145 91 13MB
Turkish Pages [165] Year 1985
ANKARA ÜNIVERSITESI ILİIIIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI NO;
İ SLAM KURUMIARI YAR İ N İ
Doç. Dr. İSMET KAYAO ĞLU
168
ANKARA ÜNIVERSITESI ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI. No:
İ SLAM KURUMLARI TARIHI
Doç. Dr. İSMET KAYAO ĞLU
168
1. Baskı : Ankara 1980 2. Baskı : Ankara 1984
ANKARA eNIVERSITES İ BASIMEV İ ANKARA-1 9 8 5
IÇINDEKILER ÖNSÖZ
5-
İSLAM MEDENİYETİNİN DOĞUŞU
9- 16
8
1- Halifelik
17- 39
2- Hukuk Kurumları
40- 44
3- Ordu
45- 61
4- Berid (islâm Devletlerinde Haberle şme)
62- 75
5- Beytülmâl (Hazine)
76- 82
6- Toprak Yönetimi ve Tarım
83- 95
7- Ticaret Hayat ı
96-115
8- Şehirlerin Kuruluşu, Şehir Hayatı
116-121
9- Eğitim ve Öğretim Kurumlar ı
122-129
10- Fütüvvet ve Al-inik
130-140
11- Vakıflar
141-148
Bİ BLİYOGRAFYA
149-152
I- Genel Nitelikte Kitap ve Makaleler
149-150
II- Konulara Göre Kitap ve Makaleler
150-152
DİZİN
153-162
ÜNSÜZ
İslam Medeniyeti, şüphesiz kaynağını bir ilahi dinden alan medeniyettir. Yani din olmasayd ı bu medeniyet de do ğmazdı. İslam dininin yayılması ve birçok kavim ve milletleri içine alması, onların bu yeni dine heyecanla sar ılmaları, üzerinde duraca'ğ'unız gibi, gelenek ve görenekleriyle birlikte birçok fikri ve maddi katkıları, yeni bir medeniyetin do ğmasına sebep olmuştur. Bilindiği gibi islam Dini Hicaz topraklar ında doğmu ştur. Bu dinin yarattığı Klasik İslam Medeniyet! ise, doğduğu topraklardan bir tak ım tesirler alarak, daha sonra büyük fetihle': tamamlanınca, tam hüviyetini göstermiştir. İslam Medeniyetini iyi anlamak için, diğer medeniyetlerden belki daha fazla, ilk İslam topluluğunun içinden çıktığı ortamı ; İslam öncesi toplum içindeki etkilerini bilmek gerekir. Bunun yanında, Islam'ın kutsal metinlerini (Kur'an ve Hadis), İslamidan önceki Arabistan' ın dili ve geleneklerini de bilmelidir. islam Peygamber i'nin doğup, büyüdüğü, dinini yaydığı ortamı kavramak ve onun İslam temelleri üzerine kurduğu site - devleti anlamak son derece zorunludur, islamın iman esasları nasıl müntesipleri aras ında bir maşeri şuur meydana getirip ve inananlar aras ında yakınlaşmayı doğuran «iman birli ğini» ortaya koyuyorsa; islam ın şartları da, İslam medeniyeti için bir tak ım maddi temeller hazırlamıştır. Yani bu sonuncu için örnek verilirse, camiler ve medreselet islam ın emrettiği şeyleri yerine getirmek, hamamlar yasakladiğı şeylerden kurtulmak için müslümanların hayatlarına giren şeylerdir. Zaten İslam ülkelerine, şehirlerine mührünü vuran bu değil mi? 5
Ikinci bir husus Islam Medeniyetinin tek bir şekil ve renk( altında görülmemesidir. Islam Medeniyeti yalnızca Arap medeniyetinden ibaret olmayıp, özellikle Abbasile r'le birlikte çeşitli milletlere mensup müslümanlar ın bu medeniyete yeni şekil ve renkler katmalar ı dikkati çeker. B iz an sla ve S a s a n il le r'le olan temaslar, eski Ön - Asya'n ın sosyal ve teknik (mesela tar ımla ilgili bilgiler) miras ı, idarede benimse nen kurallar vs. yeni Islam toplumunun yap ısında yer alan unsurlar olmuştur. Tür k 1 e r'in Islam dünyasına yavaşca nüfuzu ile, Abbasi Imparatorluğunun ve onun eyaletlerinin fizyonomisinin nas ıl değiştiği bilinmektedir. Islam Dünyasmda iktidara sahip olan Türkler, S e 1 ç u k 1 u 1 a r zaman ında Anadoluyu, Osmanlılar zamanında Balkanlar' aldıklarında, Islam toplum yap ısının, yeni gelenek ve göreneklerden ne denli etkilendi ği, birçok yerde uzmanlarca ifade edilmi ştir. Batı'da Türklerin Orta - Do ğu'ya gelmesinden sonra Islam Medeniyetinin çöktüğü veya bu devirden sonra parlak dü şün• ce alcunlan ve bilginlerin yeti şmediği yazılmıştır. Halbuki Türkler Orta - Doğu'nun yalnız bir bölümünde siyasi otoriteyi ele almışlardır. Selçuklu sultanlan halifelere sayg ılı olmuşlar, kendileri halife olmak istememi şlerdir. Art ık bütün müslümanları idare eden bir devlet yerine, mahalli birkaç devletin ortaya çıkışı , zaten bir bakıma Abbasi imparatorlu ğunun genişliği karşısında kontrolün kaybedilmesinin zorunlu bir sonucu olmuştur. Bir süre sonra yeni kurulan devletlerde -mesela, F at ı mile r, Memlûk ler- filmin ve fennin geri olduğunu söylemek, hele Anadolu Selçuklar ı hakkında böyle bir yargıda bulunmak son derecede haks ızlık olur. Oysa Ortaçağdaki bu müslüman devletlerinin kültürel ve teknik seviyeleri Ortaçağ Avrupas ından daha üstün idi. Tarihte duraklama dönemi geçirmeyen ve eksi ği bulunmayan bir medeniyet yoktur. Islam medeniyetinin doğmasını hazırlayan sebepler ortadan kalk ınca uzun bir duraklarnadan 6
sonra Klasik Islam Medeniyetinin sönükle ştiği görülmektedir. Bunda, sözgeli şi, medreseler kurulduktan sonra art ık klasik kitapları!' nesiller boyunca okunup, tekrar edilmesi; fikri konularda gayet kesin kurallarla s ınırlanılıp yeni durumlar için yeni fikir ve çözümler aranmamas ı, Islam Dünyas ının tarım ve ticaret kaynaklar ının gelistirilmemesi gibi hemen burada anabileceğimiz hususlar akla gelmektedir. Şimdi elinizdeki kitab ın yazılış sebebi ve konusu ile ilgili kısma değinmek istiyorum : Bilindiği gibi insanlar sadece savaş yapıp devlet kurup, devlet y ıkma ile zaman geçirmemi şlerdir. İnsanlar bulunduklar ı topraklar üzerinde e ğer uygun ortam bulmuşlarsa bilgi ve yeteneklerini kullanarak medeniyet yaratmışlardır. Islam Tarihi de sadece siyasi olaylardan ibaret değildir. Olayların topluma yansıyan bir tak ım neticeleri vardır. İşte Islam Kurumlara Tarihi, toplumun yaşayan durumunu, toplum içinde kurulan bir tak ım sosyal, ekonomik, idari kurumlar ı konu almaktadır. Böylece toplum, zaman ve mekan içinde nas ıl yaşamaktadır, insanların içinde yaşadıkları sosyal yapı nasıl bir yapıdır; gözlerimizin önünde. olduğu gibi daha iyi canlanm ış olacaktır. Burada, söz konusu olan, Islam kurumlar ı ancak ana hatları ile anlatılmıştır. En az bilinmesi gerekli şeyler ele al ınarak ayrıntılara fazla inilmemiştir. Her Islam Kurumu başlı basma araştırma konusu olarak al ınırsa burada bahis konusu olan kurumları birkaç cilt haline getirmek mümkündür. Yine, ele alman Islam kurumlar ına aynı genişlik ve ağırlıkta yer verilmedi. Bazı konular ülkemizde i şlenmemiş veya gerektiği kadar incelenmemiştir. Bunun başlıca sebebi, her konunun kendisine has bir uzmanlık alanı olmasıdır. Hukuk, Iktisat, Eğitim gibi. Mesela burada « İslamda Ticaret ve Ticaret Yollar ı» ile ilgili bölümü yazmak için Ilahiyat, Tarih ve Arapça bilgilerine sahip olmak yetmez. Islam Iktisadi ile ilgili literatüre ve Coğrafya bilgisine de ihtiyaç vard ır. Bunun için, yine bu konu da Türkçe bir ara ştırmaya raslamadığım ve bugünkü halde 7
Arapça kaynak kitaplara ba ş vurmaya henüz imkan bulamad ığım için vaktiyle doktora ö ğrencisi olarak derslerini takip ettiğim hocam C. C a h e n 'in daha sonra kitap haline getirdi ği notlaı mdan yararland ım. Herhalde Arapça kaynakları inceleme imkanı olduğu zaman bu konu daha iyi anla şılacaktır. Ele ald ığımız kurumlar Klasik Islam Kurumlarıdır : Islam Devletinin «alt ın çağında» bulunan kurumlardır. Ve onların zaman s ınırı içinde hicri IV./miladi X. yüzyılın sonuna kadar olan görünümleridir. Zorunlu aç ıklama ve karşılaştırmalar olmadıkça daha sonraki yüzyıllardaki durum anlat ılmamıştır. Bu bakımdan söz gelişi hukuk kurumları içinde Seyhülislâm; vakıf kurumu içinde na= söz konusu edilmemi ştir. O günün toplumu oldu ğu gibi tasvir edilerek, bu günün gözüyle yorumdan kaçmılmış ve okuyucuya kendi görü şü ölçüsünde serbestçe Islam toplumunu kavrama imkan ı verilmiştir. Son olarak kitabın hazırlanmas ı esnasında baz ı konularda bana görüşlerini açıklayan arkada şım Doç. Dr. Rami Ayas'a ve düzeltmelere yard ımcı olan Asistan Nesimi Yaz ıcı 'ya burada teşekkürlerimi belirtmek yerinde bir görev olur.
Ankara, 28. VII. 1980
8
Doç. Dr. İsmet KAYAO ĞLU
ISLAM MEDENİYETİNİN DOĞUŞU Dünya'da geni ş topraklar üzerinde yay ılma ve uzun yıllar yaşama inikânım bulan birkaç medeniyet vard ır. Milâddan önce Ön Asya'da, M ısır'da büyük medeniyetlerin do ğduğunu bildiğimiz halde bugün bize intikal eden kal ıntıları müzelerimizde teşhir edilenler ile sınırlı olabilecek derecede azd ır. Milâddan sonra İlk ve Ortaçağlarda Yunan Medeniyeti ve onun devamı Roma Medeniyeti, Sasani Meden i y e t i en parlak medeniyetler olmu şlardır. Bunlara ilaveten Ç i n ve bilhassa H i n d i s ta n'da dini dü şünce ve hikmet gelişmiş, Batı'ya birçok yönden etki etmi ştir. Hiçbir medeniyet kendi ba şına gelişip olgunlaşırıamıştır. Eski Mısır Medeniyeti, Eski Yunan Medeniyeti, Sasani Medeniyeti gibi medeniyetler içinde mahalli deha ve unsurlar olduğu gibi daha öncekilerin geliştirip getirdikleri unsurlar da vardır. Kendi içine kapal ı bir medeniyetin doğup gelişmesi düşünülemez. Islâm Medeniyeti ise, temelinde tevhid Inancı bulunan dini karakterde bir medeniyet olup VII. yüzyılda Hicaz topraklarında doğup gelişerek kısa sürede do ğuda Maveraurmehir'in ötelerine, kuzeyde Kafkasya'ya Bat ı'da Atlas Okyanusuna, Ispanya'da Pirene dağlarına kadar uzanan topraklar üzerindeki çeşitli ırkların ve inançlarm kültür, gelenek ve dü şünce miraslannı kendi potasında eriten bir medeniyet olmu ştur. Islâm Medeniyetine, eskiden Bat ılılarm dediği gibi, bir Arap Medeniyeti demek yanl ış olur. Bunda belki Araplardan çok Türk, Fars, Hind ve Berberi katk ıları daha büyük ölçüde olmuştur,
İslam Medeniyetinin maddi ve manevi temelleri vardır. Manevi temel Kur'an- ı Kerim ile Hz. Muhammed'in ya şam ve sözleridir. Tarih boyunca müslümanlar ın ilham kaynağı Kitap ve Sünnet olmu ştur. Peygamber Mekke'de Araplar ın içinden seçilmi ş ve o Arapça konu ştuğu için Allah O'na islam dinini yayması için Kur'an- ı Arapça olarak göndermi ştir. Kur'an Arapça oldu ğu için arapça kutsal say ılmaz. Aynı şekilde Türkçe gönderilseydi Türkçe kutsal say ılmazdı. Çünkü Allah yalnız Arapça bilir diye bir iddiada bulunulamaz. Zira Allah seçti ği kulunun dilinde kitabını göndermiştir. Allah Davud P eyg a mb e r'e Zebur'u H z. Musa'ya Tevrat' ı İbranice indirdiği halde Isa P e y g a m b e rin ya şadığı sıralarda o bölgede Aramca konu şulduğu için İncil'in orijinali aramcadır. Yoksa herhangi bir dilin kutsall ığı söz konusu de. ğildir. Müslüman bilginler Kur'an' ın buyruklannı ve inceliklerini anlamak için Arapça ö ğrenirler. islânı'm yayılışı, bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren bir süratle olmuştur. Doğuşundan yirmi yıl gibi kısa bir süre sonra bir imparatorluk (Sasani) çökmü ş, diğer bir imparatorluk (Bizans) derin yaralar alm ıştır. Iran'da Zerdü şt dini İslamla temas ettikten sonra gittikçe eriyerek kaybolmu ş, Bizans'ın İslamlaşan topraklarındaki Hıristiyanlar sayıları azaldıkça bir azınlık haline gelmi ş ve aralarında sürekli mezhep farkları onları küçük cetnaatlere bölmü ştür. Islamın ilk yayılışındaki ruh, bir Arap fütûhat ı ve kimilerinin dediği gibi bir ganimet peşinde koşma değil aksine islam dinini yaymak için savaş (cihad) şeklinde olmuştur. Şüphesiz bunda Araplara İslam Aleminin ilk çekirde ğini oluşturma şerefi düşer. islamın ilk yayıldığı alan olan Akdeniz havzas ı hakkında Belçikalı bilgin Pir e n n e müslümanların bu bölgeye gelmesiyle, daha önce tamamen H ıristiyan olan kıyılardaki sekenenin yer veya din de ğ'iştirmesinin Avrupa'ya ve Avrupa Ticaretine büyük zararlar verdi ği iddiasındadır. Ona göre Akdç10
nizin dini, ekonomik ve kültürel birliği bozulmuş, Doğudan gelen bar b a r lar (Araplar) VII. yüzy ılda Doğu ve Batı Avrupa üzerine hücum ederek büyük deniz yollar ını tehlikeye düşürmek suretiyle ticarete halel getirmi şlerdir. Böylece B a t ı' ile Do ğ u aras ındaki komünikasyon yolu olan Akdeniz, yalnız S a r az en (bat ılı gözüyle müslüman olan)larm tekeline düşmüştür. Uzun süre Bat ı'da tart ışılan bu tezin bugün tutar• hlığı kalmamıştır. Mare nostrum denilen Akdeniz Roma Imparatorluğunun egemenliği altında iken Araplar, burada bir unsur olarak vard ı. Daha sonra Arapların Bizans deniz hakimiyetine son vermelerinden sonra bütün Ortaça ğ boyunca bu denizde serbestçe dola şıldı. Pirenne'in iddia etti ği gibi hiçbir zaman Akdeniz'de ticaret trafi ğinin aksadığına delil getirilemez. Islam Dünyas ı ile Hıristiyan Avrupa Dünyas ı arasında Akdeniz bir barış denizi idi. Arap coğrafyacısı İ b n Hurda zb e h'in (IX. y.y.) yazd ığma bakılırsa Provence'de bulunan Yahudi tacirler deniz yoluyla M ısır'a oradan kara yolu ile Hind'e ve hattâ Çin'e kadar ula şıyorlar& Ayrıca Hıristiyanlarca kutsal olan Kudüs ve Filistin topraklar ına Avrupal ı Hac ı1 a r deniz yolu ile gelmekte idiler. X. yüzy ıl için belgelerde Fatimiler Devrinde, İskenderiye'de bir Italyan ticaret k olonis i'nin bulunduğunu öğrenmekteyiz. O halde müslümanlar hiçbir zaman Do ğu ile Batıyı birbirinden ayırmadılar. Aksine Arap, Bizans, Bat ı üçgeni aras ında savaş esnasında bile bütün tehlikelere ra ğmen ticareti te şvik ettiler. Müslümanlar, ilahi olduğunu kabul ettikleri dini gittikleri yere kabul ettirdikten sonra oraya yerle şerek Daru'l İslam dediler. O yerin mahalli geleneklerine, k ıyafetlerine saygı gösterdiler. Yap ıcı kişiler oldular. Araplar, yerli halk ın arasında onlara dinleri ile birlikte, gittikçe, eski medeniyetler ve etnik unsurlarla değişen kültür, edebiyat ve sanatlar ını ö'ğrettiI2r. Mesela Kuzey Afrika'da Berberi, Ispanya'da Latin ve Vizigot unsurlarla, Sicilya'da Latin—Bizans H ıristiyanlığı ile temasları böyle oldu. Islamın İspanya ve Sicilya'daki parlak Do ğu Ak11
deniz kültür ve medeniyeti bu unsurlarla birlikte do ğdu. İslam Dünyasında düşünce hareketlerinin başlaması iki ana başlık altında ele alınabilir. Biri Halifeli ğin kimin hakkı olduğu şeklinde siyasi, diğeri ise Eski Yunandan yapılan çevirilerden sonra artan Allah' ın sıfatlan ve insanın İslam karşısmdaki sorumluluk ve görevlerini konu eden fikri alanda toplanır. Bunlardan birincisi üzerinde burada konunun geni şliğinden dolayı duramıyacağız. İkincisine, yani fikri hareketlere ancak kısaca değinebiliriz. Bilindiği gibi ilk fikri ayrılık, Mu-ıl İbn Ata'mn 748 tarihinde arka- tezilharknödVs daşı A m r b. U b e y d ile hocaları el - Hasan'ın halkasından ayrılmaları ile başlamıştır. Mutezile'ye göre insan, Allah' ın müdahalesi olmadan, kendi fiillerinin yarat ıcısıdır. İnsanın bu cüz'i iradesi, E h 1 i Sünnete göre mutlak Hâkim olan Allah'ın onu takip etmesini gerektirir. Halbuki insanın hür olduğu kabul edilince, ilahi irade iyileri mükafatland ırmada, kötüleri cezaland ırmada zorunluluk durumunda kal ır. Bunu Allah, iradesinin sonucu değil, lütfunun bir gere ği olarak yapar. Başka bir deyi şle, Mutezililer Allah' ın mutlak iradesinin yerine O'nun yaratt ıklarına karşı görevli olduğu hususunu ortaya attılar. İnsan serbesttir fakat ilahi irade serbest de ğil ! iyilik ve kötülük konusunda Ehli Sünnet. « İyilik Allah'ın emrettiği; kötülük O'nun yasakladığı şeydir» der. Mutezile'ye göre ise Allah tarafından belirlenen mutlak bir iyilik ve mutlak bir kötülük yoktur, bunu ak ıl tayin eder. Mutezile insan ın hür olduğundan başka, günahından dolayı Cehenneme gitmeyeceğini söyler. Ayrıca Allah'ın sıfatları konusunda, bu_ s ıf atların Allahla ayn ı veya ayrı olduğu ve Kur'an' ın yaratılıp yarat ılma dıği hususlarında Ehli Sünnetten farkl ı görüşler ortaya at ılmıştır. Bütün bu fikirler İslam Aleminde büyük yankılara sebep olmuştur. Mesela Mutezileyi savunan Halife M e'm u n Kur'an'ın yaratılmış olduğu görüşünü benimseyerek bunu resmi görüş haline getirmek istemi ş, içlerinde mezhep imam ı A h12
m e d İ b n H a n b e l'in de bulunduğu muarızlarına şiddetle davranmaya kadar ileri gitmi ştir. İ slam Dininin bilime verdiği değere paralel olarak bilimin geliştiğine tanık olmaktay ız. Kur'an-ı Kerim'de bilenlerle bilmeyenlerin e şit olmadığı belirtilmiştir. Şüphesiz, ilk bilgiler dini bilgilerle ba şlamıştır. Bir tek hadis ö ğrenmek için bir aylı k yoldan gelen kimse örnek gösterilmi ştir. Talabül - ilm müslüman için tavsiye edilmi ştir. H z. Ömer her tarafa Kur'an'ı öğretmek için hocalar göndermi ş ve halka Cuma günleri camide bulunmalarını emretmi ştir. Böylece önce genel olarak halka Kur'an ve Hadis ö ğretilmiştir. Dini bilimlerden sonra Tarih ve Coğrafyaya dair eserlere karşı ilgi doğmuştur. Emevi halifesi M u a vi y e, zamanının büyük bir kısmını tarih okumakla geçirmi ş , Büyük İ skender, S ez ar ve Aniba l'in ve başka tarihi kahramariların hayatlarını öğrenmiştir. Arapların Coğrafyaya karşı merak ve ilgileri, daha çok hac için Mekke'ye gelen müslümanlara kolayl ık sağlamak aMacından ileri gelir. Hac yolu ve konaklar ının iyi bilinmesi gerekirdi. Ayrıca bilim merkezlerinin dağınık olması sebebiyle bu yerlere gidecek ilim taliplerinin seyahatlar ını da kolaylaştırmak için coğrafya bilgisi gerekli idi. Bunlar bilimin gelişmesine katkıda bulunduklar ı gibi daha büyük çapta giri şimler de oldu. Halife Me'mun (813-833) Beytül Hilune adı altında bir kurum kurdu. Beytül - Hikmenin içinde zengin bir kitapl ık ve bir rasathane vard ı. Bu kurumun başına Süryanice ve Arapca eserler yazmış olan ve Yununca da bilen Yahya b. M as e v e y h (öl. 857) getirilmişti. Burada Yunancadan A r i s t onun felsefesi, H i p o kr a t ve Galen t ıbbı ve B a t 1 am yus astronomisi önce Süryancaya ve sonra Arapçaya çevrildi. Bu çeviriller'in İslam bilim hayat ında etkisi son derecede önemli olmu ştur. Dârul - İlm ve Dârul - Bilme denilen bu kurum sayesinde müslümanlar M a n s ur (754-775) zamanında başlayan çevi13
ri haraketleri ile Felsefe, Tıp, Geometri, Mant ık, Müzik alanlarında Y un anl ı 1 ar ı n; Astronomi, Tarih ve yine Müzikte İ ranl ı lar' ın; Hind Tıbbı, Eczacıhk, Matematik, Kozmoğrafya ve Hikaye alanlarında Hindlile r'in; Müneccimlik ve Tılsımda Nabatl ı lar'la Babilliler'in; Kimya ve Morfoloji'de M ı s ı r 1 'lar ı n ilmi eserlerinden yararland ılar. Burada temas etmek istedi ğimiz diğer bir ilmi cereyan İslam kültür hayatında önemli bir yeri olan İhvanussafa adı altında toplanan siyasi—dini bir ekolün faaliyetleridir. X. yüzyı lda merkezi Basra'da kurulan İhvanus - safâ toplulu ğu, kendi aralarında ahlâklarını yüceltip, kar şılıklı yardımlaşarak, bilhassa temiz ve pâk amellerle ölümsüz ruhlar ının kurtuluşuna çalışmaktadırlar. Türlü alanlarda 52 risaleden olu şan ilimler ansiklopedisi niteliğinde eser b ırakmışlardır. Bununla serbest ve müsbet dü şünce çevresinde halkalanan topluluklar ın oluşmasını kolaylaştırmışlardır. Daha sonra Medreselerin Kuruluşu ile evde, camide, özel kitaplıklarda yap ılan eğitim ve öğretimin devlet himayesi ile daha yaygınlaşmış ve kuvvetlenmi ş olduğunu görürüz. Selçuklu sultanları Alparslan ve Melik ş a h'ın vezirliğini yapan Ni z a m ü 1- M ü 1 k'ün 1067 tarihinde açt ığı Nizamiye Medresesi Islam kültür hayatında son derecede mühim bir hadise olmuştur. Nizamül Mülk'ün yaptırdığı talebeleri yedirip, içirip barındıran mektep tipi bundan sonra bir kültürel geli şme devrinin başlangıcı olmuştur. Artık hükümdarlar ve yüksek rutbeli şahsiyetler Medrese ile ilgilenmeye ba şlamışlardır. Bu kurumların sayısı gittikçe Bağdad, Nişâptır, Herat, Merv, Şam, Halep, v.s. gibi önemli şehirlerde artarak yaygınlaşmıştır. Müslümanların büyük bir tecessüsle ve ö ğrenme co şkusuyla başka milletlerin ilim, felsefe ve edebiyatlarına alaka duymaları ve 75 yıl kadar kısa sayılabilecek bir zaman içinde klâsik eserlerin Arapça çevirilerine sahip olmalar ı ; yukarıda sözünü ettiğimiz fikri cereyanlar ve sonra Medreselerin kurulmaya ba şlaması İslâm Medeniyetinin «Alt ın Çağı »nm doğma14
sım sağlamıştır. Bu dönemde İslâm bilgin ve filozofları kendi konuları nda daha öncekileri geride b ırakan yeni düşünceler ve eserler ortaya koymu şlardır. Bir fikir vermek için T ıp'da Zekeriya er-Razi ve İ bn Sina; Felsefede elBattanI ve Ebu Reyhan el-Beyruni; Kimyada Câbir İ bn Hayyan; Tarihte Taberi, Mes'udi ve daha sonra İ bn Haldun gibi önde gelen şahsiyetleri sayabiliriz. İşte bunlar ve diğerlerinin fikri ve ilmi çal ışmalan İslam Dünyasını, Ortaçağ Batı Dünyasmdan daha zengin ve ileri hale getirmi ştir. «Öncü ve hazırlayıcı bazı münferit ve mevzii ilmi ve kültürel temaslardan sonra, Avrupa, XII. yüzy ıl içinde İslam Dünyası ilim ve tefekkürü ile sistemli bir temasa geçmi ş, Arapça Ilim ve felsefe eserleri Lâtinceye tercüme edilmiştir. Büyük önemiıı i belirtmek için bu kültür-temas ı çağına, XVI. yüzyıl rönesansı adı verilmiştir. İslam Dünyası daha sonralar ı kendi içinde Galile'leri Newton'ları yetiştirmemi ş olmakla beraber, Avrupa'ya ilmin daha rağbette, daha itibarl ı ve muhtevas ı zenginleşmiş olarak geçmesini mümkün kılmış olmak suretiyle modern ilmin do ğuşunda önemli bir mutavass ıt rolünü oynamış sayılabilir.» Yukarıdan beri İslâm kültür hayat ının doğuş ve gelişmesini kısaca anlatmaya çal ıştık. Yalnız, İslâm medeniyetinin, bugüne kadar ula şmış olan ve bu parlak geçmi ş hakkında bizi aydınlatan maddi mirası da vardır. Söz konusu etti ğimiz Klâsik İslâm Medeniyetinin sanat eserlerinden mimaride, çini ve keramik sanat ında, tezhip, ağaç işleri ve maden i şleme sanatlarında sayısız şahaserleri bu medeniyetin yaratt ığı örnekler olup ayrıntılarına burada giremiyece ğiz. Yine İslâm Medeniyetinde, kendi içinde oluşan insani değerlerin sonucu olarak bir takım sosyal kurumlar kurulmu ş, çoğu vakıf olan hastahaneler (darü şşifa, bimaristan), hamamlar, medreseler, kütüphaneler, kervansaraylar v.s. insanlar ın 15
hizmetine sunulmu ştur. Bunlardan zamammıza intikal eden çoktur. İslam Medeniyetine, bu yönleri ile toplum içinde insana değer veren, onun maddi ve manevi ihtiyaçlar ını karşılayan, insanlık âleminde ahlak üstünlüğü, hükümde adalet, ruh parlaklığı ve şefkat gibi üstün de ğerlere yer veren bir evrensel medeniyet demek yerinde bir hüküm olacakt ır.
16
HAL İ FEL 'K
Halife, H z. M u h a m m e d'in vefat ından sonra onun yerine geçerek din ve devlet i şlerini yürüten ki şiye verilmi ş bir ünvan olarak bilinmektedir. Önce bu kelimenin tan ımı, halifenin görevleri ve ilk devirler hakk ındaki bilgimizi kısaca özetliyelim: Kur'an'da halife ve (çoğul olarak) hulafâ kelimeleri mevcuttur. Halife, kendisinden önce yeryüzünde ya şamakta olan meleklerin halefi veyahut Allah' ın nâibi olarak H z. Adem (II, 30) ve H z. D a v u d hakk ında kullanılmıştır. Hulafâ ise kendilerinden önce yeryüzünde ya şayanların erdikleri nimetlerden yararlanan ki şiler hakkında kullanılır (Kur'an VI, 165; XXIV, 55; XXVII, 62). Bu ayetlerde, Peygamberin yerine geçecek birinin bulunmas ı gerektiğine dair kesin bir i şaret yoktur. Müslüman tarihçilerin belirttiklerine göre bu kelimeyi ilk kez H z. E b u b e k i r kendisi H z. M u h a m m e d'in yerine geçti ğini belirtmek için ünvan olarak kullanmıştır. Fakat onun fiilen bu ünvan kulland ığı şüphelidir.1 Halbuki Ömer b. H a t t a b devrinde Halifat RasulAllah (peygamberin halefi) deyimi İslam Cemaatinin başkanının, genel bir ünvamdır. Emir el mumhtin (müslümanların başı) ünvan ise H z. Ö m e r'in seçimi esnas ında kabul edilmiştir. Burada HalifeRasulAllah deyimi, Hz. Muhammed'in yerini alan şahsiyetlerin O'nun yarg ıç ve cemaatin dünyevi reisi olma görevlerini yüklendikleri fikrini ihtiva etmekte idi. Öte yandan, vefatiyle birlikte peygamberlik görevi sona eren Hz. Muhammed'in manevi liderlik görevi müslü-
1 - E,. 12, s, 980.
17
manlardan birine dü şüyordu. Yani yeni halife yeni dini meselelerde tevil ve yorum yapmaya yetkili de ğildi. Görevi, mevcut dini korumak ve şeriatı savunmaktı. HalifatRasulAllah ünvanı alışılmış olarak ilk halifeler (ra şidûn) için, kullanıldı. Daha sonra Emeviler zaman ında, Muaviye'nin, iktidarı elinde tuttuğu için sultan s ıfatı yanında, Kur'an'a dayanarak (XVII, 35) Hz. Muhammed'in temsilcisi de ğil, Halifat Allah ünvanını benimsediği görülmektedir. Halbuki Halifat Allah ünvanı daha önce, içeri ği ve cüreti itibariyle Hz. Ebubekir tarafından benimsenmemişti. Abbasile r'in de Halifat Allah terimini kullandığını fakat bir çok din bilgininin (ulema) buna karşı çıktıkları bilinmektedir. Bunun yan ısıra gerçek halifeliğin H u 1 e f a-i Râ ş idin dönemine mahsus olduğunu söyleyen, Peygamberin «Halifelik benden sonra 30 y ıl sürecek, ondan sonra hükümdarl ığa (kırallığa) dönüşecek» hadisine dayanarak halifelik görevini s ınırlamak isteyen bir başka görüş , rağbet bulmamıştır. Halbuki daha sonra sünni fakihler Dört Halife dönemindeki halifelikle, daha sonraki biraz dünyevi nitelikteki halifelik aras ında bir fark görmü ş lerdir.2 Halifenin, peygamberin yerini alan ki şi olmadığını ileri sürenler, islam sadece bir dindir ve halifelik dini bir kurum değildir, fikrinden hareket ederler. Ali A b d u r r az ı k'a göre hilafet ne şer'an ve ne de aklen mevcuttur. Temel olarak alınan icma, ilk üç halife hariç, hiç bir vakit mevcut olmadı. Halifelik dayana ğını silahlı kuvvet ve şiddet yolu ile sağladı . Ona göre Islam yaln ız bir dindir, peygamberin sağlığında Arap birli ği din birliği ile gerçekle şmiştir. Peygamber şiilerin dediklerinin tersine, kendinden sonra bir halef tayin etmediği gibi bir İslam Devleti için imada da bulunmam ıştır. Binaenaleyh, Peygamberin ölümünden sonra Risalet sona erdiği gibi dini riyaset te son buldu. Peygamberin ölümünden sonra dine dayanmayan bir riyaset olabilir ki buna hükûmet 2 — E, 2.2 s. 981.
18
ve devlet riyaseti diyebiliriz. 3 Halife ünvan yanısıra imam ünvan da kullanılmıştır. Bu iki kelime hemen hemen ayn ı anlamda kullanılmıştır. Bir farkla ki imam yani önde, başta olan kişi ile müslümanların namaz gibi ibadetlerini yönetti ğinden, dini sıfat vurgulanmak istenmiştir. Halifelik kurumunun hukuki yönü ve ko şulları ile bu kurumun tarihi seyri üzerinde ayr ı ayrı durulabileceğinden biz önce Hz. Muhammed ve ilk halifelerden ba şlayarak bu konuyu inceleyelim: Önce H z. M u h a m m/e d'in kurduğu devletten ve si• yaset anlayışından sözetmek gerekir. Hz. Muhammed Mekke'de yaşarken çevresinde bir cemaat te şekkül ettiği halde, gerçek anlamda bir devlet kurulmad ı. Ancak hicretten sonra Medine'de bütün halk O'nun başkanlığını tanıdı. O, burada bir site - devletin ba şkanı oldu. Hz. Muhammed her şeyden önce, dini sıfatı ile, bir Peygamberdi. O'nun kutsal görevine inananlar, gurup halinde veya tek olarak kendisine biat ediyorlardı . Yani bir sosyal anlaşrna kuruluyordu. Peygamberin Mekke'de hiç bir siyasi ay•ıcalığı yoktu. Medine'de ba şladığı bu deneyi sırasında henüz bir devlet, otorite mefhumu mevcut de ğildi. Burada, verimli topraklar üzerinde yerle şmiş olan kabileler aras ında kavgalar süregelmekte idi. Hz., Muhammed'i ba şkan olarak seçenler yalnız müslümanlığı kabul edenlerden ibaret olmad ığından bu sosyal anla şmada bir dualite vard ı. O'nu peygamber olarak tanıyanlar, hayat ın bütün yönleriyle kendilerine ba şkan seçiyor, halbuki diğerleri yalnız siyasi lider olarak kabul etmekteydi: Oysa Prof. Muhammed Hamidulla h'a göre, Hz. Muhammed taraf ından tebliğ edilen islâm Dininde 3 — A. Sanhoury, Le Califat, Paris, 1926, s. 38; Ali Abdurrazik, Isıamiyet ve Hükümet, s. 24, 95.
Çev.: Ömer Rıza, Istanbul, 1346 (1927).
19
siyasi ve dini bir ayrılık yoktur. Bunun sonucu olarak Hz. Muhammed'in Peygamberlik s ıfatının tanınması, kendisi tarafından kurulan ve yönetilen devletin hüküm süren bir cemaatim yaratıyordu. Müslümanlar bütün haklara sahiptiler. Ancak gayri müslim tebaya da müsamaha edildi ve bunlar korundu. Görülüyor ki peygamberli ğin kaynağı ilahi idi. Peygamber Tanrı'dan vahiy al ıyordu. Fakat bu kutsal görevlendirme yetmiyordu. Tanr ı elçisinin muhataplarım ikna etmesi ve bu ki şilerin onun peygamberli ğ'ini tanıması , ona biat etmesi gerekiyordu. Hz. Muhammed, Tanrı'nın elçisi olmasına rağmen bir insandı. O da ölümlü idi. Ölüm onun görevini sona erdirdi. Üstelik Hz. Muhammed zaman zaman son peygamber oldu ğunu ve kendisinden sonra art ık peygamber gelmeyeceğini söyledi Tanrı elçisinin görevi, Tanr ı'nın mesaj ını insanlara iletmek tir. Hz. Muhammed bunu yapt ı ve kendinden sonra Kur'an' ın bütünüyle korunmas ı için tedbirler ald ı. Müslümanlar için Kur'an mevcuttur; o halde, cemaatin ihtiyaçlar ına cevap veren bir Kur'an bulunurken Peygambere art ık ihtiyaç yoktur.' Bu siyasi kanaati taşıyan Hz. Muhammed kendinden sonras ı için bir halef tayin etti ğini müslümanlara kesinlikle ifade etmedi. Peygamber'in vefat ından sonra H z. E b u b eki r'in halife olmas ı, müslümanlar için problemin ilk ortaya ç ıkması açısından önemli ve üzerinde durulması gereken ilk örnektir. Hz. Peygamber'in vefat ıyla ortaya çıkan otorite bo şluğu karşısında, «bir halifeye ihtiyaç yoktur» görü şüyle ortaya ç ıkacak H a r i c i 1 e r i n bir kolu d ışında İslam cemaati, onun yerine geçecek ki şiyi belirleme yoluna koyuldu. Herkes bu otorite boşluğunun doldurulmasından yana idi. Bunun böyle 4
—
20
M. Hamidulla.h, Le Chef ele l'Etat ~alman â l'Epoque du Prohete et des Califea, Recueil de la Soeit9 Jean Bodi n, Tome XX, 1970, s. 483-485.
devam etmesi müslümanlar ın kargaşaya düşmelerine ve dağılmalarına neden olabilirdi. Nitekim «Kim Hz. Muhammed'e tapıyorsa bilsin ki o ölmü ştür; kim ki Allah'a tap ıyorsa şüphesiz O bâkidir hayattad ır, ölmez.» diyen Hz. Ebubekir, tedirgn müslümanlar ı teskin etmek istemi ştir. Bir halife seçmek için müslümanlar, Medine'de Benu Salde adı verilen bir avlu'da topland ılar. Burada, Ensar (müslümanlara Hicret s ırasında yardımcı olan Medineliler)in temsilcileri ve bunlardan Hazrecllle r in reisi S a'd b. Ubâ d e, Muha cir in (Medine'ye göçedenler)den E b u Bekir, Ömer b. Hattâb ve Ebu Ubeyde b. elC e r r a h vard ı . Bu toplantı 'da bulunmayan bir k ısım K u • rey ş kabilesine mensup ki şiler Peygamber'in cenazesinin başında idi. H z. A 1 i, ve Z u b ey r Peygamber'in k ızı F a t ı m a'nın evinde bulunmaktayd ı . Toplantının acele olarak yap ılmasında etkili olan Ensar kendi aras ında ulaşılacak hedef üzerinde bir karara varm ış değildi. Hatta buradaki münakaşalar esnas ında iki halife olmasını, birinin Ensar arasından diğerinin K ur e y ş lile rin içinden seçilmesini istediklerini görmekteyiz. Ensar' ın başlangıçta halife namzedi olan S a'd b. Ubâ d e, H a zre c'in reisi idi. Evs ve H a z r e c Kabileleri aras ında devamlı rekabet ve çeki şme vardı Benu Saide'de Evs kabilesi temsilcileri bir Hazreclinin hükmü ele geçireceğini farkettikleri anda eski dü şmanlıklan yeniden canlandı ve ona bir Kurey şliyi yeğlediler; sonunda Ebubekir'e oy verdiler. Yine bu toplant ı sırasında Ensar, islâmiyete ve müslümanlığa yapt ıkları yardımı ve hizmeti dile getirdi. H z. Ö m e r'in, H z. Ebu B eki r'in seçiminde büyük payı vardı. O, «Peygamber müslümanlara senin namaz kıldırmanı emretmedi mi? Böylece dinimiz için seni seçmedi mi? Seni şimdi dünyamız için seçmeyelim mi? Elini uzat biat edelim, Resulullah yan ında hepimizden daha sevgili olana biat edelim" dedi. Ömer bir soruya kar şılık "Vallahi, o gün, içinde bulunduğumuz durumda, Ebu Bekir'e biat etmekten daha 21
iyisi yoktu. Şayet biat vukubulmadan oradan ayr ılsaydık, onlar (Ensar) kendi içlerinden birine biat edeceklerdi ki, bundan endişe ettik. Bu taktirde ya biz onlara biat edecektik veya muhalif kalacaktık. Bunun sonu da anarşi idi» demi ştir. 5 Ertesigün,budfamcslünrHz.Ebueki' biat ettiler, Bundan amaç daha önce, s ınırlı olan Benu Saide toplantısında bulunmayanların onun halifeli ğini tanıması idi." Hz. Ebubekir'in kısa süren 2 yıllık hilafetinden sonra H z. Ömer halife oldu. Ömer'in halife olmas ı seçimden daha değişik bir yöntem ile oldu. Tarihciler Hz. Ömer'in halife liğe gelişini şöyle anlatırlar: Hasta olan Ebu Bekir, kâtibi Hz. Osınan' ı çağırır. Benim söylediklerimi yaz, der. Besmele ve salvele'den sonra «Allah' ın kulu olan Ebu Bekir bu dünyadaki son dakikada ve öbür dünyaya intikal edece ği ilk dakikada sizden, a şağıdaki hususlan istiyor. Ben sizin için şu şahısa biat etmenizi istiyorum...» dedikten sonra isminin yerini boş bırakıyor ve o anda bayılıyor. Hz. Ebû Bekir bay ıldığı için, Hz Osman cümleyi tamamlayam ıyor. Sonra Osman cümleyi tamamlayarak «Ömer» ad ım yazıyor. Birkaç dakika sonra Hz Ebû Bekir kendine geliyor. Büyük ihtimalle Hz. Osman, Hz. Ebû Bekir'in vefat etti ğini sanmıştı . Devlet sekreteri olması hasebiyle halifenin vasiyetnâmesini tamamlam ış ve onu mühürleyip halka gösterecekti. Hz. Ebû Bekir, uyan ınca Hz. Osman'a ne yazd ığını sorar. Hz. Osman bunu okur: «Ben ölürsem, Hz. Ömer'e biat edin», Hz. Ebû Bekir bundan çok duygulanır ve HZ. Osman'a «Sen halife'nin bütün şartların ı haizsin, kendi adım yazabilirdin, fakat Ömer'in ad ını yazdın, 5 — Sanhoury, a.g.e., s. 281-86; E. Tyan, instıtutions du Droit Public ~man, le Califat, Beyrut 1954, s. 157-163; M.S. Hatibo ğlu, Hiktfetin Kurey şliliği, A.C.I.F. Dergisi, C. XXIII, s. 159; M. Orhan tilner, Hz, Ebu Bekir'in Halifel ığisdn Illiınteniz Vasf ı, Prof. Tayyib Okiç Arma ğanı Ankara 1978, s. 125-26. 6 — E. Tyan, a.g,e., s. 163; M. Hamidullah, is/dm Müesseseleri çoğaltılmıs notlar. Erzurum 1975, s. 67-68.
22
Allah senden razı olsun» der. Böylece Ebû Bekir vasiyetnameyi tamamlar ve Hz. Osman'a bunu hilafet mührü ile mühürlemesini söyler. Daha sonra şehirde emniyetiyle sorumlu kişiyi çağırarak ona şöyle der: «Bu zarfı al, dışarı çık ve müslümanları çağırarak onlara de ki, bu kapal ı zarfta, Ebû Bekir'in yaslyetnâmesi ve onun yerine geçecek olan halifenin ad ı yazılıdır. Bu adı yazılı olan halifeye biat edin». Bu ki şi kimin adının yazılı olduğunu bilmiyordu. Bunu yaln ız Hz. Osman biliyordu. Emniyetle sorumlu kişi Halifenin vasiyetini halka duyurdu. Müslümanlar H z. Ö m e r'e biat ettiler, çünkü onu Ebu Bekir seçmişti Müslümanlar «Madem ki bunu Hz. Ebu Bekir seçti, o kim olursa olsun bizim halifemiz olacak.» Yine Hz. Ömer'in halife seçilmesi konusunda ba şka şöyle bir olay anlat ılır. Buna göre Hz. Ömer'in seçildi ğini duyan Hz. A 1 i, H z. S a'd b. Ebi Vakkas gibi müslümanlardan ileri gelen birkaç ki şi Ebû Bekir'e gidip hal, ve hat ırını sorduktan sonra şunları söylerler: «Muhtemelen sen Ömer'i seçtin» Ebû Bekir «evet» der. Ona hitap eden ki şi: «Sen Allah'a ne cevap vereceksin? Böyle bir şahsı tayin etmek için, Allah'tan korkmuyor musun? Herkes onun ne kadar sert bir kişi olduğunu biliyor. O, hiç kimseyi dinlemek istemez, sen nasıl onu seçersin?». Bu olay ı nakleden şöyle devam ediyor : «Hz. Ebû Bekir, o kadar üzülüp k ızdı ki, uzanmış olduğu yatağmda harekete geldi, oturdu ve şöyle dedi: «Ben Allah'a diyeceğin ki, ben bu dünyada mevcut en iyi şahsı tayin ettim. Ben Ömer'i sizden daha iyi tan ıyorum » ve devamla «Ben Al• lah'ı sizden daha iyi tan ırım, Ömer, şüphesiz serttir, fakat hilafete gelip, mesuliyeti yüklenirse ba şka türlü hareket ede. cektir. Şayet Ömer, benim dü şündüğüm şekilde hareket ederse ne alâ ve ben onun, dü şündüğüm şekilde hareket edece ğine Inanı yorum. Fakat o, böyle hareket etmezse, Allah onu cezalandıracaktı r.» Bunu müteakip, ziyaretçiler ç ıkarlar, birkaç dakika sonra da Hz. Ebû Bekir son nefesini verir. Böylece görüyoruz ki, Ebû Bekir bir nevi' seçimle hilafe23
te geldiği halde, Hz Ömer seçimle de ğil, tayinle hilafete geldi. Fakat her iki durumda da ortak taraf müslümanlar ın onlara biat edi şidir.7 Bu yukarıda anlatılan Ebü Bekir'in vasiyeti olay ı iki büyük orientalist, Caetani ve Della Vida taraf ından kabule sayan görülmemi ştir. Bu bilginler Ömer'in hilafeti kuvvet yoluyla, fiilen (de facto) ele geçirdi ğini ifade ederler. Peygamberin ölümünden sonra halk indinde kazand ığı otorite, EbiSı Bekir'in hilafeti esnas ında ilk planda oynadığı rol ve nihayet Peygamberin kay ınpederi olu şu Ömer'e iktidara ula şma fırsatı vermişti. Bu da zaten İslâm öncesi dönemde kabile reisi olma geleneğindeki yönteme pf.:k uygun idi. M. Della Vida'ya göre: Vasiyet yolu ile tayin, de ğerinden büsbütün yoksun olurdu. Çünkü Arap gelene ğine ters dü şerdi. Halbuki fiilen iktidarı ele geçirmek bu gelenek içinde gayet tabii idi.' H z. Ö m e r'in hilafetinin ayr ıntılarına girmeyeceğiz Onun zamanında İslâm Devletinin mali organizasyonu meselesi ele alındı . Bir hisseye sahip olan Arap kabilelerinin üyelerinin Ömer'in kurmu ş olduğu divan da kayıtları vardı . Gaziler, ganimetlerden hisse ald ıkları gibi bu pay zamanla yine kayıtlı maaş haline dönü ştü. Önceleri Medine'de te şekkül eden divan bilahare di ğer vilayetlere de yay ıldı. Önce yağma ve sonda toprak vergisi yoluyla beslenen bir Hazine (Beyt ul mal) kuruldu. Ömer, daha birçok idari kurumlar ın öncüsü oldu. Hz. Ömer, bütün halifeli ği boyunca kendinden sonra ki. min halife olaca ğını düşünmüştür. Fakat istedi ği nitelikte kimseyi bulamadığı için bir sonuca varamam ıştı . O, bu konuda kendisine sorulduğunda şöyle cevap vermi şti: « Şayet mevlâ Huzayfe hayatta olsayd ı onu halife tayin ederdim.» Saha7 8
—
—
24
M . Hamidullah, islam Mitesseseleri Tarihi, s. 77-99. E. Tyan, hıstıtutiarts du Droit Public Musulman, le Califat, 5. 177; 1.A.. Ömer Mad.
beden olan şu şahıs Y a 1 anc ı Mus eylem e'ye karşı yapılan savaşta şehit düşmüştü. Ve o, Kureyşten değildi. Böylece görüyoruz ki, Hz. Ömer Kurey şten olmayan bu şahsi —ha yatta olsaydı— Peygamberin halifesi seçecekti. Hz. Ömer bir suikaste kurban gidince, daha ölüm dö şe ğinde iken, kendisini ziyarete gelen birçok sahabi ona bir halife seçmesinin zorunlu olduğunu söylediler. Ve Hz. Ebû Bekir'in bunu yapt ığını ilave ettiler. « Şayet Sen, kendine bir veliaht seçmezsen, senden sonra kar ışıklıklar olacak ve belki de bir iç savaş çıkacak». Hz Ömer'e dindar, alim ve iyi insan olan oğlu. A b dullah b. Ö m e r'i seçmesini teklif ettiler. Hz. Ömer bu teklife çok kızdı ve dedi ki «Ne yapacağımı biliyorum. Şayet birini tayin edersem, benden önce, benden daha iyi olan birisi bunu yaptı. Şayet kimseyi seçmezsem bunu da benden önce ve benden çok daha iyi olan Peygamber yapt ı. Şu halde her iki şekilde de hareket edebilirim». Ve sözlerine devamla «Bu dünyada oldu ğu gibi, öbür dünyada da sizi idare etmenin mesuliyeti alt ına girmek istemiyorum». Bu sözleri ile şunu anlatmak istiyordu: «Ben bir veliaht tayin edersem, dolaylı olarak, öldükten sonra da sizi idare etmi ş olacağım ve bu veliahtın yaptıkları ile ben de sorumlu olacağım, bunu istemiyorum». «Hz. Muhammed vefat etti ğinde, onun en çok sevdiği on ki ş i vardı, hatta Hz. Peygamber, bu kişilerin öldükten sonra Cennete gideceklerini müjdelerni şti (a ş are-i mübe ş ş er e). İşte bunlar arasmdan kendinize bir halife seçin». Bu on kişiden ikisi ölmüş, Hz. Ömer de yaralı idi. Bir kişi de Medine dışında idi. Bunlar, Peygamberin amcazadesi ve damadı H z. A 1 i Damadı H z. Osma n, Zubeyr, Talha, Sa'd ve Abdurrahman b. Avf idi. Yeni halifeyi seçecek olan bu heyete üç ki şi bir tarafta, üç kişi diğer tarafta kalmamas ı için, yedinci şahıs olarak kendi oğlu A tidulla h'ı ilave etti. Yalnız bazı şartlar ileri sürdü: O, halife seçilerneyecekti. Şayet çoğunluk temin edilirse bu durumda o çoğunluğa' uyacaktı (mesela altıya karşı iki). ,
25
Şayet her iki taraf, e şit olarak üçer ki şi olursa Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Avf hangi tarafta ise reyini o tarafa kullanacaktı . Bu altı kişi toplandı, ilk olarak kimin aday olacağı soruldu. Üç kişi «ben aday de ğilim» dedi. Geriye üç kişi kaldı Hz. Ali, Hz. Osman ve Hz. Abdurrahman b. Avf. Tam bu sırada Abdurrahman b. Avf «ben aday de ğilim beni hakem tayin ederseniz ikinizin aras ından (Hz. Ali ve Hz. Osman) hilafete daha lây ık olduğunu zannettiğim kişiyi bütün varlığımla Allah'tan korkarak seçece ğim» dedi. Her ikisi de kabul ettiler. Bunun üzerine Abdurrahman' ın davran ışı enterasandır. Medine'de bir çok gün halkın aras ında gece gündüz dola şarak karşılaştığı her şahsa şunu sordu. «Hz. Ali ve Hz. Osman'dan hangisini tercih edersiniz?». Her kesimden, esnaf, sanatkar, genç, yaşlı, kadın, erkek bir çok ki şinin görüşünü aldı . I b n K e s i r'in belirttiğine göre «Abdurrahman b. Avf' ın karşılaştığı şahıslardan iki kişi müstesna, herkes H z. Osma n' ı ten cih etti». Yaptığı kamu oyu yoklaması bittikten sonra o, ca miye gitti, sabah namaz ını kıldıktan sonra minbere ç ıkıp müslümanlara « Ş imdi sizin yeni halifenizi bildirece ğim» dedi. Minberden H z. Osman ve H z. A 1 i 'ye ayr ı ayrı aynı soruyu sordu. Önce Hz. Ali'ye « Şayet ben seni halife tayin edersem, sen her zaman, Kur'an- ı Kerim'e, Hz. Peygamber'in sünnetine ve Hz. Ebu Bekir ile Ömer'in tatbikat ına uymaya söz verir misin?». Hz. Ali şu cevabı verdi: «Kur'an- ı Kerim ve Hz. Muhammed'in sünnetine evet, fakat ilk iki halifenin tatbikat ına uymaya mecbur de ğilim. Ben de içtihad yapabilirim, müctehidim, onlara her şeyde uymaya mecbur değilim». Aynı soruyu bu defa Hz. Osman'a yöneltti o da şu cevabı verdi: «Evet, Kur'an- ı Kerim, Peygamberimizin sünneti ve ilk iki halifenin tatbikatına uyacağ' ıma söz veriyorum». Bu s ırada, Abdurrahman b. Avf ellerini havaya kald ırarak «Ya Rabbi, Sen şahid ol ki, islâm menfaati için, ben Osman' ı halife olarak seçtim» dedi ve minberden inerek Hz. Osman'a, miii26
bere çıkmasmı söyledi. Oradaki müslümanlar. Hz. Osman'a biat ettiler.° Hz. Comer'in on yıl süren halifeliğinden sonra devam eden H z. Osma n'ın hilafeti (611 656) daha çok halifenin siyasetini takip etmek ve geli ştirmek olmuştur. En büyük hizmeti de herhalde bugün elimizde bulunan Kur'an' ı toplattırrnış olmasıdır. Yalnız Hz. Osman, ailesini, Ü m e y y e o ğ ullar ı n ı , koruyup onlara yüksek görevler verdi ğinden, müslümanlar arasında hoşnutsuzluklara sebep olmu ştur. Hatta onun bu şekilde kayıncılık yapması, düşmanlan taraf ından katledilmesine yol açm ıştır. Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra, ba şsız kalan müslümanlar bir müddet şaşkınlık ve duraksama içinde beklediler. Daha sonra H z. A 1 i'yi, mescitte biat etmek suretiyle, halife tan ıdılar. Fakat Osman'ın ölümü olayını unutmayan E m e v i sonuna mensup olanlarla birlikte H z. A y ş e, T al h a ve Z u b e y r bu cinayetten dolay ı H z. A 1 i'yi ithama devam ettiler. Bu ki şiler, mescitte bulunmad ılar ve ona biat etmediler. Medine'deki Yahudilerin de oyunlar ı ve teşvikleriyle Basra'ya giden Hz. Ay şe Hz. Ali'ye baş kaldırdılar. İlk defa iki müslüman toplum karşı karşıya geldi. Bu hepimizin bildi ği Cemel Vakasıdır (656). Bu savaşın başlangıcında Hz. Ali tarafından birkaç müslüman Hz. Ay şe tarafına geçip «Niçin savaşmak istiyorsunuz» diye sordu. Bundan az sonra her iki taraf anla ştılar. Barış sağlanınca herkes sakin bir şekilde dinlenmeye çekildi Fakat burada bulunan Abdullah tbn S e b e, bu haberden memnun de ğildi, yanına birkaç yahudi alarak, Hz. Ayşe tarafından, Hz. Ali tarafına doğru hücum etti. Gece bask ını olduğundan birkaç kişi öldürüldü. Kimse ne olduğunu anlamadan uyand ı . Taraflar birbirine ihanet 9 — M. Hamidullah:
Islam Müesseseteri Tarihi,
s. 85-88; N. Elis-
seff, L'Orient Musulman au Moyen Age (622-1260), Paris, 1977,
s. 72. 27
edildiğini sandılar. İşte Cemel Vakas ının asıl sebebi bu idi, müslümanların hatası yoktu.le Hz. Ali Mu-aviye'yi kendisine itaat ettirmeye çok çal ıştı. Onu ikna etmek için mektuplar yazdı, elçiler gönderdi. Ama, Şam'da. Hz. Osman' ın kanlı gömleğini teşhir eden ve onun kanını dava eden Muaviye, Ali ile anlaşamadı . Bilindiği gibi aralarında Sıffın savaşı (657) vukubuldu. Bu sava ş esnasında Hz. Ali yanlıları başarıya ulaşacaklan esnada, Cemel Vak2sından sonra Muaviye'ye kat ılan A m r b. A s bir hile düşündü. Şöyle ki: İki taraf aras ında anlaşmazlığın halli için Allah'ın Kitab ı'mn hakem olmasını istedi. Kur'an sayfalar ını, Ş am askerleri m ızraklarm ın uçlarına takt ılar. Her ne kadar Hz. Ali bunun bir hile olduğunu K u f elil e r'e ve yanındakilere söyledi ise de bunlar Kur'an'a kar şı savaşamıyacaklannı söylediler. Her iki ordu savaşı bırakıp hakemlerin kararlar ını beklediler. Hakemler birkaç ayl ık bir düşünme döneminden sonra Dumat Candal'da buluştular (658). Fakat bir sonuca var ılmadı. Bir yıl sonra buluşmaya karar verildi. Zaman M u a v i y e'nin lehine çal ıştı. Zira Haric i1 e r denilen yeni bir gurup Ali'den ayr ılarak, onu, Muaviye'ye karşı savaşmadığı için kınadılar ve yeni bir mesele yaratt ılar. Ertesi yıl (659) Ezruh'ta bulu şan iki taraf ın hakemleri arasında nasıl bir usulün uyguland ığı hakkında burada aynntıya girmeyeceğiz. Hakemler Osman'ın haksız yere öldürüldüğünü ve Hz. Ali'nin sorumlu olduğunu ilân ettiler. Hz. Ali bu karara itiraz etti ve bunun Kur'an'a uygun olmad ığını ifade etti. Bundan sonra yeni bir halife seçimi bahis konusu oldu. Ali'nin halifeli ğinin tasdiki halkın hatırından geçmiyordu. Bu yeni seçim konusunda tart ışmalar oldu. Amr, Muaviye'nin seçilmesi gerektiğini düşünüyordu. Ebu Musa ise halifenin gerçek bir seçimle belirlenmesinden yana idi. Onun da Hz. ümer'in oğlu Abdullah'a meyli. vardı . Fakat bütün safl ığıyle ve 10 — M. Hamidullah, islam MüesSeseleri Tarihi, s. 95-97,
28
ihlasla «Ali'yi de Muaviye'yi de azle karar verdi ğini» söyledikten sonra Amr b. As: «Ebu Musa ile birlikte Ali'yi azlettiklerini ve kendisinin Muaviye'yi nasbetti ğini» halkın huzurunda söyledi. Ebu Musa'nın itirazları yankı bulmadı. Böylece yeni halife Muaviye (660 - 680) oldu. 11. Böylece, dört halifenin nas ıl halife olduklarını ve uygulanan yöntemleri görmüş olduk. Daha sonraki dönemlere şöyle bir göz atarsak: Ali ve Muaviye kendi o ğullarını tayin ettiler. Emevilerden, Velid üç naib birden tayin eder. Önce kardeşi, sonra yeğeni ve nihayet bir ikinci karde şi. Abbasi ler Devri nde Birinci ve İkinci halifeler karde ştir. Aynı şekilde 4., 5., 6., 7., 8., 9., 10., 17., 19., 20. ve 21. halifeler kardeştirler. Bunlar hep önceden tayin ile halife olmu şlardır.12 Emeviler iktidara gelir gelmez, siyasi cinayetlerin sorumlularını yakalama yükümlülüğünü unutturdular, Emevi hanedan ının babadan o ğula halife olması ilkesini kabul ettin meğe çalıştılar. Bunun için halifeye mutlak itaat fikrini canl ı tuttular. Yalnız bunu yaparken, yeni halife'ye biat etme prensibini sürdürdüler. Emevi halifesi Abdulmelik'le birlikte, yeni bir yazı yolu ile tayin: «and» usulu başladı. Veliahtlar, yaz ılı olarak önceden tayin edildi. Biat merasimi ikinci planda kaldı . Emeviler döneminde, onlar ın hanedanlık meşruiyetlerini tanıtmak için büyük gayret gösterildi. Övgücüler, A bduln ıelik'ten, Mervan'a; Muaviye'den Osman'a kadar varan bir hukuk temeli bulunduğunu dile getirdiler. Hattâ baz ıları, Eme11 — İ.A. Ali mad.; İ.A. Ezruh maddesi yazar ı P. Lammens ha-
kem olayının geçti ği yerin Dumat ul—Candal veya Ezruh'dan hangisi olduğ u hususunda ,bilginler arasında çeşitli görüşte olanların bulunduğ unu söyler; N. Elisseff, ı 'Orient Musulman au Moyen Age, s. 79-80, Hakem olay ından sonra bir sonuç alınmadığını Ali yanlılarının hakim oldukları topraklarda, Muaviye yanlılarının Mısır ve Suriye'de ayrı ayrı hüküm sürmeye devam ettiklerini yazar. 12 — M. Hamickıllah, Epoque du Prophete et des Califes, s. 496. 29
vi halifelerinin, «Peygamberin miras ını» paylaştıkları fikrini ileri sürmeye kadar gittiler." Daha önce Ebû Bekir taraf ından hoş görülmeyerek reddedilen Halifetullah ünvan artık Emevilerin ilk döneminden itibaren, bu sülaleye itaat sorumlulu ğunu yükleyeceği düşünülerek, benimsenmi ş ve kullanılmıştır." Abbasiler Devri nde halifelik anlay ışına yeni bazı değişiklikler getirildi. Abbasiler, Peygamberin ailesine mensup olduklarını her defas ında dile getiriyorlard ı. Bu sıfat iledir ki ilk halifeler kendi hareketlerini me şru kaynağa dayandırıyorlardı. Sonrakiler, halifeliğin, özellikle e 1- A bb a s'ın soyundan olanların, yani Peygamberin sülalesinin hakkı olduğunu ileri sürdüler. Fakat, Abbasilerin bu legal dayanakları, Ali soyundan gelenleri bertaraf etmek için yeteri derecede kesin dayanak olmaya kâfi gelmemekte idi. Abbasile r, iktidarın teokratik niteliğini artırdılar. Emevilerin kullandıkları ünvanlara yenilerini eklediler. Mansur, Allah'ın yeryüzündeki hakimi (Sultanullah fi arzihi) lakabın' aldı. Kendi şahısları üzerinde ilahi bir ba ğ kurma gayreti göze çarpt ı. Abbasi halifelerinin, birini huzura kabul ederken, Peygambere ait oldu ğu söylenen bir cübbe (burda), giymeleri, baston (Kadib) ta şımaları, başlarına Kalansuva giymeleri (bu ,Emeviler döneminde de görülür), onlar ın dini yönlerinin daha fazla vurgulanmasm ı kolaylaştırmıştır.'3 Daha sonra, Selçuklular Döneminde, emirler ve komutanlar tarafından halifelere sayg ı gösterilerek ve otoriteleri tanınarak onların manevi desteğinden yararlanıldı . Selçuklular ve Büveyho ğulları halifeye karşı asker sevkederek onu mağlup ettikleri halde ona biat etmekten, hürmete lay ık görmekten kurtulamam ışlardı. Selçuklu hükümdarlar ı, halifeli13 — E. 1.2,, Khalifa maddesi, C. III, s. 971. 14 — Aynı yer. 15 — Aynı yer.
30
ğin dünyevi otoritesini ellerinde tutuyor ve Sultan ünvan ını ta şıyorlardı . Selçuklu sultanlan, halifeyi o şekilde avuçları içine almışlardı ki, hoşlarına gitmese bile halifeler onlar ın isteklerine boyun e ğmekte idi. Bu cümleden olarak halife Kaim, kızını Tuğrul Beğ'e vermeğe mecbur kalm ış tı . Tuğrul Beğ ayrıca halifeden "melik ul - ma şnk ve'l - mağrib" ünvanını almıştı." Büyük Selçuklular döneminde ve hemen sonraki dönemlerde birçok yerel yönetimlerin hamili ğini Abbasi halifesi yapmakta idi. Anadolu, Suriye ve İran'daki birçok emirlikler, halifenin otoritesi alt ında olup ondan emir el - mü'minin ünvanını alarak bağlarını koparmamakta idiler. Suriye'deki Zengi'ler ve Eyyübiler, Yernendeki Resuliler, Gazneliler, Güriler, Doğu—İran ve Hindıstandaki prensler hep Bağdad halifesini tanımakta idiler. Bat ı İslam Dünyasının bir hükümdan olan Elmurabıtlardan Yusuf b. Taşfin emir ul - müminin s ıfatını Bağdad halifeliğinden tas dik ettirmi şti.'7 Irak' ı istila eden Moğollar, 1258 yılında son. Abbasi halifesi Mu'tas ım Billah'ı öldürdülerse de halifelik kurumu ortadan kalkmad ı. Kısa bir duraklamadan sonra M ısır'da halifelik tesis edildi. M ısır ve Suriye'ye hakim olan Memlukler, son Abbasi halifesinin amcas ını Kahire'ye çağırarak halife yaptılar. Sultan Baybars, M ısır kadısmın yardımları ile bu kiş inin nesebinin Abbasilere ait oldu ğunu tahkik ettirerek, ona Mustansır ünvanı ile birlikte bütün İslam Dünyasının halifelik otorite ve imtiyazlar ını tanıdı . Ondan sonra Memluklu halifeleri ta Osmanlılara kadar süregeldi. Yukardan beri aç ıklamağa çalıştığımız halifeliğin bu tarihi seyri içinde, bir gurup müslüman vard ır ki, halifeliğin 16 — Corci Zeydan, islam Medeniyeti Tarihi. Çev,: Zeki Megamiz. II, bs., İstanbul 1974, C. IV, s. 367-370; E. i.2, Khalife mad., C. III, s. 975. 17 — E. Aynı yer. 31
meşruluğu hususunda ihtilafa dü şerek Tarihçiler taraf ından şii görüş denilen bir fikri benimsemi şlerdir. Buna göre Hz. Muhammed, henüz vefat etmeden Hz. Ali'yi, do ğrudan doğruya, kendisine halife tayin etmi ştir. Ş iile r'e göre böylece 1:1 gamber bir din ve devletin yan ısıra bir de sülale olu şturdu. Peygamberin erkek evlad ı olmadığı için, onun hem damadi (Hz. Fatma'nın kocası), hem de amcas ının oğlu olması hasebiyle Hz. Ali'nin bu işe üstünlüğü vard ır. Zaten Peygamber tarafından Hz. Ali'ye bir s ır tevdi edilmi ş, o da bunu oğluna söylemiş ve bu suretle imamet nesilden nesile intikal etmi ştir. Onun bu üstünlüğü ta Hz. Adem'den beri mevcut olan ve her nesilde seçkin birisinde kendisini gösteren ilahi bir nuru taşıması idi ki, Hz. Alinin bu naru, kendisine halef olan her imama intikal etmi ştir." Bu görüşte olan şiiler, Abbâsi halifelerini zaman zaman güç duruma sokmu şlardı . Mesela, Fatimilerin M ı s ı r'a hakim olmalarından sonra burada Ismaill hareketinden kaynaklanan bir sil halifelik kurulmu ştu ıleax alınmıştır.)
«Yaradan Rabbinin adıyla oku, o insana bilmediğini öğretti» (Kur'an, Atak şuresi 1, 5) 124
Medreselerin Kurulmas ı İ lk zamanlar evlerde, sonra mescidlerde ve özel kütüphanelerde yap ılan öğretim bu yerlerin d ışına taşmak zorunda kaldı. Artık ihtiyaca mekan bak ımından cevap vermeyen ve asıl hizmetleri aksatan bu yerlerin d ışı nda, yeni eğitim kurumlarının bu arada Yüksek E ğitim kurumları olan medreselerin kuruluşu bazen dini görü ş ayrılıklarından ve bazen de siyasi destek aramak nedenlerinden do ğmaktad ır. Sultan veya emirin tâbi oldu ğu mezhebin takviye ve teyidi dahi medreselerin in şasına sebep olmuştur. Bununla beraber şu hususu hatırda tutmalıdır ki kurulan medreselerde °kutulan konular, özellikle hadis, Şia mezhebinden okutulandan ayrı bir muhteva ta şır. Dolayısiyle konuların öğretiminde fiilen şiiliğe saldırı esas alındı. H. IV/M. X. yüzyıl ortalarına kadar bir yeralt ı faaliyeti sürdüren Ş la hareket i, Irak'da ve Mısı r'da Fatimilerin elinde zahiri siyasi bir ba şarı elde edin. ce davasını açıkça yaymaya başladı . Kendilerine özgü bir hadis ve kısmen fıkıh geliştirip onları merkezi imamlık doktrininin hizmetine verdiler. O devrin ö ğrenim kurumlarını benimsedikleri gibi yenilerini de tesis ettiler. Siyasi iktidarlar ına dayanarak bu kurumlar ı kendi ideolojilerini (da'va) yaymak için birer propaganda makinas ı haline getirdiler. H. 361 / M. 972 y ılında, sonraları sunni bir kurum haline getirilen ve bugün de dünyaca tanınan e 1- E z h e r, Kahire'de Fatimiler taraf ından kuruldu Önceleri Şiiliğe karşı bir karşı - propaganda olarak ortaya çıkan medreseler, Şii iktidarlar zaman ında akademik kurumları propaganda aletleri olarak kullanmalar ı sonraları sünni hüküm darlann (Selçuki ve Eyyubiler) Şia yıkıldıktan sonra, sünni eğitim kurumlarına devlet desteği sağlamalarına olanak vermiştir. Sünniliğin bilhassa, şafii ve hanefi mezheplerinin güçlen6. Faziurrahman, islam, London, 1966. Bkz. Türkçeye Çev.: M. Da ğ. E ğ itim Haraketleri, Sayi194-195, s. 14-15. 125
mesi için Doğuda, sünni yönelimli birçok öğretim kurumlar ı kuruldu. Sünnili k, Doğuda IV. yüzyılda başka mezhepler ile nüfuz mücadelesine girmek mecburiyetinde kald ı. Birçok Müderris yaptıkları hususi evlerde hadis okutmakta ve f ıkıh dersleri vermekte idiler. 7 Müslüman tarihciler medresenin tarihini yazmakta güçlük çekmektedirler. Birçoklar ı Medreseyi Nizam ül-Mülk'ün kurduğımu ileri sürmekte iseler de Makrizi ve S uyüti ondan önce medreseler (medaris) bulundu ğunu söylemektedirler. Yine de biz ilk resmi, yani devlet ve devlet adamlar ı tarafından destek gören ilk yüksek öğretim kurumu olarak medresenin Alparslan ve Melikşah'm veziri Nizam ül - Mülk tarafından açıldığını kabul edelim. Nizamiye medreseler! olarak tanınan bu kurumda ehli sünnet görüşü savunulmuş ve Gazali burada ders vermiştir. 1067 yılında inşası tamamlanan bu medrese ile yüksek rütbeli şahsiyetler ilgilenmekte ve talebelere maddi yardımda bulunmakta idiler. V. yüzyılın ilk yarısında, Nişapur'da tanınan dört medrese vardı. Bunlar, B e y h a k rnin H. 441 (1049) de Ni şapur'da mi,iderris olduğu zaman kurduğu medrese ;Emir N a s r b. Sebüktekin 'in (H. 389 (998) da Ni şapur valisi) kurduğu medrese; Ebu Sad İ smail el-Esterabadrnin kurdu ğu medrese ile nihayet ünlü bilgin E b (.1 İ shak el- İ sfer al 'nin kurduğu medreselerdir. Ayr ıca Nizam ul-Mülk Nişapor'da daha önce bir medrese kurmu ş ve başına İ mam ulHarameyn el-Cuveyni getirilmi ştir. Nizam ül Mülk ve ondan sonra Irak, Horasan, Elcezire v.b. yerlerde medrese k ısa zamanda gelişti. Nizam ül - Mülk, Nişapür ve Bağdad'daki medreselerle yetinmedi. Ayn ı zamanda Belh, Musul, Herat ve Merv'de birer Nizamiye medresesi vardı. V. yüzyılda Nizam ül - Mülk'ün himmetiyle geli şen medreseler, Doğu'da daha uzun zaman devam etti. 8 1234 yılında 7. J. Pedersen Mescid, Mad. İ. A. VIII, 51 8. J. Pedersen Mescid mad., İ. A., VIII 52 ,
126
halife Mustansır dört mezhep için muhte şem bir medrese olan Mustansirlye'yi kurdu. 75 öğrencisi, bir Kur'an ve bir hadis hocası ve bir de hekimi vardı. Mektebe bağlı bir kütüphane, hamamlar, hastane ve bir de mutfak bulunmakta idi. Giri şte bir duvar saati; mektebin yanında halifenin bir kö şkten bütün binaya bakabileceği bir bahçe bulunuyordu. 9 Her ne kadar Bağdad, Moğol Sultan]. H ü l a g Cintın istilasma Uğradı ise de Nizamiye ve Mustans ıriye'ye bir şey olmadı . Ibn B a t t û t a (XIV. y.y.) Seyahatnamesinde her iki sinden de bahsetmektedir.l° Medreseler en çok Orta Asya'da, bilhassa Semerkand'da Timurlular zamanında gelişti; Timur, Semerkand'a «hind tarzında» bir cami yapt ırırken, zevcesi de bir 'medrese in şa etmiştir. Irak ve Suriye şehirlerinde medrese açma hareketi V. yüzyıldan itibaren yayılmağa başladı. Nureddin b. Z e n g Şaffiler için, Şam, Halep, Hama, Hurns, Baalbek'de medreseler yaptırdı . Bu bölgede birçok yerlerde medreseler in şa edilmiştir. Ama Şam bu konuda en zengin bir yer olmu ştur. Bu konuda Nuay mi (ölnı. 927/1521) ed dtiris fi tarihi'l &iris adlı kitabında bunların yer ve sayılarını göstermektedir. Kudüs'te medrese ilk olarak S alahaddin taraf ından kuruldu. Nizam ül - Mülkiden sonra, medrese kurmakta en çok şöhret kazanan şahsiyet Salahaddin olmu ştur. Onun bir 'çok medreseleri aras ında Şafiinin türbesi yan ındaki Salahiye veya Nastriye adlı medresesini analım. Mısır'ı n Fatimilerin eline geçi şinden bir yıl sonra Kahire şehri doğmuş ve burada daha sonra Ezher Üniversitesinin çekirdeği olan bir cami yap ılmıştır. Fatimi hiikiimdarlann ın birçoğu camii genişletmiş vakıf ve tesislerle zenginle ştirmeye 9. G. Le Stange, Baglıclad, s. 266 vd. 10.İbn Battuta, Le voyage, II, 108, v.d. 127
çalışmışlar, bu meyanda el-Aziz Nizar (976- 996) camii medrese haline getirmi ş ve 35 kişilik bir yoksullar yurdu te sis etmiştir. u Eyyûbiler ve Memlûkler devrinde medrese say ısı son derecede artt ı. Beyne! - Kasreyn soka ğında, Kahire'de eski Fatimi sarayının zemini üzerinde iki dizi halinde medreseler kurul muştur. Zaman sımnn ı aşarak, Osmanlılarda kemaline ermeden önce, Anadolu'da Selçuklular devrinde medreselerin ilim ve fen yıldızları gibi her tarafı kapladığmı söylemeden geçemiyeceğiz. Konya'da Sırçalı Medrese (1242 - 43), Karatay medresesi (1251-52), İnce Minareli Medrese; Sivas'ta Gök Medrese, Mu. zaffer Barücirdi ve di ğerleri ile Kayseri'de Çifte Medreseler sayılabilir. Burada hepsini ismen anam ıyacağımız Kuzey Afrika'da, Ispanya'da da Do ğu'daki emsalleri üzerine yap ılan medreseler birer e ğitim ve öğretim yeri olarak İslâm kültürüne hizmet etmi şlerdir. İslâm eğitim tarihi, İslâm kültürünün büyük bir kesimini kaplamaktadır. Dikkat edilirse medreselere kadar gelen e ğitim ve öğretimden bahsederken sadece cami, küttab, edebi meclislere v.b. değinerek geçtik. Bunlar ın üzerinde ayrı ayrı dur , ği gibi İslâm eğitim ve öğretiminde öğretmenlerin mak,gerti yetişme ve hayat şartları ile öğretmen - öğrenci ilişkileri, öğrencilerin sosyal imkanları ve ders programları gibi bahisleri de ele alarak bu konu üzerinde etrafl ıca durulabilir. " Bu eğitim ve öğretim kurumları sayesindedir ki Ortaça ğ İslam Dünyas ında fikri bakımdan olduğu kadar, sosyal ba11. K. Vollers, Ezher Maddesi, İ. A. IV, 433 12. Geniş bilgi için bkz.: Shalaby A., History of Muslim Education, Beirut 1954; Öymen H.R., Istamiyette ö ğretim ve E ğitim, A.Ü. ilgihiyat Fakültesi Derg. 1983 s. 61 - 79; Yurdaydın H.G. Islam Tarihi Dersleri, Ankara 1971. 128
kımçlan da diğer dünya ülkelerinden daha ileri düzeye yanimıştı r. Bir örnek olarak, Klâsik İslam Çağında meydana getirilen fikri edebi eserlerin o zamanki Avrupadan say ıca çok fazla oldu ğu sık sık belirtilmiştir " İslam eğitim kurumlarından yetişenler, dini ve sosyal görevler ald ıkları gibi, kültürel alanda da meyvelerini vermekten geri kalmam ıştır.
13. Cahen Cl. 11.91am dee ortose,g, 89
129
FÜT1DVVET VE AHIL İ K
Fütüvvetin sözlük anlam ı, yiğit bir delikanlıda (fatâ) bulunan sitayi şe layık vasıfların bütünü ve özellikle cömertlik (sahâ, kerem) demektir. Kelimenin kayna ğı henüz yeterince aydınlığa kavuşturulmam ıştır. H ammer, bizzat, fütüvveyi bir çe şit atabinicilik olarak görür. ı islâmın ilk çağlarında fütüvve kelimesi değ il, fatâ mevcuttur. Bu genç, güçlü, mükrim bir ki şiyi ifade eder. Islâmda en iyi fatâ örne ği Hz. Ali gösterilmi ştir. Bize intikal eden şair ve sûfilerin hayat ını anlatan metinlerde fityan (fatâ'n ın çoğulu) küçük birlikler halinde yaşayan çeş itli sosyal, etnik ortamlardan gelen her türlü aile ba ğı meslek bağı ve kavim bağı dışında kalarak bir arada sadakat ve arkadaşlık bağlarıyle yaşayan ki şiler olarak geçer. İlk zamanlar sosyal çalkant ıların kundakçıları oldukları kroniklerin kullandıkları kötü isimlerle belirtilmi ştir. Bunlarda en çok geçen ayyaran : «kanun dışı topluluk», şâtır (şuttür) : «kurnaz ki şiler», evbaş «haydut» ve Selçuklular'dan itibaren rind (rünûd) kelimeleridir. Bağdad'da ayyarûn, otoritenin gev şediği sırada su yüzü ne çıkar. Bunların taş ve sopalarla silahlanmış bir durumda halife E m i n'in (809 - 813) ordusunda karde şi Me'mu n'un Horasanhlardan olu şan ordusuna kar şı ve daha sonra da M u s t a i n'in (862 - 866) arkas ında Mu'ta z'a (866 - 869) karşı döğüştüklerini görüyoruz. X. yüzyıldan XII. yüzyıla varan zaman içinde ç ıkardıkları karışıklıklarda büyük başarılar sağladılar. Fakat güçlü iktidarlar esnas ında sinerler (Buveyhi 1. C. Cahen, Futuwwa mad., l'Encyclopedie de l'Islam, Nouvelle Edition T. II s. 983 (kısaca E 12 diye gösterilmi ştir.)
130
Aduddevle; üç büyük Selçuklu sultan). Abbasilerin son y ıllarında cereyan eden iç sava şlarda, onların polis olarak hizmetleri talep edildi. Ayr ıca 972 yılında Bizansa karşı açılan kutsal savaşa kat ılmak isteyenlere silah dağıtıldığında şehirde birçok karışıklıklar oldu ve bu yüzden bir mahalle yang ına verildi. Zaman zaman Ba ğdad'da polis şefinin desteğini sağlarlar. Hat• ta daha sonraki rivayetlere göre Büveyhi Ebu K a 1 i c a r da bunlarla ilişki halindedir. Bir yüzy ıl sonra 1135 yılında, Bağdad'da fityan' ın şefi, arkas ında vezirleri ve hatta sultan ın aile mensuplarını sürükler. Güçlü Oldukları sıralar yağma yaptıkları da olur. Bunlar, baz ı büyük kimseler örne ği, pazarlarda (sûk) kurdukları bir nevi hafâra, himaye göreviyle tacirlerin şikayet ve s ızlanmalarına sebep olurlar. Bunlar, şüphesiz ekseriya belli bir mesle ği ve belli bir durumu olmayan mütevazi kimselerdir. Davran ışlarmın saiki öyle görünüyor ki ya ğma zevki ve menfaat temin etmektir. Bununla birlikte dikkatimizi çeken devaml ı bir istekleri var ki o da şurta (polis) birlikleri içine girmek istemeleridir. Bu istek onlara bir yandan muntazam bir gelir sa ğlar, öte yandan artık polisi kendi karşılarında bulmazlar. Bu nedenle, baz ı defalar pişman olan ayyarûn, hükümet kuvvetleri içinde, daha dün dostları olan kimselere kar şı savaşırlar. 2 Daha genel bir şekilde, şurta bulunmayan şehirlerde, nitelikleri bir tak ım askeri sportif geleneklerle canl ı tutulmuş bir mahalli milis gücünü temsil ederler. Adı geçen fityan ile ayyart ın aras ında ne gibi bir ilgi kurulabilir. Metinlerin şüphe bırakmadıkları nokta şudur ki, fityan'a kendi kendine veya ba şkası tarafından ayyarem denildiğ i gibi bunun aksine ayyarûn'a da fityan veya fütüvve ri denilmi ştir. En azından kısmi bir eşitlik söz konusudur. Mesele bunun mutlak olup olmad ığını, ispat edildiği ölçüde, anlamaktı r. Buna cevap vermek için şehir asabiyyât ımn varlığını 2. E 12, s. 984
131
hatırlıyalım. Doğu şehirlerinde şu veya bu doktrin adı altında savaş bayrağı kaldıran, şu veya bu isim alt ında toplanan, ama her zaman bir şehir toplumunun derin özelli ğini taşıyan çeşit_ li topluluklar vard ır. Böylece, metinlerde, asabiyye ile fütüvve hiç olmazsa k ı smi olarak birbirine ba ğl ı bir hal arzeder. Manevi: açı dan asabiyye bir gurubun kendi fertleri aras ındaki dayan ışma prensibi, fütüvve buna varmak için ula şılması gereken s ıfat ve niteliktir. Öz olarak fütüvve, ne sosyal - ideolojik olan ama bu çevrede bir kurum, ne hattâ yaln ızca mahrum sınıflarm bir reaksiyonu; aksine genel strüktüral bir unsur ve Ortaça ğ Şarkının şehir toplumunun temelidir.? Fütüvvet, önceleri tasavvufi dünya görü şü ile bağ kurarken daha sonra mesleki te şekküllerin düşünce ve töre sistemi olmuştur. Fütüvvetin temel ilkelerinden olan di ğerkamlık ve bunun pratik sonucu cömertlik (sehâ) aras ında sıkı bir bağ vardır. Ayrıca bazı süfiler fütüvvet hakk ında bilgi verirler. Dervişlerin etkisi alt ında kalan bazı fütüvvet çevreleri bunlar ın adet ve erkanlarm ı benimsemişlerdir. Ama fütüvvet ile sûfîli ğin arası nda kesin farklar mevcuttur. H a 1 if e en- N âs ı r (1180 - 1225) ile haleflerinin idaresindeki saray fütüvveti ile Anadolu şehirlerinde halk aras ında görülen fütüvvet belli nok. talarda birbirinden ayrılırlar. 4 Fütüvvetin devlet büyükleri ve hatta sultanlar taraf ından kabul gördüğü ve bazen siyasi iktidarların kuvvetlenditmek için kullanıldığı olmuştur. İmamiye mezhebini kabul etmiş olan en-I■1 as ı r d inill a h, kendisini fütüvvet ehlinir ı imam ve muktedası ilân etmiş ve her taraf taki fütüvvet ehline, , kendi adına şalvar glydirllmesi şedd kuşatılması, serbet kilmesi ve ok atılması hakkında emirler göndermi ştir. 5 ,
3. E i2, s. 984 4. Taeschner F., islamda Fiitiivvet Teşkilatt, no: 142, s. 226
132
B e 1 le ten C. XXXVI
Tarihçi İ bn Bib i'den öğrendiğirnize göre Anadolu'da sarayda da fiitüvve vardır. Onun yazdığına göre Anadolu Selçuklu Sultanı İ zzettin Key k âvus I, isteği üzerine 611/ 1213 yılma doğru halife en-Nâ sır'dan füttivve elbisesi aldı. Onun halefi olan Alae d di rı. K ey kub at I (616 - 634/1219 - 1236) zamanında en - Nâsır'ın dini işlerde danışmanı büyük şeyh E'bû Hafs Ömer es-Suhreverdi Konya'ya elçis ıfar tiyle gelerek fütüvvenin gereklerini ifa etti. Bu olay Anadolu'da filtüvvetin yayılmasına imkan vermekle birlikte saray çevresinden gelen bu iti ş bilahare ahiliğin gelişmesine ortam hazırladı. ° Öte yandan Anadolu'da ortaya ç ıkmadan önce fütüvvenin İ randa da göze çarpt ığı ileri sürülmü ştür. Orta Asya'da C e ng i z Han (1155 - 1227) Çin'den sonra Türklerle meskûn Buhara, Semerkand, Taşkent şehirlerine yönelip halk ı kılıçtan geçirdiği esnada bu kıyımdan canını kurtaranlar önce Selçuklu hakimiyeti altındaki İran'a sonra Anadolu'ya göç etmeye mecbur oldular. Bu olaydan hemen sonra Iran'da ve Anado lu'da sanat ve tecimde bir canl ılık göze çarpar. 8 Dernek ki Anadolu'da, fütüvvet te şkilatının kurallarını benimseyen ahilik bu göçlerden sonra kurulmu ş ve gelişmiş tir. Fütüvvetin eskiden beri yayg ın olduğu öteki İslâm ülkelerinde esnaf ve sanatkarlar aras ında bu örgütün benzeri görül. memiştir. Anadolu Ahili ğinin piri olan Ahl E v r a n'ın buraya geliş i yine bu sıralardadır.° 5. Gölpınarlı A., İslam ve Türk illerinde Fiitilvvet Teşkilat ı, Iktisat Fakültesi Mee m-u a s ı C. XI, 1950, s. 76 (naklen: İbnu'l Esir, el - Kamil, Mısır 1302 C. XII s. 181; Ebu'l Fida, el - Mu-Umar, Matbaa-I Amire 1286 C. III, s. 142-143; İbn Tiktakü, Kitab el - Fahri, Mısır, 1317 s. 287) 6. E İ2, s. 985; İbn Bibi, Houtsma bask ısı Leiden 1920, s. 220 - 227 7. E t2, s. 985 8. Çağ atay, N., Bi; Türk Kurumu Olan Ahilik, Ankara, 1974, s. 55 - 53 9. Aynı eser, s. 56 133
Burada kısaca Abi E v r a n' ın, kişili ği üzerinde durmak gerekir. Ahi Evran, doğduğ u yer belli olmamakla birlikte bir veli ve ahi olduğu gibi aynı zamanda bir dabbağ olarak tanınır. O r han Gazi zaman ında (1326-1359) 93 ya şında öldüğü ve Ebeı hak, İs Geyikli Baba, Hac ı Bekta ş , Abdal Mus a. ile çağdaş olduğu bilclirilir. Hac ı Bekta ş 'ın Velayetname'sinden ö ğrendi ğimize göre Ahi Evran, Alaeddin Keykubad'ın çağdaşıdır. Konya'da Ş ems-i T e r b i z i'ye biat ederek tasavvuf dersi alm ış ve dervi ş olmuştur. Dahasonra Denizli, Kayseri ve K ırşehir'de ömrünü geçirmi ştir. O, ahlükla sanatın ahenkli bir birleşimi olan ahiliği kurmuş ve yüzyıllar boyunca esnaf ve sanatkarlara yön vermi ştir. 1° Ahi Evran önceleri dabbağlarm ve deri ile ilgili bütün mesleklerin piri olduğu halde daha sonra di ğer bütün sanat erbab ının da saygısını kazanmıştır. Birtak ım meslek teşekkülleri içinde ahilerin mesleğe intisap, giyinme ve tavırlarını tayin eden törenleri vardır. Bunlar Arapça ve ço ğu Türkçe fütüvvetnamelerde anlatılmıştı r. Fütüvve'de giri ş merasimine büyük önem atfedilir. Duhül merasimi iki kademede icra olunur. Herhangi bir genç birli ğe duı ği takdirde, kendisini tecrübe için kabul edecek bir as--hületi il ataya başvurmak zorunluğundadır. Buna «Vallb», ustasına «matlûb» denir. Tecrübe devresi bittikten sonra «tâlib» « Şedd» yani bir futa ku şanma yoluyla birli ğe girer. Bir müddet sonra «Libâs el - futuvva» giymesi ve «Ka's el - futuvva»dan tatmak süretiyle «refik» yani tam hukuka sahip aza olur. Fütüvve teşkilatları mensuplar ı bazı müelliflere göre Kavli, Şurbi ve Seyfi olmak üzere üç, di ğer bazılarına göre ise yalnı z Kavli ve Seyfi olmak üzere iki dereceye ayr ılır. 1° Ancak söz ile an10. C. H, Tarım, Tarihte K ıx şehri gülşehri, İstanbul 1948, s. 78 11. Taeschner F., «Islam Ortaçaıjinda Fiiiürve Teşkilatı» iktisa F a k. Mecmuas ı C. XV, İst, 1954, s. 14 - 15 Yazar bu bilgiyi -
134
gaje olanlar (Kavli) en a şağı sınıfı, kılıç ile bezenenler (Seyfi) en yüksek s ınıfı ve bunların ortasında ayin kadehinden içenler (Şurbi) orta s ınıfı temsil eder. «Genç, intisap etti ği mesleğin sırrını öğreninceye kadar ustasına hizmetle yükümlüdür. Bir yol atas ı ve yol karde şi edinerek fütüvvete intisap etmi ş ve fütüvvet şartlarına uyaca• ğına söz vermi ş olan sâlik, hayatı boyunca yol atas ı ile yol karde şine hürmet ve yard ım edeceği gibi onların da sevgisine, hürmetine ve yard ımına mazhar olacakt ır. Ustas ına, mesleğine, sanatına, genellikle llıvaria yani fütüvvet ehline, sonra da aralarında hiç bir fark gözetmeksizin insanlara yard ım etmek görevidir.» 12 Fütüvvet ehlinin özel bir k ıyafeti yoktur. Siyah, beyaz ve yeşil renkde sof elbise giymek, b ıçak taşımak, yün serpû ş ve taylasan bir özellik say ılmaz. İ b n B a t t ü t a'n ın anlatt ığı ahilerin başlanna giydikleri külah ın, Hac ı B e k t a ş'ı pir tanıyan Yeniçeriler in ba şında da bulunması ahiliğin fütüvvet geleneğinin bir etkisi olduğu sanılmaktad ır. 13 Yukarda da geçen şedd ku şanmamn yerine Evliya Çelebi zamanında peştemal kuşanmak geleneğinin aldığını görüyoruz. daha birçok fütüvvet töreleri vard ır ki biz bunları yukarıda da belirtti ğimiz gibi fütüvvetnamelerde bulmaktay ız. Hemen belirtelim ki bu fütüvvet edebiyat ında zenaatın iktisadi yanı hakkında hemen hemen hiç bilgiye rastlanmamaktad ır. 14 Osmanlı devrine varmadan bir tak ım sûfi fütüvvetnameleri vardır. Mesela es-Sül e mi (412/1020), onun talebesi K u A. Gölpınarlı 'mn Ayasofya Kütüphanesi 2049 noda kay ıtlı farsça bir fütüvetnamenin türkçe tercümesini yapt ığı islâm ve Türk ilerinde fütüvuet te ş kilat ı ve kaynaklar ı " Iktisat Fak. Mec. C. XI. Ist. 1950, s. 235-261 adlı makalesinden vermektedir. 12. Gölpınarlı A., İslâm ve Türk illerinde fütüvvet te ş kilat ı s. 90 13. A. g. makale, s. 87 14. Taeschner F., islâm Ortaça ğında Fütüvue Te ş kilat ı " s. 21 -135
ş eyr'i (465/1073) sonra Ş ehabeddin es-Suhreverd I (632/1234) ve İ b n u'l Arabi (638/1234) ve Acem şairi Ha t i f f (927/1520) ye kadar kesiksiz bir şekilde uzanan süfî fütüvvetnameleri vard ır. 15 Fakat bu tür yaz ılar aras ında en önemliolan Seyyid Mehmed b. Seyyid Alaeddir: el-Hüseyni el-Razavrnin 931/1524 tarihini ta şıyan Fütiivvetname-i Keblir ıidir. Bu eserde korporasyonlar ın (esnaf teşekkülleri) fütüvvet adet ve gelenekleri gayet aç ıktır. Buna göre korporasyonlar ın fütüvvetinde dokuz mertebe vard ır. Halbuki ahilikte çırak, kalfa ve usta gibi üç mertebe vard ır. Hemen her sayfas ında şii (oniki imam) karekteri bulunan Seyyid Mehmed b. Seyyid Alaeddin'in Fütüvvet name-i Kebiri zikredilebilir. Kaleme alındığı zaman (h. X. / m XVI. yüzy ıl) Safeviler sayesinde oniki imamc ılar bir yayılma çağı idrak ettiler ki, bu da yeni Iran imparatorlu ğunun kurulmasına katkıda bulundu. Seyyid Mehmed'in Fütüvvetname-i Kebirinin bütününü içeren çok az elyazmas ı vardır. Birçoğu Fütüvvet adı altında özet olarak bundan daha az hacimli bir halde kütüphanelerde önümüze ç ıkmaktadır. Fakat bu özetlerde aslının şii karekterinin kayboldu ğu göze çarpmaktad ır. 16 Gene önemli bir fütüvvetname Yahya b. Hali 1 el Burg a z l'nin yazdığı orijinal Fütüvvetnamedir. Bunun sonuncL ı okuyucuya açıklanan ıstılahlar Seyyid Mehmed'inkinde de bu. lunmaktadır. Bu eserde takdim edilen, fütüvvet gelene ğinin dericiler tarafından temsil edilen ahiler üzerine etkisi vard ır. ı Bununla birlikte ulema sınıfı içinden yükselen sesler, hem Seyyid Mehmed'in Fütüvvetname-i Kebir'inin şii yönelimlerine ve hem de Abi Evran'a dericiler taraf ından yap ılan yüceltmelere karşı çıkmıştır. Münir B el g r a d i adl ı bir bilgin yaz-
15. Taeschner F., ufslamda Fütüvvet Te şkilatı » s. 234 16. E 12, s. 989 17. E. İo, s. 990; Gölpınarlı A., Burgazi. ve Fiitillıvetnamesi, sat Fa k. M e c. C. XV. no : 1 - 4. s. 76 - 153 136
Ikti-
dığı Nısâb el - intisâb ve âdâb el - iktisâb adl ı eserinde bu tür pratiklere 'çatt ığı gibi sunni görüş açısından zenaatkarl ığın nasıl olması gerektiğini açıkladı . Ama bu eser yöneltildi ği meslek erbabına kadar ula şmadı. 18 Böylece burada k ısaca fütüvvetin Islam toplumunda do• ğup, Türk -• Islam sosyal yap ısında nas ıl bir önem kazandığını gördük. Bu enteresan konu hakk ında daha geniş bilgi birkaç fütüvvetname örneği okumak suretiyle genişletilebilir. Bu kurumun Türk toplum yapısındaki önemli yerini Evliya Çelebi'nin, esnaf teşekkülleri hakk ında ve İbn Battüta'run Anadolu abileri hakkında verdikleri bilgilerde ve daha birçok tarih ve seyahat kitaplarında bulmak mümkündür. Mesleki Organizasyon islâ.m dünyasında genel olarak VIII. yüzy ıldan itibaren küçük - büyük, eski - yeni şehirler nüfuslarının artışlarına pa ralel olarak ekonomik bir geli şme gösterdiler. Bu ilerleme Kuzey Afrika'da, Ispanya'da oldu ğu gibi Orta Doğuda da müşahade edilir. Yerli imalat ın artışıyla Akdeniz'in çeşitli bölgeleri arasında ve ayrıca Hind Okyanusunda ticari al ış veriş gittikçe arttı . Şehirlerde üretim ve tüketim maddelerinin ço ğalması birçok mesleklerin semtlere göre yay ılmasına sebep oldu. Genel olarak her şehirde Ulu Cami'nin hemen etraf ında sük (pazar) bulunur. Bu ve birbirine ili şkili sokakların her biri bir esnaf gurubuna ayrılmıştır. Burada günlük ihtiyaca yarayan her alet ve her gıda maddesi bulunur. Bunun yanında stik'daki dükkan lardan daha sağlam yapılmış özel ve lüks ticaret maddeleri satan ilanlar (Kaysariya) vard ır. Bu dar ve ekseriya üstü kapalı yerler birer kuma ş pazarı iken sonra kıymetli maddelerin konduğu yerler olmuştur. Hanların hemen yakınına da sarraf denilen para değiştirme işlemleriyle uğraş anlar yerleşerek sük 1$. E 12,
8.
990 137
ve onu teşkil eden elemanlar şehrin ekonomik merkezi durumuna gelmiştir. Ortaçağ müslüman şehirleri hakk ında çözülmemiş bir me sele var : Acaba esnaf te şkilatı var mıydı ? Uzun zamandan beri Louis Ma s s i g n o n'un çal ışmalarının tesiri alt ında, İslam Dünyas ında çok erken zaman larda, en az ından Abbasilerden itibaren esnaf topluluklann ın varlığı kabul ediliyordu. Bu yazar Avrupa'dakilerle k ıyas edilebilen loncalar ın X. yüzyıldan itibaren kurulduğunu ve hatta bürıların Avrupa'dakilerden eski oldu ğunu yazdı. 1° Görüşünü XVII. yüzy ılda ~anlı İmparatorlu ğunda lonca tipi mesleki organizasyonların mevcud olduğu ve bunların zamanla şekillerinden hiç bir şey kaybetmeden daha önceki Türk Devlet lerinde örnekleri bulunduğu fikrine dayandırıyordu. Massignon'a göre bu loncalar miladi X. yüzy ıl civarmda do ğan Do ğu örneklerinden kayna ğını alıyordu. Bunlar futuvva (fityan veya gençler) denen dini örgütlerle s ıkı ilişkilerde bulunuyordu. Bunu kanıtlamak için mesleğe giriş merasimlerini örnek gösteriyordu ve O, İsmaililiğe bu te şkilatlann kurulmas ında büyük bir önem veriyordu. Zira daha sonraki ça ğlarda şii geleneğinin izleri bulunduğunu ileri sürüyordu. Bernard L e wi s ve ondan sonra C ah en bu görüşü reddettiler. Önce metod yönünden : Zira bir as ır için geçerli olan diğer asır için geçerli olmadığından as ırdan asıra sıçramak hatalıdır. Diğer yandan Türk - İran ülkelerinde câri olan şeyleri kendili ğinden bütün islam ülkelerine te şmil etmemelidir. Özellikle Fütüvveinın bazı meslek çevreleriyle ili şkisi olduğu şüphesizdir. Fakat bu ili şkiler XIII - XIV. yüzy ılda bilhassa Selçuklu hakimiyeti alt ındaki ülkelerden önce görülmez. 20 Daha önceki zamanlar için hiç bir belge yoktur. Sonra 19. Bu görüşler şu makalede toplanm ıştır : L. Massignonı , La Futuvva ou pacte d'honneur artisanal, Nouvelle • Clio. 1952 20. Futuvva hakkında : E İ .2, Taeschner'in, makalesi, 138
Ismailik hakkında, Abbasiler .devrinde şehir içi mesleki organizasyonlarda herhangi bir şii bulaşmanın örneklerine sahip olunmaz. I smaililik ve hele K arma t doktrini, yalnız çiftçi ortamlarda bir müddet sosyal bir görünü ş kazana bildi. Bilindiği gibi Bağdad'da halk tabakas ı şii değildir. Hanbelidir. O halde Sümüdir. Loncaların gerçekten var oldu ğunu doğrulamak için hem mesleklerin nizamnameleri (hisbe, ihtisab) ve hem de bunlara bağlı görevlilerin (Doğuda muhtesib, Batıda sahib-es-sûk) varlığı üzerine dayamlnu ştır: Hisbe üzerine yazalan kitaplar mesela Batıda XII. yiizyıldan önce görülmez. Daha önce ticari al ış verişlerde ve daha geni ş ölçüde sosyal ilişkilerde helal olan ve olmayan hususlarda k ısa, toplama birer hukuki mecmualard ır, Bu hisbe kitapları meslek teşkilatlarmm rolü ve organizasyonu üzerinde bilgi vermiyor. Fakat -mesleki çevrelerle ili şkisi olmayan, hükümete bağlı muhtesibden bahseder. Loncaların lehinde birkaç müsbet delil getirebilecek hususlar şunlardır : Bazı mesleklerde birlik duygusu (esprit de corps), yüksek bir mesle ğe dahil olma fikri, ve bazı şahısların adlarının sonuna mesleklerinin lakab olarak eklenmesi gibi; fakat bu misaller seyrektir ve az kan ıtlayıcıdır. Diğer yandan, camiler ve hanlar gibi meslek isimleri ta şıyan binalar vard ır ve nihayet bunlar aras ında işbirliği ve cezai sorumluluk zikredilir. Islâm hukuku suç olduğu zaman' müşterek mesuliyeti arar : Bu hususta Arap kabileletinin geleneklerinin hat ırası bulunur. Kabileler gibi gelene ği ve askerler gibi bir teşkilatı (Divanu'l ceyş) olmayan kişiler için gayet tabi iki mesleki dayan ışma bir çember olabilir. Bu sonuncu, bir korporatif te şkilatı gerektirmez. O halde şimdilik Islam Dünyas ında XII. ci a.sırdan önCeki devre için lonca te şkilatlannın varlığı hakkında olumsuz cevap verilir. Hristiyan dünyas ında mevcud olanla bir yak ınlaşma 21._ R. Mantran,
i'E"xpan8ion lifusulmane, s.
294.
139
yapmaya çok çal ışıldı. Le vi-Prov e n c a 1, müslüman ispanya'daki meslek guruplar ı hakkında bilgi verirken. «Kurtuba ve diğer şehirlerde lonca denilebilecek bir çok «tabakalar ın» ve çeşitli meslek guruplarının işaretini tarihi metinlere dayanarak» anlat ırken hataya dü şmedi. 22
22. R Mantran, 140
l'Expanısion Musultnane,
s. 295.
VAKIFLAR Insanlık tarihinin en büyük yardımlaşma kuruınlarmdan biri Vakıftı r. Islâm dini sosyal yardımlaşmaya büyük önem vermektedir. Zaten insan, ahlâki ve insani bir görev olarak çev resine yardım etmek ister. Vak ıf, insanların hayatta iken yapabilecekleri maddi en büyük hayır işidir. Vakıf şöyle tanımla= : Yararı kullara ait olmak üzere bir malı kendi mülkünden ç ıkararak Allah yolunda tahsis etmektir. Vakıf kelimesi Kur'an'da mevcut de ğilse de bu kelimenin anlamına yakın birçok kelime vardır : «Sevdiğiniz şeylerden sarfetinedikçe iyili ğe erişemezsiniz. Her ne sarfederseniz şüphesiz Allah onu bilir (Kur'an III, 92)», R iyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın ... (Kur'an V, Z)» ve diğer birçok ayetlerde «b i r r», «sadaka» ve «ihsan» kelimeleri geçer. Müslümanları vakıf kurmaya götüren en başta gelen âmil Peygamberin hadisleri olmuştur. O bir hadisinde şöyle buyu• rur «Ademoğlu ölünce yapmakta olduğu hayırlı işleri durur. Ancak üçü müstesnadır : Faydalı ilim bırakan, arkasından. dua eden iyi evladı olan, bir de sadaka-i câriye yani kesilmeden de. vam eden hayır yapanların sevabı kesilmez. i Yine vakıf hakkında sağlam bir dayanak, H z. Ö m e r'den rivayet edilen bir hadistir. Burada Hz. Ömer sa ğlığmda Semğ denilen öz mal: bir hurmalığı vakfetmek isteyerek : - «Ya Resullullah! Bana göre en güzel ve k ıymetli bir hurmahğa malik bulunuyorum. Halis kazancım olan bu mahrm vakfetmek istiyorum, diye peygambere sorduğunda O : «Bu hurmahğm aslmı, rakabesini 1. Müslim, Vasiyye 14; Ebu Davud, Vasya 14; Tirralal, Ahkam 36: Ahmed b. Hanbel III. 372.
141
vakfet. Art ık o satılmaz, hibe edilmez, vâris olunmaz, yaln ız onun malu.-.ülü (ihtiyac ı olana) infak edilir, yedirilir» buyurdu. 2 Böylece vakf ın meşruluğu Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabit olmuştur. 3 Öte yandan İslâmiyetten önce de Arabistan'da vakf ın bu lunduğu ileri sürülmüştür. Ancak müslümanların genel görüşüne göre Arabistan'da islâmdan önce vak ıf yoktu. 4 Bir görüşe göre de : «B e n u Ş e y b e, Peygamber zaman ında Ka'be'nin koruyucuları idi. Bugüne kadar imtiyazlanm muhafaza etti ler. Kayıtlar, İslâm öncesi devirde bu idarenin vakıf idaresine dönüştüğünü görmeye imkân verir. Burada vak ıf kelimesi mevcuttur. Mülkiyet, ebedi olarak nriâbede ve onun Tannsma hasredilmiş olup işletilmesi ise özel kişilere, bedel kar şılığı verilmiştir». 5 Vakıf kaynağından bahsederken, di ğer dinlerde de vak. fın bulunduğuna işaret edelim. Budist vakıfların mevcut oldu ğu ve en büyük Budist mâbetleri bugün Brahmanlar taraf ından yönetilmektedir. 6 Zengin Uygur edebiyatının elde kalan belgeleri aras ında vakıf vesikalan bulunmu ştur. 7 Prof. K ö prülü vakfın en eski kaynağı hakkında şu bilgiyi vermektedir: «Bizce vakıfların menşeini yalnız Roma ve Cermen hukuklannda değil, daha eski şark medeniyetlerinde, ve bilhassa Mezo potamya'da aramak daha doğrudur. Bâsbil'de Sumu-lailu devrinde tesis edilmi ş dini bir vakıf hakkında malumatımız vardır: Ruhunun selametini temin etmek isteyen dindar bir 2. "Ahbis aslahu sebbil samarahu", Sahih-i Buhari Muhtasar ı Tecrid-i
6.
Sarih Tercümesi, C. VIII s. 221. Ali Haydar, Ahkam 'ul Vukuf, s. 6. Şafii, K. Umm, III, 275-280. Düssaud, Pindtration des Arabes en Syrie, p. 123; Wellhausen, Reste cırabischen Heidentems (ın,skizzenund vorarbeitein), 88. Ruben Budist vak ıflar ı hakk ında, V a k 1 f l a r Der g. Ii, s. 180.
7.
Çev.: Meliha Tortak. A. g. mak. s. 180.
3. 4. 5.
142
-
adam, mabud Şaarum ile mâbede Şallat namlarma bir mâbed yaptırmış ve tayin etti ği bir rahibin oturmas ı için de bir mülk tahsis etmişti. Bunu tesbit eden ve umumiyetle Kudurru adı verilen hukuki vesika, vak ıf sahibi bu rahibin vazifesi üzerinde her türlü iddiadan vazgeçti ğini, aksi takdirde hükürndarın ve Şarrıas'ın bir düşmanı gibi muameleye tabi tutulmas ı lazım geldiğini tasrih etmektedir. Bu tesisler, Babil hukukuna göre. daha ziyade bir hibe mahiyetindedir. 8 Bunlar ve Hititletde gör. düğilmüz mümasil dini hayri müesseseler, tunumi s ıtrette, yak fm ilk örnekleri gibi telakki olunabilir. islâm vakflyelerinin sonunda,. vakıf şartlarına riayet etmeyenler hakk ındaki lânet formiilleri bile Babil hukuk vesikalarmda ayniyle mevcuttur». 9 Öte yandan Köprülü vakıf müessesesi hakkında yazdığı geniş bir -tetkikde, «Islaın vakfı= menşeini açıklarken bunun eski Roma hukukundan de ğil Bizans hukukundan esinle. nerek geliştiğini ifade eder. 10 Ona göre : Kur'an'da vakfa , dair hiçbir açık işaret bulunmamakla beraber, islam fakihleri muhtelif hadislere istinaden bu miiesseseyi Peygamber zamanma irca ederler. Bazı islam yazarları, İ brahim Peygamber tarafından yapılan vakıfların varlığından da bahsederler. Halbuki vakıf müessesesi Peygamberin öllimiinden sonra, Hicretin ilk asrında teşekkül etmiş ve ikinci asıllı son yarısında hukuki şeklini almıştır. Kur'an'da ve Peygamber devrinde durumu şüpheli ve tartışmalı olan böyle bir hukuki kurum nas ıl bu kadar büyük inki şaf gösteriyor. islâmiyetin verâset hakk ındaki kat'i hiikümlerini -kaçamakh bir şekilde olsa bile- değiştirmek gibi ilk islam Imkukçularım rencide edecek bir mahiyet arzetmesine rağmen, bu kurum nasıl olup da muhite uy 8. E. Cuq, Ptudes sur le droit babyloniesz, Paris 3.929, s. 75. 9. Köprülti F., Tanıtnıa yazısı : Prof, E. Arsebük, »indeks istiw ıt eden şahsiyet; vakıf, s. 458, Vak ı flar Der g is i, C. II, s. 458. 10. Köprillti F., Vak ıf Müessesesinin Hukuk; nu ılıiyeti ve tariht tekd ınüL12, Vak ı flar Dergisi, C. II, s. 1 -37.
143
gun bir sistem haline getiriliyor. Köprülü bunun sebebini, fetihle'• sonunda büyük ferdi servetler ve geni ş topraklar ın doğması sonunda bilhassa M ısır ve Suriye'de bulunan bu toprakları n «Bizansta kilise ve manast ırların mülklerinde pek çok tatbik edilen bir nevi tasarruf şekli İslam vakıf sistemine de girmiştir» diyerek « İslâmiyetin hicri birinci as ırdaki tarihi inkişaf', vakıf müessesesinin vücut bulmas ı için icab eden iktisadi şartları hazırlamış ve mümasil H ıristiyan tesisleri İslam fakihlerine vakf ın hukuki esaslarını ve şekillerini vücuda getirmek için lazım olan örnekleri vermi şti» görüşünü savun muştur. Yine eski dinlerde ve uygarl ıklarda vakıf konusuna dönersek, Anadolu'nun eski uluslanndan olan Hititler in yaz ılı tabletler halinde vakfiyelere sahip olduklar ı Boğazköy'de yapılan kazılardan elde edilen belgelerin Türk - İ slam Müzesinde korunduğu belirtilmiştir. ıı Türklerde İslam öncesi vakıf konusu nasıl bir durumday dı sorusu akla gelebilir. Orta Asya'da ya şayan Türklerin büyük bir uygarlık kurdukları kazılarla kanıtlanmıştır. Ama bunların sosyal yaşayışlannı aydınlatan belgelerden yoksunuz. Va. kıf kuruınunun ortaya çıkabilmesi için yerle şmiş bir topluluk olması, kişiler aras ında ev, silah ve bir - iki parça ta şınır eşy'ı dan daha geniş ölçüde özel mülkiyetin bulunmas ı gerekir. 12 ğda ve her toplumda dini ve laik gayelerle yap ılan te-Herça sislere bugünkü anlamiyle vak ıf demek gerekmez. Vakfa ben zer kurumlar eski devirlerde kavimlerde çok defa bir tap ınak ve din adamları teşkilatına lüzum gösteren dinler dolayisiyle doğmuştur. Göçebe olarak ya şayan topluluklarda, şamaniz. man de özelliği dolayısiyle bugünkü anlam ı ile vakıf kurumuna 11. Yücel Erdem, Vak ıflar ve Vakfiyeler, « Orta-Dokka» 10. XI. 1974 s. 2. 12. Ogel Bahaettin, İslamiyette ıt önce Türk Kültür Tarihi T.T.K. yay.. Ankara, 1962 144
benzer kurumlara rastlayam ıyacağımız tabiîdir. " Vakıf hakkında mezhep imamlarının görüşü ise şöyledir: I m a m-ı Az am vakıf hakkında gayet dikkatli davranm ıştıt.. Bu dikkat ve hassasiyet Kur'an'daki miras ayetlerinin çi ğnenmemesini hedef almaktad ır. Imam-1 Azam vakfa cevaz vermek le beraber, lüzum ifade etmeyece ğini 4 ve ariyet kabilinden olduğunu söyler. Bu durumda vakfolunan mal vâk ıfın mülkünden çıkmaz ve istedi ği zaman vakıftan geri dönebilir. Imam- ı Azam vakfı bir müessese olarak kabul eder. Onun ö ğrencisi olan İ mam Ebu Yusuf vakfın ateşli bir taraftan olarak hocas ınm kabul etmedi ği gallesi (geliri) tamamiyle vâkıfa (vakfeden ki şiye) ait olmak üzere vakıf tesisin bir hadls'e dayanarak kabul etmi ştir. Imam Ebu Yusuf, hanefi mezhebindeki vakıf prensiplerinin esaslanm kurmu ştur. 16 Kendisi bir hac esnasında Medine'deki Islâm vakıflarını gördükten sonra bu müessesenin Islâm ümmeti için çok faydal ı olacağına kanaat getirmiştir. Ş af i I, Ebu Hanife'den ayr ı görüştedir. Şafil vakfın, mülkiyet olarak, vâkıfın ve varislerinin mülkiyeti olarak kalaca ğı hakkındaki görüşü reddeder. İmam Şafil ve İmam Ahmed 1bn H a n b e l'e göre müebbed bir cihete vakfedilen bir mülk vâkıfın mülkünden çıkar. Halbuki Malikilere göre vakfedilen bir mal, ba şkasının mülküne girmezse de baz ı tasarruflar itibariyle vâk ıfın -ve yarislerinin mülkünden çıkmaz. 1/ 13. Hüseyin Hatemi, Türk Hukukunda Vak ıf Kurma Muamelesi, s. 1213. 14. Vakf-ı lazım: Vakfeden veya Hakim Taraf ından Feshedilmesi caiz Olmayan Vabf. 15. Berki Ali Himmet. Vak ıflar, s. 5. 16. Köprülii F. Vak ıf Müessesesi, V ak ı fl ar Der gis i, C. 11. s. 4. 17. Bilmen O. N. Istılahat- ı Fıkhiyye Kamusu, C. IV, s. 172. Berki A. H., Vak ıflar, s. 43 dipnot: 2. 145
Vakıf, insanların düşünebildikleri kurumlar ın en hayırlı sıd ır. Vakıftan maksat şöyle sıralanabilir : 1 — Allah'ın yanında bir mükafata ula şmak (dini hedef); 2 — Bir mali insanlar ın yararına sunmak; 3 — Vakıf tesis etmekle eserini ölümünden sonra, o malın ayakta kalacağı sürece, devam ettirmek; 4 — Vakfedenin, eserlerinin kendisi için garanti edildi ği. ne emniyet vermektir. 18 Bir de vakfın tarih boyunca hangi alanlarda yap ıldığına bir göz atal ım : Cami, mektep, medrese, namazgâh, kütüphane, imaret (aşevi), kervansaray, hastane, esnaf loncalan, çe şme, sebil, kuyu, su yolu, dükkan, misafirhane, yol, köprü, kald ırım, hela, çamaşırhane, han, hamam, bedesten, türbe, iskele, deniz feneri, zorhane, okçu ve güre şçi .meydanlan (spor sahalar ı; yapmak, borçlulara yard ım, esir ve köleleri azad etmek, esirleri münasibiyle evlendirmek, fakir kızlara çeyiz vermek, yoksullara odun, kömür almak, g ıda yardımı yapmak, hizmetçilerin efendileri taraf ından azarlanmamas ı için kırdıkları kâse ve kaplarin yerine yenisini almak (bunu İbn Battûta da söyler), hayvanları korumak, kuşlara yem paras ı ayırmak, hasta ley leklere bakmak, koyun cinsinin ve tohumların ıslahına çalış mak, gazilere at yeti ştirmek, sanata te şvik etmek, kuma ş ütüsü için mengene tahsis etmek, a ğaç dikmek, hapistekilere et: ve karlı su vermek, borçtan hapse girenlerin borcunu ödemek. istihkam, kale, top dökümü, askeri techizata, donanmaya yar-• dım etmek, baharda ö ğrencileri k ır gezisine götürmek, kitapların tashihini sağlamak, dağlara ıssız yerlere geçit kurmak insanın neye ihtiyac ı varsa onu yapmak 19 gibi daha akla gel meyen ve fakat vakfiyeler okunursa hayretle kar şılanan bir-
18. Pesle O. La tlı orıe et la Pratique des Habous dans le Rite Malekite, p. 22. 19. Keskio ğlu, O., Vak ıf Hizmetlerinin Çoklu ğu ve önemi, Diyanet Gazetesi, Sayı : 85.
146
çok vak ıflar ulvi maksatlarla meydana getirilmi ştir. Islâmı n ilk çağlarında vak ıf tesisi henüz yay ılmadığı vakıf belgelerine az raslan ır. Hicri 290 yılından önce bir kitabe mevcut değildir (Kudüs'te bir an ıt-mezar). 20 Ancak, hicrl V. (M. XI) yüzyıldan itibaren ismine vakfiye dediğimiz valufm isteklerini, şartlarını içine alan ve hakimin tescilini içeren belgelerle çok kar şılaşırız. Bir vakfiye tanzim edilirken şu hususlar göz önünde tutulur 1 — Allah'a hamd ve sena. Vakf ın ecir ve sevab ı hakkında ayet ve hadisler zikredilir. 2 — Vakfolunan mallar, yerlerinin belirlenmesi; 3 — Vakfolunan malların nasıl idare olunacağı; 4 — Vândatın kimler tarafından idare olunacağı; 5 — Vakfın kimler tarafından yönetilece ği; 6 — Kadının vakfın sıhhat ve lüzumuna dair hükmü; 7 — Şahitler ve kad ı'nın imzası; Burada daha sonralar ı İslâm dünyas ında ortaya ç ıkan âdl veya ehli vakıf denilen bir vakıf çeşidinden de, öneminden do. layı, bahsetmek gereklidir. Buna en eski örnek, Ş âfi rnin Fustat'taki evini, mü ştemilatı ile soyundan gelenlere b ırakmasıdır. 21 Bu vakıfların gayesi, esas dini hay ırlar yanında, neslin bir akâr bırakmak; siyasi devrimlerin ve sosyal kar ışıklıkların doğduğu zamanlarda zalim hükümdar ve idarecilerin zapt ve müsadereSinden (el koymas ından) korumakt ır. Öte yandan. Kur'an'ın miras hükümlerini, me şru bir yol arayarak ya mirasa hak kazanmayanlar ı mala ortak etmek veya aksine mala varis olanları bundan mahrum etmeyi hedef al ırdı. Bunun ya. nında aile vakfı tesis eden mevkûfun parçalara bölünmemesini gözetirdi. Yine bir kimse, ailesi ve çocuklar ı için vakıf tesis 20. Cahen Cl., Reflexions sur le Waqf Ancien, S t u d i a XIV, P. 41. 21. Şafii, Kitabu'l Umm, C. s. 281 - 283.
Islamie a.
-
147
ederken, mevküfun •herhangi bir borç kar şılığında alacaklıları n eline geçmesine engel olurdu. (Bu, Ebu- Suild'un bir fetvası ile (1574) kınanmıştır). 22 Vakıf hakkında bazı bilginlerin menfi görüşleri de ol. muştur : Her ne kadar vak ıflar, sefalet ve fakirlikle sava ş ve ilmi teşvik için hizmet etmi şse de zamanla parazit haline gelen büyük kitleleri beslemek suretiyle ekonomik ve moral yönden mahzurlar do ğurmuştur. Yine vakıf kurmak için zenginler, sermayeyi verimli bir i ş sonunda değil fakat fakir halk ın sırtmdan çıkararak eserleri meydana getirmi şlerdir. Öte yandan, büyük arazi ve akarlar ın vakıf haline gelmesinden sonra bunlar iyi işletilmemiş tir. Ve hatta bu kötü işletmecilik yüzünden yeni tarı m yöntem ve aletleri ihmal edilmi ştir. 2.3 Yine bir ba şka görüşe göre : «Vak ıflar sayesinde bir ki şi vakı f bir yerde doğar, vakıf bir beşikte uyur, vakı f mallardan yer içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir medresede hocal ık eder, vakıf idaresinden ücretini al ır ve öldüğü zaman kendisi vakıf bir tabuta konur ve vak ıf bir mezarl ığa gömülür.» 24 Her ne olursa olsun, k ısaca özetlersek, ulvi gayelerinden uzaklaştırılmayan vak ıflar iktisadi hayat için hiç de zararl ı değil, faydalı olmuş, bütün sosyal hedefleriyle Osmanl ı Türk toplumunda en olgun şekline ulaşmış ve bu toplumda çok ya mili, bir kurum olmu ştur.
22. Heffening, Wakf, E. I., IV, 1159, Morand M., De la Nature jurklique du Hobous, 250 in (Etudes de droit musulman AlOrien, Alger, 1910) 23. Heffening, Wakf, E. I. C. IV, s. 1158. 24. Arsebtik, E., Mdmeleke istinad eden şahsiyet, Ada 1 e t C e r i d e s i, S. 37, s. 1130.
148
B İ SL İ YOGRAFYA* I — GENEL NI 11;LIKTE KITAP VE MAKALELER Barthold W., Islam Medoniyeti Taxihi, Fuat KöprilliVntin Başlangıç, izah ve Dlizeltmelerlyle 2. bask ı, Ankara, 1963. Cahen Claude, 11slam des Origines au Debut de rEmpire Ottomaıt, Paris, 1970. The Cambridge History of islam, ed.: P.M. Holt; Ann K.S. Lambton; Bernard Lewis Vol 1 : The Central İslamic Lands Vol 2 : The Further islamic Lands, islamic Society and Civiii zation, Cambridge, 1970. Classicisme et Döclin Culture' dans l'Histoire de l'Islam, (Actes du Symposium İnternational de la Civilisation Musulmane) organise par R. Brunschvig, G.E. Von Grunebaum, Paris, 1957. Ellisseff Nikita, l'Orient Musulman au Moyen Age 622.1260, Paris, 1977 Gaudefroy - Demombynes Maurice, Les 1 stitutions Musulm,c ınes Paris, 1946. Hamidullah Muhanuned, islam Peygamberi, Hayatı ve Eseri, çev. M. Sait Mutlu (1. cilt); M. Sait Mutlu, Salih Tu ğ (2. cilt), 3. bask ı, İstanbul, 1972. Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlam ı (Med1), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara, 1973. The Legacy of İslam, ed. Joseph Schacht, C.E. Bosworth, second edition, Oxford, 1974. Levy Reuben, The Social Structwre of İslam, Cambridge, 1962. Mehmet Arif, Binbir Hadis, İstanbul, 1975. Miquel Andr, rtslaın et sa Civilisation VII - XX. siectes, Pante, 1968 Osmanlı Tarih Deyimleri ve fierimtert Pakalm Mehmet 'Zeki, Sözlü ğü, 2. baskı, İstanbul, 1971 - 1972. Sayılı Aydın, Ortaçağ İslam Dünyasında ilmi Çalışma Temposun ıkiki A ğıriasıncının Bazı Temel Sebepleri (Avrupa ile Mukoyese),
*
A r a ş-
Kitapta kullan ılan kaynaldann hepsi buraya al ınmadı.
149
t ı r m EL DTCF Felsefe Ara ştırmaları Enstitüsü Dergisi I. cilt, 1963, Ankara, s. 5 - 71. Seyyid Emir Ali, Musavver Tarihi islam, çev. M. Rauf, Dersaadet 1329 (1911). Sourdel D. - danine Sourdel, La Civilisation de rislain Ckutsique, Paris, 1968. Zeydan Core', Medeniyeti islamiye Tarihi, çev. Z. Megamiz„,5 cilt, Dersaadet, 1328 -1330 (1910 -1911). II — KONULARA GÖRE KITAP VE MAK.ALELER 1 — HALinoiLİK Ali Abdurrazık, İslamiyet ve Hükümet, çev. Ömer Riza, lstanbui, " 1346 (1927).
Hamidullah Muhammed, Le Chef de l'Etat Musulman d l'Epoque du Prophete et des Califes, Recueil de la Socit Jan Bodin, Tome XX, 1970. Hanvidullah Muhammed, islam Müesseseleri Tarihi, (çogaltümış notlar), Erzurum, 1975. Hatiboglu Mehmed Said, İslamda İlk Siyasi Kavmiyeteilik Hildfetin Eureyşitiği, A. Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, c. XXIII, 1978. Ahkamu's - Sultaniyye, Kahire, el - blaverdi Ebu'l - Hasan Ali, 1327 (1909). Sanhoury Abdurrazzak, Le Califat, Paris, 1926. Sourdel Dominique - Lambton Ann K.S., Khalifa mad., E. İ . (2) Seyyld Bey, Hilafeti?! Makiyeti Şeriyesi, yayınlayan Suphi Menteş, Istanbul, 1969. Tyan Emile, institutions du Droit Public Musulman I; le Califat Beiroute, 1954. 2 — HUKUK KURUMLARI Coulson N. J., A History of İslamic Law, «Islarnic Surveys» coll. Edinburgh, 1964. Heffening W., Şahid mad. t A, Mardin Ebu'l - Ula, Kadı mad. t A. Schaeht Joseph, islam Hukukuna Giriş, çev. Mehmet Da ğ , Abdülkadir Şener, Ankara, 1977. Tyan E., Histoire de fOrganisatiosı Judiciaire en yays 2 vol., r&M. Leyde, 1960. 3 — ORDU Cahen Claude - Ayalon David, Djaysh mad. B. İ. 150
Khadduri Macid - Calıen Claude, Harb mad. E. t (2) Parry V. J Bargd mad. E. İ. (2) Parry V. J., İslamda Harb Sanatı, Çev. E. Merçil, S. Özbaran, Ta rih Dergisi, Sayı 28 - 29, İstanbul 1975. Von Wissman H., 73adw mad. E. İ. (2)• 4 — BERİD ( İSLAM DEVLETLERİNDE HABERLEŞME) Hugounet Paul, La Poste des Califes et la Poste de Shah, Paris, 1884 Köprülü Fuat, Ribat, Vak ı flar Dergisi, e. II., Ankara, 1942. Köprülü Fuat, Berid mad. İ. A. Kudama b. Caler, Hitabu'l- karda ve scısıatu'l - kitabe, Köprülli Ktp., nr. 1076. Marçais Georges, Ribat mad. İ. A. Mehmed Ali, Posta Tarihi, P o s t a ve Telgraf M e etau s ı, Sayı 31 Eylül 1319, s. 590- 592. Mehmed Ali, Posta Mebahisi, Posta ve. Telgraf Meemuas ı, Sayı 159, Temmuz 1330, s. 1822 - 1826. Sauvaget J., La Poste aux Chevaux dans l'Empire des Marrıelouks Paris, 1941. Sourdel Dominique, Barid mad, E. İ. (2) 5 — •BELTÜLIVIAL . Cahen Claude, Bayt al - mal mad. E. İ . (2). Ebu Ubeyd el - Kas ım b. Sallâm, Kitabu'l Emal, yay. Muhammed Halil Harras, Kahire, 1968. Fayda Mustafa. Uz, Ömer Zaman ında Devlet Gelirlerinin Dağıtım ı, (bas ıma hazır makale). Mardin Ehül'Ulâ, Beytül ındl mad. İ. A. Mez Adam, Orta Zaman Türk • İslam Dünyasında Maliye, çev, Cemal Köprülü, Ülkü Mecmuas ı, Sayı 47 - 48 - 49, Ankara, 1937. Sıddıki S. A., Islam Devletinde Mali Yap ı, Istanbul, 1972, 6 — TOPRAK VE TARIM Cahen Claude, l'islam des Origines au -Mut de d'Enipire Ottonıain, Paris, 1970. Dennett David C., Conversion and the Poll - Tax In Early Islam Cambridge Mass, 1950. Ebu Yusuf, Kitabu'l Harac, çev. Ali Özek, İstanbul, 1970. İnalcık Halil, İslam Arazi ve Vergi Sisteminin Te şekkülü, '81 anı İ limleri Enstitüsü Dergisi, I, 1959. Turan Osman, ikta mad. İ. A. 7 — TICARET HAYATI Cook M. A. (ed) Studies in the Econamie History of the Middle East London, 1970, part öne. .,
151
Heyd W., Yak ın-Doğu Ticaret Tarihi, çeV. Enver Ziya Karal, T.T.K. yay. Ankara, 1975. Lombard Maurice, riskini dans sa Premiere Grandeur (VIII - XI sicles), Paris, 1971. 8 — ŞEI-IIRLERİN KURULUŞU, ŞEHIR HAYATI Kuban Doğan, Sanat Ta,-;iltimiz;;z Soruntalz, istanbul, Lapidus tra M (ed.), Muslim Cities in the later Middle A.ges, Cambridge, Mass. 1967. Marçais Georges, Consi4rations sur la Ville musulmane et le mulatasib, Recueil de la SociOt Jean Bodin VI, Bruxelles, 1954. 9 — EG1TİM VE ÖGRETİM KURUMLARI Dağ M., Öymen Hıfzırrahman, islam Eğitim Tarihi, Ankara, 197-.L İbn Haldun, Mukaddime, çev. Z.K. Ugan, c. II, Ankara, 1954. Pedersen John, Mescid Mad. I. A. Shalaby Ahmad, History of Muslim Education, Beirut, 1954. Tuğ Salih, Barly Educational institution in the islamic World, (Actes du XXIX Congrs İnternational des Orientalistes), Etudes Arabes et islamiques, yol. 4., Paris, 1975. Vollers K., Ezher mad. I.A. Yurdayd ı n Hüseyin G., islam Tarihi Dersleri, Ankara, 1971. 10 — FÜTÜVVET VE AHİLİK Çağatay Neşet, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Ankara, 1974. tktisat Gölpınarlı Abdulbaki Burgazi ve «Fütüvvetnamesi», Fakültesi Mecmuas ı, c. XV., 1954. Gölpınarlı Abdülbaki Islam ve Türk illerinde Fütüvvet Te şkilatı, iktisat Fakültesi Mecmuas ı, c. XI, 1950. Taeschner Franz, islamda Fütüvvet Te şkilatı, B e 11 e t e n, e XXXVI, no: 142. Taeschner Franz, Islam Ortaçağındct Fiitüvve Te şkilatı, Iktisat Fakültesi Mec ınuas ı, c. XV., 1954. Taeschner Franz, Futuwwa, E. İ. (2). 11 — VAKIFLAR Berki Ali Himmet, Vak ıflar, İstanbul, 1940. Cahen Claude, Reflexions sur le Waqf Ancien, S t u d i a İ slamica, XIV., Paris. Heffening W., Wakf mad. E. I. (2) Kayaoğlu İsmet, Vakf ın Menşei Hakkincla Görüşler, Vak ı fla Dergisi, e. XI, (tarihsiz). Köprülü Fuat, Vak ıf Müessesesinin Hukuki Mahiyeti ve Tarihi Tekdmülü, V.aktflar Dergisi, c. II., 1942. Ruben W., Buddhist Vakiflar ı Hakk ında, Vak ı flar Dergisi c. II, 1942.
152
D İ ZIN A Abbas (el) 49 Abbas! (ler) 6, 18, 29, 30, 49, 52, 71, 78, 87, 89 Abbasi Devleti 65 Abbas! Postası 69 Abdal Musa 134 Abdulhamit II 38 Abdulkahir Ba ğdadı 34 Abdullah b. Omer 25 Abdullah İbn Seba - 27 Abdulmelik b. Mervan 29, 61, 65 Abdurrahman b. Avf 25, 26 Adem (Hz.) 17 Adriyatik 103 Aduddevle (Buveyhı) 131 Afrika 110 Afrika (Do ğu) 100 Afrika (Kuzey) 47, 137 Ahd 29 Ahi Evran 133, 134, 136 Ahilik 133 Ahmed İbn Hanbel 13, 33, 145 Akdeniz 11, 99, 106, 107 Akılla 82 Alaeddin Keykubat I 133 Alfred Von Kremer 94 Ali (Hz.) 21, 23, 25, 26, 27, 29, 32 42, 130 Ali Abdurrazik 18 Ali b. İsa 82, 94 Alparslan 14, 71 Ama,lfi 103 Aman 59 Amanuslar 48 Amili 66, 77, 78, 91 Amr b. As 28 Anadolu 31, 133 Anibal 13
Antakya 101 Arab 47 Arabistan 5, 85, 86, 142 Aramca 10 Arap 83 Arapça 10, 83 Arap fetihleri 85, 89, 98 Araplar 45, 48, 49, 87 Arap rakamlar ı 93 Arazi mülkiyeti 89 Arrâda 54 Arz 51 Anadolu Selçukluları 51 Asabiyye 132 Askerler 120 Askerlik 83 Astronomi 14 Asurlular 62 Aşare-i Mübeşşere 25 At 54 Atâ 51 Ateş kulesi 70 Atiyye 77 Atlas Okyanusu 66 Ava= 49 Avrupa ticareti 10 Aybek, 72, 73 Ayşe (Hz.) 27 Ayyârhn 130, 131 Ayzab 101 Aziz (el-) Nizar 128 B
Baa1bek 127 Babil 142 Babil Hukuku 143 Babilliler 14 Babilonya 82 Badtıra.va 82
153
Bağ dad 14, 31, 50, 65, 82, 98, 99 Baston (Kadib) 30 109, 116 Bostan dolab ı 85 Bahreyn 96 Buda rahibi 72 Bâkillani 33 Budist vakıflar 142 Balaban 73 Buhara 103 Banka 114 Burc 54 Barbarlar 11 Burgazi (el-) Yahya b. Halil 136 Bari 101 Buveyhiler 30, 111 Barüd 55 Buzurg İbn Şahriyar 108 Barut ate şi 55 Bütçe 82 Basra 48, 82, 99, 100 C Basra Körfezi 99, 105, 109 Batı 9, 11 Câbir İbn Hayyan 15 Caetani 24 Bat ı Göktürk Devleti 72 Cahbaz 115 Batta,ni 15 Cahen CL 8, 138 Baybars (Sultan ez Zahir) Cü.hiz 50, 120 31, 61 Câmi 117, 122, 128 Bayezit I 37 Casusluk servisi 56 Bayrak 58 Cemel Vakas ı 33 Bedir Savaşı 123 Cengiz Han 74, 133 Belh 126 Cermen hukuku 142 Bengal Körfezi 100 Cidde 100, 101 Benu Saide 21, 22 Cihad 10, 46, 80 Benu Şeybe 142 Coğ rafya 13 Berberi 9, 11 Cizye 78, 82, 87. 89, 92, 94 Berid 62, 64, 65, 66 Clearing 113 Berid reisi 67 Cübbe 30 Beygir 54 Beyrünl 15 Ç Beyrut 101 Çarşı 117 Beyt ul - hikme 13 Çelebi Mehmed 38 Beyt ul - mal 42, 76, 81, 93 Çeviriler 14 Beyt ulmali'l - hassâ 76 Çiftçiler 79 Beytu - müslimin 76 Çin 9, 74, 100, 104, 109 !Mal 19 Çin Denizi 106 Bilim 13 Çin - Hindi 100 Birlik duygusu 139 Çinliler 55, 104 Bizans 6, 11, 45, 51, 62, 65, 69, 119 D Bizanslılar 104 Bolin, Sture 97 Dabbâbe 54 154
Dâmin 78 Darâib 80 Darphane 79 Dür ul- harp 79 Dür ul - hikme 13 Dür ul - ilin 13 Dür ul - İslâm 11 Dâvud_ (Hz.) 10, 17 Define 79 Delhi 72 Delhi Türk Sultanlar ı Devleti 72, 73 Della Vida 24 Denizcilik 60 Devâdar 74 Deve 54 Devlet hazinesi 93 Devlet mülkü 80 Devşirme 51 Dicle 97 Din adamları 121 Dinar 92 Dini riyâset 18 Dil" 54 Dirâr İbn Amr 34 Dirhem 82, 92, 95 Divan 24, 81, 86, 94 DivânI 81, 93 Divân ul - berid 68 Divân ul berid el-memâlik 73 Divân ul- ceyş 47, 51, 139 Divâ,n ul - Day'a 90 Divân ul -Hatem 65 Divân ul -Istifa 81 Divân un - nafakat 81 Divân Zimâm 81 Donanma 60, 61 Doğu 11 Doğu - Akdeniz 12 Duhül 134
Dumat ul- Candal 28 Duraka 54 Düşünce hareketleri 12 E Ebu Bekir (Hz.) 17, 18, 20, 21, 22, 30, 77, 81 Ebu Bekir b. el - Arabi (Kad ı ) 123 Ebu Kalicar 131 Ebu İshak 134 Ebu. Yusuf ( İmam) 41, 145 Ebu Ubeyd b. el - Cerrah 21 Ebu Musa el - Eş'ari 79 Eczacılık 14 Edebi meclisler 128 Ehli vakıf 147 Ehlu'l -akdi ve'l - hal 35 Ehli sünnet 12 Elcezire 126 Elçi 74 F,meviler 29, 30, 47, 49, 67 Emevi Hanedan ı 65 Emevi Hazinesi 65 Emevi Postas ı 69 Emin 130 Emir 66 Emir Candâr 74 Emir el - muıninin 17 Emiru'l bahr 61 Emiru'l - berid 74 Emiru'l - mâ 61 Emiru'l umerâ 50 Emniyet tuniri 67 Ernsâr 48 Emsâr şehirleri 117 Endülüs Emevlleri 69
Enstu. 22 Ermenistan 48 Ermeni 51
155
Es'arl 33 Evbaş 130 Eyyübiler 31, 128 Esnaf teşkilatı 138 Evliya Çelebi 135, 137 Evs 21 Eyyılbiler 51 Ezher 125, 127 Ezruh 28 F
Faiz 113 Fakirlik 121 Pars 9 Fas 66, 116 Fata 130 Fatımiler 6, 32, 116, 125 Fergana 49 Fetva 41 Fayyum 82 Felsefe 14, 15 Fenikeliler 60 Fergana 85 Fey' 78, 86 Fırat 97 Fil 54 Filistin 11 Fityan 130 Fransa 101 Frenk 51 Funduk 111 Furasiyye 56 Fustat 48, 85, 147 Fürvaneki 67, 68, 69 Füttivve (t) 130, 132, 133, 135 Füttivvetnameler 134 G Galile 15 Ganimet 46, 51, 79, 89 Garde -F reinet 101 156
Gayri (Sultan) 56 Gayri müslim 20 Gazali 34, 126 Gazneliler 31, 70, 73 Geometri 14 Girit 101 Göçebe (lik) 83, 144 Göktürk 74 Gönüllü müslümanlar 45 Greguvar ate şi 55 Grekö -Romen 119 Güriler (Gurlular) 31, 73 Güney Uygurları 70 Gürcü (ler) 51 Güvercin Postas ı 69, 72 Geyikli Baba 134 H Hac 13 Hacı Bektaş 134, 135 Haer 36 Hadim n1 harameyn 38 Haçlı Seferleri 60 Haf ara 131 Halep 14, 74, 118, 127 Halife - hulefa 17, 19, 66, 93, 94 HalifatAllah 18 HalifatRasulAllah 17, 18 Halifetullalı 30 Hakem olayı 28 Hama 127 liamidullah M. (Prof.) 19, 35 Hammer 130 Han 137 Harae 78, 79, 85, 86, 89, 90 Harac reisi 67 Harieller 20, 28, 33 Harun ur - Re şid 41, 82 Harp 46 Hasan (Hz.) 32 -
Haşimiler 27, 34, 35 Hatifi 136 Hazine 24, 66 Hazrec (liler) 21 Havale 112 Hazar Devletleri 103 Herat 14, 126 Hımıs 47 Hilafet-1 hakikiye 39 süriye 39 Horasan 48, 49, 67 Horasanlı hacılar 103 Herasanlılar 49, 50 Horasan askerleri 49 Horasan ordusu 50 Hikaye 14 Ilima 86 Hind 9, 109 Hindliler 14 Hind Okyanusu 106, 17 Hindistan 9, 31, 100 Hind tıbbı 14 Hisbe 139 Hişam b. Abdülmelik 65 Hititler 144 Hukuki cezalar 80 Hulefa-i raşidin 18 HumR 127 Humüs 79 Ilussab 81, 82 Hüza 54 Huzeyfe 24 Hülagü 75, 127 Irak 48, 72, 82, 100, 127 Istifa 93 İ Ibn Battüta 127, 135, 146 tbn Bibi 133
Ibn Haldun 15, 35, 46, 116, 123 İbn Hurdazbih 11, 105 İbn Kesir 26 İbn Macid 07 İbn Sina 15 Ibn Teymiye 34 ibnu'l - Arab' 136 İbn Vahşiyye 83 İbrahim (Hz.) 143 İbranice 10 Ici (Kadı ) 34 Içtimai anla şma 36 İdrisiler 116 İfrikiyya 48 thvan 135 Ihvanussafa 14 iktâ 53, 80, 86, 87 İlahi Kelâm 40 Ilhanlılar 75 Imam 19, 33 İmam Azam 145 Imamlık Doktrini 125 Imamul -Harameyn el-Cuveyni 126 Incil 10 Iran 10, 31, 69, 72, 82, 85, 90, 93, 100, 133 Iran (Kuzey) 48 Iranlı (lar) 14, 49, 79 Insani değerler 15 İpek yolu 103 İskender (Büyük) 13 Iskenderiye 75 Iskenderun 107 Islam Devleti 18, 65, 75, 76 Islam Dünyası 91, 93 İslam fakihleri (hukulicular) 92, 143 islam ordular ı 87 Islam Postası 75 157
Islâm sanat ı 15 Ismalli 32 Ismaililik 139 Ismet Paşa 39 Ispanya 11, 69, 104, 137, 140 İstanbul 103 İtalyanlar 107 Izzettin Keykubat I 133 J Juba (Kral) 47
Kabâla 91 Kadı (lık) 40, 67 Kadiu'l - kudat (Baş - kadı ) 41 Kahire 38, 50, 74, 108, 116, 120, 128 Kalansuva 30 Kalâ 100 Kale 117 Kalkan 54 Kâid 61 Kanton 100 Kanun-i Esâsi 38 Karahanl ı 71, 72 Karahanlı Devleti 70 Kara Deniz 103 Karayollar ı 103 Kargı 54 Karolenjiyenler 97 Karmat 139 Kartaca 116 Ka's el - füttivve 134 Kaşgâr Hakâniyye 70 Katâyi - Katia 86, 90 Kâtib-i adi 43 Kâtib-i s ır 74 Kavli 134 Kavs el - ziyâr 54 158
Kayravan 48, 116 Kayseri 134 Kervansaray 108 Kılıç 54 Kıpti .79 Kırşehir 134 Kızıldeniz 100, 101, 105 Kiev 103 Kilise 61, 119 Kilikya 101 Kimya 14, 15 Kirâd 113 Koç başı (Kebş ) 54 Komutanlar 51 Köprülü F. (Prof.) 142, 143, 144 Kozmoğrafya 14 Kredi usullere 112 Kudurru 143 Kudüs 11 Küf e 48 Kufeliler 28 Kum 82 Kur'an 10, 122, 123 Kureyş 21 Kureyşliler 123 Kureyş Kabilesi 35 Kureyşlilik. (Hilafette) 33 Kurtuba 140 Kuşatma âletleri 55 Kuşeyri 136 Ktesifon (Medâin) 98, 103, 116 Kuttâb (Katipler) 81 Küttâb 82, 123, 128 L Lanet formülleri 143 Lâtin 11 Levi Provençal 140 Lewis Bernard 138
Libas el - Futuvva 134 Libya 47
Lombard Maurice 97 Lonca (lar) 138 Ludi Hanedanı 72 Lûtfi Paşa 75 M Madenler 79 Mağrib 85, 101 Mahmud (Sultan) 70, 71 Makrizi 126 Malağ a Yarımadası 100 Malezyalılar 105 Mâliki 145 Mankus 103 Mansur 13, 67 Mantık 14 Matear 111 Marini Sultanı Yakup 55 Massignon 138 Matematik 14 Matlûb 134 Maturidi 33 Mâverdi 34, 36 Medeniyet 5 Medine 79 Medine 116 Medreseler 7, 125 Medreselerin kurulu şu 14 Mehdi 93 Mekke 100, 103 Meks (ço ğ . mûküs) 79 Melikşah 14 Memlük 31 Memlükler 6, 56, 61, 73, 128 Memlük Devleti 75 Memun 12, 13, 49, 67, 130 Memurlar 120 Mendi (ler) 63, 66, 108 Menzilhane 67, 73 MerMar 79 Merv 14, 126
Mervan 29, 58 Mescid 122 Mesud (Sultan) 70 Mes'udi 15 Mevali 48, 49 Mezopotamya 85, 103, 142 Mısır 32, 48, 61, 72, 82, 83, 92, 94 100, 101, 144 Mısırlılar 14 Mısır Medeniyeti 9 Mızrak 54 Moğol 83 Moğol istilası 37 Moğ ollar 74 Morfoloji 14 Midfa` 55 Miquel A. 124 Misâhâ 90 Mualliroi evvel 123 Muaviye 13, 28, 29, 60, 63, 64, 65 Muaz b. Cebel 122 Mudâraba 113 Mug - Kale 65 Muğirasa 87 Muhacirler 47 Muhafız birlikleri 49 Muhammed (Hz.) 17, 18, 19, 20, 47, 96 Muhasipler 81 Muhtesib 43 Mukaddem 61 Mukata`a 91 Mukasama 90 Mukhula 55 Muktâ` 53, 86 Murad I 37 Murattab 68, 69 Musa (Hz.) 10 Musab b. Umeyr 122 Muskkat 87 Museviler 104
159
Museyleme (Yalancı Pey.) 25 Mustain 130 Mustevfl 93 Musul 126 Mutasım 49 Mutaz 130 Mutezile 12 Muvakkt 68 Muzâraa 87 Muzart 88 Milellefe-i kulüb 77, 88 Mühimmat (savaşta) 57 Mtikils 80, 82, 92 Mültezim 86 Müneccimlik 14 Münir Belgrad' 136 Müsadere malları 93 Milstevfl 81 Müzik 14 N
Okçular 58 Ordu 94 Orhan Gazi 134 Ormanlar 79 Orta Asya 48, 85, 103, 144 Orta Do ğu 137 Osman (Hz.) 22, 25, 26, 27, 60 Osmanlı Devleti 75 Osmanlı Sultanlar ı 37 Osmanlı Postası 74 Osmanlı Türk Toplumu 148 On - Asya 83 Omer (Hz.) 17, 21, 22, 23, 24, 25, 27, 42, 52, 60, 76, 77, 79, 81, 88, 112, 141 Öşür 78, 90, 85 Omer b. Abdulaziz 65, 70 P
Persler 62, Nabatlılar 14, 83 Peygamber (Hz.) 10, 30, 32, 33 Nalb-i kberid 70 64, 77, 96, 141, 142, 143 Nâmi yazıtı 47 Pirenne 10, 97 Nasır (En-) Halife 132 Piyadeler 58 Msulye 127 Portekizliler 61 Na-sr b. Sebüktekin (Emir) 126 Posta hayvanı 63 Na`fira 85 Pusula 107 Neff at 54 R Noft 55 Randâniye 105 Nesefi 34 Resuliler 31 Newton 15 Rey 103 Nil 85, 109 What 75 Nisapur 14, 103 Rind (Çoğ , Rünüd) 130 Nizaınlye Medresesi 14, 126 Risâlet 18 Nizam ul Mülk 14, 71, 126 Rodos 61 Normand (lar) 103 Roma 99, 119 NuaymI 127 Roma Hukuku 142, 143 Nureddin Zengi 126 Roma Imparatorlu ğu 62 O Roma Medeniyeti 9 Oğuz 71 Rönesans 15 Ok atma 54, 132 Rum 54 160
Itua
Sirenaik 47
Rusya 103, 104 Rilsüm 80
Site - devlet 5 Sosyal sınıflar 120 Sourdel D. 84, 102, 118 Su baraj ı 85 Subaylar 59 Sudan 103 Sûfi fütüvvetnameleri 135 Suftaca 112 Sûk 137 Su kanalı 85 Sûr 101 Sûs (Tunus'ta) 47 Su ürünleri 79 suyilti 126 Suriye 31, 48, 60, 72, 90, 101 127, 144 Sülemi (es-) 135 Sünnilik 123 Sünni hflkümdarlar 125 Süvari Poztac ı 65 Süveyş 105
S Sadaka 76, 80 Sa'd b. Ebi Vakkas 23, 25 Sa'd b. Ubâde 21 Sahibu'l berid 66, 68, 70 Sahibu'l berid ve'l ahbar 68 Sahibu'l mesâil 43 Sahrâ 47, 103 Sa.i (yaya postac ı ) 69 Sakk 112 Salahaddin Eyyfibi 61, 127 Salahiye 127 Samâni 71 Samarra 116 Sami 45 Sarazen 11 Sasaniler 6, 45, 90, 99 Sasani Medeniyeti 9 Savad 82 Savaf I 80 Sayrafi 115 Selçuklular 6, 30, 51, 71, 72 Selçuklu Sultanları 31 Semğ 141 Semerkant 65, 127 Selim I 38 Septe 75 Seyf 54 Seyfi 134 Seyyid Bey 39 Seyyid Mehmed 136 Sezar 13, 47 Sıffin Savaşı 28 Sicilya 11, 55 Simsar 111 Sindbad 108 Siraf 99, 100 Sirakuza 55
Ş Şâfil ( İmam) 33, 81, 15, 147 Şahâclet Ş alvar g;y:lli-ilmerA 152 Ş am 14, 63, 74, 97, 116, 127 Ş am askerleri 28 Şâtır (çoğ , Şüttâr) Şedd Kuşatılmasr .132, 134 Şehabeddin es - Suhroverdi 136 Şehristâni 34 Ş emsi Tobrizi 134 Şorbot 1011-nes' 132 Şia 33, 12.5 Şii halifek 32 Şiiler 32 3 Ş irket Şuhûd 43 Ştira 40 Şurbi 134
161
Şureyh 42 Şurta 131
Uygur 142 Uzak -Do ğu 100
T Taberi 15 Taberistan 32 Talha 25, 27 Talib 134 Tarih 13, 14, 15 Taşkent 133 Tavaşi 54 Teokratik iktidar 30 Tersane 61 Tılsım 14 Tıp 14, 15 Ticaret 7 Ticaret erbab ı 121 Ticaret kolonisi (Italyan) 11 Ticaret yolları 98 Timur 127 Top 56 Trabzon 103 Tuğrul Bey 31 Tunus 61 Turs 54 Tuzluklar 79 Tilfenk 56 Türk (ler) 6, 9, 49, 50, 87 Türkiye Büyük Millet Meclisi ûS Türk Devlet Postas ı 70 Türk - İslam Müzesi 144 Türkmen 51 Türkistan 70 Türk Postac ılığı 72
V Vakıf 141, 142, 143, 144, 145, 146, 148 Vakıf 145 Vakfiye 147 Vali 66 Vasco de Gama 107 Vasıl İbn Ata, 12 Velid b. Abdülmelik 65 Veraset 143 Veredus 63 Vezirlik 94 Vizigot 11
U Ubeydullah İbn Mesud ($adruşşeria) 34 Ubulla 61, 99 Udıll 43 Ulak teşkilatı 72 Uman 97 UşUr 78, 79 162
Y Yahudiler 27 Yahudi tüccar 113 Yanı 74 Yamhane 74 Yemen 31, 32 Yeniçeriler 135 Yivli mızrak 54 Yunanistan 103 Yunanlılar 14 Yunan Medeniyçti 9 Yunan , Rakamlar ı 93 Yusuf b. Ta şfin 31 Z Zaırtin 91 Zekat 76, 80, 89, 91, 94 Zekeriya er - Razi 15 Zengiler 31 Zenginler 120 Zerdüşt 10 Zeydiler 32 Zirh 54 Zi'l -kurba 80, 81 Zimaın 93 Zuoeyr 21, 25, 27