Eski Türk Dini [PDF]

  • Commentary
  • 1863366
  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

İBRAHİM KAFESOĞLU

ESKİ TÜRK DİNİ

Kültür Bakanlığı Yayınları : 3Ç7

BB^SB

Türk Kültürü Kaynak Eserleri Serisi : 12

ANKARA — 1980

Kapak ; Olcay OKAN

Kültür Bakanlığının 7.8.1980 tarih ve 831. 0—1366 sayılı emirleri ile ikinci defa olarak

30.000 adet basılmıştır.

MiMetleri millet yapan ve millet olarak yaşatan millî kültürlerin temel unsuriarmdan birisi millî terbi­ yedir. Milletimizin bugün yaşadığı buhranın temelinde, hiç şüphesiz millî kültür ve terbiyenin ihmâl edilmiş olması vakıası yatmaktadır. Nitekim büyük Atatürk bu hakikati zamanında gör­ müş ve gerekli tedbirlerin alınması hususunda, «Yeti­ şecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tah­ silin hududu ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel Türkiye'nin istikbâline, kendi benliğine ve an' anât-ı milliyesine düşman olan anâsırla mücâdele et­ mek lüzumu öğretilmelidir. Beynelmilel vaziyet-i cihâ­ na göre, böyle bir cidalin istilzam eylediği anâsır-ı ru­ hiye lie mücehhez olmayan fertlere ve bu mâhiyette fertlerden mürekkep cemiyetlere hayat ve istiklâl yok­ tur» îkazını yapmıştır. Atatürk'ün bu çok yerinde ikazının, onun ölümün­ den sonra, eğitim ve kültür hayatımızda maalesef dik­ katlerden kaçmış olmasının acı neticelerini bugün mil­ letçe çekiyoruz. Mîllî birlik ve beraberliği temin için, ortak kültür değerleriyle beslenerek yetişmenin lüzumunu, ataları­ mız çok iyi kavramışlar ve bunu binlerce yıl gelenek hâlinde devam ettirmişlerdir.

Eskiden, yediden yetmişe herkesin mutlaka bildi­ ği, okuduğu bâzı mühim eserler vardı: Kur'an-ı Kerim ve Hadis kitapları yanında, Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i, Derviş Yunus ilâhileri. İVÎevlâna Celâleddin-i Ru­ mî'nin Mesnevi'si, Battal Gazi Destanı, Dede Korkut Kitabı v.s. bunların başmda gelirdi. Atalarımız Türkİslâm ahlâk ve an'anesini bu eserler vâsıtasiyle yaşı­ yor, yaşatıyor v e kendilerinden sonra gelenlere intikal ettiriyorlardı. Bunun tabiî neticesi olarak, ayni değer­ lere inanarak yetişen millet fertlerini «millî şuur ve ülküler etrafında toplamak» için, ayrıca bir gayret sarfedilmesine ihtiyaç bile kalmıyordu. Nitekim bugün de, miHetimiz, her türlü ihmâle rağmen, millî kültür v e irfandan nasîbini almış olan geniş kitlemiz sayesinde ayakta durabilmektedir. İşte Kültür Bakanlığı olarak, biz başından beri me­ seleye bu gerçeklerin ışığı altında bakarak, Türk kül­ türünün ölmez eserlerini her yaştan Türk insanına ulaş­ tırmayı siâr edinmiş bulunuyoruz. Yayın faaliyetlerimizde, yeni yetişen nesillerde miHiyetçilik şuurunun uyandırılması v e geliştirilmesi ana hedefimizdir. Bilindiği üzere, Türk milletinin çağdaş millî kültür değerleri, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, İstik­ lâl Savaşı ve Atatürk Devri'nde en kuvvetli şekilde id­ râk edilmiş ve ifâdesini bulmuştur. Bu devirde yetiş miş olan şâir ve yazarlarımız, millî varlık ve benliği­ mizi, Atatürk'ü, onun milliyetçilik anlayışını, kurduğu Cumhuriyet'in mânâ ve ehemmiyetini doğrudan doğ-

rüya gönle ve ruha hitabedecek şekilde işleyen zengin bir edebiyat ve külliyât meydana getirmişlerdir. 100 Teme! Eser serisi, esas Ttibariyle bütün mil­ letimize malolmuş eski eserlerle bu son devirler eser lerinden meydana gelmektedir. Büyük milletimizin haklı rağbetine mazhar olmuş, başta 1000 Temel Eser serisi olmak üzere, Kültür Eser­ leri, Araş^Tma ve İnceıleme Eserleri, Türk Dünyasını Tanıtıcı Eserler,

Dünya Edebiyatından

Tercümeler,

Dünya Tiyatro Eserlerinden Tercümeler, Türk Tiyatro Eserleri, Dünya İlim Eserlerinden Tercümeler, Türk Halk Kültürü Eserleri, Halk Kitapları, Çocuk Kitapları, Türk Musikîsi Eserleri, Ziya Gökalp, Türk Kültürü Kay­ nak Eserleri serileri yanında. Eserler serilerinde, günün

Çağdaş Eserler, Sosyal

meselelerine ışık tutacak,

çözüm getirecek yayınlara ehemmiyet verilmektedir. Kültür ve san'at değerlerimizi, yurt içinde olduğu kadar, yurt dışında da tanıtan san'at yayınlarımız, San' at, Millî Kültür ve Dünya Edebiyatından Seçmeler der­ gilerimiz, târihî tablolarımız ve yurt dışındaki işçi ço­ cuklarımızın ihtiyaçlarını da gözönünde bulundurarak baskı sayısını yüksek tuttuğumuz kitaplarımızla zengin bir yayın faaliyetini gerçekleştirmek yolundayız. Çocuklarımızın İlkokul çağından îtibaren öz değer­ lerine bağlı vatan evlâtları olarak yetiştirilmeleri için çocuk kitaplarına ilâveten bir çocuk ansiklopedisi de kurmuş bulunuyoruz.

6 Bütün yayın faaliyetlerimizde, Türk gençliğine öz değerlerimizi sevdirmek, miilî duygularımızı kuvvet­ lendirmek, târihinden, övünülecek zengin kültüründen aldığı ilhamla içinde yaşadığı zamanı en iyi şekilde değerlendirip millî istikbâle güvenle bakmalarını sağ­ lamak ana hedefimizdir. Tevfik Kora İtan KÜLTÜR BAKANİ

GİRİŞ Din bir inançtır, fakat her inanç din değildir. İkisinin arasındaki fark kutsallık k a v r a m ı n d a beli­ rir. Dinî inançlarda varlıklar h a k k ı n d a kutsal olan ve olmayan (meselâ İslâmlıkta haram, helâl) diye ayırım yapılmıştır. Kutsal olanlara dokunmak, karşı gelmek yasaklanmıştır. Tazim etmek saygılı davran­ m a k suretiyle onları m e m n u n etmeğe çalışmak lâ­ zımdır. Din dışı s u ç l a n n türlü cezalan vardır. Dinî yasaklara riayet etmeyen ise günah işlemiş olur ki, cezası daha çok vicdan azabı çekmek ve çevre tara­ fından ayıplanmaktır. Kutsallık anlayışına dayanan bir inancın t a m î m a n sistemi hâlini alabilmesi için üç şart tesbit edil­ miştir : a — Itikad ( î m a n m esasları) b — Amel (tapınmalar, özel törenler vb.) c — Cemaat (îtikad ve amel'in bir kütle tarafın­ dan kabul ve icrası). Bu ş a r t l a n gerçekleştiren din sistemleri biri ip­ tidaî (veya halk dinleri), diğeri yüksek (veya semavî dinler) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır, İptidaî din­ lerle 3aiksek dinler arasında en m ü h i m fark «Tanrı»

telâkkisinde görülür. î s l â m h k , Hristiyanlık, Musevî­ lik gibi semavî dinlerde kaadir-i mutlak, yaratıcı, tek Tanrı imanın merkezî noktasıdır. Totemcilik ve­ ya çok tanrılı b ü t ü n diğer inançlar halk dinleri sa­ yılırlar'. Türkler târihleri boyunca dinî mîihiyette t ü r l ü inançlara bağlanmışlardır. B u n l a r m içinde «iptidaî» leri oîduğu gibi, yüksek (semavî) olanlar d a vardır. B u yazımızda Türklerin din târihi b a h i s k o n u s u edümiyecek, fakat doğrudan doğruya aslî T ü r k dininin ne olduğu açıklanmağa çalışılacaktır.

1 Toplu bilgi için bk. M. Taplamacıoğlu, M n S o s y o l o j U i (İlahiyat Fak. Y a y ı n ı ) , Ankara, 1961.

Eski Türklerde Totemcilik var m ı idi? Sosyolojide din k o n u s u n d a k i a r a ş t ı r m a l a r ı n cid­ diyet kazandığı yüzyılımızm b a ş l a n n d a ve ihtimal zEimanımızda bile, Avustralya kabileleri, Amerika yerlileri ve Melanezya toplulukları a r a s m d a görülen totemcilik, en iptidaî cemiyet tipi olarak k a b u l edi­ len «klan»m dinî k a d r o s u n u teşkil eder. Bıma göre, bir hayvan veya bir bitki bir cisim k l a n ' m atası d u r u m u n d a olup, kutsal sayılır ve adına «totem» de­ nir (kelime kuzey Amerika'da yaşayan b i r kızdderili kabilesi dilinden a i m m ı ş t ı r ) . B ü t ü n klan mensupları o totemden türedikleri keuıaatrndedirler. Totemin taştan veya t a h t a parçalarından sembolleri yapılır ki, b u n a «Şuringa» a d ı verilir. Kurt, tavşan vb.; her­ hangi bir bitki ve meselâ bir taş parçası; yağmur, deniz vb. totem olabilir. Onu a t a sayanlar kendileri­ ni birbirleri ile a k r a b a bilirler, toteme âit klan'ın a d m ı taşırlar, o toteme m a h s u s törenlere katılırlar; başka totem sahibi k l a n ' l a n n dinî törenlerine gire­ mezler. Bir klan'm üyeleri arasmda evlenme yasak­ tır, zira aynı toteme t a p t ı k l a n n d a n birbirlerine kar­ şı «mahrem»dirler ve aynı kutsallığı taşırlar. Halbu­ ki diğer totemler, kendilerince, kutsal olmadığı için başka klan mensupları ile evlenmeleri m ü m k ü n d ü r . Bir görüşe göre «exogamie» ( d ı ş a r d a n evlenme)nin sebebi b u d u r .

10

İBRAHİM KAFESOĞLU

Eski Türk örf ve gelenekleri arasında totemci­ liğin kısaca açıkladığımız özelliklerine uygun görü­ nen bazı inanış ve davranışlar dikkati çekmektedir : Türk ailesinde exogamie esastır. Türkler kurt'u ata tanımışlardır. Bu nokta Gök-Türklerin menşei bah­ sinde Çin k a y n a k l a n n d a kesinlikle belirtilmiştir^. Ayrıca geçen yüzyılın ikinci y a n s m d a Asya Türk zümrelerinden Altaylılar ve Yakutlarda tesbit edi­ len, b a b a ve anayı temsil eder mâhiyetteki sembol­ ler (put, idol) totemcilikteki ş u r i n g a ' l a n hatırlatır. B ü t ü n b u n l a r bir kısım araştırıcıyı Eski Türklerin bu klan dini ile ilgileri olabileceği düşüncesine gö­ t ü r m ü ş olmalıdır'. Gerçekten Orta Asya Türkleri arasında görülen ve bazıları keçeden, paçavradan, kayın ağacı kabu­ ğundan, bazıları da hayvan derilerinden yapılan bu put-fetişlere Altayh'lar tös ( t ö z ) ^ Yakutlar Tangara 2 Bk. L m IVIan-Tsai, Die c b i n e s i s c h e n Nachılctaten zur Gesclıichte der Ost- Türken (Tu-küe) I. Wiesbaden, 1958, s. 5 vd. 3 Meselâ, Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, 1923, İstanbul, s. 33 vdd. ( B ü t ü n dinlerin e s a s ı n ı t o t e m . cüiğe bağlayan E. Durkheim'in tesiri ile o l s a ge­ rek). Asya H u n l a n için: W. Eberhard, Çinin Şi­ m a l Komşuları, 1942 (TTK) Ankara, s. 118.; Gy. N^meth, A. h o n f o g l a l o m a g y a r s a g klalakulasa, 1930, Budapest, s. 68 (Belki eski bir totemciliğin zayıf i z l e r i . . . ) . 4 B u k e l i m e Türkçede «asd, kök, m e n ş e » m â n a s m a gelmektedir. (Bk. A. Caferoğlu, E s k i Uygur Türkçesi S ö z l ü p , i T D K ) , 1968, İstanbul, s. 250).

ESKİ TÜRK DİMİ

11

diyorlardı. Bunlar duvarlara asılır veya torbalarda saklanır, m ü h i m bir yolculuğa veya ava çıkarken üzerlerine saçı saçılır, ağızlarına yağ sürülürdü^ Asya Türklerindeki dinî inançlar h a k k ı n d a etnoğrafik a r a ş t ı r m a l a r yapmış olan Abdülkadir İnan bu konu ile ilgili olarak şu izahatı vermektedir : «Türk ırkına m e n s u p şamanistlerde çok yaygm olan töz'1er, tilek, kozan ( t a v ş a n ) , aba (ayı), b ü r k ü t (kar­ tal), tiyin (sincap), as ( k a k ı m ) ve bunlara benzer adlar taşıyan putlardır. Ayrıca büyük kamlar (şa­ m a n l a r ) , k a h r a m a n l a r , iyi ve kötü ruhlar n a m m a yapılan putlar da vardır... Bu m e ş h u r tözlerden, Televüt boyunun koyucusu olan Tilek tözüne şaman dualarında hitap edilir. Bu töz insan şeklindedir. Kozan töz ( b u n a Urtınhalar Ak-eren, Buretler Sayan-Ongon diyorlar) aslında Tuba-kaç boyuna mah­ sus olup boylar arasında evlenme neticesinde yayıl­ mıştır. Aba tös şamanistlerin en çok saydıkları put­ lardan biridir, ayı tasviridir. Şor avcıları Sanğır de­ nilen p u t u sayarlar, bu da insan şeklindedir, üzeri­ ne av hayvanlarının derilerinden parçalar asarlar. İnançlarına göre, kendisini m e m n u n eden avcılara bol av verir; d a n h r s a o r m a n l a r ı yakar, avcüarı has­ ta eder... Kuş gibi tasvir edilen ruhlar daha ziyade Yakutlarla komşuları Dolganlarda bulunur. Yakut­ larda en çok sayılan kuş, kartaldır. İlkbahar ve güz mevsimleri, kartalın temsil ettiği r u h u n iradesine 5 A. İnan, Tarihte ve B u g ü n Ş a m a n i z m , 1954 (TTK) Ankara, s. 42.

12

İBRAHİM KAFESOĞLU

bağlıdır. Kartal kanatlarını bir defa sallarsa buzlar erimeğe başlar, ikinci defa sallarsa ilkbahar gelir. K a r t a l k ü l t ü ile ilgili geleneklerden anlaşıldıgma gö­ re, eski zamanlarda b u k u ş güneş ve Gök-Tanrı'mn sembolü sayılmıştır... Kartal geleneği son zaman­ lara k a d a r Başkurtlar a r a s m d a da yaşamıştır. Kar­ tal ile ağaç k ü l t ü arasında m ü n a s e b e t vardır. Başk u r t l a r d a eski zamanda tanımadık b i r a d a m a rast­ landığı zaman, kuşunun ve ağacının ne olduğu sorulurmuş. Bu rivayetteki «1.2 kabile» ve «12 kuş» hikâyesi İ b n Fadlan'ın h a b e r verdiği «12 Tanrı» ve bazı kuşlara t a p a n Başkurtlan* hatırlatmaktadır^...». B u r a d a bahis konusu edilen 10, yüzyıl Başkurtl a n n d a olduğu gibi, tarihî Türk topluluklarına âit bazı kayıtlarda da yukarıdaki inançları andıran be­ lirtilere tesadüf edilmektedir. Meşhur tarihçi Reşîd' üd-din (ölm. 1318) Câmi'üt-tevârih'inde 24 oğuz bo­ yunu .sıralarken, her 4 boy için bir kuşu «ongon» 6 M. 921-922 yıllarında Bağdat'dan î t ü ( V o l g a ) Bul­ garları ü l k e s i n e giden t b n Fadlan'a göre «Başkurt­ lar arasında 12 ilâh'a inananlar vardır. B u ilâhlar ş u n l a r d ı r : Kış-yaz, yağmur, riizgâr, ağaç, insan, hayvan, su, gece-gündüz, ö l ü m lıayat, yer, gök. Gök ilâhı b t m l a n n e n b ü y ü ğ ü kabul edilir» İ b n Fadlan S e y a h a t n a m e s i (Türkçe t e r e ) , İlahiyat Fakül­ tesi Dergisi, 1954, M I , s. 67. 7 A, İnan, Tarihte v e B u g ü n Ş a m a n i z m , s. 42-47. B u belirtUerin totemcilik devri h a t ı r a l a n n d a n olduğu bir çok etnograf tarafından ileri s ü r ü l m ü ş t ü r (Ayra eser s. 45).

ESKİ TÜRK DİNİ

13

olarak göstermiştir^ Bu suretle şaıhin, kartal, tav­ şancıl, sungur, üçkuş ve çakır kuşları oğuzların «totem »leri arasında görünmektedir". Çin kaynakları Gök-Türklerin T a n n ' l a n n ı keçe­ den keserek içyağı ile yağladıklarını ve t o r b a l a r için­ de sakladıklarım veya s ı n k üzerine diktiklerini, onun için yılın 4 «çağında» kurban, kestiklerini habeı- ve­ riyorlar'". B i r H u n prensine âit b i r altın heykel ( p u t ) b u l u n m u ş t u " . Rivayete göre, Asya H u n h ü k ü m d a r ı Mo-tun'un soyu «ejder» idi ve daha çok erken de­ virlerde ejder etrafında b i r kült teşekkül etmiş ol­ ması muhtemeldi". B ü t ü n bunları eski Türklerde gerçekten, hakikî bir totemcilik dininin varlığına delil saymak müm­ kün m ü d ü r ? Yukarıdan beri sıraladığımız vesikala­ rın, totemciliğin mevcudiyetini telkine elverişli dur u m l a n n a rağmen, bu n o k t a fazla inandırıcı görün­ memektedir. Çünkü totem dini yalnız b i r hayvanın ata tanınmasından, o n a âit bazı tasvirler yapılmasm8 «Ongon» sözü, Türklerin tös'üne karşılık olaraK Moğolların kullandığı, Moğolca bir tâbirdir (A. İnan, aynı eser, s. 44). Fakat diğer bir fikre göre, tâbir Türkçe o n g (sağ, uğur) mânasiyle, totem'ı ifade etmiştir. (Gy. N e m e t h , ayın eser, s. 68 v d . ) . 9 Bk. F. Sümer, Oğuzlar ( T ü r k m e n l e r ) . 1967, Anka­ ra, s. 208'e eklenen liste. 10 W, Eberhard, Çinin Şimal Komşuları, s. ft7. 11 A. İnan, a y m e s e r , s. 2. A y n c a bk. D e Groot. D l c H u n n e n d e r vorchristlichen Zeît I. Berlin - Leipzig, 1921, s. 120. 12 Vıl. Eberhard, aynı eser, s. 77.

U

İBRAHİM KAFESOĞLU

dan ibaret değildir. Totemci topluluğun bu dinî an­ layışa paralel olarak teessüs etmiş olan aile kurulu­ şu, aile h u k u k u , ekonomi vb. b a k ı m l a r m d a n başka cepheleri de v a r d ı r " ki, ancak b u n l a r m hepsinin b i r arada meydana çıkması hâli, eski Türk dinî inancı­ nın totemcilik olduğunu kabule bizi sevk edebilir. Totemci ailede a n a h u k u k u câridir. Türk ailesi i s e «pederî» k a r a k t e r taşımıştır. Klan'da akrabalık totem bağı üzerine d a y a n m a k t a iken, Türklerde kan akrabalığı temel teşkil eder. Klan'da mülkiyet ortak­ lığı j T İ r ü r l ü k t e olduğu hâlde, Türk ailesinde ferdî mülkiyet büsTİk rol oynar**. Totemli klanda ekonomi «parîîzit» vasıf taşır, yâni devşirmeye ve avcılığa da­ yanır. Halbuki Türk ekonomisi daha ziyade hayvan yetiştirme ve t a r ı m üzerine k u r u l u d u r . Totemciliğin özelliklerinden biri de h e r k l a n m b i r toteme sahip olmasıdır, yâni totemsiz «klan» mevcut değildir. Türklerde ise «ata» kabul edilen ha5rvan sayısı tek­ tir: Kurt. Eski çağlarda T ü r k âiIe ve soylarının ayrı ayrı t o t e m - a t a l a n m n b u l u n d u ğ u n a dair b i r ize tesa­ düf edilmemiştir. Kurt efsanesinin Türklerde b i r um.umîlik göstermesinin, kurt'un totem olmasından ziyade, bozkırların korkulu b i r hayvanı olarak, bil­ hassa hayvan sürüleri için büjöik tehlike teşkil et­ mesi dolayısıyla, ona karşı duyulan korku i l e karışık bir saygı hissinden ileri geldiği anlaşılıyor. Diğer ta13 Tafsilen bk. Z.F. Fındıkoğlu, Türk Aile Sosyolojisi, H u k u k Fak. Dergisi, 1946, s. 254 vdd.; M. Tapla­ macıoğlu, aynı eser, s. 63-69. 14 B u hususlarda bk, î . Kafesoglu, Türk Millî Kültü­ rü, 1977, indeks.

ESKİ TÜRK DİNİ

15

raftan, k u r t efsanesinin Türk kütleleri için toplayıcı vasfa sahip oluşu, klan'ları Ijirbirinden ayıran, bir­ biri ile karşı karşıya bırakan totem'in fonksiyonuna aykırı düşmektedir'^ Totemci klan'da herkes aynı ad­ la -totemin adı ile- anıldığı hâlde, Türkler çok kere kurt'un asıl ismini bile söylemezler. Türkçede kurt' un gerçek adı «böri»dir. Türkler b u n u n yerine, kü­ çük bir haşere olan «kurt»u kullanmışlardır. Bu da herhalde «böri»ye karşı duyulan saygı-korku hissin­ den ileri gelmektedir. Tekrar edelim ki, b u d u r u m adı anılmayan hayvana «dinî» bir mahiyet izafe et­ mek demek değildir. Türklerde k u r t pek aziz, saygı değer bir mahluk sayılmış ise de, kendine tapılmamıştır. Tabgaçlardaki (M. 3-6. yüzyıllar) kurtla alâ­ kalı mağara kültü Gök-Türklerde «atanın yaşadığı yer»in ziyaret edilmesi ve orada törenler yapılması'^ kurt'un vücudu ile değil, fakat mazinin karanlıkları­ na karışmış felâketli günlerin, k u r t ' a saygı duygusu 15 Geçe» yüzyılın sonlarına doğru tesbit edildiğine göre Kazak-Kırgızlarda, Kızıl-Kurt, Ak-böri, Tanaboğa vb., Türkm eni erde Teke, Öküz, Özbeklerde Kulan (Yabani a t ) ; Uygurlarda Boğa-sığu- vb. gibi topluluk a d l a n yaşıyordu. Bunlarda kuvvetli bir Moğol tesiri aramak yerinde o l m a k l a beraber, Türk târihinin m a z i s i n e doğru gittikçe azalmakta olan bu tür isimler, Gy, N e m e t h ' e göre, totem cilikle ilgili değildir, zira eski Türk ad v e r m e usu­ lünde totemci hatıralara h e m e n hiç rastlanma, maktadır. (Gy. N e m e t h , A. h o n f o g l a l o . . . , s. 70 vd). 16 Bk. W. Eberhard, Çinin Şimal K o m ş u l a n , s. 8Q86 vd.

16

İBRAHİM KAFESOĞLU

ile örülmüş hatıraları ile ilgilidir". Nihayet, yalmz totemde değil, toteme bağlı b ü t ü n insanlarda, b ü t ü n varlıklarda bulrmduğuna inanılan ve dokunduğu herşeyi kutsallaştıncı «mana» adlı (kelime Melanezya dilinden a h n m ı ş t ı r ) gizli bir kuvvet tasavvurunu ih­ tiva eden totemcilikte", r u h u n ölmezliği, atalar ruh­ ları, o bir dünya düşünceleri olmadığı hâlde, eski Türklerde, bir «mana» telâkkisi hiç yer almadığı gi­ bi, aşağıda göreceğimiz üzere, kâinat ruhlar dünyası olarak t a n ı n m a k t a , ata ruhları için adaklar sunul­ makta, k u r b a n l a r kesilmektedir. Tös denilen put'lar da t o t e m «Şuringa»Ian değil, daha ziyade ata ruhla­ rının timsalleridir". İlâve edelim ki, herhangi bir toplulukta bazı jıayvanlara «saygı» duyulması, o topluluğun totemci «klan» dan ibaret olduğuna delil sayılinamaktadır. 17 Benzer gelenekler eski Roma'da da vardı. Bilin­ diği gibi Roma'nm kuruluşımda rol oynayan dişi kurt'un mağarası ö n ü n d e h e r yıl törenler yapılır­ dı (Lupercale şenlikleri). 18 Türklerde totemciliğin varlığını d ü ş ü n e n Ziya Gö­ kalp b u «mana» ile Türk «kut» kavramını birbiri­ ne karışmıştır. Bk. Türk Medeniyeti Târihî, s. 33). Eski Türklerde «kut» kavramı için bk. î . Ka­ fesoglu, K u t a d g u Bilig ve K ü l t ü r Tarihimizdeki yeri, Târih E n s t i t ü s ü Dergisi, sayı 1 (1970) s. 20-27. 19 B u n o k t a A. î n a n tarafından da belirtilmiştir (Tâ­ rihte v e B u g ü n Ş a m a n i z m , s. 42 v d ) . Yukarıda ba­ his k o n u s u edilen altın put, H u n l a n n dinî ile Ugiîi olmayıp, Çin sarayından getirilmişti (K. Shiratori, On t h e Territory.. T o y o B u n k o , 1930 ş. 61). H u n hükümdai- soyımun da «ejder»le bir alâkası y o k t u (De Groot, ayn. eser. s. 59, 103).

ESKİ TÜRK DİNİ

17

Nitekim Zerdüşt dininde inek ve köpek kutsaldır. Bazı Hindu dinlerinde hayvan öldürmek yasaktır. Eski Mısır dini ha5^ana t a p m a şeklinde idi: meşhur Apis öküzü herkesçe m a l û m d u r . Mısır'da timsah ve kartal'a da tapılırdı. Aşağı Mısırda köpek aynı du­ r u m d a idi. Bu «tanrı» hayvanları öldürmek, idamı gerektirirdi. Eski Yunan inancına göre «yer-altı» nı üç başlı bir köpek (Kerberos) beklerdi^". Fakat Başkırtlarda, Oğuzlarda görülen, bilhassa avcı kuşlarla ilgili «ongun» meselesi nasıl açıklana­ caktır? Türklerde totemci dinin varlığını kabul güçlüğü karşısında, gerçek bir totemciliğin izleri sayılabile­ cek olan bu hususu herhalde komşu kavimlerin te­ sirinde a r a m a k icap edecektir. Başkırtlardaki durum­ da «Ural»lı toplulukların tesirleri düşünülebilir. Altaylıların en batısında o t u r a n ve y u r t l a n Urallı (Fin-ugor) kavimlerinkine en yakın bulunan Başkırtların, özellikle, aslî kısmını Fin-ugor kütlelerinin meydana getirdiği Macarlarla, h a t t â ihtimal etnik yönden, sıkı alâkası mevcuttur. Bu itibarla Başkırtların menşe bakımından Altaylı ( T ü r k ) mı veya Ural­ lı mı oldukları henüz açıklığa kavuşmamıştır^'. 20 Bk. A S c h i m m e l . Dinler Tarihine giri.ş, 1958, An­ kara, s. 50 vd.; E. Peterich, Küçük Yunan Mitologyası (Türk. tere.) 1959, Ankara, s. 55. 21 Şimdilik bk. Gy. N e m e t h , A h o n f o g l a l o . . . , s. 299315; V. Minorsky, Hudûd'ül-Âlem, 1937, s. 318 vd.

18

İBRAHİM KAFESOĞLU

Oğuzlara gelince, bunlardaki totemcilik izlerinin Moğollarla ilgili bulunduğu daha sarih görünmekte­ dir. Moğollar hakkındaki araştırmaları ile t a m n m ı ş B.Y. Vladimirtsov'un: «Eski MoğoUarda totemizme ve t a b u y a dâir m a l û m a t yok gibidir. Bununla bera­ ber Gizli Tarih'e göre Cengiz'in m e n s u p olduğu ka­ bilenin kökü börte-çino (Bozkurt) ve Goai Maral (güzel Maral) idi. Fakat bu m a l û m a t eski Moğol­ ların totemleri hakkında söz söylemek için kâfi de­ ğildir»" demesine rağmen, Moğollarda totemciliğin mevcudiyeti h u s u s u n d a kanaat uyandıran b a ş k a de­ liller de vardır. Moğol aile tipinin ana h u k u k u n d a ol­ ması, aslında bir orman kavmi olan bu topluluğun iktisadiyatı esasının parazit ekonomiye dayanması ve mülkiyette ortaklık b u fikri desteklediği gibi, «on­ gon» ( t o t e m ) telâkkisi^ de b u n u gösterir. Bizzat Vladimirtsov, Moğol devri tarihçisi Reşîd'üd-din'den naklen, Cengiz Han'ın, Ba'arin kabilesinden bir şahsı (tıpkı at ve digeı hayvanların ongon olarak başı boş bırakılm.ası gibi) ongon diye âzat ettiğini, hiç kimse­ nin ona dokunamadığını kaydetmektediı-**. B u r a d a kullanılan «ongon» tâbiri meselenin çözülmesi bakı­ mından m ü h i m d i r . Kelime, yukarıda da zikredildiği üzere, ihtimal Türkçe ong (sağ, doğru, u ğ u r ) kökün22 B.Y. Vladimirtsov, Moğolların İçtimai Teşkilât?, (Türk. t e r e , TTK) 1944, Ankara, s. 84. 23 Gy. N e m e t h , A h o n f o g l a l o . . . , s. 68 vd. 24 B.Y, Vladimirtsov, aynı eser, s. 80 vd.

ESKİ TÜRK DİNİ

19

den" türemiştir. Fakat «totem» m â n a s m ı ifade eden terim olarak yalnız Moğolcada yaşamış olup, Türk dillerinde mevcut değildir. Bu tâbire ne Gök-Türk metinlerinde, ne Uygurcada, ne de DLT'de rastlan­ m a m a k t a d ı r " . Oğuz b o y l a r m a «ongen» olarak göste­ rilen «kuş» 1ar da DLT'deki Oğuz b o y l a n listesinde yer almamış, yalnız boy a d l a n ile damgaları kayde­ dilmiştir". Oğuzlara âit totem-kuşlar, ilk defa, Mo­ ğol devrinde 14. yüzyıl başlarında, Reşîd'üd^din'in Câmi'üt-tevarih'inde karşımıza çıkar. Osmanlı padi­ şahı II. Murad çağı müelliflerinden Yazıcı-zâde'nin Târih-i âl-i Selçuk'u ile, eserini 17. j'-üzjnim 2. yarı­ sında yazmış olan-Ebû'l -Gazi B a h â d u r Han'ın Sece re-i Terâkime'sinde b u «ongon»lar belirtilmiş ise de-bu iki eserin Câmi'üt-tevârih'ten faydalandığı bilin­ mektedir. Diğer taraftan koyu bir Müslüman olan î b n Fadlan da 10. yüzyıl Oğuzlarının ne «kutsal» kuş­ larından, ne de totemciliği hatırlatan herhangi bir âdetlerinden bahsetmemiştir^. Oğuz d e s t a n m d a da 25 Bk. DLT, (neşr. B. Atalay), I. s. 41-3.5; A.V. Gabain, Alttürkische Granunatik, Leipsig, 1950, Glossar. 26 Moğol Buryat'Iarda hâlâ kullanılmakta olan ongon tâbiri (A. î n a n , Ş a m a n i z m , s. 46), Türkçe değil, Moğolcadır (bk. G. Doerfer, Die t ü r k i s c h e und m o n g o l i s c h e e l e m e n t e i m N e u p e r s i s c h e n , Weisbaden, II, 1965, s. 390. 27 Bk. DLT. I, s. 55-58. 28 Bk. F Sümer, Oğuzlar, s. 268 deki liste v e ayrıca, Şecere-i Terâkime, tıpkı basım' ( T D K ) , 1937) s. 24b25b. 29 İbn Fadlan S e y a h a t n a m e s i , s. 62 vd.

20

İBRAHİM KAFESOĞLU

bu m â a a d a bir işarete rastlanmaz. Destaada zikredi­ len altm tavuk - gümüş tavuk, ak ko5Tin - k a r a koyun sözleri^, eski Türk ekonomisinde çobanlık ve çiftçi­ liği sembolize etmekte olup, kutsallık ve t a p ı n m a ile ilgili bulunduğuna dair herhangi b i r belirti yoktur. Bunların yanında -totemcilikle ilgilendirilmemek üzere- kartal inancmm m ü h i m yer t u t t u ğ u görülmek­ tedir. Altaylarda, M.ö. 3. bin s o n l a n olarak tarihl»nen K u r o t kurganı içinde b i r k a r t a l pençesi bulımmuştur". Yine Altaylarda M.ö. 4-3 yüzyıldan kalma Başadar kurganında bir k a r t a l işareti ele geçmiş, ay­ n c a Tuna Bulgarları k a b a r t m a l a r ı n d a (7.-8. yüzyıl­ lar) çift başlı k a r t a l tasvirine ve Peçeneklere âit (10. yüzyıl başları) altm kaplar üzerinde k a r t a l motifine rastlanmıştır''. 1958 yılında Orhun kitabeleri bölge­ sinde yapılan arkeolojik kazıda b u l u n m u ş olan Kül Tegin'in niermer b ü s t ü n d e serpuşun ö n tarafını kap­ layan, k a n a t l a n açık kartal tasviri dikkat çekicidir^. Kartalın Yakutlarda da «saygı dujrulan» kuşlardan olduğunu y u k a n d a görmüştük. Abakan ki5alannda o t u r a n Beltirlerde bir tören için k a r t a l ö l d ü r ü l ü r ki, b u kartal ruhlar tarafından gönderilmiştir. KazakKırgızlarda da benzer telâkkiler vardır'*. Herhalde 30 Oğuz Kağan Destanı, (neşr. W. Bang • R.R. Arat) İstanbul, 1935, str. 31-33. 31 B. Ögel, İ s l â m î y e t t e n Önce Türk-Kültür Târihi, ( T T K ) , 1962, s. 17. 32 B. Ögel, aynı eser, s. 38, 262, 280, 287. 33 L. Jisi, Kül-Tegin Anıtında Arkeoloji Ara^tırmalan. Belleten, sayı 107, 1963, s. 408, r e s i m II. 34 A. İnan, Şamanizm, s. 55, 82, 136, 142.

ESKİ TÜRK DİNİ

21

Türklerde çok eski bir kartal k ü l t ü n ü n mevcut ol­ duğu anlaşılıyor. Araştırıcılara göre, kartal güneş (daha ziyade Gök) t a m ı n ı n sembolü sayılmış olma­ lıdır''. Yuvasmı sarp vadilerde yalçm kayalar üzerine yapan ve çok yükseklerde uçabilen kartalın böyle te­ lâkki edilmesi kuvvetle ihtimal içindedir ve bu te­ lâkki eski T ü r k bozkır hayatında şüphesiz bir yeri olan avcılık dolayisiyle derece derece öteki bazı avcı kuşlara da t«şmil edilmiş olabiür.

35 M. Eliade, Le c h a m a n i s m e et les t e c h n i g u e s arc-

lıaigu«s de rextaM, Paris, 1951, s. 78 vd; A. tnaa, Ş a m a n j z m , s. 46.

II Eski Türkler Şaman mı idiler? Bozkırlar sahasındaki dinî i n a n ç l a n n samanlığa bağlanması âdet hâline gelmiş gibidir. B u n a göre, eski Türk dininin ana vasfını da samanlık teşkil eder. Bu k a n a a t geçen yüzyılın ikinci y a r ı s m d a n itibaren Orta Asya Türkleri (başlıca Altayhlar ve Yakutlar) arasında, özellikle W. Radloff, AV. Seraşevskiy ve V. Verbitski, A. Anohin vb. gibi Rus a r a ş t ı n c d a r m yaptıkları tesbitleı^ sonucunda hasıl olmuştur. Bu ş a m a n Türklerin kozmogonisine göre, esas itibariyle, t a n n l a n n en yükseği, insan-oğullarmın atası olan Tengere Kayra H a n (veya Bay Ülgen) «kişi»yi ve bvmun aracdığı ile de yeryüzünü, d a ğ l a n , vadileri yzuatmış, kişi'nin kendisi ile mücadeleye gi­ rişmesi üzerine, ona Erlik a d ı m vererek ışık diya­ rından yeraltına atmış ve yerden dokuz daUı b i r ağaç büyüterek, h e r dalında b i r cins insan yaratmıştı!^. Samanlık inancına göre, kâinat üst-üste k a t l a r d a n k u r u l u d u r . Katlar muayyen şeylerle birbirinden ay­ rılmıştır. B u n d a n dolayı ş a m a n «san'atım icra eder­ ken» b i r k a t t a n diğerine geçmek için b ü y ü k kuvvet sarfına m e c b u r kalmaktadır. Y u k a n d a 17 kat vardır ki, ışık âlemini teşkil eder. Aşağıda 7 veya 9 kat da 36 Tafsilen bk. W. Radloff, Sibirya'dan (Türk. tere.)

1956, II. 1, s. 5, vdd; A. i n a n , Şamanizm, s. 19 vd.

ESKİ TÜRK DİNİ

23

karanlıklar dünyasıdır. İnsanlar b u iki âlem arasmdaki yeryüzünde o t u r u r l a r . Koruyucu b ü t ü n iyi ruh­ lar, k a h r a m a n l a r ve tanrılar ışık dünyasmda, zararlı ruhlar ve kötiUük tanrıları karanlıklarda yaşarlar. Gök'ün en üst katında bir altm t a h t üzerinde oturan Bay Ülgen'in 9 kızı ve 9 oğlu vardır*^ v b . . . Fakat bu nakledilenleri Türklerin asıl inançları saymakta acele edilm'emeüdir. Çünkü önce, Radloff un da belirttiği gibi, b u hususlarda anlatılanlar o ka­ dar çeşitlidir ki, b u n l a r d a n gerçek inanışa yakın ola­ nını bile tesbit etmek son derecede güçtür. İkincisi, d ü n y a n m ve insanın yaratılışı ile ilgili bu rivayetle­ rin hemeîı hiçbirisi orijinal, yâni şaman Türklerin kendi düşüncelerinin mahsulü değildir. Bunlar, çe­ şitli dinlerden gelen tesirlerin birbirleri ile karma­ karışık şekilde örülmesinden meydana gelmiş bir ta­ savvurlar k a o s u n d a n ibarettir. Rivayetlerde geçen özel isimler (birkaçı m ü s t e s n a ) , meselâ, kuday, kurbustan, k ö r m ö s , maytere, mangdaşire, m a t m a n vb... yabancıdırlar, Âdem-Havvâ ve yasak meyve hikâye­ sini andıran motiflerle bazı terimler (meselâ, t a m u : cehennem) de böyledir. Bunlara «kıyamet» ve «Tu­ fan» rivayetlerini de ilâve etmek lâzımdır^'. Mütehassıslannca belirtildiği üzere, b u Orta Asya riva­ yetleri, Hind, Iran, Yunan, Yahudi efsaneleri ile 37 Bk. not, 36. Türklerin h a k k m d a Mısırlı Türk E b u b e k i r (Ölm. 1331)'in aynı eser, s. 21. 38 B u yabancı rivayet ve aynı eser, s. 22, 25.

«ilk babası»nm yaratıbşı asıllı tarihçi Aybeg oğlu rivayeti için bk. A. İnan, isimler için bk. A. İnan,

24

İBRAHİM KAFESOĞLU

-belki eski Türk telâkki ve menkıbelerinden bazı kı­ rıntıların da katıldığı- ve Moğol devrinde peydahla­ n a n b i r t a k ı m hikâyelerin k a n ş m a s ı n d a n doğmuş ol­ dukları için", b u n l a r d a n Altaylı ve Yakut şamanlığmdaki hakikî tasavvuru, yâni şaman Türk'ün kendi «dinî» düşüncesini bulup çıkarmak hemen hemen im­ kânsız görünmektedir. Bu b a k ı m d a n en ciddî teşebbüse, dünya saman­ lığının kudretli araştırıcılarından biri olan M. Eliade'nin eserinde rastlamaktayız*. Büyük eserinde Orta -ve kuzey Asya toplulukları sihri- dinî hayatının da­ ha ziyade «şaman» etrafında merkezîleştiğini kayde­ den müellif, ancak b u n u n b ü t ü n dinî feıaliyetler icra­ cısının ş a m a n olduğu mânasına gelmediğini, birçok yerlerde tanrılara k u r b a n sunucuların şaman olma­ dığını, h a t t â aile reislerinin bile bu işi yapabildikle­ rini, ayrıca, sihrî-dinî hayat samanlıktan ibaret bulunmadığındam, her sihirbazın «şaman» sayılmadığı­ nı ve, samanlıkta hastalara şifa vericilik esas unsur­ lardan olmakla beraber, her şifa sunucu (medicinem a n ) n u n da şaman'lıkla vasıflandınlamayacağım be­ lirttikten sonra, samanlığı kısaca «vecd ve istiğrak (extase) tekniği» diye tarif eder. Bununla b e r a b e r dinler tarihinde ve din etnolojisinde görülen çeşitli «vecd» hallerinin hepsi de vecdin şamanik tekniğine dahil edilmiyor. Eliade'ye göre, şaman, herşeyden önce, kendi özel usulleri sayesinde ulaştığı «estase» 39 Krş. A. î n a n , aynı eser, s. 13, 21, 25. 40 Mircea Eliade, Le c h a m a n i s m e et les techniques arclılques de r e x t a s e , Paris ( P a y o t ) , 1951.

ESKİ TÜRK DİNİ

25

hâli içinde r u h u n u n , göklere yükselmek, yeraltına inmek ve oralarda dolaşmak üzere, bedeninden ay­ rıldığım hisseden bir aşkın (transe) ustasıdır. Bu esnada bir âlet d u r u m u n a düşmekten uzak, ve tersi­ ne olarak, kendisi r u h l a n h ü k m ü altına alarak, ölü­ lerle, tabiat r u h l a n (cinler, periler) ile ve şeytanlar­ la bağlantı k u r m a ğ a muvaffak olur. Ateş üzerinde hâkimiyet kurması, hastalanan ( r u h u ç a l m a n ) kim selere şifa vermesi, ölülerin arzularmı yerine getire­ rek zararlarmı önlemesi, dertli i n s a n l a n n şikâyet ve dileklerini arzetmek üzere, gökteki ve yeraltındaki tanrıların yanına giderek aracılık yapabilmesi böy­ lece m ü m k ü n olmaktadır. Bu özellikleri ü e topluluk üzerinde korku ve saygı uyandıran ve «dinî» otorite k u r a n şaman, vasfını ve kaderini bildiği insan ru­ hunun mütehassısı olarak, topluluk maneviyatının düzenleyicisi d u r u m u n d a d ı r . Fakat fonksiyonu umu­ mî sihrî-dinî inançlardaki temsilcilerin ölçüsünde şü­ mullü değildir. Ruhun vasıtasız olarak m ü d a h a l e et­ mediği, h a s t a h k ( r u h u n kaybolması) veya ölüm veya bir talihsizlik bahis k o n u s u olmadığı, yahut bir kur­ ban s u n m a töreninde herhangi bir «extase» tekniği­ nin (gök'e veya yeraltına seyahat) yer almadığı hâl­ lerde şaman için yapılacak iş yoktur. Hayat şaman'ın müdahalesi olmaksızın devam eder*'. Halbuki Asya bozkırları ssıhasında ysışayan top­ lulukların türlü dinî inançları vardı. Meselâ GökTürkler ateş'in kutsallığma inamrlardı. 568 yılmda Bizans elçisi Zemarkhos, Orta Asya'da Batı Gök-Türk 41 Tafsilen bk. M. Eliade, İBdex.

26

İBRAHİM KAFESOĞLU

sınırına vardığı zaman, Türkler o n u ve arkadaşlarını ateş alevleri üzerinden atlatmak suretiyle, kötü ruh­ lardan temizlemişlerdi*^. Aynca ocağa tazim, bir kült hâlinde gelişen «ata»lara saygı; yeryüzündeki tabiat parçalarından herbirinin b i r «ruh»a sahip olduğu düşüncesinden dolayı dağ, tepe, kaya, vâdi, ırmak, su kaynağı, ağaç, o r m a n , demir, kılıç vb. ruhlarına inamş (Yer-su'lar); güneş, ay, yıldız," yıldınm, gök gürültüsü, şimşek gibi tabiat-üstü güçler tasavvuru bozkır Türklerinin inançları arasında idi. Ruhlar iyikötü (iyUik seven ve kötülük yapan) olmak üzere iki grupa ayrıldığı gibi, «Umay» adı verilen a y n bir «kutsal güç» vardı'". Orhun kitabelerinde Türklerin faydasına çalışan manevî kuvvetler olarak Yer-su'lar tâbiri oldukça sık geçer ki, b u da Gök-Türk çağında Türk topluluğunun 42 Menandros'taB naklen: A m a g y a r o k elödeiröl e s a hoDİoglalasrol, B u d a p e ş t , 1958, s. 44 v d . Gök-Türk­ lerin ateş'e tazim ettikleri: Th. S i m o k a t l e s ' d e u naklen (R. Grousset, L'Empire d e s s t e p p e s , 1941, Paris, s. 129). S o n zamanlarda Türklerdeki a t e ş ve o c a k kültü h a k k m d a bk: A. İnan, aynı eserler; s. 66-71. Ancak daha önceki devirlerde Türklerde bahis k o n u s u e d i l m e y i p ilk defa Gök-Türklerde ortaya çıkan a t e ş kültünün trani bir din olan Mazdeizm'in tesirinden d o ğ d u ğ u v e hattâ a y m çağ­ larda D o ğ u Gök-Türklerince bile bUinmediği ha­ tırlatılmaktadır. ( B k . R. Giraud, L'Empire des Turcs c â e s t e s , 1960, Paris, s. 101 v d . ) . 43 Aslen Türk olmayıp, sonradan Hind-Iran îtikad m d a n intikal e d e n ve a s h «Hümâ» olan U m a y için g e n i ş bilgi: A. İnan, aynı eser, s. 35.39.

ESKİ TÜRK DİMİ

27

«kutsal» (kitabelerde: iduq) saydığı yeryüzü avarı­ zını da ayrı birer «ruh» u n varlığını kabul ederek onların yardımcı, iyilik sever kuvvetler olduğuna inamldıgım ispat eder. Bunlar arasında en mühimleri: dağ, orman ve ağaç, ateş ve ocak kültleri idi'". Uygurlardaki «Kutlu Dağ» efsanesi*' ile Gök-Türklerde başkent bölgesi «Ötüken»in kutsal yer olduğu telâk­ kisi** b u n u n tipik örneklerini teşkil eder. Asya H u n l a n ilkbaharda (Mayıs ortalarında) Lung-ç'eng bölgesinde yer-su'lara k u r b a n sunarlardı. Tan-hu ( H u n h ü k ü m d a r ı ) gündüz güneşe, gece do­ lun aya tazim ederdi. Hunlar, Gök-Türkler, Uygur­ lar yapacakları işte b a s a n şansını ayın, yıldızlann hareketleri ile kontrol ederlerdi. Tabgaçlar da, Hun­ lar gibi, ilkbahar ve sonbaharda atalara k u r b a n ke­ derlerdi ve t a p m a k yeri olan bir «taş-ev» içinde sun­ dukları k u r b a n d a n sonra, civara kayın ağacı diker­ lerdi ki, bmılardan kutlu o r m a n meydana gehrdi*'. Gök-Türkler 5. ayın 2. yarısında Gök-Tann'ya ve ata­ lara, kurt-ata mağarasının ö n ü n d e tanrılara kurban­ lar takdim ederlerdi. Ölüm hâlinde yas törenleri ya­ pılırdı, m a t e m sırasmda saç-baş dağıtılır, yüz ve ku­ laklar bıçakla çizilerek kan akıtılırdı. Bundan sonra yemek vermek âdet hâlinde idi. Hunlarda, Gök-Türk44 Bk. A İnan, aynı eser, s. 48-71. 45 Çin kaynağı Yuan-Shi'den naklen, B. Ögel, SinoTurcia, 1964, Taipei, s. 11 vd; Daha bk. Cuveynî, T â r i h i Cihanguşa I. (GMS, 1912). s. 45. 46 Kül-Tegin Kitabesi, doğu, str. 23. 47 W, Eberbard, Çinin Ş i m a l Komşuları, s 80.

28

İBRAHİM KAFESOĞLU

lerde, Uygurlarda ve Oğuzlarda ölünün tertiplenen b u törenlere «Yoğ» denirdi*'.

hâtırasına

Türk h ü k ü m d a r l a r ı ve k a h r a m a n l a r ı öldükleri zaman kabirlerinin b a s m a , hayatta iken savaşıp öl­ dürdükleri t a n m m ı ş kimselerin sayısı kadar, insan biçiminde yontulmuş taş (balbal) dikilirdi*. Ayrıca, Orta Asya'dan Tuna kıyılarma k a d a r uzanan bozkır­ larda yaygm şekilde görüldüğü üzere, taşnene'ler (gö­ bek hizasmda tutulan sağ elde and kadehi taşıyan kaba taş heykeller) vardı^. Zikrettiğimiz bu inançlar, «semavî» dinler sis­ temlerine girmeden önceki hemen b ü t ü n Türk top­ luluklarında u m u m î d i r ve görüldüğü gibi, geçen yüz yılın sonlarına kadar, h a t t â zamanımızda bile, s t mavî veya «yüksek» dinlerin çerçevesi dışında kaV 48 Eberhard, Çinin Şimal K o m ş u l a n , s. 77, 87 vd; H.N. Orhun, Eski Türk Y a a t l a n I, 1935, s. 52, 70; Menadros'da «dokhia» ( y o ğ ) , bk. A. magyıırok elödeiröL. s. 50. Atilla için yapılan Y o ğ (Yordancs'dcn naklen: B. Szasz, A H u n o k tört^nete..., Budapcşd. 1943, ». 363 vd.; Altheim, Atilla e t les H u n s , Paris, 1952, s. 192 v d . ) ; F. S ü m e r , Oğuzlar, s. 404 vd. 49 Balbal d i k m e âdeti Türklerden Çin'e de geçmişti. T'ang imparatoru Tai-tsung'un m e z a n b a s m a diki-' len balballar için bk A.D. Graç, Tuva'da E s M Türk HeykeUeri ( t a m t m a ) , Türk Kültürü, sayı 47 (1966), s. Î.47. 50 BalbaUar, taşnene'ler ve Türk heykelleri h a k k m d a t o p l u bilgi: B. Ögel, t s l â m i y e t t » ı ö n c e T ü r k K ü ^ tür Tarihi, s. 131, 136, 146, 166, 169. 196, 201 vd, 263, 296, vd. vb.

ESKİ TÜRK DİNİ

79

/niş, başka büyük Türk ve dünya kültür cersyanlarının tesirinden uzak düşen kuzey-doğu Asya bölge­ sindeki Yakutlarla, Altay dağlarının kuytuluklarında oturan Türk zümreleri arasında varlıklarını muha­ faza etmiştir. Ancak bu dinî mahiyetteki inanışlar­ dan hiçbiri şamanizme dahil değildir. Yukarıda be­ lirtildiği gibi, bir inancın şamanik k a r a k t e r taşıması için, gayesi tanrılarla bağlantı k u r m a k olan ruhî «mîraç»m temel prensip teşkil etmesi ve yine saman­ lığa mahsus «extase» ın tatbik yeri bulması lâzımdır. Samanlıkta r u h u n uçuşu (göklere 5aikselmesi, yeraltlarma inmesi) ile '