Philosophy and Theology 
Teodisi Problemi - Cocuk Soykirimina Istatistiksel Bir Bakis [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

TEODİSİ PROBLEMİ: ÇOCUKLARIN SOYKIRIMINA İSTATİSTİKSEL BİR BAKIŞ VE DOĞAL KÖTÜLÜĞÜN “ÖZGÜR İRADE” VE “MÜMKÜN OLAN EN İYİ DÜNYA” HİPOTEZLERİNE ETKİLERİ Gregory Paul Baltimore, 2007 Tercüme: Ş.DİŞLİ ÖZET Yetişkinliğe ulaşamamış insanların çektiği tüm acı ve ölümün tamamı ilk defa bilimsel ve istatistiksel olarak belgelenmiştir. İnsan kaynaklı olmayan sebeplerden dolayı, muhtemelen yüz milyarlarca gebelik kaybı yaşandı ve en az elli milyar çocuk reşit olma yaşına gelmeden öldü. İsa’dan haberdar olan yetişkinler birkaç milyar civarındadır. Eğer olgunluğa ulaşmadan ölen insanların cennete girmesine izin veriliyorsa, cehennemde robotlardan başka bir şey yok demektir. Bu kıyım, çocukların karşılaştığı azabı en üst düzeye çıkarırken, insanların sonsuz kaderleriyle ilgili karar vermelerine de engel olduğundan, klasik “özgür irade” ve “ mümkün olan en iyi dünya” hipotezlerini de yanlışlamaktadır. GİRİŞ Oxford Felsefe Dostu (Honderich 1995), iyi ve sevgi dolu bir Tanrı'nın, kötülüğün kendi yarattıklarına eziyet etmesine nasıl izin verebileceğine dair “Kötülük Problemi geleneksel teizme karşı en güçlü itiraz olmuştur” saptamasında bulunuyor. Bu sorun, örneğin tsunami gibi, korkunç sayılarda çocuğu yok eden, özellikle de muazzam doğal felaketlerin ardından tüm dünyadaki insanları periyodik olarak rahatsız eder ancak, bir süre sonra yine dini inanışların gölgesine tekrar döner. Yer azlığı ve konu ile ilgili mevcut diyalogların çoğunun Hrıstiyanlık etkisindeki perspektifte olması sebebiyle, bu çalışma büyük ölçüde, ahlaki açıdan mükemmel olan ve yarattıklarının büyük ızdırap yaşamasını engelleme kudretine sahip akıllı bir yaratıcının varolduğunu iddia eden ve modern Hrıstiyan ortak görüşünü (Hick 1966 tarafından detaylandırıldığı gibi) savunanların günümüzdeki teodistik argümanlarına bir eleştiridir¹. Birçok Hırisiyanın Tanrı’nın yetişkinliğe ulaşmamış insanların iyiliğini özellikle gözettiğine dair bir inancı vardır. Yukarıda bahsedilenler şu anda iki milyara yaklaşan İsa takipçisinin çoğu tarafından Tanrı’ya atfedilen temel özelliklerdir. (Barrett, Kurian ve Johnson 2001). Bugüne

kadar, teodistik ve ateodistik argümanlar genellikle ahlaki kötülük ve yetişkinlerin sebep olduğu çoğunlukla yetişkinlerin maruz kaldığı ızdırap üzerine yoğunlaşan ve genellikle nicel olmayan argümanlardan oluşmuştur. Teodisinin istatistiksel yönünü ele almak üzere ender bir girişimde, Jonathon Edwards 1700'lerde endüstriyel medeniyetin ortaya çıkışının, İsa’nın doğumunun üçüncü bin yılında küresel insan nüfusun dramatik bir şekilde artacağını hesaplamış ve yirmibirinci yüzyılın başında neredeyse yeryüzündeki tüm insanların Hristiyan olacağı gibi yanlış bir tahminde bulunmuştu. (Marsden 2003) ². Edwards, teodisi problemini istatiki olarak minimize etmiş ve nüfus artışının bir neticesi olarak insanlığın büyük çoğunluğunun kurtuluşa ereceği sonucuna varmıştı. Bizim bu çalışmamızın kanıtlayacağı gibi, Edwards yanlış bir sonuca varmıştı, ancak birçok insan hala onun bu iyimser görüşünü paylaşıyor çünkü insanların ortaya çıkışından bu yana nüfus dinamiklerinin gerçek doğasının hakkında bilgi sahibi değiller. Bir yöneticinin yönetiminin sonuçları nicel olaral ölçülmeden o yöneticinin ahlaki doğası tamamen belirlenemeyeceği için, istatistikler önem taşır. Tanrı'nın yeryüzündeki hakimiyetinin modern bir istatistiksel analizinin yapılmamış olması, teodistik / ateodistik tartışmasının kesin sonuçlara ulaşmasını engelleyen büyük bir hatadır. Bu analizin temel amacı, tarih boyunca kaynağı insan olmayan, çoğunlukla da şeytan olarak tanımlanan faillerin yol açtığı, yetişkinliğe ulaşamamış insanların ızdıraplarına ve ölümlerine sebep olan nedenleri ve detayları içeren demografik istatistikler hakkındaki teodisi problemiyle ilgilenenleri bilgilendirmektir³. Bu bilimsel bulgular daha sonra, modern Hrıstiyan ortak görüşü tarafından tarif edilen şekilde iyilik sever doğaüstü bir süper yaratıcının gerçekten mümkün olup olmadığını test etmek için kullanılmıştır. “Özgür irade” ve “mümkün olan en iyi dünya” argümanları, ölüm ve ölümden sonraki yaşamın istatistiklerini hem yeryüzünde hem de masum ruhların nihai hedefine ilişkin alternatif önermelerde incelenerek test edildi. Teodisi problemine bu bakış, genel uygulamanın aksine, daha çok bilim odaklı bir yaklaşımdır. Bakış açımızın bu konudaki tartışmaların standardının dışında olması sebebiyle, hem yaklaşımımız hem de bazı kişilerin görüşlerini rahatsız edebilecek sonuçlardan ötürü okuyucu şaşkınlık yaşayabilir. Konuya bu yeni bakış açısının, geleneksel tanrıcılıkla ilgili en büyük sorunun daha fazla araştırılmasını ve analiz edilmesini sağlayacağı umulmaktadır. Tarihsel İstatistiksel Demografik Analiz Kavramlar, Doğumlar ve Prematürite Ölümler Problemin boyutlarını sayısal olarak detaylandırmak için ilk kapsamlı çaba aşağıda sunulmuştur; tüm tahminlerin yaklaşık olduğu ve kesin sonuçlara varmak için mutlak kesinliğe ihtiyaç duyulmadığını da belirterek, sorunun temel kapsamının yeterince tanımlayıcı olduğu söylenebilir.

Yaygın izlenimin aksine, bugün yaşayan 6.5 milyarın üzerindeki nüfusun, insanın ilk ortaya çıkışından beri yaşayanların büyük bir kısmını oluşturdu düşüncesi yanlıştır; bugüne kadar doğan insan sayısı 100 (yüz) milyar civarındadır ⁴. Aşağıdaki doğum öncesi düşük oranlarından yola çıkarsak, insanların ortaya çıkmasından bu yana yaşanan gebelik sayısı birkaç yüz milyar civarındadır; bu rakam yarım trilyon civarında veya üstünde ya da bu rakamın yarısından biraz fazla olabilir. İnsan yavrularının son derece savunmasız olduğu bilinse de, sorunun muazzam ölçeği yeterince farkedilmemektedir. Gebeliklerin çoğu düşükle sonuçlanır çünkü gebelik kusurlara karşı oldukça hassas olan çok karmaşık biyomekanik riskli süreçler içerdiği gibi, yerleşim sorunu, ilave tıbbi sorunlar, hamile annelerin ölümünün yanı sıra sıklıkla genetik kusurlardan kaynaklı düşükler⁵ ve ölü doğumlar da dahil olmak üzere çok fazla risk içerir. (Beller ve Zlatnik 1994; Demeny ve McNicoll 2003; Harris 2006; Nepomnaschy ve ark.2006). Beslenme, kronik stres, ve diğer faktörler açısından kadının sağlık durumu muhtemelen hamilelik başarı oranlarını etkiler, bu nedenle modern birinci dünya kadınlarının karakteristik olarak yüzde 50’nin üzerindeki başarısızlık oranları muhtemelen tarihsel standartlardan daha düşüktür⁶. Bu çalışma çerçevesinde, tarih boyunca sonuçlanmamış gebelik oranı yüzde 75 olarak kullanılmıştır; bu da bugüne dek ~ 300 yüz milyar civarında doğum öncesi doğal ölüme işaret etmektedir. Tarımsal üretimdeki bir yüzyıllık iyileştirmelerden, erken aşılar ve özellikle de sanitasyon da dahil olmak üzere hastalığın mikrop teorisine dayanan tıbbi ilerlemelerden sonra bile, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki çocuk ölüm oranları 1900'lerde yüzde 25'in üzerindeydi; bir sonraki yüzyılda ise bebeklerin yüzde 13'ünden fazlası öldüğü gibi 5 yaşın altındaki çocukların da yüzde 20’si öldü (Demeny ve McNicoll 2003). 1800'e kadar, doğan çocukların en az yarısı yetişkinliğe ulaşamadan önce ölmüştü; yeterince güvenilir demografik kayıt tutulan endüstri öncesi toplumlarda (1700'lerde Avrupa, 1800'lerin sonlarında Hindistan), bebek ölüm oranları doğanların neredeyse dörtte biri idi ve çocukların yarısı ya da daha fazlası öldü (Acsadi ve Nemeskeri 1970; Bhat 1989; Boserup 1981; Demeny ve McNicoll 2003, Gupta 1971; Haub 1995/2004). Çocuk ölümlerinin, daha az gelişmiş toplumlarda hala daha yüksek olması bile muhtemeldir. Çocuk ölümünün tarihsel düzeyinin, çoğunluğun dini görüşünden etkilenmediği görülmektedir; Hrıstiyan çocuklar da diğer inançlarınkiler kadar çabuk öldüler. Yirminci yüzyılda, bilimsel yöntem ve teknolojiyi kullanan yetişkinlerin sıkı çalışması, çocuklukta ölüm oranını, en yoksul toplumlar hariç, birinci dünya ülkelerinde nadir görünen bir noktaya kadar düşürdü. Birinci dünyanın müreffeh demokrasilerinde, Hrıstiyanlık inancının yüksekliği, çocuk ölüm oranlarının yüksekliğiyle bağlantılıdır⁷. İkinci ve üçüncü dünya ülkelerinde, çocuk ölüm oranları öylesine yüksektir ki, bazı çatışma bölgelerinde tarihi seviyelere yaklaşır. İnsanlar ortaya çıktığından beri ölen bebek ve yetişkinliğe erişemeyen çocukların sayısı muhtemelen 50 milyardan fazla, veya en azından toplam doğanların yarısı kadardır. (Paul 2008). Ölenleri, doğmamışları, bebekleri ve çocukları birleştirirsek, rahme düşmüş ancak yetişkinliğe ulaşamamış insan kaybı 350 milyar civarındadır. Yetişkinliğe ulaşan insan sayısı muhtemelen sadece 50 milyar civarındadır. Eğer bu sayılar kabaca doğru ise, doğum öncesi ve çocukluk

ölümlerinin toplamı genç yetişkinlerin sayısını yediye katlar. Geçtiğimiz bir buçuk yüzyılda modern teknolojileri kullanan yetişkinler tarafından doğum öncesi ölümden ve doğduktan sonra erken ölümden kurtarılan çocukların sayısı birkaç milyardır. Yıkım Failleri Doğa kaynaklı musibetlere bağlı yetişkinlik öncesi ölümlerin ölçeğini değerlendirmek için, yetişkinliğe ulaşmadan ölüme sebebiyet veren insan faaliyetlerinin ne ölçüde olduğunu tahmin etmek gerekir. Amerika'da kürtaj yasal hale geldikten sonra, yasallaştırma öncesi yıllık ~ 1 milyon olan bu tür prosedürlerin sayısı 1980'lerde her yıl 1,5 milyona yükseldi ve o zamandan beri yılda 1,3 milyon civarında seyretmektedir⁸. Şu anda Amerika Birleşik Devletleri'ndeki doğum rakamı yıllık 4 milyonun biraz üzerindedir. Amerika’daki yıllık gebelik sayısını 8 milyon üzeri olarak hesaplayabiliriz. Bu durumda, her yıl doğal musibete bağlı sonlanmalar 4 milyon veya daha fazladır ve bu rakam, kasıtlı kürtajların sayısından 3 kat fazladır. Kürtaj, 1800'lü yıllardan itibaren birçok ülkede yasadışı hale gelinceye kadar kadınlar arasında gizli ve muhtemelen oldukça yaygın bir uygulamaydı ve bu prosedürün yasal olarak ciddi şekilde kısıtlandığı ülkelerdeki kürtaj seviyesi bu prosedürün yasal olduğu yerlerdeki oranlara yakın ve hatta daha üstündedir. (Sedgh, Henshaw, Singh, Åhman ve Shah 2007). Yine de, daha az rahatlık, güvenlik ve düşük etkinlik gibi sebeplerle kürtaj oranlarının geçmişte şu anda olduğundan daha yüksek olması pek olası değildir. Spontan düşük oranları muhtemelen daha yüksek olduğu için, tarihin uzun bir bölümünde doğal ve yapay doğum öncesi ölüm seviyelerinin oranı, modern çağdaki ölüm seviyelerinin büyük ölçüde üzerinde seyretmiştir. Birkaç yüz milyar doğum öncesi ölümden büyük çoğunluğu doğal sebeplere bağlanabilir. Savaştan bahsedersek, 20inci yüzyıl tarihin en ölümcül zamanıydı. II. Dünya Savaşı'nda yaklaşık 50 milyon kişi öldü; savaş, soykırım, açlığa mahkum etme ve benzeri tarafından öldürülen toplam insan sayısı bu yüzyılda muhtemelen 150 milyonun üzerindedir (Gellately 2007). Bunların milyonlarcası çocuktu. Bunu, aynı yüzyılda doğan 10 milyar ve diğer nedenlerden ölen 1 milyar çocuk ile kıyaslayın. Bu nedenle, 1900'lerde ahlaki kötülüğe bağlı çocukların kayıp oranı, insan kaynaklı olmayan nedenlerden kaynaklanan kayıpların küçük bir kısmıdır. Tarihsel bebek öldürme oranı hakkında güvenilir veriler mevcut değildir, ancak bireysel olarak yüksek üreme eğilimi ve normalde yüksek çocuk kayıp oranını telafi etmek için bireysel olarak yüksek üreme eğilimi, toplumsal bir ihtiyaç olduğundan; bebek cinayetlerinin çocuk ölümlerinde önemli oran teşkil etmediğini anlayabiliriz⁹. Zaman içinde yetişkinlerin ellerinden ölen çocukların sayısı onlarca milyon olmasına rağmen, toplam bebek ve çocuk kaybının içinde çok küçük bir oranı teşkil eder. Cengiz Han, Adolf Hitler, Josef Stalin, Mao Zedong ve Pol Pot tarafından öldürülen çocukların toplamı bile birkaç milyondan fazla değildir. Yetişkinlerin gerçekleştirdiği, kürtaj, çocuk katli, cinayet ve savaş gibi nedenlerle oluşan çocuk ölümleri-ki çoğunluğu, yasaktan önceki kürtaj vakalarıdır, 10 veya 20 milyar arasındadır. Bu nedenle, ölen birkaç yüz milyar insanın tamamı değilse de önemli bir oranı yetişkinliğe ulaşamadan insan ahlaki kötülüğünden kaynaklanmayan doğal kötülük nedenlerinden dolayı ölmüştür.

Diğer maddeler, özellikle de sebep olduğu yüksek ızdırap düzeyi ile insandan kaynaklanmayan nedenlerle gerçekleşen doğum öncesi ölümlerin temel sebepleriyle ilgili konulardır. Doğmamışların kayıplarının büyük çoğunluğu rahme düşme sonrası gerçekleşmiştir; yaklaşık yarısı embriyonun tutunamamasındandır ve düşüklerin çoğu ilk haftalarda yaşanır¹⁰. Minimum düzeyde bile olsa bilinç, nöronlar yeterli miktara ulaşana ve iyi bir şekilde bağlantılı hale gelene kadar ortaya çıkmaz, bu nedenle üreme sistemindeki ölümlerin çoğu, ölen kişinin varlığının farkında olmadan veya herhangi bir acı çekmeden gerçekleşir. Fetüsün olgunlaştıkça yaşayabileceği acı seviyesi henüz pek iyi anlaşılabilmiş değildir. Ağrı reseptörleri ve beynin sinir merkezleri yavaş yavaş gelişir. Öte yandan, hormonal ilaçlar kısmen büyüyen fetüsün çok aktif olmasını ve anneyi yaralamasını önlemek için yüksek düzeyde bilinç farkındalığını baskılayabilir. Bu nedenle, ölümcül hastalığa yakalanan ya da travmatize olan doğmamış bebeğin daha sonraki dönemlerde hissettiği ızdırap derecesi belirsizdir, ancak muhtemelen bebeklerin yaşadıklarından daha azdır. Çocuklar olgunlaştıkça ve özellikle de ölümle ilgili olarak acı ve korku yaşamaya yönelik bilinçli yetenekleri tam normal insan seviyelerine yükseldikçe, ölen onlarca milyar çocuğun yaşadığı ızdırap seviyesi giderek daha ciddi hale gelir ve tam insan seviyesine ulaşır. Çocuk ölümlerinin sebeplerinin başında mikrobiyal hastalıklar yer alır. Sıtma muhtemelen diğerlerinden çok daha fazla, belki de 20 milyar çocuğu öldürmüştür. (Finkel 2007). Diğer önemli bulaşıcı hastalıklar, çiçek hastalığı, tifo, veba, humma, sarı humma, kolera, grip, kızamıkçık, tetanoz ve kuduzu içerir. Durum, yetişkinliğe ulaşmamış insanların üzerinde mikrobiyal bir savaş yürütülüyormuşcasına şiddetlidir. (Barnes 2005; Demeny ve McNicoll 2003). Çünkü bağışıklık sistemleri olgunlaşmamış bebekler ve çocuklar enfekte edilmeye ve öldürülmeye son derece açıktırlar; kıyaslama yapılırsa sadece yaşlılar bu kadar savunmasızdırlar. Genel olarak, hastalıklar kurbanlarını günlerden yıllara yayılan bir dönemde, semptomatik dönemden ölüme kadar , aşırı rahatsızlıktan yüksek düzeyde acıya kadar her şeyi bilinçli hissettikleri süreçte öldürür. Ölüm korkusu genellikle zihinsel sıkıntıya katkıda bulunur. Tarihin yüzde 99,9'unda yetişkinler yavrularını korumak üzere adım atacak, su sterilizasyonu da dahil olmak üzere, sanitasyon gibi nispeten karmaşık olmayan temel bilgi düzeyinden yoksundular. Ciddi doğum kusurları, bazıları kistik fibroz gibi diğerleri daha az belirgin olan fiziksel deformiteler, her on altı çocuktan birini etkiler; çoğu zaman da erken ölüme yol açacak kadar şiddetlidir¹¹. Her şeye rağmen, çocukluk hastalıkları şüphesiz on milyarlarca insanı öldürmüştür. İnsan kaynaklı olmayan doğum öncesi ölüm sebeplerinden bir diğeri de kıtlık ve kronik yetersiz beslenmedir, ki bunlar da hastalık faktörlerine katkı yaparlar. Ciddi gıda kıtlıkları büyük ölçüde başa çıkması çok zor olan; iklim koşulları, bitki ve hayvan hastalıkları, haşere istilaları, yetersiz gıda üretim teknolojileri, gıda depolama ve nakliye sorunları gibi insan dışı faktörlerin sonucudur ki bunların bir kısmı yakın yüzyıllarda göreceli olarak azaltılmıştır. Yeterli beslenememe nedeniyle ölüm, gıda yoksunluğunun şiddetine bağlı olarak haftalar ila yıllar süren ve büyük ölçüde bilinçli olanlara yüksek düzeyde fiziksel ve zihinsel ızdırap veren uzun bir olaydır. Birkaç milyar çocuk muhtemelen doğrudan veya dolaylı olarak akut veya kademeli açlıktan öldü.

Hastalık ve yetersiz beslenmeye kıyasla, fiziksel travma çocukların nispeten daha küçük bir bölümünü öldürür, ancak sonuçta yine de öldürdüğü çocuk sayısı muhtemelen bir milyar civarındadır. Travma ile ölüm , aslında başka türlü hayatta kalınabilecek olan yaralanmaların ardından şokun ölümcül organ yetmezliğine neden olduğu işlevsiz bir vücut tepkisi ile şiddetlenir . Yetişkinlerin ciddi yaraları etkili bir şekilde tedavi etme yeteneği çok yakın zamana kadar sınırlı kalmıştır. Travmatik ölümlerin çoğu günlük kazalardan ve yangınlardan kaynaklanır. Şiddetli doğal afetler bazen tek bir seferde çocukların yüksek sayılarda ölmesine sebep olsa da , toplam sayıları nispeten mütevazidir. Örneğin, depremlerin geçmiş bin yılda 10 milyondan daha az sayıda insanı öldürdüğü tahmin edilmektedir, bunların üçte birinden fazlası çocuktur¹². Muhtemelen seller daha fazla ölümün sebebidir. Travmadan kaynaklanan acı derecesi sıfırdan, ani ölüm anında en üst düzeye dek değişebilir. Ölümle ilişkili acıya ek olarak, yetişkinliğe kadar hayatta kalabilen çoğu çocuk, doğum kusurları, yetersiz beslenme, travma, akıl hastalıkları gibi bir veya daha fazla hastalıktan kaynaklanan yüksek düzeyde ızdırap yaşamıştır. Önemli bir azınlık, bu faktörler yüzünden ciddi ve kalıcı olarak fiziksel veya zihinsel olarak engelli hale gelmiştir. Bu nedenle, belirli bir zaman aralığında, yetişkinlerin kontrolünde olmayan olaylar yüzünden ölmeden, sakat kalmadan veya travmatize olmadan çocukluktan yetişkinliğe geçirebilen insanlar küçük bir azınlık olmuştur. Çocukluktan sonra hayatta kalabilenler arasında, büyük bir kısmı en güzel çağlarında öldü. Yetişkinlerin sadece küçük bir yüzdesinin yaşlılığa ulaşamıyor olması, gelişmiş ülkelerle sınırlı daha yeni bir durumdur. Maksimum Acı ve Yıkım Durum gerçekte olduğundan çok daha kötü olamazdı. Prenatal ve genç ölüm ve sakatlık gerçekte olduğundan daha yüksek olmuş olsaydı, nüfus büyüyemez, insan türünün yok olmasına bile sebep olacak hızlı bir azalma yaşanırdı. Doğal musibetlerin yıkım seviyesi, pratikte mümkün olabilecek en şiddetli düzeyde olmuştur. Çocukların Soykırımı Gençlerin çektikleri acı ve ölümleri pratikte yaşanabileceğin neredeyse en üst düzeyinde gerçekleştiğinden, genç insanların sığınabilecekleri güvenilir hiçbir liman yoktu; kadın üreme sistemi bile insan hayatı için güvende olmaktan çok uzaktır. İçine doğdukları gezegen de son derece tehlikelidir. Rahme düşen yüzlerce milyar insandan büyük çoğunluk doğumdan önce öldü, yüz milyarın yarısından fazlası çocukken öldü, hayatta kalanların bir kısmı ciddi zarar gördü ve çocukların büyük çoğunluğu, işkence olarak nitelendirilebilecek ,yüksek ve hatta aşırı düzeyde rahatsızlık, ağrı ve korkular yaşadı. Bu işlevsiz sistem nesnel olarak merhametsiz ve acımasız olarak tanımlanabilir¹³. İnsanlık tarihinin en büyük felaketi olmasına rağmen tamamen gözardı edilmiştir ki, buna bir isim bile verilmemiştir. Yedi yıllık Yahudi Soykırımı sırasında, yaklaşık 1,5 milyon çocuk öldürülmüştü¹⁴. 10.000’nden fazla kuşaktan toplamda ölen milyarlarca genç insan dikkate alındığında, tarih boyunca yaşananlar Çocukların Soykırımı olarak ortaya çıkmaktadır.

Duanın Başarısızlığı Doğaüstü Yaratıcı Zekaya (DYZ) dilekçe vermek, acı ve hastalığı hafifletmek için yardımını istemek, toplumların hepsinde olmasa da çoğunda oldukça yaygın bir uygulamadır. Bu hipotezin etkinliği , gerçek sonuçlar gözlemlenerek test edilebilir. Acı ve erken ölüm seviyesinin tarih boyunca olabileceğin en üst seviyesinde olması, duanın büyük ölçüde veya tamamen etkisiz olduğunu gösterir. Hrıstiyanların çoğunlukta olduğu bölgelerle, duaları alternatif tanrılara yönlendirilmiş olan Hrıstiyan olmayan popülasyonlarda yaşayanları kıyasladığınızda, Hrıstiyan toplulukların dualarının çocukların maruz kaldığı sıkıntı derecesini azalttığına dair hiçbir tarihsel veri yoktur. Bunun yerine, en yaygın tedavi uygulaması olan dua değil, sadece insanlar tarafından icat edilen ve uygulanan dünyevi yöntemler genç ölümlerin seviyesini düşük oranlara indirmeyi başarmıştır. Doğaüstü bir güce sığınmaya gerek kalmadan, yüksek bakteriyel enfeksiyonu olan bir çocuğu tedavi etmek bugün mümkündür ve birçok viral enfeksiyon önlenebilir veya başa çıkılabilir durumdadır. İnsan icadı modern yöntemlerle Tanrı'dan yardım istemeyi karşılaştırdığınızda, ikincisi karşılaştırma bile yapamayacak derecede daha az güvenilirdir. Bu sonuç, bir uluslararası epidemiyolojik araştırma ve tıbbi içerikli uzaktan dua klinik denemelerinin negatif sonuçları ile ortaya konmuştur¹⁵. İstatistiksel Sonuçların Özeti Bir yaratıcı varsa, o zaman tarihin büyük bölümünde insan kontrolünün ötesinde faktörler sebebiyle genç insanlar arasında acı ve ölüm seviyesini en üst düzeye çıkaran bir yaşam alanı oluşturmayı tercih etmiştir. Sonuç olarak, rahme düşenlerin sadece küçük bir kısmı yetişkinlik yaşına ulaşabildi. Doğamamış ve doğal nedenlerle ölen çocukların sayısı, insan diktatörlerinin eylemlerinden öldürülenlere kıyasla kelimenin tam anlamıyla binlerce kat daha fazladır. Bir yaratıcının, insanlık tarihi boyunca Hrıstiyanları ya da başka inanç sahiplerini doğal ölüm oranları açısından, diğer topluluklara üstün tuttuğuna dair dair ikna edici bir kanıt yoktur. Muazzam oranda denemelere rağmen yaratıcıdan yardım istemek etkili olmamıştır. Teolojik ve Ateolojik Analiz Çocuklara Gereken İlginin Gösterilmemesi Adams 1999, Hick 1966, John Paul II 1984, Lewis 1957, Plantinga 1974 ve 1999, Swinburne 1998 ve van Inwagen 2006 gibi önemli modern teodistik çalışmalar, Çocukların Soykırımının teolojik sonuçlarını yeterince ele almıyorlar. Öncelikli olarak ahlaki kötülük sorununu hedefleyen bu çalışmaların bazıları, neredeyse hiç dikkate alınmayan genç Homo Sapiens’inki yerine, önemli ölçüde doğrudan doğal kötülüğün hayvanların acısını ilgilendiren yönüne odaklanan metinler içermektedir. Hick (1966) ve Swinburne (1998), indekslerinde de listeledikleri, hayvan acılarına ilişkin alt bölümlere yer vermiş olmalarına karşın çocukların acılarına yer vermeye ilgi göstermemişlerdir. Benzer özellikler diğer çalışmalar için de geçerlidir¹⁶. Bu argümanlar

soykırımdan kaynaklanan sonuçların detaylarını ya da muazzam ölçeğini incelemediğinden, teodisinin problemi başarılı bir şekilde çözdüğü doğru kabul edilemez. Aynı şekilde muhalifleri de, teodisiyi alaşağı etmek için gençliğin aşırı kaybını ve acısını başarıyla kullanmamıştır, çünkü ateodistik metinler de -Memden Madden ve Hare 1968 veya daha yeni Dawkins 2006, Ehrman 2008, Harris 2006, Rowe 2006 veya Tooley 2007 olsun- konuya da yeterince dikkat etmemişlerdir (Twain 1962 tarihsel olarak dikkate değer bir istisnadır). Ne teodistik ne de ateodistik argümanlar Çocukların Soykırımı'nın tüm kapsamını doğru bir şekilde incelemediklerinden, şimdi yaptığımız bu analiz, bu konuyu rekabet eden dünya görüşlerini test etmek için ilk defa kullanılmaktadır. Temel Teodistik Argümanlar Dünyevi ızdırap kaçınılmaz olduğu için, Hrıstiyan teodisi teorisi, iddia edilen Güçlü Doğaüstü Yaratıcı Zeka’nın (GDYZ), mükemmel amaçlara ulaşmanın bunlara ulaşmak için kullanılabilecek kusurlu araçları makul kılacağı şekilde bir uygulama yaptığını kabul eder. GDYZ’nin neden acı çekmesine ve erken ölümüne izin verdiğine dair birincil Hrıstiyan açıklamaları “özgür irade hipotezi” (ÖİH) ve Mümkün Dünyaların En İyisi Hipotezi ile yakından bağlantılıdır”(MDEİH)¹⁷ . Hick (1966) dünyanın bir cennet olmasının değil, daha ziyade insan kişiliğinin İsa modeline doğru oluşturulabileceği bir tarih sahnesi olmasının amaçlandığını söyler. İnsanlar, hayatları mümkün olduğunca kabul edilebilir hale getirilecek olan evcil hayvanlar gibi değil, daha ziyade, önceliği ve öne çıkan amacı anlık zevk olmayan, insan kişiliğinin en kıymetli potansiyelini gerçekleştirecek olan bir çevrede yetişkinliğe doğru büyüyen çocuklar gibi olduğu düşünülmelidir”(Hick 1966, 294); burada dikkat çeken husus Hick’in otomatik olarak çocukların yetişkinliğe vardıklarını varsaymasıdır. Swinburne (1998) kusurlu bir dünyanın kusurlu ölümlü insanların cesaret, merhamet, sempati, tövbe, affetme, reform... gibi olası davranışları sergileyerek cennette GDYZ’nin yanında yaşamaya uygun, mükemmel ölümsüz ruhlara dönüşmesine imkan sağladığını belirterek bu açıklamayı daha da ileri taşır (Swinburne 1998, 151). Nihai sonuç o kadar iyi ve mükemmeldir ki, doğal kötülüğün var olması kabul edilebilir ve gereklidir, çünkü yokluğu, kusurlu insanları mükemmel olmaları için yeterince zorlayıcı olmazdı. Eğer insanlar bir şekilde bu duruma yönlendirilirlerse böyle bir mükemmellik elde edilemez çünkü sonuç sadece robot¹⁸ olurdu. Aynen Polkinghorne'un (1998) argümanı ile özetlendiği gibi, “dünyadaki acılar öyle çoktur ki, daha az özgürlüğün daha az acı için ödenebilecek bir bedel olduğunu düşünmeye meyledebilirdik. Ama gerçekten de robot olmayı diler miyiz?” (Polkinghorne 1998,14). Haught (2000) da aynı fikirdedir, “Seven ve bu sebeple yarattığının bağımsızlığını isteyen Tanrı ile uyumlu tek evren türü olasılığın önemli bir bileşen olduğu evrendir. Ve . . . bu olasılık sadece şu durumda ortaya çıkar. . . acı çekme ve sonunda yok olma olasılığı var ise ”(Haught 2000, 56). Özetle, modern teodisi cennete hazırlıklı olmak için öncelikle kusurlu insanların GDZY’nin alemine uygun mükemmel kullar haline getirecek olan yeterli deneyim yaşamalarını ve sınavdan geçmelerini ve Cennet sakinlerinin robot olmalarını önlemek için mükemmellik sürecinden geçme kararının özgürce alınması gerektiğini söyler. Bu argümanların Çocukların Soykırımı ile

ortaya konan sınavdan geçip geçemeyeceklerini belirlemek için şu anda en başarılı olan insan toplumlarında hakim olan koşullarla başlayacağız. Birinci Dünya Örneği Şu anda orta ve üst sınıfın yaklaşık 600 milyon üyesi Batı Avrupa, Kuzey Amerika, Anglo Avustralasya ve Japonya'daki birinci dünya demokrasilerinde insanlık tarihinin en rahat yaşamını sürdürmektedir (Paul 2005; 2008). Bu uluslarda doğaüstü yardım olmadan geliştirilen modern bilim ve teknolojiler MDEİH için bariz problemler doğuracak kadar çocukların acı ve ölümlerini azalttılar. Doğal kötülüğün ve genel rahatsızlığın tarihsel seviyesinin insanların mükemmel ölümsüzlere dönüşmesi için yeterince zorlayıcı olmasının gerekli olduğu varsayılırsa, o zaman modern tüketici sanayi medeniyetine bağlı son derece güvenli ve konforlu koşullar GDYZ'nin iradesinin ihlalidir. 1700'lü yılların sonlarından başlayarak, bir çok teist, tıpta erken aşılar ve anestezikler gibi çeşitli ilerlemelere karşı çıktı . Bu gelişmelerin “Tanrı’yı oynamak ” olduğu çünkü bunların kullanımının, GDYZ tarafından yaratılan doğal dünyada insanların acı çekmesi gerekliliğiyle çeliştiği ve çocukların doğal ölüm oranının kabul edilemez olduğu anlamına geldiği söylenerek kınanıyordu. Bugünlerde Hrıstiyan mezheplerinden sadece birkaçı gelişmiş uygarlığın sunduğu konfor ve güvenliği hala reddetmektedir. Ortodoks, Katolik ve Protestan ilahiyatçılarının büyük çoğunluğu tarafından paylaşılan geniş modern Hrıstiyan konsensüsü, modern konforu ve tıbbi teknolojiyi öylesine memnuniyetle kabullenmiştir ki, çocukların rahatsızlık ve ölümlerin azaltılmasını GDYZ'nin iradesini yerine getirmek olarak görülmekte ve tarihsel normlara kasıtlı olarak dönmenin, saçma ve ahlaksız olduğu kabul edilmektedir. Bugün çoğu Hrıstiyan, ABD, Fransa ve Japonya'da yaşayan insanların cennete yönelik yolculuklarında yeterince sınavdan ve zorluktan geçtikleri konusunda hemfikirdir. Eğer öyleyse, o zaman nihai mükemmelliğe ulaşmak üzere insanların yeterince zorluk yaşamaları için aşırı prematürite ölümleri gerekli değildir. Bunu müteakip, GDYZ tarafından insanları mükemmelleştirmek için yaratılan sistemin maliyet / fayda oranının, yaşamış olan tüm insanların yüzde 99'undan fazlası için pratikte olabilecek en zayıf şekilde olduğu ve son yıllarda insanların çocukların acı ve ölümlerini azaltarak, aynı nihai sonucu sağlayacak şekilde maliyet / fayda dengesini radikal bir şekilde iyileştirdiği söylenebilir. Aşırı gereksiz şekilde GDYZ tarafından nihai iyiliğe varmak için tasarlanan Çocukların Soykırımı, yaratıcının doğrudan şahsen müdahalesi olmadan önemli ölçüde azaltılmış olabilirdi. Sanitasyon, sterilizasyon, karantina, sivrisinek kontrolü ve aşılar konusunda doğrudan bir tavsiyesi yeterli olacaktı. İncilde, güya GDYZ tarafından gönderilen, iman sahiplerinin hayatın bir çok alanına dair konularda nasıl davranacakları ve ibadet edeceklerine dair detaylı talimatlar mevcuttur. Aslında GDYZ kutsal metinleri hastalık ve ölümleri keskin şekilde azaltmak için gerekli bilgileri sağlamak üzere kullanabilirdi. Buna ek olarak veya alternatif olarak, GDYZ çocukların göksel krallık için şu anda var olandan daha fazla hazırlanmasına engel olmadan, en azından gelişmiş uygarlık tarafından elde edilen kadar etkili bir seviyede doğrudan korumak için güçlerini kullanabilirdi. Hick'in (1966) insanların çocuklar gibi fazlaca korunmaması gerektiği benzetmesi, kendi argümanını çelişkili hale getirir çünkü iyi yönetilen toplumlardaki çocuklar yüksek derecede koruma altındadırlar. Tüm risklerin ortadan kaldırılması mümkün veya gerekli

olmasa da, yetişkinler çocukların çektikleri acıları ve riski azaltmak için büyük çaba sarf etmişlerdir ki birçok ülkedeki yasal düzenlemelerde otomobillerdeki çocukların özel güvenlikli çocuk koltuklarında seyahat etmeleri emredililir. Twain'in (1962) belirttiği gibi, doğaüstü babanın çocukları korumak için benzer ihtiyatlı ve sevgi dolu adımlar attığına ya da doğal dünyanın yetişkinliğe ulaşmamışlar üzerindeki korkunç etkisini hafifletmek için herhangi bir şey yaptığına dair hiçbir kanıt yoktur. Hatta ebeveynlerin Tanrı'ya yakarmaları da büyük ölçüde veya tamamen göz ardı edilmiştir. İstatistiksel kanıtlardan da anlaşılacağı üzere GDYZ, çocukları tamamen gözardı etmiş ve bu konuya dair hiçbir özel ilgi göstermemiştir. Adams (1999), bazı şeylerin her zaman daha iyi olabilmesi ihtimal dahilinde olduğu için, mükemmel bir yaratıcının mükemmel bir dünya yaratmasının mümkün olmadığını, yaşamaya değer bir dünyanın yeterli olduğunu söyler. Ancak dünyevi koşullar o kadar çok kötüdür ki yaratıcının, içinde yaşayan savunmasız ve masum sakinleri için güvenli bir yaşam alanı üretmek için ciddi bir çaba göstermemiş olduğu barizdir. Bunu yapmak yerine GDYZ, insanlara , doğurgan Homo sapiens'in büyük nüfus potansiyelinin görece küçük bir kısmını barındırmaya başlamak için– GDYZ’nin yarattığı muazzam büyüklükteki evren içinde yeralmasına rağmen- çok küçük kalleş bir yaşam alanı sağladı. GDYZ’nin Çocukların Soykırımına müdahale etmemesinin sebebinin, insanların hayat kurtaran yöntemler geliştirerek çocuklara olan kahramanca sevgilerini göstermelerine izin vermek için olduğunu savunmak anlamsızdır, çünkü insanlar çok yüksek sayıda çocuğun dünyevi konfor, yaşam ve özgür iradeden yoksun kaldığı çok uzun zamanın ardından ancak insanlık tarihinde çok geç bir döneme dek çocukları kurtarabilmeyi başaramadılar ve gelişmiş ülkeler dışındaki doğum öncesi doğal kayıp oranları hala yüksektir. Yaratıcının amaçları araçları haklı çıkarmaz çünkü araçları dünyevi koşulların çok daha kötü olamayacağı ölçüde, bu amaçlara ulaşmak için gerekenden çok daha şiddetlidir . GDYZ'nin, doğanın gençlere olan vahşetine karşı tavır almaması acımasızca ve duygusuzcadır. Böylelikle MDEİH yanlışlanmıştır. Bu sonuç, sadece çocuk ölümlerinin ve ızdırabının azaltılmasının aslında insan ruhlarının mükemmelliğini bozması durumunda yanlıştır, ancak bu önerme savunulamaz – çünkü o zaman Hrıstiyanları aynen bazı Müslüman aşırıcıların da savunduğu daha ilkel sosyoekonomik koşullar karşılığında ileri medeniyeti reddetmeye ve terk etmeye zorlayacaktır. Yetişkinliğe Ulaşamamış Çoğu İnsanın Ölümünün İnsanlığın Özgür İradesini Ortadan Kaldırmasının Nedenleri Yetişkinliğe Ulaşma İhtiyacı ÖİH'nin temel dayanağı, sadece olgun ve zihinsel olarak yeterince sağlıklı olanların yeryüzündeki ahlaki pratikleri ve sonsuz kaderleri hakkında kritik kararları alabilecekleridir, öyleyse çok genç veya ciddi zihinsel engelli olanlar bunu yapamazlar. Tüm yetişkinler makul bir süre boyunca yeterli zihinsel keskinliğe sahip olmalıdırlar. Ayrıca, akıllıca ve bilgiye dayalı karar verebilmek için, geri dönülemez seçimlerinin doğasını tamamen biliyor olmalıdırlar. Yeterli

olgunluğa erişmeden ve yeterli bilgiyi edinmeden önce ölen herhangi bir kişi dini özgür irade kullanamaz. Temel Sayılar Sorunu Çocukların Soykırımının ÖİH için yarattığı temel zorluk o kadar akuttur ki, temel hipotez hızla çürütülebilir. Çoğu Hrıstiyan, rahme düşme sırasında ölümsüz bir ruhun yerleştirildiğine inanır¹⁹. Öyleyse, yüz milyarlarcası sonsuzluk için GDYZ'ye katılıp katılmayacağına karar veremeden, zihinsel yetkinlik yaşına ulaşabilen sekizde bire kıyasla çok daha fazla oranda ölmüştür. Çok daha az bir kısmı, doğru seçimi yapabilmek üzere daha uzun bir yaşam süresine sahip olabilmiştir. Bunun yerine, ruhun doğumda veya doğuma yakın yerleştirildiği varsayılırsa, o zaman da doğan yüz milyarın yarısından fazlasının gerekli olgunluğa erişemediği muhtemeldir. Eğer bir kişinin bile özgür iradesi devre dışı bırakılırsa, o zaman ÖİH ve Tanrı'nın planının mükemmelliği ciddi bir meydan okumaya açıktır. Çok büyük bir kısmı ya da çoğunluğu özgür iradeyi elde etmek için gereken yaşlara ulaşmadığında, bir bütün olarak insanlığın ebedi kaderiyle ilgili özgür iradeye sahip olduğu sonucuna kesin olarak varmak mümkün değildir. Bunun devamında , şu söylenebilir; pratik demografik açıdan gözardı edilmesi mümkün olan maksimum sayıda insan özgür iradesinden yoksun kalmış olduğundan ve rahme düşenler arasında bundan mahrum kalmış olan muazzam sayıdakiler çoğunluğu oluşturduğundan, GDYZ'nın mükemmel planını savunan ÖİH en temel ve geri döndürülemez şekilde yanlışlanmıştır. Sayılarla İlgili Daha Fazla Sorun Durum yukarıdaki rakamlardan da daha kötüdür. Kişi, ölümlü kaderiyle ilgili karar verebilmek için yetişkinliğe ulaşmaya ihtiyaç duymanın yanı sıra, bu konuda gerçek özgür iradeye sahip olmak için konuyla ilgili yeterince iyi bilgilendirilmelidir. İlk insanların evriminden bu yana geçen zamanın yaklaşık yüzde 98'inde cenneti hedefleyen bir Hrıstiyan olmak mümkün değildi ve tüm insanların yarısı, Mesih'in GDYZ'nin önemli seçimi yapmak için gereken hayati mesajını vermesinden önce doğdu (Haub 1995 / 2004). O zaman bile, küresel nüfusun büyük bölümü yakın tarihe kadar ilgili bilgilerin tamamen farkında değildi . Doğu yarımkürenin geniş bölgelerinin yanı sıra, Amerika kıtası 1500'lere kadar büyük bir ölçekte bilgilendirilmeye başlanmadı, Orta Afrika'ya sadece 1800'lerde ulaşıldı. İsa'nın zamanından beri, muhtemelen yetkin yetişkinlerin sadece üçte biri bilinçli bir seçim yapmak için Hrıstiyanlık hakkında yeterli bilgiye sahip oldu. Eğer öyleyse, rahme düşen yüz milyarlarcanın ve doğan yüz milyarın içinden sadece yaklaşık 10 milyar yetkin yetişkin, rahme düşenlerin yüzde 3'ünden daha azı hem Mesih'in öğretilerine maruz kalmış hem de olgunluğa ulaşmıştır ve yetişkinlerin büyük bir kısmının erken ölümle veda etmeden önce konuyu düşünmek için sadece birkaç yılı olmuştur²⁰. Bu da ÖİH’yi bir defa daha yanlışlar.

Ahiretle ilgili Sorunlar: Cennet, Cehennem, Araf ve Yok Olma GDYZ'nın neredeyse tüm insanların özgür iradeyi deneyimlemesini sağlamadaki başarısızlığı, sunulan ahiretle ilgili sayısız problemi de beraberinde getirir. Aydınlatılmış bir özgür irade kararı veremeyen ruhların nihai kader şöyledir: olgunlaşmamış ruh ya yok edilir, ya cehenneme gönderilir veya arafta kalır çünkü ilk günah ve / veya yeterli dünyevi öğrenme eksikliği nedeniyle cennet için uygun değildir veya edinilmiş dünyevi niteliklere sahip olmamasına rağmen cennete alınır. Henüz yetişkin bir günah işlememiş çoğu ruhu yok etmek ya da cehenneme göndermek haksız, ahlaksız ve kötü olarak nitelendirilir. Mesih’le olmayı seçebilme şansı olmadan çok genç ölenlerin haketmedikleri için cennete alınamayacağı ama cehennem ve yokoluş yerine arafta bekleyecekleri Katolik Kilisesi tarafından daha makul bir alternatif olarak icat edildi. Son zamanlarda Roma tarafından terk edilen (Pullella 2007), Araf Hipotezi ahlaki olarak nitelendirilmez, çünkü suçsuz ruhların yaratıcıları ya da cennete giden akrabalarıyla sonsuz birlikteliği şansından veya seçiminden haksızca mahrum eder. Ahlaksız olarak nitelendirilebilir, çünkü keyfi olarak ve tutarsız bir şekilde milyarlarca yetişkinliğe ulaşmamış insanı çok küçük ya da pratikte hiç olmayan bir amaç uğruna yoğun acıya maruz bırakır. Cennet seçeneğine dönersek, buraya gelen tüm ruhlar sonsuza dek mutluluk ve sevgi içinde yaşadığı, GDYZ’ye taptığı ve herhangi bir muhalefet olmadığı varsayılır. Eğer onlarca veya yüz milyarlarca ruh bunu yapmayı seçmeden cennete geliyorsa, o zaman ruhların büyük çoğunluğu cennete bedavadan erişim elde eder, sonuç olarak cennet, ilahi özgür irade savunucularının, yaratıcının önemli bir gereksinimini ihlal edeceği için sonuna dek reddedecekleri ve zihni kontrol edilen muazzam sayıda robotla dolu olacak bir yer olur. Bu ruhların hiçbirinin özgür iradelerini ifade etme fırsatı olmasa da mümkün olan maksimum kısmı yoğun acı çekti. Öldüklerinde yetişkin olma şansını yakalayabilmiş cennete layık ruhların büyük bir kısmı da nihai seçimleri hakkında yeterli dünyevi bilgiye sahip olamamıştı. Sonuçta birkaç milyar cennet sakininin sadece küçük bir azınlığı robot değildir. Bu da ÖİH’yi bir defa daha yanlışlar. Çocukların Soykırımı ile yetişkinliğe ulaşmadan cennete kabul edilen ruhların sayıları birleştirildiğinde sayıların mantığı teodistik savunma için tehlike yaratır. Eğer dünyevi deneyimi sınırlı ya da hiç olmayan sayısız milyarlar cennete giriyorsa, o zaman insanları cennete uygun hale getirmek için gezegende yaşamın olumlu ve olumsuz yönlerine boyun eğmenin önemli olduğu önermesi doğru olamaz. Acı Çekme Ayrımı Hrıstiyan teodisisi, insanları yaratıcı tarafından kurtarılmaları gerektiği konusunda uyarırken, acı çekmenin yetişkinlere sadece olumlu işler yapmak ve hayat dersleri öğrenmelerine fırsat vermekle kalmadığı, kontrastın da insan ruhlarının ilahi mutluluğun ne kadar harika olduğunu tam olarak takdir etmesi için gerekli olduğu söyler²¹. Ancak bazı şanslı yetişkinler asla ciddi acı çekmedikleri halde ölümden sonraı hakkında yetişkince bir özgür irade seçimi yapabilirler, bu yüzden insanların doğru bir karar vermesi için ızdırabın yardımına ihtiyaç yoktur. Böyle bir

motive edicinin kullanılması aslında gerçek özgür seçimin azalmasıdır, çünkü irade kullanımı bir şekilde zorlanırsa bozulur. Hayatı boyunca hiç sıkıntı çekmeyen seksen yaşındaki mutlu biri, sıkıntı çekmiş seksen yaşındaki birinden daha az mı mutludur ve daha az sayıda hayat dersi mi almıştır? Özellikle de ikisinin de cennete eşit erişimi olduğuna göre? Son nokta, bizi tüm sakinlerin mükemmel bir şekilde mutlu olduğu ilahi bir cennette, acı çekme taraftarı argümanın neden uygulanabilir olmadığına getirir. Eğer orada herkes mükemmel şekilde mutlu ise, o zaman geçmiş deneyimler anlamsızdır ve dünyevi ızdırap, özellikle de çocuklara uygulanan, korkunç bir zulümdür. Eğer öyle değil de, cennet sakinleri tarafından yaşanan acı seviyesi, mutluluklarının kıymetini anlama yeteneklerini belirlemeye yardımcı oluyorsa, cennette, dünyevi acı çekenlerin bahtlarını daha iyi kavradığı fiili bir kast sistemi olduğu sonucuna varılır. Acı çekme derslerinden faydalanamayan ruhlar, faydalananlardan çok daha fazladır. Nihai sonuçlar keyfi olarak ayrımcı olduğu gibi aynı zamanda amaç aracı mübah kılar ifadesini de sorgulattırır. Mükemmel GDYZ de acı çekmemekten zarar görmediğine göre, en iyi sonuçları elde etmek için acı çekmek gerekli değildir. Sonunda temel zorluklara geri dönüyoruz. Çocukların Soykırımının yoğunluğu, bunu haklı çıkarmaya çalışanların çabalarını otomatik olarak yetersiz hale getirir. Yetişkin kahramanlar, 50 milyar ölümüne işkence görmüş çocuğa değer mi? Ve sayısız milyarlarca olgunlaşmamış insan acı çekmiş ve çok genç ölmüşse, o zaman asla kendi özgür iradelerini kullanma şansları olmamıştır. Tüm olgunlaşmamış ruhların cennete otomatik girecekleri doğruysa, tüm hamileliklerin sona erdirilmesi gerekir, çünkü bu her suçsuz ruhun minimum sıkıntıyla cennete ulaşmasını garanti eder. Eğer bir ruh olgunluğa ulaşırsa, büyük bir ızdıraptan sonra bile onu cennetin dışında kalmasına neden olacak bir karar verme riski vardır. Bu durumda çocukların erken ölümden korunması, ruhlarının cennete alınmaması riskini artırır. Bu saçmalıklar, tüm olgunlaşmamış ruhların, tüm insanların kendi seçimiyle cennete ulaşmasını arzu eden bir yaratıcının lütfu nedeniyle cennete ulaştığı hipotezinin içsel olarak çelişkili mantıksızlığını göstermektedir. Aynı şekilde, ölümden önce Hrıstiyan yaratıcıyla birlikte olmak için bilinçli bir seçim yapamayan ruhların cennete girmesi sağlanırsa, misyonerlik çalışmaları tavsiye edilmemelidir. Avrupalı Hrıstiyanlar tarafından Amerika’nın keşfi ve dini yayma sorununun büyük ölçekli bir resmini sunar. Hristiyanlar, GDYZ'nin kendi başına yapmadığı ilahi emri yayma işini Büyük Komisyonun görevlendirmesiyle yapmışlardır. Hastalık yüklü Avrupalılar ile biyolojik olarak naif AmeriHindiler arasındaki temas, Avrupalıların taşıdıklarını fark etmedikleri bir dizi Eski Dünya hastalığı organizmasının yanlışlıkla bulaşmasından dolayı yerlilerin büyük oranlarda, neredeyse %90 veya daha fazlasının, yaklaşık yarısı çocuk olmak üzere, ölümüne sebep oldu (Cook 1998, Mann 2005). Hrıstiyanlığı Yeni Dünya halkına getirme süreci , yerli nüfusun büyük kısmını insan kaynaklı olmayan nedenlerle yok etme gibi bir yan etkiye sebep oldu. Keşif ve sömürgeleştirme ile ilgili misyonerlik çalışmaları, yerlilerin Mesih'ten ruhlarını kurtarmasını istemeyecek kadar genç ölme riskini artırdı ki, bu da, eğer yaratan tüm olgunlaşmamış insanları cennete kabul ediyorsa, cennete varma şanslarını arttırdı.

Sonuç Çocukların Soykırımı o kadar geniş ve derindir ki, klasik Hrıstiyan “özgür irade” ve “ mümkün olan en iyi dünya” hipotezleri için aşılmaz sorunlar ortaya koyar ve onları yanlışlığını ispat eder. Eğer bu geniş evrenin Hristiyan yaratıcısı var ise, o zaman insan rahme düşenlerin çoğu için güvenli bir sığınak olmayan ve çocukların öldüren bir dizi hastalığa ve diğer tehlikelere maruz kaldığı, ölüm tuzağı olan böylesine garip bir şekilde küçük ve acımasız bir habitat olan insan üreme sisteminde yaşamasına izin verdi. İnsanlar neredeyse tüm çocukları ciddi hastalıklardan ve ölümden korumak için yaratıcıdan daha istekli olduğunu kanıtladığından ve insanların çok büyük bir kısmı olgun kararlar alacak kadar yaşlanamadığından, insanların cennete layık sakinleri olma kabiliyetini ciddi bir şekilde düşürmeden, ne GDYZ'nin insanlara özgür irade verdiğini ne de en iyi yaşam alanını ürettiğini doğru bir şekilde iddia etmek mümkündür. GDYZ, olumsuz sonuçları en aza indirirken olumlu sonuçları en üst düzeye çıkarmak için insanlar tarafından düzenli olarak yürütülen tipte ihtiyatlı bir maliyet / fayda analizi yapmamıştır. GDYZ, kusurlu yaratımlarından çok daha duygusuz ve ihmalkar olduğu için, yaratıcı mükemmel olamaz. Bu sorun, tarih boyunca yaşamış olanların içinde çok küçük bir oran teşkil eden ve Hristiyan mesajından yeterince haberdar olan az sayıda insan tarafından daha da kötüleştiriliyor. Eğer çok sayıda ölen olgunlaşmamış ruh cennetten men ediliyorsa, sonuç ahlaka aykırıdır. Eğer cennete girmelerine izin verilirse, cennete kısmen veya büyük ölçüde özgür irade sebebiyle ihtimal dışı sayılan robotlar yerleşir ve cennete uygun hale getirilmek için uzun bir dünya yaşamının gerekli olduğu hipotezi yanlışlanır. Robot kitlelerinin cennete girmesine izin vermenin dünyevi ve cennetsel sonuçları, misyonerlik çalışması ve sonsuz kast sistemi açısından dikkate değerdir. Çocukların Soykırımından kaynaklanan zorluklar o kadar çok sayıda ve serttir ve mükemmel bir plana sahip mükemmel bir Tanrı'yı iddia eden Hrıstiyan teorisi gerçek dünya tarafından o kadar yıpratılır ki, bu da onu yanlışlar. Aynı başarısızlık, bir milyardan fazla inananı olan İslam da dahil olmak üzere, yaratıcının gerçekten iyi, mükemmel ve güçlü olduğunu öne süren tek tanrılı teodisiler için de geçerlidir (Barrett, Kurian ve Johnson 2001)²². Kusurlu (Kushner 1983) ya da bir dereceye kadar kötü niyetli (Twain 1962) tek bir yaratıcı tanrının varlığı, çok tanrılı doktrinlere inanan yaklaşık iki milyar ve herhangi bir yaratıcının olmadığına inanan yüz milyonlarca kişinin olması, Çocukların Soykırımının yaygın doğal kötülüğüyle uyumludur. Tanrı'nın ayrıntılarda olduğu ve yaratılışın doğasının yaratıcının doğasını ortaya koyduğu söylenir. Bu geçerli bir noktadır, ancak bunun etkileri, Hrıstiyanların pek de kendileri için olmasını istedikleri gibi değildir. Çocuklar arasında meydana gelen acıların ve erken ölümlerin miktarının yanı sıra seviyesi de önemlidir. Bu ve temel ahlak, bunların teodistik ve ateodistik çözümlemesinin odağı olmasını gerektirir. Çocuk ölümünün ve ızdırabının olduğundan daha az olduğu veya hiç olmadığı bir gezegende yaşasaydık, teodistik sorun önemli ölçüde azaltılacak hatta ortadan kalkacaktı. Hem teologların hem de ateologların ele alması gereken gerçek, meselelerin olduğundan daha kötü olamayacağıdır. Çocukların Soykırımı ahlaklı bir GDYZ’nin varlığını çürütmezse, kavramın savunucularına ahlaki eksikliğini kanıtlamak için bir GDYZ'nin genç insanlara daha ne yapması gerektiği sorulmalıdır. Yüzde doksan dokuzunu ya da tümünü imha etmek mi? Gelecekteki teodistik argümanların güvenilir olabilmesi için Çocukların Soykırımını tam kapsamıyla açık ve başarılı şekilde ele almaları gerekir²³. Buna mükemmel ve

sevgi dolu bir yaratıcının, çocuklara kusurlu ama sevgi dolu yarattıkları tarafından sağlanan güvenliği kendisinin neden vermemeyi seçtiği, bunun yerine olgunlaşmamışların yüzleşecekleri acı ve ölüm seviyesini neredeyse olabilecek en üst seviyede gerçekleşmesine neden izin verdiği hatta zorladığı sorusunun cevabı da ikna edici şekilde verilmelidir. Böyle bir çözüm olası mı? Milyarlarca insanın paylaştığı modern Hrıstiyan ortak fikri, insan koşulları tarafından o kadar sert bir şekilde altüst edilmiştir ki, Hrıstiyan kavramındaki barışçıl yaratıcıyı evrenin durumu ile uzlaştırmak pek mümkün değildir .

Notes 1. These include Lewis 1957, Hick 1966, Swinburne 1998, Adams 1999, Behe 2007, Behe in Olasky 2007, Collins 2006, Glynn 1997, Hasker 2007, Haught 2000, van Inwagen 2006, John Paul II 1984, Keller 2008, Plantinga 1974 and 1999, Polkinghorne 1998, Schroeder 1997, and the multiple authors in Miller 2003. 2. The overly optimistic predictions during the nineteenth century of a global Christian conversion during the following century are discussed in Barrett, Kurian, and Johnson 2001. 3. The count of humans involved in various aspects of the creator’s project is considered an important measure by many Christians, as per Barrett, Kurian, and Johnson’s (2001) encyclopedic tally of the population of believers and nonbelievers in every country, and estimate the number of Christian martyrs since the crucifixion. Note that it is not the purpose of this analysis to contend or deny that the suffering and death of immature humans is a worse evil than the evil experienced by adults. The scale of the suffering and death of the immature is described and utilized to test key premises of modern Christian theodicy. 4. Haub 1995/2004 is widely considered the most authoritative estimate of the total cumulative population. Haub judges his figure of 105 billion to be conservative, and other attempts produce similar results. Consider that two millennia ago the global population was a few hundred million. Because of the extremely high fertility rates at a time when average lifespans were only a quarter-century or less, the population essentially replaced itself every generation. There have been 200 generations since Christ as the population edged up, so many tens of billions have been born since, as well as before, then. Ten billion were born just in the last 100 years. 5. The co-fusion of fraternal embryos results in genetic chimeras with two genetic systems (Nepomnaschy et al. 2006). Many are probably spontaneously terminated, but a few become outwardly normal persons. 6. Estimating current levels of pregnancy failure are complicated in part because a significant number of zygotes and new embryos are so defective that they leave no detectable sign of pregnancy, so total failure rates are probably underestimated. The results observed by Nepomnaschy et al. (2006) regarding rural second-world women suggest that prenatal losses rates are markedly higher when conditions are less optimal than found in advanced societies. 7. Adult mortality is also elevated in the more Christian democracies and regions of the U.S. (Paul 2005; 2008). Recent declines in lifespans in some regions of the U.S., generally within the Bible Belt, suggest that this is the only first-world nation that is beginning to lose ground in preserving lives (Ezzati, Friedman, Kulkarni, and Murray 2008). The more secular democracies are, therefore, closer to being ‘‘cultures of life’’ than are more religious societies; see also note 8. 8. www.guttmacher.org/pubs/fb_induced_abortion.html. Sedgh et al. 2007. Abortion rates are higher in America, especially the Bible belt, than they are in less Christian Western nations (Paul 2005). 9. According to Boserup 1981, Demeny and McNicoll 2003, contrary to Haub 1995/2004. 10. As per note 6. 11. www.marchofdimes.com/aboutus/15796_18678.asp. 12. Natural disasters such as major earthquakes kill up to a few hundred thousand per event (earthquake.usgs.gov/regional/world/historical.php), but they are not sufficiently frequent to be a leading killer of children. Up to half the population consists of children when rates of reproduction and juvenile mortality are high. 13. For example, ‘‘merciless’’ means ‘‘lacking mercy,’’ ‘‘ruthless’’ means ‘‘lacking ruth.’’ Such attributes are objective statements, and are regularly and correctly assigned to blameless yet lethal items such as diseases, famines, storms, floods, earthquakes,

volcanoes, predators and the like which certainly lack mercy and ruth, and are also commonly labeled vicious, brutal, cruel, heartless and so forth. Theist apologists often cite the beauty and wonder of creation as reasons to believe in a loving PSCI (Swinburne 1998 devotes a chapter to the subject), even though such attributes are matters of arbitrary opinion and subject to disagreement. For example, the common opinion of modern Westerners that alpine mountains and spectacular deserts are beautifully constructed examples of ‘‘God’s Country’’ is the product of the Romantic Movement begun in the late 1700s. Prior to that time depopulated lands were seen as barren, unproductive,dangerous, God-forsaken regions wrecked by the events caused by the fall of man; this is why the Alps were rarely portrayed in a positive light by the Renaissance masters, and high mountains did not become an important independent genre until the 1800s (as explored in a 2004 northern Italian art exhibit reviewed in Morris 2004). 14. www.annefrank.dk/Default.htm. 15. Benson et al. 2006, Blumenthal et al. 2007, Paul 2005 and 2008. 16. Behe 2007, Behe in Olasky 2007, Collins 2006, Glynn 1997, Hasker 2007, Haught 2000, Keller 2008, Polkinghorne 1998, Schroeder 1997, and the multiple authors in Miller 2003. Polkinghorne (1998) reveals how he is among the many who have missed the main issue of natural evil against children when he states that the ‘‘well-known free will defense in relation to moral evil asserts that a world with the possibility of sinful people [emphasis added] is better than one with perfectly programmed machines’’ (Polkinghorne 1998, 14). So does Collins (2006), when he cites a tragic criminal act committed by an adult against his adult daughter. The bigger problem is posed not by sinners and their sins, but the very creation that a supernatural creator allegedly constructed and its impact on immature humans. Behe (2007) does correctly acknowledge the central importance of natural evil but fails to fully appreciate the depth of the issue when he rather casually remarks that ‘‘many children die, yet many others thrive. Some people languish, but others live full lives’’ (Behe 2007, 238). 17. Hasker (2007) claims that the FWH is so successful that there ‘‘is at present a widespread philosophical consensus, shared by atheists as well as theists, that this problem has been satisfactorily answered by Alvin Plantinga’s Free Will Defense’’ (Hasker 2007, 152). This speculation is contradicted by numerous dissenters such as Dawkins (2006), Ehrman (2008), Harris (2006), Honderich (1995), Smith (1991), Phillips (2004), Tooley (2007) and Rowe (2006), as well as this analyst. 18. Here, ‘‘robot’’ is used to describe conscious beings that are programmed rather than being free to make major decisions. 19. This is a key presumption of the Catholic Church that makes up half of Christianity (Barrett, Kurian, and Johnson 2001), as well as many conservative sects that constitute another major portion. 20. The over 2 billion contemporary Christians (Barrett, Kurian, and Johnson 2001) are a large fraction of those that have ever learned about the Christian message because the faith is so recent, and has been geographically limited for much of its history. 21. The positive view of suffering is deeply entrenched in Catholic doctrine (John Paul II 1984), and the need for affliction is propounded by many theodists as per those cited in note 16. 22. It may be productive for a scholar familiar with Muslim doctrine to further consider the implications of the Holocaust of the Children for the Islamic tradition. 23. In his defense of the existence of a loving creator Keller (2008) resorts to a common tactic used when theodicy appears inadequate by asserting that humans are mentally incapable of judging the morality of our creator through its deeds. If this morally accommodationist mystery defense were true, then any level of anguish and pain caused by the PSCI would be beyond rejection by its victims. Hick (1966) and Swinburne (1998) reject the mystery defense.

Works Cited Acsadi, G., and J. Nemeskeri. 1970. History of Human Life Span and Mortality. Budapest: Akademiai Kiado. Adams, M. 1999. Horrendous Evils and the Goodness of God. Ithaca, N.Y.: Cornell University Press. Barnes, E. 2005. Diseases and Human Evolution. Albuquerque: University of New Mexico Press. Barrett, D., G. Kurian, and T. Johnson. 2001. World Christian Encyclopedia, 2nd ed. Oxford: Oxford University Press. Behe, M. 2007. Th e Edge of Evolution: Th e Search for the Limits of Darwinism. New York: Free Press. Beller, F., and P. Zlatnik. 1994. ‘‘Medical Aspects of the Beginning of Individual Lives.’’ In Th e Beginnings of Human Lives, ed. F. Beller and R. Weir. Dordrecht: Kluwer Academic Publishing. Benson, H., J. Dusek, J. Sherwood, P. Lam, C. Bethea, W. Carpenter, S. Levitsky, P. Hill, D. Clem, M. Jain, D. Drumel, S. Kopecky, P. Mueller,

D. Marek, S. Rollins, and P. Hibberd. 2006. ‘‘Study of the Th erapeutic Eff ects of Intercessory Prayer in Cardiac Bypass Patients.’’ American Heart Journal 151: 934---42. Bhat, M. 1989. ‘‘Mortality and Fertility in India 1881---1961: A Reassessment.’’ In India’s Historical Demography: Studies in Famine, Disease and Society, ed. T. Dyson. London: Curzon Press. Blumenthal, J., M. Babyak, G. Ironson, C. Th oreson, L. Powell, S. Czajkowski, M. Burg, F. Keefe, and P. Steff en. 2007. ‘‘Spirituality, Religion, and Clinical Outcomes in Patients Recovering from an Acute Myocardial Infarction.’’ Psychosomatic Medicine 69: 501---8. Boserup, E. 1981. Population and Technological Change. Chicago: University of Chicago Press. Collins, F. 2006. Th e Language of God. New York: Free Press. Cook, N. 1998. Born to Die: Disease and the New World. Cambridge: Cambridge University Press. Dawkins, R. 2006. Th e God Delusion. Boston: Houghton Miffl in. Demeny, P., and G. McNicoll. 2003. Encyclopedia of Population. New York: MacMillan Reference. Ehrman, B. 2008. God’s Problem. New York: Harper One. Ezzati, M., A. Friedman, S. Kulkarni, and C. Murray. 2008. ‘‘Th e Reversal of Fortunes: Trends in County Mortality and Cross-County Mortality Disparities in the United States.’’ PLoS Medicine 5: e66. Finkel, M. 2007. ‘‘Bedlam in the Blood.’’ National Geographic 212(1): 32---67. Gellately, R. 2007. Lenin, Stalin and Hitler: Th e Age of Social Catastrophe. New York: Knopf. Glynn, P. 1997. God: Th e Evidence. Rocklin: Forum. Gupta, P. 1971. ‘‘Estimation of Demographic Measures for India 1881--1961.’’ Population Studies 25: 395---414. Harris, S. 2006. Letter to a Christian Nation. New York: Knopf. Hasker, W. 2007. ‘‘Dr. Z. Phillips’ Problems with Evil and with God.’’ International Journal for the Philosophy of Religion 61: 151---60. Haub, C. 1995/2004. ‘‘How Many People Have Ever Lived On Earth?’’ Population Today, www.prb.org/Articles/2002/HowManyPeoplehaveEver LivedonEarth.aspx. Haught, J. 2000. God After Darwin. Boulder, Colo.: Westview Press. Hick, J. 1966. Evil and the God of Love. London: Macmillan. Honderich, T., ed. 1995. Oxford Companion to Philosophy. Oxford: Oxford University Press. John Paul II. 1984. ‘‘On the Christian Meaning of Human Suff ering.’’ Boston: Pauline Books. Keller, T. 2008. Th e Reason for God. New York: Dutton. Kushner, H. 1983. When Bad Th ings Happen to Good People. New York: Avon. Lewis, C. 1957. Th e Problem of Pain. London: Fontana Books. Madden, E., and P. Hare. 1968. Evil and the Concept of God. Springfi eld: Charles Th omas. Mann, C. 2005. 1491: Revelations of the Americas Before Columbus. New York: Knopf. Marsden, G. 2003. Jonathon Edwards: A Life. New Haven, Conn.: Yale

University Press. Miller, K., ed. 2003. Perspectives on an Evolving Creation. Grand Rapids: William B. Eerdmans Publishing Co. Morris, R. 2004. ‘‘Rehabilitating the Lowly Mountain.’’ International Herald Tribune (January 24), www.int.com/articles/2004/01/24/morris_ed3_.php. Nepomnaschy, P., K. Welch, D. McConnell, B. Low, B. Strassmann, and B. England. 2006. ‘‘Cortisol Levels and Very Early Pregnancy Loss in Humans.’’ Proceedings of the Natural Academy of Sciences 103: 3938---42. Olasky, M. 2007. ‘‘Darwin Slayer.’’ World Magazine (July 21). Available at www.worldmag.com/articles/13143. Paul, G. 2005. ‘‘Cross-National Correlations of Quantifi able Societal Health with Popular Religiosity and Secularism in the Prosperous Democracies: A First Look.’’ Journal of Religion and Society 7, moses.creighton.edu/ JRS/2005/2005-11.html. . 2008. ‘‘The Remote Prayer Delusion: Clinical Trials that Attempt to Detect Supernatural Intervention Are as Futile as Th ey Are Unethical.’’ Journal of Medical Ethics 34: e18. Phillips, D. 2004. Th e Problem of Evil and the Problem of God. London: SCM Press. Plantinga, A. 1974. God, Freedom and Evil. New York: Harper & Row. . 1999. Warranted: Christian Belief. New York: Oxford University Press. Polkinghorne, J. 1998. Belief in God in an Age of Science. New Haven, Conn.: Yale University Press. Pullella, P. 2007. ‘‘Catholic Church Buries Limbo after Centuries.’’ Reuters 4/20. Rowe, W. 2006. Can God Be Free? New York: Oxford University Press. Schroeder, G. 1997. Th e Science of God. New York: Broadway Books. Sedgh, G., S. Henshaw, S. Singh, E. Åhman, and I. Shah. 2007. ‘‘Induced Abortion: Estimated Rates and Trends Worldwide.’’ Th e Lancet 370: 1338---45. Smith, Q. 1991. ‘‘An Atheological Argument from Evil Natural Laws.’’ International Journal for the Philosophy of Religion 29: 159---74. Swinburne, R. 1998. Providence and the Problem of Evil. Oxford: Clarendon Press. Tooley, M. 2007. ‘‘Th e Problem of Evil.’’ Stanford Encyclopedia of Philosophy, plato.Stanford.edu/entries/evil. Twain, M. 1962. Letters from the Earth. New York: Harper & Row. van Inwagen, P. 2006. Th e Problem of Evil. Oxford: Oxford University Press.