Korku: Yasamin Güvensizliklerini Anlamak ve Kabullenmek 6055890593, 9786055890599 [PDF]


128 13 5MB

Turkish Pages 175 [177] Year 2009

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Table of contents :
Ön Kapak
Yayınevi
Korkularına git
İçindekiler
Giriş - Korkunun Kendisini Anlamak
Korku nereden gelir?Nereye gider?
Canlı Gömülmek
Yapacak Çok Şey, Çok Az Zaman
Anlayış Önemlidir
Kutsal Güvensizlik
Ölümüne Korkmak Korkunun Köklerini Keşfetmek
Doğu ve Batı Gerçeklikleri
Psikolojik mi, Fiziksel mi
Bilen ve Bilinmeyen
Yaşamdan Korkmak
Belirsiz ve Bilinmeyen Güvenin Gizemi
Bilgiden Masumiyete
içsel Sese Güvenmek
Sevginin Seni Hareket Ettirdiği Şekilde İlerle
Hiçliğin İçinde Boğulmak
“Ben” Mahkumiyeti
Seviş, Savaşma Kendine ve Başkalarına Güvenmek
Yakınlık Korkusu
Kendinden Korkmak
Sevginin Diğer Yüzü
Korkusuzluğa Giden Bir Yol Bulmak: Görüşler ve Meditasyon
Kaçış yok
Özbilinç ya da özfarkındalık?
Sessiz olmaktan korkmak
Seni korkutan her ne ise, üzerine git
İki ekstremin farkında ol
Aceleci olma
Korkusuzluğu amaç edinme
Nefes vermeye korkmak
Korku varsa, kabul et.
Kaybedecek bir şey yok
Neşe panzehirdir
Yazar Hakkında
OSHO ULUSLARARASIMEDİTASYON MERKEZÎ
Arka Kapak
Papiere empfehlen

Korku: Yasamin Güvensizliklerini Anlamak ve Kabullenmek
 6055890593, 9786055890599 [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

KORKU Yaşamın Güvensizliklerini Anlamak ve Kabullenmek

KORKU Yaşamın Güvensizliklerini Anlamak ve Kabullenmek

OSHO

Copyright © 2008 OSHO International Foundation, Switzerland. www.osho.com/copyrights 2019 BUTİK YAYINCILIK VE KİŞİSEL GELİŞİM HIZ. TİC. A.Ş. Bu kitabın tüm yayın hakları Türkiye’de BUTİK Yaymları’na aittir. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

Eserin Orijinal ismi “FEAR-Understanding and accepting the insecurities of life, by Osho olup eser bire bir olarak çevrilmiştir.

Osho; Osho International Foundation’ın (OIF) tescilli markasıdır, www.osho.com/trademarks Kitaptaki metinler Osho’nun canlı konuşmalarından seçmelerdir. Osho’nun tüm konuşmaları kitaplara basılmış olarak ve ayrıca orijinal konuşma kayıtları olarak mevcuttur. Canlı konuşmalar ve metinleri online olarak www.osho.com adresi üzerinden OSHO Library’den alınabilir.

Yayıncı Sertifika No: 45507 Editör: Birol Gündoğdu İngilizce Orjinalinden Çeviren: Merve Duygun Dizgi, Mizanpaj Ajans Plaza Tanıtım ve iletişim Hizmetleri Ltd. Şti. Tel: 0.212.612 85 22 Basımevi: Cenkler Matbaacılık Amb. San. Tic. Ltd. Şti. Basımevi Adresi: İbrahim Karaoğlanoğlu Cad. Civan Sok. No: 7/1 Seyrantepe - İstanbul Tel: (02121 283 02 77 - 264 18 21 www.cenkler.com e-mail: [email protected] Matbaa Sertifika No: 13968

butik BUTİK YAYINCILIK VE KİŞİSEL GELİŞİM HIZ. TİC. A.Ş. Davutpaşa Cad. Emintaş Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/257 Topkapı - İstanbul Tel: 0212 612 05 00 Faks: 0212 612 05 80 www.butikyayincilik.com • [email protected]

Korkularına git. Yavaşça gir ki derinliğini keşfedebileşin. Ve bazen, çok derin olmadığını göreceksin. Bir Zen hikâyesi şöyle anlatır: Gece yürüyen bir adamın ayağı kayar ve adam taşlı bir yoldan düşer. Metrelerce aşağı düşmekten korkar, çünkü yolun kenarının çok derin bir vadiye uzandığını biliyor­ dur. O da kenarda sarkan bir dala tutunur. Gecenin karanlığında, altında görebildiği tek şey, dipsiz bir uçu­ rumdur. Bağırır ve tek duyduğu kendi sesinin yankısı olur. Onu duyacak kimse yoktur etrafta. Bu adamı ve bütün bir gece yaşadığı işkenceyi hayal ede­ bilirsin. Ölüm sürekli altında bekler, elleri üşür, hâkimiyetini kaybeder... Ama tutunmayı başarır ve güneş çıktığında, aşağı bakar... Ve güler! Uçurum falan yoktur. Sadece on beş santim kadar aşağıda kayalık bir düzlük vardır. Tüm gece dinlenebilir, rahatça uyuyabilirdi —düzlük yeterince genişti- ama bunun yerine, bütün gecesi­ ni kâbus gibi geçirdi. Kendi tecrübelerimden yola çıkarak sana şunu söyleyeyim:

Korku, on beş santimden daha derin değildir. Şimdi ister bir dala tutunup tüm yaşamını kâbusa çevir, istersen o dalı bırak ve ayaklarının üzerine bas, sana kalmış. Korkulacak hiçbir şey yok.

Osho

İÇİNDEKİLER

Giriş

.................................................................................................... 7 Korkunun Kendisini Anlamak

Korku nereden gelir? Nereye gider?............................................... 13 Canlı Gömülmek................................................................................ 19 Yapacak Çok Şey, Çok Az Zaman................................................ 27 Anlayış Önemlidir............................................................................. 35 Kutsal Güvensizlik............................................................................ 41 Ölümüne Korkmak Korkunun Köklerini Keşfetmek..................43 Doğu ve Batı Gerçeklikleri.............................................................. 49 Psikolojik mi, Fiziksel mi................................................................. 63 Bilen ve Bilinmeyen........................................................................... 73 Yaşamdan Korkmak......................................................................... 83 Belirsiz ve Bilinmeyen Güvenin Gizemi......................................... 89 Bilgiden Masumiyete......................................................................... 93 İçsel Sese Güvenmek......................................................................... 95 Sevginin Seni Hareket Ettirdiği Şekilde İlerle............................ 101 Hiçliğin İçinde Boğulmak............................................................... 111 “Ben” Mahkumiyeti........................................................................ 117 Seviş, Savaşma Kendine ve Başkalarına Güvenmek.................. 125 Yakınlık Korkusu............................................................................ 129 Kendinden Korkmak....................................................................... 135 Sevginin Diğer Yüzü........................................................................ 141 Korkusuzluğa Giden Bir Yol Bulmak:......................................... 149 Görüşler ve Meditasyon Kaçış yok.....................................................................................153 Özbilinç ya da özfarkmdalık?................................................. 154 Sessiz olmaktan korkmak........................................................ 155 Seni korkutan her ne ise, üzerine git......................................157

5

tki ekstremin farkında ol......................... 159 Aceleci olma................................................................................ 160 Korkusuzluğu amaç edinme.....................................................161 Nefes vermeye korkmak.......................................................... 163 Korku varsa, kabul et................................................................ 166 Kaybedecek bir şey yok.............................................................169 Neşe panzehirdir........................................................................ 171 Yazar Hakkında............................................................................... 174 OSHO ULUSLARARASI............................................................... 175 MEDÎTASYON MERKEZİ

6

Giriş

Korkunun Kendisini Anlamak

orku, gölgen kadar yanıltıcıdır, ama vardır. Gölge de vardır -yanıltıcı, negatif, ama yok değil - ve bazen, gölge sende büyük etkiler bırakabilir. Bir ormanda, karanlık çökerken, kendi gölgenden korkabilirsin. Issız bir yerde, ıs­ sız bir yolda, kendi gölgenden korkup koşmaya başlayabi­ lirsin. Koşuşun gerçek, kaçışın gerçektir, ancak sebebi yanıl­ tıcıdır. Yılan olduğunu düşünerek bir halattan kaçabilirsin; geri gelir ve yakından bakar, onu incelersen, olayın aptallığına güleceksin. Ama insanlar genelde korkunun var olduğu yer­ lere gelmeye de korkarlar, insanlar, en çok korkunun kendi­ sinden korkarlar, çünkü korkunun sadece var olması bile, senin temellerini sarsmaya yeter. Sarsılan temeller çok gerçektir, unutma. Korku bir rüya, bir kabus gibidir, ama bir kabustan sonra uyandığında, et­ kileri sürer, o sersemlik devam eder. Nefes alıp vermen de­ ğişir, nefes nefese kalmışsmdır, vücudun hala titrer, terler-

K

7

Korku

sin. Şimdi onun sadece bir kabus, bir rüya olduğunu, gerçek olmadığını bilirsin, ama bu bilginin bile varlığının özüne nü­ fuz etmesi zaman alır. Bu süre içinde, gerçek olmayan rüya­ nın etkisi devam eder. Korku, bir kabustur. Korku nedir? Korku, bir insanın kendi benliğinin bilin­ cinde olmamasıdır. Tek bir korku vardır; kendini pek çok yolla ortaya koyar; bin bir tane şekli olabilir, ama temelde korku tektir ve bu, “Derinlerde bir yerde, ben olmayabili­ rim,” korkusudur. Ve bir açıdan, olmadığın da doğrudur. Tanrısallık, sen değilsin. Ev sahibi değil, misafirsin. Ve şüp­ heci olduğun için -ve de şüphelerin oldukça etkilidir- içeri bakmazsın. Olduğunu farz ederek devam edersin; çünkü bi­ lirsin, içine bakarsan göreceksin, değilsin! Bu derin, dile ge­ tirilmeyen bir anlayıştır. Entelektüel değil, var oluşçudur, içindedir, o his hep vardır, “Olmayabilirim. îçime dönüp bakmamak daha iyi. Dışarı bakmaya devam.” En azından seni aldatır, “ben” yanılgısını sürdürür. Ancak bu “benlik” duygusu yalan olduğu için korku yaratır. Her şeyin onu yok edebileceğini biliyorsun, herhangi bir müdahale, onu yerin­ den edebilir. Sevgiyle yok olabilir, ciddi bir hastalıkla yok olabilir, bir başkasının ölümünü görerek yok olabilir. Pek çok yolla dağılabilir, çünkü çok kırılgandır. Sen bir şekilde, içeri bakmayarak, onu ayakta tutarsın. Nasreddin Hoca, trenle seyahat ediyormuş. Bilet görevli­ si gelmiş ve bileti sormuş. Hoca bütün ceplerine, bavulları­ na bakmış ve bileti bulamamış. Kan ter içinde kalmış ve kor­ kusu giderek katlanıyormuş. Sonra bilet görevlisi sormuş, “Bayım, ceplerinizden birine bakmadınız. Neden oraya bak­ mıyorsunuz?” Nasreddin Hoca şöyle yanıtlamış, “Lütfen o cepten bah­ setme. O cebe bakmayacağım. O cep benim son umudum! Eğer o cebe bakar ve bulamazsam, o zaman kayboldu de8

OSHO

mektir. O zaman kesinlikle bulamam. O cebe bakamam. İz­ ninle, diğer her yere bakacağım; o cep benim kurtarıcım, ha­ la biletin o cebimde olduğunu umabilirim. Bilerek bakma­ dım ve ona dokunmayacağım. Bileti bulsam da bulmasam da, özellikle o cebe bakmayacağım. ” Ego ile de durum böyledir. İçine bakmazsın, o senin tek umudundur: “Kim bilir? Belki de oradadır.” Ama eğer ba­ karsan, içgüdülerin sana orada olmadığını söyler. İçeri bakmayarak, sürekli dışarı bakarak yarattığın bu hayali ego, korkunun temel sebebidir. Bakmak zorunda ol­ duğun tüm o alanlardan korkarsın. Güzellikten korkacak­ sın, çünkü güzellik seni içeri atar. Güzel bir günbatımı ve bulutlardaki tüm o renkler ve sen ona bakmaya korkarsın, çünkü böyle bir güzelliğin seni kendi içine atacağı kesin. Böyle yüce bir güzellik, düşünmeni engeller: bir an için zih­ nin hayrete düşer, nasıl düşüneceğini unutur, bilgiyi nasıl alıp işleyeceğini. îçsel ses susar, sessizleşir ve sen birden, içi­ ne girersin. İnsanlar güzel müziklerden korkar, insanlar harika şiir­ lerden korkar, insanlar yakınlaşmaktan korkar. İnsanların aşk ilişkileri, sadece vur-kaç oyunlarıdır. Bir diğer insanın varlığının derinliklerine inmekten korkarlar, çünkü o derin­ liklerde korku yatar -bir diğer insanın benlik havuzu, seni yansıtır. O havuzda, bir başkasının varlığının aynasında, eğer sen yoksan, eğer o ayna boşsa ve hiçbir şeyi yansıtmı­ yorsa, o zaman ne olacak? İnsanlar sevgiden korkar. Numara yapar, sevgi adına oyunlar oynayarak yaşarlar. Meditasyondan korkarlar; meditasyon adına, yeni düşünce yollarına başvururlar. Maha­ rishi Mahesh Yogi’nin Transandantal Meditasyon dediği şey de budur; ne meditasyon ne de transandantal, sadece bir mantrayı mırıldanmaktır. Ve bir mantrayı mırıldanmak, bir 9

Korku

düşünce, odaklı düşünce sürecinden başka bir şey değildir. Bu da yeni bir araçtır, meditasyon yapmamak için bir araç, insanlar Hıristiyan dualarını, Yahudi dualarını, Hindu du­ alarını tekrarlıyorlar, hepsi meditasyondan kaçmak için. Bunlar meditasyon değildir, unutma. Zihin öyle kurnazdır ki meditasyon adı altında, pek çok yalan fenomen yaratmış­ tır. Meditasyon, kesinlikle hiçbir şey yapmadığında, zihnin hiçbir şekilde çalışmadığı anda olandır. Zihnin bu işlevsizli­ ği meditasyondur -mırıldanmadan, mantra söylemeden, re­ sim görmeden, odaklanmadan. Sadece zihnin var olmasıdır. Ve bu var oluşta, ego kaybolur ve egoyla birlikte egonun gölgesi de kaybolur. O gölge, korkudur. Korku, en önemli sorunlardan biridir. Her insan onu ya­ şamak ve ona dair belirli bir anlayışa erişmek zorundadır. Ego sana, bir gün ölmek zorunda kalabileceğin korkusunu verir. Sen, ölümün sadece başkalarının başına gelebileceğini düşünerek yaşamaya devam edersin ve bir açıdan da haklısındır; komşun ölür, bir tanıdığın ölür, bir arkadaşın ölür, eşin ölür, annen ölür, hep başkalarının başına gelir, senin değil. Sen, bu gerçeğin ardına saklanabilirsin. Belki de bir istisnasındır, ölmeyeceksindir. Ego, seni korumaya çalışır. Ama bir insan her öldüğünde, içinde bir şeyler sarsılır. Her ölüm, sana olan küçük bir ölümdür. Çanların kimin için çaldığını sorması için birilerini gönderme, onlar senin için çalıyor. Her ölüm, senin ölümündür. Ağaçtan kuru bir yaprak düştüğü zaman bile, o senin ölümdür. Bu yüzden kendimizi korumaya geçeriz. Bir insan ölüyor ve biz ruhun ölümsüzlüğünden bahsedi­ yoruz. Ağaçtan bir yaprak düşüyor ve biz “Endişelenecek bir şey yok. Yakında bahar gelecek ve ağaç tekrar yeşillene10

OSHO

cek. Bu sadece bir değişim, sadece kılıflar değişir,” diyoruz. İnsanların, ruhun ölümsüzlüğüne inanmalarının sebebi, bilmeleri değil, korkuyor olmalarıdır. Bir insan ne kadar korkaksa, ruhun ölümsüzlüğüne inanıyor olma olasılığı o kadar yüksektir; dindar olduğu için değil, sadece korkak ol­ duğu için. Ruhun ölümsüzlüğüne olan inancın, dinle hiçbir ilgisi yok. Dindar insan, “Ben değilim,” gerçeğini bilir ve sonra geriye kalan ölümsüzlüktür- ama bunun “benlikle” hiçbir ilgisi yoktur. Bu “benlik” ölümsüzdür, sadece “ben” ölümsüz değildir. Bu “ben” geçicidir; bizim ürettiğimiz bir şeydir. Korku, “ben”in gölgesidir. Ve “ben” her zaman derinler­ de bir yerde tetikte beklediğinden, ölümle birlikte yok ol­ mak zorunda kalacaktır... En temel korku, ölüm korkusu­ dur; diğer tüm korkular sadece temel korkuyu yansıtır. Ve güzel olan, ölümün, ego gibi var oluş-dışı olmasıdır. Ve bu iki var oluş-dışı kavram arasındaki -ego ve ölüm- köprü korkudur. Korkunun kendisi acizdir, hiçbir gücü yoktur. Sadece ona inanmak istersin- bu onun tek gücüdür. İçsel derinlikle­ rine inmeye ve içsel boşluğunla yüzleşmeye hazır değilsindirbu onun gücüdür. Bunun haricinde güçsüzdür, tamamen güçsüz. Korkudan hiçbir şey doğmaz. Sevgi doğurur, sevgi yaratıcıdır; korku etkisizdir. Hiçbir şey yaratmamıştff.'Hiçbir şey yaratamaz, çünkü varlığı yoktur. Ama tüm yaşamını yok edebilir, seni karanlık bir bulut gibi sarabilir, tüm ener­ jini tüketebilir. Güzelliğin, şiirin, sevginin, neşenin, mutlulu­ ğun, meditasyonun derin deneyimini yaşamana izin verme­ yecektir. Hayır, seni hep yüzeyde tutacaktır, çünkü o sade­ ce yüzeyde var olabilir. Yüzeydeki bir dalgadır. Git, içine bak... Ve boşsa, ne olmuş? O zaman bu bizim doğamızdır, biz buyuzdur. Neden bir insan boşluktan kork11

Korku

sun ki? Boşluk, gökyüzü kadar güzeldir. îçsel benliğin, içsel gökyüzündür. Gökyüzü boştur, ama o, her şeyi, tüm var oluşu, güneşi, ayı, yıldızları, yeryüzünü, gezegenleri içinde barındıran boş bir gökyüzüdür. O, var olan her şeyin fonu olan boş bir gökyüzüdür. Bir şeyler gelir ve gider ve gökyü­ zü hep aynı kalır. Aynı şekilde, senin de içsel bir gökyüzün var; o da boş. Bulutlar gelir ve gider, gezegenler doğar ve kaybolur, yıldız­ lar yükselir ve ölür ve içsel gökyüzü hep aynı kalır, dokunul­ mamış, lekelenmemiş, tertemiz. Biz bu içsel gökyüzüne, ta­ nık, izleyici deriz ve meditasyonun amacı da budur. İçeri bak, içsel gökyüzünün keyfini çıkar. Unutma, her ne ise görebildiğin, sen o değilsin. Düşüncelerini görebilirsin; sen düşünceler değilsin; duygularını görebilirsin, o zaman sen duyguların değilsin; rüyalarını, hayallerini, anılarını, ar­ zularını görebilirsin, o zaman sen bunlar da değilsin. Tüm görebildiklerini ele. Sonra bir gün olağanüstü bir an olacak, bir insanın hayatındaki en önemli an, reddedileceğin hiçbir şeyin kalmayacağı. Tüm gördüklerin kaybolur ve tek göz­ lemci kalır. O gözlemci, boş gökyüzüdür. Bilmek, korkusuz olmaktır ve bilmek sevgi dolu olmak­ tır. Bilmek, tanrı olmaktır, ölümsüz olmaktır.

12

Korku nereden gelir? Nereye gider? Korku beni pek çok şekilde etkiliyor, bazen belirli belirsiz bir huzursuzluk, bazen mide sancısı ya da baş döndürücü bir panik, sanki dünyanın sonu gelmiş gibi. Korku nereden gelir? Nereye gider?

üm korkuların, tanımlamanın yan ürünleridir. Bir insanı seversin ve bu sevgiyle, aynı pakette, korku da gelir - o insanın seni terk edebileceği korkusu. Zaten başka birini terk edip sana gelmiştir, o yüzden örneği de karşında­ dır; belki aynısını sana da yapacak. Korkarsın, midenin dü­ ğümlendiğini hissedersin. Öyle bağlanmışsmdır ki, çok basit bir gerçeği göremezsin: Sen dünyaya yalnız geldin. Dün de buradaydın, o insan olmadan ve gayet iyi gidiyordun, mi­ dende düğümler olmadan. Yarın, eğer bu insan giderse... Düğümlere ne gerek var? Sen zaten bu insansız nasıl olaca­ ğını biliyorsun ve tekrar yalnız olabileceksin. Bir şeylerin yarın değişebileceği korkusu... Biri ölebilir, sen iflas edebilirsin, işin elinden alınabilir, değişebilecek bin bir şey var. Korkuların altında kalırsın ve hiçbiri geçerli de-

T

13

Korku

ğildir, çünkü dün de bu korkuların vardı, gereksizce. Bir şeyler değişmiş olabilir, ama sen hala hayattasın. Ve insan­ ların, kendilerini herhangi bir duruma uyarlayabilmek gibi inanılmaz bir kapasitesi vardır. Sadece insanların ve hamamböceklerinin bu inanılmaz kapasiteye sahip olduğunu söylerler. Bu yüzden insanın ol­ duğu her yerde, hamamböcekleri de vardır ve hamamböcek­ lerinin olduğu her yerde, insan vardır. Birliktedirler, bir ben­ zerlikleri vardır. Kuzey Kutbu ya da Güney Kutbu gibi uzak yerlerde bile, insanlar buralara ilk seyahat ettiklerinde, yan­ larında hamamböceklerini de götürdüklerini fark etmişler ve bu böcekler, son derece sağlıklı, canlı ve üretkenmiş. Sadece yeryüzüne şöyle bir baksan göreceksin -insan, binlerce farklı iklimde, coğrafi, siyasi, sosyolojik ve dini ko­ şulda yaşar, ama yaşamayı başarır. Ve yüzyıllardır da yaşa­ mıştır... Bir şeyler değişmeye devam eder, o kendini uyarla­ maya devam eder. Korkulacak hiçbir şey yok. Dünyanın sonu gelirse gelsin, ne olmuş? Sen de onunla birlikte sona ereceksin! Bir adanın üzerinde duracağını, dünyanın seni yalnız bırakarak sona ere­ ceğini mi sanıyorsun? Endişelenme. En azından yanında bir­ kaç hamamböceği olacak! Dünya sona ererse ne olur? Bu soru bana defalarca sorul­ du, ama sorun ne? Sona ererse, erer. Hiçbir soruna yol aç­ mak zorunda değil, çünkü biz burada olmayacağız; biz de onunla birlikte sona ereceğiz ve endişelenecek kimse kalma­ yacak. Korkunun gerçek, nihai özgürlüğü olacak. Dünyanın sona ermesi, her sorunun, her huzursuzluğun, midendeki her düğümün son bulması demektir. Ben bir sorun görmü­ yorum. Ama herkesin korku içinde olduğunu biliyorum. Herke­ sin bir tür zırhı var ve bunun için sebepleri. Önce çocuk, 14

OSHO

hakkında hiçbir şey bilmediği bir dünyaya tamamen savun­ masız doğar. Doğal olarak karşılaştığı bilinmeyenlerden korkar. Henüz kati güvenlik, emniyet ve yarma dair hiçbir endişenin, sorunun, sorumluluğun olmadığı o dokuz ayı unutmamıştır. Bize göre bu sadece dokuz aydır, ama çocuk için sonsuz­ luktur. Takvimden habersizdir, dakikaları, saatleri, günleri ve ayları bilmez. Hiçbir sorumluluğu olmadan, mutlak gü­ venlik ve emniyet içinde yaşamış ve sonra aniden bilmediği, her şey için başkalarına bağımlı olduğu bir dünyaya gönde­ rilmiştir. Korkması doğaldır. Herkes daha büyük ve daha güçlüdür ve o, başkalarının yardımı olmadan yaşayamaz. Bağımlı olduğunu bilir; bağımsızlığını, özgürlüğünü kaybet­ miştir. Bir çocuk zayıf, savunmasız ve güvensizdir. Otomatik olarak bir zırh, kendini farklı şekillerde koruyabileceği bir savunma yaratmaya başlar. Örneğin, yalnız uyumak zorun­ dadır. Karanlıktır ve korkar, ama oyuncak ayısı yanındadır ve o kendini, yalnız olmadığına ikna eder -yanında arkada­ şı vardır. Yanında oyuncak ayılarını havaalanlarına, tren is­ tasyonlarına sürükleyen çocuklar görürsün. Sen onun sade­ ce bir oyuncak olduğunu mu sanıyorsun? Senin için öyle, ama çocuk için bir arkadaş, hem de ona yardım edecek kim­ se olmadığında yanında olan bir arkadaş. Gecenin karanlı­ ğında, yatağında tek başına, ayısı hep yanında. Psikolojik oyuncak ayılar yaratacaktır. Ve unutma, yetiş­ kin bir adam artık oyuncak ayıya ihtiyaç duymadığını düşü­ nüyor bile olsa, yanılır. Tanrısı ne? Sadece bir oyuncak ayı. Çocukluk korkularıyla insan, her şeyi bilen, çok güçlü, her zaman her yerde var olan bir baba figürü yaratır; eğer ona yeterince inanırsan seni koruyacaktır. Ama koruma fikri bi­ le, koruyucu fikri bile çocukçadır. Sonra duaları öğrenirsin 15

Korku

-bunlar psikolojik zırhlarının bir parçasıdır- gecenin karan­ lığında yalnız olduğunu Tanrıya hatırlatmak için dualar. Dualarımız, ilahilerimiz, mantralarımız, yazmalarımız, tanrılarımız, rahiplerimiz, hepsi psikolojik zırhlarımızın bi­ rer parçasıdır. Çok gizlidir. Bir Hıristiyan, sadece kendisinin kurtarılacağına inanır. İşte, bu onun savunma mekanizma­ sıdır; herkes cehenneme gidecek, o hariç. Çünkü o bir Hıris­ tiyan. Ama her din, aynı şekilde, sadece kendilerinin kurta­ rılacağına inanır. Sorun din değil, korku ve korkudan kur­ tarılmaktır. O yüzden bu bir açıdan doğaldır, ama olgunlu­ ğunun bir noktasında, zeka bundan vazgeçilmesini öngörür. Çocukken iyiydi, ama bir gün oyuncak ayını bırakmak zo­ rundasın. Sonunda, tüm zırhlarını bir kenara bıraktığında, korkuyla yaşamaktan vazgeçmiş olacaksın. Korkuyla nasıl bir hayat sürdürülür ki? Tamamen olgun bir insanın korku­ ları, savunmaları yoktur; o psikolojik açıdan açık ve savun­ masızdır. Bir noktada, zırh bir gereklilik olabilir, belki de öyledir. Ama büyüdükçe -eğer sadece yaşlanmakla kalmıyor, aynı zamanda büyüyor, olgunlaşıyorsan, o zaman yanında taşıdı­ ğın şeyleri görmeye başlayacaksın. Yakından bak ve pek çok şeyin arkasında korkuya rastlayacaksın. Olgun bir insan, kendini korkuyla bağlantılı her şeyden koparmalıdır. Olgunluk, bu şekilde gelişir. Tüm davranışlarını, tüm inançlarını izle ve gerçeklere, tecrübelere mi, yoksa korkulara mı dayandığını öğren. Kor­ kuya dayanan her şeyden vazgeçmelisin, hiç düşünmeden. Bu senin zırhındır. Bunu senin için yok edemem. Sadece sana, ondan nasıl vazgeçebileceğini gösterebilirim. Psikolojik zırhın senden alınamaz. Sen onun için savaşmak zorundasın. Ondan vaz­ geçmek sadece senin elinde ve bunu ancak, onun her bir par­ çasına bakarak yapabilirsin. Korkuya dayanıyorsa, bırak. Mantığa, tecrübeye, anlayışa dayanıyorsa, o zaman bıraka­ bileceğin bir şey değildir. Varlığının bir parçası olmuştur. Ama sen zırhında, deneyime bağlı tek bir şey bile bulamaya16

OSHO

çaksın. Her şey, A’dan Z’ye korkudur. Korkuyu yaşamaya devam ederiz, bu yüzden her deneyi­ mimizi zehirlemeye devam ederiz. Birini severiz, ama sevgi­ miz korkuya dayandığında, zehirlenir, bozulur. Gerçeği ara­ rız, ama arayışımız korkuya dayandığında, gerçeği bulama­ yız. Ne yaparsan yap, bir şeyi unutma: Korkuyla hareket ede­ rek büyüyemezsin. Sadece küçülür ve ölürsün. Korku, ölü­ mün hizmetindedir. Korkusuz bir insan, yaşamın sana armağan olarak ver­ mek istediği her şeye sahiptir. Hiçbir engel yoktur. Arma­ ğanlara boğulursun ve her ne yaparsan, o yaptığının bir gü­ cü, kudreti, katiyeti ve yüce bir otorite hissi olur. Korkuyla yaşayan bir insan, her zaman titrer. Sürekli de­ lirme noktasındadır, çünkü yaşam büyüktür ve sürekli kor­ ku içinde yaşarsın... Öyle çok korku vardır ki yaşayabilece­ ğin. Bir liste yapabilirsin ve ne kadar çok korku olduğunu görsen şaşırırsın! Ve hala hayattasın! Etraf enfeksiyonlar, hastalıklar, tehlikeler, kaçırılmalar, terörlerle dolu... Ve böyle küçük bir yaşam! Ve son olarak, kaçamayacağın ölüm var. Tüm yaşamın kararacak. Korkularından vazgeç; çocukluğunda o korkuları farkın­ da olmadan üzerine aldın, şimdi bilinçli bir şekilde onları bı­ rak ve olgunlaş. O zaman yaşam, sen olgunlaşmaya devam ettikçe derinleşmeyi sürdürecek bir ışık olabilir.

17

Canlı Gömülmek Korkumun altında canlı canlı gömüldüğümü hissediyorum. Ve şimdi fark ediyorum ki, bu korkuyu saklamak için, hep “özel" biri olmaya çalışmışım, kendimden, gerçek olmanın ne anlama geldiğini unutana kadar kaçarak. Neden maskelerin ardına saklanma ihtiyacı duyuyorum? Neden bu kadar korkuyorum?

uyduğun korku, her insanın içinde vardır. Öyle ol­ mak zorundadır, çünkü her gün birinin öldüğünü ve bizim de aynı sırada beklediğimizi biliriz. Ve biri her öldü­ ğünde, sırada biraz daha ilerler, ölüme bir adım daha yakla­ şırız. Yakında var oluştan ayrılmak üzere bilet almak için gi­ şeye varırız. Şair doğru söyler; “Çanların kimin için çaldığını sorması için birilerini gönderme, onlar senin için çalıyor.” Bir insan öldüğünde, eski bir gelenek vardır; kiliselerde, tüm kasaba­ yı haberdar etmek için çanlar çalmaya başlar, “Biri öldü -çiftliklerinizden, bahçelerinizden, tarlalarınızdan dönün.” Bu, insanlara birinin öldüğünü ve son vedanın yapılacağını duyuran bir çağrıdır. Ama şair kesinlikle haklıdır, “Çanla­ rın kimin için çaldığını sorması için birilerini gönderme, on-

D

19

Korku

lar senin için çalıyor.” Ne zaman biri ölse, bir kez daha, ölümlü bir varlık olduğu, ölümün seni her an alabileceği ha­ tırlatılır. Korkunun esası budur; diğer tüm korkular, bunun yansı­ masıdır. Eğer herhangi bir korkunun derinliklerine inersen, ölüm korkusuna ulaşırsın. “Korkumun altında canlı canlı gömüldüğümü hissediyo­ rum,” diyorsun. Herkes aynı durumda. Sen şanslısın, bunun farkına varmışsın. Çünkü eğer farkındaysan, bundan kurtu­ labilirsin. Eğer farkında değilsen, kurtulma şansın yok. “Bu korkuyu saklamak için hep özel biri olmaya çalışmı­ şım, kendimden, gerçek olmanın ne anlama geldiğini unuta­ na kadar kaçarak,” diyorsun. Özel olan insanların farklı bir şey yaptıklarını mı sanı­ yorsun? Başkanlar ve başbakanlar ve krallar ve kraliçeler onların farklı bir teknede olduğunu mu sanıyorsun? Etrafı­ na bak ve onların da aynı teknede olduğunu göreceksin. Herkes, belki özel olursa, yaşamın onlara sıradan insanlar­ dan daha farklı davranacağını düşünerek özel olmaya çalı­ şır. Bir ülkenin başkanına, bir ayakkabıcıya davrandığı gibi davranacak değil ya. Ama kesinlikle yanılıyorlar. Yaşam ayrımcılık yapmaz... Başkanlar ya da ayakkabıcılar, tuvalet temizleyenler ya da başbakanlar, yaşam için biri diğerinden farklı değil. Ölüm hepsini, aynı şekilde yere yıkar. Ölüm, dünyadaki tek ko­ münisttir; zengin ya da dilenci, eğitimli ya da eğitimsiz, fark etmez. “Bir dakika bekle, ben çok kalifiyeyim. Bana, eğitim­ siz insanlara yaptığın muameleyi yapamazsın. Önce bana bir uyarı ver ve ben düşüneyim. Benim karar vereceğim be­ lirli bir süreci izlemelisin,” diyemezsin. İster toplumun say­ gın bir üyesi ol, isterse bir sokak köpeği, fark etmez. Ölüm gelir ve herkesi eşitler. i 20

OSHO

Ama sen, eğer özel biriysen, var oluşun sana biraz daha iyi, daha merhametli davranacağını umarsın. îki kez düşü­ neceğini sanırsın, “Bu, Nobel ödülü kazanmış bir adam, ona biraz daha zaman vermelisin. Bu zavallı adam harika bir ressam, onun mumunu, diğer herkesinki gibi kolayca üflememelisin.” Herkesin özel olmaya çalışmasının altında gizli bir arzu, bilinçaltında bir umut, bir sebep yatar. Ama bu son derece saçma ve gülünçtür. Sadece dön ve çok güçlü olan milyon­ larca kral ve kraliçeye ne olduğuna bir bak. Ölümün karşısında, herkes güçsüzdür. Jain el yazmalarında, çok güzel bir öykü var. Hindis­ tan’da, bir adam dünyayı fethettiği takdirde, özel bir isim alacağına dair bir efsane vardır -artık o sıradan bir kral, hatta bir imparator değildir. Ona çakravartin adı verilir. Bu, onun arabasının tekerleklerinin, dünyanın her yerine gidebi­ leceği anlamına gelir, kimse onu durduramaz. O, en güçlüdür ve bu efsaneye göre, cennette çakravartinlere özel bir muamele yapılır. Cennette altın bir dağ varmış. Sumeru adı verilen bu al­ tın dağ ile kıyaslandığında, Himalayalar küçük bir oyuncak gibi kalırmış. Sadece çakravartinlerin, isimlerini Sumeru da­ ğına yazdırma ayrıcalıkları varmış. Ve bu çakravartin öldü­ ğünde, çok heyecanlanmış. Ne de olsa bir insanın cennette­ ki altın dağa imzasını atması, bir insanın sahip olabileceği en büyük ayrıcalıkmış... Ama onu görebilecek olan bir tek sensen, ne anlamı var? Bunun üzerine bu adam öldüğü anda, tüm ailesinin -krali­ çelerinin, arkadaşlarının ve kurmaylarının- hemen intihar etmesini buyurmuş. Böylece hepsi aynı anda cennete ulaşa­ bileceklermiş. Altın dağa adını, daha önce hiç kimsenin yap­ madığı kadar görkemli bir şekilde yazmak istiyormuş. Tek 21

Korku

bir tanık bile olmadan, tek başına adını yazdırmak... Keyfi mi kalır? Kusursuz bir şekilde sergilemeliymiş. Emir verildikten sonra, o öldüğü anda tüm arkadaşları, kraliçeleri, sarayının üyeleri, kurmayları, herkes intihar et­ miş ve cennetin kapılarından hep birlikte girmişler. Kapıda­ ki görevleri onları durdurmuş ve şöyle demiş, “Önce dağa adını yazmak için çakravartin tek başına girsin.” Ama hepsi itiraz etmiş, “Ama biz tek bir amaç için inti­ har ettik, çakravartin’imizin hepimizin önünde adını yazma­ sını istiyoruz. Kraliçeleri burada, kurmayları burada, danış­ manları burada, bakanları burada... Ve hepimiz onun adını yazdığını görmek için hayatlarımızı feda ettik. Bizi dışarıda bırakamazsın.” Ama kapıdaki görevli dönmüş chakravartin’e ve şöyle demiş; “Bağışla beni, ben yüzyıllardır bu görevdeyim ve da­ ha önce babam, ondan önce büyükbabam vardı; zamanın başlangıcından beri atalarım burada. Ve bana büyüklerimin söylediği tek bir şey vardı, ‘Asla bir çakravartin’in başkala­ rının önünde dağa adını yazmasına izin verme, yoksa daha sonra çok pişman olur.’ Ama çakravartinler ısrar eder... Sen, yanında tüm ordusunu getiren ilk çakravartin değilsin; neredeyse her çakravartin aynısını yaptı.” “O yüzden senden sadece, eğer bu insanların da seninle birlikte girmesine izin verirsem, ileride çok pişman olacağı­ nı bilmeni istiyorum. Benim için sorun değil, istersen biraz düşün. Sen yenisin, ne yaşayacağını bilmiyorsun. Ben bura­ dan pek çok çakravartin’in geçtiğine tanık oldum ve hepsi sonradan bana teşekkür edip, ‘Diğerlerine izin vermeyip beni tek başıma gönderdiğin için çok düşüncelisin,’ dedi.” Çakravartin düşünmüş, “Ne yapmalı? Tam olarak neler olacağını bilmiyorum. Bu adam da dürüst ve samimi görü­ nüyor, beni gereksiz yere geri çevirmek için hiçbir sebebi de 22

OSHO

yok... Belki de onun tavsiyesini dinlemeliyim.” Bunun üzeri­ ne kapıda herkesi durdurmuş, gidip dağa adını yazmak için kapı görevlisinden gerekli araçları almış ve kapıdan içeri gir­ miş. Gözlerine inanamamış... Böyle bir güzellik! Baştan aşa­ ğı tek görebildiği altın. Dağ, öyle yükseklere uzanıyormuş ki Himalayalar gerçekten de oyuncak gibiymiş. Adını yazacak bir yer bulmak için yaklaştığında şok ol­ muş, çünkü dağın üzerinde hiç yer kalmamış! Bütün dağın üzeri doluymuş... Ne de olsa zamanın başından beri orada. Milyonlarca çakravartin ölmüş. Bu adam, “Ben çok özelim” diye düşünüyormuş, oysa bu koca dağın üzerinde küçücük bir boşluk bile yokmuş! Dağın etrafında dolanmış, hiçbir yer yok. Sonra dağın koruyucusuyla karşılaşmış. Adam söze girmiş, “Zamanını boşa harcama. Bin yıl bile araşan, boş bir alan bulamaya­ caksın; her yer dolu. Ben yüzyıllardır buradayım. Babam da burada hizmet etti - zamanın başlangıcından beri tüm ailem buradaydı. Ve atalarımdan duyduğum hep aynı hikaye, ne zaman bir çakravartin gelse, hiçbir yer olmadığı. O yüzden tek yapabileceğin bir başkasının ismini silip yerine kendi is­ mini yazman. Ve özel olma düşüncelerini de bırak. Bu son­ suz bir var oluş. Bu yüzden kapı görevlisi, yanında getirdik­ lerinin içeri girmesine izin vermedi; tüm o insanların karşı­ sında, şerefini yitirecektin. Şimdi isimlerden birini silebilir­ sin; ben yardım edeceğim, buradayım.” Tüm keyfi kaçmış, tüm heyecanı gitmiş ve çakravartin dönüp adama, “Yani yarın biri gelecek ve benim adımı da silecek,” demiş. Dağın koruyucusu yanıtlamış, “Elbette, bu mümkün. Çünkü hiç boş yer yok. Başka bir dağ yaralama­ yız, cennetin tüm altınları, bu dağ için kullanıldı. Sen sade­ ce imzala ve kapıya döndüğünde, başın yukarıda, övünebi­ lirsin. Kimse bilmeyecek, çünkü ben kimseye söylemeyece23

Korku

ğim. Git ve dağın bomboş olduğunu söyleyip havanı at.” Ama çakravartin, dürüst ve şerefli bir adammış. “Bunu yapmayacağım; kendi adımı yazmak için başka bir ismi de silmeyeceğim. Adımı yazmayacağım; bu sadece aptallık,” demiş. Geri dönmüş ve kapı görevlisine söylemiş, “Sana mü­ teşekkirim ve insanlarıma, neden sana müteşekkir olduğu­ mu da anlatacağım. Bu haberi, bütün dünyaya duyuraca­ ğım, çünkü bu insanlar intihar ettiler. Bir daha doğmak zo­ rundalar, cennette kalamazlar.” “Mesajı dünyaya yazmak için tüm çabayı göstereceğim: ‘Cennetteki altın dağa isminizi yazmak için dünyayı fethede­ rek yaşamınızı boşa harcamayın. Dağda yer yok. Önce bir başkasının ismini silmeniz gerek ki bu yeterince çirkin ve sonra o yere adınızı yazacaksınız, yarın bir başkası gelip si­ zin adınızı silecek. Bu olayın tamamı son derece aptalca.’ Şok oldum, ama içimde büyük bir farkındalık uyandı; insan özel olmak için uğraşmamalı, çünkü var oluş için kimse özel değil, ast ya da üst.” Korkun, seni özel olmak için çabalamaya itiyor, ama bu durumu değiştirmeyecek. Korkunu bir kenara bırakmanın tek bir yolu var, tüm enerjini özel olmaya harcamak yerine, kendin olmaya harcamak. Kerıdjni bul, çünkü özel olmaya çalışırken, kendinden giderek daha uzağa kaçıyorsun. Bu­ nun tamamen farkında olman iyidir; kendinden ne kadar uzaklaşırsan, ölümsüz olduğun, ölümün olmadığı gerçeğin­ den de o kadar uzaklaşırsın. Ölümsüzlüğünü keşfettiğinde, ölüm kaybolur. Ve ölümle birlikte, tüm korkuların da havaya karışır. Ama özel bir in­ san olarak değil. Korkunu, paranoyanı, ölümünü alıp yok edecek bir şey bulma umuduyla kendinden giderek daha da uzaklaşacak­ sın. Ama ne kadar uzaklaşırsan, korkun o kadar çok, para24

OSHO

noyan o kadar fazla, ölüm o kadar korkutucu olacak. İçine dönüp gerçek benliğini bulman en iyisidir. Bu çok basit bir mantık, basit bir aritmetiktir: başka bir yerde aramadan önce, lütfen kendi içine bak. Dünya koca­ man, sen bu arayışta kaybolacaksın... O yüzden önce kendi içine bak; belki de aradığın şey zaten oradadır. Ve dünyanın en aydınlanmış insanları, onun orada olduğu konusunda hemfikir, hiçbir istisna olmadan. Bu, istisnası olmayan, -istediğin kadar geçmişe git- hiç değişmeyen tek bilimsel gerçektir. Kendilerini bilen insanla­ rın, aynı şeyi söylediklerini göreceksin, “Bizler ölümsüzüz; bizler ölümsüzüz. Yaşamın sonu yok.” O yüzden önce içine bak. Kendi ölümsüzlüğünü gör ve bu, bir insanın bir kabustan uyanışı gibidir. Tüm korkular yok olur ve korku yerine, sadece saf neşe, saf mutluluk, son­ suzluk aromasıyla sarmalanan çiçekler vardır.

25

Yapacak Çok Şey, Çok Az Zaman Teaman konusunda çok fazla kaygılarım olduğunu fark ettim. Zaman bilincinin öfke yarattığım söylediğini duydum, ama merak ediyorum -bizim içimizde zaman korkusu denen bir şey olabilir mi?

u var olan tek korkudur; zaman korkusu. Ölüm kor­ kusu aynı zamanda zaman korkusudur, çünkü ölüm tüm zamanı durdurur. Kimse ölmekten korkmaz. Bilmediğin bir şeyden nasıl korkabilirsin ki? Tamamen yabancı, garip, bilinmedik bir şeyden nasıl korkarsın? Korku, sadece bilinen şeylerde var­ dır. Hayır, sen ‘Ben ölümden korkuyorum,’ dediğinde, ölümden korkmuyorsun aslında -bilmiyorsun! Kim biliyor ki? Ölüm, yaşamdan çok daha iyi olabilir. Korku, ölüm değil, zamandır. Hindistan’da, her ikisi için de aynı sözcüğü kullanırız. Zamana kala deriz, ölüme de öyle. Hem ölüm hem de za­ man için aynı sözcüğü kullanırız. Anlamlıdır, kala sözcüğü anlamlıdır, çok önemlidir, çünkü zaman, ölümdür ve ölüm

B

27

Korku

de zamandan başka bir şey değildir. Zamanın geçmesi demek, yaşamın geçmesi demektir. Korku artar. Batı’da, korku daha büyüktür; neredeyse kro­ nik bir hal almıştır. Doğu’da, korku o kadar fazla değildir ve bunun sebebi, Doğu’daki insanların, yaşamın sonsuza dek devam ettiğine inanmalarıdır; ölüm son değildir; bu ya­ şam tek yaşam değildir; geçmişte binlerce yaşam oldu ve ge­ lecekte de binlercesi olacak. Acele yok. Bu yüzden Doğu tembeldir! Telaşa gerek yok! Bu yüzden Doğu’da zaman bi­ linci yoktur - biri, “Saat beşte oradayım,” der ve gelmez. Zamana karşı bir sorumluluk duygusu yoktur ve sen bekler­ sin, beklersin ve en sonunda o dört, beş saat geç kalır, sana dönüp, “Geç kalmışsam ne olmuş? Ne olur ki?” der. Batı perspektifinde, zaman çok kısadır. Çünkü Hıristi­ yanlık ve Yahudilik, tek bir yaşama inanır. Bu da kaygı ya­ ratır. Tek bir yaşam; en fazla yetmiş yıl; üçte biri uykuda gi­ diyor -atmış yıl yaşarsan, yirmi yıl uykuda gidiyor, geri ka­ lan yirmi yıl eğitimde, falan filan; geriye kalan yirmi yıl da iş, meslek, aile, evlilik ve boşanma. Yani gerçekten hesaplar­ san, bir bakacaksın, yaşamaya zaman kalmamış! Ben ne zaman yaşayacağım? Korku, kalbini sarar ve ha­ yat geçmektedir. Zaman, ellerinden kayıp gider ve ölüm her an biraz daha yaklaşır; her an kapıyı çalabilir. Ve zamanı geri getiremezsin, geri alamazsın. Gitti mi gider, sonsuza dek. Korku, kaygı, zaman nevrozu kronikleşir. Batı zihniyeti için neredeyse huy, mizaç olur. Onlar, sürekli zamanın geç­ tiğini düşünür, korkarlar. Korku aslında, henüz yaşamaya fırsat bulamamış olman ve zamanın geçmesidir. Zaman geri gelmez, zamanı başa alamazsın; gitmiştir, sonsuza kadar. Ve her gün yaşam kısa­ lır, giderek küçülür... 28

OSHO

Korku, ölümden değil, zamandandır. Ve eğer ona iyice bakarsan, bu korkunun yaşanmamış bir yaşam korkusu ol­ duğunu görürsün -henüz yaşamamışsındır. Yaşarsan, o za­ man korkmazsın. Eğer yaşamını doyasıya sürdürürsen, korkmazsın. Yaşamın sunabileceği doruklara ulaşmış, key­ fini sürmüşsen, yaşamın orgazmik bir deneyime dönüşmüş­ se, içinde bir şiiri, bir şarkıyı, bir festivali, bir seremoniyi hissetmişsen ve her anını doyasıya yaşamışsan, zamandan korkmazsın ve tüm korkular kaybolur. Ölüm bugün bile gelse, hazırsındır. Yaşamı bilirsin -hat­ ta ölüme kucak açarsın, çünkü karşına yeni bir fırsat gelir, yeni bir kapı, yeni bir gizem çözülür: Ben hayatımı yaşadım, şimdi ölüm kapımı çalıyor; kapıyı açmak için koşacağım -“İçeri gel!” Çünkü yaşamı tanıdığım gibi, seni de tanımak isterim. Sokrates ölürken aynı şey oldu. Öğrencileri ağlayıp sız­ lanmaya başladı -ve bu doğaldı elbette. Sokrates gözlerini açtı ve şöyle dedi, “Susun! Ne yapıyorsunuz? Neden ağlayıp sızlanıyorsunuz? Ben hayatımı yaşadım, hem de doyasıya yaşadım. Şimdi ölüm geliyor ve ben heyecan duyuyorum! Büyük bir sevgi ve özlemle, umutla bekliyorum. Yeni bir ka­ pı açılıyor, yaşam bana yeni bir sırrını açıklıyor.” Biri sordu, “Korkmuyor musun?” Sokrates yanıtladı, “Ölümden korkmanın bir anlamı ol­ duğunu düşünmüyorum, çünkü her şey bir yana, nasıl bir şey olacağını bilmiyorum. Ve İkincisi, sadece iki olasılık var: ya hayatta kalırım- ki o zaman korkmaya gerek yok. Ya da hayatta kalamam- ki o zaman yine korkmaya gerek yok. Hayatta kalamazsam, sorun değil; ben yoksam, sorun da olamaz. Ve hayatta kalırsam orada olduğum için, eğer bilin­ cim de hayatta kalırsa, yine orada olduğum için sorun ol­ maz.” 29

Korku

“Yaşamda da sorunlar vardı -onları çözdüm, o yüzden şimdi orada olursam ve orada da sorunlar olursa, onları da çözerim. Ve bir sorunu çözmek her zaman keyiflidir, müca­ dele gerektirir. Mücadeleye girersin ve ilerlersin ve onu çöz­ düğünde, inanılmaz bir mutluluk yaşarsın.” Ölüm korkusu, zaman korkusudur ve zaman korkusu, kesinlikle, yaşanmamış anlar, yaşanmamış bir yaşam korku­ sudur. Öyleyse ne yapmalı? Daha çok yaşa, daha yoğun yaşa! Tehlikeli yaşa! Bu senin hayatın. Onu, sana öğretilen her­ hangi bir aptallık için feda etme. Bu senin hayatın, yaşa. Ha­ yatını, sözlere, teorilere, ülkelere, politikalara feda etme. Onu, hiçbir şey için feda etme. Kasap gibi hazır bekleyen pek çok insan var; seni ele ge­ çirebilirler. Ve seni zaten koşullandırdılar: Ülken tehlikede -uğrunda canını ver! Tamamen aptallık. Dinin tehlikede -onun için öl! Saçmalık. Bu senin yaşamın, yaşa! Başka hiç­ bir şey için ölme, sadece yaşamın için öl. Mesaj budur. Ve o zaman korku kalmaz. Ama seni sömürmek için hazır bekleyen insanlar var. Onlar sürekli, “Bunun için öl, şunun uğruna canını ver,” de­ yip duruyorlar. Onlar tek bir şey için hazırlar, senin şehit ol­ duğunu görmek için. Ve işte o zaman korkular var olur. Yaşa! Ve ölmenin cesaret gerektiren bir şey olduğunu dü­ şünme. Cesaret gerektiren tek şey, doyasıya yaşamaktır, başka bir cesaret yok. Ölmek çok basit ve kolaydır. Gider, bir uçurumdan atlarsın, kendini asarsın -ölmek bu kadar basit. Bir ülke, bir din, bir tanrı, bir kilise için şehit olabilir­ sin... Tüm kasaplar, tüm katiller için! Kendini kurban etme. Sen kendin için varsın, başka kim­ se için değil. Ve sonra yaşa. Özgürlük içinde öyle yoğun yaşa ki her 30

OSHO

an, ebediyete dönüşsün. Eğer bir anını yoğun yaşarsan, o an ebediyete dönüşür. Eğer bir anını yoğun yaşarsan, dikey düzleme geçer, yatay düzlemden ayrılırsın. Zamanla ilişkide olmanın iki yolu vardır; biri okyanusun yüzeyinde yüzmek, diğeri derinlere, derinliklerine dalmak­ tır. Eğer sadece zaman okyanusunun yüzeyinde yüzüyorsan, hep korkacaksın, çünkü yüzey gerçeklik değildir. Yüzey, as­ lında okyanus değil, sadece bir sınır, dış kenardır. Derinlere in, derinliklere dal. Bir anı derinden yaşadığında, artık za­ manın parçası olmaktan çıkarsın. Eğer aşıksan, çok aşıksan, zaman kaybolur. Sevgilinle ya da sevdiğinle ya da arkadaşınlaysan, aniden zaman yok olur. Derinliklerine inersin. Eğer bir müziği sevdiysen, müziksel bir yüreğin varsa, zamanın durduğunu bilirsin. Güzel­ lik hissin, estetiğe karşı duyarlılığın, hassasiyetin varsa, bir güle bak ve zaman durur. Aya bak ve zaman kaybolur. Sa­ at hemen durur. Eller hareket etmeye devam eder, ama za­ man durur. Eğer bir şeyi çok derinden sevdiysen, zamanı dönüştür­ düğünü biliyorsundur. Bu sırrı defalarca yaşamışsındır. Sır­ rı sana, yaşamın kendisi sunar. Yaşam, senin keyif almanı ister. Yaşam, senin kutlamanı ister. Yaşam senin her şeye, geçmişe dair hiçbir pişmanlık duymayacak, geçmişi hatırlamayacak kadar derinden katıl­ manı ister. Çünkü derinlere indiğin her an yaşam daha da güzelleşir, daha yüce, daha zirvede bir deneyime dönüşür ve sen bu zirveye uyum sağladığında, orası senin meskenin olur. Aydınlanmış bir adam böyle yaşar, doyasıya, anbean ya­ şar. Biri, bir Zen mastırına sormuş: Aydınlandığından beri ne

Korku

yapıyorsun? Adam yanıtlamış: Kuyudan su taşıyorum, or­ manda odun kesiyorum, acıktığımda yiyorum ve uykum gel­ diğinde uyuyorum, hepsi bu. Ama şunu unutmayın, bir insan, odunu kesenin kendi ol­ duğuna dair derin bir anlayış geliştirdiğinde, sadece odun keser. Başka hiç kimse yoktur. Hatta orada odunu kesen bi­ ri bile yoktur, sadece odunun kesilmesi vardır. Kesen kişi orada değildir, çünkü kişi geçmiştir. Yediği zaman, sadece yer. Önemli bir Zen ustası şöyle demiş: Otururken otur, yü­ rürken yürü, her şey bir yana, sendeleme. Zaman sorundur, çünkü doğru yaşamıyorsun; zaman semboliktir, semptomatiktir. Doğru yaşarsan, zaman soru­ nu ortadan kalkar, zaman korkusu kaybolur. Öyleyse, ne yapmalı? Her an, her ne yapıyorsan, onu tam yap. Basit şeyler - duş mu alıyorsun; duş al, dünyayı unut; oturuyor musun, otur; yürüyor musun, yürü, sendeleme; du­ şun altında otur ve tüm var oluşun üzerinden aktığını hisset. Üzerinden akan o güzel su damlalarıyla bütünleş. Küçük şeyler; evi temizlemek, yemek hazırlamak, kıyafetleri yıka­ mak, sabah yürüyüşüne çıkmak - bunları tam yap. O zaman meditasyona ihtiyacın kalmaz. Meditasyon, bir şeyleri tam yapmayı öğrenmenin bir yo­ ludur sadece -bir kez öğrendin mi, tüm yaşamını meditasyo­ na dönüştür, diğer tüm meditasyonları unut, bırak yaşam tek ilken, tek meditasyonun olsun. Ve zaman kaybolsun. Ve unutma, zaman kaybolduğunda, ölüm de kaybolur. O zaman ölümden korkmazsın. Hatta beklersin. Sadece fenomeni, düşün. Sen ölümü beklediğinde, ölüm nasıl var olabilir? Bu bekleyiş, intihar eğilimi değildir. Bu bekleyiş, patolo­ jik bir gösterge değildir. Sen hayatını yaşamışsındır. Eğer hayatını yaşadıysan, ölüm onun zirve noktası olur. Ölüm, yaşamın zirvesi, doruğu, kreşendosudur. Yemenin, içmenin, uyumanın, yürümenin, sevişmenin 32

OSHO

tüm küçük dalgalarını yaşamışsındır, küçük dalgalar, büyük dalgalar, hepsini yaşamışsındır. Ve sonra en büyük dalga ge­ lir. Ölürsün! Bunu da, doyasıya yaşaman gerekir. İşte o za­ man, bir insan ölmeye hazırdır. Bu hazırlığın kendisi, ölü­ mün ta kendisidir. Bu şekilde insanlar, hiçbir şeyin ölmediğini anlarlar. Sen ölümü yaşamaya hazırsan, ölüm bütün gücünü kaybeder; sen korktuğun sürece güçlüdür. Yaşanmamış bir yaşam, ölüme güç verir. Ve doyasıya yaşanmış bir yaşam, ölümün tüm gücünü ahr. Ölüm yoktur.

33

Anlayış Önemlidir Korku nasıl eğitilir ya da tamamen önlenir?

orku tamamen önlenemez, korku eğitilemez, korku sadece anlaşılır. Anlamak, buradaki kilit sözcüktür. Ve sadece anlayış, değişimi getirir. Korkunu eğitmeye çalı­ şırsan, bastırılır, senin derinliklerinde ilerlemeye devam eder. Yardımı olmaz, işleri daha da karıştırır. O yüzeye çı­ kar, sen onu derinlere itersin; eğitmek budur. Onu bastıra­ bilirsin; öyle derin bastırırsın ki bilincinden tamamen kay­ bolur. O zaman onun farkında olmazsın, ama o varlığını bir yerlerde sürdürür ve gücünü korur. Seni idare etmeyi, sen­ den faydalanmayı sürdürür. Ama senden öyle dolaylı bir yoldan faydalanır ki farkına varmazsın. Ama o zaman, teh­ like daha da derinlerde demektir. Şimdi, anlamazsın bile. O yüzden korku eğitilmemek, önlenmemelidir. Zaten ön­ lenemez de. Çünkü korku, içinde bir tür enerji barındırır ve hiçbir enerji yok edilemez. Korktuğun zaman şiddetli bir enerjiye sahip olduğunu fark ettin mi? Tıpkı öfkelendiğinde olduğu gibi; ikisi de, aynı enerji fenomeninin iki yönüdür. Öfke agresiftir, korku ise tam tersi. Korku, negatif bir ko­ numdaki öfkedir; öfke, pozitif bir konumdaki korku. Öfke-

K

35

Korku

lendiğinde, ne kadar güçlendiğine dikkat etmedin mi? Nasıl bir enerjiye sahip olduğuna? Öfkeliyken büyük bir taşı fırla­ tabilirsin; normalde onu kıpırdatamazsın bile. Öfkelendi­ ğinde, üç, dört kat daha büyürsün. Öfkelenmeden yapama­ yacağın pek çok şey yapabilirsin. Ya da korkuyla, bir Olimpiyat koşucusunun kıskanacağı bir hızda koşabilirsin. Korku enerji yaratır; korku enerjidir ve enerji yok edilemez. Tek bir enerji zerresi bile, var oluş­ tan silinemez. Bunu sürekli aklında tutmalısın, yoksa yanlış bir şey yaparsın. Hiçbir şeyi yok edemezsin, sadece formu­ nu değiştirebilirsin. Küçük bir çakılı yok edemezsin; küçük bir kum atomu yok edilemez, sadece form değiştirir. Bir su damlasını yok edemezsin. Onu buza dönüştürebilirsin, buharlaştırabilirsin, ama varlığını sürdürür. Bir yerde var ol­ maya devam eder, var oluşun dışına çıkamaz. Korkuyu da yok edemezsin. Ve bu yüzyıllardır denen­ mektedir; insanlar korkuyu yok etmeye, öfkeyi yok etmeye, cinselliği yok etmeye, hırsı yok etmeye çalışmaktadır. Tüm dünya sürekli enerjilerini yok etmeye çalışıyor ve sonuç ne? İnsan, darmadağın oldu. Hiçbir şey yok edilmedi, hepsi ha­ la orada; sadece bir şeyler karıştı. Bir şeyleri yok etmek için uğraşmaya gerek yok, çünkü zaten hiçbir şey yok olmaz. O zaman ne yapmalı? Korkuyu anlamalısın. Korku ne­ dir? Nasıl yükselir? Nereden gelir? Mesajı nedir? İyi bak -ve önyargısız; ancak o zaman anlayacaksın. Eğer korkunun yanlış bir şey olduğuna, var olmaması gerektiğine dair bir inancın varsa -“Korkmamalıyım”-, o zaman bakamazsın. Korkuyla nasıl yüzleşeceksin? Korkunun senin düşmanın ol­ duğuna karar vermişsen, onun gözlerinin içine nasıl baka­ caksın? Hiç kimse, düşmanının gözlerine bakmaz. Eğer sen bir şeylerin yanlış olduğunu düşünüyorsan, o zaman onu görmezden gelmeye, ihmal etmeye, ondan kaçınmaya çalışa36

OSHO

çaksın. Onunla karşılaşmamaya çalışacaksın, ama o varlığı­ nı sürdürecek. Bunun bir yardımı olmaz. Önce, tüm hükümlerini, yargılarını, değerlendirmelerini bir kenara bırak. Korku, gerçekliktir. Yüzleşmek, anlaşıl­ mak zorundadır. Ve sadece anlayışla, dönüştürülebilir. As­ lında, anlayışla dönüştürülür zaten. Başka hiçbir şey yapma­ ya gerek yoktur; anlayış onu dönüştürür. Korku nedir? Öncelikle korku, her zaman bir tür arzuy­ la ilgilidir. Ünlü bir adam olmak istersin, dünyadaki en ün­ lü adam; işte o zaman korku vardır. Ya başaramazsan? Kor­ ku başlar. Şimdi korku, bir arzunun yan ürünüdür. Dünya­ daki en zengin insan olmak istersin. Ya olamazsan? Titre­ meye başlarsın; korku başlar. Bir kadına sahip olmak ister­ sin ve yarın onunla olamayacağından, onun başka birine gi­ debileceğinden korkarsın. Hala hayattadır, gidebilir. Sadece ölü bir kadın gidemez ve o kadın hala hayattadır. Bir cese­ de sahip olabilirsin; o zaman korku yoktur. Ceset orada ola­ caktır. Bir mobilyaya sahip olabilirsin, korku yoktur. Ama bir insana sahip olmaya çalıştığında, korku başlar. Kim bi­ lir, dün senin değildi, bugün senin... Kim bilir, yarın başka birinin olabilir. Korku artar. Korku, sahip olma arzusundan doğar; bir yan üründür; sahip olmak istersin, o yüzden kor­ ku başlar. Eğer sahip olmak istemezsen, korku da olmaz. Gelecekte o veya bu olmak gibi bir arzun yoksa o zaman korkun da yoktur. Eğer cennete gitmek istemezsen, seni hiç­ bir rahip korkutamaz. Hiçbir yere gitmek istemezsen, seni hiç kimse korkutamaz. Anını yaşamaya başlarsan, korku kaybolur. Korku, ar­ zuyla birlikte doğar. O yüzden temel olarak arzu korkuyu yaratır. İyice bak. Korku duyduğun her an, nereden geldiğine dikkat et, onu hangi arzunun yarattığına. Sonra da olayın 37

Korku

anlamsızlığına bak. Bir kadına ya da bir erkeğe nasıl sahip olabilirsin? Bu ne kadar saçma, aptalca bir fikir. Sadece nes­ nelere sahip olabilirsin, insanlara değil. Bir insan, bir özgürlüktür. İnsan, özgürlüğünden dolayı güzeldir. Bir kuş, gökyüzünde süzülürken güzeldir; onu ka­ fese koyarsın, artık o kuş aynı kuş değildir. Ona benzer, ama aynı kuş değildir. Gökyüzü nerede? Güneş nerede? O kanatlar nerede? Bulutlar nerede? Kanadındaki özgürlük nerede? Hepsi yok olur. O kuş, aynı kuş değildir. Bir kadını seversin, çünkü o özgürlüktür. Sonra onu ka­ fese kapatırsın; sonra yasalara başvurur ve onunla evlenir­ sin. Sonra etrafına güzel, belki de altından bir kafes örersin, elmaslarla donatırsın, ama o artık aynı kadın değildir. Bu kez korku başlar. Korkarsın, korkarsın çünkü kadın bu ka­ fesi beğenmeyebilir. Tekrar özgürlüğünü isteyebilir. Ve öz­ gürlük, nihai bir değerdir, kimse ondan vazgeçmez. însan özgürlükten oluşur, bilinç özgürlükten oluşur. O yüzden er ya da geç, kadın sıkılmaya, bıkmaya başlar. Baş­ ka birini arar. Korkarsın. Korkun artar, çünkü sahip olmak istersin, ama zaten neden en başta sahip olmak isteyesin ki? Sahiplenici olma ve korku da duyma. Korku olmadığında, korkuyla harekete geçen, onu tetikleyen ve onunla güçlenen enerjinin büyük bir bölümü serbest kalır ve bu enerji, senin yaratıcılığın olur. Senin dansın, kutlayışın olur. Ölmekten mi korkuyorsun? Ölemezsin, çünkü en başta, sen yoksun. Nasıl ölebilirsin? Benliğine bak, derinliklerine in. Ölecek kim var? Derinlere baktığında, orada bir ego, bir “benlik” bulamayacaksın. O zaman ölüm olasılığı da olma­ yacak. Sadece ego düşüncesi, ölüm korkusu yaratır. Ego ol­ madığında, ölüm de olmaz. Mutlak bir sessizlik, ölümsüz­ lük, sonsuzluk olursun -sen olarak değil, ama açık bir gök­ yüzü olarak, hiçbir “ben,” benlik düşüncesi ile lekelenme38

OSHO

den, sınırsız, tanımsız. O zaman korku da olmaz. Korku doğar, çünkü ortada başka şeyler de vardır. Bu şeylerin içine bakmalısın ve onlara bakmak, bir şeyleri de­ ğiştirmeye başlayacak. O yüzden lütfen, nasıl eğitileceğini ya da önleneceğini sorma. Eğitilmemesi, önlenmemesi gerekir. Eğitilemez ve önlenemez, sadece anlaşılır. Anlayış, tek ilken olsun.

39

Kutsal Güvensizlik Harici bir güvenlik fikrinin saçma ve gerçek dışı olduğunu biliyorum, ama arayabileceğimiz bir içsel güvenlik yok mu?

üvenlik diye bir şey yoktur, ne harici ne içsel. Güven­ lik var olmaz, bu yüzden var oluş bu kadar güzeldir. Sabah, güvende olmayı düşünmeye başlayan bir gül düşü­ nün; ne olur? Eğer gül gerçekte güvende olursa, plastik bir çiçeğe dönüşür; yoksa güvensizlik var olur. Güçlü bir rüzgar gelip tüm yapraklarını savurabilir. Koşarak bir çocuk gelir ve çiçeği koparır. Bir keçi gelir ve gülü yer. Ya da herhangi bir şey olabilir, çocuk gelmese de, çiçek ya da rüzgar gülü yerinden etmese de, akşam olduğunda gül gidecektir. Sıra dışı hiçbir şey olmasa bile, gül gidecektir. Ama gülün güzelliği de buradadır, bu yüzden bu kadar güzeldir. Ölümle sarmalandığı için ölüme, rüzgarlara mey­ dan okur. Böyle küçük, minik bir çiçek ve böyle büyük bir mücadele. Tüm zorlukların ve tehlikelerin üzerine çıkar. Bir­ kaç dakika ya da birkaç saatliğine bile olsa, fark etmez. Za­ man cisimsizdir, ama kendi günü vardır. Yaşamıştır, rüzgar­ larla konuşmuş, güneşle ve ayla sohbet etmiş, bulutlara bak-

G

41

Korku

mıştır. Ve mutluluk yaşamıştır, büyük mutluluk! Sonra ölür, tutunup kalmaz. Tutunup kalan bir çiçek çirkindir; sadece insanlar bu kadar çirkinleşebilir. Zamanı geldiğinde, çiçek ölür ve toprağa, geldiği yere geri döner. Harici bir güvenlik yoktur, içsel bir güvenlik de. Güvensizlik, hayatın özüdür. Benim çalışmalarımla diğer insanların çalışmaları arasın­ daki fark budur; onlar sana güven verir, bense tüm güveni­ ni alırım. Ben, yaşamın güzelliklerinin farkına varmam sağ­ larım; risklerinin, tehlikelerinin, güvensizliklerinin. Senin daha duyarlı olmanı sağlarım. Ve bu yüce duyarlılık içinde, büyük bir mücadele ve macera vardır. îşte o zaman, insan yarının gelip gelmeyeceğini umursamaz; bugün yeter de ar­ tar bile. Eğer sevebilirsek, eğer yaşayabilirsek, bugün yeter de artar. Derin sevginin tek bir anı, ebediyettir. Güvenlik kimin umurunda? Bu fikrin kaynağı açgözlülüktür, egodur. İster içsel güvenlik, ister harici güvenlik, hiçbir farkı yok. Bir in­ san derinliklere bakmalı ve güvenlik diye bir şey olmadığını, var oluşun içinde güvenliğin mümkün olmadığını görmeli­ dir. Tam da bu anda, büyük bir evrim, benliğinize doğru ilerler; siz dönüşürsünüz. îsa bu ana, metanoia der. Değiştiniz... Hıristiyan ya da Katolik ya da Protestan olmadınız. O anda, artık siz dünye­ vi olmaktan çıktınız. Güvenlik arayışında olmak, dünyevi olmaktır. Bir gül gi­ bi güvensizlik içinde yaşamak, başka bir dünyadan olmak­ tır. Güvenlik dünyaya aittir; güvensizlik ise kutsal.

42

Ölümüne Korkmak Korkunun Köklerini Keşfetmek

-j-nsanlar korku içinde yaşadıklarında, yaşamları çok JLcanlı olmaz. Korku onları yarım bırakır, felç eder. Kök­ lerini koparır, tüm ağırlığını, tüm benliğini hissetmene izin vermez. İnsanları cüceleştirir, spiritüel cücelere dönüştürür. Büyümek, cesaret gerektirir, korkusuzluk gerektirir ve kor­ kusuzluk en dindar niteliktir. Korku içinde olan insanlar, bilinenin ötesine geçemezler. Bilinen, bir tür rahatlık, güvenlik ve emniyet hissi verir, çün­ kü bilindiktir. Kişi her şeyin farkındadır. Kişi, onunla nasıl baş edeceğini bilir. Kişi, neredeyse yarı uyuklar bir şekilde onunla başa çıkabilir; uyanık olmasına gerek bile yoktur. Bu bilinen verdiği rahatlıktır. Bilinenin sınırlarını aştığın anda korku başlar, çünkü şim­ di cahil olacaksın, şimdi ne yapacağını, ne yapmayacağını bi­ lemeyeceksin. Şimdi kendinden o kadar da emin olmayacak­ sın, hatalar yapabilir; yanlış yola sapabilirsin. İnsanları bili­ nene bağlayan bu korkudur ve bir insan bilinene bağlandığı anda, ölmüş demektir.

43

Korku

Yaşam sadece tehlike içinde yaşanabilir, onu yaşamanın başka hiçbir yolu yok. Yaşam olgunluğa, büyümeye, sadece tehlike ile ulaşabilir. İnsanın maceraperest olması, bilinme­ yen için bilineni riske atmaya hazır olması gerekir. Ve insan özgürlüğün ve korkusuzluğun keyfini tattı mı, asla pişman olmaz, çünkü o zaman maksimum seviyede yaşamanın ne anlama geldiğini bilir. Ancak o zaman kişi yaşamın fenerini iki ucundan yakmanın ne anlama geldiğini bilir. Ve bu yo­ ğunluğun tek bir anı bile, ortada yaşamanın sonsuzluğun­ dan çok daha tatmin edicidir. * însan ölümden korkar, çünkü yaşamın ne olduğundan habersizdir. Yaşamın ne olduğunu bilirsen, ölüm korkusu kendiliğinden kaybolur. Sorun ölümle ilgili değildir, sorun yaşamdır. Çünkü yaşamın ne olduğunu bilmediğimiz için, bir gün sona ereceğinden korkarız. Henüz yaşamamışızdır. Ne olduğunu bilmeden nasıl yaşayabilirsin? Yaşamamış ve sevmemişsindir; sürüklenir, ot gibi yaşarsın. Ve bir şeyin ke­ sin olduğunu bilirsin; ölüm her gün, her an biraz daha yak­ laşır, korkarsın. Korku doğaldır, çünkü ölüm kapıyı sonsu­ za dek kapatacaktır. Ve sen yaşamın ne olduğunu öğrene­ meden, yaşamdan alınırsın. Sana bir fırsat verilmiştir, büyük bir fırsat ve sen o fırsatı kaçırmışsındır. Hep yarına ertelersin. “Yarın yaşayacağım,” dersin. Ama aynı zamanda, hep bir kenarda, korkunun olduğunu bilirsin: “Yarın, kim bilir? Yarın ölüm gelebilir, ya sonra?” Yaşamı yarına ertelemişsindir ve yarın yoksa o zaman ne olur? İşte o zaman korku başlar. Ve şimdi nasıl yaşayacağını da bilmiyorsun. Kimse sana şimdi nasıl yaşayacağını söylemiyor. Din adamları, politika­ cılar, ailen, herkes sana yarınları anlatıyor. Çocukken,

44

OSHO

“Genç bir adam olduğunda, yaşamın ne olduğunu anlaya­ caksın,” diyorlardı. Genç bir adam olduğunda, “Sen daha gençsin, gençlik aptallıktır. Yaşlandığında anlayacaksın,” derler. Yaşlandığında ise, “İşin bitti. Şimdi geriye hiçbir şey kalmadı, kullanılmış bir kartuş gibisin,” derler. Burası tuhaf bir dünya! Çocukluğumda, her çocuk gibi, ben de büyüklerime bin­ lerce soru sorardım. Bu onlar için neredeyse bir işkenceye dönüşürdü, çünkü sorularım onları utandırırdı. Onlar için söyleyebilecekleri en kolay şey şuydu; “Daha çok gençsin. Bekle.” Babamın arkadaşlarından biri, tüm kasabada alim olarak bilinirdi. Babamla birlikte onu görmeye giderdim ve en çok ona işkence yapardım. Hep bana, “Bekle. Daha çok gençsin ve soruların çok karmaşık. Biraz büyüdüğünde, anlayabile­ ceksin,” derdi. Ona sormuştum, “Bana lütfen hangi yıl büyümüş olaca­ ğımı yazıp verir misin? Ben de o zaman gelip soru soraca­ ğım. Çünkü bu senin için zor! Ben ne zaman soru sorsam -ki son beş yıldır soru soruyorum- sen hep aynı şeyi söylüyor­ sun: ‘Büyüdüğün zaman...’ Bana bunu sonsuza dek söyleme­ ye devam edebilirsin! O yüzden yılı bir kağıda yaz ve imza­ la.” Elinin titrediğini gördüm ve sordum, “Neden elin titri­ yor? Neden korkuyorsun? Eğer bir insanın hangi yaşta an­ lamaya başlayabileceğini biliyorsan, bir kağıda yaz. Eğer 20 diyorsan, ben sana 21 yaşında geleceğim. Sana bir yıl fazla­ dan veriyorum!” Bunun üzerine yazdı, “21 yıl.” “Tamam,” dedim, “22 yaşıma bastığımda geleceğim.” Düşünmüş olmalı, “En azından sorun şimdilik çözüldü. Kim bilir? Belki o 22 yaşma geldiğinde...?” O zamanlar on 45

Korku

dört yaşlarındaydım. Yirmi iki yaşıma geldiğimde, ona gittim ve yanımda bir kalabalık vardı. Benimle gelmesi için bir sürü insan topla­ mıştım ve ona döndüm, “İşte verdiğin söz. Şimdi yanıtlar!” dedim. “Sen tam bir baş belasısın! Bu insanları neden getirdin?” diye sordu. “Beni kandırdığına tanık olmaları için,” dedim. “Ve be­ ni kandıran sadece sen değilsin. Bütün dünyada bu böyle. Bütün yaşlı insanlar genç insanlara ‘yarın’ diyerek onları kandırıyor ve yarın hiç gelmiyor. Şimdi 22 yaşındayım ve sen kağıda ‘21 yıl’ yazdın. Olur, da yeterince zeki olmazsam diye sana bir yıl fazladan verdim ve büyümek için biraz da­ ha bekledim. Ama şimdi gitmiyorum, bütün sorularıma ya­ nıt alana kadar burada kalacağım.” “Doğruyu söylemek gerekirse,” diye yanıtladı, “ben bir şey bilmiyorum. O yüzden lütfen bana sorma. Affet beni, haklısın. Sana yalan söyledim.” “Neden bir çocuğa yalan söyledin?” diye sordum. “Sana tüm masumiyetiyle sorular soran, sana güvenen bir çocuğa nasıl yalan söyleyebildin? Ve onu kandırdın! Tanrının var olup olmadığını bilmiyorsun, ama bana Tanrının var oldu­ ğunu ve daha sonra anlayabileceğimi söyledin. Daha o an­ da, senin anlamadığını anlamıştım. Sen Tanrı hakkında hiç­ bir şey bilmiyorsun, sadece bir papağan gibi tekrarlıyor­ sun.” Ama durum gerçekten de bu; öğretmenler bilmiyor, pro­ fesörler bilmiyor, rahipler bilmiyor, ama bilmeden biliyor­ muş gibi yaparak devam ediyorlar. Ve tüm strateji, tek bir numaraya dayanıyor ve bu da sürekli ertelemek: “Zamanı geldiğinde sen de bileceksin.” Elbette zamanı hiç gelmiyor, sen hiçbir zaman yeterince büyümüyorsun. Ve yaşlandı46

OSHO

ğında, sen de kendini kurtarmak zorunda kalıyor ve böylece çocuklarına aynı yalanları söylemeye başlıyorsun. Çocuklarını seviyorsan, kardeşlerini seviyorsan, onlara asla yalan söyleme. Dürüst ol, onlara, “Bilmiyorum ve araş­ tırıyorum,” de. Yarına erteleme. Tüm yaşamımız ertelemelerden ibaret, bu yüzden ölüm korkusuyla yaşıyoruz: “Henüz bilmiyorum ve ölüm yaklaşı­ yor.” Herkes, ölümden aynı sebepten dolayı korkuyor; he­ nüz yaşamı tatmadık ki. Yaşamın ne olduğunu bilen bir adam, ölümden asla korkmaz; ona kucak açar. Ölüm geldi­ ğinde, ona kucak açar, ölümü bir misafir gibi kabul eder. Yaşamın ne olduğunu bilmeyen bir adam için, ölüm düş­ mandır. Ve yaşamın ne olduğunu bilen bir adam için, ölüm yaşamın nihai kreşendosudur. Ama herkes ölümden korkar; bu da bulaşıcıdır. Anne ve baban ölümden korkuyor, komşuların ölümden korkuyor. Küçük çocuklar, sürekli etraflarındaki bu korkudan etkilen­ meye başlıyorlar. Herkes ölümden korkuyor. İnsanlar ölüm­ den bahsetmek bile istemiyor. Bir insan öldüğünde, vücudunu süslemek için insanlar gelir. O insan, hayatında hiçbir zaman, ölümden sonraki ka­ dar güzel görünmemiş olabilir -boyanmıştır ve yanakları öyle kırmızıdır ki Florida’da yaptığı üç aylık tatilden yeni döndü sanırsın! Sanki spor yapıyormuş gibi sağlıklı görünür ve şimdi yogada, ölüm pozuna bürünmüştür, aslında ölü de­ ğildir. Aslında ölmediği izlenimi yaratılmalıdır. Mezar taşı­ na bile, “Ölmedi, sadece uyuyor,” yazılır. Ve tüm dillerde, ne zaman biri ölse, kimse onun öldüğünü söylemez. “Cen­ nete gitti. Tanrının sevgilisi oldu; Tanrı onu seçti ve yanına aldı. Başka bir dünyaya gitti,” deriz. İnsanların kutsallığın­ dan, sadece onlar öldükten sonra bahsedersin. Bir insan öldüğünde, kimse ona karşı bir şey söylemez, kimse onu kötüleyecek bir şey söylemez. Aniden bir azize dönüşür, harika bir insan. Onun yeri asla doldurulamaz, dünya onu çok özleyecek, o çok özel bir insandı. Ve o ha-

47

Korku

yattayken, kimse onu fark etmemiştir! Bunlar başvurduğu­ muz numaralardır; ölümü uzak tutmak, kapıları kapatmak ve ölümü tamamen unutmak için başvurduğumuz numara­ lar. Gerçek bir insanlıkta, hiçbir tabu olmayacak. Cinsellik tabusu olmayacak, ölüm tabusu olmayacak. Yaşam, doyası­ ya yaşanmalıdır ve ölüm, yaşamın bir parçasıdır. Bir insan doyasıya yaşamalı ve doyasıya ölmelidir.

48

Doğu ve Batı Gerçeklikleri

atı bilimi tek bir gerçek bilir - madde. Zayıftır, çeşit­ lilikten yoksundur. Doğu mistisizmi içsel benliğin gerçeğini kabul eder, yani senin göremediğini, anlayamadı­ ğını, ama senin var olduğun gerçeğini. Ona uyandırabilir­ sin ya da uykuda da kalabilirsin, bu senin benliğinin içsel ni­ teliği için fark etmez. Bu senin, nihai gerçekliğindir. Sonra bir de beden vardır, sadece bir görünüş; sürekli de­ ğişen bir görünüş. Güzel bir kadın ya da güzel bir adam gö­ rürsün ve onlar yaşlanmaktadır. Bir gülün güzelliğine kapıl­ dığın anda, onun tekrar toprağın içinde kaybolması yakın­ dır. Bu tip gerçeklik, Doğu vizyonunda da yer alır. Onlar buna görünüş derler, anbean değişen görünüş. Doğmak için bir zaman ve ölmek için bir zaman vardır. Mevsimler tekrar gelecektir ve çiçekler tekrar açacaktır. Benliğin, merkezin dı­ şında her şeyin sürekli değiştiği bir var oluşun döngüsel ge­ zisi. Bu değişen dünya, göreli gerçekliktir. Sonra bir de başka gerçeklikler vardır -rüyalar gibi. Ger­ çek olmadıklarını bilirsin, ama yine de görürsün. Sadece görmekle kalmazsın, seni etkilerler de. Bir kabus görür ve uyanırsan, kalbinin daha hızlı çarptığını, terlediğini fark

B

49

Korku

edersin. Korkudan nefes nefese kalmış olabilirsin. Kabusun var olmadığını söyleyemezsin; yoksa bu nefes nefese kal­ man, değişen kalp çarpıntısı, ter nereden gelmiş olabilir? Doğu mistisizmi, gerçekliğin bu üçüncü katmanını da kabul eder; rüya, dört bir yanında gördüğün ufuk, hiçbir yerde var olmayan, ama her yerden görebildiğin. O yüzden Doğu mistisizmine göre, her şey geçer ve bir de asla geçmeyen bir şey vardır; her şey doğar ve ölür ve bir de hiçbir zaman doğmayan ve ölmeyen bir şey vardır. Ve sen o n i h a i kaynağa odaklanmadıkça, huzur bulamazsın, dinginliğe erişemezsin. Mutluluğu bulamazsın, memnuniyet duyamaz­ sın. Evrende kendini yuvanda, rahat hissetmezsin. Sadece bir kaza olarak kalırsın, asla benimseyemezsin. Herhangi bir meditasyon metodunun tüm çabası, seni as­ la değişmeyene, hep var olana yakınlaştırmaktır. Zaman ta­ nımaz -eğer değişim yoksa nasıl geçmiş, şimdi ve gelecek olabilir ki? Geçmiş, gelecek ve şimdiyi bilen dünya, sadece göreli gerçek olabilir- bugün burada, yarın gitmiş olacak. O kadar inandığın beden, bir gün ölür. O kadar inandığın akıl, seninle gelmez, bedenle birlikte ölür. Beden mekanizmasının bir parçası olmuştur. Ölümde bedenden uçup giden şey, görünmez bir göğe doğru yükselen görünmez bir kuştur. Ama eğer farkınday­ san, dans ediyor olacaksın, çünkü ilk kez, özgürlüğün ne ol­ duğunu anlayacaksın. Bu siyasi veya ekonomik bir özgürlük değildir; daha derin, var oluş özgürlüğüdür. Ve bu özgür­ lükten doğan her şey güzeldir, zariftir. Gözlerin aynıdır, ama vizyonu değişmiştir. Sevgin hala oradadır, ama artık şehvet değil, sahiplenme duygusu değildir. Kendini şefka­ te dönüştürür. Sen yine mutluluğunu şarkılarında, dansların­ da, şiirlerinde, müziğinde paylaşırsın -sırf mutluluk adına. 50

OSHO

Yüzyıllardır süre gelen bir tartışma var: Sanat ne içindir? Sanatın bir amaca hizmet etmesi gerektiğini, aksi takdirde anlamsız olduğunu söyleyen pragmatik çıkarcılar oldu. Ama bu insanlar sanatı bilmiyorlar. Sanat, sadece kendine hizmet eder. Yalnız bir bülbülün, sessizlik içinde duran bambuların, gökyüzüne uçan bir kuşun saf mutluluğudur. Sadece uçuşun kendisi, sadece özgürlük hissi, kendine yeter. Başka hiçbir şeye hizmet etmesi gerekmez. Ama bu sadece, kendi ana var oluşunu bildiğin takdirde mümkündür. Sen ödünç alman, beslenen, eğitilen bir aklı tanıyorsun. Sen, bedenini çok yüzeysel bir boyutta tanıyorsun. Kendi bedenin bile olsa, nasıl işlediğini bilmiyorsun. Besini kana nasıl dönüştürdüğünü, oksijeni bedenin farklı bölümlerine nasıl dağıttığını bilmiyorsun. Beden, kendi ilmine sahiptir. Doğa, nefes almayı hatırlamayı sana bırakmadı, çünkü unu­ tabilirsin. Öyle uykun var ki, doğa bunu riske atamaz. Eğer nefes almayı hatırlamak zorunda kalsaydın, burada olur muydun, sanmıyorum! Uzun zaman önce unutulmuş olur­ dun. Ama hatırlasan da hatırlamasan da, uyanık da olsan uy­ kuda da, nefes alıp vermeye devam edersin, kalp kendi başı­ na çalışmayı sürdürür, miden sindirme işlemine devam eder. Senin tavsiyeni istemez ya da hiçbir tıbbi eğitime ihtiyaç duymaz, hiçbir tavsiyeye de. Kendine ait, yaratışsa! bir ilmi vardır. Ama o sadece senin evin -sen o değilsin. Ev bir gün eski­ yecek. Bir gün duvarları dağılmaya, kapıları düşmeye başla­ yacak. Hatta bir gün evin izi bile kalmayacak; hepsi gidecek. Peki, ya içinde yaşayan adama ne oldu? Bu ilkeyi anlamak zorundasın. Buna farkındalık, aydın­ lanma, bilinç ya da Buda bilinci de; adını ne koyduğun 51

Korku

önemli değil. Ama sıradan işlerle vakit kaybetmemek, her insanın mutlak sorumluluğudur. Her şeyin bir sırası var! Ve yapacağın ilk şey, bu varlığın ne olduğunu bilmek ve o ol­ maktır. Kelebeklerin peşinde koşmaktan vazgeç. Varmış gi­ bi görünen, ama olmayan ufka bakmaktan vazgeç. Hatırlıyorum... Yirmi üç yüzyıl önce, Büyük İskender, Hindistan’a gitmiş. Onun öğretmeni, büyük filozof, mantı­ ğın babası, Aristo’ymuş. Ve Hindistan için yola çıkarken, Aristo ona sormuş, “Armağan olarak bana bir şey getirebi­ lir misin?” İskender yanıtlamış, “Ne istersen. Söylemen yeter.” “O kadar kolay değil, ama bekleyeceğim. Lütfen döner­ ken bana bir sannyasin getir, kendinin farkına varmış bir adam. Çünkü biz bunun, bir buda olmanın ne demek oldu­ ğunu bilmiyoruz. Bir buda al ve yanında getir.” İskender, ne vaat ettiğinin farkında değilmiş. “Endişelen­ me,” demiş. “Eğer İskender Himalayaları yerinden oynat­ mak isterse, onlar kıpırdamak zorunda kalacaklar. Ve sen sadece bir insan istiyorsun. Sadece bekle. Birkaç ay içinde döneceğim.” İskender’in son dakikada hatırlaması gereken öyle çok şey varmış ki, bir buda, içsel gerçekliği bilen bir insan getir­ meyi unutmuş. Tam dönüş yolunda, Hindistan sınırında herkese sormuş, insanlar bu fikre gülmüşler. “Zaten bir in­ sanın buda olduğunu anlamak çok zordur,” demişler. “İkin­ cisi, eğer bir budanın parlaklığını fark edecek kadar açık bi­ le olsan, onun ayaklarına kapanırsın. Yanında götürmeyi fa­ lan unutursun. Dileriz bir buda bulamazsın. Sen sadece evi­ ne dön.” İskender anlayamamış. Buda nasıl bir insan ki zorla götü­ rülenlesin? Sonunda şöyle demiş, “Her yere haberciler gön­ derin, evine vardığını iddia eden biri var mı, bulun.” Adamları geri gelmiş ve söylemişler, “Evet, nehrin kena­ rında duran çıplak bir sannyasin, ‘Başka nerede olabilirim? Buradayım. Ve başka kim olabilirim? Budayım,’ diyor.”

52

OSHO

İskender, adamla tanışmak üzere kendi gitmiş. Diyalog, inanılmaz güzelmiş, ama Büyük İskender’i de şok etmiş. Da­ ha önce böyle bir adamla hiç karşılaşmamış, çünkü daha o tek bir söz söylemeden -İskender’in elinde kılıcı varmış- yaş­ lı, çıplak, zavallı adam ona, “Kılıcını hemen kılıfına sok, bu­ rada ona ihtiyaç yok. Bir zeka adamı kılıç mı taşıyor? Sana vururum! Kılıcını kılıfına sok!” demiş. İskender ilk defa ona emir verebilen birine rastlamış ve itaat etmek zorunda kalmış. Kendine rağmen, itaat etmiş. “Bir dua ile geldim: sadece benimle gel, benim toprakları­ ma. Öğretmenim bir buda görmek istiyor. Batı’da biz, içsel benliğin ne anlama geldiğini bilmiyoruz,” demiş. Yaşlı adam gülmüş. “Bu çok komik. Eğer öğretmenin bil­ miyorsa, o öğretmen bile değildir. Eğer bir buda görmek is­ tiyorsa, budaya gelmek zorunda; bir buda ona götürülemez. Söyle öğretmenine, ‘Susadıysan, kuyuya gel; kuyu sana gel­ meyecek.’” “Ve sana gelince, İskender,” demiş yaşlı adam, “en azın­ dan insan olmayı öğren. Kendini, Büyük İskender diye tanıt­ tın. Senin kendi budanı görmeni engelleyen de bu egodur. Onu yanında taşıyorsun, ama bu ‘büyüklük,’ bu dünyayı fethetme arzusu... Dünyayı fethettiğinde eline ne geçecek? Yakında ölüm her şeyi alıp götürecek. Çıplak öleceksin, toprağın altına gömüleceksin. Hiç kimse üzerinden geçmeye bile tenezzül etmeyecek ve sen itiraz bile edemeyeceksin, ‘Uzak dur. Ben Büyük İskender’im,’ diyemeyeceksin. Lütfen şu büyüklüğü bırak. Ve unutma, ‘İskender’ sözcüğü bile se­ nin ismin değildir.” İskender sormuş, “Ne demek benim ismim değil? Elbette öyle!” Sannyasin yanıtlamış, “Kimse dünyaya isimle gelmez. Tüm isimler verilir -üzerine etiketler yapıştırılır- ve sen eti­ ket olursun. İsimsiz, unvansız geldiğini tamamen unutursun. Ve geldiğin gibi öleceksin.” “Öğretmenine, aslanla yüzleşmek için buraya gelmesini söyle. Eğer içe dönecek kapasitesi varsa, buda olmanın ne

53

Korku

anlama geldiğini, aydınlanmanın ne anlama geldiğini ancak o zaman anlayabilir. Sadece aydınlanmış biriyle tanışarak, bunu anlayamazsın- tıpkı bir başkası su içerken, senin su­ suzluğunu giderememen gibi.” İskender, yaşlı adamın ayaklarına dokunmuş ve “Seni ra­ hatsız ettiğim için üzgünüm. Belki de birbirimizin dilini hiç anlamıyoruz,” demiş. Ve bu, bugün bile doğrudur: Batılı zihni ve Batılı eğitim almış zihin, mistisizmin, Doğu’nun dilini unutmuştur. Yan­ lış anlamamak için, çok bilinçli, çok uyanık olmalısın. Eski­ den var olan farklı bir iklim, bu dünyayı güzel bir araştırma ve arama yolculuğu yapan farklı bir dünya... Şimdi sadece silah satın almak ve savaşmak ve öldürmek ve savaşlar için bir pazar alanı. Meditasyon kimin umurunda? Bu çok uzak­ lardan gelen bir yankı gibi. Bizimle hiçbir açıdan ilgili değil sanki. Ama sen bu uzaktan gelen yankıya açık olmadıkça, anlamayacaksın. Oldu bir kere... Gautam Buda zamanlarında, çok eğitim­ li, ama kör bir bilge varmış. Ve tartışma ve münazaralarda öyle konuşkanmış ki tüm köy ıstırap çekermiş, çünkü herkes açıklamaya çalışırmış, “Sen körsün, bu yüzden ışık erişebile­ ceğin yakınlıkta değil.” Ama o inat edermiş, “O zaman onu başka kaynaklar ara­ cılığıyla erişilebilir yap. Duyabiliyorum, davul gibi çal.” Işı­ ğı, davul gibi çalamazsın. Ve adam ısrar edermiş, “Dokunabiliyorum, en azından ışığa dokunmamı sağla. Ellerim açık -ışığın nerede? Kokla­ yabiliyorum...” Ama bu duyuların hiçbiri, ışığın gerçekliği­ ni algılamaya yetmemiş. Tüm köy canından bezmiş: “Bu adamla ne yapacağız? Çok tartışmacı ... Hepimiz ışığın ne olduğunu biliyoruz, ama o gerçekliğini reddediyor. Ve ge­ çerli sebepleri de var -hiçbir kanıt sunamıyoruz.” Sonra bir gün Gautam Buda’nın köylerine geldiğini duy­ muşlar. Düşünmüşler, “Bu, kör adamı Gautam Buda’ya gö-

54

OSHO

türmek için iyi bir fırsat. Eğer Gautam Buda onu ikna ede­ mezse, belki de mümkün değildir. Ve sonuçta ilginç olacak; Gautam Buda’nın bu adamla ne kadar tartışacağını görebi­ leceğiz.” Ama yanılmışlar. Gautam Buda adamla tartışmamış. Sa­ dece şöyle söylemiş, “Onu rahatsız etmeyin, sizin ona ışığın var olduğunu söylemeniz son derece çirkin. Eğer yeterince merhametli olsaydınız, onun gözlerini tedavi edecek bir doktor bulmaya çalışırdınız. Işık bir tartışma konusu ola­ maz; onu görmek için gözlere ihtiyacınız var, ancak o za­ man hiçbir soru işareti kalmaz.” Budanın yanında, onunla birlikte seyahat eden doktoru varmış. Doktoruna şöyle demiş, “Bu adamın gözleri iyileşene kadar sen bu köyde kal. Ben karavanımla yola devam edeceğim.” Altı ay sonra, doktor ve kör adam, Buda’nın olduğu ye­ re seyahat etmişler ve adam artık kör değilmiş. Dans ederek gelmiş! Gautam Buda’nın ayaklarına kapanmış ve şöyle de­ miş, “Bana felsefi yaklaşmadığın için, beni aşağılamadığın için sana müteşekkirim. Büyük bir borcun altına girmek ye­ rine, sen konuyu açıkça belirttin: sorun ışıkta değil, gözde­ dir.”

Aynı şey, içsel benlik için de geçerli. Konu senin zekan, akılcılığın, mantığın, bilimsel bilgin ya da inançların değil. Kapalı gözlerle, kemiklerinin ardında gizlenen benliğinle di­ rekt temas içinde olmandır. Bu öğrenildiğinde, ardından inanılmaz bir rahatlama gelir. Hayat, ilk defa, bir dansa dö­ nüşür. Artık ölüm bile insanı huzursuz etmez. Çok eski bir hikaye vardır ... Çok meraklı, genç bir balık merak eder, “Okyanus hakkında çok şey duydum, ama ne55

Korku

rede olduğunu göremiyorum.” Yaşlı bir balık, genç filozofa yanıt verir, “Aptal olma biz okyanustayız ve biz okyanusuz. Okyanustan gelir, okya­ nusun içine kayboluruz. Biz, okyanustaki dalgalardan ibare­ tiz.” Aynı şey, kuşlar için de geçerlidir. Gökyüzünü bulabile­ ceklerini düşünüyor musun? Bütün her yere uçuyor bile ol­ salar -uzak diyarlara- gökyüzünü bulamazlar. Çünkü onlar gökyüzünden doğmuştur ve bir gökyüzünde kaybolacaklar­ dır. Bunlar sembolik ifadelerdir. Aslında söyledikleri şey, se­ nin, evrenin bir parçası olduğundur. Evrendeki bir dalga gi­ bi yükselirsin ve bir gün evrenin içinde kaybolursun. Bu ev­ ren, objektif değil, sübjektif bir şeydir. Senin en derin özün­ le bağlantılıdır. Eğer kendini bulduysan, bütün okyanusu, gökyüzünü, yıldızları, çiçekleri ve kuşlarıyla birlikte bulmuşsundur. İnsanın kendini bulması, her şeyi bulmasıdır. Ve kendini kaçırması... Sarayların, imparatorlukların, bü­ yük zenginliklerin olabilir... Her şey boşadır. Balıklar ve kuşlar, gayretsiz varlıklardır. İnsan haricinde, bu koca evrende kimse aklını kaybetmez. Sen, çalışman ge­ rekmese bile çalışmaya devam edersin. Herhangi bir işle meşgul olursun, aksi takdirde biri seni işaret edip sorar, “Ne yapıyorsun?” “Sadece var oluyorum,” diyecek cesaretin ol­ maz. insanlar sana güler ve “Bir şeyler yap, sadece olmak yetmez. Bir iş bul! Para kazan,” der. Ama bir balık, ihtiya­ cından fazla çalışmaz. Henry Ford’a, ölümünden önce sormuşlar, “Çok uzun zaman önce çıtayı aştın, zenginlik anlamında tüm rekorları kırdın. Şimdi hiçbir rakibin yok. Neden hala çalışmaya de­ vam ediyorsun?” Ofisine her sabah yedide gelirmiş. Bekçiler sekizde, çalı56

OSHO

şanlar dokuzda, müdürler onda. Müdürler saat dörtte çıkar­ mış, çalışanlar beşte, bekçiler ise altıda, ama Henry Ford ha­ la çalışıyor olurmuş. Ve de zamanının en zengin adamıymış. Soruyu soran kişi, sormakta haklıydı, “Neden hala de­ vam ediyorsun? Bu gereksiz bir aktivite. Çok fazla para ka­ zandın, istediğin herhangi bir şeyi yapabilirdin.” Yanıtı,bu bilge adamdan gelmiş, aydınlanmış değil belki ama hayatın onu bilgeleştirdiği kesin. “Alışkanlık oldu. Da­ ha da zengin olmak için kendimi çalışmaktan alıkoyama­ dım. Artık gerek olmadığım biliyorum, ama eski bir alışkan­ lığı bırakmak çok zor, hele bir ömürlük bir alışkanlığı.” İnsan hariç ... Ne ağaçların alışkanlıkları vardır, ne balık­ ların, ne de kuşların. Tüm doğa gayretsizdir. Sadece gerek­ tiği zaman işlev gösterir, gerekmediğinde çalışmayı bırakır ve sessiz kalır. Aslında, bana göre bu dinginlik: gerektiği ka­ dar yapmak. Bir santim bile ötesine geçtiğinde, dinginliği aşar, deliliğe geçersin. Ve deliliğin sonu yoktur. Bu, pek çok açıdan anlaşılabilir. İnsan hariç, hiçbir hay­ van bütün bir yıl seks peşinde koşmaz. Bir mevsimi vardır, çiftleşme mevsimi. Ve o mevsim bittiğinde, yılın geri kalanı boyunca kimse seksi düşünmez. Kuşların arasında ne seksomanyaklara rastlarsın, ne de bekarlara. Çiftleşme mevsimin­ de bile, aşırı mutlu olduklarına rastlamazsın. Kuşları, hayvanları izliyorum ve cinsel aktivitelerinin, sanki onlara zorla yaptırılan bir şey gibi görünmesine hay­ ret ediyorum. Mutlu görünmüyorlar. Çiftleşen bir köpeği iz­ le. Bunu bir baskı altında yapıyor, biyolojik bir baskı. Yok­ sa ilgilenmiyor. Ve mevsim sona erdiğinde, bütün ilgisini kaybediyor. Bu yüzden hayvanlar dünyasında evlilik yoktur. Evliliği ne yapsınlar? Çiftleşme mevsimi bitti mi, elveda! Ama insanda, bu bir alışkanlıktır. Biyolojik bir gereklili­ ği bile alışkanlığa dönüştürmüştür. Psikolog ve onların an57

Korku

ketlerine göre, her erkeğin, en az her dört dakikada bir ka­ dınları düşündüğünü ve her kadının, en az her yedi dakika­ da bir erkekleri düşündüğünü biliyor muydun? Bu eşitsizlik, korkunç bir ıstırabın sebebidir. Bu yüzden her gece, koca eve geldiğinde ... Karısı gayet iyiyken, aniden yüzünde bir İngiliz ifadesi belirir, başı ağrı­ maya başlar. Zeki kocalar eve, yanlarında aspirinle gelirler! Ama zeki kocalara nadiren rastlanır, çünkü eğer zekiysen, asla bir koca olmazsın. Bu tip bir şey, aklını kullanamayan­ lar içindir. Akılcı olanlar, hep özgür kalır. İnsanlığı izle. Buranın bir tımarhane olmadığına inanma­ yacaksın. Birisi sigara içiyor, hem de paketin üzerinde haya­ tı için tehlikeli olduğunu yazmasına rağmen. Sakız çiğneyen insanlar var. Daha aptalca bir şey olabilir mi? Sakız? Çiğnemek için sakız üretiliyor? İnsanlar buna benzer pek çok şey yaparlar ve kendilerini izleyip not etse­ ler, diyecekler ki... “Tanrım, şu yaptığım şeylere bak, bir de insanlar beni akıllı sanıyor.” Ama herkes bir maske takıyor ve o maskenin ardına, tüm delilikleri saklamaya çalışıyor. Dinamik Meditaşyon’un tüm amacı budur... Sana, maskeni bir kenara koyma ve yüzyıllık deliliği ortaya çıkarma şansı verir. Bundan kaçma, çünkü bu inanılmaz bir temizliktir. Temiz, net bir bilince eriştiğinde, buda farkındahğın çok uzakta olmayacak. Belki sadece bir adım daha. İnsanın, var oluşla olan okyanus ilişkisi, tamamen dağıl­ mıştır, geriye hiç köprü kalmadı. Ve onların bütün bu aptal­ ca şeyleri yapmalarının sebebi de bu. Üç bin yıl içinde, beş bin yıl içinde ... Sadece birbirimizi öldürmek için burada ol­ duğumuza kim inanır? Nükleer silahlardan daha önemli hiç­ bir şey yok mu? Tüm insanlığın sahip olduğu varlığın yüzde yetmişi, savaş için harcanıyor. Yoksul ülkelerde bile, kendi insanına günde iki kez yemek yemeyi sağlayamayan, insan-

OSHO

lann yoksulluk sınırı altında yaşadığı ülkelerde bile, gelirin yüzde yetmişi bomba yapımına, silah alımına harcanıyor. Sence savaştan daha çılgınca bir şey olabilir mi? En kültürlülerden biri, Almanya gibi bir ülke, deli bir adamın eline düştü, Adolf Hitler. Kimse, neden olduğunu düşünmüyor. Martin Heiddegger gibi bir adam bile, Alman­ ya’nın belki de en büyük filozofu, Adolf Hitler’in arkasmdaydı. Ve Adolf Hitler kesinlikle deliydi. Hastaneye yatırıl­ ması gerekiyordu. Ama her insanın içinde, onun hitap ettiği bir şey olmalı. Bütün Almanya, tüm zekasıyla, deli bir adamın kurbanı ol­ du. Ve sen aptallığı görebiliyorsun. Şöyle demişti, “Alman­ ya’nın dünyanın en güçlü ülkesi olamamasının nedeni Yahudilerdir, yoksa dünyaya hükmetmek, bizim hakkımızdır. Her şey Yahudiler yüzünden.” Neden insanlar onun böyle aptalca bir şey hakkında, Yahudilerin Almanya’nın süper güç olmasını önlediği konu­ sunda haklı olduğuna inandılar? Yahudiler, Almanya’nın varlığına, zekasına, pek çok şeye katkıda bulunuyordu. Pe­ ki, neden tüm Almanlar ikna oldu? Kıskançlıktan. Yahudi­ ler zengindi, Yahudiler zekiydi, Yahudiler her şeyin zirvesindeydi. Deli bir dünyada başarılı olmak çok tehlikelidir, çünkü herkes seni öldürmek ister; gerekçe ne olursa olsun; doğru ya da yanlış, fark etmez. Bütün Almanya ikna oldu, Adolf Hitler’in söyledikleri mantıklı ya da doğru olduğu için değil; tüm Almanlar, Yahudi zekasını, onların başarısını, varlığını, yaşam tarzını kıskandığı için. Bu kıskançlık yüzünden, Adolf Hitler en zeki Almanların bile hayvanlar gibi itaatkar olmalarını sağladı. Ve şimdi, Adolf Hitler’in kullandığı silahlar, çocuklar için oyuncak oldu, ikinci dünya savaşından beri, teknoloji 59

Korku

çok daha sofistike ve hala her türden politikacının ellerinde. Ve politikacılar, psikolojik olarak hastalıklı insanlardır. Sa­ dece güç arzusu bile bir hastalıktır. Sağlıklı bir insan sevmek ister; sahip olmak, idare etmek değil. Sağlıklı bir insan yaşama karışır; oy için yalvarmaz. Kendilerine ve başkalarına, üstün olduklarını kanıtlamak için güç sahibi olmak isteyen insanlar, en derin aşağılık kompleksi duyan insanlardır. Gerçekten üstün bir insan, gü­ cü önemsemez. O üstünlüğünü bilir, üstünlüğünü yaşar. Şarkılarında, dansında, şiirinde, resimlerinde, müziğinde, kendi üstünlüğünü yaşar. Politikaya, sadece aşağılık olanlar kalır. Buda bilincinin farkında olabilirsin de olmayabilirsin de. Endişelenme. Doğru zaman ve doğru mevsim geldiğinde, sen de bir budaya dönüşeceksin. Sadece bekle... Akıllıca bekle, arzu etmeden bekle; beklemenin keyfini çıkar, bekleyişi bile mutlu bir sessizliğe dönüştür ve hakkın neyse, çiçek açacak­ tır. Kimse bir kuşu uçmaktan alıkoyamaz. Kimse bir bülbü­ lün ötmesini engelleyemez, kimse bir gülün açmasını engel­ leyemez. Seni buda olmaktan kim alıkoyuyor? Sen hariç, hiç kimse. îçsel dünyana ve içsel gökyüzüne dönersen, nihai bir ebe­ diyet, başlangıcı ya da sonu olmayan bir yolculuk... Bir ölümsüzlük, hiç çaba göstermeden, kendine işkence etme­ den seni aniden dönüştürecek bir ölüm-süzlük bulacaksın. Sen zaten olmak istediğin şeysin, sadece küçük bir şey ek­ sik... Çok küçük. Uyan! Uyandığında, bir buda olacaksın. Uykuda da bir budasın, ama farkında değilsin. Bir insan buda olduğunda, diğer herkesin buda olduğunu bilir. Biri uyuyor, biri horluyor, biri bir kadının peşinde koşuyor, biri başka bir aptallıkla meşgul - ama buda, budadır. Sigara bi­ le içiyor olsan, bu özünü kaybettiğin anlamına gelmez. Sa60

OSHO

dece senin uyuduğunu gösterir, başka hiçbir şeyi değil. Bırakmak, rahatlamak, kendine erişmek, ve sonra özüne kavuşursun.

61

Psikolojik mi, Fiziksel mi 'Yaşlandığım zaman yaşayabileceğin hastalık ve acıdan korktuğum kadar ölümden korktuğumu sanmıyorum. Bir insan fiziksel acı korkusunu nasıl yener?

sikolojik acı, çözümlenebilir ve sadece psikolojik acı çözümlenebilir. Diğer acı, fiziksel acı, yaşam ve ölü­ mün bir parçasıdır; onu çözümlemenin hiçbir yolu yok. Ama bu asla bir sorun olmaz. Hiç gözlemledin mi? Sorun, sadece sen onu düşündüğün zaman var. Yaşlılığı düşünürsen korkarsın - ama yaşlı insanlar titremiyor. Hastalığı düşü­ nürsen korkarsın - hastalık olduğunda, korku yoktur, prob­ lem yoktur. İnsan onu bir gerçek olarak kabul eder. Asıl so­ run, her zaman psikolojiktir. Fiziksel acı, yaşamın bir parça­ sıdır. Onu düşünmeye başladığında, bu fiziksel acı olmaktan çıkar, tamamen psikolojik olur. Ölümü düşünür ve korkar­ sın. Ama ölüm olduğunda, korku yoktur. Korku, her zaman gelecekteki bir şeyle ilgilidir. Korku, şimdiki zamanda var olmaz. Bir savaşta cepheye gidiyorsan, korkacaksın, endişeli ola­ caksın. Titreyeceksin, uyuyamayacaksın; bir sürü kabus gö­ receksin. Ama cepheye gittiğinde -askerlere sor- cephede ol-

P

63

Korku

duğunda, hepsini unutacaksın. Başının üzerinden mermiler geçiyor olacak ve sen öğle yemeğinin keyfini çıkaracaksın; bombalar düşüyor olacak ve sen kağıt oynayacaksın. Gerçeklik, asla sorun değildir; sorunu yaratan, gerçeklik­ le ilgili fikirlerdir. O yüzden anlaman gereken ilk şey, psiko­ lojik acıyı aştığında, hiçbir sorunun kalmayacağıdır. O za­ man anını yaşamaya başlarsın. Psikolojik acı geçmişten ve gelecekten kaynaklanır, şim­ diki zamandan değil. Akıl, şimdiki zamanda var olmaz. Şim­ diki zamanda, gerçeklik var olur, akıl değil. Akıl, geçmişte ve gelecekte vardır ve geçmişte ve gelecekte gerçeklik yok­ tur. Aslında, akıl ve gerçeklik asla karşı karşıya gelmezler. Birbirlerinin yüzlerini hiç görmezler. Gerçeklik akla yaban­ cı ve akıl gerçekliğe yabancıdır. Eski bir hikaye var... Karanlık, Tanrıya yaklaşmış ve şöyle demiş, “Yetti artık! Güneşin sürekli peşimde, beni kovalıyor. Hiç dinlenemiyo­ rum; dinlenmek için nereye gitsem o orada ve ben tekrar kaçmak zorunda kalıyorum. Ona hiçbir yanlış yapmadım, bu hiç adil değil! Senden adalet istemeye geldim.” Kesinlikle doğruymuş; şikayet geçerliymiş. Tanrı güneşi çağırmış ve sormuş, “Neden bu zavallı kadım, karanlığı ko­ valayıp duruyorsun? Sana ne yaptı?” Güneş yanıtlamış, “Onu tanımıyorum bile, onu hiç gör­ medim! Onu önüme sen koyuyorsun. Ona bir yanlış yaptı­ ğımı hatırlamıyorum, çünkü onu tanımıyorum, birbirimizi tanımıyoruz. Kimse bizi tanıştırmadı, tanıdık bile değiliz. Bu kadını, karanlığı ilk kez duyuyorum. Onu sen getiriyorsun!” Bu sorun çözümlenemedi, çünkü Tanrı, karanlığı güneşin karşısına çıkaramadı. Bir arada var olamazlar, birbirleriyle karşılaşamazlar. Karanlığın olduğu yerde güneş olamaz; gü­ neşin olduğu yerde karanlık olamaz. 64

OSHO

Akıl ve gerçeklik arasında da aynı ilişki vardır. Psikoloji sorundur, gerçeklik sorun değildir. Sadece psikolojik sorun­ larını çöz ve onlar, hepsinin merkezini, egoyu çözümleyerek çözülür. Kendini var oluştan ayrı düşünmeyi bıraktığında, sorun, sabah güneş çıktığında kaybolan çiy damlaları gibi buharlaşacaktır, ardında iz bile bırakmadan. Kaybolacak­ lar. Fiziksel acı kalacaktır, ama yine, bunun hiç kimse için so­ run olmadığında ısrarcıyım. Bacağın kırıldıysa, kırılmıştır. Bu bir “sorun” değil. Tek sorun, hayal gücünde: “Bacağım kırıksa, o zaman ne yapacağım? Bundan nasıl kaçacağım ya da sanki bacağım hiç kırılmamış gibi nasıl davranacağım?” Şimdi, eğer bu tip şeylerden korkarsan, yaşayamazsın. Çün­ kü bacakların kırılabilir, boynun kırılabilir, gözlerin kör olabilir, her şey mümkün. Milyonlarca olasılık var ve eğer sen mümkün olan tüm bu sorunları kafana takarsan ... On­ ların mümkün olmadığını söylemiyorum, hepsi mümkün. Kanser olabilir, tüberküloz olabilir, ölüm olabilir; her şey mümkün. İnsan savunmasızdır. Dışarı, yola çıkabilirsin ve bir araba çarpabilir. Sana, dışarı çıkmamanı söylemiyorum. Odanda oturabi­ lirsin ve çatı tepene düşebilir! Kendini kusursuz bir şekilde koruman mümkün değil. Yatağında uzanabilirsin... Ama in­ sanların yüzde 97’sinin yatakta öldüğünü biliyor muydun? Orası en tehlikeli yer! Mümkün olduğunca uzak dur; asla yatağa yatma, çünkü insanların yüzde 97’si orada ölüyor. Uçakla seyahat etmek bile o kadar tehlikeli değil; yatakta ol­ mak daha tehlikeli. Ve unutma, geceleri daha çok insan ölü­ yor... O yüzden, titremeye devam! O zaman devamı sana kalmış. O zaman hiç yaşayamaya­ caksın. Psikolojik sorunlar, gerçek sorunlardır. Paranoyak olabi65

Korku

lirsin, kafayı sıyırabilirsin, korku ile paralize olabilirsin; ama bunun gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur. Kör bir adamın, yolda gayet güzel yürüdüğünü görürsün; körlüğün kendisi sorun değildir. Bacakları olmayan dilenci­ ler görürsün, elleri yoktur ve hala güler, dedikodu yapar, hala kadınlar hakkında konuşur, espriler yapar, şarkı söy­ lerler. Sadece hayatı izle: hayat hiçbir zaman sorun değildir. Biz, gerçeğe uyum sağlamak için inanılmaz bir kapasiteye sahibiz, ama kendimizi geleceğe uyarlamak gibi bir kapasi­ temiz yok. Kendini, gelecekten korumaya çalıştığında, kar­ maşa çıkar, kaos yaşarsın. Dağılmaya başlarsın. O zaman milyonlarca sorun çıkar... Sorun, sorun. İntihar bile edemez­ sin, çünkü zehir doğru zehir olmayabilir. Biri içine bir şey karıştırmış olabilir; belki de zehir bile değildir. İçebilirsin, uzanırsın ve beklersin. Beklersin ve yine beklersin ve ölüm gelmez. O zaman her şey bir soruna dönüşür. Nasreddin Hoca, intihar etmeye karar vermiş. Yolda bir falcıya rastlamış ve falcı, “Hoca, bekle. Gel, eline bakayım” demiş. Hoca, “Fal kimin umurunda şimdi? Ben intihar edece­ ğim! Benim bir geleceğim yok”demiş. Falcı ısrarcıymış, “Bekle. Sana başarıp başaramayacağını söyleyeyim.” Gelecek hep kalır. Başaramayabilirsin, polis önleyebilir, si­ lah ateşlemeyebilir. Gelecekten emin olmak mümkün değil, ölüm konusunda bile, intihar konusunda bile, yaşam konu­ sunda ne denebilir? Yaşam, son derece karmaşık bir feno­ mendir; nasıl emin olabilirsin? Her şey mümkündür ve hiç­ bir şey kesin değildir. Eğer korkarsan, bu sadece senin psikolojindir. Aklında 66

OSHO

bir şey yapılması gerekir. Ve beni doğru anlarsan, meditasyon, gerçekliğe, akıl olmadan bakmak için bir çabadan baş­ ka bir şey değildir. Çünkü gerçekliğe bakmanın tek yolu budur. Akıl mevcutsa, gerçeklik bozulur, sapar. Aklını bir ke­ nara bırak ve gerçekliği direkt, hemen, yüz yüze gör. Hiçbir sorun kalmaz. Gerçeklik, hiç kimse için sorun olmadı. Ben buradayım, sen de buradasın. Tek bir sorun bile göremiyo­ rum. Hastalanırsam, hastalanırım. Endişelenecek ne var? Neden tüm bu kargaşa? Ölürsem, ölürüm. Bir sorunun yere ihtiyacı vardır. Şimdiki zamanda yer yoktur. Olaylar sadece olur, düşünecek zaman yoktur. Geç­ mişi düşünebilirsin, çünkü mesafe vardır; geleceği düşünebi­ lirsin, yine mesafe vardır. Aslında, gelecek ve geçmiş, endi­ şelenelim diye bize yer açmak üzere yaratılmıştır. Ve ne ka­ dar çok yerin olursa, o kadar çok endişen olur. Şimdi, Hindistan gibi kültürlerde, insanlar çok daha en­ dişeli, çünkü bir sonraki yaşamı düşünüyorlar ve sonraki, ad infinitum - “Bir sonraki yaşamda ne olacak?” Bir insan bir şey yapacağı zaman, sadece şimdi ve burada olacak so­ nuçları düşünmez. “Gelecek yaşamım için nasıl bir karma yaratacağım?” diye düşünür. Ve şimdi daha çok endişelenir. Hindistan gibi bir kültürdeki bir insanın, daha çok yeri var­ dır. Tüm o yeri nasıl dolduracak? Daha çok sorunla tabii ki. Endişe, geleceğin boş yerini doldurmanın bir yoludur. Fiziksel acı, bir sorun değildir - oradaysa, oradadır; de­ ğilse, değildir. Sorun, bir şey orada olmadığında ve sen onun orada olmasını istediğinde ya da bir şey orada olduğunda ve sen onun orada olmasını istemediğinde ortaya çıkar. Bu tip sorunlar, her zaman psikolojiktir: “Bu acı neden orada?” Şimdi bu tamamen psikolojiktir. Onun neden orada olduğu­ nu kim söyleyebilir? Yanıtlayacak kimse yok. Açıklamalar yapılabilir, ama bunlar yanıt değildir. 67

Korku

Açıklamalar basittir. Çok basit; acı orada, çünkü mutlu­ luk orada. Mutluluk, acı olmadan var olamaz. Eğer tama­ men acısız bir yaşam istiyorsan, mutluluğun hiç olmadığı bir yaşam sürmek zorunda kalacaksın; ikisi birlikte, bir paket halinde gelir. Onlar aslında iki şey değil; tek şeydir. Farklı değil, ayrı değildir ve ayrılamazlar. Bu, insanın yüzyıllardır yapmaya çalıştığı şeydir; ayır­ mak, bir şekilde dünyanın tüm mutluluklarına sahip olmak, hiç acı yaşamamaya çalışmak. Ama bu mümkün değil. Ne kadar çok mutluluğun olursa, o kadar çok acın olur. Zirve ne kadar yüksekse, yamacındaki vadi o kadar derindir. Va­ di istemiyor, ama zirve mi istiyorsun? O zaman zirve de ol­ maz; zirveler, sadece vadilerin olduğu yerlerde olur. Vadi, bir zirveyi mümkün kılan bir koşuldur sadece. Onlar birle­ şiktir. Mutluluk istiyorsun, ama acı istemiyorsun. Örneğin bir kadını ya da bir adamı seviyorsun ve o kişi seninleyken mut­ lusun. Şimdi, ne zaman yanında olsa, mutlu olmak istiyor­ sun, ama gittiğinde, acıyı tatmak istemiyorsun. Eğer bir ka­ dın seninle birlikteyken gerçekten mutluysan, gittiğinde ay­ rılığın acısından nasıl kaçınabilirsin? Onu özleyeceksin, yokluğunu hissedeceksin. Yokluğun acıyı getirmesi kaçınıl­ maz. Eğer gerçekten hiç acı çekmek istemiyorsan, o zaman tüm mutluluktan da uzak durmalısın. O zaman, kadın ora­ da olduğunda, mutlu olma; hep üzgün kal, hep mutsuz kal ki o gittiğinde sorun olmasın. Biri seni selamlarsa ve sen mutlu hissedersen, o zaman biri seni aşağıladığında da mut­ suz olacaksın. Bu numara, daha önce denendi. Bu, bütün sözde dindar insanların denediği en temel nu­ maralardan biridir: acıdan kaçınmak istiyorsan, mutluluk­ tan kaçın. Ama o zaman amaç ne? Ölümden kaçınmak isti­ yorsan, yaşamdan kaçın... O zaman her şeyin anlamı ne? 68

OSHO

Ölü olacaksın. Ölmeden, ölü olacaksın. Kusursuz bir güven arıyorsan, mezarına gir ve uzan. Orada kusursuz güvende olacaksın! Nefes alma, çünkü nefes alırsan tehlike var de­ mektir; binlerce enfeksiyon var, etrafında milyon tane has­ talık mevcut; nasıl nefes alabilirsin? Hava kirli, tehlikeli. O yüzden nefes alma, hareket etme... Sen iyisi mi yaşama. İn­ tihar et; o zaman acı da olmaz. Ama o zaman neden arayış içindesin? Acı istemiyor, mutluluk mu istiyorsun? İmkansız bir şey istiyorsun; iki artı ikinin dört olmamasını istiyorsun. Onların beş ya da üç ya da dört dışında herhangi bir şey et­ mesini istiyorsun. Ama iki artı iki dörttür. Sen ne yaparsan yap, kendini ve başkalarını nasıl kandırmaya çalışırsan ça­ lış, onlar dört edecekler. Acı ve mutluluk, gece ve gün gibi, doğum ve ölüm gibi, sevgi ve nefret gibidir. Daha iyi bir dünyada, daha gelişmiş bir dille, nefret ve sevgi, öfke ve merhamet, gün ve gece gibi sözcükleri kullanmayacağız. İkisini birden taşıyan sözcükler üreteceğiz: “sevgi nefret” - tek sözcük - “güncece” - tek sözcük, iki değil - “doğum ölüm” - tek sözcük, iki değil “acı mutluluk” - tek sözcük, iki değil. Dil, bir yanılsama yaratır. Dilde, acı, mutluluktan ayrı­ dır. Eğer sözlükte “acı” sözcüğüne bakarsan, “acı” sözcüğü­ ne bakman gerekir, “mutluluk” ayrıdır. Ama gerçekte, acı ve mutluluk, sağ ve sol elin gibi bir aradadır, tıpkı bir kuşun iki kanadının bir arada olması gibi. Sözlük, bir yanılsama yaratır; dil, harika bir yanılsamalar kaynağıdır. “Sevgi” der ve “sevgi” derken, sen asla nefreti düşünmezsin. Nefreti ta­ mamen unutursun. Ama sevgi, nefret olmadan var olamaz. Bu yüzden bir insanı sever ve aynı zamanda o insandan nef­ ret edersin. Bundan rahatsız olma. Seveceksen, nefret de edeceksin. Nefretin daha üstte olduğu zamanlar olacak; bazen de sevgi 69

Korku

daha üstün olacak. Bundan rahatsız olma. Doğal ve insani­ dir. Sen, ısı gibi bir şey olmadan soğuğun ya da soğuk gibi bir şey olmadan ısının olduğu bir dünya istiyorsun. Bir dü­ şün; saçmalık, çünkü ısı ve soğuk birliktedir. Ve her şey, se­ nin onlara verdiğin isme bağlıdır. İki kovaya su koyabilirsin: birine sıcak, kaynar su ve di­ ğerine, soğuk, buz gibi soğuk su. İki elini de kovalara sok ve hisset. İki his mi var? Yoksa birbiriyle ilgili bir düşünce di­ zisi mi? Bir uçta soğuk, diğer uçta sıcak. Sonra ikisini de çek. Zamanla, ikisinin biraz daha yaklaştığını göreceksin; sıcak biraz daha serinleyecek, soğuk biraz daha ısınacak. Birkaç saat sonra, “Şimdi ikisi de aynı,” diyeceksin. Ya da tek bir kovaya su doldurup da deneyebilirsin. Bir elini sıcak bir kaynağa, diğer elini buzlu suya yaklaştır. Bir elin üşüsün, di­ ğer elin ısınsın. Sonra iki elini de aynı kovaya sok ve hisset. Bir elin soğuk, diğer elin sıcak diyecek, ama aslında aynı su. Sadece göreli. Bir şey sana mutluluk verebilir, ama aynı şey bir başkası için acı olabilir. Örneğin, sen bir kadınla sevişiyorsun; sen bunun mutlu­ luk verdiğini düşünüyorsun. Bir rahibe sor, dehşete düşecek­ tir: “Ne yapıyorsun? Aklını mı kaçırdın?” Belki de bu yüz­ den insanlar özel alanlarda sevişiyordur; aksi takdirde in­ sanlar onlara güler ve hayret eder; sevişmenin tüm hareket­ leri saçma, komik görünür. İhtiraslı bir düşünce halinde, ne­ redeyse sarhoşsundur. Öfkeli olduğunda bir şey yaparsın; o anda, o şey sana mutluluk verir, yoksa yapmazdın. Öfke, inanılmaz bir mut­ luluk, güç, güç hissi verir. Ama öfke kaybolduğunda, sen pişmanlık duymaya başlarsın. İyi olmadığını hissedersin, şimdi acı verir. Öfke oradayken, güçlü ve mutlu hissettin. Şimdi, daha sakin bir ruh haliyle, bir daha bak. Daha sakin­ sin, kendini toparladın; şimdi sana acı veriyor. Bir şey mut70

OSHO

luluk verebilir, aynı şey acı da verebilir. Ve sana mutluluk veren bir şey, başkasına acı verebilir. Bunlar görelidir. Mut­ luluk ve acı, birliktedir. Benim önerim, acı çektiğinde, onun derinliğine inmen, ondan kaçmamandır. Bırak öyle olsun, ona açık ol; olabil­ diğince hassas ol. Bırak, acı ve onun oku, seni delip özüne kadar ulaşsın. Acıyı çek. Ve mutluluk geldiğinde, onun da özüne nüfuz etmesine izin ver. Onunla dans et. Acı olduğunda, acıyı yaşa, mutluluk olduğunda, mutlu ol. Öyle hassas ol ki acının ve mutluluğun her anı, harika bir macera olsun. Bunu yapabilirsen, acının da güzel olduğunu anlayacaksın. En az mutluluk kadar güzeldir. Benliğine kes­ kinlik kazandırır; farkındalık getirir, hatta bazen mutluluk­ tan bile fazla. Mutluluk donuklaştırır; bu yüzden zevk için­ de yaşayan insanlar genelde daha sığdır. Onlarda bir derin­ lik göremezsin. Acıyı hiç tatmamışlardır; sadece yüzeyde, bir mutluluktan diğerine geçerek yaşarlar. Onlar, acının ne ol­ duğunu bilmezler. Acı seni uyanık bir insana dönüştürür. Başkalarının acı­ larına karşı da merhametli, duyarlı olursun. Acı seni büyü­ tür, kocaman yapar. Yürek, acıyla büyür. Güzeldir, kendi güzelliği vardır. Ve acının peşinde ol demiyorum; ama acı var olduğunda, onun da keyfini çıkar. Acı, var oluşun arma­ ğanıdır ve içinde gizli bir hazine saklıdır. Onun da tadını çı­ kar; geri çevirme. Kabul et, kucak aç, onunla ol. Başta zor, güç olacak. Ama zamanla, onun tadını öğreneceksin. Yeni bir şeye başladığında, tadını öğrenmek zorundasın. Ve elbette acının tadı da acı olacak, ama bir kez öğrendin mi, sana zeka ve parlaklık kazandırır. Üzerindeki tüm tozu, uyuşukluğu, sersemliği alır. Seni, başka hiçbir şeyin yapa­ mayacağı şekilde uyandırır. Acıda, mutlulukta olduğundan daha derin düşüncede olacaksın. Mutluluk, şaşkın eder. Se71

Korku

ni içine çeker; mutlulukta, bilinçten uzaklaşırsın. Mutluluk, bir tür kayıtsızlık, unutkanlıktır. Acı, hatırlamaktır; acıyı unutamazsın. Acı, çok yaratıcı bir enerjiye dönüşebilir; meditasyon ola­ bilir, farkındalık olabilir. Acı varken, bunu farkındalık, meditasyon, ruhun keskin­ leştirilmesi olarak kullan. Ve mutluluk varken, onu da bo­ ğulmak, unutkanlık olarak kullan. Her ikisi de, yuvana ulaşmanın yollardır. Biri kendini ta­ mamen hatırlaman, diğeri kendini tamamen unutman için­ dir. Acı ve mutluluk kullanılabilir, ama onları kullanmak için, çok, çok zeki olman gerekir. Sana öğrettiğim, aptal in­ sanın yolu değildir; benim öğrettiğim zeki insan içindir, bil­ gelik yoludur. Var oluş sana ne verirse versin, onu, kendin için yaratıcı bir büyümeye dönüştürecek şekilde kullanma­ nın bir yolunu bul.

72

Bilen ve Bilinmeyen Bazen ölüm korkumun aslında bilinmeyen korkusuna dayandığını hissediyorum, çünkü öldüğüm zaman bana ne olacağını bilmiyorum. Bu konuda bir şeyler söyleyebilir misin?

ne olduğunu bildiğinde, ölümün ne olduğunu Yaşamın da bileceksin. Ölüm de aynı sürecin bir parçasıdır. Genelde biz ölümün en son geldiğini düşünürüz, genelde ölümün, yaşama karşı olduğunu düşünürüz, genelde ölü­ mün düşman olduğunu düşünürüz, ama ölüm düşman değil­ dir. Eğer ölümü bir düşman olarak düşünüyorsan, bu senin, yaşamın ne olduğunu bilmediğini gösterir. Ölüm ve yaşam, aynı enerjinin, aynı fenomenin iki kut­ budur - med ve cezir, gün ve gece, yaz ve kış. Bunlar ayrı de­ ğil, zıt değil, karşıt değil, bunlar tamamlayıcıdır. Ölüm, ya­ şamın sonu değildir; aslında ölüm, bir yaşamın tamamlan­ ması, bir yaşamın kreşendosu, zirvesi, finalidir. Ve yaşamı­ nı ve sürecini anladığında, ölümün ne olduğunu da anlaya­ caksın. Ölüm, yaşamın organik, bütünleyici bir parçasıdır ve ya­ şama çok yakındır. Ölüm olmadan, yaşam olmaz. Yaşam, ölüm var olduğu için vardır; ölüm bir geçmiş verir. Ölüm as­ lında bir yenilenme sürecidir. Ve ölüm her an gerçekleşir.

73

Korku

Nefes aldığın an ve nefes verdiğin an, ikisi de olur. Nefes al­ dığında yaşam olur; nefes verdiğinde ölüm. Bu yüzden bir çocuk doğduğunda ilk yaptığı şey nefes almaktır, işte o za­ man hayat başlar. Ve yaşlı bir adam ölürken, son yaptığı şey nefes vermektir, o zaman yaşam ayrılır. Nefes vermek ölüm, nefes almak yaşamdır; ikisi, bir öküz arabasının iki tekerle­ ği gibidir. Nefes vererek yaşadığın kadar nefes alarak yaşar­ sın. Nefes vermek, nefes almanın bir parçasıdır. Nefes ver­ meyi bırakırsan nefes alamazsın. Ölmeyi bırakırsan yaşaya­ mazsın. Yaşamının ne olduğunu anlayan bir adam, ölümün gerçekleşmesine izin verir; ona kucak açar. O her an ölür ve her an dirilir. Ölümü ve dirilişi, bir süreç olarak devam eder. Her an geçmişe ölür ve geleceğe tekrar tekrar doğar. Yaşama bakarsan, ölümün ne olduğunu anlayabilecek­ sin. Ölümün ne olduğunu anlarsan, o zaman yaşamın ne ol­ duğunu da anlayabileceksin. Onlar organiktir. Biz korkutan bir ayrım yarattık. Yaşamın iyi, ölümün kötü olduğunu dü­ şünürüz. Yaşamın arzulanması, ölümün kaçınılması gerekti­ ğini düşünürüz. Bir şekilde kendimizi ölüme karşı koruma­ mız gerektiğini düşünürüz. Bu saçma fikir, yaşamlarımızda sonsuz ıstıraplar yaratır, çünkü kendini ölüme karşı koru­ yan bir insan, yaşamaktan acizdir. O, nefes almaktan kor­ kan kişidir, o zaman nefes alamaz ve tıkanır. Sadece sürük­ lenir; yaşamı artık bir akıntı değildir, yaşamı artık bir nehir değildir. Eğer gerçekten yaşamak istiyorsan, ölmeye hazır olmalı­ sın. Senin içinde ölümden kim korkuyor? Yaşam ölümden korkuyor mu? Bu mümkün değil. Yaşam, kendi bütünleyici sürecinden nasıl korksun? İçinde başka bir şey korkuyor. İçindeki ego korkuyor. Yaşam ve ölüm zıt değildir; ego ve ölüm zıttır. Yaşam ve ölüm karşıt değildir; ego ve ölüm kar­ şıttır. Ego, hem yaşama hem ölüme karşıdır. Ego yaşamak74

OSHO

tan korkar ve ego ölmekten korkar. Yaşamaktan korkar çünkü yaşama dair gösterilen her çaba, atılan her adım, ölü­ mü biraz daha yakınlaştırır. Yaşarsan, ölüme yaklaşıyorsun demektir. Ego ölmekten korkar, bu yüzden yaşamaktan da korkar. Ego sadece sürü­ nür. Ne canlı ne de ölü pek çok insan var. Bu diğer her şeyden daha kötüdür. Hayat dolu bir insan, aynı zamanda ölüm doludur. Haçın üzerindeki İsa’nın anlamı budur. Kendi ha­ çını taşıyan İsa, gerçekten anlaşılamadı. Ve öğrencilerine der ki, “Siz de kendi haçınızı taşıyacaksınız.” Kendi haçını taşı­ yan İsa’nın anlamı çok basittir: herkes ölümü sürekli taşı­ malı, herkes her an ölmeli, herkes haçın üzerinde olmalıdır, çünkü tam anlamıyla yaşamanın tek yolu budur. Ne zaman tam bir canlılık anı yaşasan, aniden ölümünü de görürsün. Sevgide de olur. Sevgide, yaşam zirveye ulaşır, bu yüzden insanlar sevmekten korkar. Bana gelip sevmekten korktuğunu söyleyen insanlara şa­ şarım. Sevgi korkusu nedir? Bunun sebebi, birini gerçekten sevmeye başladığında, egonun kayıp erimeye başlamasıdır. Egoyla birlikte sevemezsin; ego bir engel oluşturur. Ve sen o engeli kaldırmak istediğinde, ego sana, “Bu ölüm olacak. Dikkat et!” der. Egonun ölümü, senin ölümün değildir; egonun ölümü as­ lında yaşam olasılığındır. Ego, sadece çevrende ölü bir ka­ buk oluşturur. Kırman ve ondan kurtulman gerekir. Benliğe doğal bir şekilde gelir, tıpkı bir yolcu geçerken, tozun giysi­ lerine, bedenine yapışması gibi. O tozdan kurtulmak için yı­ kanması gerekir. Zamanda ilerledikçe, tecrübenin, bilginin, yaşanmış bir yaşamın ve geçmişin tozu üzerimize toplanır. O toz, egomuz olur. Bir araya geldiğinde, etrafında bir kabuk oluşturur ve 75

Korku

kabuğun kırılıp yok edilmesi gerekir. Bir insan sürekli yı­ kanmalıdır, her gün, hatta her an. Ancak bu şekilde kabuk, insana zindan olmaz. Ego sevmekten korkar, çünkü sevgide, yaşam zirveye ulaşır. Ama yaşam zirveye ulaştığı her an, ölüm de zirveye ulaşır - onlar birliktedir. Sevgide ölür ve yeniden doğarsın. Ölümün ve yaşamın birlikte yandığını unutma, asla ayrıl­ mazlar. Eğer az, minimum düzeyde canlıysan, o zaman ölüm ve yaşamı ayrı olarak görebilirsin. Zirveye ne kadar yaklaşırsan, onlar da birbirlerine o kadar yaklaşırlar. En uç noktada buluşur ve bir olurlar. Sevgide, meditasyonda, gü­ vende, duada, yaşamın bütünleştiği her yerde, ölüm de var­ dır. Ölüm olmadan, yaşam bir bütün olamaz. Ama ego her zaman ayrımlar, ikiliklerle düşünür; her şe­ yi böler. Var oluş bölünmezdir; bölünemez. Çocuktun, son­ ra genç oldun. Genç olduğun zamanı bir çizgiyle ayırabilir misin? Aniden çocukluktan çıkıp gençliğe adım attığın o anı tespit edebilir misin? Bir gün, yaşlanırsın. Yaşlandığın çizgi­ yi işaretleyebilir misin? Süreçlere sınır çekilmez. Doğduğun zaman da aynısı olur. Ne zaman doğduğunu belirleyebilir misin? Yaşamın gerçek­ ten ne zaman başladığını? Yaşam, çocuk nefes almaya baş­ ladığı zaman mı başlar, doktor çocuğun poposuna vurduğu ve çocuğun nefes aldığı zaman mı? Yaşam o zaman mı do­ ğar? Yoksa çocuk rahme ulaştığında, anne hamile kaldığın­ da, çocuk döllendiği zaman mı? Yaşam o zaman mı başlar? Yoksa daha mı önce? Yaşam tam olarak ne zaman başlar? Bu, sonu ve başlangıcı olmayan bir süreçtir. Hiçbir za­ man başlamaz. Bir insan ne zaman ölür? Nefes almayı bı­ raktığı anda ölmüş müdür? Pek çok yogi, nefes almayı bı­ raktığını ve hala hayatta olduğunu ve geri gelebildiğini, bi­ limsel temellere dayanarak ispatlamıştır. Öyleyse nefes al76

OSHO

mamak, son olamaz. Yaşam ne zaman sona erer? Hiçbir yerde sona ermez, hiçbir yerde başlamaz. Bizler, ebediyetin içindeyiz. Bizler, başından beri buradayız -eğer bir başı varsa- ve sonuna kadar burada olacağız -eğer bir sonu olacaksa. Aslında, başlangıcı ve sonu olamaz. Biz ya­ şamız -formlar, bedenler, akıllar değişse bile. Bizim yaşam dediğimiz, belirli bir beden, belirli bir akıl, belirli bir tavırla tanımlamadır ve bizim ölüm dediğimiz şey, o formdan, o be­ denden, o kavramdan çıkmaktır. Ev değiştirirsin. Tek bir evle özdeşleşirsen, ev değiştirmek acı verebilir. Öldüğünü düşünürsün, çünkü eski ev, şendi. O ev senin kimliğindi. Ama bu olmaz, çünkü sen sadece ev de­ ğiştirdiğini bilirsin. Sen aynı kalırsın. Kendilerine bakmış in­ sanlar, gerçekten kim olduklarını bulanlar, ebedi, sonu ol­ mayan bir sürecin farkına varırlar. Yaşam bir süreçtir, za­ man kavramından yoksun, zamanın ötesinde. Ölüm, onun bir parçasıdır. Ölüm, sürekli bir diriliştir; yeniden dirilmek için yaşama uzanan bir yardım, eski formlardan, döküntü binalardan, eski yapılardan kurtulmak için yaşama uzanan bir yardım­ dır, ancak bu şekilde tekrar akabilir, tekrar genç ve taze ola­ bilir ve tekrar bakir olabilirsin.

Duydum. Bir adam, Vernon Dağı’nın yakınlarında bir antikacıda dolanıyormuş ve antika görünümlü bir baltaya rastlamış. “Bu oldukça güçlü bir balta,” demiş dükkan sahibine. “Evet,” demiş adam, “bir zamanlar George Washington’a aitti.” “Gerçekten mi?” demiş müşteri. “Bayağı sağlam kalmış. “Elbette,” demiş antikacı, “üç kez sapı değişti, iki kere de 77

Korku

başı.” Ama yaşam da böyledir. Sürekli saplar ve başlar değişir; aslında, her şey değişir gibi görünür, ama bir şey ebediyen aynı kalır. Sadece izle. Bir zamanlar çocuktun - şimdi ondan geriye ne kaldı? Sadece bir hafıza. Bedenin değişti, aklın de­ ğişti, kimliğin değişti. Çocukluğundan geriye ne kaldı? Hiç­ bir şey kalmadı, sadece bir hafıza. Gerçekten oldu mu, yok­ sa bir rüyada mı gördün ya da bir kitapta mı okudun, yok­ sa biri mi sana anlattı, ayırt edemezsin. O çocukluk senin miydi, başkasının mı? Bazen, eski fotoğraf albümlerine bak. Sadece bak, o şendin. İnanamayacaksın, öyle çok değiştin ki. Aslında her şey değişti -sap, baş, her şey! Ama yine de, derinlerde bir yerde, bir şey devam ediyor; bir tanıklık hali sürüyor. Bir ip var, bir şekilde görünmez de olsa, her şey de­ ğişmeye devam ediyor, ama o görünmez ip, hep aynı kalı­ yor. O ip, yaşam ve ölümün de ötesinde. Yaşam ve ölüm, ya­ şam ve ölümün ötesindeki şeyin iki kanadıdır. O ötesindeki şey, yaşamı ve ölümü, bir arabanın iki tekerleği gibi kullan­ maya devam eder, tamamlayıcı olarak. Yaşamla yaşar, ölümle yaşar. Ölüm ve yaşam, onun süreçleridir, nefes al­ mak ve nefes vermek gibi. Ama senin içinde bir şey, fizik ötesidir. Ama bizler formla tanımlanırız -bu da egoyu yaratır. Bu bizim, “ben” dediğimiz şeydir. Elbette “ben” defalarca öl­ mek zorunda. O yüzden sürekli korku içinde, titrer, sarsılır, sürekli korkar, korumacıdır. Bir Sufi, çok zengin bir adamın kapısını çalmış. Dilenciy­ miş ve sadece doyacak kadar yemek istemiş. Zengin adam ona bağırmış ve “Seni burada kimse tanı­ mıyor!” demiş. 78

OSHO

“Ama ben kendimi tanıyorum,” demiş derviş. “Bunun tam tersi doğru olsaydı ne yazık olurdu. Herkes beni tanı­ saydı, ama ben kim olduğumdan habersiz olsaydım, ne ya­ zık olurdu. Evet, haklısın, beni burada kimse tanımıyor, ama ben kendimi tanıyorum.”

Bunlar, iki olası durumdur ve sen, olumsuz olan durum­ dasın. Herkes seni tanıyor, kim olduğunu biliyor olabilir, ama sen kendin, kendi üstünlüğüne, gerçek doğana, sahici benliğine yabancısın. Bu, yaşamdaki tek hüzündür. Pek çok bahane bulabilirsin, ama gerçek hüzün şudur: sen kim oldu­ ğunu bilmiyorsun. Bir insan kim olduğunu bilmeden, nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilmeden nasıl mutlu olabilir? însan sırf ken­ dini bilmediği için bin bir sorunla karşılaşır. Bir grup karınca, yemek bulmak için yeraltındaki yuvala­ rının karanlığından dışarı çıkmış. Sabah, erkenmiş. Karınca­ lar, yaprakları sabah çiyiyle kaplı bir bitkinin yanından geç­ miş. “Bunlar ne?” diye sormuş karıncalardan biri çiyleri işa­ ret ederek. “Nereden geliyorlar?” Bazısı demiş, “Topraktan geliyorlar.” Diğerleri demiş, “Denizden geliyorlar.” Bir fikir ayrılığına düşmüşler. Bir grup deniz teorisini sa­ vunmuş ve bir grup toprak teorisine bağlı kalmış. Sadece bilge ve zeki bir karınca ayrı durmuş. “Bir an du­ ralım ve işaretlere, onu kaynağına çeken her şeye bir baka­ lım,” demiş. “Ve söylendiği gibi, her şey özüne döner. Bir tuğlayı ne kadar yükseğe fırlatırsan fırlat, hep toprağa dö­ ner. Işığa yönelen her şey, ışıktan geliyor olmalıdır.” Karıncalar tam olarak ikna olmamışlar ve tam itiraz ede79

Korku

çekleri sırada güneş doğmuş ve çiy damlaları yaprakları terk etmeye, güneşe doğru yükselip kaybolmaya başlamışlar. Her şey, orijinal kaynağına döner, dönmek zorundadır. Eğer yaşamı anlarsan, ölümü de anlarsın. Yaşam, orijinal kaynağın unutkanlığıdır, ölüm ise hatırlanması. Yaşam, ori­ jinal kaynaktan uzaklaşmaktır, ölüm yuvaya geri dönmek. Ölüm çirkin değildir, güzeldir. Ama ölüm sadece, yaşamla­ rını sınırsızca, doyasıya yaşayanlar için güzeldir. Ölüm sade­ ce, yaşamlarını güzellikle yaşayanlar, yaşamaktan korkma­ yanlar, yaşayacak kadar cesur olanlar -sevenler, dans eden­ ler, kutlayanlar için güzeldir. Yaşamın bir kutlamaysa, ölüm nihai bir kutlamaya dö­ nüşür. Şöyle anlatayım: yaşamın her nasıl geçtiyse, ölüm onu or­ taya döker. Eğer hayatı ıstırap içinde yaşadıysan, ölüm or­ taya ıstırap çıkarır. Yaşamında mutlu olduysan, ölüm mut­ luluk çıkarır. Sadece fiziksel konfor ve fiziksel mutluluk için yaşadıysan, o zaman elbette, ölüm çok rahatsız ve ıstıraplı olacaktır, çünkü bedenden ayrılmak zorundasın. Beden, sadece geçici bir mesken, gece kalıp sabah terk et­ tiğimiz bir mihraptır. Senin sürekli meskenin değil, evin de­ ğildir. O yüzden eğer sadece bedensel bir yaşam sürdüysen ve bedenin dışında hiçbir şey bilmediysen, ölüm çok, ama çok çirkin, hüzünlü, acı dolu olacaktır. Ölüm, bir ıstırap olacak­ tır. Ama eğer bedenden biraz daha yüksekte yaşadıysan, mü­ ziği ve şiiri sevdiysen ve çiçeklere ve yıldızlara baktıysan ve bilincine, fiziksel olmayan bir şeyleri aldıysan, ölüm o kadar da kötü, o kadar da acılı olmayacaktır. O zaman onu ağır­ başlılıkla karşılayabilirsin, ama yine de bir kutlama olamaz. Kendinde, fizikötesi bir şeylere dokunduysan, merkezde, benliğinin merkezinde, bir bedenin, bir aklın ötesine geçti­ ğin, fiziksel memnuniyetlerin ve müzik, şiir, edebiyat ve re80

OSHO

sim gibi zihinsel memnuniyetlerin geride bırakıldığı, senin sadece bilinçle, farkındalıkla baş başa kaldığın bir yerde kendi hiçliğine girdiysen, o zaman ölüm büyük bir kutlama, büyük bir anlayış, büyük bir keşif olacak. Kendinde, fizikötesi herhangi bir şey öğrendiysen, ölüm sana, evrendeki fizikötesini sunacak. O zaman ölüm ölüm olmaktan çıkacak, kaynağınla bir buluşmaya, yüce olanla bir randevuya dönüşecek.

81

Yaşamdan Korkmak Benim içimi titreten bir şeye parmak bastın -düşündüğüm zaman, ölümden çok, aslında yaşamdan korktuğumu hissediyorum. Bu korkuların birbirleriyle ilişkisi konusunda bir şeyler daha söyleyebilir misin?

lümden korkan bir insan, yaşamdan da korkacaktır, V>/çünkü yaşam ölümü getirir. Eğer düşmanından kor­ kar ve kapını kilitlersen, dostunun da girmesini engellersin. Düşmanından öyle korkarsın ki kapıyı dostuna da kapatır­ sın. Öyle korkarsın ki kapıyı dostuna bile açamazsın, çünkü kim bilir? Dostun, aslında düşmanın olabilir. Ya da dostu­ na kapıyı açtığında, düşmanın da girebilir. insanlar yaşamdan korkuyor, çünkü ölümden korkuyor­ lar. Yaşamıyorlar, çünkü en zirvede, ölüm her zaman yaşa­ ma nüfuz ediyor. Bunun nasıl olduğunu hiç izledin mi? Pek çok kadın frijit bir hayat yaşadı, orgazmdan, enerjinin vah­ şi patlamasından korktu. Yüzyıllardır, kadınlar frijit; orgaz­ mın ne olduğunu bilmiyorlar. Ve erkeklerin büyük bir ço­ ğunluğu da aynı korkudan muzdarip. Erkeklerin yüzde dok­ san beşi, erken boşalma yaşıyor. Orgazmdan korkuyorlar, öyle korkuyorlar ki bir şekilde bitirmek, bir an önce sonlan-

83

Korku

dırmak istiyorlar. Defalarca sevişmeye başlıyor ve korku­ yorlar. Kadınlar frijit kalıyor, erkeklerse öyle korkuyor ki o durumda daha fazla kalamıyorlar. Korku, erkeğin normal­ den daha erken boşalmasına yol açıyor, kadın ise kendini kasıyor ve kapanıyor. Orgazmın kaybolmasının en büyük sebebi, korku olma­ sıdır. En derin orgazmda, ölüm nüfuz eder. Ölüyormuş gibi hissedersin. Bir kadın orgazm yaşamaya başladığında, inle­ meye, ağlamaya, çığlık atmaya başlar. Hatta “Ölüyorum. Beni öldürme!” bile diyebilir. Bu gerçekten de olur: “Ölüyo­ rum! Beni öldürme, dur!” Derin orgazmda, egonun var ol­ mayacağı bir an gelir ve ölüm dahil olur. Ama orgazmın gü­ zelliği de buradadır. İnsanlar, sevmekten korkuyor, çünkü sevgide de ölüm vardır. îki sevgili yan yana, sevgi ve yakınlıkla oturuyorlar­ sa, hatta hiç konuşmadan... Konuşmak bir kaçıştır, sevgiden kaçmaktır. İki sevgili konuştuğunda, onlar yakınlıktan kaçı­ yor demektir. Aralarındaki sözcükler, araya mesafe katar sözcükler olmadan, mesafe kaybolur ve ölüm belirir. Sessiz­ likte, ölüm oradadır, sadece etrafta dolanır -güzel bir feno­ men! Ama insanlar öyle korkar ki gerekse de gerekmese de konuşmayı sürdürürler. Her şey hakkında konuşurlar, ama sessiz kalamazlar. îki sevgili sessizce oturursa, etraflarını ölüm sarar. Ve iki sevgili sessiz olduğunda, net bir mutluluk ve yine net bir hü­ zün görürsün; mutluluk, yaşam zirvede olduğundan ve hü­ zün, yaşamın zirvesinde, ölüm dahil olduğundan. Ne zaman sessiz kalsan, içine bir hüzün çöker. Bir güle bakarken bile, sessizce bakıyor ve gül hakkında hiçbir şey söylemiyorsan, o sessizlikte onun, ölümün orada olduğunu hissedersin. Çiçe­ ğin solduğunu, dakikalar içinde gittiğini, sonsuza dek kay­ bolduğunu görürsün. Ne kadar güzel ve ne kadar narin! Ne 84

OSHO

kadar güzel ve ne kadar savunmasız! Ne kadar güzel, nasıl bir mucize ve kısa süre içinde sonsuza dek kaybolacak ve bir daha dönmeyecek. Aniden üzülürsün. Ne zaman meditasyon yapsan, ölümün etrafında dolan­ dığını fark edersin. Sevgide, orgazmda, estetik herhangi bir deneyimde -müzikte, şarkıda, şiirde, dansta- egonu aniden kaybettiğin her an, ölüm oradadır. O yüzden sana bir şey söyleyeyim. Yaşamdan korkuyor­ sun, çünkü ölümden korkuyorsun. Ve sana nasıl öleceğini öğretmek isterim, böylece ölüm korkunu kaybedersin. Ölüm korkunu kaybettiğin an, yaşamaya başlarsın. Ve beni yanlış anlama. Yaşama karşı konuşmuyorum. Yaşama karşı nasıl konuşabilirim? Ben yaşama deli gibi aşı­ ğım. Ben yaşama deliler gibi aşığım ve bu yüzden ölüme de aşık oldum. O da yaşamın bir parçası. Yaşamı çok sevdiğin­ de, ölümden nasıl kaçabilirsin? Ölümü de sevmek zorunda­ sın. Bir çiçeği çok sevdiğinde, onun solup gitmesini de sev­ melisin. Bir kadını sevdiğinde, onun yaşlanmasını ve bir gün ölümünü de sevmelisin. Bu, onun yaşamının bir parçası, o kadının bir parçasıdır. Yaşlılık, dışarıdan olmaz, içeriden olur. Güzel yüz, şimdi kırışmıştır. O kırışıklıkları da sevme­ lisin, onlar senin kadınının bir parçasıdır. Bir adamı sever­ sin ve saçları beyazlar. O saçları da seversin. Onlar dışarı­ dan değildir; onlar kaza değildir. Yaşam ilerler ve siyah saç­ lar kaybolur, yerine gri saçlar gelir. Gri saçları geri çevir­ mezsin, onları seversin, onlar erkeğinin bir parçasıdır. Son­ ra erkeğin yaşlanır, güçsüzleşir, bunu da seversin. Sonra bir gün erkeğin gider- bunu da seversin. Sevgi hepsini sever. Sevgi, sevgiden başka bir şey bilmez. Bu yüzden ölümü sev diyorum. Ölümü sevebilirsen, yaşamı sevmek çok kolay olacak. Ölümü bile sevebilirsen, hiçbir so­ run kalmaz. Sorunlar çıkar, çünkü sen bir şeyleri bastırırsın, 85

Korku

çünkü sen yaşamdan korkarsın. Sonra baskı, tehlikeli so­ nuçlar doğurur. Eğer bastırmaya devam edersen, bir gün tüm estetik duygunu kaybedersin. Güzellik hissini, zarafet hissini, kutsallık hissini yitirirsin. Sonra o baskı öyle öfkeli bir konuma gelir ki, çirkin olan her şeyi yapabilirsin. Sana güzel bir anekdot anlatayım. Bunu bana, her zaman güzel şakalar gönderen bir arkadaşım gönderdi! Bir denizci, hiç kadının olmadığı, ama büyük bir may­ mun nüfusunun olduğu uzak bir adaya gitmiş. İstisnasız bü­ tün denizci arkadaşlarının, maymunlarla seviştiğini görünce şok olmuş. Arkadaşları ona, dar görüşlü olmamasını söyle­ miş. Ama aylar geçtikçe, denizci daha fazla dayanamamış. Eline geçirdiği ilk maymunu yakalamış ve arkadaşlarının ya­ nında işe koyulmuş. Arkadaşları ise kahkahalarla gülmeye başlamış. Denizci şaşırmış. “Niye gülüyorsunuz? Bana yapmamı siz söylediniz!” Arkadaşları yanıtlamış, “Evet, ama sen en çirkinini seç­ mek zorunda miydin?” Bastırırsan, büyük olasılıkla en çirkin yaşamı seçersin. O zaman hararet öyle yüksektir ki bilincinde olmazsın. Nere­ deyse nevroz haline geçersin. Baskı çok fazla gelmeden önce rahatla, yaşama ak. Bu senin hayatın! Suçluluk duyma. Bu, yaşamak, sevmek, bilmek ve olmak için senin hayatın. Ve doğa sana hangi içgüdüleri verdiyse, onlar senin gitmen ge­ reken, araman gereken ve mutluluğu bulman gereken yeri gösterir. Ben, bedenin, bu maddesel yaşamın tamamı olmadığını biliyorum. Onun ardında çok daha yüce bir yaşam saklı. Ama onun ardında saklı. Bu yaşama zıt giderek daha yüce yaşamı bulamazsın. Daha yüce yaşamı, sadece bu yaşamın içine karışarak bulabilirsin. Okyanusta dalgalar var -okya86

OSHO

nus, dalgaların hemen ardında gizli. Eğer, hareketi ve kar­ maşayı görüp dalgalardan kaçarsan, okyanustan ve onun derinliğinden de kaçıyor olacaksın. Atla içine, o dalgalar, okyanusun bir parçası. Derinlere dal ve dalgalar kaybola­ cak. Sonra okyanusun derinliğine ve mutlak sessizliğine ula­ şacaksın.

87

Belirsiz ve Bilinmeyen Güvenin Gizemi

aşam bilinebilir, ölüm de öyle. Ama haklarında hiç­ bir şey söylenemez. Hiçbir yanıt doğru olmayacaktır; doğası gereği olamaz zaten. Yaşam ve ölüm, en derin gizem­ lerdir. Aslında iki gizem yerine, aynı gizemin iki parçası ol­ duklarını söylemek daha doğru olur; aynı sırrın iki kapısı. Ama onlar hakkında hiçbir şey söylenemez. Ne söylersen söyle, bir şeyleri atlayacaksın. Yaşam yaşanabilir, ölüm de öyle. Bunlar deneyimlerdir -insan ikisini de yaşamalı ve bilmelidir. Kimse sorularını yanıtlayamaz. Yaşam nasıl yanıtlanabilir? Ya ölüm? Sen yaşa­ mazsan, sen ölmezsen, kim yanıtlayacak? Ama pek çok yanıt verildi. Ve unutma, tüm yanıtlar yan­ lış. Seçecek hiçbir şey yok. Bir yanıt doğru ve diğer tüm ya­ nıtlar yanlış diye bir şey yok; tüm yanıtlar yanlış. Seçecek bir şey yok. Yanıtlar değil, tecrübe yanıtlayabilir. O yüzden gerçek bir gizeme yaklaştığında, hatırlaman ge­ reken ilk şey budur, insanın yarattığı bir bulmaca değil. Eğer insanın yarattığı bir bulmacaysa, yanıtlanabilir. Çünkü o za­ man bir oyundur, bir akıl oyunu. Soruyu yaratırsın, yanıtı

Y

89

Korku

yaratırsın. Ama eğer senin yaratmadığın bir şeyle karşı karşıyaysan, onu nasıl yanıtlarsın? İnsan zihni onu nasıl yanıt­ lar? Bu, insan zihninin kavrayamayacağı bir şeydir. Bir par­ ça, tamamını kavrayamaz. Bir bütün olarak tamamı kavra­ nabilir. İçine atlayıp kaybolabilirsin ve yanıt orada olacak­ tır. Sana, Ramakrishna’ın anlatmayı çok sevdiği bir anekdot anlatayım. Bir keresinde, bir denizin kenarındaki bir kumsalda, bü­ yük bir festival yapılmış. Binlerce insan katılmış ve aniden hepsi tek bir soruya odaklanmış -deniz ölçülebilir mi, ölçü­ lemez mi; dibi var mıdır, yok mudur; derinliği ölçülebilir mi? Tesafüden, baştan aşağı tuzdan yapılma bir adam da oradaymış. “Bekleyin,” demiş, “tartışın, ben de bu sırada okyanusa gidip öğreneyim, çünkü insan içine dalmadan na­ sıl bilebilir?” Bunun üzerine tuz adam okyanusa atlamış. Saatler geç­ miş, günler geçmiş, sonra aylar geçmiş ve insanlar evlerine dönmeye başlamışlar. Yeterince beklemişler ve tuz adam ge­ ri gelmiyormuş. Tuz adam, daha okyanusa daldığı anda erimeye başlamış ve dibe ulaştığı anda, yok olmuş. Öğrenmiş, ama geri gele­ memiş. Ve bunu bilmeyenler, bu olayı uzun süre tartışmış­ lar. Bazı sonuçlara varmış olabilirler, çünkü akıl sonuçlara varmaya bayılır. Bir sonuca varıldığında, akıl rahatlar. Bu yüzden bu ka­ dar çok felsefe var. Tüm felsefeler, bir ihtiyacı karşılamak için var: akıl sorar ve akıl soruyla rahat etmez, huzursuzlaşır; soruyla kalmak, aklı rahatsız eder. Bir yanıt gerekir -yanlış bile olsa önemli değil; akıl rahatlar. Gidip denize dalmak tehlikelidir. Ve unutma, konu okya­ nus olduğunda, hepimiz tuz adamlarız- yaşam ve ölüm ok­ yanusunda. Bizler tuz adamlarız ve içinde eriyeceğiz, çünkü ondan geliyoruz. Onunla yapıldık, ondan oluşuyoruz. Eriye­ ceğiz!

90

OSHO

O yüzden akıl her zaman okyanusa gitmeye korkar; tuz­ dan yapılmıştır, çözülmesi kaçınılmaz. Korkar, o yüzden kı­ yıda kalıp tartışmaya, konuşmaya, teoriler yaratmaya de­ vam eder; hepsi de yanlıştır, çünkü hepsi korkuya dayanır. Cesur bir insan atlar ve kendi yaşamadığı ve bilmediği hiç­ bir yanıtı kabul etmez. Bizler korkağız, bu yüzden başka herkesin yanıtını kabul ediyoruz. Mahavira, Buda, İsa—biz onların yanıtlarını ka­ bul ediyoruz. Ama onların yanıtları, bizim yanıtlarımız ola­ maz. Başka kimsenin bilgisi, senin olamaz. Onlar bilmiş ola­ bilirler, ama onların bilgisi, senin için sadece veridir. Sen bil­ mek zorundasın. Sadece sen bildiğin zaman bilgidir. Aksi takdirde seni kanatlandırmaz; aksine, bir taş gibi boynunun etrafında asılı kalır, sen onun kölesi olursun. Özgürlüğe ula­ şamaz, onunla özgür kalamazsın. “Gerçek, özür bırakır,” diyor İsa. Hiç teorilerle özgür kalan birini gördün mü? Deneyim özgür bırakır, evet... Ama deneyimler hakkındaki teoriler? Hayır, asla! Ama akıl, atlamaktan korkar. Çünkü akıl da, evrenle ay­ nı şeyden yapılmıştır; atlarsan, kaybolursun. Bilirsin, ama sadece varlığını kaybettiğinde bilebilirsin. Tuz adam öğren­ di. Derinliklere dokundu, merkezine ulaştı, ama geri geleme­ di. Ve gelebilseydi bile, ilişki kurabilir miydi? Gelseydi bile, onun dili merkeze, derinliklere ait olurdu ve senin dilin, kı­ yıya, dış kenara ait. İletişim kurmak mümkün olmaz. O, an­ lamlı hiçbir şey söyleyemez, sadece sessiz kalır, anlamlı, önemli bir şekilde. Bir şey söylerse, kendini suçlu hisseder, çünkü hemen, bildiği her ne ise, sözlerle aktaramadığını an­ lar; tecrübesi geride kalmıştır. Sana sadece sözler ulaşır, ölü, bayat, boş. Sözler aktarılabilir, ama gerçek değil. Gerçek sadece gös91

Korku

terilebilir. Tuz adam sana, “Sen de gel,” diyebilir -seni da­ vet eder- “ve benimle okyanusa dal.” Ama sen çok zekisin. “Önce soruya yanıt ver; yoksa hak­ lı olduğunu nereden bileceğim? Önce izin ver, düşüneyim, kafa yorayım, gözden geçireyim, sonra takip ederim. Aklım ikna olduğunda, ben de atlarım,” dersin. Ama akıl asla ikna olmaz, olamaz. Akıl, bir şüphe süre­ cinden başka bir şey değildir; asla ikna olmaz. Sonsuza dek tartışmaya devam edebilir, çünkü sen ne söylersen söyle, o, söylediğinin etrafında yeni bir tartışma yaratabilir.

92

Bilgiden Masumiyete

aha bilgili olma, daha masum ol. Bildiğin her şeyi bı­ rak, tüm bildiklerini unut. Yine merak et, ama mera­ kını sorulara dönüştürme, çünkü merak soruya dönüştü mü, er ya da geç soru bilgiyi getirir. Ve bilgi, sahte paradır. Meraktan yola çıkarak iki yere varabilirsin. Biri sorgula­ maktır -yanlış yol. Burası seni daha çok bilgiye götürür. Di­ ğeri sorgulamamak, ama keyfini çıkarmaktır. Merakın keyfi­ ni çıkar, yaşamın ne olduğunu merak et, var oluşun ne oldu­ ğunu merak et, güneşi, güneş ışınlarını, güneşin altın ışınları altındaki ağaçları merak et. Tecrübe et. Ama soru işareti koyma. Bırak, oldukları gibi kalsınlar. Çocuk gibi masum kal, eğer var oluş ve gerçeklikle bir paylaşım istiyorsan. Gizemlerin senin için açılmasını istiyor­ san merak et. Gizemler, sorgulayanlara açılmaz. Sorgula­ yanlar, er ya da geç bir kütüphanede buluşur. Sorgulayanlar er ya da geç yazmalarda buluşur, çünkü yazmalar, yanıtlar­ la doludur. Ve yanıtlar tehlikelidir, merakını öldürürler. Tehlikelidir, çünkü sana bildiğin hissini verirler, bilmesen bile. Sana, ken­ dine dair sorunun çözüldüğü yanılgısını verirler. “Incil’in ne

D

93

Korku

söylediğini biliyorum. Gita’nın ne söylediğini biliyorum. Er­ dim.” Papağana dönüşürsün; aynı şeyleri tekrar edersin, ama hiçbir şey bilmezsin. Bilmenin yolu bu değildir, bilme­ nin yolu bilgi değildir. Öyleyse bilmenin yolu nedir? Merak. Bırak, yüreğin merak­ la dans etsin. Merak et; merakla çarp, merakı içine çek, mera­ kı dışarı bırak. Neden yanıt almak için bu acele? Bir gizemin gizem ola­ rak kalmasına izin veremez misin? Onun gizem olarak kal­ masına izin vermemek, onu bilgiye dönüştürmek için ortada büyük bir cazibe olduğunu biliyorum. Neden o cazibe var? Çünkü eğer bilgiye sahip olursan, kontrol sende olacak. Gizem seni kontrol edecek, bilgi kontrolü sana verecek. Gizem sana sahip olacak. Sen gizemli olana sahip olamaz­ sın; öyle büyüktür ve ellerin öyle küçüktür ki. Sonsuzdur, ona sahip olamazsın, o sana sahip olur ve korku da budur. Bilgiye sahip olabilirsin; çok küçüktür; bilgiyi kontrol ede­ bilirsin. Aklın her merakı, her gizemi, her soruyu çözme telaşı, korkudandır. Korkuyoruz, yaşamın büyüklüğünden, bu ina­ nılmaz var oluştan korkuyoruz. Korkuyoruz. Korkudan, çevremizde koruma, zırh, savunma olsun diye küçük bilgiler yaratıyoruz. Merakın inanılmaz derecede değerli kapasitesini sorulara indirgeyen sadece korkaklardır. Gerçekten cesur, cesaretli insan, onu olduğu gibi bırakır. Onu bir soruya dönüştürmek yerine, gizemin içine dalar. Onu kontrol etmeye çalışmak yerine, gizemin ona sahip olmasına izin verir. Ve sahip olunmanın mutluluğu ve sahip olunmanın hay­ rı, paha biçilemez. Ne olduğunu hayal edemezsin, hayalini hiç kurmamışsındır, çünkü gizemle sarmalanmak demek, bütünle sarmalanmak demektir.

94

içsel Sese Güvenmek İçse! sesimi dinlediğimde, bana bazen ihtiyacım olan şeyin hiçbir şey yapmamak, sadece uyumak, yemek, kumsalda oynamak olduğunu söylüyor. Ama bu duyguların peşinden gitmeye korkuyorum, çünkü o zaman bu dünyada hayatta kalmak için fazla güçsüz olacağımı düşünüyorum. Kendimi akışına bırakırsam, var oluş beni gerçekten de korur mu?

ncelikle, bu dünyada hayatta kalmaya gerek yok. Bu V-/dünya bir tımarhane! Burada hayatta kalmaya gerek yok. Hırs, politika ve ego dünyasında hayatta kalmaya ge­ rek yok. Bu bir hastalık. Ama var olmanın bir başka yolu daha var ve şu: bu dünyada olabilirsin, bu dünyadan olma­ yarak. “İçsel sesimi dinlediğimde, bana bazen ihtiyacım olan şe­ yin hiçbir şey yapmamak...” O zaman hiçbir şey yapma! Senden daha yüce kimse yok ve var oluş seninle direkt ko­ nuşur. İçsel duygularına güvenmeye başla. O zaman hiçbir şey yapma. Eğer içinden sadece uyumak, yemek, kumsalda oynamak geliyorsa, harika -izin ver, korkma. Korkudan vazgeçmek zorundasın. Eğer soru, içsel duygu­ ların ve korku arasında bir seçim yapmaksa, içsel duygula95

Korku

rını seç. Korkuyu seçme. Pek çok insan, korkudan dini seç­ ti, o yüzden bir zindanda yaşıyorlar. Ne dindarlar ne de dünyevi; kararsızlık içinde yaşıyorlar. Korkunun yardımı olmaz. Korku her zaman bilinmeyen­ den korkmaktır. Korku her zaman ölüm korkusudur. Kor­ ku her zaman kaybolma korkusudur. Ama gerçekten canlı olmak istiyorsan, kaybolma olasılığını kabul etmek zorun­ dasın. Bilinemeyenin güvensizliğini, yabancı olanın rahatsız­ lığını ve huzursuzluğunu kabul etmek zorundasın. Ardından gelen kutsanma için kişinin ödeyeceği bedel budur ve bu be­ deli ödemeden hiçbir şeye ulaşılmaz. O bedeli ödemek zo­ rundasın; yoksa korkuyla paralize olursun. Bütün yaşamın kaybolur. İçsel duygun her ne ise, onun keyfini çıkar. “Bu dünyada hayatta kalmak için fazla güçsüz olacağımı düşünüyorum.” Gerek yok. Bu içinde konuşan, korkudur. Korku, daha çok korku yaratır. Korkudan, daha çok korku doğar. “Var oluş beni gerçekten korur mu?” Yine korku, garan­ ti istiyor, söz istiyor. Sana garanti verecek kim var ki? Senin yaşamının garantisi kim olabilir? Sen bir tür teminat istiyor­ sun. Hayır, bu mümkün değil. Var oluşta, hiçbir şey garan­ ti edilmez- edilemez. Ve iyidir de! Aksi takdirde, eğer var oluşta garanti olsaydı, çoktan ölmüş olurdun. O zaman güç­ lü bir rüzgardaki genç bir yaprak gibi canlı olmanın tüm he­ yecanı kaybolur. Yaşam güzeldir, çünkü güvensizdir. Yaşam güzeldir, çün­ kü ölüm vardır. Yaşam güzeldir, çünkü özlenebilir. Eğer öz­ lemezsen, her şey sana zorla yaptırılır, o zaman yaşam bile, bir zindana dönüşür. Keyfini çıkaramazsın. Mutlu olman, özgür olman bile emredilse, mutluluk ve özgürlük kaybolur. “Kendimi akışına bıraksam, var oluş beni gerçekten ko96

OSHO

rur mu?” Dene ve gör! Sana tek bir şey söyleyebilirim.... Se­ nin korkunla konuşmuyorum, unutma. Hepinize tek bir şey söyleyebilirim ve deneyip de var oluşun koruduğunu gören­ lere. Ama sizin korkunuzla konuşmuyorum. Sadece macera­ nızı teşvik ediyorum, hepsi bu. Sizi maceraya doğru yönlen­ diriyor, baştan çıkarıyorum. Sizin korkunuzla konuşmuyo­ rum. Deneyenlerin hepsi, korumanın sınırsız olduğunu keş­ fetti. Ama evrenin sana verdiği korumayı anlayabilir misin, bilmiyorum. Senin istediğin bir koruma, sana evren tarafın­ dan verilemez, çünkü sen ne istediğini bilmiyorsun. Sen ölü­ mü istiyorsun. Sadece ölü bir beden korunabilir. Yaşayan her şey, her zaman tehlikededir. Canlı olmak, riskte olmak­ tır. Ne kadar canlı, o kadar macera dolu, o kadar riskte, o kadar tehlikeli. Nietzsche’nin duvarında bir söz vardı: “Tehlikeli yaşa.” Biri ona sordu, “Neden bunu yazdın?” Şöyle yanıtladı, “Sırf bana hatırlatsın diye, çünkü korkum büyük.” Tehlikeli yaşa, çünkü yaşamanın tek yolu bu. Başka bir yolu yok. Her zaman bilinmeyenin çağrısını dinle ve hareket halinde ol. Hiçbir yere yerleşmeye çalışma. Yerleşmek, öl­ mektir; prematüre ölümdür. Küçük bir kızın yaş günü partisine katılıyordum ve etraf­ ta pek çok hediye ve oyuncak vardı. Kız gerçekten mutluy­ du ve bütün arkadaşları da yanındaydı. Dans ediyorlardı. Aniden, annesine sordu, “Anne, eskiden, sen canlıyken de böyle güzel günler var mıydı?” İnsanlar, ölümlerinden önce ölüyorlar. Güvenliğe, raha­ ta, huzura yerleşiyorlar. Tıpkı mezar gibi bir var oluşa ku­ ruluyorlar. Senin korkunla konuşmuyorum. “Kendimi akışına bıraksam, var oluş beni gerçekten ko97

Korku

rur mu?” Her zaman korudu ve şimdi sırf seninle farklı ola­ cağını sanmıyorum. Senin bir istisna olacağına inanamam. Her zaman böyle oldu - var oluş, kendilerini ona bırakanla­ rı, onun için kendini terk edenleri, kendilerini onunla çevre­ leyenleri hep korudu. Doğayı izle. İçsel doğanı izle. Bir anekdot okuyordum, çok hoşuma gitti:

Columbia Üniversitesi kampusuna bahar gelmişti ve taze biçilmiş çimlerin üzerini “BASMAYIN” işaretleri süslüyor­ du. Öğrenciler uyarılara kulak asmadı, hatta özel ricaları da dinlemedi ve çimin üzerine basmayı sürdürdü. Konu iyice kızıştı ve sonunda bina ve bahçe yetkilileri, konuyu o zaman üniversitenin başkanı olan Dwight Eisenhower’a götürdü. “Hiç fark ettiniz mi,” diye sordu Eisenhower, “sizin git­ tiğiniz yöne yönelmek ne kadar kolay? Neden öğrencilerin seçeceği yolu tespit edip yürüyüş yollarını oraya yapmıyor­ sunuz?”

Hayat da böyle olmalı. Yollar, patikalar, ilkeler önceden belirlenmemeli. Kendini akışına bırak. Doğal bir şekilde ak ve senin yo­ lun o olsun. Yürü ve yürüyerek yolunu kendin belirle. Bü­ yük anayolları izleme. Onlar ölü ve sen onları izleyerek hiç­ bir şey bulamayacaksın. Her şey çoktan yer değiştirdi. Bir anayolu izlersen, doğadan uzaklaşırsın. Doğa yol bilmez, sa­ bit bir kalıbı yoktur. Binlerce kalıbı vardır ve hepsi rastgeledir. Git ve izle... Kumsalda otur ve denizi seyret. Milyon­ larca dalga yükseliyor ve her dalga eşsiz ve farklı. İki benzer dalga bulamazsın. Hiçbir kalıbı izlemezler. isme layık hiçbir insan, bir kalıp izlemez. insanlar bana gelip, “Bize yolu göster,” diyorlar. “Bunu 98

OSHO

sormayın. Size sadece nasıl yürüyeceğinizi gösterebilirim, si­ ze yolu gösteremem,” diyorum. Lütfen aradaki farkı görme­ ye çalış. Sana sadece nasıl yürüyeceğini, cesur bir şekilde na­ sıl yürüyeceğini gösterebilirim. Sana yolu gösteremem, çün­ kü “yol” korkaklar içindir. Yürümesini bilmeyen, donup kalmış insanlar içindir yol. Yürümesini bilenler, onlar doğa­ ya karışırlar ve sadece yürüyerek kendi yollarını yaratırlar. Ve her biri gerçeğe, farklı bir yoldan ulaşır. Grup halin­ de ulaşamazsın ve toplu halde de ulaşamazsın. Yalnız ulaşır­ sın, tek başına. Ben sana sadece kendin olmayı öğretirim, başka hiçbir şey değil. Beni anlamak çok zordur, çünkü korktuğun için sen, benim sana bir yaşam kalıbı sunmamı istersin, bir disip­ lin, bir tarz, bir yaşam stili. Benim gibi insanlar her zaman yanlış anlaşıldılar. Bir Lao Tzu, bir Zarathustra, bir Epicurus hep yanlış anlaşıldı. En dindar insanların, dinsiz olduğu sanıldı, çünkü bir insan ger­ çekten dindarsa, sana özgürlüğü, sevgiyi öğretecektir. Sana kuralları değil, sevgiyi öğretecektir. Sana ölü bir yaşam ka­ lıbını öğretmez. Sana kaosu, anarşiyi öğretecektir. Çünkü yıldızlar sadece kaostan doğar. Sana, nasıl tamamen özgür olacağını öğretecektir. Korku olduğunu biliyordum; özgürlük korkusu var; yok­ sa dünyada neden bu kadar çok hapishane olsun? Neden in­ sanlar yaşamlarının etrafına görünmez parmaklıklar örsün­ ler? Sadece iki tip mahkum vardır -gözle görünen bir hapis­ hanede yaşayan birkaç mahkumla tanıştım, geri kalanı, gö­ rünmez bir hapishanede yaşıyor. Zindanlarını, yanlarında taşıyorlar -bilinç adı altında, ahlak, gelenek adı altında. Ve daha binlerce kölelik adı altında. Özgürlüğün adı yoktur. Bir sürü özgürlük de yoktur. Öz­ gürlük bir tanedir. Hiç izledin mi? Gerçek bir tane. Yalan, 99

Korku

milyonlarca olabilir. Milyonlarca yoldan yalan söyleyebilir­ sin; milyonlarca yoldan gerçeği söyleyemezsin. Gerçek basit­ tir, bir yol yeterli. Sevgi tektir; kurallar milyonlarca. Özgür­ lük tektir; hapishaneler pek çok. Çok uyanık olmadıkça, özgür bir şekilde hareket edeme­ yeceksin. En iyi ihtimalle, hapishane değiştirirsin. Birinden diğerine geçersin ve ikisi arasındaki yürüyüşten keyif alabi­ lirsin. Dünyada olan da budur. Bir Katolik Komünist olur, bir Hindu Hıristiyan olur ve keyif alırlar. Evet, sadece hapis­ hane değiştirmenin verdiği küçük bir özgürlük hissi vardır. Bir hapishaneden diğerine -aradaki yürüyüşte- kendilerini iyi hissederler. Sonra, yine aynı tuzağa düşerler, farklı bir isimle. Tüm ideolojiler hapishanedir. Sana, onların farkında olmayı öğretiyorum, buna benim ideolojim de dahil.

100

Sevginin Seni Hareket Ettirdiği Şekilde İlerle Bir Mevtana şiirinde bir dize şöyle der, “İçinde ilerle, ama korkunun seni hareket ettirdiği şekilde ilerleme. ” Bazen meditasyon yaparken, kim olduğuma dair hiçbir referans noktası içermeyen boş bir ufuk noktasına dokunuyorum. Bu korkuyu anlamama ve onunla arkadaş olmama yardım eder misin?

evlana’nın sözleri son derece önemlidir. Celaleddin Rumi kadar çok yüreği hareket ettirip dönüştürme­ yi başaran çok az insan vardır. Sufi dünyasında Mevlana imparatordur. Onun sözleri, sadece söz olarak değil, aynı zamanda derin sessizliklerin, içsel ve en içten şarkıların yan­ kıları olarak anlaşılmalıdır. Onun yaşamının üzerinden, bin iki yüz yıldan fazla zaman geçti. Onun meditasyon tekniği, özel bir tür dans gibidir. Bu bir tür dönmedir, küçük çocukların döndüğü gibi; tek bir noktada durup kendi etraflarda dönerler. Dünyanın her ye­ rinde çocuklar bunu yapar ve büyükleri onlara şöyle der, “Başın dönecek, düşeceksin, canın yanacak.” ve “Bunu yap-

M

101

Korku

manın ne anlamı var?” Celaleddin Rumi, bir dönme meditasyonu yaptı. Kişi, sa­ atlerce döner, vücudu el verdiği sürece; kendiliğinden dur­ maz. Dönerken öyle bir an gelir ki, kişi kendini, siklonun or­ tasında tamamen hareketsiz ve sessiz görür. Merkezin etra­ fında beden hareket ediyordur, ama hareketsiz kalan bir alan vardır; bu kişinin benliğidir. Rumi, tam otuz altı saat boyunca hiç durmadan döndü ve sonunda düştü. Çünkü artık bedeni daha fazla döneme­ di. Ama gözlerini açtığında, başka bir adam olmuştu. Gör­ mek için yüzlerce insan toplandı. Çoğu, onun deli olduğunu düşündü: “Dönmenin ne manası var? Kimse bunun bir dua olduğunu söyleyemez; bunun bir dans olduğu da söylene­ mez; kimse bunun din ya da spiritüellikle ilgili bir şey oldu­ ğunu da söyleyemez.” Ama otuz altı saat sonra, Rumi’yi böyle ışık saçarken, böyle parlak, yenilenmiş ve dinç, yeni bir bilinçte gördüklerinde, gözlerine inanamadılar. Yüzlerce insan tövbe ederek ağladı, çünkü onun deli olduğunu dü­ şünmüşlerdi. Aslında Mevtana aklıselimdi ve o insanlar de­ liydi. Ve on iki yüzyıl boyunca, bu akım hayatta kalmayı sür­ dürdü. Spiritüel gelişimin, bu kadar uzun süre ayakta kalan çok az hareketi vardır. Hala yüzlerce derviş var. “Derviş” spiritüel arayış içinde olan insanlar için kullanılan Sufi bir sözcüktür. Buna, sadece dönerek kendini tanıyabileceğine, yaşamadan inanamazsın. Kendini bir şeylerden mahrum bı­ rakman gerekmez, kendine işkence etmen gerekmez, sadece içsel benliğinin tadacağı bir deneyimle, var oluşun başka bir boyutuna, ölümlüden ölümsüzlüğe aktarılırsın. Karanlık kaybolur ve geriye ebedi ışık kalır. Rumi’nin sözleri çok dikkatle anlaşılmalıdır, çünkü çok şey söylememiştir -sadece birkaç kısa şiir. Onun ifadesi, 102

OSHO

“İçinde ilerle, ama korkunun seni hareket ettirdiği şekilde ilerleme.” Çok güzel. Korkunun seni hareket ettirdiği şekilde ilerleme. Sevginin seni hareket ettirdiği şekilde ilerle. Neşenin seni yönlendirdiği yönde ilerle -korkunun değil. Çünkü tüm söz­ de dinler, korkuyu esas alır. Onların Tanrısı, korkudan iba­ rettir ve onların cennet ve cehennemi, korku ve açgözlülü­ ğün yansımalarıdır. Rumi’nin sözü evrimsel niteliktedir: Korkuyla hareket et­ me. Tüm dinler insanlara, “Tanrıdan kork!” der. Mahatma Gandhi şöyle derdi, “Tanrıdan başka kimseden korkmam.” Bunu duyduğum zaman, bunun bir insanın söyleyebileceği en aptalca şey olduğunu düşündüm. Herkesten korkabilir­ sin, ama Tanrıdan korkma, çünkü Tanrı sadece sevgiyle yaklaşır. Tanrı bir insan değil, evrensel bir yürektir. Sevgiy­ le şarkı söyleyip sevgiyle dans edebilirsen... Sevgiyle dönmek gibi sıradan bir aktivite... Neşe ve mutluluk, benliğin ve var oluşun en içsel tapınağına erişecek kadar yeterlidir. Hepiniz, korkuyla yaşıyorsunuz. İlişkileriniz korkuya da­ yanıyor. Korku öyle güçlü ki -yaşamınızı çevreleyen kara bir bulut gibi- söylemek istemediğiniz şeyler söylüyorsunuz, ama onları size korku söyletiyor. Yapmak istemediğiniz şey­ ler yapıyorsunuz, onları size korku yaptırıyor. Birazcık ze­ ka, bunu görmeye yeterdir. Milyonlarca insan, kendilerinin oyduğu taşlara tapıyor. Kendi tanrılarını yarattılar ve onlara tapıyorlar. Bu büyük bir korkudan kaynaklanıyor olmalı, çünkü gerçekte, Tanrı­ yı nerede bulabilirsin? En kolay yolu, güzel bir mermere bir tanrı oymak ve ona tapmak. Ve kimse, bunun bariz aptallık olduğunu düşünmüyor, çünkü aynı şeyi herkes yapıyor, fark­ lı yollardan bile olsa. Biri tapmağa gidiyor, diğeri sinagoga; hiçbir farkı yok. Temeli aynı, yaptığın şeyin kaynağı korku. 103

Korku

Tüm duaların, korkuyla dolu. Rumi evrimsel, sıra dışı bir ifade kullanıyor: “içinde iler­ le, ama korkunun seni hareket ettirdiği şekilde ilerleme.” Öyleyse içinde ilerleyeceğin yol hangisi? Neden eğlenceli bir şekilde ilerlemiyorsun? Neden dinini eğlenceye dönüştürmü­ yorsun? Neden bu kadar ciddisin? Neden kahkahalarla iler­ lemiyorsun? Hiçbir sebep olmadan kelebeklerin peşinde ne­ şe içinde koşan çocuklar gibi, sadece renklerin mutluluğu ve çiçeklerin güzelliği ve kelebekler yeter... Ve onlar inanılmaz mutlu. Her yirmi dört saatte bir, korkusuz birkaç an bul... Yani hiçbir şey istemediğin anlar. Hiçbir ödül beklemediğin ve hiçbir ceza ile korku duymadığın; sadece dönmenin, içe dönmenin keyfini çıkardığın. Aslında, sadece başta biraz zor görünebilir, içe doğru ilerlemeye başladığında, otomatik olarak mutlu olacak, ne­ şeleneceksin. içinde, daha önce hiç bilmediğin bir şükran duygusu belirecek ve sonsuz bir alan, içsel gökyüzün açıla­ cak. içsel gökyüzün, en az dışarıdaki gökyüzü kadar zengin; kendine ait yıldızları ve kendine ait ayı, kendi gezegenleri ve sınırsızlığı var; dışarıda görebildiğin kadar büyük bir evreni var. Sen sadece iki evren arasında duruyorsun; biri dışında, biri içinde. Dışarıdaki evren pek çok şey içeriyor, içerideki evren ise bilinçten, mutluluktan, neşeden oluşuyor. İçinde ilerle, ama korkunun seni hareket ettirdiği şekilde ilerleme, çünkü korku içeri giremez. Neden korku içeri giremez? Korku yalnız kalamaz ve içe­ ride yalnız olmak zorundasın. Korkunun kalabalıklara ihti­ yacı vardır, korkunun arkadaşlara, hatta düşmanlara ihtiya­ cı vardır. Ama yalnız olmak için, içeri girmek için, yanına kimseyi alamazsın; tek başına olman gerek. Yanında hiç 104

OSHO

kimseyi götüremeyeceğin gibi, hiçbir şeyi de götüremezsin. Varlığın, gücün, prestijin... Yanına hiçbir şey alamazsın. İçeri, giysilerini bile alamazsın! Çıplak ve tek başına girme­ lisin. Bu yüzden korku içerilere giremez, o dışarılara çıkar. Korku paraya doğru ilerler, güce doğru ilerler, Tanrıya doğru ilerler; korku, içerisi hariç her yöne doğru ilerler. İçeri girmek için, önce korkusuz olmak gerekir. Ve sen, korkuyla nasıl arkadaş olacağını merak ediyor­ sun. İnsan karanlıkla, ölüm ya da korkuyla arkadaş olmaz. İnsanın onlardan kurtulması gerekir. Sadece sonsuza dek el­ veda demesi gerekir. Bu senin bağındır ve arkadaşlar, bu ba­ ğı daha da derinleştirir. Korkuyla arkadaş olarak, içeri gitmeye hazır olacağını sanma. Arkadaş korku da önleyecektir; aslında, daha çok önleyecektir. Seni, dostane bir şekilde engelleyecek ve sana tavsiyelerde bulunacaktır, “Böyle bir şey yapma. İçerisi diye bir şey yok. Bir hiçliğin içine düşeceksin ve hiçlikten dön­ mek neredeyse imkansız, içine düşmemeye dikkat et. Bir şeylere tutun.” Arkadaş olman gerekmez- korkuyu anlamak gerek, o za­ man kaybolur. Neden korkuyorsun? Doğduğunda çıplaktın. Yanında banka hesabı da getirmedin, ama korkmuyordun. Dünyaya tamamen çıplak geldin, bir imparator gibi giriş yaptın. Bir imparator bile, dünyaya bir çocuk gibi giremez. Aynı şey, içeri girerken de geçerlidir. Bu ikinci bir doğumdur; tekrar çocuk olursun -aynı masumiyet, aynı çıplaklık ve aynı sa­ hiplenmeme. Korkacak neyin var? Yaşamda, doğumdan korkamazsın. Zaten oldu, şimdi ona yapılacak bir şey yok. Yaşamdan korkamazsın, şu anda oluyor. Ölümden korkamazsın, ne yaparsan yap olacak. Öyleyse korku niye? 105

Korku

Her zaman, çok eğitimli insanlardan bile aynı soruyu al­ dım, “Hiç ölümden sonra ne olacağı sizi endişelendirmiyor mu?” Ve ben de her zaman, bu insanların eğitimli sayıldık­ ları gerçeğine şaşırmışımdır. Onlara sordum, “Bir gün doğ­ mamıştım ve endişe yoktu. Henüz doğmamışken, bir an bi­ le, nasıl bir bela, endişe, kaygı, karmaşa yaşayacağımı dü­ şünmedim. Gerçekten de düşünmedim! Yine aynı şey ola­ cak. Öldüğün zaman, ölürsün.” Konfüçyus’un en önemli öğrencisi, Mencius, ona sormuş, “Ölümden sonra ne olur?” Konfüçyus yanıtlamış, “Zamanını boşa harcama. Meza­ rına girdiğinde, uzanır ve düşünürsün, şimdi niye zahmet edesin?” Öldüğün zaman ne olacağı korkusu gereksizdir. Ne ola­ caksa olacak- ve zaten o konuda önceden yapabileceğin bir şey yok. Bilmiyorsun, o yüzden bir ödev yapman, çıkacak sorulara önceden çalışman ya da ne tür insanlarla tanışaca­ ğın, onların adetlerini, dilini öğrenmen falan gerekmiyor... Hiçbir şey bilmiyoruz; endişelenmene gerek yok. Zamanını boşa harcama. Ama bu korkudur, bir şeylerin olacağı korkusu. Öldük­ ten sonra -ve yalnız olacaksın; mezarından seslensen bile, seni kimse duymayacak. Amerika’da, “Couch Potato Hareketi” diye bir fenomen olduğunu duydum. Bu fenomen, bütün gün koltukta oturup televizyon izleyen insanlar için yaratılmış. 1982’de başlamış ve büyük bir fenomene dönüşmüş. İki kitap yayınlanmış, “Resmi Couch Potato El Kitabı” ve “Couch Potato Yaşam Rehberi.” Ayrıca bir de gazetesi var, “Yumru’nun Sesi.” Ha­ reketin kurucusu, Couch Potato ilkelerini sıralıyordu: “Te­ levizyon izlemenin, meditasyonun Amerika’ya özgü bir for­ mu olduğunu hissediyoruz.” Şöyle söyledi, “Biz buna Tran106

OSHO

sandantal Kök Salma diyoruz.” Korkudan insanlar her şeyi yapabilir. Hatta Couch Pota­ to Hareketi’nin üyesi bile olabilirler! Sadece günde yedi, se­ kiz saat koltukta patates gibi oturup daha da şişmanlaya­ rak... Arada bir kalkıp buzdolabına gidiyorlar; aksi takdir­ de Transandantal Kök Salma eylemlerini gerçekleştiriyorlar. Daha önce böyle büyük ölçeklisi hiç yapılmadı. Neden insanlar bütün gün televizyon izler? Psikolojiye bakmalı. Bu insanlar, belli ki kendileriyle ilgili hiçbir şey bil­ miyorlar. Onlar televizyon izleyerek, kendilerinden kaçıyor­ lar. Televizyon, bir yedektir; aksi takdirde, bu kadar boş za­ manın varsa, içine bakmalısın -ve bu da bir korkudur. İçine mi? Ama buzdolabı dışarıda. İçine? Ama erkek ar­ kadaş dışarıda. İçeride hiçbir şey bulamazsın. Alışverişe gi­ demezsin. Sadece hiçliğin içinde boğulacaksın. Bu hiçliğin içinde boğulma, korku yaratır. Ama sorun şu ki, bu korkunun çıkmasının sebebi, hiçli­ ğin içinde boğulmanın güzelliğini ve mutluluğunu ve neşesi­ ni bilmiyor olmandır, çünkü sen içeri düştüğünde sana açı­ lan coşkunluğu bilmiyorsun. Biraz tadına bakman gerek. Senden inanmanı değil, denemeni istiyorum. Eğer binlerce mistik, içeride bir şey yaşadıysa, en azından kuramsal olarak, sen de bir bakabilirsin. Belki orada, senin gözden kaçırdığın bir şey vardır. Korkuya yer yok, sadece biraz zeka-korkuyla arkadaş ol­ mak değil, zeki bir maceraperestin yüreği, bilinmeyene giden­ lerin cesareti gerekiyor. Onlar kutsanmış insanlar, çünkü ya­ şamın anlamını ve önemini keşfediyorlar. Diğerleri sadece kök salıyor.

107

Korku

Biraz zeka, biraz mizah anlayışı, sevgi dolu bir yürek ve benliğine girmek için başka da bir şeye ihtiyacın yok. Ciddi insanlar, uzun İngiliz ifadeleriyle dışarıda dikilmeye devam ederler. (Ç.N.: BURADA ASS-EŞEK ANLAMINA DA POPO ANLAMINA DA GELİYOR, OSHO BURADA KELİ­ ME OYUNU YAPIYOR.LÜTFEN AŞAĞIDAKİ HİKA­ YEYİ ÇİFT ANLAMLI OKUYUNUZ.) Peder Murphy, kilisesi için para toplamak ister ve at ya­ rışından servet kazanıldığını öğrenir. Ancak, at alacak para­ sı yoktur, o da bunun yerine bir eşek almaya karar verir ve onu yarışa sokar. Hayret verici bir şekilde, eşek üçüncü olur. Spor gazetesinin manşetinde şöyle bir haber çıkar: “Rahibin Eşeği Ön Safhada.” Piskopos, böyle bir habere çok üzülür ve Peder Murphy’ye eşeğini tekrar yarıştırmamasını emreder. Gazete­ nin manşeti: “Piskopos, Rahibin Eşeğini Kaşıyor.” Piskopos bu kadarına tahammül edemez. Rahip Murphy’ye, eşekten kurtulmasını emreder. Rahip de eşeği Rahibe Teresa’ya verir. Ve gazetenin manşeti: “Rahip, Şeh­ rin En iyi Eşeğine Sahip.” Piskopos bayılır. Sonra Rahibe Teresa’ya, eşekten kurtul­ ması emrini verir. Rahibe eşeği on dolara Paddy’ye satar. Ertesi gün, piskopos yemek masasında, elinde buruştur­ duğu gazete ile ölü bulunur. Başlık şöyledir: “Rahibe Eşeği­ ni On Dolara Sattı.”

108

OSHO

Biraz mizah anlayışı, biraz kahkaha, çocuksu bir masu­ miyet- ve kaybedecek neyin var? Korku niye? Hiçbir şeyimiz yok. Hiçbir şeyimiz olmadan geldik, hiçbir şeyimiz olmadan gideceğiz. Bu olmadan önce, giysilerin arkasında saklanan kişiyi görmek, iskeletin içinde; bu doğan, genç olan, aşık olan ve bir gün ölen ve kimsenin nereye gittiğini bilmediği bu kişiyi görmek için biraz macera... Kişinin kendi benliğini sorgulaması için sadece biraz me­ rak. Çok doğal; korkuya yer yok.

109

Hiçliğin İçinde Boğulmak Bu “hiçliğin içinde boğulmak” diye adlandırdığın fenomenden biraz daha bahsedebilir misin? Bana göre, sanki boş bir alana düşmek gibi ve beni biraz güvensiz ve korkak hissettiriyor.

oş kelimesi, serbest, meşguliyetsiz anlamına gelen bir kökten geliyor. Köküne inersen, çok güzel bir kelime­ dir. Kökü, son derece anlamlıdır; serbest, meşguliyetsiz de­ mektir. Meşguliyetsiz olduğun her zaman, serbest, boşsundur. Ve unutma, boş zihin, şeytanın çalışma bölgesidir diyen atasözü, sadece saçmalıktır. Hatta tam aksi doğrudur- meş­ gul zihin, şeytanın çalışma alanıdır. Boş zihin, Tanrının ça­ lışma alanıdır, şeytanın değil. Ama benim “boş” sözcüğün­ den ne kast ettiğimi doğru anlaman gerek: rahat, serbest, kaygısız, hareketsiz, isteksiz, hiçbir yere gitmeyen. Sadece burada olan, tamamen burada. Boş bir zihin, saf bir mevcu­ diyettir. Ve bu saf mevcudiyette her şey mümkündür, çünkü tüm var oluş, bu saf mevcudiyetten oluşur. Ağaçlar, bu saf mevcudiyet ile büyür; yıldızlar bu saf mevcudiyet ile vardır; biz buradayız -tüm budalar, bu saf

B

111

Korku

mevcudiyet ile var olmuştur. Bu saf mevcudiyet içinde, sen Tanrıdasın, sen Tanrısın. Meşgulsen, düşersin; meşgulsen, Cennet Bahçesi’nden kovulursun. Meşguliyetsiz olduğunda, bahçeye dönersin. Meşguliyetsiz bir şekilde yuvana döner­ sin. Zihin gerçeklikle -şeylerle, düşüncelerle- meşgul olmadı­ ğında, sadece var olan oradadır. Ve var olan, gerçektir. Sa­ dece boşlukta bir toplantı, bir birleşme vardır. Sadece boş­ lukta gerçeğe açılırsın ve gerçek içine girer. Sadece boşlukla, gerçekle anlam kazanırsın. Bunlar, zihnin üç halidir. İlki, bilinç artı içindekiler. Zi­ hin hep doludur -aklında dönen bir düşünce, yükselen bir arzu, öfke, açgözlülük, hırs. Her zaman zihninde bir şeyler vardır; zihin asla meşguliyetsiz değildir. Trafik sürekli de­ vam eder, gündüz ve gece. Uyanıkken oradadır, uykuda yi­ ne oradadır. Uyanıkken buna düşünme dersin, uyuduğunda ise rüya görme- aynı süreçtir. Rüya görme, biraz daha ilkel­ dir, hepsi bu. Çünkü resimlerle düşünür. Kavramlar yerine, resimleri kullanır. Daha ilkeldir; tıpkı küçük çocukların re­ simlerle düşünmesi gibi. Bu yüzden çocuk kitaplarına, bü­ yük, renkli resimler koyman gerekir, çocuklar resimlerle dü­ şünür. Resimlerle sözcükleri öğrenirler. Zamanla resimler giderek küçülür ve sonunda kaybolurlar. İlkel insan da resimlerle düşünür ve en eski diller hep resimseldir. Çince, örneğin, resimsel bir dildir; alfabesi yoktur. Gece, yine ilkel olursun. Günün karmaşıklığını unutur ve resimlerle düşünmeye başlarsın -ama aynıdır. Ve bir psika­ nalistin görüşleri önemlidir -o senin rüyalarına bakar. Ve rüyalarda gerçeklerden fazlası vardır; çünkü daha ilkelsindir; kimseyi kandırmaya çalışmazsın, daha sahici olursun. Gün içinde, etrafında seni saklayan bir kişiliğin vardır -kat kat kişilik. Hakiki insanı bulmak zordur, derinlere dal-

112

OSHO

mak zorundasın ve o kişi de direnecektir. Ama gece oldu­ ğunda, tıpkı giysilerini çıkardığın gibi kişiliğini de çıkarıp bir kenara koy. Gerekmiyor, çünkü kimseyle iletişim kur­ mayacaksın, yatağında yalnız olacaksın. Dünyada olmaya­ caksın, kendi mahrem dünyanda olacaksın. O yüzden sak­ lanmaya ve başka biri gibi davranmaya ihtiyacın yok. Bu yüzden psikanalistler, rüyalarına inmeye çalışır, çünkü rüya­ ların, senin gerçekten kim olduğuna dair çok daha fazla şey gösterirler. Zihnin ikinci hali, içeriksiz bilinçtir; meditasyon da budur. Tamamen uyanık olursun ve bir boşluk vardır, aralık. Hiçbir düşünce yoktur, içinde hiçbir düşünce yer almaz. Uy­ kuda değilsindir, uyamksındır -ama düşünce yoktur. Bu meditasyondur. İlk duruma zihin, ikinci duruma meditasyon denir. Ve bir de üçüncü hali vardır. İçerik kaybolduğunda, nes­ ne kaybolduğunda, özne uzun sürün kalamaz, çünkü onlar birlikte var olurlar. Birbirlerini üretirler. Özne tek başınayken, etrafta geçmiş deviniminden dolayı biraz daha dayana­ bilir. İçerik olmadan, bilinç uzun süre var olamaz; gerek ol­ mayacaktır, çünkü bir bilinç, her zaman bir şeyin bilincidir. Sen, “bilinç” olduğunu söylediğinde, sana “neyin?” diye so­ rulabilir. Sen, “Ben şeyin bilinciyim...” dersin. Nesne gerek­ lidir, özne için nesnenin var olması şarttır. Nesne kayboldu­ ğunda, kısa süre içinde özne de kaybolacaktır. Önce içerik­ ler gider, sonra da bilinç. Bu üçüncü duruma samadhi denir-içerik yok, bilinç yok. Ama unutma, bu içeriksiz, bilinçsiz durum, bilinçsizlik hali değildir. Üstün bilinç, fizikötesi bilinçtir. Bilinç artık sadece kendinin bilincidir. Bilinç, kendine dönmüştür; halka ta­ mamlanmıştır. Eve dönmüşsündür. Bu üçüncü durumdur, samadhi ve bu üçüncü durum, Buda’nın shunyata ile kast et­ tiği şeydir, boşluk. Önce içerikten vazgeç -yarı boş olacaksın, sonra bilinci bırak -tamamen boş olacaksın. Ve bu boşluk, olabilecek en

113

Korku

güzel şey, en yüce kutsanmadır. Bu hiçlikte, bu boşlukta, benliksizlikte, bu shunyata’da, tam bir güven ve istikrar vardır. Bunu öğrenmek seni şaşırtacak -var olmadığında tam bir güven ve istikrar mı? Tüm korkular kaybolur... Çünkü te­ mel korku nedir? Temel korku, ölüm korkusudur. Diğer tüm korkular, temel korkunun yansımalarıdır. Diğer tüm korkular, tek bir korkuya indirilebilir; ölüm korkusu, “Bir gün yok olmak zorunda olabilirim, bir gün ölmek zorunda olabilirim. Zorundayım ve o gün, ben olmadığımda geli­ yor,” korkusu. Bu düşünce korkutur; bu, korkudur. Bu korkudan kaçmak için, olabildiğince uzun yaşayabil­ mek için ilerlemeye başlarız. Ve yaşamlarımızı güvence altın almak isteriz - uzlaşmaya başlarız, giderek daha güvende, emniyette olmaya başlarız, sırf korkudan. Paralize oluruz, çünkü ne kadar güvende olursan, ne kadar “emniyette” olursan, o kadar az yaşarsın. Yaşam mücadelelerde var olur, yaşam krizlerde var olur, yaşamın güvensizliğe gereksinimi vardır. Güvensizlik top­ raklarında yetişir. Ne zaman güvensiz olsan, daha canlı, da­ ha uyanık olduğunu fark edersin. Bu yüzden çoğu zengin in­ san sıkıcıdır: üzerlerine tuhaf bir aptallık ve uyuşukluk çö­ ker. Çok güvendedirler, hiçbir mücadele yoktur. Öyle gü­ vendedirler ki zeki olmalarına gerek yoktur. Güvendedirler -zekaya neden ihtiyaçları olsun ki? Zeka, mücadele oldu­ ğunda gereklidir, zeka, mücadele ile tetiklenir. Ölüm korkusu yüzünden güven isteriz, banka hesabı iste­ riz, sigorta, evlilik, düzgün bir yaşam, bir yuva isteriz. Ülkenin bir parçası oluruz, siyasi bir partiye katılırız, bir kiliseye ka­ tılırız - Hindu oluruz, Hıristiyan oluruz. Bunlar, güvenliğe ulaşmanın yollarıdır. Bunlar, ait olacak bir yer, bir ülke, bir kilise bulma çabalarıdır. 114

OSHO

Ve bu korku yüzünden, politikacılar ve din adamları, se­ ni kullanmaya başlar. Korkun yoksa hiçbir politikacı ya da din adamı, seni kullanamaz. Sadece korkun yüzünden seni kullanabilirler, çünkü sana, seni güvende tutacak şeyi sağla­ yabilir, en azından vaat edebilirler: “Bu senin güvenliğin olacak. Sana garanti ederim.” Vaatler yerine getirilmeyebi­ lir, bu da bir diğer nokta, ama söz oradadır ve söz, insanlar­ dan faydalanmaya ve onları bastırmaya devam eder. Söz, in­ sanları tutsak eder. Bu içsel boşluğu öğrendiğinde, korku kalmaz. Çünkü ölüm çoktan gelmiştir. Bu boşlukta olmuştur. Bu boşlukta, sen kayıpsındır, artık nasıl korkabilirsin? Neden korkabilir­ sin? Kimden korkabilirsin? Ve kim korkabilir? Bu boşlukta, tüm korkular kaybolur, çünkü ölüm çoktan gelmiştir. Artık mümkün olan hiçbir ölüm yoktur. Ölümün ve zamanın var olmadığını hissedersin. Ebediyet gelmiştir. Şimdi güvende olmana gerek yoktur, hiç gerek yoktur. Bu bir sannyasin halidir; bu, bir ülkenin bir parçası olma­ nın gerekmediği, bir kilisenin ya da böyle aptal şeylerin par­ çası olmana gerek kalmadığı bir durumdur. Ancak hiçbir şey olduğunda, kendin olabilirsin. Çelişkili görünür... Uzlaşmana gerek yok, çünkü bir insan sadece korkudan ve açgözlülükten uzlaşır. Ve sen isyan içinde yaşayabilirsin, çünkü kaybedecek bir şeyin yok. Bir isyankar olabilirsin; korkacak bir şeyin yok. Kimse seni öldüremez, sen bunu ken­ dine çoktan yaptın. Kimse senden hiçbir şey alamaz; sen, sen­ den alınabilecek her şeyi bıraktın. Şimdi hiçliktesin, sen bir hiçliksin. Çelişkili fenomen de buradan çıkar; büyük bir gü­ ven, emniyet ve istikrar, bu hiçlikte yükselir -çünkü artık ölüm olası değildir.

115

Korku

Ve ölümle birlikte, zaman da kaybolur. Ölümle birlikte, ölüm ve zamanın yarattığı tüm sorunlar kaybolur. Tüm bu kaybolmaların uyanışında, geriye kalan bir tek saf gökyüzü­ dür. Bu saf gökyüzü, samadhi’dir, nirvana.

116

“Ben” Mahkumiyeti Hamlet’in nihai sorusu, “Olmak ya da olmamak?” Benim sana nihai sorum, “Olmak ve olmamak?” Nasıl mümkün olabilir?

hakespeare dahiyane bir şairdir, ama bir mistik değil. Gerçekliğe dair bir hissiyatı vardır, ama sadece biraz, çok belirsiz, rüyada gibi sanki net değil. Hamlet’teki sorusu, bu belirsizliğin göstergesidir. “Olmak ya da olmamak?” bi­ len bir insanın asla sormayacağı bir sorudur, çünkü seçim şansı yoktur. “Olmak” ya da “olmamak” arasında bir se­ çim yapamazsın. Var oluşsal açıdan, olmamak, olmanın tek yoludur. Sen kaybolmadıkça, gerçekten var olamazsın. Anlaması biraz zor gibi görünüyor, çünkü temelinde mantıksız. Ama man­ tık, bir var oluş yolu değildir; var oluş, senin anlayabildiğin kadar mantıksızdır. Burada, var olduklarını düşünenler, aslında yoklar. Ve aslında var olmadıklarını bilen ve farkında olanlar, varlar. “Ben varım” fikri, sadece bir fikir, aklın bir yönlendirme­ sidir. Ama “Ben yokum” farkındalığı, sadece meditasyonun çiçek açması olarak var olur. “Ben yokum” gerçeğinin far-

S

117

Korku

kında vardığında, sadece “ben” kaybolur ve geriye saf bir var oluş, tanımlanmamış, sınırlanmamış, lekelenmemiş, saf bir alan kalır. “Ben” harika bir zindandır. Senin köleliğin ve zihne tut­ saklığındır. Zihnin ötesine geçtiğin an var olursun, ama bir ego, bir “ben” olmak gibi bir düşüncen yoktur. Diğer bir deyişle: “ben” olduğunu ne kadar çok düşünürsen, o kadar değilsin, var olmadığını ne kadar çok deneyimlersen... O kadar çok olursun. Egonun sabun köpüğü patladığı anda, tüm varoluş olursun. Evet, bir şey kayboldu... Daha önce sen sadece bir çiy tanesiydin, şimdi koca bir okyanussun! Sen kaybeden taraf değildin. Çok küçük, sınırlı bir alanda kafese kapatılmıştın ve bu mahkumiyet, bizim sefaletimiz, acımız, ıstırabımızdır. Her yandan sarılırız, her yandan kalın bir duvarla örtülürüz - hareket edemeyiz. Bir kabusta ya da bir rüyada bunu yaşadığın oldu mu? Gözlerinin açık olduğundan eminsindir, ellerini oynatmak istersin, ama yapamazsın; kalkmak istersin, kalkamazsın. Sanki bir an için felç olmuşsun gibi korkunç bir korku kap­ lar içini. Bu deneyim, sana bütün yaşamını, bir çiy tanesi gi­ bi özetler. Esas doğamız, okyanus olmaktır ve bir okyanusu bir çiy olmaya zorlamak, kaygı, ıstırap, üzüntü ve işkence yaratır. Shakespeare’in sorusu, “Olmak ya da olmamak?” sade­ ce entelektüeldir ve entelektüel olmak zorundadır, çünkü Shakespeare, bir farkındahk adamı değildi. Çok yetenekliy­ di, onun çapında sadece birkaç şair geldi. Ama şair olmak bir şeydir ve var oluşu dışarıdan değil, içeriden bilmek baş­ ka bir şey. Şair, çiçeğin güzelliğine, günbatımının güzelliğine, yıldız118

OSHO

lı bir gecenin güzelliğine bakar, ama her zaman dışarıdadır, bir gözlemci, bir izleyicidir; asla içinde olmaz. Bir şairle mis­ tik arasındaki fark budur. Şair gülü gördüğünde, gül orada, şairin dışındadır ve şair de, orada, gülün dışındadır. Mistik gülü gördüğünde, o gül olur. Tüm farklılıklar, ayrımlar ve mesafeler kaybolur. Böyle anlarda, Upanishad kahinleri şöyle demiştir: Aham brahmasmi - Ben Tanrıyım. Bu bir ego ifadesi değildir; sa­ dece nihai gerçeklikle bir olmanın mistik deneyiminin ifadesidir. Ama daha küçük ölçeklerde de doğrudur. Mistik, “Ben gülüm, ben yıldızlarım, ben okyanusum,” diyebilir. Şair bunu söyleyemez. O, gülün güzel olduğunu söyleyebilir, gül hakkında bir gözlem yapabilir ve bir hükme varabilir, ama gülün gerçekliğine karışamaz. Onun içinde kaybolamaz, onunla bir olamaz, ikililikten ayrılamaz. Ke­ sinlikle bir şair, senin gördüğünden daha çok güzellik görür. Onun gözleri daha nettir, daha sevgi dolu bir yüreği vardır ve bilim adamından çok daha farklı yaklaşır her şeye. Bilim adamı, güle zekasıyla, aklıyla bakar. Şair, kalbiyle, sezgileriyle görür. Bilim adamından daha derindir. Aslında bilim adamı, gülün güzelliğini göremez; tek yapabildiği, gü­ zelliğin nerede olduğunu bulmak için gülü incelemektir. Ve gül incelendiği anda, tüm güzelliği kaybolur... Bu yüzden bi­ lim adamı için güzellik yoktur. Çünkü gül, incelemeyi aşa­ maz. Bu yüzden bilim adamı için, yaşam yoktur, çünkü bir canlıyı tahlil ettiğin anda, buldukların ölü parçalardır, yaşa­ mı asla bulamazsın. Mistik, bilim adamının tam tersidir. Bilim adamı şeyleri, onları analiz ederek anlamaya çalışır, mistik ise aradaki me­ safeyi aşarak, kendiyle gerçeklik arasındaki boşluğu doldu­ rarak öğrenmeye çalışır. Zihnin yaklaşımı -işte bu, bilim 119

Korku

adamının yaptığı şeydir. Kalbin yaklaşımı - bu şairin, ressa­ mın, sanatçının yaptığıdır. Ve benliğin yaklaşımı ise, misti­ ğin dünyasıdır. Shakespeare, şiirsel kompozisyonlarında harikadır, sezgi­ leri derindir. Ama bir mistik değildir; aksi takdirde, “Olmak ya da olmamak?” gibi bir ifadeyi kullanamazdı. Seçim yoktur; iki tane değildir. Olmanın tek yolu, olmamaktır. Gerçek var oluş, sahici var oluş istiyorsan kaybol; ger­ çekliğe karış, okyanustaki buz küpünü erit ve okyanusla bir ol. Elbette ayrı kimliğini kaybedeceksin, ama bütün olacak­ sın. Bu bir kayıp değil, olağanüstü bir kazançtır. “Benim sana nihai sorum: Olmak ve olmamak?” demiş­ sin. Bu bir soru değil; bu, kendini bulabilmenin tek yolu. Ama önce “olmamak” gelir, sonra “olmak.” Senin sorunda yapmak isteyeceğim tek değişiklik bu. Sen, “Olmak ve ol­ mamak?” demişsin. “Olmamak” başa gelmeli, sonra “ol­ mak.” Sadece yer açman gerek. Alanı dolduran tüm mobil­ yaları dışarı at. Ve en büyük engel egodur. Ondan kurtul! Ve şaşıracaksın... Burada “olmamaya” çalışıyorsun ve arka kapıdan benliğin, “olmanın” yeni bir farkındalığı geli­ yor. Ama senin çabaların, bu sıraya dayanmamalıdır -önce olmak ve sonra olmamak. Bu, aydınlanmanın doğal süreci­ ne aykırıdır. Önce hiçliğini, hiç kimseliği kazanmalısın. Sa­ hici benlik deneyimine erişmen için ödemen gereken bedel budur. Yapmak zorunda olduğun fedakarlık budur. İsa, “Tekrar doğmadıkça, Tanrının krallığına girmeyeceksin,” derken bunu kast eder. “Tekrar doğmadıkça?” derken kast ettiği nedir? Önce ölmen gerektiğidir ve ölümden sonra ye­ niden diriliş. Ego öldükçe, esas benliğinin çiçek açması için yer açılır. Egonun mezarında, benliğinin nilüferleri açar. Ama unut120

OSHO

ma, ifadeni değiştirmek zorundasın, çünkü bu ifadede, ego da var. “Olmak” senin ilk arzun. Ama bu senin ilk arzunsa, o zaman “olmamak” çok zor, hatta imkansız olacak. Sen, egona tutunup kalacaksın. “Olmak ve olmamak,” diyorsun. Bir şey kesinlikle doğ­ ru; ikisi birlikte var olur... Ama hangisi önce gelmeli? Yan­ lış uçtan başlayamazsın. Hiç kimse olarak, sadece boşluk olarak başlamalısın. Bu boşlukta, misafir gelir. Ama doğaldır. Sorunu soruş şeklin, aklın için doğaldır. Bir keresinde oldu. Bir adam Gautam Buda’ya, neredey­ se senin sorduğun sorunun aynısıyla geldi. Ve Gautam Buda ona şöyle dedi, “Önce egondan vazgeçmelisin, sonra endişe­ lenmene gerek kalmaz; her şey kendiliğinden, spontane bir şekilde ilerler.” Adam karşılık verdi, “Eğer kendimin farkına varmamın yolu buysa, o zaman egodan vazgeçmek için çaba gösterece­ ğim.” Buda karşı çıktı, “Sen beni anlamadın. Hala kendinin farkına varmaya çalışıyorsun. Egodan bile vazgeçmeye ha­ zırsın, ama senin arzun aslında gerçek egoyu, daha nihai bir egoyu bulmak; senin kendin dediğin bu. Kendini unut. Ora­ da başarılacak hiçbir şey yok! Sadece egondan kurtul ve bekle!” Hiçbir çaba göstermene gerek yok; orada hiçbir başarıya ulaşılmayacak. Olduğu zaman, her şey kendiliğinden olur. Bunun senin farkındalığın olduğunu iddia edemezsin. Bu yüzden Gautam Buda, insanlık tarihinde “öz-farkındalık” sözcüğünü kullanmayan tek insan olmuştur. Anlamıştı... Pek çok insan “benlik” sözcüğünün altında, sadece egosunu korur. Buna öz-farkındalık derler, ama aslında ego-farkındalığıdır kast ettikleri. Egolarını kalıcı ve ebedi yapma arzu­ sundadırlar. 121

Korku

însan zihninin bu kurnazlığını gören Buda, “benlik” ve “özfarkındalık ” sözcüklerinden kurtuldu. Egondan vazgeç­ tiğinde neler olacağı hakkında konuşmayı bıraktı. “Bu beni ilgilendirmez ve bu seni de ilgilendirmez. Sadece egondan vazgeç ve neler olacağını gör. Ama bunu en başından tasav­ vur etme. Bunu bir amaç, bir hırsa dönüştürme. Hırsa dö­ nüştürdüğün anda, ego saklandığı yerden, benliğinin gizli kapısından geri gelecektir,” dedi. Buda pek çok kez yanlış anlaşıldı. Özellikle Hindis­ tan’da, ondan önceki binlerce yıl boyunca, dindar insanların özfarkındalıktan bahsettikleri çok açıktı. Ama Gautam Bu­ da, ondan önce gelen herkesten daha derin, daha net bir gö­ rüşe sahipti. Bu özfarkındalık fikrinin ardında, egonun sak­ landığını gördü. Tüm spiritüellik dilini değiştirdi. Onun konuştuğu dilde -Pali diliydi- benlik atta demektir. Buda bu sözcüğü tama­ men bıraktı ve olumsuz bir sözcük, anatta kullanmaya baş­ ladı. Atta benlik demektir; anatta ise benliksiz. Bu, sadece kendi ülkesinin değil, diğer tüm ülkelerin de geleneklerine aykırıydı. Kimse benliksizlik, zihinsizlik, farkındalıksızlık kavramlarını duymamıştı. Sonra insanlar ona sormaya başladılar, “Tüm bu çaba­ nın, meditasyonun, ilkelerin, oruç tutmanın, kendini zevk­ lerden mahrum etmenin amacı nedir? Sonunda hiç kimse olacaksan amacı ne? Bu çok garip bir çaba! Çok uzun, çok zahmetli bir yolculuk, sadece sonunda sen olmadığını bul­ mak için.” Söyledikleri şey mantıklıydı. Ama ne zaman Gautam Bu­ da gibi bir adamla karşılaşsan, onun sevgisi, senin mantığı­ nın olabileceğinden çok daha güçlüdür. Onun mevcudiyeti, senin aklından, zihninden, kişiliğinden, hırslarından, arzula­ rından daha güçlüdür. Onun mevcudiyeti öyle güçlü, öyle büyülüdür ki insanlar -kendilerine karşı, kendilerine rağ­ men- benliksizlik ile sonlanan bir yolculuğa başlarlar. Gautam Buda gibi bir adamın, çok net bir çekim gücü vardır. Nesneler ona çekilmez, ruhlar, bilinçler, yaşam güç122

OSHO

leri çekilir. Var-olmamanın ölüm olmadığı, var-olmamanın yaşamdaki ebediyet olduğunun kanıtı, onun mevcudiyetidir. Ama unutma, var-olmamak ilk şeydir; bu senin meditasyonun, senin ölümündür. Bu meditasyonla, bu ölümle, bu hiçlikle, esas yüzün, esas benliğin çıkar ortaya. O yüzden bi­ raz değişiklik yapmak zorunda kalacaksın. Var-olmamayı öne koy. Önceliğin bu olmalı. Var olmak seni endişelendir­ mesin. İstisnasız her zaman gelir. Bunu, kendi tecrübelerime de dayanarak söylüyorum. Hiçliğin içinde kaybolmak zorundaydım - ve o hiçlikten, ta­ mamen yeni, taze, ebedi bir mevcudiyet çıktı. Bu benim yap­ tığım bir şey değil. Kendime pay çıkaramam. En iyi ihtimal­ le, ben olmasına izin verdim, ama ben orada değildim. Senin var-olmaman, benliğin yükselirken, o küçük değişim sırasın­ da onu rahatsız etmemen için önemlidir... Yaşlı Hymie Goldberg, doktorunun onun için hazırladı­ ğı görünmez duyma kiti ile birlikte, mutluluğunu ifade et­ mek için doktoruna gitti. “Eminim aileniz de mutlu olmuştur,” dedi doktor. “Ah, hayır,” dedi yaşlı Hymie, “henüz haberleri yok ve ben harika zaman geçiriyorum. Son iki gün içinde vasiyeti­ mi iki kez değiştirdim!” Senin de vasiyetini değiştirmen gerek, ikinci sıraya koy­ duğun şey, birinci sırada olmalı ve ilk sıraya koyduğun şey, seni hiç endişelendirmesin. Kendiliğinden gelecek, tıpkı ba­ har geldiğinde, kendiliğinden açan çiçekler gibi.

123

Seviş, Savaşma Kendine ve Başkalarına Güvenmek

erkesin yaşamı, az ya da çok, korkuyla kontrol edi­ lir, çünkü hayatı yaşamanın sadece iki yolu vardır. Ya sevgiyle kontrol edilir ya da korkuyla. Genelde, sevmeyi öğrenmemişsen, korkuyla kontrol edilir. Sevgi yoksa korkunun varlığı kaçınılmazdır. Bu sadece sevginin yokluğudur. İçinde pozitif hiçbir şey yoktur; sade­ ce sevginin yokluğudur. Ama sevebilirsen, korku kaybolur. Sevgi anında, ölüm bile yoktur. Yaşamda ölümü alt eden tek bir şey vardır, o da sevgidir. Tüm korkular, ölümle ilişkilidir ve sadece sevgi ölümü fet­ hedebilir. O yüzden sana söylemek istediğim şeylerden biri şudur; korkuya çok fazla önem verme, çünkü o zaman senin kendi hipnozuna dönüşür. Eğer korku içinde yaşadığını, korkuyla hareket ettiğini, korkunun seni kontrol ettiğini tekrarlayıp durursan, ona yardım edersin. Buna dikkat et: yaşamının korkuya dayandığına -o kadar! Bu sadece, sevginin henüz korkuyu yok edecek kadar güçlenmediğini gösterir. O yüzden korku hakkında konuşmayacağım. Senin daha çok sevmene yardımcı olacağım ve korku kendiliğinden kay­ bolacak. Eğer direkt korkunun üzerinde çalışmaya başlar­ san, onu güçlendirirsin, çünkü tüm dikkatini, ona vermiş

H

125

Korku

olacaksın. Bu sanki birinin, karanlığı yok etmeye çalışırken, karanlığı yok etmeye odaklanması, onu takıntıya dönüştür­ mesi gibidir. Karanlığı yok edemezsin, çünkü o zaten orada değildir. Karanlığın orada olduğu gerçeğine dikkat et, sonra da ışığı nasıl getirebileceğine odaklan. Korkuyla savaşmak için kullandığın aynı enerjiyi, sev­ mek için de kullanabilirsin. Sevgiye önem ver. Dokunduğun zaman, mümkün olduğunca sevgiyle dokun; sanki elin tüm benliğine dönüşüyor ve sen, elinden akıyormuşsun gibi. Enerjinin, bir sıcaklığın, parlaklığın aktığını hissedeceksin. Seviştiğin zaman çıldır ve medeniyeti unut. Sevgi üzerine öğ­ retilen her şeyi unut; sadece hayvanlar gibi vahşi ol ve sev. Sevgi mevcudiyetinin, korku yokluğuna dönüştüğünü fark ettiğinde, oraya varmışsındır ve hiçbir sorun yoktur.

* İnsan korku içinde yaşadığında, sertleşir. Bu sertliğe yol açan korkudur. Korkuyla kapanırız, tüm kapılarımızı, pen­ cerelerimizi kapatırız. Çok küçük, karanlık bir delikte yaşa­ maya başlarız. Yaşamımız ölüme dönüşür. Ve çevremize bir zırh öreriz, sert, çelikten bir zırh. Böylece korunuruz, güven­ de, emniyetteyizdir. Bu yaşamanın bir yolu değildir; bu intihar etmenin bir yoludur. Bu gerçek intihardır. Bu, mezara girmektir. Çünkü öyle kapalı bir varoluş, gerçeğe, güzelliğe, sevgiye, mutlulu­ ğa, yüceliğe dair hiçbir şey bilmeyecektir. Eğer hiçbir şeyin içeri girmesine izin vermezsen, seni çevreleyen şeyin ne oldu­ ğunu nasıl bilebilirsin? Ve eğer seni çevreleyen şeyin ne ol­ duğunu bilmezsen, kendini asla tanıyamazsın. Bir insan ken­ dini ancak, bir başkasının ışığı altında tanıyabilir. Önce “se­ ni” tanımak zorundasın, sonra “beni” tanıyabilirsin. 126

OSHO

Psikologlar, bir çocuğun önce başkalarının farkına vardı­ ğını söyler; anne, baba, kardeşler, aile, etrafındaki şeyler, oda, duvarlar, oyuncaklar. Sonra zamanla yakınlaşmaya başlar... sonra kendi bedeninin farkına varır. Ve sonra bir gün, kendini ayrı bir birey olarak hissetmeye başlar. Önce başkalarının farkına varır, sonra onların ışığında, kendini tanımlar. Başkaları, onu tanımlar. Mülklerin içinde yaşayan bir insan, gerçek benliğini tanı­ yamaz, çünkü başka şeylerle çevrelenmiştir ve o şeyler, seni bir şey olarak tanımlar; bir ruh olarak değil. Sadece derin sevgide, insan kendi ruhunun farkına vara­ bilir, çünkü derin sevgide, insan başkasının ruhunun da far­ kına varır ve diğer ruh sana karşılık verir, uyum içinde olur. Aniden yeni bir boyutu, zamanın ve yerin ötesinde bir şeyi keşfedersin. Bu “sen,” kişinin kendi yüzünü görmesi için ay­ na olur. Sevgi, kim olduğunu göstermek için kullanabilece­ ğin en iyi aynadır. Kapalı insan, kim olduğunu bilmez, bilemez. Ve kendine dair bildiği her şey yanlıştır; yanlış bir kimlikle yaşar. Ken­ disinin, adı, parası, gücü ve itibarı olduğunu sanır ve bu ta­ mamen saçmalıktır - o, bunların hiçbiri değildir. O yüce bir şey, doğumdan önce var olan ve ölümden sonra da var ola­ cak olan bir şeydir... ama o bunun farkına varmayacaktır. İnsan yumuşak, savunmasız, açık olmalıdır. İnsan, sünger gibi olmalıdır, böylece güneş ve yağmur ve rüzgar davet edi­ lecek, çekilecek, kabul edilecek ve içeri alınacaktır. Böylece var oluş sana nüfuz edebilecektir. Ve insan, var oluşun en de­ rin hücrelerine ulaşmasına izin vermelidir, çünkü tek yolu budur -ancak var oluş benliğinin derinliklerine ulaştığı tak­ dirde sen derinliklerinin farkına varabilirsin. Eğer özüne ulaşırsa, merkezinin farkında olursun. Ve bu, insanın kendi­ ni bilmesidir. 127

Korku

Ama insan yumuşak olmayı, tüm zırhlarından kurtulma­ yı, kapılarını ve pencerelerini açmayı, korkuya bağlanmamayı, ağaçlara, dağlara, nehirlere ve insanlara aşık olmayı öğrenmelidir. Çünkü sevgi, kapılarını açman için ihtiyacın olan anahtardır. Aşık olduğunda kendini bir başkasına açar­ sın, çünkü artık korkmuyorsundur. Başkalarının sana ulaş­ masına izin verirsin, güvenirsin. Onların sana zarar verme­ yeceğini bilirsin. İnsanın tüm var oluşa güvendiği gün, “Bana zarar verme­ yecek, çünkü ben onun bir parçasıyım... kendi parçasına na­ sıl zarar verebilir? Çünkü benim acım onun acısı, benim se­ faletim onun sefaleti olacak...” demeyi bilir. Acı çektiğinde, var oluşun bir parçası da acı çeker. Ağladığında, var oluş da ağlar, çünkü senin gözyaşların, bütünün gözyaşlarıdır. Bü­ tünün, başka gözleri, başka elleri yoktur. O yüzden senin gözlerin yaşlarla ve yüreğin acıyla dolduğunda, var oluş da acı ve gözyaşlarıyla dolar. Bütün, bir parçasını nasıl yarala­ yabilir? Bu mümkün değil! Bu, gereksiz bir korku. Benim öğrettiğim tek şey, korkudan kurtulmaktır. Tama­ men gereksizdir ve seni felce uğratır, şoka sokar. Bu, insan­ ları öldüren, yok eden yavaş bir zehirdir. Yaşarlar ve yaşa­ mazlar, sadece ölürler. Uzun sürede ölürler, yetmiş yılda, seksen yılda, yavaş yavaş, parça parça. Bir anda intihar et­ mezler, bu yüzden intihar olarak bilinmez - ama intihardır. Benim gözlemime göre, insanların yüzde doksan dokuzu intihar ediyor. Yaşayan, gerçekten yaşayan çok az insan var. İnsan, tüm deneyimlere açık olacak, koşulsuz bir şekilde açık olacak kadar cesur olmalıdır.

128

Yakınlık Korkusu Biri bana yakınlaştığı zaman, neden korkuyorum? Bu sadece güvensizlik mi?

üven, önce kendine güvendiğin takdirde mümkün­ dür. En temel şeyin, önce senin içinde olması gerekir. Eğer kendine güvenirsen insanlara güvenebilirsin, var oluşa güvenebilirsin. Eğer kendine güvenmezsen, başka bir şeye güvenmen mümkün değildir. Ve herkes korkar, az ya da çok. Bu yüzden insanlar, baş­ kalarının yakınlaşmasına izin vermezler; bu yüzden insanlar sevgiden kaçarlar. Bazen sevgi adına, sevgiden kaçmaya de­ vam ederler. İnsanlar birbirlerine uzak durur -karşısındaki insanın sadece bir noktaya kadar yaklaşmasına izin verir, sonra da korku başlar. Korku nedir? Korku, çok yaklaşırsa o kişinin senin boş­ luğunu görebileceği korkusudur. Bunun o kişiyle hiçbir ilgi­ si yoktur. Sen, içsel boşluğunu hiçbir zaman kabul edeme­ din, korku budur. Çok süslü bir yüzey yarattın. Güzel bir yüzün, güzel bir gülümseyişin var. Çok konuşkansın, güzel şarkı söylüyorsun. Güzel bir vücudun ve güzel bir kişiliğin var. Ama bunların hepsi yüzeysel. Onların ardında sadece

G

129

Korku

boşluk var. Biri sana çok yaklaşırsa, maskenin ardını, gü­ lümsemenin ardını, sözlerinin ardını görebileceğinden kor­ kuyorsun. Ve bu seni korkutuyor. Ve sen, orada başka hiç­ bir şey olmadığını biliyorsun. Sen sadece yüzeysin -korku bu- hiçbir derinliğin yok. Bu, derinliğin olamaz demek değil - olabilir. Ama ilk adı­ mı atmadın. îlk adım, bu içsel boşluğu mutlulukla kabul et­ mek ve ona dönmektir. İçsel boşluğundan kaçma. Eğer içsel boşluğundan kaçarsan, sana yaklaşan insanları da engeller­ sin. Boşluğuna kapılırsan, tamamen açık olursun ve insanla­ rı, sana yaklaşmaları ve senin en derin meskenine bakmala­ rı için davet edersin. Çünkü kabul edildiğinde, o boşluğun harika bir niteliği vardır, reddedildiğinde ise, başka bir nite­ liği. Bu fark, zihnindedir. Reddedersen, ölüm gibi görünür; kabul edersen, aynı şey senin yaşam kaynağın olur. Sadece meditasyonla başkalarının sana yaklaşmasına izin verebileceksin. Sadece meditasyonla, içsel boşluğunu mutlu­ luk, kutlama, şarkı olarak hissetmeye başladığında, içsel boşluğun artık seni korkutmadığında, ürkütmediğinde, sana bir barınak, bir teselli, bir siper, bir dayanak olduğunda, onu ve oradan gelen mutluluğu sevmeye başladığında, o boşlukta binlerce nilüfer çiçeği açacak. Boşluk gölünde yü­ zecekler. Ama boş olmaktan öyle korkuyorsun ki ona bakmıyor­ sun. Ondan kaçmak için elinden geleni yapıyorsun. Radyo dinliyorsun, sinemaya gidiyorsun, televizyona bakıyorsun, gazete, dedektif hikayesi, herhangi bir şey okuyorsun -her­ hangi bir şey yapıyorsun- ama içsel boşluğundan sürekli ka­ çıyorsun. Yorgun olduğunda uyuyorsun, rüya görüyorsun, ama onunla asla yüzleşmiyorsun. Asla yanına yaklaştırmı­ yor, onu asla kucaklamıyorsun. Sebep bu. 130

OSHO

“Biri bana yaklaştığında neden korku hissediyorum?” di­ ye sormuşsun. Bu harika bir farkındalıktır. Herkes biriyle yakınlaştığında korku hisseder, ama çok az insan bunun far­ kına varır. İnsanlar yakınlığa, sadece koşullar altında izin verir - ka­ dın senin karındır, o zaman senin yatağında uyumasına, ge­ ceyi seninle geçirmesine izin verirsin. Ama yine de karınla arandaki o görünmez duvarı korursun. Duvar görünmezdir, ama oradadır. Görmek, gözlemlemek istersen, bulabilirsin -çok şeffaf bir duvar, cam bir duvar, ama orada. Sen kendi mahremiyetini saklarsın, karın da kendi mahremiyetini sak­ lar. Mahremiyetleriniz asla buluşmaz. Senin sırların vardır, onun sırları vardır. Birbirinize gerçek anlamda açılmazsınız. Sevgide bile, karşı tarafın sana yaklaşmasına, sana nüfuz etmesine izin vermezsin. Ve unutma, bir insanın sana nüfuz etmesine izin verdiğinde, bu inanılmaz bir mutluluktur. İki sevgilinin bedenleri birbirine nüfuz ettiğinde, ortada fiziksel bir orgazm, iki zihin birbirine nüfuz ettiğinde psikolojik bir orgazm ve iki ruh birbirine nüfuz ettiğinde, spiritüel bir or­ gazm vardır. Diğer ikisini hiç duymamış bile olabilirsin. İlki bile nadir­ dir. Çok az insan gerçek fiziksel orgazma ulaşır, ne olduğu­ nu bile unutmuşlardır. Boşalmanın orgazm olduğunu sanır­ lar. Pek çok erkek, orgazm yaşadığına inanır - ve kadınlar boşalmadığı için, en azından görünür bir şekilde, kadınların yüzde sekseni orgazm yaşamadığını düşünür. Ama boşal­ mak orgazm değildir. Bu sadece yerel bir rahatlama, cinsel rahatlamadır -orgazm değildir. Rahatlama, negatif bir feno­ mendir -sadece enerji kaybedersin- ve orgazm tamamen farklı bir şeydir. Enerjinin dansıdır, salıverilmesi değil. Ener­ jinin zirvedeki halidir. Bedenindeki her hücre ve doku, yeni bir mutlulukla çarpar. Gençleşir... ve harika bir huzur akar. 131

Korku

Ama insanlar fiziksel orgazmı bile bilmezken, psikolojik orgazmdan nasıl bahsedebiliriz? Bir insanın sana yakınlaş­ masına izin verdiğinde -bir arkadaşının, sevgilinin, oğlunun, babanın, nasıl bir ilişki olduğu fark etmez- biriyle yakınlaş­ maya izin verdiğinde, zihnin hızlı çalışmaya, kavramaya başlar, o zaman burada, fiziksel orgazmın çok daha ötesin­ de bir şey vardır. Fiziksel orgazm güzeldir, ama hiçbir şey psikolojik orgazmla kıyaslanamaz. Psikolojik orgazmı yaşa­ dığında, fiziksel orgazm cazibesini kaybeder. Bu, psikolojik orgazmın yerine kullanılan çok zayıf bir yedektir. Ama psikolojik orgazm bile, spiritüel orgazm ile kıyas­ landığında hiçbir şeydir. Spiritüel orgazmda, iki ruh -ve “ruh” derken iki boşluk, iki sıfırı kastediyorum- iç içe geçer. Unutma, iki beden sadece dokunabilir; iç içe geçemez, çün­ kü fizikseldir. İki beden aynı yerde nasıl olabilir ki? İmkan­ sız. O yüzden en iyi ihtimalle yakın temasta bulunursun. İki beden sadece dokunabilir; cinsellikte bile, iki beden sadece dokunur. İç içe geçme, çok yüzeyseldir, dokunuştan daha öte değil. Çünkü iki fiziksel nesne, aynı yerde olamaz. Bir taş bir yerde duruyorsa, aynı yere başka bir şey koyamazsın. O yer doludur. Fiziksel nesneler yer işgal eder, o yüzden iki fiziksel nes­ ne sadece dokunabilir -ve bu, sevgi ıstırabının bir parçası­ dır. Eğer sadece fiziksel sevgiyi biliyorsan, hep ıstırap içinde olacaksın, çünkü sadece dokunuyor olacaksın ve derinlerde­ ki arzu bir olmaktır. Ve iki fiziksel nesne bir olamaz. Bu mümkün değil. îki akıl ile daha iyi bir birleşme olur. Onlar daha çok ya­ kınlaşırlar. Ama o zaman bile, iki düşünce aynı yeri işgal ede­ mez, çünkü düşünceler yumuşak şeylerdir. Birbirlerine daha iyi dokunabilirler; iki nesneden çok daha iyi iç içe geçebilir­ ler... nesneler katıdır, düşünceler ise sıvı. İki sevgilinin be132

OSHO

derileri buluştuğunda, bu iki taşın bir araya gelmesi gibidir. Evet, daha iyi bir buluşmadır, ama yine de belirli bir ayrım vardır. îki düşünce, aynı yeri işgal edemez. Bir düşünceyi düşünürken, aynı anda bir diğerini düşünemezsin. İlk dü­ şüncenin gitmesi gerekir, ancak o zaman diğer düşünceye yer verebilirsin. Bir kerede ve bir yerde, aklında sadece tek bir düşünce olabilir. O yüzden arkadaşlık, psikolojik arka­ daşlıkta bir şey eksiktir. îlkinden daha iyidir, ama üçüncüsüyle kıyaslandığında bir hiçtir. Spiritüel etkileşim, biriyle gerçekten bir olabilmenin tek yoludur; çünkü spirit, boşluk demektir. îki boşluk bir arada olabilir. Ve sadece iki değil, dünyanın tüm boşluğu tek bir yerde bir arada olabilir. Hepsi aynı anda, aynı yeri, eş za­ manlı bir şekilde işgal edebilir, hiçbir sorun yok. Çünkü ne nesneler gibi somut, ne de su gibi sıvıdır. Onlar boştur. Sa­ yısız boşluğu bir araya getirebilirsin. Boşluğunu hissetmeye başladığında -keyifle- insanların sana yakınlaşmasına izin vereceksin. Sadece onlara izin ver­ mekle kalmayacak, sen de kucak açacak, davet edeceksin. Çünkü bir insanın sana gelebilmesinin tek yolu, onun da se­ nin ona gidebilmene izin vermesidir. Başka bir yolu yok. Eğer sen bana gelmek istiyorsan, tek yol benim de sana gel­ meme izin vermendir. Başka yolu yok. Unutma, bir şey korkutucu olduğunda, bunun hiçbir ye­ re gitmeme zamanı, burada olma zamanı olduğunu hatırla. Korkutucu bir şey olduğunda, o zaman bir şey oluyordur. An anlamlıdır ve sen burada olmak ve içine girmek zorun­ dasın. Bu iyi bir düşüncedir -biri ne zaman yaklaşsa neden korktuğunu sorman. Biraz biraz boşluğunun farkına varı­ yorsun. Şimdi bu farkındalığı artır; bu farkındalığın harika bir deneyime dönüşmesine izin ver. Bu boşluğa gir ve kısa 133

Korku

sürede bu boşluğun meditasyon olduğuna, bu boşluğun be­ nim kutsallık dediğim şey olduğuna şaşıracaksın. Ve sonra, bir tapınak olacaksın - girmek isteyen her yabancıya kapısı açık bir tapmak.

134

Kendinden Korkmak Kendi durumuma bakarsam, şunu görüyorum; başka insanlardan öyle korkuyorum ki onların yakınlaşmasına izin verme sorusu bile gündeme gelmiyor! Başkalarından korkmak nedir?

endinden korkuyorsan, ancak o zaman başka insan­

Klardan da korkarsın. Kendini seviyorsan, başkalarını

da seversin. Kendinden nefret ediyorsan, başkalarından da nefret edersin. Başkalarıyla olan bir ilişkide, sadece sen var­ sın - aynada. Karşı taraf sadece bir aynadır. O yüzden iliş­ kide ne olursa olsun, her zaman bunun daha önceden, senin içinde olduğunu anla. Çünkü ilişki, sadece senin içinde ola­ nı açığa çıkarabilir. Yaratamaz; sadece zaten orada olanı gösterebilir ve ortaya koyabilir. Kendini seversen, başkalarını da seversin. Kendinden korkarsan, başkalarından da korkarsın. Başkalarıyla ileti­ şim kurarak, kendi benliğini ortaya koymaya başlarsın. Koşullandırıldın -Doğu’da, Batı’da, her yerde, Hıristiyan, Hindu, Jain- hepiniz, kendinizden nefret etmeye koşullandı­ rıldınız. Size, kendinizi sevmenin kötü olduğu öğretildi. Si­ zin başkalarını sevmeniz gerek, kendinizi değil.

135

Korku

Bu saçmalıktır, imkansızlıktır. Eğer kendini sevmezsen ve sana en yakın olan sensin- o zaman bir başkasını nasıl se­ vebilirsin? Kimse kendini sevmez, yine de başkalarım sevme­ ye çalışır. O zaman sevgin, gizli bir düşmanlık maskesinden başka bir şey değildir. Sana önce kendini sevmeni söylüyorum, çünkü sevgi se­ nin içinde var olursa, ancak o zaman başkalarına yayabilir­ sin. Bu, sakin bir göle taş atmak gibidir. Taş düşer, halkalar oluşur ve halkalar, en uzak köşeye kadar ilerler. Daha da devam edecektir, ama önce içindeki taşın düşmesi gerekir. Sevginin senin içinde olması gerekir. Kendini sevmen ge­ rekir; bu temel bir zorunluluktur, tüm dünyada eksik olan bir zorunluluk. Bu yüzden dünya böyle bir ıstırap içinde. Herkes sevmeye çalışıyor, ama sevmek imkansız, çünkü te­ meli yok, temeli eksik. Kendini sev ve aniden kendinin her yerde yansıdığını gö­ receksin. Sen bir insansın ve diğer tüm insanlar da senin gibi. Sa­ dece formlar farklı, isimler farklı, ama gerçeklik aynı, ilerle­ meye devam et, daha uzağa; o zaman hayvanlar da senin gi­ bi -form biraz daha farklı. Ama benlik? O zaman ağaçlar da senin gibi. Daha da ileri git, halka­ lar yayılsın; o zaman taşlar da. Çünkü onlar da senin gibi var oluşun içindeler. Var oluş aynı, benzer. Bu tek yoludur; kendini sevmeye başla ve sevgiyi yay. O zaman hiçbir engel tanıma, ilerle, ebediyete kadar. Eğer ilk noktayı gözden kaçırırsan, eğer taş atılmamışsa, o zaman bekler ve izlersin, ama halkalar yayılmaz... başka bir yerden başlayamaz; sadece senin yüreğinden başlayabilir. Sevgi, kalbindeki bir halka, kalbindeki bir titreşim, bir çar­ pıntı, her ne isen onun paylaşımı, gitmek ve bir başkasına ulaşmak, benliğini, mutluluğunu ve şarkını paylaşmak için 136

OSHO

derin, yoğun bir istek. Ama kalbin neredeyse durduğunda ve donduğunda ve sana kendini mahkum etmek öğretildiğinde —çirkin olduğun, kötü olduğun, bunun günah olduğu, “bu­ nu yapma, sen suçlusun”- o zaman kendini kabul edemez­ sin. Başka birini nasıl kabul edebilirsin? Derin bir kabullenme gerekir. Neysen ve kimsen, derin bir kabullenme gerekir -sadece kabullenmek yetmez, oldu­ ğun kişiyle mutlu olman gerekir. Hiçbir “yükümlülük” ol­ mamalı. Tüm “gereklilikleri” bırak ve tüm dünya değişsin. Şu anda, sürekli düşünüyorsun, “Bunu olmalıyım, şunu ol­ malıyım; ancak o zaman sevebilir ve sevilebilirim.” Tanrın bile, sana “Uslu dur!” diyerek seni göklerden izleyen bir hükmedici. Bu sana, kendine dair kötü bir his verir. Zamanla, kor­ karsın, çünkü kendini bastırırsın. Biriyle ilişki kurarsan, bu baskı kırılabilir ve her şey yüzeye çıkar. O zaman ne olur? Korkuyorsun, herhangi bir şeyle temas kurmaya korkuyor­ sun ve kendi içinde saklanıyorsun. Kimse senin ne kadar çir­ kin, ne kadar sinirli olduğunu bilmiyor. Kimse ne kadar nef­ ret dolu olduğunu, kimse kıskançlığını, sahipleniciliğini, özentiliğini bilmiyor. Kimse bilmiyor. Kendine bir zırh öre­ bilir ve bu zırhın içinde yaşayabilirsin. Ancak bu şekilde imajını korur, hiçbir temasta bulunmazsın. Eğer bir başka­ sıyla derin bir temas kurarsan, bu imajın yıkılması kaçınıl­ mazdır. Gerçeklik, gerçek buluşma onu kıracaktır -korkun budur. “Neden insanlardan korkuyorum?” diye sormuşsun. Korkuyorsun, çünkü en başta kendinden korkuyorsun. O korkuyu bırak. İçinde yaratılan korkuyu bırak. Politi­ kacılar, rahipler, ailen, hepsi suçluluk-yaratıcılar, çünkü se­ ni kontrol etmenin ve senden faydalanmanın tek yolu bu. Çok basit, ama seni kullanmak için çok kurnaz bir numara. 137

Korku

Onlar seni mahkum etti, çünkü eğer mahkumiyet yerine ka­ bul edilirsen -sevilirsen, takdir edilirsen ve her yerden sana senin iyi biri olduğun söylenirse- o zaman seni kontrol et­ mek zorlaşacak. Tamamen iyi olan bir insanı nasıl kontrol edebilirler? So­ run çıkmaz. Onlar -din adamları, politikacılar, aileler- senin iyi olmadığını söylemeye devam ederler. Sana, iyi olmadığın hissini aşıladıklarında, sıra diktatörlüğe gelir; şimdi sana il­ keyi öğretmeliler: “Sen bu şekilde davranmalısın.” Önce sa­ na yanlış olduğun hissini verir, sonra da nasıl doğru olaca­ ğına dair yönlendirmeler sunarlar. Kendini olduğun gibi kabul et, çünkü olabileceğin tek yol bu. Tüm dünyanın, senden olmanı istediği kişi bu. Olması gereken bu. Rahatla ve kabul et ve mutlu ol -ve dönüşüm başlasın. Çabayla değil; kendini, hiçbir koşul, bilinç ya da bilinçaltı, bilinen ya da bilinmeyene bağlı kalmayacak kadar derin bir sevgi ve mutlulukla kabul ederek olur. Koşulsuz kabullenme -aniden insanlardan korkmadığını görürsün, insanlarla mutlu olursun. İnsanlar güzeldir. Onların hepsi tanrısallığın cisimleştirilmiş halleridir. Onları seversin ve eğer onları seversen, tanrısallıklarını yüzeye çıkarırsın. Bir insanı her sevdiğinde, o kişinin tanrısallığı artar. Olur, -çünkü biri seni sevdiğinde, çirkinliğini nasıl göstere­ bilirsin? Basit, yüzün ortaya çıkar. Zamanla, çirkin yüz kay­ bolur. Sevgi simyasaldır. Kendini seversen, çirkin yanın kay­ bolur, anlaşılır, dönüştürülür. Bu formdan enerji salgılanır. Her şey enerji taşır. Öfkende yüklü bir enerji var, kor­ kunda da öyle, içinde kötürüm kalan, nefessiz kalan bir enerji. Korku kaybolursa, form dağılır ve enerji serbest kalır. Öfke kaybolur -daha çok enerji serbest kalır. Kıs­ kançlık kaybolur -daha çok enerji. “Günah” denen şeyler birer birer kaybolur. Sen onları değiştirmek zorunda değil138

OSHO

sin; sen benliğini sevmek zorundasın ve onlar değişir. Deği­ şim bir yan ürün, bir sonuçtur. Öyle yüce bir enerji serbest kalır ki sen hep daha yukarılara çıkarsın. Kanatların olur. Kendini sev. Bu senin temel yükümlülüğün olmalı. Ken­ dini sev. Diğer her şey kendiliğinden olacaktır, ama temeli budur.

139

Sevginin Diğer Yüzü Kendi durumuma bakarsam, şunu görüyorum; başka insanlardan öyle korkuyorum ki onların yakınlaşmasına izin verme sorusu bile gündeme gelmiyor! Başkalarından korkmak nedir?

orku, sevginin diğer yüzüdür. Seviyorsan, korku kay­ bolur. Sevmiyorsan, korku belirir - büyük bir korku. Sadece sevgililer korkusuzdur; sadece derin bir sevgi anında korku yoktur. Derin bir sevgi anında, var oluş yuva olur -bir yabancı, bir yalnız olmazsın, kabul edilirsin. Tek bir in­ san tarafından bile olsa kabul edilirsin, derinlerde bir şey açılır -en iç benliğinde çiçeksi bir fenomen. Biri tarafından kabul edilmiş, değer verilmişsindir; değersiz değilsindir. Bir önemin, bir anlamın vardır. Eğer yaşamında sevgi yoksa korkacaksın. O zaman her yer korkuyla dolacak, çünkü her yerde düşmanların olacak, hiç arkadaşın olmayacak ve tüm var oluş, sana yabancı ge­ lecek; sen buraya ait değil gibi, yuvanda değil gibi hissedecek­ sin. Tek bir insan bile sana sevgiyle evindeymişsin hissi vere­ bilirken, bütünüyle, tamamıyla sevgi içinde olduğunda neler olur, düşünsene.

K

141

Korku

O yüzden korku aslında sevgi yoksunluğudur. Ve eğer korku senin için bir sorunsa, o zaman bu senin yanlış yöne baktığını gösterir. Sevgi sorun olmalıdır, korku değil. Eğer korku sorunsa, sevgi aramalısın. Eğer korku sorunsa, sorun aslında senin daha sevgi dolu olman gerektiğidir, ancak bu şekilde bir başkası sana daha sevgi dolu yaklaşabilir. Sevgi­ ye daha açık olmalısın. Ama sorun da burada: korku içinde olduğun zaman, ka­ panırsın. Öyle korkarsın ki başka bir insana doğru ilerle­ mekten vazgeçersin. Yalnız olmak istersin. Ne zaman biri çıksa karşına, endişelenirsin, çünkü karşı taraf gözüne düş­ man gibi görünür. Eğer korkuna takıntılıysan, bu kısır bir döngüdür. Sevginin yokluğu içinde korkuya yol açar ve şim­ di korkudan dolayı kapanırsın. Pencereleri olmayan kapalı bir hücre gibi hissedersin. Çünkü pencerelerden birinin gire­ bileceğinden korkarsın. Her yer düşman kaynıyordun Kapı­ yı açmaya korkarsın, çünkü kapıyı açtığın anda her şey mümkündür. O yüzden sevgi kapını bile çalsa, güvenemez­ sin. Korkuya derinden bağlı bir kadın ya da adam, her zaman aşık olmaktan korkar, çünkü o zaman kalbin kapıları açıla­ cak ve diğer kişi içeri girecektir ve o kişi düşmandır. Sartre, “Diğeri cehennemdir,” der. Sevgililer bir başka gerçekliği daha bilirler; diğeri cennet­ tir, cennet bahçesidir. Sartre derin bir korku, kaygı, keder içinde yaşıyor olmalı. Ve Sartre oldukça tesirli olmuştur. As­ lında, onun bir hastalık, tehlikeli bir hastalık gibi önlenme­ si gerekir. Ama insanlara hitap ediyor, çünkü onun söyle­ diklerinden, insanlar kendi hayatlarında bir şeyler buluyor­ lar. Onun cazibesi bu. Depresyon, üzüntü, keder, korku -bunlar Sartre’nin temaları, varoluşçuluk hareketinin tema­ ları ve insanlar bunların onların sorunu olduğunu düşünü142

OSHO

yor. Ben sevgiden söz ettiğimde, elbette bunun senin soru­ nun olmadığını hissedeceksin; senin sorunun korku. Ama şunu söyleyeyim; senin sorunun sevgi, korku değil. Bu tıpkı şöyle: ev karanlık ve ben ışıktan bahsederim. Sen, “Işıktan bahsetmeye devam ediyorsun. Karanlıktan bahsedersen daha iyi olur, çünkü sorunumuz karanlık. Ev karanlık. Sorunumuz ışık değil,” dersin. Ama ne söylediği­ nin farkında mısın? Eğer sorunun karanlıksa, karanlıktan söz etmenin yardımı olmaz. Onu dışarı atamazsın, kovmazsın, kapatamazsın. Karanlık yokluktur. Direkt olarak onun­ la ilgili bir şey yapılamaz. Eğer bir şey yapmak zorundaysan, ışıkla bir şey yapmalısın, karanlıkla değil. Işığa daha çok dikkat et -ışığı nasıl bulacağına, ışığı na­ sıl yaratacağına, evin içinde bir mum yakmaya odaklan. Aniden karanlık kalmayacaktır. Unutma: sorun sevgidir, korku değil. Yanlış yöne bakı­ yorsun. Ve pek çok yaşam boyunca yanlış yöne bakabilir ve hiçbir şey çözemeyebilirsin. Hep şunu hatırla, yoksunluk so­ run olmamalı -çünkü o konuda yapılacak bir şey yok. Sade­ ce mevcudiyet sorun olmalı, çünkü o zaman bir şey yapıla­ bilir ve sorun çözülebilir. Korku hissediliyorsa, sorun sevgidir. Daha sevgi dolu ol. Karşındaki insana karşı birkaç adım at... çünkü herkes kor­ kuyor, sadece sen değil. Sen birinin sana gelip seni sevmesi­ ni bekliyorsun -sonsuza dek bekleyemezsin, çünkü karşı ta­ raf da korkuyor. Ve korkan insanlar, bir şeyden çok korkar­ lar ve bu da, reddedilmektir. Ben gelip senin kapını çalarsam, senin beni reddetmen bir olasılıktır. Bu ret bir yaraya dönüşecektir, o yüzden gelme­ mem daha iyi. Yalnız olmak daha iyi. Tek başına olman, kim­ seyle yakınlaşmaman daha iyi, çünkü reddedilebilirsin. Yak­ laştığın ve sevgiye doğru adım attığın anda, ilk korku başlar 143

Korku

-karşı taraf seni kabul edecek de olsa, reddedecek de olsa. Olasılık hep var -seni geri çevirebilir. Bu yüzden kadınlar asla ilk adımı atmazlar; onlar daha çok korkar. Hep erkekten beklerler -erkek gelmelidir. On­ lar hep reddedilme ya da kabul edilme olasılığını kendileri­ ne saklarlar, karşı tarafa bu şansı vermezler, çünkü erkek­ lerden daha çok korkarlar. O yüzden pek çok kadın, bir ömür boyu bekler! Kapılarına kimse gelmez, çünkü korkan bir insan, bir anlamda, öyle çok kapanır ki insanları kendi­ ne yaklaştırmaz. Korkan insan etrafa öyle titreşimler yayar ki yaklaşan herkes vazgeçer. Hareketlerinde bile korkuyu hissedebilirsin. Bir kadınla konuş -eğer ona karşı belirli bir sevgi ve ilgi hissediyorsan, ona yakın olmak istersin. Yakınında olmak ve konuşmak istersin, ama bedeni izle, çünkü bedenin ken­ di dili vardır. Kadın farkında olmadan geriye yaslanır ya da sadece geri adım atar. Sen yaklaşırsın ve o geriye kaçar. Ya da geriye kaçma şansı yok ve arkasında duvar varsa, o za­ man duvara yaslanır. Öne gelmeyerek sana, “Uzak dur,” der. “Bana yaklaşma.” İnsanlar oturur, insanlar yürür -izle. Yanına kimseyi yaklaştırmayan insanlar vardır; yanına gelen hiç kimseyi; korkarlar. Ve korku enerjidir, sevgi gibi, ama olumsuz ener­ ji. Sevgi duyan bir adam, pozitif enerji saçar. Ona yaklaştı­ ğında, sanki bir mıknatıs seni ona çeker. Bu adamla olmak istersin. Eğer sorunun korkuysa, o zaman kişiliğini düşün, dikkat et. Sevgiye tüm kapılarını kapamış olmalısın, hepsi bu. Ka­ pıları aç. Elbette reddedilme ihtimalin var, ama neden kor­ kuyorsun? Karşı taraf sadece hayır diyebilir. Yüzde elli ihti­ malle hayır diyebilir, ama sırf yüzde elli hayır olasılığı yü­ zünden, yüzde yüz sevgisizliği mi seçiyorsun? İhtimal var, ama neden endişelenesin? Bir sürü insan var. Biri hayır derse, üzülme, bunu yara gibi algılama. Sadece al -olmadı. Sadece aş -diğer insan seninle birlikte olmak iste-

144

OSHO

medi; birbirinize uymadınız. Siz farklı insanlarsınız. O kişi aslında sana hayır demedi; bu kişisel bir şey değil. Uymadı­ nız, öyleyse yoluna devam et. Ve onun hayır demiş olması iyi bir şey, çünkü eğer uyuşmadığınız halde evet demiş ol­ saydı, o zaman başın gerçekten belada olacaktı. Farkında değilsin; o kişi seni büyük bir beladan kurtardı! Ona teşek­ kür et ve yoluna devam et, çünkü herkes herkesle uyum sağ­ layamaz. Her birey öyle eşsizdir ki sana uyacak doğru insa­ nı bulmak zordur. Daha iyi bir dünyada, belki gelecekte bir zamanda, insanlar daha özgürce dolaşacaklar, böylece gidip kendileri için doğru kadın ya da erkeği bulabilecekler. Hata yapmaktan korkma, çünkü hata yapmaktan kor­ karsan, hiç ilerleyemezsin ve yaşamı kaçırırsın. Hata yap­ mak, hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir. Tek başına, korkmuş bir halde, hiçbir adım atmamaktansa, reddedilmek daha iyidir. Çünkü reddedilmek, kabul edilme olasılığını or­ taya koyar; bu kabulün diğer yüzüdür. Eğer biri reddederse, bir başkası kabul edecektir. İnsan ilerlemeye devam etmeli ve doğru insanı bulmalıdır. Doğru insanlar bir araya geldi­ ğinde, bir şeyler yerine oturur. Birbirleri için yaratılmışlar­ dır, uyumlulardır. Bu, çatışmalar olmayacak, hiç kavga edip öfkelenmeyecekler demek değil, hayır. Eğer sevgi canlıysa, çatışmalar da olacak. Bazen sinirler gerilecek. Bu sadece, sevginin canlı bir fenomen olduğunu gösterir. Bazen üzün­ tü... çünkü mutluluğun olduğu her yerde, üzüntünün olma­ sı da kaçınılmazdır. Sadece evliliklerde üzüntü yoktur, çünkü orada mutluluk da yoktur. Biri diğerini alttan alır -bu bir anlaşma, yöneti­ len bir fenomendir. Gerçekten yaşama aktığında, orada öf­ ke de vardır -ama bir insanı sevdiğinde, öfkeyi de kabul edersin. Bir insanı sevdiğinde, onun üzüntüsünü de kabul edersin. Bazen sırf tekrar yakınlaşmak için uzaklaşırsın. As145

Korku

lında, bunun ardında çok derin bir mekanizma vardır: sev­ gililer, tekrar tekrar aşık olmak için kavga ederler, böylece küçük halayları yaşayabilirler. Sevmekten korkma, insanın korkması gereken tek bir şey vardır, o da korkunun kendisidir. Korkudan kork ve başka hiçbir şeyden korkma, çünkü korku kötürüm bırakır. Zehir­ lidir, intihara sürükler. Hareket et, kurtul ondan! Ne ister­ sen yap, ama korkuya yenik düşme, çünkü bu negatif bir durumdur. Benim için sevgi büyük bir sorun değil, çünkü ben, sen­ den de öteye bakıyorum. Sevgiyi kaçırırsan, meditasyonu da kaçırırsın ve benim için asıl sorun bu. Bu senin için henüz bir sorun olmayabilir, çünkü sorun korkuysa -o zaman sa­ na göre sevgi henüz bir sorun değildir, meditasyonu nereden düşüneceksin? Ama ben yaşamın tüm gidişatını ve nasıl iler­ lediğini görüyorum. Eğer sevgi kaçtıysa, asla meditasyon ha­ line geçemeyebilirsin, çünkü meditasyon halinde olmak, kozmik sevgidir. Sevgiyi es geçemezsin. Pek çok insan dene­ di ve o insanlar manastırlarda ölü. Tüm dünyada pek çok insan denedi. Korkudan dolayı sevgiyi tamamen önlemeye çalıştılar ve korkularından meditasyona giden bir kısa yol bulmaya çalışıyorlar. Yüzyıllardır tüm rahiplerin yaptığı bu -Hıristiyan, Hin­ du ve Budist -bütün rahipler buna uğraşıyor. Hepsi sevgiyi tamamen es geçmeye çalışıyor. Duaları sahte olacak, duala­ rı cansız olacak. Duaları hiçbir yerden duyulmayacak ve ev­ ren onların dualarına yanıt vermeyecek. Onlar tüm evreni yanıltmaya çalışıyorlar. Hayır, insan sevgiden geçmelidir. Korkudan sevgiye geç. Sevgiden duaya, meditasyona geçeceksin ve meditasyondan korkusuzluk doğacak. Sevgisiz korku, sevgiyle korkusuzluk ve son korkusuzluk meditasyondadır, çünkü o zaman ölüm 146

OSHO

bile korkutamaz, o zaman ölüm bile var olmaz. Var oluşla derin bir uyum içinde olursun -korku nasıl var olsun? O yüzden lütfen korkuyu takıntı haline getirme. Ondan kurtul ve sevgiye doğru adım at. Ve bekleme, çünkü kimse seninle ilgilenmiyor; eğer beklersen, hep bekleyebilirsin. Bu benim gözlemim: sevgiyi es geçemezsin; intihar etmiş olursun. Ama sen sadece oturup beklersen, sevgi seni es ge­ çebilir. Hareket et! Sevgi tutkulu, canlı, ateşli olmalı. Ancak o zaman bir insanı kendine çekebilirsin. Ölü, seninle kim il­ gilenir? Ölü, insanlar senden kurtulmak ister. Ölü, sıkıcı bir fenomene, bezginliğe dönüşürsün. Etrafında, öyle bir sıkıcı­ lık taşırsın ki seninle karşılaşan herkes, seninle tanışmanın talihsizlik olduğunu düşünür. Sevgi dolu ol, canlı, korkusuz ol ve hareket et. Korkmaz­ san hayatın sana vereceği öyle çok şey var ki. Ve sevgi, sana hayatın verebileceğinden de fazlasını verir, çünkü sevgi, bu yaşamın merkezidir. Ve o merkezden, diğer kıyıya geçebilir­ sin. Ben bunlara üç adım diyorum: yaşam, sevgi ve ışık. Ya­ şam zaten orada. Sevgi, kazanman gerek. Kaçırabilirsin, çünkü o verilen bir şey değildir; insanın kendi yaratması ge­ rekir. Yaşam, verilen bir fenomendir; hayattasın. Orada, do­ ğal evrim durur. Sevgiyi kendin bulmalısın. Elbette tehlike­ ler yok değil, ama hepsi bu serüveni güzelleştirir. Sevgiyi bulmalısın ve ancak sevgiyi bulduğunda ışığı bulabilirsin. O zaman ibadet etmeye, meditasyon yapmaya başlarsın. Bu pek çok sevgilinin başına geldi, ama sevgililerinki çok ender­ dir. Onlar derin bir sevgi yaşarken, aniden meditasyon hali­ ne düşerler. Sadece sessizlik içinde yan yana oturup birbirle­ rinin elini tutarken ya da sahilde birlikte uzanırken, aniden daha da ileri gitmek için bir dürtü hissederler.

147

Korku

O yüzden korkuya takılıp kalma, çünkü bu tehlikelidir. Eğer korkuya odaklanırsan, onu beslersin ve o büyür. Kor­ kuya sırtmı dön ve sevgiye doğru ilerle.

148

Korkusuzluğa Giden Bir Yol Bulmak: Görüşler ve Meditasyon

orku sadece aklın mekanizmasında mevcuttur. Ken­ dini bu mekanizmadan ayırmayı öğrenmek zorunda kalacaksın. O mekanizmayla öyle özdeşleştik ki mesafeyi ta­ mamen unuttuk. Bu sadece düşünce ve düşünce, sana başka­ ları tarafından verilen şartlanmalardan ibarettir. Sadece biraz gözlemleyerek başla. Örneğin, bir gül gör­ dün ve görür görmez, “Çok güzel,” dedin. Dikkatle düşün, gözlemle: kimin sözlerini tekrar ediyorsun? Bu, çiçeğin gü­ zel olduğu ifadesi şimdi, şu anda senin kendi deneyimin mi? Bunu gerçekten de sen mi yaşıyorsun, yoksa çocukluğunda bir başkasından duyduğun sözleri mi tekrarlıyorsun? Ya da bir kitapta mı okudun? Bir öğretmen, annen ya da baban, bir arkadaşın... sadece hatırla ve bulduklarına şaşıracaksın. Eğer derinlere inersen, “Evet, bunu ilk defa biri söylemişti - ‘bak, ne güzel bir çiçek,’ demişti,” diyebilir ve şaşırabilirsin. Bu, senin programının parçası olmuştur ve o zaman beri tekrarlıyorsundur. Ve daha çok tekrarladıkça, o bir şekilde içine

K

149

Korku

işler. Şimdi bir bant kaydı gibi tekrarlar: bir çiçek görürsün, uyarıcı oradadır ve hemen yanıt gelir ve kayıt dönmeye baş­ lar. “Çok güzel,” der. Güzel olduğunu söyleyen sen değilsindir. Sen, o program orada olduğu için, çiçeği görememişsindir. Korkunun geldiği yer benliğin de değildir. İzle, analiz et, derinliklerine in ve bunu sana kimin öğrettiğini keşfettiğin­ de şaşırabilirsin. Seni sevgiden, yabancılardan, bilinmeyen­ den -ve dolayısıyla o seslerden- korkutan, çocukluğundan biridir. Ve sen o seslerin kime ait olduğunu bulabileceksin annenin, babanın... ve onlar hatalıydı da demiyorum. O an­ da gerekliydi, anlamlıydı. Ama şimdi gereksizler. Büyüdün; şimdi o programlar sa­ na uygun değil. Sadece geçmişten kalıntılar. Ama varlıkları­ nı sürdürüyorlar, çünkü akıl onları nasıl sileceğini bilmiyor tabii sen farkına varıp onları bilinçli bir şekilde silmedikçe. Akıl, bu programları kendiliğinden silemez. Sadece nasıl prog­ ramlanacaklarını bilir; ancak programları silme kapasitesi yoktur. Bu, karşılaştığımız en temel sorunlardan biridir. Ve be­ nim de işim bu - senin o programların farkına varmanı sağ­ lamak. Böylece sen de kendini ayırabilir ve o programın sen olmadığını görebilirsin. Ancak o zaman, mesafe yeteri kadar açıldığında, zamanı çoktan geçmiş, artık hiçbir anlamı ol­ mayan, ama bugüne kadar taşıdığın ve kendini ayırmadığın takdirde ölene dek taşıyacağın pek çok programı silebilecek­ sin. Benim gözlemlerime göre, bir çocuk beş yaşlarına geldi­ ğinde, programlanmış aklıyla özdeşleşir. Ve çocuk sadece o zamana kadar canlıdır, çünkü henüz programlanmamıştır. O saatten sonra, sadece bir mekanizmaya dönüşür. 150

OSHO

Beş yaşlarına geldiğinde, gerçek öğrenme durur. Kişi ay­ nı programı, daha iyi, daha becerikli, daha verimli yollarla tekrarlamayı sürdürür, ama temelde ölene dek aynı prog­ ramdır... Tabii bir ihtimal farkına varabileceğin bir durumla, bir enerji alanıyla karşılaşmadığın, aklının sana yaptığı tüm bu saç­ malığın farkına varmak zorunda kalmadığın sürece. Ne zaman yeni bir şeyle karşılaşsan, aklın sana, “Bekle! Bu çok garip - bunu daha önce hiç yapmadın,” der. Akıl, “Daha önce yapmadığın hiçbir şeyi yapma; çok riskli. Sonu­ cun ne olacağını kim bilebilir?” der. Akıl, her zaman gele­ nekseldir, çünkü programlarla yaşar. Sadece, hep yapmakta olduğun şeyleri yapmanı ister, çünkü onları yaparken verimlisindir, zekice. Daha güvenlidir, sen nasıl yapılacağını bilir­ sin. Şimdi garip bir duruma geçtiğinde, ne olacağını kim bi­ lebilir? Doğru mu, yanlış mı, kim bilebilir? O yüzden dikkat et! Akıl sana, “Eski programı takip et - bugüne kadar yaşa­ dığın gibi yaşa. Aynı rutini izle, böylece hata olasılığı daha az olacaktır,” der. Akıl hatalardan kaçınmak ister ve yaşam hataları atla­ mak istemez. Hataların üzerine gitmek ister ki çok daha faz­ la şey öğrenebilesin, çünkü ancak deneyerek ve hata yapa­ rak öğrenebiliriz. Hata yapmayı bırakırsak, öğrenmeyi de bırakırız. Ve benim deneyimlerime göre, öğrenmeyi bırakan insanlar, nevrotik olurlar; nevroz, bir tip öğrenmemedir. Ki­ şi daha fazlasını öğrenmekten korkar, o yüzden aynı rutin­ leri izlemeyi sürdürür. Kişi bıkar, sıkılır, ama aynı rutine de­ vam eder, çünkü ona alışmıştır; o bilindiktir, bilinendir. Korku oluştuğunda, bu sadece, şu ana kadar sürdürdü­ ğün programın dışında bir şeylerin geliştiğinin göstergesidir. Tekrar öğrenmeye başlamak zorunda kalacağın bir duru­ mun içine girersin. Bu da, nevrozundan vazgeçmek zorunda 151

Korku

kalacağın anlamına gelir. Yani, beş yaşından bu yana, ço­ cukluğundan bu zamana kadar her ne yaptıysan, yavaşça silinmeli ve bırakılmalıdır... Ancak bu şekilde tekrar çocuk olabilir ve öğrenmeye kaldığın yerden devam edebilirsin.

Meditasyon yaparken derinlere inersen, senin için kapı ya korku ya da sevgi olacaktır. Eğer ölüm bastırılmışsa, o zaman kapı korku olur. Eğer cinsellik bastırılmışsa, kapı sevgi olur. Örneğin, cinselliğin bastırıldığı doğu medeniyet­ lerinde, meditasyon sırasında aklın ilk yüzleştiği şey, derin bir cinsellik enerjisi dalgalanmasıdır, çünkü meditasyona gi­ rerken, bastırılan her ne ise, su yüzüne çıkar. Cinsellikle ilgili bir baskı yoksa korku çözülecektir. Ço­ ğu batı kültüründe, bastırılan ve tabu olarak saklanan şey ölümdür, o yüzden onun çözülmesine izin verirken, çok ra­ hat olman gerekir. Korkuya izin verdiğinde, o ölüm olacak­ tır; bir ölüm anını da aşmak zorunda kalacaksın. Cinsellik ve ölümün tabuları kalktığında, insan özgürlüğe ulaşır. Bunlar, insanlığa bağ oluşturmak için yapılan iki numa­ radır. İkisi birden ortadan kaybolduğunda, özgürlük olur­ sun; özgür olmakla kalmaz, özgürlük olursun. Kaçış yok İçinde yanlış giden bir şeyler varsa, insanlardan kaçarsın. Hiç kimsenin sana sıcak, yakın davranmasına izin vermez­ sin, çünkü yakınlığın tehlikesi, o insanların, yabancıların gö­ remedikleri bir şeyleri görebilecek olmalarıdır. İnsanları be­ lirli bir mesafede tutarsın; insanlardan kaçarsın. Sadece res­ mi ilişkiler geliştirirsin, ama gerçek anlamda ilişki kurmazsın, çünkü gerçek anlamda ilişki kurmak demek, kendini 152

OSHO

açığa çıkarmak demektir. Bu yüzden senin sözde azizlerin manastırlara kaçtı. Kor­ kudan. Eğer ortalıkta kalsalar, yakalanacaklardı; aldattıkla­ rı, kandırdıkları, ikiyüzlü oldukları ortaya çıkacaktı. Ma­ nastırlarda ikiyüzlülüklerini sürdürebilirler; hep birlikte komplolarını, tek bir ikiyüzlünün yapabileceğinden çok da­ ha kolayca koruyabilirler. Manastırlar, kaçaklar için var oldu. Ama sen insanlardan uzak durarak, hiç kimsenin içsel benliğine yaklaşmasına izin vermeyerek, hiç kimsenin senin gerçekten kim olduğunu görmesine izin vermeyerek, asla insanların gözlerinin içine bakmayarak, insanların gözlerinden kaçıp gözlerini kaçıra­ rak, dünyada bile bir manastır hayatı sürdürebilirsin. Her zaman acelen vardır, öyle ki herkes senin her zaman meşgul olduğunu bilir, merhaba demeye, bir insanın elini tutmaya, biriyle resmi olmayan koşullarda oturmaya zamanın yoktur. Hep meşgulsündür, hep gitmen gerekir. Sana yakın olan insanlarla bile -kocan, karın, çocukla­ rın- yakınlığa izin vermezsin. Onlarla da resmi, kurumsal bir ilişkin vardır. Özbilinç ya da özfarkındahk? Birbirinden çok farklı, ama çok benzer gibi görünen iki terimimiz var. Biri özbilinç, diğeri özfarkındalık. İkisi dil açısından benzer gibi görünür, ama varoluşsa! anlamda, arada büyük bir fark vardır. Özbilinç bir rahatsızlıktır. Vur­ gu, insanın kendisidir. Sadece kaygılandığında, korktuğun­ da özbilinç devreye girer. Eğer aniden bir görüşmeye katıla­ caksan, içine kapanırsın ya da aniden bir podyumda bir ko­ nuşma yapman istense, sıkılırsın. Sadece sana odaklanan bir sürü insanla yüzleşmek, içinde büyük sarsıntılar yaratır. Aklın, doğduğun andan bir gün konuşmak için bir pod153

Korku

yuma çıktığın ana kadar çalıştığı söylenir, sonra durur! Son­ ra aniden, neyin ne olduğunu bilemezsin. Aniden tüm dü­ şünceler kaybolur. Bunlar, senin üzerinde hiç düşünmediğin anlardır. Ama onları kaçırırsın, çünkü çok korkmuşsundur, titrersin, ter dökersin. Bu özbilinçiilik, yaptığının farkında olmama ve onunla rahat olmama durumudur. İçine kapan­ dığında, bilinç değil, ego ön plandadır - bu yüzden titrersin. Belirli bir imaj yaratmak istersin ve şimdi o imajı yaratıp ya­ ratamayacağından emin değilsindir. Bir sürü insanla yüzleş­ tiğinde, bir şeyler ters gittiği takdirde açığa çıkacağından, o kadar zeki olmadığının, göstermeye çalıştığın insan olmadı­ ğının, sana röntgen cihazından bakan gözlerin karşısında neredeyse çırılçıplak kaldığının anlaşılacağından korkarsın. Egon için, egonu nasıl koruyacağından endişelenirsin. Bu bir tür rahat-sızlıktır. Özfarkındalık tamamen farklıdır. Bunun egoyla hiçbir il­ gisi yoktur. îki benliğin vardır. Biri sahte, ego. Bu sadece bir inançtır. Eğer ona dikkatle bakarsan, onu hiçbir yerde bula­ mazsın. Diğeri senin gerçek benliğin, orijinal yüzün, hakiki doğandır. Onun farkında olmak, yaşamın nasıl bir gizem ol­ duğunun farkında olmaktır. Ve tek kapı, senin içinden ge­ çer. O gizeme, başka hiçbir yerden yaklaşamazsın, çünkü o gizeme en yakın şey, senin kendi benliğin, kendi yüreğindir. Ona, oradan ulaşmak zorundasın. Yaşamın gizemini kendi benliğin aracılığıyla keşfettiğin­ de, onu her yerde tanıyacaksın. Onu, kendi içinde buldu­ ğunda, kendi dışında da bulacaksın. Ama ilk iş, senin kendi içsel dünyandadır. Bir laboratuara, büyük bir deneye dönüş­ mek zorundasın. Sen deneysin, sen deneyin aracı, laboratua­ rın kendisi, her şeysin, çünkü senin içinde başka hiç kimse, başka hiçbir şey yok. Sen hepsisin: deneyi yapan, denek, de­ neyin kendisi. 154

OSHO

İçsel dünyanın, içselliğinin sübjektifliğine doğru ilerleme­ ye başladığında, yavaşça mucizevî olanla tanışacaksın. Ve mucizevî olanla tanışmak, hangisinin bilmeye değer olduğu­ nu bilmektir; aksi takdirde var olan bilgiyi işlemeye devam edersin ve o bilgi değersiz, gereksizdir.

Sessiz olmaktan korkmak İnsanlar sürekli konuşur - vıdı-vıdı-vıdı. Ve sürekli ko­ nuşmalarının sebebi, sessiz kalmaktan, gerçeği görmekten, kendi boşluklarını görmekten, kendilerini açığa çıkarmak­ tan, bir başkasına yakınlaşmaktan korkmalarıdır. Sürekli konuşmak, onları yüzeyde, meşgul, dolu tutar. Erkeğinin ya da kadınının elini tutarken, neden sessizce oturmuyorsun? Neden gözlerini kapatıp hissetmiyorsun? O kişinin mevcudiyetini hisset, onun mevcudiyetine dahil ol, izin ver o da seninkine dahil olsun; birlikte titreşin, birlikte sallanın; eğer aniden içinizi bir enerji dalgası kaplarsa, bir­ likte dans edin ve daha önce hiç yaşamadığınız bir mutluluk orgazmı yaşayacaksın. Bu orgazmların cinsellikle hiçbir il­ gisi yoktur, hatta daha çok sessizlikle bir ilgisi vardır. Eğer cinsel yaşamında meditasyon halinde kalmayı başa­ rabilirsen, eğer sevişirken sessiz olmayı, bir tür dansa dahil olmayı başarırsan, yaşayacaklarına çok şaşıracaksın. Seni, en uzak kıyılara uzaklaştıracak bir sürece sahip olursun. insanlar öyle çirkin şekillerde sevişir ki bazen çocuklar anne ve babalarını sevişirken gördüklerinde, güreştiklerini, kavga ettiklerini, Babacığın Anneciği öldüreceğini düşünür­ ler! Homurdanır, çirkin, şiddetli bir şekilde nefes alıp verir­ ler, hareketlerinde hiçbir zarafet yoktur. Bu bir dans değil­ dir; kesinlikle değil. Ve bir dansa dönüşmedikçe, sadece fizyolojik kalmaya mahkûmdur; içinde hiçbir spiritüellik olmayacaktır. Ama 155

Korku

bu imkânsız. Yaşamın, akıl durduğunda gelen bu anlarla sarmalanmadıkça, aşk yaşamın sessizlik içinde ilerleyemez. Gece, yıldızlarla dolu. Toprağa uzan, toprağın içinde kaybol. Topraktan geliyoruz ve bir gün, sonsuza dek dinlen­ mek için yine toprağa döneceğiz. Geceleri bazen, bahçede uzanıp toprağın içinde kaybol. Yıldızlara bak -sadece bak. Yıldızların, takımyıldızlarının isimlerini düşünmeye başla­ ma. Yıldızlar hakkında bildiğin her şeyi unut, tüm bilgini bir kenara koy, sadece yıldızları gör. Ve aniden bir paylaşıma dönecek; yıldızlar ışıklarını sana akıtacaklar ve sen, bilinci­ nin genişlediğini hissedeceksin. Bunu hiçbir ilaç yapamaz. İlaçlar, doğal yollardan ulaşılabilir, kolayca erişilebilir olan bir şeyi öğrenmenin çok yapay, gelişigüzel ve zararlı metotlarıdır. Sadece yıldızları izleyerek başının döndüğünü, çok yükseklerde uçtuğunu hissedeceksin. Yaşamın ve var oluşun sana sunduğu tüm fırsatları olabil­ diğince değerlendir. Aklı bir kenara bırakabileceğin hiçbir fırsatı kaçırma ve yavaş yavaş işin püf noktasını anlayacak­ sın. Bu tamamen bir hünerdir - bir bilim değildir, çünkü hiç­ bir sabit metodu yoktur. Bir insan yıldızlarla heyecan duyabilir, bir diğeri duymaz. Bir insan çiçeklere kapılır, bir diğeri hiç mi hiç etkilenmez. İnsanlar öyle farklıdır ki bunu bilimsel bir yolla belirleme­ nin hiçbir yolu yoktur; bu bir bilim değildir. Bu bir sanat bi­ le değildir, çünkü sanat öğretilebilir. O yüzden ben, maharet sözcüğünde ısrarcıyım. Bu bir maharettir. Bunu, kendi üzerinde birkaç deney yaparak öğ­ renebilirsin.

Seni korkutan her ne ise, üzerine git Seni korkutan her ne ise, sadece üzerine git. Tüm güven­ lik ölçülerini, emniyeti bir kenara bırak; kumar oyna. Yaşa156

OSHO

min tümü, kumarbaza aittir ve akıl, bir iş adamıdır; hesap­ lar, kar ve zararı çıkarır, asla risk almaz- ama risk gerekli­ dir. Yaşam, riske girenlere, tehlikeli, neredeyse ölümün ke­ narında yaşayanlara gelir. Geçmişte bir asker, bir savaşçı olmanın cazibesi buydu. Cazibe savaşta değil, tehlikedeydi - sadece ölümle yan yana hareket etmekte. Bu sana bir netlik kazandırır ve öyle bir za­ man gelir ki içinde hiçbir korku kalmaz. İçinde hiçbir korkunun olmadığı bir an hayal et. Bu öz­ gürlüktür, Hinduların moksha, mutlak özgürlük dedikleri şey. Korku, esarettir. Korkudan başka hiçbir esaret yoktur. Korku mahkûmiyettir. Kimse seni mahkûm etmiyor... Bu se­ nin kendi korkun ve sen duvarların ardında saklanmaya de­ vam ediyorsun. Kötürüm oldun ve açığa çıkamıyorsun. Gözlerin kör oldu, çünkü çok uzun süre karanlıkta yaşadın, o yüzden ne zaman ışığa çıksan, başın dönüyor. Korkuya yaklaştığında, kapıya yaklaşmışsındır. Korku, semboliktir. Sana şimdi dikkat et, oraya girme; orada ölüm var, der. Ama ölüm bir kapıdır, aydınlanmaya, güzel ve ger­ çek olan her şeye açılan bir kapı. Ölmeyi öğren; bu, daha zengin bir yaşam sürmenin tek yoludur. Yaşam sadece risk aldığına, tehlikeye girdiğinde kabarır. Tehlike varken, etrafını tehlike sardığında, içinde bir şeyler kristalleşir, çünkü tehlike seni değiştirir. Tehlike, bir olman gereken bir durum yaratır. Düşünmeye devam edemezsin; düşüncesizleşirsin. Aniden yolda bir yılanla karşılaştığında, düşünmenin durduğuna dikkat ettin mi? Aniden hiçbir şey düşünemezsin - aklın boşalmıştır, çünkü durum öyle tehlikelidir ki düşün­ meye gücün yetmez. Düşünmek zaman alacaktır ve yılan oradadır ve seni beklemeyebilir... Saldırabilir. O yüzden düşünmeden bir şey yapmak zorundasındır. 157

Korku

Düşüncesizce hareket etmek zorunda kalırsın, atlarsın - at­ lamaya karar verdiğinden değil, hiçbir karar almadan atlar­ sın. Atladıktan sonra aklın geri gelir ve pek çok şeyi düşün­ meye başlarsın. O atlayışın, meditasyon ile olduğunu, spon­ tane geliştiğini unutabilirsin. Tehlike olduğunda, düşünme durur. Düşünmek bir lüks­ tür. İnsanlar çok emniyette olduklarında, çok fazla düşünür­ ler - değersiz bir kalabalık, hiçbir şey hakkında çok fazla şey. Bu içsel ses, her duyuna engel olur -ölüm gibi çöker üzerine. Görmene, duymana, yaşamana, sevmene izin ver­ mez. Korku insanları, ölümden önce öldürür. Bir insan, ölümden önce bin bir kez ölür. Gerçek ölüm güzeldir, ama korkunun yönlendirdiği ölüm, en çirkin olanıdır. O yüzden bir dahaki sefere bunu aklında tut; korku ortaya çıktığında, bu, kırılmak zorunda olan bir engelin yakınlarında olduğunu gösterir - orada, kapının yakınlarında bir yerde. Kapıyı tüm gücünle çal ve içeri gir. Aptal ol ve gir. Zeki ol­ maya çalışma - aptal ol, o zaman her şey mümkün. İki ekstremin farkında ol Bu iki şeyi hatırlamalısın; bunlar iki ekstremdir. İnsanlar ya korkularını bastırmaya ve bir tür cesaret gösterisi sergile­ meye başlarlar -ki bu yanlıştır, çünkü derinlerde bir yerde korku vardır- ya da öyle korkarlar ki paralize olurlar; o za­ man da korku bir ayak bağı olur. Her ikisinde de, korkuyla takılıp kalırsın. Doğru olan, onu kabul etmektir, böylece bastırmaya gerek kalmaz. Onun doğallığını kabul et - doğal olduğunu, kaçınılmaz olduğunu kabul et. O gerçeği kabul et ve devam et. Onu bastırma ya da onun seni engellemesine izin verme. Ona rağmen, ilerlemeye devam et. Titreyeceksin elbette, çünkü korku orada, ama ilerlemeye devam et. Titre­ şen de, uçurumun kenarına doğru yürümeye devam et. Korkusuzluk sergileme, çünkü empoze edilen bir korku­ suzluk, sahtedir, taklittir. Hiçbir değeri yoktur. O yüzden 158

OSHO

doğal, hakiki, samimi ol. Korkunun var olduğunu unutma, ama yine de devam et. Korkuya rağmen devam et dediğim­ de kastettiğim şey bu. Titremek -tamam, sarsılmak, tamamdevam et! Güçlü bir rüzgârdaki küçük ve yeni bir yaprak gi­ bi titre. Hiç yeni bir yaprağın kudretini gördün mü? Ne kadar kı­ rılgan, ne kadar narin, ama bir o kadar güçlü. Fırtına kopar­ ken bile, yaprak titrer, ama güzelliği gördün mü? Korku oradadır, çünkü bir şey hayattayken korku hep vardır. Sa­ dece ölü bir şeyde korku yoktur. Korku oradadır, fırtına ko­ par ve yaprak küçük ve narindir, kırılgan, yumuşak. Kolay­ lıkla ezilebilir, ama kudretini gördün mü? Yine de dans et­ meye, şarkı söylemeye devam eder. Yine de yaşama güven­ meye devam eder. O yüzden yumuşak ol, narin ol, kırılgan ol, kork, ama as­ la bunun seni engellemesine izin verme ve onu bastırma. Sı­ nırlamaları, insani sınırlamaları kabul et, ama yine de onla­ rın ötesinde çalışmaya devam et. insan bu şekilde büyür. Aceleci olma Korku çözülebilir, ama ondan kurtulmak için acele etme; yoksa bastırırsın. Sabırlı ol, izle, anlamaya çalış. Senin bir parçan olduğunu kabul et. Sana yapışan çirkin bir şey oldu­ ğunu düşünme - bu onu reddetmektir ve reddetmenin fay­ dası olmaz. O sadece senin bir parçan. Sevgi nasıl bir par­ çansa, korku da öyle. Öfkenin bir parçan olması gibi, o da senin bir parçan. Hiçbir duyguyu reddetme, çünkü tüm o duygular seni oluşturur ve hepsi gereklidir. Elbette tek bir duygu, takıntı­ ya dönüşmemeli; senin içinde hep birlikte bir orkestra olma­ lılar, ölçülü kalmalılar. Tek bir duygu seni alıp götürmemeli, hatırlaman gereken sadece bu. Ama hiçbir duyguyu, hep­ ten geri çevirmemelisin.

159

Korku

Korkunun da yeri var -gereklidir, o olmazsa bir şey kay­ bedersin -ama bir fobiye dönüşmemeli. İnsan, dengede tut­ mayı bilmeli. Bazı insanlar var, öyle çok korkuyorlar ki korku tüm benliklerine yayılıyor; bu patolojiktir. Ve bazı insanlar var, öyle çok korkuyorlar ki onu bastırıyor, ona hükmediyorlar. Onu hepten reddediyorlar ve neredeyse taşa dönüşüyorlar. Bu da patolojiktir. Korkunun, içsel ekonomide yeri vardır. Egemen bir öneme katkıda bulunur. Bazen yaşamında korku gereğinden fazla olabilir, ama diğer ekstreme kaçıp onu tamamen reddetme. Diğer duygu­ larla normal bir uyum içinde olması gerekir; orada kalması gerekir. Önce, korkudan vazgeçme fikrinden vazgeç. Sonra onu kabul et, o senin bir parçan. Ve son olarak onu izle, gözlem­ le; onun ne olduğunu ve neden orada olduğunu anlamaya çalış. Eğer bu üçünü yaparsan, onu bir dengeye oturtmayı başaracaksın. Korkun kaybolmayacak, ama gereğinden faz­ la da olmayacak. Tam da senin ihtiyacın olduğu kadar ola­ cak.

Korkusuzluğu amaç edinme Amaç, çaresizlik yaratmak için aklın bir oyunudur. Bir amaç belirle ve sonra çaresiz olursun, çünkü kaygı başlar: Nasıl erişmeli? Ben henüz erişemedim. Sen de araştırmaya devam edersin ve asla erişemezsin. Çaresiz kalırsın ve gözle­ rin geleceğe öyle odaklanır ki yaşamın tüm keyfini kaçırır­ sın. Sen buradasındır ve gözlerin, geleceğe odaklıdır. Şunu anlamaya çalış: beden burada, ama akıl değil. Ça­ tallaşma budur, sorun budur. Su içtiğinde, bedenin burada ve şimdi içer. Beden suyu gelecekte içemez, geçmişte içemez, çünkü geçmiş geçmiştir ve gelecek henüz gelmedi. Acıktığın160

OSHO

da, burada ve şimdi acıkırsın. Ve aklın yarattığı açlıktan bahsetmiyorum; bedensel açlıktan bahsediyorum. Beden, her zaman şimdiki zamandadır ve akıl hiçbir zaman şimdiki zamanda değildir, hiçbir zaman; bu yüzden kaygı ve insanın ikiye bölündüğü hissi oluşur. Akıl, geleceğe yönelir ve beden buradadır. Sonra akıl, sanki beden uyuşuk, yavaş, geride ka­ lıyormuş gibi, bedeni küçümsemeye başlar. Beden sadece buradadır, uyuşuk değil. Ve aklın bir şeyi öğrenmesi gerekir -bedene dönmeyi. Aklından kurtul, hisle­ rine dön ve o güveni, o neşeyi de bulacaksın. Sana mutluluk vermesi için hiçbir tanrıya ihtiyacın yok, sana neşe ve güven vermesi için hiçbir gerçeğe ihtiyacın yok. Tek ihtiyacın olan bedenin ve aklın arasında bir köprü oluşmasıdır; bu basit bir süreç. Ve bu köprü oluşturma sürecini de amaç edinme. Amaç edinirsen, yine aynı sorun, bu kez arka kapıdan gele­ cektir. Sadece anla! Sonra aniden tüm enerjin açığa çıkacak; gü­ ven dolu ve mutlu olacak, korkusuzca ilerlemeye başlaya­ caksın. Güvensizlik kaybolur demiyorum, güvensizlik kalır. Bu yaşamın bir parçasıdır, içine dahildir. Güvende oldukla­ rını düşünen insanlar sadece aptaldır; hiç kimse yaşadığı sü­ rece güvende olamaz. Sadece mezarında güvende olacaksın, daha önce değil. Nasıl güvende olabilirsin? Hastalık var, ölüm var, bir arkadaşın ölebilir, sevdiğin bir başka yere gi­ debilir. Nasıl güvende olabilirsin? Banka iflas edebilir, sen iflas edebilirsin, işini kaybedebilirsin, görme duyunu yitire­ bilirsin, topal, felç olabilirsin. Bin bir tane şey olabilir; nasıl güvende olabilirsin? Ama güvende olma fikri bile, sorun yaratır. Ben insanla­ rın, güvensizliğin tadını çıkarmaya başlamalarına yardımcı olurum. Onları güvende hissettirerek değil; yapabilir miyim zaten? Bunu kimse yapamaz ve yapmak da iyi değildir. Biri 161

Korku

yapabilseydi bile, yapılmamalı, çünkü bir insan güvende ol­ duğunda, ölü demektir; o zaman yaşayamazsın. Yaşam ölümle gelir. Nefes aldığında, nefes vermek de zo­ rundasın. “Ben sadece nefes alacağım,” diyemezsin. Birlikte gelirler -nefes alır, nefes verirsin. Yaşam nefes almak, ölüm nefes vermektir. Sevgi nefes almak, nefret nefes vermektir. Mutluluk nefes almak, üzüntü nefes vermektir. Evlilik nefes almak, boşanma nefes vermektir; birlikte gelirler! Şimdi eğer boşanmayı değil, evlenmeyi istiyorsan, o evli­ lik plastik olacaktır; hiçbir keyfi olmaz. Güvende olacaksın, ama mutluluk olmayacak, çünkü ölü bir şeyle nasıl mutlu olabilirsin? Eğer eşinin canlı olmasını istiyorsan, o zaman bir risk var. Canlı bir kadın, tehlikeli bir kadındır; tekrar aşık olabilir, kim bilir? Canlı bir insan, canlı bir insandır; aşk tekrar olabilir! Eğer sen canlıysan, başka kadınlara aşık olabilirsin. Yaşamın kuralı, ahlaki değerleri yoktur. Sadece ölüm kontrol edilebilir; o yüzden ne kadar ölüy­ sen, o kadar rahat kontrol edilirsin. Sonra sadece bir koca ya da bir karı olarak kalırsın ve bir şeyler en azından güven­ de görünür. Orta sınıf bir ev, bir banka hesabı, bir araba, bir kadın, bir adam, çocuklar, iyi bir iş ve insan, güvende oldu­ ğunu hisseder. Ama bu güvende olmak mıdır? Güvende ol­ mak mümkün değil; sadece avuntular mümkün. Bunlar avuntulardır - güvenlikler değil. Ve geri alınabilir, yok ola­ bilirler. Tek olası güvenlik, güvensizliğin keyfini çıkarmaya baş­ lamaktır. Bu sana çelişkili gelebilir, ama yaşamda gerçek olan her şey çelişkilidir. Gerçek, bir çelişkidir. Sevgi güven­ sizliktir ve kaybolur. Güvende hissetmeye başladığın için de­ ğil, ama sen sevgi dolu hissettiğinde ve güvensizliğin tadının çıkardığında, kim müdahale edebilir? Hiçbir endişe, hiçbir kaygı yoktur. İnsan mutludur; yarının neler getireceğini me162

OSHO

rak eder. İnsan açıktır.

Nefes vermeye korkmak Ölüm ve yaşam, aynı enerjinin, aynı fenomenin iki kut­ budur - med ve cezir, gün ve gece, yaz ve kış. Bunlar ayrı de­ ğil, zıt değil, karşıt değil, bunlar tamamlayıcıdır. Ölüm, ya­ şamın sonu değildir; aslında, ölüm, bir yaşamın tamamlan­ ması, bir yaşamın kreşendosu, zirvesi, finalidir. Ve yaşamı­ nı ve sürecini anladığında, ölümün ne olduğunu da anlaya­ caksın. Ölüm, yaşamın organik, bütünleyici bir parçasıdır ve ya­ şama çok yakındır. Ölüm olmadan, yaşam olmaz. Yaşam, ölüm var olduğu için vardır; ölüm bir geçmiş verir. Ölüm, aslında, bir yenilenme sürecidir. Ve ölüm her an gerçekleşir. Nefes aldığın an ve nefes verdiğin an, ikisi de olur. Nefes al­ dığında yaşam olur; nefes verdiğinde ölüm. Bu yüzden bir çocuk doğduğunda ilk yaptığı şey nefes almaktır, işte o za­ man hayat başlar. Ve yaşlı bir adam ölürken, son yaptığı şey nefes vermektir, o zaman yaşam ayrılır. Nefes vermek ölüm, nefes almak yaşamdır; ikisi, bir öküz arabasının iki tekerle­ ği gibidir. Nefes vererek yaşadığın kadar nefes alarak yaşar­ sın. Nefes vermek, nefes almanın bir parçasıdır. Nefes ver­ meyi bırakırsan nefes alamazsın. Ölmeyi bırakırsan yaşaya­ mazsın. Yaşamının ne olduğunu anlayan bir adam, ölümün gerçekleşmesine izin verir; ona kucak açar. O her an ölür ve her an dirilir. Ölümü ve dirilmesi, bir süreç olarak devam eder. Her an geçmişe ölür ve geleceğe tekrar tekrar doğar. Yaşama bakarsan, ölümün ne olduğunu anlayabilecek­ sin. Ölümün ne olduğunu anlarsan, o zaman yaşamın ne ol­ duğunu da anlayabileceksin. Onlar organiktir. Biz korku­ tan, bir ayrım yarattık. Yaşamın iyi, ölümün kötü olduğunu düşünürüz. Yaşamın arzulanması, ölümün kaçınılması ge163

Korku

rektiğini düşünürüz. Bir şekilde kendimizi ölüme karşı koru­ mamız gerektiğini düşünürüz. Bu saçma fikir, yaşamlarımız­ da sonsuz sefaletler yaratır, çünkü kendini ölüme karşı ko­ ruyan bir insan, yaşamaktan acizdir. O, nefes almaktan kor­ kan kişidir, o zaman nefes alamaz ve tıkanır. Sadece sürük­ lenir; yaşamı artık bir akıntı değildir, yaşamı artık bir nehir değildir. Eğer gerçekten yaşamak istiyorsan, ölmeye hazır olmalı­ sın. Senin içinde ölümden kim korkuyor? Yaşam ölümden korkuyor mu? Bu mümkün değil. Yaşam, kendi bütünleyici sürecinden nasıl korksun? İçinde başka bir şey korkuyor. İçindeki ego korkuyor. Yaşam ve ölüm zıt değildir; ego ve ölüm zıttır. Yaşam ve ölüm karşıt değildir; ego ve ölüm kar­ şıttır. Ego, hem yaşama hem ölüme karşıdır. Ego yaşamak­ tan korkar ve ego ölmekten korkar. Yaşamaktan korkar çünkü yaşama dair gösterilen her çaba, atılan her adım, ölü­ mü biraz daha yakınlaştırır. Yaşarsan, ölüme yaklaşıyorsun demektir. Ego ölmekten korkar, bu yüzden yaşamaktan da korkar. Ego sadece sürü­ nür. Ne canlı ne de ölü pek çok insan var. Bu diğer her şeyden daha kötüdür. Hayat dolu olan bir insan, aynı zamanda ölüm doludur. Haçın üzerindeki İsa’nın anlamı budur. Ken­ di haçını taşıyan İsa, gerçekten anlaşılamadı. Ve öğrencileri­ ne der ki, “Siz de kendi haçınızı taşıyacaksınız.” Kendi ha­ çını taşıyan İsa’nın anlamı çok basittir: herkes ölümü sürek­ li taşımalı, herkes her an ölmeli, herkes haçın üzerinde ol­ malıdır, çünkü tam anlamıyla yaşamanın tek yolu budur. Ne zaman tam bir canlılık anı yaşasan, aniden ölümü de görürsün. Sevgide olur. Sevgide, yaşam zirveye ulaşır, bu yüzden insanlar sevmekten korkar. Bana gelip sevmekten korktuğunu söyleyen insanlara sü164

OSHO

rekli şaşırmışımdır. Sevgi korkusu nedir? Bunun sebebi, bi­ rini gerçekten sevmeye başladığında, egonun kayıp erimeye başlamasıdır. Egoyla birlikte sevemezsin; ego bir engel oluş­ turur. Ve sen o engeli kaldırmak istediğinde, ego sana, “Bu ölüm olacak. Dikkat et!” der. Egonun ölümü, senin ölümün değildir; egonun ölümü as­ lında yaşam olasılığındır. Ego, sadece çevrende ölü bir ka­ buk oluşturur. Kırman ve ondan kurtulman gerekir. Benliğe doğal bir şekilde gelir, tıpkı bir yolcu geçerken, tozun giysi­ lerine, bedenine yapışması gibi. O tozdan kurtulmak için yı­ kanması gerekir. Zamanda ilerledikçe, tecrübenin, bilginin, yaşanmış bir yaşamın ve geçmişin tozu üzerimize toplanır. O toz, egomuz olur. Bir araya geldiğinde, etrafında bir kabuk oluşturur ve kabuğun kırılıp yok edilmesi gerekir. Bir insan sürekli yı­ kanmalıdır, her gün, hatta her an. Ancak bu şekilde kabuk, insana hapis olmaz.

Korku varsa, kabul et. Korku varsa ve sen onunla ilgili bir şey yapmaya başlar­ san, yeni bir korku başlar; korku korkusu; her şey daha da karışır. O yüzden korku varsa, kabul et. Onunla ilgili hiçbir şey yapma, çünkü “yapmanın” yardımı olmaz. Senin korku­ dan yapacağın herhangi bir şey, daha çok korkuya neden olur; karmaşa ile yapacağın herhangi bir şey, daha çok kar­ maşa yaratır. Hiçbir şey yapma! Korku varsa, korkunun orada olduğunu bil ve kabul et. Ne yapabilirsin ki? Hiçbir şey yapılamaz. “Korku var.” Gördün mü? Sadece korkunun orada oldu­ ğu gerçeğini kabul edersin, korku nerededir? Kabul edersin; çözülmüştür. Kabullenme, onu yok eder, sadece kabullen­ me, başka hiçbir şey değil. Onunla savaşırsan, başka bir so­ run daha yaratırsın ve bu sonsuza dek devam edebilir; o za-

165

Korku

man da sonu olmaz. İnsanlar bana gelip, “Çok korkuyoruz, ne yapmalıyız?” diye soruyorlar. Eğer ben onlara yapacak bir şey verirsem, bunu korku dolu bir benlikle yapacaklar, o yüzden eylemle­ ri de korku ile gerçekleşecek. Ve korku ile gerçekleşen bir eylem, sadece korku yaratabilir. Bir sorunun varsa, bir başkasını yaratma. İlk soruna bağ­ lı kal, onunla savaşıp bir başka sorun yaratma. İlk sorunu çözmek, ikinci bir sorunla uğraşmaktan daha kolaydır ve ilk sorun, kaynağa daha yakındır. İkincisi, seni kaynaktan uzaklaştıracaktır ve ne kadar uzaklaşırsan, onu çözmek o kadar imkânsız olacak. Korkuyorsan, korkuyorsun - neden bunu sorun edesin ki? O zaman korkun olduğunu bilirsin, tıpkı iki elin olduğu­ nu bildiğin gibi. Neden sanki iki değil de bir burnun varmış gibi sorun yaratasın? Neden bunu bir soruna dönüştüresin? Korku orada -kabul et, dikkat et. Kabul et ve onunla uğraş­ ma. Ne olacak? Aniden kaybolduğunu hissedeceksin. Bu içsel simyadır: bir sorunu kabul edersen kaybolur ve eğer o sorunla bir çatışma yaratırsan, sorun giderek büyür. Evet, acı çekebilirsin ve aniden korku duyarsın -kabul et; oradadır ve hiçbir şey yapılamaz. Ve ben hiçbir şey yapıla­ maz derken, kötümserliği kastettiğimi düşünme. Hiçbir şey yapılamaz derken, sana onu çözmek için bir araç sunuyo­ rum. Acı çekeceksin -bu yaşamın ve büyümenin bir parçasıdır, kötü bir yanı yok. Acı çekmek, sadece yıkıcı olduğunda, hiç­ bir yaratıcılık içermediğinde kötüdür, sadece acı çektiğinde ve hiçbir kazanım elde edemediğinde kötüdür. Ama sana şu kadarını söyleyeyim; acı çekerek büyüyebilirsin ve bu da ya­ ratıcılığa dönüşür. Karanlık, eğer kısa süre sonra şafak doğacaksa güzeldir; karanlık, sonsuzsa, şafağa varmayacaksa, sadece sürekli de-

166

OSHO

vam edecekse tehlikelidir, o zaman kısır bir döngüdesindir. Uyanık davranmazsan bunu yaşarsın; bir acıdan diğerine kaçıp durursun. Ve sonra bir diğerine. Ve bu böylece devam eder ve yaşamadığın tüm acılar seni bekler. Kaçmışsındır, ama sadece bir acıdan diğerine kaçmışsındır, çünkü bir acı­ yı yaratan aynı akıl, bir diğerini de yaratır. Bir acıdan diğe­ rine kaçabilirsin, ama acı hep orada olacaktır, çünkü aklın yaratıcı bir güçtür. Acıyı kabul et ve üzerinden geç; ondan kaçma. Bu, üze­ rinde çalışılması gereken tamamen farklı bir boyuttur. Acı oradadır; onunla yüzleş, içinden geç. Korku orada olacak; kabul et. Titreyeceksin; öyleyse titre! Neden titremiyormuş gibi, korkmuyormuş gibi davranasın? Korkaksan, kabul et. Herkes korkaktır. Senin cesur dediğin insanlar, sadece öyle davranırlar. Derinlerde bir yerde, onlar da diğer herkes kadar korkaktır; hatta onlar daha korkaktır, çünkü sırf o korkaklığı gizlemek için, cesur bir maske yaratırlar ve her­ kesin onların korkak olmadığım düşünmelerine sebep ola­ cak şekilde davranırlar. Bu cesaret, sadece bir görüntüdür. Nasıl cesur olabiliriz ki? Ölüm orada. Nasıl cesur olabi­ liriz? Hepimiz rüzgârdaki birer yaprağız. Bir yaprak nasıl titremez? Rüzgâr estiğinde, yaprak titreyecektir. Ama asla bir yaprağa, “Sen korkaksın,” demezsin. Sadece o yaprağın canlı olduğunu söylersin. O yüzden titrediğinde ve içini kor­ ku kapladığında, sadece rüzgârdaki bir yaprak olursun -çok güzel! Neden bunu sorun edesin? Ama toplum, her şeyi so­ run eder. Bir çocuk karanlıktan korkuyorsa, “Korkma, cesur ol,” deriz. Neden? Çocuk masumdur; doğal olarak karanlıkta korku duyacaktır. Sen onu zorlarsın... “Cesur ol!” o da ken­ dini zorlar. Sonra tedirgin olur. Sonra karanlığa tahammül eder, ama tedirgindir; şimdi tüm benliği titremeye hazırdır 167

Korku

ve o onu bastırır. Bu bastırılmış titreme, onu tüm yaşamı bo­ yunca izleyecektir. Karanlıkta titremek doğru olabilirdi, hiç­ bir kötülüğü yok. Ağlayıp anne ve babasına koşmak iyi ola­ bilirdi, hiçbir kötülüğü yok. Çocuk karanlıktan, daha bilinç­ li, daha tecrübeli çıkabilirdi. Eğer karanlıktan titreyerek ve ağlayarak geçseydi, korkulacak bir şey olmadığını anlayabi­ lirdi. Bastırdığın zaman, hiçbir şeyi tam olarak tecrübe ede­ mezsin; ondan hiçbir şey kazanamazsın. Bilgelik ancak acıdan ve kabullenmeden doğar. Durum ne olursa olsun, onunla rahat ol. Toplumu ve onun hüküm­ lerini önemseme. Kimsenin seni yargılamaya hakkı yok ve kimse yargıç görevi üstlenemez. Başkalarını yargılama ve başkalarının yargılarından tedirgin olup rahatsız olma. Sen yalnızsın ve sen eşsizsin. Daha önce değildin, bir daha da ol­ mayacaksın. Sen güzelsin! Kabul et ve her ne olursa olsun, olmasına izin ver ve onu yaşa. Kısa sürede, acı öğrenmeye dönüşecek; işte o zaman yaratıcı olacak. Korku sana korkusuzluk verecek, öfkeden merhamet do­ ğacak. Nefreti anladığında, içinde sevgi doğacak. Ama bu bir çatışmada değil, uyanık bir farkındalıkla içinden geçti­ ğinde gerçekleşecek. Kabul et ve içinden geç. Kaybedecek bir şey yok Korkulacak bir şey yok, çünkü kaybedecek bir şeyimiz yok. Kimse bizi soyamaz ve soyulabilecek şeyler değerli de­ ğil, öyleyse neden korkasın, neden kuşku ve şüphe duyasın? Bunlar gerçek soygunculardır -şüphe, kuşku, korku. Onlar, senin tüm mutluluk olasılıklarını yok ederler. O yüzden hala dünyadayken, dünyanın keyfini çıkar. Hala buradayken, doyasıya yaşa. Sana verebileceği tüm su­ yu içine çek. Çünkü sana vermeye hazır. Korku yüzünden pek çok şey kaçırıyorsun. Korku yüzün168

OSHO

den sevemiyor ya da sevsek bile yarım yamalak seviyoruz, hep ortalarda. Hep bir yere kadar seviyor, ötesine geçemiyo­ ruz. Her zaman korktuğumuz noktanın ötesine geçiyor ve orada sıkışıp kalıyoruz. Korku yüzünden arkadaşlıklarımız­ da ilerleyemiyoruz. Korku yüzünden ibadet edemiyoruz. İnsanların, korku yüzünden dua ettiğini söyleyen pek çok insan var. Bu doğru; çoğu insan sırf korkudan dua ediyor. Ama daha da yüce bir doğru var; o da pek çok insanın, yi­ ne korkudan tam anlamıyla dua edemediğidir. Korkuyla başlayabilirler, ama korkuyla çok yol kat etmezler. Sadece resmi, klişe bir seviyede kalırlar. Bazıları uygun duaları eder, ama gerçekten yürekleri harekete geçmez, heyecan duymazlar; bu coşku değildir. Onunla uçmazlar, başları dönmez. Çok dikkatle hareket ederler ve bu dikkatin sebebi korkudur. Bilinçli ol, ama asla dikkatli olma. Bu ayrım çok önemli­ dir. Bilinç, korkudan ayrıdır, ama dikkat korkuya bağlıdır. İnsan dikkatlidir, böylece asla hata yapmaz, ama o zaman çok ileri de gidemez. Korku, yeni yaşam tarzları, yeni enerji kanalları, yeni yönler, yeni kıtalar keşfetmene izin vermez; seni engeller. Hep aynı yolları yürüyüp durursun, ileri geri dolaşırsın. Yük trenine dönersin. Bilinç sadece şöyle der, “Yaptığın her ne ise, her nereye gidiyorsan, onun bilincinde ol. Farkında ol ki son dalması­ na kadar tadını çıkarabilesin, farkında ol ki hiçbir şey kaçırma. Korku, yüzleşebileceğimiz en temel sorunlardan biridir. Eğer korkunun azaldığını hissediyorsan, daha da azalt. Bu, bahçedeki yabani otlar gibidir; insan onları sürekli çekip çı­ karmalıdır, yoksa tüm bahçeyi sarabilirler. Eğer otlara izin verirsen, er ya da geç güller kaybolacak, çiçekler kaybolacak ve tüm bahçeyi otlar saracaktır. Kişi, onları sürekli çekip çı169

Korku

karmalıdır. Ancak o zaman bahçe güzelliğini koruyabilir. Tüm kökler yerinden söküldüğünde, hiçbir sorun kalmaz. Rahatlayabilirsin. Tüm çaba, tüm içsel disiplin, tüm çalışma budur. Gurdjieff öğrencilerine şöyle derdi, “Baş özelliğini bul,” çünkü etrafındaki her şey ona bağlıdır. Örneğin, bir insan suçluluk duygusu yaşıyor olabilir; bu, bu insanın baş özelli­ ğidir ve diğer her şey ona bağlıdır. Suçluluk duygusundan kurtulduğu takdirde, diğer her şey kendiliğinden kaybolur. Ve başka bir insan için, korkusunu bıraktığı takdirde, geri­ ye bırakılacak bir şey kalmaz. Her şey, kendiliğinden kaybo­ lur, çünkü diğer her şey, korkuya bağlıdır. Korku gördüğün her yerde, onu bırak. Ve bazen gerekir­ se, korkunun üzerine git. Yaşamda kötü olan, korkulması gereken hiçbir şey yoktur, hem de hiçbir şey. Sadece aklımı­ za işlenen belirli fikirler, belirli kırılgan anlar vardır ve on­ lar bizi yönlendirmeyi sürdürür. Küçük bir çocuk beşikte bı­ rakılır. Açtır ve ağlar, etrafına bakar ve hiçbir şey göremez; karanlıktır ve kimse gelmez. Şimdi yalnızlık, açlık, çağrısına ve çığlıklarına gelen hiç kimse ve korku, hepsi birleşir. Öyle derinden birleşirler ki ne zaman karanlıkta kalsa, elli yıl sonra bile, aynı korkuyu yaşamaya başlar. O elli yıllık çağ­ rışım hala hayattadır. Artık bir çocuk değildir, beşikte değil­ dir, bir anneye bağımlı değildir, ama o korku hala işlevini sürdürür ve yönlendirmeye devam eder. O yüzden korkunu izle ve ondan uzaklaş. Eğer bilincini korkudan arındırabilirsen, doğru yola gireceksin. O zaman mutluluğun gerçek yolculuğu başlar.

Neşe panzehirdir Neşe, tüm korkuların panzehiridir. Yaşamın keyfini çı­ karmazsan korku başlar. Yaşamın keyfini çıkarırsan korku 170

OSHO

kaybolur. O yüzden sadece pozitif ol ve daha çok eğlen, da­ ha çok gül, daha çok dans et, şarkı söyle. Daha mutlu kal, küçük şeylerin tadını çıkar, çok küçük şeylerin. Yaşam, kü­ çük şeylerden ibarettir, ama eğer küçük şeylere mutluluk ka­ tabilirsen, toplamı muazzamdır. Harika bir şeylerin olmasını bekle. Harika şeyler olur, ol­ maz değil, ama harika şeylerin olmasını bekle. Harika şey­ ler, sadece sen yeni bir zihinle, yeni bir tazelikle, yeni bir canlılık ve heyecanla, küçük, sıradan, günbegün yaşadığın zaman olur. Zamanla uyum sağlarsın ve bu uyum bir gün büyük bir mutluluğa dönüşür. Ama neler olacağını kimse bilemez. İnsan, kıyıdaki çakıl taşlarını toplamaya devam etmelidir. Bütünlük, harika bir olaya dönüşür. Sen bir çakıl taşı aldığında, o sadece bir ça­ kıl taşıdır. Tüm çakıl taşları bir araya geldiğinde, aniden el­ maslara dönüşürler. Bu, yaşamın mucizesidir. O yüzden bu harika şeyleri düşünmene gerek yok. Dünyada, her zaman harika bir şeyler olmasını bekleye­ rek bir sürü şey kaçıran tonla insan var. Olmaz. Sadece kü­ çük şeylerle olur; yemek yiyerek, kahvaltı ederek, yürüyüşe çıkarak, duş yaparak, bir arkadaşla konuşarak, sadece yal­ nız başına oturup gökyüzüne bakarak ya da yatakta uzanıp hiçbir şey yapmayarak. Bu küçük şeyler, yaşamı oluşturur. Bunlar, yaşamın içindedir. O yüzden her şeyi neşeyle yap ve her şey bir duaya dö­ nüşsün. Coşkuyla yap. “Coşku” kelimesi çok güzeldir. Temelin­ de “tanrı-vergisi” demektir. Bir şeyi derin bir coşkuyla yap­ tığında, tanrısallık içindedir. “Coşku” kelimesi, tanrısallık içeren demektir. O yüzden yaşamına daha çok coşku kat ve korku ve diğer her şey, kendiliğinden kaybolacaktır. Olumsuzluklar seni rahatsız etmesin. Bir mum yakabilir171

Korku

sin ve karanlık kendiliğinden kaybolur. Karanlıkla savaşma. Hiçbir yolu yok, çünkü karanlık diye bir şey yok. Nasıl sa­ vaşabilirsin? Bir mum yak ve karanlık gitsin. O yüzden ka­ ranlığı unut, korkuyu unut, tnsan aklını avlayan tüm bu olumsuz şeyleri unut. Sadece küçük bir coşku mumu yak. On beş gün boyunca, her sabah ilk iş, büyük bir coşkuy­ la -“içindeki tanrısallıkla”- bugünü gerçek bir mutlulukla yaşayacağına karar vererek uyan. Ve sonra büyük bir mut­ lulukla yaşamaya başla! Kahvaltını et, ama tanrının kendi­ sini yiyormuş gibi ye; o zaman bir ayine dönüşür. Banyo yap, ama tanrısallık içinde olsun; tanrıyı yıkıyormuş gibi. O zaman küçük banyo bir tapınağa dönüşür ve üzerinden akan su, seni kutsar. Her sabah, büyük bir karar, bir kesinlik, bir netlik, ken­ dine, bugünün harika bir gün olacağına ve onu doyasıya ya­ şayacağına dair verdiğin bir sözle uyan. Ve her gece yatağa uzandığında, bugün ne kadar harika şeylerin olduğunu ha­ tırla. Sadece hatırlamak, onların yarın tekrar gelmesine yar­ dımcı olur. Sadece hatırla ve bugün olan güzellikleri hatırla­ yarak uykuya dal. Rüyaların çok daha güzel olacak. Onlar senin heyecanını, bütünlüğünü taşıyacaklar ve sen rüyalar­ da, yeni bir enerjiyle yaşamaya başlayacaksın. *

172

OSHO

Yazar Hakkında Osho’nun öğretileri, bireysel anlam arayışından bugün toplumun yüzleştiği en önemli sosyal ve siyasi sorunlara kadar her şeyi ele ala­ rak kategorilendirmeye karşı geliyor. Sadece kitaplarla kalmıyor, ay­ nı zamanda 35 yılı aşkın bir süredir tüm dünyada uluslararası dinle­ yicilerle yaptığı doğaçlama konuşmalarının sesli ve görsel kayıtları hazırlanıyor. Osho, Londra’da Sunday Times tarafından “20. Yüzyı­ lın 1000 Yaratıcı İnsani” arasında gösterildi ve Amerikalı yazar Torn Robbins tarafından, “İsa’dan beri en tehlikeli insan” olarak nitelen­ dirildi. Kendi çalışması hakkında Osho, yeni bir insanlık türünün doğu­ mu için gerekli koşulların hazırlanmasına yardımcı olduğunu söylü­ yor. Bu yeni insanı “Zorba Buda” olarak tanımlıyor; hem Yunanlı Zorba’nın dünyevi zevklerinin tadını çıkarabilecek hem de bir Gau­ tam Buda’nın sessiz dinginliğine sahip olabilecek. Osho’nun çalışma­ larındaki tüm yönleri bir ip gibi işlemek, Doğu’nun ebedi bilgeliğini, Batı bilim ve teknolojisinin en yüksek potansiyeliyle buluşturan bir vizyondur. Osho aynı zamanda, modern yaşamın hızlandırılmış temposunu anlayan meditasyona farklı yaklaşımı ve içsel dönüşüm bilimine yap­ tığı evrimsel katkılarıyla ünlüdür. Onun eşsiz “Aktif Meditasyonları,” öncelikle beden ve zihinde biriken stresin serbest bırakılması için tasarlanmıştır, böylece düşünceden muaf, rahatlamış bir meditasyon halini deneyimlemek çok daha kolaydır. Yazarın iki otobiyografi çalışması mevcuttur: Autobiography Glimpses of a Golden Childhood

173

OSHO ULUSLARARASI MEDİTASYON MERKEZÎ OSHO Uluslararası Meditasyon Merkezi, tatiller için harika bir alan ve insanların daha uyanık, rahatlamış ve mutlu bir şekilde sür­ dürebileceği yeni bir yaşam tarzını kişisel olarak deneyimleyebilecekleri bir yerdir. Hindistan, Pune’de, Mumbai şehrinin 160 km. güney­ doğusunda yer alan merkez, her yıl tüm dünyada en az 100 ülkeden gelen binlerce ziyaretçiye, çeşitli programlar sunar. İlk olarak Maharaja’lar ve zengin İngiliz kolonileri için yazlık bir bölge olarak planla­ nan Pune, şimdi pek çok üniversiteye ve yüksek teknoloji endüstrisi­ ne ev sahipliği yapan modern bir şehirdir. Meditasyon Merkezi, Koregaon Park olarak bilinen bir banliyöde 17 hektarlık alana yayılmış­ tır. Kampus, yeni “Guesthouse” ile sayısız misafire ev sahipliği yap­ maktadır, aynı zamanda çevrede, birkaç gün ya da aylarca kalabile­ ceğiniz pek çok otel ve özel daireler mevcuttur. Meditasyon Merkezi programları, Osho’nın, hem günlük yaşama yaratıcı bir şekilde katılım gösterebilecek hem de sessizlik ve meditas­ yon ile rahatlayabilecek yeni bir insan türü vizyonuna dayanmakta­ dır. Programların çoğu modern, havalandırmalı tesislerde yapılmakta ve yaratıcı sanatlardan holistik tedavilere, kişisel dönüşüm ve terapi­ lerden ezoterik bilimlere, spor ve eğlenceye “Zen” yaklaşımından iliş­ ki sorunlarına ve erkek ve kadınlar için önemli yaşam değişimlerine kadar her şeyi kapsayan bireysel seanslar, kurslar ve çalışmalar içer­ mektedir. Bireysel seanslar ve grup çalışmaları, tam gün meditasyon programı ile birlikte yıl boyunca verilmektedir. Merkez alanı içindeki cafe ve restoranlarda, hem Hint mutfağı, hem de uluslararası lezzet­ ler sunulmakta, tüm yemekler, merkezin kendi çiftliğinde yetiştirilen organik sebzelerle hazırlanmaktadır. Kampusun kendine ait güvenli, filtre edilmiş özel su kaynağı mevcuttur, www.osho.com/resort .

174

175

176

...Korku nedir? Öncelikle korku, her zaman bir tür arzuyla ilgilidir. Ünlü bir adam olmak istersin, dünyadaki en ünlü adam; işte o zaman korku vardır. Ya başaramazsan? Korku başlar. Korku, arzunun bir yan ürünüdür. Bir kadına sahip olmak istersin ve yarın onunla olamayacağından, onun başka birine gidebileceğinden korkarsın.

Hala hayattadır, gidebilir. Bir mobilyaya sahip olabilirsin, korku yoktur. Ama bir insana sahip olmaya çalıştığında, korku başlar. Korku, sahip olma arzusundan doğar; bir yan üründür; sahip olmak istersin, o yüzden korku başlar. Unutma! Sadece nesnelere sahip olabilirsin, insanlara değil.

...Önce, tüm hükümlerini, yargılarını, değerlendirmelerini bir kenara bırak. Korku, gerçekliktir ve bir enerjidir. Yüzleşmek, anlaşılmak zorundadır. Ve sadece

anlayışla, dönüştürülebilir. Başka hiçbir şey yapmaya gerek yoktur; anlayış onu dönüştürür. ...Onun doğallığını kabul et - doğal olduğunu, kaçınılmaz olduğunu kabul et.

O gerçeği kabul et ve devam et. Onu bastırma ya da onun seni engellemesine izin verme. Ona rağmen, ilerlemeye devam et. Titreyeceksin elbette, çünkü korku orada, ama ilerlemeye devam et. Titreşen de, devam et.

...Yaşarsan, o zaman korkmazsın. Eğer yaşamını doyasıya sürdürürsen, korkmazsın. Yaşamın sunabileceği doruklara ulaşmış, keyfini sürmüşsen, yaşamın coşkulu bir

deneyime dönüşmüşse, içinde bir şiiri, bir şarkıyı, bir festivali, bir seremoniyi hissetmişsen ve her anını doyasıya yaşamışsan, zamandan korkmazsın ve tüm korkular kaybolur. Yaşanmamış bir yaşam, ölüme güç verir. Ve doyasıya yaşanmış bir yaşam, ölümün tüm gücünü alır.

...Öyleyse ne yapmalı? Daha çok yaşa, daha yoğun yaşa! Tehlikeli yaşa! Bu senin hayatın. Onu, sana öğretilen herhangi bir aptallık için feda etme.

Bu senin hayatın, yaşa. Onu, hiçbir şey için feda etme.

Mesaj budur. Ve o zaman korku kalmaz.

/butikyayincilik

n butik

/butikyayincilik

www.butikyayincilik.com