144 19 9MB
Turkish Pages 301 Year 1994
Prof. Dr. Taner Timur
OSMANLI TOPLUMSAL DÜZENİ İMGE
İM T an er Tim ur, 1958 yılın d a A .Ü . Siyasal B ilgile r Fakültesi'nden m ezun oldu. A y n ı fakültede asistan olarak g ö rev alan Taner Tim ur, 1968 yılında doçentliğe, 1979 yılın da profesör lüğe yükseldi. 12 Eylül askeri darbesinden sonra görevin den istifa ed erek çalışm alarını Paris’te sürdürdü. E ylü l 1992'de eski görevine döndü.
- Türk Devrimi ve Sonrast, Doğan Yayınevi, 1971; 3. Baskı, İmge Kitabevi Yayınları, Eylül 1994. - Osmanlı Kimliği, Hil Yayın, 1986. - Osmanlı Çalışmaları, Verso, 1989. - Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, 1991. • Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, Afa Yayınlan, 1991.
© 1994. * Bu yapıtın tüm yayın haklan İmge Kitabevi Yayınları Ltd. Şti.'ne aittir. Kısmen de olsa fotokopi, film gibi yöntemlerle çoğalblamaz.
Prof. Dr. Taner Timur
Osmanlı Toplumsal Düzeni 3. Baskı
İMGE
kitabevı
imge Kitabevi Yayınlan: 99 3. Baskı: Eylül 1994 Baskı: 3000 adet Dizgi: İmge Ajans Baskı ve Cilt: Zirve Ofset 229 66 84 ISBN 975-533-084-4
imge Kitabevi Yayıncılık Paz. San. ve Tic. Ltd. Şti. Konur Sok. No: 3 Kızılay 06650/ANKARA Tel: 419 46 10 - 419 46 11 - 425 52 02 Faks: 425 65 32
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ........................................................................... 7 I- GÖKTÜRKLERDEN OSMANLILARA Anadolu'da Eski Bir Karşılaşma: Gaziler ve Haçlılar................................................. 33 Eski Türk Devletleri Üzerine................................. 37 Despotik D evlet.................................................... 46 Selçuklular ve Bizans............................................ 51 Bizans................................................................... 55 Bir Tartışma: Bizans Feodal miydi?..................... 59 Selçuklular............................................................ 66 Asya Tipi Üretim Biçimi...................:.................. 69 Malazgirt Sırasında Bizans ve Selçuklular.......... 71 Selçuk Türkler! ve Devletin Doğuşu......................79 D- OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞ VE YÜKSELİŞİ Osmanlı Devletinin Kuruluşu.............................. 101 Kuruluş Teorileri ve Etnik Sorun........................ 103 Sınıflaşma Süreci ve Devletin Doğuşu................ 106 Yıldınm Beyazıt Dönemi ve Çözülme..................115 iç Savaş ve Yeniden Kuruluş................................ 120 II. Murat ve Büyüme.............................................127 Fatih Sultan Mehmet: Devlet*ten tmparatorluğa................... .................................. 137 II. Beyazıt ve İktidar Kavgalan............................ 146 I. Selim ve Doğu Politikası................................... 152 Kanuni Sultan Süleyman.................................... 158
m - OSMANLI DÜZENİNİN UNSURLARI Yöntemle İlgili Bazı Düşünceler..........................181 Osmanlı Üretim Biçimi....................................... 188 Osmanlı Toprak Hukuku....................................204 Osmanlı Timar Sistemi:......................................213 Reaya..................................................................226 Osmanlı Devlet İdeolojisi ve Yapısı.................... 241 Osmanlı Merkeziyetçiliğinin Unsurları............259 Klasik Osmanlı Düzeni ve Batı Düşüncesi....... 273 IV- SONUÇ VE DEĞERLENDİRME......................... 289 Bibliyografya^...................................................... 299
GİRİŞ Bu çalışma 1960 ve 70’lerde Türk tarihi ile ilgili bazı yeni tezlerin ortaya atıldığı bir tartışma orta mında düşünülmüş ve kaleme alınmıştı. Bugün kita bın gözden geçirilmiş ve yer yer düzeltilmiş yeni bir . baskısını okuyucuya sunma fırsatından yararlana rak bazı ek gözlemlerimi de ifade etmek istiyorum. 1950’lerde, Türkiye’de demokratik bir düzenin ku rumsal yapısını gerçekleştirm eye yönelik fikri ve siyasi bir kavga dönemi geçirildikten sonra, düşünce hayatımız 1960’larda tarihten kaynaklanan yapısal sorunlarla hesaplaşmaya yönelmişti. Yaşanan sar sıntılı bir deneyimden sonra bazı hukuki düzenle melerle çağdaşlaşma sorunumuzun çözülemeyeceği anlaşılmıştı. Aynı bağlamda, yakın tarihimizde Tan zimat’tan itibaren girişilen yenileşme hareketlerinin de Batı'daki gelişmeden farklı nitelikte olduğu kabul edilmeye başlanmıştı. Bu yeni fikir atmosferi Batı’da marksist düşüncenin kabuk değiştirme ve yeni sorun sallar yaratma çabasında olduğu bir dönemle örtüş müş ve oradan da beslenmişti. Bu koşullarda somut olarak ortaya atılan sorunlar şunlardı: Geleneksel Osmanlı düzeni bir üretim biçimi olarak. Batı’daki evrim aşamalarını izlemiş miydi? Yoksa Asya tipi üretim biçimi (ATÜB) gibi. ’’Doğu"ya özgü, durgun bir
altyapıda donup kalarak, çözülmeye ve yan sömürge leşmeye mİ mahkum olmuştu? "Despotizm" bu üretim biçiminin yine "Doğu"ya özgü ve kaçınılmaz bir sonu cu muydu? Eğer öyleyse Osmanlı toplumunda eksik ya da değişik olan unsurlar nelerdi? Batı'dan farklı bir gelişmenin günümüze taşıdığı toplumsal ve siya sal sorunlar, "azgelişmişlik" gibi genel bir formülün ötesinde nasıl ifade edilebilirdi? 1960 ve 70'li yıllarda ülkemizde bu sorunlara ya nıt arayan bir sürü eser yayınlandı. Bu araştırmalar da Osmanlı klasik çağında (1300-1600) feodal üretim biçiminin ya da ATÜB’ün egemen olduğu kanıtlanma ya çalışılmıştır. Öyle sanıyorum ki sözkonusu dönem de yapılan çözümlemelerde ATÜB lehine bir eğilimden .söz etmek mümkündür. Bunda bir ölçüde sivil toplum ve demokrasi özlemi dışında, toplumbilimcilerden çok daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan bazı roman cılarımızın da katkısı olduğu kanısındayım. Geçmişi sorgulamakta profesyonel tarihçilerden çok toplumbilimcilerin aktif olduğu bu dönemde ya pılan araştırm alann değerlendirilm esi konumuzu teşkil etmiyor. Bununla beraber, kendi çalışmamın özgüllüğünü belirtmek amacıyla bunlann ortak bir özelliğini vurgulamak istiyorum. 1960 ve 70’lerde Osmanlı üretim biçimiyle ilgili araştırmalar inceledik leri konuyu genellikle kendi sınırlan içine hapset mişler ve onu, başta Batı olmak üzere değişik böl gelerdeki evrimlerle karşılaştırmalı bir tabana oturt mamışlardır. Böyle bir yaklaşım da, çok genel planda da olsa gidermeye çalıştığım önemli sakıncalar orta ya çıkarmıştır. Bunu somutlaştırarak şöyle açıklaya bilirim. Osmanlı Devletinde feodal bir üretim biçimi olup olmadığı tartışılırken, feodalite. Weber'in ideal tipleri gibi net ve donmuş bir kategori olarak ele alın mıştır. Oysa Batı'daki evrim göstermiştir ki. feodalite toprakta tasarruf hakkından (beneficium), dereceli bir mülkiyet hakkına giden iki tarihi aşamadan geç
miştir. Bu süreç dört beş yüzyıllık bir zaman diliminde gerçekleşmiştir. Bu gözlem Osmanlı Devletinde feoda lizmin ilk aşaması olarak değerlendirebileceğimiz tı mar sistemini de daha iyi anlamamıza yardımcı olabi lir. Osmanlı Devleti. Batı’da olduğu gibi, bir impara torluğun -ya da onun kalıntılarının- fetihler sonucu yıkılm asıyla tarih sahnesine çıktı. Batı Roma İm paratorluğu "barbar istilası'nın baskısı altında IV. ve V. yüzyıllarda çökmüştü. Feodalleşme eğilimlerinin giderek güç kazandığı uzun bir karışıklık ve anarşi döneminden sonra, XI. yüzyılda Norman istilası ile göçler tamamlandı ve hiç olmazsa bu açıdan bölgeye istikrar geldi. Burada İşaret etmek isterim ki. kullan dığım "barbar istilası" deyimi, benim değil bizzat ege men Batı tarih-yazımının benimsediği formüldür. Bu gün Avrupa devletlerinin germen = barbar kavimlerin adını taşıdığı (Fransa. Almanya. İngiltere vb.) düşü nülürse bu bize garip görünebilir. Fakat Batı’da XVII. yüzyıldan itibaren uluslaşma sürecine paralel olarak ulusal (ve batılı) kimlik geliştirilirken herhangi bir kompleks duyulmadı. Barbar fetihçiler ne hristiyandılar ne de greko-romen kültürden haberdardılar. Fa kat Roma-Germen sentezi sağlandıktan sonra batılı u lu slar kendilerini antik uygarlığın ve hristiyan spritüalitenin gerçek temsilcileri olarak gördüler. Ba tı (ve bu bağlamda Avrupalı uluslar) kimliği bu süreç içinde yaratıldı. Bu sorunun öznel boyutuydu. Sürecin bir de nesnel boyutu vardı. Burada barbar kavimlerin soy yapılarının çözülmesi, fetihçi aşiret şeylerinin "aristokratik sınıf' olarak, eski halkların yönetimi ne (ve sömürülmesine) "hak kazanması" olgusuyla karşılaşıyoruz. Böylece Avrupa'da H. Arendt’in işaret ettiği gibi, daha ırkçılık kavramı doğmadan bir ege men ırk olgusu ortaya çıktı.1 Kan bağlarına dayanan l
Hannah Arcndt: The Origtns o f TotaUtarianism. New York. 1951. s. 158-165.
bu egemen aristokrasi "evlad-ı fatlhan'*ı Avrupa'nın tüm saraylarına, şatolarına ve villalarına dağıttı. Ba tılı bir tarihçi bu süreci şöyle betimliyor: "Asillerin görevli ve tasarruf (beneflcium) sahibi olarak krallı ğın bir ucundan öbür ucuna yollanmaları bir sürü aristokratik ailenin yapısında büyük değişiklik ya rattı. Bu transfer politikası daha KarolenJ hanedanı zamanında başlamıştı. Bunun sonucunda esas olarak taşralı ve aile topraklarına bağlı bir aristokrasi. A v rupa aristokrasisine dönüştü. Bu yeni aristokrasinin üyeleri çoğu kez eşlerini kendi krallıklarından uzak ülkelere yerleşm iş ailelerden seçiyorlardı. Bunlar yüksek politikayla ilgili her konuya ilgi duyan ve çe şitli çıkarlarla krallık idaresine bağlı ulus-üstü bir aristokrasi oluşturdular."2 Bu gelişimin teorik tartışması XVIII. yüzyılda Batı'da buıjuvazinin güçlenmesi ve aristokrasinin hege monyasını tehdit etmesiyle başladı. Daha 1727'de Boulainvilliers Avrupa aristokrasisinin savunm ası nı üzerine almış ve kuzeyden gelen soyluların "fetih hakkTndan sözetmeye başlamıştı.3 Fransız devrimi burjuvazinin zaferini simgelemekle beraber, aristok rasinin de uluslarüstü dayanışmasını sergileyen bü yük bir olgu şeklinde gerçekleşti. Ve XIX. yüzyılda ta rihçiler "germ anist'ler ve ' latinist’ ler diye iki kola ayrıldılar. Romantik ekolün önemli isimlerinden J. Michelet Ortaçağı "barbar istilası 'mn son halkası say dığı Osmanlı fetihleriyle bitiriyor ve m odem çağı bu tarihten itibaren başlatıyordu.4 Yazara göre modem çağın temel özelliklerinden biri de la tin dili ve uygar lığından gelen güneyli ırkla, germen dili ve uygarlı ğından gelen kuzeyli ırkın kavgasıydı. J. Michelet'nin Türk göçlerini "barbar istilası"nın son halkası olarak görmesi ilginçtir. Ne var ki, 2 Henrt Flchtenau; L'Empire Carotingten; Paris, 1981. s. 134-135. 3 Henri de Boulainvilliers; Histolre de I’Ancien Gouvemement de laFtance, La Hayc. 1727. dit: I. s. 73. 4 Jules Michelet: Oeuures Compl£tes. Paris. 1971. dit: I. s. 73.
yerli halklarla fetihçi ırkın ilişkileri bizde, yakın za manlara kadar, Batı'daki gibi tartışma konusu ol mamıştır. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Tayin edici nedenlerden biri de, sanıyorum ki OsmanlIlara özel likle çöküş döneminde yapıştırılan "barbar" damgası nın bu konuda tabusuz ve kompleksiz bir davranışı engellemiş olmasıdır. Oysa böyle bir yaklaşım Os manlI tarihini sosyolojik ve mukayeseli bir tabana oturtabilir ve tarihimizi daha sağlıklı bir biçimde an lamamıza yardımcı olabilirdi. Gerçekten Batı Roma temeli üzerine kurulan Avrupa'nın evrimi ile Doğu Roma temeli üzerine kurulan Osmanlı Devletinin ev rimi arasındaki benzer noktalar farklı noktalardan çoktur. Batı'da yaşanan germen istilası, “barbar kral lıklarım ın kurulması, bunlann bir imparatorluğa dönüşmesi ve toprakta tasarruf hakkından dereceli bir mülkiyet hakkına geçilerek feodal bir üretim biçi minin ortaya çıkması, ana hatlanyla Anadolu ve Bal kanlarda da yaşanmıştır. Anadolu'nun Türkmen aşi retleri tarafından işgali, yerel beyliklerin kuruluşu, bu beyliklerden birinin imparatorluğa dönüşmesi ve toprakta tasarruf hakkına dayanan dirliklerin dağı tılması gibi benzerlikler göze çarpıcı niteliktedir. Bu na rağmen benzerlikler üzerinde durulmaması, bunu sağlayacak yöntem ve kuramların yüzyıllar boyunca kutsal bir nitelik taşıyan bir dünya görüşü (din, ila hiyat ve bunlann etki ve kontrolü altındaki ilimler) temelinde geliştirilmesinden doğmuştur. Eğer bilim evrensel bir nitelik taşıyorsa, mukayeseli ve laik bir espriyle yapılm ası kaçınılmazdır. OsmanlIlar bunu gerçekleştiremedikleri için ne kendilerini ne de dün yayı realist bir biçimde kavrayamamışlardır. Daha XVIII. yüzyılda aklı tahakküm altına alan doğmaları kırmaya başlayan Batının da bugün objektif ve ön yargısız bir toplumbilim anlayışına ulaştığını iddia etmek zordur. Dinden ya da ulusçu önyargılardan kaynaklanan yanlı tutumların yarattığı "doğulu deş
potizm" kavramının günümüz tarihçilerini bile nasıl yanılttığını başka bir vesileyle belirtm iştim .5 Yeri gelmişken "despotizm ’in evrensel bir tarihi aşama olduğunu kanıtlamada yardım cı olacak bazı olgu ların batılı tarihçi ve toplum bilim ciler tarafından nasıl kullanıldığına dair ek örnekler vermek isterim. • * *
Batı'da Osmanlı imajı, yüzyıllar boyunca Osman lI vakayinamelerine ve batılı gezginlerin seyahatna melerinde anlattıkları olgulara dayam larak gelişti rilmiştir. Bu olgular arasında OsmanlIlarda yönetici zümre bünyesinde şiddetin örgütlenmesine ya da yer yer keyfi bir biçimde uygulanmasına ait örnekler çar pıcı bir fon teşkil etmiştir. Osmanlı sadrazamlarının ve vezirlerinin zaman zaman idam edilmeleri ve mal larının müsaderesi Batılı aristokratlara bir skandal etkisi yapmıştır. Gerçekten de Osmanlı tarihinde kar deş katline cevaz veren kanunlar ve "siyaseten kati” yoluyla dökülen kanlar Osmanlı siyasal yapılanma sını "Devlet Ana" olarak görenleri düşündürmeliydi. Fakat modern çağlara kadar Batı’da siyasal şiddet nasıl örgütlenmişti? Osmanlı despotizmini kuram sallaştıran düşünürler bu konuda objektif kalmayı başarabilm işler midir? Aslında Batıyla Osmalı toplumunıı şiddetin yay gınlığı açısından karşılaştırırsak ele aldığım ız kla sik çağda kimin daha ilerde (!) olduğunu kestirmek zordur. Bunun nedeni Osriıanlı merkeziyetçi sistemi dolayısıyla şiddetin uygulanışının tek elde ya da oligarşik bir grupta toplanması. Batı da ise feodal da ğınıklık yüzünden şiddetin boyutlarının çoğu kez göz den kaçmasıdır. Örneğin Batı toplumunda yüzyıllar boyunca devam eden düello olgusunu ele alalım. Batı’da XV. yüzyılın sonlarına kadar düellonun asillerin ihtilaflarını çözmede kullandıkları hukukî bir yön 5
Bk. bizim Osmanlı Çalışmaları. V Yayınları. 1989, Ankara, s.
21 .
tem olması ve kavganın sonucunun "Allahın hükmü" sayılması önemli bir gösteı-ge değil midir? Gerçekten hukuki düello Fransa’da XVII. yüzyıla kadar sürmüş. Papalar dahi onun meşruluğunu kabul etmişti. 1609* da kral IV. Henri hukukî düelloyu kısıtlayarak kendi iznine tabi kılınca, düello biçim değiştirerek devam etmişti. Avrupalı hükümdarlar XIII. yüzyıldan itiba ren düelloyu yasaklamaya çalışmışlarsa da bunda ba şarıya ulaşamamışlardı. IV. Henri'nin girişimi sıra sında düello hakkında eser veren bir Fransız yazan "kanlı ve insanlık dışı düellolar zaferlerinize gölge düşürüyor ve krallığınızın yüzünü kızartıyor” diyebi liyor ve birçok Avrupa devletinin "hatta Türklerin"6 bunu yasakladıklanna dikkati çekiyordu. Aynı yaza ra göre düellolar "devletin sinir sistemi yerini tutan en hassas ve asil kısmını (aristokrasiyi) yozlaştıra rak krallığı ve tüm hristiyanlığı zayıflatıyordu."7 Düel lonun tarihini inceleyen bir araştırmacı "bu afet asil ler arasında savaş veya kıtlığa benzer bir tahribat ya pıyordu."8 demektedir. Yazar aynı bağlamda. XVII. yüz yıl başlannda yazılmış bir esere dayanarak II. Henrl dönemi (1547-1559) ile XVII. yüzyıl başı arasında altı binden fazla asilin hayatını kaybettiğini belirtm iş tir.9 Düellonun gelişimini Avrupa çerçevesinden İn celeyen bir tarihçi ise hukuki düellodan, teorisi XVI. yüzyılın ortalannda geliştirilen ve şerefe tecavüz durumlannda ortaya çıkan "m odem düello"ya geçildi ğini vurgulamış ve şunlan eklemiştir: "XVII. yüzyıl sonlannda ve XVIII. yüzyılda bazı ülkelerde düello hızını kaybederken daha fazla sayıda başka ülkelerde tabanını genişletiyordu."10 Bütün bu gözlem ve veriler gözönünde bulundurulursa Batı'daki şiddetin Doğu’da6 Jcan Savaron: Trallâ contre les Duels; Paris, 1610. s. 74. 7 Aynı eser, giriş kısmı. 8 M. Moncslier. Duels: Les Combats Slnguliers des Origines d nos Jours. Paris. Sand. 1991. s. 131.
9 Aynı eser. s. 121.
10 V. G. Kirm an; The DueU. in European. Hlstory; Oxford Univ. Press. 1988. s. 94.
kinden hiç de az olmadığı, fakat farklı bir biçimde kurumsallaştığı için dikkatlerden kaçabildiği söyle nebilir.11 Bununla beraber "Doğulu despotizm" kuram cıları. düello hakkında epeyce anlayışlı bir dil kul lanmışlardır. Bunların başında gelen Mostesquieu, Kanunların Ruhu'nda "hiçbir şey hukuki kavga (dü ello) kadar aklı selim e aykırı değildi; bununla bera ber uygulaması belli bir ihtiyatla yapılıyordu, ... (hat ta) genel bir kavgayı özel bir kavgaya çevirmek gibi bir avantajı da vardı... Nasıl hayatta çılgınca yapılan sayısız makul şey varsa, çok makul bir şekilde yapı lan sayısız delilikler de vardır."12 diye yazmıştır. Gü nümüzde de Batı tarihinin sosyolojisini yapan bazı düşünürler, devlet aygıtının, giderek artan "mutlakiyetçi"liği karşısında düellodan bir "bireysel özgürlük sem bolü"13 olarak söz etmektedirler. Bunu da çağdaş "Batı k im liğrn i yaratan aynm cı-ideolojik ya k la şı mın bir çeşitlemesi olarak değerlendirebiliriz.14 Batı gelişimini ideolojik planda doğudan radikal bir şekilde ayıran ikinci bir yaklaşım da. Doğu’da özel mülkiyetin toprakta hiç olmaması, diğer servetlerde ise yeterli hukuki garantiden yoksun bulunuşu fik rine dayanır. Batılılar bu konuda Osmanlı vakayina melerinde sık sık anlatılan "müsadere" örneklerini genelleştirerek ve abartarak ileri sürmüşlerdir. Oysa "müsadere" olgusu, eski Yunan ve Roma'dan başlaya rak m odem devletlere kadar tüm siyasal kuruluş larda örnekleri görülen evrensel bir boyut taşjmak11 Burada Avrupah saraylarda kralın emriyle İşlenen cinayetleri, zehirlemeleri vb. dc düşünmek gerekir. 12 Oeuvres Completes de MorUesquıeu; Parts, Nagcl. 1950. cilt: II. s.
220 - 221 . 13 Norbert Ellas: Die höfische Geselschaft. Uıchtcrhand, 1969, s. 355. 14 Başka bir vesile İle gösterdiğim gibi (Osmanlt Kimliği, s. 142148) “Doğulu despotizm” fikri Avrupa'da Aydınlanma çağında kuramsallaştı İse de, bu dönemde bile egemen olamadı. Örneğin Encyciopaedia BrUannica'hm ilk baskısında (1768*1771) T ü r kiye. İran, "doğu hükümetlerinin çoğu, hatta Cumhuriyetlerle. Ingiltere vc İsveç dışında tüm Avrupa devletleri” despotik (despotical) sayılıyordu.
tadır. Avrupa'da monarşinin başından itibaren huku ki (yazılı hukuk veya örfî) bir biçim de mevcut ol muştur. İngiltere'de Common Law anlayışı içinde ya büyük cürümlere verilen cezanın bir parçası olarak ya bir hükümdar Jlili şeklinde ya da düşm anlara karşı savaş hakkı olarak geliştirilm işti.15 Fransa’da da Fransız İhtilaline kadar devam etm iş ve devrim sırasında soylu sınıfa karşı en kapsam lı müsade relere girişildikten sonra tarihe karışm ıştır. Osman lIlarda ise. sistemin temel unsurlarından biriymiş gibi sunulan müsadereler, idam cezalarının bir sonu cu olarak işleme sokuluyorlardı. Yükselm e çağında devlet adamlan. aşikar ihanetler ya da yolsuzluklar dışında, can ve mal güvenliği içinde yaşamışlardı. Nasıl Roma İmparatorluğumda Sylla'nın zulüm yöne timiyle müsadereler yoğunlaşmışsa. Osmanlılarda da fetihlerin durduğu, yozlaşmanın başladığı XVII. yüz yıldan itibaren müsadereler nerdeyse sistematik bir şekil almıştır. Bir tarihçimizin kaydettiği gibi "Bu asırda, bir hükümdar ölünce, halefi tarafından onun sivrilmiş adamlarını kati ve müsadereye tabi tutmak adet haline gelmiş idi.” 16 Bu dönemde Osmanlılarda, bir Fransız milletvekilinin söylediği gibi, ’önce mah kum edilenlerin mallarının müsaderesi, sonra müsa dere için, insanların mahkum edilmesi” 17 durumu or taya çıkmıştı. ★★★ Yukardaki açıklamalarımız bizi. Batı Avrupa’da ki gelişmeyle Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve evrimi ni karşılaştırırken, ideolojik yaklaşım ları bir tarafa bırakarak daha gerçekçi bir Lemel aramaya yönelt mektedir. Bu temeli, çalışmamızda. Roma-Germen sen tezine paralel bir Türk-Blzans sentezinde bulduğu 15 Encyclapaedia Britcmnlca. cilt: 6. 16 Cavİd Hay sun; İslam Ansiklopedisi. Müsadere maddesi. 17 La Granae Encıjdopâdie, 12. cilt. Müsadere (confiscation) mad desi.
muzu ifade etm iş18, fakat tarihte mutlak bir tekerrür söz konusu olamayacağı İçin, Osmanlı evriminin öz gül taraflarını vurgulamaya Özen göstermiştim. Önce benzerliklerle ilgili olarak, son okumalarımızda kar şılaştığım ız bazı tarihi tanıklara gönderm eler ya palım. J. Michelet’nin Tü rk fetihlerini Avurpa’daki ger men istilasının son halkasına benzettiğine işaret et miştim. Gerçekten, XIX. yüzyılın başlarında, tarihi maddeci yöntem in kuruluşunda önem li katkıları olan Fransız tarihçileri, Türk fetihlerini özellikle Norm anlann İngiltere'yi fethetmelerine benzetiyor lardı. A. Thierry'ye göre Türkler Normanlann, Rum* lar ise îngilizlerin durum undaydılar.19 Aslında Bri tanya adalarındaki halklar da (Angl'ler, Sakson’lar ve Jüt'ler) altı yüzyıl kadar önce aynı topraklara fe tihçi olarak yerleşm işler ve hristiyanlaşarak Birle şik Krallık tarihini başlatm ışlardı.20 Norman isti lası ile aynı süreç, bazı özgül koşullar bağlamında, yi nelenmiştir. Burada Tü rk istilası ile ilgili benzerliği ortaya koyan belgesel unsurlarla da karşılaşıyoruz ki bunların mukayeseli tarih araştırmalarında şimdiye kadar kullanılmamış olm alan biraz şaşırtıcıdır. Osmanlı fetihleri, XIV. yüzyıl sonlarına doğru tu tulmaya başlanan "tahrir defterleri" ile örgütsel bir temele kavuşmuş ve feodalizmin ilk aşamasını oluş turan tımar sistemi bu sayede kurumsallaşmıştı. Batı'da bu gibi tahrir defterleri, Normanlarla ilgili ola rak ilk kez geçen yüzyılın başlarında bulunarak ya yınlanmıştı.21 Fakat bu konuda daha ayrıntılı incele 18 Bizans, hatta Batı Roma İmparatorluğu. Sasani devletinin etki si altında kalmışlar ve siyasal yapılanmalarındaki bu etkiler tarihçiler tarafından vurgulanmıştır. Bk. LĞon Homo; Les Institutions Polittques Romaüves, Paris. 1970. s. 305. 19 Augustin Thicny: Hlsloîre de la ConqııĞte de l'Angleterre par les Normands; Paris, 1867 (2 cilt), (İlk bslc 1825). U. s. 298. 20 H. Munro Chadwlck: The Origln o f Ihe EngUsh Nation; C a m bridge, 1907. s. 54. 21 Wllliam Bown Agratre. Maspcro, Paris, 1977, s. 49. H.İnaicık’a daya nan Perry Anderson da, toprağın % 87’sinin “miri' olduğunu söyler. Bk. P. Anderson. Ltneoges o f the Absoluttst State. Lan don. 1975, s. 365. H. İnalcık, The Ottoman Empire. London, 1973. s. 116. Nihayet Gjbb ve I3owen'e dayanan K. Wittfogel de aynı yönde görüş ileri sürer. Bk. Le l)espatisme Ortental Paris, 1977. s. 346.
dar bir formülle ikta-tlmar sisteminin kökeni nedir? Türkler bu sistemi Bizans'tan, ya da başka bir uy garlıktan mı almışlardır? Yoksa kendileri mi icat etmişlerdir? Bu soruya verilen cevap da yer yer ulusçu önyargılarla dolu olmuştur. Bu konuda en etkili fikir lerin, sadece toprak sistemiyle ilgili olarak değil, tüm Osmanlı rejimini kapsayacak bir biçimde Prof. Fuat Köprülü tarafından ileri sürüldüğü kanısındayım. Prof. Köprülü Bizans’ın Osmanlı toplumuna etkile riyle ilgili incelemesinde, genellikle bu etkileri kü çümseyici bir polemiğe girmiştir.50 Daha önce de be lirttiğim gibi, bu yaklaşım daha çok bir kısım batılı tarihçinin anti-Tûrk eğilimlerine bir tepki niteliğin dedir. Oysa sorunu -bilimsel bir tabana oturtmak için Bizans-Türk gelişimini sosyo-ekmonomik evrim ola rak ele almak gerekir. Böyle bir yaklaşımın ortada bir kesintinin değil, devamlılığın olduğunu ortaya koyduğunu daha önce belirtmiştim. Daha yüzyıl önce Marks "OsmanlIların da Romalılar gibi üretim biçi mini değiştirmediklerini» vergi koymakla yetindikle rini" yazmıştı. Çağdaş tarihçilerin bütün bulgulan bunu doğrulamıştır. Hatta vergi konusunda dahi Os manlIlar tutucu bir politika izlemişlerdir. Prof. Köp rülü bile, diğer birçok konuda Bizans etkisini çürüt meye çalışırken, bu konuda şunlan yazmıştır: "Muh telif zamanlarda imparatorluk dairesine giren mem leketlerde, ahaliyi eskiden beri alışmış oldukları ver gi usullerinden ayırmamak için mahalli mâli ana nelerin muhafazası, Osmanlı Devletinin daha son raki devirlerinde bile vergilerin cins ve miktar itiba riyle, imparatorluğun muhtelif sahalannda mütehalif mahiyette kalmasını intaç etmiştir." Bu suretle "ademi merkeziyetçi ve mahallî teamüllere çok ria yetkar maliye sistemi" ortaya çıkmış ve Tanzimata 50
Prof. Fuat Köprülü. Hizans Müesseselerinln Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Dazı Mülâhazalar: Türk Hukuk ve İktlsatTarlhi Mccmuası: dit: I. 1931, s, 165-298.
kadar devam etmiştir.51 Daha önceki açıklamalarımda Osmanlı timar sistemini herhangi bir dış etkiyle açıklamaktan çok. bunun evrensel bir nitelik taşıdığını ve belli bir evri min. ürünü olarak değerlendirilmesi gerektiğini be lirtmiştim. Türkiye’deki incelemelerde de giderek ağır basmaya başlayan görüş budur.52 Gerçekten Ameri ka'nın Kolomb öncesi uygarlıklanndan. Japonya' ya kadar çeşitli ülkelerde bu uygulamayı görmek müm kündür. Özellikle Batı Roma imparatorluğu Germen istilâsı ile çözülürken, feodalizmin ilk aşaması ola rak ortaya çıkan ”beneflclum"un. Osmanlı timar sis teminin bir benzeri olduğunu geçen yüzyılda filozof Hegel’den. sosyolog VVeber’e ve çağdaş tarihçi Braudel'e kadar birçok düşünür ortaya koymuşlardır.53 Şimdi Osmanlı üretim düzeni ile ilgili yaptığım bu açıkla malar çerçevesinde Osmanlı toprak hukukunun nasıl geliştiği ve ne anlam taşıdığı sorunu üzerine eğilebi liriz. Osmanlı toprak hukuku denince akla önce Fatih ve özellikle Kanuni devrinde derlenen hükümler bü tünü gelmektedir. Aslında bu tür "kanunname’lerin dahi herhangi bir homojenliğe sahip olmadığı ve bur juva devrimlerinin ve ulusal devletlerin yarattığı "kod’ larla bir ilişkisi bulunmadığı açıktır. Bununla 51 Aynı makale, s. 217. 52 örneğin Dr. Halil Cin OsmanlIlarda arazi rejimiyle ilgili tezin de. bu konudaki görüşleri özetledikten sonra. Prof. C. Uçok gibi, "Bu müessese bir tekâmülün neticesidir. Tarihin mulıdır" so nucuna varmaktadır. Bk. Mırf Aray.1 ve Bu AraztninMülk Ha~ llne Dönüşü, Ankara. 1969. s. 68. Prof. Barkan da son çalışma larında bu yönde tezler ileri sürmüştür. Prof. Barkan'a göre, ekonomik nedenlerin benzerliği ve 'askeri ve siyasi diğer tari hi sebeplerle şarkta ve garpta muhtelif devirlerde türtu şekil lerde mevcut olmuş ve burada tatbik edilmiş benzeri usuller. Osmanlı İmparatorluğunda da Tımarlı sipahi denilen bir eya let süvari ordusunun teşkilâtlandınlmasmda asırlar boyunca ba-şan ile kullanılmıştır." Bk. Islâm Ansiklopedisi. Timar maddesi. Cüz; 123-124, s. 28. 53 Hegcl'in görüşünü daha öncc aktarmıştım. F. Braudclde tımar sistemini Carolince hanedanı dönemindeki 'bcneflce’ lerc ben zetmekledir. Bk. La Medlierranâe et le Monde Mâdtterrarıöen a l Epoque de PhÛippe //.Paris. 1966, cilt: I. s. 537.
beraber Osmanlı devletinin kuruluşunda bu gibi ka nunnamelerin de olmadığı ve hukukî alanda bir boş luğun hüküm sürdüğü anlaşılmaktadır. İlk Osmanlı işgalleri bir merkezî kuvvetin b i linçli ve planlı bir yayılma siyasetinin ürünü olmak tan çok. bağımsız hareket eden bey ve prenslerin sa vaşlarının sonucuydu. Bu beyler arasında Anadolu’ daki çeşitli beyliklerden gelmiş kimseler bulunduğu gibi, Evrenos Bey gibi Türklerle işbirliğine girmiş Bi zans tekfurları da vardı.54 Osmanlı ve Orhan Gaziler daha çok birer "primus inter pares" idiler.55 Osmanlı devletinin kesin bir şekilde oluşması I. Murat döne minde kurumlaşmayla başlamıştır ve bütün bey ve prenslerin itaatini temin eden I. Mehmet "emirlerin senyörü"56 haline gelmiştir. Osmanlı hukuku ilk önce, Osmanlı sultanlarının emir ve fermanlarıyla oluşan bir örfi hukuk halinde meydana çıkmıştır. Daha sonra bunlar bir araya geti rilmeye ve hususi kanunlar ya da kanunnameler der lenmeye başlanmıştır. Prof. Barkan, "bu suretle mey dana getirilen lik askeri ve siyasî kanun dergisinin birinci Murat devrinde ve onun emriyle beylerbeyi Timurtaş Paşa tarafından meydana getirildiği zanne dilmektedir.”57 demektedir. Genel kodiHkasyon haBk. Iröne Beldlccau-Steinherr; Recherchcs Sur les Actes des Rdgıves des Sullans Osman, Orhan et Murad I. Monachtt. 1967. s.46-48. 55 Bu dönemle İlgili gözlemlerini yazan seyyah Ibn Batuta, O r han'ın Türkmenlerin "en zengin ve gûçlû Kralı* olduğunu. 100 kadar şatoya sahip olduğunu vc 'hiçbir şehirde bir ay kadar bile kalmadığının söylenatğinf not ediyor, a.g.e.. s. 70. Kardeşi Alacddln'in örgütlediği ilk temel kurumlar da hatırlanırsa bel ki dc Orhan'ı Osmanlı devletinin kurucusu olarak kabul etmek gerekir. Prof. İnalcık bu kanıdadır. Bk. The Ottoman Empire: s. 54
56 I. Bcldiceau-Stelnhem a.g.e.. s. 48. 57 Prof. Ömer Lütfü Barkan. XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı impa
ratorluğunda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mail Esasları: İstanbul. 1943; s. XX. Tlmurtaş Paşa Osmanlı devletinin ilk dö neminde yükselen Türkmen gazilerinin tipik bir örneğidir. Başlangıçta 3000 akçelik bir timar sahibiyken, askeri başa rılarıyla Rumeli beylerbeyliğine kadar yükseldi. Osmanlı Ka raman savaşından sonra da üç tuğlu paşa oldu. İlk kapıkulu süvari ocağını kuran da kendisidir. Çok gûçlû. soylu bir ailenin
rckeline İse Fatih devrinde derlenen İki büyük kanun name ile başlanmıştır. Bu genel kanunnamelere. San cak tahrir defterlerine konan “mukaddimeler" temel teşkil ediyordu. Bu suretle her Sancak için ayn bir ka nunname kabul ediliyor, bunlarla ilgili temel ilkeler ise "Kanun-i Osmanı'yi teşkil ediyordu.58 Görülüyor ki Osmanlı hukuku "Anane ve tecrübelerden alman il hamlara göre, idari tedbirler ve emirler halinde veril miş fermanlar vasıtası ile. yavaş yavaş ve parça parça ilân edilmiştir."59 Bunun sonucu olarak da ilân edil diği yörelerde eskiden beri mevcut kanun ve gelenek leri temel almıştır. Bunlar arasında Akkoyunlu hü kümdarı Uzun Haşan ve Memluk Sultanı Kayıt Bey’in kanunlarından. Macar krallığının kanunlarına ka dar uzanan çeşitli kanunlar görüyoruz. Barkan "Os manlI İmparatorluğunda her kanun, üzerindeki tarih ne olursa olsun, çok defa diğer daha eski kanunların ve bu arada da fetih ve işgali müteakip mahallinde yapılan tahkikate göre derlenmiş olan en eski nizam ve ananelerin devamından başka birşey değildir."60 diyor. Bu demektir ki. kendine özgü bir Osmanlı ka mu hukuku yoktur ve bundan da doğal birşey olamaz. Osmanlılann yeni bir hukuk getirmeleri için, yeni bir üretim biçimi yaratmalan gerekirdi. Başka bir de yişle Osmanlılann devraldıkları düzeni devrimci bir şekilde değiştirmeleri lazımdı. Böyle birşey olmadı ğına göre. Osmanlı hukukunun eski hukukun geniş ölçüde devamından ibaret olmasında şaşılacak bir yön yoktur. Nihayet yapılan şey, bu geleneksel huku ku Kanuni devrinden itibaren "şerileştirme” çabalan
kurucusudur. Aileden bir çok vezirler çıkmıştır. Hammer tari hinde Çandarlı ailesi kadar güçlü kabul edilir. Bk. Timurtaş Paşa. /slâm Ansiklopedisi. (Maade M.C. Şehabettin Tekindag tararından yazılmıştır.) 58 I lalil İnalcık; The Ot tomarı Emplre. s. 72. 59 Prof.Ömer Lütfü Barkan. Islâm Ansiklopedisinin Kanunname maddesi. 60 Prof. ö . L Barkan; AV. ve XVI. Astrlanda.... s. LXVJ.
olmuştur.61 Bu konuda Kanuni devrinin ünlü Şeyhül islâmı Ebussuud efendinin fetvaları büyük bir rol oy namıştır. Kaldı ki bu şerileştirme hareketlerinde da ha toprak hukuku temel olarak örfe dayalı olma nite liğini kaybetmemiştir.62 Osmanlı hukuku, çağımızda, daha ziyade XVI. yüzyılın ikinci yansında kazandığı şeri. yorum içinde bilinmektedir. Aslında Osmanlılann bağlı olduklan haneft mezhebi’nin ilkeleri Kanuni Sultan Süleyman zamanında Halepli Şeyh İbrahim tarafından "multeka" adı altında derlenmişti. Arapça kaleme alman eser Mehmet El Mevkufati tarafından türkçeye çevril miş ve yorumlanmıştı. Bunun gibi başka yorumlar da bulunmakla beraber. Osmanlı mollannın ençok in celedikleri ve itibar ettikleri yorum bu kitaptı.63 ö te yandan arazi rejimiyle ilgili tüm ferman, fetva ve ka nunlar II. Selim zamanında defterdar Mehmet Çelebi tarafından derlendi. İşte bu kitaplarda Osmanlı arazi rejiminin temel ilkeleri ortaya çıkmaktadır. Bunlara göre başlangıçta müslümanlann fethettikleri toprak lar. Multeka’da belirtildiği gibi, gaziler arasında "ganaim" olarak dağıtılıyor veya eski sahiplerine vergi 61
Prof. Barkan, "Osmanlı İmparatorluğunda örfi hukukun ve laik mücsseselertn şer'ilcşmek lüzumunu duymadan hüküm ran olduklan saha, birçoklarının zannettiklerinin aksine ola rak. vaktiyle çok daha geniş iken zamanla şer i hukukun le hine daralmış vc amme hukuku sahasında islânıi denen hü kümlerin Türkiye'de bilhassa şeklen daha büyük bir sarahat İle hâkini olmaya başlaması bilhassa XVII. asırdan sonra vu kua gclmiştir." demelair. İstanbul Hukuk Fakültesi Mccmuası. CiUX], sayı: 3-4. s. 212. 62 Ebussuud efendi Hudin zaptcdildiktcn sonra, 11 yancısı olarak bu kanunun eski kanuna dayanılarak hazırlanmasında rol oy namıştır. Ebussuud Efendinin ''şeriatçılığı* aslında toplum düzenini savunma amacına yönelmişti. C. Truhclka. Ebussuud Efendinin Bosna'lı oluşunun, temsil ettiği hukuk anlayışını açıklamada önemli bir ipucu olduğunu ileri sürüyor. Bosna feo dal mülkiyetin ve aristokrasinin en çok geliştiği Osmanlı eya leti İdi. Truhelka. Bosna asaletinin XX. yüzyıla kadar yaşadı ğını ve "baştlna"lann ençok Dosna'da yaygın olduğunu kayde diyor. a.g.m., s. 62, 65. Ebussuud Efendi için bk. M. Cavit Baysun. Islâm Ansiklopedisi, 30. Cüz. 63 M. D'Ohson. Tableau General de l'Emptre CHtoman; Paris-. 1788, > cilt: I.s. 22-23.
karşılığı terkediliyordu. Bu sonuncular "haraç arazi” adını alıyorlardı. Gaziler İse "öşü r" verdikleri için, arazileri Öşür arazi" diye adlandırılıyordu. Kısaca arazi ikiye ayrılıyordu ve henüz "miri arazi" yoktu. Osmanlı hukuk tarihini inceleyen tarihçiler "yenen ve yenllenler arasında paylaştırılan arazilerin dışın da kalan miri arazi, daha sonraları, kesinlikle sap tanması çok güç olan bir dönemde ortaya çıkmışlar dır"64 diyorlar. Bu oluşum herhalde merkezî (despotik) devlet olgusunun ortaya çıkışıyla bir paralellik göstermiştir. Ancak Kanuni Süleyman devrinde ve özellikle Şeyhülislâm Ebussuud Efendfnin fetvala rıyla durum göreli bir açıklık kazanmıştır. Hazırlan masında birinci derecede rol oynadığı Budin Kanun namesiyle ilgili bir sorunda. Ebussuud Efendi sadece ev ve bahçelik topraklann "mülk" olabileceğini, buna karşılık "bütün ekilebilir toprağın miri arazi oldu ğunu" ve bunların sadece tasarruf hakkının çiftçilere verilebileceğini fetva olarak ileri sürmüştür. Başka bir fetvada ise. Rumeli toprakları ile ilgili olarak, öşür ve haraç arazilerin hukuki statüsünü ortaya koy duktan sonra, şunlan söylemiştir: "Nihayet ne haraç ne de öşür olan üçüncü cins bir arazi bulunur ki bunun da adı Arz-ı memlekettir. Bunlar başlangıçta sahiple rine taıfı mülk halinde bırakılan haraç topraklardı. Fakat sahiplerinin ölümünde, bir sürü mirasçının arasında herkese düşen haraç miktarını saptamak ve tahsil etmek imkânsız değilse bile çok zor oluyordu. Bu nedenledir ki toprağın rakabesi beyt-ül-mal'e ve rildi ve tasarruf hakkı da reayaya bırakıldı. Bunlar haracı mu kaseme ve haracı muvazzaf ödemek zorun daydılar.”65 Görüldüğü gibi Ebussuud Efendinin bu açıklaması miri arazinin iki kökeni olduğunu ve baş langıçta fethedilen toprakların bu statüye konan 64 65
W. Padcl. L Stccg. De La l&gislatlon Fonciâre Ottomane. Paris, 1904, s. 19. W. Padcl ve L. Sleeg naklediyor, a.g.e., s. 20.
kısmından başka, miri arazinin mülk arazi aleyhine de geliştiğini göstermektedir. Bununla beraber bu açıklama da göstermektedir ki 'miri arazi" Osmanlı toprak sisteminin tümünü kapsamıyordu ve bu yön deki iddialar Osmanlı 'Devlet biçimiyle birlikte ele alınması gereken ideolojik önerilerdir. Nitekim Os manlI toprak rejimiyle ilgili benzer bir sınıflamayı defterdar Mehmet Çelebi'nin eserinde de buluyoruz.66 Mehmet Çelebiye göre Osmanlı devletinde üç ayn hukukî statüde arazi bulunuyordu. Bunlar sırasıyla şöyle özetlenebilir: 1. Uşr (öşür) arazi: Bunlar müslümanlara terkedilen. gerçek mülk statüsünde bulunan, ürünün 1/10’u şeklinde ve ayni olarak ödenen "zenginlerin vermekle mükellef tutuldukları bir iştirak hissesi”67 ödeyen topraklardır. Aslında öşür, bir vergi sayılmayan ve şer'an uygun görülen kategorilere ödenen ve beyt-ülsadaka'da korunan bir çeşit zekâttır. Vergiden yarar lanma durumunda bulunanlar, fakirler, sefiller (mis kinler). esirler, bu hisseyi toplamakla yükümlü me murlar vs. gibi memur kategorileridir. Öşür bir vergi sayılmadığı için devletçe affolunamaz ve 1/10'dan fazla olamaz. Kısaca bunlar varlıklı müslüman top rak sahiplerinin ödedikleri hissedir. 2. Haraç arazi: Bunlar da gerçek mülk statüsünde olup, hıristiyanlara terkedilmiş bulunan topraklar dır. Bunların sahipleri reşit erkeklerin ödediği Ciz yeden başka bir de haraç vergisi öderler. Aslında ciz ye de bir çeşit haraç vergisi (haracı ru’us) sayılır. An cak asıl haraç vergisi olarak anlaşılan bir çeşit top rak vergisidir ki o da İki çeşittir. Birincisi araziden ayni olarak. 1/10 ilâ 1/2 arasında değişen bir oranda alınan "haracı mukasama*'; İkincisi ise arazinin 66
Hammer, tarihinde Osmanlı toprak sistemini anlatırken bu esere dayanmıştır. Biz de burada Hammcr’in özetini izliyoruz. a.g.e., clH: 6. s. 268-269. 67 ö sû r ve Haraç arasındaki farklar için bk. Ebul'ûla Mardin; İslâm Ansiklopedisinin llaraç maddesi, cüz: 41. s. 222-224.
büyüklüğüne ve verimine göre maktu olarak saptanan ve ayni ya da nakdi olarak toplanan "haracı muvazzaf'dır. Haraç bir vergi olduğu için devletçe affoluna bilir ve beyt-ül-malda korunur. Görüldüğü gibi, bu iki kategori toprak (haraç ve öşür araziler) Osmanlı devletinde gerçek mülk sahibi sınıfların elinde bulunmaktadır. Bunlar Osmanlı "feodal” potansiyelini oluşturmaktadır. Ancak devlet, merkezi kontrolü sağlamak üzere devamlı bunlara karşı bir kavga vermekte ve zaman içinde üçüncü tip bir araziyi -m iri araziyi- bunlara karşı geliştirme eğilimleri göstermektedir. Bu arazi biçimi nedir? 3. Miri arazi (Araziyi Memleket). Bu tip toprak lar “çıplak mülkiyet hakkı” devlette kalmak üzere, ta sarruf hakkı savaş sırasında askeri hizmet arzetmek üzere bazı kimselere devredilen topraklardır. Bu su retle oluşan timar ve zeamet sahipleri reayadan çe şitli vergiler toplarlar. Aslında, ilerde daha ayrıntılı göreceğimiz gibi, reaya'nın ödemek zorunda kaldığı tüm vergiler, tahrir defterlerinde timar sahipleri ile, devlet arasında taksim edilmiştir. Reaya dirlik sahip lerine tapu resmi, arazi vergisi (resmi çift, resmi dö nüm) ve öşür öder. Fakat timarlı sipahilere ve zaimlere ödenen bu öşür vergisi ekseri hallerde 1/10'u geçer ve hatta bazen ürünün 1/2 oranına ulaşır.60 Osmanlı devleti bakımından son derece önemli olan bu sistemi daha ayrıntılı bir biçimde ele almak gerekir.
Osmanlı Timar Sistemi Timar sistemi, toprakta çeşitli tasarruf biçimleri üzerine konmuş devlet tahditleri ve zorunlulukları dır. Gerçekten bu tahditlerin ifadesi olan "devlet mül kiyeti” veya "rakabe". "çıplak mülkiyet" gibi terimler 68
Hammer, a.g.e. cilt: VI. s. 268.
aslında Osmanlı ideolojisinin ve Osmanlı devlet tipi nin somutlaşmasıdır. Bunu ancak Osmanlı toplumsal formasyonu içinde ü retim biçim le ri-devlet "tarihi blok 'u içinde anlamak mümkündür. Prof. Barkan timarla ilgili olarak şu tarifi veri yor: "Osmanlı imparatorluğunda geçimlerini veya hizmetlerine alt masrafları karşılamak üzere bir kı sım asker ve memurlara, muayyen bölgelerden kendi nam ve hesaplarına tahsili selâhiyeti ile birlikte tah sis edilmiş olan vergi kaynaklarına ve bu arada bil hassa defter yazılanndaki senelik geliri 20.000 akçe ye kadar olan askeri dirliklere verilen isimdir."69 Bu tarifte görüldüğü gibi, timarla aslında bir takım "ver gi kaynaklarının”, "dirlik” halinde devri söz konusu dur. Ancak Osmanlı üretim ve vergi biçimlerinin çe şitliliğinde olduğu gibi, timar sisteminde de homojen olmayan bir yapıyla karşı karşıyayız. OsmanlIların başlangıçta "miri reim" sistemini uygulamadıkları görülüyor. İlk Osmanlı sultanları nın yerleşme ve yayılma politikası temlik ve vakıflar yoluyla oluyordu. Osmanlı devletinin yerleşmesinde rol oynayan beyler ve dervişlerin elde ettikleri dirlik ler için herhangi bir vergi ödemediklerini biliyoruz.70 Âşık paşazade ve Neşri tarihlerinde sözü edilen kuru luş dönemiyle ilgili timarlar dahi toprağın tasarruf hakkından çok mülkiyet hakkına yakın bir statüyü ifade etmektedir. Miri toprak sistemi, kesin olarak bilinmeyen bir tarihte, fakat muhtemelen merkezi iktidann temelini oluşturar kurumlarla birlikte ku rulmuştur. 69 Prof. Ö. i- Barkan, Islâm Ansiklopedisi Timar maddesi cûz: 123-124, 1972, s. 287. 70 Barkan'ın yukarda zikrettiğimiz makalesinde belirttiği gibi, Anadolu ve Rumeli’de fetihler yapan komutanlara ve hanedan dan sultan hanımlara bu gibi temlikler yapılıyordu. Barkan "bu nevi malikaneler kayıtsız ve şartsız mutlak mülk vaziye tinde olup, bir çoğunda askeri hizmet vc diğer nevi mükellefi yetlerde görülmemektedir.' diyor ve örnek olarak Ytldmra Beyazıt ın Mihaloğlu Ali Beye Bulgaristan'da Plcvne kasabası elvannda temlik ettiği köyleri gösteriyor, a.g.m., s. 296.
Timar sistemi. Osmanlı fetihlerini izleyen yıllar da fethedilen topraklarda yapılan "arazi tahrirleri" ile geliştirilmiştir. Daha önce de işaret ettiğim gibi Osmanlı yayılm a siyaseti kademeli bir biçimde ger çekleşiyordu. Komşu devlet ya da beylik (prenslik)ler önce baskı've tehditle vergiye bağlanıyor, ikinci aşa mada da askeri olarak işgal ediliyordu. Bu arada, özellikle Anadolu beylikleri içinde, topraklan evlen me. satmalma gibi banşçı yollarla elde edilenler de vardı. Bu suretle kazanılan yeni topraklarda derhal stratejik mevkilere küçük askerî birlikler mevzileniyordu. Bunlardan bir kısmı "kale eri" ya da’ hisar eri" adı altında kalelere yerleştiriliyorlardı ve güven lik önlemi olmak üzere Anadolu kalelerine Rume li’den. Rumeli kalelerine de Anadolu'dan erler sürüle rek getiriliyorlardı.71 Başlangıçta bu tip yerleşmenin, o bölgenin halklan için bir çok vergilerden kurtulma veya hiç olmazsa bu gifctf mükellefiyetlerin azalması şeklinde belirdiği vc bu yüzden Osmanlı fetihlerinin kolaylaştığı tarihçilerin çoğunluğunun birleştiği bir husustur. Ancak Osmanlılar giderek yerli aristokra siyle kısmi bir işbirliği içinde eski toprak düzenini yeniden canlandmyorlar ve timar sistemiyle de kont rol altına alıyorlardı. Bu ise önce bir "tah riri gerekti riyordu. OsmanlIlarla ilgili bilinen en eski tahrir defterle ri XIV. yüzyıla uzanmaktadır.72 Inalcık'ın anlattığına göre bir tahrir şöyle yapılıyordu. Önce fethedilen ve tahriri yapılmak istenen bölgeye bir "tahrir emini" gön deriliyordu .73 Bu "emin*'ler genellikle dönemin güçlü ailelerinden çıkıyordu. XV. yüzyıl tahrir defter •
71
Ou ve bunu izleyen bilgiler Halil İnalcık’ın daha önce zikret tiğimiz "Ottoman Methods o f Conquest' başlıklı makalesine bakılabilir. Studla Islâmlea. No: 2. s. 1954. 72 Ankara tahrir defterini incelcyen Prof. H. tnakrık. burada 1396 tarihinde. Tlmurtaa Paşa idaresinde ilk tahririn yapıldığının kayıtlı olduğunu naklediyor. Bk. Ottoman Methods....s. 109. 73 Bu konu da Ki bilgiler için bk. Halil tnalcık: Hicri 835 Tarihli Suret-i Defte M Sancak-t Amavtd; Ankara. 1954. (1431 tarihli Arnavutluk tahrir defteri).
lerinin hazırlanmasında Timurtaş Bey, Umur Bey, Ethem Bey, Çakır Ağa. Mihaloğlu Ali Bey vb. gibi üme ranın "emin" olarak çalıştıklan kaydedilmektedir.74 Bununla gerçekleştirilmek istenen amaç çeşitli suistimal yollarını ve rüşveti önlemek ve bölgenin gelir lerini olduğu gibi kaydedebilmekti. Bunun için tahrir emini ve kâtibi, kadıyı, sipahileri ve rüştüne ermiş erkek reayayı toplayarak tahrire başlıyordu. Bu sure tle gerçekleştirilen tahrirle elde edilen bilgiler daha sonra iki defterde toplanıyordu. Bunlardan "mufassal defter" de temel kaynaklar kaydediliyor; "icmal defteri 'nde ise bu kaynakların sipahiler, zaimler ve devlet arasında nasıl paylaştırılacağı belirtiliyordu.75 Bu suretle oluşan defterler gelir durumunda önemli deği şiklikler olduğuna dair kesin belirtiler ortaya çıkana kadar, bazen çok uzun bir süre yürürlükte kalıyordu. Bu sistem timar rejiminin çözülüş devrine kadar can lılığı korumuş, fakat III. Murat'tan sonra artık tah rirler yapılmaz olmuştur.76 Arazi tahrirleri sonucu dağıtılan dirliklerin çok büyük bir kısmını "timar’ lar teşkil ettiği için, sis teme "timar sistemi" adı verilmiştir. Aslında sancak yöneticilerine dağıtılan haslar dahi bazen defterlere timar adıyla kaydedilmişlerdir.77 Timarlar da tek tür değillerdi. Başlangıçta verilen timarlar. temlik şek linde yapılan "mülk timarlar"dı. Daha önce de söyle diğim gibi, bunlar miras hakkı da dahil olmak üzere tam bir mülkiyet hakkını ifade ediyorlardı. Osmanlı devletinde gefişim, giderek bunlarında bazı askeri zo runluluklara tabi olmalarına "eşkincili timarlar" ha line gelmelerine yolaçmıştır.78 Bunun dışında timar74 75 76 Tl
Aynı eser. s. XVIII. H.lnaJcık: Ottoman Methods.... s. 11 l - l 12. ö . Lûtfî Barkan, Islâm Ansiklopedisi Timar maddesi s. 289. örneğin Amavid sancak beyinin hassmın deftere "timar* adıy la geçmesi tflbl H. İnalcık, Defter-1Amavid, s. XXIV. 78 XV. yû ^ıld a 52 tahrir defterini İnceleyen bir tarihçi, bunlar dan saaece 27*slnin askeri yükümlülükleri de açıkça belirle diğini saptıyor. Bu konuda II. Mehmet'in bu yöndeki girişimini
lar vergi paylaşımındaki durumlarına ve veriliş bi çimlerine göre de bazı farklılıklar gösteriyorlar ve de ğişik adlar alıyorlardı. Bunlara ilerde tekrar dönece ğiz. Şimdi en klâsik şekliyle bir sipahi Umarını ele alarak anatomisini inceleyelim. Bir timar iki kısımdan meydana geliyordu. Bun lardan birincisi bizzat Umar sahibine aynlan bö lümdü. Defterlerde ve timar beratlarında bunlar "hassa çiftlik", "kılıç yeri", “beylik çiftlik" gibi isim lerle kaydedilmişlerdir. Bunun dışında, bağ. değir men, çayır vb. gibi gelir kaynaklan da timar sahibine "hassa" olarak kaydediliyordu. İkinci kısım ise rea yanın ayni ya da nakdi olarak ödemek zorunda kal dığı vergilerden oluşuyordu. Reaya'nm statüsünü da ha sonraya bırakarak, (imarlı sipahinin durumunu kavramaya çalışalım. Timarlı sipahi hassa çiftliğinin tam mülkiyetine sahip olmadığı gibi vergi gelirleri de elinden alına bilirdi. Ancak garantili bir hakkı ifade etmemekle be raber timar geleneksel olarak babadan oğula geçi yordu. Bununla beraber askeri yükümlülüğü yerine ge tirmeme. toprağın ekimini sağlamama vb. gibi neden lerle ve bazen de "bila sebep"79 Umarlann sahip lerinin ellerinden alınması, sık görülen olaylardan dı. Bu nokta Osmanlı devlet yapısıyla yakından ilgili dir. Tim ar sahibinin feodal bir bev halini almaması için Osmanlı merkezi idaresi çeşitli önlemler düşün müştür. Bu durum Osmanlı sisteminin temel çeliş kilerinden birini oluşturmaktadır. Çünkü timar sis *
vc sonra İkinci Beyazıd dönemindeki gcrlleylşi belirtmiştim. Araştıncı, II. Beyazıd döneminde timar tevziinde askeri yü kümlülükleri belirtmenin bir "istisna* olduğunu söylüvor. Bk. N. Bcldlceaunu, Le Timar de Muslih Eddin. Precepteur ae SelimShah TurcJca. 811. 1976. s. 91 -110: s. 97. 79 N. Bekiiccaunu: aynı makale, s. 96. Tltnann daha önceki sahip leri. nasıl alındığı ve el değiştirdiği gibi hususlar bir tımar be ratında ayrıntılı blrşeklide kaydediliyordu. Bir bcratuı anato misi için bk. Irtne Beldiceaunu-Stemherr. Mihnea-Bcrinder, Gllles Velnstcin: Attribution de Timar darts la I*rovlnce de Tr£bizonde (Fin du XVe Siâcle). Turcica. 8-1. 1976, s. 161.
temi, ilerde göreceğimiz gibi, aslında toplumdaki feo dal gelişmeler üzerine oturtulmuştu. Ancak, çeşitli tedbirlerle bu gelişmeleri dondurmak ve merkezi ikti darın kontroluna bağlamak amacına da yöneltil mişti. Bu tedbirler nelerdi? Bunlan şöyle sıralaya biliriz. 1. Sistemin devamını sağlamak ve istikrarsızlık yaratmamak üzere miras hakkı tanınmış olmakla beraber, bu. tam bir mülkiyet hakkının gerektirdiği miras hakkı olmaktan uzaktı. Timar sahibi ölünce oğluna veya oğullarına timar veriliyordu. Fakat "bu şekilde verilen timar. ölen babanın timannın zarurî olarak kendisi olmadığı gibi, kıymet itibariyle de aynı değildi."80 Aslında gösterilen yararlılıklar sonu cu Umarlar artabiliyor veya o zamanın deyimiyle "te rakki" ediyordu. Ancak bu artışlar toprak temer küzünü. giderek feodalleşmeyi önlemek üzere çocuk lara intikal etmiyordu. Feodalleşmeye çok daha elve rişli olan has ve zeamet sahipleri olan bey ve paşalar ise sık sık başka yerlere tayin edilerek, belli bir top rakla aile ilişkileri kurmaları önleniyordu. 2. Osmanlı Umarlarında, adeta batıdaki feodal malikânelerin "reserve"ine tekabül eden hassa çift likleri oldukça küçük tutuluyordu. Bunlar 200 akçe gelir olarak değerlendirilen ve bir çift öküzle İşlene bilecek çiftliklerdi. Kısaca raiyet çiftlik gibiydiler. Fark, sipahinin Umarında bu şekilde bir kaç çiftliğe sahip olabilme olanağı ile ortaya çıkıyordu. Sipahi bunlan "tapu bedeli" karşılığı reayaya İşletebildiği gibi, kendi de ekebiliyordu.81 3. Timan teşkil eden topraklar mümkün olduğu kadar bölünerek komşu birkaç köy arasında dağıtılı yordu. Başka bir deyişle köyler genellikle bütün ola rak sipahilere timar olarak verilmiyordu. Bu suretle bir sipahinin bütününe sahip olduğu köyde bir feodal 80 ö . L Barkan. Timar. (tA.), s. 295. 81 Aynı makale, s. 304.
ağa haline gelme yollan tıkanıyordu. Bu husus tahrir defterlerinde de açıkça belirtilmiş ve şu şekilde savu nulmuştur: "Bir kariye müstakil timar alsa birer adamın zaptında olup bir vakütte ol kariye reayası perakende olsalar kılıç dahi iptal ve zayi olur, yahut tul-i zaman zaptında olmağla malikâne yahut vakfe dip askeri nizamına halel gelir.*’82 4. Nihayet bir timar hukuki bir bütünlük teşki etmekle birlikte hisselere aynlabiliyor ve her hisse ayn bir kimseye verilebiliyordu. Bu durum çoğu kez ölen bir timar sahibinin timarını parçalamak müm kün olmadığı zaman, bunun hisselere ayrılarak yakın larına veya başkalanna dağıtılması ile ortaya çıkı yordu. Fakat bu dağıtımda da toprak temerküzüne karşı bir önlem niteliği dikkati çekmektedir. Osman lIlar böylece bir vergi birimi niteliği taşıyan timann hukukî bütünlüğünü koruyarak herhangi bir kanşıklığı da önlemek istiyorlardı. Görüldüğü gibi OsmanlIlar çeşitli yollarla top lumdaki feodal ilişkilerin gelişmesini önlemek is tiyorlardı. Ancak, biraz önce de belirttiğim gibi, bura da çelişkili bir durum ortaya çıkıyordu. Gerçekten ge rek Bizans’ın son döneminde, gerekse Selçuklu devleti enkazı üzerine kurulan beylikler döneminde Anado lu'da ve Rumeli’de feodal üretim ilişkileri gelişme ha lindeydi. Osmanlılar merkezi devleti kurarken esas itibariyle iki tip feodal gelişimle karşılaştılar. Bun lardan birincisi Anadolu’da önce bir aşiret aristokra sisi halinde ortaya çıkan ve zaman içinde toprağa yerleşerek bir toprak aristokrasisine dönüşen Türk men beylikleriydi. Osmanlı devleti bunlara karşı çok yumuşak bir politika izlemiş ve bunlan kendi sistemi içinde eritmeye çalışmıştır. Öte yandan daha çok doğu Anadolu'da bulunan ve henüz aşiret yapısını kıra mamış topluluklar içinde ayrı hukukî statüler uygu 82 H. İnalcık. Dejler-t Sancak-1 Amavid. s. XXV.
lanmış ve bunlann topraklan kendilerine "yurtlukocaklık" olarak bırakılmıştır. İlk Osmanlı fetihleri nin orta ve doğu Anadolu'dan çok Trakya’ya ve Bal kanlara dönük oluşu bu beyiklere uzunca bir süre ba ğımsızlık olanağı tanımıştır. İkinci tip feodal ilişki ler daha çok Balkanlarda rastlanan ve en gelişmiş şekillerini Bosna'daki baştinalarda bulan feodal ma likanelerdi. Prof. Barkan bunlarla ilgili olarak şu bilgileri veriyor. "Bu bölgede asiller sınıfının her yerdekinden daha kuvvetli bulunması, merkezi devlet iktidannın çeşitli müdahalelerine açık bulunması lâzım gelen bir timar usulünün kabulünü önlemiş oluyordu. Bu bölge asilzadelerinin aile mülkü (baştina) şeklindeki mülk timarlan, eski sahiplerinin ta sarrufunda olarak Osmanlı hakimiyeti devrinde de uzun sûre yaşadı."83 Baştinaların yanı sıra, bu dö nemde Bizans ve Sırp pronoya’lan da merkeze karşı bağımsızlık kazanmış ve gerçek feodal malikanalere dönüşmüştü. Barkan, Osmanlılann, bunlann da ço ğunu "bütün mahalli hususiyetleriyle aynen devir ve teslim aldığını ve hatta onlar üzerinde uzun müddet büyük bir değişiklik yapmak lüzumunu hissetm e diğini"84 ileri sürmektedir. Bunun dışında Anadolu’da da bu gibi gelişmelerin olduğunu ve Osmanlılann bu feodal ilişkileri tahrip etmeden kontrol altına a l maya çalıştıklarını söyleyebiliriz.85 Osmanlılar başlangıçta tanımak zorunda kaldıklan feodal hak ve yükümlülükleri zamanla askerî bir düzen içinde bütünleştirmeye çalışmışlardır. Bu te mayül. merkezi iktidann kurulmasından XVI. yüzyı83 Prof. ö . L. Barkan. Timar, İslam Ansiklopedisi, s. 295. 84 Aynı makale, s. 295. 85 Baştine kelimesi Anadolu tahrir defterlerinde de görülmekte dir. Bu kelime, daha önce dc geçtiği gibi, ralyct çiftliği büyük lüğünde olabileceği filbl feodal çiftlik anlamına da geliyordu. Trabzon ve çevresiyle ilgili tahrir defterinde "baştine'lerc sık sık rastlanmaktadır. Bk. M. Tayylp Gökbllgin, XVI. yüzyıl Baş larında Trabzon Livası ve Doğu Karadeniz Bölgesi. Belleten. Cilt: XXVI. No: 102. Nisan 1962.
İm sonlarına kadar, “miri arazi" rejiminin genişle mesi ve başlangıçta askeri yükümlülükleri olmayan birçok mülk ve vakıfların timar sistemi içine sokul ması şeklinde somutlaşmıştır. Bu gelişmeler büyük kavgalar ve toplumsal çalkantılar içinde cereyan et miş: bazen Fatih devrinde olduğu gibi ileri adımlan, direnmeler ve gerilemeler izlemiştir. Bu arada kar maşık hukukî statüler icadedilmiş ve bunlar bir çeşit geçiş statüsü rolü oynamışlardır. Prof. Barkan'ın çalışmalannın ortaya koyduğu Malikane-Divani siste mi böyle bir geçiş statüsünü ifade ediyor olsa gerektir. Bu sistem daha çok orta ve doğu Anadolu’da en çok Amasya. Kayseri, Sivas. Malatya. Tokat gibi illerde görülüyordu.86 Malikane-Divan sistemi Anadolu bey liklerinin "m ülk'lerinin giderek devlet kontrolüne geçmesi yönünde atılmış bir adımdı. Buna göre ma likâne sahibi, toprağın mülküne sahipti ve bu mülkü ne karşılık toprağı işleyen reayadan 1/5 ile 1/10 arasında bir "malikâne hissesi" alıyordu. Reayanın normal olarak vermekle yükümlü olduğu vergileri ise devlet topluyordu. Bunlara da "divani hissesi" denili yordu. Bu yüzden ikili bir mülkiyet yapısı içinde sı kışmış kalmış bu biçim işletmelere "iki baştan tasar r u f da deniyordu. Bu sistem. Anadolu beylikleriyle bir uzlaşma sonucu olarak, "yerli toprak sahipleri ile fatih devletlerin adamlannı aynı zamanda ve aynı toprak üstünde tatmin etmek ihtiyacı"ndan doğmuş olabilir.87 Nitekim Trabzon’da olduğu gibi, yerli top rak aristokrasisinin büyük bir şiddet kullanılarak yokedildiği ve sürüldüğü topraklarda bu sistemin tek bir örneğine dahi rastlanmamaktadır. Malikâne-dlvani sistemiyle bazı kanunnamele rin "ayan” diye sözettiği eski asil aileler yerlerinde kalıyorlardı. Fakat daha sonralan bunlar, divani 86
Ömer Barkan. Malikûne-Dlvani Sistemi. Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, cilt: II. 1939. s. 1 19-188. 87 Ö. Barkan, aynı makale, s. 113.
hissesinin dışında, sefer sırasında savaşa birkaç si lâhlı adam da göndermek zorunda kalmışlardır. Bar kan bu süreç için, "tam malikane sisteminden sipahi timanna doğru" bir eğilim diyor.88 Fethettikleri bölgelerdeki feodal ilişkileri miri arazi sistemiyle kontrol altına almaya çalışan Os manlIlar, bizzat timar sisteminin yaratacağı feodal ilişkileri de sürgün yoluyla yapılan iskanlarla ön lemeye çalışmışlardır. Gerçekten Osmanlı yön eti cileri, otoritelerini tanımak zorunda kaldıkları veya kendileriyle işbirliği yapan güçlü bir aristokratik zümre dışında, özellikle Avrupa’daki topraklarına birçok Türkmen ailelerini sürerek yerleştirmişlerdir. II. Murat döneminde Arnavut Sancağı'nın tetkikin den anlaşıldığına göre, bu bölgede mevcut 335 Umar dan 100 kadarı Saruhan’dan, Canik'ten, Bolu'dan ve Engürü’den "sürüp getirilmiş" Türk soyundan sipahi lerin elindedir. Trabzon Rum İmparatorluğunun fet hinden sonra da. yerli hıristiyan beylerin hemen hep si Rumeli'ye sürülmüştür. Bu bölgede de sade eski Gür cü beylerine ait bir miktar toprak sahiplerinin elinde bırakılmıştır.89 Aynı şekilde, Kıbrıs'ın iskânı Anado lu. Rum (Sivas). Karaman ve Zülkadlriye’den her on aileden birinin sürülmesi ile mümkün olmuştur.90 Yukarıdaki açıklamalarımla Osmalı merkezi dev let yapısının toplumdaki feodal gelişmelerle devamlı bir savaş halinde olduğunu ortaya koymaya çalıştım. Bu olgu XIX. yüzyıldan itibaren birçok düşünürün dik katini çekmiştir. Prof. Barkan da bu gelişimi şu şekil de ifade ediyor: "... Osmanlı imparatorluğu, fethettiği 88 Osmanlı merkezi sisteminin savunucusu olan Prof. Ö. L. Bar kan. bu sistemi 'İçtimaî bünye için tehlikeli’ , "imparatorluk devrinin teşkilatına yabancı bir prensibin tecellisi" olarak görüyor. Bk. aynı makale, s. 155-157. Osnıanb Devlet tipinin tarihi görevinin niteliğini ilerde ayn olarak ele alıyoruz. 89 Ö. L. Barkan, Osmanlı imparatorluğunda Sürgünler, İktisat Fakültesi Mecmuası. Cilt: XV. No: 3, 1956. 90 H. İnalcık. Ottoman Melhnds..., s. 123. İnalcık bu gibi sürgün lerin ilk örneği olarak Orhan Gazi'nin Gelibolu'ya yaptığı sü r günleri gösteriyor.
memleketlerde koyu bir derebeyliğin izlerini taşıyan örf ve adetler bulmuş, kendisine mahsus bir nizam kurabilmek için, onlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. ’91 Aslında OsmanlIların "kendisine mah sus bir nizam" kurmaları, tarihi açıdan, söz konusu değildir. Bizans merkezi devletinin feodal gelişmeler karşısında acze düşmesi ve çöküntüye uğramasıyla ortaya çıkan iktidar boşluğunun doldurulması duru muyla karşı karşıyayız. Aşiret yapısının ortakçı gele neklerini taşıyan Oğuz Boylan, bu çöküntü içinde ade ta yeni bir kan getirmişlerdir.92 Bizans'ın çöküş döne minde askeri aristokrasinin temelini teşkil eden pronoya sistemi, tam bir feodalizme dönüşüyor ve "bizzat Devlet yapısını tahrip ediyordu."93 Türkler aynı siste mi Umar sistemiyle daha kontrollü bir biçimde uygu lamışlardır. Bu yüzden Osmanlı devletinin genişle mesi ve merkezi devletin güçlenmesi ile birlikte miri arazi sistemi de devlet sınırlan içinde özel mülkiyet aleyhine gelişmiştir. Bu konuda Prof. Barkan’m bul gulan bir fikir edinmemize yarayacaktır. Anadolu eyaletinde 11. Beyazıt devrinde 103‘ü zaim. 7500’ü sipahi olmak üzere toplam 7.603 timar Ö. L. Barkan. Timar. I.A.. s. 306. Barkan "bu mücadelenin her yerde vc her zaman başarılı olduğu İddia edilemez* demiş vc şunlan da not etmiştir: ‘ Bizzat reayanın hertürlü murakabed en uzak dağ başlarında devleti temsil ederek türlü hakimiyet hak ve İmtiyazlarını kullanan, silahlı bir harp adamı olan si pahilerin... bu itibarı sonuna kadar istismar cdecekleri de şüphesizdir.* 92 Hegcl gibi İdealist bir filozofun *Doğu Roma İmparatorluğunun csldmiş çatısı. XV. yüzyılın ortalarına doğru Turklerin encıjislyk; vıkıİdı" demesi ilginçtir. Leçons... . s. 262. 93 C. dstrogorsky, Pour l'Histoire de la Feodalite liyzantine, Reeherehes ıntcmattonales. No: 79*2/1974. s, 130. Buna karşıhk Bizans ta merkezi (despotik) devlet yapısı da bunu belli bir ölçüde frenliyordu. Sovyet tarihçisi Z. Oudaltsova'nın Bizans devleti ile ilgili açıklamasındaki tutarsızlıklara işaret etmiş tim. Bu konuyla ilgili başka bir makalesinde de bir yandan devleti 'feodallerin kollektif iktidarı’ diye tanımlamakta, öte yandan şunlan vazmaktadır: 'Merkezi bir devletin varlığı. Batı Avrupa ülkelerinde net bir şekilde ifadesini bulan hiye rarşik btr mülkiyet yapısının, vassallık bağlannın. feodal bağımlı ordulann vc algcr feodal unsurların tam bir şekilde bllUırlaşmasuıı önlcdl.“ A l^ropos de la Gerıâse du FâodaÜsmû â liyzar\ce. Recherchcs lntemationales. No: 79. s. 43.
91
sahibi ve buna ilâve olarak da 5.372 cebelü bulunu yordu.94 Yüz yıl kadar sonra, ayni eyalette -o dönem de bu eyaletten aynlan Kocaleli, Biga ve Alaiye liva ları da dahil edilirse- 338 zeamet ve 7636 timar ol mak üzere 7.974 timarlı sipahi bulunuyordu. Cebelü sayısı ise I0.025’i bulmuştu. Görülüyor kİ, Osmanlı yükseliş devrinin son aşamasını teşkil eden bu dö nemde bu eyalette timar sisteminde bir artış vardı. Bu artış bütün toplumdaki artışın bir göstergesidir. Aym yüzyıl içinde, yine Prof. Barkan'ın bulgularına göre, Basra. Mısır, Lahza, Haber. Yemen. Trablusgarp. Tu nus gibi bu sistemin uygulanmadığı eyaletler hariç tüm Osmanlı devletinde 37.521 timar sahibi bulunu yordu.95 Bunlardan 9.655’1 kale muhafızı timan. ge riye kalan 27.868 i eşkinci timan idiler. Bu sonuncu lar, savaşa beraberlerinde götürdükleri cebelülerle birlikte 70-80.000 kişilik bir timarlı sipahi ordusu teşkil ediyorlardı. Aynı yıllarda merkezi devlet bütçe gelirlerinin % 37’si timar sistemine bağlı topraklar dan. % 12'si vakıf gelirlerinden, geri kalanı da "padi şah haslan" statüsündeki topraklardan elde ediliyor du.96 Bu rakamlara dayanarak. Prof. H. İnalcık Os manlIlarda toprağın % 87’sinln miri arazi olduğunu iddia ediyor.97 Burada devletin şu veya bu. şekilde gelir temin ettiği tüm arazi devlet mülkiyetinde sayılmak tadır ki. sosyolojik açıdan böyle bir yöntemi geçerli saymak tartışma götürür. Çünkü bu gelir kaynaklan içinde yer alan ve mülkiyeti özel kişilere alt malikane-divani sistemine tabi topraklann genişliği hak kında bir bilgimiz olmadığı gibi, bu gelir kaynak larının dışında kalan mük arazilerin kapsamını da bilmiyoruz. Kaldı ki. bazı tahrir defterlerinde bizzat 94 95 96 97
Prof. Barkan; Ttmar. tA.. s. 289. Prof. Barkan: aynı makale, s. 287. Prof. Barkan: H. 933-934 (M. 1527-1528) MaU Yılına Ait Bir Bütçe Örneği: İktisat Fakültesi Mecmuası, Cllt:XV. 1953-54. No: 1-4. s. 251-277. Prof. H. İnalcık. The Ottoman Empire, The Classloal Age, 13001600. s. 110.
sancak beyine ait hassa topraklar içinde özel kişilere ait "çiftlik'ler kaydedilmiştir ki. bu da aslında top rakta mülkiyet ve tasarruf haklarının ne kadar girift olduğunu gösterir.98 Burada tekrar aynı noktaya dö nüyor ve miri arazi kavramının ideolojik bir biçimde kullanıldığını ve Osmanlı despotizminin temelini teşkil ettiğini görüyoruz. Merkezi devlet yöneticileri elinde bu ilke tüm feodal gelişmelere karşı bir silâh olarak elde bulunduruluyor ve potansiyel olarak "dev let... tek başına bütün ülkenin toprak ağası"99 niteliği kazanıyordu.100 Ancak bu durum, çeşitli üretim iliş kilerinin somut olarak ifade ettiği gerçek durumu an cak ideolojik olarak yansılıyordu.Toplumsal tabanda devamlı bir sınıflaşma süreci ve bir sınıf kavgası var dı. Bu kavga aslında feodal-yan feodal bey ve timarlı sipahilerle farklı statülerdeki yoksul köylü arasın daydı. Toplumsal içeriğini ilerde tartışacağımız dev let aygıtı ise bu sınıflaşmayı adeta dondurarak kont rol altına almak istiyordu. Buna karşılık "malikane" sahipleri, mülklerini vakıf haline getirerek, timarlı sipahiler ise "hassa çiflik"lerini reaya aleyhine ve mülk haline getirmeye çalışarak direniyorlardı. Ger çekten XV. yüzyıldan itibaren miri arazideki gelişme lere, malikane sahipleri bir kaçamak yol olan "aile
98 örneğin Amavid Sancajh deflerinde. Sancak beyinin hassa ccllrıen arasında kaydedilen feodal çiftlik niteliğindeki T a ko'nun çiftliği" gibi. H. İnalcık, XVI. yüCTil sonlarında, Avlonya defterinde görüldüğü gibi bu tip çiftliklerin pek çoğaldığını ilave ediyor. Bu evrinı Tcodal eğilimin hız kazandığı blçlminde yorumlanabilir. Bk. Suret-i DeJlert Sancakı Arnavid. s. XXX. 99 Prof. M. Akdağ. Türkiye'nin iktisadi ve içtimai Tarihi cilt: II, s. 124. Burada Akdag. bu İlkeyi ideolojik bir unsur olarak değil, tüm Osmanlı tarihçileri gîoi gerçegin kendisi olarak al maktadır. 100 Prof. Barkan, bu konuda daha önce aktardığımız ikt yönlü if adelerin dışında aynı konuda sunlan yazıyor: 'Zirai toprak ların hakiki sahibinin devlet olduğu esasının, tdari-ınan hu susi bir takım tedbirleri ayakta tutmak için ortaya atılmış bir hukuki faraziye mahiyetini taşıdığı unutulmamalıdır." Bu &rüş. bu çalışmada ilen sürdüğüm görüşe en yakın olan neridir. Timar maddesi t.a., s. 319.
g
vakıfları" ile cevap verdiler.101 Fakat gelişme, ana hatlanyla, XVI. yüzyıl sonlarına kadar timar sistemi lehine oldu. Oysa timar sahipleri de Umarlarının kapsadığı topraklardaki üretim biçimlerine göre re aya ile farklı ilişki sistemleri içinde bulunuyorlardı. Bu yüzden, timarlı sipahilerdeki gelişimi kavrayabil mek için reayanın içinde bulunduğu somut koşulları da araştırmak gerekir.
Reaya Osmanlılar köylü kitlelerini çeşitli üretim biçim lerinde aldıkları farklı statülere ,göre kategorilere ayırmıyorlardı. Hepsine birden, sürö anlamına gelen "reaya” adını veriyorlardı. Bu durum Osmanlı ideolo jisinin başka bir yönüdür. Oysa Osmanlı köylüsünün statüsünü de Osmanlı üretim biçimlerinin aldığı çe şitli şekiller içinde incelemek gerekir. Ancak böyle bir yöntemle Osmanlılarda köylülerin tabi olduları çeşitli yükümlülüklerin ve rant biçimlerinin çözüm lenmesi mümkündür. Burada da hareket noktası Bizans-Selçuk-Osmanlı toplumsal yapılan arasındaki devamlılık olmalıdır. Selçuk fetihleri arefesinde Anadolu’da ve Osman lI fetihleri arefesinde Balkanlarda, üretim ilişkilerin de feodal malikânelerin komünal ilişkiler aleyhine geliştiğini biliyoruz. Bizans aristokrasisindeki bu ge lişme daha çok pronoya sahibi askeri aristokrasinin lehine oluyordu. Merkezi devletin gücünü sarsan ve Türk fetihlerini kolaylaştıran olgu da bu olmuştur. Bununla beraber gerek imparatorluk hassa toprak lan gerekse feodal malikaneler içinde Bizans slav komünü de varlığını sürdü Rıyordu. Bizans'ta köylü lüğün durumunu inceleyen tarihçiler, köylülerin ba101
Prof. Dr. Fuat Köprülü. Vakıf Mûessesesinirı Hukuku Mahiyeti ve Tarihi Tekamülü. Vakıflar Dergisi. Sayı: II. 1942.
zen bir feodal malikane içinde dahi değişik statülerde bulunduklarını saptamışlardır. Bununla beraber Bi zans'ta köylülerin en büyük kısmı kölelikle özgür köylü arasında fakat daha çok köleliğe yakın bir sta tü olan "kolon" statüsündeydiler.102 Bizans iskan po litikasıyla yerleştirilen komünal ve patriarkal ilişki ler içindeki köylülere, üretim araçları sahipleri tara fından veriliyordu. Bunun dışında, serflik statüsün de olmayan küçük geçimlik bir topraklan da vardı. Kolon bir "tanın cemaatinin (komün) üyesiydi ve bu durum üretici faaliyetini etkilediği gibi, büyük top rak sahiplerine direnmesini de sağlıyordu."103 Ay rıca feodal serfin senyörle ilişkisi özel hukuk çerçe vesinde iken, Bizans kolonunun statüsü devletçe ta yin edilmişti, işte Bizans’ın son zamanındaki feodal gelişmeler, büyük ölçüde bu kolonlar aleyhine oluyor du. Köylüler açısından bu gelişmenin anlamı bir yan dan feodal yükümlüklerin artması diğer yandan da ödedikleri raııt biçimindeki değişmelerdi. Bizans'ta köylüler vergiyi ödedikleri yere göre üçe ayrılıyorlardı. Birinci olarak devlet topraklannda iskân edilmiş olan ve vergilerini devlete ödeyen köy lüler (demosiarioi) vardı. Sonra feodal aristokrasiye vergi ödeyen köylüler bulunuyordu. Bunlar da saray aristokrasisine -veya Ostrogorsky'nin "bürokratik aristokrasi"104 dediği kategoriye- bağımlı olanlarla, askeri aristokrasiye (pronoyerlere) bağımlı olanlar şeklinde iki kategoriye aynlabilirler. Nihayet üçüncü bir kategori köylü de kilise malikanelerine yerleşti rilmişti. Bunlar çeşitli ve karmaşık bir rant ve angar ya sistemi içinde yaşıyorlardı. Ancak Türk fetihleri arefesinde genel eğilim üriin-rant'tan. yani ayni ver giden para-raııta, yani nakdî vergiye geçiş yönün 102
Bk. Sovyet tarihçilcrininkollektif bir eseri olan. IKsloirc du MoyenAge. EdiLloı du Progres. s. 16-17. 103 Aytiı eser. s. 18. 104 G. Ostruj'orsky; Poıır î'lltstoire.... s. 130.
deydi.105 Bu yöndeki zorlamalar büyük huzursuzluk lara, ayaklanmalara yol açıyordu. Gerçekten ayni ranttan para rantına geçiş tarihte her zaman toplum sal çalkantılara yol açmıştır. Marks, Kapitalde, "As ya’da toprak rantı vergilerin temel unsurunu oluştu rur ve ayni olarak ödenir. Durgun üretim ilişkileri üzerinde yer alan bu rant biçimi, eski üretim biçimini devam ettirir. Türk imparatorluğunun korunmasının sırlarından biri budur."106 demekledir. Görüldüğü gibi Marks, Osmanlı devletinin uzun ömrünü, kısmen ay ni rantın sürekliliği ile açıklamaktadır. Gerçekten daha Türk fetihlerinin ilk aşamasında, çözülmekte olan ayni rant temel vergi olarak korunmuş ve don durulmaya çalışılmıştır. Osmanlı vergi sistemi de köylülerin üretim bi çimlerinde aldıklan yere göre değişmektedir. Ancak, anahatlanyla, Bizans’ta olduğu gibi Osmanlı devle tindeki köyü 1eri de çeşitli kategorilere ayırmak mümkündür. Asında bugün Osmanlı vergi sistemi ile ilgili bilgilerimiz, daha ziyade XV. ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı merkezi sisteminin ve ideolojisinin nihai biçimini aldığı bir dönemin damgasını taşımakta dır. Oysa bu duruma tedrici bir gelişim sonucunda ulaşılmıştır. XVI. yüzyılda aldığı biçimde. Osmanlılar vergileri şer’i ve örfi olmak üzere ikiye ayınyorlardı. Oysa Os manlIlar başlangıçta, fethettikleri ülkelerde bulduklan vergileri uygulama yoluna gittiler. Değişiklik da ha çok vergilerin sadeleştirilmesi ve bir takım ağır fe odal vergilerin kaldırılması yönünde oldu. Osmanlı vergi sistemi batı Anadolu ve Trakya'da XV. yüzyıl başlarında belli bir istikrara kavuştu ve Kanunî dev 105 Bu konuda bk. A.P. Kaldane, La Ville et le Villaoe â Dyzance. au XI. et XII. Si&cles: s. 77; D. Angclov; Le Fâodalisme Dans les Balkans du XIII. au XV. Si&de; s. 100; G. Tsankova-Petkovaj La Rente F&odale Dans les Regions Bulgares Sous Domination Byzantine; s. 164. Recherches Intcmatlonalcs. No: 79. 1974. 106 K. Marks. Le Capital Kitap: I, dil: I, s. 146.
rinde doğu Anadolu'ya da yayıldı.107 Aslında bu vergi leri üretim ilişkileri içinde değerlendirmek gerekir. Çünkü. Osmanlılar fethettikleri toprakların gelişme derecelerine, dillerine, toplumsal geleneklerime göre çeşitli biçimler alan karmaşık bir vergi sistemi geliş tirdiler. Her Sancağın kendi kanunu vardı ve halktan toplanacak vergileri sıralıyordu. Bu durum ise günü müzde dahi bir sürü karışıklıklara yol açmakta ve bu konuda tarihçiler çoğu kez belli kanunnameleri ve tahrir defterlerini inceleyerek elde ettikleri sönuçlan genelleştirme eğiliminde bulunmaktadırlar. Bu ba kımdan Osmanlı köylüsünün durumunu incelerken, teorik bilgilerimizden ve Bizans tarihinden de yarar lanarak, Osmanlı üretim biçimlerini yeniden gözden geçireceğiz. Sorun bu biçimde konulunca. Osmanlı üretim şekillerini aşağıdaki gibi sıralayarak, köylü lüğün durumunu ele alabiliriz: 1. K ö le c i üretim b içim i: Osmanlılarda kölec üretim biçimi var mıydı? Sorun gerçekten tartışıl maya değer. Bizans'ta, batı Roma'nın aksine, köleci üretim biçimi kalıntılarının yer yer yaşadığını bili yoruz. Bunlar Osmanlı döneminde de yaşadılar mı? Bu konuda akla gelen vezir, defterdar vb. gibi yüksek Osmalı yöneticilerine ait mülk ve vakıf arazilerdir. Gerçekten, özellikle İstanbul'un fethinden sonra dev let yönetimine ağırlıklarını koyan ve çoğu devşirmelikten gelen yüksek yöneticilerin birçok çiftlikleri ve sayılan bir hayli kabank köleleri vardı. Örneğin Ka nunî dönemi veziriazamlanndan İbrahim Paşa'nın 400, defterdar İskender Çelebi'nin ise 600 kölesi var107
II. İnalcık. Dariba. Encyck>p6die de l’lslâm. cilt: 2. s. 150-151. Bu makalede Prof. İnalcık Osmanlı vergisini sistemli bir biçimde sunma çabasına girmiştir. Buna göre vergiler ser-! vc örfi olmak üzere ikiye aymıyordu. Şer*! vergileri öşür, haraç, ctzvc. Hums*l Şeri (maden vergisi) ve ganaün teşkil ediyordu, ö rfi vergiler ise çift resmi, ispençe. ağnam. Had-i hava veya tayyarat tekeller, avarid-i divaniye vc oerat. tezhire vb. kar şılığı ödenen vergiler oluşuyordu. İnalcık örfi vergilerin XVI. yüzyıl sonlarına Kadar, esas İtibariyle, çift resmi vc ispençeden oluştuğunu ileri sürmektedir.
d i.108 Zenginliğiyle şöhret yapan veziriazam Rüstem Paşa'nın ise 815 çiftliği. 476 su değirmeni ve 1700 kö lesi bulunmaktaydı.109 Bunlar genellikle savaşlarda esir alınmış, ya da satın alınmış kölelerden oluşu yordu. Bunların çoğu vüzera çiftliklerine yerleş tirilerek çalıştırılıyorlardı. Rüstem Paşa'nın 815 çift liği olması yukarda değindiğimiz kölelerden farklı statüde köylülerin de bu çiftliklerde çalıştığını göster mektedir. Bu bakımdan yüksek yöneticilerin çoğu kez "kur' denilen mensuplarının daha çok '‘köle’’ statü sünde olduğu akla yakın gelmektedir. Nitekim Kanu nî devrinde İstanbul'u ve Anadolu'yu gezen Baron de Busbec. OsmanlIlarda artık batıda kalmamış olan Roma tipi köleliğin hala yaşamakta olduğunu yazmış ve bundan övücü bir dille bahsetmiştir.1,0 Bu konuda kesin bir yargıya varma olanağı bulunmamakla bera ber, sanırım ki Osmanlı devşirme aristokrasisinin durumu. Bizans sivil (bürokratik) aristokrasisinin durumuna benzemektedir. Bunlar çiftliklerin dışında şehirlerde de büyük varlıklara sahiptirler. Örneğin XIII. yüzyılın sonlarında yaşayan bir Bizans aristok ratının bir sürü çiftliğinden başka, İzmir'de bir çok evi. dükkânı, hamamı vb. vardı.111 Aynı şekilde Osmanlı devşirme aristokratları da geniş bir servete sa hiptiler. örneğin devşirme asıllı Lütfl Paşa'nın Diıııctoka’daki geniş çiftliğinden başka. Edirne'de yirmi tane de dükkânı vardı.112 Kanunî devrinde Bizans ha nedan ailelerinden gelen birçok aristokrat da elde et tikleri iltizam ve tekellerle bu sınıf içinde yer aldılar. Bu bakımdan OsmanlIlarla Bizans arasındaki de108 J. Hammcr. a.g.e., cilt: 5, s. 207. 109 Hammcn a.g.e.. clİL* 6. s. 146. 110 Baron dr Busbcc. a.g.e.. cilt: 2. s. 30. Prof. Barkan da Edime Askeri Kassamı'na alt tereke defterleri İle ilgili incelemesinde kölelerin tarımda kullanıldığını ileri sürüyor. Bk.Belgeler, 1966. CÜL 3. No: 5-6. 111 D. Aneelov. a.g.m., s. 92. Angelov bu konuda XIV. yûayıklan da örnekler vermektedir. Z. Oudaltsova. bunlan "şehir patrisyenlcri" olarak isimlendiriyor, a.g.m., s. 40. 112 Tayyip Gökbllgln. Lûtfı I’aşa, Islâm Ansiklopedisi, cüz: 70.
vamlılık açıktır. Ancak soruna konumuz açısından, yani bu yüksek aristokrasisinin "kul'lan açısından bakınca akla en yakın varsayım şudur: Osmanlı dev şirme aristokrasi tarımsal çiftliklerden, başka bir çok bağlara, sebze ve meyve bahçelerine de sahiptir. İşte, kanımca, malik oldukları köleler daha çok pazar ekonomisine girmiş bu İşletmelerde çalıştırılm ak tadır. Bununla beraber bu varsayım somut araştır malarla irdelenmelidir. Bunun dışında "köle' lerin bir kısmı da mülk-vakıf staüsündeki çifllklere yerleş tirilerek serileştirilmiş olabilirler. Nitekim Batı’da serilik sistemi, kısmen evcil kölelerin senyörlerin çiftliklerine yerleştirilm esinden (case edilm elerin den) doğmuştur.113 2. Komünal ilişkiler ve kolonlar: Osmanlılard en yaygın üretim biçimi buydu. Sadece Bizans köyle rinin değil, yerleşik düzene geçen Türkmen boyları nın içinde bulunduklan mülkiyet ve toprağı tasarruf biçimi de buydu. Bizans-Slav tarım cemaatleri ile ilgi li daha önce bilgi vermiştim. Türk köyleri de daha çok yeni birleşim merkezleri olarak, bazen de terkedilen Bizans köyleri üzerine kuruldular.114 Bunlarda top rağın patriyarkal aileler arasında peryodik taksimi ni veya özgür köylülüğü oluşturacak biçimde özel mülkiyete geçiş sürecini görüyoruz. İşte gerek merkezi (despotik) Bizans devleti, gerekse Osmanlı devleti gelir ("hasıl") birimi olarak bu tip patriarkal ailelerden oluşan tarımsal cemaatleri (köyleri) kabul etmiştir. Bu geniş ailelerin sahip oldukları topraklara "raiyet çiftlik" adı veriliyordu. Osmanlı Toprak Kanunların da bu gibi çiftlikler "iyi topraklı yerde 80 dönüm, orta •
—
t
113 Augııstın Thierry: Es sof sur l'Histoire ele la Forma tion et des Proarûs du Tlers trat. Paris. 1883. s. 16. 114 Bafkanlanrı fethinden sonra da Türkler başlangıçta hıristl* yanlardan ayn köyler kurdular, özellikle XV. yüzyılda kuru lan bu Türk köyleri Anadolu'dan gelen halk tarafından iskân ediliyordu. Bk. H. İnalcık, Ottoman Methods.... s. 125. Aynca bk~-M. Tayyip Gökbilgln: Rumeli'de Yörûkler. Tatarlar ue Evlad-1 FâtiİKin, İstanbul. 1957.
topraklı yerde 110 dönüm bir çiftliktir. Eğer toprak anzalı vc dağlık yerde ise böyle yerlerde 300 dönüm bir çiftlik sayılmıştır."115 şeklinde veya "iki öküzün sürdüğü yer bir çiftlik itibar olunmuştur."116 şeklinde tarif edilmektedir. Aynca daha küçük çiftlikler de ya rım çiftlik sayılmıştır. Balkanlarda -ve Anadolu'nun Slav yerleşim bölgelerinde- bu gibi çiftlikler baştina adını taşıyordu. Raiyet çiftlikleri ve baştinalar gerek miri arazi, gerekse mülk ve vakıf statüsündeki tanm sal toprakların çoğunluğunu teşkil ediyordu.117 Bu yüz den de Osmanlı düzeninde temel vergi birimini oluş turuyorlar ve bölünmez unsurlar teşkil ediyorlar dı.118 Raiyet çiftlik sahipleri ayni veya ürünlerinin ni teliğine göre nakdi rant ödüyorlardı. Ayni rant ise ürün rant olabileceği gibi, emek rant da olabiliyordu. Osmanlı devletinde tanmda egemen rant biçimi ayni rant idi. Osmanlı hukukunda vergiler şer'i (haraç ve öşür) ve örfi (çift resmî, ispençe) vergiler olarak isim lendirilmişlerdir ki, aslında bu ayrımın sosyo-ekonomik açıdan fazla bir önemi yoktur, örneğin hıristiyanlardan alınan haraç-ı mukasama, öşür gibi ürünrant niteliği taşıyan bir vergi idi. Fark, haracın daha yüksek oranlarda toplanması şeklinde ortaya çıkı yordu. Oysa, Osmanlılann vergilerin halkı ezmemesi ilkesine titizlikle bağlı olduklan düşünülürse, bu farkın da toplumsal uygulamada yumuşadığı söyle nebilir. Çift resmi ise raiyet çiftlikler için nakdi ola rak saptanmış, fakat ürün ve emek biçiminde de ödenebilen bir vergiydi. Bizans'ta kolonların (paroikoi) ödediği ocak (aile) vergisiydi. tspençe'de ayni verginin bazı bölgelerde aldığı başka bir isimdi. Fatih devri 115
Bk. Osmanlı imparatorluğunda Toprak Kanunları* Hazırla yan Hadiye Tuncer. Ankara, 1965, s. 32. 116 Aynı eser s. 14* 117 ri. İnalcık. Çiftlik Encyclop6dle dc l'Islam. Lelden, 1960. cilt: II. a 34. 118 M. İnalcık, aynı makale: Prof. Ö. L. Barkan, ÇiJtUk. İslâm An* slklopedlsl. Cüz: 25, s. 392-397.
kanunnamelerinde bu vergi 22 akçe veya buna teka bül eden 7 çeşit hizmet (odun temin etme, saman ve ot toplama vb.) olarak saptanm ıştı.1,9 Daha sonra bu oran yükselmiştir.120 Osmanlı köylü sınıfının büyük çoğunluğunu teş kil eden komünal-patriyarkal ilişkiler içinde yaşa yan kitleler daha sonraları gitgide artan vergi yükleri altına girmişlerdir. Bu konuda birçok vergi ismi say* mak mümkündür.121 Ancak Osmanlılann temel mali ilkesi vergide sadelik ve tekerrürün reddi idi. Bu yüz den sorun çeşitli isimler altında alınan bir ürün rant ve pazara dönük üretimlerde de para-rant şeklinde or taya çıkmaktadır. Bunun dışında gerek tımar sahip lerinin hassa çiftliklerinde gerekse devlet hizmetle rinde gerekli görülen emek-ranta da başvuruluyordu. Bu konuda önemli nokta, Bizans-Türk vergi sistemle ri arasındaki devamlılığı vurgularken, bunun başlan gıçta vergilerde bir de hafifleme şeklinde belirdiğine dikkati çekmek olmalıdır. Gerçekten, daha önce de belirttiğim gibi. Bizans'ın son dönemlerinde birçok bölgelerde ürün-ranttan para-ranta geçiş süreci hız lanmıştı. Bunun en somut örneklerinden birini sırp kıralı Stefan Douchan'ın 1349'da yayınlanan kanu nunda görüyoruz. Bu kanunda bir yandan ayni rant119
Halil İnalcık. Çift ItesmL Encyclop£die de l'lslâm, cilt: 11, s. 3233, Aynca bk. fl. İnalcık. Osmarûdarda Rafyet Rüsumu. Belle ten. No: 92, 1959. 120 Bu konuda III. Ahmet döneminde derlenmiş arazi kanunları İçin bk. Hadtyc Tuncer. a.g.e.. s. 43. Bu verginin Bizans'la İlgili bazı uygulama biçimlen için bk. G. Tsankova-Petkova. a.g.e., s. 147-149. 121 Bu konuda tarihi gelişimi İnceleyen somut bir araştırmaya rastlayamadık. İncclcmeler daha çok bütün dönemleri kap sayıcı bir biçimdedir. Hammcr Kanuni zamanında hazırla* nan ve I. Ahmet zamanında bir Kanunnamede reaya yüküm lülüklerini şöyle sıralıyor. Resmi Çift, müccrret. resmi ağ nam. avarız, resmi otlak, resmi kışlak, resmi kovan, resmi değirmen, resmi dukan, resmi eşiran. resmi kaza, cilt: 6. s. 27\. 122 BkD. Angelov; a.g.m.. s. 102-103. S. Douchan Kanununun 201. maddesine göre sahibinin çiftliğini terkederek kaçan köy lülerin. bazı organları kesilmek suretiyle sakat edilmeleri öngörülüyordu. Osmanlı arazi kanunnameleri böyle bir d u rumda ancak vergi cezasından söz etmektedirler.
tan parasal ranta geçiş öngörülürken, öte yandan köy lünün yükümlülükleri de artınlıyordu.122 Osmanlilar bu evrimi frenlediler. Ancak fetihlerin XVI. yüzyılın sonlarında durması ve Avrupa'daki gelişmelerin etkisiyle Osmanlı toplum düzeninde de değişiklikler mey dana gelmeye başladı ki bunu ileride ele alacağız. Prof. Barkan Osmanlı köylülerinin çoğunluğunu • teşkil eden bu statüdeki reayayı "hür köylüler" olarak kabul etmektedir.123 Bu görüş doğru mudur? Bunu tar tışmak için sorunu yine Bizans-Osmanlı devamlılığı içinde ele almak gerekir. Bizans'ta köleci üretim biçi mi batıdaki şekilde çözülmediği için köleler, "özgür köylüler" haline gelmediler. Bizans, despotik devlet varlığını korurken komünal-patriyarkal üretim iliş kileri içinde bulunan köylüler, bazı tarihçilerin "dev let köylüleri" (demosiarioi) dedikleri statü içine gir diler.124 Benzer üretim ilişkileri içindeki birçok köy lüler de askcri-sivil aristokratların malikanelerinde daha çok feodal serf statüsüne yaklaştılar. Ayni du rum OsmanlIlarda da devam etti. Aslında Bizans'lılarda "paroikoi" denilen genel kategori, Osmanlılann "rcaya"sı gibi çeşitli statüleri .kapsamaktadır. Feodalserf anlamına geldiği gibi, kolon anlamında da kul lanılmaktadır. 125 Bu yüzden OsmanlIlarda da kolon lar ile, serfler arasındaki farklan somut bir şekilde ortaya koymak zordur. Buna rağmen Osmanlı rea yasını "hür köylü" statüsünde düşünmek Osmanlı devlet sistemini ve komünal ilişkilerin yaygınlığını 123
Prof. ö. L. [kırkan. Türkiye'de ~Servaj‘ Var mı idi? Belleten, cilt: XX. No. 78. s. 239. 124 /£. Oudaltsova: Çenese du FâodaUsme; s. 42. 125 Z. Oudaltsova: aynı makale, s. 41. Sırplar arasında köylülerin 4 farklı statüde* oldukları belirtiliyor. Meropsl. Olrotsi. Sokalnitsi. Vlası. 13. Angcknr, a.g.m.. s. 95. 126 Halil İnalcık. Düzya, Kncyclöpedıe de i'Islam. cilt- II. s. 576580. Müslüman köylünün ödediği nakdi (yokluk durumunda ayni) vergi resini çift, hıristiyanlann ki ise tspençe adını alıyorlardı. Aile reisi durumunda olmayan ve yakınlanmn toprağını işleyen erkekler ise evlilerse "bennak* bekarlarsa ’ mûccrret" denen bir vergi ödüyorlardı. Cibb vc Iîowcn. cilt: ı. s. 241.
nuda çeşitli terimler kabul etmişlerdir. Vergi temeli olarak ya ürün, ya çiftlik ya da şahıslar (cizye) alı nıyordu. Ürün temeli üzerine almart ayni rant öşür, haracı mukasama vb. gibi isimler alıyordu. Çiftlik bi rimi üzerine tarhedilen vergi ise çiftlik resmi teri miyle isimlendiriliyordu. Bu vergi, ilke olarak nakdi rant olmakla birlikte ürün ya da hizmet şeklinde de ödeniyordu. Aynca Osm anlılar bu gibi vergileri, mükellefin ödeme gücüne göre derecelere aymyorlardı. Örneğin cizye (batı feodalizminin capitation'u) alâ, avrat, adna olmak üzere üç dereceye ayrıl m ış tı.126 Ala*yı en varlıklar, adnâ'yı da en fakirler ödüyorlardı. Ödeme derecelerinde toprağın büyüklüğü ve verimi de rol oynuyordu. Osmanlı yöneticiler vergi leri iki biçimde topluyorlardı.127 Bunlardan birincisi "havale" yöntemi idi. Devlet bazı vergi kaynaklannı yerinde sarfolunmak üzere 'havale" ediyordu. Timar sistemi bu sistemin bir uygulanışıydı. İkinci yöntem ise mukataa (iltizam) sistemiydi. Timar sistemi dışın daki (genellikle aşar, çift resmi, bad-ı hava dışındaki) vergiler iltizama veriliyorlardı. Bunun haricinde dev let gelirlerini kaydeden tahrir defterlerine girmeyen bazı kaynaklar da doğrudan doğruya merkeze bağlı "m evkufatçı'lar tarafından toplanıyordu. Bu sistem de köylülerin bağım lılık biçim lerini etkileyen bir mekanizma yaratıyordu. Feodal ilişkiler (servaj): Osmanlı devletind 3. feodal üretim ilişkileri. Bizans’ta olduğu gibi batıdan farklı koşullar içinde gelişmekteydi. Feodal sınıfla rın OsmanlIlarda da sivil-askeri (timarlı) olmak üze re iki kolda geliştiğini belirtmiştim. Köylüler açısm126
127
ilahi İnalcık, Düy.ya. Encyclopedic dc ]'İslam, cilt: II. s. 576580. Müslüman köylünün ödediği nnkdi (yokluk durumunda aynî) vcrı*i resmi çift, hıristiyanlann ki ise ispençe adım alıyorlardı. Aile reisi durum unda olmayan ve yakınlarının toprağını işleyen erkekler ise evlilerse ,rbcnnalc bekarlarsa "müccrrcT denen bir vergi ödüyorlardı. Gibb ve Bowen. ctlt: ı. s. 241. II. İnalcık. Dariba. Encyck>pcdie....s. 150.
dan durum neydi ve statü itibariyle batılı serilerle özdeşleşen bir köylü kategorisi var mıydı? Prof. Bar kan, somut çalışmalarına dayanarak bu soruya olum lu cevap vermektedir. Barkan'a göre Trakya'da, İstan bul civarında ve batı Anadolu’da rastlanan bir çok çiftliklere yerleştirilmiş olan "ortakçı kullar" aynen batıdaki serf statüsündedirler.128 Kimdi bu "ortakçı kullar"? Ortakçı, ya da bazı bölgelerde denildiği gibi "ke simci" kullar daha ziyade padişah lıaslannda ve bazı yüksek yöneticilerin mülk ve vakıf çiftlikleri üzerine yerleştirilm iş köylülerdi. Bunlar çoğunlukla harp esirlerinden oluşan hıristiyanlardı veya Fatih dev rinde olduğu gibi, Sırp, Macar. Bulgar topraklarından sürülerek İstanbul civarındaki ya da batı Anadolu'da ki çiftliklere yerleştirilmiş köylülerdi. Prof. Barkan bunlar defterlere kaydolunurken daha önce "hür" ol duğunu ispat edenlerin deftere öyle kaydedildiklerini ve haklarında "cizye ve ispençe vazolunduğunu"129 yazmaktadır. Bu da göstermektedir ki feodal nitelik teki malikanelerde de farklı statüde köylüler buluna bilmektedir. Aslında bu doğaldır ve batı feodalizmin de de görülen bir olgudur.130 Burada özellikle ortakçıkullar üzerinde duracağız. Prof. Barkan ortakçı-kullar için "hakiki kölelik le hür köylülük arasında bir merhale"131 diyor. Görül düğü gibi bu tarif aslında daha önce "kolon" statüsün de olduğunu ileri sürdüğümüz köylülerin durumunu anımsatmaktadır. O halde fark nerededir? Bu konu 128
Prof. Ö. L. Barkan: XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı imparator luğunda Zirai Ekonombıin Hukuki ve Mull Esastan, İstanbul, 1943; Aynca bk. Ö. L. Barkan; XV, ve XVI. asırlarda Osmanlı
imparatorluğunda Toprak işediğinin Organizasyon Şekilleri;
129 130 131
İktisat Fakültesi Mccmuası. cilt: I, 1939. Yunan tarihçisi A. Vacalopoulos da herhalde Barkaıı'ın çalışmalarından esinlene rek ortakçı kullan serf statüsünde saymaktadır, a.g.e., s. 42. Prof. Ö. L. Barkan, İktisat Fakültesi Mecmuası, cilt: ı. sayı: 1, s. 42. Örneğin bk. Marc Bloch; a.g.e., s. 336-337. 347. Prof. O. L. Barkan, aynı makale, s. 30.
lardaki ince farklılıkları isabetli bir biçimde teşhis etmek her zaman kolay değildir. Bununla beraber en gerçekçi varsayımın şu olduğu kanısındayım: ortakçı kullar Bizans'tan miras alman ve devlet yükümlü lüklerinden kurtulmuş mülk veya vakıf statüsündeki malikanelerde yaşıyorlardı. Ayni ve nakdi rant dı şında birçok yükümlülüklere daha tabi idiler. Dışar dan evlenemiyorlar ve toprağı terkedemiyorlardı. Di ğer köylüler için, hukuki bir teminata dayanmamak la beraber, pratik olarak miras hakkından sözedilebileceği halde bunlar bu haktan tamamen yoksundu la r.132 Devlet vergi için bu gibi malikâne ve vakıflara giremiyordu. Ortakçı-kullara toprağın dışında, üre tim araçları ve tohumluk hububat da sahipleri tara fından veriliyor ve bunlar toprakla birlikte alınıp sa tılıyor veya vakfediliyorlardı. Görüldüğü gibi bütün bu noktalar ortakçı-kullan batılı serf statüsüne çok yaklaştırmaktadır. Oysa aradaki önemli farklar da vardı. Bu farklar nelerdir? Bu farklar özellikle iki biçimde somutlaşmaktadır. Bunlardan birincisi feo dal köleliğin ortaya çıkış biçimiyle ilgilidir. Batıda feodal serflik. köleci üretim biçiminin çözülmesiyle oluşan "hür köylüler" kategorisinin özel hukuk çer çevesi içinde ve vassallık bağlan yoluyla giderek öz gürlüklerin kaybetmeleri biçiminde ortaya çıktı. Bü yük göçlerin yarattığı güvensizlik ortamında küçük toprak sahibi köylüler güvenliklerini bir senyörün himayesinde buldular. Bu suretle kurulan himaye bağlan merkezi devletin dışında, hatta onu zayıfla tan bir örgü meydana getirdiler. Oysa Bizans'ta feodal gelişme devlet aracılığı ile iskan edilen ve kolonlaştınlan köylüler aleyhine oldu. Bizans'ta vassalık bağ lan yoktu. Olduğu kadan ile de daha çok Bizans im paratoru ile batı Avrupalılar arasında gerçekleşti. Basileus'e vassal olarak bağlananlar arasında norman132
Prof. Ö. L. Barkan. Türkiye'de Servaf..., s. 245.
lan, haçlı şövalyelerini veya bunlarla sık temaslar sonucu latinleşmiş ermeni senyörlerini görüyoruz.133 Aynı durum Bizans devlet yapısını miras alan Os manlIlar için de geçerliydi. OsmanlIlarda da saray aristokrasisi, zeamet sahipleri ve timar sahiplerinin kendi aralarında ve bunlarla köylüler arasında batı da olduğu gibi vassallık bağlan yoktu. OsmanlIlarda herkes padişaha bağlı idi. Böylece köylülerin içinde bulunduktan farklı statüler de devlet aracılığı ile ta yin ediliyordu. Prof. Barkan, "Osmanlı imparator luğundaki kulluklar bize devlet eliyle teşkil edilen servaj sisteminin saf şeklini göstermektedir.”134 der ken büyük bir gerçeği dile getirmektedir. Vassallık bağları bakımından durum OsmanlIlarda biraz Ja ponya’daki gelişmeyi andırıyordu. Batıda serfler ve senyörler birden çok vassallık bağlanyla çeşitli dere cedeki aristokratlara bağlanabiliyorlardı. Bu suretle çok karmaşık ve çelişkilerle dolu bir vassallık örgüsü meydana geliyordu. Japonya'da ise her serfin ve senyörün sadece bir efendisi vardı. Bu suretle oluşan vassallık hiyerarşisinin tepesinde de imparatorun "şogun" ünvanım verdiği güçlü bir soy vardı.135 Osman lIlar da bu bağlar Türkmen aşiret bağlannın devamı olarak Anadolu beylik kalıntılan çerçevesinde yaşa dı. Bu tabiyet örgüsünün tepesinde de Kayı boyundan gelen Osmanlı hanedanı vardı. Ancak Osmanlı siste minde yer alan devşirme aristokrasisini sultana bağ layan, bu şekildeki kan bağlan değil, Bizans devlet ge leneğinin Osmanlı devlet yapısında devamı idi. OsmanlIlarda feodal nitelikteki malikane ve va kıfların batıdakilerden İkinci farkı, bu gibi toprak lardaki köylülerin çoğu kez komünal bağları kopar mamış olmalanyla ortaya çıkıyordu. Prof. Barkan’ın 133 Jadran Fcrluga. La Ligesse Dans l'Empire Dyzantin, Rechcrches Intemationales. No. 79. 1974. s. 171-193. 134 Prof. ö . L. Barkan. Rumelfdeki Kulluklar uc Ortakçı Kullar, İktisat Fakültesi Mecmuası, cilt:'I, sayı: 3, s. 422. 135 Robeıt Boutruche; Seigneurte et FĞodalile. s. 311,
belirttiği gibi. ”... harp sahalarından ele geçirilen esir lerden hisselerini alan sultanların veya kumandan ların bunlan ^ileleri ile beraber sürerek kendilerine • ait topraklar üzerinde köyler kurdukları da görülü yordu."136 Bu bilgiden feodal nitelikteki mülklerde de tarımsal cemaat hayatının ortakçı bağlantılarının devam ettiği anlaşılıyor. Aynı şey yer yer batılı ma likânelerde de vardı. Fakat batılı serileri oluşturan birim, daha sonra özel mülkiyetin temelini teşkil eden küçük toprak parçası (manse) idi. Bu gibi serflik bağlantılarının OsmanlIlarda kap samı ne olmuştur? Prof. Barkan bu tip ilişkilere İs tanbul civarında Haslar kazasında. Batı Anadolu ve Trakya'da, özellikle Bursa, Edim e ve civannda. Kon ya'da vb. rastlandığını ileri sürüyor.137 Barkan'a göre bu gibi bağlantıların yoğunluğu pek azdır ve örneğin Trakya ve Makedonya'da köylülerin ancak % 2'si or takçı kul statüsünde bulunmaktadırlar. Prof. Barkan* m bu hesabının dayandığı verileri bilmiyoruz: fakat Osmanlı devletinde feodal sınıf bağlarını incelerken sadece ortakçı kullan ele almanın yetersiz olduğu ka nısındayım. Üzerinde tartışılması gereken diğer bir kategori de sipahi ve zaim dirliklerindeki köylülerin statüsüdür. Bu gibi topraklarda yaşayan köylülerin de durumlarının farklı statülerde olduğu anlaşılmak tadır. Bunlardan Balkanlardaki Sırp ve Bizans asıllı hıristiyan sipahilerin topraklarında yaşayan köylü lerin herhalde serilerden fazla bir farkları yoktu. Derleme niteliği taşıyan Osmanlı kanunnamelerinde köylülerin sipahilere karşı yükümlülükleri arasında feodal yükümlülüklere benzeyen birçok hükümler bu lunmaktadır.138 Gerçekten Hammer de dahil batılı ta136 Prof. Ö. L. Barkaıı. Türkiye'de Servaj.... s. 242. 137 Prof. Ö. L, Barkan. XV. ve XVI. Asırlarda..., a.g.m.. sayı: I, s. 32. 138 örneğin bazen köylünün sipahinin *hassa çlflilğl’ndc angar yaya tabi olması; toprağını terkedea köylünün geri getirilme si: toprağını üç yıı ekıfıcyen köylünün cllnacn tarlasının alınması gibi. Ancak bütün bu yükümlülükler Stcfan Duşan kanununaakilcrc göre hafif görünmektedirler. Bk. Hadiye
rihçilerin ve seyyahların çoğu Osmanlı tim arlannı batılı "fief'lerln karşılığı olarak görm üşlerdir.139 As lında bu görüşe ancak kısmen katılıyoruz. Daha önce de belirttiğim gibi, sipahi ve zaim dirliklerini feodal çağın ilk aşamasını teşkil eden "beneftciunTlarla karşılaştırma olanağı vardır. Sipahiler bunu feodal malikane haline getirmek, başka bir deyişle tasaruf haklarını tam bir mülkiyet haline dönüştürmek için bir yandan devletle, diğer yandan da köylülerle sa vaşmışlardır. Devlet ise bunu önlemek için birçok önlem almış ve komünal ilşikiler içindeki köylülerin bütünlüğünü korumaya çalışmıştır.140 Bu savaş XVII. yüzyıla kadar sürmüş, Anadolu’yu büyük çalkantılar içinde bırakmış ve sonunda sipahiler partiyi kaybet m işlerdir. 4. Göçebe Türkmenler, Kültler ve Yöriiklen Bun lar da Osmanlı toplumsal düzeninde ayn bir kategori teşkil ediyorlardı. Aslında imparatorluğun kurucu unsurlarından olmakla beraber, genellikle yerleş meye karşı büyük bir direnç gösteriyorlar ve merkezî iktidara karşı mümkün olduğu kadar bağımsız kalTuncer, Osmanlı imparatorluğunda Toprak Kanunları. Anka ra, 1965. 139 Bu konuda sayısız örnek verilebilir. Bunlardan GĞdoyn daha da ileri giderek sancak beylerinin dük. kont ya da marki; bey leri baron; büyük eyalet paşalarını da kral naibi (vice-roi) gibi kabul etmiştir. Bk. Journal et Correspondance de GĞdoyn Le Tunf, Consul de France â Alep: 1623-1625. Paris, 1909, s. 131132. Aksi düşüncede olan çağdaş tarihçi R.Boutruche Umar sistemini feodal bir üretim biçimi saymanın yanlış olduğunu yazmaktadır, a.g.e.. s. 295. 140 Hu önlemlerden daha önce söz etmiştim. Kanuni'nln onuncu yılında alman bir tedbir de eyalet valilerinin ellerinden b ü yük timar dağıtma yetkisinin alınmasıydı. O zamana kadar ou gibi Umarlar için önce merkez, eyafet valisine hitaben ya zılmış bir ’ tevcllı fermanı" veriyor, vali buna göre adayın hak kazanıp kazanmadığını inceliyordu. Eğer aday tlman alabiIccck durumdaysa kendisine bir "tezkire* veriliyordu. Bu ’ tezkire'de Babı-Âlı'ye sunularak bir "berat" alınıyordu. Oysa eyalet paşa lan artık merkezi aradan çıkararak doğrudan doğ ruya tlman gerçekleştiren "tahvil kağıtlan* dağıtmaya b aş lamışlardı. Bu gibi Umarlara "tezkiresiz timarlar' deniyor vc bunlar eyalet valilerini güçlendiriyordu. Kanuni'nln önlemi bu merkezkaç eğilimlere karşıdır. Bk. J. V. Hammcr. a.g.e., cilt: 6, s. 267.
maya çalışıyorlardı. Osmanlı devletinde statüleri "hür insanlar"a en çok yaklaşan topluluklar bunlardı. Gerçekten nasıl batıda kölelik rejimini yıkan frank lar "özgür köylü'lüğün en saf biçimini oluşturmuşlar sa (Populus Francorum) ve nasıl batı dillerinde "franc" sözcüğü 'özgür” anlamına geliyorsa,141 OsmanlIlarda da Türkmenler. Kürtler ve Yörükler aşiret (boy) örgüt lerinin dışında bir bağlantı tanım ıyorlardı. Buna rağmen Osmanlı despotik devleti devamlı bunlan yer leştirme savaşı vermiş, bunun başaramadığı hallerde de kendilerine vergi, askerlik ya da diğer hizmetler biçiminde çeşitli mükellefiyetler yüklemiştir. Yine de Osmanlı kanunlan göçebe Türklere büyük bir özgür lük tanımıştır. Bir Osmanlı kanununda Yörüklerin statüsü şöyle tanımlanıyor: "Yörük sınfı göçebedir. Muayyen ve sancak beylerine hususiyetleri yoktur. Kendi ağalan kendi subaşılandır. Yörüklerden biri bir suç işlerse, kadılar suçu tesbit edip cezasını verme yi kendi Yörük Subaşılanna bırakırlar. Bunlar hak kında hükmü şerif verilm iştir."142 Türkmen, Yörük ve Kürt aşiretleri çok yakın za manlara kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Fakat yerleşik düzene geçememiş aşiret birimlerini, sosyo lojik açıdan, "özgür köylü” sayamayız.
Osmanlı Devlet İdeolojisi ve Yapısı Osmanlı devlet yapısını daha rımda merkezi-despotik bir devlet ledim. Burada ise bu kavramlann manlI devlet tipinin dal.a somut yapmaya çalışacağım. 141 142
önceki açıklamala yapısı olarak nite tartışmasını ve Os bir çözümlemesini
Marc Bloch. a.g.c., s. 356. Bu konuda bk. Hadiye Tuncer, a.g.c.. s. 20, 22, 23, 48. 49. 50. Diğer yükümlülükler İçin blc A. Rcftk. Türk Aşiretleri İs tanbul. 1930. S. J. Shaw*ın belirttiği gibi, bunlar cn çok Dobruca'da, Arnavutluğun bazı kısımlarında, Balkan dağların da. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da vc Güney Kafkasya’da yaşıyorlanft. a.g.c., s. 150.
Osmanlı devlet yapısının çok uzun bir süre can lılığını koruduğu ve hatta, belli bir evrime rağmen. Cumhuriyet döneminde bile bir çok unsurunun yaşa dığı inancındayım. Bu olgu, kanımca. Osmanlı impa ratorluğunun. bugünkü Türkiye'nin sınırlarını teşkil eden topraklan İçinde köklü bir toplumsal devrim ol mamasından kaynaklanmaktadır. Aslında Osmanlı toplumunda feodal ve kapitalist gelişmeler vardı ve toplum XIX. yüzyılın ulusal nitelikli burjuva devrimlerinden çok etkilendi. Oysa bu etkileniş imparator luğun çözülmesi ve dağılması biçiminde oldu ve Türklerin son sığınağını teşkil eden Anadolu bu gelişimin dışında kalan bölgelerden biriydi. Bu yüzden yeni ku rulan Türk Devleti, kurucularının fikirlerinin çağ daşlığına ve radikalliğine rağmen, sosyo-ekonomik yapıdaki durgunluk ve devamlılık yüzünden Osmanlı devletinin birçok özelliklerini sinesinde taşıdı. Bu bakımdan Osmanlı devlet yapısıyla ilgili bir tartış manın tamamen tarihi ve teorik bir tartışma olma dığı. bir ölçüde güncellik de taşıdığı inancındayım. Osmanlı devlet yapısı nasıl açıklanabilir? Bu ko nuda en gerçekçi yöntem Osmanlı devletini, toplumun sınıfsal yapısı İçinde ele almak, içeriğini ve işlevini bu çerçeve içinde belirlemektir. Oysa şimdiye kadar Osmanlı devleti, tarihçilerimiz tarafından daha zi yade bizzat OsmanlIların onu gördükleri veya görmek istedikleri biçimde ele alınmış ve yorumlanmıştır. Bu . demektir ki diğer birçok konuda olduğu gibi, Osmanlı devlet yapısı konusunda da kökeni Osmanlı vakayazarlarına ve düşünürlerine giden ideolojik bir ba rajla karşı karşıyayız. Somut ve realist bir biçimde konuya eğilmeden önce, bu ideolojik yorumlan ele al mak ve tartışmak gerekiyor. Osmanlı imparatorluğunun kuruluşu, XVI. yüz yılın sonlarından itibaren Osmanlı vaka-yazarları nın naklettikleri bir takım efsanelerle birlikte an latılmaktadır: Osman Gazi'nin şeyh Edeb Ali’yle iliş
kileri, müslüman oluşu, büyük bir devlet kurucusu olacağı yolunda tefsir edilen rüyası gibi. Ancak Os manlI uleması ve yöneticileri devlet yapısıyla ilgili görüşlerini Türk-İran-Arap gelenekleri çerçevesinde çok daha ciddi bir düzeyde geliştirmişlerdir. Bu suret le oluşan ve eklektik bir nitelik taşıyan Osmanlı dev let teorisi, ideoloik bir nitelik taşımakla beraber, gerçeği yansıtan ve bugün için de geçerliliğini koru yan birçok unsur içeriyordu. Osmanlı yöneticileri bu konuda devirlerinin egemenlik kuramcıları ile ya kından ilgilenm işler ve eserlerini incelem işlerdir. Bunlar arasında en önemli yeri. Katip Çelebi, Naima, Koçi Bey gibi ilk planda yer alan Osmanlı tarihçi ve düşünürlerini etkileyen lbn Haldun işgal etmektedir. Osmanlı devleti göçebe ve yerleşik unsurların ka rışımından doğmuştu. Ancak kurucu unsurunu göçebe-hayvancı bir aşiretin kan bağlarını henüz çözme miş bir hanedan teşkil etmişti. Bu yüzden OsmanlI ların devlet anlayışında da aşiret bağlarının unsur ları olan ‘askeri demokrasi” kalıntıları ve komünal (ortakçı) fikirler yer aldı. Bu gelişimi sosyo-ekonomik yönleriyle ve bugün de kısmen geçerli bir biçimde inceleyen lbn Haldun’un Osmanlılarca tanınması ve takdir edilmesi bu bakımdan bir rastlantı değildir. Osmanlılar devleti bir “çadır" biçiminde telakki ediyorlardı. Başlanıçta yönetimle ilgili en önemli ka rarlar "kapı’ nm önünde alındığı için, OsmanlIlarda "kapı" terimi doğrudan doğruya siyasal iktidarla ilgili anlamlarda kullanılmıştır: Bab-ı Ali. Der Saadet, Ka pıkulu Ocaklan gibi.1 Nasıl bir çadınn dört direği var sa, Osmanlı iktidannında dört temel dayanağı vardı: Veziriazam, kazasker, defterdar ve nişancı. Aynı fi kirden hareketle bazı Osmanlı tarihçileri toplumun "erkân -1 erbaa’’2 dedikleri dört unsurdan oluştuğunu ileri sürmüşlerdir: Ulema, asker, tüccar ve reaya. As 1 I lammer. a.g.c.. dit: 3. s. 299. 2 Nalma Tarihi. cilt: 1. s. 39.
lında. biraz sonra değineceğim gibi, OsmanlIlarda yaygın sınıf telakkisi daha basitli. Bununla beraber görülüyor ki, OsmanlIlarda göçebe hayatın kalıntı ları merkezi devletin oluşmasından çok sonraları dahi devam etmişti. Bunun en önemli unsuru devlet egemenliğinin "mülk” biçiminde anlaşılmasıdır. Ger çekten Osmanlılar. ortakçı mülkiyetten özel mülki yete geçiş süreci içinde devlet iktidarım da "mülk” biçiminde telâkki ediyorlardı. Bu konuda îbn Hal dun'la paralellik açıktır.3 Ancak burada "mülk" kav ramı, mülkiyet anlamından çok yönetme, dünyevi otorite, tasarruf hakkı anlamına gelmektedir.4 Bura da Osmanlı devlet yapısının temel bir özelliği ile kar şı karşıyayız. Gerçekten OsmanlIlarda devletin "mülk" biçiminde anlaşılması devlet müdahalesine sınırsız boyutlar kazandırıyor ve özel mülkiyetin statüsünü de tehlikeye düşürüyordu. Aslında bu olgu belli bir gelişim sürecinin ürünü olup evrensel bir nitelik ta şımaktadır. OsmanlIlarda bunun pratik sonucu, ger çek niteliği bugün de tartışma konusu olan "miri ara zi" ideolojisiyle, müsadere sistemi olmuştur. Oysa bunlar aynı yapısal özellikleri gösteren Selçuklu dev leti için de söz konusudur. Bu devletlerde her türlü gayri rnenkuller için özel mülkiyet vardı. Ancak devletin "mülk-devlet" anlayışından kaynak alan keyfi bir müdahele hakkı da vardı. Büyük Selçuklu devlet ada mı Nizamülmülk, Siyasetname’sinde bir yandan hal kın "menkul ve gayrimenkul emvali taarruzdan ma sun olmalıdır'* derken, öte yandan da "mukataat er babı bilmelidir ki, mülk ve raiyet sultanındır"5 diye ilave eder. Böyle bir devlet yapısını Prof. Halil İnalcık ve S. J. Shavv gibi tarihçiler "geleneksel orta doğu dev 3 4
İbn Haldun, a.g.e., s. 78. Ümit Hassan, ibn Haldun'un Metodu ve Siyaset Teorisi S.B.F. Yayınlan. Ankara. 1977. s. 256. Mukaddimeyi frarısızcaya çe viren Jamcl-Eddinc Benchelkh de 'm ülk' karşılığı olarak *possession" ve 'maltrise” kelimelerin! kullanıyor. a.g.e.,*s. 105. 5 Nizamülmülk. a.g.c.. s. 44.
let kavramı"6 ile açıklamak istemişlerdir. Aslında Osmanlı devletine özgül karakterini veren unsurlar içinde Iran-Arap etkileri de vardı. Fakat buradan ha reketle sorunun evrensel boyutlarını gözden uzak tut mak ve bir devlet yapısını bölgesel etkilerle izaha ça lışmak fazla gerçekçi bir yöntem değildir. Sorun sosyo-ekonomik bir evrim içinde ele alınırsa, böyle bir devlet yapısının orta doğu devletleri gelenekleriyle hiç ilgisi olmayan bölgelerde de ortaya çıktığı görü lür. örneğin Germen istilâsından sonra Avrupa'da ku rulan barbar krallıklarında da müîk-devlet anlayışı egemendi. M. Bloch, haklı olarak buradaki "mülk" kavramının mülkiyet hakkı olarak düşünülmesinin yanlışlığına dikkati çeker.7 Gerçekten burada da "mülk'ün siyasal egemenlik anlamında kullanıldığı na tanık oluyoruz. Bu uygulama Anglo-Sakson ve Is panyol devletlerinde feodal çağda da devam etmiştir. İstanbul'un fethinden sonra Bizans devlet gelenekleri de Osmanlı devlet yapısına büyük ölçüde nüfuz et mişlerdir. N. Yorga gibi tarihçileri Blzans-Osmanlı devamlılığı fikrine götüren olgu budur.8 Prof. F. Köp rülü. dalıa önce de değindiğimiz makalesinde bu fikir leri çürütmeye çalışırken, çok isabetli bir biçimde şu yargıya varmıştır: "... bu gibi birçok hallerde, mesele lâyıkıyla tetkik olununca herhangi bir iktibas ve tak litten bahse hiç mahal olmadığı ve yalnız benzer top lumsal şartlann benzer neticeler doğurduğu meydana çıkabilir."9 Görülüyor ki sorun toplumsal bir evrim sorunudur. 6 SaJ. Shaw, a.g.e.. cilt: ı. s. 112. H. İnalcık, The Otiornan Emplre, s. 67. 7 M. Bloch. a.g.e.. 8. 530. 8 N. Yorga bu fikirlerini özellikle Byzance Apr&s Oyzance [Bucarest, 1935). başlıklı kitabında işlemiştir. 9 Prof. F. Köprülü. Bizans Mûesseselerinin.... s. 179. Bu makale* sinde Köprülü. Bizans yöneticileriyle. Osmanlı yöneticilerini kıyaslayan tarihçileri de aktanr. Gerçekten Osmanlı beylerbeyi * Halı'dıı feodalizm in iki larihi acım adan geçerek klasik biçim ine kavuştuğu ılık k a le alındı mı? Osm anlı lalırır defterleriyle yaratılan tım ar sistemi. Katı'da Norm anların Dom esiay H ook'ıııuın düzenlediği lıir proio-feodal sistem clegıl miydi? \s\\ O sm aıılı feodalizm i, Han'da k a p ila li/m u