Anadolu Arkeolojisi [3 ed.]
 9753531384 [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

NADOLU RKEOLOJİSİ Prof. Dr. Veli SEVİN

it Pvin

G E N İ Ş L E T İ L M İ Ş

UÇÜNCU

BASI M

Molla Fenari Sokak, Der Han 40-42, 3 44 10 Cağaloğlu - İSTANBUL Tel: (0212) 527 01 65 - (0212) 511 51 90 Belgegeçer: (0212) 511 47 76

www.deryayinevi.com e-posta:[email protected] • YAYIN NO : 215 • Basım: Önsöz Basım-Yayıncılık, Topkapı-İSTANBUL. ' • ISBN 975-353-138-4

© DER YAYINLARI - 2003

Copyright © Bu kitabın, Türkiye'de yayın hakları Der Yaymevi'ne aittir. Her hakkı saklıdır. Yayınevimizden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz. Hiçbir şekilde kopya edilemez, fotokopi, faksimile veya başka bir şekilde çoğaitılamaz ve yayınlanamaz.

Başlangıçtan Persler'e Kadar

ANADOLU ARKEOLOJİSİ

Prof. Dr. Veli SEVİN Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi

Ü Ç Ü N C Ü BASI M

D 0R YRYinifm İ S T A N B U L - 2003

iç in d e k il e r

ÜÇÜNCÜ BASKIYA BAŞLARKEN.....................VII İKİNCİ BASKIYA BAŞLARKEN....................... VIII BAŞLARKEN............................................................. IX GİRİŞ.............................................................................. 1 PALEOLİTİK ÇAĞ: Mağaralar ve Avcılar...............7 MESOLİTİK ÇAĞ: Ara Taş D önem i...................... 14 NEOLİTİK ÇAĞ: Köyler ve Köylüler..................... 18 Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ............................. 21 Erken Neolitik Ç ağ............................................... 48 Geç Neolitik Çağ....................................................67 KALKOLİTİK ÇAĞ: Örgütlenen Köyler...............78 Erken Kalkolitik Çağ............................................ 79 Geç Kalkolitik Çağ...............................................101 İLK TUNÇ ÇAĞI: Kaleler ve Beyler ...................116 ORTA TUNÇ ÇAĞI: Persler ve Tüccarlar.............151 SON TUNÇ ÇAĞI: Hitit İmparatorluğu................174 DEMİR ÇAĞI: Anadolu Devletleri........................ 194 Geç Hitit Beylikleri..............................................195 Urartu Krallığı......................................................201 Phryg Krallığı.......................................................239 Lydia Krallığı.............. :.......................................266 SEÇİLMİŞ TÜRKÇE BİBLİYOGRAFYA............289 ANADOLU'DAKİ BAŞLICA KAZILAR.............293 SÖZLÜK.................................................................... 303

U Ç U N C U BASKIYA BA ŞLA R K EN

Bugün üzerinde Türkiye Cumhuriyeti'nin ku­ rulu olduğu Anadolu yarımadası, konumu gereği dünyadaki gelişmelerden çabuk etkileniyor, bazen olumlu, bazen de olumsuz. Birlikte yaşıyoruz ve görüyoruz olup bitenleri bir bir. Bu hep böyle sürüp gitti bu topraklarda binlerce yıldan beri; sıkıntılı, bunalımlı günler yaşadı insanları çoğu kez. Bazen de huzuru, mutluluğu gördüler kuşkusuz. Farklı etnik kökene dayanan yüzlerce halk vardı yan yana. Ama yine de büyük devletler kurabildiler, görkemli uy­ garlıkları paylaşabildiler birbirleriyle el ele. Anadolu uygarlıkları böyle bir başarının, böyle bir sabrın ve böyle bir birlikteliğin ürünüdür. Elinizdeki, üçüncü basımı yapılmakta olan ki­ tap bu gelişmelerin, eski Anadolu insanlarının kısa bir öyküsüdür. Onları tanıdıkça daha çok sevecek, sevdikçe de daha çok tanımak isteyeceksiniz. Türkiye'de eski Anadolu insanını öğrenmeye yönelik çalışmalar yapılıyor her yıl, kazmalar, çapa­ lar, kürekler, malalar ve fırçalar aralıyor geçmişin gizemini yavaş yavaş. Bu yüzden de eskiyor yazılan­ lar....

İK İNC İ BASKIYA B A ŞL A R K EN Anadolu Arkeolojisi kitabının ikinci baskısı genişletilerek yapılıyor. Çünkü yarımadanın on bin­ lerce yıllık geçmişine açılan kapının kanatları her yıl bilimsel kazılarla biraz daha aralanıyor. Bilgiler giderek artıyor. Ancak yine de Anadolu uygarlıkları kapalı kutu olma özelliğini hala korumaktadır. Yeni kuşakların daha modern yöntemlerle bu alana yö­ nelmesi bu bilmecenin çözümünü hızlandıracaktır. Elinizdeki kitap bu sürece olumlu bir katkıda bulunabilirse ne mutlu.

Van 1999

BA ŞLA RK EN Türkiye çoğu kez büyük bir açık hava müzesi olarak tanımlanır. Bu doğru bir yakıştırmadır. Çün­ kü bu bereketli topraklarda insanoğlu yüz binlerce yıldır yaşar gider, kah büyük devletlere ve uygarlık­ lara parlak imzalar atarak, kah silik ve solgun bir iz bırakarak. Onları kimi zaman Kaniş'in dar sokakla­ rında, kimi zaman Ephesos'un mermer caddelerinde, kimi zaman Urartu'nun yalçın kayalıklarında, kimi zaman da Süleymaniye’nin kubbeleri altında bulabi­ lirsiniz hala. Binlerce yıldır gelip geçmiş, parlayıp sönmüş olan bu uluslar rengarenk Anadolu mozayiğinin taşlarıdır. Bu mozayik ne doğuya, ne batıya tıpa tıp benzeyen ve ne de onlardan tümüyle farklı, olabildiğince özgün bir kültürel sentezin ürü­ nüdür, sıcak ve insana yakın, Anadolu sentezi.... Elinizdeki kitap mozayiğin en eski, en tozlu taşlarını, eski Anadolu uygarlıklarını tanıtmak, sev­ dirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Tozlu taşlar ışıyıp parladıkça mozayik daha da güzelleşip uyumlu bir hale gelecek; Anadolu'da yaşamanın keyfine varılacaktır. Kitabın hazırlanması sırasında Nevali Çori ta­ pmağına ilişkin restitüsyonları vererek yardımlarını esirgemeyen Alman Arkeoloji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Harald Hauptmann'a teşekkürlerim son­ suzdur. Tarabya 1996

g ir iş

İnsanoğlu bu g ü n içinde yaşadığı kentleri, her gün girip çıktığı, ö m rü n ü n geçtiği evleri hiç yadırgamaz. Sanki bildim bilesi vardır b un lar insanın yaşamında, sanki insanoğlu gözünü daima b ir çatı altında açm ıştır dünyaya. H ep böyle sanılır, hep böyle d ü şü n ü lü r nedense. Oysa çok değil, atalarımız ilk k o n u t ve köyleri­ ni daha 10 bin yıl kadar önce kurm aya başla­ mışlardı, yüz binlerce yıl mağara köşelerinde barınm aya çalıştıktan sonra. Bu 10 bin yılda da, birkaç hanelik köylerden m ilyonluk kentlere, yarı yarıya yer altına k u ru lm u ş kulübelerden gökdelenlere doğru geliştirdi uygarlığını hiç duraksam adan. Asya ile Avrupa arasında adeta b ir köprü görevi üstlenen Anadolu yarımadası, engebeli topografık yapısına karşın, ko n u m u , elverişli coğrafi özellikleri ve zengin doğal kaynakları y üzünden tü m bu gelişmelere tanık oldu. Ayrı ayrı köşelerinde yaşayan, çoğu kez birb irin d e n habersiz toplum ların farklı gelişim süreçleri geçirmelerine olanak sağladı, barınak oldu. Bu yüzden Anadolu uygarlıkları, y arım adanın in ­ sanoğluna sunduğu olanakların bir sonucudur. Eğer bu, tek düzelikten uzak, çok renkli bir uygarlıksa b u n u yine ona borçluyuz. Anadolu'yu bölgesel uygarlıklar ülkesi ola­ rak tanım lam ak da olasıdır. Sözgelimi Ç ukuro-

va K onya O v a sın d a n , Göller Bölgesi İzm ir yö­ resinden, M arm ara Bölgesi Malatya-Elazığ çev­ resinden, D oğu A nadolu da G üneydoğu A na­ dolu'dan oldukça farklıdır bu eski zamanlarda. Ulaşım olanakları kıt, dağlarsa geçit vermez bu diyarda. A nadolu mozayiğinin taşları birer b i­ rer ışıldarlar adeta, her biri kendi köşesinde. A n a do lu'n un uygarlık tarihi açısından önem i de bu çok renklilikten kayn aklanm akta­ dır. N ite k im aşağıda görüleceği üzere, bu d u ­ ru m ta rih in in hem en her dö nem ind e karşımıza çıkacaktır. A ncak bu denli uzun ve bölgesellikle örgülü b ir süreci anlatm ak da pek kolay değil­ dir. Özellikle farklı k ültü rlerin ortaya çıkış, gelişim ve sona erişleri ile b u n ların birbirleriyle ilişkilerini yalnızca çanak çöm lekçilikteki kim i farklılaşm alardan yola çıkılarak yapay sınırlar ya da çağlar içinde ele alm an ın getirdiği so ru n ­ lar önem li sıkıntılara yol açmaktadır. Sözgelimi VI. bin yılın* ilk yarısı içinde çıkan ve boyalı çanak çömlek kü ltürlerin i ifade etm ekte hala kullanılan K alkolitik terim i tüm üyle yanlıştır. Bu yapay d ö nem de ne m adencilik ve ne de çöm lekçilikteki boya bezeme ilk kez ortaya çıkm ıştır; ancak elinizdeki kitapta genel olarak benim senm iş bu gibi terim leri değiştirerek yeni bir karm aşa ortam ı yaratm aktan da kaçınılm ış­ tır. B urada m ü m k ü n olduğunca karışık ayrın­ tılardan uzak kalınarak, okuyucuya daha basit anlaşılabilir bir tablo sunulm aya gayret edilmişGünümüzden Önce (G.Ö)'ler dışında kitapta geçen tüm tarihler M.Ö.'ye aittir.

tir. Ç ünkü temel amacımız Anadolu uygarlıkla­ rının eskiliği ve renkliliğini gösterebilmek, sonuçta da onları sevdirebilmek, benim setebilmektir. Bizdeki ilgisizliğe karşılık, uygarlıklar ü l­ kesi Anadolu Avrupalı gezginlerin dikkatini çok erken yıllardan itibaren çekmişti. Bu tarih XIX. yüzyılın başlarına değin uzanır. O sm anlı Devleti'nin b u alandaki v u rd u m duymazlığı onları bu topraklarda çok etkin kılm aktaydı. Başkent İstanbul'dan fermanı kapan Avrupalı müze ajanları yarım adanın dört bir yanına da­ ğıldılar ellerinde kazmalarıyla çok geçmeden. Önce yüzeyde bulu n an lar derlendi bir bir. Sir Charles Fellows 1838’de K santhos, 1857’de de Bodrum 'daki M ausoleion'dan taşıdı en göz alıcı parçaları Londra'ya gemilerle. O n u 1869'da J.T. Wood izledi Ephesos A rtem isionu'nda ve di­ ğerleri sonra. Birbiri ardına sürüp gitti yağma ta ki O sm an H am d i Bey'e dek yarımadada. M o d ern T ürkiy e arkeolojisinin temelleri ise C u m hu riy et D önem i'nde atılır A tatürk tara­ fından. O 'nu n 1931 yılında K onya’dan Başba­ kan İsm et İnönü'ye çektiği: "M em leketim izin hem en her tarafında emsalsiz defineler halinde yatm akta olan kadim (eski) m edeniyet eserleri­ n in ileride tarafımızdan meydana çıkarılarak ilmi b ir surette muhafaza ve tasnifleri ve geçen devirlerin sürekli ihmali y üzünden pek harap bir hale gelmiş olan abidelerin muhafazaları için m üze m ü d ürlük lerin e ve hafriyat (kazı) işlerinde kullanılm ak üzere arkeoloji m ütehas-

sıslarm a kat'i lüzum vardır." yolundaki telgrafı b u yönde atılmış en önem li adım dır. Aynı yıl T ü r k T a rih K u ru m u , b u n lard an 4 yıl sonra da genç arkeologları yetiştirecek A nkara Ü niversi­ tesi D il ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulur. B u nu İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fak ülte­ s in in Arkeoloji K ü rsüsü ve E n stitüsü izler. A hlatlıbel ve Alacahöyük'te ilk kazılar başlatı­ lır; arkeoloji eğitimi için yurt dışına çok sayıda öğrenci gönderilir. Nazi A lm anyası'ndan kaçan bilim adam larına kucak açılarak arkeoloji bili­ m in in gelişmesi sağlanır. H .G üterbock, H .T h . Bossert, B .L andsberger ve E.Bosch gibi hocalar yetiştirir ilk öğrencileri Ankara'da, İstanbul'da. B ugün y u rd u m u z d a bir yıl içinde gerçek­ leştirilen 120 kadar kazıdan 75'i; 95 kadar yüzey araştırm asından da 54'ü T ürkiyeli bilim a d am ­ larınca y ü rü tülm ek tedir. Uluslararası düzeyde­ ki bu çalışmalar T ü rk iy e'n in hem en h er bölge­ sine yayılmıştır*. İn sa n ın yeryüzünde geçirdiği, giderek hız­ lanan gelişim süreci çeşitli evrelere ayrılarak incelenir. B unlar, teknolojik ilerlemeler gözönüne alınarak düzenlenm iş yapay evreler­ d ir ve sürecin daha kolay b ir biçim de anlaşıl­ m asına yardım etm ek am acm dadırlar. Buna göre: M ağaralarda yaşadığı, yoğun avcılık ve toplayıcılıkla geçen ilk uzun dönem ler Paleolitik; köyler k u ru p üretim e başlaması N e ­

*

Kitapta adı geçen kazı yapılmış arkeolojik merkezler için ekteki listeye bakınız.

olitik; ü retim de uzm anlaşarak toplum sal geliş­ melere yol açması K alkolitik; tu nç alaşım ım bulması ve karm aşık b ir toplum sal yapıya ka­ vuşması T u n ç Çağı; son olarak dem ir m adenini keşfederek yoğun bir biçim de yaşam ına alması da D e m ir Çağ olarak adlandırılır. Aşağıdaki satırlarda insanın A nadolu ya­ rım adasındaki gelişimi bu yapay bölünm elere sadık kalınarak ele alınmıştır.

PALEOLİTİKÇAĞ: MAĞARALAR VE AVCILAR

İn sano ğlu n un Anadolu yarım adasındaki en eski yerleşmeleri Paleolitik Çağ'm Paleolitik Çağ'ın başlarına değin uzanır. Palaios= e sk i ve liîhos- t a ş sözcüklerinden türetilerek Paleolitik yani Eski Taş Çağı ya da Türkiye'deki yaygın kullanım ıyla Y ontm a Taş Devri adı verilen bu dönem de insanlar değişken iklim koşullarına u yum sağlamaya çalışarak, geniş coğrafi alanla­ ra seyrek ve dağınık d u ru m d a yayılmışlardı. M esken olarak önceleri doğal mağaraları, kaya altı sığm aklarını ve giderek açık havada, dal, çalı çırpı ve hayvan postlarından yaptıkları çok ilkel barınakları kullanm ışlardı. Sürekli o tu ­ rulm ayan bu barınaklar, besin kaynaklarının konum uyla ilgili olarak zaman zaman yer değiş­ tirm ekteydi. Ü retim k o n usun da hiç bir bilgisi olmayan, geçim ini avcılık ve toplayıcılıkla sağ­ layan ilk insanlar g ünlük yaşantılarını, doğada kolaylıkla b u lu n a n iri çakıl taşlarından kaba aletler yaparak kolaylaştırmaya çalışıyorlardı. İnsanlık tarihi sürecinin en uzun b ö lü m ü ­ nü oluşturan Paleolitik dönem , taş teknoloji­ sindeki gelişime göre, "Alt", "Orta" ve "Üst" ol­ m ak üzere üç ana bölüm e ayrılmaktadır.

A nadolu yarım adasındaki en erken yer­ leşme izleri Alt Paleolitik Çağ'dan (Eski Taş D evri) kalm adır. G ü n ü m ü z d e n 400.000 yıl ka­ dar önce başlamış olan bu zam anda yarım adada Afrika kökenli Homo erectus (dik yürüyen) türü fosil insanlar yaşamaktaydı. Bu evre insanları, gerek beyin kapasitelerinin gelişmesine, gerek k ü ltü r b irik im in in artm asına paralel olarak, basit yongalam a ve işleme teknikleriyle avlan­ mak, yabanıl hayvanlardan k o ru n m a k ve g ü n ­ lük işlerinde kullanılm ak üzere çeşitli yonta taş aletler üretm işlerdir. T ü rk iy e'd e Paleolitik Çağ'ın en eski yer­ leşme yeri İstanbul'da, K üçük Çekmece Gölü' n ü n kuzey ucundaki Y a rım b u rg a z M ağ a ra sı' dır. D ik eğimle yükselen bir sırttaki mağara iki doğal oyuktan oluşur; bun a uygun olarak da iki girişlidir. Y ukarı M ağara k ö rd ü r ve O rtaçağlar­ da bir şapel olarak kullanılm ıştır. Aşağı Mağara ise çok daha b ü y ü k tü r ve uzunluğu 600 m.yi bulur. Alt Paleolitik'ten başlayıp Roma-Bizans d ö nem lerine değin süreklilik gösteren 16 taba­ ka içerir. B u nlard an 6.-11. tabakalar orta ve üst Paleolitik; 12-16. tabakalar alt Paleolitik Çağ'a ilişkindir. Alt Paleolitik dönem tabakaları O rta Pleistosen'in ortalarında fosil insanlarca oluştu­ rulm u ştur. Homo erectus tü rü bir insan dişi fosi­ li, çok ilkel çakm ak taşı ve kuvarsit yonga alet­ lerin yanında, ayıgiller, köpekgiller ve boynuz­ lugiller gibi M em eli hayvanlara ait kem ikler bu erken tabakaların b u lun tu ları arasındadır. Taş alet yapım ı için gerekli ham m adde yakın çev­

reden sağlanmıştır. Taş alet endüstrisi A nado­ lu'dan çok Avrupa örneklerine benzer. Bu dö­ nem de mağarada uzun süre boyunca d ö n ü ­ şüm lü ve mevsimlere bağlı olarak 12-15 kişilik bir topluluğun barındığı, olasılıkla kış mevsimlerindeyse ayı tü rü hayvanlarca in ola­ rak kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Yarımburgaz'dan iki satır

Anadolu'da Y arım burgaz'dan h em en son­ raya ait stratigrafık nitelikte bulgu veren en önemli yerleşme yeri K a ra in M ağ a ra sı'd ır. A ntalya'nın 30 km. kadar kuzeybatısında, de­ nizden 450 m. yükseklikteki mağara 50 m. ka­ dar derinliğindedir. B irbirine dar giriş ve ge­ çitlerle bağlı üst üste 8 bü yük boşluktan oluşur. K orunaklı konum u,ağzının güneye açık oluşu ve geniş b ir oturm a alanına sahip b ulu n u şu yüzünden insanların her evrede sığınabilmiş

oldukları mağarada Alt Paleolitik Çağ’ın sonla­ rınd an başlayıp R oma Çağı'na değin süren 8 tabaka açığa çıkarılmıştır. Homo sapiens neandertalensis tü rü n d e insana ilişkin bir çocu­ ğun süt azı dişi, Homo sapiens sapiens türde bir insan kafatası ile antik fil, su aygırı, mağara arslanı, mağara sırtlanı, mağara ayısı, öküz, at, geyik, alageyik gibi hayvanlara ait kem ikler ve çakm ak taşı aletler bu erken dö nem in in ­ san,hayvan ve aletleri h a k kınd a bilgiler sağlar. O rta Paleolitik Çağ'a (G.Ö. 92.000-110.000) ait bir ocak ile yanmış kem ik ve od un kalıntıları in san oğ lu nu n ateşi kullanm aya başladığını ve belki de yiyecek pişirm e faaliyetini öğrendiğini gösterir. Çok sayıda ovis/capra, bizon, öküz, at,geyik, sığır d om uz ve ayı kalıntıları bu dö­ n em insanlarının ustalaşmış avcılar old uğ u nu n kanıtıdır. Paleolitik Çağ'm son evresi gü n ü m ü z d en 40 b in ile 10 bin yılları arasında yaşanmıştır. Bu zam anda dü ny an ın iklimi oldukça soğuktur. Ü st Paleolitik denen bu kısa ve fakat gelişmiş evrede, nesli g ü n ü m ü z d en 30-40 bin yıl kadar önce tü k e n en Homo sapiens neandertalensis yeri­ ni, "düşünen insan" da denen ve g ü n ü m ü z insa­ n ın ın özellilerini taşıyan Homo sapiens sapiens tü rü n e bırakm ıştır. T aş aletler çok gelişmiş ve çeşitlenmiştir. K e m ik te n yapılmış iğne ve biz gibi aletler bu evrenin ü rü n ü d ü r; ancak en dik­ kat çekici özellik ise yeni sanatsal etkinlikleri­ dir. Bu aynı zam anda in san oğ lun un ulaşmış olduğu zihinsel düzeyin en som ut kanıtıdır.

Antalya yöresinde K arain ve Ö küzini m ağarala­ rının duvarları ile bu mağaralar ve Beldibi Mağarası’nda bulu nan yassı çakıl taşları üzerine gravür tekniğiyle çizilmiş hayvan motifleri din, büyü ve sihirle karışık bir sanatsal yaklaşım ile ilerlemiş bir av k ü ltü rü n ü n ortaya çıkmaya başladığına işarettir. Mağara resimlerine A dıyam an yak ınların ­ daki Palanlı ile Kars yakınlarındaki Camuşlu' da da rastlanır. Burada mağara duvarlarına daha çok yaban keçisi ve geyik betim leri işlenmiştir. Ayrıca V an-H akkari bölgesindeki T irişin Yaylası'nda ve Cilo dağları üzerindeki G evaruk’ta vurm a tekniğiyle yapılmış binlerce kaya resmi bu lun m ak tad ır; ancak bir yerleşmeye bağlı olmayan bu türde resimlerin tarihlenm esi ol­ dukça sorunsaldır.

Tirişitı Yaylası kaya resmi

Y arım burgaz, K arain, Beldibi, Belbaşı ve O küzini gibi çok uzu n süre iskan edilmiş ya da yöntem li b ir biçim de araştırılmış bu mağarala­ rın yanında, A nadolu'da bu dönem e ilişkin başlıca mağara ve kaya altı sığınağı tü rü n d e yerleşmelere, K ars yakınlarında C am uşlu, Ela­ zığ yakınlarında K üllününini, Gaziantep'te İkizini ve D ü lü k vadisindeki Şarklı M ağara, A ntakya'da K anal, Ü çağızlı, T ık alı ve M erdi­ venli, D iyarbakır'da M alikli, İsparta'da K apalıin, Antalya yakınlarında da K ızılin, G avurini ve Ç arkini’nde rastlanm ıştır. Ayrıca G üneydoğu Anadolu'da A dıyam an yöresindeki Şehrem uztepe ve Pirun ile A ntakya'da A ltın ö­ zü ve Şenköy Alt, O rta ve Üst Paleolitik çağlara ait b u lu n tu veren m erkezler arasındadır. A n k a­ ra'da K eçiören, U zağıl ve Etiyokuşu ile İstan ­ bul'da Pendik ve G öksu Alt ve O rta Paleolitik;

İl

Palanlı Mağarası kaya resimleri

yine İstanbul'daki Haram idere ve A ğaçlı ise Üst Paleolitik dönem in asal b u lu n tu yerleri ve açık hava yerleşmeleridir.

MESOLİTİK ÇAĞ: ARA TAŞ DÖNEMİ

Buzul Çağı'nın sonları (W ü rm ) ve Holosen Çağı'nın başlarına doğru, g ü n ü m ü z d en 11-12 bin yıl kadar önce dünyam ızda yeni iklim k o­ şulları belirmeye başladı. Buzullar kuzeye doğ­ ru çekildi ve eskinin soğuk iklimi giderek ısınm aya yüz tuttu. Bu gelişmeler günüm üzdekini an dıran yeni çevre ortam larının belirişine yol açıyordu. B ununla ilgili olarak bitki ve hay­ van türleri de değişmeye başlamıştı. Sözgelimi B uzul Çağı'nın kaim postlu m am u t tü rü iri hayvanları yerlerini daha küçük ve çevik olan­ lara bırakıyordu. İnsanoğlu ekolojik ortam daki bu köklü değişimlere ayak u y d urm akta hiç d u ­ raksamadı. Böylelikle de yeni bir dönem e imza­ sını atm ış oluyordu. Bazen Epipaleolitik olarak da adlandırılan M esolitik dönem Paleolitik'ten Neolitik Çağ'a geçişi hazırlayan bir geçiş süreci g ö rü n ü m ü n ­ dedir. Mesos = orta, ara ve lithos = taş sözcükle­ rin d e n türetilerek M esolitik yani O rta Taş ya da Ara Taş Çağı adı verilen bu dö nem in te k ­ nolojik açıdan yeni ekolojik ortam a kültürel bir geçişi yansıttığı da söylenebilir. Öyle ki, taş alet endüstrisi y ön ü n d en Paleolitik Çağ'ın gelenek­ lerini sü rd ürm ek le birlikte, daha küçük ve do­ layısıyla daha hızlı yeni hayvan türleri insanları

avcılıkta önem li teknolojik gelişmelere zorla­ maktaydı. Ç ünkü bir tavşanı, iri bir el baltasıyla avlamak olanaksız denecek kadar zordu. Bu yüzden de eski hantal silah ve aletlerin yerini artık yenileri almalıydı. Ö rneğin artık ok ve yay gibi silahlar gerekli hale gelmişti. M esolitik Çağ insanlarının en çarpıcı özelliği "mikrolit" de­ nen, obsidyen, çakm ak taşı vb. taşlardan yapı­ lan k üçük taş aletleridir. B u n u n yanında kem ik alet kullan ım ın da artış ve aletlerde çeşitlenme görülür. Önasya'da yaşamını hâlâ besin toplayıcılığı ekonomisiyle sü rd üren yeni insan kü m elerinin belirdiği bu dönem de Anadolu hakk ın da ay rın­ tılı bilgi yoktur. H atta N eolitik Çağ’m ortaya çıkm asına yol açan çevresel ve kültürel ortam ın olup olmadığı bile bilinm em ektedir. A nadolu'­ daki M esolitik yerleşme yerlerinin çoğu Toroslar'ın güneyi ile M arm ara bölgesi ve Batı Karadeniz'de yoğunlaşmıştır. Ö rneğin A n tal­ ya'da Karain, Ö küzini, B eldibi ve B elbaşı, Gaziantep'de Şarklı M ağara gibi mağaralar ile B urdur'da Baradız, Şanlıurfa-Bozova'daki S ö ­ ğüt T arlası ve Biris mezarlıkları gibi açıkhava yerleşmeleri bu dönem in en iyi temsil edildiği m erkezler arasındadır. A ntalya'nın 50 km. kadar güneybatısında­ ki, birbirlerin den 5 km. uzaklıktaki B eldibi ve B elbaşı mağaraları ile son yıllarda kazılmaya başlanan Öküzini'nde gerek Ü st Paleolitik'ten Mesolitik'e geçiş ve gerekse M esolitik gelişimi yansıtan yerleşme katları daha iyi bir biçim de

Karain'den Epipaleolitik kemik ve taş aletler

incelenm iş; Üst Paleolitik Çağ'm sonlarına doğ­ ru çevrede kimi değişikliklerin başladığı; besin eko n om isinin deniz ürünleri ile yabanıl dağ keçileri ve geyik türlerine dayanan b ir biçime d ön üştüğü; bu hayvan türleriyle ilişkili olarak da "mikrolit" denen m inik aletli b ir endüstriye geçildiği, dibek ve öğütm e taşlarının varlığın­ dan da en azından tahıl öğütm e sürecine giril­ diği belirlenm iştir. B u n u n yanında, çağın iler­ leyen teknolojisi ilk kez olarak kom pozit (kar­ maşık) aletlerin ortaya çıkm asına da neden ol­ m uştur. Çakmaktaşı ya da obsidyen m ikrolitle­ rin ahşap ya da boynuz bir sapa sıra halinde çakılması ile yapılmış oraklar bu dönem in b u ­ luşları arasındadır. Bu da üretim de biçm e işle­ m in in ortaya çıktığına kanıttır. B ütün bunlar

M esolitik Çağ Anadolu insan­ larının çevre­ lerini kendile­ rin d en önce ge­ lenlerden çok daha etkili bir biçim de değer­ lendirm eye baş­ ladıklarını gös­ terir. K im i m a­ ğaraların k ırm ı­ zı boya ile ya­ pılm ış insan ve hayvan resim le­ riyle süslenmesi bu çağ insanıBoynuz saplı orak nın da sanatsal yaklaşımlarda b u lu n d u kların ı gösterir. Ö küzini'nde bu evreye ait kem ikten b ir tığ üzerinde yapılan C14 anali­ zi G.Ö. 12.000 tarihini vermiştir. M ağaradan elde edilen en eski C14 tarihi ise G.Ö. 16.500 yılıdır.

»

NEOLİTİK ÇAĞ: KÖYLER VE KÖYLÜLER

Çağımızın sosyal ve ekonom ik düzeninin tem elini oluşturan ve neos = yeni, lithos = taş sözcüklerinden türetilerek N eolitik yani Yeni T aş D önem i, T ürkiye'deki yaygın kullanımıyla Cilalıtaş Devri insanlığın kültürel gelişim inde­ ki en önemli süreçtir. Ç ü nk ü bu süreçte insa­ n o ğ lu n u n yaşam ve geçim tarzı köklü değişik­ liklere uğrayarak, b ir bakım a g ü n ü m ü z uygarlı­ ğ ının temelleri atılm ıştır. Bu dönem in ana öğeleri, geçici doğal barınaklardan kalıcı köysel yaşama; giderek avcılık ve toplayıcılıktan da ü retim e yani tarım ve hayvancılığa geçiş olarak özetlenebilir. Böylelikle artık insanoğlu doğal çevreye yalnızca asalak ve yıkıcı bir anlamda karışm akla yetinm eyerek, beslenebilmesi için yararlı bitki ve hayvan tü rlerin in çoğaltılmasını sağlayarak üretimci-yapıcı olm uştur. İlk kez Y akın D oğu'da filizlenen bu dönem bazen "Neolitik Devrim" olarak da nitelenir. Oysa bu gelişim gerçek bir devrim gibi b ird en ­ bire olm aktan çok yaklaşık İ.Ö. 10.500-7000 yılları arasında yavaş yavaş ve sürekli evrim s o nu cun da olgunlaşmıştır. İnsanoğlu ile doğal ortam arasında yeni bağlantıların kurulm asına, dolayısıyla yeni bir yaşam biçim ine yol açan en b üyük etken, gü­

nüm üzden 13-14 bin yıl öncesinde son Buzul Çağı'nm bitişini izleyen dönem de yavaş yavaş beliren iklim değişiklikleridir; ç ü nk ü D ö rd ü n ­ cü Zam an'm son buzul devrinde (W ürm ) A vru­ pa'nın kuzeyindeki buzulların çekilmeye yüz tutmasıyla iklim giderek ılımanlaşmış, b u g ü n ­ küleri andıran bir bitki örtüsü ile hayvan türleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Sonradan tarım a alınacak ve evcilleştirilecek buğday ve arpa gibi bitkilerle, koyun, keçi, dom uz gibi hayvan tü r ­ lerinin yabanıl olarak belirmesi sonucu mağara döneminin avcılık koşulları giderek değişti. Böylelikle avcılık ve besin toplayıcılığının yeri­ ni önce yerleşik düzene geçiş, sonra da çiftçilik almaya başladı. Ç ün kü A kdeniz havzasının günüm üzdekinden daha yağışlı ve serin iklim koşullarının değişikliğe uğraması yani k u ra k ­ laşma yü zünden eskiden geniş coğrafi alanlar üzerinde dağınık halde yaşayan insanlar artık giderek seyrekleşen su kaynakları yakınm a doğru çekilmeye, özellikle vadi tabanlarında toplanmaya başlamışlardı. A rtık karanlık ve nemli mağara oyuklarına sığamaz du ru m a gel­ mişlerdi. İn san o ğlu nu n toprağa bağlanm aya başlayışı onu yeni keşiflere itti. Önce, güneşte kurutulan ç am urun sağlamlığını öğrendi; d u ­ varlar ve ko nu tlar yapmaya başladı. M ağaralar yavaş yavaş terkedildi. Böylelikle g ü n ü m ü z şehirciliğinin yani uygar yaşamın ilk adımları atılmış oluyordu. Yakın D oğu'da geçici doğal barınaklardan yerleşik yaşama, avcılık-toplayıcılıktan da ü re t­ ken ekonomiye geçişin nasıl ve nerede gerçek-

leştirildiği konuları tam anlamıyla açık değil­ dir. B u nu nla birlikte, Şanlıurfa'nın Bozova ilçe­ si yakınlarındaki Biris M ezarlığı ve Söğüt T arlası Epipaleolitik'ten N eolitik Çağ'ın en erken evrelerine geçişi anlamaya yardım da b u­ lunacak yerleşme yerleridir. B u nd an on yıl ön­ ceye kadar yerleşik yaşamın ancak üretici eko­ n o m iden sonra ortaya çıktığına inanılıyor ve hatta bu yüzden de bu dönem e bazen "İlk T a ­ rım cı K öy T oplulukları Dönemi" adı veriliyor­ du. Oysa son yıllarda G üneydoğu Anadolu'daki H allan Çemi ve Çayönü gibi yerleşmelerde ya­ pılan arkeolojik keşifler bu terim in uygun ol­ madığını, bu na karşılık yerleşik ve fakat avcıtoplayıcı grupların varlığını ortaya koymuştur. Yerleşik avcı-toplayıcılıktan üretici ekonomiye geçebilmek için de önce yetiştirilmeye elverişli buğday, arpa vb. ü rün ler ile evcilleştirilebilecek koyun, keçi vb. hayvanların yabanıl bir d u ru m ­ da bulunm ası ve uygun coğrafi koşullu bir or­ tam gerekm ektedir. A nadolu'nun özellikle g ü­ ney kesimi bu niteliklere sahipti, bu yüzden de N eolitik Çağ'ın en erken evrelerinde bile varlık göstererek Y akın D oğu Neolitik uygarlığında özel b ir yer almıştır. N eolitik Çağ'da kile elle biçim vererek ateş­ te pişirm ek, böylelikle de g ünlük işlerde büyük kolaylık sağlayacak çanak çömleği üretm ek önem li bir aşamadır. Ç ünkü insanoğlu çok ge­ lişkin kimi kent ve köyler ku rm u ş olmasına karşın, önceleri kili biçim lendirip pişirerek çanak çömlek yapmayı beceremiyordu. G ünlük kap kaçağını ya ahşap ya da taşları oyarak sağlı­

yordu. Bu nedenle N eolitik Çağ'ın yaklaşık 10 500-7000 yılları arasındaki bu erken aşamaları­ na "Aseramik Neolitik" ya da "Seramiksiz N eo ­ litik" veyahut da "Çanak Çömleksiz Neolitik" adı verilir. Bu çağın Anadolu'daki en iyi ve bel­ ki de en erken temsilcileri güneydoğu bölge­ mizdeki H allan Çemi, Çayönü, Nevali Çori, Göbeklitepe ve G ürcütepe'de saptanm ıştır. Ç A N A K Ç Ö M LEK SİZ N E O L İT İK ÇAĞ B atm an iline bağlı K ozluk ilçesi y a k ın ın ­ daki H allan Ç em i H ö y ü ğ ü ’nde yapılan kazılar M esolitik'ten N eolitik Çağ'a geçiş ya da N eoli­ tik Çağ'm hiç bilinm eyen en erken evreleri k o­ nu sun d a yeni bilgiler sağlamıştır.

•::v:":"V:”

:—

rj ?s:.y

v

t -T



*,

Hallan Çemi evleri

G üneydoğu T oroslar'm güney etekleri üze­ rindeki, 4 m. yüksekliğindeki höyük Çayönü' n ü n en erken evresinden biraz daha önceye

g itm ektedir. Burası A nadolu'nun şimdiye değin saptanm ış en eski köyüdür. 4 yapı katı saptan­ mış olan H allan Çemi köyünde evler toprağa açılmış 4-6 m. çapındaki yuvarlak ya da oval bir ç u k u ru n içine inşa edilmişti. D uvarların alt kısm ı ahşap dikmelerle desteklenerek taştan yapılmış, üst kısımlar ise kamış ve ince dallarla örülerek alttan ve üstten çamurla sıvanmıştı. Çatı ahşap direklerle desteklenmişti. T abanlar sarı renkli bir çamurla sıvalıydı, bir örnekte ise dü zg ün kaplam a taşları kullanılmıştı. Geçimle­ rini hala avcılık ve toplayıcılıkla sağlıyorlardı ve besin üretim i aşamasına gelebilmiş değiller­ di. E n çok koyun ve keçi avlıyorlar; do m uzun evcilleştirmesiyle ilgili kim i deneysel uygula­ m alarda bulunuyorlardı. Alet yapım ında, çoğu kez kuzeyden Van-Bingöl yöresinden getirilen obsidyeni kullanıyorlar, taştan oydukları ça­ naklarını ise zaman zaman geom etrik ve az da olsa gerçekçi bezemelerle süslüyorlardı. C 14 sonuçlarına göre bu ilk köyün ortalama tarihi G.Ö. 10.200-9.200 yıllarına rastlamaktadır.

Hallan Çemi’den taş kaplar

H allan Çemi G üneybatı Asya'nın kü ltü r gelişiminde D oğu A nadolu'nun önem li bir yeri olduğunu; X. ve IX. binyıllardaki kültürel geli­ şimin köklerinin çağdaş D oğu A kdeniz k ü ltü r­ lerinden çok Toros-Zagros eteklerindeki daha erken yerel kültürlerle ilişkili b u lu n d u ğ u n u ortaya koym uştur. H allan Çemi G üneybatı Asya'nın k ü ltü r gelişiminde D oğu A nadolu'nun önemli bir yeri ol­ duğunu; X. ve IX. Bin yıllardaki kü l­ türel gelişimin k ö k ­ lerinin çağdaş D oğu A kdeniz kü ltü rle­ rin d en çok, Toros Zagros eteklerinde­ ki daha erken yerel kültürlerle ilişkili b u lu n d u ğ u n u orta­ ya koym uştur.

Hallan Çemi hayvan başlı havaneli

H allan Çemi'den 1000 yıl kadar sonra yer­ leşilmiş bulu nan Çayönü D iyarbakır'ın Ergani ilçesi yakınlarında, N eolitik Çağ’ın tü m dö­ nemleriyle temsil edildiği bir höyüktür. Çanak çömleksiz N eolitik D önem 'e ait en alttaki k ü l­ tü r katı yapı türlerine göre yuvarlak planlı basit kulübelerden taş temelli, kerpiç duvarlı k arm a­ şık yapılara değin sürekli bir gelişme gösterir ve 6 evreye ayrılır. G.Ö. 10.200-8000 yılları arasına

»

Çayönü yerleşmesi planı

ait olan bu yapı kalıntıları bu dönem için doğal görünebilecek basit barınaklar olm aktan çok, iyi tasarlanmış, kullanım ve yaşam alanları iyi­ den iyiye belirlenm iş ve kalıplaşmış bir gelene­ ğin temsilcileridir. H e r evre belirli bir yapı tipiyle temsil edilm ektedir. B unlardan en eskisi ise H allan Ç em i'dekine benzer şekilde yuvarlak planlı yapılar evresidir. Toprağa açılmış bir çuk u ru n kam ış ve daldan çam ur sıvalı duvarlarla ö rtü l­ mesiyle oluşturulan bu yapılar bazen taş tem el­ siz, bazen de taş temellidirler. Bu dönem G.Ö. 10.200-9200 tarihlerine aittir.

Q) 0> cQ o)'d O X g

oco -O

,4m

Q O g © C € 2