149 28 73MB
Turkish Pages 375 [396] Year 2015
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK 93 HARBİ’NİN ARKA PLANI Harbin Zuhûru, Safahâtı ve Neticeleri Üzerine Diplomatik Yazışmalar
ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI IV/A-2-2.1 Dizi - Sayı 27
Ahmed Midhat Efendi
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK 93 HARBİ’NİN ARKA PLANI Harbin Zuhûru, Safahâtı ve Neticeleri Üzerine Diplomatik Yazışmalar
Hazırlayan
Ömer Fâruk CAN
ANKARA, 2015
Ahmed Midhat Efendi, 1844-1912 Zübdetü’l-hakāyık : 93 Harbi’nin arka planı : harbin zuhûru, safahâtı ve neticeleri üzerine diplomatik yazışmalar / Ahmed Midhat Efendi ; hazırlayan Ömer Fâruk Can. — Ankara : Türk Tarih Kurumu, 2015. xviii, 375 s. : resim, tıpkıbasım, harita ; 24 cm. — (AKDTYK Türk Tarih Kurumu yayınları ; IV/A-2-2.1. Dizi-Sayı 27) Bibliyografya ve indeks var. ISBN 978 - 975 - 16 - 3072 - 8 1. Rus-Türk Savaşı, 1877-1878. 2. 93 Harbi, 1877-1878_Osmanlı İmparatorluğu_Tarih. 3. 93 Harbi, 1877-1878_Rusya_Tarih. 4. Osmanlı İmparatorluğu_Abdülhamid II dönemi, 1876-1909. I. E.a. II. Can, Ömer Fâruk, hazırlayan, III. Dizi. 956.101543 Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu’nun 05.09.2014 tarihli ve 692/20 sayılı kararı gereği 1000 adet basılmıştır.
ISBN 978 - 975 - 16 - 3072 - 8
Raportör:
Prof. Dr. Ahmet Nezihi TURAN Prof. Dr. Mesut AYDINER
Baskı Ankara Üniversitesi Basımevi İncitaşı Sokak No.10, 06510, Beşevler/ANKARA Tel: 0312-213 66 55 Basım Tarihi: 00.00.2015
Ömer Fâruk CAN Uludağ Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyâtı Bölümü’nde lisans (2008), Tanzimat Fermanı’nın ilanı sonrasında Şam Eyaleti’nde yaşanan sosyo-ekonomik değişiklikleri Ahkâm Defterleri çerçevesinde tahlil ettiği tezi ile de İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde yüksek lisans tahsilini tamamladı (2013). Halihazırda, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde doktora programına devam etmekte ve TDV İslâm Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) araştırmacı olarak vazife yapmaktadır. Ayrıca kültür/tarih temalı yayın yapan tarihvemedeniyet.org’un editörlük vazifesini yürütmektedir.
İÇİNDEKİLER Kısaltmalar ................................................................................................. XVI Resim Listesi............................................................................................ XVII Harita Listesi ............................................................................................. XX Takdim ........................................................................................................... 1 Giriş ................................................................................................................ 5 I. Eserin Muhtevâsı ........................................................................................ 5 II. Eserin Niteliği ve Kaynak Değeri ............................................................ 12 III. Metin Tesis Edilirken Takip Edilen Usûl ............................................. 18 ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK.......................................................................... 21 MUKADDİME ........................................................................................... 23 BİRİNCİ HAKĪKAT: Muhârebenin İlk Mebde’i Bundan Yedi Sene Evveldir ............................... 27 14 Temmuz 1874’te Morning Post Gazetesinde Yer Alan, Paris Muâhedesi’nin Tâdiline Dâir Bir Yazı ............................................................. 29 Sadâretten Bosna Vâlîsine Yazılan İlk Tahrîrât-ı Sâmiyenin Sūreti................. 33 Sadâretten Ba‘dehu Şifre ile 17 Haziran Sene 1291 Târîhinde Bosna Vilâyetine Yazılan Telgrafnâme-i Sâmî Sūretidir ............................................. 34 Mahmûd Nedîm Paşa’nın Sadâretten Uzaklaştırılmasının Nasıl Tesirler Hâsıl Eylediğini İfâde Eden Berlin’de Yazılmış Bir Beyânnâme ..................... 36
İKİNCİ HAKĪKAT: Muhârebenin Mukaddimesi Demek Olan Bosna, Hersek, Bulgaristan, Sırbiyye ve Karadağ Mes’elelerine Avrupa’nın Ne Nazarla Baktığı .............. 43 İngiltere Hāriciye Nezāreti’nin Olaylara Bakışını Gösteren Tahrîrâtı.............. 43
ÜÇÜNCÜ HAKĪKAT: Devlet-i Aliyye’yi Tazyīk Eden Birtakım Mecbûriyyet-i Hāriciyye ve Siyâsiyye ........................................................................................................ 51 Nezāret-i Hāriciye’ye 31 Teşrînievvel Sene 1876 Târîhiyle Rusya Sefîri Tarafından İrsâl Olunan Notanın Tercümesidir .............................................. 52 Ültimatom Üzerine Konunun Meclis-i Vükelâ’da Görüşülmesinden Sonra Sadrazamın Pâdişâha Arz Ettiği Tezkire-i Sâmiye ................................ 53 İgnatiyev’in Verdiği İkinci Ültimatom Üzerine Hey’et-i Vükelâ Kararıyla Sadrazam Rüşdi Paşa Tarafından Mâbeyn’e Sunulan Arîza ............. 55 Rusya Sefîri Tarafından Karadağ Prensine Yazılan Telgraf Müsveddesi ......... 55
VIII
İÇİNDEKİLER
Sadrazam Midhat Paşa Tarafından Mâbeyn’e Sunulan Arz Tezkiresi ............. 56 Midhat Paşa’nın Tezkiresi Üzerine Yazılan İrâde ............................................ 58 Karadağ’ı Sulh Görüşmelerine Dâvet İçin Prense, Sadrazam Midhat Paşa Tarafından Çekilen Telgrafnâme ............................................................. 58 Sadrıâzam Edhem Paşa’nın Sırbistan’dan Gelen Memurlarla Yapılacak Sulh Görüşmeleri Hakkında Mâbeyn’e Arz Eylediği Müzâkerât Lâyihası............................................................................................................. 59 Sūret-i Mükâleme Müzekkeresi ....................................................................... 59 Hey’et-i Vükelâ Müzekkiresi Üzerine Yazılan İrâde ........................................ 63 Karadağ’a Yer Terki Hususunda Meclis-i Meb‘ûsân’da Verilen Kararı Hâvî Tezkire ..................................................................................................... 64 Hey’et-i Meb‘ûsân’ın Kararı Üzerine Yazılan Diğer Tezkire ........................... 65 Bu Tezkire Üzerine Yazılan İrâde .................................................................... 65
DÖRDÜNCÜ HAKĪKAT: Konferans ve Protokoller ki Redleri Muhârebe-i Hâzırayı Takrîr Eylemiştir ....................................................... 67 Tersane Konferansı’na Murahhas Tayini Hususunda Sadâretten Yazılan Tezkire ............................................................................... 68 II. Abdülhamîd’in Konferans Hakkında İrsâl Eylediği Muhtıra ...................... 69 Tersane Konferansı: Konferans Tekâlîfi ........................................................... 71 Şerâit-i Dâime .................................................................................................. 71 Islâhâtın Hulâsaten Zikri.................................................................................. 72 Şerâit-i Muvakkate ........................................................................................... 72 Lord Salisbury’nin Tersane Konferansı Hakkında II. Abdülhamîd’e Takdim Ettiği Lâyiha ............................................................... 73 Tersane Konferansı’na Verilecek Cevabı Müzakere Etmek Üzere Bir Meclis Toplanması Hususunda Midhat Paşa Tarafından II. Abdülhamîd’e Sunulan Tezkire Üzerine Yazılan İrâde .................................... 78 Tersane Konferansı’na Verilecek Cevabı Müzakere Etmek Üzere Bir Meclis-i Umûmî Toplanması Hususunda Yazılan Tezkire .............................. 79 Midhat Paşa’nın Kaleme Aldığı ve Tersane Konferansı’na Verilecek Cevabı Müzakere Etmek Üzere Toplanan Meclis-i Umûmî’de Okunan Lâyiha ............................................................................................................... 79 Meclis-i Umûmî’de Îrâd Olunan Sözlerin Vakit Gazetesine Derc Edilen Zabtı ................................................................ 86 Ermeni Katolik Papazlarından Enfiyeciyan Efendi’nin Meclis-i Umûmî’de Îrâd Ettiği Nutuk ............................................................. 87 İngiliz Elçi Sir Henry Elliot’un Dersa‘âdet’ten Ayrılmadan Evvel Hâriciye Nezâretine Verdiği Tezkire ................................................................ 90 Elçi Sir Henry Elliot’un Tezkireye Eklediği Evrakta Yaptığı Teklifler............ 91
İÇİNDEKİLER
IX
Tekliflerin Reddi ve Kabulü Durumunda Ortaya Çıkacak Sonuçlar Hususunda Viyana Sefâretinden Gelen Telgrafnâme ...................................... 92 Tekliflerin Reddi ve Kabulü Durumunda Ortaya Çıkacak Sonuçlar Hususunda Paris Sefâretinden Gelen Telgrafnâme .......................................... 92 Fransa’ya ve İngiltere’ye Gönderilen Odyan Efendi’nin Telgrafnâmesi ........... 93 Mâbeyn-i Hümâyûn Başkâtibi Sa‘îd Paşa’nın Tezkire-i Mahsūsası................. 95 II. Abdülhamîd’in Hey’et-i Vükelâ’ya Gönderdiği Lâyiha ............................... 96 Rusya’nın Asker Dağıtma Konusundaki Fikirlerini İhtivâ Eden Londra Sefâretinden Gelen Telgrafnâme ....................................................... 104 Bu Bâbda Bâb-ı Âlî’den Mâbeyn’e Tezkire .................................................... 106 Hâriciye Nezâreti Tarafından Londra Sefâretine Yazılan Telgrafnâme ......... 106 Londra Sefâretinden Cevâben Gelip Mâbeyn’e Takdîm Olunan Telgrafnâme.................................................................................................... 107 Asker Dağıtılması Hususunda Londra Sefâretine Çekilen İlk Telgrafın Sūreti ......................................................................................... 108 Londra Sefâret-i Seniyyesine Diğer Telgraf Müsveddesi ............................... 112 Londra Protokolü ........................................................................................... 113 Melfûf Numara 1 ............................................................................................ 114 Lord Derby’nin Protokolün İmzāsından Evvel İ‘tā Eylediği Beyânnâmenin Tercümesi .............................................................................. 114 Melfûf Numara 2 ............................................................................................ 114 Rusya Sefîrinin Protokolün İmzāsından Evvel İ‘tā Eylediği Beyânnâme ....... 114 Melfûf Numara 3 ............................................................................................ 115 İtalya Sefîrinin Protokolün İmzāsından Evvel İ‘tā Eylediği Beyânnâme ........ 115 Hey’et-i Vükelâ Tarafından Hazırlanan Reddiyye Müsveddesini Padişaha Sunan Sadrazamın Tezkiresi .......................................................... 115 Hâriciye Nezâreti Tarafından Elçiliklere Gönderilen Reddiyye..................... 117 Hey’et-i A‘yân’ın Red Hususundaki Tasvîbnâmesi ........................................ 122 Meclis-i Meb‘ûsân’ın Red Hususundaki Tasvîbnâmesi.................................. 123 Londra Sefîri Musurus Paşa’nın Gönderdiği Telgrafnâme ............................ 124 Londra Sefîri Musurus Paşa’nın Gönderdiği Diğer Telgrafnâme .................. 126
Paris Sefâretinin Gönderdiği Telgrafnâme ......................................... 127 BEŞİNCİ HAKĪKAT: Rusya ile Kat‘-ı Münâsebet ve İ‘lân-ı Harb ve Ba‘zı Tedârikât-ı Mukaddeme ............................................................................... 129 Mâbeyn-i Hümâyûn Başkitâbeti’nden Çekilen Telgrafnâme ......................... 130 Harp Levâzımının Durumu Hakkında Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Tezkire..................................................................................... 131 Harp Levâzımının Durumu Hakkında Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Tezkirenin Sekizinci Maddesi ................................................. 132
X
İÇİNDEKİLER
Avrupa Devletlerinin Harbe Ne Nazarla Bakacakları Hususunda Londra Sefâreti’nden Gelen Cevap ................................................................ 132 Avrupa Devletlerinin Harbe Ne Nazarla Bakacakları Hususunda Berlin Sefâreti’nden Gelen Cevap .................................................................. 133 Askerî Vaziyete Dâir Mâbeyn-i Hümâyûn Başkitâbeti’nden Sadârete Yazılan Tezkire ............................................................................................... 135 Serasker Redîf Paşa’ya Harp Tedâriği ve Askerî Vaziyete Dâir Sorulan Sualler ................................................................................................ 136 İstanbul’daki Rus Maslahatgüzârı Nelidov’un İki Devlet Arasındaki İlişkilerin Kesildiğine Dâir Beyannâmesi ....................................................... 138 Prens Gorçakov’un Harbin İlânına Dâir Avrupa Devletlerine Gönderdiği Beyânnâme .................................................................................. 139 Rusya’nın Harp İlân Etmesinin Londra’da Meydana Getirdiği Tesirlere Dâir Londra Sefâretinden Gelen Telgrafnâme............................................... 141 Lord Derby Tarafından Gorçakov’un Beyânnâmesine Cevap Niteliğinde Petersburg’daki İngiltere Sefîri Lord Loftus’a Gönderilen Tahrîrât .............. 142 Akdeniz Boğazı’nın Torpillerle Tahkim Edilmesi Hususunda Mâbeyn-i Hümâyûn Başkitâbeti Tarafından Bâb-ı Âlî’ye Gönderilen Tezkire.............. 145 Başkitâbet’ten Dobruca Hakkında Serdâr-ı Ekrem ile Tuna Vâlîsine Çekilen Telgrafnâme ................................ 146 Başkitâbet’ten Balkan Geçitlerinin Tahkîmine Dâir Bâbıâlî’ye Gönderilen Tezkire ........................................................................ 147 Başkitâbet’ten Anadolu Fırkaları Hususunda Gönderilen Tezkire ................ 148 Başkitâbet’ten Anadolu Fırkaları Hususunda Gönderilen Diğer Tezkire ...... 148 Başkitâbet ile Erzurum Vâlîsi İsmâil Paşa Arasında Cereyan Eden Haberleşme ..................................................................................................... 150 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Seret Köprüsünün Neden Yıkılmadığına Dâir Tezkire ............................................................................ 156 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Rumeli Vilâyetleri Vâlîlerine .................................. 157
ALTINCI HAKĪKAT: Muhârebenin Kısm-ı Evvel-i Gālibânesi Esnâsındaki Ba‘zı Teşebbüsât ................................................................................................. 159 Mâbeyn-i Hümâyûn Tarafından Bâb-ı Âlî ve Bâb-ı Seraskerî’ye Yazılan Tezkire ............................................................................................................ 159 Mâbeyn-i Hümâyûn Tarafından Anadolu Vilâyet ve Livalarına Çekilen Telgrafnâme.................................................................................................... 161 Mâbeyn-i Hümâyûn ile Van Vâlîsi Arasında Cereyan Eden Haberleşme ..... 161 Ardahan Hezîmetini Müte‘âkib Taraf-ı Seraskerî’ye Tezkire ........................ 163 Ardahan’dan Sonra Asya Askerinin Tertîbâtına Dâir Bâb-ı Âlî’ye Tezkire ............................................................................................................ 163
İÇİNDEKİLER
XI
Ba‘zı Mahallerin Tahkîmine Dâir Erzurum Vâlîsine Telgraf ........................ 165 Sivas ve Ma‘mûretü’l-azîz’e Telgraf ................................................................ 165 Haleb Vâlîliğine Telgraf ................................................................................. 165 Diyârbekir Vâlîliğine Telgraf .......................................................................... 165 Diyârbekir Vilâyetine Telgraf ......................................................................... 165 Bağdad Vilâyetine Telgraf .............................................................................. 166 Haleb Vilâyetine Telgraf ................................................................................ 166 Erzurum Vâlîsine Telgraf ............................................................................... 166 Kastamonu’ya Cevâb....................................................................................... 167 Haleb Vilâyetine Telgraf ................................................................................ 167 Rusya’nın Revan Şehrini de Zabt Edebileceği Hususunda Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Tezkire ................................................... 167 İşbu Mürûru Mübeyyin Mâbeyn-i Hümâyûn’a Gelen Telgrafın Üzerine Sadârete Hitāben Yazılan Zahriyye ................................................................ 169 Bu Bâbda Bi’l-istîzāh Serdâr-ı Ekremin Cevâbı............................................. 170 Zeyl ................................................................................................................. 170 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Karadağ’daki Ordular Kumandanlarına Gönderilen Telgraf ......................................................................................... 171 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Karadağ’daki Ordular Kumandanlarına Gönderilen Diğer Telgraf ............................................................................... 172 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Rus Askerî Harekâtına Dâir Tezkire .............................................................. 173 Rus Askerinin Tunadan Geçişi ve Askerî Harekâtına Dâir Serdâr-ı Ekrem’in Cevâbî Telgrafı ............................................................................... 174 Kazan Taraflarının da Tahkîm ve Takviyesine Dâir Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Yazılan Tezkire ....................................................................... 175 Düşmanın Tuna’yı Geçme Hazırlığında Bulunduğunun Haber Alınmasını Müteâkib Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Tedbirler Noktasında Yazılan Tezkire ........................................................................... 176 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bolayır’a İstihkâm İnşâsı Tavsiyesine Dâir Tezkire ............................................................................................................ 178 Seraskerî’den Serdâr-ı Ekrem Abdi Paşa’ya Çekilen Telgraf ......................... 178 Abdi Paşa’nın Seraskerî’ye Gönderdiği Cevâbı .............................................. 179 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Edirne Vilâyetine Çekilen Bulgarların Mezâlimine Dâir Telgrafnâme ....................................................................... 180 İstanbul’a Gelmekte Olan Muhâcirler Hakkında Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Tezkire ................................................... 181 Felâketlerin Sebepleri Hususunda Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Yazılan Tezkireler ........................................................................................................ 181 Makām-ı Kāim-makāmî-i Seraskerî’ye .......................................................... 181 Diğer Tezkire ................................................................................................. 183
XII
İÇİNDEKİLER
Diğer Tezkire ................................................................................................. 185 Kitâbet’ten Bazı Mühim Tertibat Hususunda Tezkire .................................. 186 Serasker Redîf Paşa ve Müşîr Nâmık Paşa’nın Tertibat Hakkındaki Telgrafları ....................................................................................................... 187 Birinci Telgraf ................................................................................................ 187 İkinci Telgraf .................................................................................................. 189 Bahriye Nezāreti’ne Süleyman Paşa’yı Getirecek Vapurlar Hakkında Tezkire ............................................................................................................ 190 Süleyman Paşa’yı Getirecek Vapurlar Hakkında Diğer Tezkire..................... 190 Vaziyet Hakkında Süleyman Paşa’ya Telgraf ................................................. 191 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Tophāne-i Âmire’ye Yazılan Tezkire ..................... 192 Serasker Kāim-makāmlığına Bazı Tedbirler Hususunda Yazılan Tezkire ..... 194 Şumnu’daki Serasker Redîf Paşa ile Mâbeyn-i Hümâyûn Arasındaki 29 Haziran Tarihli Haberleşme ........................................................................... 195 Haberleşmeden Sonra Keyfiyyeti Bâb-ı Âlî’ye Bildiren Tezkire .................... 200 Vükelâ-yı Fihām Tarafından Zeyl Edilen Mazbata Sūreti ............................. 200 Düşmanın Tecâvüzleri Hakkında Serasker ve Serdâr-ı Ekrem’e Çekilen Telgraf ............................................................................................................ 201 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Elena Geçidi’nin Muhafazası Hakkında Raûf Paşa’ya Çekilen Telgraf .................................................................................. 203 Osman ve Mehmed Ali Paşalar’a Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Çekilen Telgraflar ........................................................................................................ 204 Diğer Telgraf .................................................................................................. 204 Serasker ve Serdâr-ı Ekrem’in Azillerinin Menşe’ini Hâvî Kendilerine Çekilen Telgraf ............................................................................................... 204 Umûm Kumandanlığının Mehmed Ali Paşa’ya Tevcîhine Verilen Önemi Gösteren Mâbeyn-i Hümâyûn Tarafından Yazılan Telgraf............... 207 Yine Bu Maslahat Hakkında Süleyman Paşa’ya Yazılan Telgraf ................... 208 Kezâ Mehmed Ali Paşa’ya Yazılan Telgraf .................................................... 209 Rumeli’deki Askeri Duruma Verilen Önemin Lüzûmunu Teyid Mâhiyetinde Londra Sefâreti’nden Gelen Telgraf ......................................... 209 Süvari Asker İhtiyacı Hakkında Bağdad, Haleb, Suriye ve Trablusgarb Vilâyetlerine Çekilen Telgraf.......................................................................... 210 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Meclis-i Askerî’ye Verilen Bazı Uyarılar İhtiva Eden Muhtıra ................................................................................................. 212 Muhtıra-i Seniyyede Yer Alan Suâller ve Cevapları ....................................... 214 Meclis-i Askerî’nin Mütāla‘âtı ........................................................................ 215 Bu Bâbda Süleyman Paşa’nın Tahrîrât-ı Mufassalası ..................................... 216 Mehmed Ali ve Osman Paşalar Hazerâtına Şibka Ordusunun Harekâtını Kolaylaştırmak Hususunda Bazı Tedbirlerin İcrâsı Hususunda Çekilen Bir Telgraf...................................................................... 219
İÇİNDEKİLER
XIII
Meclis-i Askerî’nin Osman Paşa ve Mehmed Ali Paşa Harekâtına Dâir Müzâkerelerini Hâvi Mazbata ........................................................................ 220 Askerin Kışlık Elbisesi Hususunda Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Tezkire..................................................................................... 223 Elbise-i Şitâiyye İçin Edilen İhtārâtı Mutazammın Bâb-ı Âlî’ye Tezkire ...... 223 Askerin Kışlık Elbisesi Hususunda Yazılan Diğer Tezkire ............................ 224 Askerin Kışlık Elbisesi Hususunda Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Taraf-ı Kāim-makāmî-i Seraskerî’ye Tezkire ............................................................. 225 Ne Tür Bir Sulh Akdedilmesinin Münâsib Olabileceğine Dâir Rüşdi Paşa’dan Talep Edilen Lâyiha .............................................................. 225
YEDİNCİ HAKĪKAT: Muhârebenin İkinci Safha-i Mağlûbânesi .................................................. 235 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Tezkire .................................. 235 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Diğer Tezkire ........................ 236 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Firariler Hakkında Kāim-makāmî-i Seraskerî’ye Yazılan Tezkire ........................................................................... 239 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Erzurum, Diyârbekir, Van, Trabzon ve Sivas Vilâyetleri ile Bazı Civâr Mutasarrıflıklara Çekilen Telgraf ........................... 240 Trabzon’a Çekilen Telgraf .............................................................................. 241 Bağdad Vilâyetine Çekilen Telgraf................................................................. 241 Van Vilâyetine Çekilen Telgraf ...................................................................... 241 Erzurum Kumandanlığına ve Defterdârlığına Çekilen Telgraf ...................... 241 Altıncı Ordu Müşîriyyetine Çekilen Telgraf .................................................. 242 Erzurum Kumandanlığına ve Defterdârlığına Çekilen Telgraf ...................... 242 Erzurum Kumandanlığına ve Defterdârlığına Çekilen Telgraf ...................... 243 Erzurum Vâlî Vekâletine ve Erzurum Kumandanlığına Çekilen Telgraf ...... 243 Erzurum Kumandanlığına Çekilen Telgraf .................................................... 243 Trabzon Vilâyetine Çekilen Telgraf ............................................................... 243 Altıncı Ordu Müşîriyyetine Çekilen Telgraf .................................................. 244 Altıncı Ordu Müşîriyyetine Çekilen Telgraf .................................................. 244 Mâbeyn-i Hümâyûn ile Ahmed Muhtâr Paşa Arasında Cereyân Eden Haberleşme ..................................................................................................... 245 Ahmed Muhtâr Paşa’nın Haberleşmeden Evvel Çektiği Telgraf ................... 245 Ahmed Muhtâr Paşa’nın Telgrafına II. Abdülhamîd’in Cevâbî Telgrafı ....... 246 II. Abdülhamîd’in Erzurum Ahâlîsine Çektiği Telgraf .................................. 248 Ahmed Muhtâr Paşa’dan Mâbeyn’e Telgraf .................................................. 248 Erzurum’da Muhtâr Paşa ile Muhābere ......................................................... 250 Mezkûr Şifreli Telgrafın Halli ........................................................................ 251 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Gāzî Ahmed Muhtâr Paşa Hazretlerine ................ 252 Mâbeyn-i Hümâyûn’a Cevâb.......................................................................... 253
XIV
İÇİNDEKİLER
Hātime-i Muhāberât ...................................................................................... 254 Haberleşme Neticesinde Asker Sevkine Dâir Sivas, Van, Trabzon ve Diyârbekir Vilâyetleri ile Canik ve Ma‘mûretü’l-azîz Mutasarrıflıklarına Çekilen Telgrafnâme ...................................................................................... 255 Mahmûd Celâleddîn Paşa Hazretleri Tarafından Mehmed Ali Paşa Hazretlerine Telgraf ....................................................................................... 256 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Mehmed Ali Paşa Hazretlerine Telgraf ................. 256 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Diğer Telgraf ......................................................... 257 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Diğer Telgraf ......................................................... 257 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Plevne Hakkında Kāim-makāmî-i Seraskerî’ye İrâde ................................................................................................................ 259 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Kāim-makāmî-i Seraskerî’ye Plevne ve Şibka Hakkında Tezkire ........................................................................................... 263 Gāzî Osman Paşa’nın Eyvarceyş Telgrafhānesinden Çektiği Telgrafnâme.................................................................................................... 264 Bu Telgrafnâme Üzerine Bâb-ı Seraskerî’ye Teblîğ Olunan İrâdât-ı Seniyye ............................................................................................................ 266 Gāzî Osman Paşa’nın Plevne’de Kalmak Arzusunu Tasvîb Eden Kāim-makāmî-i Seraskerî’nin Telgrafı ........................................................... 269 6 Teşrînievvel’de Osman Paşa ile Muhābere .................................................. 269 6 Teşrînievvel’de Orhāniyye Kumandanı Şevket Paşa ile Muhābere.............. 270 Şifrenin Halli .................................................................................................. 271 Meclis-i Askerî’nin Osman Paşa’nın Plevne’de Kalması Meselesine Dâir Tanzīm Eylediği Mazbata .............................................................................. 273 Osman Paşa’nın Plevne’de Kalması Hususunda Meclis-i Askerî’nin Karârnâmesi .................................................................................................... 276 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Tezkire ............................................... 278 9 Teşrînisânî’de Sofya Kumandanı Mehmed Ali Paşa ile Muhābere ............. 279 14 Teşrînisânî’de Bâb-ı Seraskerî ile Muhābere ............................................. 281 14 Teşrînisânî’de Tuna Orduları Kumandanı Süleyman Paşa ile Muhābere........................................................................................................ 282 Plevne’nin Düşmesinden Sonra Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Çekilen Telgraf ............................................................................................................ 285 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Karadağ’ın Durumuna Dâir Tezkire ............................................................................................................ 287 Sadâretin Tezkire’ye Cevâbı ........................................................................... 287 Meclis-i Askerî’de Kaleme Alınan Karadağ’ın Durumuna Dâir Bir Mazbata .......................................................................................................... 288 Sırplıların İsyan Hazırlığı Hususunda Fikri Sorulan İngiltere’den Alınan Malumata Dâir Londra Sefâreti’nin Cevâbnâmesi ......................................... 291 Sırbistan’ın Tecavüzlerine Dâir Süleyman Paşa’nın Telgrafı .......................... 291
İÇİNDEKİLER
XV
Sırbistan’ın Tecâvüzlerine Dâir Mâbeyn’in Tezkiresi..................................... 292 Sırbistan’ın Tecâvüzlerine Dâir Sadâretten Zeylen Cevâb ............................. 293 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Yazılan Tezkire ...................................................... 294 Mâbeyn-i Hümâyûn ile Balkan Kumandanı Raûf Paşa Arasında Cereyân Eden Haberleşme ............................................................................. 295 Plevne’nin Düşmesinden Sonra Yapılacaklar Hususunda Meclis-i Askerî’de Hazırlanan Karârnâmeler................................................................ 297 Ekalliyyetin Karârnâmesi ................................................................................ 297 Plevne’nin Düşmesinden Sonra Yapılacaklar Hususunda Meclis-i Askerî’de Hazırlanan Karârnâmeler................................................................ 298 Ekseriyyetin Karârnâmesi ............................................................................... 298 Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Süleyman Paşa’ya Telgraf ....................................... 299 Fi 16 Kânûnievvel sene 1293 Kapucak Derbendi’nde Süleyman Paşa ile Mâbeyn-i Hümâyûn Arasında Cereyân Eden Muhābere .............................. 300 Fi 16 Kânûnievvel Sene 1293 Târîhinde Sofya Mutasarrıflığıyla Mâbeyn-i Hümâyûn Arasında Cereyân Eden Muhāberât ............................. 301 Fi 18 Kânûnievvel Sene 1293 Târîhiyle Süleyman Paşa ile Mâbeyn-i Hümâyûn Arasında Cereyân Eden Muhābere ............................................... 302 Fi 3 Kânûnievvel Sene 1293 Târîhiyle Süleyman Paşa’dan Mâbeyn-i Hümâyûn’a Telgraf ......................................................................................... 306 Bu Telgraf Üzerine Mâbeyn’den Ahmed Eyyüb Paşa’ya Yazılan Telgraf ...... 306 Ahmed Eyyüb Paşa’dan Fi 5 Kânûnievvel Sene 1294 Târîhli Cevâb ............. 307
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK........................................................................ 311 CÜZ-İ MÜTEMMİM ............................................................................. 331 Asâkir-i Mülkiyye Nizāmnâmesi Lâyihasıdır ......................................................... 331 Fasl-ı Evvel ..................................................................................................... 331 Mevâdd-ı Esâsiyye Beyânındadır ................................................................... 331 Fasl-ı Sânî ....................................................................................................... 332 Asâkir-i Mülkiyye’nin Teşkîlât-ı Askeriyyesi Beyânındadır ........................... 332 Fasl-ı Sâlis ...................................................................................................... 333 Mevâdd-ı Müteferri‘a Beyânındadır ............................................................... 333 Hātime ............................................................................................................ 334
İhtār ............................................................................................................ 335 Lügatçe ....................................................................................................... 337 Bibliyografya ............................................................................................... 355 İndeks.......................................................................................................... 359 Ekler ........................................................................................................... 473
KISALTMALAR İSAM TDV BOA TTK İÜ MÜ DİA İA Yay. bkz. c. – C. çev. bs. ed. haz. yay. haz. s. S. vs. h. m. nr. MF.MKT. İ.DH Y.EE
İslâm Araştırmaları Merkezi Türkiye Diyânet Vakfı Başbakanlık Osmanlı Arşivi Türk Tarih Kurumu Yayınları İstanbul Üniversitesi Marmara Üniversitesi Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi Millî Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi Yayınları, Yayıncılık Bakınız cilt (Dergi ciltleri için küçük harfle, kitap ciltleri için büyük harfle) çeviren / tercüme eden baskı Editör hazırlayan yayına hazırlayan sayfa sayı ve saire hicrî miladî Numara Maarif Nezâreti Mektûbî Kalemi İrâde Dâhiliye Yıldız Esas Evrâkı
RESİM LİSTESİ Resim 1: Resim 2: Resim 3: Resim 4: Resim 5: Resim 6: Resim 7: Resim 8: Resim 9: Resim 10: Resim 11: Resim 12: Resim 13:
Resim 14: Resim 15: Resim 16: Resim 17: Resim 18: Resim 19: Resim 20:
Resim 21: Resim 22: Resim 23: Resim 24: Resim 25:
Ahmed Midhat Efendi’nin çekilen son fotoğrafı ......................... 4 Abdullah Biraderler’in fotoğrafında Şehzade Abdülhamîd ........ 26 Bulgar ahâlisinin ayaklanışı ......................................................... 29 Mahmud Nedim Paşa ................................................................. 35 Üç İmparatorlar İttifakı’nın üyeleri Rusya, Almanya ve Avusturya imparatorları .............................................................. 37 Rusya İmparatoru II. Aleksandr ................................................. 39 Sırp Prensi Milan ........................................................................ 43 General İgnatiyev ........................................................................ 52 Midhat Paşa ................................................................................ 57 Edhem Paşa ................................................................................ 59 Sultan Abdülhamîd’in Kānûn-i Esâsî’nin ilanını duyuran fermanının Bâb-ı Âlî’de okunuşu ............................................... 64 Tersane Konferansı’na katılan yabancı ülke temsilcileri (Fotoğraftan birebir illüstrasyondur.).......................................... 68 Tersane Konferansı’ndan bir celse. Hâriciye Nâzırı Safvet Paşa, “düvel-i muazzama”nın murahhasları ile 93 Harbi’ni önleyebilecek şartları müzakere ediyor ........................................ 71 Safvet Paşa .................................................................................. 77 Bir süvari birliği, Eski Zağra civarında Bulgar âsileri ile vuruşuyor ..................................................................................... 81 İstanbul Yahudileri Balat Sinagoğu’nda Osmanlı ordusunun galip gelmesi için dua ediyorlar................................. 89 Lord Henry Elliot ....................................................................... 91 Varna......................................................................................... 134 Vidin ......................................................................................... 136 Rusya’yla siyasî münasebetlerin kesilmesi üzerine son Rus temsilcilerin Beyoğlu’ndaki sefâretten ayrılışı ve kapıdaki armanın kapatılması .................................................................. 139 Prens Gorçakov......................................................................... 140 Lord Derby ............................................................................... 141 Şumnu ....................................................................................... 146 Bayezid ...................................................................................... 154 Tuna üzerinde bir Rus köprüsü ................................................ 156
XVIII
RESİM LİSTESİ
Resim 26: Kafkas cephesinde Rusların başlıca hedeflerinden olan Kars’ın 1877 senesindeki hâli .................................................... 158 Resim 27: İbrâil Köprüsü ........................................................................... 169 Resim 28: Tuna’dan Simnitza’ya geçiş ....................................................... 171 Resim 29: Tuna’dan geçiş. Ziştovi Muhârebesi, 15/25 Haziran 1293 ...... 175 Resim 30: Tırnova-Seminli arasındaki köprü ............................................ 177 Resim 31: Tuna cephesinin ilk başkumandanı, Müşir Serasker Abdülkerim Nâdir (Abdi) Paşa................................................. 179 Resim 32: Edirne ....................................................................................... 180 Resim 33: Niğbolu ..................................................................................... 187 Resim 34: Süleyman Paşa .......................................................................... 191 Resim 35: Tırnova...................................................................................... 193 Resim 36: Tuna cephesinde Osmanlı başkumandanlığının umumî karargâhının bulunduğu Şumnu şehri....................................... 203 Resim 37: Şumnu Karargâhı ...................................................................... 207 Resim 38: Gabrova..................................................................................... 216 Resim 39: Şibka Geçidi’nde muhârebe ...................................................... 218 Resim 40: Plevne istihkâmlarını topa tutan Rus topçuları ......................... 220 Resim 41: Lom Suyu (Bulgaristan) ............................................................ 222 Resim 42: Fuad Paşa’nın süvari tugayı 2 Eylül gecesi Razgrad’ı boşaltıyor ................................................................................... 229 Resim 43: Osmanlı askerleri Kızıltepe’ye top çıkartırken .......................... 232 Resim 44: Bir Osmanlı monitörünün infilâkı ............................................ 233 Resim 45: Kafkas cephesinde 13 Ekim Büyük Yahni Meydan Muharebesi’nde taarruz hâlinde bir Osmanlı alayı ................... 233 Resim 46: Erzurum .................................................................................... 242 Resim 47: Kars savunmasını gösteren bir resim ......................................... 245 Resim 48: Saltanatının ilk günlerinde Sultan II. Abdülhamîd .................. 247 Resim 49: Uzaktan Kars manzarası ........................................................... 249 Resim 50: Gazi Ahmed Muhtar Paşa ........................................................ 251 Resim 51: Damad Mahmud Celâleddin Paşa............................................ 255 Resim 52: Mehmed Ali Paşa ..................................................................... 260 Resim 53: Gazi Osman Paşa, Plevne önlerinde düşmanın vaziyetini inceliyor..................................................................................... 262 Resim 54: Gazi Osman Paşa ve savaşa katılan kişiler ile gruplar. Prizren Arnavut Birliği ............................................................. 265 Resim 55: Plevne Müdâfaası ...................................................................... 268 Resim 56: Bir cami ve haziresinin Bulgarlar taraından yıkılması............... 275
RESİM LİSTESİ
XIX
Resim 57: İşgal edilen Osmanlı topraklarındaki camilere konmak üzere Rusya’dan sevk edilen çeşitli büyüklükteki çanlar ........... 278 Resim 58: Gazi Osman Paşa’nın Plevne’den çıkış harekâtı ....................... 287 Resim 59: Dobruca’da bir Türk köyünün Rus ve Bulgarlar tarafından yakılıp yıkılması ........................................................................ 294 Resim 60: Filibe garı ve Osmanlı jandarması ............................................ 305 Resim 61: Müşir Ahmed Eyyüb Paşa ........................................................ 306 Resim 62: 93 Harbi’nden arta kalanlar: Harabe hâline gelmiş yerler ve göz yaşları .................................................................................. 308 Resim 63: Rusların Kızanlık’ta Türkleri idam edişleri ............................... 309 Resim 64: Rus generalleri, Yeşilköy’de zaferlerini dinî bir âyinle kutluyorlar ................................................................................. 309 Resim 65: Orgeneral Nepokoiçski, Vezir Server Paşa, Nelidov, Başkumandan Grandük Mareşal Nikola ve Müşir Namık Paşa mütareke şartlarını görüşüyorlar ....................................... 310 Resim 66: İgnatiyev, Safvet Paşa’ya imzalanmak üzere bulunan Ayastefanos Antlaşması’nın Fransızca metnini son defa okuyor ....................................................................................... 310 Resim 67: Gazi Osman Paşa’ya Fransa tarafından verilen Légion d’Honneur nişanı ...................................................................... 316 Resim 68: Yaralı Osman Paşa ile Romanya Prensi Charles’ın karşılaşması ............................................................................... 322 Resim 69: Ateşkes şartlarının görüşüldüğü Ayastefanos’taki Neriman villası ......................................................................................... 324 Resim 70: Berlin Kongresi ......................................................................... 325 Resim 71: Berlin Antlaşması’nın bir nüshasının kapağı ............................ 325 Resim 72: Berlin Kongresi ......................................................................... 326 Resim 73: Berlin Kongresi’ne katılan delegeler ......................................... 326
XX
HARİTA LİSTESİ Harita 1: Harpten önce Osmanlı toprakları ............................................. 117 Harita 2: Kars ........................................................................................... 153 Harita 3: Anadolu cihetinde savaş ............................................................ 158 Harita 4: Poti ve Batum ........................................................................... 162 Harita 5: Rusçuk’un planı......................................................................... 197 Harita 6: Şibka Geçidi.............................................................................. 211 Harita 7: Stickler’ın haritasına göre Balkanlarda savaşın umumî manzarası .................................................................................. 228 Harita 8: Dobruca ve Tuna nehrinin ağızları ........................................... 230 Harita 9: Rusçuk ...................................................................................... 231 Harita 10: Mehmed Ali Paşa ordusunun harekâtı ..................................... 234 Harita 11: Vidin ve Kalafat ........................................................................ 320 Harita 12: Berlin Antlaşması’ndan sonra Asya’da sınır .............................. 327 Harita 13: 1856’dan 1878’e Rumeli’deki değişim ...................................... 328 Harita 14: 1878’de Rumeli ......................................................................... 329
1
TAKDİM “Zübdetü’l-Hakāyık’ı aldım; mübârek kitap bana uykuyu terkettirdi. Onu yedi saatte yukarıdan aşağı tekmîlen okudum.”1 Namık Kemâl
Daha ziyade gazeteci ve romancı kimliğiyle tanınan Ahmed Midhat Efendi, Tanzimat döneminin yetiştirdiği, muhtelif sahalarda kalem oynatmış önemli münevverlerdendir. Muâsırlarınca “hāce-i evvel”, “kırk beygir kuvvetinde yazı makinesi”2 gibi sıfatlarla tavsif edilen ve bir ansiklopedinin görebileceği hizmeti tek başına yüklenen Ahmed Midhat, hemen her konuda yazmış; edebî türler dışında, tarih, coğrafya, felsefe, hukuk, din, psikoloji, mûsikî, ekonomi, biyoloji, fizik, astronomi ve askerlik gibi birçok sahada iki yüz civarında eser ortaya koymuştur3. Bu vasıflarıyla, birden fazla sahayla
1
Fevziye Abdullah Tansel, Namık Kemal’in Husûsî Mektupları II: İstanbul ve Midilli Mektupları, C. I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1969, s. 147. (Tansel’in ve esere dercedilen diğer iktibasların imlâsı aynen muhafaza edilmiştir.) 2 Şevket Rado, “Ahmet Mithat Efendi” (Akşam, 03.12.1944), İdeal Gazeteci, Efendi Babamız Ahmet Mithat, haz. Münir Süleyman Çapanoğlu, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1964, s. 173. 3 Cevdet Kudret, Ahmet Mithat, Türk Dil Kurumu, Ankara 1962, s. 13; Şevket Rado, Ahmet Mithat Efendi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1986, s. 3. Ahmed Midhat’ın bilgi, mülâhaza, müşahede ve tedkike dayanan basılmış eserleri arasında, Hāce-i Evvel, Medrese-i Süleymâniyye ve Dârülfünûn Dersleri gibi ders kitapları; Kâinât, Mufassal ve Târîh-i Umûmî gibi ansiklopedik tarih ve coğrafya külliyatı; Abdülazîz devrinin bir nevi siyasî tenkidi olan Üss-i İnkılâb ile burada ele aldığımız Zübdetü’lHakāyık; Hıristiyanlığa karşı İslâmiyet’in müdafaası mahiyetindeki Müdâfaa, İstibşâr, Beşâir ve Nizâ-ı İlm ü Dîn; Batı felsefesinin Türk cemiyeti için yıkıcı taraflarını ele alıp tenkit ettiği Şopenhavr’ın Hikmet-i Cedîdesi, Volter ve Beşir Fuad; Şarkiyatçılar Kongresi için gittiği Avrupa seyahatinin müşahede ve intibalarını ihtiva eden Avrupa’da Bir Cevelân; gençlik ve Rodos’taki sürgün yıllarına ait otobiyografisi Menfâ zikredilebilir. M. Orhan Okay, “Ahmed Midhat Efendi”, DİA, c. 2, İstanbul 1989, s. 102. Ahmed Midhat Efendi’nin eserlerinin tam bir listesi için bkz. M. Sabri Koz, “Ahmet Mithat Efendi’nin Eserleri”, Kitap-lık, S. 54, Temmuz-Ağustos 2002, s. 160-173;
2
TAKDİM
ilgilenen Tanzimat münevverinin genel yapısından daha fazlasını hâiz Ahmed Midhat, kimilerince bir ansiklopedist, matbaacı, gazeteci, müverrih ve hatta bir iş adamı olarak da tavsif edilmiştir4. Münir Süleyman Çapanoğlu, Ahmed Midhat Efendi hakkında muhtelif gazete ve dergilerde yayınlanmış yazıları ve çeşitli toplantılarda yapılan konuşmaları bir araya getirdiği, zevkle okunan kıymetli eserinin önsözünde, Ahmed Midhat Efendi hakkında “özlü, ruhlu ve dişe dokunur” etüdlerin yapılmamış olmasından yakınır5. Kitabın yayınlandığı 1964 yılından bu yana geçen elli sene zarfında, onun hikâye ve romanlarıyla alâkalı kıymetli çalışmalar yapılmakla birlikte, diğer eserleri üzerine yazılmış ayrıntılı tahlillerden hâlen mahrumuz6. Zira Orhan Okay, Fazıl Gökçek, Erol Ülgen, Carter Findley, Erol Köroğlu ve Nüket Esen gibi araştırmacıların ortaya koyduğu kıymetli çalışmaların,7 genellikle Ahmed Midhat’ın edebî eserlerini merkeze aldığı görülmektedir. Herhalde bu durumun ortaya çıkmasındaki en büyük âmillerden biri, Ahmed Midhat Efendi’nin gazeteci kişiliğinin yanında, roman ve hikâyeleriyle ön plana çıkmış olmasıdır. Edebiyat araştırmacıları, onun edebî eserlerine yoğunlaşmış, tarihçiler ise onu her Ahmet Mithat, Beliyat-ı Mudhike ve Karı Koca Masalı ve Ahmet Mithat Kaynakçası, yay. haz. Nüket Esen, İletişim Yayınları, İstanbul 2011, s. 211-230. 4 Mustafa Baydar, Ahmed Midhat Efendi’nin çok yönlülüğünü; “yeryüzünde ne kadar mevzu, ne kadar ilim ve bilim dalı varsa hemen hepsiyle meşgul olmıya çalışmıştır” sözüyle açıklar. Ayrıca Ahmed Midhat’ın bir ticaret erbabı olarak Sırmakeş suları satıcısı olduğu unutulmamalıdır. Onun iş adamı oluşu buradan gelir. Mustafa Baydar, Ahmet Mithat Efendi : Hayatı, Sanatı, Eserleri, Varlık Yayınevi, İstanbul 1954, s. 8; Seyit Kemal Karaalioğlu, Resimli Motifli Türk Edebiyatı Tarihi 2: Tanzimattan Cumhuriyete, İnkılâp ve Aka Kitabevi, İstanbul 1978, s. 320; Şevket Rado, Ahmet Mithat Efendi, s. 3; Kâmil Yazgıç, , İdeal Gazeteci … , haz. Münir Süleyman Çapanoğlu, s. 83. 5 Münir Süleyman Çapanoğlu, İdeal Gazeteci …, haz. Münir Süleyman Çapanoğlu, s. 5-6. 6 Çapanoğlu’nun serzenişinin benzerine, Fazıl Gökçek’in Ahmed Midhat Efendi’nin romancılığı ve hikâyeciliği üzerine yazdığı kitabın sunuş kısmında da rastlıyoruz. Gökçek, Ahmed Midhat Efendi’nin hikâye ve romanlarının çeşitli araştırmalara konu olduklarını, bununla birlikte diğer eserleri hakkında bihakkın değerlendirmelerin hâlen yapılmadığından bahsetmektedir. Fazıl Gökçek, Küllerinden Doğan Anka: Ahmet Mithat Efendi Üzerine Yazılar, Dergâh Yayınları, İstanbul 2012, s. 6. 7 Mesela şu eserleri bu meyanda zikredebiliriz: M. Orhan Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara 1991; Fazıl Gökçek, Küllerinden Doğan…, İstanbul 2012; Erol Ülgen, Ahmet Midhat Efendi'de Çalışma Fikri, Ahilik Araştırma ve Kültür Vakfı, İstanbul 1994; Carter V. Findley, Ahmed Midhat Efendi Avrupa’da, çev. Ayşen Anadol, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999; Merhaba Ey Muharrir! Ahmet Mithat Üzerine Eleştirel Yazılar, haz. Nüket Esen-Erol Köroğlu, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 2006.
TAKDİM
3
şeyden evvel bir romancı ve hikâyeci olarak gördüklerinden eserlerine pek iltifat etmemiştir. Ezcümle, Ahmed Midhat’ın göz ardı edilen, tedkike muhtaç eserlerinden biri de 93 Harbi’ni konu edinen “Zübdetü’l-Hakāyık”tır. Harbin hemen ardından, 1295’te (m. 1878) İstanbul’da basılan ve içerisinde harbe dâir birçok resmî evrâk sûreti ihtiva eden eser hakkında mevcut literatürdeki bilgiler, birkaç satırlık sathî değerlendirmelerden ibarettir. Oysa döneminin siyasî atmosferini, zihniyet dünyasını ve sarayın savaşa bakış açısını yansıtması, ayrıca tezkire, irâde-i seniyye, muhâberat, telgraf ve mazbata sûreti gibi birçok resmî vesika ile Türkiye ve Avrupa’daki muhtelif gazetelerde yayınlanan birtakım haberleri ihtiva etmesi hasebiyle, Zübdetü’lHakāyık dönem üzerine yapılan çalışmalara katkı sunabilecektir. Bu çalışmada, günümüze kadar ilmî ya da popüler yayınlara müstakil hâlde konu olmayan Zübdetü’l-Hakāyık, günümüz harflerine aktarılarak eserin dönemi açışından ehemmiyetine değinilmiş ve kitap hakkında mevcut literatürde yer alan bazı hatalı bilgilere işaret edilmiştir. Elinizdeki eserin hazırlanış safhasında pek kıymetli yardımlarını gördüğüm hocalarım Prof. Dr. Kemâl Beydilli ve Prof. Dr. Orhan Okay ile meslektaşlarım Göker İnan, Fatih Yeşil, Burhan Çağlar, Abdurrahman Acer ve Abdurrahman Mıhçıoğlu’na şükranlarımı sunarım. Yusuf İslâm Yılmaz, kapak resminin tespiti hususunda yardımcı oldu; müteşekkirim. Ayrıca, kitabın basımını üstlenen Türk Tarih Kurumu’na ve bilhassa eserin basım aşamalarıyla yakînen alâkadar olan Yusuf Turan Günaydın ve Kenan Çelik’e teşekkürü bir borç bilirim. Ömer Fâruk CAN İcâdiye/Üsküdar, Nisan 2014
4
TAKDİM
Resim 1: Ahmed Midhat Efendi’nin çekilen son fotoğrafı. (Rızaeddin b. Fahreddin, Ahmed Midhat Efendi, Vakit Matbaası, Orenburg 1913, s. 137.)
GİRİŞ Gayretindir sevdiren fazl-ı ulûmu ümmete Verzişindir anlatan sevdâ-yı sa‘yı millete8 Nigâr Hanım
I. ESERİN MUHTEVÂSI Ahmed Midhat Efendi’nin müdürlüğünü yaptığı Takvim-i Vekāyi‘ Matbaası’nda hicrî 1295 (m. 1878)9 yılında basılan Zübdetü’lHakāyık, ekleriyle beraber toplam 535 sayfadır10. 23x15,5 cm ebada sahip 8
Ahmed Midhat Efendi’nin Fatih Camii haziresindeki mezarının yola bakan tarafının üstünde yer alan, Nigâr Hanım’a ait beyit. Reşad Ekrem Koçu, “Ahmed Midhat Efendi”, İstanbul Ansiklopedisi, c. 1, İstanbul 1958, s. 392. 9 Kimi eserlerde Zübdetü’l-Hakāyık’ın basım tarihi hatalı bir şekilde 1877 olarak zikredilir. 1877 olamayacağı açıktır; zira eser 1878 yılında sona eren harp ve neticesi hakkında resmî vesikalar ihtiva etmektedir. Buradaki 1295 yılı, rumî değil hicrî takvimi gösterir. Ahmed Midhat bibliyografyası neşreden M. Sabri Koz, Ahmed Midhat’ın birçok eserinde basım yılının hicrî olarak zikredildiğini tespit etmiştir. Fevziye Abdullah Tansel’in, Zübdetü’l-Hakāyık’ın neşrinin Cerîde-i Havâdis’in 8 Nisan 1878 tarihli nüshasında ilan edildiğini belirtmesi de bunu teyid etmektedir. 8 Nisan 1878’in hicrî karşılığı 5 Rebîülâhir 1295, rumî karşılığı ise 27 Mart 1294’tür. O hâlde eserin hicrî 1295’te basıldığı rahatlıkla söylenebilir. Bkz. M. Sabri Koz, “Ahmet Mithat…”, s. 160, 173; Fevziye Abdullah Tansel, Namık Kemal’in ..., s. 147. 10 Ahmed Midhat Efendi’nin Takvim-i Vekāyi‘ ve Matbaa-i Âmire müdürü tayin edildiği tarih hususunda mevcut literatürde çeşitli rivayetler vardır. Tanpınar Haziran 1878’de, Hakkı Tarık Us ise Mart 1878’de Takvim-i Vekāyi‘ Matbaası müdürü olduğunu yazarken; Cevdet Kudret ile Seyit Kemal Karaalioğlu 1877 tarihini verir. Mustafa Baydar ile Sabri Esat Siyavuşgil ise, Üss-i İnkılâb’dan sonra Takvim-i Vekāyi‘ ve Matbaa-i Âmire müdürü olduğunu ifade eder. Nihayet, Fevziye Abdullah Tansel Cerîde-i Havâdis’e atıfla, Ahmed Midhat Efendi’nin 1 Mart 1877’de (15 Safer 1294) Takvim-i Vekāyi‘ müdürü olduğunu ve ek olarak 11 Aralık 1879 (26 Zilhicce 1296) tarihinde Matbaa-i Âmire Müdürlüğü’nün ve rütbe-i ûlâ sınıf-ı evvelî rütbesinin verildiğini belirtir. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde bulduğumuz bir vesikada ise Ahmed Midhat’ın 14 Safer 1294’te (28 Şubat 1877) de Takvim-i Vekāyi‘ ve 8 Şaban 1294’te (18 Ağustos 1877) Matbaa-i Âmire müdürlüğüne tayin edildiği kayıtlıdır. Buna göre, hicrî-miladî takvim çevrimlerinde mümkün olan bir günlük hata payı göz önünde bulundurulduğun-
6
AHMED MİDHAT EFENDİ
olan eser, bir mukaddime, “hakîkat” adı verilen yedi bölüm ve bir de hâtimeden müteşekkildir. “Zübdetü’l-Hakāyık” adı verilen hâtimeden sonra, “Cüz-i Mütemmim” adı altında “Asâkir-i Mülkiyye Nizāmnâmesi Lâyihası” neşredilmiş ve ardından bir de “İhtār” ilave edilmiştir. “İhtār” yazısının sayfa numarası olmadığı gibi bazı nüshalarda bu kısmın bulunmadığı da anlaşılmıştır11. Zübdetü’l-Hakāyık neşredildiğinde Üss-i İnkılâb’ın12 ilk cildi basılmış, ikinci cildi ise henüz yayınlanmamıştı. 2 ile 8’inci sayfalar arasında yer alan mukaddimeye, bu ilk cildin okuyucular nezdinde gördüğü “rağbet-i fevkalâdeye” teşekkür ederek başlayan Ahmed Midhat, bu teveccühü eseri kaleme alırken doğru yoldan ayrılmamış olmasına bağlar ve ikinci cildin de bir an evvel neşredilmesi yolunda kendisine edilen tavsiyeleri zikreder. Üss-i İnkılâb’ın, esasında Sultan II. Abdülhamîd devri tarihini yazmak üzere tesis edildiği ve Kırım Muhârebesi’nden Sultan Abdülhamîd’in cülûsuna kadarki olayları ele alan ilk cildinin sadece kısa bir giriş olarak tasarlandığı, mukaddimeden anlaşılmaktadır. Zira Ahmed Midhat Efendi de Üss-i İnkılâb’dan “ahvâl-i hâzıra” tarihi olarak bahseder. Ayrıca Ahmed Midhat’ın her yılın “ahvâli” için ayrı bir cilt yazmayı planladığı anlaşılmaktadır. İkinci cilt bu doğrultuda 1295’te neşredilmiştir; fakat Sultan Abdülhamîd’in ikinci saltanat yılının ele alınacağı bir üçüncü cildin yazılmadığı bilinmektedir.
da, Tansel’in Takvim-i Vekāyi‘ için verdiği tarihin doğru olduğu anlaşılmaktadır. Bkz. BOA, İ.DH, 788/64007-1, 14 Temmuz 1879 (24 Receb 1296). Vesika için EK I’e bakınız. Ahmet Hamdi Tanpınar, 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul 2003, s. 451; Bir Jübilenin İntıba’ları: Ahmed Midhat’ı Anıyoruz!, haz. Hakkı Tarık Us, Vakit Gazetesi Matbaası, İstanbul 1955, s. 18; Cevdet Kudret, Ahmet Mithat, s. 10; Seyit Kemal Karaalioğlu, Resimli Motifli…, s. 317; Mustafa Baydar, Ahmet Mithat Efendi…, s. 7; Sabri Esat Siyavuşgil, “Ahmed Midhat Efendi”, İA, c. 1, İstanbul 1950, s. 185; Fevziye Abdullah Tansel, Namık Kemal’in…, s. 134, 483. 11 İÜ Edebiyat Fakültesi Kütüphanesi Nadir Eserler Bölümü nr. 16792, MÜ İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi Fen-Edebiyat Koleksiyonu nr. F00782 ve Toronto Üniversitesi Robarts Kütüphanesi nr. DR572 A54’teki nüshalarda bu sayfaya rastlanmamıştır. İSAM Kütüphanesi nr. 038488’deki nüshanın son sayfasında ise “İhtār” yazısı bulunmaktadır. 12 Üss-i İnkılâb günümüz harflerine aktarılarak; sadeleştirilmiş şekilde Selis Kitaplar’dan ve asıl metin muhafaza edilerek Dergâh Yayınları’ndan iki defa basıldı. Ahmet Mithat Efendi, Üss-i İnkılap: Kırım Muharebesi’nden II. Abdülhamîd Han’ın Cülusuna Kadar I, yay. haz. Talip Galip Seratlı, Selis Kitaplar, İstanbul 2004, 316 s.; Ahmet Mithat Efendi, Üss-i İnkilap : II.Abdülhamîd Han'ın Cülüsundan Birinci Seneye Kadar II, yay. haz. Talip Galip Seratlı, Selis Kitaplar, İstanbul 2004, 352 s.; Ahmet Mithat Efendi, Üss-i İnkılap, haz. İdris Nebi Uysal, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013, 539 s.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
7
Müellif, bu bilgilendirmeden sonra yine mukaddimede, Zübdetü’lHakāyık’ın ortaya çıkış serüvenini anlatır. Evvela Midhat Efendi’nin ifadesine atfen belirtmek gerekir ki Üss-i İnkılâb padişahın isteğiyle yazılmış, Zübdetü’l-Hakāyık’ı yazma fikri ve talebi ise bizzat Ahmed Midhat’tan gelmiştir13. Ahmed Midhat’ın eseri kaleme alış amacı; barış antlaşması imzalanarak daha yeni nihayete ermiş olan 93 Harbi hakkında tam ve doğru şekilde kamuoyunu bilgilendirmektir. Zira Ahmed Midhat Efendi’ye göre, son zamanlardaki olaylar herkesi “bir zann-ı diğerde” bırakmıştır. Bu noktada Zübdetü’l-Hakāyık’ın neden Üss-i İnkılâb’ın bir cildi şeklinde neşredilmediği sorulabilir. Buna verilecek cevap, yine mukaddimede kayıtlıdır: Üss-i İnkılâb’ın ikinci cildi Sultan Abdülhamîd saltanatının ilk yılında cereyan eden “ahvâli câmi‘ olacak”tır. 93 Harbi hakkında merak edilenler ise daha ziyade cülûsun ikinci yılının olayları olduğundan ve bu dönemi ele alan bir cildin yazılması çok daha fazla zaman gerektireceğinden, merak edilenlerin hemen ortaya konması mümkün olamayacaktır. Bununla birlikte, “hakīkatcûyân erbâb-ı intizārın” bekleyişlerine de bir çare bulunması gerektiğini düşünen Ahmed Midhat Efendi, hızlıca Zübdetü’l-Hakāyık’ı kaleme almaya karar verdiğini ve bu arzusunu padişaha arz ettiğini belirtir. “Herkesi hakāyık-ı ahvâlden doğrudan doğruya haberdâr etmek” üzere, bu eserin yazılması iznini aldığını ilave eder. Ahmed Midhat Efendi’nin zikrettiğine göre, o zamana dek neşredilen, resmî evrâk içeren tek yayın İngilizlerin Blue Book’udur14 ve bu kitapta olaylar, savaşa taraf olmayan bir devletin kendi politikası çerçevesinde ele alınmakta, dolayısıyla mevcut ihtiyaçlara tam mânâsıyla cevap verememektedir15. 13
Midhat Efendi, mukaddimede kitabı yazma fikrinin kendisinden çıktığını ve bunun basılıp yayınlanması hususunda da saraydan izin aldığını ifade eder. Bkz. Zübdetü’l-Hakāyık, s. 7. Son vakanüvis Abdurrahman Şeref Bey ise Üss-i İnkılâb ve Zübdetü’lHakāyık’ın Abdülhamîd’in isteğiyle yazıldığını zikretmektedir. Reşad Ekrem Koçu’nun Abdurrahman Bey’den iktibası için bkz. Reşad Ekrem Koçu, “Ahmed Midhat Efendi”, İstanbul Ansiklopedisi, s. 391. 14 İngiltere’de parlamento veya Kraliyet Danışma Meclisi tarafından yayınlanan rapor. The Concise Oxford Dictionary of Current English, adapted by Henry Watson Fowler-Francis George Fowler-Sir James Augustus Henry Murray, Clarendon Press, Seventh Impression, Oxford 1919, s. 89. 15 Esasında 1878 yılına gelindiğinde, bilhassa yurtdışında kimi eserlerin neşredildiği bilinmektedir. Bununla birlikte Ahmed Midhat’ın bu eserlerden haberi olmadığı düşünülebilir. Bu minvalde şu eserler zikredilebilir: Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, 511 s.; Paul Bourde, Russes et Turcs: La Guerre d'Orient, Librairie de la Société anonyme de publications periodiques, Paris 1878, 2 cilt; Charles Williams, The Armenian Campaign: A Diary of the Campaign of 1877, in Armenia and Koordistan, C.K. Paul & co., London 1878, 366 s.; Archibald
8
AHMED MİDHAT EFENDİ
Mukaddimede son olarak, eserde ele alınacak konulardan bahsedilip, harpte vuku bulan hâdiselerin eserin konuları arasında yer almadığı, bunların zaten halk nezdinde malum olduğu, gelecek nesiller için gereken malumatın ise Üss-i İnkılâb’ın ilgili cildine dercedileceği ifade edilmiştir. Bu noktada ifâde etmek gerekir ki, yukarıda da belirtildiği gibi cülûsun ikinci senesi olaylarını ihtiva eden bu üçüncü cilt yazılmamıştır. Mukaddimede eserin muhtevası şu şekilde ifade edilmiştir: “… mesâil-i diplomatikiyye şu muhârebeyi nasıl tevlîd eylemiştir ve muhârebe tahakkuk eyledikde saltanat-ı seniyye-i Osmâniyye’nin tedârikât-ı harbiyyesi ne sūrette bulunmuştur ve bütün âlem Rusya’nın ilk hatvede İstanbul’a girecek kadar kuvvetli bir devlet olduğuna kanâ‘at eylediği ve hattâ devlet-i müşârunileyhâ dahi o kadar sühûletli bir seyâhat-i askeriyyeden ibâret bildiği hâlde, bir aralık asâkir-i Osmâniyye’nin mazhar olduğu galebât içinde nasıl bir himmet-i fevka’l-âdenin hüküm ve te’sîri görülmüştür ve muahharan zuhûr eden mağlûbiyyet-ı mütetâbi‘ayı îcâb eyleyen ahvâlin asıl sebeb ve menşe’leri nelerden ibârettir ve saltanat-ı seniyye bu muhârebeden ale’d-devâm nasıl tevakkī edip, hengâm-ı muhârebede bile sulha ne sūretle rağbet göstermiş ve âkıbetü’l-emr, geçen mâh-ı kânûnisânî içinde imzāladığı mukaddime-i musālahayı ne tarīk ile imzā etmiştir.”16
Birinci Hakîkat, “Muhârebenin İlk Mebde’i Bundan Yedi Sene Evveldir” başlığını taşımaktadır. 9 ila 37’nci sayfalar arasındaki bu bölümde, harp taraftarlarıyla aleyhtarlarının savaşın çıkış noktası konusunda muhtelif fikirlere sahip olduklarını ifade eden Ahmed Midhat Efendi’ye göre harbin çıkışındaki en önemli olay, 1871 Londra Sözleşmesi ile Rusya’nın Paris Antlaşması’nın Karadeniz’e dâir olan şartlarını değiştirmesidir. Kırım Muhârebesi’nden sonra Avrupa arenasında meydana gelen siyasî değişiklikler, Balkanlarda isyan hareketlerinin kaynamaya başlaması, Bosna ve Hersek’teki ayaklanmaların bastırılışında gösterilen gaflet gibi, savaş öncesi olaylar ve savaşı hazırlayan sebepler bu bölümün konularındandır. Bu bölüme eklenen resmî evrâk şunlardır: Forbes, The War Correspondence of the Daily News, 1877 : With a Connecting Narrative Forming a Continuous History of the War Between Russia and Turkey, Macmillan and Co., London 1878, 643 s.; Moritz Bermann, Illustrirte Geschichte des orientalischen Krieges von 1876 - 1878, Hartleben, Wien-Pest-Leipzig, 1878, 975 s.; Friedrich von Hellwald, Die Türkei im Kampfe mit Russland, Lampart, Augsburg 1877, 115 s; Vladimir P. Meshcherskii, Sbornik Voennykh Razskazov, Sostavlennykh Ofitserami-Uchastnikami Voiny 18771878, Izd. Kn. V. Meshcherskago, Peterburg 1878, 6 cilt.; R. Grant Barnwell, The Russo-Turkish War; Comprising an Account of the Servian Insurrection ..., Keystone Pub. Co., Philadelphia 1877, 560 s. 16 Bkz. Zübdetü’l-Hakāyık, s. 6-7.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
9
Fransa-Almanya Savaşı’nda Fransa’nın yenilgiye uğramasının Paris Antlaşması’nı muhâfaza ve Rusya’nın emellerini menetmek için ne kadar mühim olduğuna ve İngiltere’nin olaylar karşısında nasıl âciz kalacağına dâir Morning Post gazetesinin 14 Temmuz 1874 tarihli nüshasında yer alan bir makalenin tercümesi; Bosna’daki isyanla ilgili, sadâretten Bosna vâlisine yazılan iki tahrîratın sûreti, Mahmud Nedim Paşa’nın sadâretten uzaklaştırılmasının nasıl tesirler meydana getirdiğini ifade eden Berlin’den yazılmış bir beyannâme sûreti.
“Muhârebenin Mukaddimesi Demek Olan Bosna, Hersek, Bulgaristan, Sırbiyye ve Karadağ Mes’elelerine Avrupa’nın Ne Nazarla Baktığı” adını taşıyan İkinci Hakîkat, 37 ile 53’üncü sayfalar arasında yer alır. Bu bölümde, İngiliz Hâriciyesi’nin zikredilen meselelere bakışını ortaya koyan ayrıntılı bir tahrîrat sûreti dercedilmiştir. 53 ile 80’inci sayfaları işgal eden Üçüncü Hakîkat, “Devlet-i Aliyye’yi Tazyīk Eden Birtakım Mecbûriyyet-i Hāriciyye ve Siyâsiyye” adını taşır. Bu bölüme eklenen mühim bazı resmî vesikalar şunlardır:
Rusya elçisi İgnatiyev’in Osmanlı Hâriciye Nezâreti’ne gönderdiği iki ültimatom, Bu ültimatomların Meclis-i Vükelâ’da görüşülmesinden sonra padişaha arz olunan sadâret tezkiresi, Heyet-i Vükelâ kararıyla Sadrazam Rüşdi Paşa tarafından Mâbeyn’e sunulan arîza, Rusya elçisinin Karadağ prensine yazdığı telgraf müsveddesi, Sadrazam Midhat Paşa tarafından Mâbeyn’e sunulan tezkire ve bunun üzerine yazılan irâde, Karadağ’ı sulh görüşmelerine davet için Sadrazam Midhat Paşa tarafından Karadağ prensine çekilen telgrafnâme, Sadrazam Edhem Paşa’nın Sırbistan’dan gelen memurlarla yapılacak sulh görüşmeleri hakkında Mâbeyn’e arz eylediği müzâkerât lâyihası ve sulh mükâleme müzekkiresi, Heyet-i Vükelâ tarafından yazılmış olan müzekkire üzerine yazılan irâde, Karadağ’a yer terki hususunda Meclis-i Meb‘ûsân’da verilen kararı hâvî tezkire.
Tersane Konferansı ve Londra Protokolü’nü ele alan Dördüncü Hakîkat, “Konferans ve Protokoller ki Redleri Muhârebe-i Hâzırayı Takrîr Eylemiştir” başlığını taşımaktadır. 80 ile 202’nci sayfalar arasında bulunan bu bölümde, Tersane Konferansı ile Londra Protokolü’nde alınan kararlar yer
AHMED MİDHAT EFENDİ
10
aldığı gibi konuyla ilgili birçok telgraf, tezkire ve lâyiha sûreti de ilave edilmiştir. Tersane Konferansı’nın neticelerini görüşmek üzere toplanan Meclis-i Umûmî’de îrâd olunan sözlerin Vakit gazetesinde neşredilen zabıtları da esere ilave edilmiştir. Bu mecliste Ermeni Katolik papazlarından Enfiyeciyan Efendi’nin, konferans tekliflerinin reddedilmesi yönünde görüş bildiren âteşîn ve heyecanlı nutku dikkat çekmekte ve çeşitli veçhelerden tahlile tâbi tutulmasını gerektirmektedir. Bölüme ilave edilen birtakım vesika sûreti şöylece sıralanabilir:
Sultan Abdülhamîd’in Tersane Konferansı başlamadan evvel gönderdiği muhtıra, Lord Salisbury’nin konferans hakkında Sultan Abdülhamîd’e takdim ettiği lâyiha, Konferans kararlarına verilecek cevabı müzakere etmek üzere toplanan Meclis-i Umûmî’de okunan, Midhat Paşa’nın kaleme aldığı lâyiha, Viyana ve Londra sefâretlerinden gelen ve konferans kararlarının reddi yahut kabulü durumunda ortaya çıkacak sonuçlar üzerine birtakım tahliller ihtiva eden telgrafnâmeler, İngiltere elçisi Sir Henry Elliot’un İstanbul’u terk edip gitmeden evvel Hâriciye Nezâreti’ne verdiği bir tezkire ve bazı teklifler, Sultan Abdülhamîd’in Heyet-i Vükelâ’ya ibrâz ettiği lâyiha, Lord Derby ile Rus ve İtalyan elçilerin Londra Protokolü’nün imzasından önceki beyannâmelerinin tercümesi, Protokolün reddedilmesi hususunda Heyet-i A‘yân ile Meclis-i Meb‘ûsân’ın tasvibnâmesi.
Bu bölümdeki yazışmalarda üzerinde durulan en önemli noktalardan biri, askerin dağıtılması meselesidir. Rusya’nın tek taraflı olarak Osmanlı askerlerinin dağıtılmasını talep etmesi ve devletler arasındaki mütekâbiliyet kaidesine ters şekilde Petersburg’a özel bir elçi gönderilmesini talep etmesi, Ahmed Midhat Efendi’nin vurguladığı noktalardandır. 93 Harbi’nin patlak vermesini konu edinen Beşinci Hakîkat, “Rusya ile Kat‘-ı Münâsebet ve İ‘lân-ı Harb ve Ba‘zı Tedârikât-ı Mukaddeme” olarak isimlendirilmiştir. 202 ila 252’nci sayfalar arasındaki bu bölümde, daha ziyade harp hazırlığı ve ilanının Avrupa nezdinde oluşturduğu intibalar üzerinde durulur. Konuyla ilgili Mâbeyn-i Hümâyûn ile Bâb-ı Âlî arasında gerçekleşen yazışmalar, Londra ve Berlin sefâretlerinden gelen telgraflar, harp hazırlığı ve askerî vaziyete dâir sadârete yazılan tezkire ve Serasker Redif Paşa’ya sorulan sorular, hep bu bölümde bulunmaktadır. Harp ilanıyla ilgili, hem İstanbul’daki Rus maslahatgüzârı Nelidov’un iki devlet arasındaki münâsebetlerin kesildiğine dâir beyannâmesi, hem de Petersburg’daki Osmanlı maslahatgüzârının Prens Gorçakov’dan alıp Bâb-ı Âlî’ye teblîğ
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
11
ettiği takrîr, esere dercedilmiştir. Ayrıca harp dolayısıyla alınacak önlemlere dâir Mâbeyn’in yaptığı haberleşmelerin ve telgrafların bu bölüme ilave edildiği görülmektedir. Erzurum valisi İsmail Paşa ile gerçekleştirilen haberleşme, Çanakkale Boğazı ve Balkan geçitlerinin tahkimi ve Anadolu fırkalarının durumuna dâir Bâb-ı Âlî’ye gönderilen tezkireler bu cümleden olarak zikredilebilir. Altıncı Hakîkat, 252 ile 371’inci sayfalar arasındadır. “Muhârebenin Kısm-ı Evvel-i Gālibânesi Esnâsındaki Ba‘zı Teşebbüsât” ismini taşıyan bu bölümde, harbin ilk safhası ele alınmıştır. Mâbeyn’in gönderdiği tezkireler, çektiği telgraflar ve gerçekleştirdiği haberleşmeler, bölümün büyük bir yekûnunu oluşturur. Bu bölüme eklenen bazı mühim resmî evrâk sûretleri şunlardır:
Ardahan hezîmetini müteâkip Bâb-ı Seraskerî’ye ve Asya askerinin tertîbâtına dâir Bâb-ı Âlî’ye gönderilen tezkireler, Rus askerinin Tuna’dan geçişi ve askerî harekâtına dâir telgraflar, İstanbul’a gelmekte olan muhâcirlere dâir Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye yazılan tezkire, Şumnu’daki Serasker Redif Paşa ile Mâbeyn-i Hümâyûn arasında cereyan eden 29 Haziran tarihli haberleşme, Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Meclis-i Askerî’ye verilen ve bazı uyarılar ihtiva eden muhtıra ile bu muhtıradaki sorular ve cevapları, Süvari asker ihtiyacı hakkında Bağdad, Haleb, Suriye ve Trablusgarb’a çekilen telgraflar, Büyük bir sıkıntı olarak ortaya çıkan kışlık elbise tedariği meselesine dâir Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye yazılan tezkire, Ne tür bir sulh akdedilmesinin münasip olabileceğine dâir Rüşdi Paşa’dan talep edilen lâyiha, Serasker ve Serdâr-ı Ekrem’e azilleri hususunda çekilen telgraf.
Son bölüm olan Yedinci Hakîkat, “Muhârebenin İkinci Safha-i Mağlûbânesi” adını taşımaktadır. 371 ile 503’üncü sayfaları işgal eden bölüm, eserin en hacimli kısmıdır. Bu kısımda, yine Mâbeyn ile çeşitli makam ve kişiler arasında çekilen telgraflar ve ayrıca Meclis-i Askerî’nin birtakım mühim hususlarda verdiği kararların sûretleri bulunmaktadır. Plevne’nin düşmesinden sonra yapılacaklar hususunda, Meclis-i Askerî’de hazırlanan ekseriyetin ve ekalliyyetin karârnâmeleri bunlardandır. Mâbeyn-i Hümâyûn’la muhtelif makamlar arasında cereyan eden yoğun haberleşme trafiği, esere eklenen vesikalardan izlenebilmektedir. İlaveten, Ahmed Muhtar Paşa ile Sultan Abdülhamîd arasında cereyan eden telgraflaşma ve ayrıca padişahın Erzurum ahâlisine hitâben çektiği telgraf, bu bölümdeki önemli evrâktandır.
AHMED MİDHAT EFENDİ
12
Eserin son kısmı, 503 ile 527’nci sayfalar arasındadır ve “Zübdetü’lHakāyık” olarak adlandırılmıştır. Burada konuyu toparlayarak genel bir tahlil yapan Ahmed Midhat Efendi, bir buçuk asırlık Şark Meselesi’nin bu son dalgasının başlangıcının Sultan Abdülazîz devri olduğunu ifade etmekte, Sultan Abdülhamîd devrinde ise bunun son raddeye geldiğini ilave ederek saltanat makamının savaş hakkındaki konumunu tayin etmektedir. Bu bölümde savaştan önceki diplomatik konular, isyan hareketleri ve savaş esnasında yapılan yanlışlar ve bu meselelere sarayın bakış açısı örneklerle anlatılmıştır. Ayrıca çeşitli meseleler üzerine, saray tarafından yapılan birçok tavsiye ve ihtara uyulmadığı vurgulanmıştır. Eserin “saray bakış açısı”nı yansıtan en belirgin kısmı, bu son bölümdür. Sonuç kısmından sonra “Cüz-i Mütemmim” adıyla dört fasıl, bir hâtime ve toplam yirmi iki madde halinde “Asâkir-i Mülkiyye Nizāmnâmesi Lâyihası” eklenmiş ve bundan sonraki “İhtār” sayfası ile eser sonlandırılmıştır. II. ESERİN NİTELİĞİ VE KAYNAK DEĞERİ Ahmed Midhat Efendi’nin eserlerine ve bu eserlerin günümüzdeki yansımalarına bakıldığında açıkça görülür ki onun tarih kitapları, edebî mahsüllerinin; Zübdetü’l-Hakāyık ise genel olarak tarih kitaplarının ve bilhassa Üss-i İnkılâb’ın gölgesinde kalmıştır. Evvela, Ahmed Midhat “yalnızca bir romancı ve gazeteci” olarak görüldüğünden, onun edebî eserlerine yoğunlaşılmış, dolayısıyla tarih konulu eserlerinin ilmî tahlilleri yeterince yapılmamıştır. Onun edebiyat türü dışındaki eserlerine karşı takınılan bu tutum, başka bir deyişle “göz ardı etme” durumu, tarih kitapları içerisinde de mevcuttur. Mesela, Ahmed Midhat Efendi üzerine kaleme alınan çeşitli çalışmalarda, Üss-i İnkılâb’dan çoğunlukla bir-iki cümleyle bahsedilirken Zübdetü’l-Hakāyık’tan pek bahsedilmez. Bahsedilen yerlerde de sanki “değeri Üss-i İnkılâb’dan menkul”müş izlenimi hissedilmektedir. Bunun sebebi, şüphesiz Üss-i İnkılâb’ın ortaya çıkardığı âteşîn tartışmalardır. Ayrıca, Zübdetü’l-Hakāyık’ın kimi araştırmacılar tarafından Üss-i İnkılâb’ın devamı veya zeyli olarak görülmüş olması da hiç kuşkusuz bu durumu etkilemiştir17. Hâlbuki, Zübdetü’l-Hakāyık, Üss-i İnkılâb’ın bir cildi yahut
17
Mesela Fevziye Abdullah Tansel, Zübdetü’l-Hakāyık’ın Üss-i İnkılâb’ın üçüncü cildi olduğunu ve bu ciltte, diğer ciltlerde ele alınan hadiselerle alâkalı vesikaların neşredildiğini söylemektedir. Fevziye Abdullah Tansel, Namık Kemal’in …, s. 163, 373. Mustafa Baydar ve Nüket Esen de Zübdetü’l-Hakāyık’ın bir zeyl olduğunu belirtirler. Mustafa Baydar, Ahmet Mithat Efendi…, s. 22; Nüket Esen, Modern Türk Edebiyatı Üzerine Okumalar, İletişim Yayınları, İstanbul 2006, s. 13. M. Nihat Özön ise Zübdetü’l-Hakāyık’ı Üss-i İnkılâb’ın bir parçası olarak değerlendirmektedir. Mustafa Nihat Özön, Son Asır
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
13
zeyli olarak yazılmamış, bilakis müstakil bir eser olarak kaleme alınmıştır. Eserin mukaddimesinde bu hususa değinen Ahmed Midhat, ayrıca eserin sonuna dercettiği “İhtār” başlıklı yazıda da bunu açıkça şöyle ifade eder: “İşbu Zübdetü’l-Hakāyık, asl-ı târîh-i ahvâl-i hâzıra olmak üzere cem‘ u te’lîf eylemekte olduğumuz Üss-i İnkılâb’ın ikinci cildi olmak üzere tanzīm olunmadı. Mukaddimesinde dahi arz olunduğu üzere vukū‘ât-ı diplomatikiyye ve harbiyye hakkında herkesin zafer-yâb olmayı isti‘câl eyledikleri hakāyıkın gāyet mücmel olmak ve kâffesi evrâk-ı resmiyyeye hikâye ve tafsīl ettirilmek üzere tanzīm olunmuş bir zübde ve icmâldir.” 18
Yukarıda da bahsedildiği üzere, bu eser klasik harp anlatısı olarak kaleme alınmamış, 93 Harbi’nin safahatından eserde bahsedilmemiştir. Savaştan hemen sonra yayınlanan eser, adeta bir vesikalar külliyatı niteliğindedir19. Şüphesiz bu resmî vesikalar, eserin en önemli özelliğini oluşturur. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde, eserdeki belgelerin asılları mevcuttur20. Bunlar gözden geçirildiğinde, müellifin -muhtemelen unutarak yazmadığı birkaç kelime haricinde- vesikaları esere aynen ilave ettiği anlaşılmaktadır21. Üss-i İnkılâb, Sultan Abdülazîz devrinin siyâsî eleştirisinin yapıldığı bir niteliğe sahiptir. Zübdetü’l-Hakāyık’ta da bu eleştirel bakışın devam ettiği dikkati çekmektedir. Mesela, Ahmed Midhat bu devirden bahsederken, “devr-i istibdâd”22 tabirini kullanır. Sultan Aziz devrinde müellifin Rodos’a Türk Edebiyatı Tarihi, Maarif Matbaası, İstanbul 1941, s. 310; Muharrem Dayanç, “Ahmet Midhat Efendi ve Üss-i İnkılâp Üzerine”, Turkish Studies, c. 7/1, Kış 2012, s. 841. 18 Bkz. Zübdetü’l-Hakāyık, s. 535. 19 Ali Fuat Türkgeldi, 93 Harbi’ni meydana getiren sebepler ile Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları’nın ne şekilde akdedildiğini Mahmud Celâleddin Paşa’nın Mir’ât-ı Hakîkat’inde vukufiyetle anlattığını ve bu husustaki mühim vesikaların ekserîsinin Zübdetü’l-Hakāyık ile Üss-i İnkılâb’a dercedildiğini söyler. Ali Fuat Türkgeldi, Mesâil-i Mühimme-i Siyasiyye, C. II, yay. haz. Bekir Sıtkı Baykal, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. bs., Ankara 1987, s. 1. 20 Rusya elçisi tarafından Hâriciye Nezâreti’ne 31 Teşrînievvel 1876’da gönderilen notanın tercümesi ve Rusya’nın ültimatomu üzerine konunun Meclis-i Vükelâ’da görüşülmesinden sonra sadrazamın padişaha arz ettiği tezkire-i sâmiye, bu bâbda tespit edilen kimi vesikaların asılları olarak zikredilebilir. BOA, Y.EE, 84/83-3, 2 Kasım 1876 / 14 Şevval 1293. Vesikalar için EK II ve III’e bakınız. 21 Bu yanlışlıklar belgelerin mâhiyetine etki edecek bir yapıda değildir. Mesela; Ahmed Midhat “temdîd-i müddet-i mütâreke” yerine “temdîd-i mütâreke”; “ba‘zı şerâit-i te’mîniyye tahtında” yerine “ba‘zı şerâit tahtında” yazmıştır. Ayrıca müellif, bazen mânâsı benzer kelimeleri de kullanma yoluna gitmiştir: “istihsālini” yerine “husūlünü” gibi. Bkz. Zübdetü’l-Hakāyık, s. 57-58. 22 Bkz. Zübdetü’l-Hakāyık, s. 35.
AHMED MİDHAT EFENDİ
14
sürgüne gönderildiği göz önünde bulundurulduğunda, bu tavır anlam kazanır. Ayrıca eserin çeşitli sayfalarında yer alan eleştirilerde, Sultan Aziz’in ve devrindeki devlet adamlarının basiretsizliğinden, gafletinden dem vurulmaktadır: “Devr-i Abdülazîz Hānî’de, vâkı‘â hāricen Devlet-i Aliyye’nin etrâfında dolaşan tehlikeleri görecek göz yok idiyse de hiç olmaz ise dâhilen zuhûr eden sivilcelerin birer şîr-pençe-i helâk mukaddimesi olduklarını görebilmek lâzım gelir idiyse de izzet-i nefisten başka hiç bir şeye sarf-ı zihin edilmeyen bir devirde bunlar dahi görülmemiş…”23 “Rusya’nın işbu tertîbât-ı müdhişe ve mühlikesini görmeyen veyâhud görüp de halka göstermemeye çalışan, yalnız bir vaktin bir Bâb-ı Âlî’si ile yine o vaktin pâdişâhı olup …”24
Zübdetü’l-Hakāyık ve Üss-i İnkılâb’ın saray nokta-i nazarından meseleleri ele alması, gerek kendi devrinde gerekse daha sonraki devirlerde Ahmed Midhat’a yapılan tenkitlerin esas noktasını oluşturmuştur. Mesela, Ahmed Midhat Efendi’nin Namık Kemâl ile aralarının açılmasındaki en büyük âmilin, Üss-i İnkılâb’da yer alan Namık Kemâl hakkındaki olumsuz ifadeler olduğu bilinmektedir25. Ahmed Midhat Efendi’yi “yeni devrin sözcüsü” olarak yaftalayan Tanpınar da Zübdetü’l-Hakāyık’tan, “sarayı müdafaa eden bir tarih” olarak bahseder26. Mustafa Nihat Özön ise eserin, Rus Harbi sonucunda uğranan bu bozgunda yeni padişahın kusurunun olmadığının gösterilmesi gâyesiyle yazıldığını ifade eder27. Bu tenkitler kısmen yersiz değildir. Keyfiyeti, günümüz ilim âlemince hâlâ yeterince aydınlığa kavuşturulmamış olsa da Ahmed Midhat’ın sarayla birtakım münasebetlerinin olduğu kesindir. Lâkin Ahmed Midhat’ın saraya olan şahsî eğiliminin eleştirisi, eserlerinin ehemmiyetinin anlaşılmasının önüne perde çekmektedir. Zira Erol Köroğlu’nun da belirttiği gibi Tanpınar, Ahmed Midhat’ın hayatı üzerinden eserlerini tenkit etmektedir28. Şüphesiz ki eserler hayatın aynasıdır. Ancak bir eser, yalnızca yazarının siyasî yahut ideolojik tercihleri nokta-i nazarından 23
Bkz. Zübdetü’l-Hakāyık, s. 20. Bkz. Zübdetü’l-Hakāyık, s. 32. 25 Nurettin Gemici, “Namık Kemal’in Ahmed Midhat Efendi’yle Olan Fikri Ayrılıklarının Ortaya Çıkışı ve Sebepleri”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 180, Mayıs-Haziran 2009, s. 65. 26 Ahmet Hamdi Tanpınar, 19uncu Asır …, s. 451. 27 Mustafa Nihat Özön, Son Asır …, s. 310. 28 Erol Köroğlu, “Tanpınar’a Göre Ahmet Mithat: Esere Hayattan Girmek Yahut Eseri Hayatla Yargılamak”, Merhaba Ey Muharrir! Ahmet Mithat Üzerine Eleştirel Yazılar, haz. Nüket Esen-Erol Köroğlu, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 2006, s. 329-337. 24
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
15
değerlendirilmeye çalışılırsa, bu değerlendirmenin eksik kalacağı âşikârdır. Zübdetü’l-Hakāyık’ın bu meyanda, Ahmed Midhat’ın tenkide maruz kalan eserlerinden olduğu görülmektedir. Ayrıca, o gün Ahmed Midhat Efendi’nin yaptığı kimi tespitlerin günümüz ilmî çevreleri tarafından da doğrulanması, eserin “kuru bir saray müdafaanâmesi”nden daha fazlası olduğunu gösterir. Mesela, Ahmed Midhat Efendi ısrarla savaşın çıkış noktası olarak Sultan Abdülazîz devrini işaret eder ve böylece tahta henüz cülûs etmiş olan padişahın bu noktada dahlinin bulunmadığını anlatmaya çalışır. Ayrıca, isabetli bir şekilde Kırım Muhârebesi ve akabindeki Paris Antlaşması’ndan başlayarak konuyu ele alır29. Bu minvaldeki örneklerin sayısı artırılabilir. Temas edilmesi gereken bir diğer önemli nokta ise eserin hemen yeni vuku bulmuş hadiseleri ele alıyor olmasıdır. Bu münasebetle, bugün için tarihî vak‘aları ihtiva eden bir kitap olmasının yanında, döneminin siyasî ve fikrî zihniyetini yansıtması bakımından da ayrıca dikkate alınmalıdır. Öte yandan, savaşın cepheden değil, Sultan II. Abdulhamid’in isteğiyle İstanbul’da kurulan Meclis-i Askerî30 tarafından idare edilmesi ve bu idarenin daha ziyade telgraf aracılığıyla gerçekleştirilmesi, eserdeki telgraf sûretlerini değerlendirirken göz önünde bulundurulmalıdır. Peki, Ahmed Midhat’ın dönemindeki siyasî duruşunu ve bu duruşun eserlerine yansımasını nasıl değerlendirmeliyiz? Açıkçası, onun sarayla ilişkilerini, himâye/patronaj meselelerini ele alan kapsamlı tahlillerden mahrumuz31. Ahmed Midhat, Orhan Okay’ın belirttiği şekilde, elbette “konformist”, yani itaatkâr olarak nitelendirilebilir, ama yine Okay’ın ifade ettiği gibi bunun salt bir müdâhene, bir tabasbus olmadığını da görmek gerekir32. Zira Ahmed Midhat’ın siyasî görüşleri Sultan Abdülhamîd’in fikirleriyle kısmen de olsa paralellik arz etmektedir. Dönemin diğer birçok münevveri gibi saltanatla bir derdi yoktur, tek derdi daha fazla insana ulaşmak ve okuma alışkanlığı aşılamaktır. Mücadelesi rejimle değil, cehaletledir. Eğitim ve kültürün belli bir olgunluğa ulaşmadığı milletlerde
29
93 Harbi üzerine daha sonra kaleme alınan bazı çalışmalarda da ayaklanmaların ve harbin başlangıç noktası olarak Kırım Muhârebesi ve akabindeki olaylara işaret edilmiş ve harb bu noktadan başlanarak anlatılmıştır. Mesela bkz. Halil Sedes, 1875-1878 Osmanlı Ordusu Seferleri: 1875-1876 Bosna-Hersek ve Bulgaristan İhtilâlleri ve Siyasî Olaylar: Başlangıç I. Kısım, Çituri Biraderler Basımevi, 2. bs., İstanbul 1946, 327 s.; Mahir Aydın, “Doksanüç Harbi”, DİA, c. 9, İstanbul 1994, s. 498-499. 30 Azmi Özcan, Abdülhamîd ve Hilafet, YŞ Yayınları, İstanbul 1995, s. 24. 31 Ahmed Midhat Efendi’nin sarayla olan münasebetlerine dâir bir çalışma hâlihazırda tarafımızdan yapılmaktadır. 32 M. Orhan Okay, “Edebiyat Teorisi, Tenkit ve Ahmet Midhat Efendi”, Dergâh, haz. Harika Nüfusçu Durgu, Ocak 2006, s. 13.
AHMED MİDHAT EFENDİ
16
rejim değişikliğinin bir çözüm olamayacağının idrâkindedir33. Genç Osmanlılar gibi romantik değil, bilakis realisttir. Siyasetten uzak durup birçok sosyal meseleyi ele almasının mümkün olduğunu görmüş ve bu yolu tercih etmiştir34. Böylece hem müreffeh bir hayat sürmüş, hem de memleket menfaati için giriştiği mesaisine devam edebilmiştir35. Niyazi Berkes, Ahmed Midhat’ın, o dönemde revaçta olan anayasa tartışmalarının anlamlarını, romantik Namık Kemâl’den daha iyi kavrayan bir realist olduğunu belirtir. Namık Kemâl’in idealistliği ona fayda sağlamamış, sürgünde yaşamış, halk için hayatını harcadığı halde halka birşey anlatamamıştır. Realist davranan Ahmed Midhat ise farklı bir yol tutarak halka toplumsal ve kültürel alanlarda yeni ölçü ve değerler aşılamış, yazdıklarını daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaştırabilmiş, bir yandan yeni yetişmekte olan genç yazarları koruyup kollarken, kendisi de yazarlık tarihinde yeni çığırlar açmıştır36. Üss-i İnkılâb ve Zübdetü’l-Hakāyık gibi eserlerin, o devrin vak‘anüvisi olan Ahmed Lütfi Efendi’ye değil de Ahmed Midhat Efendi’ye havale edilmesinin sebepleri yine burada aranabilir. Ayrıca Ahmed Midhat’ın velûdluğu, üslûbu ve popülerliğinin bunu tetikleyen âmillerden olduğu ileri sürülebilir. Öte yandan, Ahmed Lütfi Efendi’nin o yıllarda kendi tarih eserinin telifiyle meşgul olduğu da hesaba katılmalıdır37. 33
M. Orhan Okay, Batı Medeniyeti…, s. 9. Carter V. Findley, Ahmed Midhat Efendi Avrupa’da, çev. Ayşen Anadol, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999, s. 11. 35 Sabri Esat Siyavuşgil, “Ahmed Midhat Efendi”, İA, s. 185. 36 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Bilgi Yayınevi, Ankara 1973, s. 326-38. 37 1295 yılına ait bir vesikadan Ahmed Lütfi Efendi’nin eserinin beşinci cüzünü hazırlayıp sultana takdim ettiği ve diğer cüzleriyle birlikte eserinin basılması için irâde-i seniyye talep ettiği anlaşılmaktadır. BOA, Y.A.RES, 1/63, 1 Aralık 1878 (6 Zilhicce 1295). Tüm bunların yanı sıra, devletin resmî tarihçisi olan Ahmed Lütfi Efendi’nin kimi vesikalara ulaşmakta zorluk çektiğini ifade etmesine rağmen, Ahmed Midhat’ın herhangi bir zorlukla karşılaşmadığı anlaşılmaktadır. Lütfi Efendi, tarih kitabının başındaki “Ma‘zeret-i müverrih” başlığı altında; eserini yazabilmek için Hazîne-i Evrâk, Dîvân-ı Hümâyûn ve Sadâret Mektûbî kaleminden birçok defalar belge talep ettiğini ve “hezâr tekellüfle” ancak üç senelik olayları anlatan bir eser kaleme alabildiğini zikreder ve bu sebeple eserinin kimi kısımlarının eksik kaldığını ifade eder. Ahmed Lûtfî Efendi, Vak’anüvîs Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, C. I, haz. Ahmet Hezarfen, İstanbul Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul 1999, s. 1-2. Gerek Ahmed Midhat Efendi’nin, Zübdetü’l-Hakāyık’a dercedilen evrâkın Üss-i İnkılâb’a kaynak olmak üzere elinde bulunan evraklar olduğunu zikretmesinden, gerekse daha sonraki yıllarda yazacağı tarih kitabı için Matbaa-i Âmire’ye ait olan Takvim-i Vekāyi‘ koleksiyonunu almasından, müellifin bu tür bir sıkıntıya düşmediği söylenebilir. Bkz. “İhtār”, Zübdetü’l-Hakāyık, s. 535 ve BOA, MF.MKT, 263/36, 18 Mayıs 1895 (23 Zilkade 1312). 34
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
17
Çeşitli eleştirilere maruz kalmış olsa da Zübdetü’l-Hakāyık’ın, yazıldığı dönemde dahi kimilerince hakkının teslim edildiği vâkidir. Mesela, Ahmed Midhat hakkındaki menfî fikirlerinin henüz canlılığını muhafaza ettiği bir dönemde38 Namık Kemâl, Menemenli Rif‘at Bey’e gönderdiği bir mektupta Zübdetü’l-Hakāyık’tan sitâyişle bahseder. Eserin öneminin içindeki belgelerden menkul olduğunu ifade eden Namık Kemâl, Üss-i İnkılâb’a ne kadar şiddetle saldırırsa saldırsın, Zübdetü’l-Hakāyık’a bîgâne kalamamış ve kitabı bir gecede okumuştur: “Zübdetü’l-Hakāyık’ı aldım; mübârek kitap bana uykuyu terkettirdi. Onu yedi saatte yukarıdan aşağı tekmîlen okudum. O derece memnun oldum da ta‘rîf edemem. Kitap beni Midhat’e bile, Allāh râzı olsun demeğe mecbur etti. Eğer Zübde’yi baştan aşağı okumamış isen, bu sözlerime tabî‘î teaccüp edersin. Tavsiye ederim, bir kerre kitabı dikkatle oku! Midhat’in ilâvâtına ehemmiyyet vermek lâzım değil.. Evrâk-ı resmîye’ye hasr-i nazar et! Nekadar noksan olsa, sahîhan istifâde edecek şeylerdendir. Hele ben, yalnız bildiğim değil, zan ve tahmin ettiğim hakāyıkın tasdīk-ı resmîsini görmekle, bayağı vatanım için bir muvaffakıyyet hâsıl olmuş kadar mütelezziz oldum. Hele Muhtar Paşa ile, Süleyman Paşa hakkında olan fikrim, vicdânımın bâzı ta‘rîzât ve teşnî‘âtına uğrar dururken, şimdi, bu kitap sâyesinde, bütün bütün fikr-ü vicdân birleşti. Tekrar tavsiye ederim; evrâk-ı resmîyeyi dikkatle oku!”39
Bazı araştırmacılar Zübdetü’l-Hakāyık’ı ve Ahmed Midhat’ın diğer eserlerini, kaynak niteliği taşımayan eserler cümlesinden değerlendirmişlerdir40. Müellifinin tarafgir şahsiyeti üzerinden yapılan bu tahlil, günümüz tarihçilik anlayışı açısından tashihe muhtaçtır. Zira burada önemli olan, müellif ve eserini tarihî siyâkına, konteksine oturtarak tahlile tâbi tutmaktır. Müellifin belli bir veçheden/cepheden yazması, dönemin ruhunu ve zihniyet dünyasını kavramak, idarenin yönetim mekanizmasında kullandığı vasıtaları tespit 38
O dönemde Namık Kemâl’in gözünde Ahmed Midhat bir dönek, bir oportünist ve bir demagogtu. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 326. 39 Fevziye Abdullah Tansel, Namık Kemal’in …, s. 147; Mustafa Üstünova, “Namık Kemal'in Ahmet Mithat’la Kavgası”, Bir: Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi: Prof. Dr. Kemal Eraslan Armağan Sayısı, S. 9-10, s. 623. 40 Mesela bkz. Sabri Esat Siyavuşgil, “Ahmed Midhat Efendi”, İA, s. 185. Bununla birlikte, Uzunçarşılı, Karal ve Sedes gibi bazı araştırmacılar çalışmalarında Zübdetü’l-Hakāyık’ın kaynak olarak kullanmışlardır Mesela, Uzunçarşılı’nın bir makalesinin iki temel kaynağından biri Zübdetü’l-Hakāyık’tır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Tersâne Konferansı’nın Mukarrerâtı Hakkında Şûrâ Mazbatası”, Tarih Dergisi, c. VI, S. 9, İstanbul, Mart 1954, s. 123-140; İ. Halil Sedes, 1875-1878 Osmanlı Ordusu Seferleri: 1876-1877 Osmanlı - Karadağ Seferi, Çituri Biraderler Basımevi, İstanbul 1936, 327 s; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi 4: Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devirleri (1876-1907), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1962, 639 s.
18
AHMED MİDHAT EFENDİ
etmek gibi hususlarda tarihçiye ipuçları verir. Bu noktada, esere eklenen vesikaların belli bir amaca hizmet edecek sûrette seçilip seçilmediği, sorulması gereken bir sorudur. Harpten hemen sonra yazılan ve sarayın, harbe ve olaylara bakışını yansıtan bu eserin, her tarihî malzemeden, vesikadan istifade ederken uygulanması gereken ilmî usûl göz önünde bulundurularak, mukayeseli bir bakış açısıyla değerlendirilmesi keyfiyeti tabiidir. III. METİN TESİS EDİLİRKEN TAKİP EDİLEN USÛL Elinizdeki eser günümüz harflerine aktarılırken tam transkripsiyon usûlü değil, çalışmanın mâhiyet ve gâyesi göz önünde bulundurularak kısmî/hafifletilmiş transkripsiyon usûlü uygulandı. Bu itibarla sad ()ص, dad ()ض, tı ()ط, zı ()ظ, ğayn ( )غve kaf ( )قharflerinin bulunduğu Arapça ve Farsça kökenli kelimelerdeki kalın sesli uzatmalar düz çizgi (ā, ī, ū) ile gösterilirken, diğer uzun ünlüler için şapka işâreti (â, î, û) kullanıldı: husūsāt, zāmin, muhātara, hālî, hakīkat, ta‘zīm, zarûriyât, kabûl, müzâkere gibi. Ayn harfi ( )عbulunan kelimelerde, bu harf ters kesme işareti (‘) ile gösterildi: ta‘zīm, ma‘lûm, nev‘, ta‘ahhüd gibi. Kelime ortalarında ve sonlarında ayn harfi gösterilmesine rağmen, bilhassa kelime başlarındaki ayn harfleri gösterilmedi: Devlet-i Aliyye, Bâb-ı Âlî, usāt, asker, akd, adem gibi. Eserdeki bütün hemzeleri göstermek yerine, bilhassa belirtilmesi telaffuz açısından önemli görülen yerlerde, bu harfin kesme işareti (’) ile gösterilmesi yoluna gidildi: me’mûrîn, mes’ele, te’sîs, te’kîd gibi. Arapça usûlle yapılan terkiplerde TDV İslâm Ansiklopedisi’nde tatbik edilen usûl tercih edildi: bi’l-vâsıta, ale’l-umûm, fevka’l-âde, bi’l-imzā, fi’lhakīka, sellemehü’s-selâm gibi. Bununla birlikte, hicrî ve rumî ay isimleri yazılırken ne harf-i târif ne de Farsça terkip kullanıldı: Rebîülevvel, Kânûnisâni gibi. Öte yandan şahıs isimleri de harf-i târifsiz bir şekilde yazıldılar: Abdülmecîd, Abdullâh, Celâleddîn gibi. Yabancı şahsiyetlerin isimleri yazılırken ise kendi dillerindeki orijinal imlâlarına sadık kalınmaya gayret edildi: Henry Elliot, Lord Salisbury, Napoléon, Kont Andrássy gibi. Slav menşeli isimler ise Türkçe telaffuza uygun şekilde yazıldılar: Gorçakov, İgnatiyev, Matiç gibi. Metne tarafımızdan eklenen ibâre ve notlar, köşeli parantez [ ] içerisinde gösterildi. Bu parantezlerde ayrıca, mânâyı tamamladığı düşünülen bazı ifadelere de yer verildi: Göz göre [göre], [v]urmak gibi. Ayrıca esere dercedilen vesikalardan orijinallerine ulaşabildiklerimiz ile eserdeki sûretleri arasında bulunan birkaç kelimelik eksiklikler de köşeli parantez içine alındı. Ayrıca orijinal vesikada üstü çizili olup da Ahmed Midhat’ın yazdığı kelimelerin
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
19
üstü çizildi.41 Eserin orijinal sayfa numaraları da yine köşeli parantez içerisinde gösterildi. Bununla birlikte, müellifin iki veya üç hâneli yazmış olduğu tarihler dört haneye tamamlandı, fakat bunlar köşeli parantez içerisine alınmadı: 93 yerine 1293, 877 yerine 1877 gibi. Ayrıca, Ahmed Midhat kimi hicrî ayları kısaltmaları ile vermişse de bunlar kısaltma olarak değil, açıkça yazıldılar: Ca yerine Cemâziyelevvel, L yerine Şevvâl gibi. Ahmed Midhat’ın kendi koyduğu notları ifade etmek üzere ise normal parantez ( ) kullanıldı. Öte yandan, tereddütlü okumaların parantez içerisinde orijinal imlâsı yazıldı. Ahmed Midhat ile tarafımızdan eklenen dipnotların karışmaması için müellifin koyduğu toplam altı dipnot, yıldız (*) işâreti ile gösterildi. Tarafımızdan eklenen dipnotlar ise 1’den başlayarak rakamla belirtildi. Ayrıca tarafımızdan eklenen her dipnotun sonuna (haz.) ibaresi ilave edildi. Mânâ itibariyle benzerlik gösteren kelime gruplarını bağlarken “ve” yerine “u/ü” harfleri tercih edildi: Arz u beyân, kadr u şân, avn u inâyet gibi. Metnin diline sadık kalınmakla birlikte, çok sınırlı kalmak kaydı ile birtakım kelimelerde ufak dokunuşlar gerçekleştirildi: Kangısı yerine hangisi, yohsa yerine yoksa, ahşam yerine akşam gibi. Bu noktada ifade etmek gerekir ki mezkûr kelimelerin, bu eserde de her iki imlâyla kullanıldıkları vâkidir. Ayrıca metnin okunabilirliğini artırmak ve anlam karmaşasını yok etmek için gerekli görülen yerlere virgül, noktalı virgül ve birkaç soru işareti eklendiğini belirtmeliyiz. Müellif tarafından unutulduğunu anlaşılan bazı tırnak işaretleri (“ ”) de yine tarafımızdan ikmal edilmeye çalışıldı. Ahmed Midhat’ın metne dercettiği telgrafnâme, tezkire, mazbata gibi vesikaların sûretleri italik olarak gösterildi. Bu vesikaların muhtevalarının başlıklarından anlaşılabilmesi için bazılarına başlık eklendi, bazılarının başlıkları genişletildi. Bu yeni başlıklar ve düzenlemeler de yine köşeli parantez içerisine alındı. Her hâlükârda Ahmed Midhat Efendi’nin başlıkları muhafaza edildi. Eserin orijinalinde herhangi bir harita, resim veya fotoğraf bulunmamakla birlikte, eserin içerisine konuyla alâkalı kimi şahısların portreleri, harbe dâir muhtelif resimler, fotoğraflar ve haritalar ile eserin sonuna –tahlilde zikrettiğimiz– bazı vesikaların sûretleri, sınırlı bir bibliyografya, lügatçe ve indeks ilave edildi.
41
Bkz. Zübdetü’l-Hakāyık, s. 58-59.
20
AHMED MİDHAT EFENDİ
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
Muhârebe-i Hâzıranın Menşe’iyle Akd-ı Mu‘âhedeye Kadar Sebkat Eden Ahvâl-i Diplomatikiyye ve Askeriyyede Herkesin Matlûbu Olan Hakāyık-ı Ahvâli Câmi‘ Nüsha-i Mahsūsadır.
Muharriri Ahmed Midhat
Bâ-irâde-i seniyye Takvîmhāne-i Âmire’de tab‘ olunmuştur.
İstanbul 1295
Beher nüshası iki yirmilik kāimeyedir.
22
AHMED MİDHAT EFENDİ
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
Muharriri Ahmed Midhat
İstanbul 1295
Bâb-ı Âlî’de Takvîm-i Vekāyi‘ Matba‘ası’nda tab‘ olunmuştur.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
23
MUKADDİME Bâ-irâde-i seniyye tertîb etmekte bulunduğum Üss-i İnkılâb nâm ahvâl-i hâzıra târîhinden tab‘ u temsîli resîde-i hadd-i hitâm olarak neşr eylemiş olduğum birinci kısmın kārîlerim tarafından gördüğü rağbet-i fevka’l-âdeye müteşekkir kalmamak mümkün değildir. Eser-i mezkûr için pek çok kadirşinâsân tarafından tahrîren ve şifâhen mazhar olduğum tebrîkâtı, sırf hizmet-i zâtiyyemin mükâfât-ı umûmiyyesi add eylemek haksızlık ve adâletsizlik olacağını dahi i‘tirâf etmeliyim. Bu eserde, benim muvaffakiyetiyle iftihār edebileceğim bir hizmet var ise o dahi, doğruyu doğru yazıp muhâkeme etmek husūsunda hiçbir şeyden çekinmemekliğim hakkında şeref-sādır olan irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhîyi, ne bir gayret-i müdâhinâne ve riyâ-kârâne ile tefrīt ve ne de bir sâika-i sevdâ-yı hürriyyet-i müfrita ile ifrât etmeyerek ve tarīk-ı i‘tidâlden ayrılmayarak, semt-i maksūda en müstakīm hattan gidebilmiş olmaklığımdan ibârettir. Yoksa Üss-i İnkılâb’ın hâiz olduğu ehemmiyyet ve gördüğü rağbetin asıl menşe’i ve menba‘ı, mevâdd-ı mündericesinin hadd-i zâtında olan ehemmiyyetiyle berâber, hakāyık-ı ahvâle dâir olan ma‘lûmâtın dahi taraf-ı âcizâneme bilâ-ketm i‘tā buyurulmuş [3] olmasından ibârettir ki işbu ma‘lûmât-ı mühimme herhangi muharrir tarafından, her nasıl bir kalıba ifrâğ edilecek olsa, yine mazhar-ı rağbet ve tahsîn olacağına şübhe edemeyerek nâil olduğum tebrîklerden dolayı derûnumda galeyân eyleyen sürûr ve mahzūziyyet-i müfrita hissini bu i‘tikād ile ta‘dîl eylemekteyim. Üss-i İnkılâb’da şu hizmet-i tahrîriyyenin taraf-ı âcizâneme havâle buyurulmuş olmasından dolayı, hem hāk-pâ-yi hürriyyet-ihtivâ-yı hazret-i şehriyârîye arz-ı teşekkür ve hem de i‘tirâf-ı acz ü kusūr vâdisinde yazdığım bir dîbâceyi Vakit gazetesiyle neşr eylediğim zamân ihvân-ı kirâmdan birçok zevât, bu târîhin bi’t-tabi‘ hâiz olacağı ehemmiyyetle berâber, nâil olduğum müsâ‘ade-i seniyyeden bi-hakkın istifâde edeceğimi dahi, kārîlerim için şimdiye kadar devâm eylemiş bulunduğum hizmet-i tahrîriyyede hürriyyet-i efkâr ve vicdândan ayrılmamak misillü muharrirliğe evvel-be-evvel lâzım gelen sıfat-ı sıdk u istikāmete (hamden sümme hamden) halel getirmemiş olmaklığımdan ümîd eyleyerek, cüz cüz yazılan müsveddâtın tab‘ını dahi yenileyemeyip hemen tesvîdde iken mütāla‘asını isti‘câl ve birtakımı dahi henüz dest-gâh-ı tab‘ u temsîlde bulunan formalarını peyderpey alıp okumaya müsâra‘at eylemiş oldukları gibi birtakımı dahi birinci kısmın intişârından sonra ikinci kısmın da asla vakit geçirilmeksizin hemen tab‘ u neşrini ilhâh u ibrâm yolunda [4] tavsiyede bulunmuşlardır. İşbu tavsiyenin menşe’i gāyet mühim olduğu için bunu nazar-ı hüsn-i telakkīye almamak mümkün ve
24
AHMED MİDHAT EFENDİ
mutasavver değildir. Zîrâ Üss-i İnkılâb’dan meydân-ı intişâra çıkan birinci cildin mevâdd-ı mündericesi, Kırım Muhârebesi’nden cülûs-ı Hazret-i Abdülhamîd-i Sânî’ye [1876-1909] kadar güzerân eden en mühim ahvâlin mücmelen cem‘ u ihbârından ibâret olup, bunun da en ziyâde şâyân-ı ehemmiyyet ciheti, hengâm-ı inkılâbımıza ta‘alluk eyleyen yerleri olduğu âşikâr ise de el-yevm enzār-ı umûmiyyenin bir isti‘câl-i fevka’l-âde ile muntazır olduğu şey, bi’n-nisbe geçmiş zamâna âid demek olan mâ-sebak olmayıp, hâl-i hâzırın gavâmızını mübeyyin olan kısım olacağı der-kâr bulunmakla, erbâb-ı mütāla‘anın şu intizārlarına muvâfık bir hizmette bulunmak lüzûmu hakīkaten ketm ü inkârı nâ-kābil olacak ahvâldendir. Vâkı‘â Üss-i İnkılâb, el-hâletü hâzihî hakāyık-ı mahzası hiç kimsenin bir sūret-i kat‘iyye ve mükemmelede ma‘lûmu olamamasından dolayı, herkesi bir zann-ı diğerde bırakan ahvâl-i ahīra-i hâzırayı da kemâ-hiye hakīkatihâ câmi‘ olacak ise de ihvân-ı kirâmın tavsiyeleri mûcibince eser-i âcizânemin sâir cildlerini tab‘ u ihrâcda her ne kadar gayret edilse, iktihâmı nâ-kābil bir mâni‘ vardır ki ma‘lûmât-ı mezkûreyi daha bundan bir buçuk sene sonraya kadar ancak neşr edebilmek gibi bir teahhurdan rehâyı men‘ eder. Zîrâ Üss-i İnkılâb’ın sūret-i taksîmi iktizāsınca Kırım Muhârebesi’nden cülûs-ı hümâyûna [5] kadar ahvâl-i umûmiyyeyi muvâzene eden birinci kısmından sonra, ikinci kısmı dahi cülûs-ı hümâyûndan ilk senenin nihâyetine kadar güzerân eyleyen bir senelik ahvâli câmi‘ olacak ve bu ise eczâ-yı mütemmimesiyle berâber tahmînen 60-70 forma, ya‘ni birinci kısmın iki-üç misli cesâmette bulunacaktır ki her gün bir formayı tab‘ u ihrâc edebilmek mümkün olsa dahi, ikinci kısım ancak bundan üç ay sonraya kadar meydân-ı intişâra çıkarılabilecektir. Bununla berâber erbâb-ı tavsiye ve isti‘câlin arzusu yine yerini bulamayacaktır. Zîrâ ikinci kısım ilk sene-i cülûsun nihâyetinde hitâm bulup, mesâil ve muhârebe-i hâzıranın o zamâna kadar gösterdiği sūret ise sūret-i gālibiyyetten ibâret olmakla, el-hâletü hâzihî merâk edilen ma‘lûmâtın mukaddimesinden yalnız bir küçük mikdârını hâiz olabilecektir. Eslihamızın tāli‘i tahavvül edip ahvâl-i harbiyye ve mesâil-i diplomatikiyyenin şu sūret-i ahīrayı kesb etmesi ise ikinci sene-i cülûsun ahvâl-i târîhiyyesinden olup ahvâl-i mezkûreyi kaleme almak, mezkûr ikinci sene-yi cülûsun hitâmından, ya‘ni bugünkü târîhten 6-7 ay sonra ibtidâr olunacak ve îcâb eden evrâkı istihsāl ve bunları tarz-ı târîhde tesvîd ile tab‘ u neşirleri dahi elbette ol kadar zamâna ihtiyâc gösterecek bir iştir. İşte bu sebebe mebnîdir ki efkâr-ı umûmiyyenin el-yevm isti‘câl eylediği mevâddı yed-i âcizânemde bulunan evrâk [6] ve senedât-ı resmiyye ve sahîha ile mahz-ı hakīkat olarak hemen meydâna koymak mümkünâttan değildir. Diğer bir cihetten, sâir birtakım mütāla‘ât dahi hakīkat-cûyân erbâb-ı intizārın şu intizārı müddetini ol kadar temdîd etmemeye bir çâre bulunmasını îcâb eyliyor ki bu îcâb ve iktizādan da sarf-ı nazar mümkün olamıyor. Mütāla‘ât-ı mezkûrenin hulâsası ise dünyâda emsâli hemen gayr-ı sâbık add
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
25
olunabilecek olan ahvâl-i hâzıranın hakāyık-ı resmiyyesini mübeyyin ma‘lûmâtın yalnız Osmanlılar nezdinde değil, milel-i sâire nezdinde dahi tamâmiyle mevcûd olamaması kaziyyesi hükmünde mündericdir. Şimdiye kadar sūret-i resmiyyede neşr edilen bir eser, fakat İngiltere devletinin “Blue Book” ya‘ni Mavi Kitâb’ından ibâret olup, o ise yalnız mesâil-i hâzırada bîtaraf bulunan bir devletin hāricden ve bâ-husūs kendi politikasına ta‘alluk eder sūrette gördüğü ahvâli tasvîr ve icmâl eylemekte olduğundan, ihtiyâc-ı vâki‘i tamâmiyle tesviyeye kifâyet edememek zarûrîdir. İmdi şu aralık hem kendi vatanıma ve hem de mesâil-i azīme-i şarkiyyeye merâklı olan ebnâ-yı nev‘ime fazla bir hizmet olmak üzere; “mesâil-i diplomatikiyye şu muhârebeyi nasıl tevlîd eylemiştir ve muhârebe tahakkuk eyledikde saltanat-ı seniyye-i Osmâniyye’nin tedârikât-ı harbiyyesi ne sūrette bulunmuştur ve bütün âlem Rusya’nın ilk [7] hatvede İstanbul’a girecek kadar kuvvetli bir devlet olduğuna kanâ‘at eylediği ve hattâ devlet-i müşârunileyhâ dahi o kadar sühûletli bir seyâhat-i askeriyyeden ibâret bildiği hâlde, bir aralık asâkir-i Osmâniyye’nin mazhar olduğu galebât içinde nasıl bir himmet-i fevka’l-âdenin hüküm ve te’sîri görülmüştür ve muahharan zuhûr eden mağlûbiyyet-ı mütetâbi‘ayı îcâb eyleyen ahvâlin asıl sebeb ve menşe’leri nelerden ibârettir ve saltanat-ı seniyye bu muhârebeden ale’d-devâm nasıl tevakkī edip, hengâm-ı muhârebede bile sulha ne sūretle rağbet göstermiş ve âkıbetü’l-emr, geçen mâh-ı kânûnisânî içinde imzāladığı mukaddime-i musālahayı ne tarīk ile imzā etmiştir”; buralarının müstakillen ve serî‘an bir risâle-i mahsūsa sūretinde kaleme alınarak derhâl tab‘ u neşrine karâr verdim ve bu risâlenin dahi tab‘ u neşri husūsuna müsâ‘ade-i seniyye-i mülûkâneyi istid‘âya da min-gayr-ı haddin cesâret aldığımda asr-ı celîl-i şehriyârîlerini, bir asr-ı hürriyyet olmak üzere küşâd buyurmuş olan zât-ı sütûde-sıfât-ı cenâb-ı hilâfet-penâhî efkâr-ı umûmiyye-i Osmâniyye’nin semt-i hakāyık-ı ahvâle teveccüh ve vusūlü mecrâsı demek olan bu misillü âsârın yalnız teshîl değil tesrî‘-i husūllerini dahi fevka’l-hadd iltizâmda bulundukları ve herkesi hakāyık-ı ahvâlden doğrudan doğruya haberdâr etmeyi hürriyyet-i Osmâniyye’nin esbâb-ı mütemmimesinden add eyledikleri münâsebetiyle Zübdetü’lHakâyık serlevhası [8] altında olarak bu eser-i âcizânenin tab‘ u neşri emrinde mazhar-ı teshîlât oldum. Zübdetü’l-Hakāyık’ın hâvî olacağı mevâd yukarıda dahi arz u îrâd kılındı. Vukū‘ât-ı harbiyyeden ber-vech-i müfredât burada ma‘lûmât verilmeyecektir. Ma‘lûmât-ı mezkûre şu’ûnât-ı harbiyyeden ma‘dûd olup zâten bir derece-i matlûbesi halk nezdinde ma‘lûm olduğu ve ahlâf için iktizā eden kısmı dahi Üss-i İnkılâb’a derc olunacağı cihetle, burada mâ-bihi’l-iştigālimiz yalnız hulâsaları bâlâda arz olunan muhâkemât ile bir de muhâkemât-ı mezkûrenin sıhhatini isbât ve ba‘zı îcâb eden yerlerini îzāh edecek evrâk-ı resmiyyeyi derc ü i‘lâna münhasır kalacaktır. Maa-hâzâ Üss-i İnkılâb dahi işbu risâlenin mevâdd-ı muhteviyyesinden mahrûm ve ârî olmayacaktır. Bunun tertîb ve
26
AHMED MİDHAT EFENDİ
tab‘ı erbâb-ı intizārın ta‘cîl-i husūl-i emelleri maksadı üzerine mübtenî olduğundan, şu hizmet kendileri için bir hizmet-i muvakkate olup, Üss-i İnkılâb’da şu ikinci sene-i cülûs ahvâli yazıldığı sırada, bu risâlenin hâvî olduğu mevâd dahi orada îcâb eden bâblara ve fasıllara taksîm ve derc olunacaktır. Ahmed Midhat
Resim 2: Abdullah Biraderler’in fotoğrafında Şehzade Abdülhamîd. (B. Öztuncay, Hâtıra-i Uhuvvet) (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 106.)
[9] BİRİNCİ HAKĪKAT Muhârebenin İlk Mebde’i Bundan Yedi Sene Evveldir Muhârebe-i hâzıra hakkında fikirlerde iki sūret vardır ki; birisi bu muhârebenin vukū‘unu tasvîb ve diğeri dahi adem-i tasdīk cihetinde bulunur. Birinci fikir erbâbı, şu muhârebe Osmanlılığın bir merd-i alîl olmadığını âlem nazarında isbât eylediği için vukū‘unu tasvîb edip, zāyi‘ât-ı maddiyyesini dahi bu menfa‘at-i ma‘neviyyesine nazaran göze aldırırlar. İkinci fikir erbâbı ise şu menfa‘at-i ma‘neviyyeden külliyyen sarf-ı nazarla bu muhârebede bi’l-mağlûbiyye fedâ edeceğimiz husūsātı, muhârebenin vukū‘undan evvel fedâ etmiş olsa idik, külfet-i harbiyyeye ve o yüzden tevellüd eyleyen mazarrât-ı maddiyyeye dahi dûçâr olmaz idik, diye i‘tikād ederler. Bu i‘tikādların ikisi de muhârebe-i hâzırayı şu zamân tevlîd eylemiştir diye zann edilmesinden tevellüd eyleyecekleri der-kârdır. Böyle ise işte hakīkatin ilk menba‘ı burada gürlenmiş demek olur. Bu sebebe mebnîdir ki, birinci hakīkat olmak üzere muhârebenin mebde’i bu zamân olmadığını irâ’e ve ityân etmeye lüzûm gördük. Şu muhârebe ayniyle bu def‘a ibtinâ eylediği esâs üzerine [10] mübtenî olarak 1269 senesinde ya‘ni bundan 25 sene mukaddem Kırım Muhârebesi tarzında meydâna çıkmış idi. O zamân İngiltere ve Fransa’nın ve onlara teba‘iyyet eden sâir hükûmetlerin bi’l-fi‘il müdâhalesiyle Rusya’nın buraca îzāh ve tafsīline hâcet olmayan âmâl-i ma‘lûmesi önüne sedd çekilip, 1856 sene-i mîlâdiyyesinde Paris’te akd olunan mu‘âhede-i sulhiyye Rusya devletini âmâl-i mezkûreyi tecdîdden men‘ eylemekte idi. Her devlet kendi menâfi‘ini taharrî ve istihsālde tab‘an ma‘zûr olduğu cihetle, burada da Rusya’yı âmâl-i şarkiyyesinden dolayı muâheze etmeye lüzûm görmeyiz. Zîrâ o nasıl kendi emelini istihsāle sa‘y etmiş ise bizim dahi mümâna‘ata ondan ziyâde sa‘y etmekliğimizi kimse men‘ eylememiştir. Eğer şâyân-ı tevbîh bir şey var ise o da bizim bi’l-mukābele uyanık bulunarak sa‘y u gayrette kusūr etmeyeceğimize bedel, bi’l-akis hiçbir gûne sa‘y u gayrette bulunmamış olduğumuz kaziyyesidir. Bu gayretsizliğimiz îzāhât ve berâhîn-i âtiyye ile sâbit olacaktır. Paris Mu‘âhedesi Rusya için ibrâz-ı mâ-fi’z-zamîre mâni‘ olduğu müddet, Rusya devleti Slav komitaları ma‘rifetiyle yalnız ba‘zı teba‘a-i gayr-ı müslimenin saltanat-ı seniyye-i Osmâniyye aleyhine kıyâm etmeleri teşvīkıyle iktifâ eyledi. Zîrâ istihsāl-i emel kaziyyesinin sâir müfredât-ı fürû‘âtını bu kıyâm esâsı üzerine binâ [11] edecek idi. Girid fesâdlarından kat‘-ı nazar,
28
AHMED MİDHAT EFENDİ
fakat 1278 ve 1279 senelerinde Sırbiyye taraflarından Niş eyâletine geçen eşkıyâ bandaları ve 1282 ve 1283 senelerinde Memleketeyn’den Tuna vilâyeti dâhiline mürûr ederek Bulgarları isyâna sevk etmeye çalışan eşkıyâ fırkaları, işte bu teşvīkler ile oralara sevk olunmuşlardır. Vâkı‘â eşkıyâ-yı merkūme tenkīl edilmişler idi. Ancak Slav komitalarının teşvīkāt ve teşcî‘âtı yine devâm etmekte idi. Bu teşvīkāt ve teşcî‘ât bir yandan devâm etmekte olsun, 1870 ve 1871 sene-i mîlâdiyyelerinde ya‘ni 1286 senesinde Fransa ile Almanya devletleri arasında muhârebe-i ma‘lûme vukū‘a gelip de Fransa mağlûb ve imparatoru bulunan III. Napoléon [1852-1870] menkûb olunca, Rusya devleti o zamâna kadar kendisini tervîc ve istihsāl-i âmâlden men‘ eden Paris Mu‘âhedesi’ni muhâfazada dâimâ uyanık bulunan İngiltere ve Fransa gibi iki nigeh-bândan birisinin munkalib olduğunu görerek, her ne kadar diğerinin derece-i sebât ve metânetini henüz tecrübe etmemiş idiyse de, o zamâna mahsūs olmak üzere biraz ihtiyâtlıca davranıp Paris Mu‘âhedesi’nin külliyyen ilgāsını değil, fakat Karadeniz’e âid olan şartlar gibi kendi menâfi‘ini doğrudan doğruya ihlâl eyleyen kısmını ta‘dîl nâmıyla fesh için ortaya atıldı ve bunun men‘-i ta‘dîline hasbe’l-hâl İngiltere devleti dahi muktedir olamayınca 1871 senesinde Londra’da [12] akd olunan bir mukāvelenâme, Rusya’nın emeli vechile Paris Mu‘âhedesi’ni ta‘dîl eyledi ki, işte muhârebe-i hâzıraya kadar Rusya’yı teşvīk eden bu fırsattır. Şu tecrübe, Rusya için pek nâfi‘ bir tecrübe oldu. Zîrâ Fransa düştükten sonra Paris Mu‘âhedesi’nin artık yalnız İngiltere tarafından muhâfaza edilemeyeceği hakīkati meydâna çıktı. Bu hakīkati biz, ya‘ni Osmanlılar, şimdi olan, olup biten, bitmek derecesine geldikten sonra görmekte isek de gözü açık bulunanlar bunu bizden pek çok zamân evvel görmüşlerdir. İşte Fransa sukūtu, Paris Mu‘âhedesi’ni muhâfaza ve Rusya âmâlini men‘ için ne kadar mühim olduğuna ve ol bâbda İngiltere devletinin ne sūretler ve keyfiyyetlerle âciz kalacağına dâir Morning Post gazetesinin 1874 senesi Temmuz’unun 14’ü târîhli nüshasında bend-i âtî okunmuştur ki mes’elenin bu cihetini hem îzāh etmek ve hem müdde‘âyı bir burhân-ı hāricî ile isbât eylemek için bend-i mezkûrun aynen tercümesini ber-vech-i âtî derc eyleriz.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
29
Resim 3: Bulgar ahâlisinin ayaklanışı. (Ali Fuad, Musavver 1293-1294 Osmanlı-Rus Seferi, Kitabhane-i İslâm ve Askerî, İstanbul 1326, c. 1, s. 169.)
[14 Temmuz 1874’te Morning Post Gazetesinde Yer Alan, Paris Muâhedesi’nin Tâdiline Dâir Bir Yazı] Sūret-i Tercüme-i Bend “Mes’ele-i şarkiyyenin dâimâ taht-ı mübâhesede bulunduğu, nazar-ı teessüfle görülmektedir. İşbu mes’eleye dâir Lord Connell tarafından irsâl olunup zîrde münderic bulunan mektûbdan anlaşıldığına göre vekāyi‘-i ahīra üzerine birkaç ay olsun sükûnet hâsıl olup [13] bu sükûnet hengâmında mes’ele-i şarkiyyenin istinâd-gâhı olan ahidnâme halelden vikāye olunacaktır. Binâberîn mûmâ-ileyh işbu mühlet zarfında Devlet-i Osmâniyye’yi hāricden vukū‘ bulacak bir hücûmdan muhâfaza etmek kaziyye-i müşkilesinin bilâ-ıztırâb mütāla‘a olunmasının mûcib-i menâfi‘ olacağını ümîd ile bu mes’ele hakkında düvel-i sâire vükelâsının nazar-ı dikkatlerini da‘vet eder. Mûmâ-ileyhin efkârına göre mes’ele-i şarkiyye yakın vakitte meydân-ı münakaşaya vaz‘ olunmayacak ise de bunun bir sūret-i kat‘iyyede faysal-pezîr olmuş olduğuna zâhib olmak Avrupa’nın hâl-i hâzırına asla muttali‘ olmamak demektir. Bu mes’elenin hâl-i sükûnette kalmasını te’mîn eden muvâzene-i düveliyye iki sebeble muhtel olup, III. Napoléon’un izmihlâliyle İngiltere devleti, Devlet-i Aliyye’nin tamâmiyyet-i mülkiyyesine bir zāmin-i müşteriğini kayb ettikten başka, Avrupa’da kendi nüfûzuna sinîn-i vefîreden beri ba‘zı kuvvet veren bir müttefikten dahi mahrûm olmuştur. Lord Connell fi 4 Eylül 1870 târîhinde Tuileries Sarayı’ndan kaldırılan sancak ile
30
AHMED MİDHAT EFENDİ
berâber İngiltere’nin te’sîr-i nüfûzunun zâil olmuş olduğunu ve târîh-i mezkûrdan beri Avrupa’da İngiltere’nin nüfûzu cârî olamayarak bir mu‘în-i müşteriği rehîn-i izmihlâl olup, onun yerine başka bir devlet dahi bulunamadığı cihetle, Devlet-i Aliyye’nin bekāsı kesb-i su‘ûbet etmekte olduğunu iddi‘â [14] etmiştir. Bundan başka havf u endîşeye diğer bir sebeb daha vardır: Almanya ve Fransa beyninde vukū‘ bulan muhârebe-i ahīra, mes’ele-i şarkiyye üzerine doğrudan doğru[ya] ve muzır bir sūrette te’sîr etmiş olduğu gibi zuhûru ziyâdesiyle muhtemel olan yeni bir muhârebede dahi Rusya’nın 1870 senesinde vukū‘a gelen hareket-i iğtinâm-cûyânesi yine zuhûr edecektir. Öyle bir hâlde 1870 senesinde olduğu gibi Fransa yine muhârebe ile meşgûl ve Avusturya dahi Rusya’nın hareketine ve Almanya ile olan ittifâkına binâen, gerek politika ve gerek muhârebece müdâhaleden ictinâb etmeyi iktizā-yı hâlden add edebilecek ve bu takdîrde hâl-i hâzırı muhâfaza vazīfesi münferiden İngiltere devletine âid olacak ve İngiltere devleti bu takdîrde yalnız olarak muhârebeye veyâhud şân u şerefini fedâya mecbûr bulunacaktır. Bir sūrette İngiltere devleti 1856 ve 1871 mu‘âhedâtını münferiden muhâfazaya mecbûr olacağı meczûm bulunduğu misillü, mu‘âhedât-ı mezkûre aleyhinde Rusya devleti tarafından i‘tirâzāt vukū‘u İngiltere nüfûzunun azalmasından dolayı daha ziyâde muhtemeldir. Karadeniz’e dâir olan mu‘âhede husūsunda ve Asya-yı vusta mesālihinde görüldüğü vechile, Rusya’ya emniyyet kalmadığı hâlde İngiltere’nin Fransa veyâhud Avusturya tarafından dahi mu‘âvenet bekleyemeyeceği âşikârdır. İşte [15] İngiltere devleti yalnız dahi bulunsa vezāif-i ahdiyyesinin icrâsından ictinâb ve istinkâf edemez. Hâl bu merkezde olduğundan, Lord Connell İngiltere için iki şık bulunup; ya pâyitaht-ı saltanat-ı seniyyeyi ecânibin zabt u istîlâsına terk veyâhud politikasını vikāye etmek üzere esbâb-ı vesâil-i cedîde taharrî etmesi lâzım geleceğini beyân ederek, birinci şıkkı kaviyyen redd ile İngiltere’de umûmen erbâb-ı politikanın Dersa‘âdet’i Rusya’nın tasallutundan muhâfaza kaziyyesinde müttehidü’l-efkâr olduklarını ifâde ve ityân eylemiştir. Mûmâ-ileyhin efkârını redd veya inkâr edenler ender ise de matlûb olan netîcenin fi‘ilen sūret-i istihsāli çâresi aranılır ise müşkilât-ı azīmeye tesādüf olunmaktadır. Lord Connell Fransa’dan bahs ederek, Fransa’nın İngiltere’ye mu‘âvenete muktedir olmak üzere kesb-i kuvvet etmesi erbâb-ı akıl ve dirâyet olan bi’l-cümle İngiltere vükelâsının arzusu olduğunu beyân etmiş ise de Almanya ile Fransa beyninde karîben bir muhârebe melhûz oldukça Fransa’nın iktidâr-ı lâzım kesb etmesi pek de me’mûl olmadığı ve Fransa’nın bi’t-tabi‘ Rusya’dan imdâd arzusunda bulunacağını ve hudûdunu muhâfaza ederek mes’ele-i şarkiyye gibi bir ta‘ahhüd-i ba‘îd hakkında İngiltere ile ta‘ahhüdât-ı müştereke der-uhde etmeyeceğini ilâve eylemiştir. Lord Connell ba‘dehû Lord Palmerston tarafından mukaddemleri teşkîl olunmuş olan düvel-i erba‘a ittifâkına imtisâlen düvel-i garbiyye [16] beyninde bir ittifâk akdi efkârına dahi nakl-i kelâm ederek düvel-i müşârun-ileyhimin Devlet-i Aliyye’nin tamâmiyyet-i mülkiyyesinin muhâfazasında menfa‘atleri der-kâr ve kendi kuvvetlerinin bahren müessir olacağı bedîdâr ise de berren Memâlik-i Mahrûse aleyhinde vukū‘ bulacak tecâvüzâtı men‘ edemeyeceklerini fevka’l-âde efkâr-ı sāibe ile beyân etmiştir. Binâberîn Lord
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
31
Connell Avrupa’nın hâl-i hâzırına nazaran, Almanya devleti kendisinin medhali bulunmayan her nev‘ ta‘ahhüdâtı semeresiz bırakmaya muktedir bulunacağından devlet-i müşârun-ileyhânın mu‘âveneti munzam olmayınca İngiltere’ce mültezem olan maksadın hâsıl olamayacağını hātime-i makālesinde ihtār eder. Almanya’nın bu harekette bulunup bulunmayacağı ümîdine gelince, Lord Connell İngiltere vükelâ-yı sâbıkasının beyân ettikleri İngiltere ile Almanya ittifâkı bir hülyâ değilse, 1856 ahidnâmesi Prusya devleti tarafından dahi imzā olunmuş olduğundan ve başka sūretle ittifâkımız mümkün olamayacağından ahidnâme-i mezkûrun Prusya devleti tarafından muhâfaza olunması lâzım gelir, demiş ise de bu delîli kabûl edemeyeceğimizi maa’t-teessüf beyân ederiz. İngiltere vükelâ-yı sābıkasının Almanya’nın İngiltere ile olan ittifâkı hakkında der-meyân ettikleri iddi‘ânın sıhhati muhtemel ise de Almanya devleti Memâlik-i Osmâniyye’nin tamâmiyyeti ahdine dâhil olmaksızın İngiltere ile münâsebât-ı dostâne icrâ edebilir. Lord Connell, beyne’d-devleteyn bu bâbda bir mu‘âhede mevcûd olduğuna [17] tamâmiyle i‘tikād etmediği sūret-i ifâdesinden anlaşılır ise de bu misillü bir te’mînâtın muhassenâtından bahs etmesi pek becâdır. Çünkü böyle bir ta‘ahhüd bulunduğu hâlde mes’ele-i şarkiyyenin zuhûruna mâni‘ olacak ve fi 15 Nisan sene 1871 târîhli mu‘âhedenin dahi kesb-i kuvvet etmesini îcâb edecek ve Avusturya’ya der-uhde etmiş olduğu vezāifinin icrâsına şevk ve gayret verecek ve Rusya imparatoru dahi Rusya’da Karadeniz’e dâir olan mevâdd-ı ahdiyyenin feshini musirrâne taleb etmiş ve yeniden münâza‘ât-ı vahīme çıkarmaları muhtemel bulunmuş olan gürûhun tahrîkâtının men‘i için kuvvet i‘tā edecektir. Bundan mâ-adâ Rusya’nın Bahr-i Sefîd sevâhilinde ve Avrupa-yı vustada tevsî‘-i memâlik etmesi hiç bir vakitte Almanya’nın efkârına mutābık olmamış ve ba‘d-ezîn dahi olamayacaktır. Bu mütāla‘a sıhhatten hālî olmayıp Almanya Tuna Nehri ağızlarının Rusya tasarrufuna geçmesine kāil olamaz ise de Almanya’nın dahi hem Fransa ve hem de Rusya ile birlikte uğraşmaktan müctenib olması tabî‘î olduğundan, Fransa ile tekrâren kat‘-ı münâsebât ettiği hâlde yine Rusya’nın rızāsını tahsīle de mecbûr olması muhtemeldir. Bu hâlde mevzû‘-i bahis olan mes’ele, Fransa ile Almanya’nın münâsebât-ı mütekābileleri üzerine müsteniddir. Münâsebât-ı mezkûre şübheli bir hâlde oldukça Almanya dahi Rusya’nın arzu ve politikasına ri‘âyet-i [18] mahsūsada bulunmaya mecbûr ve Fransa dahi Rusya’nın teveccüh ve mu‘âvenetine tālib olacaktır. Rusya ise efkâr-ı ma‘lûmesini ya Almanya veyâhud Fransa ile uzlaşıp istihsāl edebileceğinden, mes’ele pek mechûldür. Maa-hâzâ İngiltere politikasının maksadının ne olmak lâzım geldiğinin ta‘yîni âsân olup İngilizler, Fransa ile Almanya beyninde muhârebe zuhûrunu men‘ ve beynehümâda münâsebât-ı dostâne peydâ etmek ve ikisinin dahi müttefik-i tabî‘îleri olduklarından ve Avrupa’da Rusya’nın tevsî‘-i nüfûzuna sedd-i mümâna‘at olmak üzere Devlet-i Aliyye’nin muhâfazasında ikisi ile dahi müşterek bulunduklarından, devleteyn-i mezkûreteyn ile olan vedd ü musāfâtın halelden vikāyesine sa‘y etmelidirler. Fransa ve Almanya mes’elesi teskîn olunmuş olsa idi, mes’ele-i şarkiyye dahi bi’t-tabi‘ zâil olup bir daha üzerine sarf-ı zihin etmeye ve belki kāle almaya bile hâcet kalmaz. Fakat Fransa ile Almanya muhârebe edecek olsalar
AHMED MİDHAT EFENDİ
32
İngiltere tarafından dahi Devlet-i Aliyye’nin tamâmiyyet-i mülkiyyesini hangi devlet fedâ edecek olur ise onun aleyhine kıyâm olunmak lâzım gelir. Bu politikanın ikrâr ve i‘lânı muhârebe ihtimâlinin sulh u salâha tebeddülünü mûcib olur. Bu mes’ele üzerine mu‘ayyen bir politikaya karâr verilip i‘lân-ı meslek etmez isek men‘i kābil iken ileride birtakım hâdisât-ı müteessifeye giriftâr oluruz. Efkâr ve mâ-fi’z-zamîrimizi [19] doğrudan doğru i‘lân ettiğimiz hâlde, İngiltere devleti müttefiksiz kalmayarak mes’elenin zuhûrunu men‘e muktedir olan devletler sırasında mevki‘ini bi’t-tabi‘ ihrâz eder. Almanya ve Avusturya ve Fransa ve İtalya devletleri cümleten İngiltere gibi mes’ele-i şarkiyyenin Rusya ma‘rifetiyle hasm u faslını men‘ etmek husūsunda alâkadâr bulunmaktadırlar. İşte hâl böyle olup umûr-ı ecnebiyyece daha müessir bir politikaya sülûk edeceklerini va‘ad etmiş olan İngiltere vükelâsı, mes’ele-i şarkiyye hakkında hâl-i hâzırın muhâfazasında muvaffak olamaz ise acâyib olur.” (İntehâ) Bu bend, ol vakit mes’ele-i şarkiyyenin bulunduğu hâli ve Rusya tarafından muhâfaza edilen âmâli bi’t-tasvîr, İngiltere devletinin ittihāz edeceği politikanın da âdetâ resmî bir planı olmak derecesinde bir ehemmiyyeti hâiz olmuştur. Zîrâ birtakım devletlerin Londra’da mukīm sefîrleri, bend-i mezkûru sūret-i mahsūsada olarak devletlerine arz u ihtār eylemişlerdir. İngiltere’ce bu bend-i mahsūsun mütāla‘asından hâsıl olan ma‘lûmât, Rusya devleti nezdinde mestûr olacağını i‘tikād eylemek elbette pek büyük bir hatādır. Bi’l-akis Rusya devleti kendi ednâ menâfi‘ini muhâfaza veya istihsāl emrinde dâimâ gözü açık bulunduğu için hakāyık-ı mezkûre Londra’ca tahakkuk ve ta‘ammüm etmeksizin Rusya devleti nezdinde, hem de daha ziyâde etrâfıyla tahakkuk eylemiş olmak lâzım gelir. Fransa [20] şevket-i ûlâsından düşer düşmez Rusya’nın asla vakit kayb etmeksizin Paris Mu‘âhedesi’ni ta‘dîl ettirmeye şitâb eylemiş bulunması bunu isbâta kâfî olduğu misillü, ondan sonra politika mebâhisinde Berlin Memorandumu diye şöhret bulan mukāveleyi vücûda getirmekten teahhur etmemiş olması dahi başkaca bir nazar-ı ehemmiyyete alınacak mevâdd-ı müsbitedendir. Rusya ve Avusturya ve Almanya başvekîllerinin Berlin şehrinde ictimâ‘ıyla akd eyledikleri karârnâme, Rusya’nın âmâl-i şarkiyyesini istihsāl için vesâil-i hāriciyye-i düveliyyeden olup, hâlbuki Slav komitaları vâsıtasıyla Slav teba‘a-i şâhânenin teşvīkātı gibi başkaca ve müstakil olan bir teşebbüs dahi diğer taraftan devâm eyler idi. Bosna ve Hersek ve muahharan Bulgaristan’da zuhûra gelen isyânlar, işte bu teşebbüsün semereleridir. Devr-i Abdülazîz Hānî’de [1861-1876], vâkı‘â hāricen Devlet-i Aliyye’nin etrâfında dolaşan tehlikeleri görecek göz yok idiyse de hiç olmaz ise dâhilen zuhûr eden sivilcelerin birer şîr-pençe-i helâk mukaddimesi olduklarını görebilmek lâzım gelir idiyse de izzet-i nefisten başka hiç bir şeye sarf-ı zihin edilmeyen bir
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
33
devirde bunlar dahi görülmemiş ve daha garîbi olmak üzere, Bosna vâlîsi, Bosna ve Hersek ihtilâlinin derhâl bastırılması bir mikdâr asker irsâline vâbeste olduğunu kemâl-i ehemmiyyetle yazdığı ve ol vakit sadâret mektûbçuluğunda [21] bulunan Sa‘îd Paşa kalemiyle Es‘ad Paşa tarafından Bosna vâlîsine yazılan tahrîrâtta, isyânı kable’t-tevessü‘ hemen bastırmak için vâlî-i müşârun-ileyhe murahhasiyyet-i kâmile verilmiş olduğu hâlde, Es‘ad Paşa’nın tereddüd ve za‘af-ı kalbine munzam olan sâir ba‘zı esbâbdan nâşî, diğer bir emr-i sâmî ile işbu me’zûniyyetin hükmü tağyîr ve vâlî-i müşârun-ileyhin yed-i cür’et ve kudreti takyîd olunduğundan dahi anlaşılacağı vechile, ileride hakīkaten bir şîr-pençe-i helâk olacağı muhakkak bulunan sivilceler, devletin nazar-ı ehemmiyyetine arz u ihtār edildiği hâlde de görülmek istenilmemiştir. Şu hakīkati isbât için emirlerin ikisi dahi ber-vech-i âtî aynen derc olunur. [Sadâretten Bosna Vâlîsine Yazılan] İlk Tahrîrât-ı Sâmiyenin Sūreti “Hersek mes’ele-i müellimesi üzerine vâki‘ olan teşebbüsât-ı mehâm-dânî-i devletleri, kâffeten merkezin efkârına ve muktezā-yı vakt u zamâna mutābık olduğundan hakk-ı âlîlerinde teveccühât-ı refî‘u’d-derecât-ı veliyyü’n-ni‘met-i bîminnet ân-be-ân artmakta ve devlet ve hey’etçe mazhar-ı takdîr-i dâimî olan hidemât-ı fâika-i müşîrîlerinin zamîme-i mahsūsası olmak üzere, bu emr-i mühimde dahi karîben muvaffakiyyet-i âcile ve kâmile-i saff-derîlerinin teyessür-i husūlüne intizār kılınmaktadır. Nezd-i devletlerinde muhtâc-ı îzāh olmadığı üzere, bu misillü gavâil-i dâhiliyye kendi mevki‘ ve dâiresi içinde kalmış olsa cem‘iyyât-ı isyâniyyenin ef‘âl-i gayr-ı meşrû‘asını her nasıl olsa [22] mahv u ibtāl eylemek kābil olur ise de âsâyişi umûmiyyenin ehemmiyyetini takdîr etmeyen ve niyyât-ı garaz-kârânelerini tervîce yol arayanlar için bu türlü vukū‘âttan büyük fırsat olamayacağından ve fesâdın imtidâdı nisbetinde onların dahi menfa‘at ve hareket-i garaz-kârâneleri kuvvet bulacağından, o misillü ahvâl-ı mahūfeye mahal bırakılmamak için yed-i iktidârda her ne türlü tedâbîr var ise onun cümlesini sarf u îfâ eylemek vâcibâttandır. Bu cümle ile berâber Devlet-i Aliyye muhâfaza-i sulh-i salâh emrinde olan arzu ve i‘tinâsını te’yîd eylemek ve lüzûm-ı kat‘îye müstenid olmaksızın irâka-i dimâyı tecvîz etmemek için mes’ele-i mezkûrenin mebâdîsinde tedâbîr-i mülâyimâne ve mu‘tedilâneyi dahi iltizâm eylemiş ise de ne çâre ki bu yolda sarf olunan mesâ‘î-i mahsūsa ve erbâb-ı isyâna gösterilen mu‘âmelât-ı müşfikānenin asla te’sîr ve fâidesi görülemeyip, bütün aksi ahvâl zuhûr etmiş ve gāile-i mütehaddise dâhilen ma‘lûm-ı vâlâları olan ehemmiyyet ve cesâmeti kesb eylemiş olduktan mâ-adâ, bu bir iki günden beri politikaca dahi gāyet mühim ve devâmı ma‘âzallâh envâ‘-ı mehâzîri müstelzim birtakım nazariyyâta tesādüf etmeye başlayıp birkaç gün daha şu fesâdın def‘ u izâlesi uzayacak olur ise bu işe âdetâ
34
AHMED MİDHAT EFENDİ
fi‘ilen müdâhelât-ı düveliyye karışacağı teyakkun olunmuştur. Böyle bir müdâhalenin vukū‘u muvâzene-i umûmiyyece nasıl sû-i te’sîrâtı ve Devlet-i Aliyye’nin mes’ele-i tamâmiyyet-i mülkiyyesince ne türlü nazariyyât [23] ve mübâhesâtı intâc edeceği zât-ı devletlerine hafî olmadığından, işte şimdi yapılacak tedbîr, işin şu derece-i müdhişeye gelmesine mahal vermemekten ibâret olup bu dahi usâtın şimdiki hâl-i mevki‘lerinden bir adım daha ilerlemelerine kudret vermeyip, mevcûd olan kuvvet ve cem‘iyyetleri ne raddede ise ol kuvvet ve cem‘iyyetin mevâki‘-i hâzıralarında serî‘an ve âcilen kesr ü imhâsına mütevakkıf bulunduğundan, şu maksadın istihsāli için ne nev‘ harekât ve tedâbîr-i askeriyye lâzım ise bilâ-te’hīr îfâsı için velî-ni‘metimiz pâdişâhımız efendimiz zât-ı devletlerine me’zûniyyet ve muhtâriyyet-i mahsūsa i‘tā buyurmuş oldukları gibi buradan taleb olunan mu‘âvenâtta kat‘an dirîğ-i müsâ‘ade olunmayacağından ve evvelce sevk olunan askerden başka, dünkü gün dahi iki tabur asker irsâl kılınıp tedâbîr-i mukteziyye-i âtiyye dahi peyderpey îfâ kılınacağından, cânib-i vâlâlarından dahi vesāyâ-yı mebsûtanın serî‘an izhâr-ı âsâr-ı fi‘iliyyesine sarf-ı mâ-hasal-ı himmet ve miknet buyurulması lâzım geleceği beyânıyla, şukka-i mahsūsa terkīmine ibtidâr kılındı.” [Sadâretten] Ba‘dehu Şifre ile 17 Haziran Sene 1291 Târîhinde Bosna Vilâyetine Yazılan Telgrafnâme-i Sâmî Sūretidir: “14 Haziran sene 1292 târîhli telgrafnâmeleri meâline kesb-i ıttılâ‘ olundu. Sūret-i iş‘âr-ı vâlâlarına göre [24] firârîlerin tavır ve hareketlerini değiştirerek başka bir yol tutmuş oldukları ve işin nesāyıh ve vesāyâ derecesini geçmiş olduğu anlaşılmış ise de ne çâre ki mütāla‘a-i devletleri gibi şimdi ol tarafa bir tabur asker gönderilecek olsa, âdetâ bir ordu sevk olunması derecesinde tutularak türlü erâcif ve rivâyâta sebebiyyet vereceğinden ve Karadağlılar ise bu hareket-i cüz’iyye-i askeriyyeyi ser-rişte ittihāzıyla bu kere ba‘zı devletler nezdinde icrâ etmiş oldukları teşebbüsâtı bir kat daha te’kîd edeceklerinden, bu cihetle asker irsâli mahzûrlu görünmesiyle, bundan sarf-ı nazarla merkez-i livâdan ol tarafa lüzûmu mikdâr neferât-ı zabtiyye sevk ve i‘zâmı münâsib gibi görünmüş olduğundan, hemen mahallince icrâ-yı îcâbı husūsunun Hersek mutasarrıfı paşa tarafına serî‘an emr u iş‘ârı ve fakat Karadağ’dan avdetle sâir karyeler ahâlîsini vergi vermemeye ve harekât-ı serkeşâneye teşvīk ve iğrâ etmekte oldukları beyân ve iş‘âr kılınan mezkûr firârîler haklarında birdenbire şiddet mu‘âmelesi gösterilmeyip, mülkiyye me’mûrlarından söz anlar birinin içlerine gönderilip esbâb-ı şikâyet ve merâm u maksadları ne olduğunun tahkīk ve istiknâh edilmesi ve bu me’mûrun merkez-i vilâyet erkânından intihāb ve ta‘yîn kılınması îcâb-ı hâlden olmasıyla, ol vechile iktizāsının sür‘at-i icrâsı ve Karadağ mes’ele ve gāilelerine dâimâ hem-civâr bulunan kurâ ahâlîsinin ahvâl [25] ve keyfiyyâtı sebebiyyet vermiş olduğu ma‘lûm-ı sâmîleri olan mevâddan olup düvel-i fahīme-i mu‘azzamanın hıfz-ı âsâyişe fevka’l-gāye sarf-ı mesâ‘î ve himmet etmekte oldukları bir zamânda, Hudâ-negerde bir Karadağ mes’elesi tahaddüsüne ve muhârebe ve mukātele vukū‘una Devlet-i
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
35
Aliyye’ce bir gûne sebebiyyet verilecek olur ise böyle bir mes’ûliyyetin mehâzîr ve mazarrât politikası dâire-i hesâb ve kıyâstan hāric olacağından, bu şerâre-i fitne ve fesâdın etrâfa sirâyetine zamân ve mahal bırakılmayarak, dirâyet ve fetānet-i müselleme-i düstûrîleri iktizāsınca i‘mâl-i tedâbîr-i sulhiyye ve hakîmâne ile bir an evvel def‘ u izâlesine sarf-ı vüs‘ u makderet buyurulması matlûb ve muntazırdır.” Bosna ve Hersek isyânı gibi bir gāile-i mühimmeyi ber-taraf etmek için şu yolda davranılır ise ber-minvâl-i ma‘rûz verdiğimiz ma‘nâdan başka ne ma‘nâ verilmek muhtemeldir? Ve böyle emirler alan bir vâlî ne yolda harekete mecbûr olur? Hele Berlin Memorandumu’nun müstenid olduğu makāsıdın hakīkat ve ehemmiyyeti ise bütün gazetelerde an‘anesiyle münderic bulunduğu hâlde, sadr-ı esbak Mahmûd Nedîm Paşa’nın zamân-ı sadâretine müsādif olan bu madde İstanbul’ca bir türlü nazar-ı ehemmiyyete alınmamıştır. O zamân Prens Gorçakov ile Kont Andrássy Berlin’de bulunup, icrâ-yı müzâkerâtla iştigāl etmekte idiler. Yine o zamân [26] Mahmûd Nedîm Paşa’nın sadâretten teb‘îdi kaziyyesi vukū‘a gelmekle, bu tebeddülün nasıl bir te’sîr hâsıl eylediğini mübeyyin, yine Berlin’den yazılmış bir beyânnâmeyi ber-vech-i âtî derc eyleriz ki mezkûr beyânnâmenin hükmü o günlerde intişâr eyleyen şimâl gazetelerinin mündericâtıyla musaddak bulunduğu ve bu gazetelerden ba‘zılarının hulâsa ve rûh-ı güftârı mezkûr beyânnâme içinde dahi münderic olduğu cihetle, kaziyyenin doğruluğuna şübhe edilemez. Resim 4: Mahmud Nedim Paşa. (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, Deniz Kültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 24.)
36
AHMED MİDHAT EFENDİ
[Mahmûd Nedîm Paşa’nın Sadâretten Uzaklaştırılmasının Nasıl Tesirler Hâsıl Eylediğini İfâde Eden Berlin’de Yazılmış Bir Beyânnâme] Sūret-i Beyânnâme “Mahmûd Paşa’nın azli havâdisi te’sîrât-ı külliyye hâsıl eylemiştir. Şöyle ki Mahmûd Paşa’nın ref‘iyle evvelce teferru‘âtına varıncaya kadar düzülmüş ve hâzırlanmış bir plan ân-ı vâhidde mahv oldu.” “Mes’ele-i şarkiyyenin halline medâr olacak ehemmiyyetli bir zâtın mahv olduğunun ve Türkiye’de onun mesleğine tâbi‘ olacak bir adamın zuhûr edebilememesi ihtimâlinin hâsıl ettiği keder ba‘zı diplomatların yüzünde âşikâr oldu.” “Hattâ bu husūsta nîm-resmî ba‘zı gazeteler bile ‘Mahmûd Paşa’nın azliyle mes’ele-i şarkiyyenin kolayca halline medâr olacak bir vâsıta mahv oldu ve şimdiye kadar edilen teşebbüsât büsbütün râbıtadan çıktı’ misillü makālât neşr etmişlerdir. Bu bâbda hâsıl olan küdûretten başka, memleketinin menâfi‘inden [27] gayrı bir menfa‘ate kapılmayan ba‘zı adamların iş başına gelmesi ihtimâli endîşesi de ba‘zı gazetelerde görülmektedir.” “Dün öğleden evvel Prens Gorçakov mecliste pek çok makāle-i şedîde serd eylemiştir. Ve kendisiyle Kont Andrássy beyninde muhâlefet-i efkâr zuhûr eylediğinden, bu ikisinin perşembe gününe kadar Berlin’de kalmaları îcâb eylemiş ve Rusya hāriciye nâzırı esnâ-yı kelâmda arada sırada hiddetten sükûnete ve sükûnetten hiddete gitmiştir.” “Öğleden sonra sadrıâzamın … Paşa olmaması ile bir dereceye kadar teskîn-i küdûret olundu ve ba‘zı ihtimâlât yine mevcûd kaldı. İşte bu havâdis üzerine verilen karârın bir güzel netîceye varacağı teferrüs edilmiştir ki bu da evvelki karâr gibi Memâlik-i Osmâniyye’ye asâkir idhâli ve husūsāt-ı dâhiliyyeye müdâhale husūsları olmayıp, yalnız evvelce edilen va‘adlerin kâmilen icrâsıyla Memâlik-i Osmâniyye’de olan ecnebî teba‘alarının muhâfazasından ibârettir. Üç İmparatorlar İttifâkı’na düvel-i sâirenin dahi celb olunabilmesi için bu karâr Berlin’de olan süferâya bildirilecektir.” “Acaba ne sebebe mebnî evvelki karâr tebdîl olundu?” “Bize kalır ise bu tebeddül iki sebebe mebnîdir. Birincisi Mahmûd Paşa’nın infisāli ve bir de Rusya imparatoru haşmetlü [28] Aleksandr [İkinci, 1855-1881] hazretlerinin sulha mâil olmasıdır. İşte buradan da Rusya’da muhtelif iki politika efkârı mevcûd olduğu zāhir oldu. Bunlardan birincisi Rusya imparatorunun efkârıdır, ki bu da Üç İmparatorlar İttifâkı’nı muhil olan her nev‘ muhârebelerden ictinâbdır. Diğeri de ba‘zı zevâtın ve hemen kâffe-i milletin efkârıdır, ki bu da ne sūretle olur ise olsun bir ayak evvel mes’ele-i şarkiyyenin hallidir. Mes’elenin halli ise Devlet-i Aliyye’nin
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
37
ızrârıyla olacağından, bu bâbda dakīka fevt edilemez. Gerek amden ve gerek mingayr-ı ta‘ammüd Devlet-i Aliyye’yi ızrâr edebilecek bir adamın İstanbul’da kuvvetten düşmesi ise epeyce büyük bir zarardır.”
Resim 5: Üç İmparatorlar İttifakı’nın üyeleri Rusya, Almanya ve Avusturya imparatorları. (Ali Fuad, Musavver 1293-1294 Osmanlı-Rus Seferi, C. 2, Kitabhane-i İslâm ve Askerî, İstanbul 1326, s. 41.)
AHMED MİDHAT EFENDİ
38
“İşte burayı şimâlî gazeteler dahi fark ederek Mahmûd Paşa’nın azli diğer vükelânın tebeddülü gibi olmayıp me’mûlden ziyâde bir te’sîr hâsıl eyledi diye yazmışlardır ki vâkı‘an tebeddül-i ahīr üzerine Memâlik-i Şâhâne mümkün mertebe canlandı. Ve bundan mukaddemleri bürûdet üzere bulunan düvel-i garbiyye hakīkī dostluk arzu etmeye başladı ve Berlin Konferansı bidâyetinde neşr olunan şu havâdis, ki Memâlik-i Osmâniyye’ye ecnebî askeri idhâli veya sūret-i âharla müdâhale olunması veya Memâlik-i Şâhâne’nin taksîmi maddeleridir, onlar battı.” [29] “İşte İstanbul’daki bu tebeddülât ve asker ile olacak müdâhelâtı Andrássy’nin adem-i kabûlünden sonra zuhûr eylemiş olan sulh u âsâyiş telgrafları ziyâdesiyle memnûniyyetimizi mûcib olmuştur.” “Eğer hakīkaten Osmanlı hükûmeti ekserî diplomatların iddi‘â ettikleri gibi sahîhan in‘idâma karîb ise hiç olmaz ise bu hükûmetin mezârı üzerinde dökülecek kanları görmeyelim. Lâkin esef ederiz ki ba‘zı zevât mesleklerinde devâm ettikçe mes’ele-i şarkiyyenin büsbütün ber-taraf olması ihtimâlden ba‘îddir.” “Sulh u âsâyişe olan muhabbetiyle şöhret-şi‘âr olan Rusya imparatoru cenâblarının zamân-ı hükûmetlerinde bir mes’ele-i şarkiyye muhârebesi çıkması sahîhan şâyân-ı teessüftür.” “Bu politikanın tehlikesi sulh-i umûmînin tahlîline değil sebeb olmak, belki Rusya’ca dahi büyük fenâlıklara sebeb olabilir. Rusya politikasının Devlet-i Aliyye aleyhinde isti‘mâl eylediği silâh ile Rusya ahâlîsinin de ıslâh-ı ahvâline bir himmet eylemek doğru olabilir zann ederiz.” (İntehâ) Bu beyânnâme, mehâlik-i hāriciyyeye mukābil dâhilin hâlini şerhe kâfîdir. İmdi Bosna ve Hersek’te isyânın derhâl bastırılmasına ehemmiyyet verilmemesi kadar, Slav komitaları [30] vesâtatıyla Sırbistan ve Karadağ ve hattâ Avusturya Hırvatistan’ından bile akçe ve esliha ve mühimmât ve gönüllü irsâli sūretiyle edilen mu‘âvenetler dahi te’sîrât-ı seyyiesini göstererek, bu isyân büyüdükçe Berlin Karârnâmesi ve Kont Andrássy’nin Bosna ve Hersek elviye-i âsiyyesinde sefk-i dimâyı men‘ için yapılması lâzım gelen ıslâhâtı mübeyyin ma‘hûd lâyihası gibi karârnâmelerin kuvvet ve ehemmiyyeti dahi arttıkça artmakta idi. Zîrâ bunların hükmü Devlet-i Aliyye aleyhinde ne kadar müdhiş ve mühlik olduğu Rusya devletince dahi ma‘lûm olup ancak devlet-i mezkûre bunca yıllık âmâl-i şarkiyyesinden hiç olmaz ise bir kısmını vilâyât-ı âsiyyenin ıslâhı nâmı altında istihsāl edebilmiş olacağını hesâb etmekten fazla, şâyed Devlet-i Aliyye bu hâle karşı nazar-ı dikkat ve ehemmiyyetini açıp da tekâlîf-i ıslâhât-kârâneyi redd edecek olur ise o hâlde yalnız kendisini değil, Avusturya ve Almanya devletlerini dahi redd etmiş olacağını ve binâen-aleyh Hıristiyânları mazlûmiyyet-i idâre-i Osmâniyye’den kurtar-
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
39
mak vesîlesiyle saltanat-ı seniyyeye karşı i‘lân-ı harb eder ve o sırada tabî‘i Paris Mu‘âhedesi’ni dahi keen-lem-yekûn hükmüne koyar ise bu hareketine Avusturya ile Almanya’nın hiçbir ses çıkaramayacakları misillü, Fransa’nın ma‘lûm olan düşkünlüğü, onu da i‘tirâzdan men‘ eyleyeceğini ve iş [31] bir İngiltere’ye kalır ise ona merâm anlatmak mümkün olup bu sırada İtalya devletini dahi iknâ‘ eyleyebileceğini mülâhazāt-ı amīka ile hesâb eylemiştir.
Resim 6: Rusya İmparatoru II. Aleksandr. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 217.)
Rusya’nın işbu hesâbât ve mülâhazātını isbât eyleyecek sūrette Avrupa matbû‘ât-ı umûmiyyesinin birçok âsâr-ı mühimmesi mevcûd ise de mülâhazāt-ı mezkûre ve vukū‘âtın tabî‘at-i bâhireleriyle dahi sübût bulup tahakkuk eylemekte olduğundan, tekrâr isbâtı için ihtiyâr edilecek tafsīlâtı beyhûde görmekteyiz. Şu kadar var ki, Rusya’nın işbu âkılâne tertîbâtından Devlet-i Aliyye gāfil bulunmakta âdetâ ısrâr eder gibi hâller göstermiştir. Zîrâ Hersek ve Bosna isyânı evvel-emirde 150 kadar eşkıyâdan başlayıp, bir hayli zamân sonra eşkıyânın mikdârı 1.000 nefere bile bâliğ olmadığı ve bu isyânın derhâl mahvı mesâil-i düveliyyenin de önünü alacağı der-kâr olup Tuna’da çend sene mukaddem başgöstermiş olan mukaddime de ayniyle bu netîce için tertîb edildiği hâlde, mukaddime-i mezkûrenin derhâl mahvı işin bir mes’ele-i düveliyye rengini almasını da men‘ etmiş olması kaziyyesi, bu
40
AHMED MİDHAT EFENDİ
bâbda henüz pek yeni ve pek bedîhî bir burhân bulunduğu hâlde, hükûmet-i seniyye büsbütün âmiyâne hareket eylemiştir, ki bu hareketi dahi bir gaflet-i musirrâneden başka hiçbir şey intâc edemez. [32] Daha henüz iki senelik vukū‘âttan olması münâsebetiyle kimsenin hātırından çıkmamıştır ki, Rusya’nın işbu tertîbât-ı müdhişe ve mühlikesini görmeyen veyâhud görüp de halka göstermemeye çalışan, yalnız bir vaktin bir Bâb-ı Âlî’si ile yine o vaktin pâdişâhı olup yoksa Hey’et-i Vükelâ içinde pek çok hakīkat-şinâslar ve bâ-husūs efkâr-ı umûmiyye zâten matbû‘ât-ı umûmiyye lisânında mestûr olmayan bu hakīkati bilmez değil idiler. Hattâ devr-i esbakın bunca seyyiâtına, bu devlet ve millet on seneden mütecâviz bir müddet-i medîde tahammül eyleyerek itā‘at ve inkıyâda zerre kadar halel getirmemiş oldukları hâlde, en sonra vak‘a-i hal‘i îcâb eyleyen en başlı mes’ele, mahzā Slav fesâdı her tarafı ateşe vermiş olduğu hâlde, Devlet-i Aliyye’nin henüz nazar-ı dikkat ve ehemmiyyeti açmaması kaziyyesi olmuştur. Pek yeni bir şey olduğu cihetle pek çok zevâtta bulunması lâzım gelen gazete (koleksiyonları) takımları bir daha gözden geçirilir ise şu’ûnât-ı yevmiyye sırasında görülür ve tamâmiyle sâbit olur ki mes’ele-i hal‘in en büyük sebebi Rumeli taraflarında Slav teşvīkātı hemen her tarafı ayaklandırmaya başladığı hâlde Devlet-i Aliyye’nin hiç bir gûne teşebbüsât-ı ciddiyyede bulunmaması münâsebetiyle işin daha ilerisinden de korkulmuş olması kaziyyesidir. [33] Vâkı‘â mes’ele-i hal‘ ve inkılâbın vukū‘u, Devlet-i Aliyye’nin nazar-ı dikkatindeki olanca kuvveti, bu cihete tahvîl eylemiş olduğu münker değildir. Ancak o zamâna değin fesâd-ı dâhilî bir dereceye kadar varmış idi ki, artık işe bir Bosna ve Hersek ve Bulgaristan ihtilâli demekten ziyâde, bir “muhârebe-i dâhiliyye” demek yakışık alabilir idi. Ahmed Muhtâr Paşa hazretlerinin 19 Nisan 1292 târîhli bir telgrafnâmesinde beyân olunduğu üzere Preşika taraflarında eşkıyâ ile üç gün üç gece imtidâd eyleyen bir muhârebede, eşkıyânın ilk günü 8.500 ve ikinci günü 13.500 ve üçüncü günü dahi 16.000’den mütecâviz adamla hücûm etmiş olması ve bu kesret yalnız Preşika taraflarında bulunan eşkıyânın kesreti olup, hâlbuki Bosna ve Hersek’in sâir tarafları dahi eşkıyâ ile dopdolu olduğu işin derece-i cesâmet ve ehemmiyyetini muvâzeneye medâr olur. Muhârebe-i dâhiliyyenin şu derece cesâmeti üzerine Devlet-i Aliyye’nin yüz tabur kadar askeri Bosna ve Hersek’e sevk edebilmekten âdetâ açıktan açığa izhâr-ı acz etmiş olmasını hiçbir vakitte nazar-ı ehemmiyyetten düşürmeye imkân olmayıp, hâlbuki mes’elenin en büyük vehāmeti bundan da ibâret değil idi. En büyük vehāmet, bir aralık Devlet-i Aliyye’nin eşkıyâ ile sanki bir muntazam devlet ordusu gibi müzâkere-i sulhiyyeye dahi tenezzüle takarrüb [34] etmesinde ve işin içinde Rusya ve Avusturya devletlerinin parmağı[nın] resmen ve lâyıkıyla girmiş bulunmasında idi.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
41
Asr-ı celîl-i Murad Hānî’de [30 Mayıs 1876- 31 Ağustos 1876] ol şehriyâr-ı bed-bahtın illet-i ma‘lûmeleri münâsebetiyle bi’z-zât tesviye-i umûrdan aczleriyle berâber Hey’et-i Vükelâ-yı devletin işbu muhârebât-ı dâhiliyyeye bir hitâm-ı kat‘î vermek emrindeki himmetleri asla inkâr olunamaz. Ancak Rusya devleti dahi istihsāl-ı matlab bâbında nice senelerden beri meşgûl olduğu tertîbâtı semeresiz bırakmaya da bi’t-tabi‘ râzı olamayarak, taraf-ı Bâb-ı Âlî’den müsâra‘at kılınan tedâbîri de semeresiz bıraktırmak için Sırbiyye ve Karadağ emâretlerini dahi resmen harbe teşvīk eylemiş ve şu hâlde muhârebenin ehemmiyyeti ne kadar arttığı ise, hākān-ı sābık zamânında Sırbiyye ve Karadağ eşkıyâsı üzerine yalnız devletin mecmû‘-ı kuvvetiyle değil, milletin dahi mecmû‘-ı kuvvetiyle varılmaya mecbûriyyet hâsıl olduğunu yâda getirmek ve İstanbul’da gönüllü asker ve i‘âne-i harbiyye yetiştirilmesi için göze aldırılan himmetleri düşünmek ile muvâzene olunabilir. Gāyet-i emele vusūl için muhârebeyi bu kadar tevsî‘ eyleyen Rusya devleti, işin diplomatçasını da nazar-ı ehemmiyyetten düşürmeyip İngiltere ve Avusturya ve Almanya devletleriyle icrâ eylediği muhāberâtta o kadar ustalıklı davranmıştır ki, bunların cümlesinin [35] efkârını kendi politikasına tevfīk etmeye kadar muvaffak olmuştur. Fakat Rusya’nın bu muvaffakiyyeti içinde bizim devr-i istibdâd seyyiâtının dahi pek büyük bir te’sîri olduğunu kim inkâr edebilir? Saltanat-ı seniyye inkılâb-ı vâki‘i mahzā ıslâhât niyet-i hālisasıyla îkā‘ eylemiş olduğunu i‘lân ve isbât husūsunda elden gelen himmeti dirîğ etmemiş olduğu ve matbû‘ât-ı Osmâniyye dahi bu bâbda olanca kuvvetini sarf ederek mündericât-ı vâkı‘asından birçoğu Avrupa matbû‘âtı tarafından dahi tercüme ve derc edilmiş bulunduğu hâlde, hiçbirisinin Avrupa efkârını tashîh emrinde zerre kadar fâidesi görülmemiştir. Avrupa Devlet-i Aliyye hakkında “yalancıdır” diye bir hüküm vermiştir ki fi’l-vâki‘ o zamâna kadar nice def‘alar Avrupa’yı ve bütün cihânı aldatmış olmaklığımız ve inkılâbımızdan sonra niyyât ve efkârımızda olan safvet-i hālisayı isbât edecek kadar da zamâna dest-res olamamış bulunduğumuz için vâ-esefâ ki, bu sıfat-ı mezmûmeden silinip kurtulmaya dahi muktedir olamamışızdır. Hâl bu merkezde olunca, âdetâ bütün Avrupa teba‘a-i gayr-ı müslimeyi mazlûm görüp ve yine cümle-i vukū‘ât-ı müellimeden birisi olmak üzere Bulgaristan’da İslâm ile Hıristiyân arasında vukū‘a gelen kıtâl dahi bu görünüşü takviye edip behemehâl teba‘a-i Hıristiyâniyyenin mazlûmiyyetten kurtarılarak [36] bir hürriyyet ve sa‘âdete nâil edilmesi noktasında bütün devletler ittifâk eylemiştir. Sūret-i ifâdemiz biraz şiddetlice görünüyorsa da hakāyık-ı hâlin zübdesini asla ketm etmeyerek yazmaya me’mûr olduğumuzdan ma‘zûr görüleceğimizi dahi i‘tikād eyleriz. Avrupa’nın Bosna ve Hersek ve Bulgaristan ve Sırbiyye ve Karadağ mesâil-i isyâniyyesine ne nazarla baktığını anlamak için şuna dikkat etmelidir ki, ibtidâ-yı cülûs-ı hümâyûn-ı Abdülhamîd Hānî’de Sırbiyye emâreti külliyyen mağlûb olarak taleb-i afv u emâna mecbûriyyet-i
42
AHMED MİDHAT EFENDİ
sahîha ve azīme gördüğü hâlde, düvel-i mufahhame Sırbiyye’nin akd edeceği musālahayı âdetâ galebe etmiş olduğu zamân nasıl akd edecek idiyse, ol sūretle akd etmesine yalnız müsâ‘ade de değil, bunu tervîcde dahi bulunmuşlardır. Gerek bunu isbât eylemek ve gerek devr-i celîl-i Abdülhamîd-i Sânî’de vukū‘a gelen Sırbiyye mağlûbiyyetinden, tâ musālahanın akdi takarrüb edip de akd olunamadığı zamâna kadar düvel-i mu‘azzamanın Sırbiyye mes’elesiyle berâber Bosna ve Hersek ve Bulgaristan’a dahi ne nazarla bakmış olduklarını en doğru ve serbest bir yolda kārîlerimize göstermek için İngiltere Umûr-ı Hāriciyesi Nezāreti tarafından 30 Teşrînievvel 1876 târîhiyle Petersburg’da mukīm devlet-i müşârun-ileyhâ sefîrine yazılan ve bir sūreti İngiltere’nin Mavi [37] Kitâb’ında münderic bulunan mektub-ı mufassal tercümesini başkaca bir hakīkat-i müstakile olmak üzere ber-vech-i âtî derc ediyoruz.
İKİNCİ HAKĪKAT Muhârebenin Mukaddimesi Demek Olan Bosna, Hersek, Bulgaristan, Sırbiyye ve Karadağ Mes’elelerine Avrupa’nın Ne Nazarla Baktığı [İngiltere Hāriciye Nezāreti’nin Olaylara Bakışını Gösteren Tahrîrâtı] Sūret-i Tahrîrât “İngiltere devleti tarafından ittihāz olunan meslek büsbütün ma‘lûm olmak üzere, şarkın sulh u âsâyişini vikāye için sarf olunan mesâ‘î ve ikdâmâtı birer birer ta‘rîf ve îzāh etmek zamânı gelmiştir.” “Devlet-i metbû‘am, düvel-i mufahhamenin tavassutu Sırbistan ve Karadağ’ca şâyân-ı kabûl olacağı zannında bulunduğundan, Belgrad’daki general konsolosuna Prens Milan’a tavassut teklîfinde bulunmayarak, yalnız düvel-i müşârun-ileyhime bu bâbda vukū‘ bulacak teklîfi mazhar-ı hüsn-i telakkī olacağını beyân ve tefhîm eylemesi hakkında Ağustos’un 14’ünde me’zûniyyet vermiş idi. Mâh-ı mezbûrun 24’üncü günü Prens Milan hāriciye müdürü huzūrunda düvel-i sitte konsoloslarına Bâb-ı Âlî ile [38] Sırbistan beyninde sulhün i‘âdesi ve bunun husūlü için harekât-ı hasmânenin bir an evvel ta‘tīli hakkındaki arzusunu düvel-i metbû‘alarına iş‘âr etmelerini ricâ eylediğini konsolos-ı mûmâileyh bâ-telgraf beyân eylemiş ve prens-i müşârun-ileyh işbu musālahaya Karadağ’ın dahi dâhil edilmesi arzusunda bulunduğunu ilâve-i makāl eylemiş idi.” Resim 7: Sırp Prensi Milan. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerred’ Orient: (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 13.)
44
AHMED MİDHAT EFENDİ
“İngiltere devleti şu haberden dolayı beyân-ı memnûniyyetle berâber vakit kayb etmeyerek, keyfiyyeti düvel-i sâireye teblîğ eyledi. Harekât-ı hasmâne devâm edecek olur ise düvel-i mu‘azzamadan ba‘zılarının işe müdâhale eylemesi me’mûl idüğünden ve bunun netîcesi ise Devlet-i Osmâniyye’ce vahīm olacağından, sulhün akdi için şu fırsatın kayb edilmemesi lüzûm ve ehemmiyyetini Bâb-ı Âlî’ye beyân ve ifâdeye Sir Henry Elliot’u me’mûr etti. Sırbistan’ın teklîfini Karadağ prensi kat‘iyyen kabûl ve buna Avrupa devletleri dahi muvâfakat edinceye kadar biraz vakit geçti.” “Ba‘dehu Avusturya devleti keyfiyyetin Bâb-ı Âlî’ye müşterek bir nota ile teblîği sūretine i‘tirâz eylemiş olduğundan, sūret-i hareket mes’elesince her gûne ihtilâfı def‘ için İngiltere devleti, sâirlerine müsâbakatla Eylül’ün 1’inde Bâb-ı Âlî’ye şerâit-i sulhiyyenin müzâkeresi zımnında lâ-ekall bir ay müddetle bir mütâreke [39] akdini teklîf etmesi ve bu mütârekenin bi’l-cümle muhâribîne şâmil olması için Sir Henry Elliot’a ta‘lîmât irsâl eyledi. Dersa‘âdet’te bulunan süferâ-yı sâire Sir Henry Elliot’un teklîfâtını te’yîd eylediler. Fakat Bâb-ı Âlî müşârunileyhin ihtārât-ı şedîde ve ekîdesine karşı mütârekeye i‘tirâz eyledi. İşbu mütâreke teklîfi üzerine Bâb-ı Âlî’nin cevâbı ve Sırbistan hakkında vaz‘ eylediği şerâit-i sulhiyyeyi hâvî Eylül’ün 14’ü târîhli lâyihası ahz olundu.” “Şerâit-i mezkûre; evvelâ, Sırbistan emâretinde bulunacak zâtın atebe-i şâhâneye arz-ı ubûdiyyet zımnında Dersa‘âdet’e gelmesi; sâniyen, Sırbistan’ın dâire-i imtiyâziyyesi hāricinde olup yalnız muhâfızlığı 1283 târîhinde Sırp beyine tevdî‘ olunan ve hakk-ı tasarruf ve temellükü kadîmi vechile yine Devlet-i Aliyye yedinde kalan kılâ‘-ı erba‘aya kemâ-fi’s-sâbık taraf-ı Devlet-i Aliyye’den asker ikāmesi, ol bâbda 1271 târîhinde düvel-i hamse süferâsıyla yapılmış olan protokol ahkâmının tamâmiyle icrâsı; sâlisen, Sırbistan’da millet askerinin ilgāsı ve âsâyiş-i dâhiliyyenin muhâfazası için istihdâm olunacak askerin mikdârı 10.000 neferi tecâvüz etmemesi ve iki bataryadan ziyâde top bulundurulmaması; râbi‘an, memâlik-i mütecâvire ahâlîsinden Sırbistan’a hicret edenlerin, 1249 [40] târîhli fermân-ı âlî ahkâmınca memleketlerine i‘âdeye emâretin mecbûr olması ve kadîmden beri mevcûd olan kılâ‘ müstesnâ olmak üzere, sonradan inşâ olunmuş bi’l-cümle istihkâmâtın hedm edilmesi; hâmisen, mikdârı ta‘yîn olunacak tazmînât-ı harbiyyenin îfâsı kābil görülmediği hâlde fâizinin vergiye zam ve ilâvesi; sâdisen, Belgrad’ı Niş’e müntehî olan demiryol hutūtuna rabt ve ilsāk edecek olan hattı kendi me’mûrları veyâhud müntehabî olacak Osmanlı kumpanyası ma‘rifetiyle inşâ ve idâre etmeye, hükûmet-i seniyyenin hak ve salâhiyyeti olmak, maddelerinden ibârettir. Bâb-ı Âlî işbu şerâiti der-meyân eylediği sırada kabûlünü kâmilen düvel-i mütehâbbenin adâlet ve hakkāniyyetine havâle eylemiştir.” “Karadağ’a gelince; Bâb-ı Âlî oranın statükosunu ibkā eylemişti. Düvel-i mu‘azzama şerâit-i sulhiyyeye karâr verir vermez, Bâb-ı Âlî dahi 24 sâ‘at zarfında terk-i muhāsamât edilerek emâreteyn ile münâsebât-ı dostâneye ibtidâr
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
45
edilmesine emir verecek idi. Bundan başka hükûmet-i seniyye düvel-i mu‘azzamanın reylerini beklemeksizin, harekât-ı askeriyyenin ta‘tīli hakkında hemen o gece veya ertesi gün emir göndereceğini sefâret tercümânlarına beyân etmiş idi. Teklîfât-ı düveliyye bu vechile fi‘ilen tervîc edilince, düvel-i müşârunileyhimin Sırp [41] ve Karadağ prenslerine kendi taraflarından dahi o yolda emirler verilmesini tenbîh edecekleri me’mûl olunmakta idi.” “İngiltere devleti bu haberi alır almaz, izhâr-ı memnûniyyetle berâber cânib-i Bâb-ı Âlî’den verilen emir misillü, Sırp emâreti tarafından dahi bir emir i‘tā edilmesini lede’l-îcâb tavsiye eylemesi husūsunu, Belgrad’daki İngiltere konsolosuna iş‘âr etmiş ve maa-mâ-fîh Bâb-ı Âlî’nin der-meyân eylediği şerâit-i sulhiyyenin ba‘zıları kendisince şâyân-ı kabûl olmadığından, bunları olduğu gibi tasdīk ve kabûl etmeyeceğini dahi beyân eylemiştir.” “Eylül’ün 17’sinde Bâb-ı Âlî’nin ayın 25’ine kadar ta‘tīl-i harekât-ı askeriyye olunduğunu tahrîren i‘lân eylediği, Sir Elliot tarafından inhâ olunmuştur. Ayın 18’inde lüzûmu hâlinde temdîd olunacağı ümîdiyle ta‘tīl-i harekât-ı hasmânenin İngiltere devleti tarafından bir mütârekeye bedel kabûl olunduğunu ve Rusya sefîrinin kullandığı lisâna göre devlet-i metbû‘asının dahi reyi bu merkezde idüğünü Bâb-ı Âlî’ye teblîğ etmesi için Sir Henry Elliot’a ta‘lîmât göderilmiştir.” “O sırada İngiltere devleti Bâb-ı Âlî’nin mütârekeye i‘tirâz eylediğini ve fakat şerâit-i musālahayı müzâkereye hâzır bulunduğunu hissedince i‘âde-i âsâyişe esâs olabilecek şerâit hakkında düvel-i mufahhame ile müzâkereye girişmiştir. Geçende [42] Rusya sefîrine dahi teblîğ etmiş olduğum mezkûr şerâitin birincisi, Sırbistan ve Karadağ için ta‘bîr-i mutlak ile “evvelki hâlin ibkāsı”; ikincisi, Bosna ve Hersek vilâyetlerinde muhtâriyyet-i mahalliyye tarzında idârece ıslâhât icrâsı; üçüncüsü, Bulgaristanda vukū‘a getirilen sû-i idâreye karşı teferru‘âtı ileride müzâkere olunmak üzere, yine ol vechile ba‘zı te’mînât aranılması, maddeleridir. Sırbistan’ın menâfi‘ine mugāyir olarak ne sūretle olur ise olsun, Paris Mu‘âhedesi’nin ta‘dîli Devlet-i Aliyye’nin Sırbistan dâhilindeki kal‘elerde asâkiri müstahfıza ikāme etmek hakkının tecdîd ve istihsāli veya Prens Milan’ın azl u tebdîli gibi tedâbîrin kabûl olunamayacağı dahi ilâveten ifâde olundu. Avusturya devleti eyâlât-ı âsiyyeye muhtâriyyet-i idâre usūlünün i‘tā ve vaz‘ı efkârına i‘tirâz etmiş ise de İngiltere devletinin “muhtâriyyet-i idâre ve mahalliyye” ta‘bîrinden maksadı, ahâlîye mesâlih-i mahsūsalarında bir dereceye kadar icrâ-yı teftîş ve nezāret hakkını i‘tā ile berâber mu‘âmelât-ı hôd-serâneye karşı te’mînât göstermekten ibâret olup, yoksa bir eyâlet-i mümtâze ihdâsı matlûb olmadığı tefhîm edilmiştir. Bunun üzerine Avusturya devleti tekâlîf-i mezkûreyi esâsen kabûle hâzır olduğunu ve Kont Andrássy lâyihasıyla taleb olunup taraf-ı [43] Bâb-ı Âlî’den dahi kabûl edilen ıslâhâtı muhtâriyyet-i idâreye esâs ittihāz etmek husūsunun meşrût tutulması arzusunda bulunduğunu beyân etmiştir.”
46
AHMED MİDHAT EFENDİ
“Düvel-i sâire Bâb-ı Âlî’nin tekâlîfâtını müttefikan redd ile İngiltere devleti tarafından vaz‘ olunan esâs-ı musālahayı tervîce hâzır olduklarını beyân etmiş olduklarından, İngiltere devleti dahi musālahaya esâs olacak şerâit-i âtiyyeyi Bâbı Âlî’ye kat‘iyyen teblîğ etmesi için Eylül’ün 21’inde sefîrine emir vermiştir. Şerâit-i mezkûre; evvelâ, Sırbistan ve Karadağ için ta‘bîrât-ı mutlaka ile “evvelki hâlin ibkāsı”; sâniyen, Bâb-ı Âlî’nin Hersek ve Bosna’da muhtâriyyet-i idâre veya mahalliyye usūlünün vaz‘ını yalnız Dersa‘âdet’teki düvel-i mütevassıta süferâsıyla imzā olunacak protokol ile der-uhde eylemesi, maddelerinden ibârettir. Muhtâriyyet-i idâre ve mahalliyye ta‘bîrinden maksad, ahâlînin me’mûrîn-i mahalliyye üzerine ba‘zı mertebe icrâ-yı teftîş ve nezāret edebilmesiyle berâber, mu‘âmelât-ı hôd-serâneye karşı te’mînâtı câmi‘ olacak sūrette nizāmât-ı mahalliyye vaz‘ eylemekten ibâret olup, yoksa bir eyâlet-i mümtâze ihdâsı matlûb değildir. Bulgaristan’da vukū‘a getirilen sû-i isti‘mâlâta karşı, yine o yolda ba‘zı te’mînât aranılması lâzımdır. Bunun teferru‘âtı ise ileride tezekkür olunabilecektir. Cânib-i Bâb-ı Âlî’den [44] geçen Şubat’ın 13’ü târîhiyle süferâ-yı düvel-i ecnebiyyeye irsâl olunan takrîr-i umûmîde münderic ıslâhât, Bosna ve Hersek’in sūret-i idâresi hakkında akd olunacak ve Bulgaristan hakkında dahi derece-i münâsibede şâmil olacak sūret-i tesviye dâhilinde add olunmalıdır. Bâb-ı Âlî ile düvel-i mütevassıta şerâit-i musālahayı müzâkere ederler iken muhāsamâtın devâmı münâsib olmayacağından, kat‘iyyen bir mütâreke akdi isti‘câl olunmalıdır.” “Mûmâ-ileyh Sir Henry Elliot, rüfekāsıyla berâber istişâre ettikten sonra işbu teklîfâtı Eylül’ün 25’inde icrâ ile ta‘lîmâtını îfâ ve bu teşebbüsü çend gün sonra düvel-i sâire süferâsıyla Rusya sefîri dahi te’yîd eylemiştir. İngiltere sefîrinin Eylül’de vâki‘ olan iş‘ârına göre Bâb-ı Âlî bir mütâreke-i kat‘iyye akdine muvâfakat etmeyerek yalnız ta‘tīl-i muhāsamâtı Teşrînievvel’in 2’sine kadar temdîd edeceğini teklîf etmiş ise de Prens Milan kendisinin istediği usūl ve nizāmına muvâfık bir mütâreke akdi maddesi olup, yoksa muhāsamâtın öyle gayr-ı mu‘ayyen sūrette ta‘tīline muvâfakat etmeyeceğinden bahisle, Bâb-ı Âlî’nin teklîfini redd etmiştir. Sırp emâreti devletlerin tavassutunu ibtidâ kendisi taleb etmiş ve onlar dahi muhârebenin netîcesi hasebiyle müstehak olmadığı şerâiti [45] kendisine istihsāl edivermeye çalışmakta bulunmuş iken taraf-ı Devlet-i Aliyye’den ta‘tīl-i muhāsamâtın temdîdi hakkında vâki‘ olan teklîfi, düvel-i müşârun-ileyhime hiç danışmaksızın kendiliğinden redd eylemesine İngiltere devleti izhâr-ı ta‘accüb ile berâber, eğer Sırp kumandanları tekrâr muhârebeye başlarlar ise emâret hem onun netâyicinden mes’ûl ve hem de İngiltere’nin mu‘âvenetinden mahrûm olacağını ifâde eylemiş ise de te’sîri görülmeyerek muhârebeye tekrâr başlanıldı. Kont de Şuvalov Rusya devletinin bu mes’eledeki harekâtını îzāh ettiği sırada “devlet-i metbû‘ası emârete tekrâr muhârebe etmemesini tavsiye etmiş ise de ibtidâdan bir mütâreke-i kat‘iyye akdini kendisi taleb eylemiş olduğu cihetle, bunun için emâretin pek de üzerine düşmesini münâsib görmemiştir.” dedi. Bu esnâda Devlet-i Aliyye eyâlât-ı âsiyyede icrâ olunacak ıslâhât için bir protokol imzā etmesi nüfûz
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
47
ve haysiyyetinin kesr u tenâkusunu müntic olacağı beyânıyla, gerek buna ve gerek ıslâhât-ı mezkûrenin muhtâriyyet-i mahalliyye lafzıyla ta‘bîr edilmesine şedîden ve sarâhaten i‘tirâz eyledi.” “Eylül’ün 26’ncı günü Kont Şuvalov şerâit-i musālahayı Bâb-ı Âlî redd ettiği hâlde Bosna’ya, Avusturya ve Bulgaristan’a Rusya devletleri tarafından asker sevk olunmasını [46] ve Boğaziçi’ne dahi düvel-i müttefika donanmasının girmesini devlet-i metbû‘ası tarafından olarak senâ-verlerine teklîf ve maa-hâzâ İngiltere devleti donanma sevkini kâfî add eder ise Rusya devletinin berren asker ikāmesi efkârından ferâgat edeceğini beyân eyledi ve o esnâda Sumarokov yine böyle bir teklîf ile Viyana’ya azîmet etti.” “Teşrînievvel’in 3’üncü günü Kont Şuvalov ile vukū‘ bulan musāhabetinde cânib-i Bâb-ı Âlî’den gayr-ı muvâfık bir cevâb alınacak olur ise devletlerin mütâreke husūsunda evvelki teklîflerini tecdîd eylemeleri sūretini ihtār ettim. Müşârun-ileyh dahi ona göre Livadya’ya bir telgraf gönderdi. Ertesi günü Prens Gorçakov’dan aldığı bir telgrafnâme ile bendenize gelip ‘Kendi telgrafının cevâbı mıdır, değil midir, iyi bilmiyorum’ diyerek kırâat etti. İşbu telgrafnâmede “sūret-i muntazamada terk-i mu‘âdâta bir karâr verilemedikten başka, ol bâbda cereyân eden müzâkerât dahi İstanbul’ca müşkilât-ı gayr-ı melhûzaya tesādüf etmiş olduğundan, Morava Vâdisi’nde tekrâr muhârebeye başlanıldı. Rusya devleti dökülen kanlara nazar-ı bî-kaydî ile bakamayacağından, düvel-i zāmine ve mütevassıtaya mes’elenin kat‘iyyen hâl ve tesviyesi çârelerini mütāla‘a ve tezekkür etmelerine meydân vermek için altı haftalık bir mütâreke akdine [47] veya ta‘tīl-i harekât-ı askeriyyeye her iki tarafı icbâr ile muhârebenin önü alınması Rusya imparatoru tarafından düvel-i müşârun-ileyhime teklîf olunur.” diye muharrerdir. İşbu teklîfi refīklerime teblîğ ettikten sonra, şâyed Devlet-i Aliyye evvelki şerâit-i musālahayı redd edecek olur ise İngiltere devleti hiç olmaz ise bir aylık bir mütâreke akdini tervîce karâr vermiş olduğunu ve fakat asker ikāmesi veyâhud Boğaziçi’ne donanma sevki hakkında Prens Gorçakov’un vâki‘ olan teklîfine, refīklerim muvâfakat etmemekte bulunduğunu Kont Şuvalov’a bildirdim. Bu karâr üzerine şehr-i hâlin 5’inde Sir Henry Elliot’a, Bâb-ı Âlî’ye şerâit-i musālahayı kabûl etmediği hâlde lâ-ekall bir aylık bir mütâreke akdine muvâfakat etmesini tavsiye ve mütârekenin akdini müte‘âkib konferans teşkîli[nin] dahi mukarrer olunduğunu beyân eylemesine ve şâyed bu mütâreke dahi redd olunacak olur ise Devlet-i Aliyye’yi harâbiyyetten vikāye [için] İngiltere devleti beyhûde sarf-ı mesâ‘î etmiş olacağından, artık Dersa‘âdet’ten müfârakate emir almış olduğunu ifâde etmesine dâir ta‘lîmât gönderilmiş ve İngiltere devleti hem bu keyfiyyeti ve hem de mütârekeyi müte‘âkib şehr-i mezkûrun 12’sinde, Dersa‘âdet Rusya maslahat-güzârı uzun bir mütâreke akdi aleyhinde bulunmuş ve kendisine Sir Henry Elliot, “Bundan biraz evvel üç aylık bir mütâreke teklîf [48] eden Rusya devleti idi”, deyince mûmâ-ileyh, ahvâl değişmiş olduğundan devlet-i metbû‘asının şimdiki teklîfe râzı olmasını hiç ümîd etmediğini beyân eylemiştir. Kont Şuvalov, Teşrînievvel’in 4’ü târîhiyle Prens Gorçakov’dan kendisine Livadya’dan göndermiş olduğu
48
AHMED MİDHAT EFENDİ
telgrafnâmeyi, ayın 16’ncı günü senâ-verlerine teblîğ eyledi. Bu telgrafnâmede “Altı aylık mütâreke, husūlünü arzu ettiğimiz sulh u âsâyiş-i dâimî için ne lâzımlı ve ne de elverişlidir. Zann ederiz, Sırbistan ve Karadağ’ı zâten müşkil olan hâl u mevki‘lerinin öyle müddet-i medîde tezebzübde kalmasına muvâfakat eylemeleri için cebr u tazyīk edemeyiz. El-hâsıl Avrupa’nın ahvâl-i mâliyye ve ticâriyyesi bu mühletten bir kat daha sektedâr olacağından, İngiltere’nin evvelki teklîfi vechile bir aydan altı hafta müddetle bir mütâreke akd olunmasında ısrâr etmekliğimiz lâzım gelir. Şu kadar ki mükâlemâtın cereyânınca lüzûm görüldüğü hâlde, bu müddet temdîd olunabilir.” diye yazılmıştır. İngiltere devleti lâ-ekall bir ay için bir mütâreke akdini teklîf etmiş olduğundan, bunun daha ziyâde olmasına i‘tirâz olunamaz iken, şimdi Gorçakov’un o yolda beyân-ı efkâr etmesi mûcib-i tessüf olduğunu Kont Şuvalov’a ifâde eyledim. İtalya devleti dahi bu altı aylık mütâreke teklîfini kabûlde tereddüd eylemiştir.” [49] “Almanya devleti bu ana kadar iki tarafın dahi teklîfine karışmamış olduğundan, bir kere de onun reyi istimzâc olunması, İngiltere devletince münâsib görünerek keyfiyyeti Berlin kabinetosuna arz ile, Rusya ile Devlet-i Aliyye beyninde hemen zuhûrundan korkulan muhârebenin vukū‘unu men‘ için icrâ-yı nüfûz ile işi bir sūret-i tesviyeye rabt eylemek sırası gelip gelmediğini istifsâr eylemesini devlet-i müşârun-ileyhâ sefîrinden ricâ eyledim. Sefîr-i mûmâ-ileyh, şehri hâlin 19’unda Prens Bismarck’tan aldığı cevâbı bendenize irâ’e eyledi. İşbu cevâb her ne kadar Almanya devleti altı aylık mütârekeyi şâyân-ı kabûl gördüğü cihetle, buna Rusya devleti tarafından dahi muvâfakat olunmasını arzu eylemekte ise de şimdiye kadar bulunduğu hâl u mevki‘e nazaran düvel-i sâirenin niyyât ve karârlarınca icrâ-yı tazyīk ve nüfûza hakkı olamayacağı ifâdesinden ve şu kadar ki altı hafta müddetle bir mütârekenin akdiyle maslahatın tesviyesi bir dereceye kadar me’mûl idüğünü ihtār ve tavsiyeden ibârettir.” “Sırbistan ve Karadağ’a altı aylık mütârekeyi kabûl ettirmek için olunan ikdâmât, Rusya’nın şu hareketi üzerine tabî‘î semeresiz kaldığından, İngiltere devleti bu uğurda ba‘demâ edeceği mesâ‘înin bir fâideyi müfîd olmayacağını hiss etmiş olmakla, Kont Şuvalov’a, mâdem ki bir kere altı aylık mütâreke [50] teklîfini kabûl eyledik, artık ondan nükûl veyâhud ona bedel diğer bir teklîf dermeyân edemeyeceğinden ve Bâb-ı Âlî daha cüz’î müddetle akd-i mütârekeye muvâfakat ettikten sonra, buna mümâna‘at sadedinde bulunmaz isem de etmediği hâlde cebr u tazyīk dahi edemeyeceğimizi ifâde eyledim.” “Muahharan Bâb-ı Âlî’nin altı haftalık bir mütâreke akdine muvâfakat eylediği ve şu kadar ki inkızā-yı müddette mükâlemât-ı netîce-pezîr olmaz ise evvelâ müddetin bir misli zam ve îcâb eder ise iki ay daha temdîd olunmasını şart ittihāz ettiği sefîrimiz tarafından iş‘âr olunmuştur.” “Cereyân eden mükâlemât ve vukū‘âtta beyne’d-düvel bir ittifâk istihsāli için İngiltere devletinin ale’t-tevâlî vâki‘ olan teşebbüsâtını işte bu lâyihada ber-vechi ihtisār bast ve tezkâr eyledim. Sırp emâreti tavassut iltimâsında bulunduğu
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
49
vakit, cümleden evvel Bâb-ı Âlî’ye lâ-ekall bir aylık bir mütâreke akdini teklîf husūsunda devletlerin mu‘âvenetini istihsāl eden İngiltere devletidir. Bâb-ı Âlî bu teklîfe cevâb olarak ba‘zı şerâit-i musālaha der-meyân etmesi üzerine, devlet-i müşârun-ileyhâ musālahaya esâs olmak için kendiliğinden ba‘zı teklîfât tertîb ile bunları evvel-emirde Rusya’ya ve ba‘dehû düvel-i sâireye arz eylemekle, cümlesi tarafından karîn-i kabûl [51] ve tasvîb olmuştur. Muahharan Bâb-ı Âlî teklîfâtı mezkûreyi kabûlde îkā‘-ı müşkilât eylediğinde yine İngiltere devleti Rusya ile müttefikan mütâreke teklîfini tecdîd ve tekrâr ve kabûl ettirmek üzere, lisân-ı diplomatikiyyede müsta‘mel en şedîd elfâz ve ta‘bîrâtı isti‘mâl etmiş ve Rusya devleti nezdinde rehîn-i kabûl olacağı i‘tikādıyla bir de bir konferans teşkîlini ihtār eylemiştir.” “İngiltere devletinin niyyâtını semeresiz bırakacak birtakım müşkilât araya girmiş ise de bu hâl kendisi ihtilâfât-ı vâkı‘ayı ber-taraf etmek husūsunda serimu tecvîz-i kusūr ve tekâsül eylemesinden neş’et etmiş değildir. Çünkü her vakitte bir sulh u âsâyiş-i dâimînin sür‘at-i istihsālinden başka bir şey iltizâm etmemiştir.” “Muhârebe-i hâzıra, Rusya ile düvel-i sâirenin ihtārât ve tevbîhāt-ı aleniyyesi hilâfında olarak başlamış iken bu vakte kadar devâm etmesine teessüf olunur. Çünkü maksad, âmâl-i meşrû‘anın husūlünü te’mîn eylemek ise bu maksadın müzâkerât-ı muslihâne ile dahi istihsāli mümkün olduğundan, muhârebenin bunca müddet devâmına hiç lüzûm yok idi. Nevâhî-i âsiyye ahâlîsinin ve ale’lumûm Memâlik-i Şâhâne Hıristiyânlarının ıslâh-ı ahvâli emrinde, Sırbistan ile Karadağ’ın muhârebe etmesinden bir fâide hâsıl olamayacağı ve iş düvel-i mütevassıtanın eline [52] geçtikten sonra, artık sefk-i dimânın ahâlînin fakr u zarûretini teşdîdden başka semeresi görülemeyeceği mertebe-i bedâhete varmıştır.” “İngiltere, Sırbistan ile Karadağ’ın istid‘âsı üzerine ta‘tīl-i muhāsamât ile i‘âde-i âsâyiş husūsunda elinden geleni dirîğ etmemiş ve uzun bir mütâreke, musālaha demek olduğundan, bunu istihsāl-i maksada medâr olmak üzere tervîc etmiştir. Ale’l-husūs 1861 senesinde Cebel-i Lübnan idâresine dâir cereyân eden müzâkerâtın Kânûnisânî’nin 22’sinden Haziran’ın 9’una kadar mümted olmasına nazaran altı aylık mütârekeyi gayr-ı ma‘kûl add edemez idi. Hayfâ ki buna muhālif olan efkâr galebe ettiği cihetle, şu hâl-i tezebzüb-iştimâl, Sırbistan ve Karadağ ile nevâhî-i mütecâvirenin zirâ‘at ve ticâretince bâdî-i harâbiyyet olmak üzere devâm eylemiştir. İngiltere, muhârebenin alâkadâr olan kâffe-i memâlik hakkında vehāmet ve harâbiyyetten başka bir netîce hâsıl edemeyeceği i‘tikādında bulunmakta olduğundan, şu hâle bir nihâyet verecek her gûne teklîfi maa’lmemnûniyye kabûl edecektir. Yeniden ba‘zı teklîflerde bulunmak kendisine düşmeyeceğinden, düvel-i sâirenin i‘âde-i âsâyiş zımnında ittihāz edebilecekleri bi’lcümle tedâbîre iştirâk etmekliği pek arzu eder. Fakat ileride hukūk ve menâfi‘ine halel [53] gelecek olduğu vakit, bildiği gibi hareket etmesine zerrece mâni‘ olacak hiçbir ta‘ahhüdde dahi bulunamaz.”
AHMED MİDHAT EFENDİ
50
“Zât-ı sefîrâneleri, işbu tahrîrâtı Prens Gorçakov’a kırâat ile bir sūretini kendilerinde bırakmanız ve bir de İngiltere devletinin Rusya devletiyle müttefikan hareket etmek ve devleteyn beyninde cârî olan münâsebât-ı vidâdiyyeyi her vechile muhâfaza ve vikāye eylemek arzusunda bulunduğunu, işbu tahrîrât ile dahi istidlâl edecekleri cezminde olduğunu ifâde ve beyân eylemeniz mütemennâdır.” (İntehâ)
ÜÇÜNCÜ HAKĪKAT Devlet-i Aliyye’yi Tazyīk Eden Birtakım Mecbûriyyet-i Hāriciyye ve Siyâsiyye İngiltere Hāriciye Nezāreti’nin yukarıki fıkrada münderic olan tahrîrât-ı mufassalası hükmü, saltanat-ı seniyye-i Osmâniyye’nin ahvâl ve mesâil-i mevcûdeye mukābil nasıl bir meslek ittihāzı mecbûriyyetinde bulunduğunu îzāha kâfîdir. Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye, âdetâ Avrupa düvel-i mu‘azzama ve mufahhamesinin kâffesinden ziyâde mevcûd olan uygunsuzlukları, bir an evvel ber-taraf etmeyi ez-can u dil arzu etmekte idiyse de bu arzusunun husūlü zımnında kendi istiklâl-i tâmmının dahi muhâfazası himmetinden bihakkın [54] geri kalmamakta idi. Ancak yukarıda dahi tafsīl olunduğu vechile, sinîn-i mütevâfireden beri saltanat-ı seniyye kendi i‘tibâr-ı siyâsîsini kayb eylemiş olduğuna mebnî, bu bâbda gösterdiği müessir-i safvet ve hulûsa, Avrupa bir türlü emniyyet-i tâmme gösteremediğinden ve Devlet-i Aliyye ise müşkilât-ı hâzıranın netîcesinde olan vehāmetler ve tehlikeleri nazar-ı dikkate aldıkça, düvel-i mu‘azzamayı kat‘iyyen kırmak dahi istemediğinden, çâresiz bir dereceye kadar işi oluruna bağlamaya da mecbûriyyet görmekte idi. Ancak burada işi oluruna bağlamak diye ettiğimiz ta‘bîrden, Devlet-i Aliyye’nin bu kadar mühim işlerde kayıdsızlığını işrâb etmek gibi bir fikirde bulunduğumuz anlaşılmasın. Devlet-i Aliyye mesâilin ağlebinde ipi hemen k[opa]rmak derecesine götürmedikçe sūret-i muvâfakat göstermemiştir. Hattâ Sırbiyye ile akd-ı musālaha kaziyyesinin mevkūfü'n-aleyhi kalan mütârekenin müddeti ve sūret-i akdi makāsıdı içinde pek de tamâmiyle emniyyet edilemeyecek ba‘zı hâller istişmâm olunduğuna mebnî, bu bâbda ol kadar ehemmiyyetli davranmıştır ki, bu ehemmiyyetin derecesini ta‘yîne yalnız İngiltere hāriciye nâzırının tahrîrâtında olan fıkra kifâyet edemez. Birazını da biz îzāh edelim. General İgnatiyev bu mütâreke müddetinin taraf-ı Devlet-i Aliyye’den tensîb olunduğu ve İngiltere ve sâire cânibinden de tasvîb [55] kılındığı vechile altı ay olmasıyla, kendi emeli vechile altı hafta veya iki ay olması arasındaki fark üzerinde bile ısrâr ve ta‘assub göstererek hattâ şu ültimatomu da vermiş idi.
52
AHMED MİDHAT EFENDİ
Nezāret-i Hāriciye’ye 31 Teşrînievvel Sene 1876 Târîhiyle Rusya Sefîri Tarafından İrsâl Olunan Notanın Tercümesidir “Muharrir-i imzā Rusya sefîri hāriciye nâzırı devletlü Safvet Paşa hazretlerine zîrde muharrer teblîgātı icrâya me’mûrdur. Ba‘zı eyâlât-ı şâhânede bir seneden beri zuhûra gelip Sırbiyye ve Karadağ ile muhârebeyi intâc eden vukū‘âta, Rusya devleti nazar-ı bî-kaydî ile bakamaz. Rusya milleti revâbıt-ı adîde ve ahvâl-i mâziyye ile Balkan Hıristiyân ahâlîsine merbût olduğu cihetle, vukū‘ât-ı mezkûre Rusya milletince [pek] büyük te’sîr hâsıl eylemiştir. İmparator hazretleri, teba‘asının şu meyl ü muhabbetine iştirâk ederek, düvel-i mu‘azzama ile müttefik olduğu hâlde sulh u âsâyişin i‘âdesine çalışmışlardır. Çünkü düvel-i zāmine Sırbiyye ve Karadağ’da muhârebeden evvelki hâlin ibkāsı maddesini musālahaya esâs ittihāzında ittifâk eylemiş olduklarından, elyevm asâkir-i şâhânenin icrâ eyledikleri harekât-ı askeriyye beyhûde [56] yere kan dökmekten ibâret kalıyor. Hele bu günlerde dökülen kanlar insâniyyete dokunur mertebelere gelmiş olduğu hâlde, yine bir netîceyi müntic olamadığından, metbû’-ı mufahhamım imparator hazretleri müddet-i cüz’iyye için bir mütâreke akdi zımnında, cereyân eden mükâlemâtın ağır gitmesiyle bu hâlin bir müddet daha devâmına müsâ‘ade edemez. İmdi muharrir-i imzā işbu notanın vakt-i teblîğinden i‘tibâren iki def‘ada 24 sâ‘at zarfında bilâ-kayd u şart altı haftadan iki aya kadar hükmü bütün muhâribîne şâmil olmak üzere, bir mütâreke-i hakīkıyye akd olunmayıp da ordu-yı hümâyûn kumandanlarına dahi harekât-ı askeriyyenin derhâl ta‘tīli zımnında emr-i kat‘i verilmez ise bütün a’za-yı sefâret ile Dersa‘âdet’i terk edeceğini, imparator nâmına olarak Bâb-ı Âlî’ye beyân eder ve bu vesîle ile ihtirâmât-ı fâikasının tecdîd-i te’mînâtına ibtidâr eyler.” [Fi 31 Teşrînievvel sene 1876]
(İgnatiyev) İşbu ültimatom üzerine, keyfiyyet Meclis-i Vükelâ’ca arīz u amīk mütāla‘a olunarak muvâfakat husūsunda hâsıl olan ittifâk-ı ârâ sadr-ı zamân Rüşdi Paşa’nın şu tezkire-i sâmiyesi mûcibince hāk-pâ-yi sâmî-i hazret-i pâdişâhîye arz olunmuştur.
Resim 8: General İgnatiyev. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 81.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
53
[Ültimatom Üzerine Konunun Meclis-i Vükelâ’da Görüşülmesinden Sonra Sadrazamın Pâdişâha Arz Ettiği Tezkire-i Sâmiye] Sūret-i Tezkire “Ma‘lûm-u âlî buyurulduğu vechile mes’ele-i hâzıra hakkında [57] en sonra vukū‘ bulan teklîfât-ı düveliyye üzerine ba‘zı şerâit-i [te’mîniyye] tahtında beş mâh müddet bir mütâreke akdine karâr verilerek, keyfiyyet devletlere teblîğ olunmuş ve buna İngiltere ve Fransa ve Avusturya devletleri cânibinden muvâfakat edilmiş olduğu hâlde, çünkü işbu mütârekeye esâs olmak üzere İngiltere sefâreti vâsıtasıyla evvel-emirde istenilen müddet altı haftaya münhasır iken devletçe daha ziyâde muvâfık-ı menfa‘at ve maslahat olabilmesi için ber-vech-i muharrer beş maha çıkarılmış olmasını Rusya devleti ve ona teba‘an Almanya ve İtalya devletleri kabûl ve tasdīk etmediklerinden, iş yine keşâkeşe düşmüş ve İngilizler beş mâh müddet karârının kabûlünden nükûl etmemekle berâber, bunun altı haftaya tenzîli maksadının husūlünü42 Rusyalılara bıraktıklarına mebnî, onların tavassutlarından dahi bize müsâ‘id bir netîce zuhûruna mahal kalmamış olduğunu müte‘âkib, Rusya sefîri General İgnatiyev müddet-i mütârekenin altı haftaya inhisârı maddesini kemâl-i ilhâh ile teklîf ve bunun karârlaştırılması Rusya imparatoru nezdinde bir mes’ele-i nâmûsiyye hükmüne girdiğini dahi der-pîş ederek, ol bâbda kendisiyle uzun uzun cereyân eden mükâlemâtta, hem Devlet-i Aliyye’ce müttehaz olan esâs bozulmamak ve hem onlarca maksūd olan sūrete hālisāne ri‘âyet edilmiş olmak için evvelâ iki ay müddetle bir mütâreke akd olunarak, onun hitâmında müsâlemet-i [58] matlûbenin esbâb u şerâiti karâr-gîr olmaz [olamaz] ise altı hafta daha temdîd-i [müddet-i] mütâreke edilmesi ve bunun inkızāsında da iş bitmez ise yine altı haftalık bir mütârekenin Devlet-i Aliyye’ce taleb olunması ve Sırbistan ve Karadağ’da hutūt-ı mütâreke resmen ta‘yîn olunup, fakat Bosna ve Hersek cihetlerinde ve sâir mahallerde müteferrikan silâh be-dest şekâvet olan usât fırkalarının bir hafta müddet hitâmına kadar terk-i silâhla, çıkıp gitmezler ise tenkīllerine Devlet-i Aliyye’nin hak ve salâhiyyeti olması sūretleri teklîf ve îrâd edilerek, bunlara ve ale’l-husūs fırak-ı bâğiyenin ber-vech-i muharrer43 meşrûtan hakk-ı tenkīllerinin muhâfazası maddesine muvâfakat edip gitmiş olduğu hâlde, şu mevâdd-ı ta‘dîliyyeyi nâtık, irsâl eylediği lâyihada müzâkere-i vâkı‘aya tevfīk olunamayacak ba‘zı ibârât bulunduğundan, beyne’l-vükelâ tedkīkı mes’ele edilip fezleke-i müzâkerât sefîr-i mûmâ-ileyhe sūret-i mahsūsada teblîğ [olunduğu] ve cevâbına intizār olunmakta bulunduğu hâlde, 3-4 gün evvel Aleksinaç’ta vukū‘ bulan muhârebe-i şedîdenin netîce-i muzafferânesi ve onu müte‘âkib Aleksinaç’ın bi-havlihî te‘âlâ zabt u teshīr olunması te’sîrâtıyla sefîr-i mûmâ-ileyh teklîfât ve ifâdâtını şiddetlendirerek mütârekeye kat‘iyyen ve serî‘an 42
Orijinal vesikada “istihsālini”. (haz.) Orijinal vesikada üstü çizili olup da Ahmed Midhat’ın yazdığı kelimelerin üstü çizildi. (haz.) 43
54
AHMED MİDHAT EFENDİ
karâr verilmesini ve hemen terk-i [ta‘tīl-i] harekât-ı askeriyye için ordulara emirler gönderilmesini beyân ve buna muvâfakat edilmez ise Dersa‘âdet’i terk [59] etmek üzere devleti tarafından ta‘lîmât-ı kat‘iyye aldığını der-meyân edip süferâyı sâire dahi mes’elenin ağırlığından bahisle buna muvâfakati tavsiye eylediklerinden, dünkü gün Bâb-ı Âlî’de akd-ı meclis-i meşveretle vâki‘ olan müzâkerede, ta‘tīl-i harekât-ı askeriyye mütârekenin esâsı devletlerce kabûl olunduğunun Bâb-ı Âlî’ye teblîğ edilmesiyle meşrût olmak lâzım geleceği cihetle, ona dâir cevâb-ı kabûl vürûd ettiği anda terk-i mu‘âmelât-ı hasmâne olunacağı, gerek sefîr-i mûmâileyhe ve gerek süferâ-yı sâireye tahrîren bildirilmiş idi. Dün gece sefîr-i mûmâileyh bir takrîr gönderip, meâlinde iki def‘a 24 sâ‘at zarfında bilâ-kayd u şart altı haftadan iki aya kadar, hükmü bütün muhâribîne şâmil olarak bir mütâreke akd olunmaz ve terk-i harekât-ı askeriyye edilmez ise bütün a’zā-yı sefâretle Dersa‘âdet’ten avdet edeceğini sūret-i kat‘iyyede ifâde etmiş olmakla, işbu çarşamba günü Bâb-ı Âlî’de akd olunan Meclis-i Vükelâ’da mevzû‘-i bahis edilip, eğerçi mütâreke hakkında evvel ü âhir devletçe muvâfakat gösterilmiş ve beş mâh müddet karârı bâlâda zikr olunduğu vechile, ba‘zı düvel-i mu‘azzamanın bile taht-ı kabûl ve tasdīklerine girmiş ise de gāile-i hâzıranın ibtidâsından beri politikaca görülen televvünât ve tağyîrât âsârından olmak üzere, iş bu mertebeye gelerek şimdi [60] Rusyalılar en küçük bir maddeyi muhârebenin açılmasına âlet etmek istedikleri ve bunda dahi sebebiyyeti bütün bütün Devlet-i Aliyye’nin üstüne atmak çâresini gözettikleri cihetle, maslahat gereği gibi kesb-i ehemmiyyet etmesine mebnî sefîr-i mûmâ-ileyhin teklîf-i vâki‘ine muvâfakat umûr-ı zarûriyyeden olmasıyla berâber, çünkü istediği iki ay müddet-i mütâreke zâten bizce dahi makbûl olup gāyeti şerâit-i mütenevvi‘a ve müddet-i âtiyye hakkında aranılan kuyûdun husūlü karârına zamân verilmemiş demek olacağından, mütâreke ve terk-i muhāsamanın bilâ-kayd u şart kabûlü ittifâk-ı ârâ ile tezekkür olunmuş ve ol bâbda sefîr-i müşârun-ileyhe bu gece gönderilmek üzere kaleme alınan müzekkire-i resmiyye müsveddesi dahi okunarak, meâli kabûl edilmiş olmakla, müzâkerât-ı meşrûhanın îfâ-yı mukteziyyâtı hakkında her ne vechile emr u fermân-ı hümâyûn-ı hazret-i pâdişâhî müte‘allık ve şeref-sudûr buyurulur ise mantûk-ı münîfi icrâ edileceği ve mezkûr müzekkire müsveddesi ve sefîr-i mûmâileyhin notası tercümesi meclisin ittifâk-ı ârâsına dâir pusulanın sūreti ile berâber leffen arz u takdîm kılınmıştır.” Fi 14 Şevvâl sene 1293 İşbu arz mûcibince hareket olunması hakkında irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî şeref-müte‘allık buyurulup îcâbı da icrâ kılındıktan sonra, General İgnatiyev’in ba‘zı mevâddı istîzāhla [61] berâber mütâreke maksadını dahi tekrâr te’yîden verdiği ikinci ültimatom üzerine, kezâlik Hey’et-i Vükelâ karârıyla Sadrıâzam Rüşdi Paşa tarafından arîza-i âtiyye dahi Mâbeyn-i Hümâyûn’a takdîm olunmuş ve mûcibince icrâ-yı amel olunması için irâde-i seniyye şeref-sânih olmuştur.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
55
[İgnatiyev’in Verdiği İkinci Ültimatom Üzerine Hey’et-i Vükelâ Kararıyla Sadrazam Rüşdi Paşa Tarafından Mâbeyn’e Sunulan Arîza] Sūret-i Arîza “Mütâreke hakkında Rusya sefîri tarafından vukū‘ bulan teklîf üzerine dünkü gün beyne’l-vükelâ ittihāz olunan karârın netîcesi, ol bâbda müte‘allık buyurulan irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî muktezā-yı âlîsine tevfīkan, dün gece sefîri mûmâ-ileyhe teblîğ kılınmış idi. Bugün tercümânı vâsıtasıyla gönderdiği habere göre karâr-ı vâki‘i sefîr-i mûmâ-ileyh esâsen kabûl ve tasdīk ve derhâl Livadya’ya iş‘âr ve tenmīk eylediği misillü, terk-i mu‘âdât etmeleri için Karadağ reîsine sūreti tercümesi leffen arz u takdîm kılınan telgrafnâmeyi tastīr edip bu meâlde Sırp prensine dahi bir telgraf yazmış ve bununla berâber teblîğ-i karâra dâir olan müzâkere-i resmiyyede münderic ba‘zı kuyûd-ı ihtirâziyyeden murâd ne olduğunu suâl ve taraf-ı Devlet-i Aliyye’den ta‘tīl-i harekât-ı askeriyye hakkında kumandanlara gönderilen emirler kuvvetli olmayıp da ba‘zı vukū‘ât tekevvün [62] edecek olur ise yine en sonra Bâb-ı Âlî’ye verdiği takrîrin hükmü dâiresinde bulunmaya mecbûr olacağını dahi ilâve-i makāl etmiş olması üzerine sâlifü’z-zikr kuyûd-ı ihtirâziyyeden Devlet-i Aliyye’ce iki maksad olup, biri mütârekenin in‘ikādında mevâki‘-i harbiyyeye me’mûrlar ta‘yîniyle hutūt-ı lâzımenin tahdîdi ve diğeri mevâki‘-i müte‘addidede silâh be-dest şekāvet olan firak-ı bâğiyyenin haklarında îcâb edecek mu‘âmelenin bi’l-müzâkere ittihāzı maddeleri idüğü ve kumandanlara terk-i muhāsama için verilen emirler pek kavî ve kat‘î olmasıyla, mütârekenin devâm ve muhâfazasına bu sūretle dikkat ve i‘tinâ kılınacağı Nezāret-i Celîle-i Hāriciye’den yine tercümânı vâsıtasıyla sefîr-i mûmâ-ileyhe cevâben teblîğ ve ifâde edilmiş olduğunun arz u beyânıyla, tezkire.” Fi 15 Şevvâl sene 1293 Rusya Sefîri Tarafından Karadağ Prensine Yazılan Telgraf Müsveddesi “Bâb-ı Âlî dünkü çarşamba gününden i‘tibâren iki aya kadar bir mütâreke akdine muvâfakat ederek, derhâl bi’l-cümle mevâki‘-i harbiyyece ta‘tīl-i harekât olunmasını hâvî asâkir-i Osmâniyye kumandanlarına emir vermiş olduğundan, taraf-ı asīlânelerinden dahi ona göre iktizā eden tedâbîrin ittihāzıyla beyhûde yere sefk-i dimâ [63] vukū‘unun men‘i husūsuna himmet buyurulması mütemennâdır.” Fi Teşrînisânî sene 1876 Dikkat olunacak ahvâldendir ki, diplomasi lisânında görülen şiddetlerin bu sūretle artması Sırbiyye taraflarında esliha-i Osmâniyye’nin dahi galebesi artmasıyla mütenâsib olup hattâ General İgnatiyev’in ültimatomunu vermesini îcâb eylemiş olan kaziyye dahi Aleksinaç istihkâmât-ı cesîmesinin asâkir-
56
AHMED MİDHAT EFENDİ
i şâhâne hücûmuna dayanamayarak teslîm olması kaziyyesi olmuştur. İşler bu renge girdikten ve Avrupa politikası ise saltanat-ı seniyyeye asla müsâ‘id olmayıp hattâ Sırp emâreti mağlûb olduğu hâlde bile, İngiltere hāriciye nâzırının sâlifü’z-zikr tahrîrât-ı mufassalasında, bu mağlûbiyyete gālibiyyete yakın bir hüküm verdirilerek, Bosna ve Hersek ve Karadağ’a âid olan mevâdda da ona göre bir sūret verilmesi tensîb edilip sâir düvel-i mufahhame dahi bu bâbda İngiltere’ye tatbīk-ı mu‘âmele etmeye başladıktan sonra Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye şâyed Sırbiyye emâreti ile bir ucu ortası bulunup uzlaşmak, müşkilât-ı hâzıranın daha vahīm bir sūret göstermesini de men‘ eder mütāla‘asıyla, evvelce sulh için Sırbiyye emâretine beyân olunduğu, İngiltere hāriciye nâzırının sâlifü’z-zikr tahrîrât-ı mufassalasında da beyân olunan maddeler geriye alınmış ve cümlesinin rızāsına muvâfık gelecek [64] hafîf şerâit dâhilinde yalnız Sırbiyye ile de değil, Karadağ ile dahi mütâreke olunmasına muvâfakat gösterilmiştir. Bu bâbda Sadrıâzam Midhat Paşa tarafından Mâbeyn-i Hümâyûn’a takdîm olunan arz tezkiresi maksadımızı bir kat daha tavzīh ve sıhhatini isbât eder. [Sadrazam Midhat Paşa Tarafından Mâbeyn’e Sunulan Arz Tezkiresi] Tezkirenin Sūreti “Sırbistan ve Karadağ muhârebâtına bir nihâyet verilmek için devletlerin ihtārâtı ve nesāyih-i vâkı‘ası üzerine Sırp ve Karadağ beylerine birer telgrafnâme gönderilmişti. Sırp beyinin cevâben alınan telgrafnâmesini hükmünce madde-i sulhiyye için mükâlemeye girişilmeye hâzır olduğu anlaşılmış olduğundan ve Sırbistan’ca olunacak musālahanın esâsı Sırbistan’ın statüko ya‘ni muhârebeden evvelki hâl üzerine kalması ve ahvâl-i âtiyyesini te’mîn edecek ba‘zı kuyûd u şerâit karârlaştırılması mülâhazātı üzerine olmak lâzım geleceğinden, bu karâr üzerine Sırp emâretinin Viyana’da olan acentesiyle müzâkere etmesi Viyana sefîri devletlü Aleko Paşa hazretlerine havâle kılınmakla, onun cereyânı ve netâyici nasıl zuhûr eder ise başkaca îcâbına bakılır.” “Karadağ’a yazılan telgrafnâmenin beşinci günü prensten [65] alınan cevâbı telgrafîde, sulh maddesi için doğrudan doğruya müzâkerâta girişmek için evvelemirde musālahanın ne esâs üzerine olacağını suâl etmiş olup eğerçi bununla olunacak sulhün dahi esâsı Sırbistan gibi statüko üzerine binâ olunacak ise de Karadağ’ın bidâyet-i muhârebeden beri bizim ordulara karşı hâsıl etmiş olduğu ehemmiyyete ve geçenki mütârekenin akdi esnâsında devletler komiserleri ma‘rifetiyle ta‘yîn olunan hatt-ı mütârekede Nikşik ve Kolaşin ve Yanbat ( )ﻳﺎﻧﺒﺎطgibi birçok mahaller Karadağ dâiresi dâhilinde bırakılıp konferansın redd edilen müzâkerâtında dahi böyle birtakım yerlerin Karadağ’a terki teklîf kılınmasına nazaran bu musālahada Karadağ’a bir mikdâr arâzī terki zarûrî olarak, bunun da zâten mukarrer olan tashîh-i hudûd mes’elesi hükmünde ve o yolda îcâbına bakılmak ve bundan başkaca sadr-ı esbak Es‘ad Paşa zamânında Karadağ prensi
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
57
tarafından îrâd olunup ol vakit Bâb-ı Âlî’ce esâsen ma‘rız-ı kabûlde tutulmuş olan müsted‘ayâta dahi bir karâr verilmek üzere müzâkeresine izhâr-ı muvâfakat olunacağı va‘ad edilmedikçe prensin sulha yanaşmaktan çekinmesini ve belki devletlerin tavassutuna mürâca‘at etmesi melhûz olduğundan ve her ne ise şu esâslar üzerine müzâkere-i maslahat için yazılacak cevâbnâme hükm-i kat‘îyi mutazammın değil ise de bir dereceye kadar mevâdd-ı musālaha esâsen [66] mukarrer hükmünde tutulacağından, suver-i muharrerenin bir kere huzūr-ı şevket-mevfûrı hazret-i pâdişâhîye arz u istîzânıyla ona göre cevâb yazılması, devletlü nâzır paşa hazretleriyle bi’l-müzâkere tensîb olunmuş ve ber-minvâl-i muharrer prensten gelen ve cevâben yazılmak üzere kaleme alınan telgrafnâmeler tercümeleri leffen takdîm ve irsâl kılınmış olmakla, ol bâbda.” Fi 18 Muharrem sene 1294
(Midhat)
İşlerin bu sūret-i mühimmeyi almasına ve bâ-husūs Karadağ emâretinin bir aralık kazandığı birkaç galebe üzerine, sulhperverliğini biraz daha imsâk ederek Sırbiyye’den fazla birtakım esâsları dahi sulhten evvel te’sîs etmek istemesine devletçe hâlâ bir nazar-ı mahsūs-ı ehemmiyyetle bakılmaktan geri kalmamıştır. İşte ez-cümle Midhat Paşa’nın sâlifü’z-zikr tezkiresi üzerine yazılan irâdede bu ehemmiyyet şu sūretle Hey’et-i Vükelâ’ya ihtār olunmuştur.
Resim 9: Midhat Paşa. (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 35.)
AHMED MİDHAT EFENDİ
58
[Midhat Paşa’nın Tezkiresi Üzerine Yazılan İrâde] Sūret-i İrade-i Seniyye “Resîde-i dest-i ta‘zīm olan işbu tezkire-i sâmiye-i âsafâneleri manzūr-ı âlii hazret-i pâdişâhî buyurulmuş ve prens-i müşârun-ileyhe keşîdesi tasavvur olunan telgrafın mazmûnu, hudûd cihetlerinin ba‘zısı tashîh edilmek ve emâretin mukaddemen vukū‘ bulan tekâlîfi hakkında bir karâr-ı kat‘î verilmek üzere statüko kā‘idesinin müzâkerâta esâs tutulacağını ve bu esâs oraca [67] kabûl olunur ise müzâkereye girişmek için me’zûniyyet-i lâzımeyi hâiz bir me’mûrun merkez-i hükûmet-i seniyyeye i‘zâmı lüzûmunu beyândan ibâret ise de ehemmiyyet-i maslahat cihetiyle mes’elenin vükelâca müzâkeresiyle karârının arzı, şeref-sünûh buyurulan emr u fermân-ı hümâyûn-ı cenâb-ı cihândârî mantūk-ı münîfinden olarak, mezkûr telgrafnâmeler savb-ı sâmî-i hıdîvîlerine i‘âde kılınmış olmakla, ol bâbda.” Fi 18 Muharrem sene 1294 İşbu irâde-i seniyye üzerine, keyfiyyet Meclis-i Vükelâ’da tekrâr nazar-ı dikkate alınarak ve arīz u amīk mütāla‘a ve tedkīk edilerek sefk-i dimâyı men‘ ve emâretlerle musālaha ve düvel-i mu‘azzamanın nasīhatlerine tevfīk-ı mu‘âmeleden başka çâre görülemediği ittifâk-ı ârâ ile tahakkuk etmesine mebnî, bir yandan Sırbiyye ile sulh müzâkeresine başlanmış ve diğer taraftan Karadağ’ı da da‘vet için prensine Sadrıâzam Midhat Paşa tarafından şu telgrafnâme çekilmiştir. [Karadağ’ı Sulh Görüşmelerine Dâvet İçin Prense, Sadrazam Midhat Paşa Tarafından Çekilen Telgrafnâme] Sūret-i Telgrafnâme “Hudûd cihetlerinin ba‘zısı tashîh edilmek ve mukaddemâ taraf-ı asīlânelerinden vukū‘ bulan tekâlîf hakkında bir karâr-ı kat‘î verilmek üzere statüko kā‘idesi müzâkerâta esâs tutulacağını, 21 Kânûnievvel 1292 târîhiyle alınan telgrafnâme-i asīlânelerine cevâben beyân ve bu esâs zât-ı asīlânelerince kabûl olunur ise bizimle müzâkereye girişmek için me’zûniyyet-i lâzımeyi hâiz bir me’mûrun [68] İstanbul’a i‘zâm buyurmalarını ricâ ile kesb-i fahr eylerim.” (Midhat) Karadağ musālahasının müzâkeresi sonraya kalsın, Sırbiyye emâreti tarafından gelen me’mûrlarla sulh için edilen müzâkereyi erbâb-ı mütāla‘aya hakīkat-i resmiyyesi mûcibince göstermek için Sadrıâzam Edhem Paşa’nın bâ-tezkire-i mahsūsa Mâbeyn-i Hümâyûn-ı mülûkâneye arz eylediği müzâkerât lâyihasını aynen derc eylemek kifâyet eder.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
59
Resim 10: Edhem Paşa. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 85.)
[Sadrıâzam Edhem Paşa’nın Sırbistan’dan Gelen Memurlarla Yapılacak Sulh Görüşmeleri Hakkında Mâbeyn’e Arz Eylediği Müzâkerât Lâyihası] Sūret-i Tezkire “Sırp me’mûrlarıyla bi’l-müzâkere karâr-gîr olan mevâd üzerine Sırp emâreti ile tecdîd edilecek müsâlemetin şerâitini hâvî kaleme alınan sened müsveddesi ve ol bâbda bu gün cereyân eden müzâkerâtı hâvî Meclis-i Vükelâ mazbatası leffen arz u takdîm kılınmış olmakla, ber-mûcib-i karâr hemen sened-i mezkûrun Sırp me’mûrlarına imzā ettirilmesi ve teferru‘ât-ı maslahatın icrâsı istîzan olunur.” Fi 11 Safer sene 1294 (Edhem) Sūret-i Mükâleme Müzekkeresi “Sırp me’mûrları, emâretin hükûmet-i metbû‘asıyla olan münâsebâtı vukū‘ât-ı ahīra-i elîmeden evvel ne merkezde idiyse, bir an evvel yine o hâle ircâ‘ ve i‘âde eylemek husūsunda gerek prensin ve gerek emâretin der-kâr olan arzu-yı hālisānelerini zât-ı sâmî-i cenâb-ı [69] sadâret-penâhî ile hāriciye nâzırı devletlü paşa hazretlerine teblîğ eylemişlerdir. Bâb-ı Âlî dahi kendi tarafından statükonun i‘âdesi için kabûlünü lâzımeden add eylediği tekâlîfi prense bildirmiş olduğundan muharrirîn-i imzā hâmil oldukları ta‘lîmât muktezāsınca îzāhât-ı âtiyyeyi cânib-i Bâb-ı Âlî’ye arz u i‘tāya müsâra‘at ederler ki bunlar hamd olsun
60
AHMED MİDHAT EFENDİ
tekâlîf-i mezkûrede bir gûne müşkilâtı ve ihtilâf-ı reyi mûcib olacak bir şey bulunmadığını isbât ve beyâna müsâ‘iddir.” “Bâb-ı Âlî, asâkir-i şâhâne Belgrad kal‘esinden çekildiği zamân, vaz‘ olunan şerâit mûcibince sancak-ı Osmanî’nin ba‘demâ burc-ı kal‘ede Sırp bayrağıyla birlikte küşâd edilmesini ve eskiden sādır olan fermân-ı âlîlerin ahkâmını li-ecli’licrâ mevcûd olan kal‘elerin adedi ve istihkâmların kuvveti ileride tezyîd olunmamasını arzu eylemektedir.” “Sırp emâreti, sancak-ı Osmânî’nin Belgrad burcuna küşâdı hakkında vaz‘ olunan şerâiti icrâdan bir vakitte hālî kalmamıştır. Zâten bu iki madde fi Receb sene 1249 ve fi 5 Zilhicce sene 1293 târîhli hatt-ı hümâyûnlarda sarâhaten ve kat‘iyyen münderic bulunduğundan, Sırp emâreti hükûmet-i metbû‘asıyla statüko esâsı üzerine icrâ-yı münâsebâta me’zûn olduğu gibi zâten statüko usūlü tevârîh-i muhtelife ile ihsân buyurulan [70] fermân-ı âlîlerin kabûl ve tasdīkıni îcâb ettiğinden, istihkâmâta müte‘allık şerâiti mecbûri’l-icrâ olacak ve derhâl mevki‘-i icrâya vaz‘la ahkâmına tamâmiyle ri‘âyet edilecektir.” “Bâb-ı Âlî, Sırp emâretinin kendi memleketi dâhilinde eyâlât-ı mütecâvirenin âsâyişini ihlâle mahsūs ve müsellah fırkaların teşekkül etmesini ve bu vechile teşekkül edecek müsellah fırkaların takımıyla açıktan açığa veya gizlice azar azar girmelerini men‘ eylemesini ve bir de fesâd maksadında bulunacak cem‘iyyetlerin ve ale’l-umûm niyet-i hafî ve zāhirîsi ne olur ise olsun, her gûne gizli cem‘iyyetlerin teşekkülüne mümâna‘at eylemesini arzu etmektedir.” “Muharrirîn-i imzā, şu maddelerin cümlesinde Sırp emâretinin birçok senedle Bâb-ı Âlî’ye bi-hakkın mûcib-i şikâyet olacak bir sebebiyyet vermediğini beyân eylemekliği vazīfeden add ederler. Emâretin ihdâs olunduğu zamândan geçenki vakitlere kadar müsellah fırkaların teşekkülü Sırbistan’ca mechûl olduğu gibi hafî cem‘iyyetlerin dahi vücûdu yok idi. Bâb-ı Âlî’nin şu teklîfinde îmâ olunan ilkā’âtın menşe’i ve merkez-i intişârı Avusturya’dadır.” “Muharrirîn-i imzā, Sırp emâretinin eşkıyâ fırkalarını teşekkülden men‘ etmek ve teşekkül etmiş olanlarını dağıtmak için sarf eylemiş olduğu mesâ‘îyi ve bu bâbda Karadağ emâreti nezdinde icrâ etmiş olduğu teşebbüsâtı ve ittihāz eylediği bi’l-cümle tedâbîri [71] ve tamâm-ı husūl-i maksada nâil olacağım zannında bulunduğu zamân, mesâ‘î-i vâkı‘asının ne misillü sehviyyât ile rehîn-i inhilâl olmuş olduğunu Bâb-ı Âlî’ye arz eylemişlerdir. Sırbistan’ın emeli ancak huzūr u âsâyişin husūlü ve saltanat-ı seniyye ile mevcûd olup, Paris Mu‘âhedesi’yle musaddak ve kendisince en ziyâde medâr-ı kuvvet olan münâsebâtın i‘âdesi maddesi olduğundan, eğer münâsebât statüko esâsı üzerine i‘âde olunup da yine hükûmet-i seniyyenin arzusu vechile eşkıyâ fırkalarının teşkîlini ve teşekkül etmiş olanların dahi her ne sūretle olur ise olsun, eyâlât-ı mütecâvireye dühūlünü men‘ için sarf-ı mâ-hasal-ı iktidâr etmeyecek olur ise politikaca olan mevki‘i ve nizāmât-ı dâhiliyyesinin esâsı hilâfına hareket etmiş olur. Sırbistan bir idâre-i muntazama ve
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
61
hürriyyet-perverâneye mâlik olup bu usūl-i idârenin kā‘idesi zâten hafî cem‘iyyetlerin vücûduna açıktan açığa mugāyir bulunduğundan emâretin kendi menâfi‘i, bu husūsta Bâb-ı Âlî’nin arzu-yı meşrû‘una kâmilen muvâfık olduğuna cezm u yakīn hâsıl eyleyeceği der-kârdır. Binâen-aleyh muharrirîn-i imzā, ol bâbda Bâb-ı Âlî’ye te’mînât-ı kâmile ve matlûbeyi i‘tāya müsâra‘at ederler ve hükûmet-i seniyye Sırp ahâlîsinin işbu hafî cem‘iyyetler tarafından vücûda getirilen fenâlıkları his ile, artık ecnebî müfsidlerinin ilkā’ât-ı muzırrelerine kapılmayacağını derk etmiş olduğundan, hükûmet-i [72] seniyye şu maksadın kendiliğinden hâsıl olacağından emîn olmak lâzım geldiği i‘tikādındayız.” “Bâb-ı Âlî, Ermeniler ile Mûsevîlerin serbestî-i âyinden başka sâirlerin hâiz oldukları hukūk ve imtiyâzâta dahi nâil olmaları arzusundadır.” “Muharrirîn-i imzā, ol bâbda Bâb-ı Âlî’nin bu işle meşgûl olmasını îcâb eden esbâb-ı asliyyeyi lâyıkıyla derk ile husūs-ı mezkûrda emâretin efkârı hükûmet-i seniyyenin arzusuna kâmilen muvâfık olduğunu beyâna müsâra‘at ederler. Serbestî-i âyin ve mezheb, Sırbistan’da bir gûne kayd u şart tahtında değildir. Ermeniler hiçbir vakitte Sırbistan’da temekkün etmemiş olduklarından şimdiye kadar kendilerine dince serbestiyet verilmemiştir denilemez. Şimdiden sonra için dahi kavânîn ve nizāmât-ı mahalliyyede Ermenilere mahsūs bir şart mevcûd olmadığı beyânıyla iktifâ olunur. Sırplı sıfatını kabûl etmiş Yahudiler, sâir Sırplıların hâiz oldukları hukūka kâmilen nâil olup, kendilerine mahsūs yalnız bir şart vardır ki, o da dâhil-i memlekette ikāmetlerini şimdilik men‘ eden madde-i nizāmiyyedir. Makarr-ı hükûmette bulunan Yahudiler bi’l-cümle hukūk-ı mülkiyye ve politikadan tamâmen müstefîd olduklarından, şürūt-ı mezkûr dâhilindeki Yahudiler haklarında mücerred bulundukları dinden neş’et etmiş bir memnû‘iyyet-i [73] kānûniyye add olunamaz. Şu tedbîr-i muvakkatten maksad, Sırbistan’a mücâvir olan memleketlerde emsâli göründüğü gibi hey’et-i hükûmetin bile her vakit zabta muktedir olamadığı ezhân-ı ahâlîyi tebrîd etmeksizin Yahudi milletine Sırp cem‘iyyeti içinde yavaş yavaş mevki‘-i tabî‘îsini ihrâz için meydân vermekten ibârettir. Sırp kānûnu, Yahudilere pek müsâ‘id sūrette tertîb ve tanzīm olunmuş olduğundan, emâretin efkâr ve niyyât-ı sahîhasına şübheyi da‘vet edecek sūrette tefsîr ve te’vîl olunamaz. Bâb-ı Âlî bunun böyle olduğuna i‘timâd buyursun. Ve i‘timâdında aldanmış olmayacağını muharrirîn-i imzā dahi te’mîn edebilir. Cânib-i Bâb-ı Âlî’den Belgrad’da bir me’mûr bulundurulmak teklîfine gelince, muharrirîn-i imzā bu bâbda şifâhen vukū‘ bulan teblîgātlarının sened ittihāz buyurulmasını ricâ ederler. İşte muharrirîn-i imzā, Belgrad’da mukaddemâ iş‘âr olunan statüko şerâiti hakkında Bâb-ı Âlî ile Sırp emâreti beyninde tamâmiyle mevcûd olan ittifâkı ber-vech-i muharrer ta‘yîn ve isbâtla kesb-i fahr ederler ve hâiz oldukları me’zûniyyet-i kâmile iktizāsınca Sırp prensi ile ahâlîsinin, gerek zât-ı şevket-simât-ı cenâb-ı pâdişâhî ve gerek saltanat-ı seniyyeleri hakkında olan sadâkatlerine dâir te’mînât-ı cedîde ve kat‘iyye i‘tā ve Bâb-ı Âlî’ye vukū‘ bulan bi’l-cümle ifâdât ve teblîgātlarını karârlaştırılan sūrette bir an evvel prense te’yîd ve tasdīk ettirmeyi dahi [74] der-uhde ederler.
AHMED MİDHAT EFENDİ
62
İşbu tasdīknâmenin Bâb-ı Âlî’ye vusūlünü müte‘âkib, statükonun alenen ve resmen i‘âdesini mutazammın fermân-ı âlînin derhâl ısdârı ve fermân-ı âlî târîhinden i‘tibâren on iki gün zarfında asâkir-i şâhânenin vukū‘ât-ı ahīradan evvelki hâl üzere hatt-ı imtiyâzın beri tarafına çekilmeleri zımnında taraf-ı sâmî-i cenâb-ı sadâret-penâhîden evâmir-i lâzıme i‘tā buyurulacağı me’mûldür.” “Sırp me’mûrları Mösyö Kırstiç ve Matiç hāriciye nâzırı devletlü paşa hazretlerinin konaklarında akd-ı meclis ederek, müzâkerât-ı vâkı‘anın resîde-i haddi hitâm olduğunu ve paşa-yı müşârun-ileyh kendileri beyninde … târîhiyle verdikleri nota mûcibince ittifâk vukū‘ bulduğunu ve binâen-aleyh emâretin hükûmet-i metbû‘asıyla statüko usūlünce tekrâr akd-ı münâsebât etmek hakkında olan arzusunu emâretten aldıkları me’zûniyyet-i mutlaka îcâbınca tasdīk eylediklerini beyân etmişlerdir. Hāriciye nâzırı devletlü paşa hazretleri dahi mârrü’zzikr notayı sened ittihāz eylediğini saltanat-ı seniyyenin Sırp emâretiyle statüko usūlünce tekrâr akd-ı münâsebâta karâr vermiş olduğunu beyân eylemiştir. Bu hâlde statüko kā‘idesinin hüküm ve mâhiyyetini lüzûmu mertebede sarâhaten ta‘yîn ile bu bâbda zuhûr edecek yanlışlığın vukū‘unu men‘ eylemek [75] için şu ittifâk îcâbınca karâr verilen maddeler şunlar oluyor ki…” “Evvelâ; Sırbistan’a müte‘allık bi’l-cümle hatt-ı hümâyûnlarda ve evrâk-ı sâirede ve ale’l-husūs kılâ‘a dâir olan fi 5 Zilhicce sene 1293 târîhli hatt-ı hümâyûnda münderic bi’l-cümle kuyûd u şürūtun başka türlü tafsīlât ve îzāhâta hâcet kalmaksızın, yalnız muhârebeden evvelki statükonun i‘âdesi lafzıyla bilâistisnâ ve kâmilen mevki‘-i icrâya vaz‘ olunması” “Sâniyen; vukū‘ât-ı ahīrada müttehem bulunan bi’l-cümle teba‘a-i mülûkâne, umûmen ve kâmilen afv buyurulduğu gibi Sırp emâretinin dahi işbu vukū‘ât-ı elîmede müttehem bulunan Sırplıların affolunması” “Sâlisen; işbu mukāvelenâme târîhinden i‘tibâren on iki gün zarfında, gerek asâkir-i şâhâne ve gerek Sırp askeri tarafından hatt-ı imtiyâzın hāricinde zabt olunan mahallerin tahliyesiyle, her iki taraf me’mûrlarının o mahaller üzerinde olan hakk-ı hükûmetlerini icrâ eylemesi” (İntehâ) Vâkı‘â Sırbiyye ile akd olunacak musālahanın bu sūrette in‘ikādını bi’ttabi‘ gönüller istemez idi. Hattâ sulh-i hakīkī kat‘iyyen takarrür edinceye kadar, hiç olmaz ise Sırbiyye emâretinden ele geçirilen arâzī ve mevâki‘i-i askeriyyenin biraz müddet daha asâkir-i şâhâne zabtında bulunması nezd-i hümâyûn-ı hazret-i şehriyârîde [76] mütāla‘a olunmuş ise de bu arzunun husūlüne imkân olmadığı, dekāyık ve gavâmız-ı umûra vukūfu bi’t-tabi‘ ziyâde ve şümûllü olmak lâzım gelen Hey’et-i Vükelâ-yı fihām tarafından arz u isbât edilmiştir. İşte sâlifü’z-zikr müzekkire üzerine yazılan irâde-i seniyye dahi, bu kaziyyeyi şerh ve îzāh ve isbât eyler.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
63
[Hey’et-i Vükelâ Müzekkiresi Üzerine Yazılan İrâde] Sūret-i İrâde-i Seniyye “Resîde-i dest-i tekrîm olan işbu tezkire-i sâmiye-i âsafâneleri ile melfûfâtı manzūr-ı hümâyûn-ı cenâb-ı tâcdârî buyurulmuş ve âsâyişin avdeti hakkında emniyyet-i kâfiyye hâsıl oluncaya kadar, el-yevm Sırbistan’ın cihât-ı mazbûtasında bulunan asâkir-i pâdişâhînin geri çekilmemesi şart-ı muvakkatinin dahi şerâit-i mukarrareye ilâvesinde ba‘zı fevâyid tasavvur buyurulmuş ise de havâss-ı vükelâ-yı fihām taraflarından şifâhen vâki‘ olan teblîgātta şart-ı mebhûsü’nanhın Sırp hükûmetine teklîfi i‘âde-i müsâlemete mâni‘ olarak, müzâkerât-ı sulhiyyenin şu birkaç gün zarfında netîce-i kat‘iyye hâsıl etmemesi ise hasbe’l-hâl dâ‘î-i muhātarât olacağı mütāla‘âtı der-meyân edilmiş olduğundan, bu takdîrde ber-mûcib-i karâr hemen sened-i mezkûrun Sırp me’mûrlarına imzā ettirilmesi ve teferru‘âtının dahi yine müzekkire-i ma‘rûzaya tevfīkan icrâsı şeref-müte‘allık buyurulan irâde-i seniyye-i cenâb-ı tâcdârî [77] iktizā-yı âlîsinden olarak, mazbatadan mâ-adâ evrâk-ı nezd-i âlîde tevkīf kılınmış olmakla, ol bâbda.” Fi 12 Safer sene 1294 Bu karâr üzerine dahi ba‘zı ta‘dîlât-ı cüz’iyyenin icrâsıyla kabûlü hakkında Hey’et-i Vükelâ tarafından da bir mazbata-i umûmiyye tanzīm ve hāk-pâyi şâhâneye takdîm olunarak, müte‘allık buyurulan irâde-i seniyye mûcibince Sırp emâreti ile akd-ı musālaha olunmuştur. Karadağ musālahasına gelince; Devlet-i Aliyye’nin emâret-i mezkûreye dahi bi’l-mecbûriyye, lüzûmu derecesinden ziyâde bile sulh-perverlik göstermiş ve hattâ bâlâda münderic telgrafnâme sūretinden de anlaşılacağı vechile Karadağ emâretinin eski-yeni ba‘zı müsted‘ayâtına da muvâfakat isti‘dâdında bulunmuş olması pek büyük bir âtıfet idiyse de, çünkü Sırbiyye ile Karadağ’ın işbu musālahaları keyfiyyeti, Bosna ve Hersek ve Bulgaristan mesālihine de ittifâk-ı ârâ-yı düvel ile bir çâre verilmek için Dersa‘âdet’te akd olunan konferans zamânına musādif olarak, mezkûr konferansın netîce-i müzâkerâtı hiçbir şeye müncer olamaması üzerine de Rusya tarafından alâyim-i mukaddimesi görülen efkâr-ı harb-cûyâne bir kat daha kuvvet bulmuş ve şu hâlde Karadağ me’mûrları asla kanâ‘atkârlık göstermedikleri gibi o sene ilk def‘a olmak üzere açılan Meclis-i Meb‘ûsân dahi Karadağlılara yer terki, şekāvetlerinin artmasından ve ileride yine bu türlü metālibe kalkışmalarından gayrı bir hâli intâc [78] etmeyeceği beyânıyla teklîflerinin kat‘iyyen reddine, hāriciye ve dâhiliye nâzırları hâzır oldukları hâlde karâr vermiş ve keyfiyyet, sūreti âtîde münderic tezkire ile huzūr-ı pâdişâhîye teblîğ olunmuştur.
64
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 11: Sultan Abdülhamîd’in Kānûn-i Esâsî’nin ilanını duyuran fermanının Bâb-ı Âlî’de okunuşu. (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 36.)
[Karadağ’a Yer Terki Hususunda Meclis-i Meb‘ûsân’da Verilen Kararı Hâvî Tezkire] Sūret-i Tezkire “Karadağ mes’elesi hakkında müte‘allık buyurulan emr u fermân-ı hümâyûnı hazret-i şehen-şâhî mûcibince kaleme alınan beyânnâme, hāriciye ve dâhiliye nâzırları devletlü paşalar hazerâtı dahi hâzır oldukları hâlde, bugün Hey’et-i Meb‘ûsân’ın ictimâ‘-ı hafîsinde kırâatle cereyân eden müzâkerâtın netîcesinde Karadağlılara yer vermek tezâyüd-i şekāvetlerinden ve âtîde yine bu türlü metālibe kalkışmalarından başka bir hâli intâc etmeyeceğinden, hatt-ı imtiyâzları hāricinde hiçbir sūret ve vesîle ile Karadağlılara arâzī terk olunmamasına karâr verilmiş olduğuna ve Kānûn-ı Esâsî hükmünce işbu karârın Hey’et-i A‘yân’da dahi tedkīk ve mütāla‘asıyla bi’l-istîzân müte‘allık ve şeref-sudûr buyurulacak irâde-i seniyye-i hazret-i şehriyârî üzerine i‘lân ve teblîği lâzım gelerek, ehemmiyyet ve müsta‘celiyyet-i maslahat ta‘rîf ve tafsīlden müstağnî bulunduğuna binâen, ol bâbda tanzīm edilen mazbata Meclis-i A‘yân’a havâle edilmiş ve buna dâir Hey’et-i Meb‘ûsân’dan tanzīm ve irsâl olunan mazbatanın sūreti [79] manzūr-ı âlî buyurulmak için leffen arz u takdîm kılınmış olduğu beyânıyla, tezkire.” Fi 25 Rebîülâhir sene 1294
(Edhem)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
65
Hey’et-i Meb‘ûsân’ın o günkü karârı üzerine, Karadağ ile harekât-ı harbiyyenin tecdîdi lâzım gelmekle, bu dahi tezkire-i âtiyye ile yine o gün istîzân olunmuş ve irâde-i seniyyesi dahi istihsāl kılınmıştır. [Hey’et-i Meb‘ûsân’ın Kararı Üzerine Yazılan Diğer Tezkire] Sūret-i Tezkire “Ma‘lûm-u âlî buyrulduğu vechile, Karadağlılarla muahharan karârlaştırılmış olan yirmi bir gün mütâreke müddeti alafranga Nisan’ın 13’üne musādif olan önümüzdeki cuma günü münkaziyye olacağından ve bugün Meclis-i Meb‘ûsân’da cereyân eden müzâkerâtın diğer tezkire-i âcizânemle ma‘rûz-ı huzūr-ı cihânbânî kılınan netîcesine ve mes’elenin ahvâl-i umûmiyyesine nazaran, mütâreke-i mezkûrenin tekrâr temdîd ve tecdîdine mahal kalmamış olduğundan, burasının beyân ve ihtārıyla berâber her türlü esbâb ve tedâbîr-i askeriyyenin istihzār ve ittihāzı zımnında iktizā eden fırkalar kumandanları hazerâtına telgraf ile ta‘lîmât gönderilmesi husūsunun hemen cânib-i vâlâ-yı sipehdârîye bildirilmesi hakkında istîzânı hâvî tezkire.” Fi 25 Rebîülâhir sene 1294
(Edhem)
İşbu tezkire-i sâmiye üzerine yazılan irâde-i seniyye şudur: [Bu Tezkire Üzerine Yazılan İrâde] Sūret-i İrâde-i Seniyye “Resîde-i dest-i ta‘zīm olan işbu tezkire-i sâmiye-i [80] sadâret-penâhîleri manzūr-ı hümâyûn-ı hazret-i mülûkâne buyurulmuş ve tehiyyât-ı askeriyyenin ikmâli hakkında kumandanlara telgrafla ta‘lîmât gönderilmesi ve fakat Dağlılar tarafından i‘mâl-i silâh olunmaz ise asâkir-i şâhâne tarafından şimdilik müsâbakat olunmamak îcâb-ı hâlden ise de mütâreke müddetinin inkızāsından dolayı Cebelliler harekât-ı hasmâneye tasaddî edecek olurlar ise ol hâlde mukābele ile tenkīllerine devâm olunması lâzım geleceğinden, bu yolda ta‘lîmât-ı lâzıme verilmesi müte‘allık ve şeref-sudûr buyurulan emr u fermân-ı celîlü’l-unvân-ı cenâb-ı şâhâne mantūk-ı münîfinden bulunmuş olmakla, ol bâbda.” Fi 26 Rebîülâhir sene 1294
66
AHMED MİDHAT EFENDİ
DÖRDÜNCÜ HAKĪKAT Konferans ve Protokoller ki Redleri Muhârebe-i Hâzırayı Takrîr Eylemiştir Yukarıki fıkrada Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin, Avrupa düvel-i mu‘azzama ve mufahhamesi nesāyıhına ne sūretlerle muvâfakat göstermiş olduğuna dâir vermiş olduğumuz îzāhât ve Sırbiyye ve Karadağ emâretlerine ne kadar âtıfet-perverâne rû-yı mülâyemet gösterildiğine dâir i‘tā eylediğimiz ma‘lûmât, daha yukarıki fıkrada İngiltere hāriciye nâzırının tahrîrât-ı mufassalası hitâmında mesâilin bir [81] semere hâsıl edemediği için beyân olunan teessüfün saltanat-ı seniyyeye âid olamayacağını isbâta kâfîdir, zann ederiz. Hattâ işlerin sūret-i güzerânında görülen isti‘dâddan, bu muhârebenin Sırp musālahasıyla hitâm-pezîr olamayacağı dahi anlaşılması üzerine, zât-ı hazret-i pâdişâhî hiç olmaz ise Sırbiyye cihetinden elde bulunan arâzī ve mevâki‘in derhâl asâkir-i Osmâniyye’den tahliye edilmemesini hāssaten emel buyurdukları hâlde, Bâb-ı Âlî mutlakā böyle bir emel içinde, şâyed sulh-i mün‘akidden Devlet-i Aliyye’nin de emîn olamadığına dâir, Avrupa bir şemme hisseder de bunu dahi sulhün cidden takarrürüne mâni‘ görür diye mütāla‘a eylemiş olmasına mübtenî olmalıdır ki mevâki‘-i mezkûrenin tahliye edilmemesi gibi bir ihtiyâttan dahi sarf-ı nazar edilmişti. İngiltere hāriciye nâzırının tahrîrât-ı mufassalasında, Bosna ve Hersek ve Bulgaristan işlerine de bir sūret verilmek için düvel-i mu‘azzama murahhaslarından mürekkeb bir de konferans teşkîli kaziyyesi münderic olup eğerçi ba‘zı efkâr-ı dakīkaya ve âtîde münderic lâyiha-i seniyyede dahi musarrah olduğuna göre bu konferansa birden bire lüzûm gösterilmemek ve konferansta düvel-i mu‘azzama ne taleb edecekler ise istimzâc olunup şâyed muvâfık çıkar ise kabûl edilmesi ciheti vârid-i hātır olur ve şâyed konferansın karâr vereceği mevâddı Devlet-i Aliyye kabûl edemeyip de redd eder [82] ise o hâlde yalnız Rusya’yı değil, bütün düvel-i mu‘azzamayı redd ve hātırlarını kesr etmiş olacağı kaziyyesi de bu hātırayı te’yîd ve tahkîm eder idiyse de İngiltere hāriciye nâzırı Slav teba‘a-i şâhâne için mültezem olan ıslâhâtı o kadar hafîf olarak göstermiş idi ki zâten Devlet-i Aliyye dahi Kānûn-ı Esâsî ile umûm-ı Memâlik-i Şâhâne için birtakım ıslâhâta bed’ ve mübâşeret edeceğinden, eğer düvel-i mu‘azzama tarafından der-meyân edilecek olan şerâit, Devlet-i Aliyye’ce dahi matlûb olan ıslâhâta muvâfık olur ise bi’t-tabi‘ kabûl edilerek şu hâlde emel-i umûmî rengini alan ıslâhât husūsuna yine ittifâk-ı ârâ ve rızā ile karâr verilmiş olur ve iş dahi biter gider diye Bâb-ı Âlî’ce edilen i‘tikād, evvelki efkâr ve mütāla‘a ve mülâhazaya gālib gelmiş ve binâen-alâzâlik konferans akdine Devlet-i Aliyye’ce dahi muvâfakat gösterilmiş idi.
68
AHMED MİDHAT EFENDİ
Konferansa düvel-i mu‘azzama tarafından birer ikişer murahhas ta‘yîn olunduğu misillü Osmanlı murahhaslarının dahi ta‘yîni şu tezkire-i sadr-ı a‘zamî üzerine icrâ olunmuştur.
Resim 12: Tersane Konferansı’na katılan yabancı ülke temsilcileri. (Fotoğraftan birebir illüstrasyondur.) (B. Öztuncay, Hâtıra-i Uhuvvet) (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 58.)
[Tersane Konferansı’na Murahhas Tayini Hususunda Sadâretten Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Dersa‘âdet’te ictimâ‘ı beyne’d-düvel karâr-gîr olan konferansta ekser devletler tarafından ikişer ve ba‘zısı cânibinden birer murahhas bulundurulacağı gibi bunun riyâsetinde kavâ‘id-i umûmiyye-i düveliyyeden [83] olduğu vechile, hāriciye nâzırı devletlü Safvet Paşa hazretlerinin bulunması ve şu hâlde müşârunileyhin saltanat-ı seniyyeden murahhas-ı evvel olması lâzım gelerek, binâen-aleyh murahhas-ı sânîliğe muktedir bir zâtın intihāb ve ta‘yîni îcâb eylediğinden, ol bâbda şeref-sünûh ve sudûr buyurulan emr u fermân-ı hümâyûn-ı hazret-i pâdişâhî mûcibince, bu akşam bendehānede beyne’l-havâs münâsibi lede’tteemmül, çünkü esâs mes’elenin Devlet-i Aliyye’ce der-kâr olan ehemmiyyet-i fevka’l-âdesiyle berâber konferansın müzâkerâtı umûr-ı dâhiliyye-i saltanat-ı seniy-
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
69
yeye müte‘allık olacağı cihetle, murahhaslıkta bulunacak zâtın mu‘âmelât ve lisânı diplomasiyye ve ahvâl-i mülk ü teba‘aya vukūf-ı kâmil ashâbından bulunması şart-ı a‘zam olup bu sıfatta hātırlara gelen bende-gân meyânında nezd-i ilhâmvefd-i hazret-i mülûkânede rehîn-i tensîb olan Berlin sefîri devletlü Edhem Paşa hazretleri bi’l-ittifâk tercîh olunduğundan ve konferansa dâhil olacak diğer devletlerin murahhasları mahallerine müteheyyi-i hareket bulunduklarından nâzır-ı müşârun-ileyh hazretleri murahhas-ı evvellikte bulunmak üzere müşârun-ileyh Edhem Paşa’nın murahhas-ı sânîliğe ta‘yîni ve hemen Dersa‘âdet’e gelmesi için telgrafla kendisine teblîği tezekkür olunduğuna dâir tezkire.” Fi 3 Zilka‘de sene 1294 (Mehmed Rüşdi) İşbu konferansın akdi mukābelesinde zât-ı şevket-simât-ı hazret-i pâdişâhînin tek encâm-ı kârda maslahatı pek büyük bir [84] vehāmet ve tehlikeye uğratmamak ve sulh-perverlik tarīkınden ayrılmamak için nasıl bir emel-i kanâ‘at-kârâne ve sulh-cûyânede bulundukları, konferansın ilk ictimâ‘ı gününün ferdâsı günü mücerred bir muhtıra olmak üzere tanzīm ve irsâl eyledikleri varaka-i celîle ile sâbit olur ki burada evvel-be-evvel onun dercini münâsib görmekteyiz. [II. Abdülhamîd’in Konferans Hakkında İrsâl Eylediği Muhtıra] Muhtıra-i Celîle “Murahhasların ifâdâtına ve mes’elenin bidâyetinden beri devletlerin icrâ eylediği teblîgāta nazaran, Bulgaristan için muhtâriyyet-i idâre istenilmesi maddesi ve tekâlîf-i sâire-i ma‘lûme, Bulgaristan hâdisesinde me’mûrîn-i Devlet-i Aliyye ve efrâd-ı ahâlî-i müslime tarafından Hıristiyânlar hakkında ta‘diyyât-ı müfrita vukū‘u, Avrupa’ca ve husūsen İngiltere’ce heyecân-ı efkârı mûcib olmasından neş’et ediyor ve müttehemlerin te’dîbi evvel ü âhir hükûmet-i Devlet-i Aliyye’ye teblîğ olunmuş iken, bu bâbda matlûb vechile hareket olunmaması cihetle, şimdi devletlerin efkâr-ı umûmiyyeyi teskîne kādir olamadıkları dahi ma‘rız-ı i‘tizârda beyân olunuyor. Mâdem ki tekâlîfin sebeb-i münferidi, erbâb-ı töhmetin te’dîbinde mübâlâtsızlık vukū‘u oluyor, bu sebeb bir sūret-i müessirede izâle olununca, heyecân-ı efkârdan hâsıl olan sû-i te’sîrât ber-taraf olmak îcâb eder. Binâen-aleyh Devlet-i Aliyye bu maddede şimdiye kadar ber-vech-i matlûb hareket edip etmediği [85] bahsini terk ile tedbîr-i âtîyi devletlere teklîf etmelidir. Şöyle ki: Evvelâ; hâdisede gerek me’mûrînden ve gerek ahâlîden zî-medhal ü müttehem olanlar her kim olur ise olsun, bunları yeniden muhâkeme ve haklarında kānûnun hükm edeceği en şiddetli cezâyı hüküm ve derhâl icrâ etmek için vükelâ-yı Devlet-i Aliyye’den üç zât ile düvel-i zāmine taraflarından her kimleri intihāb eder ise onlardan mürekkeb fevka’l-âde mahkeme sıfatında bir komisyon teşkîl olunarak, bu komisyon derhâl Edirne veya Filibe’ye irsâl olunacaktır.”
AHMED MİDHAT EFENDİ
70
“Ve Avrupalılar’dan her kim ister ise gelip muhâkeme-i aleniyyeyi görmek için teşebbüs ve hattâ İngiltere’de fırka-i mu‘ârazanın reîsi ve tekâlîf-i ma‘lûmenin mürevvici olan Lord Gladstone dahi bu muhâkemeye da‘vet olunur.” “Eğer maksad, Bulgaristan’da İslâm ve Hıristiyân arasında bir daha şikāk vukū‘ bulmamasını te’mîn ise bu tedbîr her şeyden ziyâde müessir ve bâ‘is-i ibret olur.” “Sâniyen; tekâlîfi-i vâkı‘anın herhangisi Kānûn-ı Esâsî ahkâmınca câiz olur ise onlar derhâl hükûmet-i Devlet-i Aliyye tarafından icrâ olunacaktır.” “Kānûn-ı Esâsî’nin hukūk-ı umûmiyyeye dâir ta‘ahhüd ettiği ahkâm ise Hıristiyânların hukūkuna tekâlîf-i mebhûseden ziyâde zāmin [86] olup, onun mevki‘-i icrâya vaz‘ı, İslâm ve Hıristiyân arasında en ednâ fark ve mübâyenetin vücûduna mahal bırakmayacağı bi’l-mübâhese sâbit olur.” “Sâlisen; Kānûn-ı Esâsî’nin ahkâmı tamâmen ve serî‘an icrâ olunduktan sonra, artık düvel-i zāminenin Hıristiyân teba‘anın ıslâh-ı ahvâli bahsinde bir diyecekleri kalmamak ve husūsen Devlet-i Aliyye’nin ahden mahfûz olan istiklâlini tehlikeye ilkā eden şimdiki tekâlîf, istirdâd olunmak lâzım gelir ise de Devlet-i Aliyye efkâr-ı düvel ü mileli bir derece daha tatmin için mevzû‘-i bahis olan tekâlîfin, Kānûn-ı Esâsî dâhilinde olan kısmını kâmilen yapacağı gibi sâir ba‘zı müsâ‘adâtta dahi fedâkârlık gösterecektir.” “Râbi‘an; Devlet-i Aliyye gerek Kānûn-ı Esâsî ahkâmını ve gerek onun hāricinde kabûl edeceği ıslâhâtı tamâmen mevki‘-i icrâya koymak için düvel-i zāmineden bir müddet dahi taleb edebilir. O müddetin inkızāsında ta‘ahhüd olunan şeyler yapılamaz ise ol zamân düvel-i zāmine vazīfe-i zamânı44 diledikleri gibi isti‘mâl ederler.” “Bu def‘a düyûn-ı umûmiyye fâizlerinin nısfına tenzîline dâir olan nizāmnâmeyi Devlet-i Aliyye’nin mebde’-i ıslâhât olmak üzere lağv etmesi dahi bâlâda lüzûmu gösterilen müddet zarfında semere-i fi‘iliyyesini gösterebilir.” “Hükûmet mevâdd-ı mebhûsü’n-anhâyı vakit geçmeksizin daha [87] tensîb edeceği mevâd var ise onların dahi ilâvesiyle gāyet müessir ve nazar-ı dikkat-i âmmeyi câlib olacak sūrette düvel-i zāmine hāriciye nâzırlarına teblîğ eder ise hüsn-i te’sîri mûcib olacağı zann olunur.” (İntehâ) İşbu muhtıra-i celîle, zât-ı şevket-simât-ı hazret-i pâdişâhînin müşkilâtı hâzırayı daha ziyâde uzatmayıp, imkânın müsâ‘adesinden istifâde olunabildiği kadar sulhen tesviyesi husūsundaki temâyülât-ı şehriyârîlerini isbâta 44
Kefâlet. (haz.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
71
kifâyet edip bu hâlde konferansın müzâkerât-ı dûrâ-dûrundan kat‘-ı nazarla netîce-i müzâkerâtta ortaya koyduğu şerâiti görmek dahi konferansın âmâl-i sulh-cûyânesi neden ibâret olduğunu isbâta kâfîdir. Şerâit-i mezkûrenin dâimî ve muvakkat olan iki sūreti dahi ber-vech-i âtî başka başka arz olunur.
Resim 13: Tersane Konferansı’ndan bir celse. Hâriciye Nâzırı Safvet Paşa, “düvel-i muazzama”nın murahhasları ile 93 Harbi’ni önleyebilecek şartları müzakere ediyor. (Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 6.)
[Tersane Konferansı] Konferans Tekâlîfi “Tekâlîf iki nev‘dir: Dâimî, Muvakkat. Şerâit-i Dâime Evvelâ; Bosna ve Bulgaristan’da mahkemeler teşkîli ve hâkimlerin kānûnâşinâ olması. İntihāblarında düvel-i sittenin inzımâm-ı ârâsı [88] bulunmak. Hâkimler kayd-ı hayât ile ta‘yîn. İkincisi; Bosna ve Bulgaristan vâlîleri beş sene müddetle ta‘yîn. Ve vâlîler düvel-i sittenin inzımâm-ı ârâsıyla intihāb. Vâlîlerin sinîn-i hamse zarfında azli bi’l-muhâkeme sübût-ı töhmete müte‘allık. Üçüncü; Bulgaristan vâlîsi Hıristiyân olmak. Dördüncü; kazā mecâlisi vergi ile mükellef ahâlî tarafından intihāb. Meclisin vezāifi; yollar ta‘mîri, mekâtib inşâsı ve verginin kā‘ide-i istîfâsının ta‘yîni.
72
AHMED MİDHAT EFENDİ
Beşinci; kazā meclisi a‘zāları, vilâyât a‘zāsını intihāb edecek. Meclisler vilâyetin mâliyye ve zābıta ve belediyyesine bakacak. Altıncı; dühān-ı gümrük rüsûmu doğrudan doğruya hazîne-i mâliyyeye âid olacak. Yedinci; sâir vergilerin nisbeti ta‘yîn olunacak ve onların yalnız sülüsü hazîne-i mâliyyeye âid olacak. Sekizinci; sülüs-i vâridâtın bâkīsi me’mûrlar ve zabtiyye ve asâkir-i redîfe ma‘âşlarıyla vilâyetin ıslâhât-ı dâhiliyyesine sarf. Dokuzuncu; kazā ve vilâyet meclisleri a‘zāsı mezheb farkı aranılmayarak intihāb. Onuncu; a‘şâr lağv ile yerine arâzī üzerine vergi vaz‘ı. [89] On birinci; hizmet-i askeriyyenin ahâlî-i İslâmiyyeye terki. On ikinci; asâkirin başlıca şehirlerde ve kılâ‘da ibkāsıyla, yalnız vâlî tarafından emr olundukça mevâki‘de ictimâ‘ eylemeleri. On üçüncü; vilâyetlerde asâkir-i milliyye tertîbi ve fakat ahâlî nisbetiyle işbu askerin İslâm ve Hıristiyândan ta‘yîni. On dördüncü; asâkir-i milliyye zābitānı, vâlî vâsıtasıyla intihāb ve fakat en büyük zābitlerin irâde-i seniyye ile ta‘yîni. On beşinci; asâkir-i milliyye vilâyet hāricine çıkamayacak. On altıncı; bedel-i askerî, askerliğe müstehak olan efrâd-ı gayr-ı müslimeye hasr olunacak, bedel veren asâkir-i milliyye sınıfına idhâl edilecek. On yedinci; vilâyetin asâkir-i zabtiyyesi ahâlî nisbetinde İslâm ve Hıristiyândan ta‘yîn. On sekizinci; küçük mahkemeler hâkimlerini vâlî intihāb edecek. On dokuzuncu; mahkemelerde Türkçe ve Bulgarca isti‘mâli. Islâhâtın Hulâsaten Zikri Bu vilâyetlerin ahâlîsi yine zât-ı şâhânenin teba‘ası olmakla berâber, idâre-i mahalliyyelerinde muhtârdırlar. [90] Şerâit-i Muvakkate Ekser memâlikte vâki‘ olan esbâb-ı isyân adem-i tâbi‘iyyet ve zât-ı şâhâneye adem-i itā‘ati irâ’e eder. Me’mûrlar müstakīm değildir. Her tarafta hakkāniyyete
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
73
ri‘âyet olunmayıp ahâlî murâd-ı pâdişâhî olan hürriyyet ve müsâvâtı takdîr etmez. Birinci; düvel-i müttefika bir sene müddet ıslâhâtın cereyânına nezāret eylemek üzere muhtelit bir komisyonun teşkîlini taleb ederler. İkinci; komisyonu muhâfaza için Belçika’dan 5.000 neferden mürekkeb asker celbi. Belçika’dan asker celbi, onların Katolik olduklarından zât-ı şâhâneye muhib olmaları ve Belçika’nın Fransa ve İngiltere ile müttefik bulunmaları içindir. Bu asker, komisyonu muhâfazaya me’mûr olduğundan istiklâl ve tamâmiyyete dokunmaz. Mes’ele-i zâilede dahi Varna’da böyle asker bulunduruldu. Bu hâl beyne’d-düvel dahi vardır. Vilâyetleri yine asâkir-i pâdişâhî muhâfaza edecektir. Bu şartla Devlet-i Osmâniyye’nin istiklâli hıfz olunur. Şu tekâlîfin bir hükümdâr için reddi kābil olmayacağı mücerrebdir. Amerika da idâre-i mahalliyye usūlünü bir aralık ihtiyâr etti. İngiltere muhtâriyyet-i idâreye muvâfakat eylemiş idi. Danimarka bunu redd etti. Lâkin bu red, muhârebeyi intâc ve nihâyet iki vilâyet izā‘a eyledi. Avusturya da böyle [91] bir zarara uğradı. Macaristan idâre-i mahalliyye istedi. Avusturya hasbe’t-tecrübe redd edemedi. Lâkin şimdi fâide gördü. İspanya’nın ihtilâlât-ı dâimesi dahi bundan neş’et ediyor. Zîrâ “Bask” ahâlîsinden idâre-i mahalliyye istid‘âsını redd eyledi. Devlet-i Osmâniyye, Avusturya devletinin meslek-i âdilânesine taklîd eylemelidir. Bu kā‘ideyi devlet kabûl eder ise ahâlî adâlet göreceğinden Rusya’dan tebâ‘üd ederler. Bu şerâit redd olunur ise muhârebe muhakkaktır. Ve devlet, Rusya ve onun müttefikleri karşısında yalnız kalır. Bu ise devlet ve memleketi hâl-i mağlûbiyyete ircâ‘ eder.” (İntehâ-yı Tekâlîf) Bu şerâitin mâhiyyetini teşrîh ile berâber bunların kabûlüne Devlet-i Aliyye’nin derece-i mecbûriyyetini göstermek için İngiltere murahhası Lord Salisbury tarafından hāk-pâ-yi şâhâneye takdîm olunan bir lâyiha dahi gāyet mühim âsârdan olmakla sūret-i tercümesi buraya aynen derc olundu. [Lord Salisbury’nin Tersane Konferansı Hakkında II. Abdülhamîd’e Takdim Ettiği Lâyiha] Sūret-i Lâyiha “Devlet-i Aliyye bugünkü gün gāyet tehlikeli bir hâlde bulunuyor. 250.000 kişiden mürekkeb bir Rusya ordusu Memleketeyn hudûdunda ve 150.000 kişi Kafkasya hudûdunda tahaşşüd eylemiştir. Rusya milleti efkâr-ı dîniyyesinin galeyânıyla devleti [92] sürüp götürmekte olduğundan, ahâlîyi zabt etmek husūsunda hükûmetçe pek çok müşkilât çekiliyor. Eğer, Rusya Tuna’yı geçer ise Avusturya devleti kendi kendisini muhâfaza için Bosna’ya asker sevk etmeye mecbûr olacak-
74
AHMED MİDHAT EFENDİ
tır. Rivâyet olunduğuna göre İtalya kralı Bulgaristan’da geçen şehr-i mayısta vâki‘ olan harekât-ı vahşiyâneyi istihbâr eylediği zamân, yalnızca Memâlik-i Şâhâne’yi istîlâ etmeyi kurmuş ve bu niyetinden güçlükle ferâgat ettirilmiştir. Maa-mâ-fîh, Avusturya tarafından bir hareket vukū‘ bulur ise İtalya’nın durması pek de mümkün değildir. Vükelâ-yı cedîde-yi Yunâniyye dahi eğer muhârebe olur ise Yunanistan’ı Memâlik-i Şâhâne’de bulunan Rumlar hakkında olan muhabbetini izhâr etmesinden men‘ edemeyeceğini beyân eylemiştir. İran’ın fırsattan istifâde ile öteden beri Memâlik-i Şâhâne’nin cihet-i şarkiyyesinde bulunan arâzī hakkında der-meyân ettiği iddi‘âları tecdîd ile oraları istîlâ etmesi me’mûldür.” “İşte Devlet-i Aliyye’nin muhârebe zuhûrunda bütün bu düşmanlarıyla harb etmesi lâzım gelecektir. Bakalım böyle bir muhârebe-i cesîme için güvenebileceğiniz kuvvetler nedir? Vâkı‘â Devlet-i Osmâniyye’nin askeri çoktur. Fakat iyi kumandan ve mühimmât-ı lâzımeden mahrûmdur. Ve hazînede dahi bu mühimmâtı tedârik ve iştirā edecek akçe mefkūddur. Binâen-aleyh, devletin askerinden başka bir şeyi [93] yoktur. Şu sâ‘atte Türkistan için muhârebe edecek bir millet bulunmadığından, yalnız başına muhârebe edecektir.” “Bundan yirmi sene evvel Avrupa’nın en kuvvetli devletleri bulunan Fransa ve İngiltere, Devlet-i Aliyye için muhârebe ederek nüfûs ve paraca birçok fedâkârlıktan sonra galebe edebilmişlerdir. Lâkin şimdi Devlet-i Aliyye onlardan kat‘iyyen bir mu‘âvenet ümîd etmemelidir. Fransa pek çok musāb olduğundan, uzak bir mahalde muhârebe etmeye muktedir değildir. İngiltere dahi Devlet-i Aliyye’ye olan dostluğunu delâil-i müte‘addide ile isbât eylemiş ise de el-yevm mu‘âvenette bulunmak kendisince muhâl olmuştur. Çünkü, geçen yaz içinde birtakım kadın ve çocukları katl etmek ve ırza geçmek gibi asâkir-i Osmâniyye tarafından irtikâb olunan harekât-ı vahşiyâne hakkında, hayfâ ki sahîh olan rivâyâttan İngiltere ahâlîsi pek müteessir olmuş olduğundan, işbu te’sîrât-ı nâ-hoşnûdî devâm eyledikçe, Devlet-i Aliyye için muhârebe etmek husūsunda İngiliz milletinin hiçbir hey’et-i hükûmete ruhsat vermeyeceği der-kârdır. Eğer şimdiki Hey’et-i Vükelâ o meyilde bulunacak olur ise der-akab azl edilip Mösyö Gladstone re’s-i idâreye avdet eder. Mûmâ-ileyh ise Devlet-i Aliyye’yi Avrupa kıt‘asında kâmilen dûçâr-ı izmihlâl etmek azm-i kat‘îsindedir. Binâen-aleyh saltanat-ı seniyye-i Osmâniyye, 500 sene evvel Avrupa kıt‘asına geçen selâtin-i Osmâniyye’den [94] hiçbirisinin uğramamış olduğu bir tehlike-i âcilede bulunuyor.” “Devlet-i Aliyye müttefikten mahrûm ve levâzım ve mühimmât-ı askeriyyesi noksān ve hazînesi tehî olduğu hâlde, her bir hudûdunda bir düşman-ı câhid karşısında bulunacağından, bu işten kurtulmak için nihâyet derecede ihtiyât-kârâne hareket etmesi ve mülk ü vatanı kurtarmak için esâs hâle ta‘alluku bulunmayan ve nâmûs-ı devleti muhil olmayan her bir fedâkârlığa tahammül etmek azm-i kat‘îsinde ve efkâr-ı müsâlemet-kârîde bulunması lâzımdır. Düvel-i sitte-i zāmine, bu bâbda müzâkerât-ı amīka icrâ ettiler. İngiltere dahi Devlet-i Aliyye’ye nakīsa getirecek veya vâridâtını ve (ba‘zı ta‘dîlât-ı cüz’iyye müstesnâ olmak
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
75
üzere) memâliğini veyâhud Bâb-ı Âlî’nin kudret-i askeriyyesini tenkīs eyleyecek şerâit teklîfini men‘ için musirrâne sa‘y ederek buna muvaffak oldu. Devlet-i müşârun-ileyhânın zât-ı hazret-i mülûkâneden taleb etmeyi lâzımeden add eyledikleri mevâdd; eğer zât-ı şâhânelerinin mukarrebleri gāyet ma‘kûl nesāyıhda bulunsalar, karîha-i hümâyûnlarından i‘tā edecekleri şeylerden ibârettir. Şerâit iki kısma münkasım olup, biri şerâit-i dâime ve diğeri şerâit-i muvakkatedir. Şerâiti dâime zîrde beyân olunan husūslardır.” “Zât-ı hazret-i pâdişâhî, Bosna’da ve ahâlîsi Bulgar olan vilâyetlerde mehâkim-i istinâfı te’sîs edeceklerdir ki bu mahkemelerin [95] hâkimleri kānûnşinâs adamlar olacak, süferâ-yı sittenin rızāları ile intihāb ve kayd-ı hayât şartıyla nasb edilecektir. Oralara gönderilecek vâlîler, süferânın inzımâm-ı reyiyle intihāb olunacak ve beş sene müddet vâlîlik edeceklerdir. İstinâf mahkemeleri nezdinde töhmetleri sâbit olmadıkça bu beş sene içinde azl olunmayacaklardır. Bulgar vilâyetlerinde Hıristiyân ahâlî kesret üzere olduğundan bu vilâyetlerin vâlîleri Hıristiyân olacaktır. Her bir kazāda bir meclis olup a‘zāsı ne gûne olur ise olsun, bir vergi veren ahâlî tarafından serbestçe intihāb olunacaklardır. Bu meclis, memlekette te’sîs-i turuk u mesâlike ve mektebler ihdâsıyla bunların idâresine ve idârei merkeziyye hesâbına olarak verginin tevzî‘ ve tahsīline me’mûr olacaktır. Vilâyetlerde, kazā meclislerinin intihāb edeceği a‘zādan mürekkeb meclisler bulunacak ve bunlar vilâyetin mâliyye ve zābıtasına ve sâir işlere bakacaktır. Zecriyye ve dühān ve gümrük rüsûmu kâmilen ve diğer rüsûmâtın dahi bir kısmı, ya‘ni takrîben bir sülüsü hazîne-i celîleye verilerek bâkīsi vilâyetin mülkiyye ve zābıta me’mûrlarına ve millet askerine ve emr-i i‘mârına sarf olunacaktır. A‘şâr lağv olunup yerine arâzī üzerine vergi alınacaktır. Cennet-mekân Sultān Abdülmecîd Hān [1839-1861] hazretleri, Hıristiyânların askere alınacağını va‘ad eylemişler ise de bunun icrâsı [96] Hıristiyânları dûçâr-ı hakāret ve mezellet etmeksizin mümkün olamayacağı devletlerin ma‘lûmudur. Binâen-aleyh, saltanat-ı seniyyeyi ve memleketi vikāye edecek asâkirin şimdiki gibi Müslümânlardan mürekkeb olması teklîf olunur. Lâkin asâkir-i şâhâne, başlıca şehirlerde ve kılâ‘da ikāme edilerek, vâlî tarafından görülecek lüzûm üzerine başka tarafa sevk edilmedikçe, bu mahallerden ayrılmayacak ve Müslümân ve Hıristiyândan mikdâr-ı nüfûsları nisbetinde bir millet askeri te’sîs kılınacaktır. Zābitānı, vâlînin intihābıyla Hıristiyân veyâhud Müslümândan ta‘yîn olunacak ve büyük rütbeyi hâiz zābitler, taraf-ı eşref-i şâhâneden nasb buyurulacaktır. İşbu millet askeri vilâyeti asla terk edemeyecektir. Bedelât-ı askeriyye, Hıristiyânların sahîhu’l-bünye olanlarından ve millet askerine dâhil olmayanlardan tahsīl kılınacaktır. Zābıta-yı belediyye, Müslümân ve Hıristiyân ahâlînin nüfûsca nisbetine göre teşkîl edilecektir. Mahkemelere me’mûr hâkimler, vâlî tarafından Meclis-i Umûmî’nin inzımâm-ı reyi ile ve kayd-ı hayât ile nasb olunacaktır. Memleketin lisânı, mahkemelerce lisân-ı Osmanî ile berâber hukūk-ı mütesâviyeye mazhar olacaktır. Islâhât-ı mebhûsenin hulâsası şu oluyor ki işbu vilâyetler ahâlîsi zât-ı şâhânenin taht-ı hükûmetlerinde kaldığı hâlde, kendi mesālih-i belediyyelerini idârede muhtâr olacaktır.” [97]
76
AHMED MİDHAT EFENDİ
“Sūret-i dâimede mevki‘-i icrâya konulacak işbu tağyîrât ile berâber ba‘zı tedâbîr-i ihtiyâtiyye dahi vardır ki bunların hükmü muvakkattir. Nice mahallerde irtikâb olunan harekât-ı vahşiyâne, Memâlik-i Devlet-i Aliyye’nin el-yevm bir heyecân-ı azīm hâlinde bulunduğunu ve evâmir-i şâhâneye itā‘at olunmakta olduğunu isbât eder. Ekser me’mûrîn ıtmâ‘ olunuveriyor. Cebr u şiddet, umûmiyyet üzere vukū‘ buluyor. Ahâlî ise hürriyyet-i mezhebiyyenin vücûdu ve Hıristiyân ile İslâm’ın hüsn-i mu‘âşereti, âmâl-i şâhâne muktezāsından olduğunu henüz anlamamıştır. Düvel-i zāminenin vekîllerinden mürekkeb bir muhtelit komisyonun bir sene müddet ıslâhât-ı mezkûrenin icrâsına nezāret etmesi ve vilâyetlerin hâl-i heyecânda bulunmasından nâşî, bu komisyonun 5.000 Belçikalı’dan mürekkeb bir Avrupa askerinin taht-ı muhâfazasında bulunması lüzûmuna, devletlerce kat‘iyyen cezm u yakīn hâsıl olmuştur. Belçika sırf bir Katolik devleti ve binâen-aleyh Devlet-i Aliyye’nin dostudur ve bundan başka İngiltere ve Fransa’nın gāyet husūsī müttefiğidir. Zikr olunan komisyonu himâye etmek için bu askerin istihdâmı, Devlet-i Aliyye’nin tamâmiyyet ve istiklâliyyetini ihlâl etmez ve cennet-mekân Sultān Abdülmecîd Hān hazretlerinin Varna’da Fransa ve İngiltere asâkirinin ikāmetine müsâ‘ade etmiş olmaları buna bir misâldir. Bir hükümdâr kendi istiklâline halel getirmeksizin bir dost [98] devletten asker isti‘âre edebilir. Vilâyetlerde kemâ-kâne asâkir-i şâhâne bulunacak ve Devlet-i Aliyye’nin tamâmiyyet ve istiklâliyyeti muhâfaza edilecektir. Milel-i garbiyye, bir kavmin istediği bu misillü imtiyâzâtı birçok vakit dirîğ etmek mümkün olamadığını ezmine-i ahīrada edilen tecrübelerle öğrenmiştir. Yüz sene kadar vardır ki İngiltere devleti Amerika-yı şimâlîde vâki‘ teba‘asının kendi mesālih-i belediyyelerini tesviye etmesine müsâ‘ade etmemek istediğinde ihtilâl zuhûr ederek en güzel eyâletlerinden birisini kayb etmiş ve eyâlet-i mezkûre müttefika-i Amerika hükûmetine munkalib olmuştur. O zamândan beri kâffe-i eyâlâtında kendi hâllerine münâsib nizāmât te’sîs etmiş ve kâffe-i mezâhib ve ecnâs-ı muhtelifeye kānûn muvâcehesinde müsâvât-ı kâmile vermiştir. Danimarka dahi birkaç sene Alman cinsinden olan Schleswig ve Holstein ahâlîsine muhtâriyyet-i belediyye vermekten imtinâ‘ etmesi üzerine bir muhârebe zuhûruyla, bu eyâletleri bütün bütün kayb eylemişlerdir. Avusturya devleti dahi, İtalyan bulunan eyâletlerine, bu misillü muhtâriyyet i‘tāsını redd etmesiyle bundan on sene evvel bir muhârebe zuhûr etmiş ve onun netîcesinde mezkûr eyâletleri terke mecbûr olmuştur. Macaristan ahâlîsi, Avusturya milletinin gayrı bir cins olduğundan, muhtâriyyet-i idâre taleb eyledi. Avusturya devleti sebkat eden tecrübeye mebnî bu def‘a metālibi vâkı‘ayı hüsn-i kabûl ettiğinden bunun netîcesi olarak Macaristan [99] bugünkü günde Avusturya devletinin en sādık eyâletlerinden birisi olmuştur. Bunca senelerden beri İspanya’yı dûçâr-ı hasârât eyleyen muhârebât-ı dâhiliyye dahi, hükûmetin Bask eyâletlerinin hürriyyet-i belediyyelerinden mahrûm eyleyerek ettiği hatādan neş’et eylemiştir.”
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
77
“Bunca büyük milletlerin kendi hatāları eseri olarak dûçâr oldukları vehāmetten âzâde olmak ve Avusturya imparatorunun Macaristan hakkında ittihāz ettiği meslek-i hakîmâneye imtisâl eylemek emrinde, bugün Avrupa zât-ı hazret-i pâdişâhîye mürâca‘at ediyor. Saltanat-ı seniyyeden el-yevm taleb olunan imtiyâzât ise, ehemmiyyetçe Macaristan’a verilen müsâ‘adettan pek hafîftir. Eğer zât-ı pâdişâhînin mutasarrıf oldukları efkâr-ı hikmet-perverî iktizāsınca, buna muvâfakat buyururlar ise, Memâlik-i Şâhâne’lerinin Rusya’ya en yakın olan ciheti, Rusya’nın Memleketeynliler ve Lehliler ve Sırplılar ve Rumların dahi korkmakta olduğu ribka-i zulmüne düşmemesini arzu eder ve sādık bir kavim ile meskûn olmuş olacaktır. Şâyed zât-ı hazret-i mülûkâne buna muvâfakat buyurmadıkları takdîrde, mutlakā bir muhârebe zuhûr edecektir, ki bunda müttefiksiz, Rusya devleti ve belki daha başka hasımları ile harb etmeye mecbûr olacaklarından, bunun ise taht-ı hümâyûnlarını hâl-i tehlikeye ve vatanlarını mağlûb olmuş memleket gibi bir tehlikeye koyacağında şübhe yoktur.” Fi 20 Kânûnievvel 1876
[100]
Konferansın arz eylediği şerâite Devlet-i Aliyye’nin vereceği cevâblar, bi’t-tabi‘ konferansa murahhas ta‘yîn olunan Safvet Paşa ve Edhem Paşa’nın esnâ-yı müzâkerede der-meyân eyledikleri husūsāttan ibâret olmayıp asıl cevâb, kabûl veya redd cevâbı olacağı der-kâr bulunmakla ve hâlbuki böyle bir cevâbda hey’et-i erkân-ı saltanatın cümlesinin reyi alınmak dahi zarûriyyâttan olmakla, kâffe-i vükelâ ve müşîrân ve ulemâ ve ricâl ve ümerâ-yı askeriyyeden mürekkeb olmak üzere bir meclis akd olunarak mes’elenin orada müzâkeresi ile iktizā eden cevâbın tedâriği zımnında, böyle bir meclisin akdi sadr-ı zamân Midhat Paşa tarafından bi’ttezkire hāk-pâ-yi sâmî-i hazret-i şehriyârîye arz u istîzân kılınmıştı. Tezkire-i mezkûre üzerine işâret buyurulan irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî, bu işte Mâbeyn-i Hümâyûn’a âid ehemmiyyette nerelere kadar varılmış olduğunu meydâna çıkarmakla ber-vech-i âtî Resim 14: Safvet Paşa. aynen derc olunur. (Mahmud Celâleddin Paşa, Mir’ât-ı Hakîkat: Târihî Hakîkatlerin Aynası, C. I-II-III, haz. İsmet Miroğlu, Berekat Yayınları, İstanbul 1983, s. 241.)
AHMED MİDHAT EFENDİ
78
[Tersane Konferansı’na Verilecek Cevabı Müzakere Etmek Üzere Bir Meclis Toplanması Hususunda Midhat Paşa Tarafından II. Abdülhamîd’e Sunulan Tezkire Üzerine Yazılan İrâde] Sūret-i İrâde-i Seniyye “Resîde-i dest-i ta‘zīm olan işbu tezkire-i sâmiye-i sadâret-penâhîleri manzūr-ı âlî-i hazret-i pâdişâhî buyurulmuş ve Meclis-i Umûmî’nin mütāla‘asına havâle edilecek mevâdd-ı tekâlîf-i ma‘lûmenin, Devlet-i Aliyye murahhaslarınca bâ‘is-i tevakkuf olan kısmının kabûl veya reddi emrinde tahkīkı ârâdan ibâret olmak tabî‘î [101] ise de tereddüdü îcâb eden teklîflerin kabûlünde zuhûr edecek mehâzîrin nev‘ ve derecesi ne olabilir ve bunlar kabûl olunmayıp kat‘iyyen redd edilecek olur ise, onun istilzâm eyleyeceği muhātarât dahi ne mertebeye kadar hüküm ve te’sîr hâsıl eder; bu maddeler ve’l-hâsıl redd veya kabûl-i tekâlîften tevellüd edebilecek mahzûrlar dahi, nihâyet dereceye kadar nazar-ı takdîr ve ihtimâle alınmak ve birinci sūret-i tekâlîfin tasdīkıne müreccah görülür ise, bunun da‘vet edeceği müşkilâta derece-i ahīraya kadar mukāvemet olunur mu, yoksa Hudâ-negerde eser-i muvaffakiyyet ve istitā‘at görülmediği takdîrde muhâlefet-i hâzıra bi’l-ihtiyâr teslîmiyyete münkalib olur mu? Buraları dahi bi’letrâf tezekkür ve tefekkür edilerek netîcesi her hâlde şâyân-ı temessük olacak bir karâr ve zamân-ı45 kavîye rabt edilmek lâzım geleceğine mebnî, bu esâslara ve tabî‘at-i maslahata göre meclis-i mezkûra îrâd edilecek tekâlîf ve es’ile hakkında, evvel-emirde bir beyânnâme tanzīmiyle, hemen arz u istîzân ve Meclis-i Umûmî akdinin dahi, mezkûr beyânnâme üzerine sudûr edecek emr u fermân-ı hümâyûna ta‘līk kılınması sânih olan irâde-i seniyye iktizā-yı âlîsinden bulunmuş olmakla, ol bâbda.” Fi gurre-i Muharrem sene 129246 Ber-mûcib-i irâde-i seniyye, ahvâl-i câriyyenin hulâsatü’l-hulâsasını cem‘ bâbında Midhat Paşa tarafından kaleme alınıp Meclis-i Umûmî’de kırâat olunan lâyiha-i mufassala, bâ-arîza-i mahsūsa [102] hāk-pâ-yi şâhâneye arz edilmekle berâber, hemen o gün dahi meclisi teşkîl edecek olan zevâta da‘vet tezkireleri yazıldığı beyân olunup, ertesi günü akd olunan mecliste lâyiha-i mezkûre okunmuştur. Keyfiyyetin bu cihetine dâir vereceğimiz îzāhât, mezkûr tezkire ile lâyihada lüzûmu vechile münderic olmakla, tarafımızdan söz söyleyeceğimize, hakīkat-i hâli bu tezkire ile lâyihaya söyletmek için bervech-i âtî ikisini dahi aynen derc ederiz.
45
Kefâlet. (haz.) Uzunçarşılı bir makalesinde yılın 1294 olması gerektiğini belirtmiştir. Bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Tersâne Konferansı'nın Mukarrerâtı …”, Tarih Dergisi, s. 127. (haz.) 46
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
79
[Tersane Konferansı’na Verilecek Cevabı Müzakere Etmek Üzere Bir Meclis-i Umûmî Toplanması Hususunda Yazılan Tezkire] Tezkirenin Sūreti “Mes’ele-i hâzıra için Bâb-ı Âlî’de akd olunacak Meclis-i Umûmî hakkında vâki‘ olan arz u istîzân üzerine, müte‘allık ve şeref-sudûr buyurulan emr u fermân-ı me‘âlî-unvân-ı hazret-i pâdişâhî üzere, Meclis-i Umûmî’nin mütāla‘asına havâle edilecek mevâddın redd veya kabûl olunmasından tevellüd edebilecek mehâzîr ve muhātarât, nazar-ı takdîr ve ihtimâle alınmaya, ya‘ni tekâlîf-i vâkı‘anın reddi takdîrinde da‘vet edeceği müşkilâta, derece-i ahīraya kadar mukāvemet olunabilmesi veyâhud Hudâ-negerde aksi hâlinde ne mertebe mehâzîr intâc eylemesi mülâhazaları, der-pîş olunmak îcâb-ı hikmet ve maslahata muvâfık ârâ-yı sāibeden olmakla, akd olunacak meclisin müzâkerâtına mebde’ ve esâs olmak üzere ber-mûcib-i irâde-i seniyye kaleme alınan müzekkire, evvelce manzūr-ı hümâyûn-ı şehriyârî buyurulmak [103] için leffen arz u takdîm kılındığı ve meclis-i mezkûrun ictimâ‘ı zımnında iktizā eden da‘vet tezkireleri, yedlerine irsâl ettirildiğinden, vukū‘ bulacak müzâkerât ve mubâhesâtın tafsīlât ve netâyici dahi, bâ-mazbata ma‘rûz-ı huzūr-ı âlî kılınacağı beyânıyla.” Fi 2 Muharrem sene 1294 (Midhat) [Midhat Paşa’nın Kaleme Aldığı ve Tersane Konferansı’na Verilecek Cevabı Müzakere Etmek Üzere Toplanan Meclis-i Umûmî’de Okunan Lâyiha] Lâyihanın Sūreti “Mes’ele-i mevcûdenin derecâtını lâyıkıyla îzāh ve teşrîh etmek için mukaddemât ve mebâdîsinden ba‘zı mertebe bahs etmek lâzım gelir. Şöyle ki; Bosna ve Hersek vilâyetlerinde olan müslim ve gayr-ı müslim ahâlî arasında öteden beri hüsn-i mu‘âşeret ve i’tilâf sâir mahallerden ziyâde bir sūret-i hālisānede cereyân etmekte ve her iki taraf aslen ve neslen bir cinsten olmasıyla, familyaları beyninde dahi uhuvvet derecesinde bir münâsebet olarak kemâl-i emniyyet ve memnûniyyetle yaşamakta oldukları hâlde, Panslavizm cem‘iyyetini teşkîle sâ‘î olan müfsidlerin ilkā’âtıyla, ahâlî-i gayr-ı müslimeden Ortodoks mezhebinde olanların efkârı bozularak, bunlar tarafından ne türlü harekâta teşebbüs olunduğu ve 1291 senesi içinde Nevesin kazāsı ahâlîsinden Karadağ’a gitmiş olan 160 kişinin oradan memleketlerine avdetlerinde Hersek ihtilâlinin mukaddemâtına nasıl kapı açıldığı ve onun üzerine me’mûrîn-i mahalliyyenin sû-i tedbîr ve hareketiyle, madde-i fesâd ve ihtilâlin ne vechile [104] münşa‘ib olduğu ve müte‘âkiben Rusyalıların teşvīkātıyle, gûyâ bu ihtilâli bastırmak ve usāta nasīhat etmek için, ecnebî konsoloslarından mürekkeb bir komisyonun teşekkülüne sadr-ı esbak Es‘ad Paşa ve halefi Mahmûd Paşa’nın eser-i seyyiâtı olarak taraf-ı devletten muvâfakat olunmuş
AHMED MİDHAT EFENDİ
80
olduğu hâlde, bu komisyon mazarrattan başka bir şeye yaramayarak beyhûde ihtilâf ve isyânın devâmına ve belki iştidâdına ne sūretle sebeb idüğü ma‘lûmdur. Sırbistan ve Karadağ isyânlarına gelince; Sırplıların birkaç seneden beri [105] hâzırlanmakta olan Panslavizm efkârına ve Rusyalıların bu efkârı mürevvec olan politikalarına istinâden 1292 senesi Mayıs’ının 22’nci günü hiçbir sebeb ve illete müstenid olmayarak bağteten izhâr-ı isyân ile her cihetten Memâlik-i Mahrûse’ye hücûm etmeleri ve Prens Milan’ın Bosna kıt‘asını gûyâ taht-ı hükûmet ve idâresine almak için hareket-i rüstemâne ile i‘lânnâme neşr eylemesi ve Sırp askeri kumandasının Rusya zābitānına tevdî‘ olunması bütün âleme hayret-bahş olmuş ve herkes Sırbistan’ın bu harekâtına gāyet haksız ve mecnûnâne bir cesâret nazarıyla bakarak, Avrupa millet ve devletleri dahi bunun mes’ûliyyetini Sırbistan reîsi ve me’mûrları üzerine bırakmış idi. Rusya’da teşekkül eden Slav komitaları, on beş seneden beri gâh Sırbistan’da ve gâh Sırbistan havâlîsinde olan Bulgar vilâyetlerinde bir hâdise çıkarmak ümîdiyle pek çok çalışmış ve milyonlarca akçe sarf etmiş olduğu hâlde, ibtidâ Niş ve Sofya taraflarında ve muahharan, ya‘ni bundan 9-10 sene mukaddem, Tuna vilâyetinde birbirini müte‘âkib îkā‘ edebildikleri fesâd ve ihtilâlin semeresini iktitāf edemediklerinden, teşebbüsât-ı vâkı‘alarını başka tarafta i‘mâl için esbâb-ı lâzımesinin istihzārına çalışmakta oldukları hâlde, 1291 sene-i rûmiyyesi içinde Hersek taraflarının zuhûr eden âsâr-ı ihtilâli bunların menviyyâtına [106] muvâfık düşmüş ise de ol vakit Sırbistan muhârebeye henüz hâzır olmadığından Bulgar komitalarının
Hersek ve Bosna işine düvel-i ecnebiyyenin müdâhalesini da‘vet eylemek, tâ konferans ve protokoller müdâhalâtına varıncaya kadar, müdâhalât-ı ecnebiyyenin mukaddimesi demek olduğu için hakīkaten pek vahīm bir mes’ele olduğunu ve bunu, o vakit ba‘zı düvel-i ecnebiyyenin bile muvâfık bulmadığını mukaddimemizde de beyân eylemiş idik. İşte İngiltere devletinin şu hâle ne nazarla baktığı, devlet-i müşârun-ileyhâ Hāriciye Nezāreti’nden, Dersa‘âdet’te mukīm İngiliz sefîrine gelen bir telgrafnâme îzāh eyleyeceğinden ber-vech-i âtî derc ü tahşiye kılındı. [Hâriciye Nezāreti’nden İstanbul’daki İngiliz Sefîrine Gönderilen Telgraf] Sūret-i Telgraf “Teklîf olunduğu üzere, mahall-i ihtilâle konsolos göndermek husūsunda sâir süferâ ile birlikte hareket etmeniz için taraf-ı devletten zâtınıza me’zûniyyet verilmiştir. İngiltere devleti işbu teklîfe istemeyerek muvâfakat etmiştir. Zîrâ konsolosların müdâhalesinin münâsib olmayacağı zannındadır. Bizim işin hāricinde durmamaklığımız Bâb-ı Âlî tarafından ricâ buyurulmuş olmakla, devletimizin bu bâbda hiçbir intihābı yoktur. İngiltere devletinin muvâfakati mücerred Devlet-i Aliyye’nin ricâsı üzerine vukū‘ bulmuş olduğunu, Devlet-i Aliyye’nin [?] lâzımdır ve Devlet-i Aliyye’nin kat‘an ecnebî müdâhalesine mürâca‘at olunmayarak, eşkıyâ hakkında mu‘âmele-i lâzımeyi icrâ buyurması müreccah olacağı mütāla‘asında bulunuruz.” Fi 25 Ağustos sene 1875
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
81
Filibe’deki Rusya konsolosu Nayden ve Rusçuk konsolosu Maşnin vâsıtasıyla Bulgaristan’da dahi Hersek ihtilâline mu‘âdil bir ihtilâl çıkarmak maksadı üzerine, Kızanlık ve Zağra-i Atīk ve Hasköy ve Çırpan kazālarında bir Bulgar fesâdı çıkmış ve âsârı vücûda gelmiş idi. Ol vakit bu âsâr-ı ihtilâli kemâl-i sür‘atle mahv u itfâya muvaffak olan Edirne vâlîsi Hurşid Paşa ile Filibe mutasarrıfı ve Zağra ve Kızanlık kāim-makāmları, Rusya sefâretinin teblîgāt-ı şedîdesi üzerine azl u tebdîl olunduklarından, Slav komitalarının tahrîkât ve teşvīkāt-ı mütevâliyyesi te’sîrâtıyla ve istiklâl arzusuyla her vakit müteheyyi-i fesâd olan Bulgarlar, Sırbistan’ın mayıs içinde vukū‘ bulacak harekâtının zuhûruna kadar sabredemeyerek, şehr-i nisan içinde taraf taraf fesâd ve isyân ile birçok bî-günâh ehl-i İslâm’ı katl u i‘dâma tasaddî ettiler; ki merkūmların bu hareketleri, oralarca ehl-i İslâm’ın dahi müdâfa‘a-i cân u mâl için mecbûr oldukları harekâtında hakk-ı meşrû‘undan ziyâde birçok hâlleri intâc etmiş ve bugün Bulgaristan ta‘addiyyâtı nâmıyla müşkilât-ı hâzıraya mebde’ ve menşe’ olmuştur.”
Resim 15: Bir süvari birliği, Eski Zağra civarında Bulgar âsileri ile vuruşuyor. (Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 15.)
“Rusya devleti birçok vakitten beri Memâlik-i Mahrûse’de bulunan Rum Ortodoks mezhebi hakkında sahâbet ve himâye da‘vâsında [107] bulunarak Kırım mes’elesini dahi bu da‘vâ için açmış olduğu hâlde, Paris Mu‘âhedesi’nin gerek
82
AHMED MİDHAT EFENDİ
bu da‘vânın hall ü faslına ve gerek sâir müdâhelât-ı ecnebiyyenin men‘ine zāmin ve kâfil olan ahkâmı, Rusyalıların hiçbir sūretle işine elvermediğinden, hemen Paris Mu‘âhedesi’nin akdi târîhiyle üçüncü ve beşinci senelerinde Memâlik-i Mahrûse’de bulunan Hıristiyânların mağdûriyyet ve mazlûmiyyetlerinden bahisle ve ednâ ve hafîf şeyleri derecesiz i‘zām ile Avrupa’nın sem‘ u efkârını doldurmaktan hālî olmamış ve bizim ise idâre-i dâhiliyyemizce on seneden beri vukū‘ bulan teşebbüsât ve harekâtımız onun ilkā’âtını cerh u tekzîbe kâfî olmadığından ve her ne kadar Paris Mu‘âhedesi hükmünce devletlerin umûr-ı dâhiliyyemize müdâhaleye hakları yoksa da yine o mu‘âhedeye merbût fermân-ı âlî ahkâmından olmak üzere, umûr-ı dâhiliyyemizin tanzīmi ve husūsiyle teba‘a-i gayr-ı müslimenin ıslâh-ı ahvâli maddelerinin resmen ve sarâhaten va‘ad ve ta‘ahhüd olunması, devletlerce bir nev‘ suâl ve müdâhaleye ser-rişte olduğundan, bu vesîleyle Avrupa devletleri Rusyalının şikâyât-ı mütemâdiyyesine hak vermeye başlayarak, ibtidâ Hersek vukū‘âtının mücerred bir Slav entrikası olduğunu bildikleri hâlde, bizim dahi noksānî-i harekâtımızı gördükleri cihetle bu işi memleket halkının sahîh-i efkâr politikası gibi add etmeye sūret-i mecbûriyyette görünmeleri [108] ve Sırbistan’ın bilâ-mûcib harekât-ı isyâniyyesinde haksız ve müttehem olduğunu i‘tirâf ile böylece i‘lân ettikleri hâlde, sonradan Sırplılara gālibâne ve bize mağlûbâne bir mu‘âmele etmek istemeleri ve Bulgaristan hâdisesi nâmıyla Filibe sancağında ba‘zı kurâ halkının ihtilâl ve tuğyânı mes’elesinde en ziyâde müttehem olanlar, Rusya iğfâlâtına aldanıp, bu işe hūn-rîzâne ve zālimâne cür’et eden Bulgarlar olduğu hâlde, onların tecâvüz ve ta‘addiyyâtıyla tahaffuzī harekâtında ba‘zı ehl-i İslâm’ın dâire-i meşrû‘ayı tecâvüz etmelerinden dolayı, bütün ehl-i İslâm’ı ithâm edecek azviyyât ve isnâdâta kalkışmaları, bir taraftan bizim idâre-i dâhiliyyemizce vukū‘ bulan kusūrumuzun seyyiâtı ise de diğer taraftan bu sû-i idâreyi vesîle ederek on beş seneden beri Rusyalının Avrupa efkâr-ı umûmiyyesine te’sîr etmek için sarf eylediği mesâ‘înin âsârıdır. Hersek hâdisesinin âhar taraflara sirâyet etmemesi hakkında devletlerden her biri, birer sūretle i‘mâl-i rey ve tedbîr kaydında bulundukları sırada, hem-hudûd olan Avusturya devletince en müessir olan çâre ve tedbîr, Hırvatistan ve Dalmaçya hudûdundan bizim memlekete dâhil olan eşkıyâ takımının men‘i sūreti olduğu hâlde, Avusturya devletinin kısm-ı a‘zamını terkîb eden Slav milletinin efkârına, devlet-i müşârun-ileyhâ mukāvemet edemeyerek, bununla berâber bütün bütün kayıdsız bir harekette bulunmuş olmamak ve Avusturya [109] hāriciye nâzırı Kont Andrássy ise sâir kabinelere karşı bizim memleketin idâre-i hükûmeti usūlünce bir mahâret göstermiş olmak için 1291 senesi Kânûnisânî’sinde bir lâyiha yazıp göndermiş idi ki Devlet-i Aliyye’nin umûr-ı dâhiliyyesine müdâhaleyi mutazammın olan işbu lâyihaya iştirâk edemeyeceği, İngiltere devleti tarafından ihtār dahi olunmuş iken, ol vakit devâm eden usūl-i istibdâdiyye ve Mahmûd Paşa’nın hatāsı eseri olmak üzere, ârâ-yı umûmiyyeye mürâca‘at olunmaksızın mezkûr lâyiha devletçe sūret-i husūsiyyede nazar-ı mütāla‘aya alınarak, ekser maddeleri kabûl ve tasdīk olunmuş idi. Hersek hâdisesinin devâmı üzerine, işbu lâyihanın mündericâtı tamâmen icrâ olunmak mümkün olamadığını devletler dahi i‘tirâf ederek, fakat bunun fi‘iliyyâtı
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
83
nasıl olmak lâzım geleceğini ta‘yîn için Sırbistan vukū‘âtının netîcesine muntazır oldukları hâlde, vukū‘ât-ı mezkûre Rusyalıların dil-hāh ve arzusuna muvâfık olmayan bir netîceye mâil olduğu görülmesiyle, bunun için Rusyalılar yine Avrupa kabinelerini iz‘âca başladılar. Onun üzerine sene-i hâliyye haziran ve temmuz aylarında, İngiltere devletinin emriyle Sir Henry Elliot Sırbistan’a tavassut için teşebbüsâta kıyâm ile gerek Sırbistan ve gerek Karadağ ve Hersek ihtilâllerinin bir sūret-i sulhiyye ile tanzīm ve tesviyesini teklîf ettikte, bu sūret Devlet-i Aliyye’nin dahi marzîsine [110] muvâfık olacağı beyânıyla, Hersek ve Bosna için zâten Kont Andrássy Lâyihası üzerine mesbûk olan va‘ad-i resmînin îfâsına taraf-ı devletten muvâfakat olunmak tabî‘î olduğu misillü, Sırbistan için dahi ma‘lûm olan altı maddenin teklîfiyle ve bunların dahi devletlerin hakkāniyyet ve insāflarına havâlesiyle iktifâ olunarak cevâb verilmiş idi. Bunun üzerine vakit geçmeye kalmayarak, Bulgaristan vukū‘âtından dolayı İngiltere’de zuhûr eden galeyân-ı efkârdan Rusyalılar istifâde ile bütün Avrupa’yı bir velveye ve heyecâna düşürmüş olduklarından, o sırada Lord Derby tarafından gelip sefâretin bir sūretini i‘tā etmiş olduğu telgrafnâmede, Bosna ve Hersek vilâyetlerinin idâre-i mülkiyyesince görülen sû-i ahvâlin ıslâhıyla, me’mûrîn-i hükûmetin ef‘âli hakkında icrâ-yı nezāret etmek için ahâlîye hak ve salâhiyyet verecek ve mezālim ve ta‘addiyyâtın men‘-i vukū‘una kefâlet eyleyecek sūrette bir otonomi usūlünün icrâsı ve Bulgaristan’da dahi buna mu‘âdil bir kā‘ide vaz‘ ve ittihāzı tavsiye olunmuş ise de otonomi kā‘idesi, kā‘ide-i istiklâliyyeye dokunacağından redd edilmiş ve maa-hâzâ Devlet-i Aliyye idâre-i umûmiyyesince ıslâhât-ı tâmme icrâsını Kānûn-ı Esâsî ile bütün âleme i‘lân-ı ta‘ahhüd eylemiştir. Avrupa efkâr-ı umûmiyyesinin galeyân ve heyecânı nasılsa kesb-i sükûnet edememesinden dolayı, Rusyalılar bu fırsatı kaçırmamak [111] için metālib-i vâkı‘alarını teşdîde İngiltere kabinetosunu müsâ‘id görmeleriyle, mesâil-i mevcûdenin hall ü îzāhı için münâsib mahalde Hıristiyân devletlerinden mürekkeb bir konferans teşkîlini ortaya koymuş ve Devlet-i Aliyye dâhil olmayarak yapılacak böyle bir konferansın müzâkerâtı, elbette bizim aleyhimizde olmak tabî‘î bulunmuş olduğundan, İngiltere devleti hem Rusyalıları kırmamak ve hem de bizim menfa‘atimizi fedâ etmiş olmamak için Dersa‘âdet’te böyle bir konferans yapılmasını taleb ve teklîf etmiş ve konferansın müzâkerâtı Lord Derby’nin sâlifü’z-zikr telgrafında beyân eylediği mülâhazāt dâiresinde olarak, her hâlde devletin tamâmiyyet-i mülkiyyesi ve istiklâli muhâfaza edileceğini te’mîn eylemiş olduğundan, konferans dahi bu esâs üzerine kabûl olunmuş idi. Konferansa me’mûr murahhasların vürûduyla berâber, Devlet-i Aliyye murahhaslarını da‘vet etmeyerek, Rusya sefîriyle beynlerinde ettikleri mükâlemât ve müzâkerât mûcibince konferansta mevzû‘-i bahis etmek üzere hâzırlamış oldukları tekâlîf-i muhtelife, ki Bulgaristan nâmıyla iki vilâyetin yeniden teşkîli ve vâlîlerinin düvel-i ecnebiyye muvâfakatiyle Hıristiyândan ta‘yîni ve tanzīmât için bir ecnebî komisyonu tertîbi ve Rumeli’de Çerkes muhâcirînin iskânının men‘i ve ecnebî zabtiyye istihdâmı ve her vilâyet vâridâtından yalnız bir kısm-ı mu‘ayyenin [112] hazîneye i‘tāsıyla, bâkiyyesinin mahalline terki misillü, her biri devletin nüfûz ve istiklâlini ve şân ve nâmûsunu
84
AHMED MİDHAT EFENDİ
külliyyen mahv u ibtāl edecek şeylerdir. Bunlar ve bunlara müteferri‘ birtakım maddeler, konferansın ictimâ‘-ı resmîlerinde mükerreren mevki‘-i bahis ve müzâkereye konularak ve her biri defa‘âtle bizim murahhaslar taraflarından esbâb-ı mûcibesi beyân ile cerh eyleyerek nihâyet resmî ve gayr-ı resmî vukū‘ bulan cem‘iyyetlerde müdâvele olunan efkâr üzerine birtakımı ta‘dîl ve bir haylisi Kānûn-ı Esâsî hükmüne tevfīkan tashîh edilebilmiş ise de içlerinden ecnebî komisyonu ve elçilerin muvâfakatiyle vâlî nasbı maddeleri her ne sūretle ta‘dîl olunsa, devletin istiklâl ve nâmûsunu ihlâl eyleyeceği cihetle konferansın bidâyetinden beri kabûl olunamayacağı cevâbı verilmişti. Hâlbuki tekâlîf-i vâkı‘anın bizce en ağır ve muzır olan ciheti bu iki madde olduğu gibi Rusyalılarca Bulgaristan ve belki Rumeli kıt‘asından Devlet-i Aliyye’nin ıskātını intâc edecek tedbîrin mukaddimesi, bu maddeler idüğü yakīnen ma‘lûm olduğundan, konferansta bunları terk etmek kābil olamayarak, nihâyet işin bir dereceye kadar ağırlığı ta‘dîl olunmuş renginde gösterilmek için Hıristiyân vâlî ta‘bîrinin ale’l-ıtlâk vâlî ta‘bîrine tahvîliyle ilk def‘aki vâlîlerin nasbında sefâretlerin muvâfakatlerine ri‘âyet edilmesi ve me’mûriyyetlerinin beş [113] seneden aşağı olmaması ve ecnebî komisyonunun a‘zāsı dahi tekmîl ecnebî olmayıp nısfı yerli ve nısf-ı diğeri ecnebî bulunması sūretine karâr vermiş oldukları anlaşılır ise de bu komisyonun me’mûriyyeti Marki de Salisbury’nin vermiş olduğu varakada münderic bulunduğu vechile, umûr-ı mâliyyenin tanzīmâtı ve Bulgarlar hakkında sebkat eden muhâkemâtın tedkīkātı gibi bizce hiçbir sūretle kabûle karîn olamayacak icrââta şâmil olmayıp da sonradan denildiği gibi yalnız yapılacak şeylerin icrââtine nezāretten ibâret olsa bile devletin umûr-ı dâhiliyyesince icrâ edeceği işlere ecnebî adamlarının resmen devletleri tarafından mansūb olması ve devlet ve sefâretleriyle tabî‘î muhāberâtı bulunması, hukūk-ı hükûmet ve devleti Avrupa’ya nakl etmek demek olarak, böyle bir komisyonun müddeti her ne kadar az olsa, teba‘a nazarında devletin kadr u şânını ihlâl ve ıskāt edeceği der-kâr olduğundan ve vâlîlerin nasbı maddesinde sefâretlere ri‘âyete bir dereceye kadar ma‘lûmât verilebilmek kābil olur ise de bunun da sūret-i resmiyyede olmasının mazarratı diğeri derecesinde bulunduğundan ve bu cümle ile berâber şu hâller her ne sūretle olur ise olsun, Kānûn-ı Esâsî’nin hiçbir hükmü ile tevfīk olunamayacağı cihetle, bunlara muvâfakat hükm-i kānûnu tağyîr eyleyeceğinden, şu iki madde çıkarılmadıkça tekâlîf-i sâirenin [114] bahsine girişilmek abes olacağı murahhaslar tarafından cevâb verilmekle, evvelki gün akd olunan mecliste düvel-i fahīme murahhasları cânibinden bunların ol vechile kabûlünde ısrâr olunarak, nihâyet Devlet-i Aliyye tarafından adem-i kabûlünde yine ısrâr edilir ise, cümlesinin avdet edeceklerine dâir cevâb verdikleri anlaşılır.” “Şimdi mes’elenin kesb eylediği şu sūrete göre, altı devletin teklîfât-ı müttehidesine karşı Devlet-i Aliyye’nin bulunduğu hâl u mevki‘, mülâhaza ve muvâzene olunduğu takdîrde, bunun ne vechile tehlikeli ve hatar-nâk olduğu câ-yı bahis değildir. Lâkin ,bu hâlin hatar ve tehlikesi ne kadar azīm ise murahhasların en son teklîfâtı olan şu iki maddenin ve husūsiyle ecnebîden mürekkeb bir komisyonun, bizce kabûlünde olan mazarrât ve muhātarât dahi o kadar azīm ve vahīm-
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
85
dir. Binâen-aleyh, bu iki sūretin lâyıkıyla muvâzenesi için, her bir cihetin ta’mīk ve teşrîhi iktizā edeceğinden, beyâna ibtidâr olunur. Şöyle ki murahhasların ifâdesi vechile tekâlîf-i vâkı‘a devletçe redd olunduğu hâlde düvel-i selâse taraflarından ta‘yîn olunan murahhaslar avdet edecekleri gibi gerek bunların ve gerek Rusya ve Almanya ve İtalya devletlerinin sefîrleri dahi, birer maslahat-güzâr bırakarak avdete me’zûn olduklarından, bunların bu vechile avdetleriyle topunun [115] birden Devlet-i Aliyye’ye i‘lân-ı harb etmeyecekleri ma‘lûm olarak, gāyeti Rusyalılar bir müddetten beri, gerek Avrupa kıt‘asında ve gerek Asya cihetinde harb için âmâde olmalarıyla, onların i‘lân-ı harb etmesini ve belki Macaristan ve Lehistan cihetlerinden masūnu’l-gāile kalır ise Avusturya devletinin dahi Rusya’ya ve husūsiyle kendi devletlerinin a‘zam eczâsından olan Slavlara itbâ‘an, Bosna ve Hersek taraflarına tecâvüz eylemesini ve şu sırada müste‘id-i isyân olan Memleketeyn emâretinin dahi Rusya ile birleşip, bizimle muhârebeye girişmesini mukarrer gibi add etmek lâzımdır. Avn u inâyet-i Bârî ile sâye-i maâlî-vâye-i hazret-i şâhânede bu gün silâh altında bulunan kuvve-i askeriyyemiz beş-altıyüz bin raddesinde olup bir taraftan silâh altına alınan müstahfız asâkiri ile taraf taraf memleketlerce teşekkül etmekte olan gönüllü taburları dahi hayli kuvvet olduğundan ve Karadeniz’ce Devlet-i Aliyye’nin kuvve-i bahriyyesi her cihetle Rusyalıların kuvvetine fâik bulunduğundan, işbu mevcûdât Devlet-i Aliyye’ce esfâr-ı sābıkada vukū‘ bulan tedârikâta nisbetle mükemmel ise de askerimizin bir kısmı Karadağ hudûdunda ve Bosna ve Hersek’te ve diğer kısmı Sırbistan hudûdunda ve Yanya ve Tırhala taraflarıyla sâir müteferrik mahallerde olmak ve böyle bir muhârebe vukū‘unda, elbette Karadağ ve Sırbistan hâliyle durmayıp muhârebe edeceği gibi Bulgaristan’da ve mülkün [116] sâir cihâtında düşman tahrîkâtıyle ba‘zı ahvâl ve âsâr-ı ihtilâl vukū‘u dahi melhûz bulunmak hasebiyle, bir taraftan Rusya devleti gibi bir düşman-ı kavî ile Avrupa ve Asya’da ve Avusturya ile Bosna ve Hersek’te harb etmek ve diğer taraftan sâir eşkıyâ ile uğraşmak ne kadar hatarlı ve ağır ise, el-hâletü hâzihî bulunduğumuz müşkilât-ı mâliyye içinde ve hiçbir taraftan bir akçe istikrâz olunmak ihtimâli olmadığı bir zamânda, bu kadar askerin ve teşebbüs olunacak harbin masārifi için akçe tedârik etmek dahi ondan müşkil göründüğü cihetle, buraları nisbet ve kıyâs olununca devletlerin bu muhârebeyi men‘ için bize nasīhat yolunda îrâd eyledikleri tekâlîfin kabûlü cihetine meyl etmek, akıl ve zihne muvâfık görünür ise de o cihet dahi teşrîh olunduğu hâlde yukarıda zikr u beyân kılındığı vechile, az çok ecnebî me’mûrlarından mürekkeb bir komisyon teşkîline vilâyâtın umûr u idâresini, velev bir müddet-i cüz’iyye için olsun, onların taht-ı nezāretine koymak, hükûmet-i Devlet-i Aliyye’yi bitirmek demek olup, bir kere memleketin bir cihetine bu usūl girdiği gibi sâir taraflara dahi sirâyetle, idâre-i devlet bütün bütün vesāyet-i ecnebiyye şekline gireceği ve artık bir daha bundan çıkıp kurtulmak kābil olamayacağı her nazarda sâbit ve mütehakkaktır. İşte bu derece haksız ve mazarratlı bir teklîfi, bilerek kabûl etmekten ve dünyâya [117] karşı muhill-i nâmûs bir işi ihtiyâr eylemekten ise, muhâfaza-i hukūk-ı meşrû‘a için muhârebenin ihtiyârı devlet ve milletin kadr u şânına daha muvâfık ve lâyık olur ise de Cenâb-ı Hakk muhâfaza buyursun,
AHMED MİDHAT EFENDİ
86
aks-i matlûb zuhûr edecek olur ve galebe düşman tarafında vukū‘ bulur ise şimdiki hâlde kabûlünde istinkâf eylediğimiz tekâlîf-i muzırradan birkaç kat zararlı teklîfâta uğramak ve belki ma‘âzallâh-ı te‘âlâ, memleketimizin bir tarafı dahi elimizden çıkmak muhātarasını şimdiden göze aldırmak lâzımdır.” (İntehâ) İşbu lâyiha Meclis-i Umûmî’de kırâat olundukta, konferans şerâitinden Kānûn-ı Esâsî’ye muvâfık olarak kabûlüne imkân-ı müsâ‘id görülen maddelerden mâ-adâsı ittifâk-ı ârâ ile redd edilmiş ve meclis-i mezkûrda o gün îrâd olunan ifrât-ı hamiyyet-perverâne sözler, meclisin zabtı demek olarak Vakit gazetesine derc ettirilen işbu hulâsada münderic bulunmuş olmakla, mezkûr zabt ber-vech-i âtî aynen derc olunur. [Meclis-i Umûmî’de Îrâd Olunan Sözlerin Vakit Gazetesine Derc Edilen Zabtı] Sūret-i Zabt “Konferansın son tekâlîfi hakkında karâr-ı umûmî alınmak üzere, dünkü gün mansūb ve ma‘zûl vüzerâ ve vükelâ-yı fihām ve ulemâ-yı a‘lâm ve ba‘zı me’mûrîn-i mülkiyye ve askeriyye ve Katolik patriği ve Rum ve Ermeni milletleri patrik vekîlleri ve hahambaşı [118] kāim-makāmı efendilerden mürekkeb ve 200 kişiden mütecâviz olarak, Bâb-ı Âlî’de bir Meclis-i Umûmî in‘ikād etti. Yirmi dokuz maddeden ibâret iken, muahharan gûyâ tenkīh ve ta‘dîl ettik diyerek, o mevâddın kuvvet ve te’sîrâtını câmi‘ iki madde ki, biri sūret-i idâre ve icrââtımıza vesāyet sūretiyle nezāret için bir muhtelit komisyon teşkîli ve diğeri vâlîlerin süferânın inzımâm-ı rey ve ma‘lûmâtıyla nasb u ta‘yîni teklîfleridir. Konferansta cereyân eden mebâhis ile işbu son teklîfler evvel-emirde okunup, müte‘âkiben zât-ı âlî-i sadr-ı a‘zamî huzzāra hitāben, işbu tekâlîfin derecât-ı vehāmetini teşrîh ile berâber; “Bu teklîfler redd olunduğu hâlde altı devletin sefîr ve murahhasları Dersa‘âdet’i terk edecekler, bunlardan Fransa ile İngiltere, aleyhinize i‘lân-ı harb etmeyiz, lâkin mu‘âvenet de etmeyeceğiz, dediler. Avusturya devleti şimdilik bîtaraftır, lâkin 17 milyon Slav ahâlîsinin efkârına dayanamayıp ileride Rusya ile ittifâk etmesi dahi muhtemeldir. Bizim hâlimiz de ma‘lûmdur, bu tekâlîfin kabûlü ise hukūk-ı istiklâliyyemizin mahvını îcâb eder. Bunu lâyıkıyla mülâhaza ediniz, herkes reyini serbestçe beyân etsin” dedikten sonra mecâlis-i âliyyeye me’mûr, sadr-ı sâbık übbehetlü devletlü Rüşdi Paşa hazretleri; “Hayât rûhla kāimdir, devletin rûhu istiklâldir, tekâlîf-i mezkûre devletimizin rûhunu izâle ederek [119] bizi rûhsuz bir kalıba döndürür. İstiklâli kalmayan bir devlet için bekā farz olunsa bile nâmûssuz yaşamak câiz değildir. Bunun reddiyle hıfz-ı hukūk yolunda her türlü fedâkârlığı göze aldırmak vezāif-i hamiyyet ve nâmûsdârîden olduğundan, reyimiz kat‘iyyen reddi tarafındadır.” demesiyle zât-ı âlî-i
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
87
sadr-ı a‘zamî tekrâr huzzārın reyini istifsâr ve bu sırada ba‘zı zevât reddi hakkında reylerini beyân ederek, müte‘âkiben sadrıâzam hazretlerinin “Siz ne dersiniz?” hitābına cevâben, Ermeni Katolik mütehayyizân-ı rehâbîninden Enfiyeciyan Efendi ayağa kalkıp, tekâlîf-i mezkûrenin reddi vücûbunu müeyyid olmak üzere nutk-ı âtîyi îrâd eylemiştir.” [Ermeni Katolik Papazlarından Enfiyeciyan Efendi’nin Meclis-i Umûmî’de Îrâd Ettiği Nutuk] Sūret-i Nutuk “500 seneden beri âbâ ve ecdâdımızın kemikleri müştereken bir vatanda yatıyor. Onlardan bize tevârüs eden toprağın muhâfazası birinci vazīfemizdir. Mevt tabî‘îdir. Târîhler gösteriyor ki bundan evvel pek çok ve büyük devletler gelip mahv olmuşlardır. Cenâb-ı Hakk eğer devletimizin hayâtını şu zamâna kadar ta‘yîn ve takdîr etmiş ise, ona ne denir? Lâkin nâmûssuzlukla mahv olmakla, nâmûslu mahv olmanın arasında pek büyük fark vardır. Mutlakā kurşun yiyerek ölecek isek arkadan gelecek kurşunu, göğüsten yemek şânını fedâ etmemeliyiz. O hâlde hiç olmazsa [120] eslâfın ahvâlini bildiren târîhler nazarında büyük şeref kazanmış oluruz. Biz, zâten yek-vücûd idik; bunu mevki‘-i icrâya getirmek üzere, bir Kānûn-ı Esâsî i‘lân ve birinci def‘a ve vâsıta-i ittihâdın mukaddimesi olmak üzere, bizi bu meclise da‘vetle dahi isbât ve te’mîn-i ittihâd olundu. Bundan dolayı zât-ı hazret-i pâdişâhîye ve umûm-ı Hey’et-i Vükelâ’ya teşekkür ederiz. Bundan sonra dahi, ittihâd maddesini lâyık olduğu dereceye îsāl etmeliyiz. İhtilâf-ı mezheb, vicdânî bir şeydir. İslâm câmi‘-i şerîfe, Hıristiyân kiliseye gitsin, lâkin siyâseten yek-vücûduz. Ve nef‘ ü zararda müşterek ve müttehidiz. Şimdi süferâ gidince sebebi, “Hıristiyânları muhâfaza niyetinde bulunmalarıdır.” gibi ba‘zı müfsidler taşralarda buralarını bilmez birtakım adamlara aldanarak, onlar da “Bizim çekdiğimiz hep bu Hıristiyânlardandır” diyerek, ba‘zılarınca fenâlıklar vukū‘a getirebilmeleri muhtemeldir. Bunun önünü almak, iki tarafın ulemâsına âid bir vecîbedir. Binâen-aleyh, Şeyhülislâm Efendi hazretleriyle, bi’l-umûm ulemâ efendiler hazerâtından ricâ ederiz ki, onlar da bu hâle sa‘y u himmet buyursunlar. Bunca senelik koca bir Devlet-i Aliyye’nin bekāsını, muhâfaza ile borçluyuz. Böyle azīm bir devlet mahv olunca, İslâm ve Hıristiyân umûm-ı ahâlî, o mebnâ-yı azīm-i saltanat harâbesi altında kalarak ifnâ-yı vücûd etmeliyiz. Vaktiyle İstanbul alındığında ne kadar kanlar döküldü ise, şimdi de onun bin derece [121] ziyâdesini dökmedikçe teslîm edemeyiz. Biz bu yolda bi’l-ittifâk çalıştıkça, Avrupa efkâr-ı âmmesi dahi bi’t-tabi‘ bizim lehimize döner. Bu hâller, vaktiyle vücûb-ı ittihâda lâyıkıyla hizmet etmeyerek yanlış gidişimizdendir. Bu tekâlîf ıslâh değil, ifsâddır. Biz o hatānın lekesini hıfz-ı vatan yolunda kanımızla izâle etmeliyiz. Evet, teklîfler sırf müdâhale ve ifsâd-ı mülktür. Bir âdî delîli de Çerkeslerin Anadolu’ya naklidir. Onlar, Rumeli’de muzır ise Anadolu’daki Hıristiyânlara da muzır değil midir? Hâsılı ecnebîlerin mahzā, tervîc-i ağrâz için bu
AHMED MİDHAT EFENDİ
88
kabîlden olan tekâlîfinin reddi emrinde kâffemiz müttehiden ifnâ-yı vücûd etmeliyiz. Binâen-aleyh, bu tekâlîfi kat‘iyyen redd ederiz. Bu harbe, din ve mezheb kavgası nâmını vermeyerek, hıfz-ı vatan muhârebesi demeli ve cümlemiz birbirimize sarılmalıyız.” Bu nutuk, el çırpılarak umûmun takdîr ve tahsînine mazhar olmuştur. Sa‘âdetlü Sava Paşa hazretlerinin sadede muvâfık ve muhabbet-i vataniyye ve hamiyyet-i Osmâniyye’ye mutābık olarak beyân-ı efkâr buyurmaları ve Enfiyeciyan Efendi ile Sava Paşa’nın nutkunu, Rum ve Ermeni patrikleri dahi tasdīk etmeleri üzerine, nasr-ı samedânîye i‘timâden ve imdâd-ı rûhâniyyet-i Nebeviyye’ye istinâden icmâ‘-ı a‘yân-ı millet ile konferansın hiçbir rey ve teklîfinin kabûl olunmamasına kat‘iyyen karâr verilmesi, akībinde tanzīm olunan mazbata temhîr olunduktan sonra sūret-i karârın hāk-pâ-yi şevket-ihtivâ-yı [122] hazret-i tâcdârîye arz u beyân olunmak üzere, zât-ı hazret-i sadâret-penâhî ve Rüşdi Paşa hazretleri Mâbeyn-i Hümâyûn cânib-i âlîsine gitmişlerdir. Osmanlılarca cân u cihândan e‘azz ü muhterem olan hukūk-ı mukaddese-i saltanat-ı seniyyeye vukū‘ bulacak ednâ bir tecâvüze karşı, her türlü fedâkârlıkları hayâta îsâr etmek için hissiyât-ı milliyyemiz bir müddetten beri şi‘âr-ı sükûnete bürünmesiyle, hakīkatimizi işbu Meclis-i Umûmî’de dahi îzāh edip, hayâtımızı tehlikeye verecek teklîfi kabûl etmek şöyle dursun, vatanımızın giriftâr olduğu gavâilin mes’ûliyyetini ve zararımızın tazmînâtını müsebbibden taharrîye bile azm u gayretimiz, müstakbelimizi te’mîne müheyyâdır. Cenâb-ı müeyyid-i hakīkī hukūk-ı nâmûsiyyelerini vikāyeye sa‘y edenlerin herhâlde zahîr ve nasīridir Osmanlılar! Nâmûsunuzu nâmdârlıkla vikāye için fedâkârlığa hâzır olunuz.” (İntehâ) Şu hâlde, murahhasların husūsī ve şifâhî olarak verdikleri nesāyıh dahi, zarûrî kabûl olunamadığından, hey’et-i süferâ ve murahhaslar, devletleri taraflarından aldıkları emirler üzerine memleketlerine azîmet eylemiştir.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
Resim 16: İstanbul Yahudileri Balat Sinagoğu’nda Osmanlı ordusunun galip gelmesi için dua ediyorlar. (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 55.)
89
90
AHMED MİDHAT EFENDİ
O gün Meclis-i Umûmî’de a‘zā-yı mevcûdeden, yalnız bir iki zâtın işbu redd mes’elesinde acele edilmeyerek işi etrâflıca düşünüp sâir mürâca‘atı lâzım gelen vesâil [123] var ise tevessülünde kusūr edilmemesi hakkında dermeyân etmeye başladıkları mülâhazāt hey’et-i meclis tarafından gösterilen bir galeyân-ı hamiyyet-kârî ve vatan-perverî ile hemen men‘ olunup, bu bâbda her fedâkârlık göze aldırılacağından bahisle, teklîfât-ı mezkûre bi’l-ittihâd redd olunmuş bulunduğundan, teennî ve her türlü esbâb-ı mümkineye tevessül husūsunu rey edenlerin efkârını mevki‘-i tedkīke koymaya dahi bizim için imkân kalmamıştır. Şu kadar var ki o esnâda İngiltere elçisi Sir Henry Elliot cenâbları tarafından Dersa‘âdet’i terk edip gitmezden evvelce, ya‘ni son def‘a olarak Hāriciye Nezāreti’ne verilen bir tezkireyi olsun, şuracığa derc etmemek elimizden gelmez. Zîrâ müşârun-ileyhin zâtça dahi saltanat-ı seniyyeye ve millet-i Osmâniyye’ye muhabbet-i mahsūsası müsellem olup tezkirenin hükmü ise her zamân için nazar-ı i‘tinâya alınmaya şâyân mevâdd-ı mühimmedendir. [İngiliz Elçi Sir Henry Elliot’un Dersa‘âdet’ten Ayrılmadan Evvel Hâriciye Nezâretine Verdiği Tezkire] Tezkirenin Sūret-i Mütercemesi “Memleketinizi büyük felâketlerden kurtarabilecek bir tarīk-ı münferide imâle için fevka’l-gāye bir gayret daha eylemek üzere dâirenize gitmiş idim. Sizi orada bulamadığımdan dolayı, müteessif oldum. Devletin istikbâli ve belki hayât ve bekāsının mevkūfü’n-aleyhi olacak bir karâr ittihāz eylemek üzere olduğunuzdan, menfa‘at politikasından ziyâde hubb-ı nefse âid bir [124] hafîf fedâkârlıkla, azīm bir mes’ûliyyetten kurtulmuş olursunuz. Lord Derby’nin teklîfinde iki ta‘bîr var ki sizce bâdî-i tereddüd oluyor. Bunlardan birisi otonomi, ya‘ni muhtâriyyet-i idâre ve diğeri imzā olunacak protokoldür. Fakat ma‘lûmunuzdur ki otonomi kelimesinin îzāhâtı sizce muhātaralı add olunan her türlü ma‘nâyı ref‘ u izâle eder. Ve kezâlik protokol dahi böyledir. Devletler başka bir şey taleb etmeyip, ancak 1861 senesinde Cebel-i Lübnan’ın tanzīm-i usūl-i idâresi için sene-i mezkûre Haziran’ının 9’u târîhiyle bir protokol imzā olunmuş olduğundan, ol vakit yapılmış olan bir şeyi taleb etmektedirler. Siz, taleb olunan ta‘ahhüdü, bir başka şekilde alabilirsiniz. Ve böyle, bir sâdece şekil mes’elesi üzerinde, devletin en mukaddes olan menâfi‘ini muhātaraya ilkā edeceksiniz. İçinde bulunduğumuz hâl-i buhrânı bir sūret-i sahîhada halletmek üzere devletimin sarf etmekte olduğu mesâ‘î-i musirrâne ma‘lûmunuzdur. Lâkin Lord Derby, hüsn-i netîceye vusūl-i teklîfât-ı vâkı‘anın, devletler beyninde ne sūretle karârlaştırılmış ise Devlet-i Aliyye’nin bunları hālisāne ve kâmilen kabûl buyurmasına mütevakkıf olduğunu sūret-i sarîhada beyân ve iş‘âr eylemiştir. Binâen-aleyh, gerek devletimin nâmına olarak ve gerek Devlet-i Aliyye’nin zâten iltizâm eylediğim selâmeti [125] niyet-i hālisasıyla, bulunduğumuz müşkilâttan halâsın son vesîlesi olabilecek bir fırsatı elden çıkarmamanızı bir kere daha ihtār ederim.”
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
91
Resim 17: Lord Henry Elliot. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 97.)
[Elçi Sir Henry Elliot’un Tezkireye Eklediği Evrakta Yaptığı Teklifler] Bu Tezkireye Melfûf Olan Varaka-i Diğer: “Teklîfât-ı âtiyye bir sulh ü müsâlemetin esâsını teşkîl için İngiltere devleti tarafından münâsib ve kâfî görünür.” “Evvelâ; Sırbistan ile Karadağ için ale’l-ıtlâk hâl-i sâbıkın ibkāsı.” “Sâniyen; Devlet-i Aliyye’nin Bosna ve Hersek hakkında mahallî veyâhud idârece bir nev‘ otonomi i‘tāsını, düvel-i mutavassıta süferâsıyla imzā olunacak sâdece protokol ile ta‘ahhüd buyurmasıdır. Ve bu otonomi ta‘bîri, ahâlîye kendilerini idâreye me’mûr olanların harekâtını, ba‘zı mertebe kontrol altına aldıracak ve ef‘âl-i hükûmet-i keyfiyyeye karşı kendilerini te’mîn edecek bir usūl ve nizām-ı mahallî vaz‘ ve te’sîsi ma‘nâsını şâmildir. Yoksa bir emâret ve hey’et-i müstakile ihdâs ve teşkîli matlûb değildir. Ve müteferri‘âtı başkaca müzâkere edilmek üzere, Bulgaristan’ca dahi sû-i isti‘mâlât hakkında bu nev‘ te’mînât taharrî edilmek lâzımdır. Taraf-ı Devlet-i Aliyye’den geçen şehr-i şubat’ın 13’ü târîhiyle düvel-i fahīme süferâsına verilen takrîrde münderic olup Bâb-ı Âlî’ce kabûl buyurulmuş olan [126] ıslâhât, Bosna ve Hersek ve münâsib görünecek derecede Bulgaristan için yapılacak tanzīmâtta dâhil bulunacaktır.” Sefîrler ve murahhaslar memleketlerine avdet eyledikleri zamân, ba‘zı devr-i endîşân taraf-ı eşref-i hazret-i pâdişâhîden, tekâlîf-i mezkûrenin reddinde de kabûlünde de nazar-ı ehemmiyyete alınması lâzım gelen vehāmetlerin, pek ziyâde ehemmiyyetle muvâzenesi zımnında edilen ihtārı bir daha
92
AHMED MİDHAT EFENDİ
nazar-ı dikkate alarak, şâyed redd husūsundan tevellüd edecek netâyicin daha vahīm çıkmamasını düşünmeye başlamışlar idi. Zîrâ bu vehāmetler ba‘zı alâ’im ile görülmekte idi. Ez-cümle Viyana sefâretinden şu telgrafnâme dahi gelmiş idi ki şâyân-ı dikkat ve ehemmiyyettir. [Tekliflerin Reddi ve Kabulü Durumunda Ortaya Çıkacak Sonuçlar Hususunda Viyana Sefâretinden Gelen Telgrafnâme] Sūret-i Telgrafnâme “Alınan ma‘lûmât-ı mevsûkaya göre Rusya imparatoru, Avusturya imparatoruna gönderdiği mektûbda, Sir Henry Elliot’un ba‘zı tekâlîfi hâvî verdiği notaya ültimatom nazarıyla baktığından kabûl olunmadığı veya cüz’îce ta‘dîl kılındığı hâlde Devlet-i Aliyye’ye i‘lân-ı harb edeceğini beyân ve artık Hıristiyânları Türklerin mu‘âmelât-ı keyfiyyelerine bırakmayacağından, Berlin ve Reichstadt mülâkatlarının netîcesi olarak, Hıristiyânları müdâfa‘a husūsunda kendisiyle birlik olmasını ihtār eylemiştir.” “Yine mevsûk bir mahalden istihbâr eylediğime göre Rusya [127] imparatoru bir mektûbda, eyâlât-ı selâsenin muhtâriyyet idâreleriyle kanâ‘at etmeyerek, bunlara Sırp ve Memleketeyn gibi politikaca dahi istiklâliyyet verilmesinde ısrâr eylediğinden, Avusturya vükelâsı kemâl-ı mertebe telâş ederek, şimdi bu madde-i mühimme hakkında verilecek cevâbı müzâkere ile meşgûldürler. Her ne ise düvel-i ecnebiyye süferâsı ve Avusturya vükelâsı bu teşebbüsün gāyet vahīm olduğunu ve Bâb-ı Âlî tekâlîf-i mezkûreyi hemen olduğu gibi kabûl etmeyip de Rusya’ya i‘lân-ı harbe bir bahâne bırakacak olur ise netîcesi Devlet-i Aliyye için gāyet mühlik olacağını tasdīk etmektedirler.” “Şâyed, Rusya i‘lân-ı harb eder ise kendisince Asya tarafında daha ziyâde muvaffakiyyet melhûz olduğundan muhârebeyi orada icrâ edecekmiş.” Fi 27 Eylül sene 1876 Yine bu esnâda ve yine bu maksadla Paris sefâretinden dahi şu telgrafnâme gelmişti: [Tekliflerin Reddi ve Kabulü Durumunda Ortaya Çıkacak Sonuçlar Hususunda Paris Sefâretinden Gelen Telgrafnâme] “İngiltere sefîri Lord Lyons bugün öğleden sonra bendenizi görmeye geldiğinden, devletlerin edeceği teklîf husūsunda, Avusturya devletinin dahi muvâfakati istihsāl olunmuş olduğundan, bu teklîf karârlaştırıldığı vechile ve yalnız Avusturya’yı tatyîben sūret-i tahrîrini cüz’î ta‘dîl ile Bâb-ı Âlî’ye, ya şimdiye kadar teblîğ olunmuş olduğunu veyâhud olunmak üzere bulunduğunu ifâde eyledi. Sefîr-i mûmâ-ileyhe eyâlât-ı âsiyye hakkında [128] Musurus Paşa hazretlerine keşîde
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
93
olunup, paşa-yı müşârun-ileyh tarafından bir sūreti savb-ı âcizâneme gönderilen telgrafnâme-i nezāret-penâhîleri meâlinden ba‘zı mülâhazāt beyân eylemiş isem de mûmâ-ileyh mezkûr teklîfin, taraf-ı Devlet-i Aliyye’den her ne sūretle olur ise olsun kat‘iyyen reddi, Rusya’nın hareketine sebebiyyet vereceğini ve buna devletlerden hiçbirinin dahi mâni‘ olamayacağını ve hâl-i hâzırda cânib-i Devlet-i Aliyye’den ittihāz olunacak en iyi tedbîr, vakit kazanmak maddesi olacağını beyân eylediğinden, keyfiyyetin mahremâne kabîlinden olmak üzere, taraf-ı âlî-i âsafânelerine iş‘ârını lâzımeden add eyledim. Hāriciye nâzırı perşembe günü sayfiyyesine gitti. Paris’e gelecek salı günü avdet etmesi muhtemeldir.” Fi 23 Eylül sene 1876 İşte ez-cümle bu telgrafnâme dahi dûrân-endîşler için vehāmet-i âkıbet mütāla‘asını îcâb eylemekte idi. Fakat bir şey ittifâk ve ittihâd-ı ârâ ile redd olunduktan sonra, artık ondan mâ-adâ çâre-i sāib görülemeyeceği kaziyyesinin müsellemiyeti dûr-endîşân-ı zamânın işbu mütāla‘asını da ta‘dîl eylemişti. İstanbul Konferansı’nın ber-minvâl-i muharrer infisâhıyla, Rusya sefîri General İgnatiyev, Avrupa’ya azîmet eyledikte, düvel-i mu‘azzama tarafından mesâil-i mevcûde hakkında son karârnâme olmak üzere bir protokol, ya‘ni mazbata-i umûmiyye-i düveliyye tanzīmi [129] teşebbüsünde bulunduğu haber alındı. Hâlbuki Bâb-ı Âlî böyle bir hâli daha evvelden keşf etmek husūsunda teahhur eylememiş olduğundan, şerâit-i muzırrayı yalnız İstanbul’ca redd etmekle iktifâ eylemeyerek, bu bâbdaki hakāik ve dekāyıkı Avrupa’ya lâyıkıyla tefhîm için Fransa’ya ve İngiltere’ye bir me’mûr-ı mahsūsun gönderilmesine lüzûm göründü. Bunun için Odyan Efendi ta‘yîn ve i‘zâm olundu. Hattâ Lord Derby ile müzâkere ve musāhabesinde, saltanat-ı seniyyenin sūret-i hareketini tahsîn ve tasvîb eylediğini ve Avrupa’nın daha ziyâde emniyyetini kazanmak için konferans şerâiti meyânında Devlet-i Aliyye’nin Kānûn-ı Esâsî’sine muvâfık olup da mevki‘-i icrâya çıkarılacağı va‘ad buyurulan husūsātın da vakit kayb edilmeyerek icrâsı reyinde bulunduğunu me’mûrı müşârun-ileyh Dersa‘âdet’e bildirdi. Ol bâbdaki telgrafnâmesi bir hayli ma‘lûmât ve îzāhâtı hâvî olmakla ber-vech-i âtî aynen derc olunur. [Fransa’ya ve İngiltere’ye Gönderilen Odyan Efendi’nin Telgrafnâmesi] Sūret-i Telgrafnâme “Lord Derby ile şimdi görüşüp kendisine “Geçen def‘aki mülâkatımızdan beri hâl değişti. Bu hâli evvelkinden daha iyi severim. Evvelkisi tehlikeli idi. Şimdi ise ümîdim ber-kemâldir. Konferansın karârı iki sebeble netîcesiz kalacak idi, ki biri Bâb-ı Âlî tarafından kabûle şâyân olmaması [130] ve diğeri kābil-i icrâ bulunmamasıdır. El-yevm Bâb-ı Âlî daha ciddî ve daha kābil-i icrâ ıslâhât icrâ edecektir. İşte daha şimdiden başladı.” dedim. Ve bu sırada kendisine telgrafnâme-i âlî-i âsafânelerini daha müessir olmak için cüz’îce ta‘dîl ederek okudum. Konstitüsyo-
94
AHMED MİDHAT EFENDİ
nun icrâsı bizim memlekette Avrupa’nın ba‘zı Katolik memleketlerine nisbeten daha cüz’î müşkilâta tesādüf eyleyeceği der-kârdır diye, bir fıkra ilâve ettim, ki burası Lord Derby’nin pek hoşuna gitti. Yine ifâde-i merâma devâm ile; “İşte biz bu sūretle, hem Devlet-i Aliyye’yi ve hem de sulh u âsâyişi kurtaracağımızdan emîniz. Çünkü Avrupa’nın bi’l-cümle emel ve ümîdlerini fi‘ile çıkardıktan sonra, artık bize ne hak ile ve ne bahâne ile i‘lân-ı harb olunur”, dedim.” “Lord Derby cevâb olarak; “İngiltere’nin aradığı işin esâsı, ya‘ni ıslâhâtın icrâsı olup yoksa sūret-i zāhiresine, ya‘ni konferansa pek ehemmiyyet vermediğinden, Devlet-i Aliyye’nin icrâsına teşebbüs ettiği şeyleri işittikçe memnûn olduğunu ve bu bâbda sarf eylediği ikdâmât ve fi‘ile çıkardığı ıslâhât, İngiltere’nin muhâfaza-i âsâyiş emrinde vukū‘ bulan mesâ‘îsine pek büyük kuvvet vereceğini”, ifâde eyledi.” “Bu te’mînât-ı kat‘iyyeyi müşârun-ileyhin ağzından işittikten [131] ve hüsn-i niyetine maa’l-memnûniyye yakīn hâsıl eyledikten sonra, nazar-ı dikkatini Avrupa programının afv-ı cerâime müte‘allık maddesi hakkında celb ederek dedim ki, “Bu sūret, umûmun arzusuna velâ-siyyemâ politikaca olan lüzûma mebnîdir ve musāb olan memleketlerde ezhân-ı nâsın teskîni ve âsâyişin tamâmiyle i‘âdesi için pek lâzımlıdır. Fakat şu netâyicin husūlü, tedbîr-i mezkûrun umûmî olmasına mütevakkıftır. Yoksa netîcesi külliyyen ber-akis olur; maksad, âsâyiş ve intizāmı ve hüsn-i mu‘âşereti i‘âde ve mebnâ-yı ıslâhâtımızı esâs metîn üzerine inşâ eylemektir.” “Lord Derby, ibtidâ ifâdât-ı âcizânemi tasdīk ve tahsîn eder gibi görünmüş iken birden bire rücû‘ ederek katl-i nüfûsa mütecâsir olanların afvı, Avrupa’ca iyilikten ziyâde fenâlığı görüleceğinden, asla böyle bir nasīhatte bulunamayacağını söyledi. Elimde irsâlini bi’d-defa‘ât ricâ eylediğim İsmâil Bey lâyihası yok iken, yine şu kıtâl mes’elesini mevki‘-i bahse vaz‘ edip, müşârun-ileyhe dedim ki; “Bunca şâyi‘âta sebeb olan harekâtı haklı göstermek ma‘nâsına olmayarak, bu bâbda ba‘zı îzāhât i‘tāsı dahi kābil olur, zann ederim kıtâl dedikleri şey, ancak şiddetli bir te’dîb ve tenkīlden ibârettir. Başka memleketlerde dahi bundan daha şiddetli te’dîbler vukū‘ bulup bulmadığını bilmiyorum. Fakat herhâlde te’dîb denilen şeyin [132] az çok şiddetli olması zarûrîdir. Kadın ve çocuklar üzerine tüfenk atıldıysa da bu kadın ve çocuklar dahi askerimiz üzerine tüfenk atan adamların bulunduğu evlere tahassun etmişler idi. Zâten hayâtın ne olduğunu bilmediklerinden, ölümün önüne atılmak Bulgarlara mahsūs bir hâldir. Bunun için köylerce Bulgarların kendilerini tek bir adam gibi öldürtmüş olmalarına ta‘accüb etmem. Bu vesîle ile Şevket Paşa’dan ve müşârun-ileyh tarafından bendenize i‘tā olunup usūl-i askerîce kendisini kâmilen berîü’z-zimme çıkaracağı i‘tikādında bulunduğum îzāhâttan dahi bahs eyledim. Bunların müşârun-ileyhe te’sîr ettiğini görünce, tekrâr afv-ı umûmî mes’elesini ele alarak, ben ısrâr ettim, o ısrâr etti; nihâyet bu bâbda resmen bir nasīhat veremeyeceğini ve bendeniz dahi resmen bir nasīhat istemediğimi ve zâten kendisiyle Devlet-i Aliyye sefîri sıfatıyla değil, sadrıâzamın
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
95
ve daha iyisi Midhat Paşa’nın adamı olarak konuşmakta olduğumdan, vereceği nasīhatin resmî olmuş olmayacağını ifâde eyledim. Müşârun-ileyh, müşkilât-ı âlîlerini ve mes’elenin ehemmiyyetini tasdīk ile şu nasīhati verdi: “İslâm ve Hıristiyândan birçoğunu afv ederek, yalnız kıtâle sebeb olanları alıkoymak, ya‘ni bir afv-ı umûmî i‘lân ile fakat bu tedbîrden birkaç Hıristiyân rüesâsıyla birkaç İslâm rüesâsını istisnâ eylemek.” [133] Müşârun-ileyhin yanından çıkar iken her istediğim vakit gidip görüşmekliğimi ricâ eyledi. Acaba ile’l-ebed Londra’da kalacak mıyım?” Konferans karârlarından muvâfık-ı Kānûn-ı Esâsî olup da konferansın hîn-i teklîfinde devletçe dahi reddi cihetine gidilmeyen, bi’l-akis rû-yı muvâfakat ve kabûl gösterilmiş bulunan ve bi’n-nisbe tekâlîf-i vâkı‘anın sülüsânı kadar olan mevâddın hemen mevki‘-i icrâya konulması fâide-i külliyyeden hālî olmayacağı der-kârdır. Zîrâ Avrupa’nın esâs da‘vâsı, Devlet-i Aliyye’yi ıslâhât yoluna sevk etmek olup, şu hâle göre hakīkaten devletimizin usūl-i idâresini külliyyen tecdîd etmekte olan Kānûn-ı Esâsî’nin i‘lânı, bu maksad-ı ıslâhâtı husūle getirmiş olacağına şübhe edilmemek lâzım geldiği hâlde, Avrupa’nın kānûn-ı mezkûra hemen hiçbir ehemmiyyet vermemiş olması dahi, Devlet-i Aliyye’nin bu misillü va‘adlerini icrâ etmemekte bulunduğuna dâir sebkat eden tecrübeler idi. Kānûn-ı Esâsî’ye muvâfık olarak kabûl olunan mesâilin icrââtınca görülen teahhurât dahi Avrupa’nın, şu sû-i fikrini takviye edip, bi’l-akis eğer hükûmet-i seniyye mevâdd-ı mezkûreyi hemen mevki‘-i icrâya koymaya sa‘y eylemiş olsa idi, elbette birçok hüsn-i te’sîri görülür idi. Ancak ortada bulunan meşâgil-i sâire bu icrâât için [134] mâni‘ görülerek fa‘âliyyâtına müsâra‘at mümkün olamadı. Hattâ görülen teahhur üzerine, keyfiyyet Mâbeyn-i Hümâyûn Başkâtibi Sa‘îd Paşa tarafından bir tezkire-i mahsūsa ile Bâb-ı Âlî’ye ihtār dahi edilmiştir, ki sūreti şudur: [Mâbeyn-i Hümâyûn Başkâtibi Sa‘îd Paşa’nın Tezkire-i Mahsūsası] Sūret-i Tezkire “Ma‘lûm-ı sâmî-i âsafâneleri buyurulduğu üzere, geçende teşekkül eden konferansın tekâlîfi, Devlet-i Aliyye’ce üç kısma taksîm olunmuş olup; bunun birincisi, eyâlât-ı ma‘lûmede ecnebî komisyonu teşkîline ve vülâtın inzımâm-ı ârâ-yı düvel ile ta‘yînine dâir olarak kâmilen redd olunmuş ve ikincisi, aynen mümkünü’l-kabûl değilse de, müzâkeresine girişilir ve ba‘zı cihâtı ta‘dîl olunur ise kabûl ve icrâ olunacağı ifâde kılınmış ve kısm-ı sâlisi dahi, Kānûn-ı Esâsî iktizāsında câizü’l-ihtiyâr ve Devlet-i Aliyye’ce mer‘iyyeti mültezem ba‘zı husūsāt olarak icrââtına söz verilmiş olduğundan, şimdi işbu üçüncü kısım dâhilinde olan ıslâhât-ı mev‘ûdenin fi‘iliyyâtına her tarafça intizār kılınmakta olup, hattâ düvel-i ma‘lûme kabinelerinden ve husūsen İngiltere devleti tarafından bunların bir
96
AHMED MİDHAT EFENDİ
an evvel fi‘ile getirilmesi, avdet-i âsâyiş için çâre-i münferid add olunmakta bulunmuş [135] idüğüne binâen, bu maddenin dahi bu akşam akdi mukarrer olan mecliste müzâkeresi irâde buyurulmakla, ol bâbda.” Fi 20 Safer sene 1294 (Sa‘îd) Kaldı ki Bâb-ı Âlî, mutlakā mezkûr protokol Devlet-i Aliyye’ce pek ziyâde muzır olacağı mütāla‘asına mebnî olarak, henüz tanzīm ve düvel-i mu‘azzama tarafından imzā ile Bâb-ı Âlî’ye teblîğ edilmeksizin, bunun dahi kat‘iyyen reddine hâzırlanmış idi. Ancak şu protokol, mesâil-i hâzıranın son sūret-i halli olacağı ve onun da teblîğinden sonra, artık öteden beri hesâb ve tahmîn edilmekte bulunan vehāmetler ne ise meydâna çıkacağı bedîhiyyâttan bulunmakla, zâten mu‘azzamât-ı mehâmm-ı devlet ve milletten hiç birisini nazar-ı dikkat-i hümâyûnlarından uzak tutmayan ve olanca evkāt-ı hümâyûnlarını, devlet ve millet-i Osmâniyye’lerine en çalışkan bir pâdişâh olarak hizmet eylemeye hasr u tahsīs eyleyerek, mesâilin yalnız kendi asr-ı hümâyûnlarına âid olan kısmı değil, tâ mebde’inden beri ne sūrette güzerân eylemiş olduğunu da görüp bellemek için evrâk-ı lâzımeyi birer birer okuyarak rûh-ı maddeyi nazar-ı dikkat-i hümâyûnlarında cem‘ eyleyen pâdişâh-ı hakāyık-âgâh efendimiz hazretleri, geçen 1294 senesi şehr-i Rebîülevvel’inde kâffe-i vükelâ-yı fihām hazerâtı Mâbeyn-i Hümâyûn-ı mülûkânelerinde cem‘ eylemiş [136] ve evvelce tanzīm buyurduğu bir lâyiha-i mufassalayı kırâat etmiştir. Bu lâyiha, mesâil-i hâzıranın mebde’inden, tâ Londra Protokolü’nün tanzīm olunmak üzere bulunduğu zamâna kadar sūret-i güzerânını icmâl etmekte ve ahvâl-i mezkûreye mukābil, Devlet-i Aliyye tarafından ne yolda davranılmış olduğunu göstermekte olup el-hâletü hâzihî câlib-i nazar-ı teessüf olan ba‘zı ahvâlin, daha o zamân bile nezd-i hakāyık-vefd-i Hazret-i Abdülhamîd Hānî’de ma‘lûm olarak hey’et-i erkân-ı devlete dahi ihtār edilmiş olduğunu ve Londra Protokolleri’nin tanzīmi havâdisi üzerine dahi ne kadar müteenniyâne davranılması lüzûmunu mübeyyin bulunmakla, buraya aynen derc ü idhâli lâzımeden add olunmuştur. Dikkatle mütāla‘asından keyfiyyet ma‘lûm olacağı üzere, zât-ı şâhânenin işbu lâyihayı Hey’et-i Vükelâ’ya ibrâz etmesi, kendi efkâr ve karîha-i hümâyûnlarını bir hakīkat-i lâyuhtiyâne olarak tervîc maksadına mebnî olmayıp, mahzā bir hātıradan ibâret olduğu münâsebetiyle, sūret-i hâl eğer şâyân-ı kabûl görülür ise nazar-ı i‘tinâya alınması tavsiye buyurulmuştur. [II. Abdülhamîd’in Hey’et-i Vükelâ’ya Gönderdiği Lâyiha] Sūret-i Lâyiha-i Seniyye “Mes’ele-i hâzıradan dolayı devletin hâl u mevki‘i gittikçe kesb-i vehāmet etmekte olduğu görülür. Vâkı‘â Bulgaristan [137] hâdisesinin kesb-i sükûnet et-
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
97
mesi ve Kānûn-ı Esâsî’nin i‘lân olunması ve Dersa‘âdet konferansının bir netîce hâsıl etmeksizin dağılmış iken, bundan bir mazarrat-ı âcile zuhûr etmeyip, bi’lakis ekser devlet ve milletlerin istiklâl-i idâre-i dâhiliyyemizi muhâfaza yolunda gösterilen sebâtı, ma‘nen ve belki maddeten takdîr etmeleri ve Sırp emâreti ile i‘âde-i müsâlemet olunması, nazarlarımızda muvaffakiyyâttan add olunuyor idi ve sulh u âsâyişin avdet edeceğine ümîdlerimiz kuvvet bulmakta idi. Lâkin geçende General İgnatiyev’in düvel-i ma‘lûme nezdinde vâki‘ olan müzâkerâtı eseri olarak, Devlet-i Aliyye’yi terk-i silâha ve icrâ-yı ıslâhâta icbâr etmek maksadıyla beyne’d-düvel bir protokol imzālanması hakkında zuhûra gelen ittifâk, telâşımızı mûcib oldu ve el-yevm dahi bu maddenin netâyic-i muhtemelesi pek ziyâde telâşı îcâb eder. Gerçi bu protokolün hükkâmı henüz lâyıkıyla ma‘lûm olamamış ve hattâ geçende gün Londra’daki sefîrimiz, Rusya, asâkir-i Osmâniyye’nin terk-i silâh eylemesini teklîf etmekte ise de kendisinin terk-i silâh edeceğine dâir bir gûne te’mînât beyân etmediğini ve her ne kadar İngiltere devleti Rusya’nın dahi terk-i silâh etmesinde ısrâr eylemekte ise de devlet-i müşârun-ileyhâ protokole idhâli teklîf olunan mevâddın esâsen mümkünü’l-kabûl şeyler olmadığını i‘tirâfa mecbûr olduğunu ve bu cihetle Devlet-i Aliyye’nin ordularına takviyet [138] vermesi lüzûmunu Lord Derby’den aldığı ma‘lûmât üzerine iş‘âr etmiş olduğundan, bu hâl sulh hakkında olan ümîdlere halel verdiği ve bu cihetle geçende ba‘zı vükelâmızın da‘vetiyle kuvve-i askeriyyenin derecâtı ve bakiyye-i tedârikât-ı askeriyyenin ikmâli hakkında bi’l-mecbûriyye ba‘zı tahkīkāt ve müzâkerâta girişildi. Bu ictimâ‘da tehiyyâtımızın derece-i kifâyeden pek de noksān ve ikmâl-i ihtiyâcât için lüzûm gösterilen masrafın imkân ve iktidârdan hāric olmadığı anlaşılarak, Rusyalı i‘lân-ı harb eder ise bizim dahi berrî ve bahrî mukāvemete muktedir olacağımız tasdīk kılındı. Ve bununla berâber harbin âkıbeti mechûl ve hayr u fâideden ziyâde, zararı muhtemel olduğundan, yine sulh arzusu ve musālahanın fâidesi der-meyân olunur idi. Bunu müte‘âkib, ya‘ni bundan iki gün evvel, Lord Derby’nin Musurus Paşa’ya vâki‘ olan teblîgātı her nasılsa buradaki İngiltere maslahat-güzârına açılıp, o dahi lord-ı müşârun-ileyhe iş‘âr ettiğinde orduların ikmâl-i ihtiyâcâtı bahsinde, Musurus Paşa’ya sūret-i sarîhada bir şey söylemediğini, mutazammın cevâb aldığını maslahat-güzâr-ı mûmâ-ileyh Bâb-ı Âlî’ye beyân etmesiyle ve Rusya maslahat-güzârının dahi Hāriciye Nezāreti’ne devletlerin protokol tanzīmi hakkında mevcûd olan teşebbüsleri bir netîce hâsıl etmek üzere olduğuna dâir ba‘zı ifâdâtı [139] vukū‘ bulup maslahat-güzâr-ı mûmâileyh, işbu teblîgāt arasında, Devlet-i Aliyye terk-i silâh ettiği hâlde Rusya’nın ona imtisâl edeceğine dâir birşey söylememiş ise de yalnız terk-i silâh hakkında dahi bir sūret-i tesviye husūlü me’mûl olduğuna dâir, ya hātıra-i zâtiyye kabîlinden veyâhud ki ma‘lûmât-ı sahîhaya müstenid olarak bir ifâdesi vukū‘ bulmakla, gerek bu teblîğden ve gerek İngiltere maslahat-güzârının îzāhât-ı mebhûsesinden musālaha ümîdi yine teceddüd etti ve kesb-i tesliyet olundu. Hâlbuki reviş-i ahvâle bakılır ise hâl-i hâzırın muhârebe veyâhud musālahayı intâc edeceğini kestirmek nâ-kābil olup, husūsen protokol imzāsı hakkında el-yevm devletlerin meşhûd ve mesmû‘ olan teşebbüs ve müzâkereleri Devlet-i Aliyye’nin hâl u mev-
98
AHMED MİDHAT EFENDİ
ki‘ini mukaddimede dahi beyân olunduğu üzere, pek hatarlı gösteriyor ve binâenaleyh, bu emr-i ehemm ü a‘zam hakkında Hāriciye Nezāreti’nin pek ziyâde müdakkikāne ve mütebassırâne hareket etmesine lüzûm görünüyor ve mes’ele-i hâzıranın bidâyetinden şimdiye kadar cereyân eden ahvâl bir kere pîş-i nazara alınır ve mükâtebâta mürâca‘at olunur ise bu mes’elenin zuhûrundan beri Devlet-i Aliyye’nin mu‘âmelât-ı diplomatikiyyece sūret-i kâfiyyede hareket ve dikkat edemediği anlaşılacağından, ba‘demâ bu hâlin vukū‘ bulmaması, ya‘ni mes’ele-i hayâtiyyemiz olan bu emr-i azīmde her türlü esbâb-ı intibâhı iltizâm etmenin vücûbu [140] sâbit oluyor. Mes’ele-i mevcûdenin menşe’i ve illet-i gāiyyesi cümlenin ma‘lûmu ise de ânifen zikri geçen muhātaranın eşkâl-i muhtemelesine nakl-i kelâm olunmazdan evvel, mücerred ihtār kabîlinden olmak üzere, bu bâbda ba‘zı mukaddemât ve ma‘lûmât îrâdına ibtidâr olunur. Şöyle ki, el-hâletü hâzihî Devlet-i Aliyye’yi işgāl ve bizi şimdi derece-i ehemmiyyetini takdîr ettiğimiz mevki‘-i müşkile ilkā eden hâl, Nevesin muhâcirlerinin avdetleriyle mukaddime-i fesâda âlet oldukları günden başlamış idi. Bu muhâcirlerin avdetinde olan mehâzîr, vaktiyle mahallinden haber verilmiş iken, her nasılsa Bâb-ı Âlî’ce rehîn-i takdîr olmamıştır. Ve sonra dahi bunların şürû‘ ettikleri fesâdın târîh-i zuhûru ile onun vüs‘at ve şiddet kesb ettiği zamâna kadar, tam dört ay müddet geçmiş iken teskîni isyân için kuvve-i cebriyyeye mürâca‘at etmek, devletlerce i‘tirâzāta ve hattâ bu mes’ele hakkında Mâbeyn-i Hümâyûn’da mevcûd olup, mebâdî-i ahvâle vukūf maksad-ı zarûrîsine binâen, mütāla‘a kılınan kuyûddan anlaşıldığı üzere, ol vakit usātın üzerine bir tabur asker sevki, Avrupa’ya bir ordu sevki kadar dehşet ve velvele vereceği mütāla‘âtına zehâb edilerek mümkünü’l-itfâ olan nâire-i mefsedet söndürülmemiş ve devletler ileride müdâhale-i düveliyyeyi mûcib olmamak üzere fesâdı kendi kendimize mahv etmemizin lüzûmunu ihtār etmişler iken bu sūret [141] dahi her nasılsa takdîr olunamamış ve bir müddet hâl böyle gittikten ve usātın cem‘iyyetleri kuvvet bulduktan sonra, kuvve-i müsellaha ihtiyârında teahhur olunup, General İgnatiyev’in ihtārı üzerine Devlet-i Aliyye komiserinin sâir devletler konsoloslarıyla berâber, mecma‘-ı usāta gidip icrâ-yı nasīhat etmelerine muvâfakat olunmak gibi bi’l-ihtiyâr müdâhale-i düveliyyeyi kabûl ma‘nâsına olan sūret-i tesviye bir gûne evhâm ve ihtimâlâta i‘tibâr olunmaksızın karârlaştırılmış ve bu tedbîrin bi’t-tabi‘ fâidesizliği anlaşıldığı ve ecnebî gönüllülerinin iltihâkından ve Dalmaçya hudûdunun boydan boya usāta i‘âneye açık bulunduğu ta‘ayyün ettikten sonra devletlere mürâca‘atla bu fesâdın teskînine çâre aranılmak lâzım geldiği hâlde dahi bî-vakit olarak kuvve-i askeriyye vâsıtasıyla, dâhilen gāilenin izâlesi esbâbına başlanılmış ise de mürûr-ı vakit cihetiyle, Hersek kıt‘asında i‘âde-i âsâyiş, dâire-i imkândan çıkarak Bulgaristan fesâdı meydâna gelip onda da ahâlî-i İslâmiyye’nin mücerred muhâfaza-i nefs için mecbûren ve muztarran vukū‘ bulan müdâfa‘a-i meşrû‘aları isâet ve hükûmetin usātı te’dîb yolunda vâki‘ olan tedâbîri, gaddârâne ve hūn-rîzâne bir hareket olduğunu müttefik ve muhibb-i kadîmimiz olan devletlere inandırmak için garaz-kârânımız, envâ‘-ı tezvîrât ve neşriyyâta kalkıştığı ve her [142] tarafta efkâr-ı umûmiyyeyi aleyhimize taslīt ve hattâ en ziyâde mu‘âvenet-i hayır-hāhânelerinden istifâde
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
99
edeceğimiz İngiltere ahâlîsini bile bizden tenfîr etmiş olduğu hâlde, bizim tarafımızdan hakīkat-i vukū‘ât pek geç ve nâkıs bir sūrette enzār-ı umûmiyyeye konulmakla ve Bulgaristan hâdisesinde mağdûr ve mazlûm olan ahâlî-i İslâmiyye’yi gaddâr gösteren ve bed-hāhımıza en büyük âlet-i fesâd olan gazetelerden bir kısmının bile celb ü imâlesine rağbet olunmamakla, harekât ve müdâfa‘atının cümlesinde muhikk olan biz, memleket enzār-ı âlemde gaddâr ve haksız görülmüş ve müte‘âkiben Sırplılarla mecbûren açılan muhârebenin muzafferiyyât-ı tâmmeyi [143] intâc edeceği bir zamânda ve fakat muzafferiyyetin semere-i matlûbesinin daha iktitāf olunamadığı bir hînde fart-ı isti‘câl eseri olarak Sırbiyye askerinin 12.000’e tenzîli ve muhaddes kal‘elerin hedmi ve tazmînât-ı harbiyye i‘tāsı ve Sırbistan içinden şimendifer imrârı gibi tekâlîf-i şâkkayı Sırp emâretine teklîf etmek için verilen karâr, Rusya’ya pek büyük ser-rişte-i muhāsama olmakla ve bugünkü gün 150.000 askeri taht-ı silâha almaya muktedir olan bir emâretin, bu kadar şerâit-i şâkkaya muvâfakatini hāric-ez-tahammül ve imkân olduğuna dâir, ol vakit tarafımızdan olunan ihtār her nasılsa hüsn-i telakkī olunamamakla [144] devletler tarafından şerâit-i mesrûdeye i‘tibâr olunmayıp, mütâreke teklîfi meydâna konulmuştur. Ve hele bu sırada Rusya devletinin hudûd üzerinde bulunan askeri pek cüz’î olduğu ve bizim kuvve-i askeriyyemiz ol vakit onun kuvvetinin birkaç misli derecede bulunduğu hâlde, Rusya sefîrinin verdiği ültimatom
Kavânîn-i siyâsiyye ve kavâi‘d-i askeriyye hilâfında sefk-i dimâ’ın nezd-i hümâyûnda gāyet menfûr olduğu yalnız Filibe tarafları hâdisesince değil, her zamân buna dâir bir mes’ele ve rivâyet tahaddüsünde verilen evâmir ve edilen vesāyâ ile müstedil olup, hattâ i‘lân-ı harbden sonra edilen bir istihbâr üzerine serdâr-ı ekreme yazılan bir telgrafnâme, şu noktayı bast ve îzāha kâfî olacağından, tahşiye sūretiyle mezkûr telgrafnâme ber-vech-i âtî derc olundu: Mâbeyn-i Hümâyûn Kitâbeti’nden Serdâr-ı Ekrem’e [Gönderilen Telgrafnâme] “Şimdi bir mühim menba‘dan verilen havâdisi bâ-irâde-i seniyye ve aynen beyân ederim. Dobruca ve Silistre nevâhîsinde asker olmadığı gibi hükûmet dahi oralardan çekilmiştir. Çerkes ve Başıbozuklar yalnız İsakçı kazasında altı Bulgar köyü nehb edip iki kilise yakmış ve ba‘zı rivâyât iktizāsınca [143] karşıdan tebdîlen geçen Kazak ve Moskoflu Tatarlar bizim halkı teşvīk ederek bu işleri gördürmüş, Bulgar rüesâsından Zankov Dragan Bulgar zebhi başladığına dâir Bükreş’te 10.000 nüshalı bir risâle bastırmaya başlayıp İngiltere avâmını aleyhimize kaldırmak için Gladstone’a haberler göndermekte imiş. Bu havâdise dâir ma’lûmâtı resmiyye yok ise de menşe’inin ehemmiyyeti zihinleri tahdîş etti. Kilise basmak ve Bulgarları katl etmek gibi şeyler sahîh ise ma‘âzallâh nasıl vehāmeti istilzâm edeceği sizce muhtâc-ı ta‘rîf değildir. Bu rivâyât hakkında şevket-meâb efendimiz îzāhâta muntazır oldukları gibi inde’ssıhha tedâbîr-i tenkīliyyeye devâm ve Dobruca havâlîsinin tahliyesi, zarûret-i harbiyyeye müstenid olsa bile düşmanın tecâvüzüne kadar İslâm ve Hıristiyân ahâlîyi te’mîn ve Başıbozuklar ve Çerkesler tarafından ta‘addiyyâtı şedîden men‘ etmek lâzım geleceğini zât-ı âlînize emir buyururlar. Sādık Paşa hazretlerine de ma’lûmât verildi.” Fi 2 Mayıs sene 1293
AHMED MİDHAT EFENDİ
100
derhâl kabûl olunmuş ve mu‘ayyen olan 24 sâ‘at müddetin 23 sâ‘ati her nasılsa Bâb-ı Âlî’de geçip bizim mütāla‘amıza ve cevâbın, sefîrin ikāmetgâhına îsāline yalnız bir sâ‘at kadar vakit bırakılmış idi. Ve çünkü devletlerin, husūsen İngiltere’nin teveccüh ve efkârını celb etmekte bizim tarafımızdan ne kadar kusūr olundu ise Rusya devleti bu maddede ol rütbe sa‘y u dikkati iltizâm ederek, tedâbîr-i mâhirâne ile maksadına nâil olmasıyla, ya‘ni gerek Bulgaristan hâdisesinde ve gerek Sırbiyye’ye icrâsı istenilen tekâlîfin mümteni‘âttan olduğu bahsinde, İngiltere devletiyle ittihâd-ı efkâr hâsıl etmesiyle mütâreke teklîfine devlet-i müşârunileyhâ pîş-rev olmuş ve Lord Derby tarafından 3 Teşrînievvel sene 1276 târîhiyle Petersburg’da İngiltere sefîrine irsâl olunan tahrîrât-ı mufassalanın tercümesi mütāla‘asıyla sâbit olduğu üzere, Bâb-ı Âlî’nin ibtidâ bir mütâreke-i kat‘iyye akdine muvâfakat etmeyip, yalnız ta‘tīl-i muhāsamâtı temdîd etmek istemesi ve biraz zamân geçtikten sonra, mütârekeyi kabûl etmiş ise de müddetini altı aya iblâğ [145] gibi nâ-kābil-i ihtiyâr bir teklîf der-meyân etmesi İngiltere’nin
Sırbiyye emâretinin Devlet-i Aliyye’ye karşı açmış olduğu muhârebe, iki devlet muhârebesi demek olmayıp âdetâ bir isyân demek olmasıyla, bunun mütârekesi emrinde dahi olunacak hareket, ol bâbda akd olunan Meclis-i Umûmî’nin karârnâmesiyle ta‘yîn olunduğundan, karârnâmenin buraya derci lâzım geldi. [Sırbistan’ın Harp İlan Etmesi Üzerine Akdolunan Meclis-i Umûmî’de Alınan Karârnâme] Sūret-i Karârnâme “Mes’ele-i hâzıra hakkında en sonra ittihāz olunan karâra tevfīkan, devletlere icrâ-yı teblîgāt olunmak üzere, İngiltere hāriciye nâzırı tarafından buradaki sefîre vârid olup sūretleri resmen Bâb-ı Âlî’ye verilen iki kıt‘a telgrafnâmede, Devlet-i Aliyye düvel-i Avrupa’nın teklîf eyledikleri esâs-ı sulhü kabûlden istinkâf eyler ise lâ-ekall bir mâh müddet mütârekenin akdine muvâfakat eylemesi ve buna dahi muhâlefet eyler ise İngiltere devleti tarafından masrûf olan mesâ‘î beyhûde demek olacağından ve böyle bir muhâlefetin mazarrâtı tahmîn olunamayacağından, Dersa‘âdet’i terk için emir almış olduğunu ifâde etmesi yazılmış olmakla, keyfiyyet encümen-i mahsūs-ı meşverette mevki‘-i müzâkereye konulup, çünkü devletlerin teklîf eyledikleri şerâit-i müsâlemet, Bosna ve Hersek vilâyetleriyle Bulgaristan için muhtâriyyet-i idâre usūlünün vaz‘ı ve Sırbiyye ve Karadağ’ın muhârebeden evvelki hey’etleri üzere ibkāsı kaziyyelerinden ibâret olduğu hâlde, bunlardan muhtâriyyet-i idâre esâsını kabûlde zāhir ve âşikâr olan mehâlik ve mazarrât-ı azīme-i mülkiyye bi’t-tabi‘ o teklîfin reddi tarafını ihtiyâr ettirmekle berâber, devletin icrâsını karârlaştırdığı ıslâhât-ı dâhiliyyenin ta‘mîmen merkez-i fi‘ile getirilmesi, redd edilen teklîften devletlerin maksūdu olan netâyici mutazammın olacağının dahi i‘lânı mukarrer olup, bunun tafsīlâtı daha henüz kendilerine resmen bildirilmemiş iken, İngiltere devletinin böyle sefîrini kaldırmak derecesinde bir azîmet-i musirrâne ile eski teklîfi yine ortaya atması ve ikinci derecede mütâreke-i resmiyye istemesi [146] mes’elenin bizce olan ehemmiyyetini bir kat daha artırmakla, buna ne denilmek ve nasıl çâre-i ta‘dîle tedârik edilmek lâzım geleceği mebâhis uzun uzun cereyân eyledikten sonra, İngiltere devletinin şu teklîf-i ahīri dahi evvelkiler gibi diğer devletlerle müttefikan hazırlanmış bir fikir olmasına ve başka taraftan bize müsâ‘id politikanın adem-i vücûduna mebnî, İngilizlerin sözlerini bütün bütün
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
101
hiçe sayarak ve elçilerinin avdeti gibi bir ağır mu‘âmeleyi göze alarak durmak, Rusyalıların aradıkları birtakım netâyicinin Hudâ-negerde zuhûrunu ta‘cîl eyleyeceğinden ve bununla berâber sâlifü’z-zikr muhtâriyyet-i idâre maddesi ve onun zımnında olan protokol imzāsı teklîfleri evvelce redd olunmuş iken, şimdi onun kabûlüne ric‘at kābil olamayıp, fakat mütârekenin ihtiyârı mevsimce olan müsâ‘idsizliğe binâen, ahvâl-i askeriyye ve sâiremize dahi muvâfık olabilir ise de, bu mütâreke kısa bir müddet için kabûl olunduğu ve bir gûne te’mînâta binâ olunmadığı takdîrde, Sırbistan ve Karadağ’a hāricden birçok eşirrâ toplanıp ve nihâyetü’l-emr üzerimize gelip şimdiye kadar ettiğimiz fedâkârlıkları da imhâya yol arayacakları mülâhazası, terdîd-i efkâr eylediğine ve ol bâbda dahi vâki‘ olan müzâkerenin hulâsasını Devlet-i Aliyye, Sırp ve Karadağ usātını resmen muhârib tanımadığı ve geçende teklîf olunan mütârekenin resmen kabûl olunamaması dahi buna mübtenî bulunduğu cihetle, Sırplı ve Karadağlı nâmına, devletlerle altı ay müddet için sūret-i resmiyyede bir mütâreke akdi ve işbu müddet zarfından Sırplılar ve Karadağlılar tarafından az ve çok tecâvüz vukū‘ bulmamak ve el-hâletü hâzihi asâkir-i şâhâne yedinde bulunan mahallere ta‘arruz olunmamak ve hāricden Sırbistan ve Karadağ’a gönüllü eşkıyâ ve esliha ve mühimmât idhâli men‘ olunmak maddelerinin devletler tarafından kaviyyen ta‘ahhüd olunmasının kabûl edilecek mütârekeye esâs ittihāzı tensîb edilmiş ise de, şu mülâhazātın bir kere de ârâ-yı umûmiyye ile tatbīkı ehemmiyyet-i maslahat îcâbından görünmekle, bi’l-istîzan şâyân buyurulan müsâ‘ade-i seniyye üzerine evvelki meclislerde bulunan dâ‘iyyân ve bendegân, şehr-i cârînin 22’nci işbu salı günü, Bâb-ı Âlî’ye celb ü cem‘ ile akd olunan Meclis-i Umûmî’de İngiliz elçisinin teklîfât ve ifâdât-ı ahīrası ve encümen-i vükelânın fezleke-i müzâkerât-ı vâkı‘ası ortaya konularak [147] ve mes’elenin renk ve şekli üzerine bahisler edilerek, nihâyet esbâb-ı adîdeye mebnî sūret ve şerâit-i meşrûha tahtında akd-i mütâreke edilmesi veyâhud mütâreke teklîfinin külliyen redd olunması şıklarında efkâr-ı huzzāra ve lede’l-mürâca‘a yedi reye karşı 78 zâtın ittifâkıyla, şıkk-ı evvel, ya‘ni ber-vech-i muharrer akd-i mütâreke sūreti tercîh ve tasvîb kılınmış olmakla, şerâit-i mesrûde dâiresinde devletlerden te’mînât-ı mesrûde alınmak üzere mütârekenin resmen akdi husūsunda her ne vechile emr u fermân-ı hümâyûn-ı hazret-i şehen-şâhî müte‘allık ve şeref-sudûr buyurulur ise mantūk-ı âlîsi infâz edileceği ve Meclis-i Umûmî’nin ekseriyyet pusulasının sūreti ile sâlifü’z-zikr telgrafnâmelerin tercümeleri leffen arz u takdîm olunduğu beyânıyla, tezkire.” Fi 22 Ramazān sene 1293 Sūret-i Pusula Devletlerden Te’mînât-ı Lâzıme Alınmak Şartıyla ve Müddet-i Tavîle ile Mütârekenin Kabûlü Necîb, Ahmed Es‘ad, Şem‘i, Âsım, Seyfeddîn, Nazīf, Şerîf, Ahmed Hilmi, Hâlid, Sâlih, Ârif, Râsim, Mahmûd, Hüseyin, Sâmi, Hayrullâh, Ahmed Hamdi, Cevdet, Ahmed, Mehmed Nâmık, Rızā, Redîf, Midhat, Safvet, Halîl Şerîf, Gālib, Server, Yûsuf, Kemâl, İrfân, Ârifî, Mehmed Rüşdî, Edîb, Hristaki Zoğrafos, Yorgaki, İzzet, Ohannes, Mustafa, Kadri, Ahmed Celâl, Mehmed Hurşid, Mihran, Vahan, Safvet, Sava, Şefkatî, Celâl, Besîm, Raûf, Aleksandr, Mansūr, Ömer, Halîm, Âkif, Ali Şefīk, Kâmil, Ali Fuâd, Sa‘îd, Mustafa, Ali, Noryan, Seyyid Tevfīk, Âsım, Kostaki, Kâmil, Odyan, İbrâhim, Yanku, Kemâl, Legofet, Fâzıl, Rızā, Ziyâ, Kuyumcuyan Sergis, Midhat, Kalyadi, Kostaki Antopulos.
102
AHMED MİDHAT EFENDİ
mu‘âvenâtını tas‘îb ve Rusyalıların müdâhelâtını teshîl eylemiş [146] olduğu gibi ahīran bir müddet-i kalîle için mütârekeyi kabûle mecbûr olduğumuzun üzerine İngiltere devleti ma‘hûd konferansı teklîf [147] etti. Konferanslar beyne’d-düvel bâ‘is-i ihtilâf olan mesâil üzerine akd olunmak lâzım gelerek, hâlbuki taleb olunan [148] konferansta mevzû‘-i bahis olacak tekâlîfin, külliyyen veya ta‘dîlen derhâl kabûl olunması dahi mümkün olacağından, bundan maksad ne ise evvelce Bâb-ı Âlî’ye bildirilmesi ve yine ittifâk hâsıl olamaz ise ol vakit konferans akdine muvâfakat olunacağını, İngiltere devletine ihtār etmemizi rey ettiğimiz, Bâb-ı Âlî’ce ma‘lûm iken, her nasılsa Londra sefîrine yazılan telgrafta, işbu reye muvâfık olmayarak, bu makūle mesâil için konferanslar teşkîlinin emsâli olmadığı zemîninde, ba‘zı mütāla‘ât der-meyân olunması ve Musurus Paşa’nın Lord Derby’ye bu yolda icrâ-yı teblîgāt etmesi üzerine beyne’d-düvel muhtelefün-fîhâ olan mesâil hakkında konferans akdinin emsâl-i kesîresi mesbûk olduğuna ve hattâ Berrü’ş-şâm hâdisesinin konferans akdiyle faysal-pezîr olması dahi buna delîl bulunduğuna dâir lord-ı müşârun-ileyhten aldığı cevâb, bizi ilzâm ve konferansı kabûle muvâfakatimizi îcâb eylemiştir ve diğer taraftan dahi akīb-i cülûsumuzda, Sir Henry Elliot İngiltere Hāriciye Nezāreti’nden aldığı evâmir-i mükerrere üzerine, Bulgaristan hâdisesinde vazīfelerini sû-i isti‘mâl eden me’mûrların muhâkeme ve te’dîbini devleti nâmına olarak resmen ve ekîden teblîğ etmiş ve tarafımızdan bu bâbda Bâb-ı Âlî’ye emr-i mahsūs verilmiş olduğu hâlde, mazınne-i töhmet olanların sahîhen müttehem veya berîü’z-zimme olduklarının henüz isbât olunamaması, [149] Rusyalıların İngiltere devleti nezdinde sıhhat-i müdde‘âlarına ve hâliyyen bizim haksız ve mübâlâtsız olduğumuza delîl add olunmakta bulunmuştur. Bu kadar tafsīlâtı îrâd, böyle bir mühim mes’ele hakkında hak ve vezāifimizi tamâmiyle îfâ etmemekte olan teessüfümüzü maa’d-delîl isbât etmek ve ahvâl-i âtiyyemizin ba‘d-ezîn muhātarâta dûçâr olmaması esbâbı hakkında enzār-ı dikkati celb eylemek içindir. El-yevm bulunduğumuz hâle gelince, ba‘zı efkâra göre Devlet-i Aliyye, Bulgaristan hâdisesinin teskîni ile Rumeli’de ve hıtta-i şarkiyyede birçok asker cem‘ine muvaffakiyyetle, hayât ve iktidârını isbât eylemiş olduğundan, işbu muvaffakiyyetle iktifâ edip muhârebe emelinden fâriğ olması lâzım gelir ve egerçi el-yevm silâh altında bulunan asker dağıtılmış olsa, yakın vakitte yine burada da bir kuvveti cem‘ etmek kābil olamaz ise de garazkârânın bir daha Bulgaristan vak‘ası gibi bir vak‘a vücûda getirmeleri vakte muhtâc ve belki muhâl olup böyle bir hâl olmadıkça Rusya’nın Devlet-i Aliyye’yi muhârebeye da‘vet etmesi nâ-kābil olduğu ve binâberîn kuvve-i mevcûde-i askeriyyenin dağıtılmasında bir gûne mahzûr melhûz olmayıp, esbâb-ı musālahaya ehemmiyyet verilmesi lâzım geleceği anlaşılıyor ve şâyed muhârebe şıkkı tercîh olunur ise bunda ba‘zı netâyic-i müelleme ve belki mes’ele-i şarkiyyenin hall-i kat‘îsi yolunda ittifâkāt-ı düveliyye vukū‘undan dahi havf [150] olunuyor. Vâkı‘â Devlet-i Aliyye’nin el-hâletü hâzihî bulunduğu mevki‘ gāyet müşkil ve vahīm Mütârekenin Kat‘iyyen Reddi Sâhib, Lütfî, Emîn, Cemâleddin, Subhi, Hâlet, Kâni.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
103
olduğundan, bundan kurtulmak için ne kadar ihtirâz etse, ol kadar fâideyi ve ihtilâs-ı zamânı mûcib olabilir ise de hayfâ ki gözümüz önünde olan vukū‘ât ve niyyât-ı elîme, muhârebeden ictinâbın bî-fâide olduğunu ve hayr u şerrin her hâlde harbden başka bir şeyle ta‘ayyün etmesi çâresiz bulunduğunu da göstermektedir. Zîrâ Rusya, mâdem ki hâl u zamânı niyyâtına müsâ‘id görmüş ve Bulgaristan ve Bosna ve Hersek kıt‘alarında bunca esbâb-ı fesâdiyye teessüs eylemiş ve şimdi de Yunanistan’ın tevsî‘-i mülk için tedârikât-ı külliyyesi ve Girid Hıristiyânlarının ya emâret-i müstakile veya Yunanistan’a iltihâk veyâhud hiç olmaz ise muhtâriyyet-i idâre kazanmak için tecdîd-i isyâna isti‘dâdları ve Meclis-i Meb‘ûsân’a a‘zā intihābında imtinâ‘ları görülmektedir. Sâir devletlerin, muhârebe-i umûmiyye zuhûru havfıyla şarkta musālahayı muhâfazaya mecbûriyyetleri tasdīk olunsa bile, Rusya’nın bunca tedârikât-ı külliyye ile tehiyye ettiği meslek-i harbten dönmesi ve dâhilen görülen ihtilâl isti‘dâdlarının kesb-i sükûnet etmesi muhâlâttan add olunur. Şu ahvâl bir iyice muvâzene edildiği hâlde, iki tedbîr hātıra gelip, onun birisi devletler beyninde der-dest-i müzâkere olan protokolün vürûdunu beklemek ve diğeri Rusya devletinin şimdiye kadar Hıristiyân teba‘anın ıslâh-ı ahvâli [151] emrinde ortaya koyduğu da‘vâ, meşrû‘ ve muvâfık, hak ve hakīkat olmadığından, tehiyyât-ı askeriyyesinin esbâbını istîzāh eylemek maddeleridir. İngiltere devletinin takrîr-i musālaha için sarf ettiği mesâ‘î iktizāsınca, bir müddet daha sabır ile âkıbet-i hâle intizār eylemek şıkkı eslem görünür ise de hissiyyât-ı vâkı‘aya nazaran, mesâ‘î-i mezkûrenin netîcesi ma‘hûd protokolün Bâb-ı Âlî’ye teblîğinden başka bir sūrete müncer olamayıp, protokolün ahkâmı bir müddet ve mühletle meşrût olmayacağı karâ’in-i ahvâlden hiss olunmakta ise de bunun yalnız teblîği bile Devlet-i Aliyye’nin istiklâl-i idâre-i dâhiliyyesini imhâ demek olacağından, bi’l-farz devletçe tervîc olunsa bile, çünkü bir müddetten beri ser-zede-i zuhûr olan ahvâl-i dâhiliyyeden ve türlü teşcî‘ât ve tahrîsāt sebebleriyle teba‘anın her sınıfı beyninde hâsıl olan galeyân-ı efkârdan, ve’l-hâsıl memleketimizde şimdiye kadar efkâr-ı umûmiyye bir lafz-ı bî-ma‘nâ add olunur iken, bir seneden beri doğru veya yanlış olarak her şeyde efkâr-ı âmmenin te’sîr ve ehemmiyyeti görülmekte ve artmakta olmasından dolayı, gelecek protokolün ahkâm-ı şâmilesi inde’l-umûm mazhar-ı tasdīk ve teslîmiyyet olabilmek muhâlâttan ve her ne kadar bu makūle mesâil-i politikada devletin, efkâr-ı ahâlî ile hareket etmesine mecbûriyyet olmadığı îrâd olunsa bile burasını ve zarûriyyât-ı [152] zamâniyyeyi halka anlatmanın imkânsızlığı ve bu imkânsızlıktan tevellüd edecek mehâliğin derecâtı, tetâbu‘-i vukū‘ât ile müsellemâttan olup, binâen-aleyh mebhûsü’n-anh olan protokolün vürûdundan ve onu imzā edecek devletlerin cümlesine birden karşı gelmek gibi bir hâl-i vahīmin ihtiyârından evvel, devletimizin der-kâr olan hakk-ı meşrû‘undan istifâde ve şu altı aydan beri memleketin tanzīm-i idâresi emrinde ihtiyâr olunan ve ehemmiyyet-i azīmesi meydânda olan ıslâhât-ı külliyyeye istinâd, bir müddet-i kalîle zarfında Rusya asâkirinin terk-i silâh etmesine dâir Rusya devletine icrâ-yı teblîgāt kılınması ve bu teblîğin esbâb-ı mücbiresinin düvel-i sâireye bildirilmesi umûr-ı zarûriyyeden görünür. Bu mütāla‘a kabûl olunduğu hâlde Rusya’ya edilecek teblîğin İngiltere
104
AHMED MİDHAT EFENDİ
devletinden ba‘de’l-istimzâc icrâsı vârid-i hātır oluyor ise de İngiltere kabinesinin şu husūs hakkında alenen beyân-ı muvâfakat ve rızā etmesi bi’t-tabi‘ kābil olamayacağından, teblîğ-i mezkûrun hiçbir tarafa mürâca‘at olunmaksızın, doğrudan doğruya îfâsı ve gerek Rusya ve gerek düvel-i zāmine hāriciye nâzırlarına bu bâbda vâki‘ olacak teblîgātın dikkat-i âmmeyi celb edecek bir sūrette olması ve tertîb olunacak müsveddesinin bi’l-etrâf tedkīk olunması lüzûmu bedîhîdir.” Fi 12 Rebîülâhir sene 1294
(İntehâ)
Lâyiha-i seniyyenin tafsīlât-ı mütekaddimesinden sonra meydân-ı tavsiyede yalnız bir mes’ele kalır ki, o dahi Londra Protokolü’nün Dersa‘âdet’e [153] vürûduyla ahkâm-ı mündericesi kabûle gayr-ı şâyân görüldüğü zamân redd olunup da, yine düvel-i mu‘azzamanın umûmuna birden karşı gelinmiş olmamak için, evvel-emirde saltanat-ı seniyyenin altı aydan beri iştigāl eylediği ıslâhât der-meyân olunarak ve bunun mâ-bâkī ve mâ-seyyiâtîsi dahi te’mîn olunarak, şu hâlde artık bir külfet-i harbiyyeye hâcet kalmayacağı münâsebetiyle, Rusya devletinin de asâkir-i mevcûdesini dağıtmaya da‘vet olunması ve aksi hâlinde harb mes’ûliyyetinin kâffeten kendi üzerinde kalacağı sūretinin bir tarīk-ı münâsib ile bildirilmesi mes’elesidir. Vâkı‘â o zamânlar Rusya devletinin üç-dörtyüz bin askeri silâh altına almış olduğu ba‘zı rivâyâttan müstebân olmakta idiyse de, bu havâdisin tamâmiyle sıhhatinden kat‘-ı nazar, saltanat-ı seniyyenin dahi tedârikât-ı askeriyyece Rusya’dan aşağı kalmamakta bulunması, devlet-i mezkûrenin de nazar-ı dikkat ve ehemmiyyetini açmış ve hattâ Rusya devleti mesâil-i vâkı‘ada bu kadar ileriye gittiğine izhâr-ı nedâmet eylemiş idi ve eğer Devlet-i Aliyye tarafından bir sulh-perverlik gösteriliyor ise bayağı muhârebeden vazgeçeceği dahi me’mûl bulunduğu tarzında birtakım ahbâr-ı kaviyye sulh-perverleri hayliden hayliye ümîde düşürmüş idi. İşin bu sūreti bütün bütün havâdis-i âdiyye kabîlinden de değil idi. Rusya devletinin saltanat-ı seniyye ile bir vakitte askeri dağıtmaya muvâfakati kaziyyesi Londra’da bulunan sefîri Kont Şuvalov ile o zamân [154] Berlin’de bulunan General İgnatiyev tarafından dahi der-meyân olunmuştu. Bu kaziyyeyi îzāh için evvel-be-evvel Londra sefâretinden gelen telgrafnâmeyi derc edelim ki Rusya devletinin bu bâbdaki derece-i isti‘dâdını müş‘irdir. [Rusya’nın Asker Dağıtma Konusundaki Fikirlerini İhtivâ Eden Londra Sefâretinden Gelen Telgrafnâme] Sūret-i Telgraf “Lord Derby her ne kadar bir şey söylememiş ise de İngiltere devletinin Sırbiyye ve Karadağ ile akd-ı musālaha olunduktan veyâhud akd olunacağına emniyyet geldikten sonra, Rusya’ya sâir devletler ile müttefikan, Bâb-ı Âlî’ye konferansın teklîf ve kendisinin kabûl etmiş olduğu ıslâhâtı icrâya kâfî ve mu‘ayyen bir
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
105
vakit bırakılmasını teklîf edeceği muhakkaktır. Çâkerleri ise Rusya’nın bundan hoşnûd olarak askerini dağıtacağı ve sulh u âsâyişin muhâfaza edileceği i‘tikādındayım. Maa-hâza Kont Şuvalov devlet-i metbû‘asıyla Devlet-i Aliyye beyninde hüsn-i mu‘aşeretin avdetini arzu eder gibi göründüğü cihetle, kendi nâmına olmak üzere, Bâb-ı Âlî’ye devleteyn ordularının hep bir vakitte dağıtılması hakkında bir ittifâk hâsıl eylemek me’mûriyyetiyle, Petersburg’a bir elçi göndermesini ihtār eylemekliğimi tavsiye etti ve imparator şu eser-i nezâketten memnûn olacağından mâ-adâ, askerini hudûd üzerinden nâmûsuyla çekerek mahallerine i‘âde edebileceğini ve hakkımızda temâyülât-ı dostânesini izhâr ile mes’ele-i şarkiyyeyi bir müddet-i mu‘ayyene için [155] değil, dâimî sūrette elden bırakacağını ilâve-i makāl eyledi.” “Çâkerleri kendisine şu üç mülâhazayı îrâd ettim ki birincisi, ihtār eylediği tasavvur yalnız kendi tasavvuru olup imparator hazretlerine müsteşârânının ne yolda bulunacakları ma‘lûm değildir. İkincisi, bizim o yolda doğrudan doğruya edeceğimiz bir teşebbüsün sâir devletlerce adem-i hoşnûdîyi mûcib olmasından ve beynlerindeki ittifâkı ihlâl etmesinden korkulur. Üçüncüsü, Petersburg kabinetosu elçimizin me’mûriyyetinden istifâde edip de, gerek umûr-ı dâhiliyyemize müdâhale ma‘nâsı verilecek ve gerek bir mes’eleye ta‘alluku olacak birtakım metālib ve tekâlîfte bulunmasından ve işin daha ziyâde müşkilâta uğramasından korkulur.” “Mûmâ-ileyh cevâb olarak, sefîrimizin kemâl-i mertebe hüsn-i kabûle mazhar olacağını ve sâir devletler hazarî bir hâlde olup, ordularını hareket ettirmemiş oldukları cihetle, teşebbüsümüzden münfa‘il olmak şöyle dursun, seferî hâlinde bulunan yalnız iki devletin ordularını dağıtmaya ittifâk eylemeleri maksadıyla vukū‘ bulacak bir teşebbüsü tabî‘î göreceklerini ve elçimizin azîmeti vesîlesiyle Rusya’nın tahrîrât-ı umûmiyyesinde münderic metālib ve tekâlîften hiçbiri kāle alınmayıp, iş yalnız orduları dağıtmak mes’elesinde kalacağına dâir bendenize te’mînât verebileceğini ve maslahatın esâsları hakkında kendisiyle müzâkere etmeye me’zûn [156] olacak olur isem devlet-i metbû‘asıyla sūret-i mahsūsada muhābere ederek elçimizin me’mûriyyetine müte‘allık mevâddı ittifâk ile ve Bâb-ı Âlî’nin gāyet hoşnûd olacağı sūretle tesviye etmeyi müte‘ahhid bulunduğunu ifâde eyledi.” “Mûmâ-ileyhe musāhabet-i vâkı‘amızı bâ-telgraf taraf-ı âlîlerine arz edeceğimi va‘ad eyledim. Eğer Bâb-ı Âlî böyle bir ittifâka meyyâl olup da mûmâileyhin mukaddemâtından istifâde eylemekliğime me’zûniyyet i‘tā buyuracak olur ise cümleden evvel Lord Derby’nin efkârını mahremâne istimzâc ile Rusya sefîri nezdinde edeceğim teşebbüsü mûmâ-ileyhin tasvîbine ta‘līk etmekliğime dahi müsâ‘ade etmesini ricâ ederim.” Fi 2 Mart 1877
106
AHMED MİDHAT EFENDİ
Bu bâbda Bâb-ı Âlî tarafından edilen istimzâc üzerine Londra sefâret-i seniyyesinden alınan iki kıt‘a telgrafnâme, işin bu cihetini tasrîhe medâr olmakla, onları dahi ber-vech-i âtî derc ederiz. Bu Bâbda Bâb-ı Âlî’den Mâbeyn’e Tezkire “İngiltere’de mukīm Rusya elçisi Kont Şuvalov’un devleteyn ordularının bir vakitte dağıtılması hakkında ittifâk hâsıl eylemek me’mûriyyetiyle, Devlet-i Aliyye’nin Petersburg’a bir elçi göndermesini ihtār eylemesi üzerine cereyân eden mükâlemâtı mutazammın Londra sefîri devletlü paşa hazretlerinden ve General İgnatiyev’in dahi Devlet-i Aliyye, Karadağ ile musālahayı ve ıslâhât-ı mev‘ûdeyi [157] icrâ ile berâber Rusya devletiyle de i‘âde-i münâsebât için Petersburg’a ehliyyetli bir elçi gönderdiği hâlde, muhârebenin vukū‘unu men‘ edeceği meâlinde îrâd etmiş olduğu makālâta dâir Berlin maslahat-güzârlığından alınan telgrafnâmelerin medlûlü ifâdât-ı meşrûhanın ihtārât-ı gayr-ı resmiyye kabîlinden olduğunu müeyyid bulunmakla, şu sözler hakkında devletlerin istiknâh-ı mütāla‘ât ve efkârına lüzûm göründüğünden, Nezāret-i Celîle-i Hāriciye’den ol bâbda suâl-i hâl edilmesine cevâben, bu kere sefîr-i müşârun-ileyh ile Paris ve Roma sefâretlerinden vârid olan telgrafnâmeler manzūr-ı âlî buyurulmak için leffen arz u takdîm kılındı. Hulâsa-i meâllerine göre, Fransa hükûmetiyle İtalya devleti bu bâbda bir gûne rey ve ma‘lûmât beyân edemeyip, merkez-i maslahat olan İngiltere’nin mütāla‘âtına rabt-ı kelâm etmiş oldukları ve Londra sefîri müşârun-ileyhin Lord Derby ile vukū‘ bulan mükâlemâtı fezlekesine gelince, Rusya’nın mesâil-i mevcûdeden çıkmak için Devlet-i Aliyye’nin sūret-i ma‘rûzada icrâât ve teşebbüsâtına intizārını müeyyid İngiltere devletince ma‘lûmât-ı resmiyye olmamakla berâber, onların ihtiyârı hâlinde Rusya devletinin hoşnûd ve kāni‘olacağı me’mûlünde bulunduğunu ve maa-mâ-fîh Devlet-i Aliyye Petersburg’a bir sefîr-i mahsūs gönderir ise efkâr-ı âsâyiş-perverâsına bir delîl göstermiş olacağını müşârun-ileyh Lord Derby ifâde etmiş ve sefîr paşanın [158] Rusya elçisi ile olan mükâlemesi ise sūret-i gayr-ı resmiyyede cereyân etmiş olduğu ve bu bahis üzerine ba‘d-ezîn alınacak ma‘lûmâtın dahi ma‘rûz-ı huzūr-ı âlî kılınacağı beyânıyla, tezkire-i senâ-veri terkīm kılındı, efendim.” Fi gurre-i Rebîülevvel sene 1294 Hāriciye Nezāret-i Celîlesi tarafından istinkâh-ı madde için Londra sefâretine yazıldığı bâlâdaki tezkirede beyân olunan telgrafnâme şudur: [Hâriciye Nezâreti Tarafından Londra Sefâretine Yazılan Telgrafnâme] Sūret-i Telgrafnâme “General İgnatiyev el-yevm Berlin’de bulunmak münâsebetiyle, oradaki maslahat-güzârımıza bu tarafa iş‘âr etmek üzere, “Bâb-ı Âlî pek sâde bir hareket ile
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
107
muhârebenin vukū‘unu men‘ edebilir.” demiştir. Bahs ettiği hareket Karadağ ile musālaha olunması ve ıslâhâtın icrâ kılınması ve Rusya devletiyle îzāhâta girişmek, devleteyn beynindeki münâsebât-ı hasene-i kadîmeyi i‘âde eylemek için Petersburg’a ehliyyetli bir elçi gönderilmesi maddelerinden ibâret oluyor. İgnatiyev, ilâve-i makāl olarak, Avrupa ihtimâl ki bunu bizden isteyeceğinden, taleb olunmazdan evvel kendiliğimizden icrâ etmekliğimiz muvâfık-ı hikmet olacağını ve yoksa muhârebenin vukū‘u kendisince lâ-büdd görünüp, bu muhârebede Devlet-i Aliyye’nin bekāsı muhātarada kalacağını ve sunûf-ı teba‘a-i şâhânenin ileride vukū‘ bulacak mutālebâtı dahi Rusya devletince bâdî-i ıztırâb [159] olacağını ifâde eylemiştir. Husūsāt-ı meşrûhayı Lord Derby’ye mahremâne ve ma‘lûmât olmak üzere ifâde buyurunuz.” Fi 9 Mart 1877 Buna cevâben, Londra sefâretinden gelip yukarıdaki tezkireye melfûfen bir sūreti Mâbeyn’e takdîm olunan telgrafnâme şudur: [Londra Sefâretinden Cevâben Gelip Mâbeyn’e Takdîm Olunan Telgrafnâme] Sūret-i Telgrafnâme “Şehr-i hâlin 9’u târîhli telgrafnâme-i devletlerini ahz ile mündericâtını Lord Derby’ye mahremâne ve ma‘lûmât olmak üzere teblîğ eyledim. Müşârunileyh “Karadağ ile akd-ı musālaha olunmasıyla ve Devlet-i Aliyye’nin icrâ-yı ıslâhât etmesiyle ve Petersburg’a ehliyyetli bir elçi göndermesiyle hoşnûd ve kāni‘ olacağını hiç me’mûl etmem. Çünkü İgnatiyev, Bâb-ı Âlî’nin teklîf eylediği ıslâhâtın icrâsı maddesine dâir devletler beyninde bir protokol imzā olunmasını Berlin’de der-meyân eyleyip, Berlin kabinetosu dahi bunu tasvîb eylemiş olduğu der-meyân olunuyor. Rusya’nın kat‘î sūrette edeceği teklîfleri bilmiyorum, fakat Petersburg’a elçi gönderilmesini takbîh şöyle dursun, Rusya böyle bir arzuda bulunduğunu cidden söyledikten sonra Bâb-ı Âlî buna muvâfakat edecek olur ise efkâr-ı âsâyiş-perverânesine bir delîl göstermiş olacağı i‘tikādındayım.” dedi.” “Bunun üzerine bendeniz, “İgnatiyev’in elçiye müte‘allık [160] teklîfi, ihtimâl ki Rusya’nın sâir teklîfleri devletler tarafından redd olunduğu vakit, elde hiç olmaz ise o bulunsun mütāla‘asıyla vukū‘ bulmuş bir şeydir. Bâb-ı Âlî Sırbiyye ile akd-ı musālaha eylediği gibi Karadağ ile dahi Rusya’nın irâdesine menût olan musālahayı akd etmeye çalışıyor ve i‘lân olunan ıslâhât ile kemâl-i mertebe iştigāl ediyor. Eğer şimdi de Petersburg’a elçi göndermesiyle Rusya’nın ordusunu dağıtacağını ve devletlerin veyâhud Rusya’nın umûr-ı dâhiliyyemize müdâhale dâ‘iyyesinden kat‘iyyen ferâgat eyleyeceğini muhakkak bilir ise sefîr i‘zâmından imtinâ‘ etmez. Fakat murâd, devletler beyninde bir protokol imzālamak ise elçi göndermek hātırından bile geçmeyeceğinden başka, imzā olunacak protokolü ve diğer ona mümâsil varakayı doğrudan doğruya veya bi’l-vâsıta kabûl eylediği hâlde bile, ona Paris Mu‘âhedesi’ni ihlâl ve 9’uncu bendinin ahkâmını hod-serâne
108
AHMED MİDHAT EFENDİ
imhâ edici nazarıyla bakamayacaktır”, cevâbını verdim. Lord Derby “Rusya’nın kat‘î sūrette edeceği teklîfleri henüz bilmediği cihetle, İngiltere devletinin ittihāz edeceği karâr şudur”, diyemeyeceğini ve yine Bâb-ı Âlî tarafından Petersburg’a elçi i‘zâmı sulh için fâideyi mûcib bir teşebbüs olacağını söyledi.” “Çâkerlerine kalır ise Rusya’nın tekâlîf-i kat‘iyyesine ve İngiltere devletinin onun üzerine ne harekette bulunacağına vâkıf [161] olmazdan evvel, İgnatiyev’in Berlin maslahat-güzârımız vâsıtasıyla teblîğ eylediği sūretin icrâ olunmaması ehemm ü elzemdir.” Fi 10 Mart sene 1877 Şu iki eserin mütāla‘asından, eğerçi Rusya devletinin terk-i silâha olan rağbeti hakkındaki ümîdlerin ol kadar kuvveti olamayacağı anlaşılır ise de o zamân diplomasi âleminde böyle bir mes’elenin hakīkaten mevcûd olduğu da sâbit olur. Saltanat-ı seniyye ise o zamâna kadar her vechile âsârını göstermiş olduğu sulh-perverliği iktizāsınca, hiç olmaz ise bir yoklayış göstermek için dahi bu kaziyyenin ucunu elden bırakmayıp işin ilerisini istikşâfa mübâderet edebilir idi. Kaviyyen i‘tikād-ı âcizânemize göre, lâyiha-i seniyyede keyfiyyetin tavsiyesi dahi bu fikirden neş’et eylemiş olmalıdır. Dikkat olunacak ahvâldendir ki, Rusya devleti, velev ki gayr-ı resmî bir sūrette olsun, bu mes’eleyi meydâna çıkarmış olduktan sonra, işe bir kat daha vuzūh vermek için dahi ikinci himmeti saltanat-ı seniyyenin ele alması, eğer hakīkaten bir menfa‘at hâsıl etmeyecek bile olsa, mazarrat da‘vet etmez ve Rusya’nın meydâna çıkardığı bir mes’eleyi i‘tinâsızlıkla kapatmak kabîlinden add olunmaz idi. Ancak ekseriyyet-i ârâca bâlâda münderic iki tahrîrât hükmünden anlaşılmakta bulunan ehemmiyyetsizlik daha müreccah görülerek, lâyiha-i seniyyenin işbu [162] tavsiyesinden istifâde tarīkı tecvîz edilip ke’l-evvel protokolleri, hattâ henüz Dersa‘âdet’e vürûd etmezden evvel dahi redd eylemek karârına nakīsa verilmemiştir. Vâkı‘â bu redd kaziyyesi içine Rusya askerinin dağıtılması maksadı dahi idhâl olunmuş ise de protokollerin reddi İngiltere’ye ve askerin dağıtılması dahi Rusya’ya âid bir mes’ele olduğu ve lâyiha-i seniyyede asker dağıtılması kaziyyesinin Rusya ile söyleşilmesi tavsiye edildiği hâlde bu iki mes’ele memzûc olarak Londra sefâret-i seniyyesine bildirilmiştir. Ol bâbda sefâret-i seniyye-i mezkûreye çekilen iki kıt‘a telgrafnâme bu kaziyyeyi îzāha kâfîdir. [Asker Dağıtılması Hususunda Londra Sefâretine Çekilen] İlk Telgrafın Sūreti “Biz, devletleri bir protokol imzā etmekten men‘ edemeyiz. Fakat tamâmiyyet-i mülkiyye ve istiklâliyyet-i Devlet-i Aliyye gibi müdâfa‘ası için tahammül etmeye hâzır olmayacağımız hiçbir fedâkârlık bulunmayan ve zâten Paris Mu‘âhedesi’ni imzā eden devletlerin kefâlet-i müşterekesi altına alınmış olan bir
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
109
kā‘ideye halel îrâs edebilecek harekete İngiltere devletinin muvâfakat etmeyeceğini kaviyyen biliriz. Hulâsası 14 Mart sene 1877 târîhli telgrafnâme-i sefîrânelerinde münderic bulunan protokol lâyihasının cihât-ı adîde ile mehâzîr-i azīmesi
İşbu 14 Mart târîhli telgrafnâmeyi metin sırasında derc etmek silsile-i ahbârâtımızı ihlâl edeceği cihetle, şurada ayrıca bir şerh sūretinde derc edilmek daha münâsib görülmüştür. [163] Sūret-i Telgrafnâme “44 numaralı telgrafnâme-i nezāret-penâhîlerini ahz ile Lord Derby’ye teblîğ eyledim. Müşârun-ileyh, Rusya’nın yâhud İgnatiyev’in Memleketeyn’e bir Rusya fırka-i askeriyyesinin idhālini devletlere teblîğ eylemiş olmasını kat‘iyyen inkâr eyledi. İfâdesine göre, Kont Şuvalov Paris’ten bir sūret-i tesviye lâyihası götürmüş ve bunu İngiltere devleti dahi esâsen kabûl eylemiştir. Fakat kendisi bu lâyihanın ileride Rusya’nın ittihāz edeceği politikaca olacak te’sîrâtını tahfîf ve İngiltere’nin zuhûru melhûz olan her hâle karşı serbestî-i hareketini te’mîn için sebk ve rabtça ba‘zı ta‘dîlât ve tağyîrât icrâsı maddesini düvel-i sâire ile muhābere etmekte imiş. Bâb-ı Âlî’den mâ-adâ Paris Mu‘âhedesi’ni akd eden devletler tarafından imzālanmış bir protokol şeklini alacak olan işbu sūret-i tesviye lâyihasında, devletler Bâb-ı Âlî ile Sırbistan beyninde i‘âde-i sulh ü müsâlemet olunmasından beyân-ı memnûniyyet edip fakat Karadağ ile henüz akd-ı musālaha olunmamış olduğu cihetle, şimdilik bundan bahs etmeyecekler [164] ve Bâb-ı Âlî’yi askerini dağıtıp hazarî hâlinde durmaya da‘vet eyleyeceklerdir. Rusya lâyihasında Rusya’nın dahi kendi ordusunu dağıtması lakırdısı yoktur. Fakat Lord Derby bunu Rusya’ya ta‘ahhüd ettirmek husūsunda ısrâr ediyor. Yine mezkûr lâyiha iktisāsında devletler muhtelit komisyondan ve vâlîlerin Avrupa’nın evvelce istihsāl-i muvâfakatiyle ta‘yîni maddesinden bahs etmeksizin kendi taraflarından teklîf ve Bâb-ı Âlî cânibinden kabûl olunan ıslâhâtı te’kîd ve tasdīk edecekler ve bunların icrâsına dikkat olunmasını elçi ve konsoloslarına havâle eyleyecekler ve icrâ olunmadıkları hâlde ne türlü teşebbüsâtta bulunmak lâzım geleceğini beynlerinde müzâkere edeceklerdir. Lord Derby ıslâhâtı icrâ için ne bir müddet ta‘yîni ve ne de sonradan tedâbîr-i zecriyye isti‘mâli efkârında bulunmayıp teşebbüsâttan murâd, bir konferans teşkîli maddesi olduğunu ifâde eyledi. “Devletler bu protokolü Bâb-ı Âlî’ye teblîğ edecekler midir?” diye vâki‘ olan suâl-i âcizâneme “Edeceklerdir.”, cevâbını verince, Bâb-ı Âlî devletlerin şu karârını redd eyleyeceğini beyân etmeye telgrafnâme-i âlîleri iktizāsınca kendimi [165] me’zûn add eylediğimi ve Paris Mu‘âhedesi’nin dokuzuncu bendi devletlerin gerek müteferrikan ve gerek müttehiden idâre-i dâhiliyye-i Devlet-i Aliyye’ye ve zât-ı şevket-simât-ı hazret-i pâdişâhî ile teba‘a-i mülûkâneleri beynindeki münâsebâta müdâhale etmelerine mâni‘ iken, şimdi bu bendin düvel-i sitte beyninde karârlaştırıldığı vechile fesh u ilgāsı maddesine İngiltere’nin mezkûr protokolü kabûl etmesiyle iştirâk eylemesinden pek müteessif olduğumu ve Memâlik-i Devlet-i Aliyye’yi inhilâl ve herc ü merc hâlinde vikāye eden şey yalnız nüfûz ve haysiyyet-i pâdişâhî olduğundan, bunu muhâfaza için bend-i mezkûrun vücûdu ehemm ü elzem olup zâten Kırım Muhârebesi’nde ihtiyâr ettiğimiz bunca feâkârlıkların semere-i münferidesi dahi ondan ibâret olduğunu söyledim. Paris Mu‘âhedesi’nin Devlet-i Aliyye’ce mûcib olduğu zamân ve kefâlet bir lafz-ı bî-ma‘nâ idüğü, tecrübe ile sâbit olmuştur. Rusya, meselâ, şu yirmi ay zarfında Devlet-i Aliyye’nin tamâmiyyet-i mülkiyye ve istiklâliyyetine halel getirmek ister iken Avrupa devletleri muhârebenin vukū‘unu men‘ için her kabâhati bize buluyorlar ve tahrîkât-ı hāriciyyenin âsârını iddi‘â olunan sû-i idâremize haml ediyorlar ve birtakım
110
AHMED MİDHAT EFENDİ
[163] der-kârdır. Evvelâ; Bâb-ı Âlî’ye askerini dağıttırmak için protokole bir bend derc olunup da, Rusya askerinin dağıtılmasına gelince, bunu sükûtla geçirmekte bir münâsebet göremiyoruz. Bâb-ı Âlî askerin her iki taraftan dağıtılmasını te’mîn edecek tekâlîfin kabûlünden ne derece memnûn olur ise, acîb bir tebeddül ve tağayyür eseriyle Avrupa nazarında âsâyiş-i umûmîyi ihlâl eden kendisi imiş gibi görülmekten o derece müteessif olur. Sâniyen; devletler muhtelit komisyondan ve vâlîlerin sūret-i nasb u ta‘yîni maddesinden bahs etmeksizin, kendi taraflarından teklîf ve Bâb-ı Âlî [164] cânibinden kabûl olunan ıslâhâtı te’mîn ve tasdīk edecekler diye iş‘âr buyurmuşsunuz. Bunda ba‘zı yanlışlık olmalıdır. Çünkü bize teklîf olunup bizim dahi reddine mecbûr olduğumuz şerâitin cümlesi bu iki şarttan ibâret değildir. Kānûn-ı Esâsî’ye muvâfık olmak üzere kabûl eylediğimiz maddedâ‘iyyelerden bizi vikāye edecekler iken [166] bi’l-akis Rusya ile birleşip bunların kabûlüne bizi icbâr ediyorlar. Ve bu hâller üzerine ta‘ahhüdât-ı vâkı‘alarında sādık görünmek istiyorlar, dedim. Düvel-i müşârun-ileyhimin bu def‘a verdikleri karâr Bâb-ı Âlî’yi ne mertebe vahīm bir mevki‘de bulunduracağına ve bu karârın efkâr-ı milliyyemize hâsıl edeceği te’sîrâta ve Rusya me’mûrlarının ve ihtilâl komitalarının Memâlik-i Devlet-i Aliyye’de yeni protokol sâyesinde icrâ edecekleri entrikalara ve bu entrikaların netâyicine ve daha sâireye müte‘allık uzun uzadıya bast-ı mütāla‘ât eyledim. İşbu mütāla‘ât-ı âcizânem Lord Derby’ye pek ziyâde te’sîr ederek, bunların sıhhat ve isābetini ve Devlet-i Aliyye’nin uğrayacağı müşkilâtın vehāmetini tasdīk eyledi. Devlet-i Aliyye’ye yardım etmekliği an-samîmü’l-kalb arzu etmekte ise de bunda dahi ancak mümkün olanı icrâ edebileceğini ve zâten Rusya’nın şâyân-ı kabûl olmayan bir hayli tekâlîfini şimdiden ber-taraf etmiş olduğunu ifâde eyledi.” Fi 14 Mart sene 1877 Yine bu târîh ile maddeye dâir Viyana sefâretinden dahi şu telgrafnâme gelmiştir. Sūret-i Telgrafnâme [167] “44 numaralı telgrafnâme-i devletleri ahz olundu. Kont Andrássy çâkerlerine dedi ki, “General İgnatiyev’in buraya vusūlünden evvel birşey söyleyeyim. Yalnız şunu te’mîn edebilirim ki, Paris sefîrinden aldığım ma‘lûmât, mezkûr telgrafnâmenin mündericâtına taban tabana zıddır. Zîrâ General İgnatiyev’in me’mûriyyeti devletlere pek iyi bilmiyor isem de ya saltanat-ı seniyyenin kabûl eylediği ıslâhâtı veyâhud konferansın programında münderic bi’l-cümle ıslâhâtı hâvî bir protokol imzā ettirmekten ibâret imiş, lede’l-imzā hükûmet-i seniyyeye teblîğ olunacak olan bu protokolde hiç bir tehdîd vukū‘ bulmayarak ve ıslâhâtın icrâsı hakkında dahi bir müddet ta‘yîn edilmeyerek, sâde asker dağıtılması arzusunda bulunduğu beyân olunacaktır. Lord Derby sayfiyyede bulunup Şuvalov dahi müşârun-ileyhi görmek üzere oraya gittiğinden, henüz İngiltere’nin bu teklîfe muvâfakat edip etmediğini bilmiyorum. Eğer protokol dediğim gibi ise âsâyiş-i umûmîyi vikāye edeceği ve hükûmet-i seniyyenin hukūk ve haysiyyetine dahi dokunmayacağı cihetle, devletler tarafından pîş-i nazar-ı i‘tibâra alınmaya şâyândır. Bunun fâidesi hükûmet-i seniyyece dahi der-kâr olduğundan, protokol kendisine teblîğ olunduğu vakit nasıl bir mektûb-ı nezâket-üslûba vusūl cevâbı yazılmak âdet ise ona dahi öyle bir vusūl cevâbı yazılmalıdır.” Fi 14 Mart sene 1877
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
111
ler, konferansın Kânûnisânî’nin 20’nci günü meclis mazbatasında sarâhaten mu‘ayyen ve o gün ale’l-umûm yazdığımız telgrafnâmede mündericdir, ki biz hâlâ o karârdayız. Binâen-aleyh şu iki şart ihrâc olunacağına, ittifâk hâsıl olan maddeleri ta‘yîn için bizim kendi yazdıklarımıza [165] mürâca‘at olunmak daha becâdır. Husūsāt-ı meşrûhadan başka devletlerin ıslâhâtın icrâsına dikkat olunmasını kendi me’mûrlarına havâle ve icrâ olunmadıkları hâlde ne türlü teşebbüsâtta bulunmak lâzım geleceğini, beynlerinde müzâkere etmelerine müte‘allık şart, Paris Mu‘âhedesi’nin hüküm ve ibâresine mugāyir olduktan başka, her gûne mahzûr ve muhātarayı dahi câmi‘dir. Konferansta muhtelit komisyonun teşkîli lüzûmundan bahis olunduğu vakit, eğer bu komisyondan murâd, düvel-i mu‘azzamaya memleketimizde vukū‘ bulan şeylerden ma‘lûmât vermek ve Bâb-ı Âlî’ye başka türlü bilemeyeceği [166] vukū‘âtı bildirmek için ise elçiler ve konsoloslar kâfîdir. Öyle olmayıp da komisyon, memleketin umûr-ı dâhiliyyesine müdâhale edecek ise bu teklîfler şâyân-ı kabûl değildir, demiştik. Rey ve mütāla‘amız ol vakit ne ise şimdi de yine odur. Bâb-ı Âlî gerek süferânın ve gerek konsolosların kendi idâre-i dâhiliyyesi üzerine hakk-ı nezāretleri olmasını asla kabûl edemez. Çünkü bu sūret, hükûmetin istiklâliyyetini ve âleme ve teba‘asına karşı şân ve haysiyyetini imhâ ve müşkilât-ı hâzırayı bir kat daha tezyîd eder. Bâb-ı Âlî bundan sarf-ı nazar, yalnız vikāye-i şân ve nâmûsu için [167] o yolda vukū‘ bulacak her nev‘ teklîfi redd etmeye mecbûrdur. Bu derece gayr-ı meşrû‘ bir hakk-ı müdâhaleyi Paris Mu‘âhedenâmesi ahkâmına ve hukūk-ı milel kavâ‘idine mugāyir olarak tasdīk etmek, Bâb-ı Âlî’yi bir mevki‘-i müşkile vaz‘la mes’ele-i hâzırayı, tesviyesi gayr-ı kābil bir mes’ele hâline getirmek ve hükûmet-i seniyyeyi dahi düvel-i mu‘azzamanın devâm-ı meyl ü muhabbetleri nezdinde fevka’l-gāye [168] matlûb ve mültezem iken taraflarından vukū‘ bulan teklîflerine kendi arzusu hilâfında cevâb i‘tāsına icbâr eylemek demek olacağı i‘tikādındayız. Mütāla‘ât-ı meşrûhayı Lord Derby’ye gidip ifâde buyurunuz. Kendisinin, hakkımızda kemâl-i mertebe göstermiş olduğu hakkāniyyetten ve şîme-i celîle-i kârâgâhîsinden beklediğimiz şey, bize teblîğ olunmak üzere imzāsını koyacağı varakadan âsâyiş-i umûmîyi ihlâle sebebiyyet nereden geldiği cümlenin ma‘lûmu olduğu hâlde, bunun bizim tarafa atf olunmasını bir vechile kabûl edemeyeceğimizden, bunun kat‘iyyen redd olunması ve âsâyiş-i umûmîyi ihlâl eden biz imişiz gibi gösterilmemesi ve icrâsını beyân ettiğimiz mevâd hakkında vâki‘ olan ittifâkın ta‘yîni sırasında me’mûrîn-i ecnebiyyenin umûr-ı dâhiliyyemize müdâhale etmelerine meydân verilmemesi ve Paris Mu‘âhedesi’nin bize te’mîn eylediği mevki‘in ihlâl olunmaması maddeleridir. Herkesten ziyâde bizim için mûcib-i hasâr olan bir hâle hakīkaten nihâyet vermek ancak bu şerâite mütevakkıftır. Yoksa devletin istiklâliyyetini fedâ sūretiyle, bu hâlinden kurtulmasını istemeyiz.” Mehmed Hurşid, Kâni, Hamdi, Yûsuf, Âsım, Abdi, Cevdet, Kadri, Ohannes, Kemâl, Mustafa, Gālib, Edhem, Hayrullâh, Redîf, Raûf, Safvet
112
AHMED MİDHAT EFENDİ
Londra Sefâret-i Seniyyesine Diğer Telgraf Müsveddesi
[169]
“Müşkilât-ı hâzıranın bidâyetinden bugüne kadar Devlet-i Aliyye’nin iltizâm eylediği meslek, İngiltere devletinin ma‘lûmudur. Devlet-i Aliyye iki seneden beri ne muhālefet-i mükerrere ve ne müsâ‘adât ile önü alınamamış olan hasmâne bir politikaya uğrayarak, bir devletin tesādüf edebileceği her nev‘ tas‘îbât ve mevâni‘ ve müsādemât-ı azīmeye dûçâr oldu. Ve bununla berâber, ifsâdât-ı hafiyye ve hukūk-ı milele muhālif harekât-ı gayr-ı lâyıka ve neşriyyât-ı kâzibe, devleti ittihāz eylediği meslek-i i‘tidâlden inhirâf ettirmemiş ve bir taraftan tenkīl-i usāt ve idâre-i dâhiliyyesince icrâ-yı ıslâhât ile uğraşarak, efkâr-ı umûmiyyenin teskîn ve te’mînine çalışmaktan hālî olmamıştır. Ve bir taraftan sebât ve diğer taraftan i‘tidâl sūreti göstererek, işbu politikasının istilzâm eylediği netâyic-i hayriyyeye emniyyet-i tâmmesi olduğundan, âsâyiş-i umûmînin ihlâlini mûcib olacak ahvâlden ictinâb ile bu yolda iltizâm etmediği fedâkârlık kalmamıştır. Cunis muzafferiyyetini müte‘âkib asâkirin ileri gitmemesine emir verdiği gibi konferans teklîfini dahi kabûl ile vukū‘ bulan müzâkerâtta elden geldiği kadar ibrâz-ı hüsn-i niyet etmiş ve Sırbistan’ın aleyhine hiçbir gûne adâvete meydân vermeyerek, hâl-i sâbıkın i‘âdesine ve bunca kanlar dökülerek zabt u teshīr olunmuş olan mevâki‘-i harbiyyenin meccânen tahliyesine muvâfakat eylemiştir. Bu sūrette ibrâz eylediği i‘tidâl, geçen [170] teşrînievvelden beri Beserabya’da tecemmu‘una mübâşeret olunan orduların taklîline sebeb-i kâfî olacağı me’mûl iken, bunun hilâfı olarak Rusya devleti, hudûdlarda bulunan asâkirin teksîr ve tevfîrinden bir an fâriğ olmayıp, el-hâletü hâzihî asâkir-i merkūmenin adedi gittikçe tezâyüd etmiştir. İşbu tedâbîr-i askeriyyeye karşı, Devlet-i Aliyye’ce dahi memleketin muhâfazasına sarf-ı mesâ‘î etmek ve Beserabya ordusunun günden güne kesb etmekte olduğu ehemmiyyet ve cesâmete nazaran, kendi kuvve-i askeriyyesini tezyîd eylemeye mecbûr olmuştur. Böyle bir hâlin devâmı, dâire-i imkândan hāric olup, zîrâ hergün devletin umûr-ı mâliyyesi rahnedâr olduğu gibi ahâlî-i memleket dahi tahammül olunamayacak fedâkârlıklara icbâr olunmakta ve cânib-i hükûmetten verilen te’mînâtın icrâsı bi’z-zarûre teahhur etmektedir. Ve bu gidişle devletin kadr u haysiyyeti enzār-ı âlemde kesb-i tedennî ettikçe, öbür tarafın elinde bulunan esbâb-ı ta‘arruz ve tahrîb, kesb-i cesâmet etmektedir. İki sene müddet, dâhilen envâ‘-ı fesâdât ilkāsıyla devleti işgāl eyledikten sonra, bir büyük istîlâdan kendini muhâfaza için iktizā eden esbâbın tedâriğince kuvve-i mâliyyesini tüketmek ve her bir dakīka, zuhûr edebilecek bir muhârebe-i azīme korkusuyla ahâlîyi bir hâl-i heyecânda tutmak ve ashâb-ı ağrâz ve sû-i efkârı teşvīk ile berâber, ancak bir hâl-i sükûnet ve âsâyişi fi‘ile getirebilecek [171] ıslâhâtın serî‘an ve âcilen icrâsını istemek, devleti tutulamayacak bir hâle îsāl etmek ve ıslâhât-ı lâzımenin icrâsı şöyle dursun, ahâlî-i memleketin bir bâr-ı girân altına konulup ezilmelerine fevka’l-âde çalışmak demek idüğü âşikârdır. Her cihetçe mazarratı meydânda olan böyle bir hâle netîce verilmesi mukteziyyât-ı hâliyyeden olmasıyla, devletlere bi’l-mürâca‘a hakīkat-i hâlin beyânıyla muhātarât-ı hâzıranın derecesini ve tarafeyn askerinin dağıtılması lüzûmunu teblîğ etmek efkârında
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
113
bulunmuş ise de bir protokol imzālanması için İngiltere devletinin Rusya devleti ile müzâkerede bulunduğu haberi, bu teşebbüsün te’hīrine sebeb olmuştur. Protokolün mündericâtı hakkında devletin efkârını geçenlerde tarafınıza iş‘âr etmiş olduğumdan tekrârına hâcet görünmez. Fakat işbu terk-i silâh maddesi üzerine bir sâ‘at evvel, bir karâr-ı kat‘î husūlünün elzemiyyeti, el-yevm ne derecelerde devleti tazyīk etmekte olduğunu Lord Derby’ye tefhîm etmekliğiniz ehemm ü elzem olup müzâkerât-ı câriyye daha uzayacak olur ise mehâlik-i harbiyyeden ehven olmayacak birtakım gavâil-i dâhiliyye ile uğraşacağımız der-kârdır. Ve bulunduğumuz hâl-i meşkûkiyyette devâm ve sebât kābil olamayacağından, işte şu hâl-i buhrâniştimâl hakkında her bir nokta-i istinâdımız add olunan lord-ı müşârun-ileyhin dirâyet-i müsellemesine mürâca‘atla, bulunduğumuz mevki-i müşkilde inzımâmı mu‘âvenetini iltimâs ederiz. Binâen-aleyh [172] sūret-i mahremânede olarak vâki‘ olacak işbu teblîgāta müşârun-ileyh tarafından verilecek cevâbın serî‘an bi’ttelgraf tarafımıza bildirilmesi matlûbdur.” İmdi Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin redd-i kat‘îsine işte bu sūretle daha evvelden hâzırlanmış olduğu Londra Protokolleri encâm-ı kâr devletler tarafından bi’l-imzā Bâb-ı Âlî’ye isrâ kılınmıştır, ki evrâk-ı müteferri‘asıyla berâber sūretleri şudur: [Londra] Protokol[ü] “Şarkın teskîn-i ihtilâline müttefikan teşebbüs eden ve bu maksada mebnî Dersa‘âdet konferansına a‘zā ta‘yîn eyleyen devletler, arzu ettikleri maksada vâsıl olmak için en iyi çâre, evvel-be-evvel teyemmünen beynlerinde hâsıl olan şu ittifâkı muhâfaza etmek ve Memâlik-i Devlet-i Aliyye’de mukīm ahâlî-i Hıristiyâniyyenin ıslâh-ı hâli ve Bosna ve Hersek ve Bulgaristan’da Bâb-ı Âlî’nin kendisi icrâ etmek üzere kabûl eylediği ıslâhâtın icrâsı umûmen matlûb ve mültezemleri olduğunu, ez-ser-i nev beyân eylemek maddeleri olduğuna karâr vermişlerdir.” “Sırbiyye ile akd olunan musālahayı sened ittihāz ederler. Karadağ’a gelince, bir musālaha-i dâime ve kaviyyenin husūlü için hudûdun tashîhi ve Boyana Nehri üzerinde “Seyr-i Sefâin”in husūl-i serbestîsi maddeleri arzu olunur mevâddan add ederler ve Bâb-ı Âlî ile iki emâret beyninde akd olunan ve bundan sonra olunacak [173] olan sūret-i tesviyeye umûmen arzu ettikleri emr-i âsâyiş tarīkıne doğru atılmış bir adım nazarıyla bakarlar.” “Bâb-ı Âlî’nin âsâyişi tahkîm zımnında askerini muhâfaza-i intizām için lâzım olan mikdârı müstesnâ olmak üzere, hazarî hâline ircâ‘ etmesini ve konferansın meşgûl olduğu eyâletlerde huzūr u sa‘âdet için lâzım olan ıslâhâtı mümkün mertebe az bir müddet zarfında mevki‘-i icrâya vaz‘ eylemesini tavsiye ederler. Bu ıslâhâttan bir cüz‘-i a‘zamının icrâsına hâzır olduğunu Bâb-ı Âlî’nin beyân etmiş olduğunu dahi tasdīk ederler. Devlet-i Aliyye’nin fi 16 Şubat sene 1876 târîhli tahrîrât-ı umûmiyyesini ve elçileri vâsıtasıyla gerek konferans müddetinde
114
AHMED MİDHAT EFENDİ
ve gerek konferanstan sonra vâki‘ olan ifâdâtını, sūret-i mahsūsada sened ittihāz ederler. Bâb-ı Âlî’nin işbu temâyülât-ı hasenesine ve bunlara derhâl bir netîce vermekte der-kâr olan menfa‘atine nazaran, şimdiki âsâyişin husūlünden istifâde ederek Hıristiyânların hâlince Avrupa’nın âsâyişi için ehemm ü elzem olmak üzere herkesin arzu ettiği ıslâhât-ı müessireyi icrâya mahsūs tedâbîri, metânet ve gayretle ittihāz eyleyeceğini ve bir kere bu yola girdikten sonra, bu yolda hālisāne ve müessirâne devâm etmek, hem menfa‘ati ve hem de şân ve i‘tibârı iktizāsından olduğunu anlayacağını ümîd ederler. Devlet-i Aliyye’nin mevâ‘îdi ne sūretle icrâ [174] olunduğuna, gerek Dersa‘âdet’teki sefîrleri ve gerek mahallerindeki me’mûrları vâsıtasıyla ve dikkatle nezāret etmekliği niyet ederler.” “Şâyed ümîdleri bu def‘a dahi munkatı‘ olur ve şarkın âsâyişini vakit vakit ihlâl eden karışıklıkların vukū‘unu men‘ edecek sūrette teba‘a-i Hıristiyâniyyenin hâlleri ıslâh olunmayacak olur ise bu hâl, gerek kendi menfa‘atlerine ve gerek Avrupa’nın menfa‘atine tevâfuk etmeyeceğinden, bu takdîrde ahâlî-i Hıristiyâniyyenin sa‘âdet-i hâlini ve sulh u âsâyiş-i umûmîyi te’mîne en sālih add eyleyecekleri vesâiti müttefikan müzâkere eylemek hakkını muhâfaza ederler.” Londra, fi 31 Mart 1877 Melfûf Numara 1 Lord Derby’nin Protokolün İmzāsından Evvel İ‘tā Eylediği Beyânnâmenin Tercümesi “Muharrir-i imzā İngiltere hāriciye nâzırı, bugün İngiltere ve Avusturya ve Fransa ve Almanya ve İtalya ve Rusya murahhasları tarafından imzā olunan protokole müte‘allık olmak üzere şunu beyân eder ki, İngiltere devleti Rusya’nın teklîf eylediği protokolü imzā etmeye, mücerred Avrupa’nın âsâyişini muhâfaza maksadıyla muvâfakat eylemiş olduğundan, eğer maksad hâsıl olamayacak olur ise, ya‘ni Rusya ve Osmanlı devletleri askerlerini mütekābilen dağıtmazlar ise ve beynlerinde sulh ü müsâlemet muhâfaza edilmez ise mebhûsü’n-anh [175] olan protokol ke-en-lem-yekûn hükmünde kalacağı şimdiden mukarrerdir.” Londra, fi 31 Mart 1877
(Derby) Melfûf Numara 2
Rusya Sefîrinin Protokolün İmzāsından Evvel İ‘tā Eylediği Beyânnâme “Bâb-ı Âlî, Karadağ ile akd-i musālaha eder ve Avrupa’nın nesāyıhını dinler ve hazarî hâline avdete ve protokolde münderic ıslâhâtı icrâya hâzır görünür ise Rusya imparatoru hazretlerinin dahi muvâfakat edeceği asker dağıtmak mes’elesini müzâkere için Petersburg’a bir elçi göndersin. Bulgaristan’ı âlûde-i hūn eyleyen kıtâle mümâsil kıtâller vukū‘ bulacak olur ise, bu hâl-i zarûrî asker dağıtmak tedâbîrini te’hīr eyleyecektir.”
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
115
Melfûf Numara 3 İtalya Sefîrinin Protokolün İmzāsından Evvel İ‘tā Eylediği Beyânnâme “İtalya devletinin bugün bir protokolü imzā ile ettiği ta‘ahhüd, devletler beyninde bi’z-zât şu protokol ile teyemmünen hâsıl olan ittifâk devâm ettiği müddetçedir.” Evrâk-ı mezkûre Meclis-i Mahsūs-ı Vükelâ’da kırâat ve ahkâmı tedkīk ve îcâbı müzâkere olunduktan sonra, bunların cümlesi [176] kat‘iyyen redd edilmeye ittifâk-ı ârâ hâsıl olmuş ve ol bâbda Hey’et-i Vükelâ-yı fihām tarafından tanzīm olunan reddiyye müsveddesi, bâ-tezkire-i sadr-ı a‘zamî hākpâ-yi şâhâneye takdîm kılındığı gibi Hey’et-i A‘yân ve Meb‘ûsân taraflarından dahi keyfiyyet-i redd tasvîb edilmekle, bu hâl Hāriciye Nezāret-i Celîlesi tarafından süferâ-yı saltanat-ı seniyyeye bildirilmiştir. Bu kaziyye içindeki hakāyık-ı resmiyye, evrâk-ı mezkûrenin mütāla‘asıyla ma‘lûm olacağından, cümlesinin buraya aynen derc ü iş‘ârına ibtidâr olunur. [Hey’et-i Vükelâ Tarafından Hazırlanan Reddiyye Müsveddesini Padişaha Sunan Sadrazamın Tezkiresi] Tezkire-i Sâmiye Sūreti “Mes’ele-i hâzıraya dâir düvel-i sitte beyninde tanzīm olunmakta idüğü evvelce istihbâr olunan protokol, İngiltere devleti tarafından ba‘zı i‘tirâzāt ile birkaç gün teahhur etmiş olduğu hâlde, bu kere imzā edilmiş ve ona merbût olmak üzere Lord Derby ile Rusya devletinin Londra’daki sefîri arasında beyânnâmeler te‘âtī olunup, İtalya sefîri dahi protokolü mumzī olan devletlerce ittifâkın devâmına mu‘allakan imzā eylediğini mutazammın bir beyânnâme vermiş olduğu ve bunları Lord Derby’nin sūret-i mahremânede kendisine teblîğ eylediği, Londra sefîri devletlü Musurus Paşa hazretleri tarafından telgrafla iş‘âr olunduğunu müte‘âkib, protokol ile beyânnâmeler düvel-i müşârun-ileyhimin Dersa‘âdet’te bulunan maslahat-güzârları cânibinden sūret-i mahsūsada Hāriciye Nezāret-i Celîlesi’ne [177] teblîğ olunmuş olduğundan, çarşamba günü akd olunan Meclis-i Mahsūs-ı Vükelâ’da kırâat ve mütāla‘a kılındı. Mesâil-i dâhiliyyeye münhasır olan böyle bir protokolün ahkâm-ı mündericesinden kat‘-ı nazar, yalnız tanzīm ve imzā olunuşu bile Paris Mu‘âhedesi’yle müeyyed olan istiklâl-i Devlet-i Aliyye’ye dokunacağı cihetle, bunun esâsen ve külliyyen reddi câ-yı tereddüd ve teemmül olmayıp, maa-hâza İngiltere devleti protokolü sâlifü’z-zikr beyânnâmelere merbûtan imzā etmiş ve fi’l-hakīka mes’elenin rûhu onlarda bulunmuş olduğundan, ibtidâ işbu beyânnâmelerin hâvî oldukları mevâd sırasıyla tedkīk olundukta, Rusya askerini dağıtmak için bize teklîf olunan şeyler ki Karadağ ile tecdîd-i müsâlemet olunmak ve orduları hazarî hâline i‘âde etmek ve bunu müzâkere için buradan Petersburg’a bir sefîr-i mahsūs gönderilmek kaziyyeleridir. Gerek şu maddeler ve gerek Memâlik-i Devlet-i Aliyye’de kıtâller vukū‘a gelir ise Rusya
116
AHMED MİDHAT EFENDİ
ordularının dağıtılması te’hīr olunacağına dâir zeyl-i beyânnâmede görülen fıkralar, Rusya devletinin maksadına tamâmiyle mutābık ve saltanat-ı seniyyenin hukūk ve şânına külliyyen muhālif olduğu ve ale’l-husūs Rusya orduları hudûd-ı Memâlik-i Osmâniyye’de hâzır ve âmâde iken Devlet-i Aliyye ordularını hazarî hâline koymak, Rusya’nın şübhesiz çıkarmaya sa‘y edeceği hâdisât-ı dâhiliyye sebebiyle, Rusya ordularının harekât-ı melhûzasına karşı her türlü sa‘y [178] u amelden sâkıt bir hâlde kalmayı bilerek kabûl ve ihtiyâr etmek olacağı ve bu da ma‘âzallâh-ı te‘âlâ devlet ve hükûmeti muhātarât-ı azīme içinde bırakacağı cihetle, tekâlîf-i meşrûhanın istimâ‘ı bile câiz olamayacağı gibi protokolün mündericâtına gelince, sefîr ve konsolosların ıslâhât-ı dâhiliyyeye hakk-ı nezāretleri olması ve ıslâhât-ı mev‘ûdenin Bosna ve Hersek kıt‘alarıyla Bulgar sâkin olan vilâyetlerde Hıristiyânlara münhasıran icrâ olunması maddeleri, bâlâda beyân olunan muhātarâtın esbâb-ı müşeddidesinden olduğuna ve şu maddeler bi’lfarzı’l-muhâl kabûl olunduktan sonra, mevâ‘îdin fi‘iliyyâtına devâm olunmaz ise beyne’d-düvel muhâfaza olunmak istenilen diğer bir hakk-ı müdâhalenin mazarrât ve mehâliği dahi şimdiden tahmîn ve kıyâs kabûl edemeyeceğine binâen, protokolün ve Rusya sefîri tarafından verilmiş olan beyânnâme-i medlûlenin sūret-i kat‘iyyede reddi ve ez-cümle asker dağıtmak mes’elesinin, geçende verilen karâra tevfīkan ve mütekābilen icrâ olunabileceğinin Rusya devletine ve gerek protokolü imzā eden sâir devletlere hemen tahrîrât-ı umûmiyye ile teblîğ ve iş‘âr olunması tezekkür ve tasvîb edilmiş ve ona göre kaleme aldırılan tahrîrât müsveddesinin tercümesi dahi işbu cumartesi günü fevka’l-âde olarak akd olunan encümen-i meşverette lede’l-mütāla‘a ekseriyyet-i ârâ ile tasdīk olunmakla berâber, çünkü düvel-i müşârun-ileyhim taraflarından bu bâbda verilecek cevâba intizār [179] edilmekte ve ba‘zı karâ’in-i hâliyyeden ve Petersburg’daki İngiliz elçisinin Devlet-i Aliyye maslahat-güzârına olan ifâdât-ı ahīrasından, protokolün reddi üzerine harb zuhûru ihtimâli istidlâl olunmakta olup, tekâlîf-i ma‘rûzanın saltanat-ı seniyyece kabûlünde mehâzîr ve mehâlik ise redd-i kat‘î netâyicini göze aldıracak derecede azīm ve vahīm olduğundan, müsvedde-i mezkûrenin zeyli ekseriyyet tarafından imzā edilerek manzūr-ı dekāyık-nüşûr-ı hilâfet-penâhî buyurulmak üzere leffen arz u takdîm kılınmış olmakla, ahkâm ve ibâresi muvâfık-ı emr u irâde-i hikmet-ifâde-i cenâb-ı pâdişâhî olduğu hâlde, serî‘an nesh-i mukteziyyesinin mahallerine îsāl edileceği beyânıyla, tezkire...” Fi 22 Rebîülevvel sene 1294
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
117
Harita 1: Harpten önce Osmanlı toprakları. (The Ottoman-Russian War of 1877-78, ed. Ömer Turan, Middle East University, Ankara 2007, s. 75.)
[Hâriciye Nezâreti Tarafından Elçiliklere Gönderilen Reddiyye] Sūret-i Reddiyye Nezāret-i Celîle-i Hāriciye’den fi 9 Nisan sene 1877 târîhiyle süferâ-yı saltanat-ı seniyyeye gönderilen telgrafnâme-i umûmînin tercümesidir. “Londra’da Mart’ın 31’inci günü İngiltere hāriciye nâzırı ve Almanya ve Avusturya ve Fransa ve İtalya ve Rusya sefîrleri tarafından imzā olunan protokol ile nâzır-ı müşârun-ileyhin ve İtalya ve Rusya sefîrlerinin ona melfûf beyânnâmeleri Bâb-ı Âlî’ye teblîğ olunmuştur.” “Bâb-ı Âlî evrâk-ı mezkûreyi lede’l-mütāla‘a, düvel-i mütehâbbe-i [180] mufahhame tarafından Devlet-i Aliyye’nin menâfi‘-i azīmesine müte‘allık mesâil hakkında cereyân eden müzâkerâta kendisinin hissedâr edilmemiş olmasına pek ziyâde teessüf etmiştir. Hâlbuki düvel-i mufahhamenin nesāyıh ve âmâline her hâl ü kârda gösterdiği kemâl-i ri‘âyete ve Memâlik-i Şâhâne’nin menâfi‘iyle Avrupa ülkesinin menâfi‘i beyninde teyemmünen mevcûd olan râbıta-yı kaviyye-i mütekābileye ve hakkāniyyetin en bedîhî kavâ‘idine ve ta‘ahhüdât-ı resmiyyeye nazaran, Bâb-ı Âlî kendisinin dahi öyle Memâlik-i Şarkiyye’nin âsâyişini i‘âdeye ve bu bâbda düvel-i mufahhame beyninde bir esâs-ı muhakkak ve meşrû‘ üzerine
118
AHMED MİDHAT EFENDİ
akd-ı ittifâka mahsūs bir işte mu‘âvenet etmeye da‘vet olunacağı ümîdinde bulunur idi. Mâdem ki öyle olmadı, kendisi dahi böyle bir emsâlin vukū‘undan şikâyet etmeye ve bunun ileride münâsebât-ı düveliyyenin emniyyetini zāmin olan kavâ‘idce dahi muzır olacak birtakım netâyici intâc edebileceğini beyân eylemeye mecbûruz.” “Evrâk-ı mezkûrenin tedkīkıne gelince, bâlâda beyân olunan mes’ele-i hukūkiyyeden sarf-ı nazar, eğer düvel-i müşârun-ileyhimin Devlet-i Aliyye elçisine Londra Konferansı’nda söz söylemeye müsâ‘ade etmiş ola idiler, Dersa‘âdet Konferansı’nda te‘âtī olunan efkârın semeresini kâmilen kayb etmemek ve ol vakitten beri istihsāl olunmuş netâyice ve sulh u âsâyişi tehdîd eden muhātarât-ı cedîdenin mâhiyyetine lâyıkıyla kesb-i vukūf etmek ve câ-yı müzâkere olan menâfi‘-i [181] azīmeyi muhıkkāne vezin ile ihlâl-i hakka ve mümteni‘ü’l-icrâ şerâite ta‘līk olunmaya hâcet kalmayacak bir ittifâk-ı kat‘iyyenin husūlüne dest-res olmak kolay olur idi.” “Bâb-ı Âlî, Dersa‘âdet Konferansı vaktinde ve Devlet-i Aliyye’nin zuhûrundan beri görülmemiş derecede vâsi‘ ıslâhâtı Kānûn-ı Esâsî sūretinde i‘lân ederek, ıslâhât sūret-i zāhiresiyle eyâlât ve mezâhib ve sunûf-ı teba‘ayı yek-diğerinden müstesnâ tutacak her gûne tedbîrin rehîn-i hakk u savâb olmadığını ve kendisinin tamâmiyyet-i mülkiyye ve istiklâliyyetine mugāyir hiçbir şeyi kabûl etmesi ihtimâli olmadığını göstermiştir, ki bu iki sūret, devletlerin dahi kabûl etmiş oldukları İngiliz programı şerâitine kâmilen muvâfıktır. Bu programda Devlet-i Aliyye’nin tamâmiyyet-i mülkiyye ve istiklâliyyeti husūsu kā‘ide olarak vaz‘ olunmuş ve ba‘zı eyâletler için sû-i idâre ve harekât-ı hod-serâne aleyhinde te’mînâtı mûcib bir usūl ittihāzı taleb edilmiştir. İşte bu taleb olunan usūl, tabî‘î lisân ve mezheb ve eyâletler yek-diğerinden tefrīk edilmeksizin vaz‘ olunan usūl-i cedîde-i idâre ile hukūken ve fi‘ilen husūle gelmiştir. Ol vakitten beri Osmanlı parlementosu teşkîl edildi. Karîben hiçbir haklı i‘tirâz vukū‘una meydân vermeyecek sūrette karârlaştırılacak olan usūlde intihāb olunmuş a‘zādan mürekkeb bir meclis, hâlâ [182] Dersa‘âdet’te ictimâ‘ ile memleketin en mühim işlerini kemâl-i hürriyyetle müzâkere ediyor.” “Eğer usūl-i cedîde-i idâre daha pek yeni olduğundan hemen semeresi görülemez diye i‘tirâz olunacak olur ise, cevâb olarak denilir ki, bu i‘tirâz gerek düvel-i ecnebiyye murahhasları tarafından tavsiye olunmuş ıslâhât ve gerek her yeni bir şeyin te’sîri vakit ile hâsıl olacağına nazaran, hemen ibtidâsında te’sîri görülememesi tabî‘î olan her türlü teşebbüsât hakkında dahi tamâmiyle vâki‘dir.” “Diğer taraftan memleketin emniyyet-i dâhiliyyesi kâmilen i‘âde olunmuş ve Sırbistan ile muhârebeye hitâm verilip, Karadağ ile dahi Bâb-ı Âlî cânibinden izhâr-ı kemâl-i i‘tidâl olmak üzere akd-ı mükâlemât edilmiş iken, hayfâ ki birkaç aydan beri Rusya memâliğinin her tarafında icrâ olunan tedârikât-ı harbiyye-i fevka’l-âde Bâb-ı Âlî’yi vesâit-i tedâfü‘iyyeyi istihsāle mecbûr ederek, ezhân-ı umûmiyyenin kâmilen teskînine dest-res olmaya mâni‘ olduktan başka, gāyet muhātaralı bir hâl u mevki‘in zuhûrunu dahi intâc etmiştir.”
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
119
“Hak budur ki, Devlet-i Aliyye şübheyi izâle ve halecân ve ıztırâbı teskîn etmekte ve kimsenin cüz’î şeylerden bile muğber olmamasına dikkat eylemekte hiç kusūr etmedi. Ashâb-ı fesâdın bi’l-cümle eyâlât-ı şâhânede îkā‘ına çalıştıkları ihtilâlât-ı medîde ve azīmeden [183] kurtulduğu sırada, huzūr u râhattan ve vaktini terakkîyyât-ı dâhiliyyesine hasr u tahsīsden başka bir şey arzu etmemesi tabî‘îdir. Ne fâide ki tedârikât-ı harbiyyede bulunmak için kendisince îkā‘ olunan mecbûriyyet, ahâlîsine gāyet ağır fedâkârlıkları tahmîlden ve vâridâtını masārif-i gayr-ı müsmire uğurunda izā‘a ve teleften ve âlemin âsâyişini külliyyen ihlâl edecek bir karşılık vukū‘undan nasıl mücânebet edilebileceğini tefekkürden başka bir şeye bakmaya meydân vermediği cihetle, ânifü’l-beyân ehass-ı âmâline vusūlden külle yevm mahrûm olmaktadır.” “Mes’elenin kesb ettiği şu yeni renk, cümlesinden ağır olduğu hâlde, yine Bâbı Âlî şimdiye kadar devletlerin resmen nazar-ı dikkatlerini celb etmekten ictinâb etmişti. Fakat Lord Derby ile Kont Şuvalov’un protokolün imzāsından evvel verdikleri beyânnâmeleri fırsat ittihāz eylemekle, bu derece muhātaralı ve zuhûruna sebeb olacağı hâlin bir müddet daha men‘-i zuhûru elimizde olmayan şu karışıklığa bir nihâyet verilmesi, ehemm ü elzem olduğunu düvel-i mütehâbbeye ihtār eder ve Rusya elçisinin beyânnâmesine cevâben, protokolü imzā eden devletlere teblîgāt-ı âtiyyeyi icrâ eyler. Şöyle ki, Devlet-i Aliyye Sırbistan’da husūl-i âsâyişe medâr olan hatt-ı hareketi Karadağ hakkında dahi ittihāz ederek, bundan iki ay evvel Karadağ prensine ba‘zı fedâkârlıklar mukābilinde [184] kendisiyle akd-i ittifâka çalışmaktan geri durmayacağını ihtiyârıyla iş‘âr etmiş ve Karadağ’ı Memâlik-i Şâhâne’nin eczâ-yı mütemmimesinden add ettiği cihetle, hatt-ı imtiyâzın Karadağ’ca muhassenât-ı adîde ve külliyyeyi mûcib olmak üzere tashîhini teklîf eylemiş olduğundan, artık bundan sonra işin tesviye olunup bitmesi Çetine’ce ri‘âyet olunacağı me’mûl olan i‘tidâle menûttur.” “Devlet-i Aliyye, va‘ad olunan ıslâhâtın cümlesini mevki‘-i icrâya vaz‘a hâzırdır. Fakat bu ıslâhât Kānûn-ı Esâsî’nin ahkâm-ı asliyyesi iktizāsınca Memâlik-i Şâhâne’nin yalnız bir kısmına münhasır ve mahsūs olmayacağından, onları kemâl-i hāhiş ile mevki‘-i icrâya ancak bir kā‘ideye ri‘âyeten vaz‘ edecektir.” “Rusya devletinin askerini dağıtmak için lâzım gelen tedâbîre teşebbüs ettiğini gördüğü gibi kendisi dahi kuvve-i askeriyyesini hazarî hâline ircâ‘a hâzırdır. Zâten biz bu tedârikât-ı harbiyyeyi tedâfü‘î sūretinde icrâ ediyoruz. Memâlik-i Şâhâne’de mukīm ahâlî-i Hıristiyâniyye kendi hükûmetleri tarafından dost ve hem-civâr bir devlet aleyhinde bi’l-cümle vesâit-i istîlâiyye ve tahrîbiyyenin cem‘i lâzım olacak mertebede muhātarâta hedef edilmişler gibi bir i‘tikādda bulunan devlet, Avrupa içinde yalnız Rusya devleti olduğundan, kendisinin bu i‘tikādda ısrâr etmeyeceği, beyne’d-devleteyn mevcûd olan münâsebât-ı dostî ve mürâ‘âne nazaran me’mûldür.” “Memâlik-i Şâhâne’de zuhûr ile Rusya asker dağıtmasını te’hīr edebilecek olan karışıklıklara gelince; Bâb-ı Âlî bu fikr ü tasavvurun haysiyyet ve i‘tibâra
120
AHMED MİDHAT EFENDİ
dokunur sūrette ifâde olunuşunu redd ile berâber, şu zann u i‘tikāddadır ki, eyâlât-ı şâhânenin [185] âsâyişini ihlâl eden karışıklıklar, hāricin tahrîkâtıyla hâsıl olmuş şeyler idüğü bütün Avrupa nezdinde meczûm idüğünden ve bunlardan asla hükûmet-i seniyye mes’ûl tutulamayacağından, Rusya devletinin askerini dağıtmasını, o misillü vukū‘ât-ı melhûzaya ta‘līk eylemesi rehîn-i hakk u savâb olamaz.” “Asker dağıtmak mes’elesini müzâkereye me’mûren Petersburg’a mahsūs bir elçi gönderilmesi bahsine gelince, Bâb-ı Âlî diplomasiyyede karşılıklı olmak şartıyla izhârı lâzım olan böyle bir eser-i nezâketten ictinâb eylemeye sebeb göremediği gibi, çünkü askerin dağıtılması hiçbir sebeb-i zāhirî ile te’hīr kabûl etmeyeceğine ve yalnız bir telgrafla verilecek emir üzerine icrâ olunup biteceğine nazaran bununla elçi göndermek gibi nezâket eseri olan bir hareket beyninde hiç münâsebet göremez.” “Protokolü imzā eden devletler ifâdât-ı meşrûhayı sened ittihāz ve bunu îcâb eden fikir ve mütāla‘ayı takdîr etmeleri ve Bâb-ı Âlî’nin vehāmetini ne kadar ta‘rîf etse yine az göreceği ve mes’ûliyyeti külliyyen üzerinden attığı hâl-i hâzır iktizāsınca, bu ifâdâta ne derece ehemmiyyet verilmek lâzım gelir ise vermeleri mütemennâdır.” “Devlet-i Aliyye’nin i‘âde-i huzūr u âsâyiş için sarf eylediği mesâ‘î ve husūl-i semerâtını hakīkaten te’hīr eden esbâb bâlâda beyân olunmuş olduğundan, bunun üzerine protokolün Devlet-i Aliyye’ce ne mertebe te’sîr-i elîmi mûcib olacağını, imzā eden devletler dahi kolaylıkla anlarlar. Protokolün Sırp [186] ve Karadağ emâretlerine ve asker dağıtmak mes’elesine müte‘allık fıkralarını bu mahalde tekrâr etmeye hâcet yoktur. Fakat en ziyâde teessüfü mûcib olan şey, devletlerin gerek Bâb-ı Âlî tarafından idâre-i dâhiliyyesinde tervîcine çalıştığı kavâ‘id-i müsâvât ve adâlete ve hukūk-ı hükümdârî ve istiklâliyyetine ehemmiyyet vermiyor gibi görünmeleridir. Vâkı‘â devletler tarafından mezkûr protokol “Bosna ve Hersek ve Bulgaristan’da Bâb-ı Âlî’nin kendisi icrâ etmek üzere kabûl eylediği ıslâhâtın icrâsı, umûmen matlûb ve mültezemleri olduğunu ez-ser-i nev beyân eylemeye karâr vermişlerdir. Konferansın meşgûl olduğu eyâletlerde husūl-i huzūr u sa‘âdet için lâzım olan ıslâhâtı mümkün mertebe az bir müddet zarfında mevki‘-i icrâya vaz‘ eylemesini tavsiye ederler. Hıristiyânların hâlince herkesin arzu ettiği ıslâhât-ı müessireyi icrâya mahsūs tedâbîri, metânet ve gayretle ittihāz eyleyeceğini ve bir kere bu yola girdikten sonra, bu yolda hālisāne ve müessirâne devâm etmek, hem menfa‘ati ve hem de şân ve i‘tibârı iktizāsından olduğunu anlayacağını ümîd ederler.” gibi fıkralar derc olunmasına ta‘accüb olunur. Evvelâ; Bâb-ı Âlî, Bosna ve Hersek’e ve Bulgarların ikāmet ettikleri mahallere mahsūs olacak ıslâhâtı kabûl etmemiştir. Sâniyen; teba‘a-i Hıristiyâniyyesinin hukūk-ı meşrû‘asını tervîc eylemek, menfa‘at ve vazīfesi iktizāsından [187] olduğundan kendisinin dahi şübhesi yoktur.”
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
121
“Kendisine tavsiye olunmuş ıslâhâtın, yalnız Hıristiyânlara münhasır tutulmasını dahi kabûl edemez. Sunûf-ı teba‘a-i şâhâne tarafından, bunca âsâr-ı sıdk u hulûs gösterilmiş ve Memâlik-i Şâhâne’nin bi’l-cümle akvâmını politikaca bir cism-i vâhid hey’etine koymaya mahsūs ıslâhât yapılmış iken, bunun üzerine protokolün teba‘a-i Hıristiyâniyye hakkında olan niyyât-ı âlînin samîmî olmasına emniyyetsizlik gösterildiğini îmâ eder ifâdâtı nasıl redd olunur ise, teba‘a-i İslâmiyye ve sâire hakkında gösterilen kayıdsızlıktan dahi öylece şikâyet edilir. İslâmların te’mîn-i huzūr ve sa‘âdet-i hâline mahsūs ıslâhât, Avrupa gibi mütemeddin ve âdil ve din bahsinde musâmahayı iltizâm eder bir hey’et nazarında, her gûne ehemmiyyetten berî tutulacağını kabûl etmek kābil değildir. Devlet-i Aliyye’nin bugünkü günde maksadı, herkesin her yerde hukūkunu ve kuvâ-yı maddiyye ve ma‘neviyyesini serbestçe kemâle erdirmesini te’mîne sālih tedâbîr ve daha doğrusu nizāmât vaz‘ etmektir. Bu yolda devâm etmekle iftihār eder, ki Kānûn-ı Esâsî onun için medâr-ı emniyyet ve i‘timâddır.” “Bâb-ı Âlî, teba‘a-i muhtelifesi beyninde tohum-ı ihtilâf ve şikākı ekmeye ve içlerinden ba‘zılarının hükûmet-i meşrû‘alarından emniyyetini selb etmeye mahsūs her gûne tasavvuru bir kere redd ettikten [188] sonra, artık bâlâda muharrer ıslâhâtın icrâsını te’mîn için protokolde beyân olunan nezāret keyfiyyetini asla kabûl edemez. Protokolün bir fıkrasında “Devlet-i Aliyye’nin mevâ‘îdi ne sūretle icrâ olunduğuna, gerek Dersa‘âdet’teki sefîrleri ve gerek mahallerindeki me’mûrları vâsıtasıyla ve dikkatle nezāret etmekliği niyet ederler. Şâyed, ümîdleri bu def‘a dahi munkatı‘ olur ise ahâlî-i Hıristiyâniyyenin sa‘âdet-i hâlini ve sulh u âsâyiş-i umûmîyi te’mîne en sālih add eyleyecekleri vesâiti müctemi‘an müzâkere hakkını muhâfaza ederler.” diye muharrerdir ki bu makālâtın Devlet-i Aliyye tarafından bi-hakkın protestoyu ve muhālefet-i şedîdeyi mûcib olacağı der-kârdır. Müstakil bir devlet sıfatıyla, kendisini gerek münferiden ve gerek müctemi‘an vukū‘ bulacak bir nezāret altında bulunduramaz ve düvel-i sâire ile hukūk-ı milel mûcibince icrâ-yı münâsebât edip durur iken, devlet-i metbû‘aları teba‘asının menâfi‘ini muhâfazaya me’mûr olan ecnebî elçi ve konsoloslarının nezāret-i resmiyye gibi bir me’mûriyyeti hâiz olmalarını tasdīk edemez. Böyle dünyâda emsâli görülmedik derecede muhakkar olmak için adâlet ve medeniyyetçe ne kusūr ettiğini bilmiyor. Paris Mu‘âhedesi’nde adem-i müdâhale kā‘idesi sarâhaten musaddaktır. Gerek düvel-i mu‘azzama ve gerek Devlet-i Aliyye’ce mecbûri’l-icrâ olan işbu mu‘âhede, Bâb-ı Âlî’nin iştirâk eylemediği protokol ile fesh u ilgā olunamaz. Mu‘âhede-i mezkûre [189] ahkâmını der-pîş etmesi, bunun kendisince yeni bir hak ve salâhiyyeti mûcib olduğu için değildir. Ancak bundan yirmi sene evvel düvel-i mu‘azzamayı sulh u âsâyiş-i umûmîyi vikāyete tamâmiyyet ve istiklâliyyet-i saltanat-ı seniyyeyi tasdīk-ı müşterekleri altına almaya mecbûr eden esbâb-ı mühimmeyi ihtār maksadıyladır.” “Islâhât-ı mev‘ûdenin adem-i icrâsı takdîrinde lâzım gelecek tedâbîrin ittihāzı salâhiyyetini devletlere i‘tā eyleyen şarta gelince; hükûmet-i seniyye bu şarta kendi hukūk ve haysiyyetini ihlâl ve ef‘âl ü harekâtını dahi ihtiyârî olduğu zamân kazanacağı kıymet ve şereften mahrûm edecek ve hâlen ve istikbâlen müşkilât-ı azīmeyi mûcib olacak bir tedbîr nazarıyla bakmaktadır.”
122
AHMED MİDHAT EFENDİ
“İmdi hiçbir mülâhaza yoktur ki, Devlet-i Aliyye’yi protokolün mündericâtı aleyhine protesto etmekten ve bunu Memâlik-i Şâhâne için her gûne hakkāniyyet ve meşrû‘iyyet ve binâen-aleyh te’sîr-i ma‘nevîden ârî add ve i‘tibâr eylemekten alıkoysun.” “Devlet-i Aliyye her gûne desâyis-i mahremâne ve zanniyyât-ı gayr-ı muhikkaya ve tehdîdâta ve kendi hukūkunu ihlâl etmek, hukūk-ı mileli ihlâl etmekle berâber olduğu hâlde, yine bu bâbda açıktan açığa vukū‘ bulan ta‘arruzâta hedef olduğu cihetle, bugünkü günde kendi bekāsı için çabalandığını hissediyor, da‘vâsında haklı olduğuna i‘timâden ve avn-ı ilâhîye istinâden [190] gıyâbında ve aleyhinde yapılan ve karârlaştırılan şeyi hiç olmamış add eder ve yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın ihsân eylediği mevki‘i muhâfazaya karâr vermiş olduğundan, aleyhinde vukū‘ bulacak her gûne ta‘arruzâta mukābil, hukūk-ı milel kavâ‘id-i umûmiyyesini ve muhâfazası düvel-i mumzī şân ve nâmûsu îcâbından olan bir büyük mu‘âhede-i resmiyyeyi der-pîş eder. Avrupa kabinetolarının kendi hakkında yine evvelki gibi adâlet-i efkâr ve hakkāniyyeti iltizâm eylediği ümîdinde bulunduğundan, vücûdunu tasdīk etmediği şu protokol hakkında muhâkeme-i vicdâniyyelerine mürâca‘at eyler.” “Âsâyiş-i umûmîyi tehdîd eden muhātarâtı def‘ etmek, çâre-i müstakil ve müessiri devleteyn askerinin bir anda ve derhâl dağıtılmasıdır. Bâb-ı Âlî’nin Rusya elçisinin beyânnâmesine verdiği cevâbın istihzār eylediği vesâit ise asker dağıtmak maksadını kendisinin kabûl edemeyeceği fedâkârlıkları tahmîle hâcet kalmaksızın istihsāle sālihtir.” Safvet, Mahmûd, Abdi, Redîf, Hayrullâh, Edhem, Kâni, Hamdi, Yûsuf, Kadri, Raûf, Cevdet, Ahmed Hamdi, Kemâl, Mustafa, Gālib, Hurşid, Mahmûd, Ohannes Hey’et-i A‘yân’ın [Red Hususundaki] Tasvîbnâmesi
[191]
“Londra’da imzā kılındığı istimâ‘ olunan protokol ile onun imzāsından evvel Lord Derby tarafından ve Rusya ve İtalya sefîrleri cânibinden i‘tā olunan beyânnâmelerin ve cânib-i Bâb-ı Âlî’den terkīm buyurulan reddiyyenin, Hey’et-i A‘yân’ca ma‘lûmât olmak için sūretleri bir kıt‘a tezkire-i sâmiye ile irsâl buyurulmuş ve evvel-be-evvel bunların kırâat olunması, taraf-ı riyâsetten hey’ete ifâde olunmuş olduğundan, sırasıyla kırâat ve işbu karâr-ı âlînin ibârât-ı hikmetâyânıyla teşnîf-i âzân-ı ubûdiyyet edilerek, reddiyye-i mezkûrenin her cümle-i cemîlesi ayn-ı hikmet ve mahz-ı isābet olduğu ve umûm-ı bendegân ve dâ‘iyyân ve teba‘a-i sıdk-nişân indinde pek ziyâde muhterem ve mültezem olan muhâfazai hukūk ve istiklâl-i saltanat-ı seniyyenin te’yîdine kâfil-i ârâ-yı isābet-edâdan ibâret olarak tamâmiyle muvâfık-ı maslahat bulunduğu harf-be-harf ma‘lûm oldukta, şu karâr-ı hakīkat-âsâr-ı zât-ı hilâfet-simât-ı hazret-i hüdâvendigârînin yevm-i mes‘ûd-ı cülûs-ı hümâyûnlarından beri an-be-an nümûdâr
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
123
olmakta olan mukaddemât, muvaffakiyyet-i celîle-i âlem-pesend-i mülûkâneleri tetimmât-ı âliyyesinden ve inşâllahu’l-kerîm şu mukaddemât-ı sāibenin vakt-i yesîrde nice netâyic-i hayriyyeyi intâc edeceği temenniyât-ı hālisa-i umûmiyyeden olduğu müttehiden beyân ve du‘â-yı temâdî-i şevket ve terakkî-i şân ve satvet-i hazret-i tâcdârî lisân-ı şâdî ve şükrâniyyet ile îsāl-ı kabûlgâh-ı cenâb-ı müste‘ân kılındı. Ve işbu takdîr ve şükrâniyyet-i [192] kâmileye dâir zabıtnâmede muharrer fıkranın sūreti ihrâcıyla Bâb-ı Âlî’ye takdîmine karâr verildi.” Meclis-i Meb‘ûsân’ın [Red Hususundaki] Tasvîbnâmesi “Mes’ele-i hâzıraya dâir Bâb-ı Âlî’ye teblîğ olunan mükâleme mazbatasıyla İngiltere hāriciye nâzırı tarafından ve Londra’da mukīm Rusya ve İtalya sefîrleri taraflarından tanzīm edilen beyânnâmelerin ve onun üzerine Bâb-ı Âlî cânib-i sâmîsinden kaleme alınan reddiyyenin birer sūretleri Hey’et-i Meb‘ûsân’a irsâl buyurulduğunu hâvî, vürûd ederek hey’et-i umûmiyyenin ictimâ‘-ı hafîsinde kırâat olunan fi 26 Rebîülevvel sene 1294 ve fi 30 Mart sene 1293 târîhli tezkire-i sâmiye ile zikr olunan evrâk-ı melfûfe, kemâl-i dikkatle mütāla‘a olundu. Sâlifü’l-beyân mükâleme mazbatasıyla evrâk-ı müteferri‘ası üzerine Bâb-ı Âlî’den kaleme alınan mezkûr reddiyyede münderic ifâdât ve mülâhazāt, doğrusu saltanat-ı seniyye ve umûm-ı millet-i Osmâniyye’nin her an ve zamân ezher-i cihet-i muhâfaza ve vikāyesi matlûb ve mültezem olan hukūk-ı mukaddesesiyle istiklâl ve tamâmiyyet-i mülkiyyesine şâyân olan bir sūrette idüğü anlaşıldı. Binâen-aleyh, Bâb-ı Âlî’ce mezkûr mazbatanın reddi hakkında müttehaz olan meslek-i muhikk ile azm-i kavî, Hey’et-i Meb‘ûsân’ın pek aşırı takdîr ve memnûniyyeti mûcib ve fevka’l-gāye şükrâniyyet-i azīmesini müstevcib olduğunun ve Karadağ mes’elesine dâir olan fıkraya [193] taraflarımızdan verilen karâr-ı mukaddem arz olunmuş olduğundan tekrâra hâcet olmayıp hemen pâdişâh-ı hürriyyet-perver ve şehriyâr-i ma‘delet-küster efendimiz hazretlerinin muvâzabetini farîza-i zimmet-i ubûdiyyet bildiğimiz da‘avât-ı füzûnî-yi eyyâm-ı ömr ü şevket ve ed‘iye-i hüsn-i muvaffakiyyet-i cenâb-ı mülûkânelerinin ez-ser-i nev tilâvetine müsâra‘at kılınmıştır.” Fi 31 Mart sene 1293 Protokolün dahi bu sūretle redd olunuşu, artık saltanat-ı seniyyeyi Avrupa diplomasisinin müdâhalesinden ayırıp mesâilin ba‘demâ kalem ile değil kılınç ile hall olunmasına kadar meydân açmış ve Bâb-ı Âlî dahi ettiği redd ile işin bu derecesine kadar mukāvemeti göze aldırdığını i‘lân eylemiş olduğundan, bu hâl Rusya’yı i‘lân-ı harbe kadar sevk eylemiştir ki, devlet ve millet erkânının umûmu nezdinde böyle ittihâd ve ittifâk-ı ârâ ile verilen karâra hiç kimsenin tenkîd ve muâheze tarīkıyle söyleyeceği bir söz olamayacağından, bizim gibi bir muharrir-i âcizin dahi böyle bir mes’ele-i müttefiku’n-fîhâ üzerine bir nokta koyması büsbütün haddinin hāricindedir. Bâb-ı Âlî’nin verdiği işbu cevâb-ı redd içinde o zamânın ahvâl-i siyâsiyyesine muvâfık ol-
124
AHMED MİDHAT EFENDİ
mak üzere Londra sefîri Musurus Paşa’nın dahi ba‘zı efkârı olup sefîr-i müşârun-ileyhin protokole verilecek cevâb nasıl olmak lâzım geleceğini ve buna Bâb-ı Âlî’nin ne dereceye kadar tevfīk-ı efkâr [194] eylemiş bulunduğunu görmek için sefîr-i müşârun-ileyh tarafından fi 5 Nisan sene 1877 târîhiyle gelen telgrafnâmenin dahi buraya aynen derci lâzım gelmiştir. [Londra Sefîri Musurus Paşa’nın Gönderdiği Telgrafnâme] Sūret-i Telgrafnâme “Lord Derby daha sayfiyyeden avdet etmeyip orada gelecek pazar gününe kadar kalacağından, ta‘lîmât-ı aliyye-i nezāret-penâhîleri mûcibince hareketi bir müddet daha te’hīr etmemek için protokol hakkındaki mütāla‘amı ber-vech-i âtî arz u iş‘âra müsâra‘at ederim.” “Muhârebenin zuhûru hâlinde her gûne mes’ûliyyetten mümkün mertebe ictinâb eylemek muvâfık-ı akl u hikmet olduğundan, Bâb-ı Âlî’nin devletlere vereceği cevâbda, Rusya askerini dağıtmak için Kont Şuvalov beyânnâmesiyle şart makāmında der-meyân eylediği mutālebâtı hemen kat‘iyyen redd etmeyip, muhârebenin mes’ûliyyetini onun üzerine bırakması münâsib olur. Diğer taraftan dahi Avrupa devletlerinin umûr-ı dâhiliyye-i Devlet-i Aliyye’ye her gûne vukū‘ bulacak müdâhelâtını ve istiklâliyyetini ve Paris Mu‘âhedesi’ni ihlâle sebeb olacak şeylerin cümlesini kat‘iyyen redd eylemesi ehemm ü elzemdir. Binâen-aleyh, düveli müşârun-ileyhime şu vechile ifâde-i merâm edebilir ki, Sırbistan ile statüko esâsı üzerine ve bunca kan pahasına feth olunmuş olan kılâ‘-ı cesîme tahliyesiyle [195] akd-i musālaha ederek, temâyülât-ı âsâyiş-perverânesini izhâr ettiği gibi Karadağ ile dahi hatt-ı imtiyâzın tashîhi sūretiyle musālaha etmeyi arzu edip, fakat emâretin mutālebât mazbatası şimdiye kadar mükâlemâtın netîcesiz kalmasına sebeb olduğundan, bugünkü günde emr-i husūl-i âsâyiş Karadağ’ın elindedir. Asker dağıtmak mes’elesine gelince; Bâb-ı Âlî’nin askerini ne sebebe mebnî topladığını ve tedârikât-ı harbiyyesi bir tehdîd ve tecâvüzî harekete alâmet olmayıp, mücerred tedâfü‘î maksadına mebnî olduğunu herkes bilir ve vâridâtını ifnâ ve Memâlik-i Şâhâne’nin her tarafında halkı halecân ve ıztırâba dûçâr eden ve umûr-ı idârenin râhatça ve yoluyla cereyânına hâil olan sû-i hâle bir an evvel nihâyet verildiğini görmek ister ise de bunu îcâb eden sebeb zâil olmadıkça saltanat-ı seniyye için askerini dağıtması mümkün olamayacağını devletler dahi bilir. Bâb-ı Âlî tarafından i‘lân ve husūsen konferansın Kânûnisânî’nin 20’nci günü meclisinin mazbatasında ta‘yîn olunan ıslâhât ise icrâ olunmak üzeredir ve devlet bunca müşkilât-ı azīme arasında yine onlarla cidden meşgûl olmaktadır. Bâb-ı Âlî’yi asker toplamaya icbâr eden sebeb zâil olarak, işler hâl-i tabî‘iyyesine ric‘at eylediği gibi ıslâhât-ı mezkûre çok geçmeyip bi’l-cümle eyâlât-ı şâhânede icrâ olunup bitecektir. Petersburg’a elçi [196] göndermek bahsine gelince; Bâb-ı Âlî Berlin ve Paris’te münhal olan sefâret me’mûriyyetlerine birer zât ta‘yîn eylediği gibi bu def‘a Petersburg’a dahi müteveffâ Kabûlî Paşa’nın yerine diğerini ta‘yîn eyledi-
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
125
ğinden sefîr-i cedîd Petersburg’a vâsıl olduğu gibi Rusya ile icrâsında saltanat-ı seniyyenin dâimâ i‘tinâ eylediği münâsebât-ı dostî ve hüsn-i hem-civârîyi muhâfazaya ve Devlet-i Aliyye’nin askerini bir anda ve derhâl dağıtması mes’elesini karârlaştırmaya sa‘y edecektir. Bu sırada Bâb-ı Âlî vazīfe-i mukaddese ve mübremesinde kusūr etmemek için resmen şunu beyân eder ki, Mart’ın 31’i târîhli protokol her ne kadar kendisine teblîğ olunmuş ise de bu protokolün gerek Paris’te 1856 senesi Mart’ının 30’uncu günü ve Londra’da 1871 senesi Mart’ının 13’üncü günü sâir devletler ile berâber imzā etmiş olduğu mu‘âhedeleri ve gerek Paris Mu‘âhedesi’nin dokuzuncu bendi ahkâmını zerrece ta‘dîl etmediği ve etmeyeceği efkârındadır ve bu efkârda dahi sebât eder. 1871 senesi Kânûnisânî’sinin 11’inci günü Londra’da imzā olunan protokolün vaz‘ eylediği kā‘ideyi istinâden, kendi rızāsı olmaksızın bâlâda muharrer mu‘âhedelerce icrâsına, onları imzā eden devletler beyninde karâr verilecek ta‘dîlâtı ke-en-lem-yekûn hükmünde tutar ve Devlet-i Aliyye kendi istiklâliyyetini, bekāsını bile [197] tehlikeye koyarak ve Cenâb-ı Hakk’ın kendisine ihsân ettiği bi’l-cümle vesâiti isti‘mâl eyleyerek muhâfaza etmekliği tasmîm etmiştir. Bâlâda muharrer ıslâhâtın bekā ve icrâsınca zamân-ı kavî ve müessir47 hükmünde olan Kānûn-ı Esâsî ahkâmına ri‘âyeten, düvel-i ecnebiyyenin kendi umûr-ı dâhiliyyesine müdâhele etmelerini asla kabûl etmeyeceği gibi Dersa‘âdet’te bulunan elçilerinin bir müstakil hükûmet nezdinde gönderilen o misillü me’mûrlara, hukūk-ı milelin ta‘yîn eylediği vezāifin gayrı vezāif ile mükellef olmasını ve ecnebî konsoloslarının berât-ı âlî mûcibince icrâsına me’zûn oldukları me’mûriyyetlerden başka bir me’mûriyyeti hâiz bulunmasını dahi tecvîz edemez. Kuvve-i teşrî‘iyyeye âid işlere ecnebînin müdâhalesini kabûl etmek zât-ı şevket-simât-ı hazret-i pâdişâhînin ihsân buyurduğu ve vatan-ı müşterekin terakkî ve hürriyyetini zāmin ve mütekeffil olmak üzere, muhâfazasına hükümdâr ve milletin mecbûr olduğu Kānûn-ı Esâsî’yi âdetâ fesh eylemek demektir. Zât-ı me‘âlî-simât-ı hazret-i pâdişâhî, Kānûn-ı Esâsî’yi ve ondan münba‘is ıslâhâtı, mücerred sunûf-ı teba‘a-i mülûkânelerini ve Memâlik-i Şâhâne’lerinin bi’l-cümle ahâlîsini mezheb ve milliyyete bakmayarak ale’t-tesâvî mütena‘‘im-i ni‘am-ı adâlet eylemek maksadıyla ihsân buyurmuşlar iken, mezkûr protokollerin yalnız Hıristiyânlardan bahs etmesinden nâşî, yaşadığımız asrın efkârına tevâfuk etmeyecek ve ta‘assubu [198] tahrîk ile müşkilâtı teskîne bedel bir kat daha tezyîd eyleyecek bir şekl-i dindârîde yazılmış gibi görünmesi mûcib-i teessüftür. Bâb-ı Âlî, şarkın âsâyişini vakit vakit ihlâl eden karışıklıkların esbâb-ı hakīkıyyesini tedkīk ve mu‘âyene etmeye ve nâire-i ihtilâl Slav kavmiyle meskûn memleketler üzerine vâki‘ hudûdunun bir köşesinde iş‘âl olunduğu zamândan beri uğradığı buhrân-ı azīmin ne renklere girmiş olduğunu gözden geçirmeye kıyâm etmez. İdâre-i Devlet-i Aliyye’nin mâzīdeki nekāyısı her ne olur ise olsun, Girid ihtilâlinin indifâ‘ından, Hersek isyânının zuhûruna değin geçen müddet zarfında, ya‘ni altı sene içinde Avrupa ve Asya ve Afrika’daki Memâlik-i Şâhâne’nin
47
Etkili ve kudretli bir kefâlet. (haz.)
AHMED MİDHAT EFENDİ
126
hiçbir tarafında huzūr u âsâyiş-i tâmma halel geldiği görülmemiş olduğunun beyânıyla iktifâ olunur.” “İhtilâl-i mevkūtenin esbâb-ı mûcibesini takdîr etmek husūsuna gelince, bu bâbda târîhin hükmüne mürâca‘at olunur ki târîhin bî-tarafâne vereceği hükm, âmâl-i politikiyye ve ağrâz-ı beşeriyye fevkindedir.” “Protokole Dersa‘âdet’te mukīm düvel-i ecnebiyye maslahat-güzârlarına birer nota gönderilmekle mi, yoksa süferâ-yı saltanat-ı seniyyeye tahrîrât-ı umûmiyye yazmakla mı cevâb verilmek lâzım gelir, burası rey-i âlîlerine menûttur. Cevâbnâme-i âlîlerinde münâsib [199] görüldüğü hâlde, bahs olunmak üzere Lord Derby’nin beyânnâmesi hakkında arz edecek birkaç ihtār kaldı ki; birincisi, protokolün Rusya gibi alâkadâr ve Devlet-i Aliyye’ye hasım bir devlet tarafından teklîf olunması; ikincisi, İngiltere’nin protokolü imzāya icrâ-yı adâlet için değil Avrupa âsâyişini muhâfaza için râzı olması; üçüncüsü, Rusya ile Devlet-i Aliyye askerlerini dağıtmadığı ve beynlerinde i‘âde-i sulh ü musāfât olunmadığı hâlde, protokolün hükümsüz kalacağını beyân eylemesi maddeleridir.” Sefîr-i müşârun-ileyhin bu sūretle idâre eylediği lisândan, kendisinin dahi tamâmiyle protokolü redd etmek tarafında olduğu anlaşılır. Şu kadar var ki, işbu protokol Bâb-ı Âlî tarafından redd olunduğu esnâda, Rusya devletinin siyâseten ne mevki‘de bulunduğunu ve şâyed o aralık tarafeyn askerinin dağıtılması teklîf olunur ise kabûle hâzır olduğunu mübeyyin, yine sefâret-i müşârun-ileyhâ tarafından vârid olan diğer bir telgraf, asker dağıtmak teklîfi mes’elesinin evvel ü âhir bütün bütün ehemmiyyetten hālî bir mes’ele olmadığını tekrâr ve daha yukarıda münderic lâyiha-i seniyye hükmünü takviye eylediğinden, onu da ber-vech-i âtî derc ederiz. Vâkı‘â Musurus Paşa hazretleri yine sefîr irsâli kaziyyesini tahsîn etmiyor ise de murâdımız [200] yalnız ortada böyle mühim bir mes’ele olduğunu göstermektir. [Londra Sefîri Musurus Paşa’nın Gönderdiği Diğer Telgrafnâme] Sūret-i Telgrafnâme “Şehr-i hâlin 15’inci târîhli telgrafnâme-i âlîlerini ahz eyledim. Mösyö Giez’in48 ifâdesinden anlaşıldığına göre Petersburg kabinesi bugünkü gün müşkil bir mevki‘de bulunuyor. Bizim mevki‘miz ise pek iyi ve ta‘arruzdan sâlimdir. Avrupa devletlerinin mülâhazasız hareket etmesi ve müstakil bir devletin hukūk-ı hükümrânîsini açıktan açığa ihlâl eder bir protokolün imzā edilmesi ve Şuvalov’un huşûnetli ve akıl ermez beyânnâmesinin bilâ-i‘tirâz kabûlüyle mükâleme mazbatasına derc olunması ve protokol ve melfûfâtının teblîğ edilmesi, Bâb-ı Âlî’yi istiklâliyyetine îrâs olunan öyle azīm bir nakīsayı zâten icrâ ettiği ve me’mûl ve muntazır olduğu vechile redd ederek, zât-ı şevket-simât-ı hazret-i 48
Yahut Jiyez. Metinde ژﻳﻪ ز. (haz.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
127
pâdişâhîyi millete karşı olan vazīfe-i mukaddesesini bu sūretle îfâ eylemek mecbûriyyet-i kaviyye ve mutlakasında bulundurmuştur. Eğer bunun üzerine Rusya i‘lân-ı harb edecek olur ise mes’ûliyyetini münhasıran kendisi der-uhde edeceği ve protokolün ke-en-lem-yekûn hükmüne girmesine sebebiyyet vereceği gibi Avrupa’da efkâr-ı umûmiyyenin nefretini dahi celb eyleyecektir. İmdi böyle bir mevki‘-i müşkilden çıkmak için Petersburg’a askeri dağıtmak mes’elesini [201] müzâkereye me’mûren bir elçi gönderilmesini arzu edeceği bedîhîdir. Eğer protokol ile Kont Şuvalov beyânnâmesinin vücûdu olmamış olsa idi, Petersburg’a öyle bir me’mûriyyetle elçi gönderilmesinde bir mahzûr görmez idim. Fakat protokol keen-lem-yekûn hükmüne girmedikçe veyâhud ke-en-lem-yekûn hükmünde kaldığı mumzīleri tarafından beyân edilmedikçe ve devletler onun hüküm ve âsârını her nasıl olur ise olsun tanzīm olunacak diğer bir varaka-i resmiyye ile izâle ve imhâ ve Bâb-ı Âlî’nin bi-hakkın ettiği protestoları tervîc eylemedikçe, saltanat-ı seniyye tarafından Rusya imparatoruna karşı o yolda vukū‘ bulacak bir teşebbüse, eser-i mutāva‘at ma‘nâsı verilerek, reddiyyemizin te’sîrine za‘af gelir ve zāhir hâlde protokol kabûl edilmiş çıkar ki, bunun ile istiklâliyyetimiz dahi pek rahnedâr olur. Binâen-aleyh, Devlet-i Aliyye’nin telgrafnâme-i âlîleriyle kesb ettiği mevki‘-i nefîste sâbit-kadem olması ehemm ü elzemdir.” Fi 16 Nisan sene 1877 Kezâlik protokollerin reddi üzerine Paris sefâret-i seniyyesinden gelen bir telgrafı dahi ber-vech-i âtî derc eyleriz ki telgrafnâme-i mezkûrda protokollerin reddi için verilen karârın hangi ciheti söz götürebileceği gösterilmiş ve hele protokolde Avrupa’nın beyânnâmesiyle Rusya’nın beyânnâmesi [202] tefrīk edilmemesi emrinde Paris’çe edilen tahtıe bizce şâyân-ı dikkat görünmüştür. [Paris Sefâretinin Gönderdiği Telgrafnâme] Sūret-i Telgrafnâme “Dük Dukaz, bendenize Bâb-ı Âlî’nin Rusya beyânnâmesini kabûl etmeksizin, yalnız devletler tarafından imzā olunan protokolü sarâhaten kabûl etmesi şartıyla, icrâ-yı tavassutta bi’l-cümle kabinetoların müttefik olduğunu ve ondan sonra biz dahi tarafeyn askerinin bir anda dağıtılması hakkında taleb-i vesâtat eyleyeceğimizi ifâde eyledi. Bu bâbda lâzım gelen ta‘lîmâtın bâ-telgraf taraf-ı âcizâneme i‘tā buyurulmasını ricâ eylerim.” “ ‘Konsolos ve elçilerin nezāreti’ kelimelerinin yerine başka kelimeler vaz‘ ettirmeye çalışmış isem de cümlesinin eskisi gibi kalacağına yakın hâsıl eylediğim cihetle sadedden çıkmamak için ısrâr etmedim. Protokole verdiğimiz cevâbda Avrupa’nın beyânnâmesiyle Rusya’nın beyânnâmesini yek-diğerinden tefrīk etmediğimiz için bizi bi-hakkın tahtıe ediyorlar.” Fi 26 Nisan sene 1877
128
AHMED MİDHAT EFENDİ
BEŞİNCİ HAKĪKAT Rusya ile Kat‘-ı Münâsebet ve İ‘lân-ı Harb ve Ba‘zı Tedârikât-ı Mukaddeme Protokolün reddi ve binâen-aleyh Rusya ile kat‘-ı münâsebât [203] kaziyyesi tahakkuk eylediği zamân, çünkü ahvâl-i câriyyenin her bir noktasını bir nazar-ı mahsūs-ı mû-şikâfâneden geçirmekte olan zât-ı hikmet-simât-ı hazret-i pâdişâhî, Rusya kabinetosunun kâffe-i teşebbüsât-ı mudakkikānesinden dahi haberdâr bulunduklarına mebnî, Mâbeyn-i Hümâyûn Başkitâbeti’nden Bâb-ı Âlî’ye irsâl olunan tezkire-i mahsūsanın 9’uncu maddesinde, “Rusya devleti muhtemel olan kat‘-ı münâsebetten mes’ûl olmamak için devletler ile kemâl-i keremi ile muhābere etmekte olduğundan ve bu rivâyeti Rusya’nın Paris sefîri Orlov’un arz olunan ifâdâtı dahi bir dereceye kadar te’yîd eylediğinden, Rusya nezdinde sefîr irsâlinin i‘lânı hâlinde mesâil ve şerâit-i cedîde ihdâs edilmeyeceği te’mîn olunur ise Devlet-i Aliyye’nin âsâyişi iltizâm etmemesine sebeb kalmayacağı bedîhiyyâttan bulunduğundan, mümkün ve münâsib ise lâyiha-i reddiyyeden sonra, Rusya’nın devletlerle etmekte olduğu muhāberât neden ibâret olduğunun tahkīkıne Nezāret-i Celîle-i Hāriciye’den i‘tinâ olunup, bu bâbda Devlet-i Aliyye’nin mütāla‘asına şâyed mürâca‘at olunur ise hâzırlıklı bulunmak için hātırlara gelen ihtimâlât üzerine daha şimdiden müdâvele-i efkâr edilmesi” diye bir irşâd, dakīka beyninde bulunmuş olmasına mebnî, Bâb-ı Âlî tarafından dahi iktizā-yı hâlin icrâsına teşebbüs kılınmış ise de Londra [204] sefâret-i seniyyesinden vârid olup sūreti yukarıdaki fıkramıza derc edilen 16 Nisan târîhli telgrafnâmede saltanat-ı seniyye-i Osmâniyye’nin mevki‘-i siyâsiyyesi tahsîn edilerek, âhar bir tedbîr ve teşebbüse hâcet olmadığı beyân olunduğuna mebnî, saltanat-ı seniyye için dahi netâyic-i umûra intizāran ba‘zı tertîbât-ı harbiyye ile iştigāl lâzım gelmiştir. Tertîbât-ı mezkûrenin akdemi, zât-ı fahāmet-simât-ı cenâb-ı hıdîv-i efhamîye Mâbeyn-i Hümâyûn Serkitâbet-i Celîlesi tarafından çekilmiş bulunan bir telgrafnâme add olunabilir ki i‘lân-ı harbden bir ay kadar mukaddem bir târîh ile yazılmış ve daha o zamân Devlet-i Aliyye nezdinde harbin tahakkuk eylediğini mübeyyin bulunmuş olmaktan nâşî, sahîhan şu risâlenin âsâr-ı muhteviyyesi içinde en mühim bir eser olmak üzere ber-vech-i âtî aynen derc olunur.
AHMED MİDHAT EFENDİ
130
[Mâbeyn-i Hümâyûn Başkitâbeti’nden Çekilen Telgrafnâme] Sūret-i Telgraf “Ma‘lûm-ı sâmî-i hıdîvîleri buyurulduğu üzere, sulh u âsâyişe olan ihtiyâc her tarafça rehîn-i i‘tirâf olup, bu bâbda ba‘zı devletler tarafından vukū‘ bulan ihtārât-ı hayır-hāhâne ind-i hakāyık-dânî-i hazret-i pâdişâhîde mazhar-ı takdîr olmakta ve hattâ hâl-i hâzırın sükûneti için esâs add olunan ve nezd-i âlîde dahi mültezem bulunan ıslâhât-ı dâhiliyye peyderpey fi‘ile getirilmekte ise de bu misillü ıslâhât, anâsır-ı [205] İslâmiyye’nin kesb-i kuvvet etmesine hizmet edip ba‘zı tarafın makāsıdı ise onun hilâfında olacağından, mesâ‘î-i vâkı‘a hilâfgîrânın âsâyişe meyline sebeb olamayacağı cihetle, ba‘zı vesâil-i gayr-ı muhikkaya binâen, Devlet-i Aliyye’nin muhârebeye icbâr edilmesi ihtimâli, sulh ihtimâline galebe etmektedir. Şu hâle ve hayır-hāh olan devletlerin mütāla‘âtından mahsûs49 olduğuna nazaran, orduların esbâb-ı takviyesine daha ziyâde i‘tinâ olunmak lâzım gelip eğerçi Devlet-i Aliyye bir taraftan husūl-i âsâyişe bezl-i makdûr etmekle berâber, bir taraftan dahi 600.000 askeri taht-ı silâhda tutmak ve tedârikât-ı askeriyyesini daha ileri getirmek mecbûriyyetinde bulunmakta olduğu gibi şâyed, mesâ‘î-i masrûfa bir netîce-i muslihâneye vâsıl olamayıp da bi’zzarûre muhârebeye girişilmek lâzım gelir ise saltanat-ı seniyyeye bedîhü’s-sübût olan ihtisās-ı hāssü’l-hāss-ı hıdîv-i efhamîleri ve hey’et-i İslâmiyye’nin menâfi‘ ve mazārrına ta‘alluk eden iştirâk-ı tabî‘î iktizāsınca, bu maddede dahi uhde-i iktidâr ve hamiyyet, hıdîv-i a‘zamîlerine müterettib olacak teshîlâtın bilâ-te’hīr ibrâz buyurulacağında iştibâh yoksa da, bu bâbda ya‘ni harb ihtimâlinin tahakkuku takdîrinde mu‘âvenât-ı me’mûleye âid olan tasavvurât ve mütāla‘ât-ı aliyye-i âsaf-ı efhamîlerinin, evvelce nezd-i âlîde bilinmesi lâzım geldiğine mebnî, bâ-irâde-i seniyye sūret-i mahremânede istîzāh-ı [206] hâle ibtidâr kılındı.” Fi 15 Mart sene 1292
(Sa‘îd)
Zât-ı fahāmet-simât-ı cenâb-ı hıdîv-i efhamînin hissiyât-ı celîle-i hamiyyet-perveri ve gûnâgûn harekât-ı cemîle-i gayret-küsterîlerinden zâten me’mûl ve muntazır olduğu üzere, mesâil-i hâzıranın derece-i gāye-i ehemmiyyetini daha bidâyet-i mes’ele demek olan Sırbiyye muhârebesinde takdîr buyurarak, o zamân mükemmel üç alay asker ve mühimmât-ı sâire-i sefer ile Devlet-i Aliyye’mizin mu‘âvenetine müsâra‘at buyurmuş oldukları gibi işbu telgrafnâme-i âlî üzerine de elden gelen gayrette kusūr edilmeyeceği cevâben bildirilip, harbin zuhûru üzerine dahi cümlenin meşhûd çeşm-i şükrânı olduğu vechile, evvelki mikdârın daha bir misli askerle berâber mahdûm-ı me‘âlîi mevsûmları devletlü Hasan Paşa hazretlerini hizmet-i celîle-i cenâb-ı hilâfet-penâhîye ta‘yîn ve i‘zâm buyurmuşlar ve bu sūretle de hamiyyet-i celîle-i İslâmiyye’leri âsârını ibrâz ve isbâtta bulunmuşlardır. 49
Hissolunmuş. (haz.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
131
Zât-ı âlî-i hıdîv-i efhamînin derece-i mu‘âvenetleri bu sūretle istimzâc olunduğu sırada, kendi esbâb ve levâzım-ı harbiyyemizin dahi ne derecelerde bulunduğunu tahkīk ve tefahhus bâbında Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye yazılan şu tezkire îzāhât-ı lâzımeyi hâvîdir. [207] [Harp Levâzımının Durumu Hakkında Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Yarınki gün huzūr-ı hümâyûnda in‘ikād edecek meclis-i husūsīde, zât-ı vâlâ-yı serdâr-ı ekremin dahi hâzır bulunması ve Bâb-ı Seraskerî ile dâire-i Bahriye ve Tophāne’den istihsāli irâde buyurulan ma‘lûmâtın sūret-i mükemmelede olması ve el-yevm silâh altında ne kadar asker vardır ve her taburun mevcûdu kaç kişidir ve askerin mevâki‘e sūret-i taksîmi ne yolda, ya‘ni her mevki‘in kuvveti ne derecededir ve esliha ve mühimmât-ı harbiyyenin mikdârı nedir ve silâh ve fişenklerin ne kadarı Dersa‘âdet’te ve ne mikdârı mevâki‘-i askeriyyededir ve sipâriş olunup da henüz gelmeyen silâh ve fişenkler ne mikdârdadır, donanmanın ahvâl-i umûmiyyesi ve taksîmâtı ne merkezde ve filolar kimlerin tahtı kumandasındadır ve zābitçe ve zahīre ve mühimmâtça ihtiyâcımız var ise noksānları nedir ve ikmâli hakkında devâir-i askeriyyenin teşebbüsâtı ne yoldadır, elbette evvelce buraları tedkīk ve tahkīk olunmuş olacağından, bu husūslara dâir olan tedkīkātın dahi yarınki mecliste der-meyân edilmesi ve hâl-i hâzırın muhârebeyi müntic olup olmayacağı daha kestirilemezse de orduların takviyesi ve esbâb-ı sâire-i ihtiyâtiyyenin istikmâli vücûbu meydânda olduğundan ve orduların hüsn-i isti‘mâli esbâbının a‘zamî hutūt-ı harbiyye ve tedâfü‘iyye ve taksîmât-ı askeriyyenin yolunda [208] tutulması madde-i mühimmesi bulunduğundan, me’haz-i ma‘lûmât olmak üzere, buna dâir yapılmış olan plan ve lâyihaların dahi getirilip sūret-i mahremânede huzūr-ı hümâyûna takdîm kılınması, irâde-i seniyye iktizā-yı âlîsinden olmakla, ol bâbda.” Fi 9 Rebîülevvel sene 1294
(Sa‘îd)
Bundan sonra tertîbât-ı mezkûrenin en mühim olan bir kısmı, ki asâkir-i şâhânenin Rusyalıdan evvel Memleketeyn’e idhâli mes’elesidir. Ol bâbda cümleye takaddüm eyleyen efkâr-ı hümâyûn-ı hazret-i pâdişâhînin sūret ve keyfiyyetini göstermiş olmak için Mâbeyn-i Hümâyûn Kitâbeti’nden yazılan sâlifü’z-zikr tezkirenin sekizinci maddesinde buna dâir münderic olan irşâdât-ı pâdişâhîyi ber-vech-i âtî aynen derc ederiz.
AHMED MİDHAT EFENDİ
132
[Harp Levâzımının Durumu Hakkında Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Tezkirenin Sekizinci Maddesi] Sâminen “Devâir-i askeriyyeden verilen ma‘lûmâta nazaran, asâkir-i şâhânenin tedâfü‘î hareketiyle Memleketeyn’e tecâvüzü beyninde fark-ı azīm olup, eğer bizim askerin şimdiden Memleketeyn’e girmesi kābil olur ise muhârebe Memleketeyn içinde vukū‘ bulacağı cihetle, hem Tuna boyunda olan eyâlât-ı şâhâne harbin mesāibinden kurtulmuş ve hem de Devlet-i Aliyye ordusunun hatt-ı hareketi fenn-i harbce pek fâideli sūrette te’mîn olunmuş olacağı anlaşılıp Rusya’nın askerini Memleketeyn’e soktuktan sonra bizim dahi derhâl idhâle kā‘ideten haklı olacağımız der-kâr ise de Memleketeyn’in [209] Memâlik-i Mahrûse’nin eczâ-yı mütemmimesinden olmasından ve Rusya’nın evvel-be-evvel oraya tecâvüz niyetinde olduğu mahsûs50 bulunmasından dolayı, Devlet-i Aliyye’nin i‘lân-ı harbden mukaddem dahi muvakkaten asker idhâl etmesine ahden mâni‘ olamayacağı hakkında ba‘zı havâss-ı vükelâ tarafından der-meyân olunan mütāla‘ât, hey’etçe bi’letrâf düşünülüp asâkir-i şâhânenin o yolda emre hâzır bulundurulması için münâsib ise kumandanlara ta‘lîmât gönderilmesinin karârlaştırılması ve karârının dahi arzı, irâde-i seniyye iktizāsındandır.” (Sa‘îd) İşbu ihtār-ı hümâyûndaki ehemmiyyet der-kâr olmakla, Bâb-ı Âlî’ce i‘lân-ı harbden mukaddem, bu işe ne nazarla bakacakları hakkında düvel-i mu‘azzamadan edilen istîzāh üzerine Londra ve Berlin sefâret-i seniyyelerinden gelen cevâblar ber-vech-i âtî aynen derc olunur: [Avrupa Devletlerinin Harbe Ne Nazarla Bakacakları Hususunda] Londra Sefâreti’nden [Gelen Cevap] “61 numaralı telgrafnâme-i âlîlerini ahz ile mündericâtını Lord Derby’ye teblîğ eyledim. Müşârun-ileyh telgrafnâmeyi alıp dikkatle okuduktan sonra Memleketeyn’in bî-taraflığına dâir devletler beyninde ne mukaddemâ ve ne de şimdi müzâkerât vukū‘ bulmamış olduğunu te’mîn edebilirim, dedi.” “Onun üzerine Rusya askeri Memleketeyn’e girecek olur ise Bâb-ı Âlî dahi oraya asker idhâline mecbûr olacağından, artık [210] Memleketeyn arâzīsi muhârebe meydânına döneceğine dâir telgrafnâme-i âlîlerinde münderic bir fıkra hakkında müşârun-ileyhin nazar-ı dikkatini celb eylediğimde, sâir devletler mes’elenin bu cihetince ne mütāla‘ada bulunduklarını bilmediği ve fakat kendi mütāla‘a-i zâtiyyesine kalır ise Rusya askeri Memleketeyn’e girdikten sonra, Dev50
Hissolunmuş. (haz.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
133
let-i Aliyye’nin dahi tertîb ettiği planlar mûcibince, hareketle oraya girmeye hakkı olacağını ve Memleketeyn emâreti Paris Mu‘âhedesi ahkâmınca düşman-ı müşterekin tecâvüzünü def‘ için bi’l-ittifâk ittihāz olunacak tedâbîr hakkında devlet-i metbû‘asıyla uyuşması lâzım gelirken, bir taraftan Rusya’nın istîlâsına mümâşât edip de diğer taraftan ülkesinin asâkir-i şâhâne tarafından istîlâ olunmamasını taleb etmesi, sıdk u ihlâsa mugāyir bir dâ‘iyye olduğunu ifâde etti.” “Çâkerleri dahi Eflak ve Boğdan, memâlik-i sâire-i şâhâneden ayrı ve devletlerin taht-ı zamânında51 bulunur memleketler olduğundan ve Paris Mu‘âhedesi’nde dahi düvel-i müte‘âhide beyninde evvelce bir ittifâk hâsıl olmadıkça, oraya asker idhâl olunamayacağı meşrût idüğünden, şimdi düvel-i müşârun-ileyhimin ve Rusya’ya ve Eflak ve Boğdan’a asker sevk etmesine mu‘âhede-i mezkûre ahkâmını külliyyen nakz ve ihlâl etmek nazarıyla bakacağını beyân etmeleri hak ve vazīfeleri iktizāsından olduğunu ve Paris Mu‘âhedesi ahkâmından dahi [211] hāric olmak üzere, Rusya gibi Memâlik-i Şâhâne’nin ahâlî-i Hıristiyâniyyesi hakkında bu derece rikkat ve merhamet gösteren bir devlete kendi hâlinde bulunup hiçbir fenâlık etmeyen ve kendisiyle tâbi‘ oldukları Devlet-i Aliyye beyninde zuhûr eden ihtilâftan mes’ûl olması lâzım gelmeyen ahâlî-i Hıristiyâniyyeyi mesāib-i harb ve cidâle uğratmaması için teblîgāt-ı dostâne icrâ etmeleri dahi kābil olacağını ihtār ettim. İşbu ifâdât-ı âcizânemin Lord Derby’ye ba‘zı mertebe te’sîr ettiğini gördüm ise de yalnız bendenizi dinleyerek bir mütāla‘a beyân etmemiştir.” Fi 17 Nisan 1877 [Avrupa Devletlerinin Harbe Ne Nazarla Bakacakları Hususunda] Berlin Sefâreti’nden [Gelen Cevap] “Hāriciye nâzırı bendenize dedi ki, Memleketeyn’in bî-taraflığına dâir muahharan kabinetolar beyninde icrâ-yı müzâkerât olunup olunmadığını bilmiyorum. Maa-mâ-fîh keyfiyyeti sâir kabinetolardan bi’t-tahkīk size bildiririm. Bundan bir sene evvel Memleketeyn emâreti bî-taraflığının i‘lân olunmasını düvel-i mu‘azzamadan taleb eylemiş idiyse de bir netîce hâsıl olmamıştı.” Fi 18 Nisan 1877 Şu telgrafların hükmünce, düvel-i zāminenin de i‘lân-ı harbden ve Rusya’nın Memleketeyn’e asker idhâlinden mukaddem, saltanat-ı seniyyenin asker idhâline mümâna‘at edemeyeceği anlaşılabilmekte olup hâlbuki daha i‘lân-ı harbden mukaddem Rusya ile Memleketeyn emâreti [212] arasında akd olunan bir mukāvele-i mahsūsada, Memleketeyn emâreti Rusya askerinin dühūlüne müsâ‘ade eylemiş ve i‘lân-ı harbin vukū‘uyla berâber akd olunan Memleketeyn parlementosunda dahi Prens Charles; “İ‘lân-ı harb olundu. 51
Kefâleti altında. (haz.)
134
AHMED MİDHAT EFENDİ
Bir seneden beri bî-taraflığımızı muhâfaza için gerek Bâb-ı Âlî ve gerek düvel-i zāmine nezdinde sarf-ı mesâ‘î etmiş isek de semeresi görülememiş ve hattâ Bâb-ı Âlî bu istid‘âmızı Dersa‘âdet Konferansı’na bile teblîğ etmekten istinkâf eylemiştir. Rusya askerinin Romanya’ya dühūlü bir Avrupa vak‘ası olduğu hâlde bu vak‘a aleyhine düvel-i zāmine tarafından protesto olunmadığından, Rusya askerinin dühūlü esnâda ne meslek ittihāz eyleyeceğimizi ta‘yîn etmek size âiddir. Rusya imparatoru Bükreş’e asker idhâl etmeyeceğini va‘ad eyledi.” demiş olduğundan, ahvâl bu dereceyi bulduktan sonra ve fakat Rusya askeri henüz Tuna boyuna tamâmiyle yayılmazdan evvel, Osmanlı askerinin dahi Tuna’yı geçmesine hiçbir mâni‘ kalmamıştı. O zamânlar efkâr-ı askeriyye erbâbı, behemehâl asâkir-i şâhânenin Tuna’yı karşıya geçip Kalafat ve sâir mevâki‘i tutmalarını rey eylemişler ve geçen Kırım mes’elesinde Serdâr Ömer Paşa merhumun bu yolda ittihāz eylediği planı dahi makām-ı istişhâdda ortaya koymuşlar ise de şu mürûra bu def‘a iltifât olunmaması hakkındaki ârâ-yı askeriyye gālib çıkmış [213] olmakla Rusya’ya Tuna’nın beri tarafından istikbâl eylemeye karâr verilmiştir. Şu hâlde dahi kat‘-ı münâsebetten 4-5 gün mukaddem, ya‘ni Rebîülâhir’in 5’i târîhiyle Mâbeyn-i Hümâyûn Serkitâbet-i Celîlesi’nden bâirâde-i seniyye makām-ı sadâret-i uzmâya istār kılınan bir tezkirede, Tuna’nın beri tarafından düşmana mukābele olunacağı i‘tibârıyla dahi ahvâl-i askeriyyenin sūret ve tertîbâtına dâir ba‘zı mevâdd-ı mühimme, Hey’et-i Vükelâ-yı fihāmın nazar-ı ehemmiyyetlerine vaz‘ edilmiş bulunmakla, tezkire-i mezkûrenin dahi aynen buraya derci münâsib görülmüştür.
Resim 18: Varna. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 333.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
135
[Askerî Vaziyete Dâir Mâbeyn-i Hümâyûn Başkitâbeti’nden Sadârete Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Aleko Paşa’nın Rebîülâhir târîhli tezkire-i sâmiye-i sadâret-penâhîlerine melfûf evrâk içinde olan telgrafı sūretinde haber verilen ahvâl-ı askeriyyeden, asâkir-i şâhânenin Vidin’den Varna’ya kadar tabur tabur taksîm olunması ve bunun inde’l-hâce bir yere cem‘inde der-kâr olan ta‘assürâtın mehâzîr-i azīmeyi intâc eylemesi maddeleri pek mühim olup fenn-i harbe vâkıf ecnebî zābitānından ba‘zı hayır-hāhân dahi evvelce bu mes’elede hükûmet-i seniyyenin dikkatini celb etmiş idiler. Şöyle ki, Maçin’den Vidin’e kadar Tuna Nehri’ni baştan başa hatt-ı müdâfa‘a ittihāz etmek kābil olamayacağı cihetle, muhârebe [214] zuhûrunda düşman askerini içerilere çekip bir meydân muhârebesi vermeye mecbûr ederek galebe görülür ise kendisini ileriye Prut Nehri’ne doğru ta‘kīb etmek ve aksi takdîrinde Balkan’a doğru çekilip ve Varna ve Bergos ve Balkan havâlîsinde sâir mühim ve ma‘lûm noktaları muhâfaza edip tahattiyyâta mâni‘ olmak keyfiyyetleri pek ziyâde ehemmiyyetle ihtār olunmuştu. Ve bu dahi Varna ve Silistre ve Rusçuk ve Şumnu’nun teşkîl ettiği murabba‘ içinde bir büyük ordu tutmaya ve sâniyen bu ordunun sağ cenâhını teşkîl etmek üzere Köstence ile Karasu (Boğazköyü) arasında ve sâlisen sol cenâhı himâye etmek için Ziştovi ve Rahova beyninde birer müfreze-i kâfiyye gezdirmeye ve râbi‘an bir taraftan Eflak’ı gözetmek ve bir taraftan Rusyalı ile Sırplıların ihtilâtını kesmek üzere, Vidin’de bir fırka-i mahsūsa bulundurmaya menût idüğü beyân olunmuştur. Bu ifâdâtın derece-i ehemmiyyeti ve büyük ordunun münkasım olacağı noktaların nerelerden ibâret olacağını ta‘yîn etmek, dâire-i askeriyyeye âid ve râci‘ olacağından, bu bâbda bi’t-tabi‘ irâ’e-i tarīk olunamaz ise de müşârun-ileyh Aleko Paşa’nın mârru’l-beyân telgrafında askerin Vidin’den Varna’ya kadar tabur tabur taksîm olunduğuna ve bu tertîbin mahzûruna dâir yazılan şeyler pek ziyâde dikkate şâyân olup vâkı‘â taburların mevki‘lerini lede’l-hâce ale’l-acele toplamaya [215] müsâ‘id olacak bir sūrette intihāb ve birbirine takrîb eylemenin lüzûmu bedîhiyyâttan olmasıyla, mahremâne ve münferiden Serasker Paşa hazretleriyle muhābere olunarak, bu maddenin bi’letrâf nazar-ı dikkate alınması irâde-i mahsūsa-i tâcdârî iktizā-yı âlîsindendir.” (Sa‘îd)
AHMED MİDHAT EFENDİ
136
Resim 19: Vidin.(Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 55.)
Yine işbu tertîbât-ı askeriyye ve tedârikât-ı harbiyye esnâsında elde bulunan mühimmât-ı nâriyye ve ba‘zı mevâki‘-i askeriyyede bulunan efrâd-ı cünûdiyye mikdârına dâir, hāk-pâ-yi şâhâneye takdîm olunan pusulalar üzerine havâyic-i harbiyyenin bir kat daha itmâm ve ikmâli maksadıyla bir muhtıraya es’ile-i âtiyye derc ve Serasker Redîf Paşa hazretlerine bi’l-irsâl cevâbları taleb buyurulmuş idi ki, şu aralık es’ile-i mezkûrenin derecât-ı ehemmiyyeti görülmek dahi fâideden hālî değildir. [Serasker Redîf Paşa’ya Harp Tedâriği ve Askerî Vaziyete Dâir Sorulan Sualler] S - Dördüncü ordu dâhilinde mevâki‘-i tedâfü‘iyye, Kars ve Erzurum ve Eleşkird ve Ardahan ve Van tarafları olduğu ma‘lûmdur. İşbu mevki‘lerin her birinde ne kadar kuvvet bulundurulmalıdır ki tedâfü‘ mümkün olsun ve dördüncü ordunun umûm-ı kuvve-i ihtiyâtiyyesi ne mikdâr olmalıdır ki hîn-i hâcette fırkalara imdâd olunsun? Mevâki‘-i mezkûrede el-yevm mevcûd olan kuvvet dört rakamıyla olan pusulada gösterilmiştir. C - ... S – Batum’daki kuvvet bir numaradaki telgrafta muharrerdir. [216] Ve düşmanın kuvveti ikinci numaralı telgrafta mündericdir. İmdi daha ne kadar kuvvet lâzımdır ki Batum kuvvetinin hatt-ı hareketini te’mîn eylesin?
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
137
C - ... S – Tuna ve Bosna ve Hersek ordularındaki mühimmâtın mikdârı ma‘lûm olmadığından, evvelâ bunu ayrı ayrı beyân etmek lâzım gelir. Sâniyen, dördüncü ordu dâhilinde bulunan fırkaların nezdinde ikişer yüz sandıktan ve Trabzon’da 10.000 sandıktan ziyâde cephāne olmadığından ve İstanbul’da mevcûd mühimmâtın mikdârı üçüncü numaralı pusulada muharrer bulunduğundan, bu mikdâr-ı mühimmât kifâyet eder mi, etmediği hâlde daha ne kadar mühimmâta ihtiyâc vardır? C - ... S – Bugünkü günde Dersa‘âdet deposunda ne kadar tüfenk vardır? C - ... S – Bâlâda muharrer suâllere ne yolda cevâb verileceği ma‘lûm değilse de tahkīkāt ve ma‘lûmât-ı müstahsileden istidlâl olunduğuna göre îrâd olunacak ecvibe, askerimizin ve mühimmâtımızın kifâyetsizliğini mutazammın olacaktır. Binâen-aleyh âti’z-zikr suâller tertîb ve îrâd olunur. [217] S – Evvelâ, memleketi muhātaradan vikāye için ne kadar asker lâzımdır? C - ... S - Yeniden lüzûm görünen askerin ne kadarı dördüncü orduya, ne kadarı Batum’a ve ne mikdârı Rumeli’ye gönderilmelidir? C - ... S - Yeniden lüzûm görünen işbu askeri toplamak için Serasker Paşa hazretlerinin mütāla‘âtı nedir ve işbu askerin cem‘i ne kadar masārife muhtâcdır? C - ... S - Yeniden lüzûm görünen mühimmâtın hâzırlanması için mütāla‘a nedir ve işbu mühimmât kat‘iyyen ne kadar müddette hâsıl olur ve işbu mühimmât ne kadar akçeye mevkūftur? C - ... Mâbeyn-i Hümâyûn tarafından şu yolda vukū‘ bulan ihtārâtın, bir hātıra-i mahsūsa kabîlinden olacağı müsellem bulunmakla berâber, bunların derece-i ehemmiyyeti yalnız şu iki sūret-i ihtārdan değil, aşağıda i‘lân-ı harbden sonra vukū‘ bulan ihtārâtla dahi anlaşılacaktır. Zîrâ orası merkez ve mecma‘-i ma‘lûmât olup her tarafça icrâ olunan tahkīkāt ve tedkīkātın hulâsası [218] orada ictimâ‘ eylediğinden ve zât-ı hazret-i pâdişâhî ise ma‘lûmât-ı mezkûreyi ahvâl-i câriyyeye tatbīk emrinde asla yorulmak bilmeyip gece gündüz çalıştıklarından, ihtār-ı mezkûrun ağlebi ve belki kâffesi vukū‘ât-ı câriyye ile dahi isābetlerini isbâttan teahhur etmemişlerdir. Hele
138
AHMED MİDHAT EFENDİ
işbu tertîbât-ı askeriyye hakkındaki mütāla‘âtın ne kadar sāib ve becâ oldukları biraz sonra aynen derc olunacak olan iki kıt‘a Redîf Paşa ve Nâmık Paşa telgraflarıyla derhâl ve sarâhaten görülecektir. İşte protokollerin de reddinden sonra, Devlet-i Aliyye harbi muhakkak bilerek, şu yolda tedârikât ve istihzārâta başlamış iken Rusya devletinin Dersa‘âdet sefârethānesinde kalan maslahat-güzârı Mösyö Nelidov, şu beyânnâme ile devlet-i mezkûrenin inkıtā‘-ı münâsebetini Hāriciye Nezāret-i Celîlesi’ne teblîğ eylemiştir. [İstanbul’daki Rus Maslahatgüzârı Nelidov’un İki Devlet Arasındaki İlişkilerin Kesildiğine Dâir Beyannâmesi] Sūret-i Beyânnâme “Rusya kabinetosu düvel-i mu‘azzama ile Bâb-ı Âlî beyninde vâki‘ olacak ittifâk vâsıtasıyla şarkta devâmlı bir sulh u âsâyiş i‘âde etmek için bi’l-cümle vesâiti teklîf-kârâneyi isti‘mâl eylemiştir.” “Devlet-i Osmâniyye’nin kendisine birbirini müte‘âkib vukū‘ bulan teklîflerin cümlesini sūret-i ma‘lûmede redd etmesi [219] ve Mart’ın 31’inci günü Londra’da imzā olunan protokol ile melfûfu olan beyânnâmeyi kabûlden dahi bu def‘a imtinâ‘ eylemesi, ne mükâlemât-ı ahīraya mahal ve ne Bâb-ı Âlî’nin Avrupa tarafında sulh-i umûmî nâmına taleb olunan te’mînâtı hüsn-i irâdetiyle i‘tā etmekliği esâsına müstenid bir ittifâkın husūlüne ümîd bırakmamıştır.” Fi 23 Nisan sene 1877 Mösyö Nelidov’un Bâb-ı Âlî’ye verdiği işbu beyânnâme ile berâber Petersburg’da mukīm Devlet-i Aliyye maslahat-güzârı dahi Prens Gorçakov tarafından bir takrîr alıp Bâb-ı Âlî’ye teblîğ eylemiştir ki, işbu takrîr Rusya devletinin ba‘demâ kendisini Devlet-i Aliyye ile muhârib add edeceğine dâir idi. Ancak Rusya devleti saltanat-ı seniyye ile muhârib olduğunu bütün Avrupa’ya fi 19 Nisan sene 1877 târîhli beyânnâmesiyle i‘lân eylemiştir ki mezkûr beyânnâmenin sūreti şudur:
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
139
Resim 20: Rusya’yla siyasî münasebetlerin kesilmesi üzerine son Rus temsilcilerin Beyoğlu’ndaki sefâretten ayrılışı ve kapıdaki armanın kapatılması. (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 109.)
[Prens Gorçakov’un Harbin İlânına Dâir Avrupa Devletlerine Gönderdiği Beyânnâme] Sūret-i Beyânnâme “Devlet-i imparatoriyye buhrân-ı şarkīnin ibtidâ-yı zuhûrundan beri Memâlik-i Osmâniyye’de düvel-i hamse-i mu‘azzamanın mu‘âvenetiyle devâmlı bir huzūr u âsâyişin istihsāli için yed-i iktidârında bulunan bi’l-cümle vesâiti sarf u isti‘mâl eylemiş ise de devletler beyninde hâsıl olan ittifâk üzerine vukū‘ bulan teklîfâtın cümlesi Bâb-ı Âlî tarafından mukāvemet-i şedîdeye [220] tesādüf eylemiştir. Nihâyet Londra’da Mart’ın 31’inci günü imzā olunan protokol Avrupa’nın arzu-yı umûmîsinin bir ifâde-i ahīrası idi. Rusya kabinetosu bir protokolün tanzīmini sulh u âsâyişin i‘âdesince bir tedbîr-i ahīr olmak üzere ihtār eylemiş ve Devlet-i Osmâniyye hālisāne ve an-samîmi’l-kalb kabûl ve icrâ ettiği hâlde, tecdîd ve tahkîm-i âsâyişi mûcib olacak şerâiti dahi protokole melfûf ve târîh-i mezkûr ile müverrah bir beyânneme ile bildirmiştir. Bâb-ı Âlî buna dahi redd ile cevâb vermiştir ki bunun vukū‘ bulacağı protokolde mülâhaza olunmamıştı. Düvel-i mu‘azzama karâr ve emellerini beyân ettikleri sırada, eğer Hıristiyânların hâllerince Avrupa’nın âsâyişi için ehemm ü elzem olmak üzere umûmen taleb
140
AHMED MİDHAT EFENDİ
olunan ıslâhâtı müeddî tedâbîri Bâb-ı Âlî’nin ikdâm ve gayretle mevki‘-i icrâya vaz‘ edeceğinden ümîdleri munkatı‘ olur ise ahâlînin sa‘âdet-i hâlini ve âsâyiş-i umûmînin muhâfazasını te’mîne en sālih add eyleyecekleri tedâbîri birlikte müzâkere etmek hakkı muhâfaza olunduğunu beyân ile iktifâ ettiklerine nazaran, düvel-i müşârun-ileyhim Bâb-ı Âlî’nin i‘tā eylediği mevâ‘îdi incâz eylemediği hâlde, olacak şeyi mülâhaza ederek Avrupa’nın metālibini redd eylediği vakit ne yapılacağını tasavvur eylememişlerdir. Bununla berâber Lord Derby’nin, protokolü müte‘âkib i‘tā eylediği beyânnâmede [221] İngiltere devleti bu protokolü imzāya, mücerred âsâyiş-i umûmîyi muhâfaza maksadıyla râzı olmuş olduğundan maksad hâsıl olmaz ise ve husūsen Osmanlı ve Rusya devletleri askerlerini mütekābilen dağıtarak i‘âde-i müsâlemet etmezler ise protokolün ke-en-lem-yekûn hükmünde kalacağı beyân edilmiştir.” “Bâb-ı Âlî’nin muhālefeti ile bunun esbâb-ı mûcibesi sebebiyle, artık Avrupa’nın nesāyıh ve âmâline ri‘âyet edeceğinde ümîd ve Hıristiyânların ıslâh-ı ahvâli maksadıyla ihtār olunan tedâbîri icrâ eyleyeceğinde emniyyet kalmamış ve Karadağ musālahasını ve askerin dağıtılmasını müeddî olabilecek şerâitin icrâsı maddesi muhâl hükmüne girmiştir. Bu hâlde teşebbüsât-ı te’lîf-kârâneden birşey hâsıl olmayacağı tebeyyün ettiğinden, devletler tarafından gerek kendilerinin ve gerek Avrupa’nın menâfi‘ine tevâfuk etmeyeceği beyân olunan bir hâlin devâm edip gitmesine müsâ‘ade etmek veyâhud Bâb-ı Âlî’den iknâ‘ ve ilzâm tarīkıyle istihsāline kabinetoların muvaffak olamadıkları şeyi cebren istihsāl eylemek şıklarından birinin ihtiyârı lâzım gelmiştir.” “Metbû-ı mufahhamımız imparator hazretleri, düvel-i mu‘azzama-i sâireyi kendisiyle birlikte icrâ için da‘vet etmiş olduğu sūrete teşebbüs etmekliği tasmîm ederek, askerine Memâlik-i Osmâniyye [222] hudûdunu tecâvüz eylemek emrini verdiğinden keyfiyyeti nezdinde bulunduğunuz devlete teblîğ buyurunuz.” “Metbû‘-ı mufahhamımız hazretleri, bu işi mücerred şarkın ihtilâlât-ı dâimesinden nâşî huzūr u âsâyişle tevessü‘üne halel gelen Rusya menâfi‘inden neş’et etmiş bir vazīfeyi îfâ için der-uhde eylemiş olduğundan, bunun Avrupa’nın efkârına dahi tevâfuk edeceği ümîdindedirler.” Resim 21: Prens Gorçakov. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 109.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
141
Rusya’nın i‘lân-ı harb ile hudûdu tecâvüz etmesi, Londra’ca ne gibi bir te’sîri mûcib olduğu Londra sefâretinin işbu telgrafnâmesinden ma‘lûm olur. [Rusya’nın Harp İlân Etmesinin Londra’da Meydana Getirdiği Tesirlere Dâir Londra Sefâretinden Gelen Telgrafnâme] Sūret-i Telgrafnâme “Telgrafnâme-i umûmî-i cenâb-ı nezāret-penâhîleri, Lord Derby’ye kırâat ve bir sūretini i‘tā eyledim. (Hāriciye Nezāreti’nin bu telgrafı, i‘lân-ı harbi müş‘ir idi.) Müşârun-ileyh hazretleri, işbu telgrafnâme-i umûmîyi ve gerek bugünkü telgrafnâme-i âcizânemle cevâbını verdiğim 64 numaralı telgrafnâme-i âsafânelerini takdîr ve tahsîn eyledi. Münâsebât-ı diplomasiyyenin inkıtā‘ı ve imparatorun beyânnâmesiyle Prens Gorçakov’un tahrîrât-ı umûmiyyesi ve Rusya askerinin Prut’u geçmesi, Rusya devleti aleyhine İngiltere efkâr-ı umûmiyyesinin nefret ve infi‘âlini mûcib olarak, işbu hareketi bi’l-cümle İngiltere gazeteleri [223] ve hattâ Times bile şedîden takbîh etmektedir. Daily News gazetesi ise efkâr-ı umûmiyyenin şu nümâyişine karşı ne yapacağını şaşırıp kalmıştır.” Fi 26 Nisan sene 1877 Gorçakov’un beyânnâmesine mukābil, Lord Derby tarafından cevâb olmak üzere, Petersburg’da mukīm İngiltere sefîri Lord Loftus’a, gönderilen tahrîrât-ı mufassala, mesâil-i hâzıra hakkında en mühim âsâr-ı diplomatikiyyeden olmak üzere ber-vech-i âtî derc olunur.
Resim 22: Lord Derby. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 169.)
142
AHMED MİDHAT EFENDİ
[Lord Derby Tarafından Gorçakov’un Beyânnâmesine Cevap Niteliğinde Petersburg’daki İngiltere Sefîri Lord Loftus’a Gönderilen Tahrîrât] Sūret-i Tahrîrât “Rusya imparatoru, askerine Memâlik-i Osmâniyye hudûdunu tecâvüz etmek için emir vermiş olduğu beyânını hâvî, Prens Gorçakov tarafından 19 Nisan sene 1877 târîhiyle gönderilen tahrîrât-ı umûmiyyenin sūretini, şehr-i mezkûrun 24’ü târîhli tahrîrât-ı âcizâneme leffen taraf-ı vâlâlarına irsâl eylemiştim. Tahrîrât-ı umûmiyye-i mezkûre, İngiltere devletince bâ‘is-i esef-i azīm oldu. İcrâsına karâr verilen hareketi haklı göstermek için Prens Gorçakov’un beyân eylediği ifâdât ve mütāla‘âtı İngiltere devleti kabûl edemez. Rusya devletinin ibrâm ve ilhâhı üzerine İngiltere devleti tarafından bu def‘a imzā olunan protokolde, zât-ı şevket-simât-ı hazret-i pâdişâhîden ıslâh-ı idâre için te’mînât-ı cedîde [224] taleb olunmamıştı. Rusya’nın kendi başına bir harekette bulunmaması için Memâlik-i Osmâniyye’de mukīm ahâlî-i Hıristiyâniyyenin ıslâh-ı ahvâlini iltizâm eylemekte bi’l-cümle devletlerin müttefik olduğu beyân edilmişti. Ve ondan başka düvel-i müşârun-ileyhim Devlet-i Osmâniyye’nin mevâ‘îdi ne sūretle incâz olunacağına kemâl-i mertebe dikkat edeceklerinden, eğer ümîdleri bu def‘a dahi munkatı‘ olur ise ahâlî-i Hıristiyâniyyenin sa‘âdet-i hâlini te’mîn ve sulh-i umûmîyi vikāyeye en sālih add eyleyecekleri tedâbîri müştereken müzâkere eylemek hakkını muhâfaza eyledikleri derc ü tasrîh olunmuştu.” “Devletlerin niyyâtını mübeyyin olan şu karâr hakkında, Bâb-ı Âlî’nin muvâfakati taleb olunmadığından, Bâb-ı Âlî dahi İngiltere devletince mûcib-i esef olduğu üzere, bunları hukūk-ı hükümdârî ve pâdişâhîyi ve istiklâliyyet-i Devlet-i Aliyye’yi muhil olmak üzere redd eylemiş ve redd ettiği protokolün hükmünü kendisince mecbûru’l-icrâ add edemeyeceğini beyân ettiği hâlde, yine evvelce va‘ad olunan ıslâhâtı mevki‘-i icrâya vaz‘ etmek niyetinde bulunduğu ifâdesini tekrâr etmişti. Binâen-aleyh İngiltere devleti “öyle Prens Gorçakov’un dediği gibi” Bâb-ı Âlî’nin cevâbı muktezāsınca kendisinin artık Avrupa’nın nesāyıh ve âmâline ri‘âyet edeceğinden, ümîd ve intizār olunan ıslâhâtın icrâsınca bir gûne emniyyet [225] kalmamış olduğunu teslîm edemez. Ve yine cevâbnâmenin sūret-i ifâdesince, Karadağ ile akd-ı musālaha olunmak ve tarafeynden terk-i silâh olunmaya bir karâr vermek muhâl hükmünde kalmış diyemez. Bi’l-akis şu zann u i‘tikādda ısrâr eder ki eğer her iki taraftan hadd u i‘tidâl ile hareket olunmuş olaydı, netâyic-i matlûbenin husūlü kābil olur idi.” “Bir de Prens Gorçakov bi’l-cümle teşebüssât-ı muslihâne tarīkı sedd olunmuş ve imparator dahi Bâb-ı Âlî’den bi’l-cümle mesâ‘î-i müttehide-i düveliyyenin iknâ‘ ve ilzâm sūretiyle istihsālinden âciz kaldığı bir şeyin zecr ile istihsālini deruhde eylemeye karâr vermiş olduğundan bahisle, imparator-ı müşârun-ileyhin şu teşebbüsü, Avrupa’nın efkâr ve menâfi‘ine muvâfık olduğu cezm u i‘tikādında bulunduğunu beyân eylemiştir.”
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
143
“Fakat İngiltere devletinin böyle bir mütāla‘ayı kabûl edeceğini ümîd etmek olamaz. Çünkü Devlet-i Aliyye hudûdu üzerinde külliyyetli Rusya askerinin ikāmesi, âdetâ Memâlik-i Şâhâne’nin emniyyetini muhātaraya düşürüp askerin dağıtılmasına imkân bırakmadığına ve ahâlî-i İslâmiyye’nin telâş ve ta‘assubunu tahrîk eylediğine mebnî, bu hâli i‘âde-i âsâyişe ve ıslâhât-ı dâhiliyyeye maddeten bir mâni‘ add eylediğini beyândan geri durmamıştı. Rusya askerinin Osmanlı toprağına dühūlü şu müşkilâtı izâleye ve Memâlik-i Şâhâne’de [226] bulunan Hıristiyânların ahvâlini ıslâha medâr olacağına inanamaz. Fakat Rusya devletinin en nihâyet ittihāz eylediği hareket daha vahīm ve mühim birtakım mülâhazātı îcâb etmektedir. Ya‘ni bu hareket, Rusya ile düvel-i mumziye-i sâirenin tamâmiyyet-i mülkiyye ve istiklâliyyet-i Devlet-i Aliyye’yi ayrı ayrı vikāye ve muhâfazaya müte‘ahhid olduklarını mutazammın olan 56 Mu‘âhedesi ahkâmına dahi mugāyirdir. 1871 senesinde Londra’da akd olunan konferansın hitâmında şart-ı mezkûr şerâit-i sâire ile berâber tasdīk ve te’yîd olunduğu gibi bu konferansta Rusya murahhası düvel-i sâire murahhaslarıyla berâber bir beyânnâme imzā eylemiş idi ki bu beyânnâmeler hiçbir devletin evvel-be-evvel bir sūret-i tesviye-i muslihâne vâsıtasıyla sâir müte‘âhidlerin muvâfakatini istihsāl eylemedikçe, bu mu‘âhedenin ta‘ahhüdâtından kendini âzâde add ve ahkâmını asla ta‘dîl edemeyeceğine dâir hukūk-ı milelin vaz‘ ettiği bir kā‘ide-i esâsiyyeyi müeyyid idi.” “Rusya imparatoru müttefikleriyle bir def‘a daha istişâre etmeyerek, kendisi hod-be-hod Türkistan aleyhine kıyâm ile silâha mürâca‘at ettiği cihetle, şimdiye kadar muhâfaza olunmuş olan Avrupa dâire-i ittifâkından ayrılmış ve rızā-yı resmîsi tahtında bulunan kā‘ideden tebâ‘üd eylemiş olduğundan, böyle bir hareketin netâyicini istihrâc mümkün değildir.” [227] “İngiltere devleti bu bâbda her türlü beyân-ı efkâr etmekten ictinâb etmek ister idi. Fakat Prens Gorçakov, Avrupa devletlerinin kâffesine irsâl ettiği beyânnâmede, Rusya devleti bu işte İngiltere ile diğer düvel-i mu‘azzamanın menâfi‘ine tevfīk-ı hareket ettiğini iddi‘â ediyor gibi göründüğünden, İngiltere devleti dahi Rusya’nın şu karârı kendisinin ne mu‘âvenetine ve ne de takdîr ve istihsânına mazhar olmayacağını kat‘iyyen ve alenen i‘lân etmeyi vazīfeden add eder.” Fi 2 Mayıs sene 1877 Lord Derby’nin işbu beyânnâmesi Rusya devletinin açmış olduğu muhârebenin ne derecelere kadar lüzûmsuz ve hattâ haksız bir muhârebe olduğunu mu‘lin olup bunun netîce-i meâlinde, saltanat-ı Osmâniyye’nin muhârebeye mukābelesi zarûret-i sahîha tahtında olduğu dahi anlaşılmakla, cevâbnâme-i mezkûr Dersa‘âdet’te pek ziyâde hüsn-i telakkī görmüş ve hattâ Hey’et-i Meb‘ûsân bundan dolayı İngiltere sefâretine sūret-i mahsūsada teşekkür dahi eylemiş idi. Ancak Rusya devleti, saltanat-ı seniyye ile muhârib olduğunu i‘lândan âdetâ bir gün evvel hudûdu geçip bir kolordusu Batum üzerine yürüdüğü gibi Beserabya hudûdu üzerine cem‘ eylediği asker dahi kemâl-i sür‘atle Kalas’a doğru ilerlemeye başlamış olduğundan, Lord
144
AHMED MİDHAT EFENDİ
Derby’nin işbu beyânnâmesi o zamâna kadar cereyân eden muhāberât-ı siyâsiyyeye bir hātime olmaktan [228] ve saltanat-ı seniyyenin ma‘zûriyyetini göstermekten başka bir semere hâsıl edemeyip iş, top u tüfenge ve seyf ü sinâna kalmıştır. Muhârebenin ibtidâsında saltanat-ı seniyyenin tedârikât ve tertîbât-ı askeriyyesi neden ibâret bulunduğuna dâir şurada muhtasaran ma‘lûmât vermek fâideden hālî görülmemiştir. Zîrâ bundan mukaddem dahi beyân olunduğu üzere, bu eserde ahvâl-i harbiyyeye dâir şu’ûnât tarzında ma‘lûmât vermek planımızın hāricinde olup, yalnız saltanat-ı seniyye-i Osmâniyye’nin ve bi’l-hāssa zât-ı şevket-simât-ı hazret-i pâdişâhînin ahvâl-i siyâsiyye ve harbiyyeden her hâle mukābil ne gûne tertîbât ve harekâtta bulunduğunu irâ’e edeceğiz ki maksad-ı aslîmiz hakāyık-ı ahvâlin zübdesini arz eylemek olduğuna göre, o maksadı dahi bu tarīk ile istihsāl mümkün olacaktır. İ‘lân-ı harb vukū‘a geldiği zamân, Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin bi’lumûm kuvve-i askeriyyesi 494.397 nefere bâliğ olmakta idi ki, asâkir-i mezkûreden Tuna cihetinde, ya‘ni Vidin, Rusçuk, Dobruca, Silistre, Şumnu, Tırnova, Gabrova, Edirne, Varna, Niş ve Sofya taraflarında 186.000 bu kadar nefer bulunup, 107.000 bu kadar neferi Bosna ve Hersek ve İşkodra taraflarında ve 15.000 bu kadar neferi Yanya ve Yenişehir’de ve 10.000 bu kadar neferi Girid’de [229] ve 70.000 bu kadar neferi Kars, Ardahan, Bâyezid ve Erzurum’da ve 20.000 bu kadar neferi Batum’da ve 20.000 bu kadar neferi dahi Dersa‘âdet’te bulunup, bâkī elli bu kadar bin neferi dahi Trablus, İzmir, Hicâz ve üçüncü ve beşinci ve altıncı ve yedinci ordu merkezleri ve tersâne-i âmire ve sâirede bulunan asâkir-i şâhâneden ibâret idi. Buna mukābil, Rusya devletinin Memleketeyn hudûduna ilk sevk eylediği asker 250.000 ve Asya hudûduna ilk gönderdiği cünûd dahi 150.000 kişi olup, eğerçi şu mikdârlar nisbet edilecek olur ise ibtidâ-yı muhârebede bizim kuvvetimiz Rusya’dan ziyâde olduğu görülür ise de asâkir-i şâhâne pek uzun bir hatt-ı müdâfa‘ada ve nikāt-ı müte‘addide üzerinde münkasım olup, Rusya ise elinde bulunan asâkiri istediği mahale ve topluca olarak sevk edebilir idi. Şu hakīkat Dersa‘âdet’çe mechûl kalmamıştır. Ol bâbda taraf-ı şâhâneden müte‘addid ihtārât vukū‘una dâir yukarıda bir tezkire münderic olduğu gibi ileriye doğru bir hayli âsâr daha mütāla‘a olunacaktır. Kezâlik, ibtidâ-yı muhârebede Devlet-i Aliyye’nin 138 batarya seyyâr topları olup, ba‘zı kılâ‘ ve istihkâmâtta bulunan toplar, bu mikdârın hāricinde idi, ki adedleri yine bu mikdâra varabilir idi. Mevcûd olan 334.000 [230] bu kadar Martini-Henry tüfenklerinden 315.000 bu kadarı asâkir-i şâhâne yedine tevzî‘ edilip, bâkī 18.000 bu kadarı depolarda mahfûz ve 325.000 bu kadar Schneider tüfenklerden dahi 323.000 bu kadarı taburlara tevzî‘ olunup, 2.000 bu kadarı depolarda mevcûd ve 39.000 bu kadar aded Winchester tüfenkleri ile 20.000 bu kadar Revolver dahi kâmilen süvâri ve zabtiyye ve mu‘âvene asâkiri yedinde münkasım idi.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
145
Muhârebât-ı vâkı‘anın gösterdiği lüzûma mebnî, zât-ı şevket-simât-ı hazret-i pâdişâhînin her tarafa gönderdiği evâmir-i müekkede üzerine yeniden toplanıp mevâki‘-i harbiyyeye sevk edilmiş bulunan asâkir-i şâhânenin mikdâr-ı umûmîsi 160.000 nefere bâliğ olup, bundan mâ-adâ elde mevcûd olan eslihanın bir sülüs kadarı da müceddeden Amerika’dan celb olunmuş ve hele mühimmât-ı nâriyye zâten pek noksān iken onlar dahi peyderpey Amerika’dan celb edilmiştir. Bir aralık Rusya orduları Edirne’ye doğru takarrüb eyledikleri zamân mühimmât-ı harbiyyeye ne kadar ihtiyâc olduğu ileride bir tezkire-i mahsūsa müfâdından müstefâd olacaktır. İ‘lân-ı harbin vukū‘uyla bir kat daha ehemmiyyeti artan tedârikât-ı ihtiyât-kârâne meyânında, Akdeniz Boğazı’nın torpil vaz‘ıyla tahkîmi kaziyyesi en ziyâde ehemmiyyet olan mevâddan olmakla, [231] bu sūret Mâbeyn-i Hümâyûn Başkitâbet-i Celîlesi tarafından tezkire-i âtiyye ile Bâb-ı Âlî’ye ihtār olunmuştur. [Akdeniz Boğazı’nın Torpillerle Tahkim Edilmesi Hususunda Mâbeyn-i Hümâyûn Başkitâbeti Tarafından Bâb-ı Âlî’ye Gönderilen Tezkire] Sūret-i Tezkire “Rusya donanması Bahr-i Sefîd’e gelecek olur ise boğazdan mürûruna istihkâmâtın mâni‘ olamayacağı ve her hâlde torpil vaz‘ına ihtiyâc-ı âcil olduğu ifâde kılındığından, devletlü atūfetlü Müşîr Paşa hazretleriyle bi’l-müşâvere, tedâbîr-i lâzıme ve husūsen torpil vaz‘ına serî‘an teşebbüs edilmesi ve fezleke-i istişârenin ifâdesi irâde-i seniyye iktizāsından olarak, keyfiyyet müşîr-i müşârunileyh hazretlerine dahi teblîğ kılınmakla, ol bâbda.” Rebîülâhir sene 1294 (Sa‘îd) Bahr-i Sefîd Boğazı’nın ol sūretle sedd ü bendinde olan ehemmiyyet, muhtâc-ı îzāh ve tafsīl olmayıp evvel-be-evvel dikkat olunacak husūsātın birisi dahi harekât-ı harbiyye iktizāsınca tahliyesi lâzım gelen Dobruca’da mevcûd 100.000’den mütecâviz hayvânât süreklerinin düşmana kaptırılmaksızın elde edilmesi kaziyyesi olduğundan, buna ve Dobruca hakkında sâir ba‘zı vesāyâya dâir serdâr-ı ekrem ile Tuna vâlîsine şu telgrafnâme çekilmiştir:
146
AHMED MİDHAT EFENDİ
,
Resim 23: Şumnu. (Ali Fuad, Musavver 1293-1294 Osmanlı-Rus Seferi, C. 2, Kitabhane-i İslâm ve Askerî, İstanbul 1326, s. 393.)
[Başkitâbet’ten Dobruca Hakkında Serdâr-ı Ekrem ile Tuna Vâlîsine Çekilen Telgrafnâme] Sūret-i Telgrafnâme “Dobruca’da olan 30.000 hayvân ile 100.000’den [232] mütecâviz süreklerin, üç-dört yüz kişi ile Şumnu’ya celbi ve müste‘id bir iki zābit verilse, Dobruca’daki Kazaklardan sâir ahâlîden dört-beş bin süvâri tedâriği mümkün olduğu haber verildi. Bu iki maddeye derhâl teşebbüs olunmakla berâber, Tolça’da asker ve kâfî zabtiyye olmadığından, Bulgarların 5.000 kadar yeni tüfenk gizledikleri ve Rusya câsûsları bî-muhâbâ me’mûriyyet ve maksadlarını icrâya muktedir oldukları mervî olduğundan, evvelce taraf-ı âlîlerinden dahi iş‘âr olunduğu üzere, düşmanın tecâvüzü vukū‘unda çekilmeleri kaydıyla, orada bir fırka-i seyyâre bulundurulması ve Bulgarların ekserîsi sene-i sâbıka mahsūlâtını hükûmetin ruhsatıyla muhârebe i‘lânından sonra karşıya geçirip satmış olduklarından, bu hâle sebeb ne olduğunun ve el-yevm Dobruca’da açıkta ve yeraltında bir hayli zahīre müddahar olduğu ve mahsūl-i cedîd idrâk etse bile toplanıp askere vermeye zamânın müsâ‘ade edip etmeyeceği şübheli bulunduğu hâlde, işbu zehāirin şimdiye kadar Şumnu’ya götürülmediği ne illete mebnî olduğunun iş‘ârı ve çâre-i celbine bakılması irâde-i seniyye iktizāsındandır.” Fi 26 Mayıs sene 1293
(Sa‘îd)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
147
Kezâlik, i‘lân-ı harbin vukū‘uyla Rusyalı henüz Tuna’nın öte tarafında bulunduğu ve asâkir-i şâhâne dahi Tuna’nın beri tarafından istikbâle hâzır durduğu esnâda, ihtiyât askeri [233] olmak üzere Balkan geçitlerinin dahi tahkîmi taraf-ı eşref-i hazret-i pâdişâhîden vukū‘ bulan emir üzerine Mâbeyn-i Hümâyûn Serkitâbet-i Celîlesi’nden tezkire-i âtiyye ile Bâbıâlî’nin nazar-ı i‘tinâsına arz olunmuştur. [Başkitâbet’ten Balkan Geçitlerinin Tahkîmine Dâir Bâbıâlî’ye Gönderilen Tezkire] Sūret-i Tezkire “Muhârebe-i hâzıranın cümle-i ilcââtından olduğu üzere, Koca Balkan’ın Derviş-Yovan ve Nadır ve Çalıkavak52 ( )ﭼﺎﻟﻴﻘﻮانDerbendleri’nde ve Kazgan ve Şibka’da vâki‘ geçitleriyle sâir lâzım olan mahallerinde serî‘an istihkâmât-ı hafîfe yapılması hakkında zât-ı sâmî-i seraskerîye, irâde-i mahsūsa-i hazret-i pâdişâhî şeref-vâki‘ olarak, i‘mâlâta bakacak erkân-ı harb zābitānının Bâb-ı Vâlâ-yı Seraskerî’ce ta‘yîn ve irsâline müsâra‘at olunacağı gibi zikr olunan istihkâmâtın ameliyyâtında, ahâlînin sūret-i matlûbede istihdâmı, tertîbât-ı muntazama ve âcileye mütevakkıf ve Edirne vilâyeti me’mûrîn-i mülkiyyesinin meşgûliyyet-i hâzırası bu vazīfeyi îfâya mâni‘ olmasına binâen, ihtiyâr ve sağīr ve alîl olanlarından mâ-adâ, umûm-ı nüfûs-ı zükûru mevki‘-i ameliyyâta sevk eylemek ve Edirne vilâyeti dâhilinde münâsib bir mahall-i merkez ittihāzıyla berâber, îcâb ettikçe şu‘abâtı dolaşarak levâzım ve ihtiyâcâtı tertîb ve ameliyyâtın sūret-i cereyânını teftîş eylemek üzere, Bâb-ı Âlî’ce vüzerâdan veyâhud mütehayyizân-ı ricâlden, bu işte matlûb vechile hareket [234] eylemeye ve mahâll-i ameliyyâtta bulunacakları îcâbına göre teşvīk veya tehdîd etmeye kādir ve nüfûz ve sa‘yi müessir bir me’mûrun hemen ta‘yîn ve i‘zâmı ve ma‘iyyetine mahalleri mütehayyizân-ı ahâlîsinden dahi îcâbı kadar zevâtın terfīkıyle istihkâmât-ı mezkûrenin bir an evvel inşâ ve ikmâli için beyne’l-havâs müzâkere-i maslahatla, karârının yarın arz u istîzân olunması irâde-i seniyye-i cenâb-ı pâdişâhî iktizā-yı âlîsinden olarak, buna dâir i‘mâl olunan harîta ba‘de’r-rü’ye i‘âde buyurulmak üzere leffen irsâl kılınmış olmakla, ol bâbda.” Fi 20 Rebîülâhir sene 1294
(Sa‘îd)
Harekât-ı harbiyyenin sūret-i güzerânını hātırda tutanlar için ihtāra hâcet olmadığı vechile, Rusya orduları Memleketeyn’e dühūl eyledikleri zamân, müddet-i medîde ikmâl-i tertîbât ile iştigāl ve Tuna Nehri’nin feyezānından düşmesine intizār eyleyip beri taraflara ta‘arruz göstermemiş ve buna mukābil ilk ta‘arruzât-ı şedîdesini Asya cihetinden göstermiş olduğu 52
Metinde “nun” harfi ile yazılmıştır. Ancak coğrafî konumu itibariyle Çalıkavak olması daha münasip görünmektedir. (haz.)
148
AHMED MİDHAT EFENDİ
gibi Tuna cihetindeki asâkir-i şâhânenin mürettebâtı bi’n-nisbe yolunda olup, gerek askerce ve gerek tertîbâtça en büyük noksān dahi Asya cihetinde bulunmuş olduğundan ve bi’l-hāssa Asya ciheti asâkiri için Dersa‘âdet’ten irsâl olunan mühimmât Trabzon’da tevkīf edilip kaldığından, şu emr-i ehemmin icrâ-yı muktezāsı, ya‘ni Asya fırkalarının ikmâl ve itmâmı bâbında taraf-ı hazret-i şehriyârîden iltizâm buyurulan [235] gayret, ber-vech-i âtî çend kıt‘a tezâkir-i mahsūsa müeddâsından anlaşılmak üzere aynen dercine lüzûm görülmüştür. [Başkitâbet’ten Anadolu Fırkaları Hususunda Gönderilen Tezkire] Tezkire “Dördüncü ordu-yı hümâyûn dâhilindeki mevâki‘-i askeriyyede ba‘zı muhârebât vukū‘ bulduğuna ve asâkir-i Osmâniyye’nin mağlûbiyyetine dâir Erzurum’daki İngiltere konsolosundan gelen telgrafnâmelerin sūretleri bâ-irâde-i seniyye irsâl kılındı. Ahmed Muhtâr Paşa’dan bu sabâh alınan haber, muhârebe vukū‘unu tekzîb eder ise de muhârebe ve mağlûbiyyet havâdisinin konsolosun iş‘ârına müstenid olması ve bunlardan birinde hükûmet-i mahalliyyeden alınan ma‘lûmâta dahi istinâd olunması tereddüdü câlib olup, her nasıl olsa dördüncü ordunun hâl u kuvveti ve askerin fikdânı bir dakīka vakit zāyi‘etmeksizin teemmül ve tedbîre muhtâc olduğundan, îcâbına hemen teşebbüs olunması irâde buyuruldu, ol bâbda.” Fi 19 Rebîülâhir sene 1294
(Sa‘îd)
[Başkitâbet’ten Anadolu Fırkaları Hususunda Gönderilen] Diğer [Tezkire] “Ma‘lûm-ı âlî-i sadâret-penâhîleri buyurulduğu üzere, Erzurum’da bulunan askerin beher taburu nezdinde 200’den 400 sandığa kadar cephāne olduğu cümle-i tahkīkāt-ı âliyyedendir. Bir tabur muhârebeye girdikde, ol muhârebe bir sâ‘at mümted olur ise 400 sandığın şâmil olduğu cephānenin yine ol [236] sâ‘at zarfında tamâmen sarf olunmuş olacağı umûr-ı ma‘lûmeden bulunduğundan, mevki‘-i mezkûrun nevâkıs-ı kuvve-i harbiyyesinden en azīmi, mühimmât maddesi olduğunu hesâb-ı muharrer isbât eder. Trabzon’da ise tam 24.000 sandık mühimmât olup, henüz Erzurum’a gitmediği, bâ-irâde-i seniyye vâki‘ olan suâl üzerine, Ahmed Râsim Paşa tarafından gelen telgrafta i‘tirâf olunmuştur. İşbu sandıklar eğer bir müddet-i kalîle zarfında Erzurum’a yetiştirilecek olur ise orada bulunabilen asker ile geçende bâ-irâde-i seniyye sevk olunan taburlar mühimmâtını te’mîn etmiş olur. Ve aksi takdîrinde mühimmâtsız askerin bir fâidesi olamayacağı cihetle, dördüncü ordu merkezinin noksān-ı vâzıhını haber etmek yolunda bu kere vukū‘ bulan teşebbüsâtın dahi bir hükmü olamayıp ma‘âzallâh muhātara ve mühlike şimdiden cezm olunmak îcâb eder. Bu cihetle, mühimmât-ı mezkûrenin bir an evvel îsāline sa‘y etmesi hakkında dâireleri tarafından müşârun-ileyh Ahmed
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
149
Râsim Paşa’ya îfâ-yı te’kîdât olunacağı der-kâr ise de işin ehemmiyyet-i kat‘iyyesi hasebiyle, bâ-irâde-i seniyye Mâbeyn-i Hümâyûn’dan dahi icrâ-yı tesrî‘ât olunduğundan, müşârun-ileyh fi 16 Nisan sene 1293 târîhli telgrafında mühimmât-ı mezkûrenin 15-20 güne kadar arkası alınacağını yazmış iken, giden mühimmâtın Trabzon’da gayr-ı mahfûz mahallerde tutulduğu taraf-ı [237] âlî-i vekâlet-penâhîlerinden istihbâr buyurulması ve vâki‘ olan isti‘lâm üzerine gönderdiği telgraf, ki geçende ma‘rûz huzūr-ı âlî kılınmıştı, bunda da mühimmât-ı mezkûreyi şimdilik iç kal‘eye nakl ettirmekte olduğunu ve Rusya’nın Trabzon sularına harb sefînesi gelip bunlara ateş atmak ihtimâline mebnî, donanma-yı hümâyûnun ara sıra oralarda görünmesi lüzûmunu beyân eylemişti. İşbu mühimmâtın muhātaradan vikāyesi için bâri mahfûziyyetini te’mîn yolunda olsun, bir tedbîr ittihāz olunması yolunda görünüyor ise de müşârun-ileyhin böyle bir tedbîri dahi kendiliğinden tasavvur ve icrâ etmeyip iş‘âr-ı âlîleri vukū‘undan sonra etmesi ve bunların on beş güne kadar mahalline îsālini ta‘ahhüd ettiği hâlde, şimdi o cihetten külliyyen te‘amî eylemesi şâyân-ı takbîh bir hareket olup ordunun kuvve-i hayâtiyyesi ise işbu mühimmâta merbût olmakla, irsâlinde dakīka-i vâhide teahhur vukū‘u bulmaması, irâde-i kat‘iyye-i pâdişâhî iktizāsındandır. Fakat bu iş Ahmed Râsim Paşa’ya havâle olunsa, meşâgil-i sâiresini vesîle-i i‘tizâr ve birtakım avârıza isnâd-ı kusūr ederek, levâzım-ı sür‘ati iltizâm etmeyeceği sevâbık-ı ahvâl ile ma‘lûm olmakla ve mühimmât-ı mezkûrenin gerek Trabzon’da ve gerek yollarda mahfûziyyeti esbâbının istihsāli dahi bu sırada başlıca gözetilecek bir şey olup geçende Erzurum’a sevk olunan taburların [238] Trabzon’a çıktığında mümkün olabilir. Ya‘ni hâzır vesâit-i nakliyye bulunup da askerin savb-ı maksūda vusūlünü ta‘vīk etmez ise mühimmât-ı mezkûre sandıklarının zikr olunan taburlar efrâdının sahâbet ve mu‘âvenetiyle nakl edilmesi ve eğer bu sūret-i askerin sür‘at-i sevkine mâni‘ olur ise mühimmât-ı mezkûrenin başkaca ve fakat yine mahfûziyyet tahtında olmak üzere bir sâ‘at ve bir dakīka evvel Erzurum’a ulaştırılması vâcibâttan bulunduğundan, hemen bir taraftan vesâit-i nakliyyeyi tedârik ve tehiyye ve bir taraftan mühimmât-ı mezkûreyi mahfûzen nakl u sevk eylemek üzere, Bâb-ı Âlî’den mütehayyiz ve muktedir bir me’mûr ile ümerâ-yı askeriyyeden bir zâtın yarınki pazartesi günü ve hâzır vapur yoksa en evvel geçecek vapurla Trabzon’a gönderilmeleri ve muhârebe zamânında ba‘zı tedâbîr-i örfiyye cevâzı müsellemâttan olmasına mebnî, esbâb ve ücret-i nakliyyece ahâlînin husūl-i tâmmî-i muvâfakat ve ihtiyârı mümkün olamadığı takdîrde, bu maddenin mâni‘-i icrâât olamayacağının dahi gidecek me’mûrlara tefhîmi ve karâr-ı maslahatın atebe-i seniyyeye arzı müte‘allık buyurulan irâde-i seniyye iktizāsından olmakla, ol bâbda.” Fi 22 Rebîülevvel sene 1294
(Sa‘îd)
Erzurum vâlîsi İsmâil Paşa ile icrâ olunan muhābere-i âtiyye, dördüncü ordu ahvâl-i askeriyyesini îzāh edeceğinden şâyân-ı ehemmiyyettir. [239]
150
AHMED MİDHAT EFENDİ
[Başkitâbet ile Erzurum Vâlîsi İsmâil Paşa Arasında Cereyan Eden Haberleşme] Sūret-i Muhābere “Velî-ni‘met-i bî-minnetimiz pâdişâhımızın evvelâ zât-ı devletlerine selâm ve iltifât-ı hümâyûnlarını tebşîr ederim. Pâdişâhımız geçen muhârebede olan yararlığınızı takdîr buyurduklarından bu def‘a dahi sizden pek büyük hizmetler me’mûl buyururlar. Şimdi sizden mahremâne ba‘zı şeyler soracağım. Cevâblarının ve mütāla‘anızın muhtasar ve fakat müfîd olarak vürûduna efendimiz muntazırdır. Bugün Erzurum’da tahmînen veyâhud muhakkakan ne kadar asker var, ne kadarı piyâde ne kadarı süvâridir? Asker-i mu‘âvene ne kadardır? Buna cevâb verildikten sonra muhāberemiz suâl ve cevâb sūretinde cereyân etsin.” Cevâbı “Rabbimiz Te‘âlâ Hazretleri vücûd-ı hümâyûnlarına kemâl-i safâ ve âfiyetler ihsânıyla, envâ‘-ı muzafferiyyete mazhar buyursun. Hiçbir şeye değerim olmayıp şimdilere kadar bunca ihsân ve inâyât-ı şâhânelerine nâiliyyetimin üzerine işbu iltifât-ı cihân-derecât-ı mülûkânelerine mazhariyyetimden dolayı secde-i şükrâna cebhe-sâ olarak da‘avât-ı şâhânelerini yeni baştan îfâ eylemekte olduğum gibi uğur-ı padişâhânelerinde can ve baş fedâ edercesine her bir emr u fermân-ı mülûkânelerine hâzır bulunmuştur. Erzurum’da nizāmiyye ve redîf olarak elyevm dört tabur piyâde ile iki [240] bölük kadar süvâri ve dört batarya seyyâr topçu olup, bundan mâ-adâ dörder yüz mevcûdlu üç tabur müstahfıza ve 120 kadar Çerkes atlısı vardır. Ve bir tabur sâlis redîfi dahi Malatya tarafından gelmek üzeredir. Evvelce Erzurum’a tahaşşüd eden taburlar cümleten tertîbi vechile Kars’a gönderilmiş ve seyyâr olmak üzere altı tabur da tertîbi vechile Kars ile Erzurum beyninde Pasinler kurâlarına sevk olunmuştur. Asâkir-i müstahfıza ve mu‘âveneden gelecek taburlarla Çerkes süvâri alayları henüz bir taraftan bu cânibe gelmek üzeredirler. Bunların arkası alınamamış ise de sâye-i hazret-i pâdişâhîde az vakitte buraya celb olunmalarına ikdâm kılınmaktadır. S - Dört tabur piyâdenin mecmû‘u ne kadardır? Asâkir-i müstahfıza ve mu‘âveneden gelecek taburların mevcûdu ne kadar tahmîn olunuyor? Ne kadarı müstahfıza ve ne kadarı asâkir-i mu‘âvenedir? İşbu mu‘âvenenin süvârisi var mıdır? C - Dört tabur piyâdenin 3.000 ve süvârinin 150 kadar ve müstahfız ile asâkir-i mu‘âvene muhtelit ve mevcûdları dörder yüz tertîb üzere olduğundan bunlar da 1.500 mevcûddan ibârettir. Bundan böyle Erzurum civârından gelecek dokuz taburun mevcûdu 4.000 kadar olur. [241] Sivas ve Harput ve Diyârbekir’den gelecek olan müstahfızlar bölük bölük hareket etmekte iseler de mikdâr-ı mevcûdları sahîhan ma‘lûm değildir.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
151
S - Sivas, Harput ve Diyârbekir’den gelecek müstahfızlardan başka, Erzurum’da mevcûd ve muhtelit asker 10.370’e ve Musa Paşa takımı kâmilen yetişecek olur ise 14.300’e bâliğ olur. O kadar kuvvet istihkâmâtı muhâfazaya yetişir yetişmez ise kuvve-i muhâfazayı sahîhan kâfî hâle getirmek için mütāla‘a-yı devletinizce ne kadar kuvvet lâzımdır? C – Çerâkise atlısı vaktiyle buraya yetişse bile Kars’a sevk olunacağından bura için fâidesi yoktur. Pasinler tarafında olan fırka-i seyyâre Kars ile Bâyezid ciheti fırkaları ihtiyâtî olduğundan, şu mevcûd Erzurum istihkâmâtı muhâfazasına kâfî olmadığı gibi Bâyezid fırkasındaki kuvvet dahi zayıf idüğünden lâ-ekall on beş tabura daha ihtiyâc-ı sarîh olduğu ma‘rûzdur. S - Çerkes süvâri alayları nereden geliyor, ne sınıf süvâridir, cümlesinin yekûnu ne kadara bâliğ olur? C - Bunlar Canik ve Sivas ve Azîziyye cihetlerinde meskûn muhâcirîn-i Çerâkiseden olup, Mirlivâ Mustafa Paşa’nın ta‘ahhüdü üzerine beher alayı biner mevcûddan ibâret olarak dört alayın tertîb [242] ve celbi zımnında, paşa-yı mûmâ-ileyh bundan mukaddemleri ol havâlîye gönderilmişti. Eğerçi tertîbâtına teşebbüs eylemiş ise de şimdiye kadar buralara gelmelerine mevsim-i şitâ mâni‘ olmuştur. Bunların binbaşıları kendi kabîleleri mütehayyizânından ve diğer zābitānı mütekā‘idîn-i asâkir-i şâhâneden ve askerlik etmiş küçük zābit ve neferâttan nasb olunmak ve bölük ve alay hey’etinde ve sūret-i muntazamada olmak üzere tertîb olunmuştur. Bunlardan şu günlerde yüz yirmi kadarı gelip, iki kāfile ile beş yüz kadarı yola çıkarılmış olduğuna dâir Sivas vilâyetinden ve paşa-yı mûmâ-ileyhten alınan iş‘ârâttan anlaşılmış ise de cümlesi ne mikdâr mevcûdla geleceği mechûldür. S – Kırkkilise, Ardahan taraflarında ne kadar kuvvet vardır? İstihkâmları bitti mi? Buralardaki kuvvetin ne kadarı nizāmiyye, ne kadarı redîf ve mu‘âvenedir? Ve süvârileri var mıdır? Eleşkird’de süvâri var mıdır, Eleşkird taraflarında aşîretler istihdâm olunmuyor mu? Olunuyor ise tahmînen ne kadar piyâde ve süvâri çıkar? C - Ardahan’da ikisi nizāmiyye ve sekizi redîf olarak on tabur olup, bundan iki taburu Yuzho ( )ﻳﻮزﺧﻮkazāsı asâkir-i mu‘âvenesinden iki taburla mîr-i mîrandan Hüseyin Paşa refâkatiyle Akıska’ya karşı Digor civârında olduğu gibi bunlara [243] iltihâk olunmak üzere olup, Ardahan’ın asâkir-i mu‘âvenesi on altı tabura bâliğ olacaktır. Ardahan’da nizāmiyye süvârisi olmayıp, asâkir-i mu‘âveneden dörder yüz mevcûdlu iki alay ile biri dağ ve biri seyyâr topu olarak tertîb olunmuştur. Ardahan’ın istihkâmları sâye-i hazret-i şâhânede müdâfa‘a hâline konularak oldukça ikmâl olunmuştur. Karakilise istihkâmât-ı cesîmesi bahsine gelince; emr-i a‘mâline mübâşeret olunmak üzere, me’mûrlar ta‘yîniyle i‘mâlâta mübâşeret olunmuş ise de müdâfa‘aya fâidesi olmayıp, Toprakkale ile Tāhir Gediği Boğazı’na istihkâmât-ı hafîfe yapılmaktadır. Eleşkird fırkasında dört bölük nizāmiyye süvârisi var ise de bundan başka Sebki ve Ceyrancı ve İdmanlı aşâyirinden tertîb
152
AHMED MİDHAT EFENDİ
olunan dört alay süvâri asâkir-i mu‘âvenenin ikisi fırka refâkatine dâhil olarak, diğer ikisi henüz mahallerinden hareket etmek üzeredir. Eleşkird fırkasında, ya‘ni Toprakkale ve Karakilise havâlîsinde altı ve yine bu fırka dâhilinde olarak Delibaba ve Tāhir Gediği civârlarında altı ki birisi talî‘a ve on biri redîf olarak on iki tabur askerle bir batarya top olup, bir batarya dahi beş gün evveli gönderilmişse de yollar kardan henüz açılmamış olduğundan mezkûr Tāhir Gediği’ni şu günlerde aşmış olacakları me’mûldür. Ve bunlardan başka nefs-i Bâyezid’de iki tabur piyâde ve bir bölük [244] süvâri asâkir-i nizāmiyye var ise de mevki‘ce müdâfa‘aya gayr-ı kâfî olacağından, düşmanın oraya tasallutu vukū‘unda nizāmen ve kā‘ideten Van cihetine çekilmeleri mukarrerdir ve Van cihetinde dahi bir tabur nizāmiyye ile üç tabur redîf tâlîsi ve sâlisi bulundurulacak ise de sâlislerden iki taburu bir taraftan toplanmakta olduğundan bunlara tam tabur nazarıyla bakılamaz. Şeyh Abdullâh ve Celâleddîn Efendilerin istid‘âları vechile cem‘ edecekleri asâkir-i mu‘âvene ile Van’a vürûdlarına intizār olunmakta ise de mahallerinden hareketlerine dâir haber alınamamıştır. S – Pasinler’deki altı taburun mevcûdu ne kadardır? C – Pasinler’deki taburların üçü nizāmiyye beşi redîf olup, redîf taburları 800 ve nizāmiyye taburları da yedişer yüz raddelerinde bulunduğu cihetle, bunların mevcûdu 4.600 raddesinde demek olur. S - Kars’ta kaç bin asker vardır? Lâ-ekall ihtiyâc-ı sarîh olduğunu bildirdiğiniz on beş tabur, yalnız Erzurum için mi, yoksa Bâyezid de dâhil mi, beyân ve ekall derece gösterilmeyip her iki tarafın muhâfazasına lâzım olan kuvvet, hesâb-ı mutavassıt üzere ta‘yîn buyurula. C - Kars’ta bulunan ve Erzurum’dan sevk ile bir ucu Kars’ta vâsıl olmuş ve diğerleri yolda bulunmuş olan birkaç [245] taburlar, cem‘an kırk iki tabur ve kordonlarda bir alay ve Kars’ta üç bölük süvâri ile altı batarya seyyâr topu mevcûddur. Bundan başka altı tabur piyâde ve altı alay süvâri asâkir-i mu‘âvene bulunmak üzere tertîb olunmuştur. Bunların piyâdesi ve süvâri mevcûdu dörder yüzden ibârettir. İhtiyâc olduğu beyân olunan on beş taburdan onu Erzurum ve beşi Bâyezid fırkası için gösterilmiştir. S - Erzurum’daki zehāyir tahmînen ne kadar müddet idâre eder? Kars’taki ihtiyât zahīresinin mikdârınca ma‘lûmâtınız var mı? C - Kars’ta 27.000 somar hınta ve 11.000 somar şa‘îr mevcûddur. Şu mevcûd, Kars’taki askeri mahsūl-i cedîd idrâkine kadar altı mâh idâreye kâfîdir. Ve bir taraftan dahi yine zahīre tedâriğinden geri durulmamaktadır. Erzurum’da olan hınta ve şa‘îrin ekserîsi Pasinler’e ve Kars’a gönderilmiştir ve burası için dahi Bayburd ile Erzincan’dan kezâlik mahsūl-i cedîd idrâkine değin 4-5 mâh idâre edecek kadar hınta ve şa‘îrin bir taraftan celb ü nakline bakılmakta olduğu arz olunur.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
Harita 2: Kars. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 201.)
153
AHMED MİDHAT EFENDİ
154
S - Bu sene a‘şârdan kaç bin somar zahīre tedâriği me’mûldür? [246] C - Müsâ‘ade-i seniyyelerine iğtirâren kuyûda mürâca‘at ettirilerek, sene-i sâbıka nisbetle mahsūlât-ı cedîdenin mikdârını tahmîni olarak yarın arz u beyân ederim. S - Erzurum’da topların barutu ne mikdârdır ve kaç deste fişenk vardır, bir de topların cedvelleri var mı, askerin elinde ne nev‘ tüfenkler var, redîfler nişân ta‘lîminde nasıl? C - Erzurum’da bulunan atīk kaval topların53 tamâm tertîb olarak beşeryüz atımları var ise de Şişhāne toplarının atımları altmışar ile yüz yirmişer arasındadır ve bunların azlığı ise ehemmiyyet-i mevki‘iyyesi cihetiyle Kars ve Ardahan’a gönderilerek, yerlerine Dersa‘âdet’ten geleceklerden vaz‘ı mukarrer bulunmuş ve beher tabur nezdinde ikişer yüzden dörder yüz sandık kadar fişenk var ise de Trabzon’dan dahi buraya nakl olunmak üzere hayliden hayli fişenk ve mühimmât-ı nâriyye ve esliha ve sâirenin bir taraftan celb ü nakline bakılmaktadır. Şu ifâde bir tahmîn üzerine olup sıhhati müsâ‘ade buyurulur ise kuyûdâta mürâca‘atla yarın sabâh arz olunur.
Resim 24: Bayezid. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 493.)
53
Yivsiz top. Samy-Bey Fraschery, Kâmûs-i Fransevî : Türkçe’den Fransızca’ya Lügât, Dictionnaire Turc - Français, Mihran Matbaası, İstanbul 1302, s. 840. (haz.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
155
S - Başka bir ifâde-i devletiniz yoksa gideceğim. İ‘tā buyurulan ma‘lûmât, dirâyet-i fâikānız iktizāsınca pek etrâflı olup şimdi atebe-i seniyyeye arz ederim. Şevket-meâb efendimiz, zât-ı hamiyyet-simâtlarından pek çok âsâr-ı reviyyetmendâneye [247] intizār buyurdukları tekrâr kılınır. C - Cenâb-ı Hakk ömr ü şevket ve ikbâl-i şâhânelerini müzdâd buyursun. Hakk-ı memlûkânemde mütetâbi‘ü’z-zuhûr olan eltāf-ı celîlelerinin zerresinin teşekkürünü îfâdan aczimi beyân ve taraf-ı eşreflerinden müşâhede kılınan nevâziş ve iltifâttan dahi başkaca iftihārımı beyân ederim. Sâye-i şâhânelerinde geceyi gündüze katarak, ibrâz-ı müessir-hidemât-ı memdûhaya cansiperâne çalışıp çabalanmakta asla kusūr olunmaz. Fakat şurasını dahi kemâl-i şerm-sârî ile arz u ifâdeye ictisâr ederim ki, gerek nakil gerek ikmâl-i nevâkıs ile idâre maddesinde akçesizlikten envâ‘-ı müşkilâta tesādüf olunmakta olduğundan, ordu-yı hümâyûnun husūl-i sa‘âdet-i hâliyyesine vesâtat ve merhamet buyurmanızı bi’lhāssa istirhâm ederim. Suâl-i Ahīr - Muhābere-i sâbıkada cevâbları tahkīkan ta‘līk buyurulan iki madde hakkında iş‘âr, devletlerine intizār olunur. C - Sinîn-i sâbıka mahsūlâtına nisbet-i mikyâs olunarak sene-i cedîd hâsılatından iki sülüsü hınta ve bir sülüsü şa‘îr olmak üzere 150.000’den 250.000 somara kadar zahīre husūlü me’mûl idüğü arz olunur. Topların cedvelleri vardır. Asâkir-i şâhâne yedlerinde olan tüfenkler Schneider ve Springfield ve MartiniHenry cinsinden olup bundan [248] başka asâkir-i müstahfıza ve mu‘âvene yedlerinde dahi büyük çaplı ve kasaturalı iğneli tüfenkler olduğu ma‘lûm-ı âlîleridir. İmtidâd-ı şitâ sebebinden dolayı bu havâlî henüz açılabilerek, şimdilere değin öyle ateşli ta‘lîm edecek havalar olmadığından, bi-mennihî te‘âlâ şu günlerde ve bundan böyle buraca nişân ta‘lîmi icrâsına ibtidâr olunacağını ve Kars ve Ardahan fırkaları ta‘lîm etmiş olduklarından bu havâlîde bulunanlara dahi beyân-ı hâl olunduğunu arz ederim.” Fi 15 Nisan sene 1293
(İsmâil Hakkı)
Rusya devletinin askeri henüz Memleketeyn cihetinde bulunduğu zamân, asâkir-i Osmâniyye’nin karşı tarafa imrârı muvâfık bulunmamakla berâber, hiç olmaz ise düşmanın harekât-ı askeriyyesini tas‘îb için olsun, ba‘zı teşebbüsâta mürâca‘at kılınması lâzıme-i hâlden görülmüş ve bu cümleden olmak üzere Seret Nehri üzerinde vâki‘ bir köprünün hedmi tasavvur buyurulup ol bâbda iktizā edenlere ta‘lîmât dahi verilmiş ise de bu maksada vusūl müyesser olamayıp düşman ise bir yandan askerini geçirmekle berâber, diğer cihetten Tuna’nın nikāt-ı lâzımesine torpiller vaz‘ı ve ufak vapurlar imrârı ve Tolça’yı tehdîd gibi harekâtta dahi devâm edegitmiş olduğundan, mezkûr Seret köprüsünün ne sebeb ve hikmete mebnî hedm edilemediği Mâbeyn-i Hümâyûn tarafından bi’t-tahkīk alınan ma‘lûmât üzerine Bâb-ı Âlî’ye yazılan [249] bir tezkire-i mahsūsa îzāhât-ı kâfiyyeyi mutazammın bulunmakla, şu aralık tezkire-i mezkûre dahi ber-vech-i âtî derc olunmuştur.
156
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 25: Tuna üzerinde bir Rus köprüsü. (The Ottoman-Russian War of 1877-78, ed. Ömer Turan, Middle East University, Ankara 2007, s. 134.)
[Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Seret Köprüsünün Neden Yıkılmadığına Dâir Tezkire] Sūret-i Tezkire “Seret Nehri cihetindeki köprünün tahrîb olunamaması esbâbına dâir taraf-ı vâlâ-yı serdâr-ı ekremîden gelen telgraf takdîm olundu. Hobart Paşa bugün Dersa‘âdet’e avdet etmiş olduğundan suâl-i âlî üzerine bi’l-vâsıta huzūr-ı hümâyûna arz ettiği ma‘lûmâta nazaran, mezkûr köprünün adem-i hedmiyle berâber, Rusya’nın oralara torpil koymasına ve vapurlar geçirmesine Kalas ve İbrâil’i müdâfa‘a edecek sefîne-i harbiyye olmaması ve emr-i müdâfa‘anın Kalas ile Tolça arasına hasr edilmesi maddeleri sebeb olup, bu dahi sene ile Kalas beyninde bir zırhlı olmasından neş’et ederek, eğerçi muahharan bir zırhlı daha gönderilmiş ise de Dersa‘âdet’ten pek geç gelmiş ve bu taraftan dahi Rusya askeri bilâ-hâil Tolça’ya doğru ilerleyerek, askerini ta‘biye ve mühim mevki‘leri toplarla muhâfaza eylemiş olduğundan, köprünün bozulmamasına serdâr-ı müşârun-ileyhin beyân ettiği mütāla‘ât sebeb olsa bile torpil vaz‘ının ve küçük vapurlar naklinin men‘ olunamamasına dahi kuvve-i berriyye ve bahriyyece adem-i mübâlât bâ‘is olmuş olduğundan, dâirelerinden îzāhât istenilmesi irâde buyurulmakla, ol bâbda. Fi 17 Rebîülevvel sene 1294
(Sa‘îd)
[250]
İşte i‘lân-ı harbin vukū‘uyla harekât-ı hasmâne dahi henüz baş göstermekte olduğu eyyâmda, saltanat-ı seniyye-i Osmâniyye’nin sūret-i tedâbîri ber-minvâl-i muharrer âsâr-ı resmiyye ile meydâna konulup, hâlbuki nazar-ı dikkat ve ehemmiyyetten uzak tutulmaması lâzım gelen mevâd yalnız tertîbât-ı askeriyyeden ibâret olmayarak, ez-cümle muahharan âsâr-ı
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
157
fi‘iliyyesi de maa’t-teessüf görülmüş olduğu üzere, düşmanın menâfi‘-i harbiyyesini en ziyâde te’mîn edecek mevâddın birisi de Rumeli âsâyiş ve emniyyetini ihlâl kaziyyesi olacağından, bu nokta dahi nazar-ı dikkat-i hümâyûndan uzakta kalmayarak, Rumeli’nin îcâb eden yerlerinde idâre-i örfiyyenin i‘lânı ve ahâlî-i Hıristiyâniyye elinde bulunan eslihanın toplanması gibi tedâbîr dahi tavsiye edilmiş ise de nasılsa esliha-i mezkûrenin toplanmasına henüz vakit bulunamaksızın Ruslar Balkan’ı beri tarafa tecâvüze yol bulmuş ve binâen-aleyh yalnız Rumeli vilâyetleri vâlîlerine îsāl edilen şu vesāyâ-yı umûmiyyenin hükmünden istifâde olunabilmiş idi. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan] Rumeli Vilâyetleri Vâlîlerine “Bugünlerde ba‘zı garaz-kârânın Rumeli’de yer yer fesâd çıkarmak üzere teba‘a-i Hıristiyâniyyeyi ıdlâl ve İslâm ve Hıristiyân arasına ilkā-yı nifâk etmek esbâbını tehiyyeye çalışmakta oldukları tahkīk ve istihbâr buyurulmuştur. İşbu tasavvurât ve teşebbüsât-ı [251] fesâd-kârânenin âsârı her nereden baş gösterecek olsa, derhâl her tarafa sirâyet edip ve ateş-i mefsedet cesâmet kesb eyleyip teskîn-i mefsedete muvaffakiyyet hâsıl olsa bile, böyle bir hâlin zuhûru hasımânın elinde pek kuvvetli bir sened-i şikâyet ve i‘tirâz olarak, netîcesi Devlet-i Aliyye’yi âdetâ mevki‘-i tehlikeye ilkā edeceğine şübhe etmek iktizā etmez. Zîrâ el-yevm Devlet-i Aliyye’yi bunca müşkilâta uğratan mesâilin menşe’i Bosna ve Hersek ve Bulgaristan vukū‘âtı olup, bunlar dahi tahrîkât-ı hāriciyye ile vücûd bulmuş ise de me’mûrîn-i mahalliyye mütebassırâne hareket edip de fesâdâtı zuhûruyla berâber bastırmış ve daha evvelleri dahi hüsn-i idâreyi iltizâm edip de teba‘anın böyle ilkā’âta temâyüllerini teshîl edebilecek esbâbın menba‘larını sedd etmiş olaydılar, erbâb-ı agrâz ne kadar çalışmış olsalar, tervîc-i maksada imkân bulamazlar idi. Binâen-aleyh, gāyetü’l-gāye mütebassırâne ve ihtiyât-kârâne hareket edip evvelâ teba‘ayı tahrîk edenlerin te’sîr-i hiyel ü desâyisine mahal bırakmamış ve husūsen İslâm ve Hıristiyân arasında esbâb-ı nifâktan kemâliyle ihtirâz edip veya cehlen veyâhud ba‘zı menâfi‘-i müteharrisāneye teb‘iyyeten böyle bir hâle âlet olmak isteyenler, işitilir ve görülür ise onları tedâbîr-i münâsibe ile teşebbüslerinden men‘ etmek ve sâniyen vukū‘âtın vakt u zamânıyla Bâb-ı Âlî’ye ihbârında gaflet olunmamakla berâber, maddî ve fi‘ilî heyecân ve karışıklıklar görüldüğü [252] anda, gāyet âkılâne ve hakîmâne tedâbîr ile vazīfe-i me’mûriyyeti îfâ eylemek ferâizden olduğu gibi ahvâl-i hâzıra-i mühimme esnâsında herhangi me’mûr vazīfe-i mertebesini îfâda kusūr eyler ise fevka’l-âde bir vakitte ve belki mevki‘-i harbde vazīfesini îfâ etmeyenler hakkında mu‘ayyen olan mücâzâtı görmesi mukarrer olmakla ve sūret-i hâl-i vilâyât-ı sâireye dahi bildirilmekle, bâ-irâde-i seniyye taraf-ı sâmîlerine dahi teblîğ-i keyfiyyete ibtidâr kılındı.” Fi 19 Rebîülâhir sene 1294
(Sa‘îd)
158
AHMED MİDHAT EFENDİ
Harita 3: Anadolu cihetinde savaş. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 196-197.)
Resim 26: Kafkas cephesinde Rusların başlıca hedeflerinden olan Kars’ın 1877 senesindeki hâli. (Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 9.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
159
ALTINCI HAKĪKAT Muhârebenin Kısm-ı Evvel-i Gālibânesi Esnâsındaki Ba‘zı Teşebbüsât Saltanat-ı seniyye-i Osmâniyye’nin, işbu muhârebenin Rusya tarafından i‘lân olunması üzerine gösterdiği tavr-ı kabûl-kârâne ve mukāvemetperverâne bile âlemi hayrette bırakmış bir kaziyye olup, hele muhârebenin kısm-ı evveli öyle bir sūret-i gālibânede cilve-ger olmuş idi ki, bütün âlemin parmağı ağzında kalıp, Osmanlı devlet ve milletinin gösterdiği işbu eser-i hayât üzerine âlem âferîn okumuştu. Binâen-aleyh, cem‘iyle meşgûl olduğumuz işbu eser-i nâçizde, muhârebenin kısm-ı evvelini kısm-ı sânîsinden tefrīk etmek lâzım gelir. Ol kısm-ı sânîsinden ki onun dahi sūret-i vukū‘u sahîhen hayret-bahş-ı [253] ukūl-i enâm olduğunu ketme asla ihtimâl yoktur. Muhârebenin gerek kısm-ı evvel ve gerek kısm-ı sânîsi için atf olunacak nazarın, iki fer‘a inkısamı lüzûmu dahi tabî‘îdir. Zîrâ bu harb-ı azīm, Rumeli ve Anadolu gibi iki daru’l-harbde vukū‘ bulmuştur ki, ikisini birbirine mezc etmeye ihtimâl yoktur. Vâkı‘â Rumeli’ndeki harekât-ı askeriyyenin ehemmiyyeti, Asya cihetinde görülen harekâttan mukaddem ise de zamân cihetiyle Asya harekât-ı askeriyyesinde olan takaddüm, bu misillü âsârda daha ziyâde nazar-ı ehemmiyyet ve rüchâna alınmak iktizā eder. Asya askerinin ve bâ-husūs mühimmâtının nasıl bir nazar-ı ehemmiyyet ve himmeti celb edecek hâlde bulunduğu, yukarıda bi’l-münâsibe derc eylediğimiz çend kıt‘a tahrîrât meâlinden müstebân olmuştur. Ordu-yı mezkûr tertîbât-ı askeriyyesini ikmâl emrinde, Mâbeyn-i Hümâyûn tarafından Bâb-ı Âlî ve Bâb-ı Seraskerî’ye yazılan işbu tezkirede münderic îzāhât dahi ol bâbdaki ma‘lûmâtı ikmâl edebilir. [Mâbeyn-i Hümâyûn Tarafından Bâb-ı Âlî ve Bâb-ı Seraskerî’ye Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Ma‘lûm-ı vâlâları buyurulduğu üzere, dördüncü ordu-yı hümâyûn için eyâlât-ı mütecâvizeden müretteb olan asâkir-i mu‘âvenenin henüz mahallerinden hareket etmediği, Erzurum vâlîsi devletlü paşa hazretleriyle, me’mûren orada bulunan ser-yâver-i [254] şehriyârî sa‘âdetlü Mehmed Paşa’nın iş‘ârâtından
160
AHMED MİDHAT EFENDİ
müstebân olduğu gibi Erzurum’a gönderilmek üzere Trabzon’a çıkarılmış olan 24.000 sandık mühimmât-ı nâriyyenin her nasılsa gönderilemeyip yollarda kaldığı cümle-i tahkīkāt-ı âliyyeden olduğundan ve ahâlînin farz-ı cihâddan imtinâ‘ etmeyeceği delâil-i kesîre ve mesbûk olan hidemât-ı hamiyyet-mendâne ile ma‘lûm iken ordu-yı mezkûra henüz me’mûl bulunan derece şöyle dursun, elzem ve lâbüdd görünen mikdâr-ı asâkir-i mu‘âvene cem‘ine muvaffakiyyet hâsıl olamaması, teşvīkāt ve teshîlât-ı mukteziyyede vülâtın ve sâir me’mûrîn-i mülkiyyenin gaflet ve adem-i mübâlâtından başka bir sebebe mahmûl olmamak emr-i tabî‘î bulunduğundan, bu bâbda birkaç gün evvel vilâyetlere icrâ ettirilmiş olan teblîgāt-ı umûmiyye ile iktifâ olunmayıp, mevki‘lere asâkir-i mu‘âvene sevkine müsâ‘id olan Trabzon ve Canik ve Haleb ve Adana ve Diyârbekir ve Harput ve Musul ve Sivas ve Ankara vâlî ve mutasarrıflarına telgrafla te’kîdât ve tesrî‘ât-ı şedîde icrâ olunmasıyla berâber; çünkü muhârebe-i hâzıra muhârebât-ı mâziyyenin hiçbirine makīs olmayıp, Devlet-i Aliyye’ce mahz bir mes’ele-i hayâtiyye olarak, muvaffakiyyet hâlinde devlet nasıl bir mevki‘-i âlî tutacak ise aksi takdîrinde dahi mehâlik ve muhātarâtı hiçbir mazarrat ve mühlike ile tatbīk ve kıyâs olunamayacağından, ahvâl-i hâzıraya terettüb eden hidemâtında ve husūsen orduların [255] rûhu hükmünde olan asker cem‘i ve mühimmât ve zehāir nakli maddelerinde zuhûra gelecek teahhurâtın netâyic-i elîmesinin ve müsâmaha-kârâne hareket edenlere terettüb edecek eşedd ü a‘zam mes’ûliyyetin dahi işbu telgraflarla me’mûrlara anlatılması ve şu tenbîhâtla dahi kanâ‘at edilmeyip, bugünden sonra her vilâyet ve livâ mezkûr dördüncü ordu-yı hümâyûna ne târîhte ve ne mikdâr asâkir-i mu‘âvene gönderir ise derhâl telgrafla Dâhiliye Nezāreti’ne bildirmesinin ve Bâb-ı Âlî’den dahi Mâbeyn-i Hümâyûn’a arz-ı ma‘lûmât olunmasının usūl ittihāzı ve bir de ictimâ‘ edecek kuvvetin vukū‘ât-ı yevmiyye-i harbiyyenin ve muhârebât-ı vâkı‘adan istidlâlen, mühimmât-ı harbiyyeye âid sarfiyyâtın kayıdlarını ve muvâzenesini tutup bilâ-ifâte-i vakt, vesâtat-ı aliyye-i âsafâneleriyle Tophāne-i Âmire müşîriyyet-i celîlesine ikmâl-i kuvvet ve mühimmât bahsinde ihtārât-ı dâime icrâ etmek üzere, Bâb-ı Seraskerî’de erkân-ı harb zābitānı ile sâir muktedir ümerâdan mürekkeb bir meclis-i muvakkat teşkîli, şeref-müte‘allık buyurulan irâde-i seniyye-i cenâb-ı cihân-bânî iktizā-yı âlîsinden olarak, Bâb-ı Âlî’ye ve Bâb-ı Seraskerî’ye teblîğ-i keyfiyyet olunmakla, ol bâbda.” Fi 19 Rebîülevvel sene 1294
(Sa‘îd)
İşbu tezkire üzerine îcâb-ı hâlin icrâ kılınmış olması tabî‘î bulunmakla berâber, Mâbeyn-i Hümâyûn Başkitâbet-i Celîlesi tarafından dahi Anadolu vilâyât ve elviyesine şu telgrafnâme çekilmişti. [256]
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
161
[Mâbeyn-i Hümâyûn Tarafından Anadolu Vilâyet ve Livalarına Çekilen Telgrafnâme] Sūret-i Telgrafnâme “Erzurum’a gāyet serî‘ ve gāyet âcil bir zamânda süvâri asâkir-i mu‘âvene yetiştirilmesi ve gönderilecek askerin mikdârının ve târîh-i irsâlinin bildirilmesi, irâde-i seniyye-i cenâb-ı tâcdârî hükm-i âlîsindendir. Vazīfesinde kusūr eden me’mûrîn-i mülkiyyenin mevki‘-i harbde hizmetini îfâ etmeyenler hakkında, kānûn-ı askerî ile mu‘ayyen olan mücâzâtı, bilâ-istisnâ görmeleri bâ-irâde-i seniyye mukarrerdir.” Fi 25 Nisan sene 1292 (Sa‘îd) Rusların ilk hücûmlarında Bâyezid ve Ardahan’ı zabt u istîlâ edebilmiş olmaları, bir aralık nazar-ı dehşete çarpmış bir madde-i gayr-ı muntazıra olmuşsa da, bunun ba‘zı esbâb-ı askeriyyesi henüz der-dest-i tedkīk ve muhâkeme olarak, fakat ondan sonra tâ Rusya ordularının hudûd-ı hākānî hāricine çıkarılmasına kadar müncer olan tertîbâtın mâhiyyetini ol bâbda Mâbeyn-i Hümâyûn-ı cenâb-ı mülûkâneden yazılmış olan çend kıt‘a muharrerât îzāha kâfî olmakla, evvel-be-evvel onların dercine müsâra‘at kılındı. Bâyezid ric‘atine dâir Van vâlîsiyle sebkat eden muhābere-i âtiyye bu ric‘atin ol kadar büyük ehemmiyyet-i müdhişesi olmadığını isbât eyler. [Mâbeyn-i Hümâyûn ile Van Vâlîsi Arasında Cereyan Eden Haberleşme] Sūret-i Muhābere “Mukaddime - Hatlar muhāberât-ı âcile ile meşgûldür. Ta‘tīl [257] etmemek için yalnız suâle cevâb veriniz. S – Bâyezid’in istirdâdına dâir haber-i resmî var mı? C – Hayır. S - Bâyezid’de ne kadar esîr, kaç sandık cephāne, kaç top terk olunmuş? C – Bir nefer esîr verilmedi. İki top var idi, cephānesiyle çıkarıldı. Yalnız hastahānedeki birkaç nefer hekîm ve eczâcı bırakıldı. S – Bâyezid’den Van’a ne kadar asker geldi? Yollarda asker var mı, var ise ne mikdârdır? C – Asıl mevcûdu olan 1.080 piyâde ve altmıştan ziyâde süvâri maa-kâffe-i zābitān muntazaman ric‘at edip perâkendesi yoktur. S – El-yevm Van’da ne mikdâr asker var? Cephāneleri kaç sandıktır? C – 600’e karîb piyâde, bir bölük süvâri, altı top vardır. Cephāneleri cüz’î ise de kaç sandık olduğu şimdi mazbûtumuz değildir.
162
AHMED MİDHAT EFENDİ
S – Şeyh Abdullâh’ın ta‘ahhüdünden hâlâ eser yok mu? Aşâyirden asker cem‘ edemediniz mi? Mübâlâtsız me’mûrların mevki‘-i harbde vazīfelerini îfâ etmeyenler gibi mes’ûliyyeti bâ-irâde-i seniyye mukarrerdir. [258] C – Şeyhin henüz eseri buraya zuhûr etmemiş ise de te’kîdât-ı mütevâliyye ve me’mûrîn-i müte‘addide ile bi’l-isti‘cal, etrâftan külliyyetli asker gelmek üzere idüğü haber alınmaktadır. Lâkin yine me’mûrlar irsâliyle ta‘cîl olundu. Umûm-ı aşâyir askeri için mukaddemce her tarafa kol kol mütehayyizân-ı ümerâ sevk ve ez-cümle bütün Muş aşâyirini toplayıp, hemen azîmete bi’z-zât mutasarrıfı me’mûr kılındı. Hâsılı cansiperâne hizmette asla kusūr olunmazsa da, her tarafça esliha ve mühimmâta şiddetle muhtâcız. S – Bâyezid’den ric‘at eden askerin mikdârı 1.000 bu kadar haber verilmiş iken, şimdi mevcûd idüğü gösterilen mikdârdaki mübâyenet nedir? C – Bâyezid’den gelen asker tamâmiyle Bargiri Muş’unda ikāme olunup beriki mevcûd denilen ise nefs-i Van’daki askerdir.” Fi 26 Nisan sene 1293
Harita 4: Poti ve Batum. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 193.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
163
Ardahan Hezîmetini Müte‘âkib Taraf-ı Seraskerî’ye [Tezkire] “Ardahan hezîmeti hakkında Muhtâr Paşa’nın iki kıt‘a telgrafı, tezkire-i mahsūsa-i seraskerîleriyle berâber huzūr-ı âlîye arz olundu. Reviş-i hâle nazaran, Rusyalının Ardahan’ı istîlâ etmesi üzerine ittihāz eyleyeceği hareket-i askeriyye, ya Erzurum veya Batum üzerine yürümekten ibâret olmak iktizā edip, Batum’un kuvve-i askeriyyesinin hâl-i müdâfa‘a için derece-i [259] kifâyede olduğu evvel ü âhir taraf-ı vâlâ-yı dâverânelerinden ifâde olunmuş ise de bunun adem-i kifâyeti hakkında kumandan paşa ile oraya vâsıl olan Tiflis başşehbenderinin ihtārâtı ve muahharan çend imzā ile alınan telgrafın mündericâtı müttehid olduğu gibi düşmanın Ardahan üzerinden geçecek kuvveti, Batum’daki askeri ile birleşecek olur ise, mukāvemet esbâbı daha ziyâde ağırlaşacağından ve eğer Erzurum’a doğru teveccüh edecek olur ise oranın mevcûd-ı kadîmi 3.000 bu kadar nizāmiyye ve redîf neferâtından ibâret olup, geçende gönderilen on taburun kısm-ı küllîsi dahi Muhtâr Paşa fırkasına ve Kars ile Erzurum arasındaki diğer bir fırkaya iltihâk etmekle, bunların sūret-i muntazama ve âcilede geri çekilebilerek Erzurum’u ric‘at-gâh-ı umûmî ittihāz edebilmeleri imkânında dahi ezhân mütereddid olduğundan, bu hâller üzerine ittihāz olunacak tedâbîrin dakīka-i vâhide zıyâ‘ına bile ehemmiyyet-i hâl u zamân mütehammil olmadığı ve el-yevm Kars’ta mütehaşşid asker epeyce bir kuvvet ise de bunun ta‘arruzī harekete iktidârı ve gerek Ahmed Muhtâr Paşa fırkasının ve gerek diğer birkaç fırka-i kalîlenin cümleten bir yere gelip düşmanı bir meydân muhârebesine da‘vete muktedir olabilmeleri dahi adîmü’l-imkân gibi görüldüğü cihetle, husūsāt-ı muharrere hakkında mütāla‘ât ve tedâbîr-i aliyye-i sipehdârîlerinin serî‘an ve âcilen beyân olunması, [260] irâde-i seniyye-i cenâb-ı pâdişâhî iktizā-yı âlîsindendir, ol bâbda.” Fi 8 Mayıs sene 1293
(Sa‘îd)
Ardahan’dan Sonra Asya Askerinin Tertîbâtına Dâir Bâb-ı Âlî’ye Tezkire “Dördüncü ordu-yı hümâyûnun ahvâl-i askeriyye-i mahalliyyesi hakkında, fi 15 Nisan sene 1293 târîhinde Erzurum vâlîsi ile icrâ kılınan muhābere cevâblarının bir fıkrasında, Ardahan’da on altı tabur asâkir-i mu‘âvenenin 1.200 kişiden ibâret olduğu tahakkuk ettiğinden, iş‘âr-ı sâbıkın nefsü’l-emirde adem-i muvâfakatini ihtāren, Ahmed Muhtâr Paşa hazretlerinin mevki‘-i hâzırı, ahvâli hâzıra-i cünûdiyyesinin sūret-i umûmiyyede tahkīk ve iş‘ârına müsâ‘id olmamasından nâşî, el-hâletü hâzihî ordu-yı hümâyûn-ı mezkûrun, mevâki‘-i ma‘lûme-i tedâfü‘iyyesinde mevcûd bulunan kuvve-i askeriyyenin mikdâr-ı sahîhi ile envâ‘ını isti‘lâmen vâlî-i müşârun-ileyhe keşîde edilen telgrafın ve ona alınacak cevâbın hâlleri, bâ-irâde-i seniyye savb-ı sâmî-i sadâret-penâhîlerine irsâl kılındı. Meâl-i cevâbdan anlaşıldığı ve teshîl-i mütāla‘a için ayrıca tanzīm ve ib‘âs kılınan cedvelden dahi müstebân olacağı üzere, nizāmiyye ve redîf ve mu‘âvene olarak ordu-yı mezkûrun mevcûdu 64.580 neferâttan ibâret olup mahâll-i muh-
164
AHMED MİDHAT EFENDİ
telifedeki asâkir-i muhtelife ki Şeyh Abdullâh Efendi’nin ma‘iyyetinde [261] olan 7.000 ve Muhtâr Paşa ma‘iyyetiyle Eleşkird’de bulunan 3.000 kişiden bunlar tenzîl olunduğu ve Kars’taki nizāmiyye taburlarının mevcûdu olan 17.400 nefer dahi kezâlik tarh kılındığı hâlde, redîf ve nizāmiyye olarak bakiyye-i kuvvet 37.000 kişi derecesinde kalıp, onun da Muhtâr Paşa refâkatinde bulunan 9.000 neferi tenzîl olunduğu hâlde, Ardahan’dan ric‘at ve avdet eden maa-zābit 3.500 nefer dahi dâhil olmak üzere, Anadolu’nun umûm-ı mevâki‘-i müdâfa‘asının, ya‘ni Oltu ve Köprüköyü ve Gürcü Boğazı ve Deveboynu ve Erzurum gibi hatt-ı harbde vâki‘ altı mevki‘ ile diğer bir iki yerin muhâfaza ve gelecek düşmana müdâfa‘a olunması, 28.000 neferden mürekkeb olan müteferrik kuvvetlere münhasır kalıyor. Bu kuvvetlerin müfredâtı dahi telgraf müeddâsından ma‘lûm-ı âlî-i dâverâneleri olur. Asâkir-i mevcûdenin şu mikdârdan ibâret olmasının esbâbına gelince; Bosna ve Hersek ve İşkodra ve ahīran Tuna’nın nikāt-ı cesîme ve mütenevvi‘asında ve Batum ciheti ile dördüncü ordu dâhilinde ve devâir-i harbden hāric mahallerde, devletin tahşîd ettiği asâkir cedvelleriyle sâbit olduğu üzere 600.000’e karîb olup Tırhala ve Yanya ve Bağdad ve Girid’de bulunan askerin mevâki‘-i harbiyyeye nakl u sevk olunamamasını istilzâm eyleyen esbâb-ı mühimme dahi meydânda olduğundan, şu hâller hulâsa olununca, Devlet-i Aliyye cem‘-i asker [262] husūsunda makdûr olduğu mesâ‘îyi bi’t-tamâm icrâ etmiş ve hattâ el-yevm mevâki‘-i harbiyyede mütehaşşid kuvve-i cünûdiyyenin kısm-ı a‘zamını dahi i‘lân-ı muhârebeden bir iki gün evvel pîş-i nazar-ı dikkate alınan esbâb-ı hazm ve ihtiyâta mebnî cem‘ u tahşîd eylemiş, ya‘ni dâire-i imkân dâhilinde her ne lâzım ise cümlesini îfâ eylemiş olmasıyla, Anadolu kıt‘asındaki asâkirin mikdârının mertebe-i kifâye ve matlûbeye gelmemesine, sebeb-i müstakil olan hâl içinde bulunduğumuz müşkilât-ı mâliyyeden gayrı bir şeye haml olunamaz ise de şu ihtiyâca binâen, kuvve-i askeriyyeyi müdâfa‘aya kifâyet edemeyecek derecede bırakmak dahi câiz görünmez. İleride bir hatar ve tehlike vukū‘unda hükûmet-i seniyye def‘-i sāil için ettiği tedâbîr-i mümekkineye istinâden isbât-ı berâat edeceğinden, bu bâbda eser-i ağrâz olarak vukū‘a gelecek i‘tirâzātın hükmü olamaz ise de mazarrât-ı maddiyye ve lisân-ı nefsü’l-emirden işitilecek i‘tirâzāt-ı ma‘neviyye kābil-i def‘ u redd olamayacağını ve binâen-aleyh dördüncü ordunun ahvâl-i meşrûha-i askeriyyesi hakkında tekrâr i‘mâl-i efkâr olunmak lâzım geleceği cihetle, yarınki pazartesi günü Bâb-ı Seraskerî’ye azîmetle Meclis-i Askerî, taht-ı riyâset-i aliyye-i sadâret-penâhîlerinde akd olunarak, zikr olunan telgraflarla cedvelin ve tahkīkāt ve mütāla‘ât-ı seniyyeyi mutazammın olan işbu tezkire-i mahsūsanın kırâatiyle, mevâki‘-i mezkûrede asker kâfî midir [263] değil midir, burası arīz u amīk tedkīk olunarak, adem-i kifâyeti anlaşıldığı hâlde ikmâl-i ihtiyâc için her ne yapılmak iktizā eder ise, suver-i icrâiyyesinin bâmazbata arz u ifâdesi şeref-müte‘allık buyurulan irâde-i seniyye-i cenâb-ı zıllullâhî muktezā-yı celîlinden olmakla, ol bâbda.” Fi 28 Cemâziyelevvel sene 1294
(Sa‘îd)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
165
Ba‘zı Mahallerin Tahkîmine Dâir Erzurum Vâlîsine Telgraf “Deveboynu ve Gürcü Boğazı istihkâmları hâlâ bitmedi mi? Bitmedi ise noksānı ne kadar zamânda ikmâl olunur? Serî‘an şifre olunarak iş‘ârı ve Erzurum’un mahfûziyyeti bu istihkâmların yapılmasına mevkūf olduğunu size ta‘rîfe hâcet olmadığından amelesi çoğaltılıp ve geceli gündüzlü çalışılıp ve üzerlerinde muktedir nâzırlar bulundurulup, bunların hemen şu birkaç gün zarfında bitirilmesi irâde-i kat‘iyye iktizāsındandır. Şurası da ma‘lûmdur ki, bu istihkâmların mevki‘i düşmanın tazyīk edemeyeceği noktalarda olmaz ve ameliyyâtına ehemmiyyet verilmeyip de çabuk bitirilmek maksadıyla yapılarak tamâmiyle müdâfa‘a hâline varmaz ise çekilen zahmetler hebâ olacağından, bu husūsa dahi dikkat olunmalıdır.” Fi 25 Mayıs sene 1293
(Sa‘îd)
Sivas ve Ma‘mûretü’l-azîz’e Telgraf “Kiracı ve ahâlî hayvânı ve arabaları toplanılıp Erzurum’a erzâk yetiştirilmesinde ikdâmât-ı mâ-lâ-nihâye icrâsı [264] bâ-emr u fermân-ı hümâyûn teblîğ olunur. Ehemmiyyet-i hâl muhtâc-ı tafsīl değildir.” Fi 26 Mayıs sene 1293
(Sa‘îd)
Haleb Vâlîliğine [Telgraf] “Haleb’den müretteb develerden noksān kalanların sür‘at-i irsâli bâ-emr u fermân-ı hümâyûn beyân olunur. İşin müsta‘celiyyet ve ehemmiyyetini beyâna hâcet yoktur.” Fi 26 Mayıs sene 1293 Diyârbekir Vâlîliğine [Telgraf] “Haleb’den Diyârbekir’e gelen develerin sür‘at-i lâzıme ile Erzurum’a yetiştirilmesi irâde-i seniyye hükm-i celîlindendir. Müşîr Paşa ma‘iyyetindeki fırka-i askeriyyenin harekât-ı sâlimesi, bunların vürûduna merbûttur.” Fi 26 Mayıs sene 1293
(Sa‘îd)
Diyârbekir Vilâyetine [Telgraf] “27 Mayıs târîhli telgrafınız manzūr-ı hümâyûn-ı hazret-i pâdişâhî buyuruldu. Zehāir ve erzâk-ı mürettebenin irsâli hakkında vâki‘ olan ikdâmınız bâ‘is takdîr-i âlî olmuştur. Şimdiye kadar gönderilen asâkir-i mu‘âvenenin mikdârı 5.000’e vardığı beyân olunuyorsa da, Erzurum’dan gelen haberler, bunların
AHMED MİDHAT EFENDİ
166
adem-i vürûdunu mübeyyin olup, bu hâlde çıkarılan askerin yollarda ziyâde tevakkuf ettikleri anlaşıldığından, şu teahhurun ber-taraf olmasına teşebbüs olunması ve süvâri-i asâkir-i mu‘âvene tertîbi hakkında olan tedbîrin pek musīb ve mütenâsib olup bunların şu bir iki [265] hafta içinde Erzurum’a yetişecek olur ise süvârisizlikten terettüb eden muhātara-i ma‘lûmeyi tahfîf etmiş olacağından, ne yapılır ise yapılıp, işbu atlıların esra‘ ve eyser zamânda Erzurum’a yetiştirilmesi emr u fermân-ı hümâyûn îcâb-ı âlîsindendir. Develer için Bağdad ve Haleb vilâyetlerine icrâ-yı te’kîdât olundu.” 27 Mayıs sene 1293
(Sa‘îd) Bağdad Vilâyetine [Telgraf]
“Dördüncü ordu-yı hümâyûn için Bağdad’dan müretteb develerin serî‘an ve âcilen yetiştirilmesi irâde-i seniyye iktizā-yı münîfindendir.” Fi 27 Mayıs sene 1293
(Sa‘îd)
Haleb Vilâyetine [Telgraf] “Dördüncü ordu-yı hümâyûn için Haleb’den müretteb develerin ne kadar sür‘at kābil ise ol kadar acele ile yetiştirilmesi ve şimdiye kadar ne mikdâr deve gönderildiğinin iş‘ârı bâ-irâde te’kîd olunur. Ve bu bâbda gönderilen telgrafa cevâb vermediniz. Vesâit-i nakliyye, ordunun esbâb-ı hayâtiyyesinden olduğundan, bu maddede teahhur vukū‘u bi’t-tabi‘ mes’ûliyyeti dâ‘î olur.” Fi 27 Mayıs sene 1293
(Sa‘îd)
Erzurum Vâlîsine [Telgraf] “Ma‘lûm-ı âlîleri olduğu üzere, Rusyalılar şimdi Kars’ı tazyīk etmek istiyorlar. Müşîr Paşa’nın gerek Kars’a imdâd [266] etmesi ve gerek başka taraflara ilerlemesi veyâhud ki bulunduğu mevki‘i muhâfaza eylemesi, Erzurum’dan taleb ettiği arabalarla erzâkın yetiştirilmesine mütevakkıftır. Bunlar gönderilmediği hâlde vukū‘a gelecek hatar meydândadır. Fi 25 Mayıs sene 1293 târîhli telgraflarının zeylinde, arabaların tedâriğine dâir olunan teşebbüsât, vazīfe-i me’mûriyyete muvâfık görüldü. Fakat muhârebenin i‘lânından şimdiye kadar vesâit-i nakliyye gibi en lâzım olan şeyler hâzırlanmayıp da bunların daha şimdiden tehiyyesine çâre aranılmasına teessüf buyuruldu. Hâl ne kadar vahīm görülüyor ise mes’ûliyyeti dahi o kadar ağırdır. Gerek arabalarla erzâkın yetiştirilmesinde ve gerek Gürcü Boğazı ve Deveboynu istihkâmlarının bir gün ve belki bir sâ‘at ve bir dakīka evvel bitirilmesinde vüs‘-i beşerin muktedir olduğu mesâ‘înin îfâ olunması, emr u fermân-ı hazret-i zıllullâhî muktezā-yı münîfindendir.” Fi 28 Mayıs sene 1293
(Sa‘îd)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
167
Kastamonu’ya Cevâb “Teşvīkāt tamâmiyle icrâ olunsa, Kastamonu vilâyetinden ziyâde süvâri ve mükârî hayvânı çıkar. Ahâlî-i sādıka muhâfaza-i hukūk-ı devlet için kabûl olunan muhârebede mâlen ve bedenen fedâkârlıktan çekinmezler. Ve hizmeti, vazīfei hamiyyet ve vatan-perverî iktizāsınca canlarına minnet add ederler. Bu bâbda âsâr-ı muvaffakiyyet görülmez ise hükûmetin teşvīk ve terğībinde [267] kusūrundan neş’et eder. Binâen-aleyh meslek-i gayret-kârînizde devâm ve az müddet içinde Erzurum’a külliyyetli süvâri ve mükârî hayvânı yetiştirmeğe ikdâm olunması me’mûren teblîğ olunur. Ordu-yı hümâyûnun harekât-ı sâlimesi, vesâit-i nakliyyeye merbûttur. Bu emr-i mühimde gayret-i memdûhiyyet ve mükâfâtı müstelzimdir.” Fi 31 Mayıs sene 1293
(Sa‘îd)
Haleb Vilâyetine [Telgraf] “Dünkü telgraflarında Haleb’den Diyârbekir’e gönderilen develerin 2.000’e bâliğ olacağı ve daha ne mikdâr taleb olunursa gönderileceği yazılmış idi. Hâlbuki Diyârbekir vilâyetinden alınan telgraftan, dünkü güne kadar Haleb’den oraya giden develerin 535 re’s olduğu anlaşıldı. Bu münâsebetle sebebi istifsâr ve ikdâmât-ı fi‘iliyyenin lüzûmu tekrâr olunur.” Fi 31 Mayıs sene 1293 (Sa‘îd) İşbu teblîgāt ve teşvīkāt-ı seniyye üzerine, her tarafça iktizā-yı hâlin icrâsına müsâra‘at kılınarak nikāt-ı lâzıme tahkîm edildiği gibi Gāzî Muhtâr Paşa hazretleri dahi Asya askerinin tanzīm-i ahvâliyle ikmâl-i tertîbâtına himmetten geri durmayarak, el-hakk gāyet mâhirâne manevralar ile düşmana mukābeleye başlayıp Ardahan’ı istîlâdan sonra, Bâyezid’i de istîlâ ve Kars’ı muhâsara ile Erzurum üzerine doğru yürümeye başlamış olan [268] düşman, taraf taraf mağlûb olmuş ve Gāzî Muhtâr Paşa’nın önü sıra ric‘at eyleyen Rusya kolordusu Kars’ı da terk ile Ani harâbesi ve Arpa Çayı taraflarına çekildiği gibi Erzurum vâlîsi İsmâil Paşa’nın önü sıra ric‘at eden kolordu dahi Bâyezid’i terk ederek, Revan hudûdundan içeriye girmiştir. Eğer İsmâil Paşa’nın tertîbât-ı seferiyyesi mükemmel ve hele lüzûmu olan akçeye vakt u zamânıyla dest-res olsa idi, Rusya’nın Revan şehrini zabt edeceği dahi me’mûl olduğu Mâbeyn-i Hümâyûn tarafından Bâb-ı Âlî’ye yazılan tezkire-i âtiyyeden müstebân olur. [Rusya’nın Revan Şehrini de Zabt Edebileceği Hususunda Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Erzurum vâlîsi hazretlerinden alınan telgrafnâme, bâ-irâde-i seniyye savbı sâmî-i sadâret-penâhîlerine irsâl kılındı. Meâlinden müstebân olacağı vechile,
AHMED MİDHAT EFENDİ
168
müşârun-ileyh refâkatinde bulunan fırka-i askeriyyenin Bâyezid ciheti hudûdundan düşmanı tard u def‘e muvaffak olduğu gibi fırkanın ihtiyâcât-ı mübremesi tedârik olunduğu hâlde, Revan’a kadar tecâvüz te’mîn olunmakla berâber, mühimmât ve levâzımın memâlik-i İraniye’den mübâya‘ası mecbûriyyetinde bulunmasından dolayı, sikke-i hālisaya pek ziyâde beyân-ı ihtiyâc olunmuş olup, lüzûmu olan paranın tedâriği şu sırada müte‘assir olsa bile fırka-i mezkûrenin şimdiye kadar vukū‘ bulan mesâ‘îsini semeresiz bırakmamak ve Asya cihetince olsun ta‘mîr-i hatī’âta medâr olmak [269] için her ne yapılır ise yapılıp, lüzûmu mikdâr akçenin hemen tertîb ve irsâli ferâizden bulunmuş olduğundan, ol vechile iktizāsının icrâsı, irâde-i seniyye-i cenâb-ı mülûkâne iktizā-yı âlîsinden olmakla, ol bâbda.” Fi 7 Receb sene 1294
(Sa‘îd)
Maa-hâza, Revan hudûdundan içeriye girmiş olan düşman askeri arkasından İsmâil Paşa dahi hudûdu tecâvüze muvaffak olmuş ve düşmanın ilk istîlâsına nazaran, şu muvaffakiyyet dahi şâyân-ı teşekkür mevâddan bulunmuştur. Asya cihetinden düşman ilk hamlesinde, Ardahan’ı, Bâyezid’i zabt edip de Erzurum üzerine doğru dahi yürümeye başladığı hâlde, edilen teşvīkāt ve gösterilen ikdâmât sâyesinde yüz geri ettiği müddet içinde Rumeli cihetine de tevcîh-i nazar-ı teftîş edildikte görülür ki, Seret köprüsünün hedm ü tahrîbine muvaffakiyyet hâsıl olamaması üzerine, Rusyalı, Eflak yakasınca olan harekâtını dilediği gibi icrâ edip bir yandan tâ Kalafat’a kadar kol atmakla berâber diğer taraftan dahi Tuna mansıblarını tutmak ve bizim için harekât-ı nehriyyeyi imkânsız bırakmak üzere, Tuna’nın îcâb eden mahallerine torpiller vaz‘ına ve Tolça’yı tehdîde başlamıştı. Rumeli taraflarının isti‘dâd-ı siyâsîsi Asya cihetine makīs olmayıp oralarca nice mehâzîr-i askeriyyenin def‘i zımnında [270] evvel-be-evvel idâre-i örfiyye vaz‘ıyla tehlikeli ahâlî yedinde bulunan eslihanın toplattırılması ve sâir esbâb-ı ihityâtiyyeye müsâra‘at kılınması lâzıme-i hâlden olmakla, bu keyfiyyet taraf-ı eşref-i pâdişâhîden sūret-i mahsūsada olarak ihtār buyurulmuş ise de idâre-i örfiyye kānûnunun bir iki maddesi Hey’et-i Meb‘ûsân ve Hey’et-i Vükelâ’ca muhtelefün-fîh olduklarından, bunun kānûniyyetinden bir zamâna kadar istifâde edilemememiş idi. Muahharan Rusların tecâvüzâtıyla zâten fırsat arayan Bulgar eşkıyâsı tarafından nice mezālim îkā‘ edilmesi üzerine, artık kat‘iyyen tahakkuk ve ta‘ayyün eylediğinden ve Süleyman Paşa’nın idâre-i mezkûreyi ta‘cîliyle berâber, Kānûn-ı Esâsî hükmünce esbâb-ı mübreme üzerine Hey’et-i Meb‘ûsân’ın ictimâ‘ıyla verilecek karâra kadar, bâ-irâde-i seniyye neşr olunan husūsātın kānûn hükmünde telakkī edileceği dahi cânib-i Mâbeyn-i Hümâyûn’dan bir tezkire-i mahsūsa ile ihtār kılındığından, bu idâre-i mukteziyye muahharan taraf taraf i‘lân olunmuş ve çi-fâide ki bu hâlde edilecek istifâde biraz teahhur eylemiştir.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
169
Şu hâlde düşmanın ilk hareket-i tecâvüziyyesi Putbaşı nâm mahalle vukū‘ bulmakla, bu keyfiyyet Dersa‘âdet’e aks eder etmez taraf-ı zî-şeref-i hazret-i pâdişâhîden derhâl keyfiyyet isti‘lâm ettirilmiş ve hareket-i mezkûre hakkında taraf-ı serdâr-ı ekremîden îzāhât-ı lâzıme alınmıştır ki keyfiyyet ber-vech-i âtî derc olunan iki kıt‘a [271] tahrîrâttan müstebân olur.
Resim 27: İbrâil Köprüsü.(Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 225.)
İşbu Mürûru Mübeyyin Mâbeyn-i Hümâyûn’a Gelen Telgrafın Üzerine Sadârete Hitāben Yazılan Zahriyye “Putbaşı’nda bir zırhlı bulundurulur idi. Onun tarafından müdâfa‘a olunsa idi, düşmanın İbrâil’den beri tarafa geçmeye muktedir olamayacağı hātıra gelir ve geminin ateşi şâyed tutmamış ise Putbaşı’nda pek cüz’î kara askeri bulunsa, sandalları takarrübden men‘ edip, belki cümlesini nehre dökebilir idi. Hâlbuki Ruslar bilâ-hâil Putbaşı’na gelip kömür depolarını ve binâları ihrâk etmiş olduklarından, bu hâlde ya orada ne gemi ve ne asker bulunduğu veyâhud kuvvet var ise de müdâfa‘aya girişilmediği anlaşılıyor. Bunların herhangisi sahîh ise şâyân-ı teessüf bulunduğundan ve şu misâle bakılır ise Tuna’nın tuğyânı gibi ba‘zı mevâni‘ bertaraf olduktan sonra düşman askeri pek kolaylıkla Tuna’yı tecâvüz edeceğinden, buraları taraf serdâr-ı ekremîye tefhîm ve mütāla‘âtı suâl buyurulmak, irâde-i seniyye-i mülûkâne iktizā-yı âlîsindendir, ol bâbda.” Fi 7 [boşluk] sene 1294
(Sa‘îd)
AHMED MİDHAT EFENDİ
170
Bu Bâbda Bi’l-istîzāh Serdâr-ı Ekremin Cevâbı “Putbaşı’na 200 kadar düşman askeri geçip oradaki kömür ile ebniyeye ateş verdiği Tolça mutasarrıflığından bildirilmesi üzerine, bu bâbda îzāhât i‘tāsını âmir-i telgrafnâme-i sâmîleri [272] alındı. Putbaşı denilen mahal, Maçin’den iki sâ‘at kadar aşağıda ve İbrâil’in karşısında bir iskeleden ibârettir. Maçin’de bir tabur askerle iki top bulunup akdemce mezkûr taburdan karakol hey’etinde olarak Putbaşı’nda bir iki bölük ikāme edilip ve sefâin-i bahriyyeden vapurlar bulundurulur idi. Şimdi mezkûr mahallin her tarafını savb-a-savb yalnız Tuna kenârında gāyet dar ve tehlikeli bir yol kaldığı ve sâlifü’z-zikr İbrâil istihkâmlarına vaz‘ olunan toplardan mezkûr iskelede adam barındırılmak mümkün olamadığı cihetle, vapurlar bi’z-zarûre daha yukarıya çekildiği gibi karakol bölükleri dahi Maçin’e alınarak mezkûr dar yolun müdâfa‘asına tahsīs edilmiştir. Geçen gün birtakım asâkir-i mu‘âvene Maçin’den karşı tarafa geçirilerek, oradaki düşman karakollarını itlâf ve birtakım balıkçı hānelerini tahrîb ettikleri gibi düşman dahi toplarının muhâfazası altında olmak üzere, Putbaşı’na adam geçirip orada terk edilen biraz kömür ile iskele beklemesine ateş vermiş ve vukū‘ât-ı mebhûse bundan ibâret bulunmuştur. Düşmanın Tuna’dan mürûrunun bahsine gelince; arz u beyâna hâcet olmadığı üzere, Tuna sevâhili Vidin’den Karadeniz’e kadar 150 sâ‘at mümted olup, bu mesâfenin her noktasında düşmanın tecâvüzünü men‘e kâfî kuvve-i askeriyye bulundurulmak muhâl olduğu gibi sefâin-i harbiyyenin mikdârı dahi [273] bu nisbette dûn bulunduğundan, Putbaşı’na geçtiği vechile sâir mahalle dahi mürûruna mümâna‘at olunamayacağı gibi bunun için suların azalmasını beklemeye hâcet olmayıp, fakat bu sūretle geçmek esâslı bir tecâvüz olmadığından hiçbir ehemmiyyeti yoktur. Binâen-aleyh, asıl kuvve-i külliyyesiyle hakīkī olarak tecâvüz etmesi melhûz olan mahallerin müdâfa‘asına ikdâm olunmak îcâb edip, ancak Dobruca kıt‘ası zâten hâl-i tedâfü‘îye vaz‘ olunamadığı ma‘lûm olduğu ve düşmanın en ziyâde tecâvüze çalışması melhûz olan yer Rusçuk ile Vidin aralarında olmak lâzım gelip, oralarda ise metîn bir kal‘emiz yâhud düşmanı meydân muhârebesiyle karşılayacak bir kuvve-i askeriyyemiz bulunmadığından, asıl câ-yı ihtirâz olan cihet işte budur. Maa-mâ-fîh, yine herhâlde imkân derecesinde elden geldiği kadar müdâfa‘aya ikdâm olunarak her türlü fedâkârlıktan geri durulmayacağını arz ederim.” Zeyl “Muahharan Putbaşı denilen mahallin her tarafını ve mezkûr dar yolu dahi su bastığı ve hattâ bizim taraf karakollarından bir iki hayvân boğulduğu, şimdi Dobruca kumandanlığından alınan telgrafta ve orada kalmış olan kömür dahi hesâbça 400 kantardan ve bunun su ve topraktan ibâret olduğu, [274] bahriye kumandanlığından bildirilmiştir.” (Abdi)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
171
Düşman tarafında görülen işbu eser-i ta‘arruz ve alınan ma‘lûmât-ı sâireye göre düşmanın Eflak tarafına cem‘ eylediği kuvvette anlaşılan kesret ve vefret Rumeli tertîbâtını bir kat daha ikmâli istilzâm eylemekle ve hâlbuki öte tarafta Karadağlıların tekrâr eyledikleri harekât-ı isyâniyye ise üç büyük kolordumuzu işgāl etmekte bulunmasıyla, şu işin biran evvel önü alınarak asâkir-i mezkûreden dahi bir kısmının Tuna cihetine veya sâir îcâb eden mevâki‘e irsâli fevâid-i külliyyeyi müstelzim olacağı nezd-i şehen-şâh-ı dekāyık-iktinâhta ma‘lûm olarak, keyfiyyet iki kıt‘a telgrafnâme ile Karadağ üzerinde bulunan ordular kumandanlarına tavsiye ve iş‘âr kılınmış ve işbu telgrafnâmeler dahi bu hakīkatin gavâmızını şerhe kâfî bulunmuş olduğundan, ber-vech-i âtî aynen derc olundular.
Resim 28: Tuna’dan Simnitza’ya geçiş. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 257.)
[Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Karadağ’daki Ordular Kumandanlarına Gönderilen Telgraf] Sūret-i Telgraf “Fi 2 Mayıs târîhli telgrafnâmelerinden müstebân olan mukaddime-i muvaffakiyyeti pâdişâhımız efendimiz pek ziyâde takdîr buyururlar. Ma‘lûm-ı devletleridir ki Karadağ isyânının Rusya muhârebesine merbûtiyyet-i külliyyesi vardır. Dağlıların bunca zamândan beri ve husūsen şu harb esnâsında Devlet-i Aliyye’nin üç kol fırka-i askeriyyesini işgāl etmeleri, Rusya için bir muhârebe ile [275] kazanılmış muzafferiyyet kadar fâidelidir. Düşman-ı umûmîyi bu fâideden
172
AHMED MİDHAT EFENDİ
mahrûm etmek ise Karadağ’a me’mûr kuvve-i askeriyyenin bu def‘a himmetinizle hâsıl olan muzafferiyyetin netâyicini ta‘cîl ile Karadağ mes’elesini ortadan kaldırmaya mütevakkıftır. Bu emrin husūlüne vâsıta olacak kumandan şu sırada saltanat-ı seniyyeye en büyük hizmet eder ve mükâfât-ı maddiyyesinden başka târîhçe dahi büyük bir mertebe-i istihkāk kesb eyler. İşte şevket-meâb efendimiz, bu maksadın husūlünü hasīsa-i dirâyet ve fart-ı hamiyyetle muttasıf olan zât-ı müşîrîlerinden ümîd buyururlar. Asâkir-i şâhânenin her ferdine selâm-ı hümâyûnun teblîği ve ba‘demâ vekāyi‘-i harbiyyeye dâir Mâbeyn-i Hümâyûn’a doğrudan doğruya ma‘lûmât verilerek, vukū‘ât olmadığı günler dahi “Bugün vukū‘ât yoktur.” ibâre-i muhtasarasından ibâret birer telgraf keşîdesi, irâde-i seniyye iktizāsındandır.” Fi 25 Mayıs sene 1292
(Sa‘îd)
[Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Karadağ’daki Ordular Kumandanlarına Gönderilen] Diğer [Telgraf] “Karadağ mes’elesi tezebzüb hâlinde kaldıkça, üç büyük fırka-i askeriyye dâimâ bununla meşgûl olup da aranılan netîce-i kat‘iyye-i muzafferiyyet hâsıl olmadıkça, Rusyalının bundan pek ziyâde istifâde edeceği müsellemâttan olduğundan, mes’ele-i mezkûreye bir nihâyet verilmesi emrinde taraf-ı âlîlerine âid mesâ‘înin [276] sür‘at-i icrâsı fi 25 Mayıs sene 1293 târîhli telgrafla bâ-irâde-i seniyye savb-ı sâmîlerine ve diğer kumandanlar hazerâtına bildirilmişti. Ehemmiyyet ve müsta‘celiyyet-i maslahat cihetiyle, bu def‘a dahi Karadağ’a me’mûr olan fırkaların sūret-i hareketlerine dâir şeref-müte‘allık olan evâmir-i seniyye îzāh olunur. Beyâna hâcet olmadığı üzere, Dağlıların bundan evvel vâki‘ olan isyânı üzerine, şimdiki kadar kuvve-i askeriyye sevk olunmamış iken, gāile bi’nnisbe sühûlet ve sür‘atle bitirilmiş ve serdâr-ı ekrem ve Derviş Paşa hazretleri ma‘iyyetleriyle sevk edilen asker iki taraftan Karadağ’ın içine girip, hattâ Çetine’nin zabtı bile mertebe-i imkâna gelmiş idi. Gerçi zamânımız o zamân olmayıp Dağlılar şimdi nazariyyât-ı askeriyyede ilerlemiş ve mükemmel silâhlar tedârik etmiş ve her taraftan mu‘âvenet görerek muhāsamada sebâtı iltizâm etmekte bulunmuş iseler de, lehü’l-hamd asâkir-i şâhânenin iktidâr ve intizāmı dahi eski raddede olmayıp, husūsen fark-ı askeriyyenin adedce pek büyük farkı olduğundan ve birkaç aydan beri Dağlılar Sırplının mu‘âvenetinden külliyyen ve Dalmaçya muzāheretinden esâsen mahrûm olduklarından ve mes’elenin imtidâdına mebnî zarûret ve ihtiyâcları arttığından, el-yevm gönderdikleri bir şey var ise, mevki‘lerinin menâ‘atı olmak lâzım gelir. Mâdem ki askerimizin [277] adedce ihtiyâcı vefâ edeceği müsellemdir, muzafferiyyetin teahhuruna derûn-ı cebelde serbestçe hareket biraz müşkil olmakla berâber, mühimmât ve vesâit-i nakliyyece nekāyısı var ise onlar sebeb olmak lâzım gelip, hâlbuki edevât-ı nâriyyenin kifâyeti geçenki isti‘lâm üzerine gelen cevâblarla te’mîn olunmuş ve ikdâmât-ı ahīra üzerine civâr mahallerden hayli nakliyye hayvânâtı tedârik edilmiş olmasıyla, müşkilât-ı mevcûde münhasıran mevki‘in sarplığında kalıp onu dahi ahvâli mevzi‘iyyece şimdiye kadar vukū‘u tabî‘î olan tecrübelerle askerimizin sa‘bü’l-
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
173
mürûr yerlerde harekete alışması ber-taraf edilebilir. Bu hâlde evvelce kumandanlar beyninde muhāberât ve yek-diğerinin harekâtınca istıtlâ‘ât icrâsından sonra, Karadağ birgün ve bir zamân içinde her taraftan bi’l-ittihâd hasr u tazyīk edildiği takdîrde, Dağlılar bi’t-tabi‘ kuvvetlerini taksîme mecbûr olacakları gibi fırkaların ta‘arruzât-ı müttehidesine mukāvemete kifâyet edecek derecede her tarafta kuvvetleri olmamasına nazaran, ya muhârebe veyâhud ric‘at ile perîşân olacaklarından, asâkir-i şâhânenin ber-vech-i serbestî tecâvüz edecekleri zann olunuyor ve hattâ şimdiye kadar bunlara galebe edilememesi kumandanların birbirine haber vermeksizin harekât-ı muhtelifede bulunmalarından ve Dağlı’nın bir zamân içinde her cânibden sıkıştırılamamasından neş’et ettiğinde rivâyât ittihâd ediyor. [278] Binâen-aleyh diğer kumandan paşalarla bi’l-muhābere, ol sūretle ve hatt-ı ric‘atinizin tem’iniyle i‘mâl-i tedâbîr-i ihtiyât-kârâne ile tecâvüzî harekete dikkat ve müsâra‘at ve vukū‘âtın iş‘âr-ı sâbık vechile her gün telgrafla işâret kılınması emr u fermân-ı hümâyûn iktizā-yı âlîsindendir.” Fi 29 Mayıs sene 1293
(Sa‘îd)
Putbaşı ta‘arruzu işin zâten her cihetini en dakīk müfredâtına varıncaya kadar tefahhustan hālî bulunmayan zât-ı hazret-i pâdişâhîyi bir kat daha îkāz eylemiş bulunmasına ve Eflak tarafında bulunan düşmana mukābil evvelemirde görülecek tedbîr, düşmanın beri tarafa doğru vukū‘ bulacak ta‘arruzâtını vakt u zamânıyla haber almaya münhasır kalacağına mebnî, bunun için sevâhilde telgraf ve sâir esbâb-ı işârât olup olmadığını isti‘lâm ettirdikte, bu yolda tedârikâta henüz teşebbüs olunamadığının tahakkuk etmesi umûr-ı garîbeden ma‘dûd bulunmuş ve ol bâbda sebkat eden muhāberâtın hulâsası olarak, Mâbeyn-i Hümâyûn Serkitâbet-i Celîlesi tarafından Bâb-ı Âlî’ye yazılan bir kıt‘a tezkire, bu işin îzāhâtını hâvî olmakla aynen derc olunmuştur. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Rus Askerî Harekâtına Dâir Tezkire] Sūret-i Tezkire “Düşmanın Tuna’ya tecâvüzünde nikāt-ı mühimmede bulunan askerin vaktiyle haberdâr olması için mevâki‘-i lâzımeye telgraf hatları ve işâretler vaz‘ olunup olunmadığı bâ-irâde-i seniyye [279] taraf-ı vâlâ-yı serdâr-ı ekremîden suâl olunmuştu. Gelen cevâbın bir fıkrasında, evvelce istenilen hâvâî fişenklerin ta‘cîli irsâli beyân olunmakla, îcâbı bâ-irâde-i seniyye Tophāne’ye bildirildiği gibi Dersa‘âdet’e gelmiş olan telgraf müfettişinin veya onun yerine diğer münâsib bir me’mûrun irsâli, Telgraf Nezāreti’ne iş‘âr ve makine ve sâir telgraf edevâtının tehiyyesi isti‘câl kılınmış iken, bunların gönderilmesi şöyle dursun, yazılan telgrafa cevâb bile alınamadığı beyân buyurulmakla, nezāret-i mezkûrenin hareketi bâirâde-i seniyye takbîh olunup, o tarafa gidecek Şi‘âr-ı Nusret vapuruna tahmîlen bir hayli makine ve edevât dahi irsâl ettirilmiştir. Fakat telgraf nâzırı, bu bâbda
AHMED MİDHAT EFENDİ
174
serdâr-ı ekrem-i müşârun-ileyh hazretlerinden telgrafnâme almadığını beyân etmesiyle ve müşârun-ileyhin yazmadığı şeyi yazdığını beyân etmesi hāric-ezihtimâl bulunmakla, bâ-irâde-i seniyye kendilerinden telgrafın târîhi suâl olunup, bunun şehr-i sâbık-ı Rumî’nin 10’uncu günü keşîde olunduğuna dâir cevâb alınmakla, bu dahi nezārete teblîğ edilmekle, keyfiyyeti Tuna telgraf başmüdürünün vekîlinden isti‘lâm ettiğinden, alınan cevâbda serdâr-ı müşârun-ileyhin telgrafının mündericâtı oradan şikâyeti işrâb eylediğine binâen diğer zemînde yazdırılması, serdâr-ı müşârun-ileyhin mühürdârına ifâde ve telgrafın dahi birkaç gün kadar telgrafhānede teahhur [280] ettiği ikrâr olunup, maa-mâ-fîh târîhlerine nazaran, bu telgraf tam yirmi gün telgrafhānede kalmış ve eğer Mâbeyn-i Hümâyûn’dan suâl vukū‘ bulmasa idi, işin daha ziyâde teahhurât ve müşkilâta düşeceği dahi bedîhiyyâttan bulunmuş olup, her ne ise mes’ele düşman askerinin harekâtını mevâki‘-i askeriyyeye haber vermek için vâsıta-i teshîl-i muhābere olacak me’mûrun lüzûm-ı irsâline dâir umûm ordu kumandanı tarafından yazılmış bir telgrafın cüz’î bir menfa‘at-i şahsiyye mülâhazasıyla çekilmeyip, telgrafhānede kalması ve telgrafın tebdîl-i meâli için ricâ ve iltimâs vukū‘a gelmesi gibi bir hâli mutazammın bulunmuş olduğundan, kānûnen bu hareketin bir mu‘âmelesi var ise îcâbına bakılması için lâzım gelenlerin taht-ı muhâkemeye alınması irâde buyuruldu. Ve muhāberât evrâkı irsâl kılındı. Serdâr-ı müşârunileyhin telgraf me’mûru tarafından posta ile gönderilen telgrafnâmesi evrâkın içindedir, ol bâbda.” Fi 3 Cemâziyelâhir sene 1293
(Sa‘îd)
Tuna sevâhilindeki işârâta dâir olan işbu tahkīkāt-ı seniyyenin ne kadar mühim bir fâideyi te’mîn eylemiş olduğu muhtâc-ı îzāh bulunmayıp, hâlbuki düşmanın yalnız Tuna’dan mürûru değil, kendi memleketi içinde bed’ ile ahvâl ve harekât-ı askeriyyesine dâir ma‘lûmât alınması lüzûmu dahi vârid-i hātır-ı cenâb-ı pâdişâhî olarak, bu keyfiyyet de serdâr-ı ekremden istîzāh [281] edildikte, şu cevâbı vermiş idi. [Rus Askerinin Tunadan Geçişi ve Askerî Harekâtına Dâir Serdâr-ı Ekrem’in Cevâbî Telgrafı] Sūret-i Telgraf “Fermân-ı hümâyûn-ı cenâb-ı tâcdârîyi mutazammın telgrafnâme-i âlîleri alındı. Rusyalının harekât ve tedârikâtından ma‘lûmât-ı sahîha istihsāli, vaktiyle erzâk-ı hafiyye me’mûrları tedârik ve istihdâmına mütevakkıf olup, bu da Hāriciye Nezāret-i Celîlesi dâiresinin ma‘lûmât ve icrââtına merbût bulunmakla, buraca dahi dâire-i mezkûreden ma‘lûmât vürûduna intizār olunmakta idüğü ve şimdilik icrâ edilen tedâbîr ise kuvve-i mevcûde-i askeriyyenin Rusyalı tarafından vukū‘ bulacak harekete göre tertîb ve mevâkı‘an ta‘biyesine çalışmaktan ibâret olduğu ve Prut Nehri’ni tecâvüz edip Kalas’a doğru dahi asker sevk etmekte olduğu şimdi istihbâr kılındığı arz olunur.” Fi Nisan sene 1293
(Abdi)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
175
Kezâlik, düşmanın Tuna’dan beri taraflara mürûru hâlinde kendisine ikinci bir hatt-ı mukāvemet olmak üzere Balkan silsile-i cibâli memerlerinin tahkîmine olan lüzûmdan mütevellid olarak Kazan taraflarının da tahkîm ve takviyesine dâir olan vesāyâ-yı seniyye dahi bi’n-nisbe bundan ehem olmakla, buna dâir olan tezkire dahi tertîbât-ı mukaddime mütemmimi olmak üzere aynen derc edilmiştir. [282]
Resim 29: Tuna’dan geçiş. Ziştovi Muhârebesi, 15/25 Haziran 1293. (http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/9/9c/Pereprava_cherez_Dunaj.jpg, çevrimiçi, 30 Aralık 2013)
[Kazan Taraflarının da Tahkîm ve Takviyesine Dâir Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Kamçı Suyu’nun ilerisinde ve Şumnu ile Osmanpazarı arasında vâki‘ Kelve ( )ﻛﻠﻮﻩnâhiyesi tabî‘î istihkâm hâlinde olmakla, orası tutulmayacak olur ise ne Osmanpazarı’nda ve ne de Kazgan’da bulundurulacak taburlar düşmanın tecâvüzünü men‘e kifâyet etmeyip, nâhiye-i mezkûre üzerinden dahi düz yol ile Yanbolu’ya geleceğini ve belki Yanbolu şimendiferini zabta hâcet kalmaksızın Kızılağaç üzerinden dahi yürüyebileceği kaviyyen melhûz bulunduğunu, ser-yâver paşa kemâl-i ehemmiyyetle ifâde eylemiş ve Redîf Paşa’dan olunan suâl üzerine gelen ve halli leff edilen telgrafta, nâhiye-i mezkûre civârlarında nizāmiyye ve zabtiyye olarak bir alay kadar süvâri bulunduğu yazılmış olup, şu hâle nazaran orası açık bulunduğu hâlde, muhtemel olan tecâvüz vukū‘a gelir ise Şumnu ordugâhından Osmanpazarı tarīkıyle Edirne tarafına imdâd etmek kābil olmadıktan başka, Şumnu kuvve-i askeriyyesinin ric‘atini te’mîn edecek yollar dahi mesdûd kalaca-
176
AHMED MİDHAT EFENDİ
ğından ve Şibka Balkanı’nın Kazgan cihetine muvâzî olan silsilesinin Tuna vilâyeti tarafına düşen Elena ve Edirne vilâyeti tarafında bulunan Hāinboğazları’nın tutulması vaktiyle iş‘âr olunmuş iken, onların açık bırakılması düşmanın bir koldan Zağralar’a ve bir koldan dahi Kızanlık ve Filibe’ye sür‘at-i tasallutuna sebeb olduğundan, mezkûr Kelve [283] nâhiyesinin muhâfazası dahi Mehmed Ali Paşa hazretlerinin azîmetine ta‘līk olunmayıp, şimdiden Şumnu merkez-i askerîsiyle bi’l-muhābere oraya irsâli mertebe-i kifâyede olacağı ser-yâver-i mûmâileyhin cümle-i ifâdâtından olan askerin, hemen sevkine teşebbüs edilmesi husūsunun Meclis-i Askerî’ce nazar-ı i‘tinâya alınması, irâde-i seniyye iktizā-yı âlîsinden olmakla, ol bâbda.” Fi 8 Ramazān sene 1294
(Sa‘îd)
İşte düşman henüz Tuna’nın öte yakasında bulunduğu zamânlar, beri taraflarca edilen tertîbâtın en dakīk cihetlerini ihtāra dâimâ hâzır bulunan dîde-i tefahhus-ı hazret-i şehriyârîden, bu sūretle gāyet kıymetdâr istifâdeler edilmiş olup, düşmanın Tuna’yı geçmek tedâriğinde bulunduğu haber alınmasını müte‘âkib dahi çend kıt‘a tezâkir-i mahsūsa ile vesāyâ ve tedâbîr-i âtiyye Bâb-ı Âlî’ye teblîğ buyurulmuştur ki derece-i ehemmiyyeti mütāla‘a-ı âdiyyesiyle dahi ma‘lûm olacağından, şerhi husūsunda tatvîl-i makāle hâcet görülememiştir. [Düşmanın Tuna’yı Geçme Hazırlığında Bulunduğunun Haber Alınmasını Müteâkib Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Tedbirler Noktasında Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Rusyalıların Tuna’yı tecâvüz etmek üzere bulundukları, bu kere taraf-ı vâlâ-yı serdâr-ı ekremîden vâki‘ olan iş‘ârâttan müstebân olmuştur. Tuna kolorduları yalnız müdâfa‘aya me’mûr olup seyyâr sūrette muhârebe etmek ve ez-cümle düşmanın [284] ilerilere doğru tecâvüzâtını men‘ için her ne tarafa külliyyetlice geçer ise derhâl ol tarafa asker sevkiyle muhârebe ve mukābeleye girişmek ve mümkün olduğu kadar düşmanın hatt-ı hareket veya ric‘atini tehdîd ve husūsen Sofya havâlîsini muhâfaza ile Sırbistan tarafından gerek Rusyalıların ve gerek Sırplıların muhtemeli’z-zuhûr olan tasallutlarına mukāvemet eylemek için bir kuvve-i ihtiyâtiyye tertîb olunması derece-i vücûbda olup, eğerçi bütün kuvve-i ihtiyâtiyyenin evvelce müstahfız sınıfından tertîbi karârlaştırılmış ise de hasbe’l-hâl o yolda icrâ olunan teşebbüs ve mesâ‘îden bir fâide istihsāl edilemediğine ve yukarıda beyân olunduğu üzere şâyed Rusyalılar Sırbistan’dan geçip harekât-ı tecâvüziyyesini Sofya cihetinden icrâ edecek veya Balkan’dan aşacak olurlar ise ol tarafça kuvve-i müdâfa‘anın mefkūdiyyeti ma‘âzallâh düşmanın tarīk-ı istîlâsında hiçbir hâil ve mâni‘ kalmayarak istediği yere kadar gelmesini mûcib olacağından, şu hatar-ı a‘zamı def‘e medâr olmak üzere Dersa‘âdet nüfûs-ı müslime ve gayr-ı müslimesinden kur‘a ile asker alınması takarrür etmiş idi. İşbu karârın irâde-i
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
177
seniyyesi şeref-sudûr edeli bir buçuk ay kadar olduğu hâlde, henüz fi‘iliyyâtı meydâna gelmediğine ve teahhur-ı vâki‘ patrikhāneleriyle müzâkereye ta‘vīk-ı maslahat edilmiş olmasından münba‘is ise de hukūkça mültezem olan müsâvât [285] mukābilinde hizmet-i askeriyyece dahi müsâvâtı taleb etmekte devletin hakk-ı sarîhi hiçbir tarafça dâ‘î-i i‘tirâz olamayıp, olsa bile i‘tirâza mukāvemet için elde birçok delâil bulunduğu cihetle, böyle bir emr-i müfîdi patrikhānelerle icrâsı iltizâm olunan müzâkereden dolayı avk u te’hīre düşürmek ve teba‘a-i gayrı müslimeden asker almak fırsatını izā‘a etmek mukteziyyât-ı hâl u zamâna muvâfık olmayıp, maa-mâ-fîh sırf mülkî ve siyâsî olan böyle bir mes’eleden dolayı rüesâ-yı mezâhibin istihsāl-i muvâfakati lüzûmu teslîm olunsa bile, onlar bu bâbda bir gûne muhālefet etmeyip, bi’l-akis dâ‘iyye-i rekābet ve kendilerince ba‘zı sūretle mülâhaza-i menfa‘atle işi teshîl dahi edecekleri muhakkak bulunduğuna binâen, karâr-ı vâki‘in istihsāl-i fi‘iliyyâtına bir an evvel müsâra‘at olunmasıyla berâber, keyfiyyetin inbâsı emr u fermân-ı hümâyûn-ı mülûkâne iktizā-yı münîfindendir, ol bâbda.” Fi 11 Cemâziyelâhir sene 1294
(Sa‘îd)
Hele mukaddemâ torpiller vaz‘ıyla sedd olunmuş bulunan Gelibolu Boğazı’nın kara tarafından bir kat daha takviyesine medâr olmak üzere, Bolayır’a istihkâm inşâsı tavsiyesine dâir olan ihtār-ı âtînin ehemmiyyeti bütün bütün bedîhiyyât umûrundandır.
Resim 30: Tırnova-Seminli arasındaki köprü. (Ali Fuad, Musavver 1293-1294 Osmanlı-Rus Seferi, C. 2, Kitabhane-i İslâm ve Askerî, İstanbul 1326, s. 457.)
AHMED MİDHAT EFENDİ
178
[Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bolayır’a İstihkâm İnşâsı Tavsiyesine Dâir Tezkire] Sūret-i Tezkire “Gelibolu’nun kara tarafı istihkâmdan hālî olduğundan, [286] eğer boğazlar düşman eline geçecek olur ise ileride başka bir devlet, Devlet-i Aliyye’ye bahren mu‘âvenet murâdında bile bulunsa kābil olamayacağı ve binâen-aleyh istihkâmın sür‘at-i inşâsı vücûb-ı kat‘î tahtında olup, ma‘âzallâh Gelibolu’nun Rusyalı tarafından zabtı takdîrinde pâyitahta mâlikiyyet mûmâ-ileyhin ihtārı gibi hakīkaten gāib ve zāyi‘ olacağından, mâdemki şu istihkâmın vücûdu, İstanbul’un Devlet-i Aliyye elinde bekāsının a‘zam-ı esbâbıdır, artık meşâgil-i sâire-i harbiyyenin kesretine bakılmayıp, bu maddenin dahi Meclis-i Askerî erkân-ı fihāmı beyninde mütāla‘asıyla yapılacak istihkâma, şu bir-iki gün içinde mübâşeret ve külliyyetli amele sevki tedâbîrine müsâra‘at olunması, irâde-i seniyye-i mahsūsa iktizāsından olmakla, ol bâbda.” Fi 14 Ramazān sene 1294
(Sa‘îd)
Rusyalının Tuna sâhilinden istikbâli emrinde hey’et-i celîle-i askeriyye tarafından iltizâmı tabî‘î ve zarûrî bulunan tertîbât-ı ihtiyât-kârâneye munzam olan işbu meâsir, dikkat ve himmet-i mülûkâne ile berâber, hasmın yine nehri mürûr husūsunda gördüğü sühûlet cümleyi hayrette bırakmış idi. Taraf-ı seraskerîden Serdâr-ı Ekrem Abdi Paşa’ya yazılan bir telgrafnâme üzerine, Abdi Paşa’nın verdiği cevâb dahi şu hayretin müte‘addid menşe’lerinden birisi olabileceği cihetle, telgrafların ikisi dahi ber-vech-i âtî derc olunur. [287] [Seraskerî’den Serdâr-ı Ekrem Abdi Paşa’ya Çekilen Telgraf] Telgrafnâme-i Seraskerî “Şimdi Tırnova mutasarrıfından tekrâr alınan telgrafta, düşmanın on taburdan ziyâde olduğu hâlde Tırnova’ya hücûm etmek üzere bulunduğu istikşâfât, kulları tarafından haber verildiği ve Safvet Paşa livâsının bu sabâh Osmanpazarı’ndan hareket ettiği beyân olunuyor. Acaba Tırnova’da düşmana mukābele edecek asker var mıdır? Safvet Paşa oraya ne vakit vâsıl olabilir? Ahâlînin ayak altında kalmamaları ve hātır u hayâle gelmez sūrette gadr-dîde olmamaları vesâilinin istikmâli inşâllah mümkün olur mu? Zîrâ buraca hey’etin ve efrâd-ı milletin ta‘rîzātından kurtulmak kābil olmuyor. Ziştovi’ye geçeli on günden ziyâde olduğu hâlde henüz müdâfa‘aları esbâbının istihsāl olunamaması sahîhan mûcib-i merâk ve endîşe olmaktadır. Bi’l-hāssa ikdâmât-ı seniyyeleri ricâ olunur.” (Redîf)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
179
Resim 31: Tuna cephesinin ilk başkumandanı, Müşir Serasker Abdülkerim Nâdir (Abdi) Paşa.(Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 11.)
Abdi Paşa’nın [Seraskerî’ye Gönderdiği] Cevâbı “Mutasarrıfın iş‘âr buyurulan telgrafından bir çâr-yek sonra bir telgrafı daha geldi. Onda da düşmanın Servi tarīkıyle Gabrova’ya doğru gitmekte olduğu bildiriliyor. Sonraki iş‘ârı ile evvelki iş‘ârı birbirine benzemez. Tırnova’da beş tabur vardır. Safvet Paşa livâsı yarın vâsıl olur. Tırnova’daki askerin son dereceye kadar müdâfa‘aya [288] çalışmaları tavsiye olundu. Ve Safvet Paşa livâsının oraya varmak üzere olduğu bildirildi. Ölmeyi hayâta kat-ender-kat tercîh ederek çalışıyoruz. İş hey’etin ve efrâd-ı halkın uzaktan gördüğü gibi değildir. Öldüm ölesiye gidip de işin hakkını vermenizin göz göre [göre] tehlikeye atılmak muvâfık-ı hikmet midir? İnşallâh âtîsi hayır olur, fakat sabır ve teemmül lâzımdır. 30-40 bin kişinin yiyip içeceğini ve cephānesini te’mîn husūslarında dûçâr olduğu müşkilâtı arz u ta‘rîf etmek kābil değildir. Düşman Rusçuk’un alt tarafından ve Niğbolu cihetinden geçmeye de fevka’l-âde çalışıyor. Ve Rusçuk’un alt tarafından geçmeye çalışması da demiryolu zabt içindir. İşte şu hareketlerde askerimizi istediğimiz yolda ictimâ‘a mâni‘ olmaktadır, efendimiz.” (Abdi) Vâkı‘â serdâr-ı ekremin verdiği cevâb dahi bir cevâbdır. Ancak telgrafnâme-i seraskerîde sorulan suâlin cevâb-ı muktezīsi olup olmadığı câ-yı ehemmiyyettir. Hayır olacağı va‘ad buyurulan âtîsi düşmanın Zağralar’a kadar sarkıp, onlarla birleşen Bulgarların ahâlî-i müslime hakkında icrâ eyle-
180
AHMED MİDHAT EFENDİ
dikleri mezālime müncer olduğu görüldü. Telgrafnâme-i seraskerîde ahâlînin ayakaltında kalmamaları sūretinde açılmış olan söz, [289] münâsebet ittihāz olunarak, muahharan Edirne’ye doğru can atıp kurtulmaya muvaffak olamayan ahâlî için ittihāzı zarûrî görülen bir tedbîr Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Edirne vilâyetine çekilen işbu telgrafnâmeden ma‘lûm olur. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Edirne Vilâyetine Çekilen Bulgarların Mezâlimine Dâir Telgrafnâme] Sūret-i Telgrafnâme “Filibe’ye üç sâ‘at mesâfede vâki‘ olup, Koca Balkan’a muvâzî olarak imtidâd ve İhtiman cihetlerinde vâki‘ Büyük Balkan’ın bir şubesiyle iltisāk eden ve coğrafya kitâblarında Herebol ve mahallince Royçoz nâmıyla yâd olunan Balkan’ın bir ciheti, Sultānyeri’ne Varka ( )وارﻗﻪciheti dahi Ahîçelebi’ye müntehî ve tūlü on beş sâ‘at mümted olup, burası Koca Balkan’dan dahi sarp olmak cihetiyle, geçitleri ahâlî tarafından bile tutulsa düşmanın oradan mürûru kābil olamayacağından, civâr kurâ ahâlîsinden Edirne tarafına nakilleri mümkün olamayanların orada tahassun ile nefislerini muhâfaza eylemeleri ba‘zı taraftan ihtār olunur, münâsib ise îcâbına teşebbüs buyurulur.” Fi 7 Temmuz sene 1293
(Sa‘îd)
Mezālim-i vâkı‘adan İstanbul’a doğru can atan muhâcirîn hakkında dahi henüz şehr-i receb-i şerîfte Mâbeyn-i Hümâyûn’da Bâb-ı Âlî’ye şöyle bir tezkire yazılmış idi. [290]
Resim 32: Edirne. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 349.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
181
[İstanbul’a Gelmekte Olan Muhâcirler Hakkında Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Mes’ele-i hâzıra münâsebetiyle Rumeli’den berren ve bahren peyderpey Dersa‘âdet’e hicret etmekte bulunan ahâlî-i İslâmiyye, pek ziyâde acınacak ve şâyân-ı teessüf bir hâlde bulunduklarından, bunlar bir taraftan buraya vâsıl oldukça bir dereceye kadar hâl-i sefâletten kurtarılmaları için şehremânetince bir tedbîr-i serî‘ ittihāzı, iktizā-yı hâl u maslahattan iken, bundan birkaç gün evvel Kabataş iskelesi açıklarına bir gemi muhâcir gelip, bunlar hārice dahi çıkamamalarıyla iki gün kadar sefîne derûnunda aç kaldıkları Mûsîka-i Hümâyûn kışlasından haber alınmakla, der-akab kışlada bulunan zābitān ve efrâda mahsūs olan at‘imenin irsâliyle bî-çâreler it‘âm olunmuş olduğundan, muhâcirîn-i vâride haklarında bundan böyle şehremânetince lâzım gelen tedâbîr-i mu‘âvenet-kârânenin bilâte’hīr icrâsı ve o misillü ahvâl-i bî-kaydî vukū‘a getirilmemesi, irâde-i isābetmu‘tâde-i cenâb-ı şehriyârî muktezā-yı âlîsinden olmakla, ol bâbda.” Fi 14 Ramazān sene 1294 (Sa‘îd) İşte harbin şu gibi felâketlerine kadar varan esbâbın müsebbibleri derhâl taht-ı muhâkemeye alınmaları, o zamân için ahvâl-i mümâseleyi men‘in en âcil çâresi olduğu gibi bu bâbda cebr-i mâ-fât ile berâber işin ilerisi için iktizā eden tedâbîr husūsunda dahi, kezâlik efkâr-ı sāibe-i şehriyârî üzerine, Mâbeyn-i Hümâyûn [291] Başkitâbet-i Celîlesi’nden yazılan iki kıt‘a tezkire, îzāhât-ı lâzımeyi mutazammın olmakla ber-vech-i âtî derc olundu. [Felâketlerin Sebepleri Hususunda Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Yazılan Tezkireler] Sūret-i Tezkire Makām-ı Kāim-makāmî-i Seraskerî’ye “Tuna umûm kumandanlığından vârid olup sūreti ma‘rûz-ı huzūr-ı âlî kılınan fi 10 Temmuz sene 1293 târîhli telgrafta muharrer olduğu üzere, Rusyalılar Dobruca’dan gelen fırkasıyla Silistre’yi ve Ziştovi’deki askeriyle Rusçuk’u muhâsara edecekleri melhûz olup, el-hâletü hâzihî Ahmed Eyyüb Paşa’nın kolordusunda yirmi yedi tabur bulunmakla, Mehmed Ali Paşa hazretleri Tutrakan’dan iki ve Silistre’den dört, ki cem‘an altı ve Rusçuk’tan on beş tabur, işbu kolorduya ilâve etmekte olduğundan, altı tabur dahi Şumnu’dan alındığı ve mukaddemâ Raûf Paşa ma‘iyyetine Dersa‘âdet’ten irsâl olunan sekiz tabura munzam olmak üzere Osmanpazarı’ndan nakl olunan dokuz taburun dahi, Şumnu’ya i‘âdesi mümkün olmadığı hâlde, mecmû‘-ı kuvvet altmış üç tabura varacağından, bununla Rusçuk’u muhâsaraya teşebbüs edecek düşmanın bir muhâceme-i şedîde ile
182
AHMED MİDHAT EFENDİ
def‘i tasavvur olunuyor ise de Mehmed Ali Paşa hazretlerinin Raûf Paşa fırkasına zamm olunan dokuz taburu geri istemesi, Süleyman Paşa hazretleri ma‘iyyetinde gelen askerin tabur i‘tibârıyla [292] külliyyetine zehâb olunmaktan neş’et edip, hâlbuki aded-i efrâd hesâbıyla onların mikdârı dahi Balkan’ca olan ihtiyâcâta pek de vefâ eder derecede olmadığından, Raûf Paşa fırkasından istenilen dokuz taburun i‘âdesi gayr-ı mümkün görünmüş ve buna bedel Dersa‘âdet’ten evvel-be-evvel beş tabur gönderileceğine dâir taraf-ı kāim-makāmîlerinden Mehmed Ali Paşa hazretlerine, yine dünkü gün telgraf keşîde kılınmış olmakla, müşârun-ileyhin intizārda kalmaması ve harekât-ı askeriyyeye sekte gelmemesi, işbu beş taburun sür‘at-i sevkiyle berâber müşârun-ileyhin yine Temmuz 10 târîhiyle müverrah diğer telgrafına nazaran, düşmanın külliyyeti teksîr-i kuvvete lüzûm gösterdiğinden, ehemmiyyetleri mertebe-i sâniyede olan Sohum ve Batum ile Suriye ve Girid taraflarından ne kadar asker alınması mümkün olur ise onların dahi sür‘atle Tuna’ya sevki ferâizden add olunur ise de şu sırada Girid’deki askere dokunmak tehlikeli bulunmasına ve Suriye’den isti‘âne imkânı mümteni‘ olmasına mebnî, bu akşam zât-ı sâmî-i âsafâneleri hâzır oldukları hâlde, tezekkür-i vâride buyurulduğu ve taraf-ı âlîlerinden dahi tasvîb kılındığı üzere, Sohum’dan hicrete râzı olan ve adedleri 2.000-2.500’ü geçmeyeceği tahmîn kılınan ahâlîden istek edenlerin, bir taraftan sefâin-i münâsibe ile Memâlik-i Mahrûse’ye nakilleriyle berâber, bu def‘a Varna’ya gidecek vapurların dahi Sohum’a [293] gidip ve orada bulunan on bir ve on iki tabur askeri alıp ve Batum’dan dahi üç tabur istishâb olunup, bunların sür‘at-i mümkine ile Varna’ya çıkarılmaları ve taraf-ı sâmî-i müşîrîlerinden ber-vech-i tahmîn beyân kılınıp ihtiyâcât-ı hâzıra-i askeriyyeye dahi muvâfık görünen hesâb iktizāsınca, daha otuz altı tabur askere lüzûm-ı kavî olmakla, bunun on beş taburunun İstanbul’dan tedâriği ve yirmi bir taburunun müstahfızlardan alınması ve şu noksān müsâra‘aten ikmâl olunamaz ise, Tuna’da mevcûd olan kuvve-i askeriyye def‘-i sāile kifâyet edemeyerek, ma‘âzallâh büyük bir muhātarayı kabûle hâzırlanmak lâzım geleceğinden, bu günden Meclis-i Askerî’ce müzâkere-i maslahatla mârrü’z-zikr otuz altı taburun sür‘at-ı cem‘ u sevki esbâbına müsâra‘aten teşebbüs kılınması, irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî iktizā-yı âlîsinden olduğu ve İstanbul’dan tedârik olunacak asâkir bahsine gelince; mâdem ki tahrîr-i nüfûs icrâ olunmadıkça kur‘a keşîdesi kābil olmayacağı ve evvelce ba‘zı vükelâ-yı fihām ve me’mûrîn-i kirâmdan teşkîl olunan komisyonda der-meyân olunan sūret ki Dersa‘âdet devâir-i intihābiyye i‘tibârıyla müte‘addid dâirelere taksîmiyle, her dâirede me’mûrîn-i mülkiyye ve askeriyyeden birkaç zât ve ma‘iyyetlerinde dâire-i askeriyyeden lüzûmu mikdâr ketebe bulundurulup, mahallâta tevzî‘ olunacak matbû‘ cedvellere esnân-ı [294] askeriyyeye dâhil olan nüfûs-ı zükûr kayd edilerek kur‘a mu‘âmelâtına bunların esâs tutulmasıdır. Şu tedbîrin adem-i kifâyeti beyân olduğu gibi vilâyâtta yapıldığı vechile, Dersa‘âdet için bir mikdâr-ı mu‘ayyen ta‘yîniyle ol mikdâr asâkirin, asâkir-i mu‘âvene sūretinde ifrâz ve i‘tāsına ahâlînin mecbûr tutulması dahi mümkünsüz idüğü der-
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
183
meyân kılındığından, bu hâlde işin bir üçüncü ve zarûrî şıkkı olmak üzere, livâ-yı sa‘âdet-ihtivâ-yı Hazret-i Nebevî’nin ihrâcıyla, pâyitaht ve civâr mahallerdeki İslâm’ın cihâda da‘veti vârid-i hātır-ı âlî olmuş ise de bunda dahi ba‘zı ihtimâlât-ı mâni‘a mütebâdir olduğundan, münâsib bir mahalle nâm-ı hümâyûn-ı hilâfet-penâhîye olarak bir sancak vaz‘ı ve mahall-i mezkûrun mu‘asker-i hümâyûn ittihāzıyla nezāret ve teşvīkāt-ı seniyye-i pâdişâhî tahtında asâkir-i mukteziyyenin toplattırılması tercîh buyurulduğundan, Meclis-i Askerî erkân-ı fihāmı ile bi’l-müzâkere bu teşebbüse göre mu‘âmele-i lâzımenin istîzânı ve bu da‘vet üzerine dahi hıfz u zann vecîbesini kabûl etmeyenler olur ise, haklarında mücâzât-ı şedîde icrâ kılınacağının i‘lânı, cümle-i evâmir-i âliyyeden bulunduğu rehîn-i ilm-i sâmî-i müşîrîleri buyuruldukta, ol bâbda.” Fi 13 Receb sene 1294
(Sa‘îd) Diğer [Tezkire]
“Düşmanın 30.000 kişiden mürekkeb bir kuvvetle Ziştovi’ye geldiği [295] ve Niğbolu’da bulunan askerimizi dahi diğer bir kuvvet ile tazyīk ettiği serdâr-ı ekremin telgrafından ma‘lûm olur. Serdâr Paşa Tırnova’dan dört taburun hareketi hakkında Rusçuk kumandanlığından emir verildiğini yazmakla iktifâ ediyor. Demek oluyor ki, şu iki kuvvete ve husūsen 30.000 kişilik bir düşman fırkasına karşı teşkîl edeceğimiz hatt-ı müdâfa‘anın imdâdı, yalnız bu dört tabura kalıyor. Bu hâle bakılır ise düşman pek kolaylıkla Sofya’ya kadar gelecek ve oraya geldikten sonra Dobruca’da olduğu gibi Bulgarlar dahi kendisine iltihâk edecek ve Sofya şimendiferlerini dahi aldıktan sonra istediği yere kadar bilâ-hâil gelecektir. Tesādüf edeceği askerimiz tarafından biraz muhālefet görse bile, mâdemki askerimiz müteferrik mevki‘lerdedir ve Ziştovi muhârebesinde olduğu gibi iktizā eden müddet içinde mevki‘e i‘âne etmek mümkün değildir, bu hâlde mümâna‘at edecek askerimizin hareket ve fâidesi pek mahdûd olup, olsa olsa cüz’î bir müddet düşmanı işgāl ederler ve bununla kendileri de, ya mahv olup yâhud ki ric‘at ve firâra mecbûr olurlar. Bu dakīka yalnız fenn-i harb ile değil ise de müteferrik oldukları cihetle bî-fâide ve ma‘dûm hükmünde olduklarını fenn-i askerîye vâkıf hayırhāhân ecânib ihtār ettikleri gibi dâhilen erbâb-ı vukūfun ma‘lûmâtı [296] bu merkezde olduğundan, buna bir çâre ittihāzı, ya‘ni kuvve-i askeriyyemizin usūl-i harbe muvâfık ve zayıf ve teşkîlâtta tutulması, fi 5 Rebîülâhir sene 1294 târîhiyle yazılmış ve muahharan dahi defa‘ât ile te’kîd olunmuş idi. Buna karşı verilen cevâblar zâten tertîbât ve tashîhât-ı askeriyyenin dahi o yolda olduğuna dâir idi. Hayfâ ki, şimdi fi‘iliyyât ve bundan böyle zuhûr edecek vukū‘ât-ı maksada muvâfık hareket olunamadığını gösterdi ve gösterecektir. Bunun cümle-i delâilinden olmak üzere, Rusçuk’tan çıkarılan askerin yetişememesine, bu‘d-ı mesâfenin haylûlet ettiğini serdâr-ı ekrem i‘tirâf ediyor. Bu ise topluca bir vaz‘iyyet intihāb olunamamasından neş’et eder. Eğerçi, askerin hey’et-i müctemi‘ada bulunamama-
184
AHMED MİDHAT EFENDİ
sına mevâki‘-i tedâfü‘iyyemizin çokluğu sebeb olduğu cevâbı verilir ve ihtimâl ki bugün dahi bu bahis tekrâr olunur ise de bakılsa mevâki‘in cümlesini muhâfaza ve cümlesinde müdâfa‘a etmek gibi bir emr-i muhâl iltizâmdan ise, muhâfazayı küçük küçük fırkalar ile müstahfızlara bırakıp asâkir-i bâkiyyeyi külliyyetlice, ya‘ni düşman ile sahîh bir meydân muhârebesini edecek veyâhud mühim mevki‘leri tutacak ve düşmanın hatt-ı ric‘atini kesebilecek sūrette bulundurmak lâzım gelir idi. Maa-hâza bu mes’elenin temyîzi ricâl-i askeriyye ile Meclis-i Askerî’ye riyâset sıfatıyla zât-ı [297] âlî-i vekâlet-penâhîlerinin rey ve müşâverelerine havâle buyurulur. Tuna’daki kuvve-i nehriyyeye gelince, bunun hiçbir şeye yaramadığı ve nihâyet bir mil ve belki üç rubu‘ mil mesâfe-i arziyyenin dahi beyninde bulunan sefâin-i harbiyyemiz, düşmanın ne tecâvüzünü men‘ edebilmiş ve ne de karşı tarafa zarar vermeye muktedir olamadıktan mâ-adâ, monitorların biri düşman torpidosunun veyâhud süvârisinin hatāsının arza-i mazarratları olmuş ve geçen gün dahi bir zırhlı pek ziyâde zedelenip üç sefîne dahi batırılmış ve şimdi de ufacık bir dikkatle, ya‘ni tedâbîr-i harbiyye ile değil yalnız göz ile bakmakla düşmanın tecâvüz için hâzırladığı esbâba vâkıf olmak ve men‘ine çalışmak kābil iken şimdi umûm kumandanın telgrafında düşmanın nasılsa tedârik etmiş ve gizlemiş olduğu pek çok esbâb-ı mürûriyye ile def‘aten geçirmiş olduğu askerin men‘ine adem-i muvaffakiyyetten ve Rusçuk kumandanının dahi telgrafında düşmanın üç-dört yüz kayık ve zırhlı vapurlarla geçtiğinden bahs olunuyor. Bu kadar cesîm ve azīm vesâit-i nakliyye elbette bir hayli vakit edilen teşebbüsâtın netîcesi olacağından, işte evvel evkātta basiretten hālî kalıp ve şimdiye kadar düşmanımızın Tuna’ya kadar zırhlı gemiler bile geçirmeye müsâ‘id olacak zamân ve mevki‘ tedâriğine fırsat bulduğundan ve merâkib-i sağīranın çoğaldığından hiç bahs olunmayıp da şimdi fi‘iliyyâtıyla [298] haber verilmesi şâyân-ı dikkattir. Gerçi tedâbîr-i harbiyye için şimdiye kadar bi’d-defa‘ât akd-ı meşveret olunmuş ise de netîce-i müfîdesi görülemeyip her ne kadar harekât-ı harbiyyeye uzaktan rey vermek muvâfık-ı kā‘ide ve hikmet değil ise de mahallerinde sâlim bir hareket ittihāzından ve fenn-i harbe muvâfık bir plan tutulduğundan, emniyyet hâsıl olmayınca merkezde çâre-cûluk yolunda i‘mâl-i tedâbîr emr-i zarûrî bulunduğundan ve düşmanın Sofya’ya istîlâsı hâlinde hâsıl olacak muhātarât ve mehâlik-i azīme pek âşikâr olduğu cihetle, bunun tedbîrinde vakit ve sâ‘at ve belki dakīka kayb etmemek ehemm-i ferâiz olduğundan, şimdi vükelâ-yı askeriyye hazerâtıyla akd-ı meşveret olunup ve Allâh aşkına ve hayât ve memât mâbeyninde farz olunsa, ta‘bîrde hatā olmayacağı meydânda olan şu devlet ve millet-i İslâmiyye’nin selâmeti nâmına olarak, bu racülü bulunduğumuz tedâbîrin gāyet hulûs-ı niyet ile ya‘ni vezāifin taksîmât ve ihtisāsı bir tarafa bırakılıp ve tebriye-i zimmet dâ‘iyyesi veyâhud âharın rey ve aklının tezyîfi maksadıyla îrâd-ı i‘tirâzāt gibi şeylerden artık sarf-ı nazar olunup, bir hey’et-i vâhidenin a‘zā-yı müttehidesine lâzım ve lâyık olacak sūretle her ne yapılmak muktezī ise, bu gece arīz u amīk düşünülmesi ve a‘zā-yı cem‘iyyetten birinin rey ve fikri, velev ki nefsü’l-emre
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
185
muvâfık olmasın, netîcesi [299] anlaşılmaksızın redd ve men‘ine tasaddî ve tecellüd ve ta‘annüd iltizâm olunmaksızın, kemâl-i ihlâs ve safvet-i kalb ile yekdiğerinin beyân edeceği mülâhazātın muhibbâne ve refīkāne istimâ‘ıyla hulâsa-i efkâr üzerine, sahîh ve metîn ve ma‘kûl bir karâr ittihāz olunması ve bu karârın birtakım mu‘âmelât-ı resmiyye ile ta‘tīl olunmayıp, işte bugün Tuna’nın her tarafına geçmiş ve Edirne yolunu tutmuş ve mevâki‘-i tedâfü‘iyyede bulunan askerimiz, bir işe yarayabilse bile fâide ve hizmetleri yalnız münkasım oldukları mevâki‘ ve istihkâmâtı muhâfaza etmekten ibâret olacağından, bu hâl ile düşmanımızla meydân muhârebesi sūretinde muhârebe vermek ve hatt-ı ric‘atini tehdîd eylemek ve ale’l-husūs Sofya ve Edirne’yi tecâvüzünden muhâfaza etmek derece-i ta‘assürde görünmüştür. Bu müşkilâta vüs‘-ı beşerin ve devlet ve milletin kudretinin ta‘alluk edeceği sūrette galebe etmek, neye mütevakkıf ise onun icrââtına derhâl teşebbüs olunması ve’l-hâsıl ehemmiyyet-i hâl idrâk olunup ve şu tafsīlât-ı mübâlağaya haml olunmayıp, cidden ve sahîhan ve serî‘an bir eser-i intibâh gösterilmesi, ibâreleri sânih olan irâde-i seniyyeden olmakla, aynen nakl u teblîğ kılındı, ol bâbda.” Fi 17 Cemâziyelâhir sene 1294
(Sa‘îd)
Diğer [Tezkire] “Tuna cihetinde olan kuvve-i askeriyyenin tezyîdi ve fenn-i [300] harbe tevfīkan teşkîlâtı hakkında ba‘zı mütāla‘âta dâir bir mahalden verilen muhtıranın ba‘zı fıkarâtı zât-ı âlî-i âsafâneleri hâzır oldukları hâlde, Meclis-i Askerî’de mütāla‘a olunmak üzere bâ-irâde-i seniyye leffen irsâl kılındı. Bu muhtıranın sāhibinin Tuna cihetindeki ordu-yı hümâyûnun ahvâl ve idâre-i hâzırasına ma‘lûmât-ı mahsūsası olup, kuvâ-yı münkasımeyi teşettütten vikāye etmek tedbîri şâyân-ı bahis ve dikkat olduğu gibi Tırhala ve Karadağ ve Suriye’de ve emsâli mevâki‘de bulunan asâkir-i şâhânenin yerlerinde ibkāsı lüzûmu müsellem ise de Hudâ-negerde Rusyalıların Bulgaristan’a tecâvüzleri hâlinde, artık diğer mahallerdeki askerin ibkāsı maddesinin bir fâideyi te’mîn edip etmeyeceği dahi meşkûk bulunmasına nazaran, tecâvüzâta mukāvemet etmek için mahâll-i merkūmedeki asâkirin Rumeli’ye naklinde ve onlardan birtakımının yerine müstahfız ve sâire konulmasında mehâzîr-i külliyye yoksa, bu sūretin dahi bugün tezekkür olunacak tedâbîre ilâvesi ve karârının sür‘at-i ifâdesi ve çünkü muhârebe-i hâzıranın netîcesi muzafferiyyetle istihsāl olunur ise, diğer mahalleriyle taklîl-i askerden hâdis olabilecek mazarratça, ileride telâfî-i mâ-fât imkânı bedîhî olmakla, bu mebhasin dahi der-meyânı münâsib ise de işin ehemmiyyet-i azīmesi münker olmamakla, tedbîr-i meşrûhun menfa‘at ve mazarratının [301] hall ü temyîzinin meclis-i mezkûrun mütāla‘ât-ı amīkasına vaz‘ı, irâde-i seniyye-i mülûkâne iktizā-yı âlîsindendir, ol bâbda.” Fi 19 Cemâziyelâhir sene 1294
(Sa‘îd)
AHMED MİDHAT EFENDİ
186
Haziran’ın 19’uncu günü huzūr-ı hümâyûnda mevcûd olan Hey’et-i Vükelâ-yı fihāma, şifâhen îrâd buyurulan kelimât-ı hakīkat-beyyinât-ı hazret-i tâcdârî dahi, ba‘zı tertîbât-ı mühimmeyi vükelâ-yı fihām-ı müşârunileyhimin nazar-ı ehemmiyyetlerine vaz‘ etmesiyle, şu aralık onların dahi bervech-i âtî derci, fâideden hālî görülmemiştir. Kitâbet’ten [Bazı Mühim Tertibat Hususunda] Tezkire “Ali Sāib ve Süleyman Paşalardan birinin Karadağ muhâfazasında ibkāsıyla, diğerinin 40-45 tabur askerle ma‘iyyet-i serdâr-ı ekremîye iltihâk etmesinde mahzûr-ı küllî yoksa, îcâbına karâr verdirilmesi” “Dersa‘âdet kur‘asının keşîdesi” “Mehmed Ali Paşa’nın yerine Manastır’daki Ferīk Mehmed Paşa’yı yâhud âhar münâsib bir zâtı bırakarak, kendisinin seyr-i serî‘ ile Tuna’ya götürülmesinin ve Girid ve Yanya ve Suriye’deki asâkir-i şâhâneden birtakımının yerlerine müstahfızlardan gönderilmek üzere Tuna’ya celbleri kābil olup olmadığının müzâkeresi” “Seryâver Mehmed Paşa’nın Balkan muhâfazasına dâir ba‘zı [302] ifâdâtı olduğundan istimâ‘ı” “Niş ve Sofya’daki fırka kumandanı Mehmed ve Halîl Paşaların adem-i kifâyeti işitildiğinden, taraf-ı seraskerîden dahi bu sūret tasdīk olunur ise, onların ma‘iyyette istihdâmıyla yerlerine münâsiblerinin ta‘yîni” “Vidin muhâfazasında lüzûmu kadar asker ibkāsıyla, bâkīsinin Osman Paşa ma‘iyyetiyle bir taraftan Sırbistan’ın tecâvüzât-ı müctemi‘asına karşı gelecek ve diğer taraftan Şumnu kolordusunun sol cenâhını te’mîn edecek bir noktaya sevklerinin, nazar-ı mütāla‘aya alınması, irâde-i seniyye iktizāsındandır.” “Balkan istihkâmâtının techîzine bugünden mübâşeret olunması”54 (Sa‘îd)
54
Bu satır “Sa‘îd” imzasının altında bulunmaktaydı. Bunun tipografik bir hata olduğu düşünüldüğünden, satır imzanın üstüne alındı. (haz.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
187
Resim 33: Niğbolu. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 321.)
İşbu vesāyâ-yı seniyyeden ne derecelere kadar istifâde edilmiş bulunduğunu tertîbât ve harekât-ı âtiyye meydâna çıkaracaktır. Yine bu cümleden olmak üzere, düşmanın Ziştovi’ye geçerek Tırnova’ya doğru ilerlemesine mebnî, hiç olmaz ise Balkanlardan mürûrunu men‘ veya tas‘îb eylemek bâbında, me’mûren Şumnu’da bulunan Serasker Redîf Paşa ve Müşîr Nâmık Paşa’nın iki kıt‘a mufassal telgrafnâmeleri tertîbât-ı vâkı‘a hakkında pek güzel îzāhâtı hâvî olduklarından, ikisinin de ber-vech-i âtî derclerine lüzûm görüldü. [303] [Serasker Redîf Paşa ve Müşîr Nâmık Paşa’nın Tertibat Hakkındaki Telgrafları] Birinci Telgraf “Ahmed Eyyüb Paşa’nın tecâvüz eden düşmanın cenâhına doğru takarrüb etmekte olduğu, dün akşam arz olunmuş idi. Bugün Eşref Paşa’dan alınan telgrafta, Rusçuk’tan on altı tabur istishâb ederek, Ahmed Eyyüb Paşa ile Tevsenik ilerisinde Kireççeşme’de birleşmek üzere hareket eylediği bildirilmiştir. Ve bunların hareketi Gabrova ve Tırnova tarafına giden düşmanı arkasından tehdîd ile o cihete hareketini ta‘tīl etmek maksadına mebnîdir. Bir de mukaddemce düşmanın Ziştovi’yi geçmesi üzerine, içerilerin âsâyişini muhâfaza etmek üzere Osmanpaza-
188
AHMED MİDHAT EFENDİ
rı’na tertîb olunmuş olan altı taburdan mürekkeb bir livânın Tırnova’da bulunan beş taburla birleşerek, düşman oralara geldikde mukāvemet olunması, Tırnova’daki miralay ile Osmanpazarı’ndaki livâya yazılmıştır. Mezkûr Osmanpazarı livâsının Tırnova’daki taburlar ile bugün birleşmesi haberine intizār olunuyor ise de Tırnova ve Gabrova telgrafları mu‘attal olduğundan, birleştiler mi, düşman üzerine geldi mi, bilinmeyip buralarına ma‘lûmât alındıkta arz olunur. Şibka istihkâmâtına Dersa‘âdet’ten tertîb olunan taburların birkaçının vusūlü haber alınmış ve Râsim Paşa ile Mehmed Hulûsi Bey’in dört taburla Yeni Zağra’ya vâsıl oldukları dün haber alınıp bu sabâh [304] Şibka istihkâmâtında bulunmaları kendilerine dün iş‘âr kılınmakla, bugün varmış olacakları me’mûl bulunmuştur. Bir de Vidin fırkasından kal‘enin muhâfazasına kâfî mikdâr asker bırakılarak 20-25 taburunun sevk olunabileceği, kumandan Osman Paşa tarafından beyân olunmasıyla, Ahmed Eyyüb Paşa ile tevfīk-ı hareket etmek üzere muhāberât-ı lâzıme icrâ kılınmaktadır. Şimdiki hâle göre buraca ittihāz ve icrâ olunmuş olan tedâbîr bunlardan ibâret olup, bi-mennihî te‘âlâ, bu tedâbîr ile düşmanın ilerlemesi inşâllah men‘ olunur. Şâyed düşman Balkan’ın öte tarafa geçecek olur ise ol vakit Balkan hatt-ı müdâfa‘ası bozulmuş olur. O hâlde Balkan’ın öte tarafında düşmanı karşılamak lâzımdır. Binâen-aleyh, şimdiden Niş ve Sofya fırkaları kumandanlığının dahi Yenipazar fırkası kumandanlığıyla berâber Mehmed Ali Paşa’ya tevdî‘iyle, Yenipazar fırkasında ümerâdan hangisini münâsib görür ise onu bırakması ve kendisinin bu üç fırkadan hangisinde vücûduna lüzûm görür ise o fırkada bulunması ve bu fırkaların birinden diğerine îcâbına göre asker alıp vermesi husūsunun müşârun-ileyhin reyine havâlesiyle, me’mûriyyetinin icrâsı ve bununla Süleyman Paşa’nın Karadağ’dan alınacak fırka ile bir an evvel Dedeağacı tarīkıyle Edirne’ye getirilmesi ve Sohum [305] ve Batum mevki‘lerinden ve beşinci ordu dâiresinden ve sâir asker bulunan mahallerden mümkün olabildiği mertebede birer mikdâr asker alınıp İstanbul’a celb buyurulması ve Dersa‘âdet’te bulunan müstahfız ve nizāmiyye ve redîf taburlarının zābitsizlik münâsebetiyle mevcûdlarının bin ikişer yüz raddesinde hâzır bulundurulması ve buraca dahi mevâki‘deki askerden mümkün olabilen mikdârı alınarak ve Ahmed Eyyüb Paşa fırkasının kuvveti tezyîd edilerek ve îcâbına göre sâir fırka-i seyyâreler tertîb olunarak, Balkan’daki düşmanın hatt-ı ric‘ati kesilmek ve geçmeye çalışanlar geçirilmemek ve îcâbına göre kal‘elere yardım edilmek, ve’l-hâsıl tenkīl-i düşman için îcâb eden her türlü harekât iktizāsına göre icrâ ile bi-havlillâhi te‘âlâ düşmana meydân verilmemek husūslarına himmet ve ikdâm olunmak lâzım gelir. Hiçbir vakitte ye’s ü fütûr getirmeyerek ve Allâh’ın nusretine ve Peygamberimiz Efendimiz [sallallâhu aleyhi ve sellem] Hazretleri’nin imdâd-ı rûhâniyyetine istinâden çalışmakla berâber, sabr u sebât edilmek iktizā eder, efendim.” Fi 26 Haziran sene 1293
(Nâmık) (Redîf)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
189
[Serasker Redîf Paşa ve Müşîr Nâmık Paşa’nın Tertibat Hakkındaki Telgrafları] İkinci Telgraf “26 Haziran târîhli telgrafnâme-i âlîlerinin cevâbıdır. Evvelki gün iki sâ‘ate kadar yazılacağını arz eylemiş olduğum tafsīlâtı hâvî taraf-ı fahīmânelerine keşîde olunan telgraftır. [306] Harîtanın mütāla‘asından müstebân olacağı vechile, Tırnova ve Gabrova tarafları Ziştovi’den geçip ilerleyen düşmanın önündedir. Tırnova’da bulunan birkaç taburdan başka düşmanın ilerisinde kuvvetimiz olmayıp, bunlar da külliyyetli düşmana mukāvemete muktedir olamamalarından dolayı, düşman Tırnova’ya girip oralara yayılmış ve Servi ve civârları tabî‘î düşman arkasında kalmıştır. Mezkûr taburlar da Osmanpazarı’na doğru çekilmiştir. Ma‘lûm-ı sâmîleridir ki, Şibka Balkanı’na çıkarılmaya çalışılan askerden başka, tâ Sofya’ya kadar düşmanı karşılayacak bir mevki‘-i askerîmiz yoktur. Önünü boş bulan düşmanın peyderpey ilerleyeceği tabî‘îdir. Ahmed Eyyüb Paşa bir fırka askerle düşmanın cenâhına doğru gittiği gibi Vidin kumandanı Osman Paşa’nın dahi kal‘enin muhâfazasına kâfî asker bırakarak, yirmi beş taburla Orhāniyye’ye doğru gitmesi ve zâten Tuna hatt-ı müdâfa‘ası bozulmuş olduğu cihetle, Niğbolu ve Lom’da bulunan askerin artık oraları muhâfaza etmelerinin bir gûne ehemmiyyet ve fâidesi kalmayıp, bi’l-akis hatt-ı ric‘atlerinin kesilmesi ve Niğbolu kal‘esinin mevki‘inin münâsebetsizliğiyle, kuvvetlice düşmanın önden ve arkadan vukū‘ bulacak tazyīkıne mukāvemet edecek hâl ve iktidârda olamaması münâsebetiyle, kal‘e-i mezkûrenin şimdiden terki, hâl-i mecbûriyyette terkinden daha efdal olacağı mütāla‘asıyla, [307] Osman Paşa fırkasından münâsib bir müfreze Plevne’ye doğru ilerleyerek kal‘e-i mezbûre muhâfazasında bulunan 10-12 tabur ile Lom’daki askeri kendi fırkasına ilhâk ile müşârunileyhin düşmanı diğer cenâhtan sıkıştırması ve bu sūretle bir iş görülebilmesi buraca tasavvur ve mülâhaza olunmakta iken, ne çâre ki Memleketeyn askerinin Kalafat’tan bugünlerde Floratniya’ya geçmek üzere olduğu beyânıyla, ona göre davranması Dersa‘âdet’çe kendisine iş‘âr kılınması üzerine, paşa-yı müşârun-ileyh kımıldanamadığını ve Niğbolu’nun bu vechile tahliyesi hayırlı olacağını âleme anlatmak ve şimdiki hâl ile terkindeki mahzûru isbâtla ta‘arruzâttan kurtulmak ise epeyce müşkil bir şey olduğundan ve her teşebbüsün netîcesinin pürüzsüzce hedef-i maksūda isābetini evvelinden kestirmek ise hasbe’l-beşeriyye mümkün olamayacağından, işte bu hâller insânı kurup tasavvur ettiği ve mevki‘-i icrâya koymak arzu eylediği şeyleri yaptırmayıp, böyle mâni‘alar zuhûruna bakılınca bunda bir hikmet-i ilâhiyye vardır. İşte hâl bu merkezde olduğu arz olunur ve dün Mâbeyn-i Hümâyûn’a yazılan talgrafnâme-i âcizânemiz mütāla‘a buyurulmuş olacağı der-kâr olduğundan, ehemmiyyet-i hâl ondan dahi ma‘lûm olur, efendimiz.” Fi 27 Haziran sene 1293 İşbu ikinci telgrafnâmede Eflak askerinin Vidin [308] civârına dühūlü hakkında Osman Paşa’ya i‘tā olunduğu beyân olunan ma‘lûmât, taraf-ı Bâb-ı
190
AHMED MİDHAT EFENDİ
Âlî’den istihsāl olunan haberler üzerine, ol taraftan verilmiş ve hattâ Osman Paşa’nın behemehâl Vidin’den ayrılması lüzûmunda dahi ısrâr olunmuş idi. Elbette Osman Paşa’nın kalmasında bir menfa‘at-i mahsūsa mülâhaza olunmuştur ki böyle bir emir verilmiştir. Ancak böyle bir eserde, tasavvurât ile iştigāl etmeyip vukū‘ât ile meşgûl olmak muharririn vazīfesi olup, vukū‘ât ise Osman Paşa’nın derhâl Vidin’den Plevne cihetine hareket etmiş olmasından ibârettir. Hattâ bu hareketi men‘ için olunan ısrârlar üzerine bundan dolayı hâsıl olacak her nev‘ mes’ûliyyet Mâbeyn-i Hümâyûn’a âid ve râci‘ olmak üzere Osman Paşa’nın behemehâl hareketine emr-i kat‘î verilmiş olması dahi muhakkaktır. Mâbeyn-i Hümâyûn’dan edilen vesāyânın hiç birisi emr-i kat‘î tarzında olmayıp, cümlesi nazar-ı dikkate alınmak üzere tavsiye ve ihtārât nevinde olduğu hâlde, bu emrin mes’ûliyyeti dahi der-uhde edilerek, emr-i kat‘î sūretinde i‘tāsına mecbûriyyet hâsıl olması herhâlde câ-yı dikkattir. El-hâsıl düşmanın ilerlemesini men‘ için görülen tertîbâtın sür‘at-i icrâsı, artık Balkan geçitlerini lüzûmu kadar esbâb-ı mukāvemetten hālî görerek Zağralar’a doğru ilerlemeye [309] bile sa‘y etmekte bulunan düşmanı geriletmeye kâfî olduğu şübheden vâreste ise de tertîbât-ı mezkûrenin icrââtı fi‘iliyyesi İşkodra tarafından Süleyman Paşa’nın ve Vidin cihetinden dahi Osman Paşa’nın hemen Edirne ve Plevne’ye yetişmelerine mütevakkıf olup, şu çâre-i âcil husūsunda asla dakīka fevt edilmemesi ise kat‘iyyen mültezim-i pâdişâhî olduğu ve ol bâbda ihtārât-ı lâzımeden geri kalınmadığı, tezâkir-i âtiyye müeddâlarından dahi ma‘lûm olur. Bahriye Nezāreti’ne [Süleyman Paşa’yı Getirecek Vapurlar Hakkında Tezkire] “Süleyman Paşa hazretlerini getirecek vapurlar gönderildi mi? İş‘âr ve gönderilmemiş ise bugün hemen bunların ihrâc olunması, irâde-i seniyye iktizā-yı âlîsinden olmakla, ol bâbda.” Fi Cemâziyelâhir sene 1294
(Sa‘îd)
[Süleyman Paşa’yı Getirecek Vapurlar Hakkında] Diğer [Tezkire] “Süleyman Paşa hazretleriyle ma‘iyyetlerindeki asâkiri götürecek vapurların sūret-i irsâline dâir cevâb-ı âlî-i dâverîleri huzūr-ı hümâyûn-ı hazret-i pâdişâhîye lede’l-arz, ehemmiyyet-i hâl, dakīka zıyâ‘ına bile mütehammil olmadığı nezd-i âlîlerinde umûr-ı ma‘lûmeden olarak, o cihetle Varna ve Ereğli’de bulundukları beyân olunan vapurların gāyetü’l-gāye sür‘atle getirtilip Bar iskelesine irsâl olunmasıyla berâber, bugün hareket edeceği iş‘ârları cümlesinden olan vapurların, ol vechile gitmiş [310] olacakları me’mûl ise de def‘-i tereddüd için bunların hareketleri haber-i kat‘îsinin dahi iş‘ârı, irâde-i seniyye-i cenâb-ı mülûkâne iktizā-yı âlîsinden olmakla, ol bâbda.” Fi 22 Cemâziyelâhir sene 1294
(Sa‘îd)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
191
Resim 34: Süleyman Paşa.(Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 393.) [Vaziyet Hakkında] Süleyman Paşa’ya Telgraf “Bahriye’den verilen ma‘lûmâta nazaran, vapurların bugün oraya vâsıl olması me’mûldür. Düşman Tırnova’yı dahi istîlâ edip, şimdi de İslimye’ye doğru geliyor, Kazgan istihkâmını ele geçirir veyâhud diğer tarīkten gelerek şimendiferi zabt edecek olur ise artık Balkanların da hatt-ı müdâfa‘ası bozulup, istediği yere kadar gelmesine bir hâil kalmayacaktır. İşte hâlin derecesi şudur ve sür‘at-i huzūrı müşîrîlerine vücûh-ı şettâ ile ihtiyâc vardır. Zât-ı devletlerinin ve kāfile-i ûlâ sefâinine yerleştirilecek asâkir-i şâhânenin sefâine rükûbu, sefâin-i merkūmenin Bar limanına vusūlünü ta‘kīb etmek, ve’l-hâsıl vapurların oraya vürûdunda asker ile mühimmât ve sâirenin nakline lâzım olan müddet-i zarûriyyeden ziyâde zamân geçmeyip, o müddetin akībinde hemen harekete müsâra‘at buyurulmak, bâirâde-i seniyye-i pâdişâhî uhde-i hamiyyet ve rü’yet-i müşîrîlerine tevdî‘ ve cevâba intizār kılınır.” Fi 7 Haziran sene 1293
(Sa‘îd)
192
AHMED MİDHAT EFENDİ
Osman Paşa Vidin’den ve Süleyman Paşa Bar’dan el-hakk yıldırım gibi [311] birer sür‘atle yetişip düşmanın ircâ‘ına himmet etmek tedâriğinde oldukları sırada, Dersa‘âdet’in mühimmât-ı nâriyyece bulunduğu hâl her zamân için nazar-ı ehemmiyyete alınacak bir keyfiyyet olmakla ve selâmet-i vatan ve millet husūsunda müfredât-ı umûra varıncaya kadar düşünmekten hālî kalmayan zât-ı hazret-i pâdişâhînin derece-i dikkat ve ehemmiyyet-i hümâyûnlarını bu kaziyye dahi meydân-ı sübûta çıkarmakla, ol bâbda Tophāne-i Âmire müşîriyyet-i celîlesine yazılmış olan tezkirenin en münâsib mahalli burası olmak üzere, ber-vech-i âtî dercine müsâra‘at kılındı. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Tophāne-i Âmire’ye Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Bugün i‘tā buyurulan pusulaya nazaran, Dersa‘âdet’te mevcûd bulunan 15.919 sandık Schneider ve 5.325 sandık Winchester fişenkinden ibâret olup, nefere yarımşar tertîb i‘tibârıyla 500 fişenk hesâb olunduğu ve her sandıkta mevzû‘ fişenkler dahi biner i‘tibâr edildiği hâlde, o mikdâr-ı mühimmât yalnız 40.000 kadar askere kifâyet edeceğine ve eğerçi mezkûr pusulada muharrer olduğu üzere süngülü ve kasaturasız 140.000 Martini-Henry ve 2.271 Winchester tüfengi var ise de Martini-Henry fişenklerinden bir dâne mevcûd [312] olduğuna binâen, el-yevm askerin yedinde mevcûd olan mühimmât bittikten sonra muhârebe ve müdâfa‘a maddesi kesb-i imtinâ‘ ederek, cünûd-ı mevcûde bir kuvve-i gayrı müsellaha menzilesinde kalacağından, muhātarât-ı azīmesi muhtâc-ı beyân olmayan şu hâle, bir çâre-i âcil tedâriği, ya‘ni ne kadar sür‘at kābil ise ol rütbe isti‘câl ile münâsib bir mahalden mikdâr-ı kâfî fişenk iştirāsıyla celbi için zât-ı sâmî-i sadâret-penâhî ve hāriciye ve dâhiliye nâzırları hazerâtı ile mahremâne akd-ı meşveret olunarak, karârına göre esbâbına teşebbüs olunmakla berâber, keyfiyyet huzūr-ı âlîye arz u teblîğine müsâra‘at kılınması ve bir de mühimmât-ı hâzıra isrâf olunmamasının gāyetü’l-gāye mahrem bir sūrette taraf-ı serdâr-ı ekremî ile îcâb eden kumandanlara bildirilmesi, şeref-müte‘allık olan irâde-i seniyye iktizā-yı âlîsindendir, ol bâbda.” Fi 4 Cemâziyelâhir 1294
(Sa‘îd)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
193
Resim 35: Tırnova.(Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 457.)
194
AHMED MİDHAT EFENDİ
Düşmanın Balkan’dan beri tarafa doğru ilerlemeye çalışmakta devâm eylemesi ve Süleyman Paşa’nın Edirne cihetinden müdâfa‘aya me’mûr olması üzerine, Rusyalının mürûruna mâni‘ olacak sâir ba‘zı tedâbîrin dahi tavsiyesi emrinde, serasker kāim-makāmlığına hitāben teblîğ ettirilen vesāyânın da der-kâr olan ehemmiyyeti ihtāra ihtiyâc görülmeksizin, ber-vech-i âtî derc olundu. [313] [Serasker Kāim-makāmlığına Bazı Tedbirler Hususunda Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Bu gece sâ‘at 7’de Edirne vâlîsinden alınıp manzūr-ı âlî buyurulan telgraf, bâ-irâde-i seniyye leffen savb-ı sâmî-i dâverânelerine takdîm kılındı. Meâlinden müstebân olacağı üzere düşmanın Tırnova’ya tâbi‘ Sırt karyesinden veyâhud Nike ( )ﻧﻴﻜﻪnâm karye tarīkıyle Fabrikaboğazı’ndan İslimye’ye gelmesi melhûz olduğu gibi Başkarye yoluyla iki sâ‘at içinde Kazgan’a girmesi dahi muhtemelâttan olduğundan, gerek bu maddeler ve gerek Zağra-i Cedîd’e gelir ise, şimendiferi tutup istediği yere gitmeye mâni‘ kalmayacağına dâir olan fıkra dikkate şâyân görünmüştür. Ve Kazgan istihkâmları düşman eline geçer ise Şumnu’dan gelecek asâkiri şâhâneye işbu istihkâmları zabt edecek düşman tarafından mukāvemet olunacağı mülâhazası dahi tahdîş-i efkâr eylemiştir. Eğer buna tedbîr olmak üzere, Kızanlık’tan iki taburun İslimye’ye hareketi Raûf Paşa hazretleri tarafından kāimmakām Nazīf Bey’e emr olunmuş ise de onun İslimye’ye vusūlü 2-3 güne mütevakkıf olduğunu ve maa-mâ-fîh kendi mütāla‘asına göre Kızanlık’taki kuvvete dokunmak mahzûrlu bulunduğunu, vâlî-i müşârun-ileyh diğer telgrafıyla cevâben beyân eder. Şu hâllere nazaran, maslahat gittikçe kesb-i vehāmet etmekte olup, bir sâ‘at evvel Edirne’ye keşîde buyurulan telgraf-ı âlî-i [314] müşîrânelerinde, kâffe-i ahâlî-i İslâm’ın taht-ı silâha alınması yazıldığı mahallinden tahkīk olunduğundan, tedbîr-i âlî-i âsafâneleri ayn-ı isābet ve bâ‘is-i takdîr-i velîni‘mettir. Beyâna hâcet olmadığı üzere, Ahmed Eyyüb Paşa arkadan düşmanı tehdîd edebilecek mevki‘e vâsıl olur ve Süleyman Paşa da intizār olunan taburlarla gelir ise, şu tehlikenin mündefi‘ olacağı der-kâr ise de ol vakte kadar buradan mümkün olan esbâb-ı mukāvemete pek ziyâde ehemmiyyet vermek lâzım olup, bu cihetle ahâlî-i İslâmiyye’nin taht-ı silâha alınmasına devâm olunmasıyla berâber, mümkün ise Dersa‘âdet’ten biraz asker daha gönderilmesine lüzûm görünmekte olduğundan, bu ciheti bâ-irâde-i seniyye tedbîr-i âlî-i müşîrîlerine havâle olunur.” Fi 27 Haziran sene 1293 Tertîbât-ı mezkûrenin icrâsı esnâsında, ahvâl-i harbiyye ve harekât-ı askeriyyenin ne sūrette olduğu, Şumnu’da bulunan Serasker Redîf Paşa hazretleriyle Mâbeyn-i Hümâyûn Serkitâbeti arasında Haziran’ın 29’uncu günü te‘âtī olunan muhāberât-ı âtiyyeden müstebân olacağı cihetle, muhābere-i mezkûre dahi aynen derc olundu.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
195
[Şumnu’daki Serasker Redîf Paşa ile Mâbeyn-i Hümâyûn Arasındaki 29 Haziran Tarihli Haberleşme] Sūret-i Muhābere “S – Ahmet Eyyüb Paşa nereye geldi? C – Ahmed Eyyüb Paşa Teransek ( )ﺗﺮاﻧﺴﻚkaryesinin ilerisinde Gürçeşme’dedir. Düşman [315] ile karşılıklıdır. Süvâriler çarhlaşıyorlar. S – Düşmanın başlı kuvveti Gürçeşme’de mi? Oradan Tırnova’ya kadar ilerleyen askerinin mikdârına ma‘lûmât alabildiniz mi? C - Ahmed Paşa’nın fırkası Gürçeşme’de olup, düşman üç çâr-yek kadar ondan uzaktadır ve başlıca kuvveti Ahmed Eyyüb Paşa’ya karşı olmak tabî‘îdir. Tırnova’ya doğru ilerleyen düşman fırkası 25.000 raddesinde olduğu, Tırnova’dan gelen bir zābit ile ahâlîden birinin [316] ifâdesinden anlaşılır ise de sıhhatine hükm olunamaz. Düşmanın oralara doğru ilerleyen kuvvetinin sıhhati vechile tahkīk ve iş‘ârı Osmanpazarı’na yazıldığından, oranın iş‘ârına intizār olunur. S – Gürçeşme mukābilindeki düşman kuvvetinin mikdârı istikşâf olundu mu? C – Her iki taraf yek-diğerini intihāb ettiği noktaya celb için çabalamakta olduğu cihetle, yalnız meydânda süvârilerinin birer mikdârı çarha alışmakta ve piyâdelerini birbirlerinden gizlemekte iseler de düşmanın piyâdesi 40.000’den
Cidd ile sa‘y eden her kumandan hakkında taltīfât-ı pâdişâhî dirîğ buyurulmadığı misillü, Ahmed Eyyüb Paşa’nın şu sırada nâil olduğu taltīfât ve teşvīkāt dahi ol bâbda kendisine çekilen bir telgrafnâmede münderic bulunduğundan, ber-vech-i âtî tahşiye edilir. [Ahmed Eyyüb Paşa’ya Çekilen Telgraf] Sūret-i Telgraf “Devlet ve millet-i İslâmiyye’ce hayât ve memât mes’elesi olan ahvâl-i mevcûdenin, bir netîce-i sâlimeye mukāreneti, dirâyet-i zâtiyye-i müşîrîlerine munzam olan kemâlât-ı askeriyye ve kemâl-i hamiyyet ve muhabbet-i vataniyye-i devletleri iktizāsınca, zât-ı dâverânelerinden muntazırdır. Me’mûriyyet-i mühimme-i hâzıralarında azm u cezm-i âlîleri biinâyetullâhi te‘âlâ, nezd-i âlî-i mülûkânede ve enzār-ı umûmiyyede intizār edilen netâyic-i müfîdeyi intâc eylediği hâlde, devletin teceddüd-i hayâtına bâ‘is bir muzafferiyet-i azīme menzilesine geçeceğinden, bu hizmet-i devletleri târîhlerde büyük bir mevki‘-i iftihār tutacağı gibi bunun kadr u kıymeti nezd-i kadir-dânî-i hilâfet-penâhîde ve umûm-ı millet-i İslâmiyye nazarında fart-ı hürmet ve tevkīr ile telakkī olunacaktır. İşte zât-ı saff-derîlerinden ümîd ve intizār şu merkezde olup, vukū‘âttan ve şimdiki hâl ve mevki‘inizden dahi şifre ve îcâbına göre açık telgrafla ma’lûmât verilmesi, irâde-i seniyye-i mülûkâne muktezāsındandır.” Fi 27 Haziran sene 1293 (Sa‘îd)
196
AHMED MİDHAT EFENDİ
50.000 raddelerinde olduğu tahmîn olunmaktadır. Hîn-i iktizāda geriden daha asker getirip getirmeyeceği mechûldür, efendim. S – Süvârisi ne kadar? C – Meydânda bir alay kadar süvârisi görünüyor. S – Dobruca’ya geçen düşman şimdi hangi noktada, mecmû‘î kuvveti ne raddededir, onun ne kadarı süvâridir? C – Mecîdiyye’nin 8-9 sâ‘at ötesinde ise de süvârileri arasıra Mecîdiyye’ye doğru takarrüb eylemektedir. Piyâdesinin mikdârı 20.000 ile 25.000 raddesinde olduğu ve süvârisinin dahi beş alay raddesinde idüğü haber veriliyor. S – Düşman Tuna’nın başka taraflarından tecâvüze teşebbüs ediyor mu? C – Rusçuk ile Silistre arasından geçmeye çalışmaktan bir an hālî olmadığı gibi yukarılarda da top ile nümâyiş etmektedir. [317] Rusçuk kumandanı düşmanın Martin ile Rahova arasında tecâvüze çalıştığını ve geçer ise Rusçuk’un ve Varna demiryolunun muhātaraya düşeceğini ve Feyzi Paşa kumandasıyla altı tabur ve bir batarya seyyâr topu Rusçuk’a gönderilmesini yazmış idi, bir şey gönderebildiniz mi? C – Eşref Paşa, Rusçuk’tan fırka-i ma‘lûme ile hareket etmesini müte‘âkib, Tāhir Paşa feryâda başladı, onun üzerine nâçâr, Varna’da bulunan iki tabur Zeybek askeriyle bir tabur Dersa‘âdet asâkir-i mu‘âvenesi oraya gönderildi ise de daha asker talebinden geri durmuyor. Ya‘ni oradan çıkan asker kadar asker istiyor. Eğer başka taraftan ol mikdâr asker alıp sevk etmek mümkün olsa idi, o ciheti ihtiyâr olunur idi. Mevâki‘in hangisine el uzatılacak olsa, askerin kifâyetsizliğinden bahisle bağrışıyor. Bir yerden asker kaldırılmaz ise geçen düşmanın üzerine ne ile gidilebilir? Eğerçi Şumnu’da yirmi iki tabur var ise de buranın istihkâmât-ı cesîmesini muhâfaza ile berâber Dobruca’dan tecâvüz eden düşman ilerleyecek ve Varna ile Şumnu arasına girecek olur ise onu def‘ ve mukābeleye nasıl kifâyet edeceği düşünülür iken, tekrâr Rusçuk’a asker tefrīk olunabilir mi? Buralarını muhâfaza etmek her türlü fedâkârlığı göze aldırarak [318] can ve baş ile çalışmayı ve Ahmed Paşa’nın refâkatine verilen fırka ise arkadan Rusçuk’a gelmek isteyen düşmana karşı olup, o fırkanın hizmeti de Rusçuk’un selâmeti için olduğunu paşaya anlatmak kābil olamadığından ve bu kadar feryâdının birazı da tabansızlıktan ileri geldiğinden, oraya Eşref Paşa’nın i‘âde edilmesi veyâhud emniyyet olunur birinin muvakkaten Rusçuk kumandanlığına gönderilmesi, bugün Serdâr Paşa hazretleri tarafından Ahmed Paşa’ya yazıldı. Çıkıştırılabildiğine göre hareket olunuyor. Eğerçi elde fazla bir kuvvet olsa, her noktada emniyyet-bahş olacak bir hâlde tutulur. Asker dağınık bir hâlde görünüyor da, içinden birisine lüzûmsuzdur diye hükm edilerek, bütün bütün oranın tahliyesine hükm olunamıyor. İşte bu sebeblerle ne mümkün ise o yapılabilir, efendim.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
197
Harita 5: Rusçuk’un planı.(Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 229.)
198
AHMED MİDHAT EFENDİ
S – Niğbolu’daki askerlerin orada ibkāsı ne fâide mütāla‘asına mebnîdir? C – Kadîm bir kal‘e olup derûnu top ve mühimmât ile memlû olmasıdır ve bir kasabadır. S – Rusya’nın Memleketeyn’deki bakiyye-i kuvvetiyle Eflaklıların kuvveti ne kadar imiş? C – Rusya’nın Memleketeyn’e getirmiş olduğu kuvve-i askeriyyesi dokuz ordudan ibâret olup, beşi Rusçuk ve Niğbolu taraflarında, ikisi Tuna’nın aşağı taraflarında ve ikisi de içerilerde olduğu haber alınıyor ise de her gûne hareketini [319] dilediği yolda icrâ etmesi tabî‘î olduğundan, şimdi ne kadarı nerelerde olduğuna ma‘lûmât-ı tâmme alınamadı. Ve sıhhat-i hâli tamâmıyle anlamak müşkil olduğu nezd-i âlîde dahi müsellemdir. Ulahiyye’nin kuvveti ise 50.000 raddesindedir. S – Bizim Mecîdiyye ve Köstence ve Boğazköyü’ndeki askerimiz, düşmanın kuvve-i külliyyesine karşı ne harekette bulunacaktır? C – Mecîdiyye’deki asker, kendisinin kuvvetine müsâvî veya daha ziyâde gelecek (Dobruca’da on bir tabur asker olup sekizi Mecîdiyye’de ve üçü münâsafeten Köstence ve Boğazköyü’nde) düşmana mukāvemet edip ve mukāvemete muktedir olamayacak sūrette ve düşmanın kendi kuvvetinin iki üç misli raddesinde gelmekte olduğunu keşf u tahkīk ettikte, Boğazköyü’ndeki askeri de yanına celb ederek ve düşmanı gözünün önünden kayb etmeyerek, Pazarcık tarīkıyle Varna veya Şumnu’ya çekilmeye çalışacaktır. O hâlde Köstence’deki bir buçuk tabur asker de orada beklemekte olan vapurlarla Varna’ya gidecektir. S – Tırnova’dan ric‘at eden askerle Safvet Paşa livâsının nerede olduğunu İslimye bilmiyor, oradan tahkīk olundu mu? C – Osmanpazarı’ndadır. Bunlardan iki taburun Raûf Paşa’nın iş‘ârı üzerine muvakkaten Kazgan’a gönderilmesi bugün Safvet Paşa’ya yazıldı. [320] S – Kusūru Şibka’ya çekilmeyecek mi? Çekilmeyecek ise orasının muhâfazası emr-i ehemminde ne tedbîr etmeli? Raûf Paşa ve mahalli ziyâde askere lüzûm gösterir. C – Osmanpazarı’ndaki askerin umûmu kaldırılacak olur ise ol havâlî ahâlîsine dahi birden bire perîşâniyyet gelir ve yalnız Şibka şimdiki kuvvetle idâre edilemez. Balkan’ın sâir cihetlerine nereden asker konulabilir? S – Osman Paşa dünkü gün verdiğiniz emri icrâya başladı mı? C – Şimdi diğer tel ile hareketi hakkında onunla muhābere ediyoruz. S – Bu maddenin ehemmiyyet ve müsta‘celiyyeti her taraftan te’kîd olunmaktadır.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
199
C – Çâkerleri de onun için ta‘cîlde kusūr ettiğimiz yoktur. Esbâb-ı nakliyyenin fikdânı ve on taburun on beş günlük erzâk ve mühimmâtı pek çok nakliyyâta ihtiyâc göstermekte olduğu gibi âtîsini de te’mîn etmek lâzım olduğundan, iş yalnız hareket etmek olmadığı için onun çâresini bulmaya uğraşılıyor. S – Silistre’den isti‘âne sūreti düşünüldü mü? C – Silistre’nin kuvve-i askeriyyesi yirmi dokuz tabur, bundan on iki taburu Tutrakan’da üçü de Rusçuk ile Tutrakan arasında, üçü de Silistre’nin altı sâ‘at alt tarafında geçitleri muhâfaza etmekte, kusūr on tabur nefs-i Silistre’dedir. Hāricindeki mahallerden kaldırılacak olsa, süvâri müfrezeleri geçirerek [321] hatt-ı muvâsalaları tehdîd ve oralarda meskûn halkı şimdiden bozmaya muvaffak olur, mütāla‘ası oradan da şimdilik bir şey almaya mâni‘dir. S – İşin hulâsasına gelince, evvelâ kılâ‘ ve istihkâmâta mikdâr-ı kâfî asker terkiyle, olanca kuvvet ve gāyet şiddetle düşmanın ya hatt-ı ric‘atinin veya sağ ve sol cenâhlarından birisinin vurulması lâzım iken, şimdiye kadar batī’âne harekete teessüf olunur. Sâniyen, Ahmed Paşa ma‘iyyetindeki kolordudan mâ-adâ, seyyâr fırka tedâriği mümkün olmadığından, Şibka Balkanı’na ve Kazan Geçidi arasında sehlü’l-mürûr olan Elena Geçidi’ne gelmek isteyen düşmana mâni‘ olmak ve Selânik ile Edirne şimendiferini muhâfaza eden Sofya’yı muhātaraya koymamak ve Şehirköyü’nü muhâfaza eylemek ve düşmanın Tırnova hattu’l-harekâtının yan tarafını tehlikeye koymamak üzere, Vidin’deki kuvve-i cesîmenin kısm-ı a‘zamının Orhāniyye’ye doğru bir an evvel çekilmesine ba‘zı taraftan lüzûm gösterilir. Sâlisen, Kazgan cihetinin bi’l-hāssa muhâfazası için Safvet Paşa livâsının ve Tırnova’dan ric‘at eden askerin serî‘an Kazgan’a ta‘yînine, kezâlik Raûf Paşa lüzûm-ı kavî gösteriyor. Bu mütāla‘adan dolayı rey-i âlîniz ne merkezdedir? [C -] Tuna’daki harekât-ı askeriyyemizde görülen betāet ve adem-i muvaffakiyyetten ki düşmanın istediği kadar kuvvetini sühûletle [322] geçirmeye ve husūsen Tuna vilâyetinin Bulgarlık olan nısf-ı garbî kıt‘asına yayılmasına sebeb oldu. İşte bu hâlin eseri olarak birkaç günden beri nazariyyât-ı düveliyye hakkımızda büsbütün başkalaştı. Âdetâ iş işten geçip betāetimizin tehlikesi sâ‘at-besâ‘at devletin hesâbına pek bahâlı oturmaktadır. Ve bundan ne demek murâd olunduğu ma‘lûmları ise de daha îzāh edelim. Âdetâ devlet ve hey’et-i vücûd-ı umûmiyyesiyle mühlikenin son derecesine gelmektedir ve mes’ele-i şarkiyyenin halli hakkında ittifâkât-ı düveliyye husūlü müsteb‘id değildir. İşte bu tehlikeyi def‘ edip etmemek bu günden sonra sizin ittihāz edeceğiniz harekât-ı askeriyyeye mu‘allaktır. Ve vakit de pek az kalmıştır. Binâberîn, zât-ı şevket-simât-ı pâdişâhî bu bâbda lâzım olan azm u cezmi ve tedâbîr-i serî‘ayı size havâle buyururlar. Adem-i muvaffakiyyetin mes’ûliyyet-i azīmesi dahi nereye âid olmak lâzım geleceği beyâna muhtâc değildir. Eğerçi geçende serdâr-ı ekrem hazretleriyle müştereken alınan telgraflarında telâş etmemek ve sabr u sebât eylemek tavsiye
200
AHMED MİDHAT EFENDİ
olunmuş ve vâkı‘â bu sūret-i meslek, hikmet ve metânet iktizāsından bulunmuş ise de ne çâre ki yukarıdaki îzāhâttan anlaşılacağı üzere, iş telâş etmemek derecesini geçmiştir. Şimdi serdâr-ı müşârun-ileyh ile bi’l-müzâkere, bâlâda beyân olunan tedâbîr-i selâse hakkında verilecek karârı, kemâl-i sür‘atle [323] icrâ ve huzūr-ı hümâyûna da ma‘lûmât i‘tāsı, irâde-i kat‘iyye-i resmiyye iktizāsındandır.” Fi 29 Haziran sene 1293
(Sa‘îd)
Bu muhābere üzerine, keyfiyyet bâ-tezkire Bâb-ı Âlî’nin nazar-ı ehemmiyyetine arz olundukta, tezkire-i mezkûreye yazılıp Hey’et-i Vükelâ-yı fihām tarafından temhîr edilen zeyl dahi ahvâl-i harbiyye ve harekât-ı askeriyyeye mukābil, İstanbul’un efkâr ve tertîbâtını mu‘lin olmakla, bu dahi kezâlik aynen derc edildi. [Haberleşmeden Sonra Keyfiyyeti Bâb-ı Âlî’ye Bildiren Tezkire] Sūret-i Tezkire “Bugün bâ-irâde-i seniyye, zât-ı vâlâ-yı seraskerî ile icrâ olunan muhāberâtın bir sūreti leffen savb-ı sâmî-i âsafânelerine irsâl kılındı. Ecvibe-i vâridede düşmanın cihât-ı muhtelifede bulunan kuvvetinin mikdâr ve derecâtı muharrer olduğu gibi kılâ‘ ve istihkâmâtta mevcûd askerin, ifrâzı kābil olan mikdârı ayrılıp devletlü Ahmed Eyyüb Paşa hazretleri ma‘iyyetine me’mûr kolorduya verilmiş ve düşmanın karşısına bu ordudan ve Vidin’den nakli musammem olan askerden başka kuvvet çıkarmak mümkün olamayacağı delâiliyle îrâd olunmuş olduğuna ve devletlü Süleyman Paşa hazretleri refâkatiyle gelecek asker kuvvetü’z-zahr olacak ise de siyâk-ı hâle nazaran o da kifâyet edemeyeceğine binâen, kuvve-i askeriyyece görülen noksān ve ihtiyâcın ne sūretle ikmâli lâzım ve mümkün ise hey’etçe müzâkere ve mütāla‘asıyla karâr-ı hâlin derhâl arz u ifâdesi müte‘allık [324] buyurulan irâde-i seniyye-i cenâb-ı cihân-bânî iktizā-yı âlîsinden olmakla, ol bâbda.” Fi selh-i Cemâziyelâhir sene 1294
(Sa‘îd)
Vükelâ-yı Fihām Tarafından Zeyl Edilen Mazbata Sūreti “Mantūk-ı irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî karîn-îkān-ı âcizânemiz olarak, Meclis-i Askerî’ye teblîğ ve hükm-i irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî tezekkür olundu. Taraf-ı vâlâ-yı kāim-makāmîden vâki‘ olan ifâdeye göre, el-yevm Şibka ve Niş ve Sofya fırkalarında mevcûd olan asâkir-i şâhâne ile devletlü Süleyman Paşa hazretleri sahâbetiyle Bar’dan ve Mehmed Ali Paşa ile Yenipazar’dan Edirne ve Sofya taraflarına sevki ve Dersa‘âdet’ten Edirne cihetlerine sevki der-dest olan ve mümkün görünen cünûd-ı mülûkânenin mikdârı 122 tabur
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
201
piyâde ve on beş batarya toptan ve İslimye cihetine evvelce sevk olunan ve Selânik ve Hüdâvendigâr ve Aydın vilâyetlerinden müretteb süvâri asâkir-i mu‘âvenenin tertîb-i evvellerinden Edirne’ye gitmek üzere mahallerinden hareket ettirilen süvâri-i asâkir-i mu‘âvenenin mikdârı 3.200 neferden ibâret olup ve Sofya ile Niş’te dahi sekiz bölük asâkir-i nizāmiyye süvârisi bulunup, mezkûr taburlardan elli yedisi mevâki‘ ve istihkâmâtın muhâfazasına terk olunduğu ve kusūr yetmiş taburu ve top bataryalarıyla süvâriler dahi îcâbına göre isti‘mâl kılındığı [325] takdîrde, bi-havlihî te‘âlâ te’mîn-i husūl-i maksada kâfî görünmüş ve bundan başka Edirne ve Selânik ve Hüdâvendigâr ve Aydın vilâyetlerinden tertîb-i kadîminden başka, bulunabildiği kadar süvâri ve piyâde asâkir-i mu‘âvene tertîbine ve Dersa‘âdet’çe dahi altı tabur asâkir-i mu‘âvene tahrîrine teşebbüs edilip, Edirne vilâyetince el-yevm mevcûd ve kuvve-i mezkûreye gayr-ı dâhil olup, mikdârı 6.000 bu kadar neferden ibâret bulunan asâkir-i müstahfızadan başka, 15.000 kadar asâkir-i mu‘âvene ve müstahfıza daha tertîbi mümkün olup, celb ü cem‘lerine teşebbüs kılındığı cevâbı alındığı gibi Selânik ve Hüdâvendigâr ve Aydın vilâyetlerinden asâkir-i mu‘âvene tertîbi mahallerine yazıldığından, buralardan da epeyce asker hâsıl olacağı der-kâr ve her an ve dakīka tezyîd-i kuvvet ve miknet, esbâb u vesâilinin istikmâline sarf-ı efkâr ve mesâ‘î olunmakta idüğü bedîdâr olarak, mezkûr telgraf leffen i‘âde olunmuş olduğu beyânıyla, terkīm-i zeyle ibtidâr kılındı.” Fi gurre-i Receb sene 1294 Halîm, Yûsuf Ziyâ, Cevdet, Safvet, Rızā, Mahmûd, Mehmed Rüşdi, Hayrullâh, Edhem Düşman tecâvüzâtının meydân bulması üzerine, tecâvüzât-ı vâkı‘a telgrafnâme-i âtî ile serasker ve serdâr-ı ekremin nazar-ı ehemmiyyetlerine arz edilmiştir. [326] [Düşmanın Tecâvüzleri Hakkında Serasker ve Serdâr-ı Ekrem’e Çekilen Telgraf] “Pazar akşamı düşmanın karakolu Seyrân karyesine gelmiştir. Ondan sonra İslimye’ye gelebilmesi için iki yol olup, biri Seyrân karyesinden bir sâ‘at ileride Sırt karyesi, diğeri Seyrân’dan İslimye’ye dört sâ‘at mesâfesi olan Penke ( )ﭘﻨﮑﻪkaryesi imiş. Penke üzerinden gelir ise, Fabrikaboğazı’ndan İslimye’ye ve oradan da iki sâ‘at müddette Kazgan’a girebilir. Buraya girer ve techîzi hitâm bulmayan Kazgan istihkâmları düşmanın eline geçer ise, Şumnu’dan gelecek askerimizin harekâtı, düşman tarafından bu istihkâmlar vâsıtasıyla tehdîd ve men‘ olunur. Eğer düşman Seyrânlardan sekiz sâ‘at mesâfede vâki‘ Kardıç karyesinden Zağra-i Cedîde kadar iner ise şimendifer eline geçer, bundan hâsıl olacak netîce ise ma‘lûmdur. Bu cihetle İslimye’nin Penke ve Bile Boğazları’nı tutmak ve gerek sâir
202
AHMED MİDHAT EFENDİ
cihâtını muhâfaza etmek üzere, mahallinden 7-8 tabur askere lüzûm gösteriliyor. Eğerçi Dersa‘âdet’ten Edirne’ye on bir tabur gönderilmiş ise de bunlar Kızanlık’a sevk olunup Kızanlık’ın ehemmiyyet-i mevki‘iyyesi hükmünce oraya irsâl olunan askerin bir kısmını alıp İslimye’ye vermek kābil olamayacağından, İslimye için lüzûmu olan asker başka cihetten gönderilmektedir. İstanbul’da ise gönderecek asker kalmadı. İslimye müstahfızlarının bakiyyesini silâh altına almak olamayıp, Edirne ve Filibe müstahfızları [327] pazartesi akşamı silâh altına çağırılmış ise de bunlardan ba‘zılarının geleceği mahaller 20-30 sâ‘at mesâfede olduğundan, kolaylıkla tecemmü‘leri mümkün değildir. Edirne havâlîsinin umûm-ı ahâlî-i İslâmiyye’sinin taht-ı silâha alınmaları dahi Meclis-i Askerî karârıyla mahalline bildirilmiş ve bu sabâh i‘lân-ı keyfiyyetle Edirne’ce muktezāsına teşebbüs olunmuş ise de bunlar için esliha ve cephāne yetiştirilmesi lâzım gelip, bu ihtiyâcın tesviyesinde bir dereceye kadar istitā‘atimiz olacağı muhtâc-ı beyân değildir. Düşmanın şimendiferi zabt etmesinden vukū‘a gelecek vehāmet, kazāyâ-yı bedîhiyyeden olduğundan, buna karşı gelmek için birinci çâre, evvelce taraf-ı âlîlerinden dahi iş‘âr olunduğu üzere, Ahmed Eyyüb Paşa’nın Tırnova’dan düşmanın arkasını tehdîde sür‘at göstermesi maddesi olduğundan, bu mühimi yalnız müşârun-ileyhe havâle ile iktifâ câiz olmadığından, müşârun-ileyhin ma‘iyyetindeki kolordunun tesrî‘-i hareketine sa‘y-ı evfâ farz-ı ayin olduğu gibi İslimye’nin şu hâl-i hatarnâki ve Süleyman Paşa ile gelecek asker yetişmiş olsa, bi-havlihî te‘âlâ oraların muhâfazası te’mîn olunursa da, ol vakte kadar Dersa‘âdet’ten az ve çok başka kuvvet yetiştirilmesine imkânın adem-i müsâ‘adesi ma‘lûm-ı devletleri olduğundan, oranın tedbîr ve mütāla‘ası ne merkezdedir? Bir de Tırnova’dan ric‘at eden [328] beş tabur ile Safvet Paşa livâsı şimdi nerelerde ve onların taraf-ı sâmîlerinden almış olacakları ta‘lîmât ne yoldadır? Şifre ile iş‘ârı ve Osman Paşa’nın Vidin’de mikdâr-ı kâfî müstahfız bırakıp kusūr taburlarla kendisinin hārice çıkarak Ahmed Eyyüb Paşa fırkasının ittihāz edeceği hatt-ı harekete dâhil olması, geçenki müşterek telgraf-ı âlîlerinde muharrer ise de muahharan bir zâtın ihtār kabîlinden olan bir iş‘ârına ibtinâen, bu karârın te’hīr olunduğu tahakkuk etmiş olduğundan, karârınız vechile müşârun-ileyhe bu bâbda emir verilip verilmediğini îzāh eder, teblîgāt-ı âlîleri zuhûr etmediğinden, Osman Paşa’ya emr-i serî‘ i‘tāsıyla, keyfiyyetin ya‘ni emir verildiğinin iş‘ârı ve yazılan telgraflara her nasılsa vaktiyle cevâb verilmemekte olduğundan, mücâvebede teahhur vukū‘ bulmaması, irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî iktizāsındandır.” Fi 28 Haziran sene 1293
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
203
Resim 36: Tuna cephesinde Osmanlı başkumandanlığının umumî karargâhının bulunduğu Şumnu şehri. (Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 8.)
Mukaddemce tahkîmi husūsu dahi cânib-i Mâbeyn-i Hümâyûn’dan ihtār olunmuş olan Elena Geçidi’nin muhâfazası ehemmiyyeti bir kat daha artmakla, ol bâbda Raûf Paşa hazretlerine telgraf ile ihtār-ı âtî dahi i‘tā olunmuş idi. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Elena Geçidi’nin Muhafazası Hakkında Raûf Paşa’ya Çekilen Telgraf] Sūret-i Telgraf “Şibka ile Kazgan Geçidi arasında Elena Geçidi sâir geçitlere nisbeten düşman için hem sühûletli ve hem de Yanbolu şimendiferini [329] kestirme olarak tutmaya sālih olduğundan, taburlardan birkaçının hemen Elena Geçidi’ne gönderilmesi için taraf-ı âlîlerine ma‘lûmât verilmesi münâsib olacağı, ba‘zı taraftan ihtār kılınmıştır.” Fi 29 Haziran sene 1293
(Sa‘îd)
Evrâk-ı mebsûta, düşmanın Rumeli tecâvüzâtı üzerine ahvâl-i askeriyyemizin kesb eylediği hâli en doğru olarak tasvîr ve tebyîne kâfî olup, hâlbuki
204
AHMED MİDHAT EFENDİ
ahvâl-i mezkûreyi ehemmiyyet-i harbiyyeye göre ıslâhın çâresini aramak lüzûmu dahi der-kâr olmakla, ol bâbda mürâca‘at olunan sūretlerden olmak üzere, Osman Paşa ile Mehmed Ali Paşa’nın Edirne’ye doğru ilerlemeye çalışan düşmanı men‘e yetişmeleri tesrî‘ ve ta‘cîl olunmak lâzım gelmiş ve Serasker Redîf Paşa ve Serdâr Abdi Paşa’nın dahi azilleriyle umûm kumandanlığa Mehmed Ali Paşa’nın ta‘yîni iktizā etmiştir. Müşârun-ileyhümâ Osman ve Mehmed Ali Paşaların tesrî‘i husūsuna Mâbeyn-i Hümâyûn’ca ne kadar ehemmiyyet verildiği şu iki kıt‘a telgrafnâmeden müstebân olur. Osman ve Mehmed Ali Paşalar’a [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Çekilen Telgraflar] “Hedefü’l-harekâta bir dakīka ve bir an evvel gelmeniz irâde-i seniyye iktizāsındandır. Düşman Zağra-i Cedîde ile Kızanlık’a iki koldan hücûm etmiştir. Nereye geldiniz, askeriniz ne kadardır? Hemen cevâbı muntazırdır.” Fi 2 Temmuz sene 1293
(Sa‘îd)
[330]
Diğer [Telgraf] “Diğer telgrafta muharrer tahattiyyât-ı a‘dâdan dolayı, bugün devlet hayât ve memât beynindedir. Hamiyyet-i askeriyye ve vataniyyeyi en ziyâde gösterecek gün, bugündür. Ne kadar sür‘at, makdûr-i beşer dâhilinde ise ol kadar acele ile hedefü’l-harekâta gelmeniz irâde-i seniyye iktizāsındandır.” Fi 2 Temmuz sene 1293
(Sa‘îd)
Serasker ve serdâr-ı ekremin azillerinin menşe’i dahi kendilerine yazılan şu telgrafnâmeden müstebân olur. [Serasker ve Serdâr-ı Ekrem’in Azillerinin Menşe’ini Hâvî Kendilerine Çekilen Telgraf] Sūret-i Telgraf “Süleyman Bey’in Çerkes süvârileriyle Raûf Paşa tarafından gönderildiğine dâir telgraf-ı seraskerî, manzūr-ı âlî oldu. Onların adedi bilinemediği gibi Osmanpazarı’ndan nakl olunan sekiz taburdan başka olmak üzere, Raûf Paşa 2.000 süvâri ve on iki tabur piyâdeye lüzûm gösteriyor. O kadar kuvvet talebine mecbûriyyet veren işe, Süleyman Bey’le gönderilmiş olan asker nasıl kifâyet eder? Eğerçi Şumnu’dan asker gönderilememesine, oranın kuvvetinin dahi ihtiyâcâtına göre müretteb olduğu ve Şumnu tarafındaki asker tenkīs olunursa, düşmanın Balkanları bırakıp orayı tazyīk edeceği cevâbı verileceği meczûm ise de düşman Yeni Zağra’ya kadar gelmiş ve Kızanlık ve Eski Zağra’yı ve reh-i rastında olan İslâm kasaba ve karyelerini yakmış ve İslâm’ı [331] nisvân ve sıbyâna varıncaya kadar
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
205
envâ‘-ı fuhşiyyât ve eziyyâtla öldürmüş ve bu gibi hâlleri hâlâ icrâ etmekte bulunmuştur. Eğer şimendiferi dahi zabt edip de Edirne’yi istîlâ eder ise daha ileriye tecâvüzü şöyle dursun, yalnız Edirne istîlâsı Devlet-i Aliyye’yi Buhara Hānlığı menzilesine tenzîl edecek kadar bir hâl ile netîce bulur. Bu kadar belâya ise birkaç aydan beri 160-170.000 kişiyi mütecâviz olan bir kuvvetin kal‘elere kapanıp kalmasından ve tâ düşman Ziştovi’ye geçinceye ve buradan iş‘âr vukū‘ buluncaya kadar, bu kadar kuvvetten hiçbir kısmının seyyâr hâline konulmamasından neş’et etti. Hâlbuki, asker kılâ‘ içinde kapanıp tedâfü‘î hareket bekledikçe veyâhud mevâki‘-i muhtelifeye parça parça dağıtılıp da asıl lâzım olan yerler, ki onlardan biri de Ziştovi ve Rahova arasıdır, oralarda seyyâr ve kâfî müfrezeler bulundurulmadıkça, düşmanın kılâ‘-i mezkûreyi sonraya bırakıp en evvel Edirne’ye ve İstanbul’a doğru yürüyeceği ve her vakitte ve husūsen büyük bir devletle edilecek muhârebede, evvelâ erkân-ı askeriyyenin toplanıp düşmanın nerelerden geçmesi ve gelmesi melhûzdur ve ona mukābil, nerelerde ne kadar kuvvet bulundurulması lâzımdır, buraları inceden inceye hesâb ve kıyâs olunarak, makāsıd-ı vecâib-i askeriyyemiz her yerde olduğu gibi resmî bir kâğıt üzerine, ya‘ni plan ta‘bîr olunan hattu’l-harekât evrâkı tahtına [332] alınsın ve ihtiyâclarımız ne ise beyân olunsun denildiyse de mukābilinde cerh u tezyîf ve istihzâyı hâvî cevâblar verilmekten başka bir şey yapılmadı ve plan makāmında ve o da hezâr ihtāra müstenid olarak, devletin silâh altında ne kadar askeri olduğunu gösterir bir cedvelden başka bir şey verilmekten başka, daha yakın vakitte tebeyyün eyledi ki bizim tedâfü‘î diye iltizâm ettiğimiz meslek, kal‘elerde kapalı oturmak ve düşman ne vakit o kal‘elere gelirse, ol vakit elden geldiği kadar mukābele etmekten ibâret zann olunurmuş. Ya‘ni müdâfa‘a dahi bir kā‘ide ve bir plana müstenid olmak lâzım iken, elde öyle bir şey dahi yok imiş. İşte şu hatālar, ki her birini tahattur etmek erbâb-ı hamiyyeti fevka’l-had dil-hūn ve nâlân ve 600 senelik bir devleti hâl-i inhitātın son derecesine basmakta olduğundan dolayı, o erbâb-ı hamiyyeti dünyâya geldiğine bin kere pîşman eden bir fâci‘adır. Bu fâci‘a, mücerred hod-pesendlikten ve şer‘an ve aklen ve hikmeten müşâvere ve iyisini alıp fenâsını atmak üzere, gerek erbâbı tarafından ve gerek her taraftan vâki‘ olan ihtārâtı istimâ‘ ve muvâzeneye me’mûr olduğumuz hâlde, bu kā‘ideye adem-i iltifâttan neş’et etti. Ve işte düşman, yalnız Tuna’yı geçmek için resmen ve alenen 40-50.000 kadar adamını gözden çıkarmış iken bu tecâvüz bir Moskof kanı akmaksızın ve yalnız Ziştovi’de bulunan birkaç bölük askerin silâhından [333] başka silâh sadâsı işitilmeksizin vâki‘ oldu. Ve düşmanımız bir baş Edirne şimendiferinin başına kadar geldi ve Tırnova gibi tabî‘î bir istihkâm hâlinde bulunan yerlerde dahi kuvve-i kâfiyye olmamasından ve cebîn ve câhil ve mühmel kumandanlar bulunmasından dolayı, nice kasabât ve kurâ, pâ-zede-i cüyûş-ı a‘dâ olup, bunlardan Servi kasabası gibi ekser mahaller bir bölükten ziyâde olmayan düşmana arz-ı teslîmiyyete mecbûr oldu. Ve İslâm’ın nisvân ve sıbyânı, canca ve ırz ve nâmûsca bu kadar harekât-ı vahşiyâneye hedef edildi. Buna mukābil, Ziştovi ile arasında birkaç sâ‘atten ziyâde mesâfe olmayan ve derûnunda bir kolordu asker bulunan Rusçuk’tan düşmanın şu tecâvüzüne ve Şumnu ordugâhımızdan dahi ileri hareketine karşı hiçbir şey yapı-
206
AHMED MİDHAT EFENDİ
lamadı. Gālibiyyet ve mağlûbiyyet, takdîr-i ilahîye tâbi‘ ise de 170.000 askerin bulunduğu bir dâirede, ol asker tarafından zerrece mukāvemet görmeksizin düşmanın keyfe-mâ-yeşâ ve mâ-fevka’t-tasavvur hükm-i gālibiyyetini icrâ etmesi hayret verdikten başka, ahlâf bu vak‘ayı târîhlerde kemâl-i la‘net ile okuyacaklardır. İşte düşman Edirne kapısına yaklaşmış olduğundan, muhātara nihâyet derecede ve mes’ûliyyet-i azīmesi beyândan âzâde olduğundan ve şimdiye kadar ma‘lûliyyet-i vücûdiyye ve esbâb-ı sâireden bahs olunmaksızın, bir emr-i mühimmin der-uhde edilmesine nazaran, zamânı [334] geçtikten sonra i‘tizâr makbûl olamayacağından, her ne yapılmak lâzım gelirse yapılması ve Raûf Paşa tarafından mu‘âvenet-i kâfiyye icrâsıyla, berâber gönderilen Çerkeslerin beyhûde yere düşmana kurban olmamaları için hâmil oldukları Winchester tüfenklerine lâzım ve kâfî esliha ve cephāne verilmesi irâde buyurulmuştur. İşbu irâde-i seniyye harf-be-harf ta‘rîf ve müsveddesi huzūr-ı şâhânede kırâat ve tashîh olunmakla, bi’l-me’mûriyye taraf-ı âsafânelerine teblîğ kılındı.” Fi 4 Temmuz sene 1293
(Sa‘îd)
Umûm kumandanlığının Mehmed Ali Paşa’ya tevcîhine verilen ehemmiyyet dahi Mâbeyn-i Hümâyûn tarafından müşârun-ileyhe yazılan şu telgrafnâme mütāla‘asından ma‘lûm olur.
Resim 37: Şumnu Karargâhı.(Ali Fuad, Musavver 1293-1294 Osmanlı-Rus Seferi, C. 2, Kitabhane-i İslâm ve Askerî, İstanbul 1326, s. 344.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
207
[Umûm Kumandanlığının Mehmed Ali Paşa’ya Tevcîhine Verilen Önemi Gösteren Mâbeyn-i Hümâyûn Tarafından Yazılan Telgraf] Sūret-i Telgrafnâme “Şumnu’da bulunan Serasker Redîf Paşa ve Serdâr-ı Ekrem Abdi Paşa’nın azilleriyle, Tuna ciheti ordularının umûm kumandanlığının uhde-i dâverânelerine havâlesine ve mesned-i seraskerînin şimdilik kāim-makāmlık vechile idâresiyle, kāim-makāmlığın Tophāne Müşîri Mahmûd Paşa hazretleri uhdesinde ibkāsına ve zât-ı âlîlerinin Şumnu ordugâhına vusūlleriyle, kumandayı ele almaları ve Abdi Paşa ile Nâmık ve Redîf Paşaların dahi Şumnu’ya vusūlleri telgrafı geldikten sonra celb olunmalarına ve binâen-aleyh, bu tevcîhin o zamâna kadar [335] mektûm tutulmasına, irâde-i seniyye müte‘allık buyurularak, Bâb-ı Âlî’ce iktizāsı icrâ kılındığından ve yine geceli gündüzlü seyr u harekete devâm ile şu 3-4 gün zarfında Şumnu’ya muvâsalat-ı aliyye-i müşîrîleri, umûr-ı hâzıra-i devletin ehemm ü elzemi bulunduğundan, ona göre îcâbına himmet buyurulması ve iş‘âr-ı âlîleri vechile Sālih Paşa’nın ferīklik rütbesiyle Sofya kumandasına ta‘yîni derdest ise de umûm kumandanlık me’mûriyyet-i mühimmesi zât-ı dâverîlerine tevcîh buyurulduğu cihetle, muhârebe-i hâzırada te’sîs ve icrâ olunacak kâffe-i harekât-ı askeriyye, evâmir ve ta‘lîmât-ı müşîrîlerine tâbi‘olacağından ve Müşîr Süleyman Paşa ve Ahmed Eyyüb Paşa ve Osman Paşa dahi ma‘iyyet-i âlîlerinde bulunacaklarından, sâir ba‘zı zevâta dahi umûm kumandanlığı nâmı verilmekten ise tevhîd ve tanzīm-i harekât-ı cünûdiyyeye medâr olmak üzere, müşârunileyhimin kumanda edecekleri ordu ve kolordular ile sâir kolordu teşkîline mütehammil mahaller, mesela birinci ve ikinci nâmıyla aksâm-ı adîdeye taksîm olunarak, kumandanlara dahi yine birinci ve ikinci ordu kumandanları denilmek mi lâzım veyâhud kuvve-i mevcûde-i askeriyye fırkalara taksîm olunarak, kumandanlar dahi o nisbet ve aded üzerine ta‘yîn olunur, ve’l-hâsıl usūlüne ve rey-i savâb-dîde-i âlîlerine göre îcâbının icrâsı ve harb planlarının tanzīmiyle, icrâât-ı vâkı‘adan Bâb-ı [336] Seraskerî’ye vâki‘ olacak teblîgātın aksâm-ı mühimmesi hakkında, Mâbeyn-i Hümâyûn’a dahi ma‘lûmât verilmesi ve muhârebe-i hâzıra hey’et-i İslâmiyye’ce bir hayât ve memât mes’elesi olmakla, bunda herhangi kumandan def‘-i mehâlik ve celb-i mugālebe muvaffak olur ise devletin en âlî mevki‘ini hâiz olarak ve en büyük adam add olunarak alâmet-i musaddaka-i muzafferiyyeti olacak nişân ve seyf-i mefharet gibi mükâfât-ı aleniyyesini, pâdişâhımız efendimiz bi’z-zât yed-i hümâyûnlarıyla ta‘līk ve ihsân buyuracaklarından ve bu kumandan enzār-ı düvel ü milelde dahi kesb-i hüsn-i haysiyyet ve şöhret edeceğinden, işbu mükâfât-ı celîlenin taraf-ı âlîlerinden ihrâzını mûcib olacak esbâba bezl-i makdûr buyurulacağı, akvâ-yı me’mûl-i âlî bulunduğu ve kâffe-i tevcîhât ve tertîbât-ı askeriyyede me’zûn ve müstakil bulundukları bâ-irâde-i seniyye-i pâdişâhî teblîğ kılınır.” Fi 5 Temmuz sene 1293
(Sa‘îd)
208
AHMED MİDHAT EFENDİ
Yine Bu Maslahat Hakkında Süleyman Paşa’ya [Yazılan Telgraf] “Deminki telgrafta beyân olunan irâdât-ı seniyyenin teblîğine müsâra‘at olunur. Mesmû‘ ve manzūr-ı âlîleri olacağı üzere, düşmanın tecâvüzü mahdûd kalamayıp, Hāinboğazı’nın tutulmasından dolayı Yeni Zağra’ya kadar yetiştiği gibi bir taraftan dahi Kızanlık’ı istîlâ ile ilerleri tehdîd ve Elena cihetinin tutulmamasına ve hatī’ât-ı sâireye mebnî Şibka istihkâmâtını tazyīk [337] etmekte bulunmuştur. Şibka geçitlerinde Mirlivâ Hüsnü Paşa ve sâir refâkatleriyle on bir tabur asker olup, bunların ne hâl kesb ettikleri lâyıkıyla bilinemedi. Raûf Paşa hazretleri refâkatinde dahi on yedi tabur asker olup, kendisi İslimye tarafında bulunduğundan, derece-i makāsıd ve harekâtının neden ibâret olduğu, muhābere ve müşâhede ile ma‘lûm-ı devletleri olacaktır. Seraskerlik mesnedi şimdilik kāimmakāmlık ile idâre olunmak üzere, Abdi Paşa ve Redîf Paşa’nın azilleriyle Tuna orduları umûm kumandanlığı Mehmed Ali Paşa hazretlerine tevcîh buyurularak, müşârun-ileyh Mehmed Ali Paşa dünkü gün Dersa‘âdet’e gelip leylen Varna’ya müteveccihen hareket eyledi. Ve Vidin’de bulunan Osman Paşa hazretleri on sekiz tabur piyâde ve bir alay süvâri ve dokuz batarya topla Plevne’ye gelip, Tuna vilâyetinin cihet-i garbiyyesi kumandasına me’mûr ve îcâbı hâlinde Niş ve Sofya’dan asker almaya me’zûn olduğu, dâire-i askeriyye ile umûm kumandanlığının vâki‘ olacak iş‘ârâtı tafsīlâtından ma‘lûm-ı dâverîleri buyurulur. Vazīfe-i devletleri dahi düşmanın Balkanlardan ircâ‘ı ve Balkan muhâfazasının te’mîniyle berâber, bi-avnihî te‘âlâ harekât-ı ta‘arruziyyeye teşebbüs mes’ele-i mühimmesi olmak tabî‘î görünürse de makām-ı seraskerî ve umûm kumandanlık ile bi’lmuhābere, elbette kā‘ideten ve mevki‘an ittihāz buyurulacak hatt-ı hareket ta‘yîn kılınır. [338] Şimdi burada bahis ve tasrîhi bi’l-hāssa irâde buyurulan şey, çünkü bu ana kadar Tuna taraflarınca vukū‘a gelen hatī'âtın başlıca sebebi, askerin seyyâr hâline konulmamasından ve istihkâm ve mevâki‘-i müteferrikaya dağıtılmasından dolayı, geçende taraf-ı âlîlerinden dahi ma‘rız-ı teessüfte îrâd buyurulduğu üzere, sağ ve sol cenâhından veya hatt-ı ric‘atinden düşmanı gāyet şiddet ve sür‘atle tazyīke kudret-yâb olunamaması keyfiyyeti olmakla, ba‘demâ askerimizin her tarafta topluca ve harekât-ı serî‘a ve şedîde icrâsına muktedir bir hâlde bulundurulacağına ve zâten bu ehemmiyyeti takdîr eden zât-ı devletlerinin dahi bu yolda harekete i‘tinâ buyuracaklarında şübhe yoksa da, ehemmiyyet-i maslahata ve muktezā-yı irâdeye mebnî ihtār kılındı. El-hâsıl Devlet-i Aliyye’nin hayâtı ve memâtı arasında bir ramak kalmış ve devlet ve millet-i İslâmiyye’yi şu mühlikeden tahlīse muvaffak olacak kumandan bi’t-tabi‘ devlette en âlî bir mevki‘ tutarak, pâdişâhımızın teveccühât ve mükâfât-ı azīmesini ve bütün millet-i İslâmiyye’nin hürmet ve du‘âsını kazanacağından, me’mûriyyet-i mühimme-i devletlerinin böyle bir şeref ve şânı iktisâb ile nihâyet bulmasına sarf-ı makdûr buyuracakları, hamiyyet-i müslime-i âlîleri delâletiyle bedîhî olmakla, o yolda teblîgāt ve terğībâta hâcet olmadığı, bâ-irâde-i seniyye iş‘âr ve harekât ve vukū‘ât-ı câriyye hakkında ma‘lûmât-ı mütevâliyyeye intizār kılınır.” Fi 9 Temmuz sene 1292
(Sa‘îd)
[339]
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
209
Kezâ Mehmed Ali Paşa’ya [Yazılan Telgraf] “Tuna’nın cihet-i garbiyyesi kumandanı Osman Paşa’nın cihet-i şarkiyye kumandanlığında bulunan Ahmed Eyyüb Paşa ordusuyla ittisālâtını zâten düşmanın Ziştovi’deki fırkası men‘ ettiği gibi Dobruca’dan geçen düşman askerinin Varna ile Silistre arasına sokulmakta ve ilerlemekte olduğunun işitilmesi dahi, Şumnu ile Ahmed Eyyüb Paşa ordusunun hatt-ı muvâsalalarını bozacağı ve bu hâl Silistre ve Rusçuk’ta yalnız muhâfaza için asker ibkāsıyla, kusūr askerin bir noktaya cem‘i ve kuvvetin tevhîdi hakkında olan tasavvuru dahi ihlâl edeceği mütāla‘aları, efkâr-ı âliyyeyi tahdîş eylemekte iken, Varna’dan alınan telgraf-ı âlîlerinde, dağınık olan ve yolunda münkasım olmayan askerin toplanması tedbîr-i serî‘ine teşebbüs olunacağı anlaşılmakla, mahzūziyyet-i şâhâneyi mûcib oldu. Bir an ve bir dakīka evvel tertîbâtın mevki‘-i icrâya vaz‘ ı ve Süleyman Paşa taraf-ı devletlerine verilen cedvelde muharrer askerle Dedeağacı’na çıkıp, bugün kendisi ve asker Edirne üzerine gitmiş olduğundan, müşârun-ileyhin ittihāz edeceği hatt-ı harekete dâir hemen kendisine ta‘lîmât ve buraya ma‘lûmât verilmesi irâde-i seniyye iktizāsındandır.” Fi 9 Temmuz sene 1293
(Sa‘îd)
Rumeli ahvâl-i askeriyyesine bu dereceye kadar ehemmiyyet verilmesinin lüzûm ve vücûbunu, düşmanın Rumeli’ye olan tecâvüzâtı [340] ehemmiyyetine vâkıf olanların teslîm edecekleri gibi bu ehemmiyyetin Londra sefâret-i seniyyesinden vârid olan şu telgrafnâme ile dahi büsbütün mertebe-i bedâhete çıkacağı der-kâr bulunmakla, buracığa onun da derci münâsib görüldü. [Rumeli’deki Askeri Duruma Verilen Önemin Lüzûmunu Teyid Mâhiyetinde Londra Sefâreti’nden Gelen Telgraf] Sūret-i Telgraf “124 numaralı telgraf-ı âlîleri ahz olundu. Düşmanın Tuna’dan mürûruyla Tırnova üzerine yürümesi ve muahharan Balkan’ı, Hāinboğazı’ndan ve en sonra dahi Şibka tarafından geçmesi ve Niğbolu’nun istîlâsıyla muhâfızlarının kayd-ı esârete dûçâr olması, İngiltere halkıyla hükûmetince sû-i te’sîri mûcib olmuştur. Husūsen ki kumandanlarımız planlarına halel getirmeksizin vaktiyle Balkan geçitlerini muhâfazaya ve Rusların Ziştovi’de daha bir kuvve-i külliyyeleri yok iken ve köprüleri hedm olunmak kābil iken bundan istifâde ile kuvve-i cesîme ile üzerlerine hücûm ederek, kendilerini nehre dökmeye muktedir oldukları hâlde, bir şey yapmamaları ne esbâba ve ne planlara mübtenî olduğu anlaşılamıyor, fakat Niğbolu asâkir-i müstahfızasından Rusların eline esîr düşen 6.000 kişiden mâadâ, Rumeli ordumuzun cümlesi hâliyle durmakta olduğuna mebnî, İngiltere halkı Muhtâr Paşa hazretlerinin Anadolu’da Ruslar’ı bozarak tard eylediği gibi Rumeli’nde dahi kumandanlarımızın [341] yoluyla bir plan tanzīm ve icrâ eyledikleri takdîrde Ruslar’a gāyet hūn-rîz ve azīm galebe çalacaklarını ümîd ediyorlar. Rumeli’deki vekāyi‘-i harbiyyeden hâsıl olan te’sîrât pek de memnûn olacak
210
AHMED MİDHAT EFENDİ
sūrette değil iken, yine İngiltere devleti, devleteyn beyninde tavassut ve bunun için düvel-i sâire-i mu‘azzamaya mürâca‘at eylemek vakti gelmediği i‘tikādındadır. Efkâr-ı âcizâneme göre İngiltere bir tavassuta teşebbüs etmek için Rusların Anadolu’daki mağlûbiyyetlerinden hâsıl olan te’sîr-i ma‘nevîyi izâle ve nâmûs-ı askerîsini ikmâl etmek üzere, Rumeli’de büyük bir muzafferiyyet kazanmalarını bekleyecektir. Allâh göstermesin, eğer Ruslar gālibâne Edirne’ye girer ve Dersa‘âdet’i gāyetle tehdîd eylerler ise İngiltere hükûmeti Bâb-ı Âlî’nin da‘veti üzerine pâyitahtımızı muhâfaza için donanmasını Boğaziçi’ne göndermeye meyl edecektir. Fakat, bu mahalde kendi mütāla‘am olmak üzere, istitrâd sūretinde şunu ilâve ederim ki, Bâb-ı Âlî böyle bir mecbûriyyet-i müellime hâsıl olmadıkça ve İngiltere devleti dahi bî-taraflıktan çıkıp, Rusya’ya i‘lân-ı harb eylemedikçe, İngiltere donanmasının gerek Kal‘e-i Sultāniyye’ye ve Gelibolu’ya ve gerek Boğaziçi’ne dühūlüne muvâfakat etmemelidir.” 20 Temmuz sene 1877
(Musurus)
Rumeli tecâvüzâtı üzerine tedârikât-ı askeriyyeye bir kat daha vüs‘at vermek lüzûmu der-kâr olmakla berâber, bu muhârebeye de [342] süvâri askerimizin kıllet ve adem-i kifâyeti pek çok mevâki‘de te’sîrini göstermiş olmaktan nâşî, herşeyden ziyâde süvârinin teksîr-i mikdârına lüzûm görüldüğünden, ol bâbda Bağdad, Haleb, Suriye ve Trablusgarb vilâyetlerine şu telgrafnâme çekilmiştir. [Süvari Asker İhtiyacı Hakkında Bağdad, Haleb, Suriye ve Trablusgarb Vilâyetlerine Çekilen Telgraf] Sūret-i Telgrafnâme “Muhârebe-i hâzıranın kesb etmekte olduğu ehemmiyyet, muhtâc-ı tafsīl olmadığı cihetle, bu bâbda umûm-ı teba‘a tarafından teshîl-i ihtiyâcât-ı harbiyyeyi mûcib olacak her türlü hizmet ve mu‘âvenet icrâsı, umûm için mefrûzadan olduğuna ve vilâyet-i celîleleri ahâlîsinin mazbût olan hamiyyet ve gayretleri iktizāsınca, îfâ-yı farîza-yı cihâda kemâl-i arzu ve hāhiş ile şitâb edecekleri meczûm olup, iş yalnız ehemmiyyet-i hâlin kendilerine tefhîminde, ya‘ni muhârebe-i hâzıra umûm-ı İslâm’ın taht-ı livâ-yı hilâfet-penâhîde ictimâ‘a mecbûriyyetlerini mûcib olacak derecede azīm ve mühim bulunduğundan, burasının a‘yân ve efrâd ve urbân-ı ahâlîye hüsn-i telkîni ile berâber, ol bâbda teşvīkāt ve teshîlât-ı müessire icrâsında kaldığına binâen, işbu telgrafın vusūlünden i‘tibâren bu bâbda cidden ve mütevâliyyen sarf-ı mesâ‘î olunmasıyla berâber, düşmanın tahattiyât-ı ma‘lûmesinden dolayı, İstanbul ve Rumeli taraflarınca ziyâde askere [343] lüzûm var ise de en ziyâde ihtiyâc süvâriye olduğundan, oradan gelecek askerin süvâri olmasına ve bunların mümkün olduğu kadar sür‘atle Dersa‘âdet’e yetiştirilmesine fevka’l-gāye ihtimâm ve i‘tinâ olunmasının taraf-ı devletlerine teblîği, irâde-i seniyye iktizā-yı âlîsindendir.” Fi 17 Temmuz sene 1293
(Sa‘îd)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
211
Harita 6: Şibka Geçidi.(Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 401.)
212
AHMED MİDHAT EFENDİ
İşte bu sūretle teşebbüs edilen tedâbîr ve icrâ-yı îcâbı hakkında dahi kumandanlar tarafından gösterilen himmetler semeresiyle, Osman Paşa’nın Plevne ordusu düşmanı yan tarafından bi’t-tehdîd harekât-ı tecâvüziyyesini men‘ eylemiş olduğu gibi Edirne tarafından gösterilen harekât-ı tehdîdiyye dahi Rusyalıyı Şibka Boğazı’na kadar tıkıp, Balkan’ın beri tarafını tahliye ve tathîr etmiş idi. Harekâtça bizde kalan işbu tefevvuk üzerine, ortada vâkı‘â Şibka’ca Süleyman Paşa’nın Esveti Nikola istihkâmı aleyhine adem-i muvaffakiyyeti ve biraz ziyâdece asker kırdırması ve hattâ muahharan kendi ordusunun dahi bayağı tehlikeli bir mevki‘de kalması gibi bir mes’ele daha var idi. O mes’elenin hakāyık ve dekāyıkını ve ona müteferri‘ ba‘zı tedâbîri dahi Mâbeyn-i Hümâyûn-ı mülûkâneden ba‘zı ihtārât-ı seniyyeyi hâvî Meclis-i Askerî’ye verilen muhtıra ve o muhtırada tertîb olunan suâller ile meclis-i mezkûr tarafından bu suâller üzerine verilen cevâblar ve Süleyman Paşa’nın ol bâbda bir kıt‘a tahrîrât-ı [344] mufassalası mübeyyen ve muvazzah olduğundan evrâk-i mezkûre ber-vech-i âtî aynen derc olundu. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Meclis-i Askerî’ye Verilen Bazı Uyarılar İhtiva Eden Muhtıra] Muhtıra-i Seniyye “Ma‘lûm olduğu üzere, Süleyman Paşa’nın Edirne’ye vusūlünden sonra ittihāz ettiği hareket, iki esâsa mübtenîdir. Bunun birisi, Balkan eteklerine yayılmış olan düşmanı def‘ etmek ve ikincisi, Balkan istihkâmâtında bulacağı düşmanı dahi def‘ ile Balkan’ı geçip Tırnova üzerine yürümek ve ol vakit Mehmed Ali Paşa ve Osman Paşa tarafından dahi kendisine mu‘âvenet olunmak, ve’l-hâsıl askerimiz üç cihetten düşman üzerine yürüyüp veyâhud cihât-ı selâseden, düşmanı kendilerine celb edip, harbin tamâmiyyetini hâsıl eylemek idi. Süleyman Paşa birinci hareketinde muvaffak oldu. Ya‘ni ibtidâ Eski Zağra’ya ve sonra Yeni Zağra’ya gidip oraları düşmandan ve düşmanla birleşen Bulgar eşkıyâsından tathîr eyledi. Fakat ondan sonra tutacağı usūl, def‘aten kābil-i ta‘yîn olmayıp, bir mütāla‘a-i amīka ile kestirilebilir idi. Ya‘ni birdenbire Balkan istihkâmâtına yürümesi, mechûl bir netîce üzerine ateşe sokulup fâidesiz veya fâidesini istihsāl etmek pek düşvâr olan bir cesâret-i azīmeyi göze kestirmek demek olacağından, maksadı hâsıl etmek için daha kolay [345] ve tehlikesiz bir yol olup olmadığını düşünüp, ona göre teşebbüs etmek lâzım gelir idi. Çünkü müşârun-ileyh Kazgan tarafından ileriye gidip, Osmanpazarı’nda tahaşşüd etmekte olan diğer askerle birleşerek Tırnova üzerine gider ve Tırnova’yı alır ve orayı almaya muvaffak olmasa bile harbi kazanır ise Şibka’da tahassun edecek Rusya askeri bi’t-tabi‘ teslîme veyâhud ric‘ate mecbûr olacağından, bu tarīk ile hem maksad hâsıl olup, hem de Şibka istihkâmâtına hücûm etmekten tahaddüs edecek tehlikeye mahal kalmayacağından, bu tarīkın tercîhi hakkında müte‘addid mahallerden birçok mütāla‘ât
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
213
ve ihtārât vukū‘ bulmakla, Süleyman Paşa’nın Şibka’ya teveccühünün men‘i ve bulunduğu yerde tevkīfi ile şu iki mes’eleden birinin tercîhine karâr verildikten sonra, kendisine ta‘lîmât gönderilmesi arzu olunarak, bunun için Hey’et-i Vükelâ ve Meclis-i Askerî erkânı iki kere cem‘ ile akd-ı meşveret dahi olunmuş ise de Süleyman Paşa’nın Şibka’yı alması öyle zann olunduğu kadar güç bir şey olmadığı ve bunda biraz güçlük olsa bile Şibka’nın teshīrinden sonra Osman Paşa ordusuyla ve husūsen Selvi’de bulunan fırka-i askeriyye ile birleşmek kolaylaşarak, asıl harekâtı askeriyyece mahrec-i selâmet bulunması dahi ona mütevakkıf olmakla, Şibka muhârebesi esnâsında [346] biraz telefât verilse bile göze alınması lâzım geleceği husūslarında ittihâd-ı ârâ zuhûra gelmekle, bu yola gidilmiş ve Süleyman Paşa, Kardıç ve Hāinboğazları'nı düşmandan hālî bulduğundan oraları tahkîm ve bunlara birkaç tabur asker ikāmesiyle Şibka’ya gitmiş idi. Müşârun-ileyhin iş‘ârât-ı mütevâliyyesinden anlaşıldığı üzere, geçen haftanın salı gününden bed’ ile tam altı gün geceli gündüzlü ve bilâ-fâsıla düşmanla muhârebe edilmiş ise de Şibka istihkâmı Rusyalıların eline geçtikten sonra, nihâyet derecede tahkîm olunarak istihkâmâtın kâffesinin hendekleri gāyet amīk ve siperleri mürtefi‘ bulunduğundan ve düşmanın lâ-yenkatı‘ gelen imdâd ve mühimmâtıyla asâkir-i müstahfızası kuvvet bularak, istediklerinde tahaffuz ve istediklerinde şiddetle tehâcüme muktedir bulunduklarından, asâkirimizin bu istihkâmlar üzerine vukū‘ bulan muhâcemât-ı şedîde-i fedâ-kârânesi, bir netîce-i hayriyyeyi müntic olamadıktan başka, şimdiki hâlde yapılan istihkâmât-ı hafîfe içinde vaz‘iyyet-i tahaffuziyye ittihāzına mecbûriyyet hâsıl ettiği ve maa-mâ-fîh düşman şu hâl-i tahaffuzīyi icbâr eden noksān-ı kuvvete vâkıf olup da şimdiki kuvvetiyle veyâhud Gabrova’dan imdâdına gelen askeri artıp da, daha ziyâde kuvvetle askerimize hücûm edecek olur ise ma‘âzallâh mahv u tehlike mukarrer bulunduğundan, bunun çâresi hatt-ı ric‘atini tehdîd etmek [347] için Mehmed Ali Paşa ve Osman Paşa ordularının ta‘arruzī hareketleri ve husūsen Plevne ordusunun düşmanı işgāl eylemesi maddesi olup, bu sūretler kābil olamaz ise Plevne’den müfrez bir fırkanın gāyet şiddet ve sür‘atle Servi ve Gabrova’ya doğru ilerleyip, düşmanın hatt-ı ric‘atini kesmek farz hükmünde gösterilmiş ve şu eyyâm-ı sitte muhârebesinde telefâtımız Süleyman Paşa’nın tahmîn ve beyânına göre 5.000 kadar olup, mecrûhların mikdârından bahis kılınmamıştır. İşte şu ahvâl üzerine Mehmed Ali Paşa ve Osman Paşa ile bi’l-muhābere, ne yapılmak lâzım geleceğinin ta‘yîni 24 sâ‘at evvel dâire-i askeriyyeye teblîğ kılınmış ise de netîce-i teşebbüs ma‘lûm olamayıp hâlin ehemmiyyeti ise ta‘rîften müstağnî olduğundan ve bu işin tedbîrini müzâkerede bir sâ‘at vakit zāyi‘ olsa, ondan dolayı pek azīm tehlikeler zuhûru muhtemelâttan olduğundan ve ittihāzı lâzım gelen tedbîr, şekl-i maddeye nazaran esile-i âtiyyenin halliyle meydâna çıkacağından, esile-i mezkûrenin hemen Meclisi Askerî’ce nazar-ı mütāla‘aya alınarak harekât-ı harbiyyeye dâir karârlar da tafsīlden ziyâde, mes’elenin ta‘yîni fâideli olacağı cihetle, bu madde hakkında dahi yalnız suâllere cevâb verilerek, teşrîh-i maslahat maksadıyla daha başka tebyînâta lüzûm görülür ise ayrıca arzı lâzım gelir.” [348]
214
AHMED MİDHAT EFENDİ
[Muhtıra-i Seniyyede Yer Alan] Suâller [ve Cevapları] “S – Komutanlar harekâtında muhtâr iseler de makām-ı seraskerî ve hey’et-i müşâveresi olan Meclis-i Askerî, harekât-ı harbiyyece savâb göreceği şeyleri bir kere kumandanlara teblîğ ederek, yalnız o mütāla‘anın takdîr ve adem-i takdîrinde kendilerini tahyîr edebileceğinden, buna binâen makām-ı seraskerî ve Meclis-i Askerî dahi Hezargrad ve Plevne ordularının hareket-i ta‘arruziyyeye ibtidâlarını münâsib görür mü?” “S – Suâl-i sâbıkta beyân olunan hareket-i ta‘arruziyye münâsib add olunmaz ise bundan ihtirâz esâsen ve mücmelen neye mebnî olabilir?” “S – Mezkûr orduların hareket-i ta‘arruziyyeye ibtidâları redd olunduğu hâlde Süleyman Paşa’nın beyân ettiği tedbîr-i mutlak-ı âhir ki Plevne’den ifrâz olunacak bir fırkanın gāyet şiddet ve sür‘atle Gabrova’ya yetişmesidir, Meclis-i Askerî kendi mütāla‘asınca bu tedbîri tasvîb eder mi?” “S – Suâl-i sâbıkta beyân olunan tedbîr dahi kabûl edilmez ise Süleyman Paşa’ya bevârdan başka bir tedbîr irâ’esi lâzım geleceğinden ve o dahi âti’z-zikr suâllerin ta‘yîniyle hâsıl olacağından, esile-i âtiyyenin hangisi münâsib görülür ise cevâbında onun münâsib olduğunun beyân ve eğer onun hāricinde bir tedbîr hātıra gelir ise, ol tedbîrin isbât kılınması lâzım gelir.” [349] “Evvelâ, Süleyman Paşa’nın bulunduğu mevki‘de kalıp son dereceye kadar düşmanla uğraşması.” “Sâniyen, Şibka istihkâmının karşısında lüzûmu kadar asker bırakarak ve bu sūret kābil değil ise, ma‘iyyetindeki askeri kâmilen alarak geriye çekilmesi ve o hâlde bulunacağı noktalar nereleri olmak lâzım gelir ise mütāla‘a kabîlinden olarak kendisine beyân kılınmak üzere ta‘yîni.” “Sâlisen, Süleyman Paşa Osmanpazarı’nda veya Cuma’da tahaşşüd edecek diğer asâkir-i şâhâne ile birleşerek, düşmanın üzerine gidecek olur ise Tırnova havâlîsinde bulunacak düşman askeri, onların uğraşmasına mecbûr olarak, Şibka istihkâmâtındaki askerine imdâd edemeyeceğine ve o hâlde Şibka’daki askerinin mevki‘ ve hâli müşkil olacağından, geçende olduğu gibi Edirne üzerine veya daha ileriye tecâvüz etmek gibi bir tasavvuru ihtiyâr edemeyeceğine dâir ba‘zı mütāla‘ât olup, Mehmed Ali Paşa ve Mısır cihâdiyye nâzırı Hasan Paşa dahi bu efkârda bulunduklarından, Meclis-i Askerî’nin kendi mütāla‘asına göre bu tedbîr münkasım olup da Süleyman Paşa’nın geriye çekilerek müşârun-ileyh Hasan Paşa ma‘iyyetiyle Balkan’ın öte tarafında tecemmü‘ etmekte olan asâkir-i şâhâne ile birleşerek, müşârun-ileyh ile müttefikan hareket etmesi lâzım gelir.” [350] “Râbi‘an, yine Edirne üzerine Şibka’dan veya başka geçitlerden Rusya askerinin gelmesi ihtimâli olup ve Edirne’ye geldiği hâlde musālahadan başka çâre görülemeyip de bu mahzûrları def‘ için Süleyman Paşa her hâlde Balkan’ın bu yüzünden ileriye geçmemesi lâzım gelir.”
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
215
Meclis-i Askerî’nin Mütāla‘âtı “1- Süleyman Paşa hazretlerinin refâkatinde bulunan kolordu-yı hümâyûnun, Şibka’da düşmanın inşâ etmiş olduğu istihkâmât-ı metîne ve müte‘addidenin zabt u teshīri için ettiği harekât-ı harbiyyede müsādif olduğu müşkilâtı ve düşmanın kesret ve kuvvetiyle muhârebât-ı vâkı‘anın şiddet ve ehemmiyyetini mübeyyin fi 12 Ağustos sene 1293 târîhli vârid olan telgrafnâmesinde, müşârun-ileyhin Plevne kolordu-yı hümâyûnlarından mu‘âvenet-i fi‘iliyye-i serî‘a icrâsı lüzûmunu kemâl-i ehemmiyyetle beyân etmesi üzerine, düşmanın ta‘arruzâtını tahfîfe medâr olmak üzere, mezkûr ordu-yı hümâyûnlardan harekât-ı ta‘arruziyye-i iğfâliyyeye ibtidâr olunması, ba‘zı kuyûd u şerâite mu‘allak olarak, 15 Ağustos 1293 târîhinde Mehmed Ali ve Osman Paşalar hazerâtına yazılmış ve fi 16 Ağustos sene 1293 târîhinde müşârun-ileyhümânın bu bâbdaki mütāla‘aları istifsâr kılınmış olup, icrâ-yı harekât-ı ta‘arruziyyenin imkânı ve münâsib olup [351] olmadığı bahsinde kat‘iyyen beyân-ı rey etmek, mezkûr kumandanlardan gelecek cevâbın istıtlâ‘ına mütevakkıf idüğü.” “2- Birinci suâl-i âlîde beyân olunan hareket-i ta‘arruziyyenin icrâsı câiz ve münâsib olmayacak olur ise bunun da esbâbı, kezâlik müşârun-ileyhümâdan alınacak cevâblardan müstebân olacağı.” “3- İşbu hareketin düşmanı tehdîd ile Şibka’da kolordu-yı hümâyûnunun giriftâr olduğu tazyīkı tehvîn için icrâ olunacağına göre, Mehmed Ali Paşa tarafından hareket-i ta‘arruziyye-i münâsebet-kârâne ile düşman iki taraftan ihāfe ve iğfâl olunmadıkça, yalnız Plevne’den bir fırka-i müfreze ile icrâ-yı hareket tamâmiyle maksada hizmet edemeyeceğinden, başka muhātaradan sâlim olamayacağı ve Osman Paşa hazretlerinin merbûtan takdîm kılınan telgrafnâme-i cevâbîsi dahi bu mütāla‘ayı müeyyid bulunduğu.” “4- Süleyman Paşa hazretlerinin Şibka’da sebât veyâhud oradan ric‘at etmesi hakkında, buraca rey edilmek mahzûrdan sâlim olamayacağından, bu bâbda olan mütāla‘asıyla berâber hâl ve mevki‘-i hâzırı, sūreti merbût telgrafla müşârunileyh hazretlerinden suâl olunmakla, bu cihetin ta‘yîni cevâb vürûduna mütevakkıf olup, ol vakte kadar buradan askere ve mühimmât irsâliyle müşârun-ileyhe imdâd edilmekten gayrı çâre olmayıp, buna dahi gece ve gündüz sarf-ı mesâ‘î kılınmakta idüğü.” [352] “Beşinci ve altıncı ve yedinci suâllerin cevâblarını ta‘yîn dahi cevâb-ı sâbıkta beyân olunan telgraf cevâbının vürûduna mu‘allak olmak emr-i tabî‘î idüğü.” “Vârid-i hātır-ı kāsırânemiz olan mütāla‘ât, bâlâda arz u beyân olunarak emr u fermân-ı isābet-beyân-ı hazret-i pâdişâhî her ne vechile şeref-sânih olursa hikmet ve isābet onda olacağı.” Fi 21 Şa‘bân sene 1294 Halîm, Ömer, Sādık, Hamdi, Mehmed Nâmık, Mustafa, Rızā, Mahmûd, Edhem
216
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 38: Gabrova. (Ali Fuad, Musavver 1293-1294 Osmanlı-Rus Seferi, C. 2, Kitabhane-i İslâm ve Askerî, İstanbul 1326, s. 361.)
Bu Bâbda Süleyman Paşa’nın Tahrîrât-ı Mufassalası “Balkan ordu-yı hümâyûnunun ahvâl ve mu‘âmelât ve tertîbâtıncaki mütāla‘ât ve ma‘lûmâtın kendisine tevdî‘ ve arzı me’mûriyyetiyle, bâ-irâde-i seniyye yâverân-ı hāss-ı hazret-i pâdişâhîden ve erkân-ı harbiyye binbaşılarından Ahmed Bey, fi 20 Şa‘bân sene 1294 târîhli tahrîrât-ı me‘âlî-âyât-ı âsafâneleriyle buraya gelmiş ve ordu-yı hümâyûnun lehü’l-hamdü ve’l-minneh, her yüzden câlib-i şükrân-ı ahvâl ve mu‘âmelât ve sâye-i zafer-vâye-i hazret-i pâdişâhîde düşmana karşı tuttuğu nikāt-ı mühimmede, sūret-i sebât ve külle yevm kahr u tenkīl-i a‘dâ vazīfe-i mukaddesesini bi-hakkın îfâda iltizâm ve icrâsında hiçbir dakīka geri durulmayan ikdâmât ve günden güne tazyīk-ı düşman husūsundaki teşebbüsât [353] ve tertîbâtı bi’l-etrâf görüp bu kere avdet eylemiştir. Buraca ittihāz ve icrâsı lâzım gelen plan, Şibka’da mutehassın düşmanı bi-inâyetüllâhi te‘âlâ kahr u tenkīl ile mutehassın bulunduğu istihkâmâtı zabt u teshīr etmekten ibârettir. Bu ise evvel ü âhir arz olunduğu üzere, zâten bizim tarafımızdan muhât olan cihât-ı selâseden mâ-adâ, hatt-ı ric‘ati olan Servi ve Gabrova tarīkınin devletlü Osman Paşa hazretleri tarafından kaviyyen sedd ile düşmana muttasıl kuvve-i imdâdiyye gelmesinin men‘i ve Dersa‘âdet’ten bize iltihâkı mev‘ûd ve muntazır bulunan on altı taburla Şibka’daki düşmanın arkasından dolaşılmaya çalışılıp, ol vechile dört taraftan sūret-i kaviyyede hasr u tazyīkıne menûttur. Binâen-aleyh, şimdi buraca düşmanın cihât-ı selâsesini ihâta etmiş olan kuvve-i askeriyye-i şâhâne ve topların, bir taraftan tezyîd ve teksîrine ve düşmanı her cihetle tazyīk için Dersa‘âdet’ten gelen üç havan dahi karşısına konulup, el-hâsıl
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
217
netîce-i muzafferiyyet ve maksadın teyessür-i husūlüne elden gelen ve imkân-ı müsâ‘id olabilen her türlü icrâât ile rûz u leyâl uğraşılmaktadır. Cenâb-ı Hakk, Şibka’daki düşmanın kâmilen makhûriyyetiyle istihkâmâtın istirdâd ve zabtını ve Balkan’ın a‘dâdan kâmilen tathîrini müyesser ve muvaffak buyurur ise, ol vakit buranın muhâfazasına mikdâr-ı kâfî asker ve top bıraktıktan sonra, elde kalacak kuvve-i [354] mütebâkiyye ile hâl u maslahatın göstereceği îcâbât ve ilcââta ve eldeki kuvvet ve kudrete göre, Balkan’ın öbür yüzüne geçmeye ve Tuna ordu-yı hümâyûnlarından biriyle birleşip, düşman üzerine sūret-i müctemi‘a ve külliyyede ta‘arruz etmeye çalışılır. Yok, eğer müşârun-ileyh Osman Paşa hazretleri Plevne ordu-yı hümâyûnuyla Servi ve Gabrova’ya doğru ilerleyip de düşmanın mevrid-i imdâdîsini kaviyyen sedd etmez veya mâni‘a-i âharla gelemez ise ve o hâlde bu cihetten bizim de elden geldiği ve kuvvet ve kudretimizin yetişebildiği derecede tenkīl-i düşman ve teshīr-i istihkâmât emrinde sarf edeceğimiz mesâ‘înin dahi bir semeresi görülemez ise bâri hiç olmaz ise Balkan’ın bu yüzünü düşmandan hâl-i emniyyette tutabilmek için Kardıç ve Hāin istihkâmâtı zâten tanzīm ve takviye ve kuvve-i mukteziyyesi mümkün mertebe vaz‘ ve ta‘biye olunmuş bulunduğu gibi Şibka’daki düşman karşısında elde bulunan nikāt-ı mühimmeye müstahfız sūretiyle mikdâr-ı kâfî asker ve top bırakarak, düşmanın şu üç geçitten başka yerden sūret-i muntazama ve külliyyede olarak Balkan’ı geçmesi pek de melhûz olmadığından, biz de bu üç geçidin arasında kuvve-i mütebâkiyye ile seyyâr hâlinde bulunur ve Hudâ-negerde hangisi sıkılacak olur ise onun imdâdına yetişiriz. Ve mevsim hulûlüyle harekât-ı askeriyye zamânı mürûrunda, mezkûr üç boğazdaki muhâfızlarımızdan mâ-adâ kuvve-i mütebâkiyyemizle, arkada [355] ve yine bu boğazlara nâzır olan Karacadağ sırtlarını ikinci hatt-ı müdâfa‘a ittihāzıyla çekilip ve orada zemînlikler yapıp, kışı geçirir ve düşmanı Balkan’ın bu yüzüne geçirtmemeye uğraşırız. Ve bugün birçok top sesleri dahi işitildiği üzere, düşman ma‘âzallâh-ı te‘âlâ Lofça’yı ta‘arruz-ı şedîd ile eline geçirir ve oradan Sofya’ya doğru yüklenir de, Tuna orduları da bulundukları mahallerde hâl-i tedâfü‘îde kalmaya mecbûr olur ise, o hâlde Balkan ordu-yı hümâyûnunun buralarda vücûduyla, hiç olmaz ise düşman Balkan’dan bu tarafa sarkamamış ve şâyed kuvve-i külliyyesiyle sarktığı takdîrde bile Balkan’ın bu yüzünü bütün bütün boş bulmamış ve sâbıkı misillü, sellemehü’s-selâm ilerleyemeyip, kudret ve vüs‘atimizin yettiği mertebede nihâyet derecelere kadar kendisiyle boğuşulmuş olur. İşte buracaki plan şimdilik bundan ibâret olup, hemen Şibka istihkâmâtı düşmandan kâmilen zabt u istirdâd olunmadıkça, öyle burada düşman karşısına kuvve-i mevcûdemizin bir kısmını bırakıp da kısm-ı diğeriyle başlıbaşımıza ve bir tarafa istinâd etmeksizin Balkan’ın içerisine ve ötesine geçmek, Hudâ-negerde her iki kısmın da berbâd ve mahvını da‘vet edercesine göz göre [göre] pek büyük mühlike ve muhātaraya girmek demek olacağından, binâen-aleyh kulları bu fikirde, ya‘ni Şibka istihkâmâtı düşmandan kâmilen [356] zabt olunmaksızın alâ-hâlihi terk edip de ilerlemek rey ve azminde kat‘an değilsem de yine emr u fermân-ı hazret-i pâdişâhî her ne merkezde şeref-müte‘allık buyurulur ise ol vechile harekete sarf-ı tüvân ve iktidâr olunacağı iştibâhtan âzâde bulunmakla, ol bâbda.” Fi 22 Ağustos sene 1293
(Süleyman - Şibka Ordugâhından)
218
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 39: Şibka Geçidi’nde muhârebe. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 409.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
219
İşbu muhāberâtın netâyic-i ahkâmından müstebân olacağı üzere, Şibka ordusunun harekâtını teshîl zımnında tedâbîr-i mukteziyyenin icrâsı, Tuna ordusunda bulunan Mehmed Ali Paşa ile Plevne’de Osman Paşa’ya mükerreren tavsiye olunmuş idi ki, ol bâbda çekilen telgrafnâmelerin birisi şudur: Mehmed Ali ve Osman Paşalar Hazerâtına [Şibka Ordusunun Harekâtını Kolaylaştırmak Hususunda Bazı Tedbirlerin İcrâsı Hususunda Çekilen Bir Telgraf] “Süleyman Paşa hazretleri salı gününden beri Şibka istihkâmâtındaki düşmanla muhârebe etmektedir. Çarşamba ve perşembe günleri, muahharan cibâle çıkarılan altı kıt‘a sahra topuyla sabâhdan akşama kadar top muhârebesine ve asâkir-i şâhâne tarafından istihkâmlara hücûma devâm olunup, fakat hendeklerin gāyet amīk ve siperlerin mürtefi‘ olması mâni‘-i dühūl olduğundan harb netîcesiz kalmış ise de perşembe günü yazılan telgrafta istihkâmın etrâfını kâmilen asâkir-i şâhâne kuşatmış ve Gabrova’ya doğru hatt-ı [357] ric‘atinde vâki‘ iki tarīk kurşun altına alınmış ve düşman askerinin suları kesilmiş olduğundan, cuma günü tekrâr edilecek hücûm netîcesinde teslîmlerine ümîd gösteriliyor idi. Ondan sonra resmî bir haber alınamayıp, yalnız Filibe’deki Avusturya konsolosunun sefâretine yazdığı telgrafta, müşârun-ileyhin istihkâmâtı zabt ettiği muharrerdir. Fakat bu havâdisin sıhhati henüz tahakkuk etmemiştir. Müşârun-ileyhin son iş‘ârı iktizāsınca, bi-avnihî te‘âlâ a‘dânın burada dahi makhûr ve mağlûb olması akvâ-yı me’mûl ise de şâyed Ziştovi ve Şibka arasındaki hatt-ı harbde ziyâde askeri bulunup da Şibka’ya imdâd eder veyâhud Şibka’nın teshīri sahîh olup da, Gabrova arâzī-i basîtasında asâkir-i şâhâneyi karşılamak ister ise müşekkel olacağından, eğer mahzûr ve mazarratı olmayacağı teyakkun kılınır ise düşmanın Şibka ve Gabrova’ya asker getirmesini men‘ için Plevne ve Hezargrad ve Eski Cuma taraflarından birer nümâyiş icrâsı tasavvur buyurulmakta ise de şu sūret-i mücerred bir hātıra kabîlinden olduğundan, nefsü’l-emirde mahzûr veya fâidesi olduğunun serî‘an bildirilmesi irâde buyuruldu.” Fi 23 Ağustos sene 1293
(Sa‘îd)
Rusyalılar Plevne’yi ziyâdece işgāl eyledikleri cihetle, Osman Paşa matlûb olan hareketi zarûrî icrâ edememiş [358] olduğu gibi Mehmed Ali Paşa’nın harekât-ı vâkı‘asındaki teahhurât dahi ba‘zı vükelâ-yı fihām hâzır oldukları hâlde, Meclis-i Askerî’nin ol bâbdaki müzâkerâtını hâvî olan şu mazbatada münderic bulunmuş olduğundan, mazbata-i mezkûrenin aynen derci lâzım gelmiştir.
220
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 40: Plevne istihkâmlarını topa tutan Rus topçuları. (Mahmud Celâleddin Paşa, Mir’ât-ı Hakîkat: Târihî Hakîkatlerin Aynası, C. I-II-III, haz. İsmet Miroğlu, Berekat Yayınları, İstanbul 1983, s. 451.)
[Meclis-i Askerî’nin Osman Paşa ve Mehmed Ali Paşa Harekâtına Dâir Müzâkerelerini Hâvi Mazbata] Sūret-i Mazbata “Rusyalıların muahharan ittihāz eyledikleri hatt-ı hareket, Plevne kolorduyı hümâyûnunu hasr u tazyīk ile o cihetten işlerini yürütmek garazına müstenid olduğundan, sâye-i satvet-vâye-i hazret-i mülûkânede ordu-yı hümâyûn-ı mezkûrun askerce ve erzâk ve mühimmâtca bir yandan takviye ve ikdârıyla berâber, Hezargrad ve Cuma taraflarındaki kolordu-yı hümâyûnunun dahi geçende vukū‘ bulan harekât-ı ta‘arruziyyesini ilerleterek, Ziştovi ve Bela’da bulunan düşman ordusunu tehdîd ve tenkīl etmesi ve bi-avnillâhi te‘âlâ o yolda istihsāl-i muzafferiyyâta çalışılması akdem tedâbîr olmasıyla, şu maksada vusūl için Meclis-i Askerî’de cereyân eden müzâkerât ve mülâhazātın netâyici, devletlü Mehmed Ali Paşa hazretlerine mükerreren telgrafla teblîğ edilmiş ve ol bâbda isābet-efzâ-yı sünûh ve sudûr olan emr u fermân-ı âlî dahi mahsūsan iş‘âr kılınmış olduğu hâlde, müşârun-ileyh hareket-i ta‘arruziyye icrâsı bahsinde gâh teksîri kuvvet lüzûmuna ve gâh ba‘zı nekāyıs-ı [359] esbâb-ı nakliyyeye dâir a‘zâr ile cevâblar vererek, nihâyet tevakkuf ve tereddüd ile emrâr-ı eyyâm etmenin, Plevne ordusunca mehâlik ve muhātarâtı intâc eyleyeceği anlatılıp, düşman üzerine kıyâm ve iktihâma teşcî‘ olunmuştu. Bu vesāyâ te’sîrâtıyla arzu ve intizār olunan
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
221
harekâta başlanılacağı me’mûl iken, bu akşam müşârun-ileyhten dâire-i askeriyyeye gelen telgrafnâmede, düşmanın Plevne’deki kısm-ı küllîsini Bela cihetine nakille, oradan ordu-yı hümâyûna yüklenmek azminde bulunduğu Berlin’den telgraf havâdisi olarak istihbâr olunduğuna ve Mâbeyn-i Hümâyûn cânib-i âlîsinden telgrafla teblîğ buyurulan Bükreş havâdisi dahi bunu müeyyed olduğuna mebnî, tasmîm olunduğu üzere düşmanın istihkâmât-ı metînesine ta‘arruz olunması veyâhud ordu-yı hümâyûnun Hezargrad kolu Lom Suyu’nun gerisine ve Cuma kolu dahi Sarı Nasuhlar mevki‘ine çekilip ve bir hatt-ı müdâfa‘a ittihāz edilip, bu tarīk ve üslûb ile düşman askerinin bir hâl-i hatar-nâke düşürülmesi şıklarından birinin tercîh ve iş‘ârı gösterilmiş olmakla, Hey’et-i Vükelâ-yı fihām ile birlikte îcâb-ı keyfiyyet mevki‘-i müzâkereye konuldu. Çünkü evvel ü âhir ma‘rûz-ı huzūr-ı âlî kılındığı ve yukarıda îrâd olunduğu üzere, Plevne cihetinin muhātarâttan te’mîni esbâbının bir mühimi dahi düşmanın üssü’l-harekâtı olan Ziştovi tarafını tehdîd ve tazyīk etmek sūreti olup, [360] lehü’l-hamd Hezargrad ve Cuma cihetlerindeki kuvve-i askeriyyenin kifâyet ve kesreti hasebiyle, oradan hareket-i ta‘arruziyyeye devâm olunmakta bir gün tevakkuf ve tereddüdden düşmanca pek çok istifâde melhûz olduğu ve bu yolda çalışılacak zamân bir yandan kısalmakta bulunduğu hâlde, a‘dânın şâyi‘âtından ma‘dûdiyyeti ihtimâlini dahi hātıra getirecek havâdis-i âdiyye ile ta‘arruzât-ı musammemeden ihtirâz ve ictinâbın mazarrât-ı âtiyyesi meydânda olduktan başka, zikr olunan kolorduları bir hâl-i tedâfü‘îye konulacak ve iş‘âr olunduğu vechile geriye çekilecek olur ve bu vaz‘iyyetle fasl-ı şitâya girilir ise netâyicinin düşmana gāyet fâideli ve bizce pek hatarlı zuhûr edeceğinde iştibâh olmadığından ve bu cümle ile berâber düşmanın Plevne’yi bütün bütün zayıf bırakıp da oradan beri tarafa nakl-i kuvvet etmesi vâki‘ olsa, devletlü Osman Paşa hazretlerinin Plevne’den arkasını bırakmayacağı der-kâr olduğundan, müşârun-ileyh Mehmed Ali Paşa’nın yazdığı ikinci şık mecrûh görünerek, hemen müsta‘înen billâhi te‘âlâ, düşmanın zayıf tarafından harekât-ı ta‘arruziyyeye devâm ve ihtimâm etmesinin kendisine tavsiyesi müttehiden tezekkür olunmuş ve bu yolda müşârun-ileyhe telgrafla icrâ-yı teblîgāt edilerek bi-tevfīkıhi’l-mevlâ her türlü harekâtın icrâsıyla istihsāl-i netîce-i matlûbeye ikdâm olunacağını hâvî cevâb alınmış olduğu [361] ve mezkûr telgrafnâme ile gelen telgrafnâmelerin sūretleri leffen arz u takdîm kılındığı muhât-ı ilm-i âlî buyuruldukda, kātıbe-i ahvâlde fermân.” Fi 14 Ramazān sene 1294 Rızā, Mustafa, Mahmûd Celâleddîn, İbrâhim Edhem, Ömer Fevzi, Ahmed Hamdi, Ahmed Kemâl, Safvet, Ahmed Cevdet, Mehmed Sādık, Halîm
222
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 41: Lom Suyu (Bulgaristan). (Ali Fuad, Musavver 1293-1294 Osmanlı-Rus Seferi, C. 2, Kitabhane-i İslâm ve Askerî, İstanbul 1326, s. 561.)
İktizā eden harekât-ı teshîliyyenin icrâ olunamaması münâsebetiyle, Şibka Boğazı geçilememiş ve mezkûr boğaza tevcîh edilen hareket-i askeriyyenin hedefine varılamamış idiyse de, Ruslar dahi Şibka’daki Osmanlı istihkâmâtı üzerine yürümek gibi bir gûne hareketle hiçbir şeye muvaffak olamamışlar idi. Plevne’de Osman Paşa’nın Rusyalılara verdirdiği bunca zāyi‘âtı mağlûbânenin intikāmını almak için tedârikât-ı külliyyede bulundukları, edilen isti‘lâmlara alınan cevâblardan ma‘lûm olmakla, bu keyfiyyet tezkire-i âtiyye ile Bâb-ı Âlî’ye bi’l-ihtār hasbe’l-mevsim asâkir-i şâhânenin elbise-i şitâiyyesiyle dahi iştigāl lüzûmu meydâna çıkmıştır.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
223
[Askerin Kışlık Elbisesi Hususunda Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Osman Paşa hazretlerinden cevâben vârid olan telgrafta, düşmanın ahz-ı intikām için üzerlerine geleceğine yakīn hâsıl olduğu cihetle, mevâki‘-i ma‘lûmeden yedi tabur alınarak, ikisi [362] Lofça’ya gönderilip, beşi Plevne ordugâhına celb edilmekte bulunmuş ve bu taburlarla berâber oranın kuvveti kırk dokuz tabura bâliğ olmuş ise de bunlardan sekiz taburu Lofça’ya me’mûr olup, kusūr kırk bir tabur ma‘iyyetinde olduğu cihetle takviye-i emniyyet için daha on beş taburun ilâvesine lüzûm göründüğü ve evvelce vâki‘ olan iş‘ârı üzerine derdest-i irsâl olunduğu beyân kılınan mühimmâtın ta‘cîl-i sevki iş‘âr kılınmış ve Rusyalıların ahz-i sâr için Tuna garb ordu-yı hümâyûnuna kuvve-i külliyye ile hücûm teşebbüsünde bulundukları ve imparatorun asâkir-i hāssasının Memleketeyn’e peyderpey gelmekte olduğu umûr-ı ma‘lûmeden olmakla, mezkûr on beş taburun mevâki‘-i lâzımeden tedârik ve sevki çâresine bakılmak ve istenilen mühimmât bir an evvel tertîb ve tesrîb kılınmak vâcibâttan olmağın, müsâra‘aten iktizālarının icrâsıyla keyfiyyetin iş‘ârı şeref-müte‘allık buyurulan emr u fermân-ı hümâyûn-ı pâdişâhî iktizā-yı âlîsinden olmakla, ol bâbda.” Fi 3 Şa‘bân sene 1294
(Sa‘îd)
Elbise-i Şitâiyye İçin Edilen İhtārâtı Mutazammın Bâb-ı Âlî’ye Tezkire “Şibka’da bulunan askerin elbisesi, zâten Karadağ’dan beri üzerlerinde olduğu ve şimdi de birçok sarp ve sengistân mahallerde zedelendiği cihetle, artık isti‘mâle sālih yerleri kalmamış [363] ve ayaklarında dahi çarık ve çorap gibi şeyler olmamasıyla, âdetâ çıplak bir hâlde bulunmuş oldukları, tahkīkāt-ı mevsûkadan ve me’mûren Şibka’ya gidip gelen ma‘iyyet-i seniyye yâverlerinin ifâdesinden anlaşılmıştır. Asâkir-i şâhânenin hıfz-ı sıhhat ve istirâhatleri vesâilinin istikmâli her şeye mukaddem olup, elbise ve sâir levâzım-ı zarûriyyelerinin vaktiyle tedârik ve tehiyyesi ihtār edildiği hâlde, her nasılsa semeresi görülememiş ve oralarda birkaç gündür kar yağmaya başladığı işitilip, bu hâlin devâmı takdîrinde şimdiye kadar pelâs-pâre içinde yaşayabilen askerin, bundan sonra tahammül edemeyip, Hudâ-negerde cümleten soğuktan telef olup gidecekleri der-kâr bulunmuş olduğuna ve nice müddettir tenkīl-i a‘dâ yolunda her türlü meşâkk ve metâ‘ib-i seferiyyeye nasb-ı himmet etmekte olan asâkir-i şâhânenin böyle hâl-i sefâlet ve perîşânîde bırakılması, lâyık ve vezāif-i mülkdârîye muvâfık olmadığına binâen, gerek orada ve gerek sâir ordularda mütehaşşid asâkir-i şâhânenin mukannen ve mu‘tâd olan elbisesi hâzırlattırılıp yetiştirilinceye kadar, muhâfaza-i sıhhatleri için ale’lacele yağmurluk ve bantolon yerine isti‘mâl olunmak ve lâzım gelen bahâları nizāmiyye hazînesinden nakden veyâhud havâleten tesviye kılınmak üzere, Der-
224
AHMED MİDHAT EFENDİ
sa‘âdet’te bulunan bi’l-cümle mezbaha ve kasaphānelerde şehremâneti tarafından mahsūs me’mûrlar konularak, ba‘demâ [364] yevmî ne kadar koyun kesilir ise hiç birisinin derisi kasaplar yedinde bırakılmayarak, kâmilen toplattırılıp ve Beykoz debbâğhānesinde ve yalnız orada olamaz ise daha sâir mahallerde sür‘at-i mümkine ile dibâğat ettirilip, bir taraftan hemen Şibka’ya ve diğer ordu-yı hümâyûnlara gönderilmesi ve keyfiyyetin bildirilmesi irâde-i seniyye-i mülûkâne iktizā-yı âlîsinden olmakla, ol bâbda.” Fi 23 Ramazān sene 1294
(Sa‘îd)
[Askerin Kışlık Elbisesi Hususunda Yazılan] Diğer [Tezkire] “Mevâki‘-i harbiyyede bulunan asâkir-i şâhânenin levâzım-ı şiteviyyelerinin tedâriği hakkında şeref-sādır olan emr u fermân-ı hümâyûn-ı hazret-i pâdişâhîye tevfīkan icrâ kılınan vesāyâ ve teblîgāta cevâben, taraf-ı vâlâ-yı kāim-makāmîden gelen tezkire ile melfûfâtı bâ-irâde-i seniyye savb-ı sâmî-i sadâret-penâhîlerine irsâl kılındı. Tezkire-i mezkûreye melfûf olan Dâr-ı Şûrâ mazbatalarının hulâsatü’l-hulâsası asâkir-i şâhâne için, fakat kışlık elbise ve sâirenin mikdârı dâire-i askeriyyece vaktiyle karârlaştırılıp mevkūfü'n-aleyhi olan akçenin bir an evvel tedârik ve tesviyesi mükerreren beyân ve ihtār olunmuş olduğu hâlde, Mâliye Nezāret-i Celîlesi’nden ta‘līk-ı maslahat yolunda verilen cevâblarla, vaktin geçtiği ve biraz sonra ele mebâliğ-i kâfiyye geçse de hiçbir şeye yaramayacağı cihetle, buna [365] hemen şu günlerde bir çâre bulunmasını tekrârdan ibâret bulunmuştur. İstikrâz-ı ma‘lûmun akdi ve kavâimin teksîri dahi ihtiyâcât-ı askeriyyenin tesviyesi maksad ve karârına mebnî iken, işbu ihtiyâcâtın en âcil ve mübremi olan elbise-i şitâiyye tedâriğinin bile ukde-i teahhura düşmesi dikkat ve teessüfe şâyân ahvâlden olup, eğerçi hazînenin hâli bu bâbda bir dereceye kadar esbâb-ı mâni‘adan add olunsa bile, çünkü askerin çıplak kalması telef ve helâkini müntic olacağına ve o cihetle şu elbise maddesi âdetâ o derece bir mes’ele-i hayâtiyye bulunduğuna binâen, her ne yapılır ise yapılıp bu iş sâir mevâdda kıyâs olunmayıp elbise-i mezkûrenin vakt u zamânında tedâriği için lâzım olan mebâliğin tahsīs ve tesviyesi muktezī olduğu hâlde, bi’l-akis birtakım teahhurât ve müsâmahâtın devâm etmesi kat‘iyyen câiz olamayacağı ve dâire-i askeriyye teblîgāt-ı mükerreresinden dolayı, def‘-i mes’ûliyyet eylemiş olduğu ve maslahatın ba‘d-ezîn bu makūle keşâkeşlere kat‘iyyen tahammülü olmadığı cihetle, ihtiyâcât-ı mezkûreye muktezī mebâliğin dakīka zāyi‘ edilmeksizin tedârik ve tesviyesi ve Mâbeyn-i Hümâyûn’a dahi ma‘lûmât verilmesi irâde-i seniyye-i mülûkâne iktizā-yı âlîsinden olmakla, ol bâbda.” Fi 25 Ramazān sene 1294
(Sa‘îd)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
225
[Askerin Kışlık Elbisesi Hususunda Mâbeyn-i Hümâyûn’dan] Taraf-ı Kāimmakāmî-i Seraskerî’ye [Tezkire] “İstanbul mezbahalarında kesilen koyun derilerinin [366] toplattırılıp ve sepilettirilip numûnesine tevfīkan yelekler yaptırılmak üzere ordu-yı hümâyûnlara irsâli mukarrer olarak, îcâbına teşebbüs ve ibtidâr olunmuş olacağı gibi taşralarca kesilmekte olan koyunlardan dahi birçok sermâye hâsıl olmakta olduğu hâlde, bu usūle ri‘âyet olunamamasından nâşî, derileri zāyi‘ olup gitmekte bulunduğu işitildiğinden, ordu-yı hümâyûnlarda dahi ne kadar koyun kesilir ise derhâl derileri sepilettirilip ve zikr olunan nümûneye tevfīkan yelekler yaptırılıp, askere tevzî‘ ve i‘tā olunması ve ordu-yı hümâyûnlar merkezlerine kurb ve civâr olan mahallerde ahâlî için kesilmekte olan koyunların dahi burada tutulan usūl-i vechile toplattırılıp, kezâlik askere ve aceze-i muhâcirîne verilmesi zımnında kumandanlara serî‘an ta‘lîmât i‘tāsı irâde-i seniyye-i mülûkâne iktizāsından olmakla, ol bâbda.” Fi 4 Şevvâl sene 1294
(Sa‘îd)
Tertîbât-ı harbiyye, geçen 1294 senesi Şevvâl’ine kadar ber-minvâl-i bâlâ derc olunan evrâk-ı resmiyyenin delâlet eylediği sūrette cereyân edip, tertîbât-ı mezkûre bunların mukteziyyâtına tevfīk-ı mu‘âmele edilmek derecesinde ahvâl-i harbiyye dahi şevvâle kadar fenâ gitmemiş ve eğerçi düşman gerek Anadolu ve gerek Rumeli cânibine yeniden imdâd askeri yetiştirip, bi’l-hāssa Plevne aleyhine pek büyük tertîbâta başlamış idiyse de, aşağıki fıkrada [367] görülecek olan muharrerât meâllerinden dahi müstebân olacağı vechile, Plevne’ye bir çâre bulmak sūreti de nazar-ı dikkatten uzak tutulmayıp, her hâlde muvaffakiyyet-i harbiyye bizim tarafımızda muhâfaza olunmakta bulunmuş idi. Hattâ bir aralık ortaya çıkan sulh fikirleri üzerine ahvâli mevcûdeye mütenâsib olarak, saltanat-ı seniyye-i Osmâniyye’nin ne yolda bir sulh akd etmesi münâsib olabileceğine dâir übbehetlü devletlü Rüşdi Paşa hazretlerinden bâ-irâde-i seniyye istifsâr-ı rey buyurulması üzerine, müşârun-ileyh tarafından bir lâyiha kaleme alınmıştır ki, o zamânın ahvâl-i harbiyyesiyle mütenâsib olan ahvâl-i diplomatikiyyemizi de muvâzeneye medâr olacaktır. Lâyiha-i mezkûreyi ber-vech-i âtî aynen derc ederek, bu fıkraya nihâyet vermekliğimiz lâzım gelmiştir. [Ne Tür Bir Sulh Akdedilmesinin Münâsib Olabileceğine Dâir Rüşdi Paşa’dan Talep Edilen Lâyiha] Sūret-i Lâyiha “Bi-mennihî te‘âlâ, Devlet-i Aliyye’nin marzî-i âlîsine muvâfık, husūlü eltāf-ı celîle-i sübhâniyyeden me’mûl olan musālaha-i âtiyye hakkında ittihāz olunması lâzım gelen esâsın, kâşif-i dekāyık-ı her-kâr olan nezd-i hikmet-vefd-i
226
AHMED MİDHAT EFENDİ
hazret-i şâhânede bilâ-riyâ cümleden ziyâde ma‘lûm idüğü müsellem-i enâm olmak hasebiyle, bu abd-ı âciz gibi zâten hilye-i ehliyyet ve iktidârdan bî-nasîb olan bir âcizin, öyle bir emr-i mühim hakkında beyân-ı reye tasaddî etmesi haddini tecâvüz demek olacağından başka, baht-ı siyâhım iktizāsı [368] bir müddetten beri mübtelâ olduğum avârız ve eskām mülâbesesiyle hakīkaten ahvâl-i câriyye ve politika-i hâzıraya noksānî-i vukūf-ı kem-terânemden nâşî, bu bâbda muktezī olan esbâb ve sermâyeden dahi bî-behre olduğum bedîhî ise de mücerred müte‘allık buyurulan irâde-i seniyye-i hazret-i veliyyü’n-ni‘mete imtisâlen, bervech-i zîr ba‘zı hātıra-i vâhiye ve kāsıra-i bendegânemin alâ-vechi’l-ihtisār kemâl-i şerm ü hîcâbla arzına ictisâr olundu.” “Nezd-i ulyâ-yı cenâb-ı şehriyârîde, cümleden ziyâde ma‘lûm olduğu vechile, yapılacak musālahanın mevâdd-ı sâiresi hakkında her nasıl olur ise bir sūret-i tesviye bulunabilmesi kābil olacağı cihetle, vaz‘-ı esâsı emrinde herşeyden ziyâde Devlet-i Aliyye’nin matmah-ı nazar-ı i‘tibârı olan istiklâl ve hukūk-ı seniyyesinin te’mîn ve muhâfazası üssü’l-esâs ittihāz olunması vâcibât-ı umûrdan olmasıyla, vakten-mine’l-evkāt ecânibin umûr-ı Devlet-i Aliyye’ye ve teba‘ası umûruna müdâhelesine ser-rişte olabilecek kuyûd u şerâitin def‘ u teb‘îdine sarf-ı mâhasal-ı iktidâr olunması lâzımeden görünür. Çünkü Rusya devleti esâs-ı musālahayı ta‘yînde ihlâl-i istikbâl ve hukūk garazıyla behemehâl ma‘hûd konferans müzâkerâtını ve Londra Protokolü’nü ileriye sürerek ve biraz zamândan beri meşhûd olduğu vechile, i‘mâl-i letāifü’l-hiyel ile belki Avrupa [369] devletlerini dahi dâm-ı tervîc-kârîye giriftâr ederek, mezkûr konferans karârından ve protokol müeddâsından hiç olmaz ise husūl-i âmâl ve makāsıd-ı muzırrasına kâfî olacak maddeleri esâs-ı sulha idhāl ettirmek dâ‘iyyesinde ısrâr edeceği bî-iştibâhdır. Eğerçi Londra Protokolü, Devlet-i Aliyye’nin esâsen reddi tahtında ise de mesmû‘ı bendegâneme göre konferansın feshinden evvel der-meyân ettiği teklîfâttan ba‘zıları Devlet-i Aliyye murahhasları tarafından resmen kabûl olunmuş olmasıyla, bunlar ne makūle maddelerdir ve taraf-ı müstecmi‘u’ş-şeref-i hazret-i şâhâneden bi’l-ihtiyâr ve bi’l-umûm sunûf-ı teba‘a-i padişâhânelerinin her gûne sa‘âdeti hâllerini kâmil-i ihsân buyurdukları kānûn-ı cedîd usūl ve ahkâmına meh-mâemken muvâfık mıdır yâhud ziyâde mugāyir olup da cereyân edecekleri mahalleri mukaddemâ Eflak ve Boğdan ve Sırbistan memleketleri hakkında vâki‘ olduğu misillü, usūl-i idâre ve hükûmetçe Memâlik-i Şâhâne’nin sâir mahallerinden tefrīk ederek, Hudâ-negerde bunları dahi bir gün a‘dâ mu‘âvinliğine hâzırlamak yolunda şeyler midir? Muvâfık-ı irâde-i seniyye buyurulduğu hâlde, mezkûr konferansta kabûl olunan o makūle maddelerin beyne’l-vükelâ mütāla‘a ve müzâkeresiyle keyfiyyet ve derece-i ehemmiyyeti bilinerek, teşebbüsât-ı vâkı‘ada ona göre tedbîr ve hareket olunması helâl-i müşkilât olan ârâ-yı sāibe-i hazret-i mülûkâneye menûttur. İşbu musālaha mes’elesinin [370] teferru‘ât-ı âdiyyesine
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
227
mütedâir olarak, mütebâdir-i hātır-ı kāsır-ı ubeydânem olan ba‘zı mevâddın dahi afv-ı âlîye istinâden, ber-vech-i zîr arz u takdîmine cür’et olunmuştur.” “Tarafeyn-i mu‘âhideyn kable’l-muhârebe ne hâl ve şekilde ise kemâ-kâne evvel hâl üzere ibkā olunmak.” “Paris Mu‘âhedesi’ni imzā eden düvel-i mu‘azzamanın ittifâk-ı ârâ ve tensîbi ile işbu muhârebeden mukaddem, mu‘âhede-i mezkûrenin ta‘dîl edilen maddelerinden mâ-adâ olan bi’l-cümle şerâit ve ahkâmı harf-be-harf mer‘î ve mu‘teber tutulmak.” “Tarafeyn teba‘asından her ne sebeb ve sūretle olur ise olsun, bu muhârebe esnâsında kayd-ı esre giriftâr olmuş olan asker ve ahâlî ve nisvân ve sıbyândan kendi rızālarıyla kalmak isteyenlerden mâ-adâsı, bilâ-istisnâ müreffehen vatanlarına i‘âde olunmak.” “Bu muhârebe esnâsında tarafeyn teba‘a ve ahâlîsinden bi-hasebi’l-beşeriyye mensûb olduğu hükûmet ve memleketin ve sâir hemşehrîlerinin aleyhinde sû-i hâl u hareketleri zuhûr etmiş olanların, o misillü cerâyim-i vâkı‘aları teyemmünen akd olunan işbu musālaha-i hayriyyeye hürmeten, ke-en-lem-yekûn hükmünde tutularak, haklarında tarafeynden afv-ı umûmî erzân ve i‘lân kılınmak.” “Tarafeyn ahâlîsinden her ne sebebe mebnî olur ise olsun, bu muhârebe esnâsında diğer tarafa nakl u hicret ve firâr u dehālet [371] etmiş olanlardan vatanlarına avdet etmek isteyenlerin, avdetlerine tarafeynden asla mümâna‘at olunmamak ve o makūle vatanlarına avdetle istikrâr edenler, sâir hemşehrîleri misillü kemâ-kâne her gûne hukūk-ı milliyye ve belediyyeyi hâiz olup, nakl u hicretlerinden mukaddem vatanlarında mâlik ve mutasarrıf oldukları emlâk ve arâzī dahi kâmilen uhde-i tasarruflarında ibkā olunmak.” “Bu muhârebe esnâsında Memâlik-i Devlet-i Aliyye’de Rusya askerinin dâhil olduğu, gerek Memleketeyn ve gerek sâir mahallerde hukūk-ı saltanat-ı seniyyeye mugāyir vukū‘a gelen ihdâsât ve tağyîrât ve tahvîlâtın külliyyen ref‘ u ilgāsıyla, hâl-i sâbıkına i‘âde kılınmak.”
228
AHMED MİDHAT EFENDİ
Harita 7: Stickler’ın haritasına göre Balkanlarda savaşın umumî manzarası. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 129.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
229
Resim 42: Fuad Paşa’nın süvari tugayı 2 Eylül gecesi Razgrad’ı boşaltıyor. (Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 19.)
230
AHMED MİDHAT EFENDİ
Harita 8: Dobruca ve Tuna nehrinin ağızları. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 137.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
Harita 9: Rusçuk. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 161.)
231
232
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 43: Osmanlı askerleri Kızıltepe’ye top çıkartırken … (Paul Bourde, Russes et Turcs: La Guerre d'Orient, C. II, Librairie de la Société anonyme de publications periodiques, Paris 1878, s. 585.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
233
Resim 44: Bir Osmanlı monitörünün infilâkı. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 177.)
Resim 45: Kafkas cephesinde 13 Ekim Büyük Yahni Meydan Muharebesi’nde taarruz hâlinde bir Osmanlı alayı.(Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 26.)
234
AHMED MİDHAT EFENDİ
Harita 10: Mehmed Ali Paşa ordusunun harekâtı. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 417.)
YEDİNCİ HAKĪKAT Muhârebenin İkinci Safha-i Mağlûbânesi Muhârebenin safha-i mağlûbânesine nazar olunduğu zamân dahi, ilk eser-i mağlûbiyyetin Anadolu tarafında vukū‘a geldiği görülür. Gāzî Ahmed Muhtâr Paşa’nın mahâret ve gayret-i askeriyyesine söz olmayıp, ancak ma‘iyyetindeki askerin kılletiyle berâber, en az muhârebe görenleri 10-15 def‘a ateş içine girerek ve o taraflarca turuk-ı mürâselenin fikdânından nâşî hâsıl olan [372] zarûret ve mahrûmiyyet içinde kalmak dahi başkaca bir te’sîr göstererek, nasılsa zâten Osman[lı]lık şi‘ârına mugāyir olmak üzere bir za‘af-ı kalbe dûçâr olan ba‘zı asâkirin mevki‘-i harbden firârı derecesinde görülen alâyim ve düşmanın ise lâ-yenkatı‘ kuvve-i askeriyyesini tezyîd eylemek misillü müşâhede olunan tedârikâtı, Anadolu taraflarınca ahvâl-i harbiyyeyi pek vâhîm bir sūrete koymuş ve düşmanı hudûda kadar ta‘kīb eyleyen Ahmed Muhtâr Paşa, birkaç mağlûbiyyet-i harbiyye dahi görmüş idi. Şevvâl’in 9’u ve 13’ü târîhleriyle cânib-i Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye yazılmış olan iki tezkire-i mufassala, bu ahvâl-i müessifeyi îzāhât-ı lâzımesiyle bast eyledikten mâ-adâ, tedâbîr-i lâzımeden olarak iktizā eden husūsātı dahi tavsiye etmekten nâşî, buraya aynen derc olunmak lâzım geldi. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Kars pîşgâhında vukū‘ bulan hezîmetin ve o yolda cereyân etmiş olan muhāberelerin tafsīlâtına dâir, bugün sâ‘at 11’de alınan evrâk ile müte‘âkiben Sa‘îd Paşa hazretlerine tevdî‘an irsâl olunan Meclis-i Askerî mazbatası ve melfûfâtı, manzūr-ı âlî buyuruldu. Vâkı‘â harbin vaz‘ı, gālibiyyet ve mağlûbiyyete mübtenî olduğundan, aralıkta inhizâm vukū‘una katlanmak lâzım gelir ise de bozulan askeri düzmek veya telefâtın yerini doldurmak [373] kābil olmaz ise mağlûbiyyetin te’sîri pek ağır olacağı ve şu hâdise ta‘mîr-i hâl edilemeyecek bir netîceyi işrâb ettiği cihetle, aşırı teessüf buyurulmakla berâber, tedâbîr-i mümkineye sūret-i kâfiyyede teşebbüs olunması, bi’l-hāssa irâde ve iltizâm buyurulmuş olup, çünkü Muhtâr Paşa’nın mütevâliyyen ettiği muhârebeler, taburların mevcûdunu taklîl ve düşmanın gayzını teşdîd etmiş ve esbâb-ı nakliyye ve mu‘ayyenât-ı zarûriyyece olan ihtiyâcdan dolayı, geçenki harb-i cesîmde askerin iki gün aç açına harb etmeleri gibi bir hâl-i dil-sûz dahi vâki‘ olmuş olduğundan, tedâbîr-i ihtiyâtiyyeye teşebbüsün lüzûmu daha evvelce teyakkun ve ihtār olunmuş
236
AHMED MİDHAT EFENDİ
ise de her nasılsa adem-i muvaffakiyyet eseri ve baş kumandanın müste‘id-i ric‘at olan askeri bırakıp Kars’a gitmesi ve efrâd-ı cünûdun muhârebâtın sademâtına me’lûf oldukları hâlde, ya yine aç kalmaları gibi esbâb-ı me’yûsiyyetten veyâhud sâir emsâli ahvâlden dolayı, mukāvemeti göze kestirmemeleri açıkta kalan yirmi dokuz taburun hey’etçe kayd-ı esere dûçâr olmalarını intâc eylemiş ise de şu hâl-i esef-iştimâlden ziyâde teessüf edilecek ve korkulacak şey, Kars’taki mühimmâtın pek de kifâyet edecek derecede olmaması ve hayvânâtın a‘zam-ı ihtiyâcâtı olan şeylerin mefkūdiyyeti ve düşman eline geçen topların bakiyyesi bulunan iki batarya top ile birkaç tabur askerin Kars ile Erzurum arasında kâfî [374] olacak derecede bulunamaması ve Kırkkilise’ye ric‘atine karâr verilen İsmâil Paşa ordusunun ric‘atini ta‘cîl edecek vesâit-i nakliyyenin vücûduna dâir mevcûd veya kâfî değil ise tedâriğini teshîle mütedâir teşebbüsât bulunamaması ve Batum’dan istenilen altı taburun Trabzon’a çıkarılması için iktizā eden vapurların henüz gönderilmemesi maddeleri olarak, maa-mâ-fîh reviş-i hâle nazaran, ne Batum’dan ve ne de beşinci ordudan tertîb olunan askerin sür‘at-i vusūlü mümkün olsa dahi, bunlar ile cebr-i mâ-fât muhâl bulunduğundan, Dersa‘âdet’ten veyâhud vilâyât-ı mütecâvireden ve’l-hâsıl nereden kābil ise oradan mümkün olabildiği kadar muntazam asker irsâli çâresine bakılmak lâzım geldiği gibi mâdem ki şu hâl içinde asıl sermâye Batum’dan istenilen taburlardır, onların mütevâliyyen hareket etmek şartıyla savb-ı maksūda vusūlleri iki haftaya mevkūf iken vapurların henüz gönderilmemesi daha ziyâde teahhurâta sebeb olacaktır. Sefâyin-i mezkûrenin dahi hemen çıkarılması ve Kars’ta ve Erzurum’da ve Muhtâr Paşa’nın işbu iki mahal beyninde perde yapmak istediği müfreze nezdinde, İsmâil Paşa ordusunda ne kadar mühimmât bulunduğu ve kifâyet ve adem-i kifâyeti mechûl ise de daha ziyâde mehâlike uğratılmamak ve yolları kar kapatıp da sevkiyyâtı bütün bütün mümteni‘ hâle getirmemek için mühimmât ciheti dahi hesâb ve kıyâs [375] olunarak, hemen yarından sevkine ibtidâr olunması ve yarın devletlü atūfetlü Mahmûd Paşa ve devletlü kāim-makām paşa hazerâtıyla saray-ı hümâyûna gelinmesi ve iş‘ârâta nazaran, bu hezîmet Teşrînievvel’in 1’inci günü başlayan muhârebenin netîcesi olup, Muhtâr Paşa ile te‘âtī olunan telgraflarda şehr-i mezkûrun 2’si ve 3’ü ve 4’ü târîhlerinden bahs olunmuş iken, hāk-pâ-yi şâhâneye haberi şimdi gelmiş olmakla teahhurâta dâll olan bu misillü ahvâlin adem-i tekerrürü için dahi tenbîhât ve mu‘âmelât-ı lâzıme icrâsı ve diğer iş‘âra göre işin cihet-i politikasını düşünmek vakitsiz olamayacağından, burasına dahi im‘ân-ı nazar kılınması irâde-i seniyye iktizāsından olmakla, ol bâbda.” Fi 9 Şevvâl sene 1294
(Sa‘îd)
[Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye Yazılan] Diğer [Tezkire] “Hâdise-i ma‘lûmeden dolayı her neye ihtiyâcı var ise müsâ‘ade-i imkâna göre tesviyesi çâresine bakılmak üzere iş‘âr etmesi, bâ-irâde-i seniyye Gāzî Muhtâr Paşa’ya yazılmakla, alınan cevâbın halli savb-ı sâmî-i sadâret-penâhîlerine irsâl
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
237
kılındı. [376] Mütāla‘asından hâlin derecesi ve husūsen kumandanın musālaha lüzûmunu der-pîş eylemesinden istikbâlin vehāmeti anlaşılacağından, tekrâra hâcet görülmedi. Bu maddede mevzû‘-i bahis olacak ve yapılacak şey, zararsızca işin içinden çıkmak olup, bu dahi sulhla hâsıl olacağından ve eğerçi musālahanın takrîr-i meşrûtu ve fi‘ile gelmesi birçok müzâkerât ve muhāberât [377] ve teşebbüsât-ı mâhirâne-i diplomatikiyye netîcesiyle husūl bulacağı cihetle, derhâl bunun teyessüründe olan imkânsızlık müsellem ise de devletin harekât-ı harbiyyece dûçâr olduğu adem-i muvaffakiyyet, mukaddimelerine nazaran sulha muvaffak olması ve hukūkunu muhâfaza eylemesi, müzâkerât ve mükâtebât-ı sulhiyye arasında mürûr edecek zamân içinde vâki‘ olacak harekât-ı askeriyyeye tâbi‘ görünür. Ya‘ni Muhtâr Paşa’nın zann ettiği gibi Kars ile Erzurum beyninde bulunan fırka-i sağīra mukāvemet ve muhâfazaya muktedir olamayıp da, Allâh etmesin, düşman ilerilere doğru yürür ve Rumeli’de dahi muzaffer olacak olur ise kendisini Devlet-i Aliyye’nin menfa‘atine ve muhârebeyi ihtiyârda olan maksada muvâfık sūrette sulha ihâle ve bu bâbda vesâtat-ı evveliyyeden istifâde etmek güçleşeceğinden,
Havâyic-i askeriyyenin tedârik ve tesviyesi yolunda görülen müşkilât, iş‘ârât-ı sâire ile dahi rehîn-i rütbe-i bedâhet olduğundan ve düvel-i sâirede idâre-i askeriyye ciheti, husūsāt-ı harbiyyeden ayrılmak kâ‘ideden bulunduğundan, bizce dahi idâre-i askeriyye için bir hey’et-i mahsūsa teşkîli, bir aralık Mâbeyn-i Hümâyûn tarafından ihtār buyurulmuştu, ki ol bâbda yazılan tezkirenin sūreti ber-vech-i âtî tahşiye edilir. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan İdâre-i Askeriyye İçin Bir Hususi Hey’et Teşkili Hususunda Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Mevâki‘-i harbiyyede bulunan asâkir-i şâhânenin elbise ve mu‘ayyenât-ı sâire-i mukteziyyesi vakt u zamânıyla yetiştirilemediğinden dolayı, kumandanlar hazerâtı bunların tedârik ve celbi zımnında muhāberâtla meşgûl olmakta ve dâire-i askeriyye dahi meşgûliyyetini en ziyâde mevâki‘-i harbiyyece lüzûmu olan mühimmât ve asker tedâriğine hasr etmekte olmasına mebnî, bir taraftan harekât-ı askeriyyeye âid şeylerin mütāla‘asına, gerek kumandanların ve gerek makām-ı seraskerînin vakit ve iktidârı kalmayıp, diğer taraftan da hem tertîbât-ı seferiyye ve hem de idâre-i askeriyye işlerinin bir elde ictimâ‘ından dolayı, orduların husūsāt-ı mâliyye ve levâzım-ı sâiresi yolunda cereyân etmekte olup, bu bâbda vâki‘ ve harekât-ı askeriyyenin intizāmına dahi mâni‘ olan ahvâlin ber-taraf edilmesi, asâkir-i şâhânenin tertîb-i mu‘ayyenât ve havâyici umûruna ve mübâya‘âta bakmak üzere bir zamândan beri tasavvur olunup, teşkîli vakt-i âşâyişe ta‘līk olunan Harbiye Nezāreti’nin, şimdiden te’sîsiyle, ileride sâir teferru‘ât ve teşkîlâtının dahi itmâmına mütevakkıf olduğu vârid-i hātır-ı âlî olduğundan, bu sūret nezd-i sâmî-i sadâret-penâhîlerinde tensîb olunduğu hâlde, îcâbının icrâsı ve vezāifine dâir yapılacak nizāmnâmenin kal‘eme alınmasının dahi nâzırına havalesi zımnında, istîzânı keyfiyyet olunması irâde buyurulmuş olmakla, ol bâbda.” Fi 14 Şevvâl sene 1294 (Sa‘îd) Harb halinde böyle bir tağayyurun mahzûru olacağı mütāla‘asıyla, bunun için bir komisyon teşkîli sūreti tercîh edilmişti.
238
AHMED MİDHAT EFENDİ
musālahanın esbâbını ta‘cîl ehemm-i mehâm olmakla, evvelâ hāriciye nâzırı hazretleriyle bi’l-müzâkere, bu yolda ikdâmât-ı âcileye teşebbüs olunması, sâniyen tavassut arzusunda bulunanların te’mînâtı bizce teselliyyet bahş olabilirse de Rusya’nın niyyâtı henüz mechûl olup, husūsen bundan sonra harekât-ı askeriyyesince muzafferiyyât hâsıl edecek olur ise kendisini kolaylıkla musālahaya da‘vet ve istîlâ ettiği mahallerin tahlīsince, tahsīl-i muvaffakiyyet Devlet-i Aliyye’yi hâl-i me’yûsiyyette görmemesine, ya‘ni musālaha arzusu bir maksad-ı âsâyiş-cûyâneden ve bî-taraf [378] devletlerin ihtārât-ı hayır-hāhânelerini dinlemekten münba‘is olup, yoksa Rusyalı sulhü işkâl eder ise Devlet-i Aliyye’nin dahi yine harben mukāvemette sebât edecek hâl ve iktidârda bulunmasının iknâ‘ ve isbâtına mevkūf olup, bu dahi her tarafta kuvve-i askeriyyeye ehemmiyyet verilmekle berâber, Anadolu’ca vukū‘ bulan zāyi‘âtın derhâl yerini doldurmakla hâsıl olacağı ve Muhtâr Paşa’nın iş‘ârına nazaran, İsmâil Paşa’nın ma‘iyyeti askeri iltihâk eder ise mecmû‘u 10.000 kişiye ve bozgun askerin dahi cem‘i kābil olur ise umûm-ı kuvvetin yekûnu 15.000 nefere vararak, bunun telâfî-i mâ-fâte ve düşmanını tehdîd maksadına adem-i kifâyeti ise mertebe-i bedâhette olduğu ve eğerçi Batum’dan altı tabur tertîb olunmuş ise de bu askerin Dersa‘âdet’ten sevk olunmakta olan taburların Muhtâr Paşa ma‘iyyetinde ictimâ‘ıyla dahi bir şey hâsıl olamayacağı cihetle ve Muhtâr Paşa’nın muhtâc olduğu askerin mikdârını 15.000 raddesine hasr etmesi ekall-i ihtiyâc i‘tibârıyla olarak, bu mikdârın ihtiyâca vefâ etmesi hasbe’t-tecrübe mümteni‘ bulunmakla, gönderilecek askerin 20-25.000’den aşağı olmaması elzem ve bu mütāla‘a dâire-i askeriyyece dahi karîn-i takdîr olmak me’mûl olmakla, şu hesâba göre gerek Dersa‘âdet’ten ve gerek vilâyât-ı mütecâvireden, bakiyyesinin itmâmına bugünden teşebbüs olunması ve şimdiye kadar hâsıl edilen tecâribe [379] ve Muhtâr Paşa’nın verdiği ma‘lûmâta nazaran, asker ve zahīre sevkiyyâtınca ve vâlîlerin ve me’mûrîn-i mülkiyyenin ihmâl ve adem-i iktidârları yakīniyyât derecesine vardığından, onların tedârikât ve sevkiyyât hakkında kavlen verecekleri te’mînât i‘tibâra sālih ve şu hâl arasında azl u nasb ile uğraşılıp, muktedir me’mûr bulmaya çalışmak kābil olamayacağına mebnî, diğer cihetle bir tedbîr-i muslih olmak üzere kur‘a neferâtıyla efrâd-ı redîfe ve müstahfızanın celb ü cem‘ine ve Meclis-i Askerî’nin geçenki karârı vechile, gönüllü asâkir fırkaları teşkîli için halkın teşvīkıne ve erzâk ve sâir malzeme-i askeriyyenin sevkiyyâtına bakmak için Anadolu’daki vilâyetlere birer râbıtalı me’mûr irsâliyle, vâlîlere mu‘âvenet edilmesi ve Anadolu ordusuna askerce ve erzâkça yardım edecek vilâyetlerden Sivas vilâyeti, vâlîden hālî kalıp defterdârının böyle bir vakitte hem umûr-ı vilâyete vekâlet ve hem de kendi vazīfesini îfâ edecek mertebede vakit ve kuvveti ma‘lûm olmadığı gibi Ankara vâlîsinin vazīfesince bir eser-i fi‘ilin ibrâzını iltizâm etmediğine dâir dahi ba‘zı rivâyât ve istidlâlât olduğundan, eğer münâsib olur ise şu iki vilâyet için dahi münâsib birer vâlî bulunması ve bir de Rusyalının Bela ve havâlîsindeki yaptıkları istihkâmâtın adedi birkaç yüz kıt‘aya ve kuvvetleri kuvvetlerimizin mütenâsib olamayacağı bir dereceye vardığı, tahkīkāt-ı sâireden [380] başka dünkü gün Hezargrad’dan avdet eden yâver Celâl Bey’in ifâdâtıyla dahi muhakkak olup, Süleyman Paşa hazretleri
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
239
eğer hareket-i tecâvüziyyede bulunacak olur ise ordu-yı hümâyûnun bir muhātaraya uğraması ve Anadolu’daki hezîmetine munzam olacak öyle bir hâl üzerine, işin daha ağırlaşacağı mütāla‘aları tahdîş-i havâtır edeceğinden, dünkü gün dahi taraf-ı vâlâ-yı kāim-makāmîye bâ-irâde-i seniyye ihtār kılındığı üzere, ihtiyâcât-ı kat‘iyye-i harbiyyeye müstenid olmayacak tecâvüzî harekât heves ve fikrinden sakınılması için müşârun-ileyh Süleyman Paşa’ya ta‘lîmât gönderilmesinin Meclis-i Askerî’nin nazar-ı temyîzine havâle kılınması, irâdât ve mütāla‘ât-ı seniyyeden olmakla ve husūsāt-ı meşrûha hakkındaki mülâhazātın arzı dahi muntazır-ı âlî bulunmakla, ol bâbda.” Fi 13 Şevvâl sene 1293
(Sa‘îd)
Firârîler hakkında makām-ı kāim-makāmî-i seraskerîye yazılan işbu tezkire dahi başkaca şâyân-ı dikkattir. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Firariler Hakkında Kāim-makāmî-i Seraskerî’ye Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Gāzî Ahmed Muhtâr Paşa hazretlerinden vârid olan ve bir sūreti dahi dâire-i askeriyyeye verilmiş bulunan telgrafnâmeden, dünkü gün müşârun-ileyhin düşmanla ettiği muhârebede askerin birkaç def‘a firâr etmiş oldukları ma‘lûm-ı âlî buyurulmuştur. Askerin bu sūretle firâra tasaddî etmesi ma‘âzallâh ne derece vahīm [381] netîceler tevlîd eyleyeceği ve bu hâlin sâir fırka ve ordulara da sirâyet etmesi câ-yı mülâhaza bulunduğu cihetle, bu bâbda başlıca tedâbîr-i mümâna‘aya teşebbüs etmek ehemm-i mehâm olduğuna ve müşârun-ileyh Muhtâr Paşa’ya bâirâde-i seniyye tastīr olunup bir sūreti leffen savb-ı vâlâ-yı dâverânelerine irsâl kılınan cevâb-ı telgrafîde, diyânet ve hamiyyet ve vazīfe-i askeriyyeye mugāyir olarak firâr ârını ve emsâli hecâleti irtikâb edenlerin kurşuna dizilmeleri ve ahâlîden dahi askerin ihtifâ ve firârını teshîl edecek olanların, fâ‘il-i müşterek gibi cezâlandırılmaları iş‘âr kılındığına mebnî, umûm-ı asâkire i‘lân ettirilmek üzere, bu bâbda maddenin sâir kumandanlara da iş‘ârıyla keyfiyyetin arz u ifâdesi fermân-ı hümâyûn-ı mantūk-ı münîfinden olmakla, ol bâbda.” Fi 27 Şevvâl sene 1293
(Sa‘îd)
Bâb-ı Âlî’ye yazılan ikinci tezkirenin sonlarında, Rumeli ahvâl-i askeriyyesine dâir beyân buyurulan ahvâl dahi ol taraf mağlûbiyyetlerinin mukaddime-i alâmâtı demek olup, bu hâllere karşı gösterilen tedâbîrin isābeti müsellem olmakla berâber, tedâbîr ve tertîbât-ı mezkûrenin kuvveden fi‘ile gelebilmesi husūsunda olan müşkilât dahi Mâbeyn-i Hümâyûn-ı cenâb-ı mülûkânenin nazar-ı ehemmiyyetini celb eylemiştir, ki tedârikât-ı lâzıme ile berâber sulh çâreleri dahi tavsiye olunmaya lüzûm görülmüştür. Zîrâ daha ileride görüleceği vechile, Muhtâr Paşa Erzurum’a kadar ric‘ate mecbûriyyet
240
AHMED MİDHAT EFENDİ
gördüğü [382] zamânlar, her tarafa evâmir-i şedîde verilmiş olduğu hâlde, nice müşkilât ile tedârik edilebilen kuvvet-i ahīra âdetâ birkaç yüz nefer derecesinde kalmıştır. Evâmir-i mezkûreden olmak üzere Mâbeyn-i Hümâyûn cânibinden Erzurum, Diyârbekir, Van, Trabzon, Sivas vilâyetleriyle ba‘zı civâr mutasarrıflıklara çekilen telgrafnâme-i umûmî ber-vech-i âtî derc olunur. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Erzurum, Diyârbekir, Van, Trabzon ve Sivas Vilâyetleri ile Bazı Civâr Mutasarrıflıklara Çekilen Telgraf] Sūret-i Telgraf “Dördüncü ordu-yı hümâyûndaki taburların ikmâl-i noksānı için sâir mahaller gibi oranın kur‘a ve redîf ve müstahfız bekāyâsının celb ü cem‘iyle ve bunlardan fazla olarak işe yarar piyâde ve süvâri asâkir-i mu‘âvene tedâriğiyle Erzurum merkez kumandanlığından ve Gāzî Ahmed Muhtâr Paşa hazretleri tarafından iş‘âr olunacak mahalle sevki, Meclis-i Askerî karâr-ı mahsūsuyla taraf-ı vâlâ-yı kāim-makāmîden her tarafa bildirilmiştir. Ve bu karârı îcâb ettiren hâlin ehemmiyyet-i azīme ve cesîmesi bedîhî olduğundan, ta‘rîf ve teşrîhe hâcet yoktur. Yalnız şurası emr u fermân-ı hümâyûn-ı hilâfet-penâhî üzerine hāssaten beyân olunur ki, muhârebenin bidâyetinden beri kâffe-i ahâlî-i İslâmiyye’nin muhâfaza-i beyza-i İslâm için îsâr ettikleri nakdîne-i himmet ve hamiyyet ind-i akdes-i pâdişâhîde ve bu devlet-i müebbedenin târîhi [383] huzūrunda kemâl-i takdîr ve mefharetle yâd olunacak âsâr-ı azīme-i fedâkârîden olduğu gibi a‘kāb ve ahlâfımız anâsır-ı İslâmiyye’yi yeryüzünden mahv etmeye azmeden bir düşmanın kesr-i savleti yolunda vâki‘ olan şu hizmet-i diyânet-kârâne ve vatan-perverâneden dolayı, mâdâmü’l-ekvân du‘â ve rahmet-hān olacaklardır. İşte dünyevî ve gerek uhrevî envâ‘-ı feyz ü sa‘âdeti müntic olan böyle bir azîmetin gāyetine varmak, onun mukteziyyâtında sebâta ve bu misillü ihtiyâcât-ı askeriyyeyi vakt u zamânıyla ikmâl-i tevakkuf eder. Binâen-aleyh, kāim-makām-ı müşârun-ileyhin iş‘ârları vechile, neferât-ı merkūmenin serî‘an ve âcilen ve tamâmen ve kâmilen irâ’e olunacak mahallere sevki emrinde, me’mûrîn-i kirâm sarf-ı mesâ‘î-i mâ-lânihâye eylemekle berâber, ber-minvâl-i meşrûh işe yarar süvâri ve piyâde asâkir-i mu‘âvene techîzi bâbında verilen karârı ve onun esbâb-ı mühimme-i ma‘lûmesini dahi mesâmi‘-i umûmiyyeye hüsn-i ilkā ile ta‘cîl-i fi‘iliyyâtına sarf-ı sa‘y-ı evfâ eylemeleri irâde-i ekîde-i hilâfet-penâhî iktizāsındadır.” Fi 6 Teşrînievvel sene 1293 Hezîmet-i vâkı‘adan sonra, ikmâl-i nevâkıs için tedârikât-ı serî‘aya teşebbüs eylediği esnâda, teşvīkāt ve irâdât-ı seniyyeyi hâvî Mâbeyn-i Hümâyûn Serkitâbet-i Celîlesi tarafından çekilen çend kıt‘a telgrafnâmeler, himemât-ı vâkı‘anın derecâtını ta‘yîne medâr olacak şeyler olmakla, bervech-i âtî sırasıyla derc olundular. [384]
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
241
Trabzon’a [Çekilen Telgraf] “Buradan der-dest-i irsâl olan askerin Trabzon’a geldikçe, bilâ-te’hīr ve sür‘at-i kâmile ile sevk olunmaları için şimdiden taraf-ı vâlâ-yı kāim-makāmî ile bi’l-muhābere esbâb-ı nakliyye ve sâire tedâriğine fevka’l-âde bezl-i makdûr kılınması, bâ-irâde-i seniyye teblîğ olunur.” Fi 6 Teşrînievvel sene 1293
(Sa‘îd)
Bağdad Vilâyetine [Çekilen Telgraf] “Altıncı ordu asâkir-i nizāmiyye ve redîfesinden tertîb olunan mikdârının dördüncü orduya yetiştirilmesi hakkında, bu def‘a taraf-ı vâlâ-yı kāimmakāmîden vâki‘ olan iş‘ârı ilcâ eden hâl ve o yolda mesâ‘î-i ciddiyye ve serî‘aya görülen ihtiyâc, muhtâc-ı tafsīl değildir. Müşîr Paşa hazretleriyle bi’l-muhābere her türlü ta‘allülât ve teahhurâttan vâreste olarak, iş‘âr-ı vâki‘ hükmünün tesrî‘-i icrââtı, bâ-irâde-i seniyye ihtār olunur.” Fi 6 Teşrînievvel sene 1293
(Sa‘îd)
Van Vilâyetine [Çekilen Telgraf] “Ordu-yı hümâyûnun ihtiyâcât-ı ma‘lûmesinin teshîli emrinde, Gāzî Muhtâr Paşa ve İsmâil Paşa hazerâtı ile bi’l-muhābere, geceli gündüzlü mesâ‘î-i kâmile icrâ buyurmanız ve adem-i mübâlâttan mes’ûl olacağınız, bâ-irâde-i seniyye teblîğ olunur.” Fi 6 Teşrînievvel sene 1293
(Sa‘îd)
[385]
Erzurum Kumandanlığına ve Defterdârlığına [Çekilen Telgraf] “8 Teşrînievvel sene 1293 târîhli şifre telgrafları halli manzūr-ı âlî oldu. Mücerreb olduğu üzere bozgun ve yılgın askerin gözü, hānesine can atmakta olduğundan, eğer etrâflı tedbîr olunmazsa dağılan asker tamâmiyle toplanamaz. Bu cihetle Kâzım Paşa’ya bi’l-etrâf icrâ-yı vesāyâ ve hizmetinin, nezd-i âlîde fevka’l-âde memdûhiyyete bâ‘is olacağının inbâsıyla berâber, iş‘âra nazaran bu askerin güzergâhı Köprüköyü olmak lâzım gelirse de, oralarda erkân-ı vilâyetten ve zābitāndan münâsiblerinin irsâli ve etrâfa sıkı tenbîhler neşriyle, asâkir-i münhezimenin, gerek hey’et-i müctemi‘a ile ve gerek münferiden der-dest edilmelerine, fevka’l-âde dikkat ve himmet olunması ve bir de topçu yüzbaşısı Mehmed Ağa’dan başka, ba‘demâ dahi oraya gelecek zābitān ile tefhîm-i merâm eder, efrâddan birkaçının ric‘atin tafsīl-i lâzımîsi ve kurtulan askerin mikdârı hakkında akla karîb sūrette her ne ma‘lûmât olunursa bildirilmesi, bâ-irâde-i seniyye beyân olunur.” (Sa‘îd)
242
AHMED MİDHAT EFENDİ
Altıncı Ordu Müşîriyyetine [Çekilen Telgraf] “Taraf-ı vâlâ-yı kāim-makāmîden, dördüncü ordu için lüzûm-ı irsâli savb-ı sâmîlerine iş‘âr ve te’kîd olunan on beş taburun talebini mûcib olan hâlin, ehemmiyyet-i azīme ve cesîmesi pek vâzıh olduğundan, vazīfe-i me’mûriyyet ve hamiyyet-i müşîrîlerine [386] müterettib olan âsârın nezd-i âlîde teekküd-i sübûtu, bu bâbda mesâ‘î-i mâ-lâ-nihâye sarfına mütevakkıf olduğu, bâ-irâde-i seniyye iş‘âr ve cevâba intizār olunur.” Fi 9 Teşrînievvel sene 1293
(Sa‘îd)
Resim 46: Erzurum. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 497.)
Erzurum Kumandanlığına ve Defterdârlığına [Çekilen Telgraf] “Taleb olunan 10 milyon kuruş, der-dest-i ikmâl ve irsâl olunduğu bi’lmuhābere tahakkuk etti. Gāzî Muhtâr Paşa hazretlerinin zahīrece adem-i lüzûm beyân eylemesi, refâkatlerindeki fırkanın ihtiyâcâtını mahallerince tedârik-i kābil olmasından münba‘is olmakla, buradan peyâpey sevk olunmakta olan askerin vürûdunda malzemeleri hâzır bulunup, sonra güçlük çekilmemek için merkezce dahi tehiyye-i mu‘ayyenât-ı ihityâtiyyeye devâm ve i‘tinâ kılınması irâde-i seniyye muktezāsındandır.” Fi 9 Teşrînievvel sene 1293
(Sa‘îd)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
243
Erzurum Kumandanlığına ve Defterdârlığına [Çekilen Telgraf] “Dün dahi iş‘âr olunduğu üzere, asâkir-i müteferrikanın cem‘ine fevka’l-âde ikdâm olunması ve Gāzî Muhtâr Paşa hazretlerinin iş‘ârından dahi anlaşılacağına göre, Kağızman tarafında birçok ümerâ ve asâkir birikmiş olduğundan, onlardan ve Köprüköyü’ne gelen Miralay Hakkı Bey ile sâir zābitāndan vak‘anın tafsīli ve husūsen kurtulan askerin mikdâr-ı takrîbîsi öğrenilerek, teşebbüsâtınızın derecâtıyla berâber iş‘ârı, [387] irâde-i seniyye iktizāsındandır.” Fi 9 Teşrînievvel sene 1293 Erzurum Vâlî Vekâletine ve Erzurum Kumandanlığına [Çekilen Telgraf] “Rivâyet-i vâkı‘aya nazaran; Rusya, Ardahan ve Ardanuç cihetlerinden ve iki kol üzerinden beri taraflara doğru tecâvüze hâzırlandığı anlaşılmıştır. Her ne kadar ordu-yı hümâyûn için tertîb olunan askerin taraf taraf sevkine ihtimâm olunmakta ise de düşmanın hareket-i mürûriyyesini müdâfa‘aya muktezī teşebbüsâtın, oraca dahi icrâsına ibtidâr olunması lâzımeden olduğundan, bir yandan efrâd-ı münhezimenin celb ü cem‘ine ihtimâm olunmakla berâber, eli silâh tutan ahâlînin kâmilen silâh altına alınması ve bu yolda ittihāz ve icrâ olunacak ve husūsen buradan ve etrâftan tertîb olunan askerin vusūlüyle bir kuvve-i muntazama-i askeriyye hâsıl oluncaya kadar, a‘dânın tahtiyâtını mu‘âvenet-i ahâlî ile avk u te’hīre medâr olacak tedâbîr netîcesinden buraya da ma‘lûmât verilmesi, irâde-i pâdişâhî iktizāsındandır.” Fi 11 Teşrînievvel sene 1293
(Sa‘îd)
Erzurum Kumandanlığına [Çekilen Telgraf] “Yol bulup çıkan askerden, şimdiye kadar Köprüköyü’nde ne kadar toplandı, bakiyyesinin toplanması hakkında ne tedbîr ediliyor? İsmâil Paşa hangi mevki‘e geldi? Şimdi iş‘ârı ve makām-ı kāim-makāmînin iş‘ârı vechile, ta‘cîl-i hareketi [388] lüzûmuna dâir müşârun-ileyhe haber-i âcil yetiştirilmesi, bâ-irâde-i seniyye beyân olunur.” Fi 11 Teşrînievvel sene 1293
(Sa‘îd)
Trabzon Vilâyetine [Çekilen Telgraf] “Dördüncü ordu için Trabzon ve Batum havâlîsinden irsâli, dâire-i askeriyyece karârlaştırılan asâkir-i redîfe ve müstahfıza bekāyâsı ile kur‘a neferâtının ve firârîlerin ve erbâb-ı hamiyyetin teşvīkıyle, asâkir-i mu‘âvene fırkalarının vakit geçirilmeksizin, derhâl en kestirme yollardan Erzurum cihetine yetiştirilmesi ve
244
AHMED MİDHAT EFENDİ
her gün hangi tarīkle ne kadar asker sevk olunduğunun telgrafla bildirilmesi ve bu emr-i mühimde hüsn-i hizmet edenler mazhar-ı mükâfât-ı seniyye olacaklarından, o misillü müstahakkînin isimleriyle derece-i istihkāklarının dahi netîce-i maslahat üzerine iş‘âr olunması, irâde-i seniyye iktizā-yı âlîsindendir.” Fi 13 Teşrînievvel sene 1293
(Sa‘îd)
Altıncı Ordu Müşîriyyetine [Çekilen Telgraf] “Dördüncü orduya gidecek askerin sür‘at-i sevki, bâ-irâde-i seniyye hāssaten ihtār olunur.” Fi 13 Teşrînievvel sene 1293
(Sa‘îd)
Altıncı Ordu Müşîriyyetine [Çekilen Telgraf] “Dördüncü ordu için oradan müretteb taburların ne kadarı hareket etti, ne mikdârı der-dest-i irsâldir ve sevk olanlar altıncı ordu dâiresi dâhilinden çıkınca ve belki dördüncü [389] ordu merkezine varıncaya kadar hangi merhalelerden hareket edip, nerelere dâhil oldukları ümerâ tarafından elbette taraf-ı devletlerine iş‘âr olunacağından, bu bâbda ya‘ni taburların el-yevm bulundukları mahaller hakkında ma‘lûmât-ı müşîrîleri ne merkezdedir? Şimdi iş‘ârı ve kusūr-ı taburların dahi tesrî‘-i sevkleri için mesâ‘î-i fevka’l-gāye icrâsı, bâ-emr u fermân-ı hümâyûn teblîğ olunur.” Fi 6 Teşrînisânî sene 1293
(Sa‘îd)
Bununla berâber Kars pîşgâhında vukū‘ bulan hezîmetin ve Kars teslîmiyyetinin içinde tama‘-ı âsârından olarak, burada hikâyesinden kalemin bile hayâ edeceği ba‘zı ahvâl vukū‘a geldiğine dâir Avrupa’nın her tarafa neşr eylediği ma‘lûmât ve havâdis, hayfâ ki tekzîb olunamayacak husūsāttan görülmüştür. El-hâsıl, işbu Anadolu hezîmet-i can-sûzî hakkında Muhtâr Paşa ile Mâbeyn-i Hümâyûn arasında cereyân eden muhābereyi de ber-vech-i âtî aynen derc ediyoruz ki, muhāberenin ba‘zı cihetleri hîn-i tahrîrde bizi ağlatmış olduğu gibi kārîlerin dahi gözlerinden eşk-i teessüf isâle edeceğine şübhe edemeyiz.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
245
Resim 47 Kars savunmasını gösteren bir resim. (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 72.)
[Mâbeyn-i Hümâyûn ile Ahmed Muhtâr Paşa Arasında Cereyân Eden Haberleşme] Sūret-i Muhābere Evvelâ, Kars istîlâsından mukaddemce, Anadolu askerinin bulunduğu sūret, Muhtâr Paşa’nın şu telgrafnâmesi mütāla‘asından ma‘lûm olur. [390] [Ahmed Muhtâr Paşa’nın Haberleşmeden Evvel Çektiği Telgraf] Sūret-i Telgrafnâme “Tafsīlâtı diğer telgrafnâme-i âcizânemde arz olunduğu üzere, şimdiye kadar ancak üç-dört bin askerimiz mevcûddur. Kusūru han köşelerinde ve sokak aralarında ve şurada burada olduğundan, bunların toplanması birkaç güne tevakkuf edecektir. Mikdâr-ı mecmû‘u 16.000’e varacağı tahmîn olunuyor. İş birkaç gün uzar ise bu askerin toplanılacağı me’mûl olup, fakat hâsıl olacak mikdâr-ı kuvvetimiz Erzurum istihkâmâtının vüs‘atına gayr-ı kâfîdir. Mizâc-ı ahâlîdeki haşyet dahi ma‘lûm olacağından, bunların hâli ne olacağı da bilinmez. Burayı terk ile müdâfa‘ayı bırakıp çekilmek tasavvur olunsa, askerin bozgunluğu ve perîşânlığı buna müsâ‘id olmayıp, şâyed dışarı çıkılsa kâmilen dağılacaklarından, her hâlde Erzurum’da kalmak sūreti müreccah ise de hâlin ve mevcûdun hükmü, buranın muhâfazasından bendenizi nevmîd bırakıyor. Şâyed düşman bütün bütün burayı kapatır ve muhâfaza eder de Hudâ-negerde çâre-i müdâfa‘a kalmaz ve mişvâr-i ahâlî başkalaşır ise o misillü hâle mukābil, nâçâr refâkatime alabileceğim askerle, bir taraftan [v]urup çıkmak tasavvurunda isem de onun da Gümüşhāne veyâhud
246
AHMED MİDHAT EFENDİ
Erzincan tarīklerinden hangisi olabileceğini şimdiden kestiremem. Şimdi düşmandan gelen kâğıd, teslîme da‘vetten ibâret olup cevâb-ı redd verilecektir. [391] Hâle dâir bir gûne emr-i vâride var ise gāyet şiddet ve sür‘atle muntazırım, fermân.” Fi 24 Teşrînievvel sene 1293 (Ahmed Muhtâr) İşbu telgrafta beyân olunan ahvâl-i müessire, henüz Kars’ın muhâsarada bulunduğu zamân Erzurum’daki Muhtâr Paşa’nın hâl u mevki‘-i askerîsidir. Buna cevâben taraf-ı hümâyûn-ı hazret-i pâdişâhîden, gerek müşârunileyh hazretlerine ve gerek Erzurum ahâlîsine çekilen telgrafnâme-i hümâyûnların, tezyîd-i gayret emrinde pek büyük fâidesi görülmekle, bervech-i âtî derc ü iş‘ârları lâzım gelmiştir. [Ahmed Muhtâr Paşa’nın Telgrafına II. Abdülhamîd’in Cevâbî Telgrafı] Sūret-i Telgrafnâme-i Hümâyûn “Vezîrim Muhtâr Paşa; Bugünkü gün bulunduğunuz mevki‘, ki Asya’nın en mühim noktası ve düşman-ı bed-kâmın matmah-ı nazarıdır; işte bu mevki‘ azīm bir muhātarada bulunuyor. Ma‘âzallâh bir vakitten beri ordunuzda görülen teşebbüs ve inhizâmlar, bu def‘a dahi vâki‘ ve Erzurum’a a‘dâ, pây-endâz-ı zarar ve istîlâ olur ise böyle bir vak‘a-i müellimenin maddî ve ma‘nevî beden-i devlete açacağı rahneler, size muhtâc-ı ta‘rîf değildir. Binâen-aleyh, asıl iş görecek ve devletin üzerinizdeki hakk-ı ni‘metini îfâ ve millet-i İslâmiyye’nin sizden beklediği eser-i hamiyyeti isbât edecek gün bu gündür. Bulunduğunuz hâl u mevki‘, ki bunun adem-i muhâfazası cümlemize [392] kıyâmete kadar târîhlerimizden çıkmayacak ve nâmûs-ı askerîmize şeyn verecek bir yâd-ı hazîn olacaktır. Bunun vukū‘ bulmaması bütün asker ve haml-i silâha muktedir ahâlînin kanlarının son damlasını bu uğurda akıtıp, vazīfe-i müdâfa‘ayı tamâmen yerine getirmeleri esbâbına, fi‘ilen vezîrim İsmâil Paşa ve İzzet Paşa ve Mustafa Paşa ve Hasan Paşa ile ciddî ve hakīkī yek-dest olarak sarf-ı makderet eyleyesiz ve en büyük ümerâdan bed’ ile her kim mevki‘-i harbden kaçar ve harb-i sâbıkta olduğu gibi haşyet ve cebânete teba‘iyyetle firâr-ı ârını irtikâb eyler ise, onu derhâl kurşuna diziniz ve askerin ric‘atini men‘ için sâir tedâbîr-i müessire-i askeriyyeye dahi ibtidâr ediniz. Cümlenizi Hakk’ın hıfz u nusretine tevdî‘ eyler ve kat‘an telâş ve fütûru kabûl eylememenizi ve müdâfa‘aya muktedir olmayan bî-çâregân ve husūsen nisvân ve sıbyânın te’mîn-i muhâfazalarını ayrıca tenbîh ederim. Vatanlarının muhâfazası emrinde dînen ve hamiyyeten mükellef oldukları sebât ve gayreti îfâ eylemeleri ehass-ı maksadımız olduğunu Erzurum ve Erzincan ve Bayburd ve Kifeni ()كيفنى kazālarıyla sâir mahâll-i mütecâvire eşrâf ve efrâd-ı ahâlîsine müsâra‘aten tefhîm ediniz.” Fi 24 Teşrînievvel sene 1293
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
Resim 48: Saltanatının ilk günlerinde Sultan II. Abdülhamîd. (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 43.)
247
AHMED MİDHAT EFENDİ
248
[II. Abdülhamîd’in Erzurum Ahâlîsine Çektiği Telgraf] Erzurum Ahâlîsine Telgrafnâme-i Hümâyûn
[393]
“Erzurum Ahâlîsi; Vatanın muhâfazası uğurunda, düşman-ı umûmîye karşı ibrâzına niyet ettiğiniz gayretinizden ziyâdesiyle hoşnûd oldum. Da‘vâmızın Hakk’a mukirr ve niyetten ve avn-i ilâhîye mazhariyyetimizden emîn bulunduğumuzdan, zerrece ye’s ü fütûra meyl etmekliğimiz pek kusūr olmakla, meşrû‘ olan da‘vâmızın yine meşrû‘ ve mes‘ûd netîcelerini kazanmak için son dereceye kadar fedâkârlık ihtiyâr etmelisiniz. Çünkü devletimizin tamâmiyyet-i mülkiyyesi zamân-ı emîne merbût55 olmakla, Hudâ-negerde Erzurum şehrini düşman istîlâ etmesiyle, oranın yine Memâlik-i Şâhâne’mizden ma‘dûdiyyetine halel gelmeyeceğinden, ancak düşmanın memleketimizde bulunacağı zamânda hakkınızda bilâ-tereddüd revâ göreceğinize emsâl-i kesîresi şâhid olan türlü zulüm ve mekîdetinden dolayı, İslâm ve Hıristiyân kâffe-i teba‘amızın ırz ve nâmûs ve mâl ve canları muhtel olup, vatanımızın muhâfazasında kayıdsızlık gösterdiğiniz için dahi hükûmet-i meşrû‘anıza karşı nâmlarınız lekedâr ve âlûde-i şeyn ve âr olur. Binâen-aleyh, selâmetinizi memleketinizin muhâfazasında bilip ve livâ-yı Osmanî’nin zıll-i himâyetine sığınıp def‘-i sāil emrinde nihâyet dereceye kadar çalışmanızı hāssaten emir ve tavsiye eder ve cümlenizi Hakk Te‘âlâ’nın avn u inâyetine emânet eylerim.” Fi 27 Teşrînievvel sene 1293 [394] Kars vak‘asıyla Anadolu ahvâl-i ahīrası dahi şu muhābere-i telgrafiyyeden ma‘lûm olur. Ahmed Muhtâr Paşa’dan Mâbeyn’e Telgraf “Kars’ın isti‘lâm-ı ahvâli hakkındaki irâde-i seniyyeyi mübelliğ olan 8 Teşrînisânî sene 1293 târîhli telgrafnâme-i aliyyeleri alındı. Kars cihetine çıkarılan adamların, henüz hiç birisi avdet etmemiş ve çünkü cibâl karla ve tarīk düşmanla mesdûd bulunmuştur. Düşmanın Batum’da ve buradaki ordularında i‘lânı sürûr olunmasına ve Erzurum’daki konsoloshānelerle taraf-ı âcizîye düşman ordusundan resmen iş‘âr-ı keyfiyyet olunmasına nazaran mes’ele sahîhleşiyor. Oradaki kuvvetimiz 20.000’den aşağı değil idi. Teshīrini îcâb eden sebebiyyete gelince; Kars’tan çıktığım sırada arz eylemiş olduğum vechile, düşmanın kâffe-i toplarını ehemmiyyetlice bir noktayı tazyīke hasr ile dâne yağdırdığı hâlde içinde barınılmak tavk-ı beşerin hāricinde kalarak, binâen-aleyh askerin püskürmesiyle berâber hücûm ile zabt etmek gibi şeyleri i‘tiyâd eylemiş olduğundan, bunun da böyle bir tazyīke uğramasından ileri geldiği, emsâli delâletiyle vârid-i hātır ise de hakīkati keşf olunamadığı ma‘rûzdur.” Fi 9 Teşrînisânî sene 1293 55
Güvenilir bir kefâlete bağlı. (haz.)
(Ahmed Muhtâr)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
Resim 49: Uzaktan Kars manzarası. (Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 281.)
249
250
AHMED MİDHAT EFENDİ
Erzurum’da Muhtâr Paşa ile Muhābere
[395]
“Evvelâ selâm-ı şâhâneyi teblîğ edeyim. S – Bugünkü telgraf-ı âlîlerinde, Gürcü Boğazı tertîbâtının bitirilememesine istihkâmâtın devre-i muttasılasının vüs‘ati mâni‘ olduğu beyân buyuruluyor. Müdâfa‘aya oldukça kâfî olmak için daha ne mikdâr asker lâzımdır? Şifre ile beyân buyurun. C – Allâh vücûd-ı şâhânelerine tükenmez ömürler ihsân buyursun. Deveboynu düşmanda iken Gürcü Boğazı’nın muhâfazasına asker ifrâz edip göndermek, o askeri göz göre [göre] esârete terk etmek demek olduğundan, velev fazla asker olsa bile kā‘ide şu ile buna kifâyet edecek askerin mikdârı bahsine gelince; bu istihkâmât şimdiki efvâh-ı nâriyyeye göre yapılmış ve düşünülmüş şey olmayıp, atīk şeylere nazaran yapılmış va ba‘zı mahalleri de henüz ikmâl olunamamış ve fakat mevki‘in hükmü şimdiki efvâh-ı nâriyyeye karşı en hükümsüz bırakmıştır. Maa-mâfîh kanımızın son damlasına kadar çalışmayı ve eltāf-ı ilâhiyyeye istinâd etmeyi arkadaşlarımla berâber vecîbeden add etmekteyiz. Devrenin muhīti siper ve şu sahra ateş hattı olarak 30.000 arşını mütecâvizdir. Arşına bir nefer hesâb edip ihtiyât dahi düşünülmese 40.000 kişi lâzımdır. Fakat bu 40.000 elde olsa, buraya kapayıp da harb etmek, şu aralık Abdurrahmângāzî cihetleri karla mesdûd olduğundan [396] ve havalar da şimdi güzel gitmeye başladığından, şâyed tenezzül etmez de berf terakkî eder ise o cihetten belki istifâde olunur. Topdağı’nda Hasan Tahsîn Paşa kumandasıyla on dokuz ve yine Topdağı’ndan İstanbul kapısına kadar İsmâil Paşa kumandasıyla on bir tabur koydum. Sekiz taburla, âcizleri, îcâb eden yere koşmak üzere topçu kışlasında ve bu üç cihetin vasatında ihtiyâtta bulunuyorum. İstanbul kapısından Germenli’ye kadar tahmînen dokuz on taburluk mahal henüz boş ve açıktır. Şimdilik düşman uzakta olduğundan, bi’z-zarûre açık bırakılıyor. İleride ehemmiyyeti görülür ise bi’l-mecbûriyye îcâbına bakılacaktır. Ve şu hâlde her cebhe kumandanı tezyîd-i kuvvetini istid‘â etmektedir. Düşman burasının pek güzel ve gāyet sahîh olarak bir kıt‘a harîtasını yapmış ve tab‘ ettirip zābitānına tevzî‘ etmiş ve bu def‘a maktûl zābitānın üzerinden bir kıt‘ası ele geçmiştir. Bugün erkân-ı ordu-yı hümâyûn ile vukū‘ bulan meşveret, netîce-i karârı verilmekte olan şifreli telgrafnâmede ma‘rûzdur, fermân.”
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
251
Resim 50: Gazi Ahmed Muhtar Paşa. (Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Anılar: Sergüzeşt-i Hayatımın Cild-i Evveli, sadeleştiren ve haz. Nuri Akbayar, çev. M. Sabri Koz-E. Nedret İşli, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996, s. 1.)
Mezkûr Şifreli Telgrafın Halli “Kars’ın istîlâsı kesb-i sıhhat etmesine mebnî, bu bâbda dahi ordu-yı hümâyûn-ı erkân-ı celîlesiyle cereyân eden müzâkerenin netîcesinde, çünkü Erzurum’un devresindeki istihkâmât-ı [397] muttasılanın birtakım havâlâta mahkûm olmasına ve tüfenk menzili dâhilinde bulunmasına nazaran, müdâfa‘anın hāric-i memlekete ihtiyâcı der-kâr olup, fakat hey’et-i mevcûde-i askeriyyenin bu ehemmiyyete kifâyetsizliği, emr-i müdâfa‘anın çâresiz dâhil-i istihkâma hasrını tercîh ettirmekte ve bi-havlihî te‘âlâ sâye-i sâmî-i hazret-i tâcdârîde, cümlemiz kanımızın son damlasını def‘ ve tenkīl-i a‘dâya vakf ile urvetü’l-vüskā-yı tevekküle sarılarak, tedârikât-i ihtiyâtiyyeye teşebbüs edilmekte ise de şimdilik efvâh-ı nâriyyenin göz açtırmayacak derecedeki tehâcümât-ı gayr-ı inkıtā‘iyyesine Kars gibi bir mevki‘ tahammül edemediği hâlde, Erzurum’un devâm-ı müdâfa‘ası ve ahvâl-i harbiyye muktezāsı biraz da hāricîye hâcet-i mess ettireceği cihetle, Hudânegerde Erzurum’a bir halel gelir ise düşmanın etrâfa intişârını men‘ etmek ve
252
AHMED MİDHAT EFENDİ
iktizāsına göre Erzurum’a celble mevcûda kuvvet verilmek üzere Sivas, Ankara, Harput, Yozgat taraflarıyla vilâyetin mevâki‘-i münâsibe ve mütecâviresinden toplanacak süvâri ve piyâde asâkir-i mu‘âveneye, Erzincan ve Trabzon ile dâhili kazādan tecemmü‘ edecek efrâd ile iki tabur asâkir-i nizāmiyye için de Bayburd merkez ittihāz kılınarak, Erzincan idâresinin orada hâzır bulunan zābitān-ı askeriyye ile mutasarrıf ve Yahyâ Paşa’ya ve Bayburd idâresinin de defterdâr-ı vilâyet Âkif Efendi’ye [398] verilmesi bi’t-tensîb, bu bâbda iktizā edenlere teblîgāt-ı lâzıme icrâ ve defterdâr-ı müşârun-ileyh dahi Bayburd’a i‘zâm ve isrâ kılınmış ve her hâlde muhâfaza-i hukūkumuzun cilve-ger-i mir’ât-ı husūl olması, eltāf-ı celîle-i sübhâniyye ve meded-i rûhâniyyet-i Hazret-i Nebeviyye [sallallâhu aleyhi ve sellem] ile tevcîhât-ı kudsiyye-i cenâb-ı şehriyârîden mes’ûl ve müsted‘â bulunmuştur.” [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan] Gāzî Ahmed Muhtâr Paşa Hazretlerine “Kars’ın istîlâsı, pâdişâhımız efendimizi ve hey’et-i devlet ve milleti dil-hūn etti. Şimdi işin güç yeri Erzurum’un muhâfazası oluyor. Zîrâ düşman, toplarının kâffesini ehemmiyyetlice bir noktayı tazyīke hasr ile dâne yağdırdığı hâlde, tahammül gayr-ı kābil idüğü tekrâr buyurulmuştur. Bu hâlde şu kā‘ide Erzurum için dahi tatbīk olunur ise oradan da şimdiden ümîdi kesmek lâzım gelir. Husūsen Kars’ın istîlâsıyla, oranın hasrına mahsūs düşman kuvvetinin dahi Erzurum üzerindeki kuvvetine munzam olacağı, bu mütāla‘a-i nevmîdîyi te’yîd edebilir. Hâlbuki zât-ı devletlerine kat‘an hafî değildir ki Devlet-i Aliyye’nin nokta-i istinâd-ı müstakbeli olan Asya kıt‘asının kilidi Erzurum olduğundan, bir kere oraya düşman girecek olursa, artık millet-i İslâmiyye’nin dûçâr olacağı tehlikenin derecât-ı azīmesini Mevlâ’dan başka kimse [399] kestiremez ve şimdiye kadar çekilen bunca zahmetlerin hepsi hebâ ve heder olur. Bu cihetle, olanca kudreti bunun muhâfazası uğruna sarf etmeliyiz. Yoksa Erzurum elden çıkarsa, oradan dağılacak askerle nikāt-ı harbiyyeden olan Bayburd ve Erzincan’ı tutmaya çalışmak, Kars müdâfa‘a-i ahīrasının aynı olur ki gerçi düşmanın kuvveti kuvvetimizin birkaç misli olur ise ona mukāvemet, kudret-i beşerin hāricindedir. Lâkin ne Kars’ta ve ne de Erzurum karşısındaki Rusya askerinin mikdârı ehemmiyyetli olmayıp, adem-i mukāvemette ba‘zı zābitān ve efrâdın cebânet ve adem-i sebâtı sebeb oluyor. Hâlbuki meydân muhârebesiyle istihkâm dâhilinde müdâfa‘a etmenin arasında azīm fark olduğundan, dâhil-i istihkâmda sebât etmemek hiç teslîm olunur kusūrlardan değildir ve düşman toplarının cümlesini bir yere hasr eder ise bizim de zayıf noktalarına karşı bu usūl ile mukābele etmemiz lâzım gelir. Gāliba firârı, din ve vatanları uğurunda şehâdete tercîh eden hamiyyetsizler, Kars’tan ve Erzurum’dan kaçmakla nefislerini tahlīs edecekleri zannında bulunuyorlar. Hâlbuki bu iki yerin teslîmiyyetinden sonra her nereye firâr olunsa, Rusyalı kendilerini oraya kadar ta‘kīb edeceklerdir. İşte yarından şu hakīkati ulü’l-emr pâdişâhımızın nâmına bütün asker ve ahâlîye i‘lâna ve civârınızdaki vilâyetleri [400]
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
253
muhâfaza-i vatan vazīfesine da‘vet ve kur‘a neferâtını ve redîf ve müstahfızları cem‘ edip Erzurum’un kaviyyen ve sahîhan muhâfazasına ve bugünden sonra düşmandan yüzünü çeviren her kim olur ve hangi rütbe ve milliyyette bulunur ise onu bilâ-afv u âmân i‘dâm eylemeye me’zûniyyet ve me’mûriyyetiniz, bâ-irâde-i seniyye tecdîd olunur. El-hâsıl şiddetten ziyâde hilm ve nevâzişi ve iltifâtı isteyenleri taltîf edip, tehdîde müstehak olanları her türlü tedâbîr-i şedîde ile edâ-yı vazīfeye icbâr edersiniz. Kaldı ki, asâkir-i muntazamanın gayrı askere, ba‘zı yerlerde ehemmiyyet verilmiyor ise de istihkâm dâhilinde gayr-ı mu‘allem ahâlîden bile pek çok fâide görülmesi her devlette mesbûk olup, bu makūleleri teslîh etmek için şimdi orada fazla silâhlar dahi bulunması me’mûl olduğundan, burası dahi bâ-irâde-i seniyye ihtār olundu.” (Sa‘îd) [Mâbeyn-i Hümâyûn’a] Cevâb “Kars’ın felâket-zede olması âcizlerini üç cihetten dil-hūn eyledi. Birincisi, veliyyü’n-ni‘metin ne derece mükedder olacaklarını; ikincisi, devlet ve millete ne gûne mûris-i hasâr olacağını ve üçüncüsü, bu hâlin taht-ı kumandamda zuhûr ettiğini düşünüyorum ve bu hâlatı muktezā-yı san‘atim bir buçuk ay evvel keşfederek ba‘zı telgrafımda hâlin âtîden hayırlı olmadığını [401] ve olmayacağını yazdım. Sırasıyla mütāla‘a buyurulur ise ma‘lûm olur. Binâen-aleyh, işin devâm ettiğini gördükçe bunları görmemek için harb meydânlarında aradığım şehâdeti de maa’t-teessüf bulamadım. Nihâyet düşman kuvvetini iki mislimize mükemmeliyetle ikmâl etti. Bu hâle karşı yine nevâkıs âleminde kaldığımızdan, hattâ ba‘zı 56 def‘a ﴾ ﻒ اﻟﻠّﻪُ ﻧَـ ْﻔ ًﺴﺎ ُ ﴿ ﻻَ ﻳُ َﻜﻠﱢayet-i kerîmesini ma‘iyyetimden işittim. Harb, kulunuzun san‘atımdır. Hem de bi-havlihî te‘âlâ san‘atıma güvenirim. Ve muhabbetim vardır. Bu hâlât ile asla azimde fütûr ve ye’s peydâ etmem. Lâkin, hâl u mevki‘imizin derecesini arz etmeyi de muktezā-yı rast-gûyî ve ubûdiyyet bilirim. Askerimizin içinde veliyyü’n-ni‘metimiz ve din ve vatanımız uğurunda kanımızı saçmaya hâzır bir hayli bendegân var ise de din ve millet tanımayan birçok Kızılbaş Ekrâd dahi mevcûd olduğundan, Rabbim o makūlelerin şerrinden emîn eylesin de bu kavillerini nezd-i ulûhiyyetinde, veliyyü’n-ni‘metimiz nezdinde hacîl buyurmasın. Ber-mantūk-ı irâde-i seniyye-i şâhâne, iktizā-yı hâl yarın yine i‘lân olunacaktır. Asâkir-i gayr-ı muntazama hakkında etrâf ve vilâyâta bugün birçok telgrafnâmeler yazdım ve bu bâbda teşebbüsâtın derece-i nihâyesine gidilmektedir. Ve hâlâ arz olunacak elde telgraf vardır. Sâye-i şâhânede mütenevvi‘ eslihamız çoktur. Fakat teşrînievvel ibtidâsından bugüne değin, kırk gün zarfında [402] vilâyâttan gelen asâkir-i redîfe ve kur‘a ve müstahfızanın, bugün 56
“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vüs‘ahâ”. Bakara Sûresi’nin 286. ayetinin başıdır. Meâli, “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar” şeklindedir. (haz.)
254
AHMED MİDHAT EFENDİ
kuyûda bi’l-mürâca‘a, yalnız 803 nefer olduğu ve onun 300’den mütecâvizi de ihtiyâr ve amel-mânde ve işe yaramaz ma‘lûliyyet-i zāhire ashâbından bulunduğu cihetle, i‘âde olunduğu tebeyyün etti. Devletimizin muhâfaza-i şân u şerefi ve hukūk-ı mukaddesiyyet-i saltanat-ı seniyyenin hıfz u vikāyesi uğurunda fedâ-yı can ve cihâna her-bâr hâzır olduğum ve men‘-i tecâvüz-i a‘dâya, hâlen ve mevki‘an ne türlü tedâbîre muhtâciyyet var ise ikmâline gece ve gündüz çalışmakta bulunduğum cihetle, Cenâb-ı Nâsır-ı Mutlak’ın tevfīkıne ve meded-i rûhâniyyeti Seyyid-i Kâinat’a arz-ı iftikār etmekte olduğum ma‘rûzdur.” “S – Buradan gönderilen taburların birtakımına, Bayburd’da tevkīfleri emrini vermiş idiniz. Onları muahharan Erzurum’a celb buyurdunuz mu? Altıncı ordunun imdâdını Erzurum’a götürecek misiniz? Yoksa onlar da bugünkü telgrafta muharrer mahallerde mi ictimâ‘ ve tevakkuf edeceklerdir?” “C – Bayburd’a iki tabur terk ile on üç tabur ve iki batarya topu buraya aldım. Altıncı ordunun iki taburu dün Musul’dan hareket ettiğinden, bunların Bitlis’e ancak yirmi günde gelebileceklerini zann eylerim. Ba‘dehu, “Oralarda mı tevakkufları lâzım gelir, yoksa bu tarafa mı hareket ettirilir?”, bunu ileride hâl u zamân halleder. Zîrâ ahvâl-i harbiyyenin [403] günde bir renk kesb edeceği ma‘lûm-ı âlîleridir.” Fi 9 Teşrînisânî sene 1293 Hātime-i Muhāberât “Muhârebe bahtının hasma teveccühü, nezd-i âlîde ve enzār-ı âlemde kadri müstakırr olan fezāil-i askeriyyelerini ihlâl edemez. Kazanmak, bozulmak harbin muktezā-yı vaz‘ı olduğu gibi hâlât-ı ma‘kûseden me’yûs olmayıp, belki mağlûbiyyetinden muzafferiyyet istihrâc etmek zât-ı müşîrîleri gibi e‘âzım-ı ricâl-i askeriyyenin e‘âzım-ı hasāisi olmakla, şevket-meâb efendimizin zât-ı âlîlerinden arzu buyurdukları şey burasıdır. Vechen, mâ-ye’s ü fütûra meyelân etmeyip, metânet ve sebât-ı devletlerini evvelkinden ziyâde tahkîm buyurmaları pek ziyâde arzu-kerde-i hümâyûnlarıdır. Vaz‘larından şikâyet buyurduğunuz hāinlerin zarûrî makhûr olmaları, adâlet-i Rabbâniyye iktizāsından olduğu gibi o makūlelerin bilâ-istisnâ cezâ-yı siyâsîlerinin tertîbi dahi yed-i iktidâr-ı aliyyelerinde olduğu, bâ-irâde-i seniyye beyân kılınır.” Fi 9 Teşrînisânî sene 1293 Muhābere-i sâbıka netâyicinden olarak sevkiyyât-ı askeriyyeye dâir Sivas, Van, Trabzon, Diyârbekir vilâyetleriyle, Canik, Ma‘mûretü’l-azîz mutasarrıflıklarına şu telgrafnâme çekilmiştir.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
255
[Haberleşme Neticesinde Asker Sevkine Dâir Sivas, Van, Trabzon ve Diyârbekir Vilâyetleri ile Canik ve Ma‘mûretü’l-azîz Mutasarrıflıklarına Çekilen Telgrafnâme] “Kur‘a, redîf, müstahfız, bekāya ve firârî ve muhtefîlerinin ve tebdîl-i havaya me’zûn olanlarının Erzurum’a sevki hakkında [404] olan evâmir-i mütevâliyyeyi, yalnız gayr-ı sahîh va‘adlerle geçiştirdiğiniz, nezd-i âlî-i hazret-i pâdişâhîde tahakkuk etmiştir. Gāliba Erzurum’un tehlikeye girmesi Rusyalıların bütün Asya-yı Osmâniyye’ye münteşir olmalarını intâc edeceği bilinmiyor. İşte, işe şu nokta-i nazardan bakılıp, diyâneten ve hamiyyeten mecbûr olduğunuz mesâ‘îde bir dakīka izā‘a-i vakt olunmaması ve bu bâbda kusūr edenlerin memlekete ihānet töhmetiyle müttehem ve mahkûm olacakları ve vilâyetten sevk olunacak askerin mikdârının iş‘âr-ı hazret-i kāim-makāmîye tevfīkan beş günde bildirilmesi, bâb-ı emr u fermân-ı hümâyûn teblîğ olunur.” Fi 9 Teşrînisânî sene 1292
(Sa‘îd)
Rumeli cihetine gelince; Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Bâb-ı Âlî’ye yazılan ve sūreti bâlâda derc edilmiş bulunan tezkire-i mufassalada, Rumeli ahvâl-i askeriyyesi, ya‘ni Rusların Bela taraflarındaki tedârikât-ı azīmesi hakkında dahi bir mikdâr ma‘lûmât mevcûd idi. İşte Rusyalıların Ziştovi ve Bela tarīkıyle Plevne etrâfına külliyyetli asker yığmaları üzerine, Plevne için çâre-i âcil, Tuna tarafında bulunan umûm kumandan Mehmed Ali Paşa’nın ma‘iyyetinde bulunan ordular ile ileriye ta‘arruz etmesi lâzım gelmiş ve bunların gerek Osmanlı ve gerek ecnebî bi’l-cümle fünûn-ı askeriyye erbâbı nezdinde teslîm edildiği gibi hattâ Mehmed Ali Paşa nezdinde dahi tasvîb edilmiş olduğu ve ol bâbda müşârun-ileyhe ne gûne [405] evâmir-i telgrafiyye verildiği, sūretleri âtîde münderic çend kıt‘a telgrafnâmeler meâlinden müstebân olacağı cihetle sırasıyla derc olundular. Resim 51: Damad Mahmud Celâleddin Paşa. (Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 14.)
AHMED MİDHAT EFENDİ
256
Mahmûd Celâleddîn Paşa Hazretleri Tarafından Mehmed Ali Paşa Hazretlerine Telgraf “Geçen cuma günü sabâhdan, bugüne kadar düşman Plevne ordusunu top ile tazyīk etmektedir. Bugün dahi Orhāniyye’de bulunan Mirlivâ Mustafa Paşa’dan gelen telgrafta, düşman Plevne’nin cevânib-i selâsesine mevki‘-be-mevki‘ sekizer onar on beşer top yerleştirerek gece-gündüz bilâ-fâsıla ateşe devâm etmekte olduğu ve telgraf hatlarının kırıldığı ve Orhāniyye caddesi üzerinde Tersenek ve Vodine karyelerinde dahi müfrezeleri bulunmasıyla Orhāniyye caddesinin kapanmak üzere olduğu, Plevne’den çıkan Çerkes Kā‘id Bey’in ifâdesinden anlaşıldığı gösterilmiştir. Şibka istihkâmâtı karşısında bulunan Süleyman Paşa ordusunun, ne külliyyen ve ne de kısmen oradan infikâkı kābil olamayacağı, müşârun-ileyh tarafından beyân kılınmakta olmasına nazaran, Osman Paşa’nın ordusunu el-hâletü hâzihî bulunduğu mevki‘-i müşkilden kurtarmak, mutlakā Razgrad ve Cuma ordularının karşılarındaki düşman ordularına ta‘arruz etmelerine veyâhud hiç olmaz ise onları ba‘zı harekât-ı iğfâliyye ile işgāl eylemelerine mütevakkıf olup, eğer bu tedbîr ittihāz olunmaz [406] ise düşman a‘zam kuvvetiyle Plevne’yi tazyīk edeceği ve o hâlde Osman Paşa dahi hatt-ı ric‘atini te’mîn etmek veyâhud ziyâde müddet Plevne’de mahsûriyyet bi’t-tabi‘ kābil olamayacağından dolayı, hatt-ı muhâsarayı ref‘ eylemek için nâçâr meydân muhârebesi vermeye mecbûr olacağı cihetle, artık gālibiyyet ve mağlûbiyyet sırf baht ve tāli‘a intikāl edeceği gibi eğer Rusyalılar bir taraftan Plevne’yi muhâsara ve bir taraftan istihkâmât inşâsıyla Osman Paşa ordusunun hurûc ve hücûma iktidârlarını men‘ edecek olurlar ise ol vakit hâl daha müşkil ve mahūf bir sūret kesb edeceğinden, şu muhātarât-ı azīmeyi def‘ için asla vakit geçirmeksizin ta‘arruzât veya harekât-ı iğfâliyyeye mübâşeret buyurmanız ve eğer bunda bir mahzûr tahattur olunur ise delâil ve esbâbıyla berâber, o ciheti serî‘an ve âcilen bildirmeniz, irâde-i mahsūsai hazret-i pâdişâhî iktizā-yı münîfindendir. Rusyalıların yevmiyyen Memleketeyn’e dörder yüz vagonla asker getirip bizim tarafa geçirmekte olduğu gazetelerde görüldüğünden, mücerred mu‘âmelât olmak üzere burası dahi beyân olunur.” Fi 28 Ağustos sene 1293
(Mahmûd Celâleddîn)
Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Mehmed Ali Paşa Hazretlerine [Telgraf] “31 Ağustos sene 1293 târîhli telgrafları mütāla‘a buyuruldu. Osman Paşa mağlûb olur ise Balkan ordusu da [407] mu‘attal olduğundan, düşmanın umûm-ı kuvveti karşısında yalnız sizin ordunuz kalır. Hâlin vehāmetine yalnız burasını düşünmek kâfî olacağından, Osman Paşa’nın yükünü tahfîf için karâr verdiğiniz ta‘arruzâtın ta‘cîli vâcib ve irâde-i seniyye iktizāsındandır. Telgrafhāneye gelmenize hâcet kalmadı.” Fi 1 Eylül sene 1293
(Sa‘îd)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
257
[Mâbeyn-i Hümâyûn’dan] Diğer [Telgraf] “Osman Paşa hazretlerini düşmanın tazyīkāt-ı vâkı‘asından kurtarmak, zât-ı âlînizin beri cihetten bir hareket-i kâmile icrâ eylemelerine menût olduğu maddesinde kâffe-i ümerâ-yı askeriyye müttehidü’r-rey ve ma‘lûmât-ı harbiyyeyi hâiz ecnebî hayır-hāhânının ve hattâ muhbirlerin ihtārât-ı vâkı‘aları dahi bu merkezde bulunduğu ve bu dakīka iş‘ârât-ı mükerrere-i mesbûkalarıyla taht-ı tasdīk-ı âlîlerinde olduğu hâlde, henüz hareket-i sahîha denilecek gibi ilerlenilmemesi teessüf-i umûmîyi mûcib olmakta olduğu misillü, bundan tahaddüs eden ta‘arruzât-ı mütevâliyyeye karşı şevketlü efendimiz hazretleri hakk-ı devletlerinde bir mevki‘-i müşkilde bulunurlar. İşte bâ-irâde-i seniyye bu kere dahi ihtāra müsâra‘at olundu.” Fi 7 Eylül sene 1293
(Sa‘îd)
[Mâbeyn-i Hümâyûn’dan] Diğer [Telgraf] “Bugün bâ-irâde-i seniyye icrâ ettiğimiz muhābere esnâsında, [408] telgraf hattında bozukluk olarak akşam sâ‘at 12’ye kadar bunun sebebi, sā‘ika zuhûruna ve şimdi de ba‘zı direklerin Bulgarlar tarafından kırılması ihtimâline binâ olunduysa da işin ehemmiyyet-i azīmesi cihetiyle, şevket-meâb efendimiz muhāberenin nihâyetine intizār buyurduklarından ve hattın yarına kadar düzelmesi ihtimâli meşkûk bulunduğundan, yarın sâ‘at 8’e kadar cevâbı şifre olarak yazılıp, Cuma telgrafhānesi vâsıtasıyla buraya çekilmek üzere, işbu telgraf mezkûr telgrafhāne vâsıtasıyla gönderildi.” “Bela cihetindeki düşmanın kuvvetine dâir ma‘lûmât verdiğiniz sırada hat bozulduğundan, bu bâbdaki suâlin cevâbı nâkıs kalmış idi. Cevâb-ı mezkûrun mâ-ba‘di her ne ise bitirilmesiyle berâber, âti’z-zikr suâllere de cevâb veriniz.” “Evvelâ, düşmanın kolorduları mevcûdu tertîb-i nizāmîsine muvâfık değildir. Esnâ-yı muhāberede beyân ettiğiniz üç buçuk kolordusunun mevcûdu tahkīk ve tahmîninize göre kaç bin kişiye varır?” “Sâniyen, bizim Vodiçe ordugâhınızda kaç askerimiz vardır?” “Sâlisen, Hasan Paşa hazretleri ma‘iyyetindeki kolordu şimdi hangi mevki‘i tutmuştur? Ve kaç tabur askeri [409] şâmildir? Bunların cevâblarını beyân ile berâber, âtîde harfiyyen teblîğ olunan irâde-i seniyyeyi dahi bi’l-etrâf mütāla‘a ederek, mülâhaza ve karârınızı zevâid-i ibârâtın terkiyle, gāyet açık ve müfîd ve gayr-ı mübhem sūrette ifâde buyurun.” “Ma‘lûmunuzdur ki, muhābere-i hâzırayı Rusya devleti, devletimizi mülkçe ve istikbâlce zayıflatmak için açmıştır. Binâen-aleyh, bu muhârebenin netîcesi birçok nazariyyât-ı düveliyyenin mecrâsı olduğundan, eğer netîce hayırlı çıkar ise düşman ümîdinden me’yûs olur. Aks-i hâlinde ise devletimizin selâmeti tehlikede
258
AHMED MİDHAT EFENDİ
kalır. Bu tehlikeyi def‘ ile selâmete ermek, muzafferiyyet-i kâmilemize mevkūftur. Hamd olsun Plevne’de ve Asya’da ve sâir ba‘zı mahâll-i müteferrikada mukaddemât-ı zafer şimdiye kadar Devlet-i Aliyye’de kaldıysa da bâ‘is-i selâmet olacak muzafferiyyet-i tâmme, harbin tamâmiyyetine ve o dahi sizin idârenizdeki orduların hareketine tâbi‘dir. Hâl böyle iken düşman Plevne’yi şiddet-i müfrita ile sıkıştırmış ve Süleyman Paşa ordusu karşısındaki istihkâmât-ı cesîme ile kendisine hâil olan düşman askeriyle külle yevm harb etmek mecbûriyyetinden dolayı ileriye söküp gidemeyerek, burada bir nev‘-i mu‘attaliyyet-i zarûriyye hâlinde bulunmuş olduğundan, kumandanızdaki orduların hâl-i atāletinden fa‘‘âl bir hâle intikāli farz hükmüne [410] girmekle, makām-ı seraskerînin iş‘ârât-ı mütevâliyyesinden başka, fi 1 Eylül sene 1293 târîhli ve irâde-i seniyyeye müstenid telgrafta, “Osman Paşa mağlûb olur ise Balkan ordusu da zâten mu‘attal olmakla, düşmanın umûm-ı kuvveti karşısında yalnız sizin ordunuz kalır. Hâlin vehāmetine yalnız burasını düşünmek kâfî olacağından, Osman Paşa’nın ordusunun yükünü tahfîf için karâr verdiğiniz ta‘arruzâtın ta‘cîli vâcibdir”, denilmiş idi. İşte bu vücûb ve bu irâde-i seniyye tekrâr nazar-ı dikkatinize konulur. Ta‘arruzdan murâd ise düşmana muhâceme ve muhātarâta hedef olmak demek olmayıp, zayıf yerlerinden düşmanı [v]urmak ve Osman Paşa ve Süleyman Paşa ordularını muhīt olan düşmanın kuvvetinin bir kısmını üzerinize da‘vet edip, müşârun-ileyhümânın selâmetine ve ordu-yı hümâyûnlarca ittisālâta mahrec açmak olduğundan, eğer bu bâbda makām-ı seraskerîden edilen teblîgāt telakkī olunsa idi, hem şu maksad-ı selâmet hâsıl olup, hem de bugünkü muhāberede düşmanın lâ-yenkatı‘ imdâd getirdiğine dâir beyân ettiğiniz hâlin vukū‘ bulmayacağına, saray-ı hümâyûnda mukayyed bulunan telgraflarınızdan fi 12 Ağustos sene 1293 târîhli telgrafta, düşmanın üssü’l-harekâtı olan Ziştovi’de, askerinin kılletini tasdīk etmeniz de delîl olup, hâsılı kumandanızdaki orduların hâl-i sükûnette kalmasından düşman lâ-yenkatı‘ istifâde ve teksîr [411] ve tecdîd-i kuvvet edeceğinden, daha ziyâde kuvvetlenir ise hâlin intâc edeceği vehāmetin sebebiyyet ve mes’ûliyyeti kâmilen bizim üzerimizde kalır. Bu dekāyık sizce de ma‘lûm olduğundan, fi 14 Ağustos sene 1293 târîhli bir telgrafınızda târîh-i mezkûru ta‘kīb edecek çarşamba günü hareket-i ta‘arruziyyeye mübâşeret olunmuş ve o günden sonra alınan birçok telgraflar dahi ta‘arruz niyetinde bulunduğunuzun te’kîd-i kat‘iyyesini şâmil bulunmuş ve hattâ Osman ve Süleyman Paşalar’a da bu teşebbüsünüzden haber verilmiş iken, fi‘iliyyâtının teahhuruyla berâber ta‘arruz karârına dâir alınan telgrafları bir taraftan dahi tereddüd ve teahhur telgrafları ta‘kīb etmekte olduğundan ve sıfât-ı askeriyyeden olan sebât ve metânet ve istikāmetle muttasıf olduğunuzdan, işbu iş‘ârât ve harekât-ı mütebâniyyenin sebebleri hall ü muhâkeme kabûl etmemektedirler. Eğer erkân ve ümerâ beyninde ittifâksızlık bulunup veyâhud ba‘zı mesmû‘at gibi Redîf ve Abdi Paşaların zâtlarından memnûn olanlar, onların berâat-i zimmetlerini isbât için sizi bir mezlakaya düşürmek isteyip veyâhud ba‘zı bed-hāhlar tağlīt-ı zihn edecek efkâr-ı riyâ-kârâne ile harekât-ı askeriyyeyi işgāl edip de şu tereddüdât ve teşvīkāta sebeb oluyorlar ise devletin ve nefsinizin
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
259
selâmeti için o misillü mefâside i‘tibâr olunmaması ve çünkü huzūr-ı şâhâneye müsûlünüzde verdiğiniz te’mînât [412] bi-ibâretihâ hātır-nişân-ı âlî olduğundan, şevket-meâb efendimiz, o te’mînâtınızın fi‘iliyyâtına muntazır bulunmalarıyla aksi âsârdan tevakkī olunması, ve’l-hâsıl dün akşam makām-ı seraskerîden yazılan telgrafta beyân olunduğu üzere, ordu-yı hümâyûnun gālibiyyetini istihsāle lâzım olan tedâbîr-i askeriyye, kumandanlığa âid vezāiften olmakla, o yolda muktezā olan her ne ise onun ittihāzıyla izā‘a-i vakt olunmaksızın buranın maksadına muvâfık ve asâkir-i şâhânenin te’mîn-i muzafferiyyetine sālih esbâba hemen ibtidâr olunup, şâyed karâr-ı müttehazînizin tahvîl ve tağyîrine cidden ve sahîhan mâni‘ olur esbâb var ise, onu yine vakit geçirmeksizin, sarâhaten ve serî‘an bildirmeniz irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî iktizā-yı âlîsindendir.” Fi 12 Eylül sene 1293
(Sa‘îd)
Kezâlik, Plevne yükünü tahfîf maksadıyla Orhāniyye tarafından dahi bir hareket edilmesi hakkında makām-ı kāim-makāmî-i seraskerîye, taraf-ı şâhâneden olmak üzere vesāyâ-yı âtiyye dahi i‘tā buyurulmuştur. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Plevne Hakkında Kāim-makāmî-i Seraskerî’ye İrâde] Sūret-i Vesāyâ “Mevâdd-ı âtiyye bâ-irâde-i seniyye teblîğ olunur.” “Dâire-i askeriyyenin ifâdâtına ve alınan telgraflara nazaran, asâkir-i mürettebe Orhāniyye cihetinde tecemmü‘ etmiş iken, hareketlerini kumandanın teahhur-ı vusūlü men‘ ettiğinden ve orada bulunan [413] Ferīk Ahmed Hıfzî Paşa ve sâir ümerâdan dahi Şevket Paşa’ya vekâlet edecek zevât bulunması me’mûl olduğundan, eğer münâsib olur ise Şevket Paşa arkadan yetişmek üzere, askerin şimdilik ümerâ-yı mûmâ-ileyhimden birinin kumandasıyla hemen hareket eylemesi.” “Askerin hareketi mutlakā Şevket Paşa’nın vücûduna mütevakkıf ise müşârun-ileyhin dünkü telgrafında, bugün İzladi ve yarın Orhāniyye’ye varacağı gösterilmiş iken, bugünkü telgrafında hâlâ Tatar Pazarcığı’ndan hareket etmediği anlaşılıp, ehemmiyyet-i hâl ise bir dakīka teahhura mütehammil olmadığından, bu sâ‘atten i‘tibâren esra‘ seyr ile hedef-i harekâtına teveccüh etmesinin hemen telgrafla kendisine teblîği.” “Osman Paşa hazretlerinin ahvâl-i harbiyyenin îcâbât-ı tabî‘iyyesinden olmak üzere, lüzûm gördüğü ümerâ ve zābitānın terfî‘-i rütbelerine me’zûn olması evvelce teblîğ olunmuş ise de bu ruhsatın henüz kendisine verilmediği bugün kāim-makāmlıklara dâir olan mürâca‘atıyla müsbet olduğundan, ba‘demâ ferīkliğe kadar tevcîh-i merâtibe kadar me’zûn olduğunun telgrafla tarafına bildirilmesi.”
AHMED MİDHAT EFENDİ
260
“Nâkıs olan ümerâ ve zābitāna dâir bugün teblîğ olunan irâde-i seniyye üzerine, kimlerin intihāb ve nasb olunduğu henüz [414] bildirilmediğinden, bunun ve yine bugün yazılan tezkirede münderic irâdât-ı seniyye mukteziyyâtının tesrî‘i.” “Şevket Paşa îcâb edenlere nişân i‘tāsına ve akçe sarfına me’zûniyyet istediğinden ve bu dahi tabî‘î bulunduğundan serî‘an îcâbının icrâsı” “Süleyman Paşa’dan akşam üzeri gelen şifreli telgrafta, Mehmed Ali Paşa’nın teahhur-ı harekâtına dâir îrâd olunan mütāla‘âtın cümlesi musaddak olduğundan, müşârun-ileyh Mehmed Ali Paşa’ya dâire-i askeriyyeden emr-i şedîd ve ekîd icrâsı.” Fi 4 Eylül sene 1293
(Sa‘îd)
Resim 52: Mehmed Ali Paşa. (Ali Fuad, Musavver 1293-1294 Osmanlı-Rus Seferi, C. 2, Kitabhane-i İslâm ve Askerî, İstanbul 1326, s. 569.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
261
Mehmed Ali Paşa hazretlerinin iş‘ârât-ı mütevâliyyesinden müstebân olduğu üzere, böyle bir ta‘arruzī hareket kendilerinin dahi müstahsen ve müstasvebi olup, hattâ tedârikât-ı lâzımesinde dahi kusūr etmemişler ve etrâf-ı ma‘lûmeden iktizā eden asâkiri nikāt-ı ta‘arruziyyeye sevk ve ta‘biye edip, eylül evâsıtında harekât-ı matlûbe-i ta‘arruziyyeye mübâşeret dahi eylemişler idi. Ancak Rusyalının Plevne’yi tazyīk için vücûda getirdikleri müstahkem bir hatt-ı muhâsaranın metânet ve menâ‘atı pek fevka’l-âde olmaktan fazla, Plevne’nin Tuna şark ordusuyla olan [415] tarīk-ı muvâsalası üzerinde, işbu hatt-ı muhâsaradan mâ-adâ bir de müstakil bir kolordu bulunup, işbu kolordu dahi Tuna ordu-yı hümâyûnunun hem harekât-ı ta‘arruziyyesine müdâfa‘a ve hem de fırsat bulur ise kendi tarafından dahi ta‘arruzī hareketlere mübâşeret edebilecek mevki‘lerde lüzûmu vechile istihkâm ve intizām ile yerleşmiş olduklarından, böyle kuvvet ve ehemmiyyet-i fevka’l-âde ile kendisine metânet vermiş olan düşman üzerine varabilmek ve edilen hareketi bir netîce-i müsmireye îsāl eylemek için ona göre davranıp ikmâl-i tedârik eylemek lâzımeden idi. Buna mukābil, Mehmed Ali Paşa hazretlerinin Tuna ordu-yı hümâyûnundan ifrâz ve sevk edebileceği ta‘arruz müfrezelerinin kuvveti kırk iki tabura bâliğ olduğundan, tabur hesâbıyla karşılarında bulunan bir kolordu düşmana mütekābil ve mütesâvî add olunabilir ise de askerin mikdâr-ı mevcûdu hesâbıyla kesret yine düşman tarafında görülür idi. Maa-hâzâ edilen hareketlerde bir hayli muvaffakiyyât mukaddemleri dahi görülmüş ve hele Mehmed Ali Paşa hazretlerinin kolordusunda hiç bir gûne eser-i mağlûbiyyet ve inhizâm müşâhede olunmayıp, mukaddemât-ı gālibâneyi bir netîce-i kat‘iyye-i gālibiyyete vardırmak için ba‘zı manevraların icrâsı dahi der-dest bulunmuş idiyse de [416] Vodiçe tarafında harekât-ı harbiyyeden olarak icrâsı iktizā eden bir geriye hareket manevrasını hîn-i icrâda asâkir-i şâhâne ber-vechile matlûb olan intizāmı gösteremeyip, bu hareketi âdetâ bozgunluğa karîb bir sūrette icrâ eylemişler idi. Ba‘zı İngiliz muhābirler o zamân şu hareketi tenkîd yolunda bir hayli muhâkemede bulunarak, keyfiyyeti ol sūrette Dersa‘âdet’e dahi ismâ‘ eylemişler idiyse de muahharan anlaşıldığı üzere ortada mağlûbiyyete dâir hiç bir emâre ve alâmet olmadığı ve hattâ düşman tarafından asâkir-i şâhâneyi ta‘kīb eden bir kuvvet dahi görülmediği hâlde askerin böyle gayr-ı muntazam bir sūrette sanki bozgun asker gibi ric‘at eylemesi, mutlakā başkumandan Mehmed Ali Paşa hazretlerinin ettikleri tertîb ve verdikleri evâmiri icrâda sâirlerinin ber-vech-i matlûb hareket edemediklerinden neş’et eylemişti. Ancak bu hâl sonradan anlaşılmış olduğuna ve evvel-emirde böyle fevka’l-âde bir hâlin Dersa‘âdet’çe bayağı bir sû-i te’sîr hâsıl eylemiş bulunduğuna mebnîdir ki, bu hâl Tuna ordu-yı hümâyûnunun matlûb olan harekât-ı ta‘arruziyyede ağır davranıp teahhurât îkā‘ eylediğine dâir evrâk-ı resmiyye-i münderice meâllerinden dahi müstebân olduğu üzere, daha evvelce Dersa‘âdet’e mevcûd olan fikre inzımâm eylemiş olması ve yukarıda münderic vesāyâ mütāla‘asından dahi
262
AHMED MİDHAT EFENDİ
ma‘lûm olmuş bulunacağı vechile, zâten Mehmed Ali Paşa [417] harekâtında görülen teahhur üzerine hâsıl olan teessür-i umûmîden nâşî, kendisine evâmir-i şedîde dahi verilmekte bulunması münâsebetiyle, müşârun-ileyh Mehmed Ali Paşa hazretleri ordu-yı hümâyûn mezkûr başkumandanlığından bi’l-infisāl, Dersa‘âdet’e avdet eylemiş ve Tuna ordu-yı hümâyûnu kumandanlığı Şibka harekât-ı ta‘arruziyyesinde sür‘at ve şiddeti müşâhede olunan Süleyman Paşa hazretlerinin uhdesine bi’t-tevcîh, iktizā eden harekât-ı ta‘arruziyyenin dahi lüzûm ve iktizāsı ve kavâ‘id-i harbiyyeye tevâfuk edeceği sūretinde olarak icrâsı emeliyle Tuna tarafına sevk olunmuştur.
Resim 53: Gazi Osman Paşa, Plevne önlerinde düşmanın vaziyetini inceliyor. (The Illustrated London News, c. 71, S. 2008, 22 December 1877, s. 1.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
263
Mütāla‘ât ve efkâr-ı askeriyye erbâbının muhâkemât-ı vâkı‘asına göre, eğer Tuna ordusu tarafından tertîb edilmiş bulunan harekât-ı ta‘arruziyye bir sūret-i muntazamada icrâ olunmuş olsa idi, bundan Plevne tazyīkātınca hakīkaten pek büyük fâideler görülecek idi. Zîrâ Mehmed Ali Paşa hazretlerinin ber-minvâl-i muharrer itmâm edilememiş olan harekât-ı ta‘arruziyyesi üzerine dahi bir aralık düşmanın kısm-ı küllîsiyle Tuna şark ordusu üzerine yürümek tedâriğinde bulunduğu istihbâr olunmuştu. Bu hâlde düşman Plevne ve Şibka’da dahi asker çekecek demek olduğundan, Mâbeyn-i Hümâyûn tarafından ihtiyâten keyfiyyet, makām-ı kāim-makāmîye şu tezkire ile ihtār olunmuştu. [418] [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Kāim-makāmî-i Seraskerî’ye Plevne ve Şibka Hakkında Tezkire] Sūret-i Tezkire “Londra’dan gelen haberlere nazaran, Rusyalılar mümkün olduğu kadar askerlerinin kısm-ı a‘zamını Plevne ve Şibka cihetlerinden çekip, Yantra taraflarına cem‘ etmekte oldukları anlaşılıp, şu hâle nazaran Rusya’nın murâdı biraz askerle Gāzî Osman Paşa’yı Plevne’de ve Raûf Paşa’yı Şibka’da durdurup, büyük ordusuyla Süleyman Paşa ordusu üzerine hücûm edeceği tahmîn olduğundan, Raûf Paşa’nın Şibka cihetinde ne kadar askeri bulunduğunu tahmîn edecek bir hareket-i askeriyyede bulunması ve bir taraftan dahi Gāzî Osman Paşa’nın biraz ileriye varıp, düşmana hücûm edip kuvvetini az bulur ise ta‘kīb veyâhud Süleyman Paşa’nın üzerine sevk ettikleri kuvveti yine kendisine, ya‘ni Plevne üzerine cem‘ etmesi ihtār olunmuş ve eğerçi düşmanın gerek Şibka ve gerek Plevne karşısından kuvvetinin çoğunu Süleyman Paşa tarafına sevk ettiği muhakkak ise lâzım gelen ta‘arruzâta Raûf Paşa ve Osman Paşa taraflarından dahi doğrudan doğruya teşebbüs olunmak melhûz ise de şu rivâyetten ihtiyâten kendilerine ma‘lûmât verilmesiyle berâber, yine harekât-ı mukteziyyede muhtâr olmaları şartıyla mütāla‘ât-ı muharrerenin dahi müşârun-ileyhümânın nazar-ı dikkatlerine konulması fâideden gayr-ı hālî [419] bulunmuş olduğundan, evvelâ şu haberlerin sıhhati takdîrinde müşârun-ileyhümânın ta‘arruzī harekette bulunmaları mı, yoksa yine hâl-i tedâfü‘îde kalmaları mı, kendilerince münâsib görülür ve ta‘arruz tercîh kılındığı hâlde Osman Paşa’nın Şibka’da asâkir-i şâhâne ile ittisāl kesb etmek üzere Gabrova’ya veyâhud Süleyman Paşa cihetine gitmesi şıklarından hangisinde rüchân bulunur ise kendilerince tedkīk ve mütāla‘a-i keyfiyyetle ona göre harekete müsâra‘at etmelerinin, müşârun-ileyhümâya iş‘ârı Meclis-i Askerî’ce tasvîb olunduğu hâlde, hemen îcâbının icrâsı irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî iktizāsından olmakla, ol bâbda.” Fi gurre-i Şevvâl sene 1294
(Sa‘îd)
264
AHMED MİDHAT EFENDİ
Plevne mes’elesi hakkında bundan öteye îcâb eden ma‘lûmâtı muvazzahan i‘tā eylemiş olmak için ol bâbda gerek Osman Paşa ve gerek Süleyman ve Şevket Paşalar ve mevâki‘-i sâire ile edilen muhāberâtı aynen derc eylemekten eslem tarīk bulunamadığından, cümlesinin ber-vech-i âtî aynen dercine ibtidâr olunur. Evvelâ, Eylül 2’de Gāzî Osman Paşa Eyvarceyş ( )اﻳﻮارﺟﻴﺶtelgrafhānesinden şu telgrafnâmeyi çekmiş idi. [Gāzî Osman Paşa’nın Eyvarceyş Telgrafhānesinden Çektiği Telgrafnâme] Sūret-i Telgraf “Evvelce arz olunduğu üzere, bir haftadan beri düşman her tarafımızı sarıp bizi taht-ı muhâsaraya alıp gece-gündüz [420] bilâ-fâsıla muhârebe edilmekte olduğuna ve nusret-i ilâhiyyeye müsteniden ve mu‘âvenet-i rûhâniyyet-i Hazret-i Peygamberî’ye mütevekkilen, düşmana mukāvemetle gālibiyyete çalışılmakta olduğu gibi maa-toparlak üç kıt‘a top ve birkaç re’s bârgîr ile bir hayli eşyâ-yı askeriyye iğtinâm edildi. Ve düşmanın 7-8.000 neferi dahi itlâf olunmuş ise de muhârebe hâlâ şiddetle devâm eylemekte ve mevcûd top dânesiyle erzâkımız hemen hemen hitâm bulmak raddesinde olup, buradan tabur tefrīk ve i‘zâmı ve bir taraftan tedârik ve celbi dahi gayr-ı kābil olduğu misillü muahharan ilâve olunan yirmi tabur ile istenilen top dâneleri de hâlâ vürûd etmediğinden, şu bir hafta zarfında edilen muhârebâtta haylice mecrûh ve telefâtımız vukū‘ bularak, kuvvetimize gereği gibi nakīsa gelmesiyle ric‘ate mecbûriyyet hâsıl olmuş ise de ric‘at edilmek dahi müşkil olduğu ve bununla berâber her noktanın der-kâr olan ehemmiyyeti ve buradan ric‘atimiz hâlinde Vidin’e kadar Balkan’ın şu ciheti kâmilen askerden hālî kalıp, yâr u ağyâra karşı hâsıl olacak sû-i te’sîrin derecesi ve burada bulunup hîn-i ric‘atte nakli kābil olamayan bu kadar ehl-i İslâm familyasının düşman ayağı altında bırakılması şân-ı devlete ve merhamet-i seniyyeye mugāyir olacağı mütāla‘a ve mülâhazası, âcizlerini bu noktada sebât etmeye icbâr eylemekte olmasına ve Lofça istirdâd [421] olunmadıkça hatt-ı ric‘atimiz her vakit tehlikede bulunacağına mebnî, bi-lutfihî te‘âlâ düşman buradan tard u tenkīl olunduktan ve asâkir-i şâhâne yeniden tanzīm ile istirâhat edildikten sonra, Lofça dahi istirdâd edilmekle, şimdilik hatt-ı ric‘atimizin ve tarīk-ı muvâsalamızın te’mîni ve erzâk ve cephānemizin taht-ı muhâfazada nakli zımnında, Plevne ile Orhāniyye arasında münâsib bir noktada ikāmet ettirilmek üzere, mezkûr yirmi taburdan başka olarak daha on taburun hemen tertîbiyle sevk ettirilmesi ve burada bulunan asâkir-i mu‘âvene-i Çerâkise süvârisi kâmilen dağılmış ve buraca süvâriye şiddet-i ihtiyâc görülmüş olduğundan, 2-3 alay muntazam süvârinin ve buradaki taburların ikmâl-i noksānı için 5-6.000 neferin dahi ilâve ve i‘zâmı ve esnâ-yı harbde sâlis ve müstahfız taburlarından lâyıkıyla istifâde olunamamakta idüğünden, gönderilecek taburların dahi mevcûdu dolgun ve mu‘allem taburlardan olarak, i‘zâmına müsâ‘ade buyurulması ve burada bulunan Mirlivâ Hasan
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
265
ve Emîn ve Rif‘at Paşalar dahi esnâ-yı harbde mecrûh oldukları cihetle, emr-i kumandaya halel gelmemek üzere muktedir ve ehliyyetli bir iki livânın dahi gönderilmesini arz u istirhâm eyler ve izā‘a-i vakti mûcib olmamak üzere, bu bâbdaki irâde-i celîlelerine sür‘atle intizār ederim, fermân.” Fi 2 Eylül sene 1293
(Osman)
[422]
Bu telgrafnâme üzerine irâdât-ı âtiyye Bâb-ı Seraskerî’ye teblîğ olunup, ecvibesi dahi oradan i‘tā olunmuştur.
Resim 54: Gazi Osman Paşa ve savaşa katılan kişiler ile gruplar. Altta; Prizren Arnavut Birliği. (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 92.)
266
AHMED MİDHAT EFENDİ
[Bu Telgrafnâme Üzerine Bâb-ı Seraskerî’ye Teblîğ Olunan] İrâdât-ı Seniyye “S – Osman Paşa hazretlerinin melfûf telgrafından müstebân olan ahvâl pek tehlikeli göründüğünden, mu‘âvenât-ı lâzımenin bir dakīka geçirilmeksizin îfâsı ve mevâdd-ı âtiyyenin ta‘cîl-i îcâbâtı irâde-i seniyye iktizā-yı âlîsindendir.” “C – Osman Paşa hazretlerinin telgrafnâmesine cevâben tastīr olunan telgrafnâmenin bir numaralı sūreti takdîm kılınmıştır.” “S – Top dânesiyle erzâk hitâm bulmak raddesinde olduğundan, Plevne’ye idhāl olunmak için Orhāniyye’de top dânesi ve erzâk var mıdır?” “C – Sofya kumandanlığından geçen gün vürûd edip, bir sūreti leffen takdîm kılınan iki numaralı telgrafnâmeden müstebân olacağı vechile Sofya mevki‘i Plevne kolordusunun ambarı makāmında olup, erzâk ve mühimmâtı oradan nakl olunduğu cihetle, buradan gönderilen mühimmât dâimâ Sofya’ya irsâl kılınmakta bulunmuş ve bu def‘a da vukū‘ bulan taleb üzerine geçen gün defteri takdîm olunan mühimmât irsâl olunmuştur. Plevne’ye gönderilecek dâne ve mühimmât Sofya’dan [423] geçen cuma gününden beri Orhāniyye’ye irsâl olunmaya mübâşeret olunarak, şimdiye kadar Orhāniyye’de haylice mühimmât terâküm etmiş olup, Ahmed Hıfzî Paşa’dan vürûd ederek sūreti leffen takdîm kılınan üç numaralı telgrafnâmede dahi Orhāniyye’de kāfilesi tertîb edilmiş cephāne ve erzâkın hâzır olduğu gösterilmiştir.” “S – Mühimmât ve mevcûd erzâk var ise onları Orhāniyye’den Plevne’ye idhāl etmek için hayvânât tedâriğine teşebbüs olunmuş mudur? Olunmuş ise kaç re’s hayvân tertîb olunmuştur?” “C – Plevne’ye sevk olunacak mevcûd erzâk ve cephāne olduğu sâlifü’z-zikr Ahmed Hıfzî Paşa’nın ve Sofya’da hayli erzâk bulunduğu dahi kumandanının mezkûr telgrafnâmelerinden anlaşılmış ve zâten Plevne kolordu-yı hümâyûnunun erzâk ve mühimmâtını nakl etmek üzere hayli hayvân müretteb olup, sened i‘tāsıyla ahâlîden hayvân toplanması dahi mukarrer bulunmuş olduğundan, nakli erzâk ve mühimmâta kifâyet edecek hayvân mevcûd olacağında şübhe yoksa da adedi mechûl olup, Orhāniyye ile el-an muhābere edilmekte olduğundan, burası dahi anlaşılarak arz olunur. Maa-mâ-fîh nakl olunacak erzâk ve mühimmâtın mikdârı, fırkanın kuvvetiyle ve esbâb-ı [424] nakliyyesi dahi götürülecek erzâk ve mühimmâtın mikdârıyla mütenâsib olacağı der-kârdır.” “S – Mecrûh olan Mirlivâ Hasan ve Emîn ve Rif‘at Paşaların yerlerine münâsiblerinin intihābıyla istîzân-ı resmîsi, ba‘dehû icrâ olunmak üzere hemen yola çıkarılmaları ve Osman Paşa’ya ma‘lûmât verilmesi.” “C – Mecrûh olan mirlivâların yerine, ta‘yîni iktizā eden ümerânın intihāb ve nasbı husūsunun müşârun-ileyh Osman Paşa hazretlerine havâlesi, telg-
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
267
rafnâmesinde dahi îmâ olunduğu vechile, muvâfık-ı mizâc-ı maslahat olacağı mütāla‘asıyla icrâ-yı îcâbı müşârun-ileyhe iş‘âr kılınmış olduğu gibi Orhāniyye’de bulunan Mirlivâ Ahmed Hıfzî Paşa ile Miralay Edhem Bey’in, Süleyman Paşa hazretlerinin iş‘ârı üzerine terfî‘-i rütbeleri hakkında âtıfet-efzâ-yı sünûh olan irâde-i inâyet-âde-i cenâb-ı pâdişâhî kendilerine tebşîr olunmuş ve Orhāniyye’de bulunan ümerâdan ba‘zılarının dahi Ahmed Hıfzî Paşa tarafından gösterilen lüzûm üzerine terfî‘-i rütbeleri arz olunarak, makrûn-ı müsâ‘ade-i aliyye-i cenâb-ı şehriyârî buyurulduğu hâlde, fırka ile berâber bi-mennihî te‘âlâ Plevne’ye vusūllerinde bunları dahi Osman Paşa hazretleri ma‘iyyet-i ordu-yı hümâyûnda istihdâm ederek, bu bâbda olan ihtiyâc hâsıl olmuş olur.” [425] “S – Şevket Paşa bugün İzladi’ye ve yarın Orhāniyye’ye varacağı telgrafından anlaşıldığından, onun vusūlünden evvel, taburların mirlivâlardan birinin sahâbetiyle Orhāniyye’ye tahrîki kābil olur mu? Olmaz ise Şevket Paşa’nın Orhāniyye’ye vusūlüyle berâber kuvve-i mevcûdeyi sevk etmek üzere taburların ve mühimmât ve erzâk hamûlelerinin bugünden hâzır bulundurulması için telgrafla muhāberât icrâsı.” “C – Şevket Paşa yarın Orhāniyye’ye vâsıl olacağından, fırkaların hareketi müşârun-ileyhin vusūlüne ta‘līk ile ol vakte kadar ikmâl-i mukteziyyâta çalışılması, Ahmed Hıfzî Paşa’ya sūreti ma‘rûz dört numaralı telgrafla iş‘âr kılınmıştır.” “S – Mahmûd Paşa hazretlerine şeref-vâki‘ olan irâde-i seniyyeye tevfīkan, Mâbeyn-i Hümâyûn yâverlerinden her kimler münâsib ise onların dahi Plevne’ye me’mûriyyetleri ve Süleyman Paşa hazretleri taraflarından terfî‘-i rütbeleri istîzân olunan ümerânın rütbeleri hemen icrâ olunarak istîzân-ı resmîsinin ba‘dehû icrâsı.” “C – Mâbeyn-i Hümâyûn cânib-i âlîsinden Plevne’ye me’mûren i‘zâm buyurulacak yâver-i harblerin pusulası yarın takdîm kılınacağı ve Süleyman Paşa hazretlerinin inhâsı üzerine ber-vech-i muharrer Ahmed Hıfzî Paşa ve Miralay Edhem Bey’in terfî‘-i rütbelerine müsâ‘ade-i seniyye erzân buyurulmuş olduğu ma‘rûzdur, ol bâbda.” Fi 8 Ramazān sene 1294
[426]
268
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 55: Plevne Müdâfaası. (Ali Fuad, Musavver 1293-1294 Osmanlı-Rus Seferi, C. 2, Kitabhane-i İslâm ve Askerî, İstanbul 1326, s. 521.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
269
Gāzî Osman Paşa hazretleri Plevne’de sebât etmek azminde bulunduğunu, Eyvarceyş telgrafhānesinden Mâbeyn-i Hümâyûn’a çektiği telgrafnâmede beyân eylediği gibi bu sebâtı Bâb-ı Vâlâ-yı Seraskerî’ye dahi bildirdiğinden, keyfiyyet 4 Eylül târîhiyle kendisine yazılan telgrafnâme-i kāim-makāmî mukaddimesinde şu sūretle tasvîb olunmuş idi. [Gāzî Osman Paşa’nın Plevne’de Kalmak Arzusunu Tasvîb Eden Kāim-makāmî-i Seraskerî’nin Telgrafı] Sūret-i Telgraf “Fi 4 Eylül sene 1292 târîhli telgrafnâme-i âsafâneleri Meclis-i Askerî’de mütāla‘a olundu. Bi-havlillâhi te‘âlâ, sâha-ârâ-yı husūl olan muzafferiyyât-ı celîleleri, şâyân-ı teşekkür ve takdîr olmakla, bi’l-hāssa tebrîk olunur ve bulundukları noktada pâ-ber-câ-yı sebât olmak azminde bulunmaları, pek musīb ve becâdır. Mazhar oldukları tevfīkāt-ı samedâniyye ve mevsūf buyuruldukları şecâ‘at-ı Osmâniyye iktizāsınca, şimdiye kadar ibrâz ve ihrâz buyurdukları hidemât ve muzafferiyyât-i mebrûre ile şân-ı celîl-i Osmanî’yi a‘lâ buyurdukları gibi ba‘demâ dahi kâffe-i teşebbüsât ve harekât-ı seniyyeleri netîce-bahş-ı hüsn-i encâm olarak, bi-nasrillâhi te‘âlâ, pek çok fütûhâta nâil ve muvaffak buyurulacaklarından, kulûb-i umûm emîn ve mutmaindir. Sebât buyurulması lâzım gelir. Cenâb-ı Hayru’n-nâsırîn her hâl u mahalde nusret-i âcile-i ilâhiyyesine karîn buyursun… (ilâ âhira)” [427] 6 Teşrînievvel’de Osman Paşa ile Muhābere “S – Şevket-meâb efendimiz, zât-ı âlîlerine selâm ve hātır-ı âsafânelerini istifsâr buyururlar. Fermân-ı hümâyûn üzerine mevâdd-ı âtiyye istifsâr olunur efendim. Şimdilerde düşman Plevne’nin hangi cihetlerindedir? Plevne istihkâmâtı ile arasında ne kadar mesâfe vardır? Kuvvetinin mikdârı ma‘lûm mudur? Bundan sonra ne harekette bulunacağı zann olunur? Mühimmât-ı mevcûdesi kâfî midir? El-yevm Plevne’deki erzâk ne kadar müddet ve kaç gün yetişir? Orhāniyye’den sevkiyyâta, yoluyla devâm olunuyor mu? Başka ihtiyâcât ve ifâdât-ı aliyyei âsafâneleri var ise yolun açık olmasından istifâde ile îzāh buyurulması muntazır-ı âlîdir.” “S – Cenâb-ı Rabbü’l-âlemîn, veliyyü’n-ni‘met-i bî-minnetimiz pâdişâhımız efendimiz hazretlerinin vücûd-ı şâhânelerine âfiyet ihsân ve a‘dâsını makhûr ve asâkir-i mülûkânelerini muzaffer ve mansūr ve kalb-i hümâyûnlarını mesrûr ve handân buyursun, âmin. Düşman şimdiki hâlde hatt-ı harbin sağ cenâhıyla pîşgâhında, ya‘ni şark ile şimâl cihetlerinde olup, istihkâm inşâsıyla meşgûl ve beher yevm hücûm etmek gibi birtakım nümâyişler ediyor ve gece gündüz top ateşine devâm eyliyor. Bugün taburları gezmeye gittiğimde etmiş olduğu ateşten, doksan toptan ziyâde [428] tahmîn olunmuş ve kuvveti dahi 60-70 tabur kadar
270
AHMED MİDHAT EFENDİ
olduğu tahmîn kılınıyor ise de beher yevm tezâyüd etmektedir. Ve bu günlerde hücûm me’mûl olunuyor ve biz dahi lutf-ı Hakk’a mütevessilen mukābeleye hâzırız efendimiz. Şimdiki hâlde buradaki mühimmât-ı nâriyye, sabıkı vechile vukū‘ bulacak muhârebâta nisbetle bir iki gün muhârebe edecek kadar kâfîdir. İhtiyât olmak üzere Orhāniyye’ye gönderilecek 30.000 dâneden gayr-ı ez-irsâl kusūru olan 12.000 dânenin dahi der-dest-i irsâl bulunduğu, makām-ı seraskerîden iş‘âr buyurulur ise de vürûduna dâir henüz ma‘lûmât yoktur. Erzâkımız dahi tam ta‘yîn verilmek üzere 3-4 gün idâre eder. Bir taraftan celb edilmektedir. İleride işin ne renk kesb edeceği bilinemediği cihetle, berây-ı ihtiyât Orhāniyye’de külliyyetli erzâk ve cephāne bulundurulması îcâb eder. Makām-ı seraskerîye arz eylediğim vechile, yolların te’mîni için ordudan tefrīk ile gönderdiğim taburların yerlerine konulmak üzere, daha yirmi taburla 3-4 alay süvâriye ihtiyâc-ı hakīkī vadır, fermân.” 6 Teşrînievvel’de Orhāniyye Kumandanı Şevket Paşa ile Muhābere “S – Orhāniyye’de el-yevm kaç tabur asker vardır?” “C – Şimdiki hâlde nefs-i Orhāniyye’de beş tabur [429] vardır.” “S – Civârında var mı? Var ise ne kadardır?” “C – Dört tabur civârında ve üç tabur da tevârîh-i muhtelife ile buradan Plevne’ye sevk olunan yevmî kāfileleri Plesniç ( )ﺑﻠﺴﻨﻴﺞkaryesinden teslîm ve avdet etmek üzeredir. Fakat civârda bulunan dört tabur dâimîdir. Onların hareket için fâidesi yoktur. 3-4 taburda ambar ve sâirenin muhâfazası için merkezde bırakmak lâzımdır.” “S – Arabalar ve hayvânât sevkiyyâta kifâyet ediyor mu? Mühimmâtın arkası alındı mı? Yollarda kar var mı?” “C – Kifâyet etmek kābil midir? Yevmî Plevne’ye gönderilen erzâk için îcâb eden arabanın tedâriğinde çekilen müşkilât, ta‘rîf kabûl etmez. Plevne ordu-yı hümâyûnunun yalnız her günlük erzâkının sevki için günde lâ-ekall üç dört yüz arabaya muhtâcız. Bunu da ne güçlükle tedârik edebildiğimi Mevlâ bilir. Sevkiyyât için mükârî hiç işe yaramaz. Zîrâ bir hayvân gidip gelinceye kadar yüklendiği şeyi yemiş olsa kifâyet etmez. Bütün telef olacağı âşikârdır. Kāfile-i ûlâ ve sâniye hizmetinde ve şimdi yevmî kāfilelerin hizmet-i nakliyyesinde kullanmakta olduğum birkaç bin arabanın bile i‘âdesi için mahallerinden makāma şikâyet olundum. Üç def‘a makāmdan i‘âde [430] emrini aldım. Bizi idâre edecek arabayı Orhāniyye kazāsından tedârik ise mümkünsüzdür. Mühimmât bahsine gelince; Gāzî Osman Paşa hazretleri şimdilik mühimmât istemeyip, yalnız kesretli erzâk sevki talebindedir. Mühimmât, sâye-i hazret-i pâdişâhîde getirildiğinden mükemmeldir. Ne vakit isterler ise gönderirim. Emirleri de öyledir. Fakat efendimiz, şu nakliyye maddesi pek ağır gidiyor. Kış takarrüb ediyor. Bu da sahîhan
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
271
vicdânıma dokunuyor. Kulları, velî-ni‘met efendimizden pek ziyâde korkarım. Hakīkat-i hâli doğruca söylemeye ubûdiyyet ve sadâkat-ı mahsūsam cihetiyle mecbûrum. Plevne ordu-yı hümâyûnuyla Orhāniyye fırkasının bir günlükten bir seneliğe kadar yalnız erzâk ihtiyâcâtının muvâzene-i sahîhasını irâde buyurulur ise arz edeyim. Nakliyye için muhtâc olduğumuz vesâitin derecesi ma‘lûm-ı devletleri olsun, yollarda kar yok ise de çamur pek ziyâdedir.” “S – Plevne ordusunun altı aylık erzâk ihtiyâcâtı ne kadardır? Plevne’deki erzâk tahmîninize göre ne kadar müddet yetişir? Plevne’ye gitmek üzere ne kadar top mermiyâtı, kaç sandık fişenk var? Şifre olarak beyân buyurun ve ol vakte kadar Osman Paşa hazretleriyle muhābere olunmak üzere hattı açtırıp, teahhur vukū‘ bulmamak için siz de hâzır bulununuz.” [431] Şifrenin Halli “C – Yol üzerinde ve Plevne’de bulunan asâkir-i şâhânenin bir günlük dakīk ihtiyâcı 50.000, şa‘îr ihtiyâcı 60.000, giyâh ihtiyâcı 80.000 kıyyedir. İmdi bulgur, pirinç, sâde ve erzâk-ı mütenevvi‘a-i sâireden başka, yalnız işbu erzâkın yevmiyyesinin sevki ne mikdâr arabaya muhtâc olduğu ma‘lûm-ı devletleri olur. Altı aylık bahsine gelince; 9.000.000 kıyye dakīk, 10.800.000 kıyye şa‘îr, 14.400.000 giyâh ve samana ihtiyâc vardır. Teşrînievvelin ibtidâsından i‘tibâren on günlük, muahharan tevârîh-i muhtelife ile dahi sekiz günlük sevk olundu. 10.000 atım [mermi] berâber götürüldü. Ol vakit 7.500 de Plevne’de mevcûd idi ki cem‘an 17.500 atım top mermiyâtı var idi. Onlarla berâber 1.700 sandık da tüfenk cephānesi götürüldü. Gerek fişenk ve gerek top dânesi, Osman Paşa hazretlerinden iş‘âr vukū‘ bulmadıkça gönderilmemesini ihtār buyurmuşlardır. Buradaki mevcûda gelince; 2.128 sandık Martini-Henry, 789 sandık Schneider, 618 sandık Boxer, 90 sandık Metalik, iki sandık Winchester fişenkleri ve 3.486 altı fondluk57 dâne ve 356 altı fondluk [432] pişrev, 974 altı fondluk şarapnel, 4.924 altı fondluk kartuc58 memlû mevcûddur. Bunlardan başka dağ topları için 1.728 atım memlû dâne 80 atım pişrev, 1.808 memlû kartuc mevcûd olduğunu arz eylerim, fermân.” “S – Plevne ile Orhāniyye arası kaç sâ‘attir?” “C – Yirmi sâ‘at.”
57
Fond, umumiyetle küçük topların büyüklüklerini tayin etmek için kullanılan ve Almanya’da 123, Avusturya’da 103 libreye (1 libre yaklaşık yarım kilodur.) muâdil bir vezindir. Şemseddin Sâmi, Kâmûs-i Türkî, İkdam Matbaası, Dersaâdet 1317, s. 1009. (haz.) 58 Kartuş. Merminin arkasından namluya sürülen bezden veya kartondan barut kesesi, hartuç. (haz.)
272
AHMED MİDHAT EFENDİ
“S – Arabaların Plevne’ye gidip dönmesi ne kadar zamâna mevkūftur?” “C – Bunun ta‘yîni mümkün olamaz. Çünkü hava kar olur veyâhud yağmur çamur olur ise öküzler durgun olur. Yorgun olur. Eğerçi hayvânât durgun olmaz ve çamurda bulanmayıp hava güzel gider ise hareket-i mütemâdiyye şartıyla altı günde gidebilir.” “S – El-yevm yanınızda ne kadar araba var?” “C – Hiç yanımızda tutmuyoruz. Elimize geçen arabayı hemen yükletip sevk ediyoruz. Yüklü gelenleri de bilâ-ârâm yola çıkarıyoruz.” “S – En son çıkardığınız arabalar ne kadardır? Ve hangi gün Orhāniyye’den hareket ettiler?” “C – Bir haftadır beher gün kāfile gönderiyoruz. Dünkü [433] perşembe günü en son çıkardığımız kāfile, 38.000 kıyyeyi mütecâviz dakīktir ki ale’t-tahmîn 160 kadar araba ile gitti.” İşbu muhābere ve Osman Paşa hazretlerinin iş‘ârât-ı sâbıkasından anlaşıldığına göre, muhârebât-ı sâbıkaya nisbetle elde ancak iki gün kifâyet edecek mühimmât var iken Plevne’de Teşrînievvel’in 7’nci günü iki def‘a muhârebe vukū‘ bulması üzerine, o mühimmâtın dahi birçoğu sarf edildiği anlaşıldığına ve Osman Paşa hazretlerinin Plevne’den Orhāniyye taraflarına çekilmeleri zâten efkâr-ı âliyyede yer tutup, fakat bu fikir meydân-ı müzâkereye konuldukta, ekseriyyet bunun hilâfını iltizâm ederek düşmanın Balkanlardan beri tarafa tecâvüz ve tahattīsini men‘ eden kuvvet Plevne kuvveti olduğu cihetle, mezkûr ordu Plevne’den kaldırılacak olur ise düşman harekât-ı askeriyyesince pek meydân bulacağından mâ-adâ, o zamâna kadar kazanılmış olan şân-ı askerîmizin dahi vikāyesi zımnında Plevne’de sebât sūretini rey eylemekte bulunarak, Şûrâ-yı Meclis-i Askerî mazābıtına dahi derc edilmekte olduğuna mebnî, şu hâlde zât-ı hamiyyet-simât-ı hazret-i pâdişâhî dahi Plevne’de sebât sūreti ekseriyyetçe müreccah ve mültezem olduğuna göre, bâri oranın erzâk ve mühimmâtını olsun vakt u zamânıyla yetiştirerek Osman Paşa hazretlerini bi-hakkın müdâfa‘aya muktedir olacak sūrette ikdâr [434] eylemek cihetini nazar-ı dikkat ve gayret-i hümâyûnlarına almışlar ve işte bu gayret-i ber-güzîde ile iktizā eden muhāberât bi’l-icrâ vesāyâ-yı lâzımede bulunmuşlar idi. Meclis-i Askerî’nin bu maddeye dâir tanzīm eylediği bir kıt‘a mazbatası ağlebiyyet nezdinde matlûb olan sebât sūretinin mevkūfü'naleyhi erzâk ve mühimmât sevkiyyâtının te’mîn ve tesrî‘i kaziyyesinden ibâret kaldığına göre bu kaziyyenin te’mîn-i husūlü emrinde taraf-ı eşref-i hazret-i şehriyârîden iltizâm buyurulan himemât-ı bî-nihâye ile berâber, işbu himemât-ı celîlenin semerât-ı meşhûdesini de mübeyyin olmakla, erbâb-ı mütāla‘aca matlûb olan îzāhâtı mazbata-i mezkûreye söylettirmiş olmak ve ol bâbda Bâb-ı Askerî ve Sofya ve mevâki‘-i sâire ile cereyân eden muhāberâtın da hulâsa-i hükümlerini bu meyânda arz eylemiş bulunmak için mazbata-i mezkûre sūretinin ber-vech-i âtî buraya aynen dercine ibtidâr olunur.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
273
[Meclis-i Askerî’nin Osman Paşa’nın Plevne’de Kalması Meselesine Dâir Tanzīm Eylediği Mazbata] Sūret-i Mazbata “Ferīk Şevket Paşa hazretlerinden Mâbeyn-i Hümâyûn’a keşîde olunan telgrafnâmede dahi ihtār olunduğu vechile, şiddet-i şitâ hükmünü icrâya başlamazdan evvel, Plevne ordu-yı hümâyûnuna muktezī mühimmât ve erzâkın yetiştirilmesi ehemm-i umûr olarak, bu bâbda Sofya mutasarrıflığıyla kumandanlığına Mâbeyn-i Hümâyûn’dan dahi [435] te’kîd-i vesāyâ buyurulduğundan ve eğerçi lüzûmu olacak mühimmât-ı harbiyyenin bir kısmı şimdiye kadar peyâpey irsâl olunmuş ise de bakiyyesinin dahi ileride sa‘bü’n-nakil hâle gelip mesâ‘î-i vâkıa hebâ olmamak için sür‘atle nakli elzem bulunduğundan, bu bâbda müsâ‘ade-i mevsimden ve Plevne tarīkınin açık olmasından intihâz-i fırsat kılınması ve erzâk-ı mürettebe ve elbise-i şitâiyyenin sür‘at-i kâmile ile sevkine devâm ve sevkiyyâttan dâimâ i‘tā-yı ma‘lûmât edilmesi zımnında lâzım gelen tedâbîrin istikmâli ve bir de şeref-vukū‘ bulan suâl-i âlî üzerine Sofya kumandanlığından, kezâlik Mâbeyn-i Hümâyûn’a keşîde olunan telgrafnâmede, Plevne ve Orhāniyye mevki‘leri için Sofya cihetinden müretteb olan erzâk ve sâirenin, gerek peyderpey ve gerek def‘aten nakli için oraca mikdâr-ı küllî araba tedâriğine lüzûm gösterilmiş olduğundan, buna da sūret-i mahsūsada ehemmiyyet vermek îcâb-ı hâlden ve arabalara koşulacak ve mükârî sūretinde kullanılacak hayvânâtın idâre-i me’kûlâtı dahi düşünülecek husūsāttan bulunduğuna binâen, mezkûr telgrafnâmede münderic sūretlerden hangisi ihtiyâr olunacak ise onun mütevakkıf olduğu tedâbîrin ve hayvânların me’kûlât ve hüsn-i idâresi bahsinde dahi îcâb-ı hâlin meclis-i âcizânemizce müzâkere olunarak, muktezālarının sür‘at-i icrâsıyla netîcesinin arz u ifâdesi idâre-i seniyye-i [436] hazret-i pâdişâhî mantūk-ı münîfinden bulunduğunu mutazammın fi 6 Şevvâl sene 1294 târîhiyle Mâbeyni Hümâyûn Başkitâbet-i Celîlesi’nden vürûd eden iki kıt‘a tezkire-i aliyye ile melfûfâtı meclis-i âcizânemizde lede’l-mütāla‘a bu bâbda sâniha-pîrâ-yı sudûr olan irâdât-ı seniyye-i cenâb-ı mülûkâne mantūk-ı münîfi vechile müsâ‘ade-i mevsimden istifâde ile Plevne ordu-yı hümâyûnunun erzâk ve levâzımının sevkine müsâra‘at lâzımeden olarak, eğerçi Sofya kumandanlığının mezkûr telgrafnâmesi hātimesinde beyân olunduğu vechile, orada mevcûd olan ta‘yînât ve levâzımâtın def‘aten nakli arzu olunur mevâddan ise de bunun hayyiz-i husūle vusūlü pek çok vesâit-i nakliyyenin toptan elde edilmesine mütevakkıf ve bu da gayr-ı kābil olduğundan, peyâpey ve kāfile-be-kāfile nakli tabî‘î ve zarûrî olup, fakat eyyâm-ı şitâda husūsāt-ı nakliyye kesb-i ta‘assür ederek orada yollar kapanır ve sâir bir mâni‘aya tesādüf olunur da sevk-i kavâfilin mümkün olamayacağı günler olur mütāla‘asına mebnî, ileride lâ-yenkatı‘ sevkiyyâta devâm olunmak üzere ibtidâ-yı emirde hiç olmaz ise iki aylık idâreye kâfî levâzımın şu mevsim-i müsâ‘idde tez elden ordu-yı hümâyûn-ı mezkûr nezdine yetiştirilmesi lâzımeden
274
AHMED MİDHAT EFENDİ
olup, bu matlab ise vesâit-i nakliyye-i mevcûdenin tezyîdiyle hâsıl olacağından, Sofya havâlîsinden yeniden mümkün olabildiği derece daha hayvân [437] ve araba tedârik olunmak ve Selânik ve Kosova vilâyetlerinin Sofya’ya civâr olan mahallerinden dahi ne mikdâr hayvân ve araba bulunur ise Sofya’ya gönderilmek üzere mahallerine vesāyâ icrâsı ve masārif-i nakliyyeye ve sâireye sarf olunmak üzere Gāzî Osman Paşa hazretleriyle Sofya kumandanlığına on beşer yük kuruşun tesyârı Bâb-ı Âlî’ye iş‘âr ve gerek elde bulunan ve gerek mahâll-i mürettebeden gelecek olan esbâb-ı nakliyye ile vakit geçmeksizin, şimdiden lâ-ekall iki aylık ta‘yînât ve levâzımât yüklettikten sonra dahi arkası boşlanılmayıp lâ-yenkatı‘ sevkiyyâta devâm ve ikdâm ile ordunun te’mîn-i ihtiyâcı ve isābet-efzâ-yı sünûh olan emr u fermân-ı hümâyûn-ı cenâb-ı mülûkâne mantūk-ı münîfi üzere nakliyyâtta kullanılacak hayvânâtın hüsn-i idâre-i me’kûlâtıyla bakılmalarına ziyâdesiyle i‘tinâ olunması husūsları dahi makām-ı seraskerîden Sofya ve Orhāniyye mevki‘leri kumandanlıklarına teblîğ ve izbâr kılınmış ve Vidin’e dahi zahīre yetiştirilmesi tavsiye olunmuş olup, buradan melbûsât ve mühimmât irsâlâtı bahsine gelince, Ağustos’un 25’inde 10.000 takım elbise ve yirmi beşer 1.000 aded don ve gömlek gönderildiği gibi bu kere dahi yine ol mikdâr elbise ve çamaşır ile 5.000 yağmurluk ve 5.000 fes der-dest-i irsâl olarak, derece-i lüzûmuna iblâğı için, daha iktizā eden melbûsâtın irsâline de müsâra‘at olunacağı der-kâr bulunmuş [438] ve Şevket Paşa hazretlerinden Tophāne-i Âmire müşîriyyet-i celîlesine bi’l-vürûd, meclis-i âcizânemizde kırâat olunan telgrafnâmede, Orhāniyye’ye mensûb olan seyyâr topların mürettebâtı nısf-ı tertîbe tenzîl olunarak, üst tarafı Plevne ordu-yı hümâyûnu için tehiyye olunan mühimmâta zamm olunarak, işbu mühimmâtın mecmû‘u 10.000 atımı mütecâviz olduğu hâlde, fırka ile Plevne’ye teslîm ve îsāl kılındığı ve Gāzî Osman Paşa hazretleriyle bu bâbda cereyân eden müzâkerede taraflarından iş‘âr vukū‘ bulmadıkça, artık Plevne’ye top mühimmâtı gönderilmeyip, fakat ordu-yı mezkûra mahsūs topların mühimmâtının tam tertîbine iblâğıyla Orhāniyye’de mevcûd bulundurulması, gāzî-i müşârun-ileyh taraflarından ifâde olunduğu ve Orhāniyye’ye muvâsalatında yeniden ne mikdâr top cephānesi gelmiş ise onlarla bi’l-muvâzene ikmâl-i tertîbât için daha ne mikdâr mühimmâta ihtiyâc olacağının ol vakit bildirileceği gösterilmiş olup, bu hâlde müşârun-ileyh Şevket Paşa’dan vürûd edecek iş‘âra göre iktizā-yı hâlin icrâ kılınacağı ve bununla berâber yolda 7.000 dâne ile 1.000 sandık kadar tüfenk cephānesi bulunduğu, müşîriyyet-i müşârun-ileyhâdan beyân buyurulmuş olmakla, arz u beyân-ı hâle ibtidâr kılınmış ve ba‘demâ vukū‘ bulacak sevkiyyâtın dahi mikdârları ber-mûcib-i irâde-i seniyye arz u beyân olunacağı der-kâr bulunmuş olduğu ve Sofya kumandanlığından fi 2 Teşrînievvel [439] sene 1293 târîhli telgrafnâmede 6.000 araba Plevne’den gelmekte olup, bunların birkaç güne kadar Sofya’da bulunacağı ve bunlardan başka Plevne’ye Teşrînievvel’in 1’inci ve 2’nci günü 1.000 araba sevk olunduğu gibi bir kāfile de külliyyetli erzâk sevk olunmak üzere 5-6 güne kadar 3.000 araba daha tedârik ve
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
275
tecemmü‘ ettirileceği iş‘âr kılınmış olmakla, bunun dahi ma‘lûmât olmak üzere arz u ifâdesine ictisâr olunduğu muhât-ı ilm-i âlî buyuruldukta, ol bâbda ve kātıbe-i ahvâlde emr u fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir.” Fi 10 Şevvâl sene 1294 Mehmed Sādık, Halîm, Ömer Fevzi, Mehmed Nâmık, Rızā, Mustafa, Mahmûd Celâleddîn İşbu muhāberât etrâfıyla mütāla‘a olunur ise Plevne hakkında verilen ehemmiyyetin derecesi takdîr olunur. Ancak iş icrâ cihetine gelince; nice müşkilâta uğramıştır ki, netîce-i hâl Plevne mevki‘inin mahrûmiyyete dayanamayarak teslîm olmasına müncer olmuştur. Birçok efkâra göre Osman Paşa hazretlerinin Plevne’de kapanıp kalmayarak Orhāniyye’ye çekilmesi lâzım gelir idi. Bu mütāla‘âtın isābetine diyeceğimiz yoktur. Ancak Plevne’de sebât etmek evvel-emirde Gāzî Osman Paşa hazretlerinin cümle-i âmâlinden olup, sâniyen Meclis-i Askerî dahi bu reyde bulunmuştur. Gāzî-i müşârun-ileyh hazretlerinin sebât gayretinde bulunmaları bundan evvel [440] Eyvarceyş ( )اﻳﻮارﺟﻴﺶtelgrafhānesinden çekilmiş olduğu beyânıyla, yukarıda sūreti derc olunan telgrafnâmesinden anlaşılmıştır. Meclis-i Askerî’nin bu bâbdaki reyi ise karârnâme-i âtî hükmünde görülür.
Resim 56: Bir cami ve haziresinin Bulgarlar tarafından yıkılması. (Ali Fuad, Musavver 1293-1294 Osmanlı-Rus Seferi, C. 2, Kitabhane-i İslâm ve Askerî, İstanbul 1326, s. 336.)
276
AHMED MİDHAT EFENDİ
[Osman Paşa’nın Plevne’de Kalması Hususunda Meclis-i Askerî’nin Karârnâmesi] Sūret-i Karârnâme “Plevne ordu-yı hümâyûnunun zehāir ve levâzım-ı sâiresinin fikdânına ve şitânın takarrübüne mebnî, Orhāniyye ve Lakvin ( )ﻟﻘﻮﻳﻦmevki‘lerine çekilmesi hakkında istifsâr-ı reyi hâvî, [boşluk] kumandanı devletlü Gāzî Osman Paşa hazretlerinin fi 24 ve 29 Eylül sene 1292 târîhleriyle iki kıt‘a telgrafnâmesi vürûd etmesi üzerine, Plevne mevki‘i Rusya’nın tevsî‘-i dâire-i tecâvüzüne hasren mümâna‘at eyledikten başka, ordu-yı hümâyûn-ı mezkûrun orada müyesser olan muzafferiyyâtı kadr ü şân-ı askerî-i Osmâniyye’nin isbâtıyla a‘lâsına tamâmiyle hizmet eylediğine nazaran, bu mevki‘in terki bunun emr-i müdâfa‘a ve muhâfazasınca şimdiye kadar kazanılan bunca fezāil ve meziyyetleri, kendi elimizle düşmana terk etmek demek olacağı gibi Plevne muhârebâtının nazargâh-ı âmmeye koyduğu rüchâniyyet-i askeriyyemizle politikaca Devlet-i Aliyye’ye bahş eylediği tefevvuk ve nüfûz-ı düveliyyenin hebâ olmasını mûcib olacağı cihetle, erzâk ve levâzım-ı mukteziyyenin tertîb ve tesvīk olunmak üzere ordu-yı hümâyûnun orada bulunması sūreti bi’t-tensîb beyân-ı hâl u tedârik ile bu maksadın husūlü [441] buraca daha ne gûne hizmet edilmeye mütevakkıf ise çalışılmak üzere bildirilmesi müşârun-ileyh hazretlerine tavsiye olunmuş idi. Müte‘âkiben, ya‘ni buradan cevâb yazılmazdan evvel fi 2 Teşrînievvel sene 1293 târîhli müşârun-ileyh hazretlerinin vârid olan diğer bir telgrafında, mutlakā Plevne’de kalmak lâzım gelir ise erzâk tedâriğine bakılmasını ve Orhāniyye ile Plevne beyninde olan tarīkın te’mîni, Şibka ordusundan yirmi taburun daha Orhāniyye fırkasına ilâve edilmesi ihtār olunmakla ve devletlü Raûf Paşa hazretleriyle lede’l-muhābere, mezkûr Şibka ordu-yı hümâyûnundan yalnız yedi taburun Orhāniyye’ye sevkine karâr verilmekle, bu yedi taburun sevkine teşebbüs edilmiş ve keyfiyyet cevâben müşârun-ileyh Osman Paşa hazretlerine bildirilmiş olduğu gibi Orhāniyye’den ibtidâ ferīk sa‘âdetlü Ahmed Hıfzî ve muahharan sa‘âdetlü Şevket Paşalar hazerâtı ma‘rifetiyle Plevne’ye birer mikdâr erzâk ve mühimmât idhāl ve Vidin’den hayli erzâk îsāl olunmuş ve ordunun 5-6 aylık idâresine kâfî erzâk dahi sür‘at-i fevka’l-âde ile tedârik olunmakta ve mezkûr Orhāniyye ile Plevne beyninde olan tarīkın te’mîn-i muhâfazası için müşârun-ileyh Osman ve Şevket Paşalar hazerâtının beynlerinde bi’l-müzâkere verdikleri karâr vechile, Dubnik mevki‘ine müşârun-ileyh Ferīk Ahmed Hıfzî Paşa ve Teliş mevki‘ine mirlivâ sa‘âdetlü Hakkı Paşalar refâkatleriyle birer müfreze [442] konularak ve Kemerköprü ile sâir nikāt dahi tutularak sevkiyyâta çalışılmakta olduğu hâlde, müşârun-ileyh Ahmed Hıfzî Paşa’nın Dubnik’ten çekildiği istihbâr olunduğu misillü, müşârunileyh Şevket Paşa’dan bu akşam alınan ve bir sūreti Mâbeyn-i Hümâyûn Cânib-i Âlîsi’ne arz u takdîm kılınan telgraftan, düşmanın dünkü gün hem Teliş ve hem de Kemerköprü mevki‘lerine kemâl-i şiddetle hücûm edip, eğerçi Kemerköprü’deki
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
277
kuvve-i askeriyye tarafından edilen mukāvemet ve mukābeleye tâb-âver olamayarak telefât-ı külliyye ile firâra mecbûr olmuş ise de Teliş’te ve mûmâ-ileyh Hakkı Paşa refâkatinde bulunan 4-5 taburun düşmana teslîm olduğu ve şu hâlde Kemerköprü’deki askerin Radomirçe’nin 3-4 sâ‘at gerisinde bulunan Panika ( )ﭘﺎﻧﻴﻘﻪve Karacadağ Boğazları’na ric‘ate mecbûr olmuş idüğü maa’t-teessüf anlaşılmıştır. Şimdi telâfî-i mâ-fât olunmak üzere Orhāniyye cihetine elde olup da îcâbı kadar asker sevkine teşebbüs olunsa, bunların oraya vusūlü tabî‘î epeyce vakte muhtâc olacağı ve hâlbuki 5-10 gün evvel müşârun-ileyh Osman Paşa hazretleri Plevne’de bir haftalık idâreye kâfî erzâk olduğunu iş‘âr edip, ondan sonra sevk olunanlardan idhāl kılınabilen erzâkın mikdârı ma‘lûm değil ise de cüz’î bulunacağından nâşî, Plevne’ye erzâk ve mühimmât idhāli esbâbının istikmâline değin orduyı hümâyûn-ı mezkûrun te’mîn-i idâresi mümkün [443] olamayacağı cihetle, ordu-yı hümâyûn-ı mezkûrun ma‘âzallâh-ı te‘âlâ açlıktan teslîmine rızā göstermekten ise mümkün olduğu dereceye kadar sebât ve mukāvemet ile ba‘dehû Plevne mevki‘i terk olunarak ve mevcûd toplar seyyâr topları olup koşum ve hayvânâtı yanlarında idüğünden, bunlar askerle birlikte alınacağı tabî‘î olmasına nazaran, mühimmât ve levâzımâttan ahz u nakli mümkün olamayanları ihrâk ve itlâf kılınarak ve Plevne kasabası dahi yakılarak ve ordu-yı hümâyûn-ı mezkûr ile ahâlî istishâb edilerek, Orhāniyye cihetine veyâhud tensîb edeceği diğer bir mevki‘e ric‘at olunması hakkında, vesâit-i adîde ile ve serî‘an müşârun-ileyh Osman Paşa hazretlerine vesāyâ-yı lâzıme icrâsı tezekkür olunmuş olmakla, emr u fermân-ı hümâyûn-ı hazret-i mülûkâne her ne vechile şeref-sânih olur ise îcâbı icrâ olunacağı ve bu madde umûm kumandanı devletlü Süleyman Paşa ve Şibka kumandanı devletlü Raûf Paşa hazerâtıyla dahi der-dest-i muhābere idüğünden, şu muhāberât netîcesi dahi başkaca arz u ifâde kılınacağı muhât-ı ilm-i âlî buyuruldukta, her hâlde emr u fermân hazret-i men lehü’l-emrindir.” Fi 21 Şevvâl sene 1294 ve fi 17 Teşrînievvel sene 1292 Nâmık, Server, Mustafa, Mahmûd Celâleddîn, Edhem, Mehmed Sādık, Halîm, Ömer Fevzi, Yûsuf Ziyâ, Cevdet Vâkı‘â bu karârnâme nihâyetinde Osman Paşa’nın ric‘atine muvâfakat [444] gösterilmiş ise de karârnâme târîhi olan Teşrînievvel’in 17’sinde artık Plevne tazyīkı Osman Paşa’nın oradan ric‘atine müsâ‘id olmayacak dereceyi bulmuş idi. Karârnâme-i mezkûr mukaddemâtında gösterildiği vechile, Osman Paşa’nın Orhāniyye ve Lakvin mevki‘lerine çekilmek istediği târîhte, ya‘ni Eylül’ün 29’unda ise sebât sūretinin müreccah görülmüş olduğu beyân ve îzāh kılınıyor.
278
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 57: İşgal edilen Osmanlı topraklarındaki camilere konmak üzere Rusya’dan sevk edilen çeşitli büyüklükteki çanlar. (Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 41.) Ahvâl şu dereceyi bulup da Anadolu tarafının ahvâl-i harbiyyesi dahi ümîd-bahş bir sūrette olmadığı nazar-ı dikkate alındıkta, tertîbât-ı harbiyye meyânında vesâil-i diplomatikiyyeye dahi tevessül olunması emrinde bir büyük ihtiyâc görülmüş idi. Ancak o aralık efkârda mevcûd olan galeyân-ı cenk-cûyâneye mukābil sulh müzâkerelerinin açıktan açığa icrâsında mahzûr görülmekle, Mâbeyn-i Hümâyûn’dan makām-ı sadârete istār kılınan tezkirei mahsūsada bu maksad işrâb yollu bildirilmiş ve ba‘zı âkıbet-endîşân-ı vükelâ ile sebkat eden mücâvebât-ı şifâhiyye ise maksad-ı mezkûru şerhe kâfî görülmekte bulunmuş idi. Tezkire-i mezkûrenin sūreti şudur: [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan] Bâb-ı Âlî’ye [Tezkire] “Muhârebe-i hâzıranın iktisâb etmekte olduğu şekil ve hey’et, erkân-ı devlet indinde umûr-ı ma‘lûmeden olmakla, ol bâbda [445] teşrîhâta hâcet olmayıp, Devlet-i Aliyye’ce def‘-i mazarrat ve vikāye-i hakk u menfa‘at için ne misillü vesâile temessük edilmesi lâzım geleceği ve ehemmiyyet-i mes’eleye nazaran, cereyân edecek müzâkerât ve tedâbîrin netîce-i matlûbeye îsāline haylûlet edebilecek ba‘zı avârıza tesādüf olunması muhtemelâttan bulunmakla, o nev‘ müşkilâta
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
279
mukāvemet için dahi nasıl çâreler ittihāzı iktizā edeceği kemâl-i ehemmiyyetle mütāla‘aya muhtâc olduğu gibi husūl-i maksada tekeffül edebilen bir tarīk-ı sâlim bulunduktan sonra, onda devâm ile işin gāyetine varmak dahi mütevâliyyen ve maa’l-i‘tinâ müdâvele-i efkâr ve ârâya tevakkuf ettiğinden, bunun için taht-ı riyâset-i aliyye-i vekâlet-penâhîlerinde, zevât-ı ma‘lûmeden mürekkeb bir encümen-i mahsūs teşkîli ve bu encümenin mübâhasât ve müzâkerâtı ile me’mûriyyetine müte‘allık muhāberâttan istihsāl edeceği ma‘lûmâtın nihâyet derecede mektûmiyyet ve aksi hâlin mes’ûliyyeti bedîhiyyâttan olduğundan, bu cihetinin dahi nazar-ı i‘tinâda tutulması müte‘allık buyurulan irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî iktizā-yı münîfinden olmakla, ol bâbda.” Fi 21 Şevvâl sene 1294
(Sa‘îd)
Vâkı‘â Plevne mevki‘i bütün bütün muhâsara ve tazyīk altına alındığı zamân dahi edilen gayretlere söz yoktur. Bunların derecâtı sūretleri ber-vechi âtî derc olunan muhāberâttan anlaşılıyor. Ancak iş artık bir dereceyi bulmuş idi ki, edilen gayretlerin [446] dahi semeresiz kalacağı muhāberât-ı mezkûreden dahi anlaşılır idi. 9 Teşrînisânî’de Sofya Kumandanı Mehmed Ali Paşa ile Muhābere “S – Evvelâ, selâm-ı şâhâneyi teblîğ ederim. Plevne’den haber var mı? C – Arz-ı ubûdiyyet ve şükrâniyyet eylerim. Plevne’ye gönderilen adamların hiçbiri gelmedi. Kâzım Paşa hazretleri daha birkaç Çerkes gönderiyor. Bunlar Rahova tarafından dolaşarak arka tarafından Plevne’ye girmeye çalışacaklardır. Acaba Dersa‘âdet’te bir balon edevâtı tedârik edilerek, balon isti‘mâlinde mahâreti olan bir adamın bulunması mümkün müdür? Bir müsâ‘id rüzgar bekleyerek balonu Plevne içine düşürdükten sonra dışarıya çıkarmak gāyet kolaydır. Bu usūlü Fransızlar Paris Muhâsarası’nda pek çok isti‘mâl etmişlerdir. S – Balon tertîbi düşünülür ise de zamâna muhtâcdır. Vaktimiz ise bir dakīka geçmesine bile müsâ‘ade etmiyor. Çerkesler ile iktifâ etmeyip askerîden ve yolları bilir ahâlî-i sādıka-i kadîmeden daha ne kadar fedâkâr bulunursa atıyye-i külliyye i‘tāsı ve mükâfât-ı azīme va‘adi ile gönderilmesi irâde ve bu madde zât-ı müşîrîlerine tevdî‘ buyurulur. [447] C – İşbu fermân-ı hümâyûn-ı hazret-i veliyyü’n-ni‘metin infâzına Orhāniyye’den pek çok çalışılmış ve hattâ gönderilen fedâyiler Plevne’ye iki sâ‘at kadar ilerlemişler ise de Moskoflar ziyâde dikkat eylemekte olduklarından girmek müyesser olamadı. Şimdi Plevne’nin arkasından, ya‘ni Tuna tarafından bir ümîdimiz var. Tasavvur ve tasmîm eylediğim manevranın teferru‘âtını müzâkere etmek üzere, yarın ale’s-sabâh bi’z-zât Orhāniyye’ye azîmet olunacağından Plevne’den bir haber istihsāli çâresine bir derece daha sa‘y u gayret edeceğim, fermân.
280
AHMED MİDHAT EFENDİ
S – Süleyman Paşa ile bi’l-muhābere nereden mümkün ise oradan birkaç adam daha gönderilmesi bi’l-hāssa irâde buyuruluyor. Refâkat-i devletlerindeki taburlar kaça bâliğ oldu, Orhāniyye’de kaç tabur var? C – Tıbk-ı fermân-ı hümâyûn vechile, Süleyman Paşa ile bi’l-muhābere îcâbına müsâra‘at olunacaktır. Orhāniyye ile mülhakātı olan mevâki‘de iki nizāmiyye, altı redîf, on dokuz müstahfız ve dört mu‘âvene ki cem‘an otuz bir tabur vardır. Sofya’da yedi tabur müstahfız ve Yenipazar’dan gelmiş iki nizāmiyye, iki redîf ki cem‘an on bir tabur vardır. Turuk’ta dört tabur ve Berkofça’da üç ki cem‘an yedi bulunur. Berkofça’daki taburların biri Vidin fırkasından ve Turuk’taki taburların ikisi Yenipazar’dan [448] gelmiştir. Düşmanın Berkofça cihetinden zuhûr eden kuvveti yalnız süvâriden ibâret olup, şu sırada külliyyetli piyâdesini ol tarafta gezdirmesi gayr-ı me’mûl bulunduğuna binâen, Turuk ve Berkofça’dan daha bir iki taburun Orhāniyye’ye aldırılması zımnında kumandanıyla muhābere olunmaktadır. Yenipazar’dan gelen ânifü’l-arz altı taburdan mâadâ, Bosna ciheti mürettebâtından bir tabur yarın buraya vâsıl olacak ve dört tabur dün ve bugün Niş’ten çıkmıştır. Kusūr altı tabur dahi Seniçe ile Niş arasındaki yollardan gelmektedir. Dün akşam Süleyman Paşa ile makine başında muhābere ve hareket için müzâkere olunarak, Balkan ordusundan Orhāniyye için tertîb olunan on beş taburun sevki zımnında Raûf Paşa ile muhābere edeceğini beyân buyurmuştur. Burada çok müstahfız taburları bulunduğundan ve muntazam düşman karşısında mu‘allem askerin lüzûmu der-kâr olup binâen-aleyh, nizāmiyye ve redîf taburlarının mikdârını arttırmak muktezī göründüğünden Girid ve Dersa‘âdet’ten müretteb taburlar acaba nerede kalmıştır? S – Mâ-sebaka âid ba‘zı mübâyenete bedel, devletimizin menfa‘at ve selâmetinin nokta-i nazar ittihāzı ve Süleyman Paşa ile me’mûriyyete âid mesālihde bir sūret-i ittihâd ve i’tilâf-kârânede çalışılması, hamiyyet-i müsellemenizin eser-i cedîdi olduğundan pek ziyâde takdîr buyuruldu. Kaldı ki devletin mevki‘-i cedîd-i harbîde ve Plevne ordusunun [449] inhizâmı hâlinde hâsıl olacak mesāib-i politikiyye ve mülkiyyenin derecâtını zât-ı devletlerine ta‘rîf iktizā etmez. Binâenaleyh, Plevne ordusunun tahlīsi esbâbı için kayb olacak vakit bizce ol kadar bahâlı olacaktır ki, onu belki bir asırlık mesâ‘î ile telâfî kābil olamaz. Girid’den ve sâir cihetlerden tezyîd-i kuvvete sa‘y olunuyor ise de zamânın sabra tahammülü olmayıp, ma‘iyyet-i devletlerindeki taburların müstahfıza kısmının bir taraftan tahrîklerine ve bir taraftan mümkün mertebe ta‘lîmlerine himmet buyurulacağı ise bî-iştibâh bulunduğundan, Süleyman Paşa ile miyâne-i âlîlerinde takarrür eden harekâtın ta‘cîli ve hedefe hangi gün teveccüh edeceğinizin dahi şimdi bildirilmesi, irâde-i hazret-i tâcdârî iktizāsındandır. S – Süleyman Paşa ile her maddede ve bâ-husūs necât ve selâmetimizi netîce veren böyle bir umûr-ı cesîmede ittifâk ve ittihâd-ı efkâra çalışır ve şimdi te’mîn olunduğum gibi inşâllah bunun devâm ve bekāsına dahi hasr-ı makderet ederim. Hareketimin yevm-i icrâsı bahsine gelince; Dersa‘âdet ve Girid mürettebâtından
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
281
sarf-ı nazar Bosna taburlarının arkası alınması ve hiç olmaz ise Niş’ten hareket edenlerin vusūlünü beklemek lâzımdır. Gerek bunların ve gerek Sofya’dakilerin nihâyet on güne kadar Orhāniyye’de tecemmu‘una çalışacağım. Bu müddet zarfında, Balkan tertîbi olan on beş tabur dahi Orhāniyye’ye gelmelidir. İşbu taburlar bir taraftan [450] gelir, diğer taraftan ikmâl kılınır ve bununla berâber umûm-ı hareketin günü Süleyman Paşa tarafından ta‘yîn olunsa gerektir. Çünkü bugün mütāla‘a-güzâr-ı çâkerânem olan bir mu‘teber Almanya gazetesinde, Plevne karşısındaki düşman mikdârının 130.000 kişiden ibâret idüğü muharrer bulunduğuna nazaran, Süleyman Paşa tarafından tertîb olunan harekât-ı ta‘arruziyyeye Orhāniyye ordusundan bir iki gün evvel mübâşeret olunmak iktizā eder ki, Moskoflu nazar-ı dikkatini oralara atf eylesin. Binâen-aleyh, hâzırlandıktan sonra müşârun-ileyhin emrine tâbi‘ olacağım. Yarın sabâhleyin Plevne etrâfındaki Rusya orduları ne vechile ta‘yîn olunduğu, esâmî-i hāssaca bir gûne yanlışlık olmamak üzere Fransevi’l-ibâre telgrafla arz edeceğim.” S – Yarın bakiyye-i muhābere ikmâl ve Fransızca telgraflarına da intizār olunur. C – Emr u fermân efendimizindir.” 14 Teşrînisânî’de Bâb-ı Seraskerî ile Muhābere “S – Mehmed Ali Paşa’nın 13 Teşrînisânî sene 1293 târîhli telgrafına nazaran, düşman İtrepol’ü zabt eylemiş ve ileriye hareket etmek üzere bulunmuştur. Müşârun-ileyhin iş‘âr-ı cedîd ve sâbıkı ise kumandasındaki askerin evvelki gibi müteferrik mevâki‘de olduğunu gösteriyor. Bu bâbda ne tedbîr ittihāz olundu? Mücmelen [451] iş‘ârı irâde buyuruldu. C – Bu gece sâ‘at 8’e kadar Mehmed Ali Paşa hazretleriyle telgrafla olunan muhābere netîcesinde, düşmanın İtrepol’ü zabt ettiği ve orada bulunan Mirlivâ Mustafa Paşa ma‘iyyetindeki asâkir-i müstahfıza ve mu‘âvenenin sebâtsızlık göstermekte ve firâr etmekte oldukları anlaşıldı. Kuvve-i askeriyyenin dâimâ toplu ve ihtiyâtlı ve tehlike ve muhātaradan sâlim ve masun olacak sūrette bulundurulması kirâren yazılmış olduğu gibi bu gece dahi tekrâr iş‘âr olunmuş ve düşmanın men‘-i tecâvüzâtıyla def‘ u tenkīline dâir tedâbîr-i kaviyye ve serî‘aya teşebbüs buyurulması ve esnâ-yı muhârebede cebânet ve sebâtsızlık gösterenler olur ise haklarında irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî ve ahkâm-ı kānûniyyeye tevfīkan derhâl mücâzâtlarının icrâsı ve firârda bulunanların serî‘an ahz u girift kılınması hakkında vesāyâ-yı lâzıme icrâ olunmuştur. Müşârun-ileyhin fi 11 ve 13 Teşrînisânî sene 1293 târîhli şifreli telgrafnâmelerinin mündericâtında dahi Orhāniyye dâire-i muhâfazasının kuvve-i mevcûde nisbetinden ziyâde vâsi‘ bulunduğundan bahisle, ehemmiyyetten sâkıt görünen mevâki‘deki asker alınarak topluca bir vaz‘iyyet tahsīl kılınmış olduğu beyân olunuyor. Şu hâle nazaran asâkir-i şâhânenin topluca ve ihtiyâtlıca bulundurulması tertîbât ve icrââtına
282
AHMED MİDHAT EFENDİ
ri‘âyet ve teşebbüste bulunduğu anlaşılıyor [452] ise de irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî, yine her ne vechile müte‘allık ve şeref-sünûh buyurulur ise onun icrâ-yı îcâbâtına müsâra‘at, farîza-i zimmet-i bendegânem bulunmağın, ol bâbda. S – Hatī'âtın ekserîsi askerin mevâki‘-i müteferrikaya taksîminden neş’et eylediğinden, kā‘ideye mugāyir ve tecârüb-i hâzıra ile de hücneti zāhir olan tefrīk-ı kuvvet hatāsından ictinâb olunması ve Mehmed Ali Paşa’nın birinci vazīfesi kumandasındaki askerin topluca tutulması maddesi olduğu, işbu cevâb-ı âsafânelerinden evvel müekkiden ve mükerreren fermân buyurulduğundan ve bu hâlde rey-i âlîleri zâten nezd-i âlîde müstasveb olduğundan, bu dakīkanın îzāhen ve şedîden Mehmed Ali Paşa’ya iş‘ârıyla berâber, gerek Plevne’nin tahlīsine ve gerek düşmanın Balkan’a tecâvüzüne mâni‘ olmak için kā‘ideten ne türlü tertîbât-ı askeriyye lâzım gelir ise hemen vakit geçirilmeksizin icrâsına emir verilmesinin Başkumandan Süleyman Paşa’ya teblîği ve Mehmed Ali Paşa’ya da bu bâbda ma‘lûmât ve te’kîdât icrâsı, irâde-i seniyye iktizāsındandır. Orhāniyye ile mülhakātında ikisi nizāmiyye, altısı redîf, on dokuz müstahfız, dört mu‘âvene ki cem‘an otuz bir tabur ve Sofya’da yedi tabur müstahfız ve Yenipazar’dan gelmiş iki nizāmiyye ve iki redîf ki cem‘an on bir tabur ve Turuk’ta dört ve Berkofça’da üç, ki cem‘an yedi tabur asker olduğu gibi Bosna mürettebâtından dört [453] tabur, 8 Teşrînisânî sene 1293 târîhinde Niş’ten çıktığı ve kusūr altı taburun dahi Seniçe ve Niş arasında yollarda olduğu, Mehmed Ali Paşa ile geçen gün cereyân eden muhābereden anlaşılmıştı. Ma‘lûmât olmak ve bunların topluca bulundurulmaları kendisine yazılmak üzere, bâ-irâde-i seniyye beyân olundu. C – Fermân-ı âlî-i cenâb-ı pâdişâhînin hükm-i celîli hemen icrâ olunacaktır, fermân.” 14 Teşrînisânî’de Tuna Orduları Kumandanı Süleyman Paşa ile Muhābere “Zât-ı şâhâne selâm buyururlar. S – Mehmed Ali Paşa’nın 13 Teşrînisânî sene 1292 târîhli telgrafını aldınız mı? C – Efendimiz, aldım ve kendisine yine bu gece Balkan’dan gelen taburlarla İzladi’yi ve bâkī taburlarla Orhāniyye ve Kamarlı ve Aşağı Kamarlı geçitlerini tutmak için evâmir-i kat‘iyyeyi verdim. Taşkesen’den be-tekrâr Kamarlı’ya gidecek idi. Lâkin sabâhdan beri daha muhābere edemedim ve kendisinin kullarına yazdığı telgrafla verdiğim cevâbnâmenin bir sūretini makām-ı kāim-makāmîye sabâh yazdım, fermân. S – Müşârun-ileyh, kumandasındaki kuvvetinin mikdârını size bildirdi mi? [454]
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
283
C – Hayır efendimiz, ne müşârun-ileyh bildirdi ve ne de makām-ı kāimmakāmîden sevk olunan taburlar hakkında ma‘lûmât alabildim. Raûf Paşa dahi Balkan’dan kaç tabur gönderdiğini haber vermedi ise de lakin on beş tabur i‘zâm etmesi için mukaddemce yazmıştım. Muahharan bu taburların kumandasına me’mûr edilen Mirlivâ Şükrü Paşa, Hāinboğazı mevki‘i kumandanlığından infisāl ile Orhāniyye’ye giderek taburlarla harekete ta‘yîn kılındığı Hāinboğazı'ndan geçen gün yazması üzerine taburların hareket etmiş olduklarını istidlâl ediyorum. S – Orhāniyye ile mülhakātında iki nizāmiyye altı redîf, on dokuz müstahfız, dört mu‘âvene, ki otuz bir tabur ve Sofya’da yedi tabur müstahfız ve Yenipazar’dan gelmiş iki nizāmiyye ve iki redîf, ki cem‘an on bir tabur ve Turuk’ta dört ve Berkofça’da üç, ki yedi tabur asker olduğu gibi Bosna mürettebâtından dört taburun, 8 ve 9 Teşrînisânî sene 1292 târîhinde Niş’ten çıktığı ve kusūr altı tabur dahi Seniçe ve Niş arasında yollarda olduğu Mehmed Ali Paşa’nın iş‘ârından anlaşılmıştı. Balkan ordusunun on beş tabur tertîb olunmuş ve Raûf Paşa’nın 11 Teşrînisânî târîhli telgrafına göre Şükrü Paşa ma‘iyyetine me’mûr müfreze ile 10 Teşrînisânî’de sabâhleyin ve üçüncü müfreze dahi yine ol gün akşam üzeri [455] hareket ettiklerinden, Orhāniyye için müretteb taburların kâmilen arkası alınmıştır. Hâle gelince; Mehmed Ali Paşa diyor ki, düşmanın İtrepol’e girmesine ve harekât-ı sâire-i mesmû‘asına göre maksadı, kış basmazdan evvel Balkan’ı tecâvüz etmektir. İhtimâl ki niyeti bu olsun. Yâhud ki Orhāniyye’de askerimizi Plevne’ye mu‘âvenetten men‘ için şu hareketi bir nümâyiş bulunsun. Osman Paşa ordusunu tahlīs etmek, ya doğrudan doğruya Mehmed Ali Paşa’nın oraya gitmesine veyâhud ki düşmanın külliyyeti ve müstahfızların muhârebeye kābiliyyetsizliği muhakkak ise müşârun-ileyhin Lofça’yı tutmasına mütevakkıf görülür ise de fennen ne hareket lâzımdır? Sâniyen, Mehmed Ali Paşa kolordusunun hareket-i münferidesi kâfî olmayıp şark ordusunu teşkîl eden ve ekserîsi mu‘allem olan kuvvetlerden birtakımının tasavvur-ı devletiniz gibi düşmanın üssü’l-harekâtına ve birtakımının bi’n-nefs-i Tırnova’ya ve orası olmaz ise yine Tırnova’ya doğru şiddetle ilerlemesine mütevakkıf görünüyor ve eğer düşmanın üss-i hareketini tehdîdin zamânı geçip de Plevne’ye o sūretle mu‘âvenet mümkün değil ise bütün kuvvet ile Tırnova taraflarına ilerleyip Mehmed Ali Paşa ile karşılıklı bir hareket-i ta‘arruziyyeye vakit geçirmeksizin mübâşeret eylemek hātıra gelir ise de yine fennen ve kā‘ideten ve hâlen isābet ve menfa‘at-i şukūk-ı selâsenin birini ihtiyârla mı olur, yoksa bütün bütün başka bir tedbîr-i askerî mi [456] lâzım gelir, onun icrâsı ve kumandanlara evâmir-i mukteziyyenin i‘tāsı me’mûriyyet-i devletlerine âid olduğu ve fakat mehâlik-i zāhîrenin men‘-i vukū‘u için tedâbîr-i mukteziyyenin îfâsı vâcibü’l-ihtār bulunduğu, bâ-irâde-i seniyye beyân kılınır efendim. C – İhsân buyurulan ma‘lûmâttan Berkofça ve Turuk müfrezeleri dâhil-i hesâb olmayarak, elde altmış yedi tabur mevcûd olacak demek olup, bunun elli beş taburu hüsn-i sevk ve isti‘mâl olunabildiği hâlde Plevne ordusu için o taraf
AHMED MİDHAT EFENDİ
284
hissesine musīb olan mu‘âvenet husūle getirilebilir zann ederim. Düşmanın niyetini keşf ve ta‘yîn şimdilik mümkün değil ise de eğer düşman karşısında bir kuvve-i mâni‘a görmez ve kumandanlarımız ile askerimiz gayretsizlikte devâm ederler ise Allâh göstermesin, Orhāniyye’nin değil Filibe’nin bile elden çıkması melhûzdur. Kullarının; umûmiyyet-i kumandaya târîh-i me’mûriyyetim olan 31 Teşrînievvel’den beri ve fennen iktizā eden manevrayı, gerek makām-ı kāimmakāmîye, gerek Mahmûd Paşa hazretlerine arzla, her fedâkârlığı der-uhde ettim ise de hayf ki ekser ma‘rûzātım karîn-i sem‘-i kabûl olmayarak ve bir sürü keşâkeşe uğratılarak redd ettirildi ve şimdi ise o ma‘rûzātın fırsat-ı icrâsı zamânları elden çıktı gitti. Binâen-aleyh, çâresiz kalarak tedbîr-i ahīr olmak üzere Tırnova ve Bela üzerine ta‘arruz [457] sūretlerini arz etmiştim. Bu şık, bir dereceye kadar karîn-i kabûl olarak, icrâsı emri verilmekle Kesrova istirdâdına on ve Elena zabtına otuz bir tabur bi’t-tertîb, kaç gündür sevke başlandı ve taburların ekseri merkez-i hareket ittihāz olunan Ahmedli mevki‘ine muvâsalat eylediler. En son kāfile-i sevkiyyeyi teşkîl eden Tırnova alayı dahi perşembe günü Ahmedli’ye vâsıl olacak ve cuma günü inşâllah Elena üstüne yürünecektir. Lâkin bu hareketten mukaddem Hāinboğazı’yla Estraka arasında ve Koca ve Üss-i Balkan’ında59 Bulgar ve Rustan mütehaşşid beş altı bin kadar eşkıyânın tenkīl-i cem‘iyyetleri iktizā etmekle, evvelki gün altı tabur ve dört dağ topuyla Mirlivâ Hacı Hüseyin Paşa Estraka’dan ve bugün iki tabur ve üç dağ topu ile Miralay Rif‘at Bey Hāinboğazı’ndan tahrîk edildi. Bunların muzafferen avdetinden sonra, ki takrîben cuma gününe kadar behemehâl avdet ederler, Elena cihetine ta‘arruzī harekete ibtidâr edecektir. Bela ciheti için müfrez kuvve-i ta‘arruziyye ise otuz taburdan ibâret olduğu hâlde bugün sevk ve tahrîk edildi. Bunlar sâ‘at 3’ten beri düşmanla muhârebeye devâm ediyorlar. Bergos istihkâmâtından düşman tard u teb‘îd kılındığı gibi Maçka istihkâmâtının ekserîsi zabt olunduysa da maa-mâ-fîh muhârebe netîce-pezîr olmadı. Binâen-aleyh, Tuna şark ordusu sağ [458] vusūl-i cenâhtan harekât-ı lâzıme-i ta‘arruziyyeye ibtidâr ettiği cihetle, fermân buyurulan şukūk-ı selâseden bâkīlerini tercîh ve tahyîre mahal kalmadı. Mehmed Ali Paşa hazretleri ise hâl-i hâzırı hükmünce ta‘arruz değil müdâfa‘ada bile iktidârsızlığından bahs ediyor. Şimdi ise müşârun-ileyh Orhāniyye ve İtrepol karşısındaki düşmanı tepeleyip Lofça tarīkıni tutmak lâzım idi. Her ne hâl ise Tuna şark ordusunun mübâşir olduğu harekât-i hâliyye Plevne ordumuza bi’l-vâsıta i‘âneye başladı ise de Lofça cihetine doğrudan doğruya Mehmed Ali Paşa tarafından ilerlemek hareketine mübâşeret olunmadıkça, yine bir netîce-i müsmire husūlünü ümîd edemem. Sūret-i irâde-i seniyyeden bu cihetin harekâtı hakkında ve bu cihetin müttehazı olacak manevradan hāk-pâ-yi şâhâneye arz-ı ma‘lûmât edilmediği anlaşılıyor. Emr u fermân-ı âlî şeref-müte‘allık olduğu hâlde Plevne’nin istihlâsı hakkında şimdiye kadar takdîm ettiğim evrâk, makām-ı kāim-makāmîden veya Mahmûd 59
Yahut Kocavas Balkan’ında, ﻗﻮﺟﻪ واس. (haz.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
285
Paşa hazretlerinden ahz olunabilir. Kulları, çarşamba günü buradan Ahmedli mevki‘ine müteveccihen hareketle, cuma günü evâil-i ta‘arruzda ordu ile birlikte bulunacağım ve inşâllah Elena ve Kesreve zabt olunduktan sonra, Hāinboğazı'ndan celb edilecek taburlarla kuvve-i ta‘arruziyyemiz kesb-i cesâmetle elli tabura bâliğ olacağından, bu kuvvetle hâlin hüküm ve müsâ‘adesine göre [459] Tırnova ve Gabrova üzerine yürünecektir. Hemen Cenâb-ı Hakk, şevketli efendimiz hazretlerinin ömr ü ikbâl-i hümâyûnlarını müzdâd ve asr-ı hümâyûnlarını gıbta-bahşâ-yı eslâf ve ahlâf eylesin, âmin.” İşbu muhāberede beyân olunduğu vechile, vâkı‘â Süleyman Paşa Elena üzerine icrâ eylediği hareket-i ta‘arruziyyede pek güzel bir muvaffakiyyete nâil olmuş ise de ne fâide ki onu müte‘âkib, Osman Paşa dahi Plevne’de artık sebâtı gayr-ı mümkün görmesiyle teslîm-i silâha mecbûr olduğundan, bu hareket-i ta‘arruziyyedeki muvaffakiyyetin de bir gûne semeresi görülememiş ve binâen-aleyh Plevne sukūtundan sonra, iltizâmı lâzım gelen tertîbât-ı askeriyyeden olarak Mâbeyn-i Hümâyûn-ı mülûkâneden çekilen şu telgrafnâme hükmünce Tuna’dan Balkan cihetine sevk edeceği asker için Elena’yı dahi tahliyeye lüzûm görmüştür. [Plevne’nin Düşmesinden Sonra Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Çekilen Telgraf] Sūret-i Telgrafnâme “Bugün Avrupa’dan gelen haberlerden, Osman Paşa hazretlerinin Plevne’den Vidin tarafına gitmek için ittihāz ettiği hareket-i askeriyye düşmanın mukāvemet-i azīmesiyle te’sîrsiz kalıp, askerimizin bir muhârebe-i hūn-rîzâneden sonra terk-i silâha mecbûr ve Osman Paşa’nın mecrûh olduğu anlaşıldı. Ve bu haber-i müellim bütün erkân-ı devleti ve milleti ve ale’l-husūs pâdişâhımız [460] efendimizi fevka’l-gāye dil-hūn etti. Lâkin keder ve esefin fâidesi olmadığı gibi ma‘lûm-ı devletleridir ki, şu vak‘a-i müdhişeden dolayı ye’s ü fütûr getirmek daha ziyâde muzır olduğundan, çâre-i selâmetimiz evvelkinden ziyâde sebât ve mukāvemettedir. Şu hâlden dolayı tasavvurât-ı askeriyyemizin değiştirilmesi tabî‘î olduğu gibi düşmanın bu günden sonra umûm-ı kuvvetiyle Balkan’ın içerilerine ve belki devletlerin tavassutu girmeksizin ve bizim tecdîd-i kuvvet etmemize vakit bırakılmaksızın Edirne’ye ve daha ilerilere tasallut etmesi bedîhî olduğundan, Allâh göstermesin bu maksadını dahi hâsıl eder ise, işte ol vakit binâ-yı devlet ve millet-i İslâmiyye esâsından münderis olur. Binâen-aleyh, yapacağımız şey bir dakīka bile zamân kayb edilmeyerek Sofya’da bulunan ve kısm-ı küllîsi firâra hâzır müstahfızlardan mürekkeb olması hasebiyle, mu‘allem ve mücehhez düşman askeri karşısında sebâtları muhâl olduğu kumandan-ı lâhikın iş‘ârıyla dahi müsbet olan kolordumuzun teksîr-i kuvvetiyle berâber Edirne hatt-ı müdâfa‘asının şimdiden te’sîsine mütevakkıf olup, bu da elde olan cedvelden anla-
286
AHMED MİDHAT EFENDİ
şıldığı üzere, şark ordusunda 160 bu kadar tabur bulunduğundan Mısırlılar dahi dâhil olduğu hâlde, kısm-ı lâzımının oranın müdâfa‘asında ibkāsıyla bâkīsinin Balkan’ın bu tarafına sevk edilerek hemen nikāt-ı [461] lâzımeye ta‘biye olunmalarıyla hâsıl olacağı misillü, düşman Plevne’yi aldıktan sonra, bilâ-teahhur bu cânibdeki hedeflerine teveccüh edeceğinden, eğer bu taburlar düşmanın hareketiyle mütenâsiben hareket eyleyip de cüz’î teahhur etseler, sonradan vusūlleri fâide-bahş olamayacağından, bu sâ‘atten i‘tibâren kemâl-i sür‘atle tahrîk ve sevkleri vücûb-ı kat‘î tahtında görünüyor. Gerçi şark ordusundaki kılâ‘ ve istihkâmâtın muhâfazası lüzûmu müsellem ise de ne çâre ki, düşmanın Sofya cihetindeki askerimize dahi galebesi ve Edirne’ye tecâvüzü ve belki fetihten beri istîlâ görmeyen İstanbul’a teveccühü hâlinde, artık şark ordusunun dâire-i muhâfazasındaki mahallerde sebât, bi’t-tabi‘ maksada hizmet edemeyeceğinden mâ-adâ, belki bir hareket-i şedîde ile birbirlerine ittisālâtının kesilmesi dahi akvâ-yı ihtimâl olmakla, kuvvetinizin kısm-ı a‘zamının en kestirme ve sâlim tarīkler ile Balkan’ın beri tarafına sür‘at-i tâmme ile irsâlleri zarûrî ve düşmana karşı kâfî bir kuvve-i müdâfa‘a hâsıl edeceğimiz cihetle, âtîmiz için dahi fâideli görülür. Bu bâbda mütāla‘a-i aliyyelerinin şimdi beyânına muntazırım.” Fi 30 Teşrînisânî sene 1293
(Sa‘îd)
Plevne’nin ol sūretle sukūtu, Rumeli hezîmetinin mütemmimi demek olup, ondan sonra düşman karşısına birkaç Plevne daha îkā‘ olunabilir idi. Ancak sözü bu tertîbât-ı ahīraya [462] nakl etmezden evvel, Karadağ tarafıyla Sırbiyye cihetinde vukū‘ bulan hakāyıka dahi bir nazar-ı icmâl atf etmek lâzım gelir. Zîrâ Mehmed Ali Paşa kumandasıyla Bosna cihetinden ve Süleyman Paşa kumandasıyla dahi Bar’dan birtakım asker Edirne ve Tuna ordularına getirildikten sonra, Karadağlılar fırsatı ganimet ittihāz ederek, harekât-ı ta‘arruziyyelerini şiddetlendirmiş oldukları gibi Sırplılar dahi Rusların galebeye başladıklarını görür görmez i‘lân-ı husūmet eylemişler idi ki, bu iki madde içinde bilinmesi lâzım olan hakāyıkın dercine münâsebet alan yer dahi ancak burasıdır. Karadağ ahvâli Mâbeyn-i Hümâyûn Serkitâbet-i Celîlesi tarafından Bâb-ı Âlî’ye yazılan bir tezkire ile onun üzerine Meclis-i Askerî’den kaleme alınan bir mazbata meâlinden müstebân olacağı cihetle, bunlar ve mazbata-i mezkûrenin takdîmini müş‘ir tezkire-i sadâret, ber-vech-i âtî sırasıyla derc olundular.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
287
Resim 58: Gazi Osman Paşa’nın Plevne’den çıkış harekâtı. (Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 30-31.) Mâbeyn-i Hümâyûn’dan [Bâb-ı Âlî’ye Karadağ’ın Durumuna Dâir] Tezkire “Karadağlıların tenkīli bir müddettir hasbe’l-hâl mahallî tedâbîrine bırakılmış ise de Dağlılar kuvve-i mütekābilenin adem-i kifâyetinden istifâde ile refte refte Bosna kıt‘asını istîlâya başladıklarına ve kat‘iyye-i mezkûrenin ma‘lûm ve müsellem olan ehemmiyyeti orasını hiçbir zamânda nazar-ı i‘tinâdan teb‘îd edemeyeceğine [463] mebnî, ol bâbda isābet-efzâ-yı sünûh ve sudûr olan emr u fermân-ı hümâyûn-ı pâdişâhîye tevfīkan icrâ kılınan vesāyâya ve kuvve-i mevcûde-i askeriyyenin isti‘lâm-ı mikdârına cevâben, Bosna vâlîliğinden ve Ali Sāib Paşa ve Hâfız Paşa ve Sālih Zeki Paşa hazerâtından gelen telgrafnâmelerin halli, manzūr-ı âlî buyurulduktan sonra, bâ-irâde-i seniyye savb-ı sâmî-i sadâret-penâhîlerine irsâl kılındı. Bunların mündericâtının her biri başka başka şâyân-ı dikkat mevâdd-ı mu‘tenâ-bahâdan olmakla, arīz u amīk mütāla‘asıyla karârlarının arz u ifâde ve mezkûr telgrafların i‘âdesi, irâde-i seniyye-i mülûkâne iktizā-yı âlîsinden olmakla, ol bâbda emr u fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir.” Fi 14 Ramazān sene 1294
(Sa‘îd)
Sadâretin [Tezkire’ye] Cevâbı “İşbu tezkire-i aliyyeleriyle irsâl buyurulan evrâk, Meclis-i Askerî’ye havâle olunmuş idi. Ol bâbda cereyân eden müzâkerâtı mutazammın kaleme alınan mazbata, evrâk-ı mezkûrenin i‘âdesiyle leffen savb-ı sâmîlerine irsâl kılınmış ve
288
AHMED MİDHAT EFENDİ
mebâliğ-i matlûbenin sarf u i‘tāsı için İşkodra vâlîliğine me’zûniyyet i‘tāsıyla berâber, Mâliye Nezāret-i Celîlesi’ne dahi bâ-tezkire-i mahsūsa teblîğ-i keyfiyyet olunmuş idüğü beyânıyla, terkīm-i hâmişe ibtidâr kılındı, efendim.” Fi 28 Ramazān sene 1294 ve fi 24 Eylül sene 1293
[464]
[Meclis-i Askerî’de Kaleme Alınan Karadağ’ın Durumuna Dâir Bir Mazbata] Sūret-i Mazbata “Dağlıların tenkīli bir müddettir hasbe’l-hâl mahallî tedâbîrine bırakılmış ise de Dağlılar kuvve-i mütekābilenin adem-i kifâyetinden istifâde ile refte refte Bosna kıt‘asına istîlâya başladıklarından ve kıt‘a-i mezkûrenin ma‘lûm ve müsellem olan ehemmiyyeti orasını hiçbir zamânda nazar-ı i‘tinâdan teb‘îd edemeyeceğinden, ol bâbda isābet-efzâ-yı sünûh ve sudûr olan emr u fermân-ı hümâyûn-ı pâdişâhîye tevfīkan icrâ kılınan vesāyâya ve kuvve-i mevcûde-i askeriyyenin isti‘lâm mikdârına cevâben, Bosna vilâyetinden ve devletlü Ali Sāib Paşa ve sa‘âdetlü Hâfız ve Sālih Zeki Paşalar hazerâtından gelen telgrafnâmelerin halli irsâl kılındığı ve bunların mündericâtının her biri başka başka şâyân-ı dikkat mevâdd-i mu‘tenâ-bahâdan olup, arīz u amīk mütāla‘asıyla karârının arz u ifâdesi irâde-i seniyye-i hazret-i mülûkâne iktizā-yı âlîsinden bulunduğu beyânıyla, icrâ-yı îcâbı Mâbeyn-i Hümâyûn Başkitâbet-i Celîlesi’nden vârid olup meclis-i âcizânemize havâle buyurulan tezkire-i aliyyede iş‘âr buyurulmuştur. Mezkûr telgrafnâmeler lede’l-mütāla‘a müşârun-ileyhimden Sālih Zeki Paşa’nın telgrafnâmesi meâli, fırkanın kuvve-i mevcûdesi yirmi taburdan ibâret olduğu ve herkesin te’mîn-i muhâfazası zımnında Bosna’dan on tabur ve 2-3 top daha nakl u sevk olunarak, Üstülce’de bir fırka-i seyyâre [465] teşkîli lüzûmunu ve bu asker gelinceye kadar zâten muhkem olmadığı cihetle usātın tazyīkāt-ı külliyyesine mukābele etmesi kābil olmayan kal‘elerdeki asker toplanılmak ve Dağlı’nın o havâlîdeki kuvvetinin azalması için İşkodra ve Yenipazar fırkalarınca dahi harekât-ı ta‘arruziyye icrâ edilmek iktizā edeceğini mübeyyin olarak, Yenipazar kumandanlığının telgrafnâmesi müfâdı dahi Hersek fırkasının ta‘arruzdan masûniyyeti için İşkodra fırkasından Çetine üzerine hareket edilmek ve bunun için müceddeden İşkodra’ya asker sevk olunmak ve Bosna fırkasında bulunan taburlardan yirmi beşi hâl-i tedâfü‘îde bulunarak, 8.000 ve bir mikdâr asâkir-i mu‘âvenenin Bosna kumandanı sa‘âdetlü Veli Paşa ile Hersek’e nakliyle, Hersek kumandanlığı müşârun-ileyhe tefvīz kılınmak ve Yenipazar fırkası dahi Sırplıların ta‘arruzu hâlinde Karadağ’a karşı hâl-i tahaffuzīde durup Sırplıların üzerine şiddetle varılabilmek için fırka-i mezkûreye on iki tabur daha ilâvesiyle mevcûdu otuz beş tabura iblâğ edilmek lüzûmunu arz u beyândan ve Bosna vilâyetinin telgrafnâmesi hulâsası dahi, yalnız Bosna ve Hersek taraflarında bulunan asâkiri mu‘âvenenin ahvâl ve mikdârını ve Hersek’te bulunan asâkir-i mu‘âvenenin Bosna’dan gidecek asâkirin vürûduna kadar, oradaki asâkir-i şâhâne ile birlikte
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
289
hizmet-i muhâfazaya [466] gayret eylemesi için vesāyâ icrâ kılındığını ve Bosna’dan Hersek’e gidecek taburların ve gönderilecek cephānelerin sür‘at-i sevkine çalışıldığını mübeyyin olarak, başka bir tedbîr gösterilmeyip İşkodra kumandanı Ali Sāib Paşa hazretlerinin telgrafnâmesi fezlekesi dahi İşkodra fırkası kuvve-i cünûdiyyesinin mikdâr ve mahall-i ikāmetlerini ve kuvve-i mevcûde ile Dağlı aleyhine bir şey yapmak mümkün olamadığını ve gerek usāt yedine girmezden evvel, Hersek ve Bosna ve Yenipazar fırkalarınca yapılması iktizā eden ve gerek Nikşik’in teslîmini müte‘âkib istirdâdı zımnında ittihāzı îcâb eden tedâbîr, taraflarından tastīr olunan telgrafnâmelerde muharrer olduğundan, onların mütāla‘ası husūsunu iş‘ârdan ibâret bulunmuştur. Ali Sāib Paşa hazretlerinin mukaddem ve muahhar vürûd eden telgrafnâmelerinde Bosna ve Yenipazar fırkalarının i‘âne-i külliyye-i askeriyyesiyle Hersek ve İşkodra’dan Nikşik üzerine varılıp, Dağlı’nın te’dîbi sūreti iş‘âr olunmuş olup ve bu husūs ehass-ı âmâl ise de müşârun-ileyhe cevâben dahi yazıldığı vechile, Sırplıların kemâl-i keremi ile tehiyyât-ı isyâniyyede bulunmasından dolayı, Bosna ve Yenipazar taraflarından asker kaldırmaklığın câiz olamaması ve büyük düşmanımız olan Rusya’yı karşılamak üzere Hersek ve İşkodra’dan bu tarafa celb olunan asâkirin mâ-bâkīsi mezkûr fırkalarca hareket-i [467] cesîme-i ta‘arruziyye icrâsına kâfî olmaması, Nikşik’e imdâd edilememesi, orasının elden çıkmasına sebebiyyet vermiş ve el-yevm bu hâlin bâkī olması, ya‘ni her taraftan mütemâdiyyen Sırplıların tedârikât-ı külliyyesi haberleri gelmesi Bosna ve Yenipazar fırkalarının yerlerinden ayrılmamasına lüzûm göstermekte bulunmuş olduğundan ve Dersa‘âdet’çe tedârik olunabilen asâkir-i şâhâne dahi düşman-ı aslî olan Rusya’nın men‘-i maksad-ı istîlâ-cûyânesi için Rumeli kıt‘asının îcâb eden mahallerine sevk olunmakta olup, mevâki‘-i harbiyyenin gayrıda bulunan asâkir-i şâhâne dahi bulundukları mahallerin ehemmiyyeti nisbetinde olarak, hiçbirinden asker alınmak mümkün olamaması cihetle, ol taraflara müceddeden asker tertîbi imkânı mefkūd olmamasına mebnî, Dağlı’nın tamâmiyle terbiyesi maddesinin şimdilik te’hīriyle, Hersek ve İşkodra fırkalarının Dağlılara ve Bosna ve Yenipazar fırkalarının Sırplılara karşı şimdilik hâl-i tedâfü‘îde bulunmasından başka çâre görülememiştir. Fakat Hersek’in kuvve-i mevcûdesi Dağlı’nın kuvve-i külliyye ile vukū‘ bulan tasallutātını tamâmiyle men‘ ve def‘ edecek derece ve nisbette olmamasına ve Bosna’dan isti‘âne edilmesine mebnî, hemen beş tabur asâkir-i şâhâne ile dört kıt‘a topun Hersek’e irsâli, Bosna kumandanlığına iş‘âr kılınmış ve âzâde-i arz u ta‘rîf olduğu vechile, Nikşik’in teslîminden sonra, Dağlılar Hersek kıt‘asınca [468] ne taraftan başgösterecek olsalar, üzerlerine varılıp def‘ u tenkīl olunabilmeleri için Hersek fırkasının kuvve-i mevcûdesi nikāt-ı münâsebede topluca bulundurulmak lâzım gelirken, müşârunileyh Sālih Zeki Paşa’nın bu dakīkayı gözetmeyerek taburları dağınık hâlde bulundurması, usātın tecâvüzât ve ta‘arruzâta cür’et etmesine ve Duga kuleleriyle Pive’nin ve Bileke’nin Dağlı elinde kalmasına sebebiyyet vererek, müşârunileyhin zâten tebeyyün eden iktidârsızlığına mebnî, azl ile yerine Süleyman Paşa
290
AHMED MİDHAT EFENDİ
zamânında Hersek’te müstahdem olup ma‘lûmât-ı mahalliyyesi ve ehliyyeti olan Mirlivâ Ali Paşa ta‘yîn ve Dağlı’nın harekât-ı ta‘arruziyyesinin âcilen men‘i zımnında kuvve-i mütereffika-i askeriyye cem‘ u tahşîd olunarak, onun ve mevcûd asâkir-i zabtiyye ve mu‘âvenenin îcâb-ı mevki‘ ve maslahata göre hîn-i istihdâmıyla esbâb-ı muhâfazanın te’mîni müte‘addid telgrafnâmeler tastīriyle paşa-yı mûmâ-ileyhe tavsiye ve tenbîh olunmuştur. Bosna vilâyet-i celîlesinin melfûf telgrafnâmesinde, Hersek asâkir-i mu‘âvenesinin 5.000 bu kadar nefer olduğu ve asâkir-i zabtiyyenin dahi dört tabur idüğü mukaddemâ bildirildiği hâlde, bunlardan asâkir-i mu‘âvenenin mevcûdu 260 ve zabtiyyenin 185 raddesinde olduğu bu kere kumandanlıktan mevrûd telgrafnâmede gösterilerek, bu mübâyenetin esbâbı isti‘lâm kılınmıştır. Ve esbâb-ı ma‘rûzadan [469] dolayı İşkodra fırkasınca dahi hâl-i tedâfü‘î ve tehaffuzîde bulunulmak ilcâât-ı maslahattan olmakla, keyfiyyet müşârun-ileyh Ali Sāib Paşa hazretlerine izbâr ve Sotluların ( )ﺳﻮﻃﻠﻴﻠﺮكKaradağlı’ya meyl ettirilmesine çalışıldığını ve bu hâl hâsıl olur ise cibâl-i sâireye de sirâyet edeceğini beyân etmiş olduğundan, ne yapılır ise yapılıp ve iktizāsına göre bu yolda akçe sarfından çekinilmeyip rüesâ-yı Cibâl’in elde edilmesi dahi ilâveten izbâr kılınmıştır. Hersek kumandanlığından vürûd eden telgrafnâmelerde ol sūretle idâre-i maslahat esbâbının istihzārına çalışıldığı beyân ve Ali Sāib Paşa hazretlerinden mevrûd cevâbda dahi ber-minvâl-i ma‘rûz rüesâ-yı Cibâl’in te’mîniyle lede’l-hâce Dağlı aleyhinde kullanılmaları hakkında tedâbîr-i mahalliyyeye teşebbüs olunup, bunun için lüzûmu olacak akçenin irsâli sūreti der-meyân olunmuş olmakla, şimdilik 500.000 kuruşun irsâli Bâb-ı Âlî’ye arz kılınmıştır.” “Yenipazar fırkası için kumandanı Hâfız Paşa hazretlerinin istediği on tabur daha bahsine gelince, şimdiki hâlde gönderilecek elde bir kuvve-i zâide olmadığından, şu aralık bunun imkânı olmadığından, oluruyla idâre olunması zarûrî bulunmuştur. Meclis-i âcizânemizin mütāla‘ât-ı hâzırası bu merkezde olmakla, her hâlde emr u fermân hazret-i men lehü’l-emrindir.” [470] Fi 24 Ramazān sene 1294 ve fi 20 Eylül sene 1293 Mehmed Sādık, Halîm, Ömer Fevzi, Ahmed Hamdi, Mehmed Nâmık, Rızā, Mustafa Karadağlılarla musālaha olunamamış bulunduğundan, onların sâlifü’zzikr sūretle tecdîd-i harekât-ı hasmâneleri şâyân-ı istiğrâb görülmez ise de Sırplılara saltanat-ı seniyyenin gösterdiği mu‘âmele-i afv u safhın kadrini bilerek müteşekkir kalacaklar iken, küfrân-ı ni‘mette bulunmaları her hâlde câ-yı istiğrâbdır. Bunlarda görülen isyân isti‘dâdı üzerine Londra sefâret-i seniyyesi vâsıtasıyla İngiltere devletinin efkârı istimzâc olundukta, alınan ma‘lûmât dahi şâyân-ı dikkat olmasıyla, ol bâbda Londra sefâretinin cevâbnâmesini aynen ve evvel-be-evvel derc etmeye lüzûm gördük.
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
291
[Sırplıların İsyan Hazırlığı Hususunda Fikri Sorulan İngiltere’den Alınan Malumata Dâir Londra Sefâreti’nin Cevâbnâmesi] Sūret-i Cevâbnâme “186 numaralı telgrafnâme-i devletlerini ahz ile mündericâtını şerh ve îzāh ederek, Lord Derby’ye teblîğ eyledim. Müşârun-ileyh Prens Milan’ın Rusya imparatoruna ettiği ziyâret hakkında taraf-ı âlîlerinden beyân buyurulan mülâhazātın karîn-i hakk u savâb olduğunu ve Bâb-ı Âlî’nin Sırp emâreti hakkında gösterdiği bunca âsâr-ı lutf u inâyet üzerine, şimdi prensin hükûmet-i metbû‘asıyla muhârib bulunan bir hükümdârın [471] nezdine gitmesinden, Devlet-i Aliyye’nin müteessir olması tabî‘î idüğünü tasdīk ile bu teşebbüsün izâle-i te’sîr-i ma‘neviyyesi İngiltere’nin elinden olmadığı cihetle, bundan bir kat daha müteessif olduğunu beyân eyledi ve şunu dahi ilâve olarak söyledi ki, prensin imparator nezdine vukū‘ bulan ziyâreti Sırplılar tarafından yeniden i‘lân-ı isyânı müntic olacağını me’mûl etmem. Çünkü gerek Sırplılar ve gerek Milan o hâlde Avusturya devletinin haklarında ittihāz edeceği hareketten havf u ihtirâz ederler. Fi 18 Haziran sene 1877
(Musurus)
Sırbiyye tecâvüzâtı üzerine Süleyman Paşa’dan gelen bir telgrafla, Mâbeyn-i Hümâyûn’un bir tezkiresi ve Bâb-ı Âlî’nin cevâbı, ba‘zı hakāyık-ı mühimmeyi şâmil olduklarından, ber-vech-i âtî derc olundular. [Sırbistan’ın Tecavüzlerine Dâir] Süleyman Paşa’nın Telgrafı “Dünkü takdîm ettiğim arîza-i telgrafiyye ile Mirlivâ Yahya Paşa’nın iki tabur ile Babina Glava’yı muhâfaza ve Planka’ya da bir tabur i‘zâmı emri verildiğini arz etmiştim. Bu gece paşa-yı mûmâ-ileyhten aldığım telgrafnâmede, Sırplılar kuvve-i külliyye ile İzover ve sâir karakollarımız üzerine yürüyerek, muhâfazasına me’mûr asâkir-i zabtiyye geri çekilip, taburlar Babina Glava’yı üzerine doğru gider iken gece vakti bir tehlikeye [472] uğranılmamak üzere, Şehirköyü üstündeki Yıldıztepe’sine geri çekildiğini ve bu bâbda ne yapmak lâzım geleceğini istîzân eyledi. Taraf-ı âciz yedinde ahvâl ve mikdâr-ı düşmanı gündüz gözüyle ta‘yîn ve takdîr etmek üzere Midhat Paşa Hanı önüne doğru bir keşif kolu çıkarılıp, şimdilik Yıldıztepesi istihkâmâtının takviyesiyle Emsen ( )اﻣﺴﻦve Niş ile Sofya ve Şehirköyü’nün vâsıta-i irtibâtı bulunan Planka mevki‘inin muhâfazasına gönderilen taburun son mertebeye kadar müdâfa‘aya kıyâm etmesini cevâben beyân ettim. Sofya’da şimdilik kuvvet olmadığından Şehirköyü’ne i‘âne imkânı mutasavver değil ise de Elena’dan bugün Tatar Pazarcığı’na vusūlünü ümîd ettiğim Reşîd Paşa livâsından ma‘lûmât aldığımla, livâ-i mezkûru Kapucak Derbendi’ne ve Necîb Paşa ile berâber bulunan beş taburu dahi Şehirköyü’ne tahrîk etmek azmindeyim. Niş mevki‘inde dördü müstahfız biri redîf olmak üzere
292
AHMED MİDHAT EFENDİ
beş tabur ve dörder bölük de Kurşunlu ve Ürgüp’te bulunduğundan, her ne kadar vesāyâ-yı cevâbiyye i‘tā kılındı ise de bunların düşmanın külliyyetine karşı duracaklarını ümîd edemiyorum. Kosova vilâyetinden Niş ciheti için müretteb Prizren asâkir-i mu‘âvenesi ile mu‘âvene-i mütehaşşide-i sâire, geçen hafta Bâb-ı Âlî’nin emr-i mahsūsuyla dağıtıldığından dolayı, Niş’e bu günlerde imdâd mümkün olamayacağı ve Kosova vilâyetiyle bu gece edilen muhāberede [473] on güne kadar mu‘âvene yetiştirebileceği anlaşılmış ise de ol mikdâr müddet zarfında Niş cihetinin ne hâl kesb edeceğini ta‘yîn mümkün değildir. Yenipazar kumandanlığı dâiresinin mümted olduğu Mitroviçe’den Yenivaroş ve Pireboy mevki‘ine kadar on taburu olup, bunlar her noktada muhtemel olan ta‘arruz için zayıftırlar. Maamâ-fîh Hâfız Paşa hazretlerine Ragusa ile Yenipazar beyninde olup Banya’dan gelen Sırt’ın ve Yenipazar tarīkınin muhâfazası ehemmiyyetini teblîğ ettim ve kendisi bugün Mitroviçe’den Yenipazar’a müteveccihen hareket edecektir. Bosna kumandanlığı dâhilinde dahi Vişgrad’dan Tuna dâhilinde bulunan Belene’ye kadar maa müstahfız ve kordon on bir buçuk tabur olup, cem‘an yekûn Şehirköyü’nden Bosna aksā-yı hudûduna kadar Sırp’a karşı on yedi tabur var ise de müteferrik ve pek tavîl mesâfeyi muhīt olduklarından, hiç biri ta‘arruza hâzırlanan düşmanın bir nokta üzerine cem‘ u sevk edeceği kuvve-i ta‘arruziyyeye karşı mukāvemet hâlinde değildir. Vidin kumandanlığının tertîbât-ı mutasavveresi hakkında İzzet Paşa’nın uzak bir mesâfede istihkâm inşâsıyla meşgûl bulunmasından dolayı, Mirlivâ Şerîf Paşa’dan aldığım telgrafnâme medlûlünce, dünkü gün muhābere olunacak iken hatt-ı telgrafın ‘Midhat Paşa Hanı’ndan düşman geliyor’ telâşıyla, evvelki gece kaldırılması dün çâre-i muhābere imkânını [474] sedd eylediği gibi gece Babina Glava’ya me’mûren giderken aldığı haber üzerine Yahya Paşa’nın avdet edişi ve Sırplının İzover karakolları ve civârını istîlâ şâyi‘ası, artık Vidin’le muhābere mühimmesini bütün bütün ıskāt eyledi. Şu ahvâl-i ma‘rûza hükmünce Sırplının Sofya’ya takarrübünü men‘ için Şehirköyü kuvvetinin lâ-ekall on beş tabura iblâğı lâzım olduğu arz olunur.” Fi 5 Kânûnievvel sene 1293
(Süleyman)
[Sırbistan’ın Tecâvüzlerine Dâir] Mâbeyn’in Tezkiresi “Süleyman Paşa hazretlerinden Mâbeyn-i Hümâyûn’a gelip sūret-i mahlûlesi leffen irsâl kılınan telgrafnâmeye nazaran, Kosova vilâyetinden Niş ciheti için müretteb Prizren asâkir-i mu‘âvenesiyle, mu‘âvene-i mütehaşşide-i sâirenin Bâbı Âlî’nin emriyle dağılmış olduğu anlaşılıyor. Bu emri i‘tāya sebeb ne ise hemen iş‘ârı emr u fermân buyuruldu, ol bâbda emr u fermân hazret-i veliyyü’lemrindir.” Fi 12 Cemâziyelâhir sene 1294
(Sa‘îd)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
293
[Sırbistan’ın Tecâvüzlerine Dâir] Sadâretten Zeylen Cevâb “Asâkir-i merkūmenin ol havâlîye celb ü cem‘ olunup da dağıtılması için emri resmî verilmiş değildir. Fakat Sırp emâretinin i‘lân-ı husūmet ettiğinden evvelce, Kosova vilâyetinden alınan telgrafnâmede asâkir-i mürettebenin memleketlerinden Sırp hatt-ı imtiyâzı civârına celbiyle berâber, içeriye akın etmelerine hemen [475] cevâz gösterilmez ise birkaç gün içinde dağılacakları ve sonra toplanmaları müşkil ve belki gayr-ı mümkün olacağı yazılmış ve ber-vech-i muharrer, ol vakit Sırplılar muhāsameye karâr vermedikleri cihetle, o taraftan öyle bir i‘lân vukū‘undan evvel, Arnavudların hatt-ı imtiyâza getirilmesi ve zabtları kābil olamayıp da tecâvüzlerine meydân verilmesi lâzım gelse idi, hareket-i harbiyyenin sebebiyyeti Devlet-i Aliyye’ye tahmîl olunacağı mülâhazasıyla ve Meclis-i Vükelâ karârıyla asâkir-i mürettebenin i‘lân-ı husūmetten evvel, birkaç gün hattı imtiyâza takrîb edilmemesi cevâben iş‘âr kılınmış idüğü, hâsılı bu teblîğ ve tavsiye vilâyetin inhâsı üzerine vukū‘ bulup, ancak şimdiki hâlde bunun hükmü kalmamış, ya‘ni asâkir-i merkūmenin her türlü tecâvüzî harekete kıyâmları zâten me’zûniyyet altında bulunmuş olduğunun atebe-i seniyyeye arzı mütemennâdır, efendim.” Fi 13 Cemâziyelâhir sene 1294
(Edhem)
Resim 59: Dobruca’da bir Türk köyünün Rus ve Bulgarlar tarafından yakılıp yıkılması. (Nedim İpek, Rumeli'den Anadolu’ya Türk Göçleri : 1877-1890, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1994, s. 264.)
294
AHMED MİDHAT EFENDİ
Sırbiyye ile Karadağ’ın şu sūretle muhârebeye iştirâk etmeleri kaziyyesinin gavâil-i harbiyyeyi bir kat daha teşdîd edeceği ve ettiği başkaca mütāla‘a olunacak bir keyfiyyettir. Hattâ Yunanistan dahi bidâyet-i mes’eleden beri saltanat-ı seniyyeye karşı i‘lân-ı husūmete hâzırlanmakta olmasıyla berâber, birtakım muharrikler ahâlîsi Rum olan vilâyetlerde bir fesâd îkā‘ına çalışmakta idiler, muhârebenin şekli diğer gün olduktan sonra bu ehemmiyyet dahi [476] berter olup, hele Girid ciheti büsbütün nazar-ı ehemmiyyeti da‘vet edecek bir hâlde idi. Ol bâbda Mâbeyn-i Hümâyûn’dan yazılan tezkire-i âtiyye hayli îzāhât-ı mühimmeyi câmi‘dir. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan Yazılan Tezkire] Sūret-i Tezkire “Girid’de bulunan kuvve-i nizāmiyye, mertebe-i kifâyeden dûn olduğu gibi bunun hasbe’l-hâl teksîri dahi mu‘tezir olup, karîben muhtemel olduğu üzere, şu aralık orada bir hâdise zuhûr ve Yunanîler tasallut ederler ise yalnız donanma cezîrenin muhâfazasına kifâyet edemeyerek, ma‘âzallâh gerek adanın ve gerek sekene-i İslâmiyye’nin muhātaraya dûçâr olmasından havf olunur. Ahâlî-i İslâm’ın teslîhiyle hîn-i hâcette müdâfa‘aya hâzır bulundurulmalarından gayrı, bu bâbda bir çâre hātıra gelmez ise de taraf-ı devletten esliha-i kâfiyye irsâlinde dahi imkânsızlık görülür. Binâberîn muhârebe-i hâzıranın îcâb ettiği esbâb-ı ihtiyâtiyyeden bahisle, teba‘adan istek eden ve zî-kudret olanların kendi bedenlerinden esliha-i harbiyye mübâya‘a etmelerine me’zûniyyet verilmesi, cem‘ olunacak akçenin mâl sandığına i‘tāsıyla, hükûmetçe silâhlar mübâya‘a ve mahsūsan bir de depo te’sîsiyle oraya vaz‘ olunarak, îcâbı hâlinde ahâlîye tevzî‘ olunması ve ol vakte kadar dahi asâkir-i mu‘âvene sınıfına dâhil olacaklara icrâ-yı ta‘lîm edilmesi münâsib-i tasavvur buyurulmuştur. Havâss-ı vükelâ ile bi’l-müzâkere ahâlînin inzımâm-ı [477] ma‘rifet-i hükûmetle silâh mübâya‘asına me’zûniyyetleri tasvîb olunduğu hâlde, gerek Girid’e ve gerek sâir vilâyât-ı lâzımeye icrâ-yı teblîgāt olunmasıyla berâber, bu bâbda hükûmetçe îcâb eden teshîlâtın dahi îfâsı ve bir de beyâna hâcet olmadığı üzere sâir memleketlerde gönüllü askeri iki kısım olup, onun biri bizde olan asâkir-i mu‘âvenedir ki, seyyâr ve muhârebe zuhûrunda mevki‘-i harbe me’mûr olur. Diğer kısmı asâkir-i milliyyedir ki, vakti harbde darü’l-harbe gidecek asâkir-i muntazamanın yerine geçerek, âsâyiş ve inzibât-ı memleketi muhâfaza ederler. İşbu kısm-ı sânîye mümâsil olmak üzere, vilâyetlerde dahi asâkir-i milliyye taburları teşkîline ruhsat verilip, her kazā bir veya birkaç tabur asâkir-i milliyye bölükleri teşkîl ederek, yüzbaşı ve onun mâdûnunda olan zābitler, kāim-makāmın reyiyle yine ol kazā sekenesinden ve her livâ bir veya birkaç asâkir-i milliyye taburu teşkîl ederek, binbaşı ve yüzbaşı ile binbaşı arasındaki zābitleri vâlî-i vilâyet ve mutasarrıfın inzımâm-ı reyiyle, yine ol sancağın ahâlîsinden ve her vilâyet bir veya müte‘addid asâkir-i milliyye alayı teşkîl ederek, her alayın miralayı vâlînin inzımâm-ı reyiyle, kezâlik ahâlîden intihāb ve ta‘yîn olunmasının ve eğer bir vilâyette müte‘addid asâkir-i
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
295
milliyye alayı hâsıl olur ise mecmû‘una lâzım olan kumandanın makām-ı seraskerînin intihābıyla bâ-irâde-i seniyye nasb edilmesi ve cümlesinin [478] merci‘-i idâresi olmak ve her sancak ve vilâyet merkezinde asâkir-i milliyye ve mu‘âveneye mahsūs depolar te’sîsi ve esliha mübâya‘âtı gibi şeylere bakmak üzere, ileride Dersa‘âdet’te müşîrân veya ferīkāndan birinin umûm-ı asâkir-i milliyye ve mu‘âvene kumandanı ta‘yîni husūslarının usūl ittihāzında fevâid-i şetta melhûz olmakla, hey’etçe dahi müstasveb ise bunun için dahi hemen vülât-ı vilâyete me’zûniyyet verilmesi ve fıkarât-ı meşrûhanın asâkir-i mu‘âvene nizāmnâmesine tezyîliyle, nizām sūretinde dahi i‘lânı irâde-i seniyye iktizā-yı âlîsinden olmakla.” Fi 17 Receb sene 1294
(Sa‘îd)
Ahâlînin bu sūretle teslîh ve asâkir-i muntazama gibi tanzīm kılınması sūretindeki fevâid ve muhassenât, tafsīl-i ihtiyâcından âzâde olup, bunun için Mâbeyn’ce yapılan bir kānûn lâyihası, Bâb-ı Âlî’ye irsâl olunmuş idi. Ba‘zı mevâddında tağyîrât-ı cüz’iyye icrâsıyla esâsen kabûl olunmuş ise de hemen mevki‘-i icrâya vaz‘ında beyne’l-vükelâ tereddüd husūlüne mebnî, ictimâ‘ edecek Meclis-i Umûmî’ye konulması sūreti der-meyân edilmişti. Bu kānûn bidâyet-i harbde yapılmış ve daha doğrusu Asâkir-i Mülkiyye usūlü daha evvelleri kabûl olunmuş olsa idi, devletin kuvve-i nizāmiyyesine müsâvî bir kuvvet daha husūle gelerek, hîn-i harbde âsâyiş-i dâhilîyi muhâfaza eyledikten mâ-adâ, asâkir-i nizāmiyyeyede pek büyük bir yardım edeceği der-kâr [479] olmakla, şu hâlde henüz tereddüdât ve eşkâlât ile zamân geçirilmemek ve belki mâ-fâti telâfî eylemek maksadıyla ileride yine Meclis-i Umûmî’ye de konulmak üzere kānûn-ı mezkûr bir gün Bâb-ı Vâlâ-yı Seraskerî’ye vukū‘ bulan teşrîf-i şâhânede bâ-irâde-i kat‘iyye neşr u i‘lân buyurulmuş ve derece-i ehemmiyyeti ma‘lûm olmak için bir sūreti, bu cildin eczâ-yı mütemmime kısmına derc olunmuştur. Ancak Plevne sukūtundan sonra hasr-ı ehemmiyyet edilecek kaziyye bundan ibâret görünmez. Zîrâ hasmın o hâlde ehass ve akdem emeli, ‘hemen Sofya ve Edirne üzerine yürümek’ kaziyyesinden ibâret bulunduğunu anlamadık hiç kimse kalmamış idi. Hele Plevne ordusundan artık ümîd kalmamaya başlaması üzerine, Şibka cihetine gösterilen ehemmiyyet, mevki‘-i mezkûrun ileride görülecek lüzûmunu daha bir iki ay mukaddem izhâr eylemişti. Bu bâbda Mâbeyn-i Hümâyûn ile Balkan kumandanı Raûf Paşa meyânında 6 Teşrînievvel târîhiyle vukū‘ bulan muhābere, ba‘zı îzāhât i‘tā edebilir. [Mâbeyn-i Hümâyûn ile Balkan Kumandanı Raûf Paşa Arasında Cereyân Eden Haberleşme] Sūret-i Muhābere “Şevket-meâb efendimiz hazretleri selâm buyururlar.” “Azīm teşekkür ederim.”
296
AHMED MİDHAT EFENDİ
“S – Asker soğuktan muhâfaza olunuyor mu? Zemliklerde mi, sâir sūretle mi barındırılıyorlar?” [480] “C – Sâye-i şâhânelerinde asâkir-i mülûkâne için her yere zemlikler kulübeler yapılmış ve bu cihetle me’kûlât ve meşrûbâtça istirâhatleri yolundadır. Zirve-i cibâlde bi’t-tabi‘ ziyâde soğuk ise de ziyâde ateşle zemliklerde barınmakta ve du‘âyı devâm-ı pâdişâhîye müdâvemette olup, düşman vatana hücûm ederek uğur-ı hümâyûnda fedâ-yı cana hâzırdırlar. İşbu iltifât-ı hümâyûnları da cümleye i‘lân ve işâ‘a olunacağından, bir kat daha şevk ve gayretleri müzdâd olacağı derkârdır. Ve bugün dahi bir esîr ele geçirilmiş ve ifâdesine nazaran, düşmanın soğuktan elbise ve zemliklerde ve me’kûlâtça hâli pek fenâ olduğu anlaşılmıştır. Şimdi düşman her tarafa aralık aralık top atmaktadır. Fakat bizim havan batarya mahallerimiz henüz ikmâl olunmadığı cihetle, ehemmiyyet vermeyip mukābele etmemekteyiz. Fakat hutūt-ı müdâfa‘a arasında tüfenk muhârebesi eksik değildir. Altı nefer esîr Hüseyin Bey’le gönderildiği gibi bugün dahi ele geçirilen bir neferle berâber cem‘an üç nefer esîr daha karîben irsâl olunacaktır.” “S – Mühimmâtınız kâfî mi, değilse ne kadar top mürettebâtına ve fişenge lüzûm var?” “C – Mühimmâtımız kâfîdir. Hüseyin Bey’le cedvelleri dahi takdîm eyledim. Top mürettebâtı ve fişenk geldi. Şimdilik sâye-i şâhânede ihtiyâcımız yoktur.” [481] “S – Elbise-i şitâiyye ve koyun derileri geldi mi, geldi ise kâfî mi?” “C – Mukaddemâ Hersek’ten gelen taburlar için 6.000 kat geldi ve tevzî‘ edildi. Ancak bu kadarı kâfî olmayıp, hiç olmaz ise bir ol kadar daha elbiseye ve 10.000 yağmurluğa ihtiyâc vardır. Deriler henüz yapılıp buraya gelmemiş ise de gelmek üzeredir.” “S – Başka neye ihtiyâcınız var?” “C – Karakollar için muşamma‘a ve çoraba ihtiyâc vardır. Lüzûmu kadar çorab tedâriği Edirne’ye yazılmış ve tedâriğine teşebbüs olunmuştur. 2.500 muşamma‘ dahi Bâb-ı Seraskerî’den istenilmiştir. Şimdilik başka şeye ihtiyâc yoktur.” “S – Tahkīkınize göre düşmanın istihkâm dâhilinde ne kadar askeri var?” “C – Sekizinci kolordusundan ibâret olup cem‘an yirmi tabur saf piyâde ve üç tabur avcı olarak karşımızda yirmi yedi taburu ve beher tabur yeni gelen kur‘alarla 800 hesâb olunur ise 20.000 kadar piyâde ve o nisbette topçusu ve kırk kadar topu vardır.” “S – Düşmanın mevâki‘i bizimkinden ziyâde açık olduğundan, kışı orada geçiremeyip istihkâmâtı terke mecbûr olacaklarına [482] dâir ba‘zı rivâyât var. Bu bâbda ve ale’l-ıtlâk düşmanın niyeti hakkında mütāla‘âtınız ne merkezdedir?
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
297
“C – Şimdi düşman her tarafta istihkâmâtı ihkâm ve kuvvetini tezyîd etmekte olduğuna nazaran, burasını terk etmeyip oturacağı istidlâl olunmaktadır. Mevki‘in metânet ve ehemmiyyeti düşman için zâten bunu îcâb eder. Zann ederim esîrlerin ifâdesi dahi bunu müeyyiddir.” “S – Tırnova ve Gabrova’yı tahliye ettiği rivâyet olunuyor. Sizce ma‘lûmât nasıldır? Tırnova taraflarında yine külliyyetli askeri var ise mikdârına ma‘lûmât var mı?” “C – Gelen esîrler ordugâhdan geldiklerinden, oralara dâir pek sahîh ma‘lûmât veremiyorlar. Fakat dürbün ile mevâki‘imizden Gabrova görünüyor. Pek küllî askeri görünmeyip, görünenler iki tabur kadar tahmîn olundu. Tırnova için ba‘demâ tahkīk edebilir isem arz ederim, şimdilik ma‘lûmât yoktur.” İşbu muhābere iktizāsınca Şibka cihetinin ikmâl-i noksānına gayret olunduğu gibi Sofya taraflarının ahvâl-i askeriyyesini ıslâh için dahi teşebbüsât-ı lâzımede kusūr edilmeyip, ancak düşman harekâtında görülen isti‘dâd münâsebetiyle ne kadar çalışılmış olsa, hasmın Balkan’dan beri taraflara doğru mürûrunu men‘ edebilmek maksadını bi-hakkın te’mîn edildiğine itmi’nân hâsıl [483] olabilmesi müşkil olmak mülâbesesiyle, bir de düşman Edirne ve İstanbul üzerine doğru yürüyecek olur ise Balkan’ın öte cihetinde bulunan asâkirin hiçbir şeye yaramayacağı dahi bedîhiyyât-ı evveliyyeden görülmekten nâşî, Plevne elden gittikten sonra artık olanca kuvveti düşmanın Balkan’dan beri tarafa yürüyüp Edirne’ye doğru sarkabilmesi yolunu kapamak emrine hasr etmek lâzım gelmiş ve bu kaziyye Meclis-i Askerî’de der-meyân olunarak yedi rey bunun isābetinde ictimâ‘ eylemiş ise de ekseriyyet-i ârâ tasvîb etmeyerek, yalnız Şibka ve Sofya’daki mevcûdun tecâvüz-i a‘dâya kifâyet edeceği reyinde ekseriyyet hâsıl olmuştur. Bu müzâkerede ekalliyyet-i ârâ erbâbı şu karârnâmeyi imzā eylemişler ise de ekseriyyetin karârı hükmüyle mezkûr karârnâme ibtāl olunmuş idi. [Plevne’nin Düşmesinden Sonra Yapılacaklar Hususunda Meclis-i Askerî’de Hazırlanan Karârnâmeler] Ekalliyyetin Karârnâmesi “Rusyalıların Şibka ve civârından kuvve-i külliyye ile tecâvüze ve Edirne’yi tehdîde teşebbüsü, ahvâl-i harbiyyeyi begāyet ağırlaştırmış olduğundan, bâ-irâdei seniyye bu gece hāne-i âcizîde ictimâ‘ eden Meclis-i Vükelâ’da zât-ı vâlâ-yı sipeh-sâlârîleri dahi hâzır oldukları hâlde icrâ kılınan müzâkerâtın netîcesinde, çünkü Devlet-i Aliyye’nin teşebbüsât-ı hāriciyyesi her ne şekil ve derecede olur ise olsun, düşmanın bu sūretle mühâceme-i şedîdesine karşı tedâbîr-i askeriyyece en son mertebede ne yapılmak lâzım gelir [484] ise onu bilâ-ifâte-i vakt mevki‘-i fi‘ile götürmek farzü’l-ayın olduğu misillü, devletlü Süleyman Paşa hazretlerinin iş‘ârâtından ve teblîgāt-ı seraskerîlerinden anlaşıldığı üzere Samakov ve Pazarcık
298
AHMED MİDHAT EFENDİ
cihetlerinde ve Şibka istihkâmâtıyla Hāinboğazı ve Kazan taraflarında mevcûd askerin mikdârı 200 tabura varıp, bunun kısm-ı a‘zamını müddet-i kalîle zarfında Edirne cihetine geçirmek ve orada bir hatt-ı kavî-i müdâfa‘a teşkîliyle muhātarât-ı melhûzayı def‘ etmek imkânı, devletlü Mehmed Ali Paşa hazretlerinin teblîgātıyle dahi karîn-i istidlâl olduğundan ve buna muvaffakiyyet hâlinde devletçe arzu olunan musālahanın şerâitini tahfîf ve ta‘dîle biraz vakit kazanmaya medâr olacağı dahi müsellem bulunduğundan, cihât-ı fenniyesi ve sūret-i ta‘biye ve idâresi hey’et-i askeriyyeye âid olmak üzere, gerek Balkan’ın beri tarafında ve gerek Tuna vilâyeti cihetinde mütehaşşid kuvâ-yı askeriyyenin sür‘at-i kâmile ile bu yolda, ya‘ni Edirne ile pâyitahtın muhâfazası emr-i mefrûzunda istihdâmı için her nev‘ tedâbîr ve teşebbüsât-ı askeriyyeye ve hey’ât-ı harbiyyenin ona göre intihāb ve ta‘yînine me’mûriyyet-i kat‘iyye-i devletleri karâr-ı mahsūs-ı müzâkerât îcâbından olduğu beyânıyla, tezkire.” Fi 4 Muharrem sene 1295 Server Paşa, Kemâl Paşa, Bahriye Nâzırı Sa‘îd Paşa, Kâni Paşa, Münîf Efendi, Serkatib Sa‘îd Paşa [485] [Plevne’nin Düşmesinden Sonra Yapılacaklar Hususunda Meclis-i Askerî’de Hazırlanan Karârnâmeler] Ekseriyyetin Karârnâmesi “Çünkü düşmanın teşebbüsât-ı vâkı‘ası Balkan’ın bu tarafındaki fırak-ı askeriyyemizi mevâki‘-i müttehizede tevkīf ile bî-muhâbâ ilerlemek maksadına mübtenî göründüğünden ve şu hareketin netîcesi Edirne’nin ve bi’l-âhare pâyitaht-ı devletin muhātara-i harbiyye içinde kalmasını mûcib olacağından, mes’eleyi geldiği yere bağlayıp bitirmek mülâhazasınca tavassutu kabûl eden İngiltere devletine teblîğ olunmak üzere Londra sefâretine bir telgrafnâme tastīr olunarak, meâlinde düşmanın şu sūretle olan tehâcümü Devlet-i Aliyye’yi terk-i muhāsamaya ve binâberîn doğrudan doğruya Rusya’ya mürâca‘atla işi bitirmeye mecbûr edeceğinin kat‘iyyen bildirilmesi hātıra olarak der-meyân kılınmakla, bunun üzerine cereyân eden müzâkerede Rusyalılar galebe-i vâkı‘aları netîcesini kendilerince pek nâfi‘ ve bizce gāyet muzır bir musālaha ile istihsāle sâ‘î olacakları mertebe-i bedâhette bulunmasına ve diğer taraftan İngiltere vükelâsı beyninde birçok ihtilâfât var iken, daha yakında bu tarafa mütemâyilü’l-efkâr olanlarının ittihâdı hâsıl olmaya başlamasına nazaran, devlet-i müşârun-ileyhâya öyle bir teblîğin icrâsı mevcûd olan tavassut-ı muslihâne râbıtasını bi’l-külliyye kırmak demek olacağı gibi ol hâlde Rusyalılara bilâ-vâsıta olunacak mürâca‘at dahi mehâlik-i azīmeyi da‘vet edeceği [486] ve harbin devâmından korkulan şeyleri kolayca meydâna getireceği ve maa-hâzâ İngiltere vükelâsı mütâreke şerâiti hakkında Rusya devletiyle icrâ ettikleri muhāberât üzerine, müzâkere ile meşgûl olup bugün-yarın, belki birkaç sâ‘at sonra Londra’dan cevâb alınacağı mülâbesâtıyla
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
299
hātıra-i ma‘rûza tarafına gidilmek hâiz olamayıp, bulunduğumuz hâle göre yapılacak şey, tedâbîr-i askeriyyece en son derecede mukāvemet ve sebât ve müdâfa‘aya hasr niyetiyle, Edirne taraflarının muhâfazasına müsâra‘at kılınması ve o tarīk ile düşmanın hareketine imkân müsâ‘id olduğu kadar sekte verilerek, metânetle vakit kazanılması sūreti idüğü müttefikan îrâd olundu. Bu yolda hātırlara gelen teşebbüsât, esâsen dâire-i askeriyyenin vezāyifine müte‘allık olup, gerek kumandaca ve gerek sevk ve ta‘biyetü’l-ceyş maddelerince, hey’et-i müşâvere-i harbiyyenin karâr-ı kat‘îsi ile hareket olunmak lâzım geleceği, ya‘ni hey’et-i mezkûrede hemen bi’l-müzâkere müdâfa‘a-i a‘dâ için müsâra‘aten davranılması imkânı musaddak olduğu hâlde, bunun turuk u vesâili karârlaştırılıp merkez-i fi‘ile îsāl olunmak üzere, makām-ı seraskerîye teblîgāt-ı kat‘iyye ve serî‘a icrâsı îcâb eyleyeceği dahi tezekkür kılındı ve fakat bu sūret hakkında beyne’l-huzzār ittihâd-ı efkâr hâsıl olamayıp, ba‘zı reyler düşmanın hareket-i hâzırasındaki [487] sür‘ate karşı bi’l-müsâra‘a, Edirne istihkâmâtını tutmak için ilerideki kuvvetlerin ve daha sâir yerlerde bulunan taburlardan lüzûmu kadarının celbi gibi müfredât-ı maslahata ta‘alluk ederek, diğer reyler ise işin bu kadar müfredâtına girişmek müzâkerât ve ma‘lûmât-ı askeriyyeye mevkūf ve kumandaca ve tertîb ve sevk-i askerce yapılacak tedâbîrden dâire-i askeriyye mes’ûl olduğundan, yalnız maksad-ı aslî olan sebât ve müdâfa‘a kaziyyesinin teblîğiyle, tertîbât ve sevkiyyât-ı askeriyyenin makām-ı seraskerîye tefvīz ve tevdî‘i tarafında bulunmakla, bu iki sūrete tevfīkan başka başka tezkire müsveddeleri kaleme alınarak, sūret-i ahīraya zâhib olan ârâda ekseriyyet hâsıl olmuş ve müsveddeler gerek ekseriyyet ve gerek ekalliyyet tarafından imzā olunup, ekseriyyetle kabûl olunan müsvedde mûcibince taraf-ı sipehdârîye tezkire yazılmıştır. Ve bu karâr sırasında mütâreke maksadını ta‘cîle medâr olmak ve İngiltere vükelâsına teblîğ olunmak üzere düşmanın tecâvüzât-ı tehdîdânesini hâvî ittifâk-ı ârâ ile Londra sefâretine bir telgrafnâme keşîde edilmiştir.” Vaktâ ki düşman asıl kuvve-i ta‘arruziyyesini Orhāniyye ve Kamarlı ve Sofya üzerine yığmaya başladı, en büyük müşkilât, o cihetlerin ahvâl-i askeriyyesinde görülüp, binâen-aleyh enzār-ı ehemmiyyetin dahi o taraflara hasrı lâzım geldi. Bu bâbda [488] cihât-ı mezkûre mevâki‘-i askeriyyesiyle Mâbeyn-i Hümâyûn meyânında cereyân eden muhāberât pek çok îzāhât-ı mühimmeyi hâvî olmakla, ber-vech-i âtî aynen derc olundular. [Mâbeyn-i Hümâyûn’dan] Süleyman Paşa’ya Telgraf “Rusyalıların Balkanları henüz tecâvüze tasaddî etmemesi ağleb-i ihtimâl olduğuna göre şiddet-i şitânın mümâna‘atından neş’et etmek lâzım gelip, binâenaleyh havaların müsâ‘adesinde veyâhud tertîbât ile meşgûl iseler, hitâmında hemen ta‘arruz etmeleri melhûz bulunduğuna ve şimdiye kadar kuvve-i askeriyyemizin müteferrik bulundurulmasından ileri gelen zararlara binâen, Balkan hatt-ı müdâfa‘asında askerin toplu tutulması ve şark ordusundan müretteb olup henüz
300
AHMED MİDHAT EFENDİ
vâsıl olmayan taburların dahi sür‘at-i celbi ehemm görüldüğünden, tedâbîr ve teşebbüsât-ı devletlerinin tesrî‘i ve buraya da ma‘lûmât i‘tā olunması irâde-i seniyye iktizāsındandır.” Fi 14 Kânûnievvel sene 1293 (Sa‘îd) Fi 16 Kânûnievvel sene 1293 Kapucak Derbendi’nde Süleyman Paşa ile [Mâbeyn-i Hümâyûn Arasında Cereyân Eden] Muhābere “S – Efendim, Sofya’dan hareketten evvel Şâkir Paşa’ya adam gönderebildiniz mi? C – Hayır efendimiz, o cihetten vâsıta bulamadım. Pazarcık’a telgraf yazdım. Süvâri-i mahsūs ile İzladi’ye [489] gidecek ve İzladi kumandanlığı dahi Şâkir Paşa’ya gönderecektir. Çünkü İzladi hattı da Kamarlı hattı ile bir olduğu için kırıktır. Lâkin şimdi Şâkir Paşa’dan ve bilmem hangi tarīk ile Sofya’ya bir süvâri gelerek, nâm-ı âcizâneme bir şifreli telgraf getirmiş. Bir taraftan Sofya’dan alıp, bir taraftan hall ettiriyorum. S – Şâkir Paşa ile tekrâr muhābere lâzım gelir ise, ya‘ni şifrenin vereceği ma‘lûmât kifâyet etmez ise birinden biri vâsıl olmak için birkaç tarīkten müte‘addid süvâri irsâlinin İzladi’ye emri münâsib görünüyor. S – Sofya’da külliyyetli zahīre ve mühimmâtımız var, deniliyor. Düşman oraya gelir ise bunların ele geçmemek için bir tedbîr ittihāz buyuruldu mu? C – Evet efendimiz, Şâkir Paşa’ya şimdi süvâri ile de beyân-ı ma‘lûmât ve i‘tāsı evâmir olunacaktır. Bendeniz Sofya’dan çekilmek için emir vermedim. Ve orada iki güne kadar otuz bir taburluk bir kolordu tecemmü‘ edecek ve son dereceye kadar mukāvemet eyleyeceklerdir. Ve eğer elime biraz tabur geçer ise Sofya’ya kuvvetü’z-zahr olmak üzere Samakov Geçidi’ne koyacağım ve Kapucak Derbendi’ne dahi on taburluk bir fırka ikāme etmek üzereyim. Ve Sofya’dan yalnız ahâlînin çekilmesini tenbîh [490] ettim. Bu bâbda bir irâde-i husūsiyye var ise teblîğ buyurunuz. S – Bu bâbda kat‘an bir irâde-i mahsūsa yoktur ve harekât-ı askeriyye bi’ttabi‘ rey-i devletinize tefvīz buyurulmuştur. S – Varna’daki askerin İstanbul’a gelip bugünden sevkine başlandığını paşalar söylüyor. Bunlar ve evvelce ordu-yı mezkûrdan getirtilen taburlar Balkan’ın son müdâfa‘a hattını te’mîne yetişmeyeceği zann olunur. Şark ordusundan daha asker tertîb ve celbi hakkında bir gûne mütāla‘a-i dâverîleri var ise vakit geçmeden bilinmesi irâde buyuruldu.” “Kazgan’dan bed’ ile Pazarcık’a müntehî olan yeni hatt-ı müdâfa‘a üzerindeki askere dâir şifreli telgraf-ı müşîrîleri, manzūr-ı âlî oldu. Fakat ekser muvaffakiyyetsizlikler askerin mevâki‘-i müteferrikaya taksîmine binâen, düşman her-
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
301
hangi bir noktayı zayıf bulur ise oraya gelerek nikāt-ı sâiredeki kuvvetlerin tazyīk olunan noktaya da derhâl muzāheret edememeleri ve emsâli ahvâlden neş’et ettiği cihetle, askerin mümkün mertebe topluca tutulması emrindeki irâde-i seniyyenin tekrâren ve hāssaten takdîr-i dâverânelerine havâlesi ve hangi nokta ve geçitler tutulacak ise ileride beyân-ı ma‘lûmât kabîlinden olarak bildirilmesi irâde buyuruldu. C – Fermân efendimizindir. Tuna şark ordusundan [491] ba‘demâ tabur ifrâzı kābil değildir. Kulunuz dahi askeri topluca bulundurmaya sa‘y ediyorum ve onun için Sofya’nın ilerisindeki taburları dahi toplamakla meşgûlüm ve şimdiki hâlde, hattâ Kamarlı’yı bile elden çıkarmamak istiyorum ve Şâkir Paşa’ya bu bâbda bir hayli makālât sarf ettim. Lâkin mümkün olmaz ise hutūt-ı müdâfa‘a-i sâire yine elde bulunmak üzere, Petroviçe’den Yenihan ve Kapucak ve Samakov Derbendi tutulup, Sofya’yı dahi elden çıkarmamaya son dereceye kadar çalışacağımdır. Başka bir irâde-i aliyye yok ise şimdi Pazarcık'a hareket edeceğimdir.” S – Başka teblîğ yoktur efendim. Fakat Kamarlı ordusunun hâli buraca pek merâk buyuruluyor. Rey-i devletlerine muvâfık ise Tatar Pazarcığı’na hareketten evvel Şâkir Paşa’nın şifre telgrafı nakl olunmak üzere telgrafhāneye bırakılsa… C – Fermân efendimizin. Şâkir Paşa’nın yazdığı telgrafla taraf-ı âcizîden verilen cevâb sūreti, telgrafhāneye bırakılmıştır. Burada telgrafçı bir olduğundan ve şifre dahi mufassal olup, tel ve makine dahi fenâ bulunduğundan, bu gece Pazarcık’tan arz ederim, efendim.” Fi 16 Kânûnievvel Sene 1293 Târîhinde Sofya Mutasarrıflığıyla [Mâbeyn-i Hümâyûn Arasında] Cereyân Eden Muhāberât [492] “Sofya – Kamarlı hatt-ı telgrafı bozuk. Taşkesen’de vukū‘ bulan muhârebe-i cüz’iyyenin henüz netîcesi haber alınamadı. Kumandan Reşîd Paşa tertîbât-ı askeriyye ile ordugâhta meşgûldür ve ahâlî heyecânda olarak araba tedâriğinde bulunuyor. Konsoloslar bizim için ne lâzım geleceğini suâle kalkıştıklarından, tahrîren beyân eyledikleri hâlde cevâbının verileceği kendilerine tefhîm olundu. Buraca ahâlîden asker tedâriği müşkilce ise de sa‘y u gayrette tecvîz-i kusūr olunmuyor, fermân.” “Cevâb-ı Sadâret – Muhârebe-i cüz’iyyenin netîcesini, mahsūs bir vâsıta ile öğrenip beyân ediniz. Ahâlîden asker tedâriğine teşebbüsünüz takdîr olunur. Mesâ‘înize devâm ve silâh isti‘mâline muktedir olanları sebâta teşvīk eyleyiniz. Konsoloslar isterler ise Edirne’ye çekilebilirler. Her ne yapar iseniz yapıp, Kamarlı ordusunun ahvâlinden ve Şâkir Paşa’nın tasavvurundan ma‘lûmât alınıp, serî‘an iş‘âr oluna.” “Sofya – Şimdi Orhāniyye kāim-makāmı olup tahkīk için ol tarafa gönderilmiş olan Sa‘deddin Efendi tarafından alınan tahrîrâtta, düşmanın Taşkesen
302
AHMED MİDHAT EFENDİ
civârında ve Kamarlı cihetinde külliyyetlice olduğu ve şimdiye kadar olan muhârebeler cüz’îce ise de ufak tefek ba‘zı karyeleri istîlâ eylediği haber veriliyor ise de netîce hâsıl etmediğinden, bi’l-etrâf [493] tahkīk için me’mûrlar gönderildiğinden vusūllerinde arz olunacaktır, fermân.” “Mâbeyn Kitâbeti’nden – Şâkir Paşa’ya birkaç tarīkten adamlar gönderip hâlini öğrenmeniz, irâde-i seniyye-i mahsūsa iktizāsındandır. Buna muvaffak olur iseniz devlete ve Kamarlı ordusuna pek büyük bir hizmet etmiş olursunuz. Mükâfâtı dahi zāyi‘ olmayacağını bâ-emr u fermân-ı hümâyûn size te’mîn ederim. Gönderilecek adamlara Şâkir Paşa’dan tahrîren cevâb getirirler ise her türlü mükâfât va‘adine ve kendilerine atāyâ-yı külliyye i‘tāsına da me’zûnsunuz.” “Letkova, Turuk, İhtiman’daki askerimizden haberiniz var mı?” “Sofya – Letkova’daki askerin doğruca Sofya’ya ve Turuk’taki asker dahi Şehirköyü’nden gelecek askerle birleşip, Sofya’ya avdet etmek üzere Dragoçan Boğazı’na çekilmeleri emri, kumandanlar tarafından verilmiştir. İhtiman’da şimdilik bir korkulacak şey yoktur, fermân.” “Taraf-ı Kitâbetten – Bu emir ma‘lûmdur. Fakat askerlerin hareketlerine dâir ma‘lûmât var mı?” “Sofya – Şimdilik daha bir haber alınamamıştır. Alındığı anda arz edilecektir.” Fi 18 Kânûnievvel Sene 1293 Târîhiyle Süleyman Paşa ile [Mâbeyn-i Hümâyûn Arasında] Cereyân Eden Muhābere [494] “S – Demin va‘ad ettiğiniz cevâbın müsâra‘aten i‘tāsı irâde-i ekîde iktizāsındandır. C – Fermân efendimizin. Arz ediyorum. Lâkin Şâkir Paşa’dan 17 Kânûnievvel târîhli şimdi, bir telgraf aldım. Telgrafın bâlâsı Taşkesen yazılı olduğu ve bir zabtiyye ile telgraf-ı mezkûr İhtiman’a gönderilerek İhtiman’dan dahi bize keşîde edildiği ve bu hâlde Taşkesen’in istîlâsı haberi bî-esâs olup, bu hâlde düşman Sofya ile Taşkesen arasında istihkâm tutarak, yolu kat‘ eylediği anlaşılmıştır. Şâkir Paşa işbu telgrafnâmesinde taraf-ı âcizîden yazılan cevâbları almadığını telâş ile beyân ederek ıztırâb gösteriyor ve bendeniz de şimdi İhtiman tarīkıyle ve yine getiren zabtiyye ile cevâb-ı lâzımesini gönderiyorum. S – Bugünkü muhābere ile Şâkir Paşa’dan gelen telgrafın ve onun cevâbının halleri manzūr-ı âlî oldu. Müşârun-ileyhin taraf-ı devletlerinden aldığı emir, Kamarlı’da sebât edemezse nikāt-ı ma‘lûmeye ric‘at etmesini mübeyyin olup, bu da nefsü’l-emirde muvâfık ise bu maddede dikkat ve hadşeyi mûcib olup, şimdi zât-ı dâverânelerinin dahi telgraf mevki‘ine da‘veti irâde-i seniyyesini istilzâm eden şey Kamarlı ordusunun ancak [495] iki günlük me’kûlâtı olması maddesidir. Or-
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
303
du-yı mezkûr mâdem ki son dereceye kadar sebât ve mukāvemet etmeye me’mûr edilmiştir, bu hâlde iki günlük yiyeceği dahi hitâm bulduktan sonra, ta‘yîn buyurulan ric‘at-gâhlara avdet etmeye ve bundan evvel mevki‘lerinde tevakkufa mecbûr olmak lâzım gelir. Hâlbuki bir taraftan şitânın şiddeti ve diğer taraftan elbise-i şitâiyye nevâkısıyla o kadar askerin mahall-i ric‘atlerine vâsıl olabilmeleri, ya‘ni aç ve çıplak hareket etmeleri kābil görülemiyor. Sâniyen, düşmanın harekât-ı hâzırasına nazaran, maksadı ya doğrudan doğruya Sofya’ya yürümek veyâhud oranın istîlâsını karîben iktisâb edeceği teshîlâtın müsâ‘ade-i tabî‘iyyesine ve Sırp askerinin mu‘âvenetine ta‘līk ederek, şimdiden Sofya’yı sağda bırakıp İhtiman’a veyâhud İzladi’ye gelmek ve Meriç Vâdisi’ne ve Kapucak Derbendi’ne ilerlemek olduğu anlaşılıyor ve Kamarlı ordusunu muhâsara ettikten veyâhud tebdîl-i hatt ile onu arkasına aldıktan sonra, bu hareketleri icrâ eylemesine bir mâni‘ görünmüyor. Eğer bu sūretlere muvaffak olur ise ol vakit düşmanın hedef-i maksadı Edirne ile daha ilerisi olur ve o hâlde bütün kuvvetini dahi bu yolda sarf edeceğinden şark ordusundan getirilmiş olan taburlarla mukāvemet mertebe-i istihâleye varır. Demek olur ki bir taraftan Şâkir Paşa ordusunu [496] mâdem ki fikdân-ı me’kûlâttan Kamarlı’da sebât kābil değildir, sür‘at-i mâ-lâ-nihâye ile tarīk ve mevki‘-i selâmete îsāl etmek ve bir taraftan Sofya için ittihāz edeceğimiz hareketi gāyet sâlim bir tedbîre binâ eylemek îcâb ediyor. Sofya’da eğerçi otuz tabur kadar asker hâsıl olduğu iş‘âr-ı sâmîlerinden müstebân olmuş ise de bunlar orayı muhâfazaya kifâyet eder mi ve ileride ric‘ate mecbûr olurlar ise düşmanın ordusunu bir hayli müddet ikdâra kâfî olan mühimmât ve zehāir, ric‘ati îcâb edecek ahvâl-i fevka’l-âde-i müdhişe arasında nasıl nakil veya mahv olunabilir ve beş altı bin raddesinde bulunan merzā-yı askeriyye ne hâle gelir ve bununla berâber Sofya’nın elden çıkarılması Bulgaristan’ın kürsî-i hükûmetini dâ‘iyye-i istiklâl ile şu hengâmda bunca harekât-ı fedâ-kârâneyi gözüne kestiren Sırplılara terk etmek ve eski Sırbistan ıtlâk olunan mahalleri Sırp hükûmet-i hâzırasının harîtasına ilâve etmek gibi mahzûrları dahi hātıra getirdiğinden, dil-hūn olmamak kābil değildir. Şu hâller hulâsa edilince; evvelâ, Şâkir Paşa ordusunun bir sâ‘at ve bir dakīka ve belki bir sâniye evvel tahlīsi; sâniyen, İzladi ve Kapucak Derbendi ile Meriç Vâdisi’nin ve’l-hâsıl Edirne’ye medhal olacak memerlerin düşmana seddi; sâlisen, kābil ve mümkün ise Sofya’nın muhâfazası emrinde mesâ‘î-i lâzıme [497] tamâmen sarf olunup iş‘âr-ı âlîleri vechile, orada bulunan otuz tabur askerin mukāvemet ve müdâfa‘aya adem-i kifâyeti müteyakkın ise bu askeri adem-i inhizâm ve esârete uğratmamak için şu yukarıdaki mehâzîr-i azīmeyi ihtiyâr ile berâber, şimdiden esbâb-ı ric‘at ve halâslarını te’mîn etmek maddeleri buraca derece-i vücûbda görülüyor ve şimdiki telgrafnâme-i devletleri mündericâtıyla, şu mütāla‘a beyninde bir dereceye kadar cihet-i vahdet dahi bulunuyor ise de gerek Şâkir Paşa’nın kazāya uğramaksızın ric‘ati ve gerek sâlifü’z-zikr geçitlerin kuvve-i kâfiyye ile tutulduğu ve Sofya’daki askerin mukāvemete tamâmî-i iktidârı bahislerinde pek de te’mîn-i efkâr edilemediğinden ve bu maddeler hāricinde âhar bir tedbîr-i serî‘-i devletleri var ise bilinmesi muktezā-yı irâde-i seniyyeden bulunduğundan, şimdi cevâb-ı muvazzahına intizār buyuruluyor.
304
AHMED MİDHAT EFENDİ
C – Kamarlı ordusunun turuk-ı muhtelifeden alacağı evâmir hükmünce, yarın öğleden sonra veyâhud yarın akşam terk-i mevki‘ ile Petriç’te Merkova taraflarına çekilmesi tabî‘îdir. Düşmanın hatt-ı hareketine karşı bizim de ittihāz eylediğimiz tedâfü‘î plan, şifreli telgrafnâme-i çâkerîde musarrah olmakla, hallinden rehîn-i ilm-i âlî olur. Şark ordusundan o cihete götürülmüş ve götürülmesi musammem olan taburların bir kısmı, [498] zâten İzladi’nin sağına ve soluna ve birazı Sofya’ya ve bir kısmı da Kapucak Derbendi’yle Pazarcık’a ta‘yîn kılınıp, dokuz taburu dahi hâlâ İstanbul’da ve bir mikdârı dahi Kazan istihkâmâtındadır. Sofya’da bugün ictimâ‘ edebilen yirmi yedi tabur ile gelecek üç taburun yekûnu otuza bâliğ olup, kumandanlarına ve ümerâsına olan i‘timâdımız cihetiyle, bunlar bir iki mâh bile sebât edeceklerine ümîd-vâr isem de Sofya mevki‘i açık ve her tarafı harekât-ı askeriyyeye müsâ‘id olduğundan, netîcesinde bunlar ya esîr veya mahv u telef olurlar. Maa-mâ-fîh Sofya’da ancak iki batarya sahra topu bulunup, Pazarcık’tan irsâli ise böyle havada on beş güne mevkūftur. Sofya’daki erzâkın, vesâit-i nakliyye fikdânından, nakli gayr-ı kābil-i imkân olup telefi için ise petrol gazı dökerek tutuşturmaktan başka bir çâre mutasavver olamaz. Merzā-yı askeriyye dahi Cenova Mu‘âhedenâmesi’ne emânet olunur. Vâkı‘â Sofya’nın elden çıkması politikaca büyük te’sîri celb ü da‘vet eder ise de elde tutulması dahi Kapucak ile Sofya beyninde bir büyük ordu bulundurmaya mevkūftur. Şâkir Paşa ordusunun tahlīsi muntazaman ric‘ati ile mümkün ve hâsıl olup, bu gece İhtiman’dan çıkarılan zabtiyyelere dahi vusūl haberini getirdikleri hâlde ikişer bin kuruş [499] verileceği va‘ad ettiklerinden, haber aldıklarında yarın akşama doğru inşâllah Petroviçe’ye çekilmelerine muvaffak olurlar ve Pazarcık’tan gönderilen erzâkın birinci kāfilesi dahi yarın Petroviçe’ye vâsıl olacaklarını Pazarcık kāim-makāmı haber veriyor. İzladi ve Kapucak Derbendi ile sâir geçitler bu cihete Tuna şark taburlarının vusūlünden i‘tibâren elde bulunan askerle imkânın müsâ‘id olduğu mertebe tutulmuştur. Sofya kuvveti, Kamarlı elden çıktıktan sonra mahsûr kalıp ileride otuz tabur askerin istifâdesinden bizi mahrûm edeceğinden, bendenize kalır ise onların şifreli telgrafnâme-i çâkerîde dahi îzāhât-ı matlûbe mevcûd olduğundan, müsâ‘ade buyurulur ise onu i‘tā edelim, fermân. S – Tuna şark ordusundan başka tabur celbi murâd buyuruluyor mu? C – Artık ziyâdesine müsâ‘id değildir ki murâd edelim. Eğer daha tabur alır isek Tuna şarkının hatt-ı müdâfa‘ası bozulur ve o hâlde muhâcir ve ahâlî asliyye olarak 500.000’i mütecâviz nüfûs-ı İslâmiyye meydânda Rusya medeniyyeti tahtı i‘tisâfında kalır ve hatt-ı müdâfa‘a bozulduktan sonra dahi mevcûd taburlar, ancak kılâ‘-ı erba‘a muhâfazasına kâfîdir ve o hesâb üzerine mürettebdir.” [500] Avrupa gazetelerine dahi derc edildiği vechile, düşmanın Balkan’dan beri tarafa sevk eylediği asker, cem‘an yekûn yüz tabura ancak bâliğ olduğu ve bizim ise Edirne ve Şibka ve Sofya ve Filibe cihetlerinde iki yüz tabur kadar askerimiz bulunduğu münâsebetiyle, muhāberât-ı sâbıkadan dahi istidlâl edileceği üzere asâkir-i mezkûre gerek Filibe taraflarında düşmanla bir
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
305
muhârebe-i mukteziyyeye teşebbüs etmiş ve gerek Edirne üzerine gelmiş olsa idi, Rusların Edirne’den beri tarafa mürûrlarını men‘e muktedir olacakları her tarafça kaviyyen ve kat‘iyyen ümîd olunmakta idi. Ancak Sofya ve Filibe taraflarında bulunan orduyu, düşman hatve-be-hatve ta‘kīb etmekle berâber, dâimâ hatt-ı hareketin sağ cihetine doğru teb‘îd için tazyīkten dahi hālî kalmadığı cihetle, Süleyman Paşa’nın ma‘iyyetinde bulunan yüz bu kadar tabur askerin münkasım olduğu fırkalar birkaçar mağlûbiyyet vererek ve Edirne’yi tutturamayarak, ancak Gümürcine’ye doğru çekilebilmiş ve Şibka ordusu ise bulunduğu mevki‘de bir sebât-ı beyhûde ile vakit geçirip encâm-ı kâr düşmana teslîm-i silâh eylediğinden, Edirne istihkâmâtını muhâfaza edecek elde asker kalmamış idi.
Resim 60: Filibe garı ve Osmanlı jandarması. (Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 13.)
Şibka’daki işbu sebât-ı beyhûde pek çok efkâr-ı askeriyye erbâbının hükm eyledikleri hatī’ât-ı harbiyyemizden olup, [501] bu bâbdaki hakīkat ise şu muhāberât-ı telgrafiyyeden müstebân olacağı cihetle nazar-ı ehemmiyyeti buraya hasr etmelidir.
AHMED MİDHAT EFENDİ
306
Fi 3 Kânûnievvel Sene 1293 Târîhiyle Süleyman Paşa’dan Mâbeyn-i Hümâyûn’a Telgraf “Ahmed Eyyüb Paşa Şibka’yı terk edeceğini kaç gündür yazıyor. Ve benim yazdığım telgrafların dahi te’sîri görülmüyor. Eğer Şibka tarīkıni Rusyalılara müşârun-ileyh açıyor ise artık düşmanın ne Tuna şark ordusundan ve ne de Sofya’dan dolaşmak külfet ve zahmetine uğramaksızın doğruca Meriç Vâdisi’ne inecek demek olduğundan, müşârun-ileyhin tasavvurâtını men‘e veyâhud tebdîliyle, yerine diğerinin ta‘yînine devletçe bir çâre bulunmasını istirhâm eyler ve Şibka yolu düşmana açılır ise Sofya ve Kamarlı ordularına kuvve-i imdâdiyye göndermekliğin Tuna şark ordusu taburlarının Balkan cihetine sâ‘î oldukları harekâtın hiçbir te’sîri kalmayacağını arz ederim, fermân.” (Süleyman) Bu Telgraf Üzerine Mâbeyn’den Ahmed Eyyüb Paşa’ya Yazılan Telgraf “Şibka’yı terk etmek niyetinde bulundukları mesmû‘-ı âlî oldu. Şibka yolu düşmana açılır ise düşmanın ne Tuna’nın şark cihetinden ve ne de Sofya’dan dolaşmasına hâcet kalmaksızın doğruca Meriç Vâdisi’ne ineceği dahi beyân olunmakla, [502] mütāla‘a-i müşîrîleri bâ-irâde-i seniyye suâl ve ta‘cîl olunur.” Fi 5 Kânûnievvel sene 1294 (Sa‘îd)
Resim 61: Müşir Ahmed Eyyüb Paşa. (Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 9.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
307
Ahmed Eyyüb Paşa’dan Fi 5 Kânûnievvel Sene 1294 Târîhli Cevâb “Şibka’yı terk etmek sözleri yanlış ve sırf azviyyâttan ibârettir. Düşmana Şibka yolunu açmak câiz olmadığı, cümle indinde ma‘lûm olduktan başka, şimdiki hâlde askeri geri çekmek yerlerinde tutmaktan daha müşkil ve muhātaralı ve husūsiyle topları indirmek gayr-ı mümkündür. Binâen-aleyh, o niyette bulunmak değil, öyle bir emr-i âlî sudûr etse idi, icrâsında arz-ı ma‘zeret eyler idim. Keyfiyyet dün taraf-ı kāim-makāmî-i seraskerîden dahi suâl buyurulması cihetiyle, ol bâbda arz ettiğim îzāhât bi’t-tabi‘ ma‘lûm-ı âlî olacağından, tekrârına hâcet olmadığı ma‘rûzdur.” (Ahmed Eyyüb) İşte Şibka Boğazı’nın müdâfa‘asındaki sebât ve metânet neden neş’et eylediği şu muhābere hükmünden anlaşılıyor. Hâlbuki Sofya ve Filibe taraflarında bulunan ordunun hâl-i ric‘atinde bir haftadan mütecâviz zamân nereye gittiği ve ne hâlde bulunduğu haber alınamayarak ve Edirne ve Selânik ve sâir her taraftan çıkarılan süvâriler hiçbir haber getirmeyerek, zikr olunan fırkalar bir hâl-i herc ü mercîde Gümürcine üzerine doğru çekildikleri [503] esnâda, Rusyalılar dahi Filibe cihetinden derhâl ilerleyip Şibka’yı sarmışlar ve şu hâlde tarīk-ı ric‘atini kesip Şibka ordu-yı hümâyûnunu esârete icbâr eylemişlerdir. İşte düşmanın Edirne’den bu tarafa doğru ilerlemesini men‘ edecek elde hiçbir kuvvet kalmaması, Süleyman Paşa ordusuyla Şibka ordusunun Edirne’ye avdet edememesinden neş’et eylemiş bir zarûret-i mübreme idi. Edirne istihkâmâtından sonra pâyitahtı muhâfaza edecek son mevki‘-i askerîmiz Çatalca istihkâmından ibâret kaldı. Bi’l-cümle efkâr-ı askeriyye erbâbının ittifâk eyledikleri vechile, eğer elde bir 80.000 askerimiz bulunsa idi, vâkı‘â istihkâmât-ı mezkûre içinde düşmana bir hayli zamân daha mukāvemet edebilir idik. Fakat bu kadar kuvvet-i müstahzar olmadığından, düşmana müdâfa‘a adîmü’l-imkân olduğuna hey’et-i askeriyye erkânının ittifâk-ı ârâsıyla hükm olunarak, düşmandan mütâreke ve musālaha istemeye son mecbûriyyet-i kat‘iyye hâsıl olmuş ve îcâbı icrâ kılınmıştır. Şimdi buraya kadar yazmış olduğumuz yedi hakīkatin bir de hulâsasını görerek Zübdetü’l-Hakāyık’ımızı meydâna çıkaralım.
308
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 62: 93 Harbi’nden arta kalanlar: Harabe hâline gelmiş yerler ve göz yaşları… (Mahmud Celâleddin Paşa, Mir’ât-ı Hakîkat: Târihî Hakîkatlerin Aynası, C. I-II-III, haz. İsmet Miroğlu, Berekat Yayınları, İstanbul 1983, s. 194, 418.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
309
Resim 63: Rusların Kızanlık’ta Türkleri idam edişleri. (Nedim İpek, Rumeli'den Anadolu’ya Türk Göçleri : 1877-1890, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1994, s. 264.)
Resim 64: Rus generalleri, Yeşilköy’de zaferlerini dinî bir âyinle kutluyorlar. (Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 38.)
310
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 65: Orgeneral Nepokoiçski, Vezir Server Paşa, Nelidov, Başkumandan Grandük Mareşal Nikola ve Müşir Namık Paşa mütareke şartlarını görüşüyorlar. (Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 41.)
Resim 66: İgnatiyev, Safvet Paşa’ya imzalanmak üzere bulunan Ayastefanos Antlaşması’nın Fransızca metnini son defa okuyor.(Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul 1969, s. 38.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
311
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK Şu eser-i âcizîde, beheri eserin birer bâbı makāmına kāim olmak üzere yedi hakīkate taksîm edilen ahvâl, nazar-ı muhâkemede [504] icmâl edilerek onların umûmundan bir Zübdetü’l-Hakāyık çıkarmak lâzım gelir ise görülür ki işin, ya‘ni mes’ele-i şarkiyyenin bir buçuk asırlığa varan kıdeminden kat‘-ı nazar, fakat bu def‘a şu son sadmesinin meydâna çıkışındaki mukaddime ve mebde’, bu devr-i Hamîdî’nin vukū‘âtından değildir. Mebde’-i mezkûr devr-i Abdülazîz Hānî’nin sonlarına tesādüf edip devr-i Hamîdî ise tamâm-ı kuvvetini derece-i gāyesine iblâğ eylemiş olan işbu sadme-i şedîdeye karşı göğüs vermek nasîbiyle küşâd edilerek, bu bâbda olanca vüs‘ u kudretini sarf eylemiştir. Şu da‘vâyı, yukarıdan beri derc edilegelen yüzlerce evrâk-ı resmiyye isbâta kâfî olduğu cihetle, burada keyfiyyetin icmâli emrinde ol kadar tatvîl-i kelâma ihtiyâc mess etmeyecektir. Hersek ve Bosna’da ihtilâl baş gösterir göstermez, ondan daha evvel Tuna vilâyetinde iki def‘a baş göstermiş olduğu zamân yapıldığı vechile, derhâl bastırılmasına himmet edilmiş olsa idi, oralarda kıvılcımlanmaya başlayan nâire-i cenk u cidâl, muhârebe-i ahīra misillü bir harīk-ı âlem-gîri intâc edecek derecede alevlenmeyeceği bedîhî ve âşikâr idi. Ancak vâ-esefâ ki, ihmâl veyâhud imhâl bu nâire-i isyânı her tarafa istediği gibi sirâyet etmekte serbest bıraktığı için büyümüş ve bir kere gereği gibi alevlenip de men‘i için 90-100 tabur askere [505] ihtiyâc görüldüğü zamân dahi, devlet bu mikdâr askeri oraya sevk edebilmekte resmen i‘tirâf-ı acz eylemiştir. Sâniyen; Devlet-i Aliyye eğer kendiliğiyle bu işin içine ecnebî parmağını idhâl etmemiş olsa idi, iş muhârebe-i hâzıranın tesrî‘-i vukū‘unu mûcib olan konferanslara, protokollere kadar varmaz idi. Fakat ne fâide ki devlet, Bosna ve Hersek şekāvetlerini kuvve-i askeriyye ile men‘den i‘tirâf-ı acz edip, oraya Avrupa komiserlerinden ve konsoloslarından mürekkeb bir hey’et-i muhtelite göndererek eşkıyâya nasīhat verdirmekten ibâret bir işe başlamıştır ki, bu sūret İngiltere gibi ba‘zı devletlerin bile tasvîbine mazhar olmamıştır. Zîrâ bu nasīhat, der-akab Devlet-i Aliyye’nin eşkıyâ ile sanki bir devlet ordusu imişler gibi musālahası için Avrupa’dan istid‘â-yı tavassut makāmına kāim olarak, Bâb-ı Âlî, Kont Andrássy Lâyihası’nda yazılan ıslâhâtı kabûle kadar varmıştır. İşte, işi daha mebde’inde iken en büyük müşkilâta uğratmak demek olan şu iki hatā-yı azīm, daha devr-i Azîzî’de ihtiyâr edilmiş ve hattâ inkılâbât-ı ahīramız dahi, bu hatāların âsâr-ı muzırre-i îcâbiyyesi muahharan daha ziyâde müşkilât ve daha doğrusu vehāmet ve dehşet kesb eylediği için vukū‘a gelmiştir.
AHMED MİDHAT EFENDİ
312
Devr-i kasîr-i Sultān Murad-ı Hāmis, artık Bosna ve Hersek [506] ve Bulgaristan cihetlerinden parlayıp Sırbiyye ve Karadağ taraflarına da kol atmış olan bu azīm muhârebe-i dâhiliyye harīkıni itfâya hasr-ı iştigāl edip, bu meşgûliyyet-i azīmenin dahi bir büyük kısmı devr-i celîl-i Hamîdîye kaldığı ma‘lûmdur. Devlet ve milletin son kuvveti dahi sarf olunmak derecesinde bir fedâkârlıkla Cunis muzafferiyyetinde hitâm bulan işbu birinci kısım üzerine musālahanın mukaddemâtı baş gösterdikte, Devlet-i Aliyye’nin harekât-ı harbiyyece netâyic-i muzafferâneye i‘timâden musālaha şerâiti olarak Sırp emâretinden istediği şeyler, yukarıda mahall-i mahsūsunda münderic evrâk-ı resmiyyeden dahi müstebân olduğu üzere, Avrupa’nın ve hattâ İngiltere devletinin bile nazar-ı istiğrâbını celb eylemiş idi. Vâkı‘â muzafferiyyât-ı vâkı‘amız Bâb-ı Âlî’yi bu metālibde haklı gösterecek derecede idi. Ancak muhârebât-ı mezkûre Slav teşvīkātının âsârından olarak, Slav teba‘a-i şâhâne için saltanat-ı seniyyeden ba‘zı şeylere nâil olmak maksadına mebnî îkā‘ edilmiş olduğu hâlde, mağlûbiyyetleri hasebiyle bunlara nâil olamadıktan başka, bir de metālib-i vâkı‘ayı bir mecbûriyyet-i mağlûbâne ile vermek, Slav adâvet60 bizim aleyhimize bir kat daha tahrîk ve tahrîs edecek husūsāttan idi. Hâlbuki, o zamân Devlet-i Aliyye fesâd ve cenk-i dâhilî ile iştigāl edecek [507] bir hâlde değil idi. Zâten Sırbiyye ve Karadağ muhârebâtı, devlet ve milletin en büyük fedâkârlığıyla icrâ edilmiş bulunması dahi bu hâli isbât eder. Binâen-aleyh, o zamân Devlet-i Aliyye için en büyük hayr u menfa‘at, Slav adâvetini bir kat daha arttırmayıp, bu fesâdı oluruyla men‘ ve hâl-i aslîmizi istirdâd ve istihsālden sonra serî‘an ve âcilen ıslâhât-ı mülkiyye ile iştiğal eylemek cihetinde görülür idi. Zât-ı hamîdü’s-sıfât-ı hazret-i hilâfet-penâhî bu dakīkaya vâkıf olarak, dakīka-i mezkûre tahtında münderic olan hikmete tevfīk-ı hareket edilmesi cihetinde bulunduklarını, yukarıda aynen münderic olan lâyiha-i seniyyeleri ahkâmıyla ibrâz buyuruyorlar. Ancak o zamân efkâr-ı umûmiyye dahi bir derecede galeyâna gelmiş idi ki, halk Sırbiyye emâretinin külliyyen fesh u lağvı ile ancak teşeffî edeceğini her hâl ü kârıyla göstermekte idi. O zamânın gazeteleri şimdi bir kere açılıp gözden geçirilir ise bu hâlin derecâtı anlaşılır. Her ne ise Bâb-ı Âlî dahi Sırbiyye musālahası için Avrupa’ya metālib-i gālibânesini bildirmekten geri durmadı. İngiltere Hāriciye Nezāreti tarafından Petersburg’daki İngiliz elçisine yazılıp, sūreti mahallinde münderic bulunan tahrîrât-ı mufassala gāyet dikkatli okunur ise Bâb-ı Âlî’nin metālib-i [508] mezkûresi hakīkaten Rusya devletince şiddeti mûcib olmaktan mâ-adâ, otonomi mebhaslerini ve konferans mes’elelerini dahi hem de İngiltere devleti gibi bize en ziyâde dost olduğu her hâl ü kârı ve menfa‘at-i müşterekesi ve tabî‘at-i maslahat ile müsbet 60
Metinde “adâlet”. (haz.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
313
bulunan bir devlet tarafından meydâna çıkarttırmaya sebeb olduğu görülür. Bu Sırbiyye musālahasının hîn-i akdinde hiç olmaz ise âsâyiş-i kâmil bihakkın takarrur edinceye kadar Aleksinaç ve Deligrad’a kadar asâkir-i Osmâniyye yed-i zabtında bulunan memâliğin tahliye edilmeyip, oralarda askerin ibkāsını dahi bir şart-ı muvakkat tarzında musālahanâmeye derc etmeye dâir taraf-ı eşref-i hazret-i pâdişâhîden beyân olunan mütāla‘a, elbette şâyân-ı ehemmiyyet görülecektir. Ancak Avrupa’nın işi, iltizâmı bir dereceye varmış idi ki, böyle bir şart-ı muvakkat ilâvesini, Bâb-ı Âlî sulhü te’hīre kadar sû-i te’sîr gösterecek bir mu‘âmele olmak üzere hükm eyleyerek, hemen memâlik-i mezkûrenin tahliyesine mecbûriyyet görmüştür. Sırbiyye musālahasından sonra bizim için sulh-i müebbedi istihsāl eyleyecek iki şey kalmış idi ki, onun birisi Karadağ ile dahi emâret-i mezkûreye ba‘zı mahalleri vererek bir musālaha eylemek ve diğeri Bosna ve Hersek ve Bulgaristan ıslâhâtı bâbında Avrupa’yı te’mîn etmek idi. Gerek Mâbeyn-i [509] Hümâyûn ve gerek Bâb-ı Âlî, Karadağ’a tashîh-i hudûd yollu biraz yer vermek ve metālib-i mütekaddimesinden dahi îcâb edenlerine müsâ‘ade göstermek, hâsılı bu işi de bitirmek istemiş idi. Ancak keyfiyyet, Hey’et-i Meb‘ûsân’da dâhiliye nâzırı Cevdet Paşa ve hāriciye nâzırı Safvet Paşa hazerâtı dahi mevcûd olduğu hâlde, lede’l-müzâkere emâret-i mezkûreye yer terki, isyânlarını men‘ etmeyeceğinden mâ-adâ, bundan sonra dahi bu misillü da‘vâlarının teceddüd ve tekerrürü için sebeb olacağı mütāla‘asıyla, bu musālaha kat‘iyyen redd olunmuştur. Islâhât bahsine gelince; ıslâhât nâmına başlamış olan isyân bunca zamândan beri devâm eyledikten sonra, bunu bütün bütün semeresiz bırakmak İngiltere devletine varıncaya kadar umûm-ı Avrupa nezdinde tecvîz edilmeyip, İngiltere Hāriciye Nezāreti’nin tahrîrât-ı mufassalasında gösterildiği vechile, bu işlere dahi bir sūret vermek Avrupa için bir emel-i umûmî olmuş kalmış ve bunun için Dersa‘âdet’te bir konferans teşkîli teklîf olunmuş idi. İş olmuş geçmiş ya, beyân-ı rey etmek bizim gibi bir kemter muharririn de haddi değildir. Fakat şu mütāla‘a-i âcizî olsun, bu eserde bulunmak üzere min-gayr-ı haddin arzına cesâret almaktayız. Efkâr-ı kāsıramıza göre o zamân Devlet-i Aliyye işbu ıslâhât ve konferans mes’elesine başka bir nazarla bakmalı idi. Zâten [510] Devlet-i Aliyye’ce bir Kānûn-ı Esâsî vaz‘ı ve o kānûn mûcibince ıslâhât ve tensīkāt icrâsı mukarrer olup, iş der-dest-i müzâkere idi. Hattâ konferansın Bahriye dâiresinde açıldığı gün Kānûn-ı Esâsî’nin de i‘lân olunmuş idüğü hātırdan çıkarılmamalıdır. İmdi Avrupa bizi Bulgaristan ve Bosna ve Hersek ıslâhâtına da‘vet eylediği ve bizim dahi zâten Memâlik-i Şâhâne’nin her tarafında ıslâhât yapmak teşebbüsünde bulunduğumuz şu esnâda, konferans in‘ikādından mukaddem Avrupa’nın Bosna ve Hersek ve Bulgaristan tarafları için ne gibi ıslâhât talebinde bulunacaklarını
314
AHMED MİDHAT EFENDİ
istimzâc yollu sormalı idik. Muahharan konferansta Devlet-i Aliyye’ye arz edilen teklîfâtın dörtte üçü Kānûn-ı Esâsî’mize muvâfık düşerek kabûl eylemiş olduğumuza nazaran, Avrupa’nın istimzâcımıza cevâben göstereceği sūretleri behemehâl Kānûn-ı Esâsî’mize dahi tevfīk ettirilebilir idik. Bu hâlde konferans akdine protokol imzāsına ve nihâyet şu muhârebeyi açmaya lüzûm görülmeksizin ıslâhât-ı matlûbe Kānûn-ı Esâsî dâhilinde i‘tā olunmuş olur idi. O zamân Rodos’ta bulunduğum hâlde yine muharrirliği hizmetinde olduğum İttihâd gazetesinde bu fikri uzaktan uzağa tasvîr eyledim. Muhârebe bizim için pek güç olduğunu dahi der-meyâna cesâret aldım. Vâkı‘â efkâr-ı âcizânemi îzāhât ve tafsīlât-ı [511] lâzımesiyle bast edememiş idim. Zîrâ işrâb yollu bahs eylediğim hâlde dahi niçe taraftan i‘tirâzāta dûçâr olarak, hattâ o zamân pek modalaşmış olduğu üzere ba‘zı taraflardan, “Şimâl rüzgarı gāliba İttihâd gazetesi idârehānesine esiyor” tarzında sözler dahi işitmiş idim. Bu kere işbu eseri tanzīm için dest-res olduğum evrâk içinde lâyiha-i seniyye sūretini mütāla‘a eylediğimde teessüfüm bir kat daha arttı. Zîrâ gördüm ki, konferans teklîfleri ortada döndüğü esnâda zât-ı hikmet-simât-ı hazret-i pâdişâhî, konferans denilen şey devletler beyninde muhtelefün-fîhâ olan mesâil için akd olunacağı beyân-ı âlîsiyle Avrupa’nın âmâli ne ise şâyed konferansa hâcet kalmaksızın bir çâresi bulunabilmek ihtimâlinden nâşî Bâbı Âlî’ye bildirilmesi ve eğer çâresi bulunamayıp da iş muhtelefün-fîh kalır ise o zamân konferansa rızā gösterilmesi husūslarının Avrupa’ya beyânını fermân buyurmuşlar. Bunun üzerine Avrupa’dan gelecek haberlerin Kānûn-ı Esâsî’ye mezc edilip edilmeyeceği hakkında ne gibi bir fikir ve mütāla‘a olduğunu tahkīk edemem. Ancak herhâlde konferanstan mukaddem böyle bir istimzâca görülen lüzûmu kā‘ideye pek muvâfık buldum. Bunu Bâb-ı Âlî dahi muvâfık bulmuş olmalıdır ki, ol bâbda Londra sefâreti vâsıtasıyla İngiltere devletine [512] bir teblîğ icrâ ettirilmiş. Ancak icrâ olunan teblîğde ta‘rîfât-ı seniyye misillü hareket olunmayıp, yalnız bu makūle umûr için konferans akdinin emsâli olmadığı beyân olunmuş. Bunun üzerine Lord Derby tarafından bu misillü işler için konferans akdinin emsâli olduğu, ez-cümle Cebel-i Lübnan maslahatı için akd olunan konferans misâl ittihāz kılınarak isbât olununca, bizim için dahi mülzem olmak sūreti bâkī kalarak konferansa teslîmiyyet gösterilmiş. Maksad-ı ıslâhâtın metālib-i düveliyye sūretine konularak konferans tarafından Bâb-ı Âlî’ye arz olunması ve Bâb-ı Âlî tarafından dahi verilen cevâb-ı reddin umûm-ı düvel-i mu‘azzamayı redd tarzında verilmesi husūslarında olan ehemmiyyet, güzelce tedkīk ve mülâhazaya şâyân bir ehemmiyyettir. Bu ehemmiyyet ol vakit taraf-ı şâhâneden Bâb-ı Âlî’ye ihtār olunmuştur. Fakat hâlâ te’sîrât-ı vatan-perverânesi yüreklerimizden çıkmamış olmak lâzım geleceği üzere, bunun için akd olunan Meclis-i Umûmî’de kaleme
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
315
alınan bir müzekkire-i icmâliyye okunup da a‘zā-yı fihām-ı mevcûde taraflarından envâ‘-ı kemâlât-ı hamiyyet-kârâne ile reddinde ittifâk-ı ârâ ve efkârın derhâl meydâna çıkması, artık kimse için söyleyecek söz bırakmamıştır. Cevâb-ı reddin i‘tāsından sonra Lord Salisbury ile Elliot taraflarından vukū‘ bulan [513] ihtārât-ı husūsiyye güzelce mütāla‘a olunur ise cevâb-ı reddin derece-i ehemmiyyeti bir kat daha yükselir. Konferansın dağılmasıyla Londra Protokolü’nün akdi arasında güzerân eden eyyâmda te‘âtī olunan muhāberâtın zübde-i ifâdesinden bir şey daha anlaşılır ki, o dahi Londra Protokolü’nü yazdırıp imzā ettirmek için Avrupa’yı dolaşan General İgnatiyev’in şu teşebbüsünü semeresiz bıraktırmak için Devlet-i Aliyye tarafından îcâb eden ahvâlin icrâsı kaziyyesinden ibârettir. Ahvâl-i mezkûreden birisi dahi, konferans karârlarından Kānûn-ı Esâsî’ye muvâfık olmasından dolayı kabûl olunanlarının derhâl kuvveden fi‘ile ihrâcı kaziyyesi idi ki, buna himmet olunsa idi, pek büyük nef‘i görüleceği Avrupa haberleriyle musaddak ve bu mes’elenin Mâbeyn-i Hümâyûn’ca azīm bir ehemmiyyetle takdîr olunduğu dahi Bâb-ı Âlî’ye yazılan tezkire-i mahsūsa ile müdelleldir. Ancak zamânın gavâil-i azīmesi hükûmet-i seniyyeyi ahvâl-i mezkûreye karşı fi‘iliyyâttan kāsır bırakıp, hattâ protokol için daha İstanbul’a kable’l-vürûd hâzırlanmakta olan tedbîr, onun dahi tamâmen ve kat‘iyyen reddinden ibâret idi. Lâyiha-i seniyye ve evrâk-ı sâire mütāla‘asından ma‘lûm olduğu vechile, işbu protokolün vehleten ve def‘aten redd edilmeyerek ve Dersa‘âdet’e vürûdu beklenilerek, hattâ toplamakta olduğu [514] askeri dağıtmak emrince Rusya tarafında görülen isti‘dâddan dahi istifâde olunması ve bunun için îcâb eder ise Rusya’nın da emeli vechile Petersburg’a bir sefîr gönderilmesi sūretlerine varıncaya kadar icrâ-yı vesāyâ ile harbi ihtiyâr ve tercîh husūsunda gāyet ehemmiyyetli davranılması ihtār buyurulmuş ise de Londra sefâret-i seniyyesiyle olunan muhāberât ve sebkat eden müzâkerât netîcesinde asker dağıtmak mes’elesinin fâidesizliği ve protokolün kat‘iyyen reddi lüzûmu hükm olunarak, bu hüküm Hey’et-i A‘yân ve Meb‘ûsân taraflarından dahi tasvîb olunmuştur. Tasvîb olunmuştur. Hâlbuki gerek konferans tekâlîfinin ve gerek protokolün reddi kaziyyelerine Avrupa’ca gûyâ saltanat-ı seniyye-i Osmâniyye’nin asla ıslâhât yapmamak efkârında bulunduğu ve bu kere dahi âlemi aldatmaya çalıştığı ve Kānûn-ı Esâsî dahi ileride hükümsüz kalacak olan mevâ‘îdden idüğü tarzında ma‘nâlar verilip, kānûn-ı mezkûr hakīkaten âmâl ve makāsıd-ı umûmiyyeyi hâsıl edecek iken hiçbir ehemmiyyet verilmemiş ve binâen-aleyh Avrupa’ca Slav teba‘a-i şâhâne için lâzım ve haklı görülerek Devlet-i Aliyye kabûl etmiyor denilen ıslâhâtı, saltanat-ı seniyyeye silâh ile kabûl ettirmek lüzûmları dahi meydâna çıkmış idi. [515]
316
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 67: Gazi Osman Paşa’ya Fransa tarafından verilen Légion d’Honneur nişanı. (The Ottoman-Russian War of 1877-78, ed. Ömer Turan, Middle East University, Ankara 2007, s. 235.)
İşte Rusya devleti muhârebeyi bize bu lüzûm üzerine i‘lân eyledi. Vâkı‘â muhârebenin lüzûmsuzluğu İngiltere devleti tarafından bir beyânnâme ile i‘lân olunmuş idiyse de, sâir devletler öyle bir beyânnâme dahi neşr etmeyip nihâyet yine İngiltere devleti de dâhil bulunduğu hâlde, bu muhârebeden Rusya devletini men‘ etmeyerek ve Devlet-i Aliyye’ye de yardım eylemeyerek kemâliyle bî-taraf bulunmaya karâr verdiler. Tafsīlâtı yukarıda evrâk-ı resmiyye ile îzāh ve hakāyıkı isbât olunduğu vechile, muhârebenin şu sūretle vukū‘a gelişinde, eğerçi diplomasice ba‘zı hatālar vukū‘u inkâr olunamaz ise de netîce-i umûrun cümle tarafından tasdīk ve tasvîb edilmiş olması dahi inkâr kabûl edemeyip, şu hâlde bir kimseyi muâhezeye girişmek haklı görülemez. Bu ahvâl içinde Mâbeyn-i Hümâyûn-ı mülûkânenin kâffe-i ihtārâtı gāyet devr-i endîşâna bir fikr-i metîn üzerine vukū‘a geldiği her zamân için şâyân-ı dikkat ve ehemmiyyet görülür. İ‘lân-ı harb edilip de artık diplomatların lisânı sükûta vardığı ve emr-i mücâvebe sadâ-yı top u tüfenge havâle edildiği zamân, herkesin nazarı dikkat ve ehemmiyyeti tedârikât-ı esbâb-ı cenk u cidâl cihetine münhasıran
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
317
mun‘atıf olmuş kalmış idi. İlk tertîbât-ı askeriyyemiz olmak üzere Devlet-i Aliyye’nin ortaya 500.000’e karîb bir [516] kuvvet koymuş olması, ne kadar şâyân-ı tahsîn ise evvelce umûr-ı diplomatikiyye husūsunda olduğu gibi i‘lânı harbden sonra husūsāt-ı harbiyyede dahi devlet ve millet-i aliyye-i Osmâniyye’lerine vüs‘-i beşerin müsâ‘ade edebileceği ve belki her beşerin vüs‘i dahi müsâ‘id olamayacağı kadar çalışıp hizmet etmeye nasb-ı nefs-i ihtimâm buyuran pâdişâhımız efendimizin himem-i mahsūsa-i şehriyârîleriyle kuvve-i mevcûdeye 150.000’den mütecâviz yeniden asker zamm edilmesi dahi daha ziyâde şâyân-ı tahsîn görülmüş idi. Anadolu asâkirinin mühimmâtı derece-i kifâyede olmadığını, beher neferin ihtiyâcât-ı harbiyyesini hesâb ederek ve mevcûd mühimmâtı o ihtiyâc üzerine nisbet eyleyerek isbât eylemeye varıncaya kadar gösterilen dikkat ve Anadolu mühimmâtının Trabzon’da tevkīf olunup mahallerine îsāl edilmediğine varıncaya kadar tahkīkāt ile peydâ olunan vukūf üzerine, îcâb eyleyenleri îkāz husūsunda mebzûl buyurulan himmet-i şehriyârî, hakīkaten insânı bir hiss-i şükrân ile tahsîne mecbûr eyler. Anadolu ordularının ikmâl-i noksānı ve Deveboynu ve sâir mevâki‘-i askeriyyenin tahkîmi gibi husūslar dahi vesāyâ-yı hilâfet-penâhî dâhilindedir. Rumeli taraflarına gelince; Gelibolu Boğazı’nın bahren torpiller vaz‘ı ve berren Bolayır’a istihkâm inşâsı gibi levâzım-ı mübremenin derecâtı Mâbeyn’ce tahkīk olunup îcâb edenlere bildirilmiştir ki [517] Şibka ve Elena ve Kazgan geçitlerinin tahkîmi ve Tuna orduları asâkirinin dağınık bulundurulmayıp topluca bulundurulması ve düşmanın mürûrunu görüp işâret vermek için Tuna boyunda telgraf ve sâire misillü levâzım-ı ahbâriyyenin mevcûd olup olmadığının taharrîsi ve her tarafta muntazam ve dâimî asâkir-i milliyye te’sîs olunarak başıbozuk askeri nâmının ortadan kaldırılması ve daha muhârebe başlanmazdan mukaddem dahi memâlik-i pâdişâhînin mesāib-i harbiyyeden vikāyesi ve harekât-ı harbiyyenin te’mîni maksadıyla ve vaktiyle Memleketeyn’e asker sevkinin ihtārı ve Bulgarların zuhûr-ı şekāvetinden evvel silâhlarının toplattırılması ve teba‘a-i sādıkaya esliha iştirāsı için vaktiyle me’zûniyyet ve teshîlât verilmesi ve idâre-i askeriyye işleri için bir nezāret-i mahsūsa te’sîsiyle hey’ât-i harbiyyenin sırf tertîbât-ı seferiyyeye maksūriyyet-i vezāifi, ya‘ni Devlet-i Aliyye’de müesses olan seraskerlik makāmı, ya başka devletlerin Harbiye Nezāreti’ne veyâhud onların umûm-ı erkân-ı harbiyye riyâseti me’mûriyyetine mu‘âdil olup, eğer seraskerler harbiye nâzırı iseler, seferî ve harbî ve’l-hâsıl muhârebenin sırf fennî olan kısmına nezāret ve kumandaya müdâhale etmemeleri ve kendilerinin kā‘ide-i meşrûtiyyet îcâbınca sâir Hey’et-i Vükelâ ile berâber politikaya âid esbâb üzerine azl ü nasbları lâzım gelerek hey’et-i erkân-ı harbiyyenin vezāifi, Hey’et-i Vükelâ ile irtibâtı olmayan [518] dâimî ve müstakil bir reîsin taht-ı nezāretinde cereyân edeceğine ve böyle olmayıp da seraskerler erkân-ı harbin nâzırı add olunacak iseler, edevât ve eşyâ-yı harbiyye ve mu‘ayyenât-ı cünûdiyyenin
318
AHMED MİDHAT EFENDİ
merkez-i idâresi olmak üzere Harbiye Nezāreti’nin dahi ayrıca bir zâta tevdî‘i mütehattim idüğüne mebnî, bunların yek-diğerinden tefrīkıyle kumanda ve idârenin yed-i vâhidde ictimâ‘ı gibi kā‘ideye ve maslahata mugāyir ve bu def‘aki muhârebede dahi envâ‘-ı seyyiâtı zāhir olan bir hâlin men‘i için vükelânın îkāz buyurulması ve sâir nice vesāyâ-yı dakīka fıkarât-ı mahsūsasında derc edilen evrâk-ı resmiyye ile sâbittir ki, vukū‘ât-ı harbiyyeyi gözlerinin önüne getirenler, her biri vaktinden pek çok evvel vukū‘a gelen işbu ihtārâttan Bâb-ı Âlî ve Bâb-ı Seraskerî’ce kabûl ve îcâbı icrâ olunanlarından küllî istifâdeler edildiğini ve bi’l-akis ri‘âyet edilmeyenlerinin adem-i ri‘âyet hasebiyle mazarratı görüldüğünü dahi âsârıyla bi’l-müşâhede teslîm ederler. Anadolu taraflarınca düşman ilk hamlesinde Ardahan’ı, Bâyezid’i zabt ve Kars’ı bir muhâsara ile işgāl ederek Erzurum’a yürümeye başlamış olduğu zamân, teşvīkāt-ı seniyyenin ne kadar fâidesi iktitāf olunduğu tekrâra muhtâc değildir. Rumeli tarafına gelince; düşmanın bir kuvve-i külliyye ile Tuna’yı mürûr etmek üzere bulunduğu tahkīkāt-ı vâkı‘a üzerine [519] bi’l-istihbâr, îcâb eden taraflara ihtār dahi edildiği hâlde 30.000 kişilik bir düşman ordusunun vehleten ve bi’s-suhûle Ziştovi’ye mürûr eylemiş olması o zamân İstanbul’ca cümle nezdinde mûcib olduğu te’sîrden ziyâde nezd-i şâhânede te’sîrâtını göstererek, buna dâir sebkat eden ve fıkarât-ı mahsūsasında derc olunan muhāberât, taraf-ı eşref-i mülûkâneden edilen mesâ‘îye pek fevka’lâde sūrette hüsn-i şehâdet eyler. Nâmık Paşa ile Redîf Paşa taraflarından verilen ma‘lûmât-ı telgrafiyyeden dahi ma‘lûm olmuş bulunacağı vechile, Tuna ordularının iktizāsı vechile ta‘biye olunamamasından dolayı Ziştovi’ye geçen düşman Tırnova’ya ve daha ilerilere doğru yayıldığı hâlde, önünde topu 4-5 tabur askerden başka asker bulunamaması ve onların dahi Osmanpazarı’na doğru firâr ile düşmana Balkan yollarının hemen açık gibi bir hâlde kalması ta‘biye-i askeriyyeye ve yine Mâbeyn-i Hümâyûn’un ihtārıyla mübâşeret olunmuş olan Balkan istihkâmâtının bir an evvel itmâmıyla, içine asker vaz‘ına dâir tekrâr tekrâr olunan ihtārât-ı seniyyeden vaktiyle istifâde olunamadığını isbâta kifâyet ediyor. Hele düşmanın Zağralar’a doğru tahattīsi üzerine Vidin’den Osman Paşa’nın ve Bar’dan Süleyman Paşa’nın kuvve-i kâfiyye ile yetişmeleri tab‘an ve maslahaten lâzım olup ol bâbda birçok efkâr ve ârâ-yı [520] ittihâd eylediği hâlde Ulahların Kalafat’tan Vidin tarafına tecâvüz etmek niyetinde bulunduklarına dâir alınan ma‘lûmât üzerine, Osman Paşa’nın Vidin’den çıkmamasına dâir olan reyi bir emr-i fedâkârî ta‘dîl etmemiş olsa idi, Plevne mevki‘i şân-ı askerîmizi ayyuka çıkarmamakla berâber düşmanın tecâvüzâtı için gösterdiği mâni‘iyyeti dahi mümkün değil gösteremez idi. Muhârebe-i hâzıramızca birçok efkâr-ı askeriyye erbâbının nazar-ı istiğrâbını celb eden şey, Süleyman Paşa’nın Zağralar ile Kızanlık’ı Rusyalıdan kurtardıktan sonra
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
319
Şibka istihkâmâtı üzerine semeresiz hücûmlarla birçok asker kırdırmış olması kaziyyesi olup, eğer bu asker veya bir kısmı, sâir mevcûd olan yollardan dolaşarak ve Osmanpazarı’ndaki kuvvetle birleşerek düşmanın Ziştovi’den Gabrova’ya doğru mümted olan hatt-ı harbini veya bi’l-hāssa Tırnova ile Gabrova’yı tehdîd eylemiş olsa idi, Şibka istihkâmâtı derûnunda bulunan Rusyalıların dahi, ya teslîm veya ric‘atten başka çâreleri kalmayacağı makām-ı mülâhazada gazetelere bile yazılmış idi. Hâlbuki bu kaziyyede dahi efkâr-ı hümâyûnun yine şu nokta üzerinde olduğu, ol bâbda Bâb-ı Seraskerî’ye verilmiş olan muhtıra-i seniyyeden ve Şibka muhâcemâtının lüzûmu dahi muhtıra-i seniyye üzerine Meclis-i Askerî’ce verilen cevâblardan müstebân oluyor. Hattâ doğrudan doğruya Süleyman Paşa’dan istifsâr-ı rey [521] olundukta, müşârun-ileyhin dahi bütün kuvvetiyle Şibka’da muhârebe etmek karâr-ı kat‘îsinde bulunduğu görülüyor. Tuna ordularının düşman mürûrunu men‘ ve hattâ tas‘îb bile edememeleri üzerine Serasker Paşa ile Serdâr Abdi Paşa’nın azli ve bu ordulardan lüzûmu vechile istifâde için Mehmed Ali Paşa’nın Tuna ordularına umûm kumandan nasb olunduktan mâ-adâ, Osman Paşa, Süleyman Paşa’nın dahi müşârun-ileyhin kumandasına tevdî‘ edilmesi sūreti bi’t-tasvîb, ol bâbda Mehmed Ali Paşa’ya yazılan telgrafnâmede edilen teşvīkāt ve tebşîr olunan mevâ‘îd ise Allâh için bir adamı teşvīke olan lüzûmun nihâyet mertebesi idi ve yine o telgrafta ve ondan sonra vâki‘ olan teblîgātta musarrah olduğu üzere, kumandanın cihet-i vahdete merbûtiyyeti kā‘ide-i tabî‘iyyesi pek ziyâde şâyân-ı i‘tinâ olup, mevcûd müşîrânın umûmen Mehmed Ali Paşa kumandasında bulundukları, müşârun-ileyhe verilen fermân-ı âlî ile de te’kîd olunmuş idi. Ondan sonra vely eyleyen hâdisât ve harekât-ı harbiyyenin esbâbını sırasıyla derc olunan ihtārât-ı seniyye bi-hakkın mevki‘-i vuzūha îsāl eylemiştir. Eğer evvelce tertîb buyurulduğu vechile Tuna orduları gāyet şiddetle bir ta‘arruz göstermiş olsalar idi, ihtimâl ki ber-vech-i me’mûl bir menfa‘at husūle gelebilir idi. Ancak bu menfa‘atin husūle gelip gelmeyeceği tecrübe [522] olunamamıştır. Zîrâ harekât-ı matlûbe-i ta‘arruziyye icrâ olunamamış idi. İcrâsına başlandığı zamân dahi, âdetâ iş işten geçmiş idi.
320
AHMED MİDHAT EFENDİ
Harita 11: Vidin ve Kalafat.(Amédée Le Faure, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris 1878, s. 185.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
321
Muhârebemizin devr-i gālibiyyeti gibi devr-i mağlûbiyyeti dahi evvelâ Anadolu tarafında başgösterip, Gāzî Ahmed Muhtâr Paşa’nın Ani harâbelerinde ve Yahniler’de kazandığı muhârebât, pek parlak muzafferiyyât-ı askeriyyeden olduğuna asla şübhe edilemeyeceği gibi muahharan dûçâr olduğu mağlûbiyyetleri dahi pek çok efkâr-ı askeriyye erbâbı ve Avrupa’nın askeri gazeteleri ma‘zûr görmüşlerdir. Taraf-ı eşref-i pâdişâhîden musālaha hakkında izhâr buyurulan arzu, Asya hezîmetinden bed’ ile teekküd edip maa-hâza şerâit-ı sulhiyyenin tahfîfi maksad-ı hakîmânesine mebnî, esbâb-ı mukāvemet ve müdâfa‘aya evvelkinden ziyâde ehemmiyyet verilmesi için evâmir-i adîde ve ekîdeleri sudûr etmiş idi. Anadolu bozgunluklarının vehāmet-i külliyyesine ve tertîbât ve tedârikât-ı askeriyyenin tesrî‘ine dâir verilen evâmirin hasbe’l-hâl artık bir şey tedârik edemeyeceği anlaşılarak, Muhtâr Paşa sulh cihetini tavsiye ile berâber Erzurum’da bile sebât mümkün olamayacağı beyânıyla, Bayburd’a çekilmek istemesine mebnî, taraf-ı şâhâneden kendisine ve bir de Erzurum ahâlîsine çekilen telgrafnâme-i hümâyûnların ve Erzurum’a imdâd için vilâyâta gönderilen evâmir-i mütevâliyyenin [523] te’sîrât-ı külliyyesi ol kadar bedîhîdir ki, Erzurum’u lüzûmu derecesinden pek dûn askerle muhâfaza ettirmiştir. Rumeli hezîmetlerine gelince; bu felâketleri itmâm eden Plevne mevki‘inin tehlikesi arttıkça artmakta olduğu daha vak‘a-i hâilenin vukū‘undan aylarca mukaddem Mâbeyn-i Hümâyûn’un iktisâb eylediği ma‘lûmât üzerine, keyfiyyet iktizā eyleyen taraflara dahi tavsiye ve ihtār buyurulmuş ve Plevne’nin ihtiyâcât-ı mütenevvi‘asının derecesiyle oraya imdâd için mürâselenin derece-i ta‘assürâtı bir sūret-i dakīkada icrâ olunan muhāberâtın netîcesi ile başkaca mevki‘-i bedâhete konularak, tedbîri hasbe’l-kā‘ide hey’et-i askeriyyenin rey ve temyîzine tevdî‘ edilmiş idi. Mürâselâtın te’mîni ve Osman Paşa’nın Plevne müdâfa‘asında devâmı mes’elelerinde, hey’et-i askeriyyenin ittihāz ettiği karârlar ise mazbatalarından ma‘lûm olur. Maa-mâ-fîh def‘-i mehâlik-i vatan yolunda derecesi hiç birşeye makīs olmayan gayret-i hümâyûn iktizāsınca, yine tedkīkāt ve tebyînâttan geri durulmamış idi. Plevne tamâmen muhâsara altına alındıktan sonra Süleyman ve Mehmed Ali Paşalar ile olunan muhāberât şâyân-ı dikkattir. Zîrâ verilen evâmir-i müekkedeye ne sebeblerle tevfīk-ı hareket kaziyyesinin te’hīrini mübeyyindirler. Vâkı‘â Tuna cihetinden Süleyman Paşa sağlı sollu bir hareket-i ta‘arruziyye gösterip Elena’yı almış [524] ve oradan dahi ilerisini tehdîd isti‘dâdını peydâ eylemiş idiyse de bu muzafferiyyet geç yetiştiği ve yetiştikten sonra Elena’da mevkūf kaldığı gibi ne çâre ki Sofya tarafından dahi Mehmed Ali Paşa ordusu ber-mûcib-i vesāyâ hareket-i ta‘arruziyyede birtakım avâik zuhûruyla Plevne’ye yardım yetiştiremeyerek şeref-i askerîmizi aylarca muhâfaza eyleyen Plevne ordusu hatt-ı muhâsarayı yarmak için son fişengini de yakıncaya kadar cenk ve düşmanın birkaç istihkâmını zabt eyleyerek, fakat cephānesi tükendikten sonra teslîm-i silâha mecbûr olmuştur.
322
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 68: Yaralı Osman Paşa ile Romanya Prensi Charles’ın karşılaşması. (Felix Bamberg, Geschichte der orientalischen angelegenheit im zeitraume des Pariser und des Berliner friedens, G. Grote, Berlin 1892, s. 573.)
Plevne teslîmi kaziyyesinden sonra artık Balkan’ın öte tarafında bulunan mevâki‘-i askeriyyenin Rusya’yı beri taraflara hücûmdan men‘ edecek iktidârları kalmamakla ve hâlbuki düşmanı Balkan tecâvüzünden men‘ edecek kadar Sofya ve Şibka ve sâirede kuvvet bulunmamakla, Tuna’da Süleyman Paşa’nın mevcûd ma‘iyyeti olan askerden sülüsânı kadarının yine o taraflarda terk ve sülüsüyle, Şibka ve Sofya taraflarına müsâra‘at eylemesi için verilen ârâ-yı sāibe nasılsa ekalliyyette kalıp kesret-i ârâya göre lâzım gelen tedbîrlerin ve ol bâbda edilen ihtārların dahi zamânıyla icrâsında muvaffakiyyet hâsıl olsa idi, düşman öyle çend hafta zarfında Edirne’ye gelecek kadar sür‘ate muktedir olmak şöyle dursun, Sofya ve Pazarcık ve Şibka taraflarında Plevne gibi mukāvemetler görür idi. Zîrâ [525] muahharan dahi görülmüştür ki, Balkan’dan beri taraflara geçen düşman 120 taburdan ibâret olup bizim 200 taburumuz var idi. Hayfâ ki, Sofya tarafı asla mukāvemet edemeyip fırkalar Rusya fırkaları önüsıra lâ-yenkatı‘ ric‘at eylediklerinden ve bunlar Edirne’ye gelecek olsalar oradaki istihkâmât-ı mükemmele derûnunda düşmana mukāvemet gösterecekleri de der-kâr iken düşman, fırkalarımızın dâimâ sol tarafını güdüp tazyīk eyledikçe, fırkalar Gümürcine’ye doğru çekildiklerinden, düşmanın Edirne’ye doğru yolu açık kalmıştır. Balkan’ın beri tarafındaki vukū‘ât-ı harbiyye meyânında mûcib-i teessüf olan bir hâl dahi Şibka’da bulunan kolordunun derhâl Edirne’ye doğru çeki-
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
323
lip Edirne istihkâmâtı içinde düşmana mukāvemet hizmetinde kullanılması mümkün iken etrâfı bi’l-külliyye sarılıncaya kadar orada tevkīf edilerek tamâmen kuşatıldıktan sonra dahi teslîmiyyete mecbûriyyet görmesi kaziyyesi olmuştur. Ancak bu mütāla‘a bizim gibi işi yalnız dışından gören adamların mütāla‘ası olup, hâlbuki Şibka’da sebât etmek kaziyyesi Süleyman Paşa ve Ahmed Eyyüb Paşa gibi oraların kumandasında bulunan müşîrlerin en ziyâde matlûb ve mültezemleri olduğu, fıkra-i mahsūsasında münderic telgrafnâmeleri hükmünden müstebân olmuştur. Şu hâlde çâresiz olarak diyeceğiz ki [526] Şibka ordusu, tâ Sofya taraflarından inen düşman ordusuyla dahi tazyīk-ı tâm altına alınıncaya kadar mezkûr boğazı muhâfaza etmeye kā‘ide-i askeriyyece mecbûriyyet olup, bu muhâfazaya ihtiyâc kalmadığı zamânda dahi ihâta olunmuş bulunduğundan, işte şu mecbûriyyet-i askeriyyeye mebnî düşmanın yed-i esâretine düşmüş oluyor ve bundan başka da bir tevcîh bulunamıyor. Süleyman Paşa ordusu Gümürcine taraflarına doğru tebâ‘üd eyledikten ve Şibka ordusu dahi teslîmiyyet gösterdikten sonra, Edirne müdâfa‘a ve muhâfazasının adem-i imkânî zehâbı, bir Meclis-i Umûmî-i Askerî karârıyla orasının bi’t-tahliye Rusya’ya terkini îcâb eylemiştir. Ondan sonra musālaha esâslarının vaz‘ıyla mütârekeye karâr verilmesi ve bununla berâber Rusyalıların İstanbul hatt-ı müdâfa‘asına doğru ilerileyip nihâyet bir fırka-i askeriyye ile Ayastefanos’a gelmesi ve orada mukaddemât-ı sulhiyyenin imzā olunması maddeleri ve bu maddelerin gavâmız-ı diplomatikiyye ve askeriyyesi muhâkemâtımızdan hāric olduğundan, Zübdetü’l-Hakāyık’ın tebeyyünât ve muhâkemâtına burada hitâm verilmiştir. (İntehâ) [527]
324
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 69: Ateşkes şartlarının görüşüldüğü Ayastefanos’taki Neriman villası. (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 93.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
325
Resim 70: Berlin Kongresi. Sağda Osmanlı delegeleri. (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 105.)
Resim 71: Berlin Antlaşması’nın bir nüshasının kapağı. (The Ottoman-Russian War of 1877-78, ed. Ömer Turan, Middle East University, Ankara 2007, s. 257.)
326
AHMED MİDHAT EFENDİ
Resim 72: Berlin Kongresi. (Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul 2005,s. 79.)
Resim 73: Berlin Kongresi’ne katılan delegeler.(Alpay Kabacalı, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, Deniz Kültür Yayınları, İstanbul 2005, s. 79.)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
327
Harita 12: Berlin Antlaşması’ndan sonra Asya’da sınır. (Felix Bamberg, Geschichte der orientalischen angelegenheit im zeitraume des Pariser und des Berliner friedens, G. Grote, Berlin 1892, s. 614.)
328
AHMED MİDHAT EFENDİ
Harita 13: 1856’dan 1878’e Rumeli’deki değişim. (http://www.lib.utexas.edu/maps/historical/balkans_1912.jpg, çevrimiçi, 30 Aralık 2013)
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
Harita 14: 1878’de Rumeli. (http://www.lib.utexas.edu/maps/historical/eastern_europe1878.jpg, çevrimiçi, 30 Aralık 2013)
329
330
AHMED MİDHAT EFENDİ
CÜZ-İ MÜTEMMİM Derûn-ı kitâbda âhirine zeyl edeceğimizi va‘ad eylediğimiz nizāmnâme şudur: Asâkir-i Mülkiyye Nizāmnâmesi Lâyihasıdır Fasl-ı Evvel Mevâdd-ı Esâsiyye Beyânındadır Birinci Madde – Devlet-i Aliyye’nin kuvve-i umûmiyye-i askeriyyesini teşkîl eden asâkir-i nizāmiyye ve redîfe ve müstahfızaya bir de Asâkir-i Mülkiyye sınıfı ilâve olunmuştur. İkinci Madde – Esnân-ı askeriyyeye dâhil olmayıp da sinleri on yediden ziyâde olanlar, esnân-ı askeriyyede olup da isimlerine kur‘a isābet etmeyenler, mecbûrî ve müstahfızlık müddetinin nihâyeti olan 40 ve 45 yaşını ikmâl eyleyenler, ihtiyârî olarak Asâkir-i Mülkiyye’den ma‘dûddurlar. Üçüncü Madde – Asâkir-i Mülkiyye efrâdından isimlerine kur‘a isābet edenler veya redîf ve müstahfız sınıfına dâhil olanlar, Asâkir-i Mülkiyye sınıfından çıkacaklardır. Dördüncü Madde – Evvelâ hānedan-ı saltanat a‘zā-yı fihāmı, sâniyen hey’et-i vükela, sâlisen Meclis-i A‘yân ve müddet-i intihābiyyeleri inkızā etmeyen Meclis-i Meb‘ûsân a‘zāsı silâh altına alınmazlar, bunlardan [528] mâ-adâ me’mûrînin ve sıfat-ı ilmiyyesi olanların Asâkir-i Mülkiyye sınıfından istisnâsı lâzım gelenleri hakkında nizām-ı mahsūs tanzīm olunacak ve ma‘zeret-i vücûdiyyeleri hizmet-i askeriyyeye sālih olmadığı bi’l-mu‘âyene tebeyyün edenler, bi’t-tabi‘ müstesnâ tutulacaktır. Beşinci Madde – Asâkir-i Mülkiyye vatanın muhātara-i azīmeye uğradığı zamânda mütemâdiyyen ve bir mahalde muhill-i âsâyiş bir vak‘a zuhûr edip de orada kuvve-i askeriyye bulunmaz ise veya bulunup da ol vak‘anın def‘ine kifâyet etmez ise kuvve-i kâfiyye yetişinceye kadar muvakkaten dâhili memlekette âsâyiş ve emniyyeti muhâfazaya me’mûrdur. Binâen-aleyh asâkir-i mezkûre efrâdı hükûmet tarafından her ne vakit emr olunur ise ol zamânda ictimâ‘ ile silâh altına girmeye mecbûr olup silâh altına girmelerini mûcib olan esbâb-ı fevka’l-âde zâ’il olduğu gibi kendilerine ruhsat verilir. Altıncı Madde – Asâkir-i Mülkiyye efrâdı muhârebe zamânında beşinci madde mûcibince memleketleri dâhilinde âsâyiş ve emniyyetin muhâfazası hizmetinde bulunmakla iktifâ etmeyip de mevâki‘-i harbiyyede dahi bulun-
332
AHMED MİDHAT EFENDİ
mayı arzu ederler ise istid‘âları is‘âf ve kendilerinin silâh altına da‘vet olunan asâkir-i redîfe ve müstahfızadan veya kur‘a firârı ve muhtefîlerinden olmadıklarına dâir hükûmet-i mahalliyye tarafından yedlerine birer ilmühaber i‘tā olunur. Fakat bu misillüler mutlakā tabur ve eğer adedleri müsâ‘id ise alay hey’etinde bulunmaya [529] mecbûr olup adedleri sekizinci maddede muharrer usūl üzere tabur veya alay teşkîline mütehammil olmadığı halde, bu arzuda bulunan efrâd-ı kalîle asâkir-i nizāmiyye ve redîfe ve müstahfıza taburları refâkatine iltihâka mecbûrdurlar. Yedinci Madde – Asâkir-i Mülkiyye hey’etini hükûmet istediği zamân ve lüzûm gördüğü kadar cem‘ u teslîh eyler ve istediği vakit iktizā edenlerini bi’l-istîzân sādır olacak irâde-i seniyye üzerine silâh altından çıkarıp ta‘tīl eder. Fasl-ı Sânî Asâkir-i Mülkiyye’nin Teşkîlât-ı Askeriyyesi Beyânındadır Sekizinci Madde – Her vilâyet bir veya müte‘addid Asâkir-i Mülkiyye fırkaları teşkîl eder. Ve payitaht ile mülhakātı dahi bir vilâyet i‘tibâr olunmuştur. Her fırkada lâ-ekall üç ve nihâyet beş alay bir livâ i‘tibâr olunup, her alay lâ-ekall üç ve nihâyet dört taburdan ve her tabur dört ve nihâyet on bölükten ve her bölük altmıştan yüze kadar efrâddan terekküb eder. Dokuzuncu Madde – Fırkalar birer ferīk ve livâlar birer mirlivâ kumandasında olup bunlar Asâkir-i Mülkiyye ferīkı ve mirlivâsı unvânıyla yâd olunacak ve alay ve taburların sâir erkân ve zābitānı ber-vech-i âtî teşekkül eder. [530]
Alay Erkânı
1 Miralay 1 Kāim-makām 4 veya 3 Binbaşı 4 veya 3 Kolağası
Tabur Erkânı
1 Sancakdâr 2 Tabîb 2 Cerrâh 1 Yüzbaşı 1 Mülâzım
Bölük Zābitānı
1 Başçavuş 1 Bölük Emîni 4 Çavuş 8 Onbaşı
ZÜBDETÜ’L-HAKĀYIK
333
Onuncu Madde – Asâkir-i Mülkiyye’nin idâre-i umûmiyyesi, Asâkir-i Mülkiyye kumandanı nâmıyla makam-ı seraskerînin ma‘iyyetinde olmak ve ordu müşîrleri sınıfında bulunmak üzere taraf-ı saltanat-ı seniyyeden mansūb, müşîr veya ferīk rütbesinde bir zâta muhavvel olup ümerâ ve zābitānın sūret-i intihābı terfî‘-i merâtib-i askeriyye nizāmnâmesine tâbi‘dir. On Birinci Madde – Asâkir-i Mülkiyye ümerâ ve zābitānı [531] kendi içlerinden intihāb ve ta‘yîn olunur. Fakat Asâkir-i Mülkiyye sınıfından zābitliğe muktedir zevât yetişinceye kadar veya lüzûm görüldüğü takdîrde ümerâ ve zābitānı asâkir-i nizāmiyye ümerâ ve zābitānından nasb edilir. On İkinci Madde – Asâkir-i Mülkiyye’nin silâh altına girdikleri esnâda umûr-ı mâliyyesi idâre me’mûrları nâmıyla ta‘yîn olunan bir hey’ete muhavvel olup ümerâ ve zābitān idâre cihetine müdâhale edemez. İşbu hey’et bir müfettiş ve bir muhâsebeci ve lüzûmu mikdâr muhâsebeci vekîli ile yüzbaşı rütbesinde bir veznedâr ve bir esvâb emîninden mürekkeb olup müfettişler fırkaların ve muhâsebeciler alayların ve muhâsebeci vekîlleri taburların umûr-ı mâliyye ve hesâbiyye ve veznedâr ve esvâb emînleri yine taburların nukūd ve elbiseye dâir husūsātına me’mûrdur. Fasl-ı Sâlis Mevâdd-ı Müteferri‘a Beyânındadır On Üçüncü Madde – Asâkir-i Mülkiyye silâh altında bulunmadıkları zamân, haklarında sâir ahâlî gibi mu‘âmele olunur. Bunlar beşinci madde mûcibince hükûmet ma‘rifetiyle celb ü cem‘ olunup silâh altına da‘vet olunduklarını müte‘âkiben idâre-i askeriyyeye tevdî‘ edilir. [532] On Dördüncü Madde – Asâkir-i Mülkiyye silâh altında bulundukları müddetçe emr-i itā‘at ve inkıyâdca usūl-i askeriyyeye tâbi‘ oldukları gibi bu esnâda işleyecekleri cerâimin muhâkemât ve mücâzâtı askerî cezâ kanunnâmesine tâbi‘dir. On Beşinci Madde – Asâkir-i Mülkiyye silâh altında bulundukları müddette hükûmetten ta‘yîn olunan tarz ve sūrette üniforma iktisâsına ve senede kırk gün kazā ve livâ ve vilâyet merkezlerinden ve Dersa‘âdet’te dahi devletçe bir muhârebe zuhûruyla, bunların cem‘lerine lüzûm görülür ise ta‘yîn olunan evkāt ve mahâlde ta‘lîm-i askerîyi ta‘allüme mecbûrdurlar. Olunan da‘vete icâbet etmeyerek bilâ-özür mevki-i ta‘lîme gelmeyenler, asâkir-i nizāmiyye sınıfına bilâ-kur‘a kayd ve idhāl olunacaklardır. On Altıncı Madde – Asâkir-i Mülkiyye’nin silâh altında bulundukları müddette ta‘yînleri, usūl-i askeriyyeye tevfīkan taraf-ı devletten verilecektir.
334
AHMED MİDHAT EFENDİ
On Yedinci Madde – Asâkir-i Mülkiyye’ye muktezī olan esliha, devletçe verilecek karâr ve ta‘yîn olunacak nümûnelere tevfīkan dâire-i mahsūsa-i askeriyyesi tarafından mübâya‘a olunarak hükûmet-i mahalliyyeye irsâl ve esmânı i‘âne sūretiyle veyâhud fevka’l-âde vergi tarhıyla ahâlî tarafından tesviye kılınacaktır. On Sekizinci Madde – Her vilâyet ve livâ ve kazā merkezinde [533] Asâkir-i Mülkiyye’ye mahsūs esliha ve mühimmât, daima redîf depolarında bulunup hükûmet tarafından merkez-i hükûmet-i seniyyenin emrine müsteniden veyâhud ahvâl-i âcile ve fevka’l-âde-i mülkiyye üzerine doğrudan doğruya bir emr-i resmî neşr olunmadıkça, depolardan Asâkir-i Mülkiyye’ye silâh verilmesi memnû‘dur. On Dokuzuncu Madde – Bir mahalde Asâkir-i Mülkiyye’nin taht-ı silâha alınmasını mûcib ahvâl zuhûr edip de fakat ol mahallin umûm-ı Asâkir-i Mülkiyye’sinin istihdâmına lüzûm görünmediği halde, teslîmi iktizā eden kuvvetin ta‘yîn derecesi hükûmet-i mülkiyye ile Asâkir-i Mülkiyye ümerâsına âiddir. Yirminci Madde – Asâkir-i Mülkiyye’nin umûmen istihdâmına lüzûm görünmediği takdîrde, teslîmi lâzım gelen kuvvet, Asâkir-i Mülkiyye efrâdının mecbûrî olan sınıfın en musinlerinden tertîb olunacaktır. Yirmi Birinci Madde – Asâkir-i Mülkiyye’nin silâh altına alınmalarını müstelzim ahvâl zuhûrunda, bunların da‘vet ve cem‘lerine âid mu‘âmelâtın müzâkere ve icrâsı, vilâyet ve livâ ve kazā merkezlerinde mecâlis-i belediyyenin intihābıyla mansūb mecâlise ve Dersa‘âdet’te Bâb-ı Seraskerî’de teşkîl olunacak meclise muhavveldir. Taşrada teşekkül edecek mecâlise, mahallerinde asâkir-i nizāmiyye ümerâ ve zābitānı var ise onlardan münâsibi ve olmadığı halde hükûmet-i mahalliyyenin [534] en büyük me’mûru veya intihāb edeceği vekîl riyâset eder. Hātime Yirmi İkinci Madde – Tuğrâ-yı hümâyûn ve nişân-ı Osmânî ile müzeyyen olmak üzere taraf-ı hazret-i pâdişâhîden Asâkir-i Mülkiyye’ye ihsân buyurulan sancak, askerin nokta-i ictimâ‘-ı umûmîsidir. Binâen-aleyh, işbu sancak vatanın bir muhātara-i azīmeye uğradığı ve umûm-ı Asâkir-i Mülkiyye’nin taht-ı silâha alınması iktizā eylediği halde ihrâc olunup, vakt-i âsâyişte hazîne-i hümâyûnda hıfz olunacak ve tebdîl-i şekli câiz olmayacaktır.
İHTĀR İşbu Zübdetü’l-Hakāyık, asl-ı târîh-i ahvâl-i hâzıra olmak üzere cem‘ u te’lîf eylemekte olduğumuz Üss-i İnkılâb’ın ikinci cildi olmak üzere tanzīm olunmadı. Mukaddimesinde dahi arz olunduğu üzere vukū‘ât-ı diplomatikiyye ve harbiyye hakkında herkesin zafer-yâb olmayı isti‘câl eyledikleri hakāyıkın gāyet mücmel olmak ve kâffesi evrâk-ı resmiyyeye hikâye ve tafsīl ettirilmek üzere tanzīm olunmuş bir zübde ve icmâldir. Bunda münderic olan evrâk-ı resmiyye Üss-i İnkılâb’a me’haz olmak üzere derdest edilen evrâk ve burhânlar olup Üss-i İnkılâb’ın asıl devr-i celîl-i Abdülhamîd-i Sânî’ye mahsūs olan cildleri bir yandan tab‘ olunmakta bulunduğu cihetle, yakında meydân-ı intişâra çıkacak ve ahvâl-i asriyyeyi teşkîl eden vukū‘ât ve mesâil-i târîhçe matlûb olan tafsīlâtıyla mezkûr cildlere derc olunacaktır. Üss-i İnkılâb’ın birinci cildini mütāla‘a buyuran zevât, bunu Kırım Muhârebesi’nden cülûs-ı hümâyûna kadar yirmi bu kadar senelik vukū‘âtın târîhi olmak haysiyyetiyle pek muhtasar bulmakta ve cild-i mezkûr hiç olmaz ise onun üç dört misli büyültülür ise o zamân tafsīlât-ı matlûbeyi câmi‘ olabileceğini der-meyân eylemektedirler. Bu mütāla‘adaki isābetleri müsellemdir. Ancak maksad-ı aslîmiz yalnız asr-ı hümâyûn-ı Abdülhamîd Hānî’nin târîhini yazmak olup, cild-i mezkûr ise inkılâbât-ı hâzıramızın derece-i ehemmiyyetini takdîr ile müstefîd olacak efkârı tehiyye için bir mukaddime olmak üzere tertîb olunmuştur. Eğer zamân müsâ‘ade eder ise mezkûr birinci kısmı dahi tafsīlât-ı matlûbesi derecesinde büyültmek mümkündür. Hattâ i‘tikād-ı âcizânemizce, asr-ı hümâyûndan mukaddemki ahvâl için bir târîh tanzīm etmek lâzım gelir ise bunu yalnız Kırım Muhârebesi’nden berisi olan zamâna da hasr etmeyerek, daha evvelinden bed’ eylemek iktizā eder. Her ne hâl ise bu hizmet şimdiki maksadın hāricinde olduğundan, ol bâbda hayyiz-i fi‘ile çıkarılacak bir emel olduğu sūrette ba‘dehû icrâ-yı îcâbı düşünülür. Ahmed Midhat
LÜGATÇE A‘dâ: Düşmanlar. A‘kāb: Bir şeyin hemen sonrası. A‘mâl: Ameller. İşler. Yapılan hayırlar. A‘zâr: Özürler, mâniler, bahaneler, engeller. Adîmü’l-imkân: İmkânsız. Olamaz. Afv-ı cerâim: Suçların affedilmesi. Ağleb: Daha galib. Çok kerre, ekseriya, çoğu. Ağrâz: Garazlar. Fiil yapılırken gözetilen gayeler. Kasden ve bilerek yapılan kötülükler. Ahz-ı intikām: İntikam alma. Ahz-i sâr: İntikam alma. Âkıbetü’l-emr: Bir işin neticesi, sonu. Akīb: Bir şeyin ardından gelen. Arkası sıra giden. Akvâm: Kavimler. Milletler. Toplumlar. Alâ-hâlihi: Olduğu gibi. Alâim / Alâyım: Alametler, izler. İşaretler, deliller. Alâ-vechi’l-ihtisār: Kısaltmak üzere. Ale’d-devâm: Devamı üzere. Devamlı olarak. Ale’l-ıtlâk: Umumiyetle. Mutlaka. Bir sûretle kayıtlı olmayarak. Ale’t-tesâvî: Birbirine müsavi ve misil olmak üzere. Âlem-pesend: Bütün herkesin hoşuna gidip beğendiği şey. Alîl: Hasta. İlletli. Âlûde: Karışmış, karışık, mülevves. Bulaşmış. Âmân: Emniyet. İmdat. Yardım dileği. Af, ricâ, niyâz. Amden: Kasten, bile bile. İsteyerek.
Amel-mânde: İş yapmaz hâle gelmiş olan. Muattal. Battal. Çok yaşlı. Sakat veya hasta olup çalışamaz hâle gelmiş olan. Ânifü’l-arz: Az önce arz olunan. An-samîmi’l-kalb: Can ve yürekten, kalpten. Ârâ-yı sāibe: İsabetli, doğru oylar. Arīz u amīk: Enine boyuna, her yönü ile. Arza-i mazarrat: Zararların şiddeti. Âsân: Kolay. Suhuletli. Yesir. Asya-yı vusta: Orta Asya. At‘ime / Et‘ime: Yemekler. Atāyâ: Atiyyeler. Bahşişler. İhsanlar. Lütuflar. Avâik: Mânialar. Engeller. Müşküller. Avk: Mâni olma, alıkoyma, durdurma, vazgeçirme, geciktirme. Azviyyât: Yalanlar, iftiralar. Ba‘d-ezîn: Bundan sonra, bundan böyle. Bâdî: Sebep, mucip. Sebep olan. Bâdî-i harâbiyyet: Yıkılışa, parçalanmaya sebep olan. Bağteten: Ansızın. Füc'eten. Birdenbire. Apansız. Bârgîr: Yük taşıyan. Beygir. Bâr-ı girân: Ağır yük. Bârî: Bir kalıptan döker gibi, düzgün, tertipli ve güzel yaratan. Aza ve cihâzatları birbirine mütenasip ve kâinattaki umumî nizama ve gayelere uygun ve münasebettar olarak halkeden Cenâb-ı Hak (c.c.). Basîta: Uzak yer. Bast: Yayma, açma. Uzun uzadıya anlatma.
338
LÜGATÇE
Batī’âne: Ağır şekilde. Yavaştan. Becâ: Yerinde. Yerine. Uygun. Münâsib. Bed-hāh: Fenalık isteyen. Herkesin kötülüğünü isteyen. Kötülük isteyen. Bedîdâr: Görünür olmak, kendini göstermek. Meşhur. Namdar. Bedîhî: Aşikâr, belli ve açık olma. Behemehâl: İster istemez. Mutlaka. Her halde. Berîü’z-zimme: Zimmeti temiz olan, aklanmış. Berren: Karadan, kara yoluyla. Berter: Daha yüksek, daha üstte, âlâ. Betāet: Tembellik, yavaşlık. Ağırlık. Bevâr: Mahvolma, çürüme, yok olma. Beyne-hümâ: (İki şey) Arasında. Beyza: Parlak. Beyaz. Sefid. Bezl: Bol bol verme, saçma. Bi’l-farz: Diyelim ki, olduğunu kabul ederek. Bî-behre: Nasibsiz. Mahrum. Bî-esâs: Esassız. Temelsiz. Bi-hasebi’l-beşeriyye: Beşeriyetten dolayı. Bi-ibâretihâ: İbaresi ibaresine, ayniyle. Bilâ-ârâm: Durup, dinlenmeksizin. Bilâ-hâil: Engelsiz, manisiz. Bilâ-ifâte-i vakit: Vakit kaybetmeksizin. Bî-muhâbâ: Çekinmeksizin, çekinmeden, sakınmadan. Binâberîn: Bunun üzerine, bu sebebe binâen, bundan dolayı. Bi-tevfīkıhi’l-mevlâ: Allah’ın yardımıyla. Bu‘d-ı mesâfe: Mesafenin uzaklığı. Burhân: Delil, hüccet. Câizü’l-ihtiyâr: Seçmesi mümkün. Seçilebilir. Câ-yı ihtirâz: Sakınılması gereken yer, şey. Cebânet: Korkaklık, ürkeklik. Korkulmayacak şeylerden bile korkmak.
Cebhe-sâ: Yüz süren. Cebîn: Korkak. Cesaretsiz. Cerâim / Cerâyim: Cerimler, suçlar, kabahatlar, cinayetler. Cezm: Kat'î karar. Yemin. Kararlaştırmak. Kesmek. Niyet. Tahmin. Takdir. Cihât: Cihetler, taraflar, yönler. Cilve-ger: Cilve ve naz eden. Cilveli. Tecelli eden. Cünûd: Askerler. Ordu. Çâre-cû: Çâre arayan. Çâr-yek: Çeryek. Dörtte bir. Çend: Birkaç. Üç-beş gibi adet. Çerâkise: Çerkesler. Çeşm: Göz. Ayn. Dide. Çi-fâide: Ne fayda var, kaç para eder. Dâ‘i: Dua eden, duacı. Sebep. Davet eden. Dâll: Delil olan, delâlet eden. Yol gösterici. Dâm: Tuzak. Dâverâne: Doğruluk ve adaleti seven bir büyüğe yakışacak tarzda. Hâkim ve vezirle alâkalı olan. Debbâğhane: Tabakhane. Derinin tabaklandığı yer. Def‘-i sāil: Saldıranın def edilmesi, kovulması. Dekāyık: İncelikler. Anlaşılması çok dikkat isteyen incelikler. Çok ince. Anlaşılması dikkat isteyen keyfiyetler. Der-dest: Tutma, elde etme. Elde olan, yapılmakta olan. Der-dest-i irsâl: Gönderilmekte olan. Derk: Anlamak. Der-pîş: Önde olan, göz önünde bulunan. Desâyis: Vesveseler, desiseler. Gizli hileler. Dest-gâh: İşyeri, tezgah.
LÜGATÇE Dest-res: İsteğine ulaşan, elini yetiştiren. Kudret, zenginlik, iktidar. Devâir-i intihābiyye: Seçin bölgeleri. Dibâğat: Tabaklama. Deriyi kullanılır ve temiz hale koyma işi. Dil-hūn: Kalbi yaralı, yüreği kanlı. Mükedder, mağmum. Dil-sûz: Gönül yakan. Dirâyet: Zekâ, bilgi. Kuvvetli tecrübe sahibi olmak. Fetanet. Temkin ve tecrübeye dayanan akıl. Dirîğ: Men'etmek, korumak, esirgemek. Eyvâh, yazık. Dûn: Aşağı, aşağılık. Altta, aşağıda. Dûrâ-dûr: Uzaktan uzağa. Uzak uzak. Uzun uzadıya. Düşvâr: Müşkil. Güç. Zor. Düveliyye: Enternasyonal, devletler arası. Ebnâ: Oğullar. Ecnâs: Çeşitler, neviler, türler. Ednâ: Pek aşağı, en alçak. Pek az, pek cüz'i. Ef‘âl: Fiiller, işler, ameller. Efvâh-ı nâriyye: Ateşli silahlar (top, tüfek vs.). Ehass-ı âmâl: Daha hususi, daha yakın, daha hâlis. Hususi. Ziyade hâs. Ekîden: Metin, muhkem ve sağlam şekilde. Açık ve kesin olarak. Sarahaten ve kat'iyyen. El-hak: Hakkın ta kendisi. Tam doğrusu. Tam gerçekten. Hakkı, hakkı ile izhar ve beyan eden. Encâm-ı kâr: İşin neticesi, amelin sonu. Erâcif: Uydurma, yalan sözler. Erzân: Ucuz, değeri düşük, pahalı olmayan. Lâyık, münâsib, muvafık, yerinde. Es’ile: Sualler, sorular. Eskām: Hastalıklar, illetler, dertler.
339
Eslem: Daha sağlam, en selâmetli, en sâlim. Esmân: Her şeyin pahası, tutarları, semenleri. Esnân-ı askeriyye: Kura seneleri. Esra‘ ve eyser: Daha çabuk ve daha kolay. Eşk: Gözyaşı. Dem. Ezhân: Zihinler. Müdrikler. Anlamayı meydana getiren duygular. Ez-ser-i nev: Yeni baştan. Fart: İfrat, çok aşırı olmak. Aşırılık. Acele etmek ve ansızın gelmek. Faysal-pezîr: Sonuçlanmak, çözümlenmek, gerçekleşmek. Fer‘: Şube, kol. İkinci derecede olan. Dal budak. Bir aslın neticesi. Fevâid-i şetta: Birçok faydalar. Fevka’l-had: Huduttan ileride. Sınırsız. Hudutsuz. Feyezān: Suyun çok olup taşması, çoşması. Bolluk, fazlalık, feyiz. Fıkarât: Kıssalar, fıkralar, küçük hikâyeler. Fasıllar, bölümler, kısımlar. Fikdân: Yokluk. Bir şeyin belirsiz olması. Yitirmek. Fond (Pound): Umumiyetle küçük topların büyüklüklerini tayin etmek için kullanılan ve Almanya’da 123, Avusturya’da 103 libreye (1 libre yaklaşık yarım kilodur.) muâdil bir vezin. Fürû‘ât: Kökten ayrılan kısımlar. Füru'lar. Esastan olmayıp geniş bilgide ortaya çıkan mes'eleler. Fütûr: Yeis. Ümidsizlik. Usanç. Zaaf. Keder, gam. Gadr-dîde: Gadir görmüş, kendisine haksızlık edilmiş olan. Gāile: Dert, sıkıntı, baş belâsı. Tasa, zor iş. Düşünce. Galebe: Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk. Bastırmak.
340
LÜGATÇE
Gavâil: Musibetler, belâlar. Dertler, sıkıntılar, kederler, hüzünler. Gavâmız: Anlaşılması zor hakikatler. İnce ve derin mes'eleler. Gāyetü’l-gāye: Gayenin esası, en son derece. Gayret-küster: Gayret yayan. Gayz: Hiddet, öfke, kızma. Gıbta-bahşâ: İmrendiren, gıbta bahşeden. Giriftâr: Tutulmuş. Yakalanmış. Gûnâgûn: Türlü. Çeşitli nevilerde olan. Çeşit çeşit. Renk renk. Hadşe: Vesvese, kuruntu, merak, ye's, üzüntü, hüzün. Hāhiş: Fazla arzu, isteyiş. Hâil: Mani olan, arayı kapayan, engel. Hamden sümme hamden: Tekrar tekrar şükrederek. Hamiyyet-mendâne: Hamiyetlicesine. Hamiyetli olan bir kimseye yakışacak şekil ve sûrette. Hamûle: Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü. Hāric-ez-ihtimâl: İhtimal dışı. Hasbe’l-hâl: Halleşme. Görüşüp konuşma. Hasbe’l-mevsim: Mevsime göre. Hasbe’t-tecrübe: Tecrübe cihetiyle. Hasīsa: Bir şeye mahsus hal. Kendine mahsus olup başkasında bulunmayan keyfiyet, karakter. Hasm u fasl: Kesme, kesip atma, halletme. Haşyet: Korku ve dehşet. Hatar-nâk: Korkunç, korkulu, tehlikeli. Hatī’ât: Günahlar, suçlar, hatalar. Hatve-be-hatve: Adım adım. Havf: Korku, korkutmak. Haylûlet: Yolu kapama, mani olma, araya girme.
Hayyiz: Yer. Cihet, yön. Mekân. Vüs'at. Hazarî: Sulh ve asâyiş, sükun ve istirahat zamanlarına mensub ve müteallik. Barış ve güvenle alâkalı. Hazm: Kat’i karar, sebat, direnme. Hecâlet: Utanma. Utanç. Hedm: Yıkmak, harab etmek. Parçalamak, mahvetmek. Birisine vurup belini kırmak. Hengâm: Zaman, devir, çağ, sıra, vakit, mevsim. Hezâr: Bin. (1000). Pek çok. Bülbül. Hıtta: Günahlardan istiğfar etmek. Başkasının üzerinden suçluluğu kaldırmak. Diyar, ülke, memleket. Hiyel: Aldatmacalar, hileler, sahtekârlıklar. Hod-be-hod: Kendi başına, kendi kendine. Hod-pesend: Kendini beğenen. Mağrur. Hod-serâne: Dik başlılıkla, serkeşcesine. Kimseyi dinlemeden. Hubb-ı nefs: Kendini beğenme, sevme. Hudâ-negerde: Allah göstermesin. Hulûs: Hâlislik. Saflık. Samimiyet. Hâlis dostluk. İçten davranmak. Her hayırlı işi ve ameli Allah rızâsını niyet ederek yapmak. Hūn: Kan. Hūn-rîz: Kan dökücü, kan döken, kan akıtan. Hücnet: Kusur, noksan, ayıp. Bayağılık, karışıklık, soysuzluk. Sözdeki ayıp. Idlâl: Hak dinden, imân ve islâmiyetten saptırmak. Doğrudan, Hak ve hakikat caddesinden ayırmak. Azdırmak. Iskāt: Düşürmek. Düşürülmek. Aşağı atmak. Hükümsüz bırakmak. Silmek. Itmâ‘: Tamaha düşürme.
LÜGATÇE Ittılâ‘:Haberli olmak. Öğrenmek. Haberi, malumatı bulunma. İ‘tisâf: Zulüm ve haksızlık etmek. Doğru yoldan ayrılmak. Haksızlık. İ‘tizâr: Kusurunu bilerek özür dilemek. Kusurunu beyan edip ve anlayıp af dilemek. İ‘zâm: Göndermek. Yollamak. İ’tilâf: Ülfet etme, alışma. Uyuşma, uygunluk. İb‘âs: Yeniden yaratmak, göndermek. Hayat vermek. İbrâz-ı mâ-fi’z-zamîr: İçtekini, kalptekini meydana koymak, ortaya çıkarmak. İbtinâ: Bir şeyin üzerine bina etme. Bir dava veya bahiste bir şeye istinad etme. İctisâr: Cür'et ve cesâret göstermek. Çölü aşıp gitmek. Denizde geminin geçip gitmesi. İfnâ-yı vücûd: Bedeni yok etme, öldürme. İfrâz: Bir bütünden bir parça ayırma, ayrılma. İftikār: Yoksulluğunu, fakirliğini açığa vurmak. Çok ihtiyacı olmak. Tevazu'. Alçak gönüllülük. İğrâ: Rağbetlendirmek. Teşvik etmek. Hırsını tahrik etmek. İğtinâm-cûyâne: Ganimet ararcasına. İğtirâren: Güvenerek, mağrur olarak. İhāfe: Korkutmak. Havf ettirmek. İhkâm: Manen tahkim etmek. Sağlamlaştırma. Muhafaza ile fesaddan menetmek. İhrâk: Ateşe atmak. Yakmak. Yandırmak. İhrâz: Nail olmak. Erişmek. Kazanmak. Kesbetmek. Birisini güzel bir sûrette korumak. İhtifâ: Saklanma, gizlenme.
341
İhtilâf-ı rey: Ayrılık, anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık. İhtilâs: Çalma, sirkat, hırsızlık. Usulca ve elçabukluğu ile aşırma. İhtilât: Karışma, katışma, karşılaşıp görüşme. İhtimâm: Dikkatle, gayretle çalışma, özenle iş görme. İhtirâz: Sakınmak, çekinmek, kaçınmak. İhtiyâr: Seçme, seçilme, katlanma. İhtiyât-kârâne: İhtiyatla, sakınganlıkla. Îkā‘:Vuku buldurmak. Fena bir şey yapmak. Meydana getirmek. Yetiştirmek. Düşürmek. İkdâm: Gayret ve sebat ile çalışmak. İlerlemeye gayret etmek. Devamlı çalışmak. İlerlemek. İkdâr: Kudret verme, kuvvetleştirme, güç kazandırma. Geçimini sağlama. Birini kayırma. İktihâm: Hücum ve istilâ eylemek. Dayanmak. Tahammül etmek. Katlanmak. Güçlükleri yenmek. İktisâ: Giyinme, giymek. İktitāf: Sözün özünü almak. Toplanma. Toplama. Bir uğraşma sonucunda faydalanma. İlcâ’: Mecbur etme. Zorlama. Muztar kılma. Tefviz eyleme. İlhâh: Zorlamak. Israr etmek. Bir şeyin kabulü için son derece üstüne düşmek. İlkā’ât: Zararlı sözlerle şaşırtmak. Bırakmalar, terk etmeler. İllet-i gāiyye: Son neden. İlsāk: Yapışmak. Bitişmek. Ulaşmak. Yapıştırılma. Kavuşturulmak. İltisāk: Bitişme, kavuşma, birleşme. İltizâm: Kendine lâzım kılma. İcrasına cehdettiği şeyi kendi üzerine vâcib kılma. Mülâzemet etme. Gerekli
342
LÜGATÇE bulma. Tarafgirlik etme, birinin tarafını tutma.
İm‘ân-ı nazar: Bir işi dikkatle düşünmek; inceden inceye bakmak ve tedkik etmek. İmâle: Bir tarafa meylettirmek. Bir tarafa eğmek. Benzetmek. Mal vermek. İmhâl: Mühlet verme. Sonraya kalmasına müsaade etme. İmrâr: Geçirmek. Mürur ettirmek. İpi sağlam bükmek. Acıtmak. Acı olmak. İmtidâd: Uzanmak. Uzayıp gitmek. Gerilip ve çekilip uzanmak. Boy. Tul. Uzunluk. İn‘ikād: Akdetme. Bağlanma. Kurulma. Toplanma. İnbâ: Haber verme. İhbar eyleme. Tebliğ etme. İnfikâk: Yerini terk etme. Yerinden ayrılma. Ayrı düşme. Çözülme. İnfisâh: Bozulma, hükümsüz kalma. İnhirâf: Doğru yoldan sapma. Dönme. Bozulma. Değişme. Kırıklık. İnhitāt: Düşme, aşağı inme, aşağılama. İnkısâm: Taksim ayrılma.
olma,
parçalanma,
İnkıyâd: Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal. İnkızā: Tamam olma, bitme, sona erme. İntâc: Neticelenme. Husule getirme. Sona erdirme. Doğurma, meydana getirme. İntihâz: Fırsat gözleme, fırsatı kaçırmama. İnzımâm: Bir birine ilâve olunmak, katılmak. Yapışmak. Birbiri ile alâkalı oluş. İrâ’e: Göstermek, göstererek öğretmek. Göz önüne koymak. Gösteriş. İrâka-i dimâ: Kan akıtmak. İnsan öldürmek.
İrtikâb: Kötü bir iş işleme. Yiyicilik, rüşvet yeme. İsâet: Kötülükte bulunma, kötü iş işleme. Îsāl: Ulaştırmak, vâsıl etmek. Yetiştirmek. İsâle: Akıtmak, dökmek. Seyyal kılmak. Cereyan ettirmek. Îsâr: İkram, bahşiş. Cömetrlikle verme. Dökme, saçma. İsmâ‘:İşittirmek, sesini duyurmak, bir sözü istenilen yere ulaştırmak. İsrâ: Yürütmek, göndermek. Gece seferi yapmak. İrsâl etmek. İstār: Yazı yazma, yazılma. İstıtlâ‘:Anlamaya ve bilmeye çalışma. Öğrenmeğe gayret etme. İsti‘âre: Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak. İsti‘câl: Acele olmasını istemek. Acele etmek. İsti‘dâd: Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil.Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (c.c.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvvetleri. İsti‘lâm: Bilgi edinmek için yüksek bir makamdan alt makama sorulma. Yazı ile bilgi isteme. İstidlâl: Bir delile dayanarak bir şeyden bir netice çıkarma. Delil ile anlama. İstifsâr: İfade isteme. Sorma. Sorup anlama. İstihkāk: Kazanılan şey, hak edilen. Hakkını almak. Hakkını istemek. İstihlâs: Bir şeyi elde etmeğe çalışma. Kurtarma veya kurtarılma. İstihsân: Beğenme, beğenilme. Güzel bulma. İstihzār: Huzura gelme, hazır etme, huzura dâvet etme. Hazırlama, bir şeyi hatıra getirme.
LÜGATÇE İstikmâl: Bir şeyin olgunluğa, kemale erdirilmesi. İkmal etmek. Eksiksiz ve tam oluş, tam ve kâmil olmak. İstiknâh: Bir şeyin hakikatını ve künhünü araştırma. İstikşâf: Keşfetmeğe çalışma. Ne olup bittiğini öğrenip anlamak için araştırma yapma. İstilzâm: Lüzumlu olmak. Gerektirmek. Lâzım addetmek. İcâbettirmek. İstimzâc: Uyuşmak. Beraber karışmak. Birisinin mizacını, huyunu öğrenmeğe çalışmak. Yoklamak. Fikrini, re'yini sormak. İstinâf: Dâvâ Mahkemesinin verdiği hükmü beğenmeyip bozulmasını daha üst mahkemeden istemek. Dâvâ mahkemeleri ile Temyiz Mahkemesi arasındaki bir derece yüksek mahkemeye verilen isim. İstinkâf: Kabul etmemek. Çekimser kalmak. İstirdâd: Geri almak. Geri almayı istemek. İstishâb: Yanına alma, beraber götürme. İstişhâd: Birisinin şâhidliğini istemek. Şâhid göstermek. Delil olarak ileri sürmek. Şehid olmak. İstişmâm: Koklamak. Kokusunu almak. Hissetmek, sezmek, dolayısı ile anlamak. Uzaktan haber almak. İstitā‘ât: Tâkat getirmek. Kudreti ve gücü yeter olmak. İstitrâd: Bir söz söylerken o fıkra içinde başka bir bahis nakletmek. İstîzâh: Belirsiz ve mübhem bir şey hakkında açık söylenmesini istemek. İzah istemek. İstîzân: Bir hususta izin istemek. İzin için danışmak. İş‘âl: Şulelendirmek. Yaymak, alevlendirmek. Tutuşturmak. Parlatmak. Şiddetlendirmek.
343
İş‘âr: Yazı ile haber vermek. Anlatmak, bildirmek. İşkâl: Güçleştirme, müşkilleştirme, zorlaştırma. İşrâb: İçirme veya içirilme. Bir maksadı açıktan değil de, dolayısıyla gösterme. Kapalı sûrette anlatma. İştibâh: Şüphelenmek. Şüphe etmek. Kolay fark olunmaz derecede benzemek. İştidâd: Şiddetlenme. Sertleşme, katılaşma. Büyüme. Artma, çoğalma, ziyâdeleşme. İtfâ: Söndürme. Bastırma. Dindirme. Bir borcu ödeyerek bitirme. İtmi’nân: Emniyet içinde olmak. İnanmak. Mutlak olarak bilmek. Kararlılık. İtyân: Delil getirmek. Gelmek. Vermek. Vüsul, vasıl. Vârid olmak. Zikir ve isbat ve takrir eylemek. İz‘âc: Rahatsız etmek. Bunaltmak. Yerinden koparıp ayırmak. İzā‘a: Açığa vurma, belli ve âşikâr etme. Yüksek sesle bildirme, ilân etme. İzbâr: Yazma, yazma ile bildirme. İzmihlâl: Bozulup gitmek. Perişan olmak. Yok olmak. Görünmez hale gelmek. Kā‘ideten: Kaide ve hükümlere göre. Kurala uygun olarak. Kabineto: Kabine. Kabl: Önce. Evvel. İleride. Evvelki. Karâ’in: Karineler, ip uçları. Kâr-âgâhî: Uyanıklık, iş bilirlik. Karîha: Fikir kabiliyeti. Zihin kudreti. Düşünme istidadı. Akıldan hâsıl olan fikirler. Her şeyin evveli. Karîn: Yakın. Hısım. Akraba. Arkadaş. Yaşı aynı olan arkadaş. Refik. Komşu. Karîn-i sem‘-i kabûl: Kabul edilmeye uygun. Kat‘-ı nazar: Bakmamak. İtibar etmemek. Alâkayı kesmek.
344
LÜGATÇE
Kat-ender-kat: Çok çok ender, nadir. Oldukça ender. Kātıbe: Hepsi, tamamı. Cümleten. Bütün hâllerde. Kavâim: Kaimeler. Ke’l-evvel: Evvelki gibi, önceki gibi. Ke-en-lem-yekûn: Güyâ olmadı. Sanki olmadı. Kemâ-hiye hakīkatihâ: Hakikati gibi. Gerçekte olduğu gibi. Kemâ-kâne: Eskiden olduğu gibi, eski tarzda. Kemâl: Kâmillik, olgunluk. Olgunlaşma. Fazilet. Değer. Kemter: Aciz. Fakir. İtibarsız. Başka şeylere göre daha az olan. Pek aşağı. Noksan, eksik. Kesb: Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu. Kesr ü imhâ: Parçalamak ve imha etmek. Keşâkeş: Münâkaşa, çekişme. Keder, hüzün. Sıkıntı, felâket. Tereddüt, kararsızlık. Ketebe: Kâtipler. Ketm: Saklamak. Gizlemek. Sır tutmak. Söylememek. Keyfe-mâ-yeşâ: Nasıl isterse, istediği gibi. Kılâ‘:Surlar, kaleler, hisarlar. Kıllet: Azlık. Nâdirlik. Kıtlık. Kıtâl: Muharebe. Kavga. Öldüresiye yapılan karşılıklı harp. Kudret-yâb: Gücü yetebilen, yapabilen, kuvvet ve kudreti olan. Kurâ: Karyeler, köyler. Kuvvetü’z-zahr: Arka veren kuvvet. Yardımcı, imdadcı kuvvet. Geriden gelen yardımcı. İcabında arkadan yardımcı olacak asker kuvveti. İmdâda hazır asker.
Küdûret: Bulanıklık. Koyuluk, kesiflik. Kaygı. Tasa. Kederlilik. Külle yevm: Her gün. Lâ-büdd: Çok lâzım. Elzem. Gerekli. Her halde. Mutlaka. Muhakkak. Ayrılık yok. Lâ-ekall: En az. Lâ-yenkatı‘:Aralıksız. Kesilmeksizin. Lâ-yuhtiyâne: Hata işlemez bir şekilde. Yanlış yapmazcasına. Lede’l-mütāla‘a: Mütâlaa edilip okunduktan sonra. Lede’t-teemmül: Etraflıca düşünüldüğünde. Lehü’l-hamd: Hamd O’nun içindir, O’nadır. Letāifü’l-hiyel: Harp oyunları ve hileleri. Levâzım-ı şiteviyye: Kışlık ihtiyaçlar, malzemeler. Li-ecli’l-icrâ: İcra etmek için. Yapmak üzere. Ma‘dûd: Hesabedilen. Sayılan. Addedilen. Muayyen. Belli. Ma‘dûm: Mevcut olmayan. Yok olan. Yok. Ma‘rız: Bir şeyin göründüğü, çıktığı yer. Sergi. Maa’d-delîl: Delilli. Mâ-adâ: Başka. Fazla. Bundan gayrı. Mâ-ba‘d: Sonra. Gelecekteki. Mâ-bâkī: Kalan, arta kalan, gerikalan. Mâ-bihi’l-iştigāl: İştigale, meşguliyete vesile ve sebep olan şey. Mâdâmü’l-ekvân: Dünya durdukça. Mâ-dûn: Aşağı. Alt. Alt derece. Mâ-fât: Kaybolan. Fevt olan. Elden çıkan şey. Kaybedilen. Mâ-fevka’t-tasavvur: Tasavvur edilenden daha fazlası. Mâ-fi’z-zamîr: Kalbde ve gönülde olan.
LÜGATÇE Mahūf: Korkunç, tehlikeli. Mahza: Ancak. Yalnız. Tek. Sâde. Hâlis. Katıksız. Tam. Mahz-ı hakīkat: Hakîkatin ta kendisi. Mahz-ı isābet: Tam isabet. Makarr: Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Pâyitaht. Makderet: Kuvvet, kudret, güç, zor. Makdûr: Güç. Kuvvet. Kudret. Takdir olunmuş. Allah'ın takdiri. Daha evvelden takdir olunmuş. Makīs: Kıyas edilebilen. Benzetilebilen. Maksūr: Kısaltılmış, alıkonulmuş, bir şeye ayrılmış. Mâ-lâ-nihâye: Sonsuz, nihâyetsiz. Uçsuz bucaksız. Mâlikiyyet: Malik ve sahib olma. Mârrü’z-zikr: Yukarıda zikri geçmiş olan, yukarda bahsedilmiş olan. Marzî: Razı olmağa dâir.Kabul edeceği, razı olacağı. Mâ-seyyiâtî: Olumsuzluklar, olumsuz olan şeyler. Maslahat: İş, mes'ele. Sulh yolu. Fayda, maksad, keyfiyet. (Zıddı; mefsedettir) Mastūr: Çizilmiş, yazılmış. Masūnu’l-gāile: Gaileden, sıkıntıdan beri. Matmah: Göz dikilen şey, göz konulan yer, gözü kaldırıp bakacak yer. Mâ-ye’s ü fütûr: Üzüntü ve ümitsizlik veren şey. Mazınne: İçinde bir şey olduğu tahmin olunan yer. Me‘âlî: Şerefler. Yükseklikler. Yüksek fikirler. şerefli vazifeler. Me’lûf: Alışılmış. Ünsiyyet edilmiş. Alışık. Huy edinmiş. Meâsir: Güzel eserler. Nişanlar. İzler. Mebâdî: Mebdeler, başlangıçlar, ilk unsurlar.
345
Mebhas: Kısım. Bahis. Fasıl. Bir mes'eleye âid söz. Arama, araştırma yeri. Mebhûsü’n-anh: Sözü geçmiş şey. Bahsolunan şey. Mebsût: Açılmış. Yayılmış. Serilmiş. Mufassal. Etraflıca beyan olunan. Bast olunmuş. Uzun uzadıya anlatılmış. Medâr: Sebeb, vesile. Medîd: Devamlı. Çok uzun süren. Uzatılmış. Çekilmiş. Mefkūd: Kaybolmuş. Olmayan. Yok. Gayr-ı mevcud. Mefsedet: Bozukluk, fenâlık, fesatçılık. Münâfıklık. Mehâzîr: Korkulacak ve sakınılacak şeyler. Maniler, engeller. Meh-mâ-emken: Mümkün olduğu kadar, olabildiği kadar. Mektûm: Gizli. Saklı. Gizli kalmış. Hükümetten gizli tutulan. Melhûz: Mülâhaza ve tefekkür olunmuş olan veya olunabilen. Düşünülebilen. Akla gelebilen. Olabilir. Memerr: Geçilecek yer. Cadde, sokak. Geçit yeri. Memleketeyn: Eflak ve Boğdan. Memzûc: Bitişik. Karışık. Karışmış. Birlik olmuş. Birbirine mezc olmuş. Menâ‘ât: Sarplık, çetinlik, kavilik, güçlük. Menâfi‘:Menfaatler. Faydalar. Menkûb: Gözden ve mevkiden düşmüş. Menût: Asılı, muallâk. Bağlı. Mütevakkıf. Merbut. Vâbeste. Bir milletten olmayıp sonradan o millete dahil olmuş olan. Menvî: Kasdedilen niyet, maksad, meram. Menviyyât: Kasdedilen niyetler, maksadlar, meramlar. Mer‘î: Riayet edilen, hükmü geçen. Makbul sayılan, hürmet edilen.
346
LÜGATÇE
Mer‘iyyet: Mer'î oluş. Makbul olma. Muteber olma. Hükmü geçer olma. Mesāib: Musibetler, felaketler, uğursuzluklar. Mesālih: Maslahatlar. İşler. Mesâlik: Meslekler. Tutulan yollar. Süluk edilen yollar. Mesâmi‘:Kulaklar. İşitme âletleri. Mesrûd: Söylenmiş, bilidirilmiş, mezkur. Serdolunmuş. Mess: Meydana gelme, dokunma. Mess-i hâcet: Lüzum görülme, gerekme. Mestûr: Örtülmüş. Setredilmiş. Gizlenmiş. Meşkûkiyyet: Şüphelilik. Şüpheli oluş. Metâ‘ib: Yorgunluklar. Meşakkatler. Eziyet verecek şeyler. Metālib: İstekler. Arzular. Taleb edilen şeyler. Mevâ‘îd: Söz verilmiş vakitler. Vaad edilen muayyen, belli zamanlar. Mevâdd-ı müsbite: İsbat eden, tesbit eden maddeler. Hakikat olduğunu gösteren maddeler. Mevâki‘: Mevkiler. Duracak yerler. Mevâni‘: Mâni'ler. Engeller. Mâni olanlar. Mâniâlar. Mevkūfü’n-aleyh: Vakıf tarafından kendisine vakfın menfatleri şart olunan cihet. Mevrid: Varılan yer. Vasıl yeri. Cadde. Yol. Tarik. Mevsûm: İşaretlenmiş, damgalanmış, nişanlanmış. Ad verilmiş, isimlendirilmiş. Meyelân: Bir tarafa eğilmiş olma. Ziyâde meyil gösterme. İltizam. Mezlaka: Yanlışlığa düşmeye sebeb olan hal. Miknet: Güç, kudret, kuvvet. Min-gayr-ı ta‘ammüd: Kasıtlı olmaksızın. Mişvâr: Tarz, tavır, gidiş, gidişât.
Mu‘âdât: Karşılıklı düşmanlık, karşılıklı husumet. Mu‘allak: Askıda. Hakkında karar verilmemiş, hallolunmamış. Sürüncemede kalmış iş. Mu‘allem: Ta'lim görmüş, ta'limli. Mu‘asker: Ordu yeri, asker karargâhı. Ordunun muharebe zamanında toplandığı yer. Mu‘attal: Tatil edilmiş. Kullanılmaz olmuş. Battal edilmiş. Terkedilmiş. Mu‘lin: İlân eden. Herkese bildiren. Muğber: Gücenmiş, darılmış, küskün. Muhābere: Haberleşme. Karşılıklı birbirine haber verme. Muhakkar: Hakir görülen. Hakarete uğramış. Muhâl: İmkansız. Muhāsama: İki taraf arasındaki düşmanlık. Muhassenât: Üstünlük sebepleri. Güzel, hayırlı ve faydalı işler. Muhavvel: Hâvâle edilmiş. Ismarlanmış. Tebdil ve tağyir edilmiş. Değiştirilmiş. Bırakılmış. Muhıkkāne: Haklı olarak. Haklı olmak sûretiyle. İhkak-ı hak etmek sûretiyle. Muhikk: Hakkı yerine getiren. Haklı, doğru. Muhil: İhlâl eden. Bozan. Sakatlayan. Karıştıran. Muhtefî: Gizlenen. Saklı, gizli. İftira eden. Muhtel: Bozuk. Berbâd. Karışmış. İşgal ve ihlâl edilmiş. İntizamsız. Nizamsız olmuş. Muhtelefün-fîh: Üzerinde ihtilaf olunmuş mesele. Muhtelit: Karışmış. Karışık. Karma. Muhtemeli’z-zuhûr: muhtemel.
Ortaya
çıkması
LÜGATÇE Mukannen: Muntazam. Tertibli. Kanun ile vâcib ve mukarrer olan. Mukarreb: Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan. Muktezā-yı rast-gûyî: Doğru sözlülüğün gereği. Mumzā: İmza olunmuş, imzalı. Mumzī: İmzalayan, imza atan. Munkalib: İnkılâb eden. Dönen. Dönmüş. Başka bir şekle ve kılığa girmiş olan. Değişmiş, değişen. Munkatı‘: İnkıta eden, kesilmiş, kesilen. Aralıklı ve son bulan. Arada bağ kalmıyan, ayrılmış. Munkaziyye: İnkıza eden, iten, bitmiş, ardı kesilmiş, sona ermiş. Munzam: Zamm edilen. İlâve edilen. Ek. Üste konan, katılan. Murabba‘: Dört köşeli şekil. Kare. Murahhasiyyet: Murahhaslık, delegelik. Mûris: Getiren. Veren. Kazandıran. Miras bırakan. Musāb: Kendine bir şey isabet eden. Hasta. Musibetzede. Musibete uğrayan. Musāfât: Samimi ve hâlis dostluk. Musāhabet: Görüşmek, sohbet etmek. Arkadaşlık. Musammem: Tasmim olunmuş. Kat'i olarak karar verilmiş. Kararlaşmış. Hakkında karar verilmiş olan. Musarrah: Açıklanmış, izah edilmiş. Aşikâr, açık, açıkça, belli. Musīb: İsâbetli, yanılmayan, doğru. Musin: Yaşlı, kocamış, ihtiyar. Mû-şikâfâne: İnceden inceye. Mutazammın: İçine alan, tazammun eden. Üstüne alan. Tazmini kabul eden. Muttali‘: Öğrenmiş, haber almış, haberli.
347
Muttasıf: İttisâf eden. İyi veya kötü bir sıfatla tarif edilen. Vasıflanmış, vasfı mevcut olan. Muvâzabet: Bir işle dâimâ uğraşma. Bir işe durmadan çalışma. Muztarr: Çaresiz kalmış, zorunda kalmış, zorlanmış. Mübâlât: Kayırmak. Dikkat etmek. İtina göstermek. Mübâyenet: Zıddıyet. Ayrılık. Tutmazlık. Başkalık. Mübeyyen: Açıklanmış. Beyan ve izah edilmiş. Mübrem: Kaçınılmaz olan. Vazgeçilmez olan. Acele yapılması lüzumlu bulunan. Elzem. Mübtenî: Bina edilmiş, kurulmuş, kurulu. Dayanan, istinad eden, müstenid. Mücâzât: Ceza. Suçlara karşı verilen karşılık. Karşılık. Mücerreb: Tecrübe olunmuş. Sınanmış. Denemesi yapılmış. Ahvâl ve tavırları tecrübe edilmiş. Makbul. Mücerred: Yalnız, tek. Hâlis, saf, katışıksız, karışık olmayan. Tek başına. Mücmelen: Mücmel bir tarzda. Kısa olarak, muhtasaran, hülâsa olarak. Müdakkikāne: İnceden inceye tedkik ederek, en ince noktaları, mes'eleleri de görmeğe, bilmeğe çalışarak. Müddahar: Toplanıp saklanmış. Biriktirilmiş. Müdde‘â: İddia olunan. Dâvâ olunan şey. Asılsız iddia edilen. Müeddâ: Mânâ, anlam, mefhum, kavram. Eda olunmuş. Müeddî: Eda eden. Te'diye eden. Ödeyen. Sebep olan. Meydana gelmesine vesile olan. Müfâd: Sözün ifade ettiği mâna. İfade edilen.
348
LÜGATÇE
Müfârakat: Ayrılık. Bir yere bırakıp gitmek. Dostlarından ayrı düşmek. Müfrez: Toptan ayrılıp bir tarafa bırakılmış. İfraz olunmuş, ayrılmış. Müfrit: İfrat eden, sınırı geçen, aşırı. Müheyyâ: Hazırlanmış olan. Hey'et-i mecmuası tertib ve tesviye olunmuş olan. Mühimmât-ı nâriyye: Ateşli harp malzemeleri, silahlar. Mükâleme: Karşılıklı konuşma. Anlaşma. Müzakere. Muhavere. Söyleşme. Mükârî: Katırcı. Kira ile hayvan işleten. Mükâtebât: Mektuplaşmalar, mükâtebeler, yazışmalar. Mülâbese: Karışma. Münâsebet. Ülfet ve ihtilât etmek. Birbirine benzeyen iki şeyin karıştırılarak birbirine benzetilmesi. Takribi cihet. Mümâşât: Birlikte hoş geçinmek. Bir maslahat yolunu takib etmek. Karışmamak. Mümted: Uzayan, uzanan, süren, sürekli. Mün‘akid: Düğümlenmiş, bağlanmış, bağlı. İki taraf arasında resmî olarak kabul olunmuş. Münâsafeten: Yarıyarıya olarak. Münâza‘ât: Ağız kavgaları, çekişmeler. Münba‘is: İnbias eden, gönderilen. İleri gelen. Çıkan. Doğan. Müncer: Nihâyet bulmak. Bir tarafa çekilmek. Sona eren, neticelenen. Mündefi‘: İndifâ etmiş, geçmiş, atlatılmış. Def olunmuş. Münderis: İndiras eden. Eseri, izi nişânı kalmamış olan. Münfa‘il: İnfiâl eden. Te'sir ile harekete geçen. Muztarib, kederli ve muğber olan. Bir şeyden canı sıkılan. Alınmış, gücenmiş.
Münhezim: Hezimete uğramış, bozguna uğrayan, inhizam eden. Bozgun. Münkasım: Bölünen, kısım kısım ayrılan, taksim edilen. Münşa‘ib: Şubelenen, dallanan, çatallanan, kollara ayrılan, ayrılmış. Bölük bölük, kol kol, kısım kısım olan. Müntehab: Seçilmiş. Güzide. İntihab ve ihtiyar olunmuş. Müntic: İntâc eden, netice veren. Sebebiyet veren, meydana getiren. Bir şeyin neticelenmesine sebep olan. Mürevvec: Revaçlandırılmış, itibar edilmiş. Mürevvic: Tervic eden, geçiren, itibâr veren, yürüten. Tervicine sebep olan, itibâr eden. Mürtefi‘:İrtifâ eden, yükselen, yükselmiş, yüce. Müsâbakât: Yarış, yarışma, müsâbaka. Müsādif: Rastlayan, tesadüf eden. Müsâlemet: İki taraf arasında barışıklık, barış içinde olmak, sulh. Müsâvât: Denklik, beraberlik. Müsavilik, eşitlik. Aynı hâl ve derecede olmak. Müsellah: Silâhlı, silâhlanmış. Müsellem: Teslim olunmuş olan, doğruluğu şeksiz kabul edilen. Herkes tarafından kabul edilip emniyet ve itimad edilen. Tasdik edilip inkâr edilmeyen. Müsmir: Hayır veren, meyve veren, faydalı netice veren. Müsta‘celiyyet: Çabuk, hemen yapılma gerekliği. Acele eden, çabuk, tez olmasını isteyen. Müsta‘în: Yardım isteyen, istiâne eden. Müstağnî: Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Gerekli ve lüzumlu bulmayan.
LÜGATÇE Müstahfız: Yeniçeriliğin kaldırılmasından evvel, kale, hisar ve memleket muhafazasında bulunan kimseler hakkında kullanılan bir tabirdi. İlk zamanlardaki müstahfızlık, daim hizmet hâlinde olduğu için kendilerine timar verilirdi. Sonraki müstahfızlık ise, harp gibi lüzum görüldüğü zaman askerlik hizmetine çağrıldığı için bu gibilere yalnız hizmete çağırıldıkları zaman, diğer askeri efrad gibi, maaş ve tayin verilirdi. Müstakırr: İstikrar bulmuş, karar kılmış, yerleşmiş, sabit. Müste‘id: İstidadı olan, kabiliyetli, uyanık, anlayışlı, akıllı. Müsteb‘id: Uzak farzeden, uzak gören, uzak sayan. Uzaklaşmış. Müstebân: Vâzıh, âşikâr, beyanı açık olarak anlaşılan, açıklanmış. Müstecmi‘u’ş-şeref: Şan ve şerefi kendinde toplayan. Müsted‘â: İstenen, arzu edilen, istidâ edilen, dilenen. Dilekçe ile istenilen şey. Müstefâd: Anlaşılıp istihrac olunan. Kazanılmış olan, istifade edilmiş. Mâna, mefhum. Müstevcib: Lâyık, şâyan, münasib. Gereken, icab eden. Müsûl: Hürmet ve saygıdan dolayı ayakta durma. Müş‘ir: İş'ar eden, haber veren, bildiren. Müşekkel: Kalıbı, şekli, biçimi, kıyafeti gösterişli ve yerinde. Şekil verilmiş, şekillendirilmiş. Müte‘assir: Güçleşen. Güç, zor, çetin. Mütebâdir: Birden bire akla gelen. Ortaya çıkan. Mütebâki: Geri kalan, artan, fazlası. Arta kalan.
349
Mütebassırâne: İyice düşünerek, basiretle, ileriyi görerek. Müteenniyâne: Temkinli olarak. Ağır davranarak. Çekinip sakınarak. Müteferri‘: Dallanan, bir kökten ayrılan. Bir kökle alâkalı olan. Müteferrik: Çeşitli. Kısım kısım. Başka başka. Dağınık. Mütehâbbe: Birbirine dost olan. Birbirini dost sayan. Mütehaddis: Meydana gelen, peydâ olan, meydana çıkan. Mütehammil: Tahammül eden, katlanıp sabır ile kabul eden. Dayanabilen, kaldırabilen. Mütehaşşid: Biriken, toplanan. Mütehattim: Lüzumlu, gerekli. Mütehayyiz: Tahayyüz eden, yer tutan. İtibarlı, mühim. Müteheyyi: Hazırlanmış, hazır. Hazırlanan. Mütekābilen: Karşılıklı olarak, karşı karşıya. Mütekeffil: Kefil olan, tekeffül eden. Başkasının işini üzerine alan. Mütenâsib: Uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan, muvâfık, birbirine mensub ve müşâbih olan. Mütetâbi‘: Birbiri ardınca gelen. Mütevakkıf: Bir şeye bağlı olan, onunla iş görecek olan, ilerlemeyip duran. Bekleyen, tevakkuf eden, duran, eğlenen. Mütevâliyyen: Üst üste, aralık vermeden, peş peşe. Müttefiku’n-fîh: Üzerine ittifak edilmiş, anlaşılmış olan. Müttehem: Kendinden şüphe olunan, ittiham olunan şey. Töhmetli. Maznun. Zan ile kendine kabahat isnad edilen.
350
LÜGATÇE
Müttehidü’l-efkâr: Fikir birliği. Müttehidü’r-rey: Oy birliği. Müverrah: Tarihi konulmuş, tarihli, tarihi atılmış. Müzekkire: Bir iş için üst makama yazılan resmi kâğıt. Nâfi‘:Menfaatli. Faydalı. Yarar. Şifalı. Nâire: Alev, ateş. Hararet, sıcaklık. Nâ-kābil: Olmayacak, olamayacak. Nakīsa: Kusur, ayıb, eksiklik, kabahat, noksanlık. Nakz: Bozma, çözme, kırma. Bir sözleşmeyi yok sayma. Nasr: Zafer. Yardım, üstünlük, yenme, galip kılma. Nâtık: Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen. Nef‘:Yarar, fayda, yararlılık. Nefsü’l-emir: Hakikatın kendisi. İşin hakikatı. Nekāyıs: Nakiseler. Noksanlar. Nesāyıh: Nasihatler, öğütler. Nevmîd: Ümidsiz, me'yus, mükedder, cesareti kırılmış. Nezd: Yan. Yakın. Karib. Göre, nazarında, fikrince. Nigeh-bân: Gözcü, gözetici, bekçi. Nikāt: Noktalar. Nîm-resmî: Yarı resmî. Nükûl: Vazgeçme, geri dönme, cayma. Nümûdâr: Görünen. Nümune, örnek. Pâ-ber-câ-yı sebât: Sebat etmek üzere bulunan. Pâ-zede: Çiğnenmiş, ayak altında kalmış. Pelâs-pâre: Eski püskü, yırtık pırtık (elbise). Peyâpey: Birbiri ardınca, birbirinin arkasından. Azar azar, tedricen, peyderpey.
Pîş-rev: Önden giden. Rabt-ı kelâm: Sözü bağlama. Rahnedâr: Eksiği, bozuğu olan. Zarara uğramış. Yıkığı olan. Re’s: Baş, kafa. Tepe. Uç. Başlangıç. Reis. Refte refte: Git gide, azar azar. Rehâ: Kurtuluş, kurtulma. Halâs. Reh-i rast: Doğru yol. Sağ. Resîde-i hadd-i hitâm: Son sınırına varmak, son hadde ulaşmak. Reviş-i hâl: Durumun gidişi, gidişat. Reviyyet-mendâneye: Bir işi etraflıca düşünüp taşınarak. Ribka: Kement. Kement bağı. İlmekli ip. Rûh-ı güftâr: Sözün özü. Rû-yı mülâyemet: Güler yüz, yumuşak tabiatli çehre. Rûz u leyâl: Gece gündüz. Rüfekā: Refikler. Arkadaşlar. Sa‘bü’l-mürûr: Geçilmesi güç olan. Sa‘bü’n-nakil: Nakli güç olan. Sâ‘î: Çalışan. Sā‘ika: Yıldırım. Saff-der: Düşman saflarını yaran yiğit. Safh: Suç bağışlama, dostluk etme. Günah ve cürmü affetme. Safvet-i kalb: Kalp temizliği, pâklık. Hâlislik. Sağīr: Küçük, ufak. Büluğa ermemiş çocuk. Sahâbet: Sâhib olma, sâhib çıkma. Sohbetinde bulunmuş olma. Yardım etme, koruma, arka olma. Sāib: Yanlışsız, doğru, maksada ve hedefe uygun. Sâika: Sevkeden, sürükleyen, sebep. Sâkıt: Düşen, düşük. Kıymetsiz, sukut eden. Ölü olarak düşmüş çocuk.
LÜGATÇE Samedânî: Samed olan Allah (c.c.) ile alâkalı. İlahî. Allah'a mahsus. Sarf-ı nazar: Vazgeçme, değişme. Sarf-ı tüvân: Güç sarfetme. Savâb: Doğruluk. Yanlış olmayan. Doğru dürüst. Savb-a-savb: Taraf taraf. Sebkat: Geçmek, ilerlemek. Seferî: Seferde olma hali. Harbe ait, muharebe ile alâkalı. Sefk-i dimâ: Kan dökme. Kan dökülmesi. Sehlü’l-mürûr: Kolay geçilecek, geçişi kolay. Sehviyyât: Yanlışlar, yanlışlıklar, sehivler. Sektedâr: Susan, sesini kesen. Zarara uğramış olan. Aheng ve düzeni bozulmuş. Sellemehü’s-selâm: Gelişi-güzel. Rastgele. Senâ-ver: Medheden, öven. Sengistân: Taşı çok olan yer. Taşlık yer. Sepilettirmek: Deriyi tabaklatmak. Serd: Soğuk. Serimu: Pek az şey. Kıl ucu. Serlevha: Yazıda başlık. Ser-rişte: İp ucu. Emâre, delil. Vesile. Başa kakmak. Maksad. Ser-zede: Baş göstermiş, uç vermiş, çıkmış. Silâh be-dest: Elde silah. Sin: Yaş. Yaşanmış olan zaman. Diş. Siyâk: Söz gelişi, ifade tarzı. Üslub, tarz, yol. Somar: Buğday ve arpa için kullanılan bir ölçek. Sülûk: Belli bir gruba girme. Bir yolu takib etme. Bir tarikata bağlanma. Mânevi terakki mertebelerinde devam etme. Sülüs: Üçte bir. Üç parçadan biri. Şâkka: Zahmetli, eziyetli. Şâyân: Münasib, lâyık, yaraşır.
351
Şedîd: Sert, sıkı, şiddetli. Musibet, belâ. Şekāvet: Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak. Haydutluk, eşkiyalık. Şemme: Bir defa koklamak. En küçük mikdar. Şerâre: Kıvılcım. Elektrik kıvılcımı. Müsbet ve menfi (+ ve -) elektrik kutuplarının birbirine çok yakın olmasından veya dokunmasından hâsıl olan kıvılcımların parlayışı. Şeref-sânih: Şerefle hatırlanan (padişah emri). Şerm-sârî: Mahcubiyet, utangaçlık. Şetta: Çeşitli, başka başka, ayrı ayrı. Çok ve müteferrik olan. Şevket-i ûlâ: İlk kudreti, ilk gücü. Şevket-mevfûr: Büyüklüğü şevketi çok olan. Şeyn: Kusur, ayıp, noksan, kabahat. Yaramaz şey. Şikāk: Nifak, ikilik, ittifaksızlık. Şîme: Huy, tabiat. Şitâ: Kış. Senenin soğuk mevsimi. Şitâb: Seğirtmek, koşmak. Çabukluk, acele etmek. Şu‘abât: Şubeler, kısımlar, takımlar, bölükler. Dallar. Şu’ûnât: Şuunlar. Keyfiyetler, haller. Emirler. Kasıtlar. Talepler. Şukka: Parça. Kâğıt veya kumaş parçası. Küçük tezkere. Ta‘alluk: Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş. Ait olma. Ta‘allül: Vesile ve bahane arama. Bir işten kaçınma. Mâzeret. Ta‘ammüm: Umumileşme. Umumi olma. Ta‘annüd: İnad etme. Ayak direme. Ta‘biye: Askerleri bir arazide düşmana karşı tam tedbir ve nizam üzere yer-
352
LÜGATÇE
leştirme. Muharebe toplarının yeri, istihkâm parçası. Muvaffakiyet için kullanılan vâsıtalar. ("Tabya" yanlıştır) Ta‘biyetü’l-ceyş: Strateji. Ta‘diyyât: Tecavüz ettirmek, oldukça aşırı gitmek. Ta‘rîzāt: Dokunaklı konuşmalar, sözle dokundurmalar, taş atmalar. Ta‘vīk: İlerlemesine mâni olmak. Geciktirmek. İşinden alıkoymak. Tâb-âver: Güçlü, kuvvetli. Dayanıklı. Dayanan. Tâbi‘:Birinin arkası sıra giden, ona uyan. Boyun eğen. İtaat eden. Tağlīt: (Galat. dan) Yanlışını çıkarma. Yanıltma. Karıştırma. Tahaddüs: Yok iken peyda olmak. Ortaya çıkmak. Meydana gelmek. Olmak. Haber vermek, sezgi. Tahaffuzī: Korunma ile ilgili. Taharrî: Aramak. Araştırmak. İncelemek. Araştırılmak. Tahassun: Bir kaleye kapanmak. Korunmak. İstihkâma çekilmek. Tahkim edilmiş bir yere sığınmak. Tahaşşüd: Birikme, yığılma. Toplanma. Tahattī: Bir şeyi atlayıp geçmek. Sınırı aşmak. Saldırış. Tahattiyât: Saldırışlar, tecavüzler. Tahdîş-i efkâr: Fikirleri kurcalama. Tahkīk-ı ârâ: Görüşlerin, fikirlerin doğruluğunu tahkik etmek. Tahrîkât: Ayaklandırmalar, kışkırtmalar. Hareket ettirmeler. Tahrîs: Hırslandırma. Tahşîd: Yığma. Toplama. Biriktirme. Yığınak. Bir mevzu hakkında çok izah ve konuşmalar. Tahtıe: Bir kimseyi veya bir şeyi hatalı görmek, hata isnad etmek, yanıltmak. "Bu hatadır" diye iddia etmek.
Takaddüm: (Kıdem. den) Önde bulunma. İleri geçme. Zaman veya mevki bakımından ileride olma. Takbîh: Çirkin görmek. Beğenmemek. Kabahatli bulmak. Taklîl: Azaltma. Azaltılma. İndirme. Tenkis. Takviyet: Takviye, kuvvetlendirme. Takyîd: Kayıt ve şarta bağlanma. Şart koşma. Bağlama. Deftere yazmak. Tāli‘: Doğan. Tulu' eden. Kısmet, kader, baht. Tama‘: Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme. Tard: Sürme, kovma, uzaklaştırma. Tarh: Uzaklaştırmak. Vaz' etmek. İndirmek. Bırakmak, elinden atmak. Yerleştirmek. Tas‘îb: Güçleştirmek. Tasaddî: Bir işe başlamak. Taarruz etmek. Yüz döndürmek. Tesadüf etmek. Vuku bulmak. Taslīt: Musallat etmek. Birini başka birine belâ etmek. Sataştırmak. Tasmîm: Bir şeyi önceden iyice kararlaştırmak. Azimet-i sadıka ile kastetmek. Muhkem kılmak. Tatvîl: Uzatma. Uzatılma. Tatyîb: İyi davranma. İyi muâmele etme. Hoş etme. Gönlünü hoş etme. Tavk-ı beşer: İnsan gücü. Tavzīh: Açıklamak. Açık olarak beyanda bulunmak. Te‘amî: Görmez gibi görünme. Yalandan görmezliğe gelme. Te‘âtī: Karşılıklı alıp vermek. Bir şeye el uzatıp almak. Hakkı olmayan şeye el uzatmak. Te’vîl: Bir nesneye redd ve irca' etmek. Döndürmek.
LÜGATÇE Teahhur: Geri kalmak. Geciktirmek. Gecikmek. Teba‘iyyet: Uyma, tabi olma. İtaat, inkıyad ve imtisal etme. Tebâ‘üd: Uzaklaşma. Uzağa çekilme. Uzama. Tebdîl: Değiştirmek. Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek. Tebeddül: Başkalaşmak. Değişmek. Tecellüd: Tekellüfle celâdet göstermek. Kendini şecaatli ve cesâretli göstermeye çalışmak. Serkeşâne inad etmek. Tecemmu‘:Toplanma. Birikme. Tedâfü‘:Birbirini def etme. Müdafaa etme. Tedennî: Aşağı düşme. Aşağı inme. Daha kötü bir derekeye düşme. Tenezzül etme. Teekküd: Sağlamlaşma, kuvvet bulma. Tefahhus: Bir şeyin, bir mes'elenin iç yüzünü dikkatle araştırma. Teferrüs: Ferasetle bir şeyi kestirmek. Bir şeyi dikkat ve teemmül ederek isabetli olarak idrak etmek, anlamak. Zannetmek. Tefevvuk: Üstünlük. Fâik ve daha büyük olma. Üstün gelme. Tehî: Boş, avare kalmak, hâlî. Eli boş. Tehiyye: Hazırlamak. Hazır ve âmâde kılmak. Tehvîn: Kolaylaştırma. Ucuzlatma. Ucuzlatılma. Alçaltma. Alçaltılma. Tekâsül: Üşenmek. Gevşeklik. İhtimamsız davranmak. Tembellik. Tekevvün: Vücuda gelmek. Meydana geliş. Şekillenmek. Temâdî: Devam etmek. Sürüp gitmek. Uzak olmak. Tenkīs: Noksanlaştırmak. Azaltmak. İndirmek.
353
Terâküm: Birikme, yığılma. Birbiri üzerine sıkışma. Terettüb: Sıralanmak. Gerekmek. Lâzım gelmek. Netice olarak çıkmak. Zuhura gelmek. Terfīk: (Refik. den) Birinin yanına katma. Arkadaş etme. Terğīb: Şevklendirme, ümidlendirme. Rağbet verdirme. İsteklendirme. Terkīm: Rakamlamak, rakam koymak. Nişan eylemek. Yazma. Tervîc: Revaç vermek. Değerini arttırmak. Müsait karşılamak. Kabul ettirip, geçerli kılmak. Tervîc: Revaç vermek. Değerini arttırmak. Müsait karşılamak. Kabul ettirip, geçerli kılmak. Teshīr: Zapt ve istila etme, hâkim olma, zorla ele geçirme. Teslîh: Silâhlandırma. Silâh ile donatma. Tesliyet: Avutma, teselli verme. Tesrîb: (Sürub. dan) (Asker) gönderme, yollama. Tesvīk: (Sevk. den) Sürme, ileri gütme. Tesviye: Seviyelendirme. Düzleme. Beraber etme. İki şeyi müsavi etme. Bir neticeye bağlama. Tesyâr: (Eşya vs.) Gönderme, gönderilme. Teşcî‘: Şecâatlandırma, cesaret verme. Bahadırlık etme. Teşeffî: Rahatlamak. Şifâ bulmak. Öç almak. Öç veya intikam almakla yüreği soğumak. Teşettüt: Dağınık olma. Dallara ayrılma. Çatallaşma. Dağılma. Perişan olma. Teşrîh: Bir kitap veya ibareyi anlaşılır şekilde açıklamak, tafsilât vermek. İnceden inceye didikleyip araştırmak. Tetâbu‘: Fasılasız birbiri ardından gelmek. Aralıksız birbirini takib etmek.
354
LÜGATÇE
Tevakkī: Çekinme, hazer etme, sakınma, korunma. Tevbîh: Azarlama. Levm etme. Tevessü‘: Genişleme, yayılma. Vüs'at bulma. Zahmetsiz herkese yer bulunma. Tevfîr: Artırma, çoğaltma. Teyakkun: İyiden iyiye araştırıp şüphesiz tam olarak bilmek. Teyemmünen: Uğur sayarak. Teyemmün ederek. Teyessür: Kolaylıkla husule gelme. Muvaffakiyet ve başarı ile bitme. Tezâyüd: Ziyadeleşme, artma, çoğalma. Tezebzüb: Karışıklık. Mütereddit olmak. Kararsızlık. Tezekkür: Unuttuktan sonra hatıra getirmek. Zikretmek. Birkaç kişi toplanıp iş üzerine görüşmek. Tezyîl: Eklemek. Uzatmak. Altına ilâve etmek. Zeyl yapmak. Tuğyân: Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek. Azgınlık, taşkınlık. Taşkın mizaçlılık. Resmî devlet kuvvetlerine karşı durmak. Turuk-ı mürâsele: Haberleşme yolları. Urvetü’l-vüskā: (Sağlam sap) Müslümanlık. Übbehetlü: Ulu, büyük, azim. Vâ-beste: Bağlı, mütevakkıf, olması bir şeye bağlı olan. Vâ-esefâ: Vah, esefler olsun! Eyvah, çok yazık! Vakten-mine’l-evkat: Günlerden bir gün. Bir zaman, vaktiyle.
Vârid-i hātır: Hatıra gelen, akla gelen. Bir şey hakkında çıkan, söylenen. Vaz‘: Koyma, konulma. Bırakmak. Atlamak. Tayin etme, belirtmek. Duruş, hareket, tarz. Vechen: Bir vechiyle. Bir sûretle. Bir bakımdan. Vedd ü musāfât: Sevgi ve hâlis dostluk. Vehleten: Birdenbire. İlkin. Ansızın. Velâ-siyyemâ: Bilhassa, özellikle. Vely: Birbiri ardı sıra gelme. Tâkib etme. Çıkma. Olma. Vesâil: Vesileler. Sebebler. Vesāyâ: Vasiyetler. Öğütler. Nasihatlar. Vezāif: Vazifeler. Görevler. Vidâd: Dostluk. Sevmek. Muhabbet. Vikāye: Koruma. Koruyuculuk. Sahib olma. Arka çıkma. Kayırma. Vüs‘: Güç, kuvvet, takat. Zahīre: Anbarda saklanan yiyecek, hububat. Azık. Zahriyye: Bir kağıdın arka tarafına yazılan yazı, şerh. Zāmin: Tazmin eden. Kefil olan. Zecr: Zorlama, zorla yaptırma. Menetme, engel olma. Zehāir / Zehāyir: Zahireler. Yiyecek, hububat gibi şeyler. Zemlik: Bodrum. Zıyâ‘: Kayıp, yitim. Kaybolma. Mahvolma. Zî-medhal: Dahli bulunan. Bir işe bir başkası ile birlikte bulaşmış bulunan ve o yüzden sorumlu olan .
BİBLİYOGRAFYA
I. ARŞİV BELGELERİ BOA, İ.DH, 788/64007-1, 14 Temmuz 1879 (24 Receb 1296). BOA, MF.MKT, 263/36, 18 Mayıs 1895 (23 Zilkade 1312). BOA, Y.EE, 84/83-3, 2 Kasım 1876 (14 Şevval 1293). BOA, Y.EE, 84/83-1, 2 Kasım 1876 (14 Şevval 1293). BOA, Y.A.RES, 1/63, 1 Aralık 1878 (6 Zilhicce 1295).
II. ARAŞTIRMALAR VE İNCELEMELER Ahmed Lûtfî Efendi, Vak’anüvîs Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, C. I, haz. Ahmet Hezarfen, İstanbul Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1999. Ahmet Mithat Efendi, Üss-i İnkılap, haz. İdris Nebi Uysal, Dergah Yayınları, İstanbul, 2013. Ahmet Mithat Efendi, Üss-i İnkılap: Kırım Muharebesi’nden II. Abdülhamîd Han’ın Cülusuna Kadar I, yay. haz. Talip Galip Seratlı, Selis Kitaplar, İstanbul, 2004. Ahmet Mithat Efendi, Üss-i İnkilap : II.Abdülhamîd Han'ın Cülüsundan Birinci Seneye Kadar II, yay. haz. Talip Galip Seratlı, Selis Kitaplar, İstanbul, 2004. Ahmet Mithat, Beliyat-ı Mudhike ve Karı Koca Masalı ve Ahmet Mithat Kaynakçası, yay. haz. Nüket Esen, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011. Ali Fuad, Musavver 1293-1294 Osmanlı-Rus Seferi, C. II, Kitabhane-i İslâm ve Askerî, İstanbul, 1326. Aydın, Mahir, “Doksanüç Harbi”, DİA, c. 9, İstanbul 1994, s. 498-499. Bamberg, Felix, Geschichte der orientalischen angelegenheit im zeitraume des Pariser und des Berliner friedens, G. Grote, Berlin, 1892. Barnwell, R. Grant, The Russo-Turkish War; Comprising an Account of the Servian Insurrection ..., Keystone Pub. Co., Philadelphia, 1877. Baydar, Mustafa, Ahmet Mithat Efendi : Hayatı, Sanatı, Eserleri, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1954. Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1973.
356
BİBLİYOGRAFYA
Bermann, Moritz, Illustrirte Geschichte des orientalischen Krieges von 1876 - 1878, Hartleben, Wien-Pest-Leipzig, 1878. Bir Jübilenin İntıba’ları: Ahmed Midhat’ı Anıyoruz!, haz. Hakkı Tarık Us, Vakit Gazetesi Matbaası, İstanbul, 1955. Bourde, Paul, Russes et Turcs: La Guerre d'Orient, C. I-II, Librairie de la Société anonyme de publications periodiques, Paris, 1878. Dayanç, Muharrem, “Ahmet Midhat Efendi ve Üss-i İnkılâp Üzerine”, Turkish Studies, c. 7/1, Kış 2012, s. 837-847. Esen, Nüket, Modern Türk Edebiyatı Üzerine Okumalar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006. Fahreddin, Rızaeddin b., Ahmed Midhat Efendi, Vakit Matbaası, Orenburg, 1913. Findley, Carter V., Ahmed Midhat Efendi Avrupa’da, çev. Ayşen Anadol, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999. Forbes, Archibald, The War Correspondence of the Daily News, 1877 : With a Connecting Narrative Forming a Continuous History of the War Between Russia and Turkey, Macmillan and Co., London, 1878. Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Anılar: Sergüzeşt-i Hayatımın Cild-i Evveli, sadeleştiren ve haz. Nuri Akbayar, çev. M. Sabri Koz-E. Nedret İşli, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1996. Gökçek, Fazıl, Küllerinden Doğan Anka: Ahmet Mithat Efendi Üzerine Yazılar, Dergah Yayınları, İstanbul, 2012. İdeal Gazeteci, Efendi Babamız Ahmet Mithat, haz. Münir Süleyman Çapanoğlu, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1964. İpek, Nedim, Rumeli'den Anadolu’ya Türk Göçleri : 1877-1890, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1994. Kabacalı, Alpay, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e İmparatorluk ve Nesnel Tarihin Prizmasından Abdülhamîd, DenizKültür Yayınları, İstanbul, 2005. Karaalioğlu, Seyit Kemal, “Ahmet Mithat Efendi”, Resimli Motifli Türk Edebiyatı Tarihi 2: Tanzimattan Cumhuriyete, İnkılâp ve Aka Kitabevi, İstanbul, 1978, s. 317-342. Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi 4: Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devirleri (18761907), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1962. Koçu, Reşad Ekrem, “Ahmed Midhat Efendi”, İstanbul Ansiklopedisi, c. 1, İstanbul 1958, s. 389-395. Koz, M. Sabri, “Ahmet Mithat Efendi’nin Eserleri”, Kitap-lık, S. 54, TemmuzAğustos 2002, s. 160-173;
BİBLİYOGRAFYA
357
Kudret, Cevdet, Ahmet Mithat, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1962. Le Faure, Amédée, Histoire de la Guerre d’Orient : (1877), Garnier Frères, Paris, 1878. Mahmud Celâleddin Paşa, Mir’ât-ı Hakîkat: Târihî Hakîkatlerin Aynası, C. I-II-III, haz. İsmet Miroğlu, Berekat Yayınları, İstanbul, 1983. Merhaba Ey Muharrir! Ahmet Mithat Üzerine Eleştirel Yazılar, haz. Nüket Esen-Erol Köroğlu, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2006. Meshcherskii, Vladimir P., Sbornik Voennykh Razskazov, Sostavlennykh OfitseramiUchastnikami Voiny 1877-1878, Izd. Kn. V. Meshcherskago, Peterburg, 1878. Nurettin Gemici, “Namık Kemal’in Ahmed Midhat Efendi’yle Olan Fikri Ayrılıklarının Ortaya Çıkışı ve Sebepleri”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 180, Mayıs-Haziran 2009, s. 65-85. Okay, M. Orhan, “Ahmed Midhat Efendi”, DİA, c. 2, İstanbul 1989, s. 100-103. Okay, M. Orhan, “Edebiyat Teorisi, Tenkit ve Ahmet Midhat Efendi”, Dergah, haz. Harika Nüfusçu Durgu, Ocak 2006, s. 12-14. Okay, M. Orhan, “Teşebbüse Sarfedilmiş Bir Hayatın Hikâyesi”, Kitap-lık, S. 54, Temmuz-Ağustos 2002, s. 130-136. Okay, M. Orhan, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1991. Osmanlı- Rus Harbi (1877-1878) Koleksiyonu Kataloğu (ORH- I, II, III, IV), proje yöneticisi Hüseyin Görür, proje sorumlusu Nasır Yüceer, Genelkurmay Başkanlığı, Ankara, 1994. Özcan, Azmi, Abdülhamîd ve Hilafet, YŞ Yayınları, İstanbul, 1995. Özön, Mustafa Nihat, Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Maarif Matbaası, İstanbul, 1941. Öztuna, Yılmaz, Resimlerle 93 Harbi: 1877-78 Türk-Rus Savaşı, Hayat Yayınları, İstanbul, 1969. Rado, Şevket, Ahmet Mithat Efendi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara, 1986. Samy-Bey Fraschery, Kâmûs-i Fransevî : Türkçe’den Fransızca’ya Lügât, Dictionnaire Turc - Français, Mihran Matbaası, İstanbul, 1302. Sedes, Halil, 1875-1878 Osmanlı Ordusu Seferleri: 1875-1876 Bosna-Hersek ve Bulgaristan İhtilâlleri ve Siyasî Olaylar: Başlangıç I. Kısım, Çituri Biraderler Basımevi, 2. bs., İstanbul, 1946. Sedes, Halil, 1875-1878 Osmanlı Ordusu Seferleri: 1876-1877 Osmanlı - Karadağ Seferi, Çituri Biraderler Basımevi, İstanbul, 1936.
358
BİBLİYOGRAFYA
Siyavuşgil, Sabri Esat, “Ahmed Midhat Efendi”, İA, c. 1, İstanbul 1950, s. 184-187. Şemseddin Sâmi, Kâmûs-i Türkî, İkdam Matbaası, Dersaâdet, 1317. Tanpınar, Ahmet Hamdi, 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 2003. Tansel, Fevziye Abdullah, Namık Kemal’in Husûsî Mektupları II: İstanbul ve Midilli Mektupları, C. I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1969. The Concise Oxford Dictionary of Current English, adapted by Henry Watson FowlerFrancis George Fowler-Sir James Augustus Henry Murray, Clarendon Press, Seventh Impression, Oxford, 1919. The Illustrated London News, c. 71, S. 2008, 22 December 1877, s. 1. The Ottoman-Russian War of 1877-78, ed. Ömer Turan, Middle East University, Ankara, 2007. Türkgeldi, Ali Fuat, Mesâil-i Mühimme-i Siyasiyye, C. II, yay. haz. Bekir Sıtkı Baykal, Türk Tarih Kurumu, 2. bs., Ankara, 1987. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, “Tersâne Konferansı’nın Mukarrerâtı Hakkında Şûrâ Mazbatası”, Tarih Dergisi, c. VI, S. 9, İstanbul, Mart 1954, s. 123-140. Ülgen, Erol, Ahmet Midhat Efendi’de Çalışma Fikri, Ahilik Araştırma ve Kültür Vakfı, İstanbul, 1994. Üstünova, Mustafa, “Namık Kemal'in Ahmet Mithat’la Kavgası”, Bir: Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi: Prof. Dr. Kemal Eraslan Armağan Sayısı, S. 9-10, s. 631642. von Hellwald, Friedrich, Die Türkei im Kampfe mit Russland, Lampart, Augsburg, 1877. Williams, Charles, The Armenian Campaign: A Diary of the Campaign of 1877, in Armenia and Koordistan, C.K. Paul & co., London, 1878.
III. ELEKTRONİK KAYNAKLAR Tarih Çevirme Kılavuzu, http://193.255.138.2/takvim.asp, çevrimiçi, 12 Aralık 2013. http://www.lib.utexas.edu/maps/historical/eastern_europe1878.jpg, Aralık 2013.
çevrimiçi,
30
http://www.lib.utexas.edu/maps/historical/balkans_1912.jpg, çevrimiçi, 30 Aralık 2013. http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/9/9c/Pereprava_cherez_Dunaj.jpg , çevrimiçi, 30 Aralık 2013.
İNDEKS 1 1856 ahidnâmesi / 56 Mu‘âhedesi 31, 143 1856 ve 1871 mu‘âhedâtı 30 A A‘şâr 72, 75, 154 Abdi Paşa XI, 178, 179, 204, 207, 208, 258, 319 Abdurrahmângāzî 250 Abdülazîz, Sultan 12, 13, 14, 15, 32, 311 Abdülhamîd, Sultan VIII, IX, XIII, 6, 7, 10, 11, 12, 15, 24, 26, 35, 41, 42, 57, 64, 68, 69, 73, 78, 89, 96, 139, 245, 246, 247, 248, 265, 324, 325, 326, 335, 355, 356, 357 Abdülmecîd, Sultan 18, 75, 76 Adana 160 Afrika 125 Ahîçelebi 180 Ahmed Cevdet XII, XIII, XV, XVIII, XIX, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 21, 22, 26, 40, 53, 101, 122, 148, 163, 181, 187, 189, 194, 195, 196, 199, 200, 202, 207, 209, 216, 221, 235, 239, 240, 245, 246, 248, 251, 252, 259, 266, 267,276, 290, 306, 307, 321, 323, 335, 355, 356, 357, 358, 375 Ahmed Paşa XII, XIII, XV, XVII, XVIII, XIX, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 21, 22, 26, 40, 53, 101, 122, 148, 163, 181, 187, 189, 194, 195, 196, 199, 200, 202, 207, 209, 216, 221, 235, 239, 240, 245, 246, 248, 251, 252, 259, 266, 267,276, 290, 306, 307, 321, 323, 335, 355, 356, 357, 358, 375
Ahmed Bey 216 Ahmed Es‘ad 101 Ahmed Eyyüb Paşa XV, XIX, 181, 187, 189, 194, 195, 200, 202, 207, 209, 306, 307, 323 Ahmed Hamdi 6, 14, 101, 122, 215, 221, 290, 358 Ahmed Hıfzî Paşa 259, 266, 267, 276 Ahmed Kemâl 221 Ahmed Muhtâr Paşa, Muhtâr Paşa XIII, 40, 148, 163, 164, 167, 209, 235, 236, 237, 238, 239, 240, 241, 242, 243, 244, 245, 246, 248, 250, 252, 321 Ahmed Râsim Paşa, Rasim Paşa 148, 149, 188 Ahmedli 284 Akıska 151 Âkif 101, 252 Âkif Efendi 252 Aleko Paşa 56, 135 Aleksandr, Rus imparatoru XVII, 36, 39, 101 Aleksinaç 53, 55, 313 Ali Sāib Paşa 186, 287, 288, 289, 290 Almanya XVII, 9, 28, 30, 32, 37, 38, 41, 48, 53, 85, 114, 117, 271, 281, 339 Amerika 73, 76, 145 Anadolu X, XX, 11, 87, 148, 158, 159, 160, 161, 164, 209, 225, 235, 238, 244, 245, 248, 278, 293, 309, 317, 318, 321, 356 Andrássy, Kont 18, 35, 36, 38, 45, 82, 83, 110, 311 Andrássy Lâyihası 45, 83, 311 Ankara, 4, 1, 2, 13, 16, 17, 117, 156, 160, 238, 252, 293, 309, 316, 325, 355, 356, 357, 358 Ardahan, X, 11, 136, 144, 151, 154, 155, 161, 163, 167, 168, 243, 318
360
İNDEKS
Arnavud, 293 Asâkir-i mu‘âvene, 150, 151, 152, 159, 160, 161, 163, 165, 166, 170, 182, 201, 240, 243, 252, 264, 288, 289, 294, 295 Asâkir-i Mülkiyye, XV, 6, 12, 295, 331, 332, 333, 334 Asâkir-i Mülkiyye Nizāmnâmesi Lâyihası, XV, 6, 12, 331 Asâkir-i müstahfıza / asâkir-i müstahfıza ve mu‘âvene 45, 150, 155, 201, 209, 213, 281 Asâkir-i nizāmiyye / asâkir-i nizāmiyye ve redîfe 152, 201, 241, 252, 295, 331, 332, 333, 334 Âsâyiş-i dâhiliyye 44 Âsım 101, 111 Asya X, XX, 11, 30, 85, 92, 125, 144, 147, 159, 163, 167, 168, 246, 252, 255, 258, 321, 327, 337 Asya-yı Osmâniyye 255 Asya-yı vusta 30, 337 Aşağı Kamarlı 282 atīk kaval toplar 154 Avrupa VII, IX, X, 1, 2, 3, 8, 9, 10, 16, 29, 39, 41, 43, 44, 48, 51, 56, 67, 69, 74, 76, 77, 80, 82, 85, 87, 93, 94, 95, 98, 100, 107, 109, 110, 114, 117, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 126, 127, 132, 133, 134, 138, 139, 140, 142, 143, 226, 244, 285, 304, 311, 312, 313, 314, 315, 321, 356 Avusturya XVII, 30, 32, 37, 38, 40, 41, 44, 45, 47, 53, 60, 73, 76, 77, 82, 85, 86, 92, 114, 117, 219, 271, 291, 339 Ayastefanos XIX, 13, 310, 323, 324 Aydın 15, 201, 355 Azîziyye 151 B Bâb-ı Âlî IX, X, XI, XII, XIII, XIV, XVII, 10, 11, 14, 18, 22, 40, 41, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 52, 54, 55, 57,
59, 60, 61, 64, 67, 75, 79, 80, 86, 91, 92, 93, 95, 96, 97, 100, 104, 105, 106, 107, 109, 110, 113, 114, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 126, 127, 129, 131, 132, 134, 138, 139, 140, 142, 145, 147, 149, 155, 156, 157, 159, 160, 163, 167, 173, 176, 180, 181, 190, 200, 207, 210, 222, 223, 235, 236, 239, 255, 274, 278, 286, 287, 290, 291, 292, 295, 311, 312, 313, 314, 315, 318 Bâb-ı Seraskerî / Bâb-ı Vâlâ-yı Seraskerî X, XIV, 11, 131, 147, 159, 160, 164, 265, 266, 269, 281, 295, 296, 318, 319, 334 Babina Glava 291 Bağdad XI, XII, XIII, 11, 164, 166, 210, 241 Bahr-i Sefîd 31, 145 Bahr-i Sefîd Boğazı 145 Bahr-i Sefîd sevâhili 31 Bahriye XI, 131, 190, 191, 298, 313 Bahriye dâiresi 313 bahriye kumandanlığı 170 Bahriye Nâzırı 298 Balkan X, XIV, 11, 52, 135, 147, 157, 175, 176, 180, 182, 186, 188, 190, 194, 198, 208, 209, 212, 214, 216, 256, 258, 264, 280, 281, 282, 283, 284, 285, 295, 297, 298, 299, 300, 304, 306, 318, 322 Bar iskelesi 190 Bask 73, 76 Başkarye 194 Batum XX, 136, 137, 143, 144, 162, 163, 164, 182, 188, 236, 238, 243, 248 Bayburd 152, 246, 252, 254, 321 Bâyezid 144, 151, 152, 161, 162, 167, 168, 318 Bekāyâ 240, 243 Bela 220, 238, 255, 257, 284 Belçika 73, 76 Belene 292 Belgrad 43, 44, 45, 60, 61
361
İNDEKS Bergos, 135, 284 Berkofça 280, 282, 283 Berlin VII, IX, XIX, XX, 9, 10, 13, 32, 35, 36, 38, 48, 69, 92, 104, 106, 107, 108, 124, 132, 133, 221, 322, 325, 326, 327, 355 Berlin Karârnâmesi 38 Berlin Memorandumu 32, 35 Beserabya 112, 143 Bile 201 Bileke 289 Bismarck 48 Blue Book (bkz. Mavi Kitâb) Boğaziçi 2, 14, 47, 210, 357 Boğazköyü 135, 198 Boğdan 133, 226, 345 Bolayır XI, 177, 178, 317 Bosna VII, 8, 9, 15, 32, 33, 34, 35, 38, 39, 40, 41, 43, 45, 46, 47, 53, 56, 63, 67, 71, 73, 75, 79, 80, 83, 85, 91, 100, 103, 113, 116, 120, 137, 144, 157, 164, 280, 281, 282, 283, 286, 287, 288, 292, 311, 312, 313, 357 Bosna vâlîsi 33 Boxer 271 Boyana Nehri 113 Buhara Hānlığı 205 Bulgar XVII, 29, 75, 80, 81, 94, 99, 116, 168, 212, 284 Bulgar komitaları 80 Bulgarca 72 Bulgaristan VII, XVIII, 9, 15, 32, 40, 41, 43, 46, 47, 63, 67, 69, 70, 71, 74, 81, 82, 85, 91, 96, 100, 113, 114, 120, 157, 185, 222, 303, 312, 313, 357 Bükreş 99, 134, 221 Büyük Balkan 180 C Cani, XIII, 151, 160, 254, 255 Cebel-i Lübnan 49, 90, 314
Cebelliler 65 Celâl Bey 238 Cenova Mu‘âhedenâmesi 304 Cevdet 1, 5, 6, 101, 111, 122, 201, 221, 277, 313, 357 Ceyrancı 151 Charles, Prens XIX, 7, 133, 322, 358 Cibâl 290 Cihâdiyye nâzırı 214 Connell, Lord 29, 30, 31 Cuma 214, 220, 256, 257 Cunis 112, 312 Ç Çalıkavak 147 Çatalca 307 Çerâkise 151, 264, 338 Çerkes 83, 99, 150, 151, 204, 256, 279 Çerkes Kā‘id Bey 256 Çetine 119, 172, 288 Çırpan 81 D Dağlı 173, 288 Dağlılar 65, 172, 287, 288 Dâhiliye 63, 64, 192, 313 Dâhiliye Nezāreti XVI, 160 Dâhiliye nâzırı 313 Daily News 8, 141, 356 Dâire-i Bahriye ve Tophāne 131 Dalmaçya 82, 98, 172 Dâr-ı Şûrâ 224 Dedeağacı 188, 209 Defterdâr XIII, 238, 241, 242, 243, 252 Delibaba 152 Deligrad 313 Derby, Lord XVII, 10, 83, 90, 93, 94, 97, 100, 102, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 113, 114, 115, 119, 122, 124, 126, 132, 133, 140, 141, 142, 143, 291, 314
362
İNDEKS
Dersa‘âdet VIII, 30, 44, 46, 47, 52, 54, 63, 68, 80, 83, 86, 90, 93, 97, 100, 104, 108, 113, 114, 115, 118, 121, 125, 126, 131, 134, 137, 138, 143, 144, 148, 154, 156, 169, 173, 176, 181, 186, 188, 189, 192, 194, 196, 200, 202, 208, 210, 216, 236, 238, 261, 279, 280,289, 295, 313, 315, 333, 334 Dersa‘âdet Konferansı 118, 134 Derviş Paşa 172 Derviş-Yovan 147 Deveboynu 164, 165, 166, 250, 317 Devlet-i Aliyye / Devlet-i Osmâniyye / Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye VII, 9, 14, 18, 29, 32, 33, 35, 36, 38, 39, 40, 41, 44, 45, 46, 47, 48, 51, 53, 55, 56, 63, 67, 68, 69, 70, 73, 74, 76, 77, 78, 80, 82, 84, 87, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 100, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 112, 113, 115, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 124, 126, 127, 129, 130, 132, 133, 138, 139, 142, 143, 144, 157, 160, 164, 171, 178, 205, 208, 225, 226, 227, 237, 252, 258, 276, 278, 291, 293, 297, 298, 311, 312, 313, 315, 316, 317, 331 Devr-i Azîzî 311 Devr-i Hamîdî 311 Digor 151 Diyârbekir X, XIII, 150, 151, 160, 165, 167, 240, 254, 255 Dobruca X, XIX, XX, 99, 144, 145, 146, 170, 181, 183, 196, 198, 209, 230, 293 Dragoçan 302 Dubnik 276 Duga kuleleri 289 Dühān-ı gümrük rüsûmu 72, 75 Dük Dukaz 127 Düvel-i ecnebiyye 46, 83, 92, 118, 125, 126 Düvel-i mu‘azzama XVII, 42, 44, 45, 51, 52, 54, 58, 67, 68, 71, 93, 96, 104, 105, 111, 117, 121, 122, 132, 133, 138, 139, 140, 143, 227, 314
E Edhem Paşa VIII, XVII, 9, 58, 59, 69, 77 Edirne XI, XVIII, 69, 81, 144, 145, 147, 175, 180, 185, 188, 190, 194, 199, 200, 202, 204, 205, 209, 210, 212, 214, 285, 286, 295, 296, 297, 298, 299, 301, 303, 304, 307, 322, 323 Eflak 133, 135, 168, 171, 173, 189, 226, 345 Eflaklılar 198 Elena XII, 176, 199, 203, 208, 284, 285, 291, 317, 321 Eleşkird 136, 151, 164 Emîn ve Rif‘at Paşa 265, 266 Emsen 291 Enfiyeciyan Efendi VIII, 10, 87 Ereğli 190 Ermeni VIII, 10, 87, 88 Erzincan 152, 246, 252 Erzurum X, XI, XIII, XVIII, 11, 136, 144, 148, 149, 150, 151, 152, 154, 159, 161, 163, 165, 166, 167, 168, 236, 237, 239, 240, 241, 242, 243, 245, 246, 248, 250, 251, 252, 254, 255, 318, 321 Es‘ad Paşa 33, 56, 79 Eski Cuma 219 Esnân-ı askeriyye 331, 339 Estraka 284 Esveti Nikola 212 Eşref Paşa 187, 196 Eyvarceyş XIV, 264, 269, 275 F Fermân-ı hümâyûn 165, 166, 173, 174, 177, 223, 224, 239, 240, 244, 255, 269, 274, 277, 279, 280, 287, 288, 302 Feyzi Paşa 196 Filibe XIX, 69, 81, 82, 99, 176, 180, 202, 219, 284, 304, 305, 307 Firârî 34, 239, 243, 255 Floratniya 189
363
İNDEKS Fondluk 271 Fransa IX, XIX, 9, 27, 28, 30, 32, 39, 53, 73, 74, 76, 86, 93, 106, 114, 117, 316 Fransevi’l-ibâre 281 G Gabrova XVIII, 144, 179, 187, 189, 213, 214, 216, 219, 263, 285, 297, 319 Gālib 101, 111, 122 Gāzî Osman Paşa XIV, 263, 264, 269, 270, 274, 275, 276 Gelibolu 177, 178, 210, 317 Gelibolu Boğazı 177, 317 Germenli 250 Girid 27, 103, 125, 144, 164, 182, 186, 280, 294 Giyez (bkz. Jiyez) Gladstone, Lord 70, 74, 99 Gorçakov, Prens X, XVII, 10, 18, 35, 36, 47, 48, 50, 138, 139, 140, 141, 142, 143 Gümürcine 305, 307, 322, 323 Gümüşhāne 245 Gürcü Boğazı 164, 165, 166, 250 Gürçeşme 195 H Hâfız Paşa 287, 290, 292 Hahambaşı kāim-makāmı 86 Hāin 217 Hāinboğazı / Hāinboğazları 176, 208, 209, 213, 283, 284, 285, 298 Haleb X, XI, XII, 11, 160, 165, 166, 167, 210 Halîl Paşa 186 Halîm, 101, 201, 215, 221, 275, 277, 290 Hamdi 6, 14, 111, 122, 215, 358 Hāriciye müdürü 43 Hāriciye nâzırı 35, 51, 52, 56, 59, 62, 63, 64, 67, 68, 82, 93, 114, 117, 123, 133, 192, 238, 313,
Hāriciye Nezāreti VII, 43, 51, 55, 80, 90, 97, 98, 102, 106, 117, 129, 141, 312, 313 Harput 150, 151, 160, 252 Hasan Paşa 130, 214, 246, 257 Hasan Tahsîn Paşa 250 Hasan, Mirlivâ 130, 151, 208, 214, 246, 250, 256, 257, 264, 266, 267, 276, 281, 283, 284, 290, 291, 292, 332 Hasköy 81 Hayrullâh 101, 111, 122, 201 Hazîne-i mâliyye 72 Hazret-i Nebeviyye 252 Henry Elliot VIII, XVII, 10, 18, 44, 45, 46, 47, 83, 90, 91, 92, 102 Herebol 180 Hersek VII, 8, 9, 15, 32, 33, 34, 35, 38, 39, 40, 41, 43, 45, 46, 53, 56, 63, 67, 79, 80, 82, 85, 91, 98, 100, 113, 116, 120, 125, 137, 144, 157, 164, 288, 296, 311, 312, 313, 357 Hey’et-i A‘yân IX, 10, 64, 65, 115, 122, 123, 143, 168, 313, 315 Hey’et-i Meb‘ûsân VIII, 64, 65, 123, 143, 168, 313 Heyet-i Vükelâ 9, 10, 377 Hezargrad 214, 219, 220, 238 Hıristiyân 41, 52, 70, 71, 75, 76, 83, 87, 95, 99, 103, 157, 248 Hırvatistan 38, 82 Hicâz 144 Hobart Paşa 156 Holstein 76 Hurşid 81, 122 Hurşid Paşa 81 Hüdâvendigâr 201 Hüseyin Bey 296 Hüseyin Paşa 151, 284 I Islâhât 41, 45, 46, 67, 70, 93, 95, 104, 107, 112, 118, 119, 121, 124, 313, 315 Islâhât-ı dâhiliyye 72, 116, 130, 143
364
İNDEKS İ
İbrâhim 101, 221 İbrâhim Edhem 221 İbrâil XVIII, 156, 169, 170 İdâre-i dâhiliyye 82, 97, 103, 111, 112, 120 İdâre-i örfiyye 157, 168 İdmanlı 151 İgnatiyev VII, XVII, XIX, 9, 18, 51, 52, 53, 54, 55, 93, 97, 104, 106, 107, 108, 109, 110, 310, 315, 376, 377 İhtiman 180, 302, 303, 304 İngiliz VIII, 9, 74, 80, 90, 101, 116, 118, 261, 312 İngiltere VII, IX, X, XIV, 7, 9, 10, 25, 27, 28, 29, 32, 39, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 53, 56, 67, 69, 70, 73, 74, 76, 80, 82, 86, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 97, 99, 100, 104, 106, 108, 109, 110, 112, 114, 115, 117, 123, 126, 140, 141, 142, 143, 148, 209, 290, 291, 298, 299, 311, 312, 313, 314, 316 İran 74 İslâm XVI, 3, 18, 29, 37, 41, 70, 72, 76, 81, 82, 87, 95, 99, 146, 157, 177, 183, 194, 204, 206, 210, 216, 222, 240, 248, 260, 264, 268, 275, 294, 355 İslimye 191, 194, 198, 201, 208 İsmâil Bey 94 İsmâil Hakkı 155 İsmâil Paşa X, 149, 150, 167, 168, 236, 238, 241, 243, 246, 250 İspanya 73, 76 İstanbul X, XI, XVI, XVII, 1, 2, 3, 5, 6, 7, 8, 10, 11, 12, 14, 15, 16, 17, 21, 22, 25, 26, 29, 35, 37, 38, 41, 47, 57, 58, 64, 68, 71, 77, 80, 81, 87, 89, 93, 137, 138, 139, 146, 154, 158, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 188, 200, 202, 203, 205, 206, 210, 216, 220, 222, 225, 229, 233, 245, 247, 250, 251, 255, 260, 265, 268, 275, 278, 286, 287, 297, 300, 304, 305, 306,
308, 309, 310, 315, 318, 323, 324, 325, 326, 355, 356, 357, 358 İstanbul Konferansı 93 İstinâf 75, 343 İşkodra 144, 164, 190, 288 İtalya 32, 39, 48, 53, 74, 85, 106, 114, 115, 117, 122, 123 İtrepol 281, 283, 284 İzladi 259, 267, 282, 300, 303, 304 İzmir 144 İzover 291 İzzet Paşa 246, 292
J Jiyez 126 K Kabataş 181 Kadri 101, 111, 122 Kağızman 243 Kal‘e-i Sultāniyye 210 Kalafat XXII, 134, 168, 189, 318, 320 Kalas 143, 156, 174 Kamarlı 282, 299, 300, 301, 302, 304, 306 Kamçı Suyu 175 Kâni Paşa 298 Kānûn-ı Esâsî 64, 67, 70, 83, 86, 87, 93, 95, 97, 110, 118, 119, 121, 125, 168, 313, 314, 315 Kapucak XV, 291, 300, 301, 303, 304 Karacadağ 217, 277 Karadağ VII, VIII, XI, XIV, 9, 17, 34, 38, 41, 43, 44, 45, 46, 48, 49, 52, 53, 55, 56, 57, 58, 60, 63, 64, 65, 67, 79, 83, 85, 91, 100, 104, 106, 107, 109, 113, 114, 115, 118, 119, 120, 123, 124, 140, 142, 171, 172, 185, 186, 188, 223, 286, 287, 288, 294, 312, 313, 357, 376 Karadağlılar 34, 101, 286 Karadeniz 8, 28, 30, 85, 170 Karakilise 151
365
İNDEKS Karârnâme XIV, 11, 32, 38, 93, 100, 275, 276, 277, 297, 298 Karasu 135 Kardıç 201, 213, 217 Kars XVIII, XX, 136, 144, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 158, 163, 164, 166, 167, 235, 236, 237, 244, 245, 246, 248, 249, 251, 252, 253, 318 Kartuc 271 Katolik VIII, 10, 73, 76, 86, 87, 94 Katolik patriği 86 Kazā mecâlisi 71 Kazā meclisi 72 Kazā meclisleri 75 Kazā ve vilâyet meclisleri 72 Kazak ve Moskoflu Tatarlar 99 Kazan XI, 175, 199, 298, 304 Kazgan 147, 175, 191, 194, 198, 199, 201, 203, 212, 300, 317 Kâzım Paşa 241, 279 Kelve 175 Kemâl 1, 3, 14, 16, 17, 101, 111, 122, 298, 344 Kemâl Paşa 298 Kemerköprü 276 Kesrova 284 Kırım Muhârebesi 6, 8, 15, 24, 27, 109, 335 Kırkkilise 151, 236 Kırstiç 62 Kızanlık XIX, 81, 176, 194, 202, 204, 208, 309, 318 Kızılağaç 175 Kızılbaş Ekrâd 253 Kifeni 246 Kireççeşme 187 Koca Balkan 147, 180 Koca ve Üss-i Balkan 284 Kolaşin 56 Konferans VIII, 9, 10, 67, 69, 71, 95 Kont Andrássy (bkz. Andrássy)
Kont Andrássy Lâyihası (bk.z. Andrássy Lâyihası) Kont Şuvalov / Kont de Şuvalov (bkz. Şuvalov) Kosova 274, 292, 293 Köprüköyü 164, 241, 243 Köstence 135, 198 Kur‘a 255 Kurşunlu 292 Kuvve-i bahriyye 85 Kuvve-i berriyye ve bahriyye 156 Kuvve-i nizāmiyye 294, 295 L Lakvin 276, 277 Lâyiha VIII, IX, XII, 73, 79, 96, 104, 225, 315 Legofet 101 Lehliler 77 Letkova 302 Livadya 47, 55 Lofça 217, 223, 264, 283, 284 Loftus, Lord 141, 142 Lom Suyu XVIII, 221, 222 Londra IX, X, XII, XIV, 8, 9, 10, 28, 32, 95, 96, 97, 104, 106, 107, 108, 112, 113, 114, 115, 117, 118, 122, 123, 124, 125, 126, 129, 132, 138, 139, 141, 143, 209, 226, 263, 290, 291, 298, 299, 314, 315 Londra Protokolü 9, 10, 96, 104, 226, 315 Lyons, Lord 92 M Ma‘mûretü’l-azîz X, XIII, 165, 254, 255 Mâbeyn Kitâbeti 302 Mâbeyn / Mâbeyn-i Hümâyûn / Mâbeyn-i Hümâyûn Cânib-i Âlîsi VII, VIII, IX, X, XI, XII, XIII, XIV, XV, 9, 10, 11, 54, 55, 56, 58, 59, 77, 88, 95, 96, 98, 99, 106, 107, 129, 130, 131, 132, 134,
366
İNDEKS
135, 137, 145, 147, 149, 155, 156, 157, 159, 160, 161, 167, 168, 169, 171, 172, 173, 174, 175, 176, 178, 180, 181, 189, 190, 192, 194, 195, 203, 204, 206, 207, 212, 221, 223, 224, 225, 235, 236, 237, 239, 240, 244, 245, 252, 253, 255, 256, 257, 259, 263, 267, 269, 273, 276, 278, 285, 286, 287, 288, 291, 292, 294, 295, 299, 300, 301, 302, 306, 313, 315, 316, 318, 321 Macaristan 73, 76, 77, 85 Maçin 135, 170 Mahmûd VII, XIII, 35, 36, 38, 79, 82, 101, 122, 201, 207, 215, 221, 236, 256, 267, 275, 277, 284 Mahmûd Celâleddîn XIII, 221, 256, 275, 277 Mahmûd Nedîm Paşa VII, 35, 36 Mahmûd Paşa, 36, 38, 79, 82, 207, 236, 267, 284 Manastır 186 Martin 196 Martini-Henry 144, 155, 192, 271 Maşnin 81 Matiç, 18 62 Mavi Kitâb 25 Me’mûrîn-i ecnebiyye 111 Mecîdiyye 196, 198 Meclis-i Askerî XII, XIV, 11, 15, 164, 176, 178, 182, 184, 185, 200, 202, 212, 213, 214, 215, 219, 220, 235, 238, 240, 263, 269, 272, 273, 275, 276, 286, 287, 288, 297, 298, 319 Meclis-i Mahsūs-ı Vükelâ 115 Meclis-i Meb‘ûsân VIII, IX, 9, 10, 63, 64, 65, 103, 123, 331 Meclis-i Umûmî VIII, 10, 75, 78, 79, 86, 87, 88, 90, 100, 101, 295, 314, 323 Mehâkim-i istinâf 75 Mehâlik-i hāriciyye 38 Mehmed XII, XIII, XIV, XVIII, XX, 69, 101, 111, 159, 176, 181, 186, 188, 200,
201, 204, 206, 207, 208, 209, 212, 214, 215, 219, 220, 221, 234, 241, 255, 256, 260, 261, 263, 275, 277, 279, 281, 282, 283, 284, 286, 290, 298, 319, 321 Mehmed Ağa 241 Mehmed Ali Paşa XII, XIII, XIV, XVIII, XX, 176, 181, 186, 188, 200, 204, 206, 207, 208, 209, 212, 214, 215, 219, 220, 234, 255, 256, 260, 261, 263, 279, 281, 282, 283, 284, 286, 298, 319, 321 Mehmed Hulûsi Bey 188 Mehmed Hurşid 101, 111 Mehmed Nâmık 101, 215, 275, 290 Mehmed Paşa 159, 186 Mehmed Rüşdi Paşa VII, XII, 9, 11, 52, 54, 55, 86, 88, 225 Mehmed Sādık 221, 275, 277, 290 Memâlik-i Mahrûse 30, 80, 81, 132, 182 Memâlik-i Osmâniyye 31, 36, 38, 116, 139, 140, 142 Memâlik-i Şâhâne 38, 49, 67, 74, 77, 117, 119, 121, 122, 124, 133, 143, 226, 248, 313 Memleketeyn 28, 73, 85, 92, 109, 131, 132, 133, 144, 147, 155, 189, 198, 223, 227, 256, 317, 345 Memleketeyn parlementosu 133 Memleketeynliler 77 Meriç Vâdisi 303, 306 Merkova 304 Metalik 271 Mısır 214 Midhat Paşa VIII, XVII, 9, 10, 56, 57, 58, 77, 78, 79, 95, 291 Midhat Paşa Hanı 291 Milan, Prens XVII, 43, 45, 46, 80, 291 Mitroviçe 292 Morava Vâdisi 47 Morning Post VII, 9, 28, 29 Moskof / Moskoflu / Moskoflular 99, 205, 279, 281
367
İNDEKS Mu‘âvene 30, 31, 38, 46, 49, 74, 86, 98, 113, 118, 130, 131, 139, 143, 144, 149, 150, 151, 152, 155, 159, 160, 161, 163, 165, 166, 170, 172, 178, 181, 182, 196, 201, 206, 210, 212, 215, 238, 240, 243, 252, 264, 280, 281, 282, 283, 284, 288, 290, 292, 294, 295, 303 Muhârebât-ı dâhiliyye 41, 76 Muhârebe-i dâhiliyye 40 Murad 41, 312 Mûsevî 61 Mûsîka-i Hümâyûn 181 Mustafa Paşa 151, 246, 256, 281 Musul 160, 254 Musurus Paşa IX, 92, 97, 115, 124, 126 Muş 162 Müdâhelât-ı ecnebiyye 82 Münîf Efendi 298 Müstahfız 349 Müşîr Paşa 145, 165, 166, 241 N Nadır 147 Nâmık Paşa, Müşîr XI, 138, 187, 189, 318 Napoléon 18, 28, 29 Nayden 81 Nazīf Bey 194 Necîb Paşa 291 Nelidov X, XIX, 10, 138, 310 Nevesin 79, 98 Nezāret-i Celîle-i Hāriciye (bkz. Hāriciye Nezāreti) Niğbolu XVIII, 179, 183, 187, 189, 198, 209 Nike 194 Nikşik 56, 289 Niş 28, 44, 80, 144, 186, 188, 200, 208, 280, 281, 282, 283, 291, 292 Nişân-ı Osmânî 334 Nizāmât-ı dâhiliyye 60
Nizāmiyye 61, 150, 151, 152, 163, 164, 175, 188, 201, 223, 241, 280, 282, 283, 294, 295, 332, 333, 334 Nizāmiyye hazînesi 223 O Odyan, Odyan Efendi IX, 93 Ohannes Efendi 101, 111, 122 Oltu 164 Orhāniyye XIV, 189, 199, 256, 259, 264, 266, 267, 269, 270, 271, 272, 273, 275, 276, 277, 279, 280, 281, 282, 283, 284, 299, 301 Orlov 129 Ortodoks 79, 81 Osman Paşa XII, XIV, XVIII, XIX, 186, 188, 189, 190, 192, 198, 202, 204, 207, 208, 209, 212, 215, 216, 219, 220, 221, 222, 223, 256, 257, 258, 259, 262, 263, 264, 265, 266, 269, 271, 272, 273, 274, 275, 276, 277, 283, 285, 287, 316, 318, 319, 321, 322 Osmâniyye 8, 25, 27, 29, 36, 38, 41, 44, 51, 55, 67, 73, 74, 88, 90, 96, 97, 113, 123, 129, 138, 139, 142, 143, 144, 148, 155, 156, 159, 225, 269, 276, 313, 315, 317 Osmanlı parlementosu 118 Osmanlılık 235 Osmanpazarı 175, 178, 181, 188, 189, 195, 198, 204, 212, 214, 318, 319 Ö Ömer Fevzi 221, 275, 277, 290 Ömer Paşa, Serdar 134 P Palmerston, Lord 30 Panika 277 Panslavizm 79
368
İNDEKS
Paris VII, VIII, IX, 7, 8, 9, 15, 27, 28, 29, 32, 39, 43, 45, 52, 59, 60, 81, 91, 92, 93, 106, 107, 108, 109, 110, 115, 121, 124, 127, 129, 133, 134, 136, 140, 141, 153, 154, 158, 162, 169, 171, 180, 187, 191, 193, 197, 211, 218, 227, 228, 230, 231, 232, 233, 234, 242, 249, 279, 320, 356, 357 Paris Antlaşması 8, 9, 15, 27, 28, 32, 39, 45, 60, 81, 107, 108, 109, 115, 121, 124, 133, 227 Pasinler 150, 151, 152 Pazarcık 198, 297, 300, 301, 304, 322 Penke 201 Petersburg X, 10, 42, 100, 105, 106, 107, 114, 115, 120, 124, 126, 138, 141, 142, 312, 315 Petriç 304 Pireboy 292 Pişrev 271 Pive 289 Planka 291 Plesniç 270 Plevne XIV, XVIII, XIX, 11, 189, 190, 208, 212, 213, 214, 215, 217, 219, 220, 222, 223, 225, 255, 256, 258, 259, 261, 262, 263, 264, 266, 267, 268, 269, 270, 271, 272, 273, 275, 276, 277, 279, 280, 281, 282, 283, 285, 286, 287, 295, 297, 298, 318, 321, 322 Preşika 40 Protokol 44, 46, 90, 91, 96,98, 107, 108, 109, 113, 114, 115, 117, 120, 121, 122, 124, 125, 126, 127, 138, 139, 226, 314, 316 Prusya 31 Prut Nehri 135, 174 Putbaşı 169, 170, 173 R Radomirçe 277 Ragusa 292
Rasim Paşa (bkz. Ahmed Rasim Paşa) Raûf Paşa XII, XIV, 181, 194, 198, 199, 203, 204, 208, 263, 276, 280, 283, 295 Razgrad XVIII, 229, 256 Redîf Paşa, X, XI, XII, 136, 138, 175, 187, 189, 194, 195, 204, 207, 208, 318 Reichstadt 92 Revan XI, 167, 168 Revolver 144 Rızā 101, 201, 215, 221, 275, 290 Rif‘at Bey, Miralay 17, 284 Roma 106 Romanya, XIX, 134, 322 Royçoz 180 Rum ve Ermeni milletleri patrik vekîlleri 86 Rumeli X, XII, XX, 40, 83, 87, 102, 137, 157, 159, 168, 171, 181, 185, 203, 209, 210, 225, 237, 239, 255, 286, 289, 293, 309, 317, 318, 321, 328, 329, 356 Rumlar 74 Rus X, XI, XVII, XVIII, XIX, 10, 11, 14, 29, 37, 71, 81, 138, 139, 146, 156, 158, 173, 174, 177, 179, 203, 206, 216, 220, 222, 229, 233, 255, 260, 268, 275, 278, 287, 293, 305, 306, 309, 310, 355, 357 Rusçuk XX, 81, 135, 144, 170, 179, 181, 183, 187, 196, 197, 198, 199, 205, 209, 231 Ruslar 157, 169, 209, 222 Rusya VII, IX, X, XI, XVII, XIX, 8, 9, 10, 13, 14, 25, 27, 28, 30, 32, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 52, 53, 55, 63, 67, 73, 77, 80, 81, 85, 86, 92, 93, 97, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 112, 114, 115, 117, 118, 119, 122, 123, 124, 126,127, 129, 132, 133, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 149, 155, 156, 159, 161, 167, 171, 198, 210, 212, 214, 226, 227, 238, 243, 252, 257, 263, 276, 278, 281, 289,
369
İNDEKS 291, 298, 304, 312, 315, 316, 322, 323, 376 Rusya imparatoru 31, 36, 38, 47, 53, 92, 114, 127, 134, 142, 143, 291 Rüşdi Paşa (bkz. Mehmed Rüşdi Paşa) S Sa‘îd Paşa IX, 33, 95, 235, 298 Sādık Paşa 99 Safvet Paşa XVII, XIX, 52, 68, 71, 77, 178, 179, 198, 199, 202, 310, 313 Sālih Paşa 207 Sālih Zeki Paşa 287, 288 Salisbury, Lord 10, 18, 73, 84, 315 Saltanat-ı Seniyye 8, 25, 27, 41, 51, 74, 77, 108, 129, 143, 144, 156, 159, 225, 315 Samakov 297, 300, 301 Sancak-ı Osmânî 60 Sarı Nasuhlar 221 Sava Paşa 88 Schleswig 76 Schneider 144, 155, 192, 271 Sebki 151 Sefâin-i bahriyye 170 Selânik 199, 201, 274, 307 Selvi 213 Serasker X, XI, XII, XVIII, 10, 11, 135, 136, 137, 179, 187, 189, 194, 195, 201, 204, 207, 319 Serasker Paşa 135, 137, 319 Serdâr Paşa 183, 196 Serdâr-ı Ekrem X, XI, XII, 11, 99, 146, 170, 174, 178, 201, 204, 207 Seret Nehri 155, 156 Server Paşa XIX, 298, 310 Servi 179, 189, 205, 213, 216 Seyrân 201 Sırbistan VIII, XIV, 9, 38, 43, 44, 45, 46, 48, 49, 53, 56, 59, 60, 61, 62, 63, 80, 82, 85, 91, 99, 100, 101, 109, 112, 118, 119, 124, 176, 186, 226, 291, 292, 293, 303, 376
Sırbiyye VII, 9, 28, 41, 43, 51, 52, 55, 57, 58, 62, 63, 67, 99, 100, 104, 107, 113, 130, 286, 291, 294, 312, 313 Sırp / Sırplı XIV, XVII, 43, 44, 45, 46, 48, 55, 56, 59, 60, 61, 62, 63, 67, 80, 92, 97, 101, 120, 291, 292, 293, 303, 312 Sırp Prensi (bkz. Milan, Prens) Sırplılar 77, 101, 286, 291, 293 Sırt 194, 201, 292 Silistre 99, 135, 144, 181, 196, 199, 209 Sir Henry Elliot VIII Sivas X, XIII, 150, 151, 160, 165, 238, 240, 252, 254, 255 Slav 18, 27, 32, 38, 40, 67, 80, 82, 86, 125, 312, 315 Slav komitaları 27, 32, 38, 80 Sofya XIV, XV, 80, 144, 176, 183, 186, 188, 189, 199, 200, 207, 208, 217, 266, 272, 273, 279, 280, 281, 282, 283, 285, 291, 295, 297, 299, 300, 301, 302, 303, 304, 306, 307, 321, 322, 323 Sohum 182, 188 Springfield 155 Sultānyeri 180 Sumarokov 47 Suriye XII, 11, 182, 185, 186, 210 Süleyman XI, XII, XIV, XV Süleyman Bey 204 Süleyman Paşa XI, XII, XIV, XV, XVIII, 17, 168, 182, 186, 188, 190, 191, 192, 194, 200, 202, 207, 208, 209, 212, 214, 215, 216, 219, 238, 256, 258, 260, 262, 263, 267, 277, 280, 282, 285, 286, 289, 291, 292, 297, 299, 300, 302, 305, 306, 307, 318, 319, 321, 322, 323 Ş Şark Meselesi 12 Şehirköyü 199, 291, 302 Şevket Paşa XIV, 94, 259, 260, 264, 267, 270, 273, 276
370
İNDEKS
Şeyh Abdullâh Efendi 164 Şeyh Abdullâh ve Celâleddîn Efendiler 152 Şeyhülislâm Efendi 87 Şi‘âr-ı Nusret 173 Şibka XII, XIV, XVIII, XX, 147, 176, 188, 189, 198, 199, 200, 203, 208, 209, 211, 212, 214, 215, 216, 217, 218, 219, 222, 223, 256, 262, 263, 276, 295, 297, 304, 305, 306, 307, 317, 319, 322, 323 Şişhāne topları 154 Şumnu XII, XVII, XVIII, 11, 135, 144, 146, 175, 181, 186, 187, 194, 195, 196, 198, 201, 203, 204, 206, 207, 209 Şuvalov 46, 47, 48, 104, 105, 106, 109, 110, 119, 124, 126, 127 T Tāhir Gediği 151 Tāhir Paşa 196 Tahrîkât-ı hāriciyye 157 Taşkesen 282, 301, 302 Tatar Pazarcığı 259, 291, 301 Teliş 276 Teransek 195 Tersenek 256 Tevsenik 187 Tırhala 85, 164, 185 Tırnova XVIII, 144, 177, 178, 179, 183, 187, 189, 191, 193, 194, 195, 198, 199, 202, 205, 209, 212, 214, 283, 284, 297, 318, 319 Tiflis 163 Tolça 146, 155, 156, 168, 170 Toparlak 264 Topdağı 250 Tophāne XI, 131, 160, 173, 192, 207, 274 Tophāne Müşîri 207 Toprakkale 151 Trablus 144 Trablusgarb XII, 11, 210
Trabzon XIII, 137, 148, 154, 160, 236, 240, 241, 243, 252, 254, 255, 317 Tuğrâ-yı hümâyûn 334 Tuileries Sarayı 29 Tuna X, XI, XIV, XVII, XVIII, XX, 11, 28, 31, 39, 73, 80, 132, 134, 135, 137, 144, 145, 146, 147, 155, 156, 164, 168, 169, 170, 171, 173, 174, 175, 176, 178, 179, 181, 184, 185, 186, 189, 196, 198, 199, 203, 205, 207, 208, 209, 217, 219, 223, 230, 255, 261,263, 279, 282, 284, 285, 286, 292, 298, 301, 304, 306, 311, 317, 318, 319, 321, 322 Tuna şark ordusu 261, 263, 284, 301, 304, 306 Turuk 280, 282, 283, 302, 354 Tutrakan 181, 199 Türkçe 18, 72, 154, 357 U Ulahiyye 198 Ulahlar 318 Umûr-ı dâhiliyye 68, 82, 84, 105, 107, 111, 124, 125 Umûr-ı ecnebiyye 32 Ü Üç İmparatorlar İttifâkı 36 Ürgüp 292 Üss-i İnkılâb 1, 5, 6, 7, 8, 12, 13, 14, 16, 17, 23, 24, 25, 335 Üstülce 288 V Vakit VIII, 4, 6, 10, 23, 86, 338, 356 Van X, XIII, 136, 152, 161, 162, 240, 241, 254, 255 Varka 180 Varna XVII, 73, 76, 134, 135, 144, 182, 190, 196, 198, 208, 209, 300 Vesāyet-i ecnebiyye 85
371
İNDEKS Vidin XVII, XX, 135, 136, 144, 170, 186, 188, 189, 190, 192, 199, 200, 202, 208, 264, 274, 276, 280, 285, 292, 318, 320 Vişgrad 292 Viyana VIII, 10, 47, 56, 92, 110 Vodiçe 257, 261 W Winchester 144, 192, 206, 271 Y Yahniler 321 Yahudi 61 Yahyâ Paşa 252 Yanbat 56 Yanbolu 175, 203 Yantra 263 Yanya 85, 144, 164, 186 Yenihan 301 Yenipazar 188, 200, 280, 282, 283, 288, 290, 292 Yenişehir 144 Yenivaroş 292
Yıldıztepesi 291 Yozgat 252 Yunan 74, 103, 294 Yûsuf 101, 111, 122, 201, 277 Yûsuf Ziyâ, 201, 277 Yuzho 151 Z Zağra XVII, 81, 188, 194, 201, 204, 208, 212 Zağra-i Atīk 81 Zağra-i Cedîd, Yeni Zağra 188, 194, 201, 204, 208, 212 Zağralar 176, 179, 190, 318 Zât-ı şâhâne 72, 73, 75, 96, 282 Zecriyye 75 Zeybek 196 Ziştovi XVIII, 135, 175, 178, 181, 183, 187, 189, 205, 209, 219, 220, 255, 258, 318, 319 Zübdetü’l-Hakāyık VII, X, 1, 3, 5, 6, 7, 8, 12, 13, 14, 16, 17, 19, 21, 22, 25, 307, 311, 323, 335
EK I
Ahmed Midhat’ın Matbaa-i Âmire ve Takvim-i Vekāyi müdürlüğüne tayin edildiği tarihi gösteren vesika. (BOA, İ.DH, 788/64007-1, 14 Temmuz 1879 / 24 Receb 1296)
374
EKLER
EK II
Sırbistan ve Karadağ’la bir mütareke yapılmadığı takdirde ilişkilerin kesileceğine dair Rusya Sefiri İgnatiyev’in gönderdiği nota. (BOA, Y.EE, 84/83-3, 2 Kasım 1876 / 14 Şevval 1293)
EKLER
EK III
İgnatiyev’in gönderdiği notayla ilgili Heyet-i Vükelâ’nın kararı. (BOA, Y.EE, 84/83-1, 2 Kasım 1876 / 14 Şevval 1293)
375
376
EKLER