A m erikan Sanatı M üzesin deki yakın zam an ­ lı Twombly sergisinin (10 Nisan-10 H aziran 1979) Katalog m etni “ Sanatın Bilgeliği’ nde [“W isdom of A rt”] Roland Barthes, Tvvombly’nin sanatında işleyen tersçevrim den söz eder. “Twombly’de, k lasik teknikteki ilişkiyi tersine çeviren ... b a ş­ ka bir gelişim ortaya çıkar, darbelerin, taram aların, biçimlerin,

kısacası grafik hadiselerin bir parça kağıdın, tuvalin varolm a­ sına, ifade etmesine, haz vermesine olanak tanıyan şeyler oldu­ ğu söylenebilir. ... Tvvombly’nin sanalı --ve onun etiği ve büyük tarihsel tekilliği buna dayanır- hiçbir şeyi yak alam az [ne veut ricn saisir) ...” (İng. çev. Annette Lavers, Cy Twombly: Paintings and Drawings 1954-1977, W hitney M useum , 1979, s. 22). Barthes, Twombly’nin silişinin [effacer] lekelemesini daha özgül bir biçimde soyutlar: Lekelem e. Bu, Tvvombly’n in s a n k i ge rç ek te n i s te m e d e n k e n d i ­ le rin i s i l m e k is ti y o r m u ş gibi d iğe r d a rb e leri ö r t ü y o r g ö r ü n d ü ­ ğü , b oy ay la ya d a ka le m le , h a tta ç o ğ u kez b e lir le n e m e y e n bir m a lz e m e y l e y a p ı l m ış işaretlere, b u d a rb e le r k e n d ile rin i ö r te n t a b a k a n ı n a l t ın d a belli b e lirsiz k a l d ı k l a r ı n d a n do la y ı v e r d i ­ ğ i m is im d ir . Bu, ince bir diy ale k tik tir: s a n a tç ı t u v a l i n i n bir p a r ç a s ı n ı “ b e c e r e m e m i ş ” ve on u silm e k i s te m iş a l d a t m a c a s ı n ­ d a b u lu n u r. A n c a k silerken de b e c e r ik s i z l i k y a p a r ve birb iriyle ü s t ü ste ge tirile n bu iki b a ş a r ıs ız l ık , bir t ü r p a l i m s e s t ' üretir: b u n l a r tuvale, p a r l a k b u lu tla rın b o z m a d a n b irb ir le rin in ö n ü n ­ de n ge ç tiğ i b ir g ö k y ü z ü d e rin liği s a ğ l a r . .. (a.g.e., s. 10-11).

Öyleyse yazının sürprizi: “Yazının tuval alan ın da­ ki tüm m üdahalelerini bu tür sürprizler olarak görmeliyiz: Twombly’nin grafik bir işareti kullandığı her seferinde, bir resmin doğallığının sarsılışı, bozuluşu söz konusudur.” Ve son olarak elin “ beceriksizliği”: [F.]lin sü re k li “ b e c e r i k s i z l i ğ i ”... s ö z k o n u s u d u r . Tvvombly’de h a rf, s ü s o l a r a k k u l la n ıl a n ya d a b asılı b ir h a rf in t a m k a r ş ı ­ tıdır; d i k k a t s i z b ir b iç im d e ç i z ilm iş g ö r ü n ü r ; ve y in e de ge r­ çe k te n ç o c u k ç a değildir, ç ü n k ü ç o c u k ö z e n le u ğ ra ş ır, k a ğ ı d ı n ü z e r i n e se rtçe b a s a r , köşeleri y u v a r l a k yapar, ç a lı şı r k e n dilin i ç ık a r tır . Y e tiş k in le r in tarz ın ı y a k a l a m a k için ç o k ç a lışır ve T \vom b ly b u n d a n k a ç ar ; şeyleri düzenler, a r k a l a r ı n d a iz bı-

Parşöm en , papirüs. Ü stün e y azılm ış yazı silinip yerine b aşka bir yazı y a­ zıldığ ın da p a l im s e s l ’in silinen yazıd an bazı izler taşım ası kaçın ılm azdır. B un d an ö türü p a l im s e s t ’te ortaya çıkan, hem silin m iş olan y azın ın h em de kayda geçen yazının bir karışım ı olacaktır ve bu süreç p a lim sc s l ku lla ­ nıldığı sürece s o n su za k a d a r devam edecektir.

r a k m a l a n n a o l a n a k tan ır ; s a n k i tik sin ti ya d a s ı k ı n t ı d a n d o ­ layı değil, bir r e s s a m ı n “ z a r i f e li’Yıden ç ı k m a s ı b e k le n e n i - b u “ z a r i f e l ” d e y işi on y e d in c i y ü z y ıld a z a r i f b ir elyazısı o la n bir k â tip h a k k ı n d a k u l l a n ı l m ı ş t ı - h ü s r a n a u ğ r a t a n b ir fan tezi y ü ­ z ü n d e n eli h a v a d a y m ı ş ç a s ı n a g ö rü n ü r , s ö z c ü k s a n k i p a r m a k u ç larıy la y a z ı l m ı ş ç a s ı n a g ö rü n ü r . Ve kim bir re ssam d an d a h a iyi y a z a b ilir ? (a.g.e., s. 18, v u r g u l a r b a n a ait)

Tuval olarak metin, metin olarak tuval. D errida’nın m e­ tinleri ve Twombly’nin tuvalleri. Twombly’nin resm i ve Derrida’nın yazısı. D errida’nın resmi ve Twombly’nin yazısı. Biri diğerini açıklar. Çünkü kim bir yazardan daha iyi resim ya­ pabilir? D errida klasik tekniği tersçevirir, “beceriksizce” yazar, “beceriksizce” lekeler ve kalıntıları “ burada özetlemenin çok zor olacağı bir m an tık ’ a göre incelenmeye, tekrara bırakır. D errida’nın “beceriksizliği,” taklit edilem ezliğini oluşturur: “Yazının bu beceriksizliği (yine de o taklit edilemez: onu taklit etmeye çalışın) ...” (a.g.e.). Böylelikle lekeleme olarak silinti, yapıbozum un tekrarını dengeler. D errida’nın tuvallerini “ ken­ disine ait” olarak (mülkiyetin ya da hakikatin onarım ı ya da ye­ nilenm esi olarak değil, ancak D errida’nın taklit edilem ez etki­ si olarak) “yeniden”-işaretleyerek lekeleme, yapıbozum u kendi tekrarının taklit edilem ezliğinde “tuzağa düşürür.” Lekeleme, yapıbozum u tekrarlanabilir olduğu düşüncesine ayartır, sonra onun tekrarını özdeşlikten, (sonsuz tekrarlanabilirlikten, d a­ im a tekrarlayan, totolojik, otistik içe-kapalılıktan) farklı bir aynılığa (kırılgan, parçalanm ış, aralıklı, dağınık, çatlak özdeş­ liğe) saptırır. Böylelikle lekeleme, tekrarı ayartm a aracılığıyla yarar, tekrarı kendinden saptırır, bu şekilde ayartm asını sahte (ancak zorunlu) bir rehberlik olarak gösterir. Sahte rehberlik. Twombly gibi Derrida da “ hiçbir şeyi y a ­ kalam az.” Onun lekelemesi, tuzağın oyuğunda, boşluğunda yakalam aksızın tuzağa düşürür, ele geçirm eksizin tuzağa dü­ şürür. Yazıdaki “aldatm aca” darbeleri bunu onaylar. Lekeleme, bu aldatm aca silintiyi uygulam aya koyar: “gerçekten istem e­ den ... istedi,” “sanatçı aldatm acada bulunur,” “ bir fantezi yü ­

zünden.” A ncak lekeleme aynı zam anda bir çifte aldatm acayı da uygulam aya koyar: “sanki gerçekten istem eden ... istiyor­ muş gibi,” “sanki ... bir fantezi yüzünden.” K urgunun dam gası, (kendi tuzaksız tuzağına) yazının resme, resm in yazıya, yazının yazıya, resm in resme ikinci (ancak zaten her zam an birinciden önce gelen) adım ıdır (“Her şeyin ötesi, ontolojiye direndiği ölçüde m etnin başka bir ism i ... b ir prim um movens' değildir. O, her şeye ... bir kurgu hareketi kazandırır.” —Dissemination, s. 65). Çifte aldatm acanın uygun bir örneği, parergon’dur:

Başlık nedir? Ve eğer parergon başlıksa ne olur? Burada/aıoc titre" sanattır.

' İlk m u h a r rik " Sahte başlık

(La Verile, s. 22) Burada görsel olarak sunulan çerçevenin kurgusu, fa u x tit­ rem “aldatm aca”sını kurar: bir kitabın kapaktan sonraki başlık sayfası olduğu kadar, sahte başlığı, sahteliği, yapmacıkhğı. Böy­ lelikle “sanat,” “Le parergon’ un kapaktan sonraki başlık sayfası­ dır. A ncak sahte “başlık ” sayfası (sahtelik), sanatı da oluşturur. Çerçevenin aldatm acası, sahte rehberliğin -mışgibi hareketi, fau x titre’e kurgusal uyum suzluk kazandırır. Parergon un oyuk, açık köşeli çerçevesi, kurgu içinde, burada fa u x titre sanattır kurgu ­ sunu tam am en çatlatır, yine de sınırlar. Kısacası çerçeve, resmin kurgusunu yazıya ve yazının kurgusunu resme yerleştirir. Böy­ lelikle lekeleme (yani bir tür yapıbozum), yalnızca parergon un çerçevesi içinde gerçekleşir. Başka bir deyişle, kurgunun lekelen­ miş lekesi, kurgunun kendisiyle ya da bizzat kurguyla kurgulaştırılır. Tvvombly, Derrida’yı, Derrida Tvvombly’i askıda bırakır. İkisi dz ,fa u x titre’in, yani silinen her darbeye, başlığa, sözcüğe, yazıya, metne vb. ilişkin bu kararlaştırılam az hakikatin ve kur­ gunun yalnızca içinde ve dışında, ne içinde ne de dışında (yani içini ve dışım yıkan parerga’ üzerinde) çalışır. *** (Y a z m a , h a tta re s i m d e ve ö ğ r e t i m d e silin en yazı, p o lit ik b ir e d i m d i r , p o l i t ik k a l ın t ıl a r b ır ak ır, p o l i t ik k o n u m l a r k u rar . B a ş k a b ir deyişle, y a p ı b o z u m p o li t ik a s ı s u n u l u r [ily a, es g ib t}. D e r r i d a , R e sim d e D o ğ r u lu k 'd a b u n u in celer: “ M a n t ı ğ ı n ı n s o ­ n u ç l a r ın a gö re y a p ı b o z u m , y a l n ız c a filo zo fe m le rin (h e m a n ­ l a m s a l h e m b içim se l) içsel y a p ıla r ın a değil, y a n lış b ir b i ç im d e y a p ı n ın d ı ş s a l yerleşim leri, p e r f o r m a n s ı n ı n d ı ş s a l k o ş u l l a n o l a r a k d ü ş ü n ü l e c e k şeylere de sald ırır : y a n i o n u n p e d a g o j i ­ s i n i n t a rih s e l b iç im le r in e , bu p e d a g o j i k k u r u m u n t o p l u m s a l , e k o n o m i k ya d a p o l i t ik y a p ı l a r ın a d a saldırır. S e rt y ap ılar la , ‘m a d d i k u r a m l a r l a ’ o y n a d ı ğ ı - v e y a l n ız c a sö y le m le r i ya d a te m s ille ri g ö s t e r m e d i ğ i için, y a p ı b o z u m d a i m a bir ç ö z ü m l e ­ m e d e n y a d a ‘e l e ş t i r i ’de n ayırt e d ile b ilir” (s. 23 24). Ve “ O u c o m m e n c e et c o m m e n t finit u n c o r p s e n s e i g n a n t ” için de (Politig u es de la p h ilosop h ie için de, ed. G r is o n i, G r a s s e t , 1976). S o n o l a r a k D e r r i d a ’n ın şu iki s öy leşisin e bkz., D ia g rap h e iç in ­ de, no. 8 ve 11: “ E n tre c r o c h e ts ” ve “ Ja, ou le f a u x - b o n d .” )

* Çerçeveler

22

***

)9 silinen giriş ( Bu s ö z d e G i r i ş ’in, D en em e h a k k ı n d a , k itab ın k e n d is in e u y g u n ve ö n içeriği o l a r a k o r a d a b u l m a k is te y e c e ğ im iz şey h a k k ı n d a k ı s a c a h e r h a n g i bir şe y s ö y lem ek te n k a ç ın d ı ğ ın ı zaten f ar k et­ m i ş t i n i z . B ir giriş, zorla g i r m e m e li d i r .. . m e t n i n için e g i r m e ­ m e lidir, h er şe y d e n ön ce m e t n i o k u m a y l a d o l d u r m a m a l ı d ı r . G i r m e k , a y a r t m a k tır . E lbette o k u r u değil, m e t n i a y a r t m a k t ı r ; h er z a m a n hiç o l a r a k aç ılab ile c e k o la n m e t n i k e n d is in d e n , k e n d i i ç e r iğ in in yin e ç o k y a k ı n ı n d a ş a ş ı r t a c a k k a d a r s a p t ı r ­ m a k t ı r : m e rk e z î b ir b o ş lu k , a l a r m veren b ir y ü ze y s e llik , z a h ­ m e tli d ip s iz bir “ k u y u ” o la ra k . B u y ü z d e n sa t ır la rın , ş e b e k e ­ lerin, sın ır lar ın , kirişle rin , m i m a r i n i n , e kle m e le rin e t r a f ın d a u ğ r a ş ı r ız . ... (ileride, s. 104-105) ... bir g ir iş in y e rin e.... (ileride, s. 114)

G iriş ayartır, sahte rehberliği başlatır. En azından Derrida tarafından yazılan “sözde” giriş. Ç ünkü burada “sözde,” yeniden-incelenmiş (yeniden-yazılmış) girişi -on u n lekelen­ m iş statüsünü, yapıbozum unu- vurgular. Böylelikle silinti, bir kez dah a kendi yapıbozum edim ine genişler ve onu bozar: bi­ çim sizleştirm e, yalnızca terimin kendisine değil, “fikir” ya da “k avram ’ a da işaret eder. ** * ( B u r a d a m e t n i n için in o l m a m a s ı gibi m e rk e z î b ir b o ş l u k , a l a r m veren b ir y üze y sellik , z a h m e t l i d ip s i z b ir ‘k u y u ’”- D e r r i d a , d ı ş a r ı s ı n ın d a o l m a d ı ğ ı n ı söy ler: “M e t n in dışı y o k t u r ” [“ il n ’y a p a s de h ors texte” ] (G ran ım ato lo gy , s. 158). M e tin , içsel ve d ı ş s a l o l a r a k isti k r a r sı z d ı r , g i r iş i n “ m e tn i k e n d i s i n d e n ... k a d a r s a p t ı r m a k ” için k u l l a n d ı ğ ı b ir d u r u m ­ dur, ç ü n k ü m etin v arolm az, h içbir şey k aste tm e z, h içbir şeye niyet etm ez. A y n ı şekilde, d ü ş ü n c e ve algı da, D e r r i d a ’ya göre s o r u n s a l bir v a r o l u ş a sah iptir. (“ V a r o l m a k , o l m a k t ır , b ir k e n ­ d ilik, bir v a r o l a n - m e v c u t o l m a k t ır , devam etm ektir." — G ram m atology, s. 167).)

*** ) ıo

ayartm alar, sapm alar ( M etafizik: C ondillac’m paleonim ik m etafizik incelemesi

D errida’nın C ondillac’m Deneme’sini yaran ana-lojik-olzm so ­ yutlam asına olanak tanır. (Georgia Review’deki Fors çevirisin­ de B arbara Johnson, ana- önekine ilişkin olarak şöyle yazar: “Ana- şun lara işaret eder: 1. yukarı, 2. -e göre, 3. geri, 4. ge­ riye, tersine, 5. yine ... böylelikle belirlenim siz bir tarzda ... bir soru n laştırm a süreci” (s. 66 dpnt). Fors’tan geriye doğru okuyarak, analojik-olanın, m antığın, belirlenim siz bir tarzda ya da en azından Fors’la analojik bir tarzda sorunlaştırılm ası olacağını görürüz.) C ondillac’a göre metafizik, iletişim için saklanan eski bir isim dir, bu eski ism in “ içerik” i değişm iş olsa da: “Yeni metafiziğe, yalnızca analoji ile m etafizik ism i verile­ cek tir... ve uygun bir biçimde analiz ya da analitik metot ola­ rak isim lendirilecektir. Gerçekten bir başlangıç analiz pratiği, bilgiyi gerçek kaynağına geriye doğru izleyerek, ilkelere geriye doğru giderek nihayetinde birinci ilk felsefeyi çözebilir, yıka­ bilir, ayrıştırabilir. Bu, sonunda şu anlam a gelir: “ birinci ilk felsefenin ismini tevarüs ederken, onun yerine g e ç ’. ’ (ileride, s. 39, vu rgu lar bana ait). Analoji, paleonim inin ana-lojisi, duyum ve göstergebilim arasındaki boşluktan geçişi açığa çıkarır ve güvence altına alır: duyum un tohumu, analoji yoluyla, analiz aracılığıyla bir göstergebilim e açılır (ileride, s. 48) Deha: duyum un göstergebilim ciliğe açılışını anlam ak, deha analojisini gerektirir: çığır açm a [frayage]. (Frayage, n ö­ ron kolaylaştırm am dan Gizemli Defter’in psişik faaliyetlerine geçiş olarak Bilimsel Psikoloji Projesi’nden [Project fo r a Scientifıc Psychology] “G izem li Defter Üzerine N ot’ a [“Note on the Mystic Pad” ] Freud’un “yazı sahnesi’ ni D errida’nm okum asını hatırlatır.) ** * (N o t: F r e u d ’u n B a h n u n g 'n n u n ç evirisi ve ge lişim i o l a r a k fra y a g e çeşitli b i ç im le rd e çe v rilm iş tir. A llis o n , S ta n d a r d E ditio r iın “ fa c ilit a t io n ”m ı [k o lay laş tır m aj tercih eder. M e h l m a n , “ F r e u d ’u n Yazı S a h n e s i ’ n in [“ F r e u d et la sc e n e de l ’e c r i t u r e ” ] Yale French S tu d ie s’ de y a y ı m l a n a n ilk ç e v iris in d e “ f r a y i n g ” [ç e k işm e ] s ö z c ü ğ ü n ü sun ar, ç ü n k ü b u s ö z c ü k “ b u g e l i ş m e ­ m i ş y azı y a d a ‘ k a y ıt ’ b i ç im in in h a re k e tin in şid d e tin i y a k a l a r ” (Y F S no. 48, s. 73). B a ss, b u m e tn in ( S p i v a k ’ın O f G ram m a to -

logy ç e v i r i s in i n y a y ı m l a n m a s ı n d a n ö n ce t a m a m l a n a n , a n c a k iki yıl s o n r a W riting an d D ifferen ce’â a y a y ım l a n a n ) g ö z d e n g e ç i r i l m i ş ç e v iris in d e , terim i s u n m a k için “ b r e a c h i n g ” [ b o z ­ m a k ] s ö z c ü ğ ü n ü k u lla n ır. Ben, elin iz d e k i m e t i n d e tek b ir kez g ö r ü n e n b u t e r im e k a r ş ı lı k ola ra k , D e r r i d a ’n ın la voie fra y e e , y a n i sın ır lar ı b e lir le n m iş ç ığ ır ü z e r in e ö n c e k i y o r u m l a r ı n ı n g e l i ş i m in i h a t ı r l a t m a k için “ tr a i l b l a z in g ” [çığır a ç m a ] s ö z ­ c ü ğ ü n ü k u l la n d ım . B a s s “ b r e a c h i n g m ı n d a , k a f a k a rış tır ıc ı fr a y a g e ve e n ta m e r ın [ilk k e s im , b a ş la n g ıç ] u y g u n ( s u z ) bir o l a n a ğ ı n ı y aratır, ç ü n k ü S p i v a k en ta m e r s ö z c ü ğ ü n ü s u n m a k için “ b r e a c h ” [b o z m a k ] y a d a “ b r o a c h ” [a ç m ak ] s ö z c ü k l e r i ­ ni ku lla n ır . D e r r i d a t a r a f ı n d a n y a z ıla n H u ss e rlc i m e tin le rd e A l l i s o n ve ben, D e r r i d a ’n ın e n ta m e r’ı g ö r ü n ü ş t e ö z g ü l de o l ­ m a y a n k u l l a n ı m ı n ı , “ i m p a i r ” [z ayıflatm a] y a d a “ u n d e r m i n e ” [tem elden y o k s u n k ı l m a ] terim leriyle k a rş ılıy o ru z .)

Çığır açm a, yeni bir düzene ve oluşum a yol açar (“filozofun, fikirler bileşim ine ilişkin yeni bir fikirler bileşim i oluşturm ası gerekir” — ileride, s. 63): analojik-olan, göstergelerin sap tırıl­ m ası aracılığıyla işler. Başka bir deyişle, dil dehayı desteklese de, onu olanaklı kılsa da deha, orijinal olm ak için “m evcut” kullanım dan sap arak dile eklenir. D errida’ya göre bu sapm a, “önem sizin arkeolojisi’ ni oluşturur. D errida, Condillac’tan alıntılayarak şu açıklam ada bulunur: “ Böy le c e o r ijin al o l m a k için, y ü zy ıl ön ce g e l i ş i m in e y a r d ı m e t m i ş o la c a ğ ı b ir d ilin t a h rip e d i l m e s in e k a t k ı d a b u l u n m a k z o r u n d a kalır . Bu t ü r y a z a rla r eleştirilebilseler de, y in e de ü s ­ t ü n y e te n e k le rin in b a ş a r ıy a lay ık o l m a sı gerekir. H a t a l a r ı n ı t e k r a r l a m a d a k i kolaylık , v a s a t y eten ekleri o la n i n s a n l a r ı, k e n ­ d ile r in in ay n ı s a y g ı n l ık m e r t e b e s i n i elde etm e le r i g e r e k t iğ in e k ı s a z a m a n d a i k n a eder. İn ce ve kin ayeli fikirlerin, z o r l a m a an tite zle rin , ald atıc ı p a r a d o k s l a r ın , ö n e m s i z k ı v ı r m a l a r ı n , a b e s ifadelerin , yeni m o d a s ö z c ü k l e r i n ve k ı s a c a s ı a n l a m a y e ­ tileri k ö tü m e ta f iz ik le b a ş t a n ç ık a r ıl a n k iş ile rin j a r g o n u n u n s a l t a n a t ı o z a m a n b aşlar.” (ileride, s. 68 dpnt.)

İmgeleme: İmgeleme, kendi düzeninin açıklam ası için de­ hanın sapm asının yeniden-incelenmesidir, yeniden-yorumlanm asıdır (Freudçu terimlerle, Arkeoloji'mn ikinci bölüm ü­

n ü n /fl«x litre i olarak kullanılan bir terim olan ertelenen eylem [Nachtraglichkeit]). Sapm a olarak sapm anın düzeni, an ­ cak olgudan sonra üretilir ve kavranır. Buradaki en ilgi çeki­ ci örnek, C ondillac’m Deneme'de yer alan, iki sayfanın yazıyı tam am ladıktan sonraya kadar metinde yanlış yerleştirildiğine (bu yüzden m etin ve Condillac, düzenden yoksun kalırlar) dair kendi ifadesidir. C ondillac’m yeniden-incelemesi, nihayetinde ve olgudan sonra ona kendi yazısını (ve düşüncesini) düzenle­ me olanağı tanıyan düzen sürçm esini, sapmayı açığa çıkardı. *** (K e n a r N o tu : S u p p le e r’in çevirisi. D e r r i d a s ık sık ve ç o k ısrarlı b ir b i ç i m d e su p p le e r’i tartıştı. Bu terim , bu m e se le ü z e r i ­ ne belirli k la s ik k o n u m l a r içeren S ira y e t’te [La D isse m in a tio n ], S ö z ve F e n o m e n le rd e [Speech a n d P h en om en a] ve G ram a to lo j i ’de yer alır. Yazı ve F ark [W riting a n d D ijferen ce] ve R esim d e D o ğ ru lu k d a b a ş k a geçişler içerir. S ö z c ü k gen ellikle eklenti, i k a m e y a d a y e rin i a l m a (yerine ge çm e ) o l a r a k çe v rilm iş tir. Bu k a r ş ı lı k l a r su p p le e r’in iki tem el a n l a m ı n d a n b iri l e h i n e ­ dir: y e rin e g e ç m e ve t a m a m l a m a (i k m a l e tm e o l a r a k su p p leer â). Bu a n l a m zin ciri, su p p le e r’le ayn ı k ö k ten gelen s ö z c ü k l e r ­ le süre r: su p p lâan ce, su p p le an t(e ), supp lem en t, su p p lem eııtaire. B u n u n l a b e rab e r, O xford E nglish D ic tio n a ry ’de (O E D ) ve W ebster‘s Third In te r n a tio n a l'd a s u n u l a n o l a s ı l ık l a r ış ı ğ ın d a su p p le e r s ö z c ü k aile sin i ç e v i r m e k için supp ly [telafi etm e k ], su p p le m e n t [eklenti] ve b u n l a r la ay n ı kö kten gelen s ö z c ü k l e r i k u l l a n d ı m . H e r ne k a d a r b u çeviri, su p p ly ’ın e ski y a d a a r t ı k n a d i r a n l a m l a r ı n ı y e n id e n - e tk in le ş t ir m e y i g e r e k tir iy o r sa da, D e r r i d a ’n ın y a z ı m ı y l a u y u m için de d ir. Supply (O E D ): “ B ir şey e k le y e re k (b ir b ü tü n ü ) i k m a l e tm e k ; tam am en d o l d u r m a k , t a m a m l a m a k . ... (Bir şeye) ilave etm e k ; bir e k s ik liğ i telafi e t m e k ; e k le m e k . ... (B ir k u s u r u , k ay bı ya d a b o ş l u ğ u ) i k m a l e tm e k , ısla h e tm e k , t a z m i n etm e k ; b ir i k a m e s a ğ l a y a r a k (b ir ş e y in y o k l u ğ u n u ) t a z m i n etm e k . ... İstenilen şeyi t e d a r i k e d e ­ re k (b ir g e r e k s i n i m i y a da isteği) yerine g e t irm e k , t a t m i n et­ m e k . ... Bir şeyi, gereken y a d a a r z u l a n a n şe y ile teçh iz e tm e k . ... ( B a ş k a b i r i n in yerini) d o l d u r m a k ; özellikle (y a ln ız c a şim d i) b ir i k a m e o l a r a k yer işgal e t m e k ... Yerini a l m a k ; b ir i k a m e o l a r a k h iz m e t e t m e k ya d a teçhiz e tm e k ; e k s ik liğ i g i d e r m e k ; y e rin e ge ç m e k . . . . ” )

Gösterge, yerine geçer. Önemsizlik: Tüm üslupların en önem sizi felsefi üsluptur -yan i yazılı nesir üslubudur. Derrida, C ondillac’ı okurken şunları yazar: “Felsefi üslup, doğası gereği önem sizliğe yol açar. A ncak bunun nedeni m antıksaldır, epistemolojiktir, ontolojiktir. Felsefi yazı önem sizse bu, filozofun kendi bildirim lerini gerçekleştirem em esinden dolayıdır. Filozof, hiçbir şey bilmez, söyleyecek hiçbir şeyi yoktur ve kendi cehaletini maskelemek için üslupsal etkileri karm aşıklaştırır, inceltir, saflaştırır. Böy­ lelikle söylem inin temel boşluğundan dolayı yanlış yola sevk eder, değişiklik yapar. Felsefi yazı güç, ezoterik olduğunda, çok az sayıda kişiye m ahsus kılındığında bu, bu tür yazım ın boşlu­ ğun dan dolayıdır.” (ileride, s. 122-123). Yine de bu önemsizlik, yapıbozum u olanaklı kılar (“Felsefe kendinden sapar, yine kendisini dışarıdan vuracak darbelere yol açar. Yalnızca bu ko­ şulla, hem içsel hem dışsal yapıbozum olanaklıdır.” — ileride, s. 127), ve önem sizliğin kurgusu önem sizliğin kendisini olanaklı kılar (“Genişletm eyle söylenen şey, daim a uygunsuz biçimde söylenir.” — ileride, s. 128). ) n

Ark(h)eoloji: alıntılar ( “ — arkeoloji, savoir da* kendi çözüm lem esinin ayar nok­ tasını bulur “ — önem sizlik bütün arkeolojiye m eydan okur; diyebiliriz ki, onu önem sizliğe m ahkûm eder “ — arkeoloji, karşıt yönde ilerler: daha çok tarihçilerin sabırla attıkları bütün bu düğüm leri çözmeye çalışır. Farkları çoğaltır, iletişim hatlarını bulanıklaştırır ve onun bir şeyden diğerine geçişini daha da güçleştirmeye çalışır “ — düzen, açıklık, kesinlik: yalnızca m antık değil, yazı da -felsefi ü slu p- bunlardan yoksundur. Felsefi üslup, doğası ge­ reği önem sizliğe yol açar

* B ilg i

“ — felsefi üslup, yeniden-yazımdan fazla bir şey değildir: yani korunan dışsallık biçiminde, zaten yazılm ış olan şeyin düzenlenm iş bir dönüşüm ünden fazla bir şey değildir. K ayna­ ğın en iç gizine bir dönüş değildir; bir söylem -nesnesinin siste­ m atik tanım lam asıdır “ — kötülüğün kökeni, yazıdır. Ö nem siz üslup -yazılı olan - üsluptur “ — düzenli bir tarzda gidim li bir pratikle biçimlenen ve zorunlu olarak bir bilim in kuruluşuna yönelik olm asalar da, bir bilim in kuruluşu için zorunlu olan bu unsurlar grubuna, bilgi adı verilebilir önem sizlik, simgelerle tatm in olm aktan ibarettir “ du savoir (İng. çev. A. M. Sheridan Smith, Pantheon, 1972, sırasıyla s. 183, 170, 140, 182) du frivole (ileride, sırasıyla s. 115, 122, 123, 114) ...” ) 12

parantez 2 ( “D errida, karakteristik olmayan pozitivist bir tavırla, bir söyleşideki uzun bir dipnotta, kendisi üzerindeki Lacan etki­ si sorununu ortaya koydu” (Grammatology, s. lxiii; vurgular bana ait). Bu karakteristik olmayan çerçeve ilk parantezi içe­ rir: “(Yazarken okuyorum : her terime ayrıntılı biçim de önsöz yazm anın hazzına yavaş yavaş vararak).” Sıradan parantez tar­ zında olm ayan bir parantez, hem parantezlerin hem de arada yer alanın kenar [parergonal] niteliğinin altını çizer. Öyleyse “m etni kendisinden ... k adar saptır”: silintinin kaydettiği p a­ rergonal fark (kurgu), parantezleri gözetler, sanki kenarlığı ortadan kaldırm ak için. Öyleyse kenarları saptır, ancak yal­ nızca iletişim kuracak kadar. İletişim i olanaklı kılan önem siz boşluğu üretecek kadar. ) 13

teşekkür ve notlar ( Önemsizin Arkeolojisi: Condillac Okuması C ondillac’m Essai sur l ’origine des connaisances humaines, ed. Charles Porset,

precede de L’A rcheologie du Frivole par Jacques Derrida (*Editions Galilee, 1973) içinde yayım lanan Fransızca ilk basım ın ­ dan çevrilm iştir. Bu basım , kitabın, D enoel/G onthier taralın ­ dan 1976 tarihli L’A rcheologie du Frivole: Lire Condillac başlıklı yeniden basım ıyla da karşılaştırılm ıştır. Önemli değişiklikler bulunm adı. Bu m etne ilişkin yararlı önerilerinden, sabırlı okum ala­ rından ve düzeltilerinden dolayı, Robert Hatch ve Gregory Ulm er’e teşekkür etmek isterim. Bu eserin bölüm lerine sağladığı destekten dolayı, University of Florida’s H um anities C ou n cil’a da şükran borçluyum . Ayrıca en fazla Jacques D errida’ya m in­ nettarım , yardım ından, desteğinden ve dostluğundan dolayı. Son olarak, bu çalışm ayı Arthur Evans’a adıyorum . Gainesville, Florida Eylül, 1979

John P. Leavey, JR.

K ISA L T M A LA R

Essay

Coııdillac, An Essay on ihe Origin o f Human Knowledge: Being a Supplement to Mr. Locke’s “Essay on the Ilum an Understanding,” çev. Thom as Nugent, 1756; yeniden basım Gainvesville, Florida: Scholars’ Facsim iles & Reprints, 1971. Esere göndermeler bölüm, kısım , p arag raf ve sayfa şeklinde yapılacaktır. Örneğin: Essay, I, 1, §10, s. 20, I. Bölüm, 1. K ısım , 10. paragraf, 20. sayfaya gönderm ede bulunuyor. K ullanacağı Fransızca Essai edisyonuna ilk gönderm esinde Derrida, ilk basım ın alt başlığına parantez için­ de dikkat çeker: “ 17-16 tarihli ilk basım ın başlığı şöyledir: Work Wherein Everything Corıcerning Human Understanding Is Reduced to a Single Principle.”

L e ttre s

Condillac, Lettres inedites a Gabriel Gramer, ed. Georges Le Roy, Paris: Presses Universitaires de France, 1953.

Logic

Condillac, 7he Logic of Condillac, çev. Joseph Neef, 1809; yeniden basım Signifıcant Contributions to the Hislory o f Psychology, 17501920 içinde. Series A; Orientations, cilt. 1, ed. Daniel N. Robinson, W ashington, D.C.: University Publications o f America, 1977.

OMB

M aine de Biran. Oeuvres de M aine de Biran, ed. Pierre Tisserand, 14 cilt. Paris: F. Alcan ve Presses Universitaires de France, 1920-1949 (cilt ]-12 Alcan; cilt 13 ve 14, P.U.F.)

OP

Condillac, Oeuvres Philosophiques de Con­ dillac, ed. Georges Le Roy, 3 cilt, Corpus G ene­ ral des Philosophes Français, Paris: Presses Uni­ versitaires de France, 1947-1951.

TS

Condillac, Condillac s Treatise on the Sensations, çev. Geraldine Carr, Los Angeles: University o f Southern California School o f Philosophy, 1930. Esere göndermeler bölüm, bahis, p arag raf ve sayfa şeklinde yapılacaktır. Örneğin: TS, 1, 2, §11, s. 8 , 1. Bölüm, 2. Bahis, 11. paragraf, 8. say­ faya gönderm ede bulunur.

Voltairc, her şeyden öncc sadcce bir edebiyatçıdır. ... O n sekizinci yüzyılın gerçek metafizikçisi, Sa­ yın C ondillac’tır. ...' C o n d illa c ’ın en çarpıcı özel­ likleri, bir incelik ve canlılığın yanı sıra, açıklığ ı ve kesinliği, kesin a n a ­ litik gücüdür. Bu değerli niteliklere, önemli k u su rlar eklenir. Condillac, gerçeklik d u y g u su n d an yoksundur. Ne in san ı ne de in sa n soyunu, ne y a ş a m ı ne de toplumu tanır. S a ğ ­ duyu, onu hiçbir z a m a n sınırlam az. K eskin bir zekâya sahiptir, ancak dar fikirlidir. Aşırı basitliğe düşkün olan Condillac, tek bir ilkeye in dir­ gemek gibi önemsiz bir çık ar u ğ r u ­ na her şeyi feda eder. Gözleme hiç h eveslenmeyen Condillac, güvenilir ve ayrıntılı olgu t a n ım la m ala rın d a n çok, s ö zc ü k ya da figür bileşimle rinden hoşlanır. O n un ku su rsuz nitelikte an c a k görkem den yoksun, k u ru ve kesin üslubu, buradan ka y ­ naklan ır; bu, yavaş yavaş felsefenin gerçek üslubu olarak ara m ız d a say­ gın lık kazanır.

Metafizik y avaıılaşmıştı. On yedinci yüzyılın son b ü y ük Fransız metafızikçileri M alebran ch e ve Arn a u ld ’nun öldükleri yıl, Helvetius ve Condillac doğdu. ... On y e din ­ ci yüzyıl teolojisi ve metafiziğinin o lu m su z reddiyesi y an ın d a olunılu, anti-m etafiziksel bir sistem talep edildi. O dön e m in y a ş a m pratiğini sistematize edecek ve teorik olarak ortaya koyacak bir kitaba gereksinim duyuldu. L o c k e ’un İnsanın A n lam a Yetisi Üzerine Bir Deneme [An Essay Concerning H unıane Understanding] başlıklı incelemcsi, bir davete icabet edercesine K anal'ın karşı y a k a s ın ­ dan geldi. ... Locke, Sp in oza’nın ta­ kipçisi olabilir mi? “ Profan ” tarih, bu soruyu şöyle yanıtlayabilir: M a ­ teryalizm, doğuştan Büyük B ritan ­ y a ’nın oğludur. ... L o c k e ’un doğ­ ru dan öğrencisi, onu Fran sızca'ya çeviren Con dillac, ori yedinci yüzyıl m etafiziğine karşı hem en L o c k c ’un du y u m c u lu ğ u n u u y gu la m ay a koydu. Fran sızlar’ın, bu metafiziği yalnız ca berbat bir hayalin ve teolojik ö n y a r­ gının eseri ola rak kesinlikle red­ dettiklerini kanıtladı. ... Condillac, yalnız ca eklektik felsefesinden dolayı Fransız ok u lların d an kovuldu.

1

Bon n ot de Condillac, ünlü Mably’nin erkek kardeşi, Grenoble’da 1715’te doğdu, 1790’da öldü. Eserlerinin en iyi b asım ı 1798’de 23 cilt halinde y ay ım la n an oktav basım ıdır . V İ C T O R COUS1N Histoire generale de la philosophie

KARL M ARX “Critical Battle again st French M aterialism ” ('flıe Holy Fam ily için­ de, Collected Works içinde, cilt 4, [New York: International, 1975])

. 1 I k în c İ İ lk - M

e t a f iz ik

İnsan Bilgilerinin Kaynağı Üzerine Bir Deneme [An Essay on the Origin o f Human Knowledge] başlıklı bu kitap, isim siz bir bilim e kapı açm ış olmalı. M etafiziği eleştirmek, yalnızca bu şekilde olanaklıydı. Bu kitap, bunu gerçekleştiriyor -k i bu, yeni bir m etafizik kurm ak­ la her zam an aynı anlam a gelir. Bu kitap, bu bakım dan da hiç­ bir şeyden yoksun değildir -k i bu, iki m etafizik arasında katı ve köklü bir ayrım ı ima eder. Bunu kanıtlayacağız. “İki tür m etafiziği ayırt etmeliyiz.” Özler ve nedenler m e­ tafiziği yerine Condillac, çok hızlı bir biçimde, bir fenomenler ve bağın tılar [relations] (“ bağlantılar” [liaisons]) m etafiziğinin konulm asını önerir. Gizli olanın metafiziği yerine, açık olanın m etafiziğini -şeylerin kendilerinin bir fenomenolojisi de di­ yebiliriz- ve sınırların eleştirel bir bilim ini önerir. Biri, “her sırrı, varlıkların doğasını ve özünü ve en gizli nedenleri ince­ lemek ister; o (m etafizik), bu tatlı fikirden hoşnut hayranlarına bunları keşfetm e sözü verir. D aha ihtiyatlı olan diğeri, şeyleri yalnızca gerçekte oldukları şekliyle görmeye çalışarak ... araş­ tırm alarını insan zihninin [esprit] zayıflığına göre ayarlar ...” (Essay, Introduction, s. 2-3). Bu tür yeni bir bilim, fikirleri isim lendirm ek için yaratıl­ dığından, sonuçta kendini isim lendirm ede bazı sıkıntılar ya­ şayacaktır.

H angi özel ism i, hiçbir yerde son bulm ayan ve evrensel bir analizden, bizi bütün bilgi alanlarında en yalın, en temel fikirlere geri götüren ve onların bağlantı, bileşim, karm aşım , ikam e, tekrar yasalarım da tanım layan bir analizden yarar­ lanan genel bir bilim e tahsis edebiliriz? Fakat aynı zam anda -b ir ilke sorun u- bunların oluşum yasalarını da tanım layan bir analizden yararlanan bir bilim e? Bu genel teori gerçek­ ten m etafizik m i olacak? Paleonim i: Deneme sinin başlangıcında Condillac, “ iki tür m etafiziği ayırt etm e’ m iz koşuluyla çok rahat bir biçim de eski ism i korum aya karar verm iş görünüyor. Bu yüzden, iki m etafi­ ziğin karşıtlığı, gizli öz ve verili fenomen arasın daki karşıtlığa benzer. Verili fenomene geri dönerek onun oluşum unu yeniden-üretiriz, kaynağını “geriye doğru izleriz” (Deneme’deki iki temel sözcükten biri), oraya geri gideriz, kaynağı tekrarlar ve onu analiz ederiz. Böylelikle “ iyi” metafizik kaynakların ve doğru başlangıçların bilim i olduğundan (ve bu, Kalkül D ili’ne [La Langue des calculs] işaret eder: “Baştan başlıyorum .” “Bu yüzden hiç kim senin daha önce başlam adığı yerden başlıyo­ ru m ...” ) “ iyi” m etafiziğin ilk felsefe olarak da sunulabilm esi gerektiğini düşünebiliriz. A ncak bu hiç de doğru değildir! Başlangıçların bilim i -y a ­ lının, bileşim in ve oluşum un m etafiziği- yeni felsefe, indirge­ nemez biçim de ikinci olacaktır. Bu, onun koşuludur. D enem e’den uzun süre sonra C ondillac, m etafizik sö zcü ­ ğünü k u llan m a kon usun da her zam ankinden daha sağduyulu ve daha rahatsızdır. Her şeyden önce philosophia prote güçlü­ ğünden kaçın m a kaygısı taşır. Onun m etafiziği ilk m etafizik olm ayacaktır. Ya da teoloji. D escartes’in yapm akta b aşarısız olduğu şeyi yapm alı, A ritotelesci gelenekten kopm alıyız: M e t a f i z i k t a rih in i s u n m a y ı u n u t m u ş o l m a m m u h te m e l e n ş a ş ır tı c ı g ö rü n e c e k t ir . A n c a k b u n u n n e d e n i, b u s ö z c ü ğ ü n ne a n l a m a g e ld iğ in i b i lm e m e m d ir . Bir b i li m y a r a t m a y ı d ü ­ ş ü n e n A r is to te le s , b u görevi, varlık , töz, ilkeler, nedenler, b a ğ ı n t ı l a r ve d i ğ e r b e n z e rlik le r gibi b ü t ü n genel ve s o y u t d ü ­ ş ü n c e leri b ir a r a y a g e t i r m e k için üstle n di. O, b ü t ü n b u f ik ir­ leri, ilk bilgelik, ilk felsefe, teoloji vb. o l a r a k i s im le n d i r d iğ i bir

b a ş l a n g ı ç i n c ele m e si için de d ü ş ü n e c e k tir. A r i s t o t e le s ’ten s o n ­ ra, T h e o p h r a s t u s ya d a d iğ e r bir p e r ip a t o s ç u , b u s o y u t fikirler k o l e k s iy o n u n a m e ta fiz ik ad ın ı verdi. Ö y le y se m e t a f iz i k ş u ­ dur: h e r h a n g i b ir şeyi öz ellikle d i k k a t e a l m a d a n ön c e , h er ş e ­ yi genel o l a r a k in celem eyi, y an i h er h an gi b ir şeyi ö ğ r e n m e d e n ön c e , h er şe y h a k k ı n d a k o n u ş m a y ı ö n e re n b ir b ilim : h iç b ir şeyle ilg ile n m e y e n ve h iç b ir şeye u l a ş t ı r m a y a n b o ş b ir b ilim . K e n d i m i z b a z ı tikel fikirleri genel n o s y o n l a r a y ü k s e l t t i ğ i m i z için, genel n o s y o n l a r ilk b i li m i n n esnesi o l a m a z l a r . (C o u rs d 'e tu d e s p o u r l ’in stru ction du Prin ce de P a rm e : H isto ire m o ­ dern e, K i ta p 20, B a h is xii, “ D e s p r o g r e s de l ’a r t de r a i s o n n e r ,” O P için de, II, s. 229)

Sonuç olarak yeni metafizik, yalnızca ilkenin doğru olu­ şum una, gerçek üretim ine geri dönm ekle ikinci olacaktır. Yeni m etafizik, am pirizm e benzeyecektir -şüphesiz. A n ­ cak C ondillac’m A ristoteles’in ilk felsefesinde itham ettiği şey, aynı zam anda bilinçsiz bir am pirizm dir, türetilm iş genellikleri öncüller, sonuçlan tohum lar ya da kaynaklar [germ es] olarak kabul eden bir am pirizm : kendisini bu şekilde kuram ayan bir ikinci felsefe olarak bu, sorum suz bir am pirizm dir. Bir çapraz deyiş etkisiyle, kendisini ikinci felsefe olarak geliştirm esiyle üretici ilkeleri, gerçek tekilliklerden başlayan genelin ilksel üre­ tim ini m etodik bir biçimde yeniden kuracaktır. Yeni m etafizik yalnızca analoji yoluyla metafizik olarak adlandırılacaktır (bundan analojinin, onun temel işlem cisinin yalnızca Aristotelesçi geleneğin analojisine benzer olacağı sonucu çıkar ve burada sonsuz bir sorunlar dizisi m atriksine sahibiz) ve uygun biçim de analiz ya da analitik metot olarak isim lendirilecektir. Bilginin doğru oluşum unun geriye doğru izlenmesiyle, ilkele­ re geriye gidilm esiyle gerçekten başlatıcı bir analiz pratiği so ­ nuçta birinci ilk felsefeyi çözebilir, yıkabilir, ayrıştırabilir. So ­ nunda bu, şu anlam a gelir: birinci ilk felsefenin ism ini tevarüs ederken, onun yerine geç. Ya da daha da iyisi: onun “yerini a l” (.suppleer, Deneme de ikinci temel sözcüktür). K e n d i m i z i d o ğ r u bilgiye t a ş ı m a k için n e sn e le ri a n a l iz e t m e ­ ye g e r e k s i n i m d u y d u ğ u m u z d a n , f ik irle rim izi fark lı s ın ıf la r a a y ı r a r a k ve her b irin e on lar ı k a v r a y a b i le c e ğ i m i z i s im le r v e ­

rerek d ü z e n l e m e k ke sin lik le z o ru n lu d u r . A z ç o k genel n o s ­ y o n l a r ın b ü t ü n h ü n e ri b u r a d a yatar. A n a liz le r iyi y a p ı l m ı ş ­ l ar sa, b izi keşiften keşife taşırlar; ç ü n k ü bize nasıl iz le d i ğ i m i z i gö ste re re k , y in e n asıl iz le y eb ile c eğ im izi öğretirler. A n a l i z i n k a ra k t e r i s ti ğ i , en y alın ve en k e s t ir m e araç la rla bize yol g ö s ­ terecektir. B u a n a liz , d iğ e r ler in d e n ay r ıla n bir b i li m d e ğ ild ir; b ü t ü n b ilim le r e aittir; o n l a r ın d o ğ r u m e to d u , ru h u d u r . Bu a n a liz i, A r is to t e le s ’ in ilk b ilim i ile k a r ı ş t ı r m a m a n ı z k o ş u l u y ­ la, m e t a f iz i k o l a r a k a d l a n d ı r a c a ğ ı m , (a.g.e.)

Bu m etafizik bölümlemesini derhal izlememiz gerekir. Deneme’nin ilk sayfasından itibaren girişilen bu bölüm lem e, yine de Deneme’nin uzam ın ı ve faaliyetini sürekli karm aşıklaştırır. Bir yandan, aslın d a “ k ö tü ” m etafizik, kötü bir dil fel­ sefesiyle birleşen kötü dilbilim sel k u llan ım ı içerir. Ö yley­ se bu k ötü m etafizik, y aln ızca b aşk a bir göstergeler ve sö z­ cükler teorisin in ayrın tılı bir biçim de incelenm esiyle, b aşk a bir dil k u llan ım ıy la düzeltilebilir. Bu, Deneme ’nin sü rek li ve en açık yönelim idir. Ö rneğin: “M etafiziğin bütün bu b ölü ­ m ü şim diye k ad ar öylesi bir m u ğlak lık ve k arışık lık içer­ m iş gö rün m ek teydi ki, bir ölçüde kendim için yeni bir dil k u rm ak zo ru n d a k ald ım . H em doğru olm am hem de vu lger k u llan ım d a u ygu lan an böylesi belirsiz göstergeleri k u lla n ­ m am o lan ak sız d ı.” (Essay, I, 2, s. 26). K alkül D ili, tam da bu projeyi geliştirecek tir: k esin likle keyfi, form el ve geleneksel bir dilin k u ru lu şu . A ncak bir kez dah a bu dilin gram erin i k u rm a görevi, uygun biçim de bu şekilde ad lan d ırılan m e­ tafizikle -c eb ircilerin h esaplam a tekniğiyle değil m etafizik ­ le - aynı an lam a gelir. Felsefi yönelim , soru n dilin ve k u ra l­ ların ın ele alın m ası olduğun da, sürekli yeniden olum lan ır. D iyebiliriz ki, söylem ele alın d ığın d a: bu so ru n lar melafiziksel so ru n lar oldu ğu n dan ve hesap y ap an lar m etafizikçi o lm ad ık ların d an , hesap yap an ların hiçbir zam an ele alm ayı dü şü n m ed ik leri bu sorun üzerinde uzun süre d ü şü n dü m . H esap yapanlar, cebirin y aln ızca bir dil oldu ğu n u ve bu d i­ lin hâlâ hiçbir gram ere sah ip olm ad ığın ı ve m etafiziğin tek b aşın a ona bir gram er verebileceğini bilm iyorlar.” (L a Langue des calculs, OP içinde, II, s. 4 29).1

A ncak diğer yandan, metafizik, gram erin k u ru m sallaş­ tırm ış olacağı şey olduğundan, iyi m etafizik kesinlikle yapay bir gram er içinde ifade edilm ek zorundaysa, bu, “ bir başka” iyi m etafizik tarafından -b u kez en doğal olan, genelde bütün dili önceleyecek olan başka bir iyi m etafizik tarafın d an - ken­ disine yol gösterilm esi için değil midir? Dilin kusurlarını dil aracılığıyla düzeltm ek için değil m idir? Oyunu, doğaya geri götüren şu sınıra itmek için değil midir?: “Cebirin sahip ola­ cağı avantaj vardır; o bizi doğa gibi konuşturacaktır ve büyük bir k eşif yapm ış olduğum uza inanacağız” (a.g.e., s. 435). A şırı biçim lenişini yalın olanın zorunluluğuyla yönlen­ diren kalkül dili, m etafiziğin dilbilim öncesi doğal temelini yeniden kurm alıdır. İyi metafizik doğal ve sessiz olacaktır: so­ nunda —fizik olacaktır. “İyi metafizik, dillerden önce başladı ve diller, sahip oldukları en iyi şeyleri iyi metafiziğe borçlu­ durlar. A ncak bu metafizikler, ilkin bir bilim den çok bir “iç­ güdü ”ydü. İnsanları bilgileri olm aksızın yönlendiren doğaydı ve m etafizik yalnızca insanlar iyi ve rasyonel olm ayı bıraktık­ larında bir bilim haline gelmeye b aşlam ıştır” (Logic, s. 63). Bilim, sözcüğün geçişli ve geçişsiz an lam ların da sağaltmalıdır. Bilim, bilim i sağaltm alıdır (bilim, bilim tarafından sağaltılm alıdır). Sonuç olarak -düalitenin başka bir yerinden edilişi ve yeniden-kaydı- yeni bilim in tam da özünde yine iki m etafizik olacaktır. Bir kez daha kullanım , C ondillac’m ayrıntılarıyla in­ celemeye yöneldiği m etafizik içindeki iki m etafizik arasında ayrım yapm ak zorunda kalacaktır. Özlerin ve nedenlerin bil­ gisinden vazgeçerek ve fikirlerin (yani etkilerin) deneyim ine geri dönerek, (“tek am acı insan zihni [esprit] olan”) yeni “m e­ tafizik,” bu iki m etafiziği kendisine eklemleyecektir. Bu kez iyi 1 İki kaynağın, iki metafiziğin vb. o lm a sı gibi, iki b arba rlık vardır, “ iki tür barbarlık : ay d ın la n m ış yüzyılları izleyen bir barbarlık , ay dın lan m ış y ü zy ılla rd a n önce gelen diğer barbarlık ; ve b u n lar birbirlerine hiç de b e n ­ zemezler. Her ikisi de b ü y ük bir cehalet varsayar, a n c a k d a im a b a r b a r olan bir halk, lüks sanatlarla [/es a rts de lu xe ] tanıştıktan so n ra bu hale gelen bir halk k a d a r kötü değildir.” (Cours d 'e tu d e s: “In troductio n â l ’etude de l ’histoire,” OP içinde, II, s. 9).

ve kötü değil, “dilbilim öncesi” kaynak, “içgüdü” ya da duygu biçim inde iyi ve en üst dilbilim sel ayrıntılı inceleme, yeni dil ve “düşün üm ” biçim inde iyi. Akıl Yürütme Sanatı Üzerine [De l ’art de raisoner] bu çifte sistem i örgütler; doğal içgüdü m eta­ fiziğini ve asıl m etafiziği, yani sağaltan ikinci bilim i birbiriyle ilişkilendirm esi gereken kuralı sunar. Asıl m etafiziğin, doğal içgüdü m etafiziğini bozm am ası, geliştirmesi gerekir; asıl m etafiziğin, dilin içinde, dil olarak bü­ tün dili önceleyen şeyle sahip olduğu ilişkiyi yeniden-üretmesi de gerekir. İnsan zihninin düzeninde, duygu ve düşünüm de­ ğerleri bu ilişki yasasını tanım lar. A şağıdaki ifadede birinci, İkinciye ulaşır: T e k k o n u s u i n s a n z ih n i o l d u ğ u n d a , m e ta f iz ik iki tü re a y r ıl a ­ b ilir: b irin cisi d ü ş ü n ü m ; İkincisi d uy gu . B irin c isi b ü t ü n yeti­ le rim iz i ç ö z ü p açar. O n l a r ın ilke sin i ve o l u ş u m u n u a n l a r ve b ö y lelik le o n la r ı y ö n e te c e k k u r a l l a r ı b u y u r u r : D ü ş ü n ü m , ç a ­ l ı ş m a gü cü y le k a z a n ılır . İkin cisi y e tile rim izi h is s e d e r ; o n l a r ın e y le m in e uyar, b i lm e d iğ i ilkeleri izler; r a s tla n t ıs a l k o ş u l l a r on u d o ğ a l k ı l d ı k l a r ı n d a n , k a z a n ı l m ı ş gibi g ö r ü n m e d e n k a z a n ıl ır ; d o ğ r u z ih in le r in p a y ıd ır ; d e y i m y e rin d e y se o n l a r ın i ç g ü d ü siid ür. B u y ü z d e n d ü ş ü n ü m m e ta fiz iği, y a l n ız c a ilkesiyle ve e tkileriyle d u y g u m e ta f iz i ğ i n in e y le d iğ i her şeyi ge liştire n bir t eoridir. Ö r n e ğ i n d u y g u m e ta fiz iğ i dilleri yaratır, d ü ş ü n ü m m e ta f iz i ğ i o n l a r ın s ist e m in i açıklar: biri h atip leri ve şairleri o l u ş t u r u r ; diğ e r i b e la g a t ve şiir te o ris in i sun ar. (C o u rs d 'e tu des: D e l ’a r t de raison ner, O P içinde, I, s. 619-620)

Şu fark edilecektir: Bu iki metafizik birbirlerine karşı ol­ salar da, pratik ve teori gibi birbirlerini izlerler ve geliştirirler. Pratik durum un [instance] önceliği, bu yeni eleştirel metafizi ­ ğin en kesin ve değişm ez özelliğidir. A ncak bu, bir praxis felse­ fesinden çok, bir olgu m etafiziğine benzeyecektir. Deneme’nin ilk sonucu: bu genel teori, artık bir ilk bilim ya da bir başlangıç metodu olm adığından, bilginin gelişimi ya da edinim inin sonuçlarını hesaba katm ak ve semeresini alm ak için genel teori, bilginin gelişiminden ya da ediniminden sonra gelir (“bize nasıl izlediğimizi göstererek yine nasıl izleyebilece­ ğim izi öğretirler”). Bu genel teori belirli bir bilim tarihini izler.

Fiilen ve yasal olarak, genel fikrin tikel fikirlerden hareketle ku­ rulm ası gibi, (göreceğimiz üzere) bilimsel olguyu önvarsayar. Teorik-olan gibi genel-olan da, daim a oluşturulur. Iier ikisini de analize teslim etmek, pratik ortaya çıkış koşullarına ve oluşum ­ larının genetik süreçlerine geri dönmektir. Bu, yalnızca bir bile­ şim i yalın unsurlarına ayrıştırmak, bir kalkülün parçacıklarını ayırm ak değil, aynı zam anda aynı hareketle (yine de aynı hare­ ket olacak mıdır?) bir kökeni geriye doğru izlemek ve bir psişik faaliyetler zincirini yeniden harekete geçirmektir. Böylelikle De­ neme, bir uygulam alı psikoloji incelemesi m i olacaktır? A ncak m etafizik gibi psikoloji sözcüğü de, kesinlikle kul­ lanım dışıdır, uygun kullanım ın dışındadır: “Bu m etafizik de ilk bilim değildir. Çünkü ne olduklarını ve nasıl oluştuk­ larını bilm iyorsak, bütün fikirlerim izi açık bir biçimde analiz etmek olanaklı olacak m ıdır? Öyleyse, her şeyden önce, on­ ların kaynağını ve oluşum unu bilm ek zorundayız. A ncak bu konuyla ilgilenen bilim , daha yeni olduğundan, hâlâ bir isme sahip değildir. Bu isim altında iyi bir çalışm a olduğunu bilsem, ona psikoloji adını veririm ” (Cours d'etudes: Histoire moderne, OP içinde, II, s. 229). O luşa, daha doğrusu “ilerleme’ ye dikkat eden Condillac, girişim in in tarihsel olanağının koşullarıyla her zam an ilgi­ lenir. Gerçekten bu tarihsel düşünüm , kendisinin bizzat bu girişim den ayrılm asına hiçbir zam an izin vermez; ilk ola­ rak, yalnızca genel tarihsellik yasasını öne sürm üş olm ak için bazı tikel koşulları ve durum ları analiz eder. Felsefe -teo rik m etafizik, genel m etot- temelde tarihsel ise bu, onun daim a biliş pratiğinden sonra, bir bilim in sonucundan ya da keşfinden sonra gelmesinden dolayıdır. Bir bilme faaliyeti ve hadisesi [fa it] açısından felsefe daim a gecikir. Böylelikle Condillac tarafından önerilen genel m etot -ve bu yüzden artık onun metot kavram ı, kuralın olgudan son­ ra [apres coup] genelleştirilm esi- ancak bir keşiften sonra -y a da deha işi keşiften [coup] (daha sonra belirleyeceğim iz bir değer)- sonra kurulabilir. Felsefi düzende bu keşif, zaten bir keşfi, deha işi bilim sel bir keşfi tersyüz eder.

Böylelikle Deneme, Locke ve Newton tarafından sınırları çizilen bir yola bağlanır. Ve metot kavram ım genelleştirerek bu olgudan dersini çıkarır. “Bizi bir hakikate götüren bir m etodun, bir İkincisi için de bize yol gösterebileceğini ve en iyi m eto­ dun bütün bilim lere göre aynı olm ası gerektiğini düşünm eden edem iyorum . Bu yüzden, yaratıcı güçlerim izin uygulam asında ilerlemek için zaten gerçekleştirilm iş keşifler üzerinde dü şü n ­ mek yeterlidir” (Essay II, 2, §27, s. 318). Şüphesiz Condillac, D’A lem bert’in şu sözlerini kabul ederdi: doğuştan fikirler eleş­ tirisiyle, fikirlerin oluşum una ve bağıntısına ilişkin tanım lam a­ larıyla Locke, “adeta Nevvton’un fiziği yaratm ası gibi, m etafiziği yarattı”.2 Sonuç olarak, bir m etodun içeriği ve metot kavram ı, sınırlan çizilmiş yolu im a eder. Doğayı gözlemleme ilkesi göz önünde tutulursa, “nihayet hakikat yolu açılır: daha öte iler­ lediğim iz ölçüde açılır. ... Bütün filozoflar arasında Newton kesinlikle bu yolu en iyi bilen, birbirine bağlı bir hakikatler dizisini izleyen filozoftur” (Cours d ’etudes: llistoire moderne-, OP içinde, II, s. 221). Büyük analoji ilkesi, aynı bildirim i beşeri bilim ler [la Science de 1‘esprit] düzeninde onaylar: A n c a k n e s ir d e ve şiir d e iyi y a z a r l a r a s a h i p o l d u k t a n s o n r a iyi g r a m e r l e r i y a d a p o e t ik a y ı o l u ş t u r d u ğ u m u z gibi, farklı türler için de b a ş t a n s o n a ak ıl y ü r ü t e n iyi zih in le r e s a h i p o l­ d u ğ u m u z ölç ü d e a k ıl y ü r ü t m e s a n a tın ı d a biliriz. Böylece, b u s a n a t ın en b ü y ü k ilerlem esin i, on y edinci ve on se k iz in c i y ü z y ı l l a r d a ge r ç ek le ştird iğ i y a r g ıs ı n d a b u lu n u lab ilir. A s l ı n d a d o ğ r u m e to t b u iki y ü z y ıl ı n ü r ü n ü d ü r . D o ğ r u m eto t, ilk ö n c e fik irlerin d o ğ a l o l a r a k o l u ş t u ğ u ve n e re de y se h iç b ir g ü ç l ü k ol m a d a n be lirlen d iğ i b ilim le r d e b ilin iy o rd u . M a t e m a t i k b u n u n k a n ıtıd ır. ... B a zı T a ta r l a r b ir p o e t i k a y a r a t m a k isterlerse, ge r ­ ç e k te n de iyi b ir şairleri o l m a d ı ğ ı n d a n , b u p o e t i k a n ı n k ö tü o l a c a ğ ı n ı d ü ş ü n ü r s ü n ü z . Aynı şey, on y e d in c i y ü z y ı l d a n ön ce o r ta y a k o n u l a n çeşitli m a n t ı k l a r için de geçerlidir. O d ö n e m ­ de, a k ı l y ü r ü t m e y i ö ğ r e n m e n i n y a l n ı z c a tek b i r y olu v a r d ı: b u yol, b ilim le r in k a y n a ğ ı n ı ve ilerleyişini d ü ş ü n m e k t i . H â l i h a ­ z ı r d a y a p ı l a n ke şiflerde n s o n r a , yeni keşifler y a p m a a r a ç l a r ı ­

2 Jean Le Rond D ’Alembert, Prelim inary D iscourse to the Encyclopedicı o f D id erot, İııg. çcv. Richard N. Schwab (N ew York: Bobbs-Merrill, 1963), s. 83.

nı b u l m a k ve i n s a n z i h n in i n s a p k ı n l ı k l a r ı n ı gö z le m le y e r e k h atay a sevk e d e n y o llara s a p m a m a y ı ö ğ r e n m e k z o r u n lu y d u , (a.g.e., s. 229 -230)

Metot, “bilim lerde ilk bilinen” olduğundan, bir yolun sınır­ larını çizen filozof daha önceki kırılm a olgu-sunu (genelleme yoluyla) tekrarlayan, bu olguyu hem tersyüz eden hem de ge­ nişleten filozoftur. Böylelikle Locke- çığır açar -an ca k Baconve N ew ton’dan sonra. Condillac, Locke’dan sonra çığır açar. Locke’dan önceki filozoflar ve bilim adam ları, Bacon’ı ka­ bul etm iyorlardı -ay n ı zam anda bu, göreceğim iz üzere, tarih ­ sel konum ları nedeniyle dehanın kusuru anlam ına da gelir. B a c o n ’ı in celem eleri gerekirdi. B a c o n , h iç k i m s e n i n b ü t ü n fi ­ k i r le r im iz i s ilm e ve i n s a n ın a n l a m a y e tisin e d a h a d o ğ r u fik ir­ ler k a z ı m a g ö r e v in i ü s t l e n m e d i ğ i n e h a y ıfla n ıy o r d u . [...] L o c ­ ke b e n z e r h a y ı f l a n m a l a r a a r t ı k izin v e rm iy o r d u . Z ih n i n y a l n ı z c a g ö z le m yoluyla b ilin e b ile c e ğ in e in a n ıp , k e n d i s i n d e n ö n c e y ay gın o l m a y a n bir yolu açtı ve s ın ır l a r ın ı çizdi. K e n d i d ö n e m i n i n b i li m l e r in i n de n e ye ve g ö z le m e b o rç lu o l d u ğ u iler­ le m e y i d e ğ e r len d ir irk e n , b u p la n ı b içim l e n d i r e b i l d i ve u y g u ­ l a m a y a k o y m a y ı den eyeb ildi. A n c a k g e r ç e k le şt ird iğ i keşifler, i n s a n ı n a n l a m a yetisi ü z e r in e k e n d i s i n d e n ö n c e y a z a n l a r ın keşifleriyle h a z ı r l a n m a m ı ş t ı , (a.g.e., s. 233)

Şim dilik C ondillac’m Locke’a yönelteceği eleştirileri de bir tarafa bırakalım . Locke’u m odelim iz olarak düşünelim , çün­ kü Condillac sık sık bunu yapm am ızı ister. Locke, daha önceki bir kırılm ayı geliştirmek, doğrusu tekrarlam akla yetinirken, nasıl bir yol açabilir? Bu soru, Deneme ’nin her bir sayfasında (küçük bir tersyüz edişle) aranıp çıkarılabilecek çok daha genel bir sorunlar dizisi paradigm ası oluşturur. Bu soruya yanıt ver­ meye çalışm ak, bütünü yorum lam ayı gerektirir. Locke bir faaliyeti yeniden başlatarak bir yol açm ışsa, şüphesiz ki bu, genel bir yasayı tikel bir alana uygulam asın ­ dan dolayıdır. D aha iyisi, bu alanı ilk kez keşfetm iş, üretm iş ve kavram ıştır: insanın anlam a yetisi alanını. Kendisini adadığı şeyi tersyüz etme ve uygulam a faaliyeti aynı zam anda üretken

ya da kurucuydu. A nalojik biçimde ilerleyerek, bir bilinm eyeni keşfetti. Belki de analoji yoluyla buluş, bu m antığın en genel formülüdür. A naloji (genel analoji ya da m atem atiksel oran analojisi ) hakkında doğru olan şey, analiz için de doğrudur. Verili bir şeyi tersyüz ederek ya da orantılayarak olduğu k a­ dar, analiz ederek de yeni “konular” oluşturulur. Bundan d o ­ layı bilim in ilerlemesi, bilginin zenginleşm esi -C o n d illac ’m da sürekli onayladığı gib i- “ özdeş önerm eler’le, analitik yargılar­ la daim a devam edebilir. Bu koşullar altında C ondillac’m Locke ile bağlantısı, Locke un selefleriyle bağlantısına benzeyecektir. Locke tarafından uygun biçim de başlatıldığı üzere, insanın anlam a yetisinin bilim i C ondillac tarafından -özellikle belirleyici dil sorusun a ilişkin o larak - tekrarlanır, tashih edilir ve tam am lanır. A ncak o, bu bilim i bulm aktan başka bir şey yapm ayacaktır: nihai ola­ rak ve ilk kez. Ç ünkü İnsan Bilgisinin Kaynağı Üzerine Deneme’nin insan tiniyle değil, anlam a yetisi kadar istençle ilişkilendirilebilen ruhun faaliyetleriyle de değil, çok dar biçim de sınırlandırılm ış bir konuyla ilgilendiğini [garde] unutm am alı­ yız: “Bu Deneme’nin konusu, am acım ın (ruhun faaliyetlerini) yalnızca anlam a yetisiyle bağıntıları açısından değerlendirm ek olduğunu açıkça gösterir.” (Essay, I, 2, s. 26) Bu mesele üzerine en açık metin olan M antık’ia, ilk önce analojiyle, özdeş önermeyle ve bilim tarihiyle ilgilenmesi, hiçbir şekilde rastlantısal değildir. Bu metin, bir derece farkı ilkesiyle analojinin üretken işleyişini açıklar (“Bu yüzden analojide fark­ lı dereceleri ayırt etm eliyiz...” [Logic, s. 89]). Condillac’m sis­ teminde, bileşimsel-olanın bir enerji bilimi ve taksonomik unsu­ run tohum niteliğinde bir güç olduğunu anlam ak için, bu derece farkı ilkesini, kuvvet, canlılık ya da bağlantı niceliği ekonomik ilkesiyle sürekli ilişkilendirmemiz gerekir (“bileşimlerin çeşit­ lenmesine bağlı olarak fikirler arasında da az ya da çok bağlantı vardır. Bu yüzden olabildiğince büyük bir bağlantının olduğu bir bileşimi önerebilirim. ... Ancak araştırdığım fikirlerle çok bağlantılı bu yönde bir nesneyi düşüneyim, bütün, bana göre ta­ mamıyla keşfedilecektir...” [Essay, II, 2, §39, s. 327-328]).

[ Y e r y ü z ü n ü n çifte d e v r i m i n e ilişkin] b u an aloji, ay n ı s o n u ç l a r ın aynı etkilere s a h i p o l d u ğ u n u ö n e süre r; yeni a n a ­ lojilerle ve yeni g ö zlem lerle o n a y l a n a r a k a r t ı k ş ü p h e k o n u s u y a p ı l a m a y a c a k bir ön e rm e . Böylelikle iyi filozoflar ak ıl y ü r ü t ­ m e le rin i y ön le nd irdile r. O n l a r gibi akıl y ü r ü t m e y i ö ğ r e n m e k is tiy o rs ak , en iyi araç, G a l i l e o ’d a n Nevvton’a y a p ı l a n keşifleri in c ele m e k tir. ... B u e se rde de b u şe k ild e ak ıl y ü r ü t m e y e ç a lışt ık . D o ğ a y ı g ö z l e m l e d i k ve o n d a n an a liz i ö ğ re n d ik . B u m e to tla k e n d i m i ­ zi in c ele dik ; ve bir ö z d e ş ön e rm e le r dizisiyle fik irle rim iz in ve y e tile rim iz in farklı b iç im le r alan d u y u m d a n b a ş k a bir şe y o l m a d ı ğ ı n ı keşfederek, her i k i s i n in de k a y n a ğ ı n d a n ve o l u ş u ­ m u n d a n e m i n olduk . F ik ir l e r i m i z i n ve y e tile rim iz in a ç ı k l a m a s ı n ı n y a l n ız c a gö ste rg ele r va sıta s ıy la y ü r ü t ü l d ü ğ ü n e ve gö ste rg ele r in y a r d ı ­ m ı o l m a k s ı z ı n b u a ç ı k l a m a n ı n g e r ç e k le şe m e y e c e ğ in e ; s o n u ç o l a r a k ak ıl y ü r ü t m e ta r z ım ı z ın , y a l n ız c a dili d ü z e lt m e y o ­ luyla t a m o l a r a k su n u l a b i l e c e ğ i n e ve b ü t ü n s a n a tın , her b ili m d i l i n i n d o ğ r u ve k u s u r s u z o l u ş u m u y l a ay n ı a n l a m a g e ld iğ in e değindik. S o n u n d a , ilk d ille rin o l u ş u m l a r ı n ı y ö n e te n m e ta fiz ik , z a m a n ı m ı z d a k i gibi bir b ilim değil, d o ğ a t a r a f ı n d a n verilen b ir i ç g ü d ü o l d u ğ u n d a n , ilk dillerin k e n d i k a y n a k l a r ı n d a iyi b i ç i m l e n d i k l e r in i k a n ıt la d ı k . ... (Logic, s. 90-91)

O tuz yıllık bir aradan sonra Mantık, Deneme nin genel kuralını sunar -o lgu d an sonra, ancak bu genelliğe oranla en ufak bir değişiklik olm adan. “Özdeş önerm e” kuralı, bu ana­ litik kural, yalın-olana soykütüksel dönüşü im a eder- ve bu ilerlemeci gelişme, yalnızca kendi içinde değiştirilem ez bir m alzem enin birleştirilm esi ya da değiştirilm esiyle gerçekleş­ tirilebilir. İşte duyum . Bu, ilk m alzem edir: biçim lendirilen, dönüştürülen, birleştirilen, ilişkilendirilen bu m alzem e, bütün bilgiyi doğurur. Ve Deneme bütünüyle bu m alzem e ve kulla­ nım karşıtlığına uygun biçimde düzenlenir (“Bu yüzden zihnin [l ’âm e] duyum ları ve faaliyetleri, bütün bilgim izin m alzem ele­ ridir; m alzem elerin içerdiği bağıntıları bazı bileşim lerde b aş­ tan sona araştırırken düşünüm üm üzün kullandığı m alzem e­ ler” [Essay, I, 1, §5, s. 14-15], Condillac’ın anlam a yetisi üzerine teorisi bir duyum , kullanım ve bu ilk m alzem eyi değiştiren bi­ lişim teorisidir (“anlam a yetisi faaliyetlerinin, yalnızca dikkat,

karşılaştırm a, yargılam a, düşünüm aracılığıyla dönüştürülen duyum un kendisi olduğu sonucuna ulaşılır” [Cours d ’etudes: “ Precis des leçons prelim inaires,” OP içinde, 1, s. 414]). Böylece, bazı ikincil değişikliklerin, yani bileşimlere, ba­ ğıntılara, bağlantılara vb. giren değişikliklerin eklendiği d o ­ laym ışız m evcudiyetin indirgenemez nüvesi olan sessiz bir ilk m alzem e vardır. A ncak yine de bu m etafizik (hangi anlam da hâlâ bir m etafizik olduğunu gördük), bu duyum cu m etafizik -on u n bu karakteristiği reddedilem ez- tam am ıyla hem bir gösterge m etafiziği, hem de bir dil felsefesidir. C ondillac’ı okum ak istiyorsak, kendim izi onun m etninden soyutlam ak istem iyorsak, kurulan ve sonradan ortaya çıkan karşıtlıklar şebekesinin önünde hareketsiz kalm ak istem iyorsak, onun m antığını [logic], daha doğrusu duyum culuğu göstergebilimciliğe doğru geliştiren analojik’ini [analogic] kabul etm ek zo ­ rundayız. Gerçekten de bu, bir gelişm edir -rastlan tıd an doğan bir özdeşlik değil, “ özdeş önermeler” aracılığıyla bir gelişm eçünkü duyum , yalnızca yalın bir unsur değil, aynı zam anda bir tohumdur da. Bu biyolojik, dirim selciya da organizm acı “m etafor”, Condillac’da süreklilik arz eder. G önderildiğim iz Düşünme Sanat\ Üzerine nin [De l ’art depenser) önsözünün tam am ı, benzer şe­ kilde kitabın tohum niteliğindeki cüm lesini geliştirir: “D ü şü n ­ me sanatının tohumu, duyum larım ızda yer a lır...“ (OP içinde I, s. 717). Ve bu cüm lenin gelişimi, düşüncenin gelişim inin, bir hayvanm kine benzeyen analojik betimlemesidir. Aynı şekilde Deneme’ deki bölüm lem eyi açık lam ak için C on dillac, kitabın göstergeler ve dil teorisini, ilk b ö ­ lüm ün konusunu olu şturan duyulur ve temel olanı, m addi tohum u geliştiren ya da “k u llan an ” şeyin sistem i olarak y o ­ rum lar: “Ve yine bu aynı konuyu (dil teorisini), bu eserin önem li bir bölüm ü k ılm an ın uygun olacağın ı düşün düm ; çünkü bu, yeni ve dah a k apsam lı bir ışık altın da görülebilir ve in anıyorum ki, göstergelerin kullan ım ı bütün fikirlerim i­ zin tohum unu geliştiren [developpe] ilked ir” (Essay, Introduetion, s. 11).

Tohum ve gelişme karşıtlığı, içerik (malzeme) ve biçim (kul­ lanım) karşıtlığıyla örtüşür. Analoji ilkesi, analojik analitik, bu karşıtlığın her iki terimi arasındaki geçişi, birliği, sentezleyici gücü güvence altına alır. A raştırm am ız bu ilke ile ilgilenmelidir. Ve analoji kavram ı metafor kavram ım taşısa bile, örneğin “meta­ for” olarak nitelendiğinde tohum hakkında yine de hiçbir şey söylenmeyecektir. Başlangıç olarak, Condillac’ın retoriği ve retorik felsefesi, bu tür bir önermeyi desteklemek için yeniden-kurulmak zorundadır. Bunu başka bir yerde yapmaya çalışacağım .3 O luşum sal ve bileşim sel zorunlulukları ısrarla bir arada tutan şey, C ondillac’da bir çelişki, aslında bir “k u su r” olarak, “epistem olojik m itler’ e açılış olarak görünebilir. A ncak bu, dışlam a ya da (spekülatif) diyalektik sentez kategorisi açısın­ dan değil, yalnızca bu iki zorunluluğu düşünm eyi yasaklayan eski bir felsefi karşıtlıkla karşılaştırılm ayla doğru görünür. Ve belki de “epistem olojik m it” nosyonu, tam am ıyla olum suz ve verim siz kusur kavram ına indirgenm eye boyun eğmekten uzaktır. Bütün “epistem olojik m itler”in bilim tarihindeki sta­ tüsü nedir? Diyalektik-olmayan bir yolla her iki zorunluluğun sürdürülm esi, muhtemelen kalkül ve köken m etafiziksel k ar­ şıtlığına direnç gösterir. Ve şim di bir metnin, hangi koşullar al­ tında, ne “yazar”ın ne de “ üretim ” in “çağdaş” olduğu bilim sel bir m odernitenin (örneğin, biyolojinin, genetiğin, dilbilim in ya da psikanalizin) hücum larıyla (bu perspektifte, belirli bir noktaya kadar ve belirlenebilir eksenlere göre) ilintili buluna­ bileceğini kendim ize sorm am ız gerekir: bu tür bir metni -b u bölünm eyi [coupe] kavram am ız koşuluyla başka her bir metni d e - hem yazarından yoksun bırakan (bu kam ulaştırm anın ilk koşulu budur) hem de bir m itik epistemenin tam am en güçlü kısıtlam asından uzaklaştıran şeyin ne olduğunu kendim ize sorm am ız gerekir. M itik episteme nin sonlu kod hakkında im a ettiği şey, hâlâ ve yalnızca belirli bir episteme nin verilebileceği temsile aittir. 3 B u rad a D errida bir z a m a n la r y azm ayı plan ladığı Le C alcu l des laııgues b a ş ­ lıklı bir kitaba gö nd erm ede bulunuyor. Bu projeden vazgeçmiştir. - İng. ç.n.

Bir episteme hayali, tek başına tabloyu, sonlu kodu ve taksonomiyi kendi belirleyici normu kılan genel epistemeler teorisinin yükselişi için zem in ve koşuldur.4 K lasik bir m etafiziksel şebeke göz önüne alın dığında (şü p­ hesiz C ondillac bunu da hesaba katm ak zorunda), herhangi bir kategorik çıkıntının bile anlaşılam ayacağı noktaya kadar tar­ tışılan şey; bir içsel karşıtlık, çelişki ya da kusur olarak ya da iki m odel (örneğin cebirsel ve biyolojik modeller) arasın daki aciz tereddüt olarak algılanacak şey -aslın d a günüm üzde bize göre bu, böylesi bir m etnin gücünü ve konusunu k urm ak ola­ rak görünür. Şüphesiz C ondillac’m bu tartışm anın kuralını “ bizzat” hazırlam ış olm am ası önemsiz değildir ve bunu dikkate alm ak zorundayız. En azından bunun C ondillac’m metninde ve onun tari­

4 B u rad a Michel Fou cault’ya göndermede bulun uy orum : “ B un u n tek bir tarihsel nedeni var: C o n d illac ’ın mantığı, görülebilirin ve tan ım la n ab ili­ rin bütünsel bir eşdeğerlik içinde taşın dığı bir b ilim e o la n a k t a n ım a z.” Ve d a h a so n ra aslında doğal olm ayan şeyi, bu tür bir eşdeğerliğin epistemolojik bir engel olduğun u aç ık lam ak için ku lla n ıy oru m : “ Condillac, hiçbir z a m a n u n su rd an - b u un sur ister algısal, dilbilimsel olsun, isterse hesaplanabilir olsun-- evrensel bir m a n tık türetm edi; iki faaliyet m a n t ı­ ğı ar a s ın d a tereddüt etm eyi asla b ırakm adı: köken mantığı-ve h esa plam a mantığ ı. ... A n c a k bu genellenmiş şeffaflık biçimi, kendi temeli, haklılaşlırım ı ve kırılgan e n s tr ü m a n ı olm ası gereken dilin statüsün ü belirsiz bırakır. C o n d illa c ’ın m a n tığ ın d a da ortaya çık an bu tür bir kusur, s a h n e ­ yi, kendisini m askelem eye yönlendirilen bir takım epistemolojik mitlere açar.” (The Birth o f the Clinic: An Archaeology ofM ed ical Perception, çev. A. M. Sh eridan Sm ith [New York: Vintage, 1975], s. 116-117). Böylece C o n d illac ’ın “ tereddüt” ü, salınım ı, “K lasik epistem e"m n temel ve temsil edici bir özelliğidir: “ Böylelikle Klasik epistem enin iki uc u n d a h esaplan abilir düzen bilimi olarak bir m ath esis’e ve am p irik diziler te m e ­ lindeki, düzen o l u ş u m la rın ın analizi olarak bir genesis'e sahibiz. ... M athesis ve gen esis ar a s ın d a göstergeler - b ü t ü n am p irik temsil alan ın ı içeren, a n c a k hiçbir z a m a n b u n u n ötesine geçmeyen gö sterg eler- bölgesi yayılır. K alk ü l ve genesis ile ku şatılan bizim tablo a la n ım ız v a r ” (The O rder o f Things: An A rchaeology o f the H um an Sciences, [New York: Vintage, 1970], s. 73).

hinde sahip olabileceği etkilerden bazılarını dikkate alm ak zorundayız. A ncak sonuçta bir “yazar”m “ kendi” korpusu üzerindeki otoritesini nasıl sınırlayacağım ızı bilm em iz koşuluyla, bu tür bir m etni işleten ve onun üzerinde işleyen şey, yine de yanlış değerlendirilm em elidir: kesinlikle geleneksel (ve hatta K lasik denen “episteme” den bile eski) bir karşıtlık, ancak aynı zam an ­ da bir düzensizlik manivelası. Bu m anivela, genesis ve kalkül arasın daki bu alternatifi yıkm ak için, alternatifin karşılıklı ilişki içinde olduğu bütün sistem i yıkm ak için çalışır -a n c a k tam anlam ıyla herhangi bir yolla değil. Tersine, bu manivela şüphesiz ancak olgudan son ­ ra kendisini okunm aya sunabilen şaşırtıcı bir düzenlilikle -ve belirlenm iş bir k on um d a- çalışır.

Jean M o sc on i de, “Analyse et genese: R egards sur la theorie du devenir dc l ’entendement au X V III siecle” başlıklı dikkate değer bir incele­ mede, C o n d illa c ’ın “ form ülleştirim ler” indeki eşzam an lı “ biyolojik” ve “a n a lit ik ” m odel karşıtlığ ın ı an aliz eder (Cahiers Poıır l'analyse: Levi-Strauss d a n s le X V III’ Siecle içinde, No. 4 [1966], s. 59 vd.). Ayrıca bkz., Roger Lefevre, Condillac ou lajo ie de vivre (Paris: Seghers, 1966): “ C o n d illa c ’ın eseri, gerçekliği kazıyan somut bir am pirizm ve n osyonları yönlendiren soyut bir m antık çılık arasın d a salınır ve bir u y u m arar. A n c a k deneyim ve düşünce, duy ulur ve anlaşılır, varoluş ve sistem, kendilerinin asim ile edil­ melerine izin verirler m i ? ” (s. 83). Ve: Georges Le R oy ’un “ in troduction â l ’oeuvre ph ilosoph iq ue de Condillac,"inin tüm ü, OP içinde, I, s. vi~xxxv.

D

e h a n in

E r t e l e n e n E y l e m î [l’apres-coup]

A lternatif karşıtlığı çözmek: bu, (kendisi m otif üzerinde çalıştığı ölçüde motifin onun üzerinde çalıştığı) sistem in ça­ lışm asını tanım layan, ifadesinin gerçek kuralını şüphesiz bu­ lam ayan bir motiftir. Bu, en azından kısm en tarihsel darbelere, okum ada m asum ca sürçm e olarak adlandırılan o şiddetli ve kendine hizm et eden faaliyetlere m aruz kalan bir korpusun, incinirliğini değilse de, kullanılabilirliğini, açıklığım izah eder. Elbette, bunun en dikkate değer örneği, M aine de Biran’ın yorum udur. Bu yorum , bir tür rutin oluşturur. Borç kavranılır kavranılm az -ve borç çok bü yü ktü - Biran, hem m ateryalist, belirlenimci duyum culuğu (yalın edilgenliğe ve biricik deneyim ilkesine vurgu) hem de bir soyut cebircilik de olan idealizm i reddeder. Bu okum a şebekesi çok yararlı olacaktır. C ondillac’m “çelişkiler” i ya da “tereddütler” i, söylendi­ ği gibi, düşüncesinin gelişim indeki durum lara ya da evrelere uyarlanabilirse, onu ele alm ak daha da kolay bir hale gelir. M a­ ine de Biran böyle yaparken çelişkinin iki olası okum asını ta­ m am en kendine ayırır: bu bazen bir sistem atik tutarsızlık m e­ selesi, bazen de tarihsel ardıllık meselesidir. “Böylelikle onun öğretisi tektip değildi” (De la decomposition de la pensee, OMB

içinde, III, s. 99). Biran, bu bildirim den eşzam anlı ya da dönü­ şüm lü iki tür sonuç çıkarır. Bir yandan Condillac bize kötü bir sistem, bir çifte sistem (“ öğretisi çifttir,” “Condillac’m çifte teo­ risi”) b ırakır -ikiyüzlülüğü, kendine özgü söylemin bir tem ası ve norm u kılan, sürekli olarak biricik ilkenin her “sim ya’ sına karşı çifte kökenin ve homo duplex in* yapısına sorum luluk yükleyen filozof açısından alışılm adık bir argüm an. B iran a göre sistem , ancak C ondillac’tan sonra düzeltilebilir, daha homojen ve yalın kılm abilir. “Böylelikle onun öğretisi tektip değildi; ancak yeni bir yalm laştırm aya elveriyordu ve daha kusursuz bir hom ojenliği kabul ediyordu. Bu, C ondillac’m en ünlü takipçilerinden birinin o zam andan beri önerm iş olduğu erektir. ...” (Şunun da ilave edilm esi gerekir ki bu, Biran’ın he­ men arkasından eleştirdiği Tracy hakkındadır.) Yine de diğer yandan Condillac, sistematik çelişkiyi bir evreden ötekine, bir kitaptan ötekine paylaştırıp dağıtacaktı ya da indirgeyecekti. Böylelikle bu çelişki, tarihsel kaym adan [decalage] başka bir şey değildir -aynı zam anda yalın bir ilerleme olarak düzenlenmez. Bu (hâlâ devam eden) sistem atik zayıflık, sapm aları kışkırtabilir ya da açıklam anın sonunda gerçek sınır­ lamasını açığa vurabilir. Bütün bunlar bir dipnotta ifade edilir: C o n d i l l a c , Siste m le r Ü zerine İn celem e'yi [T raite des system es] y a z a rk e n , her şe yd en ö n c e s o y u t l a m a l a r y a p m a k z o r u n d a k a l m a t e h lik e s in d e n etk ilen di, ç ü n k ü b ü tü n m e ta fiz ik ç iler in o r t a k s a p k ı n l ı k k a y n a ğ ı n ı b u r a d a b u lu y o rd u . M u h t e m e ­ len C o n d i l l a c ’ı (ilineksel d e ğ i ş i m l e r i n d e n ayrık ) tözsel bir ego v a r s a y ı m s a l s o y u t fik rin i ve n eden (ya d a ay n ı d e ğ i ş i m l e r e içsel y a d a d ı ş s a l ü r e tk e n güç) v a r s a y ı m s a l s o y u t fik rin i ay ı­ ra b ile c e ğ i yeni bir teo riyi de n e m e y e s e v k eden şe y d e b udur. B u y olla, y a l n ız c a e d ilg e n etkileri ya d a kipleri ifade e d e re k ve g e r ç ek [propre] yeti fik rin i d ö n ü ş t ü r e r e k , ay n ı z a m a n ­ d a L o c k e u n i z in d e n g id ip ilk e s e rin d e fik irle rin özgü l k a y n a ğ ı o l a r a k k a b u l ettiği d ü şü n ü m d en de vazgeçeb ilir. Böylelikle D u y u m la r Ü zerine In celem e'yi [T reatise on the Se n satio n s] y a z d ı. ... G i r i ş i m i n i n b a ş a r ıs ı, zih insel yetiler t e o ris in in b e ­ r a b e r i n d e ge t iriy o r g ö r ü n d ü ğ ü a ç ık l ık ve k e s i n l i k ti r - b ü t ü n

Çifte insan

b u n l a r o n u , g ü ç l ü b ir b i ç im d e yeni m e t o d u n u n k a p s a m l ı bir u y g u l a m a s ı lehin de d ü ş ü n m e y e yöneltir. A r t ı k bu m e to t e ş s iz b ir b i ç i m d e b ir d ilin b i ç im le n iş in i iç e r d i ğ i n d e n (b kz., D u y u m la r Ü zerine İn celem e'ııin ilk b ö l ü m ü ), y a n i k e s in lik le v a r s a y ı m l a r ı n ı n ya d a u y l a ş ım la r ı n ın y alın ya d a bileşik s o n u ç l a r ın ın ifade e d iliş in i (ve s o n u ç o l a r a k ç ık a r ım ın ı ) i ç e r d iğ in d e n , ay rıc a b ir b i l i m i n n e sn e si her ne o l u r s a o lsu n , b u m e t o d u n o r a d a b u l u n a c a ğ ı n a in a n m a y a g id e r e k e ğ ilim g ö ste riy o rd u . Bu, aynı z a m a n d a , n ih a y e tin d e öğ re tisin i k e n d is in e ta ş ıd ı ğ ı k alk ü l d ili'n d en h arek etle y a r g ıl a n a b i le c e k t a r z d a k i y a l ın l ı k derecesidir, (a.g.e., s. 91, dpn t. 1) C o n d i l l a c ’ın b ü t ü n öğ re tisin i as la s ist e m a t iz e e t m e d iğ i s ık s ık k a y d e d i lm e k te d i r . B u filo zo fu n çeşitli eserleri lay ık o ld u k l a r ı d i k k a t l e o k u n u p k a r ş ı la ş t ı r ıl d ı ğ ı n d a , b e n c e ö ğ r e t i s i n in çif­ te o l d u ğ u n u ilan e t m e k a s l ı n d a ç o k kolaydır . Ve s o n u ç o l a ­ r a k C o n d i l l a c , D u y u m la r Ü zerine İn celem e'n in ö ğ r e tis in d e t o p l a n a n şeylerin , (o rijin al b aşlığ ıy la) E ss a i s u r l'origin e de nos c o n n a issa n c e s’m (böyle y a z ıl m ış , b e n i m h a t a m değil) ilkele­ riyle u z la ş t ı r ı l a m a y a c a ğ ı t a m a m e n farklı iki felsefe s ist e m i s u n a r . G e rç e k te n de bu b ö l ü n m e n i n o r ta y a ç ık tığ ı b ü t ü n n o k ­ t a l a r a işare t e tm e k , y a z a r ı n o z a m a n d a n D u y u m la r Ü zerin e İn celem e'ye t a ş ıd ığ ı b ü tü n ö n e m l i d e ğ i ş i k l i k l e r in t a m bir ö z e ­ tin i ç ı k a r t m a k k a d a r u y g u n olacaktır. M u h t e m e le n b u r a d a b öy lesi p a r l a k b ir z ih n in h isse ttiğ i, ötekiyle b a ğ ı n t ı l a r ı n d a n b a ş k a hiçb ir ş e y a lt ın d a k a p s a m l ı o l a r a k d ü ş ü n m e d i ğ i d u y gu ­ lu ve m o to r v a r l ı k e tk in liğ in e d a h a ç o k şe y s u n m a g e r e k s i n i ­ m i n i k a v r a r ı z , (a.g.e., s. 99, dpn t. I ) 1

A ncak C ondillac’ı edilgen duyarlık yalın ilkesinden uzak­ laştıran her şey -B ira n a göre Denemeyle başlayan gelişim im aalesef onu göstergebilim sel etkinciliğe, cebirsel yapaycılığa, dilbilim sel biçim lendirm eye doğru iter. Bu sistem öyle bir sis­ tem dir ki, kendisi için hiçbir ilerleme olanaklı değildir; temel kusuru, daim a iki sürçme arasında tereddüt etm esine neden olacaktır. “M odern” okum a modeli, diğer bir tarihsel-teorik konfıgürasyon içinde sabittir. Bu, düşünceyi m eydana getirir. 1 “ C o n d illa c ’ın çifte teorisi üzerine eleştirel inceleme”ye d u y u ­ lan gereksinim, M em oire su r la deconıposition de la pensee'nin ilk b a s k ı s ın ­ da da ortaya ko n ulm uştu. (Henri G o u h ie r’nin şu eserinde alıntılanm ıştır: L es Conversions de M aine de Biran [Paris: J. Vrin, 1948], s. 70-71, dpnt. 5).

B iran a göre bu, C ondillac’m girişim inin nihai hakikati olur, olacaktır, tıpkı bu girişim in sonunun -K alkül D ili- ken­ disine yolu açtığı gibi: Ş u n u i t i r a f e d e y im ki, b u d ö n ü ştü rü lm ü ş duyum m u a m m a s ı n ı k a r ş ı l a m a k için u z u n sü re d e n beri b o ş u b o ş u n a s ö z c ü k a r a ­ m a k t a y ı m ve d ü ş ü n m e ye tisin in bir e şitliğin a y r ış t ı r ıl m a s ın a b e n z e tile n a y r ış tı r ıl m a s ı (b kz., L o g ic , I. B ö l ü m , V II. B a h i s ve II. B ö l ü m , V I I I B a h i s ) sık s ık z i h n im i y o r m a k t a . ... B u teoriye ç ö z ü m yolu b u l d u ğ u m u h iç d ü ş ü n m e d i m , ta ki K a lk ü l D ili’ni o k u y a n a ve ş u n u n gibi b ir v a r s a y ı m ı n tem eli ü z e r i n d e d ü ş ü ­ n e n e k a d a r : ak ıl y ü r ü t m e k o n u s u ne o l u r sa o lsu n , h er şe y dile ve o n u n d ö n ü ş ü m l e r i n e i n d i r g e n i r vb. ... O z a m a n a n l a d ı m ki, c a n l a n a n h eykel v a r s a y ım ı y la b a ş l a d ı ğ ı n d a n ve b u f a n t a s ­ t ik m o d e le gö re gerçek ten fark lı yeti arketipleri o la n fikirleri b i ç i m l e n d i r d i ğ i n d e n dolayı felsefem iz, k e n d i t a n ı m l a r ı n ı iz ­ leyerek y a d a o n l a r ın a r k a s ı n d a k i ken di d ilin i d ö n ü ş t ü r e r e k te r im le r i b irle ş tirip a y r ış tı r a b i l m e y e tk isin e s a h i p o l d u ğ u n u d ü ş ü n e b ilir : K a lk ü l D ili, M a n tık 'ı ve D u y u m la r Ü zerine İnce lem e’yi ü r e t m i ş g ö rü n ü y o r. B u n u n l a b e r a b e r ge r ç e ğ in b u n u n t a m tersi o l d u ğ u n u d ü ş ü n ü y o r u m . ... C o n d i l l a c , S iste m le r Ü zerine İn celem e’yi y az ark e n , y ap ılan s o y ü t l a m a l a r teh li­ k e sin e d a h a fazla d i k k a t e tm e y i ö ğ r e n m i ş olm a lı. Bu, m u h ­ tem e le n on u, m e v c u t izle n im ler d ı ş ı n d a , k e n d is in e d a i r bir d u y g u y la , b ir g ü ç ya d a g ü cü llü k vb. b a h ş e d il e n k a v r a n a m a z b ir töz fik rin i (B ir an , k e n d is i ş u n u ekler: b u fik rin ya d a bu t e r i m in k u l l a n ı m ı n ı ) bile b ir k e n a r a b ır a k a b ile c e ğ i, L o c k e ’un i z in d e n g id ip ilk e se rin d e k a b u l ettiği d ü ş ü n ü m d e n de v a z ­ ge ç e b ile c e ğ i b ir teoriyi d e n e m e y e t e ş v ik eder. C o n d i l l a c ’m g i ­ r i ş i m i n i n b a ş a r ı s ı (ve o n a gö re z ih in se l yetiler te o ris in e ışık t u t u y o r g ö r ü n e n aç ık lık ), k e n d is in i gü ç lü b i ç i m d e m e t o d u n u n g ü v e n i l i r niteliği lehin de d ü ş ü n m e y e y ö n e ltm iş olm a lı. A r t ı k m e t o d u ilkece (D u y u m la r Ü zerine İn celem e’de ya d a en a z ı n d a n ilk b ö l ü m ü n d e ) k e n d in e ait u y l a ş ım la r ı n y alın s o n u ç ­ l a r ın ı ifade e tm e y i ve u y g u n b i ç im d e s o n u ç ç ı k a r m a y ı i ç e r ­ d i ğ i n d e n C o n d i l l a c , b u b i li m i n k o n u s u h e r ne o l u r sa olsun , h er ş e y in b u n o k ta y a i n d i rg e n e b ile c e ğ in i d ü ş ü n m e y e g id e r e k e ğ i l i m g ö st e r iy o r d u .2

Bu okum a m ekanizm ası kavranır kavranm az, artık onun gereğinden fa z la ya da gereğinden az özgürlüğe karşı eleştirel 2 G ou hier tarafın dan ahntılanm ıştır , s. 88, dpnt. 2.

kartların ı art arda ya da eşzam anlı olarak açtığım görm ek şa­ şırtıcı değildir. Öncelikle, Chaier-Journal’in Deneme üzerine Notlar’mda gereğinden fazla: “Bana kalırsa, Condillac fikirlerin fiziksel m ekanizm asına yeterince açıklam az. O, fikirleri istencim izin bir edimiyle ürettiğim izi im a ediyor ve bunların beyin lifleri ya da benzer başka bir şeyin hareketinin sonuçlan olm adıklarına inanıyor görünür” (OMB içinde, I, s. 213). Sonra, dolaylı olarak cebirciliğin ya da yapaycılığm, genel olarak keyfiliğin yeniden sorgulanm asıyla, “cebir form üllerinin oluşturulm ası gibi yapay ya da m antıksal bazı unsurlarla bilim in kurulm ası,” “cebirin göstergeleriyle olduğu kadar m etafiziğin göstergeleriyle de tam ve kesin biçim de akıl yürütülm esi” anlam ına gelen her şeyin yeniden sorgulanm asıyla. “Aslında Condillac, neredeyse bütün öğretisini D uyum lar Üzerine İnceleme’sinde, M antık’m da ve her şeyden önce Kalkül D ili’nde çok tutarlı gördüğü bu kanı üzerine tem ellendirm iş görünür” (Essai sur les fondements de la psychologie, OMB içinde, VIII, s. 166-167; ayrıca bkz., OMB, III, s. 91). Bu keyfilik eleştirisi, rasyonalizm , sim yacılık (soyut, yalın, temel bir elementin altına dönüştürülmesi), idealizm eleştiri­ siyle bir sistem oluşturur.3 Gereğinden az: “C ondillac’m ve onun okulunun bu yeti­ leri değerlendirm e tarzı, bu yetilerdeki özgür etkinlik fikrini dışarıda tutar; bunlar, her ne olursa olsun dış nesnelerin bir tür etkisine ya da duyarlığın tikel karakterlerine tâbi kılınarak, uygun olduğu şekliyle, bu yetileri duyulur nesnelere b ağım lı­ lıkların dan k urtarm a eğilim indeki bir kültür ya da ahlâki ge­ 3“Özellikle bu d u r u m d a bir olgu ilkesine daya n m ay an ... D u y u m lar Ü zeri­ ne İncelem e'deki (C on dillac ’ın öğretisinden) söz ediyorum. ... B urada o, zaten örtü k o la rak vc her şeyden önce sim yacıların in an d ığı gibi, ruhun y a da duygu lu öznenin doğasın ın kendisinde önceden varolan kişiliğin ya da ego’nun v a roluşun u önvarsayıy ordu” (E ssai su r les fondem en ts de la psychologie, OM B içinde, VIII, s. 168). “ C on dillac’ın öğretisi, egonun tek başın a kendi değişikliklerin in salt öznel d ü n y asınd a kaldığ ı bir tür ide­ alizm e götürebilir” (D e la decomposition de la pensee, OM B içinde, III, s. 137).

lişim tarzından u zaklaştırılırlar” (Essai sur les fondements de la psychologie, OMB içinde, VIII, s. 87 dpnt. I).4 Burada, C ondillac’ta sorun, daim a bir okum anın ampirist sınırına işaret eden karışık bir nosyon olan “tereddüt” so ­ runundan fazla bir şey değildir. Şüphesiz M aine de Biran’ın, sonuçta iki kez dikkatli olm am ız gereken Condillac okum ası gibi.5 A lışıldık ve yetersiz biçimde sarsılm ış ya da k ışkırtılm ış [sollicitee] etkinlik ve edilgenlik karşıtlığı, dayanak noktası­ nı oluşturur. Edilgenlik değeri kanıtına dayanarak Biran, bir edilgenlik etkisi olarak idealizm eleştirisini, etkincilik, yapaycılık, biçim cilik vb. olarak bir idealizm eleştirisine dönüştürür, dönüştürülm esine izin verir. Bu, egonun yalnızca edilgenliği oranında kendi içine kapanm asından dolayıdır ve gereğinden fazla özgürlük, gereğinden az özgürlüğün öteki yüzüdür: “ego­ nun tek başına kendi değişikliklerinin salt öznel dünyasında kaldığı bir tür idealizm , oysa öte yandan bu değişiklikler (tü­ müyle edilgen olduklarından) onları kabul eden organların ve onları üreten bedenlerin nesnel gerçekliğini zorunlu olarak önvarsayarlar. Sanıyorum iki katlı bir gözlem temeline ya da ilk bilinç olgusuna ve bunun dayandığı ilksel koşula geri dönmeksizin bu çelişkilerden kaçam ayız” (De la decomposition de la pensee, OMB içinde, III, s. 137-138). Biçim sel bir çelişki, tereddüt ya da sistem atik tutarsızlık olarak, ötekindeki ikiyüzlülük olarak öne sürülen ya da k a­ bul edilen şeyi kurm a anlam ına gelen okum a faaliyeti neden oluşur? Etkinlik/edilgenlik çifti, Condillac’ta neden bir çelişki, ancak Biran’da bir ikiyüzlülük analizi doğurur? Buna k arar ve­ recek katı okum a kriterleri var mıdır? Bu soru (bir yanda me4 Biran, D en em en in an la m a yetisi ko n u su n d a yaptığı şeyi, isteme etk inliği için yapan “istenç üzerine bir C on dillac ” talep ederek başlar: “ C o n d illa c ’ın an la m a yetisini analiz ettiği tarzda, istenci analiz etm e k o n u s u n d a d i k k at­ li olm aya alışık bir a d a m istemek yararlı olacaktır” (C h aicr-)ourn al, OM B içinde, I, s. 70). 5 Ö rn eğin Gabriel Madinier, M ain e de Biran’ın “ tereddütler” ini hatırlatır. Bkz., M a d in ie r’nin Conscieııce et mouvem ent (Paris: F. Alcan, 1938), s. 78.

tinsellik, öte yanda diyalektik ve anlam arasındaki bağıntılar), bu uzam da tekrara ilişkin soruyla belirlenir -b u rad a öneri­ len okum a ekonom isi budur. Biran’da olduğu gibi C ondillac’ta da (ve bu isimlerle belirlenen bütün metinsel alanda da) -y a sa­ sı ve olanağı asla sorgulanm ayan- bir tekrar değerine sürekli başvuru, bu belirsizliğin kuralı kavranm aya [au concept] baş­ lam adan etkinlik/edilgenlik karşıtlığını alt üst eder. Şüphesiz burada sınır, herhangi bir kavram değil, ancak tekrar yapısı açısından belirli bir kavram dır. Şüphesiz on dokuzuncu yüzyılda C ondillac felsefesinin zaten hedefi olduğu basitleştici eleştiri, eşzam anlı ya da birbi­ rini izler biçim de C ondillac’ın m ateryalizm i ve idealizm i ya da spiritüalizm iyle, am pirizm i ve biçimciliğiyle, duyum culuğuyla ya da genetik psikolojizm i ve m antıkçı cebirciliğiyle zorunlu olarak ilgilenir. Fransa’da C ondillac’m okunm a tarihi, hiç de dışsal ve olum sal olm ayan bir bağıntıya göre, aynı zam anda Ü niversitenin kuruluşunun ve onun felsefi öğretim m odelle­ rinin tarihidir. Bu bağıntı sistemi çok yakından analiz edilm e­ lidir. K arm aşık ve zorunlu bir süreç sonunda, C ondillac dü­ şüncesi (pek çok üniversite öğrencisinin gözünde) bir heykelin taşlaşm ış duygusuzluğu ve bir gülün kokusunun uçuculuğuyla sınırlıdır. C ondillac şaşırm ış olabilir mi? H erhalükarda dönem inin üniversitelerinden hoşnut değildi6 Belirli bir konu ya da özel bir alandansa, ortaya çıkardı­ ğı bilim projesinin kendisiyle daha çok ilgilendiği noktada al­ 6 U zunca bir alıntı zorunlu görünüyor. C on dillac ’ın bu metinleri, tarihin on ları -ra s tla n tı eseri- tâbi tuttuğu işlemden dolayı d aha az erişilebilirdir. B u rad a tarih, bizzat üniversitenin tarihiyle temsil edilir: “Ö ğ re tim tarzı, cehaletin bu ö ğ re tim şeklinin planın ı o lu ştu rd u ğ u yüzy ılların etkisini taşır, ç ü n k ü üniversiteler ak adem ilerin ilerleyişini izlemekten uzaktılar. Yeni felsefe o rada ortaya çık m aya başlarsa, ke ndisini k u rm a k t a fazlaca gü çlükle karşılaşır; üstelik yalnız ca bazı skolastik p a ç avralara b ü rü n m e k ko şu luyla oraya girm esin e izin verilir. ... İyi şeyleri k u ru m s a ll a ş tı r m a k yeterli değildir, aynı z a m a n d a kö tü şeyleri y ık m a m ı z ya da onları iyi olan ­ ların p lan ın a göre -y apılabilirse daha iyi bir plana g ö r e - ıslah etm em iz

ternatifin çözülüşünü düşünelim . Yine de burada söz konusu olan, yalnızca sonucunu yönetmek için (analoji aracılığıyla genelleştirerek) bilgi edinim ini düzenleyecek yeni bir bilim so ­ runudur. Ne oluşum sal ne de bileşimsel bir model ayrı ayrı ele alınırlarsa, bu olguyu açıklayabilir. “Yeni b ileşim ler’in varolm ası olgusu. Bir bilim in icadı, bunun hem örneği hem de keşfi, hem bu olaylardan birinin üretim i hem de bu yasanın kavram ıdır. Deneme, icadı yete­ nekten çok dehaya atfeder. A ncak dehanın ne anlam a geldi­ ğini an lam ış gibi görünm eyelim . İlkin çığır açm ay ı [frayage] düşünmek zorundayız: “bir ölçüde” yeni bir bileşim, bir yaratım olanağını. Henüz bundan uzaktayız. Fikirleri u y g u n b i ç im d e y a r a t m ıy o r u z ; y a l n ı z c a d u y u m ­ larla a l d ı ğ ı m ı z fikirleri o l u ş t u r u p a y r ı ş t ı r a r a k b ile ştir iy o r u z. İcat, yeni b ile ş i m l e r i n n asıl ge rç e k le ştirile c e ğ in i b i lm e k te n ib are ttir: b u n u n iki t ü r ü v a rd ır; yeten ek ve deha. Yetenek, bir s a n a t ı n y a d a bir b i li m i n fikirlerini, u y g u n o l d u ğ u şekilde, d o ğ a l o l a r a k o n d a n b e k l e n m e s i ge re ke n e tk i ­ leri ü r e t e c e k t a r z d a bileştirir. Bu, b a z e n d a h a fazla im g e le m , b a z e n d a h a fazla a n a l iz gerektirir. D eh a , bir y aratıc ı z ih in öl ç ü tü yle fikri y eten eğe katar. Yeni s a n a tl a r ı y a d a av n ı s a n a t iç in d e b irb ir in e d e n k yeni b r a n ş l a r ı ve h atta b a z e n h â l i h a z ı r d a b ilin e n le rd e n d a h a ü s tü n b ra n ş l a r ı icat eder. Şeyleri k e n d in e ö z g ü b ir b a k ı ş açısıy la inceler; yeni bir b i li m i d o ğ u r u r ; y a d a h â l i h a z ı r d a o n u g e l i ş ti r m iş o l a n l a r d a asla u l a ş m a y ı b e k l e m e ­ d iğ i h a k ik a t l e r e g id e n b ir yol edinir. (E ssay , 1, 2, §104, s. 97)

gerekir. Ö ğ re tim tarzın ın on üçüncü yüzy ıldaki k a d a r hatalı old u ğ u n u iddia etm iy orum . Sk olastikler bazı kusurları örttüler, a n c a k sezilm eye­ cek biçimde ve kendilerine r a ğm e n m iş gibi. Kendi rutinlerine b ırakılan skolastikler, korudu kları şeye hâlâ değer atfederler; ve aynı tutk uyla terk ettikleri şeye değer atfettiler. Hiçbir şey kay betm em ek için sa v a ş m a k ta n vazgeçtiler: kaybetmedikleri şeyi k o ru m a k için vazgeçtiler. Terk etmeye zo rlan dıkları alana dikk at etmiyorlar: d aha fazlasını terk etm ek z o ru n d a k a lacakların ı da öngörm üyorlar. ... Üniversiteler y aşlıd ır ve yaşlılığın k u ­ surlarını taşır: D e m ek istediğim, kendilerini düzeltm ek için pek bir şey yapm azlar. Profesörlerin bilm edikleri şeyi öğ ren m ek için bildiklerini d ü ­ ş ün dük leri şeyden feragat edeceklerini va rsayabilir m iy iz ? ” (Cours detudes: H istoire M oderne, OP içinde, II, s. 235-236).

Deneme ’nin yapısı [l’edifice] ve bütün doğuştan cılık eleş­ tirisi için vazgeçilm ez olan oluşum kavram ının kendisi, yeni­ liğin kabul edilm esi koşuluyla bileşebilir bir kavram dır. D o­ ğ u şta n a filozoflar, bu yeniliği görmezler ve doğuştan fikirlerin sın ıflandırılm ası ve köken am pirizm i arasında, kalkül ve oluş­ turm a arasında seçim yapm ak zorunda olduklarına inanırlar: “Filozofların yazılarındaki yaygın m uğlaklık ve karışıklık, zih­ nin işçiliği olan fikirlerin varlığından şüphelenmemelerinden ya da şüphelenseler bile, onların gerçek kaynağını, oluşum unu keşfetm e yeteneksizliğinden doğar. ... Bu yüzden, şunu tekrar­ lam am a izin verilsin ki, ... yeni bir fikirler bileşim i m eydana getirm e zorunluluğu vardır” (a.g.e., II, 2, §32, s. 322). Deneme'den alıntılanan bu paragrafın da açıkça işaret ettiği üzere, “yeni bir fikirler bileşimi,” hem genel bir olanağı (yeni fikir bileşim leri üretilebilir) hem de bu olanağın kavra­ m ını gösterir: filozofun, fikirler bileşim ine ilişkin yeni bir fi­ kirler bileşim i oluşturm ası gerekir. Onun, fikirlerin düzenine ve oluşum una ilişkin başka bir kavram üretm esi gerekir: “Bu yüzden, şunu tekrarlam am a izin verilsin ki, duyum larla ak­ tarılan en yalın fikirlerle başlayan ve onları sırasında bileşen, diğerlerini üretecek vb. karm aşık nosyanlara yerleştiren yeni bir fikirler bileşim i m eydana getirm e zorunluluğu vardır.” Bu, yeni bir m antık öne sürer: yeninin eklenmesi, sonlu sayıda yalın verilerin biricik ilişkisinden ya da karm aşım ından -an alo jik b ağlan tı- kaynaklanır. A slında bir örnek olarak bu m antık yenidir, çünkü bütün geçm işten kopan bir tarihsel düzenlemeye ait olduğu söylenir. Ve yine bu m antık, m etafiziğin en eski kaynaklarına ait olan temel bir filozofem ler dizisini yeniden oluşturm aktan başka bir şey yapm az. Bu m antık örneği, süreklilikçi ya da süreksizlikçi, evrim ci ya da epigenetist (kültür, ideoloji, felsefe, bilim) tarihlerinin temel karşıtlığına karşı çıkm akla kalm az, asim da taksonom i ve tarih temel seçeneklerine de karşı çıkar. Zaten bu karşıtlıklara yatkın olan, bu karşıtlıklardan (içlerindeki p o ­ tansiyel olarak [en puissance d ’elles]) daha güçlü olan bu m an ­ tığın, bu parçalam a [decoupage] ve eklemleme kategorileriyle,

kriterleriyle yönetilen (geleneksel ya da m odern ve ism i ne olursa olsun) bir disiplinin konusu haline gelememesi gerekir. Bu mantık, neredeyse tek başına onları bozar ve yapıbozum a uğratır; n aif bir biçim de onu, geniş-sıkı örülm üş bir ağda ya­ kaladığım ızı düşündüğüm üzde, artık o orada değildir. A slında Condillac yalnızca yeni bir bilim doğurm a -b iz muhtemelen oluşturm a dem eliyiz- ya da en azından kendi “dönem ” inin oluşum larından birine tek bir katkı sağlam a id­ diasında bulunm az; o, aynı zam anda, teorinin yükselişi için bir genel yorum , bir genel koşullar teorisi önerir. Bu çifte tutum , bu tür “tarihsel” düşünüm sellik, tam da kendi tanım ı üzerine katlanır. Açıkça her şey bir deha teorisine geri döner. Yeni bir bili­ min ortaya çıkışı, deha işi bir keşfe ve bir bireysel dehanın keş­ fine dayanır. D ehanın temel niteliği imgelem olarak görünür. A ncak imgelem, yalnızca doğanın buyruğunu izlemek ve hangi yoldan başlanacağını bilm ek için zorunlu olduğu şeyi icat eder. Bu motif, Deneme den itibaren iş başın dadır (bu doğrulan abi­ lir), ancak Kalkül Dili bunun en iyi form ülleştirim ine ulaşır: “İcat etmek, der insanlar, insanın imgelem gücüyle yeni bir şey bulmasıdır. Bu tanım , tam am en yanlıştır.” Ve sonra Condillac, bunun yerine analiz gücünü koyar: “Öyleyse deha nedir? O n­ dan önce nasıl bulunacağını kim senin bilm ediği şeyi bulan basit bir zihin. H epim izi keşifler yoluna sokan doğa, asla sap ­ kınlığa düşm esin ya da sapm asın diye bu basit zihne göz kulak oluyor görünür. Deha baştan başlar ve oradan ilerler. Bu onun tüm sanatıdır, bu nedenle saklanm ayacak basit bir san at” {l.a langues des calculs, II. Kitap: “Des operations du calcul avec les chiffres et avec les lcttres,” Ch. 1: “L’analogie consideree com m e m ethode d ’invention,” OP içinde, II, s. 470). “Ve dâhi insanlar dediğim de, onların gözde takipçileri oldukları doğayı dışarıda tutm uyorum ” (a.g.e., Introduction, s. 420). Hem m istik, natüralist, psikolojist, obskürantist hem de tarih-dışı teorik bir buyruğa ya da bir önvarsayım a benzeyen şey, tarihsel soru türlerinin ortaya çıkışını sınırlandırm az. Bu, Condillac’m hareket tarzını bağlayan kısıtlam alar sistem inin

bir kuralıdır da -örneği, bu temeller üzerinde buradan alıyo­ ruz: önvarsayım , kendine özgü sınırından hareketle soruların ve hipotezlerin, olanak koşullan üzerine soruşturm aların ku­ ruluşunun özgürleştirilm esi için ortaya konulur. Bu olanaklar alanını belirleyen ve kaynaklar hakkında soru ştu rm a başlatan duyarlık ve deneyim kavram ları, böylelikle bir inanç akide­ sinden başlayarak oluşturulur. (“Bundan dolayı fikirlere değil, duyumlardan gelen şeylere sahip olduğumuzu söylediğim her seferinde şu hatırlanm alıdır ki, yalnızca günah yüzünden içi­ ne düştüğüm üz durum dan söz ediyorum. D üşüşten önceki ya da bedenden ayrılışından sonraki ruha uygulanan bu önerme, kesinlikle yanlış olacaktır. Ruhun bilgisini, bu iki uç durum da ele alm ıyorum ; çünkü ben ancak deneyime göre akıl yürütebi­ lirim . ... Tek görüşüm üz, deneyime b aşvurm ak ve yalnızca hiç kim senin şüphelenemeyeceği olgulardan hareketle akıl yürüt­ m ek olm alıdır” [Essay, I, 1, §8, s. 18-19]). Böylelikle, “ondan önce nasıl bulunacağını kim senin bil­ m ediği şeyi bulan” deha, yine de yalnızca belirli koşullar altın­ da bulur. Bir bilim in kaynağı, bizzat bilim in kaynağı değildir. Bulmak, keşfetmek, icat etmek, rast gelmek ya da rastlantı ese­ ri bulmak [rencontrer] arasında Eşanlam lılar Sözlüğü [Dictionnaire des synonymes] tarafından öne sürülen ayırım lar, açıkça gösterir ki, C ondillac’a göre bilimsel bir keşif, aslında yeni bir bilim in kuruluşu, olgunun, varsayım ın, kavram ın, teorinin vb. hom ojen ve çağdaş “yenilikler” olm adığı karm aşık bir tarih zincirine aittir. Bu tanım lar, Condillac’ın kendi söylem uy­ gulam asının “m odelleri” ve koşulları olacağını (bir anlam da da kesin biçim de bildirileceğini) düşüneceği iki keşiften biri­ ni, Nevvton’un keşfini, kendi örnekleri olarak -an ca k ayrıca bu, bir örnekten daha fazla bir şeydir- alırlar. “Sanatların ve bilim lerin doğuşunda, rastlantı eseri bulunan şeyler, keşfe­ dilen şeylerden daha fazladır. Son yüzyılda, keşfedilen şeyler rastlantı eseri bulunanlardan daha fazladır. Yalnızca rastlantı eseri bulunan şeyler üzerine düşünm ek yoluyla keşifler yapıl­ maya başlandı. Nevvton’dan önce bazı kişiler, onun keşfettiği ve D escartes’ın bulam adığı çekim i rastlantı eseri buldular”

(Dictioıvıaire des synonymes, OP içinde, III, s. 545; ayrıca bkz., La Langues des calculs, OP içinde, II, s. 471). K eşif koşullarının ortam ı, daim a dilin tarihi, gösterge sis­ tem lerinin tarihidir. D enem ede analiz edilen doğal koşullara sahip bu tarih, daim a deha işi keşfi hazırlar. Bu icat, dilin belirli bir du ru ­ munun, genelde belirli göstergebilimsel olanakların k uru lu ­ şundan önce gerçekleştirilemez. En az doğal dil olan cebir ve hem bilim hem de dil olan kalkül dili, tarihsel olanaklar olarak kalır. Bir tarihe sahiptirler ve bir tarihi başlatırlar. D e h a n ı n s e r g il e n m e s i n e elverişli k o şu lla r, dil sab it i l k e ­ lere ve y e rle şik bir s t a n d a r d a s a h ip o lm a y a b a ş l a d ı ğ ı z a m a n , b ir u lu s t a d a i m a r a s tla n t ı eseri b u lu n a c a k t ır . Bu y ü z d e n b u t ü r b ir d ö n e m , b ü y ü k a d a m l a r ı n d ö n e m id ir. ... İ m g e l e m ve h a f ız a a l ı ş k a n l ı ğ ın ı n t a m a m ı y l a fik irlerin b a ğ l a n t ı s ı n a d a y a n d ığ ın ı ve h a f ız a n ın gö ste rg ele r in b a ğ ı n ­ tısıy la ve an a lojisiy le b i ç i m l e n d i ğ i n i h atırla rs a k , bir d ild e ne k a d a r az a n a l o j ik ifade v a r s a , b u d ilin h a f ız a y ı ve i m g e l e m i o k a d a r az d e s te k le d iğ i k a n ıs ın a v a r a c a ğ ı z . B u y ü z d e n b u dil, y e te n e k le rin k u l l a n ı l m a s ı y a d a s e rg ile n m e s i için hiç de u y ­ g u n d e ğild ir. Bu, g e o m e t r i k figürlerle o l d u ğ u k a d a r, dillerle b i rlik t e d ir ; b u n l a r şeylere iliş k in yeni b ir k a v r a y ış s u n a r l a r ve d a h a k u s u r s u z o l d u k l a r ın d a n , n isp e te n z ih n i genişletirler. S ö r Isac N evvton’u n o l a ğ a n ü s t ü b a ş a r ıs ı, h e s a p l a m a m e t o t l a ­ r ı n ın b u l u n u ş u y l a birlikte, zaten gö ste rg ele r ü z e r in d e y a p ı l a n s e ç im e b a ğ lıy d ı. D a h a ö n ce o r ta y a ç ı k m ı ş olsaydı, y a ş a d ı ğ ı ç a ğ d a b ü y ü k b ir a d a m olabilirdi, a m a b iz im h a y r a n lı ğ ı m ı z ı k a z a n m a z d ı . B i l i m i n b a ş k a h er b ra n ş ı için ay n ı ş e y geçerlidir. E n u y g u n ö r g ü t l e m e ta lih in e sah ip d e h a l a r ın b a ş a r ı s ı bile, t a ­ m a m ı y l a y a ş a d ı k l a r ı ç a ğ a ç ı s ı n d a n d ilin ilerlem esin e b a ğ lı d ır ; ç ü n k ü s ö z c ü k l e r g e o m e t r i k göste rg ele rin k a rş ılığ ıd ır , o n la r ı k u l l a n m a tarz ı d a h e s a p l a m a m e to tl a r ın ı n k a rş ılığ ıd ır . B u y ü z d e n , s ö z c ü k l e r i e k s ik o la n ya d a k u r u l u ş u y e te rin c e k o lay ve u y g u n o l m a y a n b ir dilde, c e birin i c a d ı n d a n ö n c e g e o m e t r i ­ de o r ta y a ç ı k a n ay n ı engellerle k a rş ıla ş ırız . (E ssa y , II, 1, §§146147, S..2 87-288; ay rıc a bkz., C o u rs d ’etu des: H isto ire M o d ern e, O P için de, II, s. 222)

A ncak deha dille, göstergeler analojisinin belirli bir duru­ muyla taşm ıyorsa, o aynı zam anda bu dilin ve durum un b i­ limiyle de tanım lanır. Bu bilim , bir bileşim ve “yeni bileşim ”

bilim idir. Bu bilim , göstergeler analojisinin tarihsel bir gelişi­ mini, hem de yalnızca belirli bir bileşim tarzı olan dilin kendi­ ne özgü dehasını dikkate alır: “Iier ulus için, kendi fikirlerini kendilerine özgü dehaya göre bileştirm enin; ve belirli bir te­ mel fikirler kaynağını farklı etkilenme tarzlarına göre önceden tasarlan m am ış farklı nosyonlarla bağlantılandırm an m doğal olup olm adığını bilm ek isterdim. Ç ünkü zam an ve gelenekle yetkilendirilen bu bileşimler, uygun biçimde bir dilin dehasını oluşturan şeylerdir” (Essay, II, 1, §160, s. 298). Yine de bunların hiçbiri tarih yapıyor görünm ez. Sözcük ve hatta dah ası tarih nosyonu bu gelişim, ilerleme, her türden değişiklik kavrayışıyla bağdaşm ıyor görünür. D oğa düzeni bunları her yönden sınırlar. Condillac, “ dilin gelişim ine ilişkin bu tarihsel açıklam adan ” (a.g.e., §162, s. 299) “ dilin tarih i’ nden (a.g.e., I, 2, §49, s. 60), “ insan ruhunun tarih i’ nden (Cours d ’etudes: Histoire moderne, OP içinde, II, s. 221) söz eder; an­ cak soru, buyurulm uş bir ilerlemeyi, doğal bir ilerlemeyi geriye doğru izleyen bir anlatı olarak tarihle ilgilenir. Tarih, yalnızca doğal bir düzenin gelişimidir. Bir yandan kesinlikle dehanın rolü asla silinm ez. Dil ona, oyuna sokm ası için kavram aktan fazla bir şey yapm ak zorunda olm adığı temel k oşu llan sağlar. A ncak deha, kendi başına, yeri geldiğinde dile sunacağı bir gücü m uhafaza eder. “Büyük adam ların, şu ya da bu anlam da kendi uluslarının karakterine iştirak ettikleri doğru olsa da, yine de kendilerini yığından ayıran bir şeye sahiptirler. K endi­ lerine özgü bir tarzda görürler ve hissederler; gördüklerini ve hissettiklerini analoji kuralları içinde yeni ifade biçimleri ya da en azından bu kurallardan olabildiğince az sapacak yeni ifade biçimleri tasarlam aksızm iletemezler. Böylelikle, aynı zam an ­ da kendi dehalarını ilettikleri dillerinin dehasıyla da uzlaşırlar” (Essay, II, 1, §153, s. 292; italikler bana ait).7

7 “Bu k u ralla rd a n olabildiğince az sap acak .” Ö n e m sizin arkeoloji, bu deha sap m asıdır: “ Dilin son gelişmelerinin nedenlerini gösterdikten sonra, ç ö k ü şü n ü n nedenlerini a r a ş t ır m a k yerinde olacaktır: aslınd a b u n lar ay-

nıdır. . .. ” “ D â h i ” insan, “yeni bir yol dener. A n c a k dilin karakterin e ve kendi karakterin e benzeyen her üslubun zaten daha önceki y azarlar ta­ ra fın d an k u lla n ılm a sın d a n dolayı, analojiden s a p m a k ta n b a ş k a y apacağ ı bir şey yoktur. Böylece orijinal olm a k için, yüzyıl önce gelişimin e y ar d ım e tm iş olacağı bir dilin tahrip edilmesin e katkıd a b u l u n m a k z o ru n d a kalır. Bu tür y azarlar eleştirilebilseler de, yine de üstü n yeteneklerinin b aşarıya layık olm a sı gerekir. H atalarını tek rarlam adaki kolaylık, vasat yetenek­ leri olan insanları, kendilerinin aynı saygınlık mertebesini elde etmeleri gerektiğine kısa z a m a n d a ikna eder. İnce vc kinayeli fikirlerin, zo rlam a antitezlerin, aldatıcı paradoksların , ö n em siz kıvırm aların , abes ifadelerin, yeni m o d a sözcük lerin ve kısacası a n la m a yetileri kö tü metafizikle b aştan çık arılan kişilerin ja r go n u n u n saltanatı o z a m a n başlar. Halk, alk ış tutar: ö n em siz ve gü lü n ç yazılar, gü nübirlik şeyler şaşırtıcı biçim de ç o ğ a lır ...” (.Essay, II, 1, §158-159, s. 296-297).

İ m g e l e m e — K a v r a m sa l V e k â l e t K u v v e t in R o m a n i

Eğer yalnızca (doğal ya da ulusal) deha ve dilin ilerlemesi olsaydı, tarihin olm adığını düşünebilirdik. Bireysel deha, “ye­ ni bileşim ,” “ analoji kuralları içinde yeni ifade biçim leri” ve deyişsel sapm a; bütün bunlar, olayın öngörülemeyen yeniliği­ ni içerdiği ölçüde tarihi yaparlar. Tersine, bireysel deha, birey­ sel deha olayı, kendi koşullarına indirgenemezse, artık tarihin değil, yalnızca tekil bir imgelem gücüne gönderm ede bulunan sapm aların [ec'arts], kırılm aların, süreksizliklerin olduğunu düşünebiliriz. Ancak, zaten gördüğüm üz üzere icat, imgelemin ne olursa olsun herhangi bir şeyi yaratm a yeteneğine sahip ol­ m asından öte imgeleme dayanmaz. Gerçek şudur ki, yeninin üretim i -ve im gelem - yalnızca üretimlerdir: analojik bağlantı ve tekrarlam a aracılığıyla orada olm adan orada olmuş olacak şeyi ortaya çıkarırlar. Bütün bunlar bizi, D enem ede betim lendiği şekliyle tekrar anm a, im gelem in statüsüne geri götürür. İmgelem, geriye doğ­ ru izleyen şeydir, algının kayıp nesnesini yeniden-üretim ola­ rak üreten şeydir; (imgelemin, yine de yalnızca kendisinin ilk değişim i olduğu) dikkatin, artık algı nesnesini yaşatm ak için yetersiz kaldığı an, dikkatin ilk değişim inin algıdan koptuğu ve zayıf mevcudiyetten yokluğa geçişi düzenlediği andır. Bu, göstergeyle ve sonra genel olarak tarihsel çevreyle ilgili m esele­

dir, bireysel dehanın ve dillerin gelişim inin mübadeleye uğra­ dığı sapm a [ecart] unsuru. D e n e y i m gö st e riy o r ki, d i k k a t i n ilk etkisi, n e s n e le rin in n e d e n o l d u ğ u a lg ıla r ın , b u n esneler o r t a d a y okk e n , y in e de z i h i n ­ de y a ş a t ıl m a s ıd ır . G e n e l o l a r a k k o n u ş m a k g e r e k irs e algılar, n e sn e le rin k e n d ile rin i s u n d u ğ u ay n ı d ü z e n d e k o ru n u r la r. Bu v a sıta y la a r a l a r ı n d a bir zin cir ya d a b a ğ la n tı o l u ş t u r u lur, h a t ı r l a m a k a d a r b a ş k a faaliyetlerin k a y n a ğ ı d a b u r a d a n türer. İlki, k e n d isiyle n e sn e a r a s ı n d a d i k k a t i n k u r u l d u ğ u b a ğ ­ la n t ın ın y a l n ız c a k u v v e ti ar ac ılığ ıy la b ir algı, b u n e sn e g ö r ü l ­ d ü ğ ü z a m a n geriy e d o ğ r u i z le n d iğ in d e o r ta y a ç ık a n i m g e l e m ­ dir. Ö r n e ğ i n , b a z e n b ir şeyin y a l n ız c a i s m i n i n s ö y len m e si, o şeyi g e r ç ek te n m e v c u t m u ş ç a s ı n a tem sil e tm e y e yeter. (E ssa y , 1, 2, §17,'s. 38)

İlkin “bağlantı kuvveti”nin değerine değinelim . Condillac bunun üzerinde durm az; ancak bu, onun bütün söylem inin et­ kin bir kaynağıdır. Bir faaliyetten ya da yapıdan bir diğerine geçiş (süreklilik ve/ya da kopma) ve sonra bunların k avram ­ larının eklem lenm esi, her zam an bir kuvvet farkı, kuvvet ni­ celiği farkı an lam ın a gelir. A ncak -bu, bütün sorunlar dizisini yöneten evrensel analoji yasasıdır- kuvvet niceliği, daim a b ağ­ lantı niceliğidir. ... Kuvvet, ilkin bağlantı kuvveti olarak ve onun niceliği de bağlantının niceliği olarak belirlenir. Bağlantı niceliği nedir? C on dillac’ın asla yanıtlam ıyor göründüğü bu soru, m uh­ temelen D enem enin yapıbozum cu bir okum asına yol göste­ rebilir. Bir bileşim in “yeni”si, belirli bir -en büyük- “ bağlantı niceliği” analizinden kaynaklanır: A n a l i t i k m e t o d u n , keşfin tek ar ac ı ya d a e n s t r ü m a n ı o l d u ğ u z a te n g ö z le m le n d i. A n c a k m u h te m e le n b a z ıla r ı b a n a şu s o ­ r u y u s o r a c a k t ır : a n a l it i k m e t o d u n k e n d is in i h a n g i a r a ç ya d a e n s t r ü m a n l a k e ş fe d e c e ğ iz ? F ik irlerin b a ğ la n tıs ıy la y an ıtın ı v e rir im . B ir n e s n e h a k k ı n d a d ü ş ü n ü m d e b u l u n m a k istedi ğ i m z a m a n , ilk e ta p t a h a k k ı n d a s a h ip o l d u ğ u m fikirlerin, s a h i p o l m a d ı ğ ı m fikirlerle ve a r a ş t ı r d ı ğ ı m fikirlerle b a ğ la n tılı o l d u k l a r ı n ı g ö r ü r ü m . D a h a s o n r a b u n l a r ın d a ötekilerle p e k

ç o k t a r z d a bile şeb ilecekleriııi ve b i le ş im le rin ç e şitlilik gö ster m e ş i n e göre fikirler a r a s ın d a az ç o k b a ğ la n tı o l d u ğ u n u g ö z ­ le m le rim . B u y ü z d e n b a ğ la n t ı n ın o l a b ild iğ in c e b ü y ü k o l d u ğ u b ir b i le ş im i ve b a ğ la n t ı n ın d u y u l u r o lm a y ı b ı r a k a n a k a d a r y a ­ v a ş y a v a ş y o k o l d u ğ u bazı öteki b ile şim le ri v a r s a y a b i l i r i m . Bir n esneye, a r a d ı ğ ı m fikirlerle hiçb ir d u y u l u r b a ğ la n tı s ı o l m a y a n b ir y ö n d e n b a k a r s a m , hiçb ir şey b u l m a m . B a ğ l a n t ı y ü z e y s e l ­ se, ç o k az şe y k e ş fe d e rim ; k a v r a y ış l a r ım , şiddetli b ir u y g u l a ­ m a n ı n s o n u c u n d a n ya d a h a t ta ra stla n tı s o n u c u n d a n fazla b ir şe y d e ğ i l m i ş gibi g ö r ü n ü r ve b u d o ğ a n ı n keşfi, b a n a d a h a ö te .ile rle m e k a y d e t m e k için ç o k az y a r d ı m ede c e ktir. A n c a k bir n e sn e y i, i n c e le d iğ im fikirlerle ç ok b a ğ la n tı l ı y ö n d e n ele a l a c a k o l u r s a m , k a n ı m c a b ü tü n , t a m a m e n k e ş f e d i l ir .... {Essay, II, 2, §39, s. 327-328)

Bir bilinenle bir bilinmeyen arasındaki bağlantı niceliği, (nihayetinde orantısallığa ilişkin) analojik süreç olarak analiz, açığa çıkarm a olarak buluş, mevcudu m evcut-olm ayana bağla­ yan enerji, bir yapısal karşıtlık olarak derece farkı, süreksiz sü­ reklilik -bü tü n bunlar, tekrar (geriye doğru izleme, tam am la­ ma) kuvveti olarak kuvvet kavram ında artar ve eklemlenirler. Bu okum ada, bu eklemlenme ya da bu artm a sistem inin, düzenli olarak bütün metnin sessiz bir infilâkını ürettiğini ve her bildirim de olduğu kadar her kavram da da, bir füzyondan çok, bir yarılm a ortaya çıkardığını anlayabiliriz. Burada bizi m eşgul eden bağlam da iki örnek yer alır. 1. A çıklam a, çığırından çıkar, uygunsuzlaşır, çü kü Condillac’ın başka bir yerde obskürantist etkisini ya da metaforik değerini eleştirdiği kuvvet nosyonunu abartır. M etaforik, böylelikle analojik değer: bağlantı kuvveti, analojik enerji, yalnızca analojik bir kavram doğurabilir. Burada (bir analoji felsefesinin doğal ürünü ve bir m etaforistik dil teorisi uygula­ m ası olan) Eşanlam lılar Sözlüğü’ne, analoji yoluyla fikirler ala­ nına aktarılan evrensel bağlantının fiziksel modeli olan çekim m addesine b aşvurm am ız gerekir: ÇEK ÎM . i. İtkiden daha fazla bilinmeyen bir nedene verilen isim.

[İtki n asıl iten b ir k u vve tse , ç e k i m de ç eken bir k u vvettir. Ş u h alde kuvvet s ö z c ü ğ ü , h iç b i l m e d i ğ i m i z b ir n e d e n e verilen b ir i s im d ir ; bkz., kuvvet.] Ç e k i m e vre n se ld ir ve izle d iğ i y a s a ­ lar b az ı d u r u m l a r d a bilinir. A n c a k b u t ü r s ö z c ü k l e r i n i n c ele n ­ m e si, p l a n ı m d a yer alm ıyor. Y a ln ızc a , h a k l a r ı n d a b ir m a d d e y a z a b i l d i ğ i m ağ ır lığ ın , y e r ç e k i m i n in vb. n e de n i o l d u ğ u n d a n dolayı ç e k i m d e n s ö z e d i y o r u m . Y in e de, Nevvton’u n s iste m i d a h a genel o l a r a k b ili n d i ğ i n d e , b u s ö z c ü ğ ü n f ig ü r a t i f o l a r a k k u l l a n ı l a c a ğ ı n ı ö n g ö re b ilir im . A s lın d a , ö r n e ğ i n şu n e d e n s ö y l e n m e s i n : i n s a n l a r a r a s ı n d a b ir ç e k i m v a rd ır, a n c a k bu, y a l n ı z c a t e m a s n o k t a s ı n d a y a d a o lsa o lsa k ı s a b ir m e s a f e d e e tk id e b u lu n u r. (O P için de, III)

Şim di de kuvvet m addesini okuyun. Çekim m addesinde bu değeri eleştirirken yaptığı her şey gibi Condillac, önceden u s­ taca davranıp Biran’m sınırlar konusundaki itirazım yakalar.1 İlksel duyum , içsel çaba duygusundan türer ve her ilksel duyum gibi, duyulurdur, fizikseldir, kişinin kendi bedeninin düzenine aittir. Bu duyum , m etafor ve analoji yoluyla aktarılır ve “figü­ ratif biçim de” genişletilir -b u , bütün eşanlam lılar sözlüğünü düzenleyen kuraldır: K u v v et d e d i ğ i m i z ilk fikri, içsel d u y g u y a ya d a b ilin c e b o r ç ­ l uyuz. Bu nitelik, b i z i m b e d e n l e r im iz i h are k e t e ttirip t a ş ıy a ­ b i lm e m iz i, bize d ire n e n şeyi alt e d e b il m e m i z i, bize e tk i e d e n şeye d i r e n e b il m e m i z i s a ğ l a y a n şeydir. ... B u s ö z c ü k , b e d e n ­

1 “ İçimizde, eylemlerim ize ilişkin, hissettiğimiz, an c a k tanım layamadığım ız bir ilke var. Buna kuvvet deriz.” (TS, I, 2, §11, s. 8, dpnt. 1) Bu içsel duy gu dan , an c a k ilkin yalnız ca ondan, sahip o ld u ğ u m u z kuvvet fik ri tü ­ rer. Ç ü n k ü Con dillac hiçbir z a m an bir kuvvel fikrine sahip o ld u ğ u m u z u in kâr etm edi, hatta bu fikir nesneye ilişkin bir bilişi ya da t an ım ı ortaya çı k a rm a s a bile ( “Kuvvet de diğim iz ilk fikri içsel duyguya ya da bilince b o rç ­ luyuz.” ). Bu y üzden M aine de Biran ’ın eleştirisinin en az ın dan k a r m a ­ şık laştırılm ası gerekir; “ Bu du r u m d a , doğa filozofları örneğini izleyerek, içim izdeki varoluş d u y g u m u z k a d a r gerçek bir etken kuvvet fikrini bir tarafa bırakırk en, bir yan dan da bu kapasiteyi ya da açık niteliği ve onun edilgen sonuçların ı karıştır ıp k a rıştıram a y a c ağ ım ız ı s o ru y o r u m ” (D e la decom position de la pensee, OM B içinde, III, s. 101). “Hayır, şüphesiz ki hiç de kuvvet imgeleri oluşturm ayız; a n c a k bir çabayla, isteneli bir hareketle ortaya ko y d u ğ u m u z şeyin fikrine ya da içsel d u y gu su n a gelince, b un u nasıl inkâr ede rsin iz?” (a.g.e., s. 185, dpnt. 1).

de n zih n e vc r u h a ak ta rılır. ... K uvvetler, e tk isi o l d u k l a r ı şe y ­ lerin ç o k lu ğ u o l a r a k gö rülürler. ... Bu s ö z c ü k ay n ı z a m a n d a c a n s ı z şeylere de ak ta rılıy o rd u , a n c a k o z a m a n bu, h a k k ı n d a h iç b ir fikre s a h i p o l m a d ı ğ ı m ı z ve y a l n ız c a e tkileriyle b i l d i ğ i ­ m i z b ir n e d e n in i s m id ir ; a s l ı n d a b u n eden , o n u k e şfe ttik le rin i d ü ş ü n e n l e r i n ve s o n u ç o l a r a k o l d u k ç a s a ç m a şeylerin s ö y l e n ­ m e s i n e n e d e n o l a n l a r ı n a r a s ı n d a çeşitli sözel t a r t ı ş m a l a r a yol açar. D o ğ a fil o zo flar ın ın [/es ph ysiciens] c i si m l e r in kuvveti h a k k ı n d a sö y led ik le ri şeyleri d ü ş ü n ü n . ... A y rıc a bir d ü ş ü n ­ c e n in , bir ifa d e n in , bir a r g ü m a n ı n , bir s ö y l e m in kuvveti d eriz; a n c a k an a loji bizi b u örn e k le r ve b ü t ü n diğerleri h a k k ı n d a ay ­ dın la tır. (D ic tio n a irc , O P içinde, III)

Böylelikle, yalnızca cansız cisimler bilim i olan fizik ala­ nında kuvvet, hakkında hiçbir fikre sahip olm adığım ız bir nedenin ismidir. A ncak kuvvet, cansız cisimlerden ruhsal can­ lılığa, düşünceye, zihne ya da fikre geçerken ilksel anlam ını yeniden kazanm az: bu son örnek, yine bir metaforla ilgilidir (“Bu sözcük, bedenden zihne ve ruha aktarılır. ... Ayrıca bir düşüncenin ... bir söylemin kuvveti deriz; ancak analoji bizi ... aydınlatır.”). Öyleyse “ilk fikir,” ilksel duyum , kişinin ken­ disine ait içsel, bedensel deneyim için duyulur “ içsel duygu ya da bilinç’ e tahsis edilir. A ncak burada tanım dan bütünüyle yoksunuz. C ondillac Deneme'de mevcudiyet ve yokluk, algı ve bütün diğerleri arasındaki ilişkiyi tanım lam ak için “ bağlantı­ nın yalnızca kuvveti’ ne göndermede bulunduğundan, dikkat ve imgelemle başlangıca göndermede bulunduğundan, kuvvet sözcüğünü hangi anlam da an lam am ız gerekir? H angi anlam a genişletm em iz gerekir? H angi anlam a tahsis etm em iz gerekir? Ve bu söylem in düzenleyici ilkesi olarak dil başlangıçta metaforikse, ilksel olan m ecaz yoluyla ifade ediliyorsa, kuvvet nere­ de bulunur? Burada yalnızca bu soruyu düşünerek başlam ak istiyoruz. 2. Başka bir uygunsuzlaşm a, başka bir yarılm a: bu, uygu suzlaştıran şey, “yeni bileşirn’i üreten şey, verili olanı başlatan şey kavram ını tah rif eder; sonra tekrarı (geriye doğru izlemetam am lam a), göstergeyi, zam anı, analojiyi bağlayan bütün sis­ temi tah rif eder.

Bu, imgelemle ilgilidir. Her şeyden önce II. Bölüm ’de (Essay, I, 2, s. 38) imgelem sah yeniderı-üretici’dir, algılananı “geriye doğru izler.” Bu an ­ lam da imgelem, hiçbir şey keşfetmez ya da hiçbir yenilik getir­ mez; yalnızca verili olanın sonlu mevcudiyetlerini birbirlerine göre bileştirir. A ncak m evcudu yokluğa bağlayan kuvvet, “yen i’ nin üretim ini özgürleştirir. Üretici kuvvet, imgelem olarak da adlandırılır. K ullanım ını nasıl düzenleyeceğim izi bilm em iz koşuluyla bu isim, çift-anlam lı olm ayacaktır; bununla beraber bu, (ana­ lojinin, m etaforun, bilinenle bilinmeyen, mevcudiyetle yokluk bağlantısının yanı sıra) m uğlaklık riskini dilin bütününe soka­ cak olan şeyin ism idir. Deneme deki bütün sorunların, imgelem sözcüğünün iki anlam ı, yani geriye doğru izleyen yeniden-üretici imgelem (bağlantı bir şekilde buna bağlıdır) ve tam am lam ak için bir şey daha ekleyen üretici imgelem anlam larının arasında ya­ yıldığını söyleyebiliriz. Onun özgürlüğü, birkaç bölüm sonra tanım lanır ve bir dipnotu gerektirir: N e s n e l e r y o k k e n a l g ıl a r ım ı z ı c a n l a n d ı r a n gü ç t e n , b irb irlerin e en u z a k fikirleri b irle ştirip b a ğ la y a n g ü ç türer. H e r şey, i m g e ­ l e m i m i z d e y eni bir b iç im v a rsay ab ilir. İ m g e le m , bir k o n u n u n n ite lik le rin i b a ş k a b ir k o n u y a a k ta r d ı ğ ı ö z g ü r lü k l e , d o ğ a n ı n p e k ç o k k o n u n u n g ü z e lle ş t irilm e s i için yeterli g ö r d ü ğ ü k u s u r ­ s u z l u k l a r ı bir tek k o n u d a birleştirir. İlk b a k ış t a , i m g e le m in fik irle rim izi b u d ü z e n l e m e t a r z ı n d a n b a ş k a h iç b ir şey h a k i ­ k a te d a h a fazla k a r ş ı t g ö r ü n m e z . Ve gerçek ten k e n d i m i z i bu faaliyete e g e m e n o l a r a k g ö rm e z s e k , bu işlem bizi k a ç ı n ı l m a z b i ç i m d e y a n ıl t a c a k t ır ; o y sa on u n asıl d ü z e n e k o y a c a ğ ı m ız ı ö ğ r e n i r s e k , b ü t ü n b i lg i m i z i n temel k a y n a k l a r ı n d a n biri o l a ­ cak tır. (E ssay, I, 2, §75, s. 78-79)

Dipnot tam burada devreye girer. Bu dipnotu alın tılam a­ dan önce, özgürlüğün yalnızca bir aktarım (bir konudan bir diğerine yüklem lerin yer değiştirm esi ve bir m etaforik faaliyet) olduğuna ve yalnızca iki imgelem kavram ı olm adığına deği­ nelim: üretici imgelem iki olası değere ya da etkiye sahiptir: hakikat ve hakikat-olm ayan.

Dipnot: B u r a y a k a d a r i m g e le m i n e snelerin y o k l u ğ u n d a a l g ıl a r ım ı z ı c a n l a n d ı r a n faaliyet o l a r a k a ld ım : fak at b u r a d a b u faaliy e tin e tk ile r in i d ü ş ü n d ü ğ ü m d e n dolayı, o r t a k k a b u l ü izle m e k te bir s a k ı n c a g ö r m ü y o r u m ; hayır, b u n u y a p m a k z o r u n d a y ı m . B ö y ­ lelikle, b u b ö l ü m d e im g e le m i, fik irle rim izi c a n l a n d ı r d ı ğ ı m ı z , o n l a r d a n isteğe b a ğ lı yeni b ile ş im le r o l u ş t u r a n bir faaliyet o l a r a k a l ı y o r u m . B u y ü z d e n b u n d a n s o n r a im g e l e m s ö z c ü ­ ğ ü b e n i m için iki farklı a n l a m a s a h ip o la c a k : a n c a k b u , bir ç i ft - a n l a m l ı l ığ a ya d a m u ğ l a k l ı ğ a yol a ç m a y a c a k , ç ü n k ü on u k u l l a n d ı ğ ı m k o şu lla r, her se fe rin de b e n i m k a s t e t t i ğ i m a n l a m ı belirleyecektir, (a.g.e., s. 7 9 )2

“K endim izi bu faaliyete egemen olarak görürsek”: Dene­ me de “ kendini egemen olarak görm e”nin, “ düzenlem e’ nin, her faaliyetin nihai duyusu olduğunu doğrulayabiliriz. Eylem ve eylemin dili başlangıçta yer alıyorsa, Condillac bunları d a­ im a aksiyom atik biçimde egemenlik olarak ya da egemenliğe yönelik hareket olarak belirler. İmgelemin kendini egemen olarak görme, m uğlaklığı ve tehlikeleri kontrol altına alm a yö­ nünde bir dayanak noktası olarak işlev gösteren ikiyüzlülüğü,

2 D ik kate değer bir gösterge, imgelem, Deneme nin ikinci s ay fasın dan son s ay fasın a kadar, iki yerde, iki farklı başlık altın da iki kez gö rünür. Hem m a lz e m e h em k u lla n ım olarak, hem içerik h em biçim olarak. “ Duyular, in ­ san bilgisinin kaynağıdır. Farklı duyum lar, algı, bilinç, h atırlam a, dikkat ve imgelem, onun malzemeleridir, son ikisi kon trolüm üze tâbi o la rak d ü ­ şünülm ezler: kontrolüm üze tâbi olan hafıza, imgelem, d ü ş ü n ü m ve diğer faaliyetler bu malzemeleri kullanırlar: Bu faaliyetlere ilişkin alışkanlığı [l'exercice] borçlu o ld u ğ u m u z göstergeler, bun ların faydalan dık ları en s­ t rü m a n la rd ır: fikirlerin bileşimi, b aşka her şeyi harekete geçiren ilk kay­ n a k tı r ” (E ssay, II, 2, §53, s. 338). Böylece m a lz e m e -k u llan ım karşıtlığı, sonuçta u n s u ru ya da o r ta m ı olan imge ka v ra m ın ı b aştan sona kat eder ve böler. B ağlaşık o la rak içsel b içim ­ de im gelemi belirleyen bu karşıtlık, egemen olm ayışla egemen oluş, kont­ rol etmeyişle kontrol ediş, diizenleyişle düzenlem eyiş karşıtlığıdır da. Bu karşıtlık, D enem eler'in t ü m ü n ü işler ve düzenler. Gösterge, a n la m lam a , biraz önce g ö rd ü ğ ü m ü z üzere u y gulam an ın h em koşulu hem e n s t r ü m a ­ nı ola rak egemen olm a faaliyetidir, kontrol-altına-alm a dır. İki imgelem ka v ra m ı varsa, iki gösterge k avram ı ya da değeri va rdır ve bu da an la m sız değildir.

egem enliğin başlıca stratejik faaliyetidir -neredeyse egem enli­ ğin kendisidir diyebiliriz. A ncak olduğu şey olm ak için, olm adığı şeyi, öyleyse hiçbir şeyi de sahiplenm esi gerektiğinden egemenlik, kesinlikle asla kendisi değildir. Varsa bile, egemenlik var değildir. Bu imgelem ler, tarihin yerini ve “ dilin ilerlem esini’ ni oluş­ tururlar. K urabileceğim iz anlatı, olası olm ak zorunda kalacak­ tır, ancak imgelem alanında, dil üzerine dil alanında daim a bir fabla benzeme riski taşır. Roman ya da rom ansla, aslında mitik bir epistemolojiyle benzerliği,3 anlatının doğası gereğidir. D ilin ile rle m e sin e iliş k in b u t a rih s e l a ç ı k l a m a d a n h are ketle h erkes, dilleri iyi bilen bir kişiye gö re b u n l a r ı n h er u l u ­ s u n k a r a k t e r i n i n ve d e h a s ın ı n bir r e s m i o l d u ğ u n u an layab ilir. İ m g e l e m i n , ilk ö n c e ö n y a r g ı ve t u t k u d a n bir fik irler b i le ş i m i n i h a n g i t a r z d a g e r ç e k le şt ird iğ in i an layabilir. ... A n c a k bir h a l ­ k ı n gelen ekleri ve g ö re n e k le ri dili e t k ile m iş s e , ü n lü y a z a r l a r t a r a f ı n d a n k u r a l l a r ı b e lirlen ir b e l ir l e n m e z dil de, yeri g e ld i­ ğ i n d e gelen ekleri ve gö re n e kle ri e tk i l e m i ş t ir ve u z u n bir s ü re h er h a l k ı n k e n d i n e ö z g ü k a r a k t e r i s ti k l e r in i k o r u m u ş t u r . M u h t e m e le n b a z ıl a r ı b u tarih i tü m ü y le b ir r o m a n s o l a ­ r a k gö re c e k le rd ir : a n c a k en a z ın d a n o la sılığ ın ı i n k â r e d e m e ­ y ecek lerdir. (E ssa y , II, 1, §162-163, s. 299)

Voltaire, Locke hakkında şunları yazm ıştır: “Ruhun ro­ m ansını yazan böylesi bir akıl yürütenler yığınından sonra, büyük bir tevazuuyla ruhun tarihini sunan bir bilge çıktı.”4 Deneme, Locke un girişim lerini sürekli bir model olarak, an ­ 3 Cehalet, y argıların d a d a im a acelecidir ve an la m a d ığ ı her şeyi olanaksız olarak ele alır. Yetilerimizin ve fikirlerimizin tarihi, kavrayıştan y oksun zihinlere ta m a m e n hayali bir ro m an s gibi gö rünür: O nları su sm ay a zo r­ lam ak, ay dın la tm aktan daha kolaydır. Fizikte ve astro n o m id e k im bilir kaç keşif, eski çağların cahil insanları tara fın dan o lanaksız ola rak değer­ le n dirilm iştir!” (De l ’a r t de raisonner, OP içinde, 1, s. 633). 4 Lettres philosophiques, 1734 (ilk kez 1733’te L o n d ra ’da L etters Concerning the Erıglish N ation başlığıyla yayım landı, çev. John L o c k m a n ; seçkiler, şu başlık altın da yeniden b asıldı ve biraz m odernleştirildi: 77ıe Enlightennıent: A Com prehensive Anthology ed. Peter Gay [Nevv York: Sim on an d Schuster, 1973], s. 147-174; alıntı s. 162’de yer alıyor - İng. ç.n.).

cak düzeltilecek ve tam am lanacak bir m odel olarak, bununla beraber daha tarihsel, daha olası kılınacak bir fabl olarak ta­ nımlar. Locke psikoloji alanında, Nevvton’un fizik bilim ler alanın ­ da m ükem m elliğe taşıdığı şeyin ancak taslağını çıkarm ıştır. Deneme, buna iki ana göndermede bulunur. Newton, fi­ ziksel evrenin bilim inde hakikatlerin düzenini anlam ıştı. A n­ cak bunu anlarken, C ondillac’a bir tersçevrim örneği, farklı bir alanda m etodik ve formel bir başarının belirli m odelini sun­ m akla kalm adı. Condillac artık evrensel bir içeriğe ulaşm ıştı: temel bir özellikten hareketle şeylerin araların daki bağlantıyı yöneten yalın ve biricik bir ilke fikri. Newton neyi keşfetti? Condillac, Akıl Yürütme Sanatı Üzer/ne’ de fiziksel bir hakikati ortaya çıkartm ak için bir “ k arşı­ laştırm a,” teknik bir karşılaştırm a geliştirerek açıklar. Terazi­ nin kolu bir iğnenin ucuna yerleştirilirse ve en uzak cisimler bu aynı merkezin etrafında döndürülürse “evren im gesine” sahip oluruz. M akine, terazi ya da manivela basit (tekerlek, m akara, eğik düzlem, sarkaç) ya da bileşik bütün diğer m aki­ nelerin ilkesidir. “Özdeşlik duyulurdur; m akineler daha uygun farklı etkiler üretm ek için farklı biçimler alırlar, ancak başlan ­ gıçta bunların hepsi yalnızca aynı m akinedir. İmdi evrenim iz yalnızca büyük bir terazidir. ... [A]skıda durm a noktası, daya­ nak noktası ve yerçekimi merkezi, temelde aynı şeydir. Bu k ar­ şılaştırm a, kendi gidişatlarında bütün bu yığınların, tutmayı b ıraktığım ızda bu defterin düşm esine neden olan bu aynı kuv­ vetle nasıl düzenlendiklerini anlaşılabilir kılm am ız için yeterlidir. ... Temelde bir tek m akine varsa, temelde bir tek özellik vard ır” (OP içinde, I, s. 676). Bu biricik özellik, özdeş önermelerle, yani apaçık biçim ­ de [dans l ’evidence] ilerleme gücünün söylem ini tem inat altına alır, çünkü özdeşlik, “kanıtın tek göstergesidir” (a.g.e., s. 677). “Böylece özdeşlik, bir önerm enin apaçık olarak kavrandığı göstergedir; ve özdeşlik, bir önerme, aynı, aynıdır dak i gibi yine kendilerine dönen terimlere dönüştürülebildiğinde kav­ ran ır” (a.g.e., s. 621; ayrıca bkz., Logic, s. 86-88).

Tek başına “ her türlü şüpheden uzak tutulm ası gereken” (a.g.e., s. 636-637) kanıt ilkesi, nihai başvurudur. Burada öz­ deş (totolojik-olmayan) önermeye başvuru, olgu kanıtından ve duygu kanıtından ayırt ettiği akıl kanıtının kuralını izler, (a.g.e., s. 620). New toncu keşfi psikolojik düzene tersçevirirken C ondillac aynı zam anda Denemeyi kanıt ve Kartezyen olm ayan bir kesinlik kriterine tâbi kılar (“tek am acım ız, hiç kim senin sorgulayam ayacağı temel bir deneyimi keşfetmek olm alıdır ve bu başka her şeyi açıklam aya yeterli olacaktır” (Essay, Introduction, s. 6). Üç tip kanıtı bileştirip denetleye­ rek C ondillac (analoji yoluyla fikirler arasındaki, fikirler ve göstergeler arasındaki, göstergelerin kendi aralarındaki) ev­ rensel bağlantıları da inceler. Bütün deneyimi, kendisini bilen ve kendisini değiştirm ekten başka bir şey yapmayan ilk özelli­ ğe, duyarlığa geri götürür. Deneme yaln ızca an lam a yetisini ele alm a sın a rağm en , D uyum lar Üzerine İnceleme’nin geç ön erm esin i de im a eder: “Yargı, d ü şü n üm , arzular, tu tk u lar vb., yaln ızca, farklı b i­ çim de dö n ü ştü rü len du y u m d u r” (îthaf, s. xxxi). Deneme, şu b ild irim d e bulunur: “Z ihinde [l’âme] du y u ların etkisiyle ortaya çıkan algılam a ya da izlenim , an lam a yetisinin ilk faaliyetidir. Bu k on ud ak i fikir, her ne olu rsa olsun bir söy­ lem le ya da sözcüklerle edinilem ez; d u y u lard ak i bir d ışsal izlenim le etk ilen d iğim izd e içim izde geçen şey h ak k ın d a d ü ­ şü n üm den başk a hiçbir şey bunu bize a k ta ra m a z ” (1, 2, §1, s. 27). Genel analoji ilkesi, Newtoncu söylemin bu tersçevrim ini onaylar. Şüphesiz bu ilke, kendisinden doğan her m etafor felse­ fesi gibi, m uğlak bir aksiyoloji ortaya koyar. Analoji bizi yanıl­ tabilir de; ancak o zam an bu, analojinin zayıflığından, “b ağ­ lantı niceliği’ nin yeterince büyük olm am asından dolayıdır. Analoji, dili ve m etodu yaratır. Analoji, bir söylem alanından başka bir söylem alanına geçişi, bilimsel bir m odelin başka bir alana aktarım ın ı olanaklı ve homojen kılar. Analojinin kendi­ si metot birliğidir, o bu metottur.

C ondillac, sık sık bazı filozofların m atem atizm ini eleştir­ se de, m atem atiksel konu ve metot değerlendirm esini model olarak, ancak genel bilim alanında içerilen özel sah alar biçi­ m indeki dil m odelleri olarak kabul eder. Genel bilim sel alanın bu temel hom ojenliği, yalnızca gidim li analojiye değil, aynı zam anda bu analojinin doğal olması, doğayla bir ardışıklık oluşturm ası olgusuna dayanır. Analoji, doğal üretim leri yay­ m aktan başka asla bir şey yapmaz. Bu gözlemin sürekliliği, De­ neme den Kalkiil D ili’ne kadar doğrulanabilir: E ylem d i l i n in ilk ifadeleri, d o ğ a t a r a f ı n d a n verilir, ç ü n ­ k ü b u n lar , ö r g ü t l e y i ş i m iz i n bir d e v a m ıd ı r : ilk ifadeler verilir, a n a lo ji diğe r ler in i o l u ş t u r u r ve bu, dili y ayar; bu, y a v a ş y av a ş h er ne t ü r o l u r sa o ls u n f ik irle rim izi t em sil e tm e y e u y g u n h ale gelir. H e r şeyi b a ş l a t a n d o ğ a , tıp kı eyle m d ilin i b a ş l a t m ı ş o ld u ­ ğ u gibi, s esletilen seslerin dilin i de b aşlatır ; dilleri t a m a m l a y a n an aloji, d o ğ a n ı n b aşlattığ ı gibi d e v a m e d e rse , o n la r ı d o ğ ­ ru b ir şe k ild e b içim le n d irir. A n a lo ji, u y g u n b i ç im d e b ir b e n z e m e iliş k isid ir : öyleyse b ir şey, p e k ç o k ş e kilde ifade edilebilir, ç ü n k ü pek ç o k b a ş k a şeye b e n z e m e y e n hiçbir şey yoktur. A n c a k farklı ifadeler, ayn ı şeyi fark lı b a ğ ı n t ı l a r için de t em sil ederler ve z ih insel özellikler, y an i iç in d e b ir şeyi d ü ş ü n ­ d ü ğ ü m ü z b ağ ın tılar, y a p m a m ı z gereken s e ç im i belirler. ... Diller, fazla sıy la k u su rlu d u r , ç ü n k ü d a h a keyfi g ö r ü n ü r ­ ler; a n c a k o n l a r ı n iyi y a z a r l a r d a d a h a az keyfi g ö r ü n d ü k l e r i n e d e ğ i n e l i m . Bir d ü ş ü n c e , iyi ifade e d ild iğ in d e , h er şey, h a t ta her s ö z c ü ğ ü n y e rle ştirim i bile a k la da ya n ır. B u y ü z d e n , dille rde iyi o la n h er şeyi o r ta y a ko ya n lar, d â h i i n sa n la r d ır . Ve d â h i in ­ s a n la r d e d i ğ i m d e , o n l a r ın g ö z d e tak ip ç ile ri o l d u k l a r ı d o ğ a y ı d ışa rıd a tutm uyorum . Cebir, iyi k u r u l m u ş bir d i l d i r ve b ir tek d ild ir: o n d a h iç ­ b ir şe y keyfi g ö r ü n m e z , asla u z a k l a ş m a y a n an a lo ji ifa d e d e n ifade y e a n l a m l ı b i ç im d e yol gö sterir. B u r a d a k u l l a n ı m ı n hiç b ir otoritesi yoktur. M e s e le m iz , diğerleri gibi k o n u ş m a k d e ­ ğ ild ir; en b ü y ü k ke sin liğ e u l a ş m a k için en b ü y ü k an alojiy e gö re k o n u ş m a m ı z gerekir. Bu dili k u r a n l a r , iislu p sal y a l ı n l ı ­ ğ ın o n u n t ü m in c eliğin i k u r d u ğ u n u d ü ş ü n m e k t e d i r : v u l g e r d ille rde d a h a az bilin en bir h ak ik at. Cebir, a n a l o jin i n k u r d u ğ u b ir dil o lu r o l m a z , d ili o l u ş t u ­ ra n a n a lo ji, m e to tla rı d a o l u ş t u r u r : ya d a d a h a ç o k icat m e t o ­ d u y a l n ı z c a a n a l o jin i n ken disidir.

A n a lo ji: öyleyse b ü tü n k o n u ş m a s a n a t ı n ı n o l d u ğ u gibi, b ü t ü n ak ıl y ü r ü t m e s a n a tın ı n d a in d ir g e n d iğ i şe y d ir; b u tek sö z c ü k l e , b a ş k a l a r ı n ı n keşifleriyle k e n d i m i z i n asıl y ö n l e n d i ­ re b i l e c e ğ im iz i ve b u keşiflerden b a z ıl a r ın ı n asıl k e n d i m i z i n k ı l a b i l e c e ğ im i z i a n la rız . ... M a t e m a t i k , dili cebir o la n iyi ta r t ış ıl m ı ş bir b ilim d ir . Ö y ­ le yse a n a l o j in i n bizi b u b i li m d e n asıl k o n u ş t u r d u ğ u n u g ö re lim ve bizi d iğ e r le r in d e nasıl k o n u ş t u r m a s ı ge r e k tiğ in i ö ğ re n e lim . Ö n e r d i ğ i m şe y b u d u r . Böylelikle ele a l a c a ğ ı m m a t e m a t i k , bu e s e rd e ç o k d a h a b ü y ü k bir k o n u y a b a ğ lı bir k o n u d u r. S o r u , b u k e s in liğ in , m a t e m a t i ğ i n dışlayıcı k ıs m ı o l d u ğ u n a in a n ıl a n b ir k e s i n l i ğ i n b ü t ü n b ilim le r e n asıl v e rile b ile c e ğin i gö steriyor. (L a L a n g u e des calcu ls, O P için de, II, s. 419-20)

M atem atiğin (model ve içerilen konu olarak) bu durum u, analoji ilkesinin sınırsız genelliğinden kaynaklanır: analoji türleri (duyulur, doğal benzerlik, orantısallık vb.) kendi ara­ larında benzerdir (a.g.e., s. 450). D enem enin sonu felsefi matem atizm i ve hatta düşünüldüğü gibi genel m atem atiği eleş­ tirir görünüyorsa, onları yalnızca en az m atem atiksel olanın k arışık tersçevrim i kılm ayı am açlar: geometri, geometricinin sentez tercihi (“ Bütün filozoflar arasında analitik m eto­ dun yararlarını en iyi bilmeleri gereken geometriciler, sık sık sentezi tercih ederler. Böylelikle farklı bir doğanın araştırıl­ m asına koyulm ak için kendi hesaplam alarını b ıraktıkların ­ da, onların ne aynı açıklığa ne kesinliğe ne de aynı kavrayış genişliğine sahip olduklarını görürüz. D ört ünlü m etafizik­ çi D escartes, M alebranche, Leibniz ve Locke arasında, sonun ­ cusu, yani Locke geom etrici olm ayan tek metafizikçidir, yine de diğerlerinden ne kadar da üstün dür!” [Essay, II, 2, §52, s. 337-338]). Öte yandan kalkül dilinin program ı çok açık biçim ­ de başlar (a.g.e., II, 2, §7 vd., s. 304 vd.). İki m odelin statüsü farklılaşır. Newton tersçevrilmeli, Locke tam am lan m alı ve düzeltilm elidir.5 Tüm üyle şuna in dir­ genebilir görünen sayısız noktada: Locke, göstergeyi kaçırdı,

5 D enem e'nin form ülleştirdiği eleştirinin y anın da, özellikle bkz., E xtrait raisonne du Traite des sen sation s (OP içinde, I, s. 324 vd.) ve De l'art d e p e n se r (OP içinde, I, s. 738 vd. ve s. 774).

çünkü düzenden yoksundu. Tohumun gelişim ilkesini kavra­ m adı (“göstergelerin kullanım ı, bütün fikirlerim izin tohum u­ nu geliştiren ilkedir” (a.g.e., lntroduction, s. 11) çünkü Locke tohum u ya da kaynağı radikal biçimde analiz etmedi. Düzen yoksunluğu. Örneğin Locke’tan C ondillac’a tarih­ sel ilerleme varsa bu, doğal düzenin çarpıtılm ış olm asından dolayıdır. Bu düzen derhal algılanm ış olsaydı, bir tarihsel yo­ ğunluk olm azdı. A ncak dahası, doğal düzene bir dönüş olm ak­ sızın olm azdı. Bu iki motifi dikkate alm am ız gerekecek. Bunlar yalnızca C ondillac’ın Locke’un keşfiyle kendi ilişki­ si hakkındaki yorum unu değil, aynı zam anda C ondillac’ın ken­ disiyle bağlantısını da, kendi düşüncesinin, ilkin Deneme deki, sonra Deneme’yi takip eden eserlerdeki, özellikle de D uyum lar Üzerine İnceleme'deki gelişim ini de açıklar. C ondillac kendi söylem inde tarih üzerine değerlendirm elerini çoğaltır. Bu de­ ğerlendirm eleri m arjinal olarak alm az. Bunlar, yolun sınırları­ nı çizen, anlatılm ası gereken, (kusurlarını değilse bile) adım la­ rını, izlediği ya da izlemiş olm ası gereken kuralları açıklam ası gereken söylem in bir parçası olmalıdır. Bu tür analizlerin temel söylemin bir parçası olm ası, şü p­ hesiz önem lerini ve ciddiyetlerini gösterir. A m a aynı zam anda buna fazlasıyla güvenm em em iz de em redilir: bu analizler bi­ ze Condillac’ın yapmayı düşündüğü ya da daha çok yaptığını düşündüğü şeyi anlatır. Bu kurallar topluluğu, olgudan son­ ra b aşarın ın yansım ası olarak metodu (ve genel metot kavra­ m ını) kurm ak zorundaydı; haleflerin bilim i tekrarlam alarına ve onun keşiflerini çoğaltm alarına olanak tanım ası gereken bir metot. Bu metodolojik faaliyet, bir şekilde devrimci bir iş­ lemdir. Pek çok diğeri gibi Düşünme Sanatı Üzerine tarafın ­ dan tam ı tam ına yeniden-üretilecek Deneme'deki bir pasaj­ da, D escartes’a nadir bir değer atfedilir. (OP içinde, I, s. 768): “Filozoflar, kendi zihinlerinin gelişim tarihini bize bırakm ış olsalardı, genel öz-düşünüm eksikliğim izi telafi etm iş olur­ lardı. D escartes, esasen bunu yapm ıştır ve ona m innet borçlu olduğum uz şeylerden biri de budur. ... Bu ustalığın, bu filozof tarafın dan ortaya konulan devrim e büyük ölçüde katkıda bu ­

lunduğunu düşünüyorum ” (Essay, II, 2, §41, s. 329-330). De­ nem enin “hakikat” i, olanağı, o halde sınırları olgudan sonra iki kez görünüyorsa, bu sistem bir tarih içinde açılıyor, açıkla­ nıyorsa bu, düzen yoksunluğundan, fikirlerin doğal düzeninin tah rif edilm esinden dolayıdır. G eçm işe ait kanıt, ilkin Dene­ m enin içinde, serim lenişi sırasında ortaya çıkar. A ncak bu serim lem e, Condillac’ın çabasının dışında de­ ğildir. Kitabın sonuna kadar bir düzenleme hatasıyla, didaktik bağlantı düzenindeki bir sürçmeyle gizli kalacak şey, kesinlik­ le “fikirlerin bağlantı ilkesi’ nin yayılımıdır. Bu ilke, düzenin kendi ilkesinden, doğaya uyum sağlayan düzen ilkesinden b a ş­ ka bir şey değildir. Düzen yoksunluğunun gizleyeceği şey - s o ­ nuçta belirlenen özel bir konu ya da u ğrak değil- sonuç ilke­ sidir: öyleyse bu ilke kendisinden bir parça saklar [s’abynıe] ya da gösterir. K ısacası Condillac, Deneme yi yazarken düzenin kendisini izlemiş olsaydı, düzen ilkesini daha çabuk keşfetm iş olacağını açıklar. Tersine çevrilebilir olduğundan, tarihi doğa içinde kuşatan bir cümle. A ncak Deneme’deki serim lem e dü­ zeni üzerine değerlendirmelere bir göz atılsın (I, 2, §107, s. 102-103; ve II, 2, §45 vd., s. 333 vd.). Hafifletilecek diğer şeyler arasında, C ondillac’m, keşfinin genelleştirilm esini uzunca bir süre sınırlayan ya da erteleyen bu hatanın an lam ı konusun­ daki sessizliği de yer alır: “Felsefi eserler açısından, düzenden başka hiçbir şey bir yazarın unutulm uş bazı şeyleri ya da yete­ rince incelenm em iş diğer şeyleri algılam asına olanak tanım az. Bu, benim sık sık deneyim lediğim şeydir. Ö rneğin bu deneme tam am landı ve yine de ben b ile1fikirlerin bağlantısı ilkesini tam olarak anlam ış değildim . Bu ise, tam am en, doğru yerde olmayan, takriben iki sayfalık bir pasajdan kaynaklanıyordu” (a.g.e., II, 2, §47, s. 334). A ncak “ örneğin bu deneme tam am landı”ğında kitaba kaydedilen bu değininin statüsü nedir? C ondillac, Deneme’yi asla yeniden ele alm adı. Bu iki sayfa hangileridir?6 Condillac bize neden söylem i­ yor? Bu sayfalar, burada okum am ızı açıyor ve kapatm ıyorsa, bu noktada durm ak gerekir mi?

6 Burası, diğer ka yıp ya da önceden çık arılm ış sayfalara - E şa n lam lılar Sözlü ğü ’nün iki işarete \sigııature]~ d eğin m e yeridir. Bun lar “ kazayla bir kay­ boluşu d a h a az m u h te m e l” (Le Roy, Preface, OP içinde, III, s. viii) kılan ko şu llar altın da orta d an kayboldular. Bu işaretler, sign ’m [gösterge} tan ı­ mın ı, aynı z a m a n d a ağ ların da [fils] pek çok diğerlerini de b arın dıran , s ile başlayan, science’a ve sign ’a do ğ ru d a n yak ın şu isim leri de içeriyor olabi­ lir: sense [duyu], sensation [d uyum], sentim ent [duygu], sentir [duymak]. Öyleyse E şan lam lıla r Sözlüğü, ne an alojiyi ne eşanlam lıyı ne de sözlüğü, sonuç o la rak ne de ilksel an la m ve mecazi an lam , y ani “genişletm eyle” ya da “mecazi o l a r a k ” alınan sözc ü k arasın d aki an la m hareketini ta n ım l a ­ y an kendisine öz g ü bu faaliyeti t a n ım l a m a m a k l a kendi dipsiz ku yu su n u t a m a m e n açar mı, yoksa kapatır m ı? “ Mecazi o l a r a k ” söz c ü ğ ü S ö z lü k ’de, m ecazileştirilen sö z c ü ğ ü gibi yalnızca literal ya da gerçek anlam ıyla ta­ n ım lanır. Bu d u r u m , ender ve önemlidir.

B ir K e n a r N o t u ya d a D e ğ î n î s î - İ k î K o p u k S ayfa “Göstergelere çok fazla şey y ü k le d im ... “ Söylemek istediğimden, kastettiğimden fazlasını söyledim

Dolambaçlı yol sorusunu ortaya koym adan olm az -o k u ­ m am ızı düzenlemek, yani düzenin olum suzluğunu incelemek için. D olam baçlı yol nasıl olanaklıdır? Bir dolam baçlı yoldan nasıl geri döneriz? Soru, ister yaşam a ister ölüme, ister akla ister akılsızlığa ilişkin bir soru olsun, şu andan itibaren onu düşünm ekle yü­ küm lüyüz. V arsayım ım a göre bu, Denemenin her sayfasında do ğru ­ lanabilir. Deneme'den çok sonra yazılan ve Modern Tarih’lc [Ilistoire Modern] m eydana çıkışıyla ilgisi olan, bir işaret ola­ rak şu düşünüm (OP içinde, II, s. 221): B a ş k a yerde, size b ü tü n y a z m a s a n a tın ı n , fikirlerin en b ü y ü k b a ğ la n tı s ı ilkesiyle ilişk ili o l d u ğ u n u , ç ü n k ü d ü ş ü n m e s a n a t ı n ı n a s l ı n d a b a ş k a b ir ilkeye s a h ip o l m a d ı ğ ı n ı g ö s t e r ­ m i ş t i m . B u b a ğ la n tıy ı iz le y e b ilm e m iz ö l ç ü s ü n d e z i h n i m i z d a h a fazla gerilir: z ih in her şeyi k e n d i y e rin d e g ö rü r ; h e m e n bir n esneler ç o k l u ğ u n a s arılır; ve on lar ı a ç ık b i ç i m d e a l g ı l a r ­ ken, k e s in lik le o r ta y a koyar. İ n s a n z i h n in i n tarih i ü z e r in e ne k a d a r d ü ş ü n ü r s e n i z ,

b u ilk e n in e v re n s e lliğ in e o k a d a r in a n ır s ın ız . L o c k e fik irlerin y a n l ış b a ğ la n t ı l a r ı n ın deliliğe ya d a a k ıls ız lığ a yol a ç t ığ ın a d e ğ i n d i ve o r a d a k a ld ı. Yin e de fik irlerin d o ğ r u b a ğ la n t ı s ın ın a k l a yol açtığı s o n u c u n a v a r m a k kolaydı. Ve b u s o n u ç ü z er in de b i r a z d ü ş ü n e n bu filozof, b u ilken in z ih n in b ü tü n n ite lik le ­ ri n i n b i r i c ik n e d e n i o l d u ğ u n u a n l a m ış tı . B u yol, k e s in lik le bu ilke n in e vre n s e lliğ in i ke ş fe tm e y e g i ­ de n en k ı s a y o ld u r ve m u h te m e le n b u n u n g i r m i ş o l d u ğ u m yol o l d u ğ u n u d ü ş ü n ü y o r s u n u z . H iç de değil. B u n u , y a l n ız c a ş i m ­ dilik, p e k k a v r a m a d ı m . Ve b u n a b a ş l a d ı ğ ı m d a n dolayı b ü y ü k d o l a m b a ç l ı yollar a ç t ığ ım ı a n lıy o r u m .

K ısacası, göreceğim iz üzere gösterge, kendisini bir dolam ­ baçlı yol olarak deneyim lem ek için Denem enin genel olarak dolam baçlı yola, geriye doğru izlenecek ikam enin [suppleance] oluşum una vereceği isimdir. İm di bir başka dipsiz kuyu örne­ ği, C ondillac’m Deneme’yi, fikirlerin doğal düzeniyle ilgili sü rekli yorum layışı, yalnızca D enem enin içinde ve dışında orta­ ya çıkm az. Yorum, gösterge kavram ıyla da uğraşır. B u rad a soru yine belirli bir önerm enin içeriğiyle ilg i­ lenen eleştirel bir geriye dönüştense, k a rşılık lı b ağ lan tıla­ rın bir genel yeniden-düzenlem esi, yeniden keşfi ve temel bir yeniden-oluşum u sorusudur. A slın da Deneme ’yi y a z ar­ ken C on d illac, bu kitabın temel katkısın ı, en orijinal geli­ şim ini, göstergelerin ve göstergeler an alo jisin in teorisi o la­ rak düşün dü. A ncak birkaç yıl sonra, 1752 yılın d a (Deneme 1746 tarih lidir) C on dillac, M au p ertu is’ye D illerin K aynağı Üzerine Felsefi D ü şü n ü m leri [Reflexions philosophiques su r l ’origine des langues] için teşekkür eder ve k en d isin in “hata y ap tığın ı” kabul eder. A ncak C ondillac’m hatasını belirlemek güçtür. A slında “göstergelere çok fazla şey yükleyen” nedir? “U m u­ yorum zihnin gelişim inin dile nasıl dayandığını gösterm işsinizdir. Bunu İnsan Bilgisinin Kaynağı Üzerine Deneme’mde denedim , ancak hata yaptım ve göstergelere çok fazla şey yük­ ledim .” 1 Bundan, “Condillac’m düşüncesi değişm iştir” (G. Le Roy’un

dipnotu, OP içinde, II, s. 536) sonucunu çıkarm adan önce, bu düzeltiyi dikkatli biçimde analiz etmek zorundayız. Bu düzelti, karşılıklı bağlanLıların düzeninden çok, tematik vurgu derecesiy­ le ve yine uygun bir bağa verilen önemle ilgilidir. Vurgu, kuvvet, vurgunun niceliği ya da niteliği felsefi söylemde ikincil bir değer değildir ve burada meselemiz bunun azaltılm asına yönelik de­ ğildir. Tersine, kesinlikle vurgunun statüsünü teorileştirmemiz ve form ülleştirm em iz gerekir. Vurgu değişikliği, değerlendirme farkı, bir düzen değişikliği değildir. A slında göstergeye vurgu, çok büyüktür. Ve II. Bölüm ’ü (“Dil ve M etot Ü zerine”) beklemez. I. Bölüm ’den (“Bilgim izin M alzem eleri ve Özellikle Ruhun Faaliyeti Üzerine”) itibaren girişin göstergebilim sel program ı büyük ölçüde ortaya konu­ lur: “Ve yine bu aynı konuyu (sözcükleri), bu eserin önem li bir bölüm ü kılm anın uygun olacağını düşündüm ; çünkü bu, yeni ve daha kapsam lı bir ışık altında görülebilir ve inanıyorum ki, göstergelerin kullanım ı bütün fikirlerim izin tohum unu gelişti­ ren ilkedir” (Essay, Introduction, s. 11). Soru, şeylerle bağın tı­ m ızın biricik ilkesi olarak fikirlerin (3. Bölüm) ve ihtiyaçların bağlantısıyla ilişkilendirilir ilişkilendirilm ez Condillac, “ kuv­ veti tam am en göstergelerin analojisinden ibaret zincir tü rü ’ nü yerleştirir (a.g.e., I, 2, §29, s. 49). Kuvvet, analoji, anlam lam a, daim a bir gereksinim teorisi­ ne göre düzenlenir. Bunu, bir arzu teorisiyle k arşılaştırm ak ta çok acele etm e­ yin. Ve yine I. Bölüm ’de (anlam lı biçim de dili tartışm adan çok 1 Letter to M aupertuis, 25 H a zira n 1752, OP içinde II, s. 536. D em ek ki Con dillac bu konuda, fikir ayrılığını b ura da harfi harfine akta rdığı M a in e de Biran ’dan öncc “ dü ş ü n ü m d e b ulun du”: “Göstergelerin ve m e ­ totların d ü ş ü n m e sanatı üzerindeki etkisi k o n u su n d a ne k a d a r d ü ş ü n ü m ­ de b u lu n sam , C o n d illac ’ın bu etkiyi aşırı derecede genişlettiğine o ka da r i n an m a y a yöneliy orum .” (M aine de Biran, N otes su r Vinfluence des sign es, O M B içinde, I, s. 308). A n c a k “Göstergeler k o n u su n d ak i aşırılık,” her iki yerde aynı şekilde ok un m az . Condillac, şunları kabul e tm e m iş olabilir: “metafizikteki akıl y ü rü tm e yolunun aritm etik ya da cebirdeki kalkül m e ­ t odun dan farklı o lm a dığ ın ı k a n ıtlam a k istiyor” (L a L an gu e des calcıd s, s. 226-227).

önce), üç tür gösterge arasındaki iyi bilinen, bu kez tam am en geçici ayrım öne sürülür: ilineksel göstergeler, doğal gösterge­ ler ve kurulu göstergeler (a.g.e., I, 2, §35, s. 51). Eserin aynı b ö ­ lümünde, çok daha ileride: Bu faaliyet, zih n e h e n ü z aşin a o l m a d ı ğ ı gö ste rg ele ri s u n a n i m g e l e m i n ve o n la r ı f ik irle rim izle b a ğ l a n t ı l a n d ı r a n d i k k a t i n s o n u c u d u r . Bu, h a k ik a t a r a ş t ı r m a s ı n d a k i en temel faa liy e tle r­ de n b iris id ir ; ve y in e de en az b ilin e n le rd e n biridir. R u h u n faa liy e tle rin e iliş k in b ir a l ı ş k a n l ı ğ ı e d i n m e d e gö ste rg ele r in k u l l a n ı m ı n ı ve z o r u n l u l u ğ u n u zaten o r ta y a k o y m u ş t u m . İm d i o n l a r ın fa r k lı fikir türleriyle b a ğ ın tıs ı a ç ı s ı n d a n ay n ı şeyi ta­ n ıt l a y a c a ğ ım . Bu, fark lı g ö rü ş le r a lt ın d a ç o ğ u ke z sergilen em e y e n b ir h a k ik a t tir, (a.g.e., I, 4, B a h is i, s. 114)

Bu yüzden Deneme baştan sona bir göstergebilimdir. II. Bölüm , yeni bir alan açm az; kendisini I. Bölüm üzer de açar ya da hatta denebilir ki, gerisin geriye dönüp onun üze­ rine kapanır. II. Bölüm, dili ele alırken, yalnızca bir gösterge türünü, keyfi olan, özgürlüğüm üzü en üst düzeye çıkaran, en büyük “ hâkim ler” i (bu sözcük yol gösteren bir iz, bir ipucu olarak izlenebilir) olduğum uz gösterge türünü tanım lar. Ve yine göstergebilim kendi söylem sahnesinin ön k ıs­ m ından çok, tüm sahnesini işgal etse de, Condillac gösterge­ nin genel olarak deneyim de ilk sırada geldiğini asla onayla­ m ayacaktır. Gösterge zinciri, algılar üzerinde yükselir. (“Bu dizilerin her birinin üzerinde, kuvveti tam am en göstergelerin analojisinden, algı düzeninden ve bazen en farklı fikirleri bir­ leştiren koşullarla biçim lenecek bağlantılardan ibaret bir zincir türü oluşturacak diğer fikir dizileri yükselebilir” [a.g.e., I, 2, §29, s. 46]). Göstergeler zinciri üstyapısal olm akla kalm az, ilkesi de formeldir. Bu zincir, bir m alzem eyi düzenlemeye ve bir tohu­ mu geliştirm eye ye saçm aya başlar. Bu zincirin faaliyeti, daim a bu m alzem e ve kullanım karşıtlığına göre kavranır. “G öster­ gelerin kullanım ı, bütün fikirlerimizin tohum unu geliştiren ilkedir.” Bunlara birkaç sayfa ayırsa da, toplam olarak çok az sayfa

ayırsa da Condillac, ruhun temel m alzem elerini ve faaliyetleri­ ni tanım larken hiç de yetersiz başlam az. İlk üç bölüm , bu ta­ nım lam ayı yapar. Mevcut nesne algıdan kaybolm aya başladığı anda, algı kendisinde bulunm adığı anda, o anda imgelemin işleviyle göstergeler uzam ı açılır (a.g.e., I, 2, §17, s. 38). (Ancak ikincil olarak, ilksel-olm ayan olarak ortaya konan bu an -b u bir an m ıdır? Bu an kategorisini güvence altına alan zam an, tam da algıda olm ayan şey değil m idir?) Öyleyse, deneyim ve ruhun faaliyetleri düzeninde gösterge, asla başlangıçta değil­ dir, başlangıca konumlandırılmaz. Vurgu dengesini iyileştiren D uyum lar Üzerine İnceleme, Deneme’yi düzeltmez, konuları yeniden düzenlemez. İlk bilinenlere, pratik bilgiye daha geri­ ye doğru giderek, oluşum u “geriye doğru izler.” Pratik bilgi, göstergelere ya da dile zorunluluk duymaz. H atırlayacağım ız üzere Deneme, anlam a yetisi üzerine bir incelem edir (ve istenç üzerine bir inceleme değildir -m atrik s durum undaki bir di­ ğer karşıtlık); teorik bilgiyle ve seçik fikirlerle ilgilenir. Bu son ikisi, göstergelere ya da dile zorunluluk duyar. Eylem dilinin bütün dilden önce gelmesi ve ona temel oluşturm ası gibi (Deneme'nin artık asla sorunlaştırılm ayacak tezi), pratik bilgi de teorik bilgiden önce gelir ve zam ana ait olm ayan m antıksal düzende D uyum lar Üzerine İnceleme, İnsan Bilgisinin K ay­ nağı Üzerine Deneme'den önce gelir: “Bununla beraber, daha önce işaret ettiğim üzere, teorik bilgiyi pratik bilgiden ayırt etmek zorundayız. İm di teorik bilgi bir dil gerektirir, çünkü bir dizi seçik fikirden oluşur ve sonuç olarak onları sınıflandı racak ve belirleyecek göstergelere zorunluluk duyar. Öte yan­ dan pratik bilgi, bize fark ettirm eden eylemlerimizi düzenle­ yen karm aşık fikirlerden ibarettir” (TS, IV, Introduction, s. I2 Göstergeler, sınıflandırır ve aydınlatır. Buna rağm en kuv­ vetsiz m idirler? Aynı zam anda göstergelerin analojisine ilişkin bir kuvvet, bir nicelik de vardır. Pratik kuvvet ve kısaca kar2 Bu bilinç felsefesinde, bu algı fenomenolojisindc fa r k etme değeri, az çok g ö rü n ü r bir tarzda çok sık ayırt edici bir rol oynar. B u rad a “fark e tm e ” kapasitesi, teorik bilgiyi pratik bilgiden ayırt ediyor gö rünür. Pratik bilgi,

bazı “ k a r m a ş ık fikirler’ e yol açar. Bu tür fikirleri fark etmek, o n lara açık­ lık ve teorik itibar k a z a n d ır ır mı? D uyu m lar Üzerine İncelem e’den önce (bir Leibniz eleştirisiyle başlayan) Deneme, m u ğ la k ve k a r m a ş ık fikirlerin va rlığ ın ı kabul etmez. (“ Bu nedenden dolayı, daha kesin biçimde söylemek gerekirse, ka n ım c a açık ve seçik fikirlere sahip olmak, gerçekten fikirlere sahip o lm a k dem ektir ve m u ğ lak ve k a rışık fikirlere sahip olm ak, hiçbir fikre sah ip o l m a m a k de m e ktir” (I, 1, §13, s. 24). “Bu y üzden ruhta, r u ­ hun dikk at etm ediğ i hiçbir algı yoktur. Böylelikle algı ve bilinç, iki fark­ lı isim altın da yalnız ca aynı faaliyettir” (a.g.e., I, 2, §13, s. 35). Bir çelişki ya da hatta bir e vrim olduğu son ucun u ç ık artm am alıy ız: D enem e, an la m a yetisini ve teorik bilgiyi analiz eder; konusu yalnız ca fa r k edilen fikirlerdir, böylelikle açık ve seçik fikirlerdir. Diğerleri teorik düzende yer alm az. Lcibn iz’le ilişkinin k a rm a ş ık ve d a im a açık seyrini izlemek ister­ sek, fa r k etme nosyonu, olası ok u m a la rd a n birini düzenleyebilir. En az ın dan bilinçdışı sorunuyla ilgili okumayı: C o n d illac ’ın Leibniz hakkın dak i bilgisi, genel ola rak çok yetersizse, en b ü y ü k y ak ın lık ların ın belirli bir ala n ın d a (evrensel k arakterizm ve kalkiil dili vb.) bu bilgi sı­ fırdı. M u ğ la k fikirler ko n u su n d ak i Leibniz yoru m u n u yeniden değerlen­ diren Condillac, C r a m e r ’e bir m e ktub un da, a r g ü m a n ın ın b ütün eleştirel gücünü, orijinal f a r k etme olanağıyla ilişkilendirir: “ D ik kat etm e [prendre connaissance] bilince, fark etm e dikkate aittir. O kuyan bir a d a m d a ger­ çekleşen şeye ilişkin vereceğim örnek, b ana in andırıcı g ö rü n ü y o r” (L etters, s. 82). Leibniz eleştirisiyle ilgili şeye gelince, her şeyden önce Sistem ler Üzerine İnceleme'ye b a ş v u r m a k zorundayız. “O kuyan a d a m ” da fark etm e faaliyeti (bu örneğin seçilm esi önem siz olam az) D enem e’nin ilk say fala­ rı n dan itibaren analiz edilir, a n c a k fa r k etme s ö zc ü ğ ü henüz b u ra d a kayıt­ lı değildir. K av ra m , b u ra d a çok açık biçimde iş başın dadır , fark e dilm em iş olsa da fark edilebilir bir bilinci dikkate alan bilinç olarak, bir altbilinç bilincinin bilinçli bir edim selle şm esi olarak belirlenir. Fark etme, genel o la rak bilinçdışına karşı fark edilir: “O k u d u k ta n he­ men so n ra k e n d im iz üzerinde d ü şü n ü m d e b u lu n u rs a k bize, bu o k u m a n ın üretm iş old u ğ u fikirlerin dışın da b aş k a hiçbir şeyin bilincinde d e ğ ilm i­ şiz gibi gelecektir. Her harfi algılayışımız ın, istençsiz biçim de göz k a p a k ­ larım ızı k a p a ttığ ım ız her seferinde karan lığı a lg ılay ışım ız dan daha çok a lg ılan m ış olduğu düşünülmeyecektir. A n c a k harflerin alg ılan ışın ın bi­ lincinde o lm a d a n sözcüklerin, sonuç olarak da fikirlerin bilincinde o l m a ­ y ac a ğ ım ız düşün cesine va rd ığım ızd a , bu g ö rü n ü ş bize em poze edilem ez” (Essay, I, 2, §9, s. 32). C on dillac’ın, bilinç, bilinçdışı, fark etm e vb. bütü n k a v ra m la r ın d a olduğu gibi, sa p m a ya da ayrılm a yapısal bir karşıtlık kav ra m ı değil, an c a k bir derece farkı kavram ıd ır: d a h a son ra yine kendisine dönen bir nitelikten başlayarak, bir nitelikten bir diğerine ince, aşam alı, son suzc a ay rım sal geçiş. Farkın d a im a a m p irizm -ve gizli g ü ç - riski altın ­ da o ld u ğ u n a dikkat ediniz. Bilgi, hiçbir z a m an yok değildir, yalnız ca az

m aşık fikirlerin eylemlerimizi nasıl düzenlediğini, dilbilimöncesi ve göstergebilim -öncesi yargıların ve sessiz analizin na­ sıl “ bizi eyleme geçirdiği”ni fark etmeye başlayan teorik kuvvet arasın daki ilişkinin ne olduğunu kendim ize sorm ak zorun da­ yız. Ç ünkü bütün anlam lam adan önce fikir, yargı, analiz var­ dır. A nlam lam ayla etkinliği, etkinleşm enin kendisini, eklem ­ lenebilir bir zincire sokularak etkinleşmeyi, bağlanm a olarak anlam lam ayı, ayırım olarak bağlanm ayı an lam ak zorundayız. A nlam lam adan önce duyu analiz eder, yargıda bulunur, bilir, ancak karm aşıklık ve m uğlaklık içinde, diyelim ki içgüdünün doğal ışığı altında. A ncak akıl içgüdüdür. A kıl ve içgüdü arasında yalnızca bir derece farkı olduğundan, burada yine bu iki kavram birbirine karşıt değildir. Ve yine akıl, içgüdü değildir. Derece farkı çok zayıftır: “Şimdi, bir algın ın bilincinden, onu kendi h alırlan ışına sabitleyen d ü ş ü n ü lm ü ş bilgi anlaşılıyorsa, o z a m an açıkça alg ılarım ızın çoğu bilin cim izden kaçar. A n c a k algın ın bilincinden ne anlaşılıyorsa, k en din ­ den so n ra bir iz b ır ak m ay ac ak k a d a r za y ıf olsa da, etkileyici ve aslında algın ın deneyim len diği an da davran ışım ızı etkileyen bilgi anlaşılıyorsa, şüphesiz bize mevcudiyetlerini b ild irm iyor gö rün e n bir algı çok lu ğu n u n bilincindeyiz. Birkaç örnek, d ü şü n c e m i ay dın latacak tır” (D e l ’a rt de pen ser, OP içinde, 1, s. 723). Muhtemelen, bildirilen üç örneğin “ d o ğ a l ” bir al­ gıya değil, a m a bir kez daha ok um ay a, teatral bir sahneye ve çizilen resme geri d ö n d ü ğ ü o lg u su n u incelememiz gerekir. E şan lam lıla r Sözlüğü: “ FARK E T M E . i. Bkz., Not. “ FA R K E T M E K , f. D eyim yerindeyse ikinci kez, dikkatle bakm ak, yani b aş k a lar ın ın gö zün de n kaçan ya da kaçabileceği varsayılan ve h atırlam a­ nın yararlı olduğu düşünülen şeyi belirli bir dikkatle görm ek. Bkz., Göz leın.” Böylece fark etm e ile biz, bu felsefenin nihai b a ş v u r u s u ve değeri d u r u ­ m u n d a k i gö zleme gönderiliyoruz. Ve sem iyo-gn osolojik birlik o la rak not etme: “NOT. i. ııoscere notum ’d an bilm ek. Bir şeyin kavran dığ ı ya da ta­ sarlan dığ ı işaret. A n c a k bu isim, özellikle yazıyı kısaltm aya uy gun belirli karakterlere verilir. Kimya, astronom i, cebir vb. için bazı karakterler v a r­ dır. Yeterince bilinen müziksel notalardan söz etm eye bile gerek yok. Note d'in fam ie [a hlâksız lık işareti ya da damgası) mecazi a n la m d a kullanılır. Not, işaret, gösterge, im, nota, alam et. Gösterge, genel t erim dir ve bir şeye işaret etmeye uygun her şey için kullanılır. İşaret, nesnede doğal olan bir göstergedir, yani kendisi aracılığıyla nesnenin kavran dığı, du y u lu r bir niteliktir. Not, keyfi bir göstergedir....”

(öyleyse analoji), her yüklem ’in dır m ı üretir ve yok eder, her ontolojik bildirim i ve zaten her m etafizik belirlenim i ya da sı­ nırlandırm ayı hem destekler hem dışlar. Örneğin, kabul edi­ len duyum culuk ve ilksel bir ilkeye bütün başvuruyu. Bu tür bir gidim li yapıyı aynı anda kuran ve yıkan şey analiz edile­ bilir: “D uygu yetisi, ruhun bütün yetileri arasında, ilkidir; hatta diğerlerinin tek kaynağıdır da; duygulu varlık kendini dönüştürm ekten başka bir şey yapmaz. H ayvanlarda, içgüdü adını verdiğim iz bu zekâ derecesi vardır ve insanda akıl adını verdiğim iz bu daha yüksek zekâ derecesi vard ır” ( Traite des anim aux, OP içinde, I, s. 379). Bu yüzden, heykel bir m etoda sahiptir ve hatta Deneme’de­ ki hiçbir şey bunu dışlam am ıştır. Analizin kesinlik ve açık­ lığıyla, felsefeyle ve kalkül diliyle kendi üzerinde düşünüm de bulunurken kaydettiği ilerleme ne olursa olsun, metot asla du­ yum un sessiz m alzem esini, heykelin pratik m etodunu ve örtük analizini geliştirm ekten başka bir şey yapmaz. O n u n b u n l a r ı (fikirleri) e d i n m e m e to d u , n esnelere y ü k l e d i ­ ği n itelikleri s ırasıy la, birer b irer gö z le m le m e k tir . O, d o ğ al o l a r a k a n a l iz eder, a n c a k h iç b ir dile s a h ip de ğildir. İm d i g ö s ­ tergeler o l m a d a n y ü r ü t ü l e n bir a n a liz , y a l n ı z c a ç o k sın ırlı b i­ lişler s u n a b ilir; b u b ilişler z o r u n l u o l a r a k sa y ıc a a z d ır l a r ve b u n l a r ı b ir d ü z e n e k o y m a k o l a n a k s ı z o l d u ğ u için, b u n l a r ı n d e r l e n m e s i n in ç o k k a r m a ş ı k o l m a sı gerekir. Ö y ley se h e y k e ­ lin e d i n d i ğ i fik irleri in c e l e d i ğ im z a m a n , o n u n p r a t ik b ilişlere ( F r a n s ı z c a ’sı şöyle d e v a m eder; y a l n ız c a p r a t ik b ilişlere s a h ip o l d u ğ u y ö n ü n d e ke sin b ir a ç ı k l a m a s u n a b ile c e ğ i bilişlere) sa ­ h ip o l d u ğ u i d d i a s ı n d a b u l u n m a m . O n u n s a h i p o l d u ğ u b ü t ü n ışık, a s l ı n d a iç g ü d ü d ü r , y a n i n asıl a ç ı k l a y a c a ğ ı n ı b i lm e d iğ i fik irlerle k e n d is in i y ö n l e n d ir m e a lı ş k a n lı ğ ıd ır . Bir kez k a z a ­ n ı l d ı ğ ı n d a b u a lış k a n lık , on a b u a l ı ş k a n l ı ğ ı k a z a n d ı r a n y a r ­ g ıla r ı h a t ır l a m a g e r e k s i n i m i o l m a d a n ke sin lik le k e n d i s i n e yol gö sterir. K ıs a c a s ı, fikirler edin ir. A n c a k fikirler o n a k e n d is in i y ö n l e n d ir m e y i b ir kez ö ğ re tin c e , o a r t ı k d ü ş ü n m e z , a l ı ş k a n ­ lık la e y le m d e b u lu n u r. T e o r ik b ilişler e d i n m e k için, z o r u n l u o l a r a k bir dile s a h i p o l m a lıd ır : ç ü n k ü fikirleri s ı n ı f l a n d ı r m a k ve t a n ı m l a m a k z o r u n d a d ır . B u da, g ö ste rg ele rin b ir m e to tla k u l l a n ı l m a l a r ı n ı gerekli kılar. (Bkz., G ra m e r’i m i n ilk b ö l ü m ü y a d a M a n tık ’ım .) (7'S, II, 8, §35, s. 116)

A çıklam ak, “ kesin bir açıklam a su n m ak ”: bu figürün sık­ lığı bizi bütün sistem kadar zorlar. En doğal sesletim den, kalkül dilinin en büyük form alitesine kadar göstergenin işlevi, “açıklam ak ”tır, kendi hesaplayıcı özüne göre kendisine oran vermektir. A ncak bu kalkül, eylem, tutku, gereksinim yönün­ de kendisinden daha eski bir kuvveti fark eder, kendi kuvveti onu tekrar eder. Teorik olan, yalnızca pratik olanın ikam e edi­ ci bir fark edilm esidir [une remarque suppleante]. Böylelikle Condillac aynı anda (D enem enin dâhil olduğu) sistem inin gösterge/dilbilim sel yorum una karşı ve söylem tari­ hi olarak, aslında gidim li bildirim lerin özerk bir tarihi olarak bir tarih okum asına karşı önceden uyarır. Pratik gereksini­ m in göstergebilim -öncesi tabakasına geri dönerken Condillac, bütün bilim sel dilleri, bütün teorik söylemleri kurm ak ya da onarm ak ister: çünkü bunlar göstergeler ve değerlerden oluşur, her şeyden önce göstergeleri ve değerleri incelediğinde (psiko­ loji, dilbilim , göstergebilim, retorik, fikir tarihi, bilim tarihi vb.). Iie r bir örnekte Ticaret ve Yönelimin Görece Birbirinin Ye­ rini Alm ası (Le Commerce et le gouvernement consideres relativement l ’un â l ’autre, 1776) başlıklı eseri başlatan yönelimi ters çevirebiliriz: yeni bir bilim dilinin kendi ilkesine geri giderek, burada (doğal ve olgusal) gereksinim ler ya da istekler siste­ m inde “şeylerin değeri’ nin temeline geri giderek yeni bir bilim dili üretmek, “ile r bilim belirli bir dil talep eder, çünkü her bilim in kendine özgü fikirleri vardır. Öyle görünüyor ki, bu dili biçim lendirm ekle başlam alıyız: ancak konuşm a ve yaz­ mayla başlıyoruz ve dil yaratılm ayı bekliyor. Bu eserin konusu olan ekonom i bilim inin durum u budur. Başka şeyler arasında bunu hazırlam aya, bunu telafi etmeye niyetliyiz” (OP içinde, II, s. 242). Dilin kusurları telafi edilm ediği sürece, bir bilim in, ör­ neğin 1776’da ekonom inin kabul edilen söylemi, bir “ deşifre edilemeyen şifre” (a.g.e., ilk basım dan sonra eklenen dipnot) olm aya m ahkûm edilir. Bir dilin kusurlarını telafi etmek, teorik ve metodik bir fark etme faaliyetidir. Bu tür bir faaliyet her nerede gerçekleşirse

gerçekleşsin -yani mevcut kendisini sunmaya, kendisinden uzaklaşm aya başladığı zam an her yerde- bu faaliyet, olgu da­ ki önceliği, olgunun önceliğini (başlangıçta eylem, pratik var­ dı; başlangıçta, yani doğada), kendisinde eksilmeye başlayan şeyin kendi üzerindeki önceliği olarak fark eder. (Kendine) benzerlik, bu önceliği o eksikliğe bağlar. Eksikliğin kaynağı­ nı fark edip “geriye doğru izledikten” sonra telafi etmek, gerek­ li olan şeyi, eksik olan [il faut) şeyi eklemektir. A ncak gerekli olan şey -ek sik olan şey- ticareti (gösterge ve değer olarak) olanaklı kılsa da, kendisini elde edilm esi gereken bir artık ola­ rak, bir değer fazlalığı, önem siz bir beyhudelik olarak da sunar. Birkaç sonuç: 1. Ö ğrenm e daim a fark edilir bir ikam e aracılığıyla [par suppleance remarquante], pratikte zaten bilinen şeyin kavran­ masıdır. Burada dil, bir örnektir ve bu sürecin koşuludur. Faz­ lasıyla gözden kaçan zarar, daim a kendinden önce gelen, nasılı (nasıl konuşulacağını) bilmeden önce konuşan dilin (öncelikle ve daim a eylem dilinin) bu pratik aceleciliğinden kaynaklanır. “Uygun unsurlar oluşturm a güçlüğünün kısm en kötü biçimde oluşturulan, bizden önce konuşulduğundan dolayı konuşm ayı sürdürdüğüm üz bir dilden kaynaklandığını gözlemlemek için, birden fazla örneğim olacak” (La Langue des calculs, OP içinde, II, s. 423). “Böylelikle konuşmayı, konuşurken öğrendiğim iz gibi, hesaplam ayı, hesaplarken öğreniriz. Her seferinde gra­ m erim ize başvurduktan sonra konuşm ak isteseydik, dilim izi bilm eden önce uzun süre yaşam ış olurduk ya da hatta onu asla bilm ezdik. Doğa, bize bu yolu göstermez: öğretm ek istediği şeyi bize yaptırır. ... Bu göstergeleri, onlar (yeni başlayanlar) için bilinir kılm am gerekmez. O nların bu göstergeleri bildik­ leri şeyde görm eleri gerekir ve ben onlara bu göstergeleri keş­ fedecekleri yanıtını veririm ” (a.g.e., s. 425). Gelecekteki her bi­ lime ya da dil teorisine, onun daim a şu olguyu, şu gözlenebilir olanı kullan m ak zorunda kalacağı yönünde bir hatırlatm a: dil vardır ve konuşulduğu şekliyle konuşulur. Hiçbir kural, bu ku­ ralın hiçbir ihlali, bu olgunun olgusallığm m ötesine geçmez. 2. Zorunlu olarak ikam e ya da ikam e etme faaliyetiyle üre­

tilen değer fazlalığı ve önemsiz beyhudelik göz önüne alın dığın ­ da, ekonom ik ve göstergebilim sel-dilbilim sel bilimler, birbirle­ rine tâbi olm aktan öte biraraya gelmezler. Genel bir gereksinim ve fazlalık, yararlık ve yararsızlık teorisi içinde örtüşm eleri ve sağlam alarının yapılm ası daha karm aşık bir figür oluşturur. Birincisi, birbirine karışan bir karşılıklı biçimlenme. Böylelik­ le, şu anda, ekonomi bilim ini kurm ak amacıyla, ekonom i dilini yeniden oluşturm a zorunluluğu üzerine bir önerme okuyorsu­ nuz. Bu önerme, Ticaret ve Yönetim üzerine incelemeyi başlattı (ticaret, Condillac tarafından düzenli bir biçim de toplum sal ve dilbilim sel mübadele anlam ında da kullanılır; bkz., E şanlam ­ lılar Sözlüğii’ndeki ticaret/alışveriş karşıtlığı). İşte burada Sis­ temler Üzerine İnceleme’nin son önermesi: Yeni bir b i li m i ö ğ re n irk e n (eğer iyi p l a n l a n m ı ş s a ) b a ş ­ l a n g ıç la r ı o l a b ild iğ in c e kolay o l m a l ıd ır : ç ü n k ü b u sizi b i li n e n ­ den b ilin m e y e n e taşır. Böylelikle, f a r k ın a v a r d ı n l d ı ğ ı n ı z ilk şeyleri ken di b i lg i n iz için de b u l m a n ı z s a ğ l a n ı r ve k e n d ile rin i ö ğ r e n m e d e n ön ce on lar ı b i l i y o r m u ş s u n u z gibi gelir. ... A n c a k ö ğ re n e c e k b ir dile s a h ip o l d u ğ u n u z u v e bir di ­ lin, s ö z c ü k l e r i ö n c e d e n a n l a ş ı l d ı ğ ı n d a n dolayı b i li n m e y e c e ğ i ­ ni, o n u k o n u ş m a n ı n z o r u n l u o l d u ğ u n u f ar k edin . ... Y in e de b ir g ü ç lü k k a l ır ve b u b ü y ü k bir g ü ç lü k tü r . Bu g ü ç lü k , ş u n d a n k a y n a k l a n ır : b ilim le r i ö ğ r e n m e d e n ön ce, siz zaten bir dil k o n u ş u r s u n u z ve o n u k ö tü b ir b i ç i m d e k o n u ş u r ­ s u n u z . Ç ü n k ü sizin için yeni o la n b azı s ö z c ü k l e r d ı ş ı n d a , o n ­ la r ın dili sizin d ilin iz d ir. O y s a ne d e d i ğ i n i z i siz k e n d i n i z bile a n l a m a d a n , k e n d i dilin iz i k o n u ş u r s u n u z ya d a en fazla k e n d i ­ nizi h e m e n h e m e n a n la d ığ ın ız ı k a b u l e d e rsin iz. B u n u n l a b i r ­ likte b u sizin için ve diğerleri için yeterlidir. Ç ü n k ü onlar, aynı p a r a y l a size ö d e m e d e b u lu n u rla r. K o n u ş m a m ı z ı s ü r d ü r m e k için, o y u n d a sim g e le rin p a r a n ı n yerini a l m a s ı gibi k o n u ş m a ­ m ı z d a k i s ö z c ü k l e r i n fikirlerin yerini a l d ık l a r ın ı gizlice k a b u l e t m i ş g ö r ü n ü y o r u z . Sim g e le rin d e ğ e r in d e n h a b e r s iz o y u n a g i r e c e k k a d a r ted b irsiz o l a n l a r d a n şikâyet e d ils e bile, h erkes r a h a t l ı k l a s ö z c ü k l e r i n d e ğe rin i ö ğ r e n m e d e n k o n u şab ilir. B ilim le ri ko lay ca ö ğ r e n m e k m i is tiy o rs u n u z ? K e n d i d i l i ­ nizi ö ğ r e n m e k l e b aşlay ın . (O P için de, I, s. 216-217)

Eksikliği telafi eden şeyle üretilen fazlalık etkisi, alışve­ rişe ve boşboğazlığın, önem sizliğine olduğu kadar, hem eko­

nom ik hem de dilbilim sel ticarete de yol açar. Bu etki her iki alanda aynı nesneleri üretir: mal, para, simge ya da fikir, d o­ lu gösterge, boş gösterge. A ncak yalnızca gereksinim üzerine temellenen bu ekonomi, yine de yararsız bir eklenti, bir fazlalık \une surabondance} ürettiği ölçüde işlev gösterebilir ya da en azından alışverişte bulunabilir. Bilindiği üzere M arx, kullanım değeri ile mübadele değeri arasındaki karışıklığı ilk kez ortaya koyar. Böylelikle, bir a r tı- d e ğ e r k a y n a ğ ı o l a r a k m e ta d o l a ş ı m ı m tem sil e tm e y e y ö n e lik b ü t ü n ç a b a l a r ı n a r k a s ı n d a b ir q u id p ro q u o ’n u n , k u l la n ım - d e ğ e r i ile d e ğ i ş i m - d e ğ e r i n i n k a r ı ş t ı r ı l ­ m a s ı n ı n y attığın ı g ö rü y o ru z . Ö r n e ğ in , C o n d i l l a c şöyle der: “ M e t a l a r ın d e ğ i ş i m i s ır a s ın d a , de ğe r k a r ş ı l ı ğ ı n d a d e ğ e r ver d i ğ i m i z d o ğ r u de ğildir. A k s in e , h er d u r u m d a s ö z le ş e n t a ra f ­ l a r ın h er ikisi de, d a h a b ü y ü k bir. değere k a r ş ı lı k d a h a k ü ç ü k b ir d e ğ e r verir. ... Biz gerçek ten eşit değerleri d e ğ iş irs e k , t a ra f ­ l a r d a n h içb iri k â r e d e m e z . O y s a her ikisi de k a z a n ı r y a d a k a ­ z a n m a l a r ı gerekir. N e d e n ? Bir şe y in değeri, y a l n ız c a g e r e k s i­ n i m l e r i m i z ile b a ğ ı n t ı s ı n d a yatar. Birisi için fazla ola n , diğeri için a z d ı r ve lersi. ... K e n d i t ü k e t i m i m i z için gerekli m a lı (ya d a fa z l a l ığ ım ız ı) s a t ış a s u n d u ğ u m u z v a r s a y ıl a m a z . ... G e re k ­ s i n i m d u y d u ğ u m u z b ir şeyi a l m a k için y a r a r s ı z bir şeyi elden ç ı k a r m a k isteriz; d a h a fazla için d a h a az v e r m e k isteriz. ... Bir d e ğ i ş i m s ır a s ın d a , d e ğişile n her m a l ı n aynı m i k t a r altın ile eşit d e ğ e r d e o l m a s ı d u r u m u n d a , d e ğ e r k a r ş ı l ı ğ ı n d a değer v e r i l d i ğ i n i d ü ş ü n m e k d o ğ a ld ı. ... A m a b iz im h e s a b ı m ı z d a d ü ş ü n ü l m e s i ge re ke n bir n o k ta d a h a var. S o r u n , her i k i m i z i n de, gerekli bir ş e y k a r ş ı lı ğ ı n d a , ge re ksiz [su rab o n d an t] bir şeyi d e ğ iş ip d e ğ i ş m e d i ğ i m i z d i r . Bu p a s a j d a C on c lillac ’ın y a l n ız c a k u l l a n ı m - d e ğ e r i ile d e ğ i ş i m - d e ğ e r i n i k a r ı ş t ı r m a k l a k a l m a y ıp , g e r ç ek te n de ç o c u k ç a b ir t u t u m l a , m e t a ü r e t i m i n i n iyi g e lişti­ ği b ir t o p l u m d a h er ü r e tic in in k e n d i y a ş a m ı için gerekli şeyleri ü r e t ti ğ in i ve y a l n ız c a k e n d i g e r e k s i n i m l e r in d e n fa z l a s ın ı d o l a ­ ş ı m a s o k t u ğ u n u v a r s a y d ı ğ ın ı g ö r ü y o r u z . Yine de C o n d i l l a c ’ın a r g ü m a n ı , m o d e r n e k o n o m is t le r t a r a f ı n d a n s ık s ık öz ellikle g e l i ş m i ş b içim iy le m e ta d e ğ i ş i m i n in , y an i ticare tin , artı- d eğe rin ü retic isi o l d u ğ u n u g ö s t e r m e k için k u l la n ıl ır .3

Condillac, gösterge örneğini [instance] kendi yerinde, dü­ zende tutar. Ve yine “göstergelerin zorunluluğuna ilişkin” teo­

risinin içeriğini sorgulam a gereksinim ini o kadar az duyar ki, Düşünme Sanatı Üzerine’de [DeVart depenser] (1775’ten sonra­ ki bir dipnotta) şunları hatırlatır: “Bu kitabın büyük bir k ısm ı­ nın yararlandığı İnsan Bilgisinin Kaynağı Üzerine Deneme'min basım ından beri, Gramer imde ve M antık’ım da göstergelerin zorunluluğunu tanıtlam ayı bitirdim ” (OP içinde, I, s. 731). Öyleyse Deneme, bozulam ayan, yalnızca dönüştürülebi­ len, bu noktadan itibaren aralıksız harekete geçen bir m akine mi ortaya koyacaktır? Bu tür bir soruda fazlasıyla önvarsayım mevcuttur. Diyelim ki, burada, herhangi bir yanıta soyunm ak­ tan çok, parçalan incelemek zorundayız. Deneme’den Duyum lar Üzerine İnceleme’ye bir kopuşa en çok benzeyen şey, duyarlık yapısının “ idealist” kavram lışm dan vazgeçm ektir. Burada “ idealist” sözcüğü, asla okuyam adığım ız filozofla­ rın üzerinde eğreti duran hazır cübbelerden biri değildir. İlkin D iderot’dan bir alıntı: Bu filozoflar, m a d a m , y a l n ız c a k e n d i v a r l ık l a r ın ın , b ir içsel d u y u m l a r d iz i s i n in b ilin c in d e olup, b a ş k a h iç b ir şeyi k a b u l e tm e y e n id e alistle r o l a r a k a d l a n d ır ılır la r ; k a n ı m c a b izzat k ö r l ü ğ ü n ü r ü n ü o l m a sı gereken s a ç m a b ir sist e m ; ve y in e in ­ s a n zih n i ve felsefesin in y ü z k a r a s ı, s a v a ş ı l m a s ı en s a ç m a o lsa da, en zo r o la n siste m d ir. B u s iste m , C lo y n e P i s k o p o s u D o k t o r B e rke le y t a r a f ı n d a n üç d i y a l o g d a aynı iç te n lik ve a ç ı k l ık l a ö n e s ü rü lü r. İn san B ilgisin in K ay n a ğ ı Ü zerine D en em e'n in y a ­ z a r ı n ı n , b u eseri in c ele m e si b e k le n ird i. O r a d a y ar arlı, k a b u l e d ile b ilir ve d â h i y a n e g ö zle m için - k ı s a c a s ı k i m s e n i n d a h a iyi­ sini y a p a m a y a c a ğ ı gö zle m i ç in - m a l z e m e b u l a c a k t ı. İd e aliz m , o n u n e lin d en bir eleştiriyi h a k e d e r ve t e k illiğ in d e n do la y ı ve d a h a ç ok B e r k e le y ’inkilerle ay n ı o la n ilkeleri a ç ı s ı n d a n on u ç ü r ü t m e g ü ç l ü ğ ü n d e n dolayı b u v a r s a y ı m k e n d is i için bir ç if­ te y ü r e k l e n d i r m e d i r . H e r ik isin e ve a k l a gö re öz, m a d d e , töz,

3 C ap ital: A C ritical A nalysis o f C ap italist Production, çev. Sa muel M o o re ve E dw ard Aveling, ed. Frederic Engels, Vol. I, Part II, Ch. 5: “C on trad iction s in G eneral F orm u la o f C ap ital” (Moscow: Foreign L a n g u a g e s Pu blishing House, 1961), s. 159-160. [K ap ital, çev. Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1997 c. 1, 2. kısım , “ Serm ayenin Genel Formülündeki Çelişkiler” s. 162]

fail vb. terim ler, z ih n e ç o k az ışık tutarlar. A y rıc a İn san B i l ­ g isin in K ay n a ğ ı Ü zerine D en em e’n in y a z a r ı n ın m a k u l b i ç i m ­ de d e ğ i n d i ğ i üzere, ister göklere ç ık a l ım , ister de rin lik le re in e lim , as la k e n d i m i z i n öte sin e g e ç m e y iz ve a l g ı l a d ı ğ ı m ı z şey y a l n ız c a ken di d ü ş ü n c e l e r i m i z d i r . Ve bu, B e r k e le y ’in ilk d i y a l o g u n u n s o n u c u ve b ü tü n s i s t e m i n in tem elidir. Silah lar ı b ir b ir i n e ç o k b e n z e y e n iki d ü ş m a n a r a s ın d a k i g ü ç d e n e m e s in i g ö r m e y i is te m e z m i s i n i z ? K a z a n a n taraf, bu s i l a h l a n b ü y ü k bir a d a n m ı ş l ı k l a k u l l a n a n kişi o la c a k t ır ; İn san B ilgisin in K a y ­ n ağ ı Ü zerine D en e m e ’n in yazarı, ge ç e n le rde Siste m le r Ü zerine İn celem e’sin d e h ü n e r i n in ve b e c e r is in in ek k a n ıt ın ı s u n d u ve k e n d is in i s i s t e m a t i ğ i n zorlu bir d ü ş m a n ı o l a r a k gö ste rdi. K örlerd e n ç o k u z a k l a ş t ı ğ ı m ı z ı söy ley e b ilirsin iz. D o ğ r u m a d a m , a n c a k bu k o n u d a n s a p m a m a tü m ü y le izin verecek k a d a r n a z ik o l m a l ıs ın ız . ...'*

Bir eleştiriyi hesaba katarak, doğuştan körlerin faaliyeti­ ni yeniden yorum layarak, nesneleştirm e hareketinde d oku n ­ m anın önceliğini vu rgu layarak D uyum lar Üzerine İnceleme, Deneme’yle zam an zam an yazarının düşünüyor gö rü n d ü ğü n ­ den dah a az çelişir. A slında Yazışm a’da Cram er’e M ektuplar'a [Letters â Cram er} k arışan İnceleme [le Memoire) C on d illac’ın kendi Deneme ok u m asın ı aydınlatır. Birden fazla konuda ve özellikle Leibniz’le ilişkisi hakkında. D oğuştan körler so ru ­ nuna ve bunun yol açtığı her şeye gelince, yazar “h a lala r”ı paylaştırm ak istiyor: “ Locke, Berkeley ve ben -ü çü m ü z de hatalıyız. Bunun nedenine gelince, bunu an lam am ı sağ la­ yan genç bayana sorun . Bu bayan, size ya da Berkeley’e tek b aşın a görm e gücünün yalnızca iki boyutlu yüzeyler fikrini verebileceğinden söz etmeyecektir. Ve onun haklı olduğuna in anıyoru m ” (Lelters, s. 107-108; ayrıca bkz., TS, İthaf, s. xxx ve xxxiii).

* Letter on the BJind fo r the Use o f'Ilıose Who Sce, D id erot’s Early Philosoph ical Wörks içinde, çev. ve ed. M arg aret Jourdain (Chicago: O pen Co urt, 1916), s. 104-105. Ayrıca bkz., biraz ileride d o ğ u ş ta n körler sorunu ve bu k o n uda C o n d illa c ’ın y oru m u h ak k ın d a k i uzun bir pasaj (s. 119 vd.) ve D id erot’nun O euvrcs Philosophiques’ \ndek\ dipnotlar, ed. Paul Vernieıe (Paris: Garnier, 1964), s. 114-115 ve 129 vd. Condillac, D id erot’nun Let

D okunm anın kendi başına dışsallığa ilişkin yargıda bu­ lunabilen tek duyu” olması ve “ diğer duyulara dışsal nesneler hakkında yargıda bulunmayı öğretm esi” (7'S, II, s. 73; ve III, s. 133) olgusunda ısrar etmek, ilkin teorik bilginin pratik temeline geri dönmektir: bu, Deneme de kavranm ıştı. Sonra fikrin temsil edici karakterini açıklamaya çalışm aktır -bunu başardığım ızı söylemeyeceğiz: bu konudaki program, Deneme’yle sabitlenm iş­ ti. Deneme bunu gerçekleştirmedi ve kendisini yalnızca bilginin teorik yüzeyi ile sınırlandırdı. Yine de duyumun temsil edici ka­ rakterini, fikir olarak, yani dışım ızdaki nesneyle bağıntı olarak açıkça ortaya koymuştu. “ [H]içbir filozof, şimdiye kadar onların (duyum ların) doğuştan olduklarını öne sürmedi; bu, basitçe de­ neyimle çelişirdi. Ancak onların fikirler olm adıkları söylenmek­ tedir; tıpkı kendi kendilerine ruhun bir başka düşüncesi kadar temsil edici değillermiş gibi” (Essay, I, 1, §9, s. 19). “Bu yüzden duyum larım ızda üç şeyi ayırt etmek zorundayız. 1° Duyduğu­ muz algı. 2° Bunu dışım ızdaki bir şeye uygulam am ız. 3° Bu şey­ lere uyguladığım ız ya da atfettiğimiz şeyin gerçekten de onlara ait olduğu yargısı” (a.g.e., §11, s. 21). H ata ve m uğlâklık yalnızca yargıyı etkileyebilir. Burada, temsil ediciliğin içim izde olduğu ve açıklık ve kesinlik ko­ şulunu orada bulduğu sonucu çıkar. Böylelikle İnceleme'nin yapacağı ü z e r e ,d o k u n m a d a k i bu temsil ediciliği temellen­ fer’ını hangi gözle okudu? Bunu G r a m e re yazdığı şeyle değerlendireceğiz: “ Prusyalı göz doktoru (başarıyla gerçekleştirdiği katarakt am eliyatla­ rıyla m e şh u r Hilmer) Paris’te, arkasın da oldukça gizem li bir ün bıraktı; Lyon'da yalnız ca mucizeler gerçekleştirmeye yetecek k a d a r kaldı. Cenova’ya gideceğini duydum. O rada başka her yerden d aha iyi değerlendirile­ ceğini dü şü n ü y oru m . D o ğ u ş tan kör bir yak ın ın ız varsa, size onu tavsiye ederim. Diderot'nun Letler on the B lin d fo r Ihe Use o f'lh o se Who See b a ş ­ lıklı eserini gö rd ü n ü z mü? İçinde fazlasıyla ö v ü ld ü ğ ü m için, size bu kitap h a k k ın d a bir şey söylem eyeceğim ” (Lettres, s. 54). 3 Ö rn eğin Condillac, fikrin kendisini kendi temsil edici yapısıyla ta n ım l a r ­ ken, fikrin (ayrıca şu da eklenmelidir ki, kalkül dilinin) nesnelliğinin gö z­ den çok, p a r m a k la kontrol edildiğini ve yalnız ca d o k u n m a gü cüyle fikir haline geldiğini bildirir: “Şunu söylemeliyim ki, fikir sözc ü ğ ü hiç k i m ­ senin henüz uy gun biçimde aç ık lam ad ığı bir şeyi ifade eder. Bu yüzden fikirlerin kaynağı h ak k ın d a tartışm a vardır.

dirmek, idealizm suçlam asından kaçm ak için kesinlikle ye­ terli olm ayacaktır. Soru çok az etkilidir. İnceleme nin Deneme’nin idealizm ini düzelttiğini söyleyebilirdik. İnceleme'nin onu onayladığını da söyleyebiliriz. Ya da Deneme’nin asla en ulak idealist tez geliştirm ediğini. Bütün bu bildirim ler bileşim i nasıl her zam an olanaklı olur? ile r zam an haklılaştırılabilir? Program ı nedir? Bundan yeni bir bileşim çıkabilir mi? Ve bu yeni bileşim sorusu C ondillac’ın metni tarafından ortaya ko­ nulur mu, konulm az mı? Bir soru ortaya koym ak nedir? Soruyu açm ak? Soruyu, eşit bir biçim de yanıtın karşısına koymak? Soruyu yüzüstü bırak­ mak? Soru sorm ak teleolojiden ayrılabilir mi, ondan korunabilir mi? M etne ilişkin teleoloji nedir? Öyleyse teleoloji. Bu sözde G iriş’in, Deneme hakkında, ki­ tabın kendisine uygun ve ön içeriği olarak orada bulm ak iste­ yeceğim iz şey hakkında kısaca herhangi bir şey söylemekten kaçındığını zaten fark etm iştiniz. Bir giriş, zorla girm em elidir [s’introduire\, m etnin içine girmemelidir, her şeyden önce met­ ni okum ayla doldurm am alıdır. Girmek, ayartm aktır. Elbette okuru değil, m etni ayartm aktır; her zam an hiç olarak açılabi­ lecek olan metni kendisinden, kendi içeriğinin yine çok yakı­ nında şaşırtacak kadar saptırm aktır: merkezi bir boşluk, alarm veren bir yüzeysellik, zahm etli dipsiz bir “ kuyu” olarak. Bu

“ Bir duy um , y aln ızca basitçe ruhu değiştirmekle yetinen bir d uy gu o ld u ­ ğu d ü ş ü n ü ld ü ğ ü ölçüde, asla bir fikir değildir. Mevcut işitme, tatm a, görm e ve k o k la m a duy um ları, bu duy ular dok un m ayla henüz yönlendirilm ediklerinde, yalnız ca duygulard ır, ç ü n k ü o halde ruh on ları yalnız ca kendi değişim leri ola rak kavrayabilir. ... G e ç m iş sertlik d u y u m u gibi, m ev­ cut sertlik d u y u m u da kendi başın a hem duygu hem fikirdir. D eğiştirdiği ru hla bağın tısıyla duygu dur, d ışarıdak i bir şeyle bağıntısıyla fikirdir. “ Bu d u y u m bizi, derhal ruhun dok un m ay la aldığı b ütün d e ğişik lik le ­ rin b izim d ışım ız d a olduğu y argısında b ulun m ay a zorlar. Ve bu yüzden her d o k u n m a d uy um u, kendisini, elin tuttuğu nesnelerin temsilcisi olarak g ö r ü r ” (E x trait raisonne du Traite des sensations, OP içinde, 1, s. 333-334).

yüzden satırların, şebekelerin, sınırların, kirişlerin, m im ari­ nin, eklemelerin [apres-coupure] etrafında uğraşırız. Condillac tarafından “ im zalan an ” diğer metinlerin, bütün metnin örü m ­ cek ağında; kendine “ait,” “uygun” örüm cek ağında olanağı ölçüsünde her im zalam a ve im za etkisiyle bağıntısında; ola­ nağı ölçüsünde her aidiyet ya da uygunluk etkisiyle bağıntısı içinde Deneme. Söz gelimi yasaklam alar hakkında küçük bir değerlendirm eyi önleyecek biçimci bir okum a değil, bir met­ nin kendi program ını yerinden ettiği (biçim ve içeriğinkini de içeren) büyük karşıtlıklar m ekanizm asının bir analizi: metnin program ladığı şeyin, metni program layan şeyin ve her yönden program ı bozan, tam da başlangıcında onu sınırlandıran ve teleolojisini önceden bozguna uğratan ve döngüsünü kararsızlaştıran şeyin bir analizi. Öyleyse, olgudan sonraki süslemelerden [nervures aprescoupes] biri üzerine son bir kez Denem eyi askıda bırakm ak için teleoloji. Kitap görünüşte iki eşit ya da neredeyse iki eşit uzunlukta parçaya bölünür: (1) “Bilgim izin m alzem esi ve özellikle ruhun faaliyetleri üzerine.” (2) “Dil ve Metot Üzerine.” Kendi özel Giriş’ inde Condillac, bu bölümlemeyi açıklar; burada ondan söz etm enin bir anlam ı yok, biraz daha ileriye gidip b akm ak yeterlidir. Birincisi, her iki bölüm ün birbirlerini dengelediği ve yan yana konulan iki am aca tekabül ettiği düşünülebilir. Condillac bunu teşvik eder mi? B u çifte a m a c ı g e r ç e k le şt ir m e k için, şeyleri o la b i l d i ğ i n c e y ü k s e k t e n izle d im . Bir y a n d a n algıy a ç ık tım , ç ü n k ü bu, ru h ta f a r k ı n a v a r a b i l d i ğ i m i z ilk faaliyettir; ve g e r ç e k le şt ir e b ile c e ğ i­ m i z ve a l ı ş k a n l ı ğ ın ı k a z a n a b i le c e ğ i m i z d iğ e r her faaliyeti nasıl ve h a n g i d ü z e n d e ür ettiğ in i g ö st e rd im . D iğ e r y a n d a n ey le m di liyle b a ş l a d ı m : b u r a d a o k u r o n u n d ü ş ü n c e l e r i m i z i ifade e tm e y e ö z g ü her s a n a tı n asıl ür ettiğ in i görecektir. Jest, d a n s , sö z, hitabet^ s ö z c ü k l e r ya d a şeyler için keyfi işare tle r [l’a rt de la noter], p a n d o m i m l e r , m ü z ik , şiir, b e laga t, y azı ve d ilin fark lı k a r a k t e rle ri gibi san a tlar . D ilin b u tarih i, gö ste rg e le r in t a s a r l a n d ı ğ ı k o ş u l la r ı aç a c ak tır , o n la r ın g e r ç ek a n l a m l a r ı n ı göste re c e ktir, m a r u z k a lab ile ce k leri s u i i s t i m a l i ö n le m e y e y a r ­

d ı m e d e b ile c e k ve k a n ı m c a f ik irle rim izin k a y n a ğ ı n a ilişk in b ü t ü n şü p h e y i silecektir. D il i n ile rle m e sin i o l d u ğ u ka d a r, r u h u n fa a liy e tle rin in ile rle m e s in i de k a p s a m l ı b i ç im d e a ç ı k l a d ık t a n s o n r a , h atay a d ü ş m e k t e n k a ç ın a b i l e c e ğ i m i z a r a ç la ra işare t edip, ister k e ş if­ ler y a p m a ç a b a s ı n d a , isterse zaten y a p t ı ğ ı m ı z keşifler k o n u ­ s u n d a b a ş k a l a r ı n ı b i lg ile n d ir m e k t e iz l e m e m i z ge re ke n d ü z e n i g ö s t e r m e y e g ir iş t im . Bu d e n e m e n in genel pla n ı işte budur. {E ssay , I n tr o d u c t io n , s. 7- 8)

A ncak -ik in ci olarak- terazi bir yöne devrilm ez mi? Dille ilgili bölüm , kitabın bilgim izin malzemelerine ilişkin birinci bölüm den sonraki diğer bölümü değil midir? II. Bölüm, I. Bölüm ’de tanım lanan bir bütünün bir parçasıdır, öyleyse I. Bölüm, zaten kendi başına bu bütündür. Bu bütün -yan i algının ve üç tür göstergenin sistem i. II. Bölüm, bu üç türden yalnızca biri­ nin, kurulu göstergeler sistem inin oluşum unu ve işlev gösteri­ şini analiz eder. A ncak -ü çü n cü olarak- bu tür, diğerleri arasında yer alan bir tür değildir. Başlangıçtan itibaren (kaynaktaki m evcudiye­ tin bir kopuşu) bütün bu işlem olanaklı en büyük egemenliğe, yani tam am en idaremiz ya da kontrolümüz altındaki keyfi gös­ tergelerin kuruluşun a doğru çekilir. Algıdan imgeleme ve bir göstergeden diğerine geçişi teminat altına alan tekrar sürecini izleyelim. Bu süreç, özgürlüğe, öz-duygulanım m kendiliğindenliğine doğru ilerler; öyle ki, kendisinden hareketle teleolo­ jinin bütün doğal ya da ilineksel anlam lam aya doğru ilerlediği tek gerçek gösterge, tam gösterge, kurulu göstergedir. Deneme, bu teleolojik süreci tanım lar; Condillac bunu yalnızca olgudan sonra [apres coup] bildirir. Bu kesinlikle bir düzeltme, bir p iş­ m anlık olarak görülür, ancak yine de o, sonunda bir açıklık düzenini ortaya koyan bir teleolojik ertelenmiş eylemle [un apres-coup] ilgilenir. M etodik olarak, “ dilin ilerlemesini olduğu kadar, ruhun faaliyetlerinin ilerlemesini de kapsam lı biçim ­ de açıkladıktan” sonra, “ izlememiz gereken dü zeni” gösteren bu metot kavram ına ve pratiğine göre. Yalnızca keyfi göstergeler vardır ve anlam lam a, kuruluş sürecidir. G östergenin etkin özü, enerjisi özgürlüktür. Birkaç

yıl sonra Gabriel C ram er’e bu konudan özgürce söz edecek olan C ondillac tarafından yeniden-okunduğu şekliyle Dene­ me ’nin anlam ı şudur: K eyfi gö ste rg ele r in d o ğ a l gö ste rg ele r ü z e r i n d e k i a y r ıc a ­ l ığ ın ı ve d o ğ a l g ö ste rg ele rin z o r u n l u k ıld ığ ı r u h u n faa liy e t­ le rin i keyfi g ö ste rg ele rin n e d e n ö z g ü r b ı r a k t ı ğ ı n ı a ç ı k l a m a m ı is tiy o rs u n . Bu, g ö ste rg ele rin m u t l a k z o r u n l u l u ğ u k o n u s u n d a ki s i s t e m i m i n en h a s s a s n o k tasıd ır . G ü ç lü k , ç o k ç e t i n d i r ve k e n d i s i n i ö n g ö r m e d i ğ i m d e n dolayı, b u k a d a r ç o k k ö k l e ş m i ş ­ tir. B ü t ü n b u m e s e le h a k k ı n d a k a r ı ş ık l ı ğ a d ü ş m e m i n n e d e n i b u d u r . Ş u n u d a b e lir te y im ki, s ö y le m e k is t e d i ğ i m d e n , k a s t e t ­ t iğ im d e n f a z la s ın ı sö y led im . B ir an için, keyfi g ö ste rg ele rin k u l l a n ı m ı n d a n ön c e , r u ­ h u n faa liy e tle rin in ö z g ü r o l m a d ı ğ ı k o n u s u n d a b a n a h a k v e ­ rin. S o r u , r u h u n f a a liy e tle rin in b u gö ste rg ele r a r a c ılığ ıy la n a ­ sıl ö z g ü r o l d u k l a r ı n ı kanıtlıy or. Birlikte y a ş a m a y a b a ş l a d ık l a r ı z a m a n i n s a n l a r ı d ü ş ü ­ n e lim . K e n d i l e r i n i için de b u l d u k l a r ı k o şu lla r, o n l a r a a r a l a ­ r ı n d a keyfi gö ste rg ele r k u r m a fırsatı v e rir ve b u göstergeler, k e n d i l e r i n i d a h a öte ç o ğ a l t m a fırsa tı k a v r a n d ı k ç a , i n s a n l a r ı n tic a re tle r in i d a h a ö z g ü r ve d a h a k a p s a m l ı kılar. (L e ttre s, s. 8384)

Ticareti (kurulu toplumu), göstergelerin keyfiliğini, özgür­ lüğü ve mevcut nesnenin egemenliğini, yani onun yokluğunu m anipüle etme olanağını bağlayan zinciri kırdıktan sonra: A k s i n e , b u tic a re tte n ö n c e o n la r y a l n ı z c a m e v c u t n e s ­ n eye d i k k a t ettiler. A r t ı k k e n d is in i h is s e d i l i r k ı l m a y a n b ir g e r e k s i n i m i h a n g i k o ş u l d a d ü ş ü n m e k z o r u n d a k a ld ıla r? ... Böy lelikle t ic a re tin , i n s a n o ğ l u n u y a l n ız c a k e n d is in i ç o k et­ k iley en m e v c u t nesneye d i k k a t ettiği b u d u r u m d a n k u r t a r ­ d ı ğ ı n ı a n l a r s ın ı z . ... Böy lelikle y in e b u ticaret, r u h a e tk id e b u l u n a b i l e n n esnelere b a ğ ı m l ı o l d u ğ u m e v c u t d u r u m u n d a n r u h u ç e k ip ç ık a r t m a y a b a ş l a r ve ru h u n , ö z g ü r l ü ğ ü n d e n k e y i f a l m a s ı n a n e d e n olur. I. B ö l ü m , s. 205, 2 06 , 2 0 7 ’de (b kz., E ssa y , I, 4, §25, s. 132-134), b u a n l a m a gelen şeyler s ö y le d im . Ş im d i, t ic a re tte n tü retilen şeye i l iş k in ilken in , keyfi g ö s ­ tergelerin k u l l a n ı m ı n d a y a t tığ ın ı fark e d in . E ğ e r keyfi g ö s t e r ­ gelerle d e ğilse , b u ticaretin n asıl b a ş l a d ığ ı n a , k e n d is in i nasıl ge n iş le ttiğ in e , k e n d is in i n asıl k o r u d u ğ u n a gelin ce? A n c a k d o ğ a l gö sterg eler hiçb ir şey d e ğil m id ir, diye b a n a

s o r a c a k o l u r s a n ız , b u n u şöyle y a n ıt l a r ım : tic arete k a d a r d o ğ a l gö ste rg ele r hiç de u y g u n gö sterg eler de ğildir. (L e ttre s, s. 8485)

Öyleyse göstergenin uygunluğu, aidiyeti keyfiliğin sistem i­ dir. Ve C ondillac her zam an bunu söylüyordu. Ve hata yaptı­ ğını kabul ettiğinde bu, yalnızca hatasının görünüşte olduğu nu ve yetersiz bir açıklık ve “k arışık ” bir serim lem e sayesinde olduğunu im a etm ek içindir, yine çok fazla şey ya da çok az şey. Condillac, aslında göstergenin zaten her zam an bütün ilgili değerler sistemiyle keyfi olana yönlendirildiğini zaten her zam an söylemişti. Yeniden-okum anm teleolojisi her yerdedir. B u n u şöyle y a n ıt l a r ım : tic arete k a d a r d o ğ a l g ö ste rg ele r h iç de u y g u n gö ste rg ele r d e ğild ir. B u n l a r y a l n ız c a acı, z e v k vb. d u y ­ g u l a r ı n a e ş lik eden ç ığ lık la rd ır. İ n s a n l a r ı n iç g ü d ü y le ve y a l­ n ız c a o r g a n l a r ı n u y u m u y l a t a h r i k ettiği çığ lık la rd ır. Fikirleri bu ç ığ l ık l a r a b a ğ l a m a k ve o n lar ı gö sterg eler o l a r a k k u l l a n m a k f ır s a t ı n a s a h ip o l m a k için birlikte y a ş a m a k z o r u n d a d ır la r . Böy lelikle b u ç ığ l ık l a r keyfi göstergelere karışır. B u n u , d i ğ e r ­ leri a r a s ı n d a p e k ç o k y e rd e I. B ö l ü m s. 203 ve II. B ö l ü m s. 6 ve 7 ’de ö n v a r s a y ı y o r u m (bkz., E ssay, I. 4, §23-24, s. 131-132; ve II, 1, §2-3, s. 172-173) A n c a k a k s in i i d d i a e diy or ve b ö y lec e d o ğ a l ve keyfi gö ste rg ele r a r a s ı n a o ld u k ç a fazla fark y e rle ştiriy or g ö ­ r ü n ü y o r u m . İşte b u r a d a y a n ıld ım . B öy le likle b u m e se le h a k k ı n d a b ü tü n s i s t e m i m ş u n l a r a i n ­ dirg e n ir : T ic a r e t (1) d o ğ a l ç ığ lık la rı gö stergelere d ö n ü ş t ü r m e , (2) keyfi a d ın ı v e r d iğ i m iz d iğe r göstergeleri icat e t m e fırsa tla rı su n a r . Ve b u (d o ğ al ve keyfi) gö sterg eler, r u h u n faa liy e tle rin in g e liş m e s i ve ile rle m e sin d e ilk ilkedir. E s e r im in b u k o n u d a hiç de ye te rin c e a ç ık o l m a d ı ğ ı n ı k a b u l e d i y o r u m . B a ş k a z a m a n d a h a iyi y a p a c a ğ ı m ı u m u y o r u m . (L e tte rs, s. 85-86)

Bu yüzden keyfi gösterge olanağı ilerleme bütünlüğünü, ancak sonundan hareketle yönetir. Sonuç olarak sesletilen dil, bir keyfi göstergeler sistemi, artık genel göstergebilim içinde diğer alanlar arasında bir alan değildir: bir örnektir. Sesleti­ len dil, diğer örnekler arasında bir örneğe benzer, üç gösterge türünden birini, yalnızca birini kuruyor görünür. Aslında,

göstergebilim sel sürecin sona eren bütünlüğünü en iyi örnek olarak yönlendirm ekle örgütler. “Dil, kendiliğinden kurul­ muş bağlantıların en anlam lı örneğidir” (Essay, I, 2, §77, s. 79): Condillac, bunu Deneme mn II. Bölüm ’ünde ele alacağını bildirm ek için I. Bölüm ’ünde belirtir. Öyleyse ikinci bölüm ün konusu artık tikel bir konu olm ayacaktır: önceden gelen her şeyi peşinen kuşatır ve kendisine çeker; kendi çıkarı için sim et­ riyi kesinlikle bozar. I Bölüm, II. Bölüm’de tanım lanan bir bü­ tünün parçası olacaktır, böylelikle II. Bölüm bir kez daha kendi başına bütün olarak kalır.

İn s a n B îlg îs İ n în K a y n a ğ i ü z e r in e "D e n e m e y e G i r i ş -

Ö N E M S İZ L İĞ İN K E N D İSİ “Öyleyse aşırılık, fa rk , kalan , ke sin ­ likle aynı şeyi gösteren sözcüklerdir; an cak ku lla n ım la rın d a k i zihinsel b ak ış lar aynı değildir.”

D enem enin içsel bir okum asına gelince, bütün bunlar -örn eğe ilişkin teori [speculation], bütünün parçada içerilm esi- sonunda kendi sonluluk figüründe aynıya, bir özdeş önermenin güçlü döngüsüne geri döner. En azından bütünün parçayla farklılığı ya da serim lem enin metinsel yüzeyi açısın­ dan anlam döngüsünde özdeşlik, kendisinin buna indirgenm e­ sine izin vermez. Çünkü her şeyden önce bu tür bir fark “akıl kanıtı”dır, muhtemelen özdeş bir önerme örneğidir de. Akıl Yürütm e Sanatı: “Bir bütün kendi parçalarından daha büyüktür bildirim i hâlâ bir özdeş önermedir, çünkü bir bütün kendisi kadar büyük olm ayan şeyden daha büyük olduğunu bildirir. Böylece özdeşlik, bir önermenin apaçık olarak kavrandığı gös­ tergedir; ve özdeşlik, bir önerme, aynı, aynıdır daki gibi yine kendilerine dönen terimlere dönüştürülebildiğinde kavran ır” (OP içinde, I, s. 621). A nlam bilim sel özdeşlik döngüsü, bütünün parçayla açığa vu ru lan farkı aracılığıyla nasıl üretilebilir ya da yeniden-üretilebilir? G östergenin fikirle, gösterenin gösterilenle farkı aracı­ lığıyla mı? Bu tür bir döngü nasıl düşünülür? İnsan Bilgisinin Kaynağı Üzerine Deneme, kendi tezinde kendi m etnini nasıl içerir?

Okuyucu, bu döngünün bütün dönüşlerini izlemeye ayar­ tılabilir; ve yalnızca Rousseau’nun çok hızlı kapılacağını söyle­ diği döngünün dönüşlerini izlemeye değil.1 O kum am ız -böylesi bir döngüye- bir girişin yerine, yal­ nızca fazla (gereğinden fazla) eksiltili ve önem siz bir açılım katabilir. A ncak önem sizlik hangi koşullar altında olanaklıdır? Bu sorunun biçimi, basitçe tam da konusunun görünü­ müyle ayrıştırılm asm a olanak tanır. Ö nem sizlik, simgelerle tatm in olm aktan ibarettir. G öster­ geyle ya da daha çok artık göstermeyen, bir gösteren olm ayan gösterenle başlar. Boş, hüküm süz, kırılgan, yararsız gösteren. Bunu C ondillac söyler. Eşanlam lılar Sözlüğü n d e bizi önem­ siz’ den yararsız’a gönderir (“Ö NEM SİZ, s. Bkz., Yararsız.”). O halde Yararsız: “s. Sonuçsuz, önem siz, beyhude. Hiçbir am aca hizmet etmeyen, hiçbir yararı olm ayan şeylere yararsız denir. Bir faydaya, ancak temelde yararsız bir faydaya sahip görünü­ yorlarsa, bunlara sonuçsuz denir. Faydaları yalnızca çok az öneme ya da değere sahip konularla ilgiliyse, bunlar önem siz­ dir. Beyhudeye gelince bu, önemsize daha fazla şey ekler ve as­ lında hiçbir şeyle ilgisi olmayan akıl yürütm e ya da argü m an ­ lara beyhude denir.” G österge, isteğe göre kullanılabilirliktir: algısızlıkla ve şe­ yin (zam an) yokluğuyla gösterge ideal egem enliğim izi güvence altına alırsa, (C ondillac’ın dediği gibi) “kullan ım ım ıza” sun ar­ sa, -k ırılgan ve boş, zayıf ve beyhude- gösterge derhal fikri de kaybedebilir, bu kez yalnızca şeyden değil, anlam dan değil ve yalnızca göndergeden değil, fikirden çok uzakta kaybolabilir. Sonuç olarak gösterge, hiçbir şey olarak kalır, hiçbir şey söyle­ meden takas edilen bir aşırı fazlalık, bir sim ge gibi, bir eksikli­ ğin aşırı çaresi: ne mal ne de para. Bu önemsizlik, göstergenin başına kazayla gelmez. Ö nem sizlik onun doğuştan gediğidir: ilk dilimi, arkhesi, başlangıcı, buyruğu, harekete ve düzene

1 Burada, R o u s s e a u ’nun ikinci K on uşm a da C o n d illac ’a yönelttiği itiraza ve artık iyi bilinen b ütün bu s o ru n la r dizisine gö nd erm ede b u l u n u y o ­ rum.

geçişi —en azından kendinden sapan önem sizlik, yani göster­ genin isteğe göre kullanılabilirliği varolabilirse ya da kendini sunabilirse. Kendisinin sapm a yapısı önem sizliğin bir kaynak olm asını ya da bir kaynağa sahip olm asını yasakladığından dolayı, önem sizlik bütün arkeolojiye meydan okur; diyebiliriz ki, onu önem sizliğe m ahkûm eder. Bir gereksinim felsefesi -Condillac’ınki- bütün söylemini ya­ rarlı ve beyhude arasındaki karara ilişkin bir görüşle düzenler. Bir gösterge felsefesi -C on dillac’ın ki- bu kararı daim a teh­ dit eder, aynı zam anda bu tehdidi azaltm ak için kendisini geniş­ letir ve çoğaltır, daim a boşluğu ya da kesiri silm ek için “gereğin­ den fazla gösterge” ekler. Denem enin eleştirisine m aruz kalan bütün olum suzluk (kötü metafizik, kötü retorik, genel olarak kötü dil) önem siz kategorisi altına girer: boş ya da gereksiz göstergeler düzenlemesi. Gereksiz, çünkü özdeş önermelerle ilerlemez. Boş, çünkü özdeş önermeler kisvesi altında b u rad a­ ki totoloji tam am ıyla sözeldir, içeriksiz, sırf israfla genişletil­ m iş, hiçbir fikire sahip değil, yani hiçbir nesneyi temsil etmez, “am açsız ya da ereksiz, hiçbir şey söylemez.” Sürekli olarak aynının, analojinin, analizin, özdeş öner­ menin değerlerini kullanan Condillac, söylem ini önem sizlik­ ten, adeta onun sonsuzca benzer kopyasından korum ak zorun­ daydı. O na benzeyen, onu yeniden bir araya getiren analog,’ kendi olum suzunu üreten olumluydu, analogun analoguydu, söylemin, gevezeliğin yararsız ve sonuçsuz görünüşüydü, b o ş­ boğazlığıydı. C ondillac’m metodu, sonuçta, bütün retoriği bir m etaforbilim e dâhil ederek, gösterileni bağlayarak, göstergeleri sınırsız biçim de yeniden yüklemekten, göstergebilim i anlam bilim sel temsillerle doldurm aktan ibarettir. C ondillac, m etaforu, bütün söz oyunlarının en genel kav­ ram ı, ortak ism i olarak düşünür. M etaforun dillerin kaynağına işaret etmesi, Deneme’nin artık iyi bilinen bir tezidir ve bunun im aları pek çok dala ayrılır. Bu tezi burada (1) belirli bir pers­

Benzer

pektiften bakıldığın da temel bir analojizm den türediği için; (2) başka bir yerde daha sistem atik ve yakından incelemek için ka­ ranlıkta bırakacağım . Leibniz2 ve Kant arasında, önem siz nasıl olunm az, a priori sentez soru su n a (sonsuz biçimde) göstergeler açısından yak­ laşıldığı yer burasıdır. Ve eşanlam lılar neden zorunlu olarak bir göstereni aşırı kılm azlar -çün k ü zihinsel bakış [la vue de l’esprit} uyum içinde hareket eder: Öyleyse aşırılık, fark , kalan, kesinlikle aynı şeyi gösteren sözc ük lerdir; an c a k ku llan ım ların daki zihinsel bakışlar aynı d e ğ ild ir.... Yalnızca bilinenden bilinmeyene gidebileceğim izi hatırlaya­ lım. İmdi, birinden diğerine nasıl gidebiliriz? Gidebiliriz, ç ü n k ü

2 Condillac, bilm eden, o k u m ad ığ ı bir kitaba derkenar mı yazıyor? Söylemi, Leibniz’ in özdeş önermeler ve önemsiz önermeler arasın d a ayrım yapmaya ve böylece metafiziği içeriden kemiren bir önemsizlikten ku rtarm ay a çalışan bildirimlerinin önem siz tekrarı ya da özdeşleşm esi midir? Condil ­ lac bilmeden Leibniz’den ç alm ış mı olacak? Bu nedenle ve böyle bir d u ­ rum da, Leibniz’in İnsanın A nlam a Yetisi Üzerine Yeni D enem eler'inden [Neıv Essays Concerning H um an Understanding] koparılan ve karşısına konulan bir bölüm, bir parça, bir imge ya da bir sayfa olarak K alkül D i­ li, Leibniz’ i Con dillac’ın İngiliz babası Locke’a karşı ko n u m lan dıran bu hayali diyaloğun bir parçası olarak sunulur. Locke’ıın ölüm ü, Leibniz’in “Locke’un eserleri k o n usun da (kendi) değimlerini y ay ım la m a eğilimini ortadan kaldır dı.” Yeni Denemeler, “Sözcükler” h ak k ın d a k i kitapta değil, “ Bilgi Ü zerin e” kitabında yer alan “Önem siz Önermeler” başlıklı (VIII.) bölüm ü içerir. “Ö N E M S İ Z Ö N E R M E L E R Ü Z E R İ N E “Plı[ilalathes], A slında k an ım ca m a ku l insanlar, özdeş ak siyom ları ko n u ş tu ğ u m u z tarzda ku llan m ak tan vazgeçmezler. §2. Ayrıca, öyle g ö rü n ü ­ yor ki bu salt özdeş maksimler, yalnızca önem siz önerm eler’dir ya da esasen okulların adlan dırdık ları şekliyle n u gato rıae'dir. Özdeşlerin dolayımıyla değişimin tan ıtlan m asın a ilişkin şaşırtıcı örneğiniz, herhangi bir şeyi k ü ­ çüm sem eye b aşlad ığın da dikkatli biçimde beni ileriye g ö tü r m e m iş olsay­ dı, yalnız ca onların böyle göründüklerini söylemekle yetinmeyecektim. A ncak size, lehlerinde öne s ü rd ü ğü n ü z şeyin onların tam am ıy la önemsiz oldukların ı ortaya koyduğun u söyleyeceğim; yani: (§3) z a m a n z a m a n içi­ ne d üştüğü saçm alığ ı insana gösterm edikçe hiçbir bilgi içermediklerini ilk bakışta kavrarsınız. “Th\eophilus] Bunu hiçe mi sayıyorsu nuz efendim, bir önerm eyi saçmaya

in dirgemenin onun çelişikliğini tan ıtlam ak olduğunu kavram ıy or m u s u ­ nuz? Bir insana, aynı şeyi aynı anda redd etmemesi ve olu m la m a m a s ı ge­ rektiğini söylemekle bir şey öğretilmeyeceğini kabul e diyorum ; a n c a k s o ­ nuç sayesinde, bunu üzerinde d üşün m eden yaptığı gösterilerek ona bir şey öğretilebilir. K an ım ca, d a im a bu a p ag o jik tanıtlam alar, yani saçm aya in dir­ geyen tan ıtlam alard an vazgeçm ek ve her şeyi a d la n d ın ld ığ ı şekliyle gösterimsel tanıtlamalarla kan ıtlam ak d a im a güçtür; bu konuyla çok ilgilenen geometriciler, bu konuda yeterince çaba gösterdiler. Proclus, z a m an zam an , Euclides’den sonra gelen bazı kadim geometricilerin sanıld ığı üzere ken­ disinin kin den daha d o ğ ru d an bir tanıtlamayı b ulduklarını gö rdüğ ün de b u n d an söz eder. A n c a k bu kadim y o ru m cu n u n sessizliği, b un u her z a m an b aşarm ad ık la rın ı gösterir. "§3. Ph. Efendim, en azın dan şunu kabul edersiniz ki, çok az bir bedel ve çok az bir karşılıkla bir milyon önerm e oluşturulabilir. Ç ü n k ü sözge­ limi istiridye istiridyedir demek ve bunu inkâr etm enin yanlış olduğunu söylem ek ya da istiridye istiridye değildir demek önemsizlik değil midir? Bu kon uda y az arım ız eğlendirici bir değinide bulunur. Bu istiridyeyi bazen bir özne, bazen bir sıfat ya da bir yüklem gibi ele alan bir ad am ın, istirid ­ yeyi bir elden diğerine fırlatarak kendisini eğlendiren bir m a y m u n a b enze­ yeceğini söyler. Bu işlem, m aym u nu n açlığını, bu önermelerin bir insanın a n la m a yetisini tatm in edebildiği kadar, tatmin edebilir. "Th, Bu yazarı sağduyuyla olduğu kadar, zekâyla da dolu b uluyorum ve onları bu şekilde kulla n an lara karşı ç ık m ak ta kesinlikle haklı olduğunu düşün üy orum . A n c a k özdeşliklerin yararlı oldukları ortaya k o n u ld u ğ u n ­ da, nasıl ku lla n ılm a m ala rı gerektiğini de kesinlikle anlayabilirsiniz; yani: sonuçlar ve tan ım la m ala r sayesinde kurm ayı istediğiniz diğer hak ikatlerin onlara indirgenebileceğini göstererek. “ §4. Ph. Bunu biliyorum ve açıkça anlıyorum ki bunlar, kurşun bir m etal­ dir b ild irim in de olduğu gibi, k a rm a şık fikrin bir p arçasın ın bu fikrin nes­ nesiyle o lum la n dığ ı - ö n e m s iz gö rünen ve pek çok örnekte öyle o la n - öner­ melere çok daha gü çlü bir nedenle uygulanabilir. Bu terimlerin anlam ın ı bilen, ku rşun un çok ağır, eriyebilir ve işlenebilir bir cisme işaret ettiğini bilen bir kişinin zihninde yalnızca bu k u llan ım vardır. Yani bu a d a m a m e ­ tal dediğinizde, bunları teker teker sıralam ak yerine, hem en çok basit fikir­ leri ona gösteriyorum. §5. Aynı şey, tan ım la m an ın bir parçası, tan ım lan an şeyle olu m la n d ığ ın d a da doğrudur. Altını sarı, ağır, eriyebilir ve işlenebilir bir cisim olarak tanım lıyorsanız , altın bütünüyle eriyebilirdir bildiriminde olduğu gibi. Yine üçgenin üç kenarı vardır, insan bir hayvandır, bir palfrey (eski bir Fransız ca sözcük palefroylbinek a tı) kişneyen bir h ayvandır demek bu sözcükleri tan ım la m ay a hizmet eder. A n cak tan ım ın y an ın da b aşka bir şey öğretm eye değil. Fakat insan Tanrı nosyonuna sahiptir ve afyon insanı uyutur bildirimlerinden bir şey öğreniriz. "Th. Özdeşlerin tümüyle olduklarını söylediğim şey y anın da, bu yarı

özdeşlerin de belirli bir kulla nım a sahip olduklarını anlayacağız. Örneğin, bilge bir insaıı d aim a bir insan dır; bu bize, onun yan ılm a z olduğu, ö l ü m ­ lü olduğu vb. bilgisini verir. Tehlikedeki bir insan bir tabanca m e rm isi­ ne gereksinim duyar ve merm i y ap m ak için kalıbı var, a m a içini dolduracak k u rşun u yok; bir arkadaşı ona şöyle der: cüzd an ın d a k i güm üşün eriyebilir o lduğunu hatırla; bu arkadaşı ona g ü m ü ş ü n bir niteliğini öğ retm ez, ancak onun, bu acil gereksinimde tabanca m erm isine sahip olm a k için, kendi ­ sinden yararlanabileceği bir kullan ım ın ı d üşün m esin i sağlar. Ah lâki h ak i­ katlerin ve yazarların en güzel cümlelerinin b üyük bir kısm ı bu yapıdadır. Ç o ğ u n lu k la bize bir şey öğretmezler, an cak doğru z a m a n d a b ild iğ im iz şey h ak kın da dü şü n m e m iz i sağlarlar. Latin Tragedyası’ndan şu hiciv altılısı: Cuivis potest accidere, q u o d c uiquam potest daha az hoş olsa da, şöyle ifade edilebilir: birinin başın a gelebilen, herkesin başın a gelebilir, bize in san lık d u r u m u n u hatırlatmaya h izmet eder, quod nihil hum ani a nobis alienum , putare debemus. H u k u k d a n ışm an lar ın ın şu kuralı: gu i ju re suo utitur, nemini fa c it injuriam [kendi h akkın ı kulla nan kişi, kimseye zarar vermez] önemsiz görünür. Yine de belirli d u r u m la r da bu ku ral çok yararlıdır ve insanın gerekli olan şeyi d ü şü n m e sin i s a ğ ­ lar. Örneğin, bir insan evini yasaların ve âdetlerin izin verdiği en b üyük yüksekliğe k adar çık artırsa ve bunu y apm akla ko m şu su n u m a n z ar asın d a n y oksun b ır akır ve k o m şu su şikâyete kalkışırsa, bu yasa kuralı gereğince k o m ş u s u n a hem en itiraz eder. Ayrıca, afyon bir u y u ştu ru c u d u r bildiri­ minde bulun an önerm e gibi olgu önermeleri ya da deneyimler bizi, asla ayrı fikirlerimizdeki şeyin ötesine geçmemizi sağlayam ayan salt aklın h a­ kikatlerinden d a h a öteye taşır. Herkesin bir Tanrı fikri va rd ır önerm esine gelince, bu ak ıldan kaynaklanır, çünkü nosyon fikre işaret eder. Ç ü n k ü k a ­ nım ca Tan rı fikri bütü n in sanlarda doğuştan dır: a n c a k bu nosyon, içinde gerçekten kendisinin düşün üldü ğü bir fikre işaret ediyorsa, insan soyunun tarihine dayanan bir olgu önermesidir. §7. Sonuçta bir üçgen üç kenara s a ­ hiptir demek, gö rü n d ü ğ ü k adar özdeş değildir, çün kü bir çokgenin kenar ­ ları ka da r çok açıya sahip olm ası zo runluluğunu an lam ay ı gerektirir. Bu çokgen, kapalı olduğu varsayılm azsa, ilave bir kenara da sahip olur. “ §9. Pli. Tözlere ilişkin genel önermelerin, eğer kesinseler, çoğu nlu kla ön em siz oldukları anlaşılır. Töz, insan, hayvan, biçim; bitkisel, duygulu, rasyonel ruh sözcüklerinin anlam ların ı bilen kişi, bu sözcüklerden, ç o ­ ğu nlu kla gerçekten ne olduğ un u bilm eden sözünü ettiğimiz ruh h ak k ın d a birçok kesin, an cak yararsız önermeler kurar. Herkes, metafiziğe, skolastik teolojiye ve fiziğin belirli bir türüne ait kitaplarda bu yapıda son suz sayıda önermeler,.akıl y ürütm eler ve çık arım lar bulabilir ki, bun ların ok u n m ası, o k um ay a b a ş lam a d a n önce Tanrı, ru hlar ve bedenler h ak k ın d a bildiği şey­ den fazlasını kendisine öğretmeyecektir. “ 77ı. Metafiziğin ve genel olarak bu karakterde görülen diğer kitapların soy utlam aların ın yalnız ca sözcükleri öğrettiği doğrudur. Örneğin, m e ta­

fizik genel olarak varlığın ve varlıktan çıkan ilkelerin vc etkilenimlerin bilimidir-, varlığın ilkeleri öz ve varoluştur; etkilenim ler ilksel (yani birlik, hakikat, iyilik) ya da türevsel (yani aynılık, farklılık, yalınlık, k a rm a şık lık vb.) o lm a k üzere ikiye ayrılır. Ye bu terimlerin her birinden söz ederken, yalnızca belirsiz nosyonlar ve sözel ayrım lar su n m ak , aslında bilim adını kötüye kulla n m aktır. A n cak (Grotius’un çok değer verdiği) Suarez gibi daha derin skolastiklere karşı adil o lm a k zorun dayız ve onlarda sürem, sonsuz, olumsal, soy utlam aların gerçekliği, bireyleşme ilkeleri origo et va cuum form arum [biçimlerin ve biçimler arasın d aki b oşlu ğu n kaynağı], ruh ve yetileri, T a n r ı n ı n yarattıklarıyla birliği vb. ve hatta etikte istencin doğası vc adalet ilkeleri üzerine değerli tartışm alar olduğun u kabul etmeliyiz; kı­ sacası bu cüru fta hâlâ biraz altın olduğunu kabul etmeliyiz, an cak bun dan yararla n ac ak olanlar yalnızca aydın kişilerdir. O r ad a b u ra da değerli bir şey old u ğ u n d an dolayı gençleri yararsız ıvır zıvırla d oldu rm ak, en değerli şeyi, yani z a m a n ı b o şa h a rc a m a k olur. Ayrıca kesin ve bilinmeyi h ak eden tözle ­ re ilişkin genel önermelerden tam am ıy la yoksun değiliz. Zeki yazarım ızın ya kendi adın a ya da diğerlerini izleyerek öğrettiği, Tanrı ve ru h a ilişkin b ü y ük ve güzel hakikatler vardır. Muhtemelen biz de bun lara bir şeyler ekledik. Bedenlere ilişkin genel bilgiye gelince, Aristoteles’in bıraktığ ı şeye eklemeler yapılıyor ve fiziğin, hatta genel fiziğin, şimdiye kadarkin den çok d a h a gerçek bir hal aldığı söylenmelidir. Gerçek metafiziğe gelince, bir ba kım a onu ku rm a ya başlıyoruz ve genel olarak tözlere ait, akla dayanan ve deneyimle onaylanan önemli hakikatler buluyoruz. Yine u m u y o r u m ki, ruha ve akıllı ru hlara ilişkin genel bilgiye biraz katkıd a bulun dum . Bu tür bir metafizik, Aristoteles’ in talebiydi, bu arzu edilen [la desiree] ya da onun aradığı şey a n la m ın a gelen Zrırovftcvi] adını verdiği bilim dir (M ctaphysics, A, 982a15). Mutluluk biliminin, gereksinim duy duğu sanatlarla ve m i m a ­ rın işçilerle bağlantılı olması gibi, bu bilim de diğer teorik bilimlerle b a ğ ­ lantılı olacaktır. Bu yüzden Aristoteles, diğer bilimlerin en genel bilimi olarak metafiziğe dayanmaları, ilkelerini, bu ilkelerin tanıtlandığ ı m e t a ­ fizikten alm aları gerektiğini söyler. Şu da bilinmelidir ki, teori için pratik neyse, metafizik için de gerçek etik odur. Bunun nedeni, adalete ve erde­ me uygun bir an la m veren akıllı ruhlar ve özellikle Tanrı ve ruh bilgisinin orta k töz öğretisine da yanmasıd ır. Ç ün kü, başka bir yerde de belirttiğim üzere (C o d e x ju risg e n tiu m ’a Önsöz, s. 423), T a n r ı n ı n inayeti veya öte d ü n ­ ya yoksa, bilge insan erdem pratiğinde daha fazla sınırlanacaktır, çün kü her şeyi yalnız ca kendi mevcut tatminine b ağlayacaktır ve bu tatm in bile, çok tan Sok rate s’te, İmparator M a rc us Aurelius’ta, Epictetus’ta ve diğer k a ­ dim lerde görülen bu tatm in bile, evrenin düzeni ve ahenginin son suz bir gelecekte de bize açıldığı bu güzel ve b üyük görüşler olm a d an d a im a iyi temellendirilmemiş olacaktır; aksi takdirde ruh din ginliği y aln ızca zoraki sabır ad ı verilen şey olacaktır; öyle ki, teorik ve pratik o lm a k üzere iki kı sım d a n oluşan doğal teolojinin, hem gerçek metafiziği hem de en k u su rsuz

etiği içerdiğini söyleyebiliriz. “§12. Ph. Şüphesiz ki, önemsiz ya da salt sözel olm a k tan u z ak bilgi vardır. Ancak bu sonuncusu, iki soyut terimin birbirlerini olum ladığ ı salt sözel önermeler olarak görünüyor; örneğin cim rilik tutumluluktur, m innettarlık ad ale ttir; ve yine ilk bakışta bu diğer önermeler bazen ikna edici gö rülse de, güçlerini b astırd ığım ızd a terimlerin an lam ların dan b aşka bir şey ifade etm ediklerini anlarız. “ Th. A n c a k terimlerin anlamları, yani özdeş aksiyom larla birleşen tanım ­ lar, bütü n tan ıtlam anın ilkelerini ifade ederler: ve bu tanım lar, fikirleri ve onların olanakların ı aynı an da bilinir kılabildiğinden dolayı, onlara bağlı olan şeyin her z a m an salt sözel olm adığ ı açıktır. M innettarlık ad alettir ya da daha çok adaletin bir parçasıdır örneğini alırsak, önemsiz görünmeyecektir, ç ü n k ü actio ingrati olarak ad landır ılan şeyi ya da n ankör olanlara karşı yapılabilecek suçlamayı gösterdiğinden dolayı, mahkem elerde daha fazla dikkate alınmalıd ır. R omalılar bu eylemi, özgürleştirilmiş, azat edil­ m iş kölelere karşı kullanırlard ı ve g ü n ü m ü zd e de bu, b ağ ışlam aların iptal edilmesi k o n usun da geçerli olmalıdır. Ayrıca, zaten başka yerde cinsin türe atfedilebilmesi gibi, soyut fikirlerin de birbirlerine atfedilebileceklerine de ğin m iştim , şu bildirimlerde olduğu gibi: süre bir sürekliliktir, erdem bir alışkanlıktır; an cak evrensel ad alet yalnızca bir erdem değil, aynı z a m a n d a gerçekten de tam etik erdem dir (çev. Alfred Gideon Langley, 2. ed. [C hica­ go: O pen Court, 1916], s. 490-497). Bilmenin bu tekrarlayan yapısı, gö receğimiz üzere yalnız ca önemsizin arkeolojik bir yorum un u değil, ayrıca bir intihal metafiziğini -C o n d illa c bu s u ç lam a d an çok çekmişti (OP, I, s. 222, 318, v b .)- ya da d aha çok metafiziksel bir intihal teorisini de oluşturur. Şuna dikkat ediniz: “ Başka pek çok yerde olduğ u gibi b ura da da kopyaladığım, insan Bilgisinin K aynağı Üzerine D enem e’ye ko ym asay dım buraya ilave etmeyecek o lduğ um düşün üm lerde de deneyim beni teyit ediyor. Pek çok yazarın bu D enem e’y'ı kopy alam ış ol­ d uğu ko n u su n d a u y a n d a b u lu n m am gerektiğine hâlâ in anıy orum . Ç ü n k ü d ü şü n m e sanatı üzerine yazarken bunları benim kopy alad ığım sam labi lir. İntihalci metafizikçiler, daha bayağı olamaz. Kendilerindeki metafizik hak ikatler kendilerine gösterildiğinde, bütün bu hakikatleri tek başların a b ulm uşlar gibi kendilerini p ohpohlarlar ve bu hakikatleri u ta n m a d a n keşif olarak kendilerine malederler. Bir gün D u M arsais kendisinden yapılan a r­ sız bir intihal h ak k ın d a bana yakındı, intihalciye b un dan söz ettiğimde, ban a şu yanıtı verdi: D u M a rsa is y akın m akta hata ediyor, oradaki bu şeyler kendileriyle ilgilenmek isteyen her iyi zihne y a da ruha aittir. Yine de oradaki o şeyler, Port-Royal’in daha da iyi zihinler olan beyefendilerinden kaçtılar. Kendisine kalırsa k u su rsuz bir metafizikçi olan D u M arsais, birçok intihal­ ci metafizikçi yaratan biridir. D aha önce göndermede bulunulan intihalciler, herhangi bir rehber olm aksız ın kendinde olguları a r a m a k için fazlaca beceriksiz oldukların da, kurdukları kötü metafizikle tanın ır lar” (De l ’art depenser, OP içinde, I, s. 735 dpnt).

bilinmeyen, bilinende bulunur ve yalnızca oradadır, ç ü n k ü o aynı şeydir. Böylelikle bildiğim iz şeyden bilm ed iğim iz şeye geçebili­ riz, ç ü n k ü bilm ed iğim iz şey, bildiğimiz şeyle aynıdır. Bu b ölü m ü okurk en hiçbir şey öğrenmeyen siz, söylediğim her şeyin bildiğiniz şeyle aynı olduğun a kolayca inanabilirsiniz. Bu yüzden bir ço c u k bir şeyi bileceği zam an , öğ ren m iş olacağı şey, bildiği şeyin aynısı olacaktır. İ m d i b i l m e d i ğ i m i z h er şey b i ld iğ i m iz l e aynı o l d u ğ u n ­ d a n , b i l m e d i ğ i m i z şeye u l a ş m a k i s tiy o r s a k b i l d i ğ i m i z şeyi fazla sıy la g ö zle m le ye n le y iz . ... B u y ü z d e n d a h a ö n c e k i m s e ­ n in b a ş l a m a d ı ğ ı yerden b a ş l ıy o r u m ve b ü y ü k ö l ç ü d e h erkesin, s ö z e t m e n i n y a r a r s ı z o l d u ğ u y a r g ıs ı n d a b u l u n d u ğ u şeylere d e ğ i n e c e ğ i m . Bu k o n u d a d ik k a tli o l m a m g e r e k tiğ in i h isse d i y o r u m , a m a i n s a n l a r d a n , b a ş k a pek ç o k la r ı n a g ö st e rd ik le r i h o ş g ö r ü y ü b a n a d a gö st e rm e le rin i rica e d i y o r u m . ... B u d u r u m d a , m u h te m e le n k a l k ü l d i l i n d e y a l n ı z c a ö z d e ş ve b u y ü z d e n ö n e m s i z ö n e rm e le rin o l u ş t u ğ u y ö n ü n d e b ir iti ra z o la ca k tır . D iğ e rle rin d e o l d u ğ u gibi, b u d ild e de y a l n ız c a ö z d e ş ö n e rm e le rin , bu ön e rm e le r her ne z a m a n d o ğ r u ise, o z a m a n o l u ş t u ğ u n u k ab ul e d i y o r u m . B i l m e d i ğ i m i z ş e y in b il­ d i ğ i m i z şeyle ayn ı o l d u ğ u n u g ö s t e r d i ğ im i z için, a ç ı k l ı r d ı r ki, b i l d i ğ i m i z şe y d e n b i l m e d i ğ i m i z şeye ge ç e rk e n y a l n ı z c a ö z d e ş ö n e rm e le ri o l u ş t u ra b iliriz . B u n u n l a b e raber, bir ö n e r m e ö z ­ d e ş o l m a k için ö n e m s i z olm a z . A llı altıd ır, h e m ö z d e ş h em de ö n e m s i z b ir ö n e r m e d ir . A n c a k ö z d e ş l i ğ in h em ter im ler d e h em de fik irlerde b u l u n d u ­ ğ u n u fark edin . İ m d i, fikirlerdeki ö z d e şlik , ö n e r m e y i ö n e m s i z k ı l a n şe y d e ğ ild ir ; b u n u , t e rim lerd e k i ö z d e ş l i k y apa r. A s l ı n d a , b u altı a ltıd ır ö n e rm e s in i o l u ş t u r m a y a a s la gerek sin im d u y u ­ la m a z ( v u r g u b a n a ait, J. D.); bu bizi b ir yere g ö t ü r m e z . Ve d e ğ i n m e f ır s a tı n ı b u l d u ğ u m u z üzere ö n e m s i z l i k , söy ley e c e k b ir şeyi o l m a d a n , a m a ç s ız ya d a ereksiz k o n u ş m a k için k o n u ş m a k t a n ibarettir. Bu, üç üç d a h a altı eder ö n e rm e siy le ay n ı de ğildir. Bu, b ir t o p l a m a n ı n to p la m ıd ır . Bu y ü z d e n o n u o l u ş t u r m a g e re k ­ s i n i m i ola b ilir ve b u ö n e r m e ö n e m s i z d e ğildir, ç ü n k ü ö z d e ş l i k y a l n ız c a fik irlerdedir. Biri sözle rde , diğeri fik irlerde iki öz d e şliğ i ay ırt e tm e g e ­ r e k s i n i m i n d e n dolayı, her ö z d e ş ö n e r m e n i n ö n e m s i z o l d u ğ u v a r s a y ı l m a k t a d ı r . Ç ü n k ü s özle rde ki her ö z d e ş ö n e r m e , a s l ı n ­ d a ö n e m s i z d i r . Ö z d e ş l ik y a l n ız c a fik irlerde o l d u ğ u n d a , bir ö n e r m e n i n n asıl ö n e m s i z o l a c a ğ ı n ı b i l m e d i ğ i n d e n as la ş ü p h e ­ le n ilm iy o r d u . H iç k i m s e b u öz d e şliğ i a l g ı l a m a k bile iste m e d i. Ö r n e ğ i n , iki iki d a lıa ’n m iki iki d a h a ’ d a n b a ş k a b ir şe y o l a r a k d ü ş ü n ü l m e s i n d e n dolayı değilse, n eden iki iki d a h a d ö rt eder

d e n i r (n e d e n ed e r?): b a n a öyle geliyor ki, iki iki d a h a 'n in dört ile aynı o l d u ğ u d iiş ü n ü ls e y d i, iki iki d a h a d ö r t’t ü r d e n ird i. ... B u ö z d e ş l i ğ in f ar k e d i l m e d i ğ i n i sö y l e d iğ i m d e , a l g ı l a n m a ­ d ı ğ ı n ı k a s t e t m i y o r u m . B u n u k i m a l g ıl a y a m a z ki? A n c a k fark e d ilir s e b u n d a n , h e s a p l a n d ı ğ ı n d a y a l n ız c a ö z d e ş ö n e rm e le rin o l u ş t u r u l d u ğ u ve o lu ş t u r a b i l d i ğ i s o n u c u n u n ç ı k a r ı l m a s ı z o ­ r u n l u d u r . Bu d u r u m d a , bu s o n u c a s a n k i iç güdü yle itira z e d i ­ lir, ç ü n k ü h er ö z d e ş ö n e r m e n i n ö n e m s i z b ir ö n e r m e o l d u ğ u y ö n ü n d e b ir ö n y a r g ı v a r d ı r ; ve ö n e m s i z o l m a k t a n n efret e d i lir. (L a L a n g u e des c a lc u ls, O P için de, II, s. 431-432)

Ayrıca, hesap yapanlara iyi metafiziği öğretm ek için iyi bir neden olduğunu da hatırlayalım. Öyle ki, önemsizleşmeye duydukları nefretin, daha doğrusu bir içgüdüye (akıl hâlâ iç­ güdüye bağlıdır) benzeyen önyargılarının üstesinden gelirler. Öyle ki, “söyleyecek bir şeyi olm adan, am açsız ya da ereksiz konuşm ak için kon uşm ak”tan sakınırken, aynı şeyi söylemek­ ten, en azından ona değinmekten vazgeçmezler. Yine de kötü m etafiziğin dille, beyhude gösterenin sap ­ masıyla ya da boşluğuyla, göstergenin kendisini tekrarladığı ve kendisinden başka hiçbir şeyi gösterm em ek için kendisiyle özdeşleştiği yolda sürüklenm eyle başlam ası gibi, önem sizlik de göstergenin kaynağından ortaya çıkar. Bu yüzden felsefi önem sizlik yalnızca bir ilinek değildir. Şüphesiz Condillac, bu konuda haklı olm ak ister; bu, önem ­ sizliği, temelde ciddi bir söylemi dışarıdan etkileyen sonradan gelen tarihsel bir kötülük olarak düşünm ek demektir. A ncak şim di tan ım ladığım ız bir m antığa göre, ilinek de bir tür temel akıbet, yapısal yazgı, ilk günah olarak tanım lanır. Ö nem size indirgem e metodu, m etodun kendisidir. Hiç önem siz olm am ak için m etodik olm ak yeterlidir. Düzen, açıklık, kesinlik: yalnızca m antık değil, yazı da felsefi ü slu p- bunlardan yoksundur. Felsefi üslup, doğası gereği önem sizliğe yol açar. A ncak bunun nedeni m antıksaldır, epistemolojikti'r, ontolojiktir. Felsefi yazı önem sizse bu, filozofun kendi bildirim lerini gerçekleştirememesinden dolayıdır. Filo­ zof, hiçbir şey bilm ez, söyleyecek hiçbir şeyi yoktur ve kendi cehaletini m askelem ek için üslupsal etkileri karm aşıklaştırır,

inceltir, saflaştırır. Böylelikle söylem inin temel boşluğundan dolayı yanlış yola sevk eder, değişiklik yapar. Felsefi yazı güç, ezoterik olduğunda, çok az sayıda kişiye m ahsus kılındığında bu, bu tür yazım ın boşluğundan dolayıdır. E rken d ö n e m d e şairler ve hatipler, m e t o d u n y ar a r l ı l ığ ı n ı hissettiler. B u y ü z d e n m e to t, o n lar la birlikte en h ızlı g e l i ş i m i ­ ni k a y d e tti. Ü r ü n l e r i n i b ü t ü n b ir h alk ü z e r i n d e d e n e m e a v a n ­ t ajın a sah ip tile r: n e d e n o l d u k l a r ı izle n im le r e t a n ı k l ı k e derek, e se rle rin d e e k s i k o la n şeyi gözlem lediler. Filozoflar, ayn ı de ste ğ e s a h ip değildir. Yazıyı k e n d i l e r i n ­ de n a ş a ğ ı d a k i g ü r u h için y a z m a y ı d ü ş ü n e n filozoflar, u z u n s ü r e d i r y azıy ı a n l a ş ı l m a z işleri kıldılar. Ç o ğ u ke z bu, y a l n ız c a ke n d ile rin e sa y g ı d u y m a l a r ı n ı n d o l a m b a ç l ı y o luy du: c e h a ­ letlerin i k e n d ile r in d e n s a k l a m a k istediler ve y a r g ı d a b u l u n ­ m a k t a n çok, h a y r a n lı k d u y m a l a r ı s a ğ l a n a n , s ö z le r in e i n a n a n in s a n l a r a e ğ i t im l i g ö r ü n m e k o n l a r için yeterliydi. B u y ü z d e n , görüşlerini s o rg u lam a d an körü körüne benim seyen m ü ritle­ ri n d e n b a ş k a y a r g ıç la rı o l m a d ı ğ ı n d a n , filo zoflar m e t o t l a r ın ı n ku su rlu o ld u ğ u n d an şüphelenm ek zo ru n d a kalm ad ılar: a k s i ­ ne k e n d i l e r i n i n z e k â d a n y o k s u n o l d u k l a r ın ı a n l a m a y a n h e r­ k e se i n a n m a k z o r u n d a k a ldıla r. B u y ü z d e n eserleri b ö y lesin e ç o k ö n e m s i z t a r t ı ş m a ü r e t m i ş t i r ve ak ıl y ü r ü t m e s a n a t ı n ı n ile rle m e sin e b u k a d a r az k a t k ıd a b u l u n m u ş t u r . (D e l ’a r t d'ecrire, O P iç in de , I, s. 592)

K ötülüğün kökeni, yazıdır. Önemsiz üslup -yazılı olan - ü s­ luptur. Şairlerin ve hatiplerin tersine filozoflar (unutm ayalım ki, nesrin m ucitleridirler), “neden oldukları izlenimlere tan ık lık ” etmediler. Söylemlerinin kuralını canlı mübadelede bu lm adı­ lar. A m aç yokluğu, m uhatap yokluğu, felsefe, yazı, önem sizlik: bu zincir nerede zayıflar ya da kopar? Ö nem sizlik, işine koyulur ya da genel tekrardaki, yani iki tekrarı birbirinden ayıran, tekrarı ikiye bölen yarıktaki işinin eserini tehdit eder. Fikrin tekrarı, fikirlerin özdeşliği önem siz değildir. Sözcüklerdeki özdeşlik önem sizdir. Şüphe­ siz C ondillac, yargılara, cümlelere ve yüklem sel bildirim lere bağlı olarak bunu söyler. A ncak o açıkça kendinde fikrin, ken­ dinde sözcüğün kendine özdeşliğiyle bağlantılı olarak bunu önvarsaym ak zorundadır. Bu iki özdeşlik arasındaki, böyle­

likle bu iki tekrar gücü arasındaki fark, tüm biçim lerindeki, daha çok ve daha az, olum lu ve olum suz arasındaki, özellikle de ciddi ve önem siz arasındaki boşluğu ya da sapm ayı haklılaştırır. A ncak Condillac, iki tekrar gücünü birbirine b ağ­ lar. Locke’a karşı göstergelerin bağlantısı olm adan fikirlerin bağlantıları olm adığına işaret etmek istiyordu. Tekrarın kendi içindeki iki tekrar arasındaki sınır, bu sınırın dışarıda bırak­ tığı şey üretilm eden yeniden üretilemez, ifade edilem ez ya da anlam landırılam az. Önem sizlik, gösterenin sapm asından ya da boşluğundan, ayrıca kendi kapalı ve temsil-etmeyen özdeşliği üzerine kat­ lanm asından kaynaklanır. Böylelikle, yalnızca anlam bilim sel özdeş-olm am a riskinde önem sizlikten kaçarız: Condillac, özdeş olm ayışı m etafor olarak isim lendirir ve yalnızca analojik ve teleolojik yeniden-tem ellükünü başlatm ak için onu dilin ilk­ sel yapısı kılar. Bu yeniden-temellük, eylem dili dönem inden itibaren izlenir; m etaforu, bütün tam am layıcı değişiklikler aracılığıyla en formel, böylece en doğal olana, yani kalkül d i­ line açar. Bu, örneğin ikinci bölüm ün başında doğrulanabilir. Orada, gizli yol gösterici hattı, zam anın kaynağını ve retoriğin kaynağını da anlatan bir anlatıdaki zam ansa! kiplerin retoriği­ ni kavrayacağız. A ncak II. Bölüm ’den önce, zam an -ya da şim ­ dinin kendisiyle bağıntısının ve hatta tekrarlanabilirlik içinde şim dinin kendisiyle bağıntısının b oşlu ğu - hem duyarlığın k ö­ kenini, hem de önem sizlik anını adlandıracaktır. Gereksinim , sistem in biricik ilkesi olarak görülür. Gerek­ sinim önerm esi nasıl karm aşık hale gelir? Temel Derslerin Özeti’nde [Cours d ’etudes, "Precis des leçons prelim inaires” ] arzunun tanım ı, anlam a yetisinin ta­ nım ıyla istenç arasına yerleşir. Bütün bu örneklerin im ası ve karşılıklı değişim i, sık sık yanıltıcı ve şaşırtıcı olarak kalır. O nların araların daki farklı metinleri ilişkilendirm ek istersek, bu m antık'her seferinde titiz yeniden-oluşum lar gerektirir. Ö r­ neğin, burada arzu, istenci (“tıpkı anlam a yetisinin dikkatten kaynaklanan bütün faaliyetleri kuşatan yeti olm ası gibi, gerek­ sinim den kaynaklanan bütün faaliyetleri kuşatan yeti”) do ğu ­

racaktır ya da ona dönüşecektir. A ncak arzu, teorik ve pratik bütün bilginin ve genel olarak dikkatin kaynağında bulundu­ ğu gibi, anlam a yetisi ve nesneyle teorik bağıntıyı da üretir. A RZU K e n d i n iz e gerekli o l d u ğ u y a r g ıs ı n d a b u l u n d u ğ u n u z bir şe yd en y o k s u n o l m a k , siz d e r a h a ts ız lık ve k a y gı üretir; öyle ki, siz a z y a d a ç o k acı ç e k e rsin iz; b u n a gerek sin im ad ı verilir. B u r a h a ts ı z l ık gö rm e n iz i, d o k u n m a n ı z ı , y o k s u n o l d u ğ u ­ n u z n e sn e y e iliş k in b ü t ü n d u y u l a r ın ı z ı belirler [d eterm in e). A y r ıc a b u r a h a ts ız lık , r u h u n u z u b u n e sn e y e d a i r s a h ip o l d u ğ u b ü tü n fikirlerle ve o n l a r d a n ala b ile c e ği h a z la rla m e ş g u l o l m a k y ö n ü n d e belirler. Böy lelikle ra h a tsızlık , b e d e n i n ve r u h u n b ü ­ tü n y e tile rin in e y le m in i belirler. Yetilerin, y o k s u n l u ğ u d u y u l a n b u n e sn e y e iliş k in b e lirle ­ n i m i n e , a r z u ad ı verilir. Böylelikle arzu, n e s n e m e v c u t d e ğ ilse y a l n ız c a r u h u n y e tilerini y ö n le n d ir ir; n e s n e m e v c u t s a , b ede n i n y e tile rin in y ö n l e n d ir i lm e s i n i de içerir. (O P için de I, s. 414; a y r ıc a bkz., TS, I, 3, §1-3, s. 25-26)

Bu yüzden, arzu bütün güçleriyle gereksinim den başka bir şey olm asa da; arzu nosyonu gereksinim nosyonundan türe­ dise de; ve bu türeyiş ona hiçbir güç eklemese ya da ondan hiçbir güç çıkarm asa da ve yalnızca ona bir yön vermekle bir gereksinim i kipleştirse de; gereksinim in bilgisi (ya da bilinci) arzuya, bu yönlendirilm iş türeyişe, bu yönün nesnesine nüfuz eder. Buradan özellikle şu sonuç çıkar: önem sizlik -nesnesiz arzunun ya da değişken arzunun görünür tekrarı- kendi ba­ şına bırakılan gereksinim dir, nesnesiz gereksinim dir, arzunun yönlendirm esi [reetion] olmayan gereksinim dir, vb. C ondillac’m “şimdiye kadar oluşturulanlardan hiçbirine benzem eyen” (s. 2) Mantık ‘ı, gereksinim in m antığını arzunun m antığıyla karşılaştırm az. Aksine mantık, hareket eden (hare­ ketli) bedenin gücü ve yönü olarak birini diğerine eklemlemek ya da onları birlikte düşünm ek yönünde düzenlenir. M antık’ın II. Bölüm ’ ünde (“Araçları ve etkileriyle düşünülen analiz ya da doğru bir dile indirgenen akıl yürütm e san atı”) birinci kısım , “D oğaya Borçlu O lduğum uz Bilgi Her Şeyin K usursuz Biçim ­ de Birleştiği Bir Sistem i Nasıl O luşturur ve Onun Derslerini

U nuttuğum uzda N asıl Yolumuzu Yitiririz” başlığını taşır. Bu kısım , gereksinim in arzulam a yönelimiyle başlar: “Arzu söz­ cüğüyle gereksinim duyduğum uz şeylere yönelik yetilerim izin yönlendirilm esinden başka bir şey kastedem eyeceğim izi gör­ dük. Bu yüzden yalnızca arzularım ız var, çünkü tatm in edile­ cek gereksinim lerim iz var. Bu yüzden gereksinim ler ve arzu ­ lar, bütün araştırm alarım ızın hareket kaynağıdır [le mobile]” (s. 46). Eğer gereksinim , sistem in biricik ilkesiyse, arzu yalnızca gereksinim in tem sil edici yöney-lemesi [vection]3 ise, yani yok­ sunluğu kendisini gereksinim olarak kuran nesneyle bağıntısı ise, o zam an gereksinim ortaya çıkar ve yalnızca k arşılaştır­ m anın zam an sal yarılm asında arzulayıcı bir temsile dönüşür. Genelde hiçbir fark yoktur, yalnızca derece farkları vardır. Bu temel önerm e, etkisini Condillac’ın bütün söylemine yayar ve deyim yerindeyse düzenli biçimde bütün kopm a ve tekrar kavram larını açm aya [deplier] başlar. Bu açm a, zam anın aç­ masıdır. Bu gereksinim in ve gereksinim i genel olarak bir nes­ neyle ilişkilendiren arzulayan tem silin kaynağıdır. Farksızlık, yalnızca (zam ansal) karşılaştırm anın bir etkisidir, böylelikle bir fark etkisidir. §24 B ir d u ru m y a ln ız c a k a rşıla ştırm a y o lu y la fa rk sız d ır. Bu fark lı de re c e le r a r a s ı n d a f a r k s ız lık d u r u m u y oktu r. N e k a ­ d a r z a y ı f o l u r s a o ls u n , ilk d u y u m d a h eykel z o r u n l u o l a r a k y a h o ş n u t t u r y a d a h o ş n u ts u z d u r . E n k e s k in a c ıları ve en d e rin h a z l a r ı p e ş p e ş e h is s e tt iğ in d e , en güçlüle rle k a r ş ı l a ş t ı r ı l d ı ğ ı n ­ d a d a h a z a y ı f g ö r ü n e c e k b u z a y ı f d u y u m l a r ı n fa r k s ız o l d u ğ u y a r g ı s ı n a v a r a c a k v e y a h o ş y a d a n a h o ş o l a r a k d e ğ e r l e n d ir ­ m e k t e n va z g e ç e c e k tir . ... §25 G erek sin im in k ay n ağı. H e r ne z a m a n k ö tü y a d a g e ç m i ş te o l d u ğ u n d a n d a h a az ra h a t olsa, g e ç m i ş d u y u m l a r ı ­

3 D errida vection' dan şöyle söz eder: “ ’Vection’ mevcut olsa da, nadiren karşıla şılan bir sözcüktü r. A nlam ı: bir yöneyin [vector], harekete geçiren ve bir yöne taşıyan şeyin yönlendirilm iş hareketidir. D e r rid a ’nın vection s ö z c ü ğ ü n ü kullan ım ı, “yön ”, “yön etim ” an la m lar ın a gelen eski Fr ansız ca rection sö z c ü ğ ü n ü y u k a rıd a k i ku llanışın ı tam am lıy o r görünür. -In g. ç.n.

m h a t ır l a r ve o n la r ı şu an d a k ile rle k a r ş ı la ş t ı r ır ve y in e e sk i d u r u m u n a d ö n m e n i n ö n e m i n i h isseder. B u n d a n g e r e k s i n i m y a d a k e n d i ra h a tı için z o r u n l u o ld u ğ u y a r g ı s ı n d a b u l u n d u ğ u e se n liğ e d a i r s a h i p o l d u ğ u bilgi doğar. G e r e k s in i m l e r i , y a l n ız c a çektiğ i a c ıları elde ettiği hazlarla k a r ş ı l a ş t ı r d ı ğ ı n d a n do la y ı bilir. (T S, I, 2, s. 13 -14)

D eğindiğim iz üzere derece, yani aşam alı fark, dır ı yerin­ den çıkararak özdeş önermeyi mahveder. Aynı zam anda de­ rece, özdeş önermeyi, ona bilgiyi ilerleten ve önem sizliği ya­ saklayan bir sentetik değer vermekle olanaklı kılar. Böylelikle bir derece unsuru olan zam an, hem önem sizlik olanağına hem de olanaksızlığına işaret eder. Ö nem sizliğin kırılganlığı, zayıf yapısı, (dereceye ilişkin) fark (zam anı), bu sıfatla ontolojinin basitçe m uktedir olam adığı uzam laşm a dışında bir şey d eğ il­ dir. O rada bir çatlak vardır, orada yapılandırm a ve yapıbozum yarılır/açılır. D üz ya da sürekli veya düzenli olm ayan ayrışm a hattı -felsefe neredeyse kendiliğinden bundan etkilenir. Felsefe kendinden sapar ve yine kendisini dışarıdan vu racak darbelere yol açar. Yalnızca bu koşulla, hem içsel hem dışsal yapıbozum olanaklıdır. K arşılaştırm a olm adan, tabloyu yıkan zam an olm adan, ne haz/acı karşıtlığı (ilkenin ilkesi)4 ne de genel analoji olurdu. Z am an olm adan hiçbir nesne olm azdı. Z am anın boşluğu ya da sapm ası (algısal şim dinin kendisi için tekrarı ve yokluğu) hem göstergede hem fikirde temsil edici yöney-lemi başlatır. İka­ me faaliyeti -k avram ve sözcük düzenli olarak yeniden görün ü r- tem sil olarak yorum lanır. Şu durum da göstergenin boşta oluşu -ön em siz bir boşta olu ş- nesnesiyle bağıntısının askıda kalm ası, göstergeden önce araya girer. Ya da daha çok, gösterge kendisini göstergeden önce ilan eder: zaten genellemenin ya da soyutlam anın eşiğinde, yani bir göstergeyi “figü ratif biçim de”

4 Bkz., TS, I, 1 ve 2, s. 3 vd. B urada yine za m an la bağın tı (şim din in yoklu ­ ğuyla bağıntı), arzu n u n kaynağı olarak öne sürülür. Bir z a m a n öncesi etki k u rgu su y la arzu taşlaşır. “Henüz o (heykel) değişim, ardıllık, süre h a k k ın ­ da hiçbir fikre sahip değildir. Öyleyse arzuları biçimlendiremenıeksizin v a ro lu r” (a.g.e., 2, §3, s. 5)

ele alm aya izin veren, metaforu dilin şiirsel kaynağına kayde­ den ve eşanlam lılar sözlüğünü yöneten bu genişleyen anlam süreci kadar erken ilan eder. Esnetilen bir anlam , nesneyle bağıntısında her zam an boş, değişken, gevşek olm a tehlikesi taşır. Bu nedenle iki metafizik, iki barbarlık, iki imgelem, iki tanım olduğu gibi, fikrin kendi çiftinden ya da vekilinden asla kurtulm ayız. Bu, önem sizliğin son ya da ilk elbisesidir: “Fikir sözcüğünün yalnızca bir anlam a sahip olduğunu öne sürdüğü­ müzde, bu konuda hataya düşeriz. A slında iki anlam ı vardır. Ona uygun olan bir anlam ve ona genişletmeyle verilen bir di­ ğer anlam . Bir taş, iki taş dersen, fikir sözcüğü uygun biçim de ya da literal olarak alınır, çünkü bu isimlere bağladığım nes­ nelerde biri iki fikrini bulurum . A ncak bir, iki dersem bunlar yalnızca genel isim lerdir ve yalnızca genişletmeyle fikir olarak adlandırılabilir” {La Langue des calculs, OP içinde, II, s. 430). Genişletm eyle söylenen şey, daim a uygunsuz biçim de söyle­ nir. C ondillac sık sık “uygunsuz biçimde ya da genişletm eyle” der (a.g.e., s. 433). Fikri nesnesiz ve göstergeyi fikirsiz bırakan terimin tanımını nesnesinden -fikrin tanımından- ayrı düşüren bu önemsiz geniş­ letme, ilerlemenin kendisiyle birlikte artar. Teleolojik hareketi iz­ ler ve ayrıştırdığı şeyin sınırına kadar genişler. Örneğin ticaretin, dilin, kuruluşun sınırına kadar. Şimdi, keyfi olanın düzeninde önemsiz örnek, henüz dikkate almadığımız “hareket eden beden e (gereksinim/arzu) ilişkin bir ikame karmaşasından ortaya çıkar. Bir yandan, önem sizlik, arzu aracılığıyla gereksinim den kaynaklanıyor olarak düşünülebilir: arzu nesnenin yönelim ini başlatır, boşta oluş, kullanılabilirlik ve genişletme aracılığıyla d aim a hiçbir etki yapm adan [â vide: boşta, boşlukta] tam am ­ layıcı [suppleante] göstergeyi üretir. Daha özel biçim de, tek başına doğal güç olm aksızın bir yönelim olarak arzu, temelde önem siz, ince, tutarsız, süreksiz olduğundan dolayı. Diğer yandan ve tersi biçimde, kendinde gereksinim önem ­ sizdir. Arzusuz gereksinim kördür. Nesnesi yoktur, kendisiyle özdeştir, kendisini kapsar, totolojik ve otistiktir. Taşlaşmıştır. G ereksinim i bir nesneyle bağıntılandırm akla arzu onu harekete

geçirir, ahlakileştirir, yasaya tâbi kılar, bir düzende sabitleştirir. A ncak ne kadar kalıtışım sal olursa olsun bu tür arzu ve gereksinim karşıtlığıyla yetinmek, insan düzeninin (ikinci ilk - hüm anizm olarak m etafizik), dil, keyfi gösterge, genel ticaret dolayısıyla, kalıtışım m ilave bir yön değişimiyle, yani arzu la­ ma gereksinimiyle karıştığını unutmaktır. Bir arzu olm ayan bu gereksinim, doğaya ait değildir. Ya da doğaya -in san ın doğasın a- aitse, kazanılacak yetenek olarak vardır. H ayvanlar Üzerine İnceleme ( Traite des anim aux) “ hay­ vanların fikirler oluşturam adığı hazların ve acıların bizim için hangi farktan kaynaklandığını” açıklar: [B ]ü tü n a r z u l a r ı m ı z ı n ge rç e k le şm e s i a r t ı k o l a n a k l ı d e ­ ğildir. A k s i n e bize bizi t a ş ıd ı k la r ı b ü t ü n n e sn e le rin keyfin i v e r d ik l e r i n d e n dolayı, g e r e k s i n i m l e r im i z in en acil ola n ın ı, y a n i a r z u l a m a g e r e k s i n i m i n i t a t m in e tm e d e g ü ç s ü z k ı l ın ır ız [on n ou s m e ttra it d a n s V im puissan ce). Bu e t k i n l i k r u h u m u z ­ d a n u z a k la ş tır ılı r , ru h için z o r u n l u h ale gelen b ir e tk in lik . B i z im için y a l n ız c a ezici bir b o ş lu k , her şeye ve k e n d i m i z e iliş k in b ir b e z g i n l i k k a lac a k tır. Böy lelikle a r z u l a m a , b ü tü n ih ti y a ç l a r ı m ız ın en acil o l a ­ n ıd ır: B u y ü z d e n bir a r z u t a tm in e d ilir e d i l m e z , b ir b a ş k a s ı ­ nı o l u ş t u r u r u z . Ç o ğ u n l u k l a aynı a n d a b i r k a ç ın a b ird e n itaat e d e riz y a d a b u n u y a p a m a z s a k , m e v c u t k o ş u l l a r ı n r u h u m u z u a ç m a y a izin v e r m e d iğ i ar zu la rı, b a ş k a b ir z a m a n a b ır a k ı r ı z . Böy lelikle t u t k u l a r ı m ı z k e n d i k e n d ile rin i yeniler, izler, ç o ğ a l ­ tır ve y a l n ız c a a r z u l a m a k için ve a r z u l a d ı ğ ı m ı z ö l ç ü d e y a ş a ­ rız. (O P için de, I, s. 372).

A rtık arzu nesneyle bağıntı değil, gereksinim in nesnesidir. A rtık arzu, bir yönelim değil, bir erektir. G ereksinim i bir tür kaçışa yönelten ereksiz bir erek. Bu kaçış, gereksinimin (eşsiz [franc] bir sözcük ve tanım sız bir kavram ) kaynağını, sistem i­ ni, yazgısını ve zam anını siler süpürür. Heykel, uyandığı anda, aynı şekilde boşluğu indirgem ek için çalışır. G östergenin inatçı özdeşliklerini, başka önem ­ sizlikleri, yani bir M edusa korkusunu, kendi m eşruluğunu -ön em siz eğlencenin aksine, yeniden olm uş olacağı şey haline gel(m e)m ek için - üretmeye başlayan Taş [Pierre].

Dizin A a p r io r i sen tez 116 A b ra h a m .N . 1 3 ,1 4 A d am i.V . 13 afyon 117,118 aidiyet 105 akıl 4 4 ,4 7 ,5 8 ,5 9 ,6 5 , 7 8 ,8 0 ,8 2 ,9 1 , 9 5 .9 6 , 1 1 3,114, 118,122 , 123, 125 akıl y ü rü tm e san atı 44, 8 2 .1 1 3 .1 2 3 .1 2 5 akılsızlık 8 8 ,9 0 algı 2 3 ,7 1 ,7 2 ,7 5 ,7 7 ,9 2 , 9 3 -9 5 ,1 0 3 A llison , D. 2 4 ,2 5 altın 1 0 0 ,1 1 7 ,1 1 9 a m p irizm 3 9 ,5 1 ,6 1 , 6 3 ,9 4 a n aliz 2 4 ,3 8 - 4 0 ,4 3 ,4 6 , 5 1 ,6 0 - 6 2 ,6 4 ,6 6 , 7 3 ,8 3 ,9 1 ,9 4 , 9 5 .9 6 , 1 0 6 ,125 an a lo g 115 an alo ji 2 4 ,3 9 ,4 4 ,4 6 ,4 7 , 4 9 ,6 2 ,7 1 -7 5 , 8 0 -9 1 ,9 6 ,1 2 7 gösterg eler an alo jisi 6 6 ,6 7 ,9 0 an alojik 2 4 ,2 5 ,4 8 ,4 9 , 6 3 ,6 6 ,7 1 ,7 3 , 124 an alo jizm 116 a n lam ( v o u lo ir d ir e ) 8, 2 6 ,6 1 ,8 5 , 113, 119,128 an la m a yetisi ( e ııte n d e m e n t) 45-47, 6 0 .9 3 .1 2 5 a n lam bilim sel tem sil 115

a n lan ılam a 7 7 ,9 1 ,1 0 6 anlatı(recif) 6 7 ,7 8 A ntonim ıs, M. Aurelius 119 A ristoteles 3 8 -4 0 ,1 1 9 aritm etik 91 ark eo lo ji 2 7 ,6 7 ön em sizin ark eolojisi 2 5 ,6 7

p ratik bilgi 125 teo rik b ilgi 125 b ilgi ( sa vo ir ; c o n n a itr e ) 1 6 ,2 8 ,3 8 ,6 2 , 93, 9 4 ,9 5 , 116, 12 gerek sin im bilgisi 125

arkhe 114 artı-d eğ er 100 artık 98 arzu 9 1 ,1 1 9 ,1 2 4 -1 2 9 arzu edilen 119 astron o m i 95 a ş ır ılık 9 1 ,1 1 1 , 116

bilim

B B acon, F. 45 bağıntı, bağlan tı ( lia is o tı) 37, 3 8 ,4 4 , 4 6 -4 8 ,5 7 ,6 1 , 6 6 ,8 1 ,9 1 ,9 2 , 1 0 0 ,1 0 3 ,1 0 5 , 125-129 an alojik bağlan tı 63 ,7 1 göstergelerin b a ğ la n ­ tısı 124 barb arlık 41, 128 Barthes, R. 18 ,1 9 B ass, A. 1 8 ,2 4 ,2 5 beden 6 0 ,6 5 ,7 4 ,7 5 , 125,128

p ratik b ilgi 93 teo rik bilgi 9 3 ,9 4 , 103 1 8 ,3 7 ,3 8 -4 3 ,4 5 4 7 ,4 9 ,6 1 - 6 4 ,6 6 ,

6 7 ,8 1 , 119 bilim tarih i 4 2 ,4 6 , 4 9 ,9 7 bilim in k ay n ağı 44, 65 çifte bilim 18 genel bilim 8 1 ,1 1 9 bilinç 6 0 ,7 5 ,7 7 ,9 3 ,9 4 bilin ç felsefesi 93 gerek sin im bilinci 125 bilin çd ışı 94 Biran, M ain e d e 32, 55, 5 6 -5 8 ,6 0 ,6 1 , 7 4 ,9 1 C h a ie r-J o u rn a l 5 9 ,6 0 D e la d e c o m p o s ilio n d e la p e n s e e 55,

5 9 ,6 0 ,7 4 E ssa i s u r les J ö n d e m e ııls d e la p s y c h o lo g ie 59,

60 N o te s s u r l’iııjlu e n c e

hareket eden beden (m o b ile ) 126, 128 Berkeley, G. 101,102 biçim , b içim cilik 4 9 ,6 0 , 6 1 ,7 6 , 77, 105,

des sig tıes 91 biy oloji 4 8 ,4 9 ,5 1 b o şb o ğ a zlık (b a v a r d a g e ) 99, 115 b o z m ak , açm ak, e n ta m e r

118 biçim /içerik 4 9 ,7 7 bileşim (yeni bileşim ) 3 8 ,6 2 ,6 6 ,6 7 , 7 1 ,7 5 , 104 bilgi 99, 127

b u lm a k 2 3 ,4 5 ,6 5 , 104

25

c cebir 5 9 ,6 6 ,8 2 ,9 5 cebircilik 5 5 ,5 9 ,6 1

cehalet 2 7 ,4 1 ,6 1 ,7 8 , 122, 123 ciddi 122,124 C o n d illac, E tienne Bonnot de D e l ’a r t d e c r ir e 123 D e l’a r t d e p e n s e r 48, 8 2 .9 5 , 101, 12ü

102 ,

T re a lise on th e S e n sa tio ııs 32, 56,

8 2 ,1 0 4 C o n d illac, Etienne Bon not de p e k ço k y e rd e

C ram er, G. 3 1 ,9 4 ,1 0 2 , 103, 107

D e la r t d e r a is o ım e r

42, 78 D ic tio n n a ir e d es s y n o ııy m e s 65,

ç

le d g e 1 2 ,3 1 ,3 7 ,

çekim 7 3 ,7 4 çelişki 6 ,4 9 ,5 0 ,5 6 , 6 0 ,9 4 ç e r ç e v e 2 2 , 2S çığır a ç ın a 2 4 ,2 5 ,6 2

46, 9 0 ,9 3 , 101, 102, 113, 120

D

66, 7 3 ,7 4 ,8 5 , 8 9 .9 5 , 114, 128 E ssa y o n th e O rig iıı oj H um an Know-

E x tr a il r a is o ım e d ıı ’lr a it e d e s s e n sa tio n s 82, 104 G r a m n ıa r 96,1 0 1 H isto ire m o d e r n e 39,

4 3 ,4 4 ,6 7 L a L a n g u e d es c a k u ts

40, 5 7 -5 9 ,6 4 , 8 1 ,9 1 ,9 8 , 116, 122, 128 Le C o m m e r c e el le g o u ve rn em en t

9 7 ,9 9 Letter to M au p ertu is 91 L e ttre s in e d ite s â G abr ie l C r a m e r 31,

94, 102, 108 L o g ic 1 5 ,3 2 ,4 1 ,4 6 , 47, 58, 79 M e m o ir e 57, 102 Precis des' leçons p r e lim in a ire sv 48, 124 T ra ite d es a n im a u x

96,

129

T ra ite d es s y s te m e s

5 6 ,5 8 , 9 4 ,9 9 ,

D ’ A le m b e rt,). Le Roııt 44 d eğer 9 1 ,9 8 -1 0 0 , 119, 127 deh a 2 4 ,2 5 ,4 3 ,4 5 ,6 2 , 6 4 -6 7 ,7 1 ,7 8 d eha işi k e şif ( co u p d e g e ııie ) 43, 6 4 ,6 6 d en eyim 5 1 ,5 5 ,6 5 ,7 5 , 93, 120 d erece 9 6 ,1 2 6 ,1 2 7 ay­ rıca bkz. derece

d ip n o t 5 7 ,7 6 ,7 7 ,9 7 , 101 d ip siz kuyu 23, 85, 90, 104 diyalektik 49 ,6 1 doğa 4 1 ,4 7 ,6 4 ,7 4 ,8 1 , 84 d o ğ a filozofları (p lıysicie n ) 74 d o ğ u ştan cılık 63 d o k u n m a 103, 104 d o lam b açlı yol 90' D u M arsais 120 d uygu ( s e m ir, s e n lim e n t) 4 2 ,7 5 ,8 0 ,8 5 , 104 d uyu m 2 4 ,4 7 ,4 8 ,5 8 ,7 4 , 75, 85, 104 d u y u m cu lu k 48, 55, 6 1 ,9 6 d ü şü n ü m 4 2 ,4 3 , 4 8 ,7 7 , 8 0 ,8 3 , 89 d ü şiin ü m sellik 64 d ü şü ş 65 d üzen 2 6 ,2 7 , 5 0 ,8 3 , 84 ,9 1

E e g em en lik 7 7 ,7 8 ,1 0 6 , 107, 114 ego 5 6 ,5 9 eklenti, ik am e, yerini a lm a, tam a m la ­

farkı 9 4 ,9 5 D errid a J. 7-29

m a, telafi (supp-

D escartes, R. 3 8 ,6 5 , 8 2 ,8 3 d ır 7 7 ,9 6 ,1 1 3 , 127 D id ero t, D. 44, 101-103 dikkat 4 7 ,5 8 ,7 5 ,7 7 ,9 4 , 107, 120 dil 2 5 ,4 0 ,4 1 ,4 2 ,4 6 ,4 8 , 66, 73, 75, 78, 8 1 ,9 3 ,9 7 -9 9 , 108, 115, 129 dil tarihi 66, 105 d ilbilim 40-42, 50, 57, 9 5 ,9 7 , 100

s ııp p le a n c e ) 16,

leer, s u p p le ın e n t,

2 .0 ,2 6 ,7 1 ,7 5 ,7 6 , 8 3 ,9 7 -1 0 0 ek o n o m i 9 7 ,9 9 , 100 e k sik lik (n ıa n q u e ) 8 3 ,9 8 , 9 9 ,1 1 4 E p ictetu s 119 e p is te m e 50, 51 ep istem o lo ji 122 e p iste m o lo jik m it 49 m itik e p istem oloji 78 ertelenen eylem , a p res-

7 3 ,7 5 -7 7 ,8 0 , 8 1 ,8 3 ,8 4 ,8 8 , 90-93, 96, 97, 99, 100, 103, 106, 108, 115, 121, 123-125, 127 129 d oğu ştan fikir 44,

coup, N aclU riiglic h k e il, ayrıca

bkz., a p rcs-co ııp 26 eski isim , ayrıca bkz., p aleo n im i 18 etik 119,120 etki 74, 100, 127, 128 etkin lik 7 ,5 9 6 1 ,9 5 , 129 e tkin lik /ed ilgen lik 60,61 Euclid 117 eylem 2 6 ,8 1 ,9 7 ,9 8 ,1 0 5 , 124 eylem dili 8 1 ,9 3 ,9 8 , 105, 124

6 3 ,1 1 8 fikir tarihi 97 fikirlerdeki ö zdeşlik 121 fikrin nesnelliği 103 fikrin tem sil edici k ara k ­ teri 103 filozofem 2 2 ,6 3 fizik 4 1 ,7 5 ,7 9 fizik bilim ler 79 F oucault, M . 7 ,5 0 fre u d .S . 24

F fabl 79 fark 1 3 ,2 3 ,2 8 ,4 2 ,9 3 - 9 5 , 97-99, 104, 107,

fj e m a r q u e s u p p -

faux titre 2 1 ,2 2 ,2 6 felsefe 6, 1 5 ,3 8 ,3 9 ,4 3 , 5 7 ,6 1 ,6 3 , 123, 127 an alo ji felsefesi 73 ilk felsefe 24, 38, 39 dil felsefesi 4 0 ,4 8 fen om en 38 fen om olo ji algı fen otııolojisi 91 şeylerin fen om olo jisi 37 fikir 2 3 ,2 5 ,3 7 - 3 9 ,4 1 , 4 3 -4 8 ,5 6 ,6 2 , 6 3 ,6 5 -6 7 ,7 2 ,

117 g r a m e r 40 ,4 1

G rotiu s 119 g ü m ü ş 118

g ü n ah 6 5 ,1 2 2

G

108, 111, 113, 116, 121, 122, G alileo 47 124,126, 127 g e liş m e 2 4 ,4 7 -4 9 , 108 d erece farkı 4 6 ,4 7 , genel 1 7 ,3 8 ,4 3 ,4 5 -4 7 , 7 3 ,9 4 ,9 5 , 127 50, 82, 83 fark etm e (rem a rc ju er) genetik 43 ,6 1 9 3 -9 5 ,9 7 geom etri 6 6 ,8 2 ik am e edici fark etm e gereksinim ( b eso iıı) 57, le a ıü e ) 97

90, 92, 93, 95, 97, 98, 100, 106, 1 0 8 ,1 1 4 ,1 1 5 , 127, 129 gö sterge felsefesi 115 gö sterge sistem lerin in tarih i 66 g ö stergelerin zoru nlu lu ğu 100, 101 üç tü r g ö sterge 92, 106 g ö stergeb ilim 2 4 ,9 2 ,9 5 , 97, 108 g ö stergeb ilim cilik 48 gösterilen 1 1 3 ,1 2 2 ,1 2 4 gösteriııısel tan ıtlam alar

9 1 ,9 7 , 99, 100, 115, 118, 119, 1 2 1,125-129 gereksinim felsefesi 115 geriye d o ğ ru izlem ek ( retra ce r ) 24, 3 8 ,3 9 ,4 3 ,6 7 , 71-76, 9 0 ,9 3 ,9 8 giriş 1 2 -1 7 ,2 3 ,1 0 4 G ouhier, H. 57, 58 göııderge 114 görm e 77, 102, 104 gösteren 7, 16, 7 7 ,9 2 , 106, 111, 114, 116 gösterge 4 8 ,6 6 ,7 7 ,8 5 ,

H hafıza 66, 77 hakikat 1 5 ,2 0 ,2 2 ,4 4 ,5 8 , 62, 76, 7 9 ,8 1 ,8 4 , 92, 117-120 ahlâki hakikat 118 salt aklın h akikati 118

hata 4 5 ,8 4 ,9 0 ,1 0 2 , 103, 106, 108, 120, 129

hatırlam a 7 2 ,7 7 ,9 6 hatırlaııış 95 haz 1 9 ,1 2 5 -1 2 7 ,1 2 9 H egel, G. W. E 11,12, 14-17 H eidegger, M . 16 H e lv e tiu s , C. A . 33 heykel 5 8 ,9 6 ,1 2 6 ,1 2 7 H ilm er 103 h o r s -te x te 17,23

i icat 6 2 ,6 4 ,6 5 ,6 6 ,7 1 ,8 1 ,

108 içgü d ü 4 1 ,4 2 ,4 7 ,9 5 ,9 6 idealizm 5 9 ,6 0 , 104 id eoloji 63 il faut 98 ilerlem e 43, 5 6 ,5 7 ,6 7 , 73, 79, 83, 96, 108 akıl y ü rü tm e san atı­ nın ilerlem esi 44, 123, 125 bilim in ilerlem esi 46 dilin ilerlem esi 66, 7 1 ,7 8 ,1 0 6 iletişim 24, 27, 28 ilke 3 8 ,4 9 ,7 4 ,7 9 ,8 0 ,8 4 an aloji ilkesi 44, 49, 8 0 ,8 2 ilkenin ilkesi 127 kanıt ilkesi 80 im gelem 6 2 ,6 4 ,7 1 ,7 6 ,7 8 ,1 2 8 im gelem e 2 5 ,7 1 ,1 0 6 im za 105 intihal 120 isim 3 9 ,7 3 ,7 4 ,7 6 ,8 5 , 90, 9 4 ,9 5 , 128 istenç 4 6 ,6 0 ,9 3 , 124 istiridye 117 işitm e 104 iz 9 2 ,9 5

J Jo h n son , B. 13,24

K kalan (reste) 1 6 ,5 5 ,1 1 1 , 115, 116 kalkül (c a lc u l) 4 1 ,4 9 '5 1 , 5 7 ,6 3 ,6 6 , 82, 9 1 ,9 4 ,9 6 ,9 7 , 1 0 3 ,1 2 1 ,1 2 4 kalkül dili 4 1 ,6 6 ,8 2 , 9 4 ,9 6 ,9 7 ,1 0 3 ,

121, 124 k an ıt 8 0 ,8 4 K ant, I. 116 k ay n ak 1 2 ,2 4 ,2 8 ,3 9 , 42-47, 56, 65, 6 7 ,7 2 , 77,'96, 9 8 ,1 0 6 , 115, 122,124-129 kenar ( m a r jiıı , m a r jin a l ) 1 2 ,2 6 ,2 8 ,8 3 k e şif 1 5 ,4 1 ,4 3 ,6 5 ,7 8 ,

120 keyfi 4 0 ,8 1 ,9 2 ,9 5 ,1 0 5 1 0 8 ,1 2 8 ,1 2 9 keyfi göstergeler 106-108 kim ya 95 ko k lam a 104 k o n u şm a 8 2 ,9 7 -9 9 ,1 2 1 , 122 k o rp u s 5 1 ,5 5 köken 49, 5 0 ,6 3 kör, körlük, d o ğu ştan kov 101-103, 123.128 kullan ılabilirlik ( d is p o n i b ilite ) 55, 114, 115.128 ku rgu 2 1 ,2 2 ,2 8 ,1 2 7 k u r ş u n 117 k u su r ( ca ren ce) 4 9 ,5 0 , 56, 57 kuvvet 46, 7 2 -7 6 ,9 1 , 9 3 ,9 5 bağlan tı kuvveti 72, 73 kuvvet im geleri 74 tekrar kuvveti 73 kültü r 5 9 ,6 3

L L acan , J. 28 Le R o y .G . 3 1 ,3 2 ,5 1 , 85, 90 Lefevre, R. 51 Leibniz, G. W. 8 2 ,9 4 ,

102, 116 lekelem e ( s a lis s u re ) 18-22 L o c k e.J. 3 1 ,3 3 ,4 4 -4 6 , 56, 5 8 ,7 8 ,7 9 ,8 2 , 8 3 ,9 0 , 102, 116, 124 .

M m ad d e 7 4 ,1 0 1 M a d ın ie r G . 60 m ak in e 79, 101 M a le b ra n d ıe N. d e 33, 82 m alzem e/k u llan ım k ar­ şıtlığı 47, 92 m an ivela 5 1 ,7 9 m an tık m an tık sal 15-18, 2 0 ,2 7 ,5 0 ,5 9 ,6 3 , 64, 92, 122, 124, 125 m an tık çılık 51 M arcu s A urelius 119 M arx, K. 6, 100 m atem atik 4 4 ,8 2 m eteryalizm 33,61 M a u p e rtu is 90,91 m ay m u n 117 M ed u sa 129 m etafizik 1 8 ,2 4 ,3 7 -4 3 , 4 7 .4 8 .9 6 , 115, 119, 120,128, 129 k ö tü m etafizik 2 5 ,4 0 , 68, 115, 120, 122 m etafo r 4 8 ,4 9 ,7 4 , 80, 124 m etaforbilim 115 m etin 1 2 ,1 4 ,1 6 ,1 7 ,2 0 , 23, 2 6 ,4 6 m etot 24, 3 9 ,4 3 ,4 4 , 57, 8 0 .8 1 .8 3 .9 6 , 106, 123 an alitik m etot 24, 38, 7 2 ,8 2 m evcu diy et 7 ,8 ,4 8 ,7 1 ,

75, 76, 95, 106 M oscon i, J. 51

N

11 5,117, 121125, 127, 128 ö n erm e 4 7 ,6 5 , 79, 99, 113, 117, 118, 121, 122, 126 olgu ö n erm esi 118 ö n em siz ön erm e 116, 121

n eden 5 6 ,5 7 ,6 0 ,7 2 , 74, 75 n esir 27, 44 nesne 4 6 ,7 2 ,9 3 , 125, 127 nesneyle bağın tı 103, 126, 128, 129 N ew toıı, I. 4 4 ,4 5 ,4 7 ,6 5 , 66, 7 4 ,7 9 ,8 2

O o k u m a 7 ,8 , 12, 18,55, 5 7 ,5 8 , 6 0 ,6 1 , 105 C o n d illac’m D e n e m e ’y i yenideııo k ıım ası 108 D e n e m e ’nin içsel ok u m ası 113 D e n e m e ’n in yapıbo-

z u m cu o k u m ası 84 o lg u 3 3 ,4 2 ,4 5 ,5 9 ,8 0 , 118 o lg u d an so n ra ( apres coup, ayrıca bkz., ertelenen eylem ) 2 6 ,4 3 , 5 1 ,8 3 ,8 4 , 106 olu şu m 3 8 ,3 9 ,4 2 -4 4 , 47, 49, 50, 62 -64, 9 0 ,9 3 , 106 on to loji 1 6 ,2 1 ,2 7 ,9 6 , 12.2, 127 o yu n 4 1 ,6 7 ,9 9 ,1 1 5

ö ö ğ ren m e 98, 99, 121 ö ğ retim 22 ,6 1 ö lü m 89 ön em sizlik 27, 28, 114,

özd eş ö n erm e 46-48, 79, 113, 115, 1 1 6 ,1 2 1 ,1 2 2 , 126, 127 ö n sö z 11-17,28 öz 1 4 ,3 8 ,8 3 , 101, 106, 119 özd eşler 116-118 özdeşlik 2 0 ,4 8 ,7 9 , 113, 121, 123 fikirlerdeki özdeşlik 121

terim lerdeki (sö z ­ cüklerdeki) ö zd eşlik 121 ö zd e ş-o lm am a 124 öz-du ygulan ım 106 özd eş ö n erm e 121 ö zgü rlük 5 8 ,6 0 ,7 6 ,9 2 , 106, 107

P p aleo n im i 1 8 ,2 3 ,2 4 ,3 8 p a l/r e y 117 1 6 ,2 1 ,2 2 ,2 8 ph ilo so p h ia prote 38 politika 22 Port-Royal 120

p a re rg o n

pratik p r a x is 42, 4 3 ,9 3 , 96-98, 103 p r im u m m o v e n s 21 P roclus 117 p sikan aliz 14 ,4 9 p sikoloji 43, 7 9 ,9 7 p siko lo jizm 61

(r e n c o n lre r ) 65

rasyo n alizm 59 resim 1 6 ,2 0 ,2 2 retorik 49, 97, 115 ro m an s 78 R o u sseau , J. J. 13,114

S saçm alık 116 sahte reh berlik 2 0 ,2 2 ,2 3 Said , E. 13 sap m a (e c a r t) 2 5 ,7 1 ,7 2 , 94, 115 sertlik 104 silin ti (r a tu r e ) 17,18, 2 0 ,2 3 sim ge 7, 100, 11