Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler (Social Factors Regarding Covid-19 Pandemic) [First ed.]
 9786254030154 [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

COVID-19 PANDEMİSİNE İLİŞKİN TOPLUMSAL ETKENLER 1. Basım Kasım 2021 300 adet ISBN: 978-625-403-015-4 © 2021, T.C. İçişleri Bakanlığı İç Güvenlik Stratejileri Dairesi Başkanlığı Yapım Büyükharf Bas. Yay. Tan. ve Org. Ltd. Şti. [email protected] • www.buyukharf.com.tr Basım Öz-El Ofset Matbaacılar Sanayii Sitesi 1514. Sk. No: 6, 06105 Yenimahalle /ANKARA Tel: 0312 395 06 08 [email protected] • https://ozel-ofset.business.site

COVID9 PANDEMİSİNE İLİŞKİN TOPLUMSAL ETKENLER

EDİTÖR Prof. Dr. Talip Küçükcan, Öğretim Üyesi, Marmara Üniversitesi YAZARLAR EĞİTİM Doç. Dr. Mustafa Aydın, Mütevelli Heyeti Başkanı, İstanbul Aydın Üniversitesi ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DIŞ POLİTİKA Dr. Öğretim Üyesi Seçkin Barış Gülmez, Uluslararası İlişkiler Bölümü, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Tuğçe Ersoy Ceylan, Uluslararası İlişkiler Bölümü, İzmir Demokrasi Üniversitesi  Prof. Dr. Muzaffer Dartan, Müdür, Avrupa Araştırmaları Enstitüsü, Marmara Üniversitesi Veyis Güngör, Direktör, Türkevi Araştırmalar Merkezi, Amsterdam, Hollanda SOSYAL POLİTİKA Prof. Dr. Tarık Tuncay, Öğretim Üyesi, Sosyal Hizmet Anabilim Dalı, Hacettepe Üniversitesi SİVİL TOPLUM Dr. İbrahim Altan, Genel Müdür, Kızılay; Üye, Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu SAĞLIK Prof. Dr. Recep Öztürk, Öğretim Üyesi, Medipol Üniversitesi; Üye, Bilim Kurulu ULAŞIM Prof. Dr. Mustafa Ilıcalı, Öğretim Üyesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi

5

6

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ÖZET

2019 sonunda Çin’de ortaya çıktığı görülen ve Wuhan şehrinden başlayarak dünyaya yayılan, 2020 Mart ayında da Türkiye’de insanlara bulaştığı tespit edilen yeni tip Covid-19 virüsü yerel, ulusal, bölgesel ve küresel etkiler ve sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün, yerkürenin her köşesine yayılan virüs ve salgını pandemi ilan etmesi ile birlikte, yaşanan sürecin ne kadar ciddi olduğu, etki ve boyutlarının da ne kadar geniş olacağı anlaşılmıştır.

Covid-19 pandemisine ilişkin toplumsal ve politik etkenlerin ele alındığı bu çalışmada da görüleceği üzere, Covid-19 pandemisi yaş, cinsiyet, din, dil, ırk, renk, etnisite, eğitim ve gelir düzeyi, taşralı ve kentli farkları gözetmeksizin toplumun bütün kesimleri üzerinde etkileri olan, bunun da ötesinde siyaset, sivil toplum, kamu kurumları ve özel sektörün geleneksel işleyiş tarzları ve çalışma kültürlerini değiştiren sonuçlar doğurmuştur. Çalışmaya katkıda bulunan yazarların da gösterdiği gibi, en belirgin politik etkenler bağlamında eğitim süreçlerinin etkilendiği; farklı kademelerde ortaya çıkabilecek, eğitime erişim ve fırsat eşitliğini olumsuz etkileyebilecek unsurlara karşı uzaktan eğitim başta olmak üzere geniş kapsamlı bazı politika kararlarının alınması gerektiği üzerinde durulmuştur. Türkiye bağlamı söz konusu olduğunda 16 milyon öğrenci, 1,1 milyon öğretmen; yükseköğretimde 8 milyon öğrenci ve 160 bin öğretim elemanı ile devasa bir eğitim-öğretim sektöründen bahsedilmektedir ki eğitim-öğretim-araştırma süreçlerinin en az zararla atlatılması için bazı politika önerileri

7

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

geliştirilmiştir. Bunlar arasında yeni teknolojilere yatırım, teknoloji ve inovasyon temelli eğitim, öğrenci, öğretmen ve ailelere daha fazla destek verilmesi ve müfredatın önceliklendirilmesi gibi uygulamaların olası yararları gösterilmiştir. Pandemiye ilişkin etkenler arasında elbette uluslararası ilişkiler, dış politika ve güvenlik alanları üzerinde de durulmuştur. Çalışmanın bu bölümünde küresel bir soruna dönüşen pandemi ile mücadelede etkin olunabilmesi için sağlık, tedavi, tedarik, güvenlik, ulaşım vb. alanlarında uluslararası dayanışma ve işbirliğinin artırılması ihtiyacı ve bu konularda yeni düzenlemelerin yapılması gerektiği ortaya konularak dış politikada atılması gereken adımlara ilişkin öneriler geliştirmiştir. Dış politika bağlamında yeni tehditlere karşı gıda güvenliğinin üzerinde önemle durulmuş, biyolojik terör ve siber saldırılara karşı önlemler alınması gerektiğinin altı çizilmiş, diğer yandan siber diplomasi ve siber güvenlik kavramlarının önemi gösterilmiştir. Bu bölümde ayrıca Türkiye’nin NATO, AB ve komşu ülkeler ile olan ilişkileri analiz edilmiş, mevcut risklerin yanında ilişkileri olumlu yönde etkileyebilecek yeni fırsat alanları ortaya konulmuştur. Avrupa’daki Türk diasporasının da ele alındığı dış politika bölümünde Avrupa’da yaşayan ve sayıları beş milyonu aşan Türkiye kökenli diasporanın Türkiye-AB ilişkilerine yapabileceği katkılara işaret edilmiştir.

8

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Covid-19 pandemisinin kamu politikalarını da köklü biçimde etkileme potansiyeli göz önünde bulundurularak bilhassa toplumsal eşitsizliğin yıkıcı etkilerine karşı etkili bir koruma sağlanması amacına matuf politika önerilerinde bulunulmuştur. Çocuklar, yaşlılar, engelliler ve şiddete uğrama ihtimali olan kadınların pandemiden etkilenmemesi veya bu süreci en az hasarla atlatabilmeleri için kamu ve özel sektör ile sivil toplum kuruluşlarına düşen görevlere işaret edilmiştir. Bu bağlamda sivil toplum kuruluşları ayrı bir alt başlık halinde incelenmiş ve daha etkin çalışabilmeleri için nelerin yapılması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Bu çalışmada pandemi sürecinin etkili olduğu sağlık hizmetleri alanındaki gelişmeler, riskler ve fırsatlar da ele alınmış, pandemi ile etkili mücadeleye katkıda bulunacak yapısal değişiklikler, farkındalık artırımı ve yeni uygulamaları da içeren politika önerilerinde bulunulmuştur. Bunlara ilaveten pandeminin ulaşım sektörüne etkisi ve sektörde çalışan ve sektör hizmetinden yararlananların virüsten korunması için nelerin yapılması gerektiği üzerinde de durulmuştur.

9

10

PANDEMİ VE KARAR VERME SÜREÇLERİ: ARAŞTIRMA, VERİ, ANALİZ VE BİLGİ Prof. Dr. Talip Küçükcan

Öğretim Üyesi, Marmara Üniversitesi

11

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Covid-19 salgını bir pandemi olarak bir sağlık tehdidi olduğu kadar bir güvenlik tehdidi ve sorunudur. Epidemi, pandemi, ekonomik bunalımlar, savaş ve çatışmalar, devrimler ve demografik değişimler siyasal ve toplumsal değişimlere yol açmaktadır. Bu nedenle söz konusu olayların sosyal bilimlerin yöntemleri ile araştırılması siyasal ve toplumsal değişimlerin içeriği, derinliği ve yönünü anlamakta önemli verilerin elde edilmesini, söz konusu afet ve krizler ile mücadelede toplumsal farkındalığın artırılmasını, sosyal sermayenin güçlendirilmesini, toplumsal yapıda oluşabilecek olası hasarların bertaraf edilmesini kolaylaştıracaktır. Covid-19 salgını, başlangıcından itibaren günlük hayatın akışını etkilemiş ve toplumsal etkilerini göstermeye başlamıştır. Bu noktada Covid-19 salgınının kısa, orta ve uzun vadede hangi sosyal alana nasıl etkileri olabileceğinin araştırılması siyasal, ekonomik ve sosyal istikrarın devamlılığının korunması açısından da önemlidir. Covid-19 salgını bir pandemi olarak bir sağlık tehdidi olduğu kadar bir güvenlik tehdidi ve sorunudur. Aynı zamanda ekonomiyi, eğitimi, dış politikayı, ulaşımı, aileyi, kültürel ve sanatsal üretimi ve tüketimi, dinî hayatı da etkileyen bir sorundur. Bu sorunun etkilerinin ve yaratabileceği risklerin sosyal bilimler yöntemleri ile araştırılması, tespiti ve çözüm önerilerinin ortaya konması stratejik önem taşımaktadır. Çeşitli nedenlerden kaynaklanan geniş kapsamlı ve yayılımlı afet ve acil sorunlar ile mücadele pek çok alanda hazırlıklı olmayı, hızlı kararlar almayı,

12

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

kamu ve özel sektörün işbirliğini, vatandaşların bilgilendirilerek yönlendirilmesini gerektirir. Bu bağlamda liderliğin, kurumların iş güdümünün, bilimsel verilere dayalı kararların alınmasının; sivil toplum, üniversite, özel sektör, yerel yönetimler, bölgesel ve uluslararası kuruluşlar ile koordinasyon, işbirliği, bilgi ve deneyim paylaşımı yapılmasının alınacak kararlar ve uygulanacak politikaların doğruluk ve etkinliğini güçlendirecek katkılarda bulunacağı aşikârdır. Pandemi, afet ve acil durumlar ile mücadele çok boyutludur. Küresel bir salgın olarak bütün ulus-devletler gibi Türkiye’yi ve İslam Dünyası’nı da tehdit eden Covid-19 pandemisinin de gösterdiği gibi, kitlesel afetler ve salgınlar siyaset, ekonomi, eğitim, güvenlik, halk sağlığı, çalışma hayatı, bireysel ve toplumsal huzur ve ruh sağlığı gibi devlet ve millet hayatı ve geleceğini doğrudan ilgilendiren unsurları derinden etkileme potansiyeline sahiptir. Bütün bunlara ilaveten küresel sarsılma ve afetlerin uluslararası siyaset, büyük güç rekabeti ve küreselleşme gibi süreçlere de etkileri olduğu görülmektedir. Bu bağlamda Türkiye ve pek çok İslam ülkesi farklı riskler ile karşı karşıyadır. Küresel iklim değişikliği ve deprem fay hattı üzerinde olunması, çatışma ve geniş kapsamlı göç hareketleri gibi risklere karşı hazırlıklı olmak, farklı yapılarda kurumsallaşmayı da gerektirmektedir. Küresel bir pandemiye dönüşen Covid-19 gibi etkileri uzun süren ve toplumsal yapıda değişimler meydana getiren afet, kriz, acil durum ve sorunlar ile bireysel, toplumsal ve kurumsal başa çıkmada rasyonel karar verme mekanizmalarının oluşturulmasının yanı sıra karar verici mercilere araştırma, bilgi ve veriye dayalı politika önerilerinde bulunulmasının stratejik önemi bütün ülkeler tarafından kabul edilmekte ve bu yönde kurumsallaşma adımları atılmaktadır. Covid-19 salgınının yayılımı ve olası etkilerini de göz önünde bulundurarak Türkiye’de bu ve benzeri afet ve krizlerin neden ve etkilerinin araştırılmasına, bilimsel çalışmalardan elde edilen verilerin analizine dayalı gelecek projeksiyonları yapmak suretiyle devlet ve vatandaş için tehdit ve tehlike oluşturabilecek gelişmeleri öngörerek bunlara karşı mücadele sürecinde etkin tedbirlerinin alınmasına ilişkin yol gösterici çalışmalara ihtiyaç vardır. Bugün mücadeleye konu olan pandemi/ Covid-19 salgını, disiplinlerarası (interdisciplinary) bir yaklaşımla çok disiplinli (multidisciplinary) neden, etki ve sonuç analizlerine dayalı öneriler paketi hazırlanmasını gerektirmektedir.

13

14

EĞİTİM Doç. Dr. Mustafa Aydın

Mütevelli Heyeti Başkanı, İstanbul Aydın Üniversitesi

15

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Pandemi bütün dünyada hayatın tabii akışını yavaşlattı, kesintiye uğrattı ve kurumların işlevlerini değişime zorladı. Bu dönemde bilhassa ekonomi (üretim ve tedarik zincirlerinin devamı), eğitim (öğretim faaliyetlerinin devamı ile beşerî sermayenin yetiştirilmesi ve bilimsel araştırmalara devam edilmesi), sağlık (halk sağlının korunması, salgının kontrol altına alınması ve tedavisinin bulunması çalışmaları) ve güvenlik (kamu düzeninin sağlanması) herhangi bir ara verilmeden sürdürülmesi gereken faaliyet alanlarıdır. Aksi takdirde devlet ve millet gelecekte daha büyük riskler ile karşılaşabilir. Bu noktada eğitim-öğretimin bütün seviyeleri gibi yükseköğretim de yeni gelişmelere uyum sağlamak, yenilikçi yöntemlerle faaliyetlerini sürdürmek zorundadır.

2.1. İlköğretim ve Ortaöğretim Kurumları Eğitim sektörü, sağlık sektöründen sonra pandemi sürecinden en çok etkilenen sektörlerden biridir (Telli-Yamamoto ve Altun, 2020). Uzaktan öğrenme, salgın sürecinde uygulandığı haliyle yüz yüze eğitim-öğretimin yerini alamamıştır. Bu geçici ve kısa süreli durumda bile mevcut koşullarda uzaktan öğrenmenin yetersizlikleri gün ışığına çıkmıştır. Uluslararası raporlarda Covid-19 salgınının eğitime etkisiyle mücadelede iki ana konunun öne çıktığı görülmektedir:

16

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler





Alt sosyoekonomik arka plana sahip öğrencilerin okullarda sağlıklı beslenme ile ilgili aldığı yemek desteğinden bu süreçte yoksun kalmasının yol açabileceği sorunlar; ve Dijital ortamda sürdürülen evde eğitime ilişkin imkan farklılıklarının yol açabileceği sorunlar.

Türkiye’de ise eğitim ile ilgili konularda mücadele başlıklarını iki ana konu değil üç ana başlık üzerinde ele almak gerekmektedir. Bu başlıklar öğrenci, öğretmen ve sistem boyutlarından oluşmaktadır.

İlköğretim/Ortaöğretim Öğrencilerinin Covid-19 Sürecindeki Sorunları ve Çözüm Önerileri 1) Covid-19 salgınının öğrenciler üzerindeki etkileri sahip olunan imkanlar ve bu imkanların ne derece kullanılabildiği ile yüksek düzeyde ilişkilidir. Uzaktan öğretim sürecinde öğrenciler bazı teknolojik donanımlar aracılığıyla dersleri evlerinden takip etmiş ve bu süreç Mart ayının ortasından itibaren bu şekilde devam etmiştir. Bu durum öğrencilerin bahsedilen teknolojik araçlara ve bu araçların kullanımında gerekli

17

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

olan internet hizmetlerine eşit bir şekilde sahip olma durumlarını sorgulatmaktadır. Çünkü eğitim her çocuğun hakkıdır ve bu durumda bu imkanlara sahip olamayan öğrencilerin varlığı problemi, süreçte kaygı yaratmaktadır. Bu imkanlara sahip olmanın ekonomik gelir düzeyi ile ilişkisi göz önüne alındığında bu koşullardan en fazla alt gelir gruplarının olumsuz etkilenmeleri, ailelerin, çocuklarının eğitimlerine evde, normal koşullarda hâlihazırda kısıtlı olan desteğinin tamamen ortadan kalkması riskini beraberinde getirmektedir. Bu nedenle, online eğitimin kaliteli bir biçimde devam edebilmesi için öncelikle bu tür risklerin ortadan kaldırılması ve eğitim materyal desteklerinin Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından öğrencilere sağlanması gerekmektedir. 2) Karşımıza çıkan ikinci sorun, eğitimin dijital kanala girmesinin uzun vadeli etkilerini belirleyecek en önemli faktörlerden biri olan dijital okuryazarlıktır. Uzaktan eğitim sürecinde, eğitim evde devam ettiği için hem ailelerin hem de öğrencilerin dijital beceri düzeyleri eğitimin performansını doğrudan etkilemektedir. Ülkemizde özellikle ebeveynlerin ve ebeveynlere göre daha az olmakla birlikte çocukların dijital okuryazarlık düzeylerinin düşük olduğu bilinen bir gerçektir. Bu durum MEB tarafından verilen uzaktan eğitimin ne kadar yararlı olduğunu sorgulatan bir diğer etkendir.

Covid-19 pandemisinin eğitim üzerindeki uzun vadeli etkilerini etkileri belirleyecek en önemli faktörlerden biri dijital okuryazarlıktır. 18

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Bu süreçte ailelere verilecek dijital okuryazarlık eğitiminin, çocukların sürece daha verimli katılabilmeleri için etkili olabileceği düşünülmektedir. Yukarıda bahsedildiği gibi, öğrencilerin imkanlardan eşit bir biçimde yararlanmasına olanak sağlayan projeler hayata geçirilmediğinde zaten var olan dijital bölünme (digital divide) daha da artacak ve öğrencilerin bir kısmının eğitim hakkından mahrum kalması söz konusu olacaktır. Bu durumun en aza indirgenmesi için bu konuda da acil bir eylem planı hazırlığı yapılması gerekmektedir. 3) Üçüncü sorun olarak dijital ortamda verilen eğitimlerin farklı yöntem, teknik ve stratejilerden uzak olarak hazırlanması ve dijital eğitim içeriklerinin interaktif olmaması gösterilebilir. Hazırlanan tüm içeriklerin farklı dijital yazılım ve uygulamalarla zenginleştirilmesi ve öğrenciye sunulması uzaktan eğitimin kalitesi için oldukça önemlidir. Dersi takip eden öğrencilerin aldıkları eğitimden en yüksek verimi yakalayabilmeleri için bu tür dijital içerikler Google Classroom, Moodle, JoVE, KAHOOT!, Zoom, Skype gibi yazılımlarla zenginleştirilebilir. Salgın sonrasında ise hızlı bir şekilde öğrencilerin öğrenme kayıplarının belirlenmesi ve telafi eğitim ile bu açığın kapatılması gerekmektedir. Bu

19

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

nedenle bu tür ölçümlerin rahatlıkla yapılabileceği ortam ve araçlar hazır edilmelidir. Okullar açıldığında, bu tür ölçümlemeler yapılmadan yeni döneme başlamak telafisi olamayacak bir zaman kaybı yaratabilir. Ayrıca, buna ek olarak öğrenciler okullarına döndüklerinde mutlaka travma sonrası stres bozukluğu çalışmaları yürütülmeli ve öğrencilerin sürece daha yumuşak geçişler yapması sağlanmalıdır. Sınavların uygulanması sürecinde de öğrenciler tıpkı üniversite öğrencileri gibi salgının sınav performanslarını olumsuz yönde etkileyeceği noktasında kaygılanmaktadırlar (Sahu, 2020). Bu kaygının, 20 Haziran 2020’de Liselere Geçiş Sistemi kapsamında yapılacak olan merkezî sınav sürecinde de devam etmesi halinde öğrenciler performanslarını sergileme noktasında bazı aksaklıklar yaşayabilir ve bir sonraki eğitim-öğretim yılında bu durumun olumsuz etkileri ortaya çıkabilir. Dolayısıyla ortaya çıkması muhtemel bu ve benzeri problemler için de çözüm önerileri düşünülmesi gerekmektedir. Öğretmenlerin Covid-19 Sürecindeki Sorunları ve Çözüm Önerileri 1) Ülkemizde salgınla birlikte yüz yüze öğretimin sona ermesi ve uzaktan eğitimin başlaması öğretmenlerin teknolojik yeterliliği ile ilgili bir gerçeği

20

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ortaya çıkarmıştır. Öğretmenlerin çoğunun salgın öncesinde uzaktan eğitim süreçlerine hiç maruz kalmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla öğretmenler uzaktan eğitimin ilk zamanlarında ders anlatmak, online ortamda etkinlik tasarlamak/uygulamak ve süreci yönetmek noktasında bazı sorunlar yaşamıştır. Bununla birlikte, uzaktan eğitimin ilk dönemleri öğretmenlerin sistemi öğrenmeye çalışması, sisteme uyum sağlaması ve bu süreci içselleştirmeleri bakımından önemli kazanımlar sağlayacak şekilde geçmiştir. Böylece salgın geride bırakıldığında pek çok öğretmenin uzaktan eğitim süreçlerine yönelik ciddi bir deneyim kazanacağı düşünülmektedir. Bu durum öğretmenlerin başta teknoloji olmak üzere uzaktan eğitim konusunda hem kendi yeterliliklerini artırmalarını hem de ilerleyen süreçlerde yine istenmeyen durumlardan dolayı uzaktan eğitim süreçleri yaşanması gerekirse bu süreçlere daha hazırlıklı olmalarını sağlayacaktır. Bu durumun kriz sonrası yeni bir öğretim tasarımına dönüşeceği düşünülmektedir. Bu tasarım, yüz yüze eğitimle uzaktan eğitimin dengeli bir şekilde birbirine entegre edileceği eğitim-öğretim süreçlerini yeniden kurgulama, bilişim teknolojilerini öğrenme amacıyla daha etkili kullanabilme boyutlarının önemsendiği bir yaklaşıma sahip olacaktır. Bu doğrultuda okullar açıldıktan sonra eğitim kurumlarının aşağıda belirtilen noktalar üzerine düşünmesi, hazırlık yapması ve süreçleri yeniden tasarlaması gerekmektedir: • •

• •

Uzaktan eğitimin yüz yüze eğitim ile birlikte nasıl etkili bir şekilde kullanabileceği, Bilişim teknolojilerinin eğitim-öğretim süreçlerini yapılandırma, izleme ve değerlendirme noktasında nasıl daha verimli hale getirilebileceği, Öğrencilerin ve ebeveynlerin öğretimin planlanması ve uygulanması süreçlerine nasıl daha etkin dahil edilebilecekleri, Öğretmenler arası paylaşım ve işbirliğinin nasıl geliştirilebileceği.

Yukarıda bahsedilen maddeler salgın sonrası eğitim-öğretimin eskisi gibi devam etmeyeceğini, teknolojinin artık eğitim süreçleri içerisine daha fazla gireceğini ve süreç sonucunda daha farklı teknoloji odaklı eğitim sistemlerinin karşımıza çıkacağını ortaya koymaktadır. Başta MEB olmak üzere tüm eğitim kurumlarının yeni oluşacak bu sisteme yönelik hazırlıklarını hızlandırmaları oldukça önemli görülmektedir.

21

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

2) Öğretmenlerin okullar açıldığında sağlıklı bir başlangıç yapabilmesi için yalnız bırakılmaması gerekmektedir. Öğrencilerin öğrenme kayıplarının belirlenmesi, öğrenme açığının telafi edilmesi ve öğrencilere duygusal yönden destek sağlanması öğretmenlerin becerileri kadar motivasyonlarına da bağlı olacaktır. Bu nedenle öğretmenler için bu süreç içerisinde ihtiyaçları olabilecek alanlarda pek çok boyutu içeren bir destek planı hazırlanmalıdır. Bu destek sürecinde öğretmenler de dinlenerek sürecin tepeden inme bir yaklaşımla değil, öğretmenlerin görüşleri dikkate alınarak hazırlandığının hissettirilmesi önem taşımaktadır. Sistemin Covid-19 Sürecindeki Sorunları ve Çözüm Önerileri 1) Öğrencilerin kaçırdıkları derslerin telafilerinin yapılıp yapılmayacağı, yapılacaksa farklı kademe ve sınıf düzeylerindeki öğrenciler, engelli, öğrenme güçlüğü olan ve özel eğitime ihtiyacı olan öğrenciler için telafilerin nasıl planlanacağı ve hayata geçirileceğinin kararlaştırılması gerekmektedir. Uzmanlar engelli ve özel gereksinimi olan öğrencilere yönelik çalışmaların yetersiz kaldığını belirtmektedir.  Bu kapsamda hazırlanacak acil eylem planı ile bu öğrencilerin ihtiyaçlarının giderilmesi gerekmektedir. Özellikle içerik geliştirme ve yürütme aşamasında STK’lar ve üniversitelerden destek alınabilir.

22

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

2) Koşulları nedeniyle uzaktan eğitime erişemeyen, uzaktan eğitim araçlarını kullanamayan çocuklara ve ailelere gerekli maddi ve manevi destek sağlanmalıdır. MEB sisteme öğrencilerin daha aktif katılımını sağlayan yeni içerikler ve programlar yükleyebilir, öğrenci ve öğretmenlere daha fazla destekleyici girişimlerde bulunabilir. Hatta öğretmenler arasında bu tür girişimleri gösterebilecekleri iyi örnek uygulamaları yapılabilir. Bu noktada hâlihazırda uygulanan ve devam etmesi önerilen bir diğer girişim ise belli bir kotaya kadar öğrencilere, velilere ve öğretmenlere internet desteği sağlama uygulamasıdır. Bu süreçte uzaktan eğitim sürerken her öğrencinin ilgi duyduğu alanlarda (sanat, spor, mutfak, teknoloji vb.) evde kendini geliştirmesi için imkanlar sağlanmalı ve yapılacak çalışmalar sergilenerek öğrencilerin gururlandırılacağı tasarımlar planlanmalıdır. Hatta dijital olarak bu alanda yarışmalar yapılabilir. Bu şekilde öğrencilerin motivasyonu artacak ve evde uğraşabilecekleri farklı alanlar yaratarak kendilerini geliştirebileceklerdir. Pandemi sürecinde okullardaki rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetleri oldukça önem kazanmış ve bu olağanüstü dönemde rehberlik öğretmenleri de pek çok soru ve problemle karşılaşmıştır.

Okul Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Hizmetlerinin Covid-19 Sürecindeki Sorunları ve Çözüm Önerileri 1) Aile rehberliği çalışmalarının öğrencilerle yürütülen kişisel, eğitsel ve mesleki rehberlik çalışmaları kadar önemli hale geldiği fakat okullarda bu kapsamda fiili olarak yürütülen çalışmaların salgın sürecinin gereksinimlerini karşılayacak kapsamda ve çeşitlilikte olmadığı, dışarıdan desteğe ihtiyaç duyulduğu görülmüştür. Bu konuda rehber öğretmenlerin yetkinlikleri hizmet içi eğitim fırsatları ile artırılmalıdır. 2) Zorlu yaşam olaylarına (deprem, afet vb.) müdahaleyi gerektiren “psikososyal müdahale hizmetleri” çalışmalarına, salgın durumlarında yürütülecek rehberlik hizmetleri açısından yeterince hazır olunmadığı görülmüştür. Bu dönemde rehberlik hizmetleri kapsamında öğretmenler tarafından öğrencilere konsantrasyon güçlüğü, motivasyon kaybı, içe çekilme, kaygı, algılama 23

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

zorluğu, hafıza zayıflığı, hayal kırıklığı, uyku bozukluğu sorunları yaşayabilecekleri konusunda sistemli ve kapsamlı bir bilgilendirme yapılması gerekliliği doğmuştur. 3) Okul rehberlik hizmetleri kapsamında yürütülen hizmetlerde öğrencilere artan online platform kullanımının olası riskleri üzerine (örneğin sanal zorbalık, dijital okuryazarlık, online oyun ve kumar bağımlılığı vb.) yeterince önleme ve bilgilendirme çalışması yapılmadığı görülmüştür. Öğrencilere artan online platform kullanımının olası riskleri üzerine (örneğin sanal zorbalık, dijital okuryazarlık, online oyun ve kumar bağımlılığı vb.) veli ve öğrenci bazlı rehberlik etkinliklerinin sunulması önemlidir. 4) Psikolojik danışmanların/rehber öğretmenlerin rehberlik hizmetlerinin sunulması sırasında dijital platform ve araçlardan istifade etmekte yer yer zorlandığı ve buna bağlı olarak motivasyon kaybı yaşadığı ve okul psikolojik danışma ve rehberlik hizmetlerinin diğer öncelikleri arasında bu duruma hızlı ve sistemli müdahalede bulunamadığı görülmüştür.

Okul psikolojik danışmanlarının/rehber öğretmenlerin rehberlik hizmetlerinin dijital platformlarda sunulması konusunda destekleyici hizmet içi eğitimlerden geçirilmesi ve bu duruma ilişkin yetersizlik hislerinin hafifletilmesi gerekmektedir.

5) Öğretmenlerin çocuk ve ergenlerin sergileyebileceği psikolojik semptomlar konusunda baştan yeterince bilgilendirilmediği ve öğretmenlerin öğrencilerden performans beklentilerinin mevcut şartlarla tam bir uyumluluk içinde olmadığı, okul psikolojik danışma ve rehberlik hizmetlerinin hızlı ve sistemli müdahale programı geliştirmeye ihtiyacı içinde olduğu gözlenmiştir. Psikososyal müdahale hizmetleri kapsamında salgının çocuk ve ergenler üzerinde yarattığı etkiyi ele alacak büyük grup ve küçük grup rehberliği çalışmalarının artırılması önemlidir.

24

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

2.2. Yükseköğretim Türkiye’de yükseköğretim kurumlarında değişik seviyelerde öğrenim gören 8 milyonu aşan öğrencinin Covid-19 salgını sürecinde eğitim ve öğretim faaliyetlerinden mahrum bırakılması düşünülemez. Salgının ne zaman biteceğine ilişkin tahmin ve tartışmalar sürerken her türlü senaryoya hazırlıklı olunması gerekmektedir. Bu noktada krizin başlangıcından bu yana Türkiye ve çeşitli ülkelerde uygulamaya alınan uzaktan eğitim-öğretim teknolojileri önemli imkanlar sunmaktadır. Covid-19 nedeniyle eğitim-öğretime uzaktan devam eden bazı üniversiteler (Cambridge Üniversitesi ve İngiltere Manchester Üniversitesi örneğinde olduğu gibi) önümüzdeki sonbahar döneminde de yüz yüze eğitim yapılmayacağını ve uzaktan eğitime devam edileceğini hâlihazırda ilan etmiş bulunuyor. Pandemi ile mücadelede mesafe alınamaması durumunda çok sayıda yükseköğretim kurumunun benzer duyuruları yapacağını tahmin etmek kehanet olmayacaktır. Bu noktada Türk üniversitelerinde teknik donanım ve altyapısı olan kurumlar kısa sürede uzaktan öğretime geçme başarısını göstermiştir. Öğretimin içeriği, niteliği ve öğreticilerin performansı elbette araştırılması ve tartışılması gereken konular arasındadır. Üniversitelerin teknolojik altyapıları, uzaktan öğretim deneyimleri, öğretim üyelerinin deneyim ve istekliliği, öğrencilerin uzaktan erişim imkanları ve motivasyonu, kullanılacak ders materyalleri ve içeriklerinin niteliği, kullanılan portalın sağladığı imkanlar, idari personel ve üniversite yönetiminin liderlik özelliklerine bağlı olarak uzaktan eğitimin “etkinliği” değişkenlik göstermektedir. Uzaktan eğitim ile

25

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

yüz yüze eğitimin etkinlik analizini (impact analysis) yapan temsilî bir araştırma olmadığından şu aşamada hangi üniversitenin hangi noktada olduğunu bilmek zor olsa da üniversiteler kendi öğrencileri, öğretim üyeleri ve idari personelleri üzerinde yürüttükleri araştırmalar ile bazı ölçümler ve SWOT analizleri yapabilmekte, ulaştıkları sonuçlara göre kararlar alabilmektedir. Bugün, Covid-19 Öncesi Dünya ve Covid-19 Sonrası Dünya tartışmaları yapılıyor. Yaşananlar her alanda bazı değişimleri beraberinde getiriyor ve bunlardan bir kısmı kalıcı hale gelebilecek. Salgının çaresi bulunsa da uzaktan eğitim ve uzaktan çalışma gibi bugünlerde pratikleri yapılan eğitim ve istihdam formları ve modelleri sundukları imkanlar itibarıyla daha da yaygınlaşacak. Bunlar yüze yüze eğitim-öğretim ve ofiste, fabrikada çalışmanın alternatifi değil ancak onlara ek olarak kullanılabilecek imkanlar olarak yaygınlaşacak. Eğer pandemi uzmanların da iddia ettiği gibi bir veya iki yıl sürecek ise uzaktan/sanal/çevrimiçi iş, eğitim, idare modelleri daha da yaygınlık kazanacaktır. Yükseköğretim söz konusu olduğunda da uzaktan eğitim-öğretim bir imkan olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak pek çok meydan okumayı da beraberinde getirmektedir.

Pandemi sürecinde öğretimin içeriği, niteliği ve öğreticilerin performansı araştırılması ve tartışılması gereken konular arasındadır.

26

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Yükseköğretim Kurumlarına Etkiler ve Öneriler Yükseköğretim verilerine göre, Türkiye’deki 207 üniversitenin 123’ünde Uzaktan Öğretim Uygulama ve Araştırma Merkezi bulunmaktadır. Hâlihazırda çevrimiçi eğitim ve uzaktan eğitim faaliyetleri ile ilgili altyapıya sahip yükseköğretim kurumları ciddi bir adaptasyon sorunu yaşamayıp tecrübelerini bu sürece olumlu olarak transfer ederken, yoğun yüz yüze eğitim yapan kurumlar ise ciddi problemlerle karşılaşmışlardır. 1) Yükseköğretim kurumlarının birinci derecede karşılaştığı problem bu çevrenin yaratılması ve stabil hale getirilmesi gerekliliğidir. 2) İkincisi ise öğrenenlerin ve öğreticilerin yeni çevreyi nasıl algıladığı, ona adapte olup olamadığı ya da onun sürekliliğini benimseyip benimsemeyeceği problemi olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin, İAÜ kapsamında yapılan çalışmalarda, ilk gözlemler ve tecrübeler itibarıyla, 10 öğrenciden altısının hızlı bir şekilde yüz yüze eğitime dönmek istediği tespit edilmiştir. Farklı fakülte ve programlarda yer alan öğrencilerin %55’inden fazlasının yüz yüze eğitimin öyle veya böyle uzaktan eğitimden her açıdan daha iyi olduğunu ifade ettiği de tespit edilmiştir. Uluslararası perspektifte gerçekleştirilen ve uzaktan eğitim olgusunu konu edinen araştırmaların odağında doyum kavramının yer aldığı

27

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

görülmektedir. Üniversite düzeyinde hem öğreticiler hem de öğrenenler öğretimsel ve öğrenimsel süreçlerden psikolojik, sosyal, bilişsel, entelektüel ve duygusal açıdan doyum almak isterler. Uzaktan eğitim çevresi her ne kadar gerçek yaşantı örüntülerinin önünü açacak şekilde kurgulanmış ve planlanmış olsa da üniversite kavramı nitelikli sosyalleşme çevresi tanımı ile sıkça eşleştirilmektedir ki bu vurgu YÖK tarafından da sıklıkla yapılmaktadır. 3) Bir diğer problem ise öğretimsel faaliyetler açısından düşünüldüğünde fırsat eşitliğinin oldukça önemli bir kavram olarak uzaktan eğitim bağlamında kendini göstermesidir. Öğreticilerin uzaktan eğitimi konforlu alanlarında kolaylıkla icra edebilecekleri kurum temelli altyapısal araç ve gereçlere ulaşabiliyor olması, tüm öğrenenlerin de gerekli ve yeterli şartı sağlayarak bu sistemlere ulaşabiliyor olduğu anlamına gelmeyebilir. Birçok üniversite öğrencisi bu süreçte internet altyapısı olmayan köylerine dönmek zorunda kalmıştır. Bu anlamda standardın yakalanabilmesinin yollarının aranması bu konuya çözüm oluşturabilir.

28

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

4) Bir eğitim sisteminde reform yaşandığı zaman önerilen reform temelli değişimi sınıfa taşıyacak kişiler her eğitim düzeyinde, tartışma götürmeksizin öğreticilerdir. Öğreticiler öğretim faaliyetlerini ister okul öncesi düzeyde ister yükseköğretim düzeyinde icra etsin, şu an da olduğu gibi, eğitim sistemlerindeki değişimin en önemli bireyleridir. Dolayısıyla uzaktan eğitimin özellikle yükseköğretim kurumlarında öğretim faaliyeti içinde olan akademisyenler için de ciddi olumlu ve olumsuz getirileri olmuştur. Bu bağlamda eğitim psikologları ve alan uzmanları teknolojik pedagojik alan bilgisi (TPAB) kavramının gerekliliğini sıklıkla vurgulamışlardır. Son 30 yılda, özellikle teknolojik gelişmelerin gözle görülebilir ivme kazandığı zaman diliminde, teknolojinin yükseköğretim bağlamında sınıf içi/dışı pedagojik pratiklere etkisi söz konusudur. Bu noktada teknolojinin öğretimsel faaliyeti nasıl iyileştirilebileceğinin yollarının aranması önemlidir. Bu durumun kriz sonrası yeni bir öğretim tasarımına evrileceği düşünülmektedir. Bu tasarım, yüz yüze eğitimle uzaktan eğitimin dengeli bir şekilde birbirine entegre edileceği eğitim-öğretim süreçlerini yeniden kurgulama, bilişim teknolojilerini öğrenme amacıyla daha etkili kullanabilme boyutlarının önemsendiği bir yaklaşıma sahip olacaktır. Bu noktada YÖK’ün de yükseköğretimde farklı eğitim-öğretim yaklaşımı arayışı içinde olacağı yadsınamaz bir gerçektir. Dünya çapında birçok üniversite teknoloji-eğitim entegrasyonuna ilişkin dersleri çevrimiçi ya da yüz yüze olacak biçimde ilgili kitleye sunabilmiştir. Bu kanallar eğitim ve teknoloji olgusunu bir dereceye kadar bütünleştirmiştir ancak bunların çok daha ötesinde, gerçek bir entegrasyon için öğretim üyesinin teknolojik pedogojik alan bilgisi öne çıkmaktadır. Akademisyenlerin bu alandaki yeterlilikleri üniversitelerin sağlayacağı fırsatlar ile artırılmalıdır. Bu konuda YÖK ve üniversitelerin işbirliği içinde olması önemlidir. Covid-19 sürecinde üniversite öğrencileri ile yapılan pek çok araştırma onların üniversite hocalarının uzaktan ders anlatma becerileri, ders içerikleri ve eğitim materyallerinden memnun olmadıklarını ortaya çıkarmıştır.

29

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

5) YÖK Dersleri Platformu ilk günden itibaren hem öğrenci hem de akademisyenlerin açık erişimine sunulmuş olmakla birlikte bu dersler teorik dersleri kapsamaktadır. Üniversiteler bu süreçte uygulama dersleri için farklı alternatif çözümler bulmak durumunda kalmıştır. Uygulama dersleri teoriğin pratiğe transfer edildiği, önemli işlevi olan ve öğrencinin alan ile ilgili becerilerini geliştirdiği fırsatlardır. Öğrenci uygulama dersleri kapsamında sahada çalıştığı için kariyer fırsatlarından da faydalanabilmektedir. Uzaktan eğitim sürecinde öğrenciler bu deneyimden yoksun kalmışlardır. Bu yoksunluk nedeniyle oluşan yetersizlikler önümüzdeki dönemde ortaya çıkacaktır. Bu konuda olumsuzlukları telafi edecek önlemler YÖK ve üniversiteler tarafından alınmalıdır. 6) Covid-19 sürecinde hâlihazırda Türkiye’de eğitim almakta olan yabancı öğrenciler kendi ülkelerine, ailelerinin yanına dönmeyi tercih etmişlerdir. Bu sebeple üniversitelerimizin bu öğrencilerin eğitim ücretleri üzerinden şimdiden önemli maddi kayıpları oluşmuştur. Bu durumdaki öğrenciler için YÖK’ün uluslararası öğrenci teminine dair düzenlemelerinde birtakım esneklikler sağlaması sayesinde, mezuniyeti geciken ve kısıt ve yasaklar sebebiyle uluslararası eğitime katılamayacak öğrenciler için Türkiye bir çekim noktasına dönüşebilir. Mezuniyeti geciken öğrencilerin akademik dönemlerini kaybetmemeleri için sadece önümüzdeki güz akademik yılına mahsus olmak üzere öğrencilere lise mezuniyetlerini tamamlamak ön koşulu ile özel öğrenci statüsünde üniversitelere kayıt olma imkanı sağlanabilir. 7) Covid-19 salgınının yaz ve sonbahara uzaması durumunda uluslararası öğrenci hareketliliği öğrencilerin geldiği ülkeler veya Türkiye tarafından kısıtlanacak veya yasaklanacaktır. Bu durumda üniversitelerimizin uluslararası öğrenci kayıtları ve kayıt yenileme oranları ciddi şekilde azalacaktır. Kendi ülkelerinden hiç ayrılmadan uzaktan eğitim imkanının sağlanması halinde ise dünyanın her yerinden öğrencilerin Türkiye üniversitelerini eğitim için tercih etmelerini sağlayarak bu bağlamda öncü bir ülke olabiliriz. Uluslararası öğrenciler için online kayıt ve sınavlar dahil olmak üzere uzaktan eğitim hizmeti verebilmesi için YÖK işbirliğiyle bir çalışma yapılması yanında bu altyapıyı kurabilmek için gerçekleştirilecek çalışmaların devlet destekleri kapsamına alınması faydalı olacaktır.

30

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

xxx 8) Bu süreçte ülkemizde kalan ve eğitimlerine devam eden uluslararası öğrencilerimizin dünyadaki ekonomik sıkıntılar sebebiyle maddi olanaksızlıklar yaşama olasılıkları yüksektir. Hâlihazırda ülkemizde yükseköğrenim gören uluslararası öğrencilerin yurtlara yerleştirme kontenjanlarının artırılması ve talep eden öğrencilerin devlet yurtlarına yerleştirilmesi eğitimlerini sürdürmelerine imkan verecektir. 9) Covid-19 sürecinde üniversitelerimiz seyahat kısıtlamaları sebebiyle fuarlara katılamamış, yerinde tanıtım faaliyetleri gerçekleştirilememiş ve ilgili devlet desteklerinden faydalanmamıştır. Bu bağlamda harcanması planlanan fuarlara yönelik devlet destekleri kalemlerinin kaydırılması ve bu desteklerin hedef ülkelerdeki paydaşlarımızın devreye sokulması ve onlar aracılığıyla yerinde tanıtımlar, çok daha kapsamlı ve uzun süreli online tanıtımlar gibi farklı tanıtım desteklerine aktarılması önerilebilir.

31

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

32

ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DIŞ POLİTİKA: TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİ Dr. Öğretim Üyesi Seçkin Barış Gülmez

Uluslararası İlişkiler Bölümü, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi

33

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Covid-19 salgını son üç aylık dönemde sadece ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarını etkilememiş, uluslararası güvenliği de zaafa uğratmıştır. Hâlihazırdaki güvenlik tehditlerinin salgın ile şiddetlendiği ve küresel ölçekte yayıldığı bu dönemde, yeni tehditlerin de ön plana çıktığı görülmektedir. Covid-19 ile birlikte özellikle gıda güvenliği, biyolojik terör ve siber güvenlik gibi kavramların devletlerin gündemini daha çok meşgul edeceği ve bu tehditlere karşı yeni önlemlerin geliştirilmesi gerektiği öngörülmektedir. Türkiye de benzer bir durumdadır. Bir yandan çevresindeki devam eden tehdit unsurlarıyla daha kararlı mücadele etme gereği duyan Türkiye, aynı zamanda salgınla gündeme gelen yeni güvenlik tehditleriyle de baş etmek zorundadır. Bu çalışma, Covid-19’un güvenlik açısından Türkiye’ye etkilerine odaklanarak, yeni güvenlik tehditlerine karşı Türkiye’nin geliştireceği stratejiye esin kaynağı olmayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda çalışma, ilk önce Türkiye’nin çevresinde devam eden güvenlik tehditlerinin (Libya, Suriye ve PKK terörü) salgın sonrası durumuna odaklanacak, Türkiye’nin bu süreçte nasıl bir yol izlemesi gerektiği üzerine tavsiyelerde bulunacaktır. Daha sonra NATO’nun son durumu ve Türkiye’nin NATO ittifakı içindeki gelişen konumu üzerine eğilecek olan çalışma, yeni güvenlik tehditlerine karşı Türkiye’nin NATO nezdinde nasıl bir strateji geliştirebileceği üzeri-

34

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

--ne fikirler sunacaktır. Son kısımda da Covid-19’un siber güvenliğe etkisi tartışılacak ve Türkiye’nin siber diplomasi aktörü olarak çeşitli uluslararası platformlarda siber dayanışmada öncü olma potansiyeli vurgulanacaktır.

Bölgesel Güvenlik Tehditleri Covid-19 salgını hâlihazırdaki güvenlik meselelerini geri plana itmiş gibi görünse de kısa sürede bölgemizdeki güvenlik tehditleri tekrar ön plana çıkmaya başlamıştır. Örneğin, Libya’da darbeci Hafter güçlerinin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne yönelik saldırıları ülkemizin güvenliğini de etkilemektedir. Libya’daki çatışmalar salgın döneminde de şiddetini sürdürürken devletimizin ülkedeki diplomatik çabaları da hız kesmemiştir. Ne var ki, Hafter’in destekçileri arasında Fransa, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi devletlerin olması, bizim açımızdan ülkedeki iç savaşı daha da karmaşık bir diplomatik mücadele alanına çevirmektedir. Kaldı ki, Libya hükümetiyle yapılan mutabakat sonrası Yunanistan ile Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı egemenliği konusunda yaşadığımız ihtilaf da devam etmektedir. Covid-19 sonrası dönemde de Libya’daki iç savaş, bölgedeki güvenliğimiz ve egemenlik haklarımız açısından büyük önem taşımaya devam edecektir. Yine, Suriye iç savaşının ve YPG ile DEAŞ terör örgütlerinin şiddet eylemlerinin de bu dönemde artarak devam ettiği görülmektedir.

35

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Covid-19 salgını etkisiyle su ve gıda kıtlığı yaşanması da muhtemel görünmekte, bunun da bölgesel çatışmaları şiddetlendireceği düşünülmektedir. Bu noktada gıda güvenliği önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Devletimizin özellikle ülkemizin gıda temininde kendi kendine yeten bir yapıya kavuşması için gerekli adımları atması gerekmektedir. Yerli üretimi ve tohumu koruyan ve özendiren uygulamaların artması, ülkemizin gıda güvenliğinin sağlanmasında ve ileride yaşanması muhtemel sıkıntıların önünün alınmasında önemli rol oynayacaktır. Covid-19 salgını, birçok alanda olduğu gibi terörizm konusunda da uluslararası ortamdaki güvenlik açığını artırmaktadır. Devletlerin salgınla mücadelesini fırsat bilen terör örgütleri şiddet eylemlerinin dozunu yükseltmektedir. Ayrıca, salgın hastalıkların terör eylemleri esnasında teröristler tarafından biyolojik silah gibi kullanılabileceği ihtimali uluslararası platformlarda ciddi şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Türkiye’nin özellikle biyolojik terör denilen bu yeni olguya karşı ön alıcı hazırlıklar yapıp müttefik ve dost hükümetler ile dayanışma içine girmesi gerekmektedir. Son dönemde terör eylemlerini artırdığı gözlenen PKK terör örgütü, salgınla mücadelemizi fırsat bilip saldırılarını şiddetlendirme eğilimi göstermiştir. Salgının ülkemizde etkisini göstermeye başladığı Mart-Mayıs döneminde PKK terör örgütünün saldırılarında önceki üç aya göre önemli bir artış gözlenmiştir. PKK/ YPG teröristlerinin son dönem saldırıları arasında, Suriye’nin Afrin ilçe merkezinde bomba yüklü bir yakıt tankeri ile gerçekleştirdiği ve 44 sivilin hayatını kaybettiği saldırı da bulunmaktadır. Buna karşılık, devletimizin terör örgütüne karşı sürdürdüğü kararlı duruşu, ülkemizin salgın döneminde terörden uğradığı kaybı minimumda tutmuştur. Özellikle, Jandarma Özel Harekat birimlerimizin aktif katkılarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, Covid-19 sürecinde uyguladığı KAPAN operasyonları sayesinde PKK’ya çok büyük darbe vurmuştur. TSK, adeta Covid-19 sürecini lehine çevirerek PKK’yı büyük kayba uğratmıştır. Bu sayede, terör örgütünün Covid-19 salgınını kendi lehine çevirmesine izin verilmemiştir. Ne var ki, önümüzdeki dönemde PKK ve DEAŞ gibi terör yapılarının taktik değiştirmesi ve biyolojik terörizm olarak adlandırılan, salgının bir silah gibi kullanıldığı saldırılarını yoğunlaştırması riski göz önünde bulundurulmalıdır. Bu tarz saldırılar, eğer önü alınmazsa çok büyük etki yaratabilir ve önümüzdeki dönemde terörizmin yeni gerçeği olarak karşımıza çıkabilir. Biyolojik

36

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

terörizm konusunda Avrupa Konseyi de son dönemde uyarılarda bulunmuştur. Covid-19 ile birlikte artık salgın hastalıkların terör amaçlı kullanımının yaygınlaşabileceğini belirten Avrupa Konseyi yetkilileri, üyelerini ortak çözüm bulmaya davet etmiştir. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri António Guterres de benzer bir açıklama yaparak terör odaklarının önümüzdeki dönemde yeni virüsler yaratarak dünyayı kaosa sürüklemeye çalışabileceği uyarısını yapmıştır. Maalesef şu ana kadar yapılan dayanışma çağrılarına rağmen biyolojik terörizm tehlikesine karşı hükümetler henüz bir araya gelip ortak hareket etme konusunda mutabık olamamıştır. Biyolojik terörün engellenmesi yönünde Türkiye’nin öncü rol oynaması, hem ülkemizin PKK ve DEAŞ gibi terör unsurlarıyla mücadelesinde, hem de Covid-19 benzeri bir salgının önünün alınmasında hayati önemdedir. Bu bağlamda Türkiye hem Avrupa Konseyi hem de NATO nezdinde biyolojik terörizme karşı ortak mücadele çağrısı yapıp ortak ön alıcı kapasitelerin geliştirilmesi ve ortak bir “ön alıcı müdahale birimi” kurulmasına öncülük edebilir. NATO ile İlişkiler Covid-19 salgını sonrasında Türkiye’nin üyesi olduğu, dünyanın en önemli kolektif savunma kurumlarından olan NATO’nun da bir belirsizlik içinde olduğunu belirtmek gerekir. Hâlihazırda ABD ve başlıca Avrupa ülkeleri arasındaki fikir ayrılıkları NATO’da bir otorite boşluğu yaratırken, bu durum Covid-19 ile daha da

37

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

belirgin bir hal almaktadır. Bu süreçte Türkiye, NATO bünyesinde daha aktif rol oynayarak örgüt içindeki nüfuzunu ve etkinliğini artırabilir. Donald Trump Devlet Başkanı olduğundan bu yana ABD’nin NATO’ya yönelik isteksiz bir tutum içinde olduğu aşikârdır. Gerek Twitter üzerinden yaptığı provokatif paylaşımlar gerek ABD Dışişleri Bakanlığı’nın kurumsal yapısını sekteye uğratan uygulamaları, Amerikan dış politikasını geleneksel çizgiden uzaklaştırmış ve ABD yönetimi adeta dış politikada karar veremez hale gelmiştir. Trump döneminde büyük oranda iç politikaya odaklanan ABD, dış politikada çok daha pasif bir imaj çizmektedir. Bu nedenle, Trump’ın diğer ülkelere yönelik tehdit dolu demeçleri sadece söylemde kalmaktadır. ABD’nin hem geleneksel müttefikleri nezdinde güvenilirliği hem de Rusya ve Çin gibi rakiplerinin gözünde caydırıcılık gücü azalmıştır. Covid-19 salgını ve sonrasındaki dönemde ABD’nin dış politikada daha da pasif konuma geçmesi olasıdır. Salgınla mücadelede büyük hayal kırıklığı yaratan Trump yönetimi, 100.000’den fazla Amerikan vatandaşının hayatını kaybetmesine engel olamamıştır. Siyahi Amerikan vatandaşı George Floyd’un bir polis memuru tarafından öldürülmesiyle son dönemde tekrar gündeme gelen ABD’deki ırkçılık tartışmaları, yerini protestolara bırakmış ve 30’dan fazla büyük şehirde olaylar çıkmıştır. Trump yönetimi çareyi orduda görmüş ancak Savunma Bakanı gibi bazı üst düzey yetkililer bu konuda görüş birliği içinde olmadıklarını belirtmiştir. Son gelişmeler de göstermektedir ki, ABD’de iç siyaset, dış siyaseti büyük oranda gölgede bırakmakta ve ABD dış politikası çok daha pasif bir hale gelmektedir. Hâlihazırda NATO gibi ittifakları ABD için yüksek maliyetli projeler olarak gören Trump’ın, yeni dönemde ABD’nin NATO’daki geleneksel liderlik rolünden vazgeçme eğiliminde olması kuvvetle muhtemeldir. Avrupa kanadında ise, Fransa’nın önderliğinde AB’nin NATO’dan bağımsız bir savunma ve güvenlik aktörü haline gelmesine yönelik talepler, özellikle son dönemde ön plana çıkmaktadır. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un NATO’nun “beyin ölümü” yaşamakta olduğuna dair demeçleri, Yapılandırılmış Daimi İşbirliği (PESCO), Avrupa Savunma Fonu (EDF) ve Avrupa Müdahale Girişimi (EI2) gibi bağımsız Avrupa savunma işbirliği girişimleri ve bağımsız bir Avrupa ordusu kurulması tartışmaları, AB’nin önümüzdeki dönemde NATO’dan bağımsız bir güvenlik ve savunma siyaseti izlemesi olasılığını artırmaktadır. AB ülkelerinin son dönemde artan Avrupa’nın stratejik özerkliği söylemleri ve girişimleri, sadece ABD

38

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ve NATO’dan değil, aynı zamanda Türkiye’den de bağımsız bir Avrupa güvenlik ve savunma mekanizması oluşturma iradelerine işarettir. NATO üyeleri arasında en güçlü ordulardan birine sahip olan Türkiye, hem Doğu hem de Batı’yı bir araya getiren son derece önemli bir konumdadır. Son dönemde NATO üyeliğinin gerekliliği Türkiye’de de sorgulanmışsa da esasen NATO üyeliği Türkiye’ye hâlihazırda önemli avantajlar sunmaktadır. Türkiye, NATO bünyesinde kalarak NATO içerisinde kendisine karşı oluşabilecek herhangi bir karşı duruşun önünü almaktadır. Örneğin, Türkiye’nin NATO üyeliği, devam eden ikili meselelere karşı Yunanistan’ın çabalarıyla NATO içinde Türkiye karşıtı bir tutumun benimsenmesinin önüne geçmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin NATO üyeliği konusunda Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakları konusunda Yunanistan ile anlaşmazlığımız devam etmektedir. Ayrıca, Fransa da Libya konusunda karşımızda yer almakta, YPG’nin NATO nezdinde terörist olarak resmen tanınmasına engel oluşturan ülkelerin başında gelmektedir. Bu ülkelerin NATO nezdinde bize karşı bir blok oluşturmasına yine NATO içinde hareket ederek engel olunmaktadır. Bunun dışında, NATO üyeliği Rusya ile ilişkilerde Türkiye lehine bir emniyet sigortası görevi görmekte ve Rusya’nın Türkiye’ye karşı emperyalist bir siyaset izlemesine engel olmaktadır. Özellikle Libya ve Suriye konusunda önümüzdeki dönemde Rusya ile yeni gerginlikler yaşanabileceği de hesaba katılırsa, Türkiye’nin NATO üyeliğinin değeri daha iyi anlaşılacaktır. Yine, NATO üyeliği sayesinde Türkiye, ABD ve Rusya gibi iki rakip devlet arasında denge siyaseti güderek manevra alanını kuvvetlendirebilmektedir. Türkiye, büyük güçlerden olabildiğince bağımsız bir güvenlik siyaseti izlemek istiyorsa bunu NATO bünyesinde daha rahat yapabilir. Üstelik, son dönemde böylesine bir otorite boşluğunun yaşandığı NATO’ya liderlik etme adına Türkiye’ye önemli bir fırsat doğmaktadır. Türkiye, Covid-19 sonrası NATO’da oluşacak yapıyı etkileyecek ve yönetiminde daha çok söz sahibi olacak bir konuma gelebilir. Dolayısıyla NATO üyeliğine daha çok yatırım yapmak, bu dönemde Türkiye için önem arz etmektedir. Bu bağlamda, 2022’de görev süresi dolacak olan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in yerine Türkiye’den ya da Türkiye’ye yakın bir üye ülkeden (Arnavutluk, Makedonya, Macaristan gibi) bir adayın desteklenmesine yönelik diplomatik müzakereler yürütülebilir. Ayrıca, Covid-19 sürecinde ortaya çıkan (biyolojik terörizm gibi) ve şiddetlenme eğilimi gösteren (siber terörizm gibi) yeni güvenlik

39

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

tehditlerine karşı ortak mücadele konusunda Türkiye’nin NATO çatısı altında gündem belirleyici olması, öncü adımlar atması ve ilgili etkinliklere ev sahipliği yapması, örgüt içerisindeki nüfuzunu önemli oranda artıracaktır. Aksi takdirde, hâlihazırdaki ortamdan diğer NATO üyesi ülkeler de faydalanmak isteyecektir. Son dönem NATO faaliyetleri incelendiğinde özellikle İtalya’nın NATO içindeki etkinliğini artırma çabaları göze çarpmaktadır. İtalyan hükümeti, birçok etkinliğe ev sahipliği yaparak NATO’daki görünürlüğünü ve nüfuzunu yükseltmeye çalışmaktadır. İtalya’nın NATO’dan bağımsız bir AB savunma ve güvenlik mekanizmasına da olumsuz yaklaştığı bilinmektedir. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde NATO içinde İtalya ve Türkiye arasında bir nüfuz mücadelesi yaşanması muhtemeldir. NATO’nun Gürcistan ve Ukrayna gibi eski Sovyet ülkelerine yönelik genişleme planları ve Asyalı devletleri içerecek şekilde genişleyip küresel bir güvenlik sistemine dönüşme tahayyülü konusunda Türkiye’nin söz sahibi olması hem ulusal hem bölgesel hem de küresel düzlemde önemi haizdir. NATO içinde aktif rol oynarken aynı zamanda Batılı olmayan bölgesel örgütlerle ve yükselen güçler denilen devletlerle stratejik ortaklıklar geliştirmesi Türkiye’nin yararınadır. Türkiye artan güvenlik tehditlerine karşı ulusal silah endüstrisinin gelişimi için teknoloji transferi konusunda Batılı müttefiklerinden yeterli desteği görememektedir. Özellikle Fransa ve İtalya gibi ulusal silah teknolojilerine yatırım yapan Avrupalı devletler, ABD’yi bu alanda ticari rakip olarak algılamaktadır. Bu devletler ABD’nin Almanya gibi Avrupalı devletlere yönelik Rusya’ya olan enerji bağımlılıklarını azaltma yönündeki çağrılarına ve sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) satma teklifine şüpheyle yaklaşmaktadır. Avrupa’nın ABD’ye stratejik bağımlılığının artmasından endişelenmektedir. Buna ek olarak, AB ve ABD arasındaki anlaşmazlıklar ve ABD’nin Türkiye’nin İran ve Rusya gibi komşularına yönelik tehditkar tutumu Türkiye’yi istemediği bir çatışmanın içine sürüklenmesi riskini doğurmaktadır. Türkiye’nin enerji güvenliğini etkileyecek ülkeler olan Rusya ve İran ile ilişkilerini dostane zeminde tutması ve hem ulusal hem de Batı dışından ortakları kapsayan silah endüstrisi geliştirme projelerine yatırım yapması kilit önemde bir stratejidir.

40

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Siber Güvenlik ve Siber Diplomasi Covid-19 sürecinin getirdiği en ciddi güvenlik meselelerinden biri, siber güvenlik alanına ilişkindir. Karantinadan dolayı herkesin evlere kapandığı dönemde birçok sektör online platformlara taşınmıştır. Bu durum, hâlihazırda güvenlik açığı bulunan siber alanın daha da güvensiz hale gelmesine neden olmaktadır. Zoom gibi online konferans platformları hackerların hedefi haline gelmiş ve yüz binlerce kullanıcının bilgileri çalınmıştır. Ayrıca, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası örgütlerin üst düzey görevlilerinin bilgisayarları hacklenmiştir. Ülkemiz de bu süreçten olumsuz etkilenmektedir. Örneğin, son dönemde Türkiye’deki şirketlerin %63’üne siber saldırı gerçekleştirilmiştir. Bu durum, devletimizin dijital platformdaki etkinliklerine karşı da önemli bir tehdit ihtiva etmektedir. Covid-19 sonrası dönem, birçok alanda olduğu gibi devletimizin çalışma alanlarının da ekseriyetle dijital platformlarda sürdürüleceği bir dönem olacaktır. Bu bağlamda, siber güvenlik alanında devletimizin atmış olduğu başarılı adımların artırılması ve ülke sathına yayılması elzemdir. Bakanlar Kurulu’nun 11/6/2012 tarihli ve 2012/3842 sayılı “Ulusal Siber Güvenlik Çalışmalarının Yürütülmesi, Yönetilmesi ve Koordinasyonuna İlişkin Kararı” ile başlatılan resmî süreç, kısa zamanda siber suçlarla kurumsal olarak bütüncül bir şekilde mücadele edilmesine olanak tanımıştır. Buna göre, Siber Güvenlik Kurulu oluşturulmuş ve T.C. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’na siber güvenlik alanında

41

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

görev ve yetkiler verilmiş; ayrıca TSK Siber Savunma Merkezi Başkanlığı ve TÜBİTAK Siber Güvenlik Enstitüsü kurularak Türkiye’de siber güvenlik meselesine çok yönlü çözümler getirilmiştir. Bunun dışında, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) bünyesinde Ulusal Siber Olaylara Müdahale Merkezi (USOM) ve Sektörel ve Kurumsal Siber Olaylara Müdahale Ekipleri (SOME) kurulmuştur. Özellikle Covid-19 salgını sonrası siber suçlarla mücadele kapsamında, son dönemde Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı himayesinde kurulan Türkiye Siber Güvenlik Kümelenmesi’nin eğitim çalışmaları önem arz etmektedir. Yine de, siber tehditlere etkin yanıt verebilmek için tüm devlet kurumlarında siber güvenlik birimlerinin aktif hale getirilmesi ve siber güvenlik uzmanlarının yetiştirilmesi elzemdir. Siber alanın daha güvenli bir yer hale getirilmesi noktasında uluslararası bir irade eksikliği söz konusudur. Birleşmiş Milletler ve NATO nezdinde siber güvenlik çalışmaları devam etse de ortak bir politikadan bahsetmek zordur. Üstelik NATO, siber güvenlik konusunda tamamen üye ülkelerin kapasitesine güvenerek, Estonya gibi üye devletlerin bireysel müdahaleleri üzerinden bir strateji oluşturmaya çalışmaktadır. Ayrıca, NATO’nun “siber savunma” çalışmalarının büyük çoğunluğunun yalnızca Rusya’yı hedef alan faaliyetlerden ibaret olduğu bilinmektedir. Covid-19 salgınıyla beraber siber alanın artan öneminin daha da belirgin hale gelmesi ve siber saldırıların çoğalmasıyla, uluslararası çapta bir siber güvenlik dayanışmasına olan ihtiyaç da artmaktadır. Devletleri bu ortak ülküde bir araya getirecek diplomatik girişimlere ihtiyaç bulunmaktadır. Siber diplomasi diye tabir edilen bu yaklaşım, şu ana kadar herhangi bir ülkenin liderliğinde ele alınmamıştır. 2015 yılında Avrupa ve ABD dışında 47 ülkenin ortaklığında kurulan Siber Güvenlik İttifakı’nın (CAMP), Covid-19 sonrası siber alanın güvenli hale getirilmesi için öncü olma potansiyeli bulunmaktadır. Bu oluşumun aktif bir üyesi olarak Türkiye, CAMP aracılığıyla küresel bir siber güvenlik ortaklığının kurulması yönünde öncü diplomatik rol oynayabilir. Yine, NATO ve Türk Keneşi bünyesinde de böyle bir girişimin geliştirilmesi yönünde aktif rol üstlenebilir. Covid-19 salgını, hem bölgesel düzeyde hem de ülkemizin güvenliği açısından yeni güvenlik tehditlerinin ortaya çıkmasına neden olmakta, hâlihazırdaki tehditleri de şiddetlendirmektedir. Önümüzdeki dönemde gıda güvenliği, siber güvenlik ve biyolojik terör gibi güvenlik unsurları ülkemizin gündemini sıklıkla meşgul edecektir. Devletimiz, bu yeni oluşan güvenlik ikliminde öncü rol

42

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

oynayıp dost devletlerle dayanışma halinde tehditlere karşı mücadele etmenin yollarını aramalıdır. Bu rolü oynayabileceği en etkin platformlar arasında NATO bulunmaktadır. Özellikle ABD ve Fransa’nın NATO’yu adeta terk etme eğiliminde olduğu bir ortamda, Türkiye’nin NATO nezdinde daha etkili bir siyaset izleme imkanı bulacağı öngörülebilir. Türkiye hem yeni ortaya çıkan küresel güvenlik tehditlerine karşı gündem belirleyici olarak üye ülkeleri tek çatı altında toplayabilir hem de hâlihazırda süregelen Libya ve Suriye’deki bölgesel güvenlik meselelerine karşı NATO’nun kendisi aleyhinde hareket etmesini engelleyebilir. Bunun dışında Türkiye; Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, CAMP ve Türk Keneşi nezdinde diplomatik temaslarını artırarak yeni güvenlik tehditlerine karşı geliştirilmesi gereken uluslararası dayanışmanın öncüsü olabilir.

43

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DIŞ POLİTİKA: ORTA DOĞU İLE İLİŞKİLER Dr. Öğretim Üyesi Tuğçe Ersoy Ceylan

Uluslararası İlişkiler Bölümü, İzmir Demokrasi Üniversitesi

Covid-19’un Orta Doğu’ya Etkileri ve Türkiye ile İlişkiler Tüm ülkeler için adeta bir sınav olarak nitelenebilecek ve henüz çaresi bulunmamış Covid-19 salgınından Orta Doğu da nasibini almıştır. Genel olarak dünyadaki gidişatla karşılaştırıldığında bölgede durumun daha kötü olduğuna yönelik işaretler olmamakla birlikte, can kaybı hususunda durumun en az Avrupa’da olduğu kadar vahim olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Orta Doğu özelinde

44

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

hâlihazırdaki durumdan ziyade salgın sonrası sürecin nasıl şekilleneceği bölge siyaseti ve ekonomisi bağlamında şüphesiz daha elzemdir. Nitekim binlerle ifade edilen can kayıpları ve bir o kadar enfekte olmuş insan göz önüne alındığında Covid-19’un iktidarları başarısız kılacağı, mezhep çatışmasını şiddetlendireceği ve hem devletler arasında hem de toplum içinde ekonomik ayrışmaları ve uçurumu derinleştireceği öngörülebilir. Diğer bir deyişle, salgın bölgenin yakasını bırakmayan krizlerin daha da kötü bir hal almasına yol açabilir. Pandemi sonrası dönemin nasıl şekilleneceği şüphesiz hükümetlerin seçimlerine bağlı olacaktır.

Orta Doğu’da Genel Tablo Dünya Sağlık Örgütü’nün son verilerine göre, MENA bölgesindeki vaka sayısı Ocak 2021 itibarıyla 4,5 milyonu bulmuş, toplam can kaybı 104 bini aşmıştır. Salgının başlangıcında en yüksek vaka sayısının kaydedildiği İran halen bölgede salgından en fazla etkilenen ve can kaybı yaşanan ülke olarak birinci sıradadır. Bölge genelindeki vaka sayısının yüzde 50’si ve ölümlerin yüzde 80’i İran kaynaklıdır. İran, küresel olarak virüsten en çok etkilenen 8. ülke konumundadır. Vaka sayısı 1 milyon 274 bin, vefat sayısı 56 bindir. Suudi Arabistan’da vaka sayısı 363 bin iken, vefat sayısı ise 6 bini geçmiştir. İlk vakanın görüldüğü 3 Mart 2020 tarihinden bu yana Fas’ta toplam vaka sayısı 8071, vefat sayısı 208 olarak raporlanmıştır. Katar Covid-19 sebebiyle ülkede can kaybının 246’ya, vaka sayının ise 153 bine ulaştığını açıklamıştır. Tunus’ta toplam vefat sayısı 5 bine ulaşırken toplam vaka sayısı ise 154 bine yükselmiştir. Birleşik Arap Emirlikleri’nde vaka sayısı 224 bin, vefat sayısı 697 olarak kaydedilmiştir. Mısır’da vaka sayısı 147 bin, vefat sayısı 5 bin olarak rapor edilmiştir. Irak’ta virüs sebebiyle yaşanan toplam can kaybı 13 bine yaklaşırken enfekte kişi sayısının 600 bine ulaştığı ifade edilmiştir. Bu rakamlar İran’dan sonra bölgedeki en yüksek rakamlardır. Dolayısıyla pandemi etkisini bölgede İran’dan sonra en çok Irak’ta hissettirmektedir. Bahreyn’de ise virüse yakalanan kişi sayısı 95 bin olmuştur. Lübnan’da tespit edilen toplam hasta sayısı 210 bine ulaşmış, vefat sayısı 1500’ü bulmuştur. Filistin’de işgal altındaki Batı Şeria’da vaka sayısı 165 bine yükselmiştir, can kaybı ise 2 bine yaklaşmaktadır. Filistin Otoritesi Sağlık Bakanlığı, Rus aşısı

45

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Covid-19’un iktidarları başarısız kılacağı, mezhep çatışmasını şiddetlendireceği ve ekonomik ayrışmaları ve uçurumu derinleştireceği öngörülebilir.

Sputnik V’in siparişini onayladıklarını belirtmiştir. Bölgede Rus üretimi aşıyı kullanan ilk devletin Filistin olduğu ifade edilmiştir (Middle East Eye, 2021). Ürdün’de toplam vaka sayısı 305 bine, vefat sayısı ise 4 bine çıkmıştır (Dünya Sağlık Örgütü, Ocak 2020). Bölgedeki bazı devletler ön alıcı bir şekilde davranarak enfeksiyon riskini azaltmaya çalıştı. Birleşik Arap Emirlikleri erken dönemden itibaren sosyal mesafe önlemleri almaya başladı. Suudi Arabistan ise sokağa çıkma yasakları ilan ederek virüsün yayılmasına karşı daha sert önlemler aldı. Mekke ve Medine ziyaretlerinin de salgın sebebiyle yasaklanmasının bu yönde alınmış en radikal karar olduğu söylenebilir. İran ise salgına geç cevap verdiği gibi kanaat önderlerinin virüsün varlığını reddeden açıklamaları ülkenin bölgenin salgın üssü haline gelmesine yol açtı. Vaka sayıları ve can kayıpları dramatik bir artış gösterdi. Covid-19 kaynaklı ilk ölüm vakaları da İran’ın kutsal şehri Kum’da gerçekleşmesine rağmen hükümet önlem almayarak vatandaşlarını tehlikeye atmaya devam etti. Tahran hükümetinin virüs

46

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

karşısında önlem almaya ayak diremesi İran’da ölüm vakalarını artırmakla kalmadı, salgının Afganistan, Bahreyn, Kuveyt ve Lübnan’a da yayılmasına sebep oldu. Salgın karşısındaki başarısızlıklarını örtmek adına hükümet yetkilileri tarafından kamuoyunda virüsün ABD tarafından İran’ı zayıflatmak ve İranlıları öldürmek amacıyla üretildiğine dair demeçler verildi. Buna karşın İran halkının rejimin yatırımları askerî harcamalar yerine sağlık sektörüne yapmamasını sorgulaması böylesi bir retoriğin halk nezdinde karşılık bulmadığının göstergesidir. Öte yandan Tahran virüs karşısında önlem alabilmek adına uluslararası arenada kendisine yönelik yaptırımların gevşetilmesini talep etmek suretiyle salgını siyasileştirmiştir. Ayrıca, Sınır Tanımayan Doktorlar adlı STK’dan gelen yardımı da geri çevirmiştir (Salehi-Isfahani, 2020).

Salgının Ekonomik Bilançosu ve Siyasal Etkileri Salgının hem küresel hem de bölgesel olarak insani maliyetinin çok yüksek olduğu ortadadır. Bununla beraber en yıkıcı etkinin ekonomik alanda hissedileceği de aşikârdır. Para piyasasının altüst olduğu, seyahat yasakları yüzünden turizmin baltalandığı, petrol fiyatlarının dalgalandığı bir dönemde zaten kırılgan olan Orta Doğu ekonomilerinin giderek daha da zora girerek zarar görmesi ve bunun toplumsal sonuçlar doğurması beklenebilir.

47

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Orta Doğu ile ekonomik ilişkileri güçlenerek devam eden Çin’in bölgeyle ilişkilerinin pandemi dolayısıyla sekteye uğradığını söylemek yanlış olmaz. Dubai’deki emlak yatırımcıları arasında hatırı sayılır oranda olan Çinli alıcılar salgın sürecinde yeni alım yapmayı durdurmuşlardır. Gelirlerinin düşmesi, Dubai gibi balon ekonomiyle ayakta duran bir şehir devletinin ekonomik felakete sürüklenmesine sebep olacaktır. Ayrıca, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Expo 2020’yi iptal etmesi de milyon dolarların kaybedilmesi anlamına gelmektedir. Ülke bu fuar vasıtasıyla 25 milyon ziyaretçi bekliyordu. Bu durum hac ibadetini salgın yüzünden yasaklamak zorunda kalan Suudi Arabistan için de geçerlidir. Bu ülke de ekonomik kazancın bel kemiği olan ve yaklaşık 20 milyon ziyaretçi anlamına gelen hac vesilesiyle gelmesi beklenen yüksek gelirden feragat etmek durumunda kalmıştır (Varagur, 2020). Benzer şekilde Mısır da salgın sebebiyle 1 milyar dolarlık turist gelirinden olmuştur. Orta Doğu’da en büyük ekonomik sıkıntının şüphesiz altüst olan petrol fiyatları dolayısıyla hissedileceği ortadadır. Körfez ülkelerinin çoğunun ihraç ekonomisinin merkezinde petrol vardır. Pandemiden önce de petrolün varil fiyatı zaten düşüşteydi; salgın etkisiyle talep azaldığından fiyatlar düşmeye devam etti. Öyle ki, petrolün varil fiyatı eksi 40 doları gördü (Sönnichsen, 2020). Gelecek aylarda petrol fiyatlarının yükselmesi beklense de bu artışın petrol üreten ve ihraç eden Orta Doğu ülkelerinin normal kazançlarının altında kalacağı aşikârdır. Böylesi bir ekonomik tablonun siyasi sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Rantiye bir ekonomi üzerinde temellenmiş olan bölge rejimleri, bu tarz bir ekonomiden gelecek gelirlerinden olduğunda, yeni gelir kapısı olarak vergiye yönelecek ve vatandaşlarından vergi almaya başlayacaktır. Orta Doğu’nun otoriter rejimlerinin altında yöneticinin halka karşı sorumlu olmaması yatar çünkü rantiye ekonomilerde halktan vergi alınması ihtiyacı doğmaz. Halktan vergi alınması, hesap vermek ve temsil edilmek anlamına gelir. Orta Doğu’da vergi sistemi yaygınlaştığında Batı’da olduğu gibi halk, temsil olmadan vergi ödememe refleksi geliştirecek midir? Bu bilinç yerleştiği takdirde ekonomik gelirlerden eşitsiz ve avantajlı bir şekilde faydalanan yönetici sınıf bu konforu devam ettirebilecek midir? Daha fazla hesap verebilirlik bekleyen halkın karşısında yönetici elitler ahbap-çavuş kapitalizmini devam ettirebilecek midir? Bu soruların Arap Baharı sürecinde de demokrasi talepleri bağlamında sorulduğunu hatırlamak mümkündür. Ne var ki, salgınla beraber başlayan ve sonrası belirsiz olan ekonomik yapı bozulmaya başladığı takdirde bu soruları

48

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

cevaplamanın daha elzem olacağı ve iktidarların rahatının daha çok kaçacağı da öngörülebilir. Ekonominin böylesi bir durgunluğa girmesi Orta Doğu’da hanehalkı gelirlerinin de keskin bir şekilde düşmesine sebep olacaktır. Bundan en fazla hâlihazırda kırılgan olan ve çatışmanın hâkim olduğu devletlerin etkileneceği söylenebilir. Afganistan, Irak ve Lübnan bu açıdan öne çıkan bölge ülkeleridir. Gerek ihraç gelirlerinin azalması gerek sosyal mesafe kısıtları yüzünden ülke içi ekonomik aktivitenin de durgunluğa girmesi özellikle düşük vasıflı işgücünde, hizmet sektöründe çalışanlarda büyük gelir kayıpları yaşanmasına sebebiyet verecektir. Bu gruba çatışmalardan dolayı yer değiştirenleri ve mültecileri de eklemek gerekir. Orta Doğu’nun bu kırılgan devletlerindeki GSYH’nin 2020 yılında yüzde 7 oranında düşmesi beklenmektedir. Bu kişi başına GSYH’de kayda değer bir düşüş anlamına gelecektir: 2019’da 2.900 dolardan 2020’de 2.100 dolara. Bu dramatik düşüş var olan ekonomik ve insani zorlukları artıracaktır. Salgın sonrası sürecin zaten yoksulluk, istikrarsızlık, zayıf altyapı gibi sorunlardan muzdarip olan bazı bölge ülkelerini daha da zorlayacağını, toplumsal ve siyasi istikrarsızlıkları derinleştireceğini söylemek mümkündür. Libya, Suriye ve Yemen’i bu bağlamda değerlendirmek gerekir (IMF Raporu, 2020).

İnsani Yardımlar Ülkelerin Covid-19 salgınına hazırlıksız yakalanmalarına rağmen virüsle baş etme süreçleri aynı zamanda dayanışma ruhunu ortaya çıkardı. Bölgeye bakıldığında, devletlerin birbirine yaptığı yardımlardan önce UNICEF’in salgın döneminde etkin rol üstlendiğini söylemek mümkündür. İşe önce bilinçlendirme ile başlayan örgüt, virüsten sakınma konusunda yaklaşık 100 milyon kişiye ulaşmıştır. Salgın nedeniyle hayatın akışı sekteye uğradığı için kızamık ve çocuk felci aşılarından mahrum kalan 15 milyon çocuk için özellikle Suriye, Yemen, Lübnan ve Irak’ta UNICEF bağışıklık kampanyalarının devamını sağlamak adına temel malzemeleri ulaştırmış ve böylece rutin aşılamalar sürebilmiştir (UNICEF, Covid-19 Raporu, 2020). Öte yandan, bölgedeki kırılgan ülkelere AB’den de ekonomik yardım yapılmıştır. Almanya yoksul ülkeler ve insani kriz yaşanan bölgelerde virüsle mücadele için

49

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

300 milyon avro tutarında mali yardım tahsis etme kararı almıştır. Yardımla kriz bölgelerinde acil ihtiyaçların karşılanmasına destek olunması, özellikle de mülteci kamplarına koronavirüs testi gibi salgın ile mücadele araçlarının ulaştırılması amaçlanmıştır (DW Haber, 2020). Salgın sürecinde Türkiye de bölge ülkelerine yardımda bulunmuştur. Orta Doğu’da Covid-19 salgının en fazla etkilediği ülke olan İran’a Türkiye’den yardım uçakları gitmiştir. Türkiye, İran’a çeşitli sağlık malzemeleri hibe etmiştir. Hibe edilen malzemeler arasında bin Covid-19 tanı kiti, 4 bin 715 tulum, 20 bin önlük, 2 bin 4 gözlük, 4 bin N95 maske ve 78 bin üç katlı maske bulunmaktadır (Euronews, 2020). Türkiye en kapsamlı tıbbi yardımı Filistin’e yapmıştır. İsrail makamları ile yürütülen görüşmeler sonucunda yardımlar Tel Aviv’deki Ben Gurion Uluslararası Havalimanı’na THY kargo uçağıyla gönderilmiştir. Gazze ve Batı Şeria’da dağıtılacak yardım paketinde 40 bin tanı kiti, 100 bin N95 maske, 40 bin tulum, 100 bin eldiven, 20 bin koruyucu gözlük, 2 bin litre dezenfektan, 20 bin nazal oksijen kanülü, 2 bin oksijen maskesi, 4 PCR cihazı yer almıştır (Milliyet, 2020). Salgın dönemi dayanışma ruhu bağlamında Türkiye, İsrail’in yardım talebini de geri çevirmemiştir. Filistin’e yapılan yardımla eş zamanlı şekilde İsrail’in satın aldığı tıbbi malzemeler THY kargo uçaklarıyla gönderilmiştir. Ayrıca, salgın nedeniyle birçok havayolu gibi yolcu taşıyamayan İsrail havayolu şirketi El-Al Havayolları’na ait bir uçak 13 yıl aradan sonra ilk kez İstanbul’a iniş yapmıştır. İstanbul’da 24 ton yardım malzemesi yüklenen kargo uçağının koronavirüs salgınıyla mücadelede gerekli bu yardım malzemelerini Amerika Birleşik Devletleri’ne götürdüğü

50

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

bildirilmiştir (DW Haber, 2020). Her ne kadar bu durum iki ülke arasında buzların eridiğine dair bir işaret olarak yorumlandıysa da şu an için yaşananları salgın dönemi yardımlaşması olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Yine de bunların olumlu gelişmeler olduğunun altını çizmek gerekir.

Genel Değerlendirme Bugün halen küresel olarak salgının pençesinden kurtulamamış bir dünyada yaşamaktayız. Her ne kadar dünya çapında çoğu ülkenin böyle bir salgına hazırlıksız yakalandığı doğruysa da ekonomik ve sosyal yapısı sağlam olan ülkeler salgınla mücadeleyi sistematize edebildi. Ne var ki, Orta Doğu gibi bir bölge için salgının önüne geçilmesi için öncelikle yoksullara yardım edilmesi gerekiyor. Virüse karşı tamamen korumasız olan bu kitlede hem enfeksiyon hem de ölüm oranlarının daha yüksek seyretmesi şaşırtıcı değil. Bununla beraber, ülkelerdeki yoksulların yanında en sert darbeyi kayıt dışı çalışanlar ve mülteciler aldı. Hükümetten yardım veya sağlık hizmeti alma ihtimali en düşük olan bu kesim hastalığın yayılmasında da katalizör görevi gördü. Lübnan, Mısır, Ürdün, Fas, Tunus ve Libya gibi ülkelerde kayıt dışı işçi sayısının yüksek olması ile virüs kaynaklı vaka sayıları arasındaki orantı bunu doğrular niteliktedir (Holtmeier ve Alami, 2020). UNICEF’in raporuna göre, bölgede pandemiden en derinden etkilenenler arasında çocuklar bulunuyor. Okulların kapanması ve sokağa çıkma kısıtlamaları çocukların gündelik rutinlerini etkiler hale geldi: Raporda sosyal etkileşimin kısıtlanmasının son tahlilde zihinsel gelişimi de etkileyeceği de öne sürülmekte. Rapora göre, pandemi devam ettiği müddetçe çocuklar bu şartlardan etkilenmeye devam edecekler ve bunun orta ve uzun vadede ağır sonuçları olacak (UNICEF, Kasım 2020). Bölge ülkelerinin zayıf sağlık sistemlerinden dolayı virüsle mücadeleleri zorlaşırken, varlıklı ülkeler teşvik paketleri açıklamaya devam etti. Bu açıdan salgının sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin ne kadar keskin, zengin ve fakir arasındaki uçurumun ne kadar derin olduğunu gösterdiğini söylemek mümkündür. Böylesi bir eşitsizliğin siyasi ve toplumsal sonuçlar doğuracağını öngörmek işten bile değildir.

51

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Sonuç ve Öngörüler Salgın sürecinin dezavantajları olduğu kadar bu süreç kazanımlarla da taçlandırılabilir. Yönetici elitler eğer isterlerse daha eşitlikçi bir yeni düzen kurabilirler. Ayrıca, bu dönemden ders alınması ve gelecekteki olası salgınlar sırasında kriz yönetimi için siyasalar belirlenmesi de önemlidir. Türkiye bu yönde tedrici bir değişimi teşvik etmelidir. Orta Doğu’nun geçmişine bakıldığında, siyasi elitlerin eski düşmanlıkları arkalarında bırakarak ortak hareket etmeleri ihtimali olduğunu öne sürmek zor olsa da olası bir pandemi karşısında ortak hareket etmenin sağlayacağı yararlar da ortadadır. Öngörülü ve sağduyulu davranıldığı takdirde, bu kolaylıkla elde edilecektir. Bununla beraber, pandeminin mezhep çatışmasını azalttığını söylemek de zordur. Yemen hükümetine destek veren Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçlerinin, İran destekli Husi milislerinin ateşlediği iki balistik füzenin havada imha edildiğini duyurması bu duruma kanıt oluşturmaktadır. Aynı şekilde Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti Covid-19 vakaları ile meşgulken, Halife Hafter güçleri ülkenin başkentine hava saldırısı düzenlemiştir (Solomon, 2020). Son tahlilde, pandemi bölgede iktidar ve yönetim anlayışında köklü bir değişiklik yaratmamıştır. Bölgedeki güç dengesi de hâlihazırda bozulmamıştır. Körfez ülkeleri (Katar) ve Mısır arasındaki gerginlik halen sürmektedir. İran ile ABD ve onun bölgesel müttefikleri arasındaki çatışma da azalmış değildir. Şu an için Covid-19’un hâlihazırdaki dinamikleri değiştireceğine dair herhangi bir emare söz konusu değildir. Pandemi süreci ya bölgesel ve bölge dışı aktörleri etkileyerek çatışma ve şiddet düzeyinin düşmesini sağlayacak ya da fırsat bekleyen grupların risk alarak harekete geçmesinin yolunu açarak bölgesel çatışmayı şiddetlendirecektir (Duclos, 2020). Türkiye bu süreçte insani dış politikayı bölgede daha da aktif hale getirerek ve özellikle sağlık hizmetleri, güvenlik ve savunma sanayiinde yeni işbirlikleri kurarak Orta Doğu’da inisiyatif alabilir. Türkiye, ilişkilerin sorunlu olduğu İsrail ve bazı Körfez ülkeleri ile köprüleri atmak yerine ortak çıkarları ön plana çıkaran, bu ülkelerin karşı ittifaklar içinde yer almasını önleyici politikalar takip edebilir. Türkiye yapıcı ve çatışma çözümleyici,

52

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

arabulucu ve tansiyon düşürücü esnekliğe, yeteneğe ve bunların sahada etkin kullanımına destek olacak sert ve yumuşak güce sahiptir.

Kaynaklar Duclos, Michel. “Is Covid-19 a Game-Changer for the Middle East and the Maghreb?” Institut Montaigne. https://www.institutmontaigne.org/en/blog/covid-19-game-changer-middle-east-and-maghreb DW Haber. “Almanya’dan 300 milyon euroluk koronavirüs ile mücadele yardımı.” https://www.dw.com/tr/almanyadan-300-milyon-euroluk-koronavir%C3%BCs-ile-m%C3%BCcadele-yard%C4%B1m%C4%B1/a-53263356 DW Haber. “13 yıl sonra İsrail havayolu uçağı Türkiye’ye indi.” https://www. dw.com/tr/13-y%C4%B1l-sonra-israil-havayolu-u%C3%A7a%C4%9F%C4%B1-t%C3%BCrkiyeye-indi/a-53551675 Euronews. “Covid-19: Türkiye’nin gönderdiği tıbbi malzeme yardımı İran’a ulaştı.” https://tr.euronews.com/2020/03/31/covid-19-turkiye-nin-gonderdigi-t-bbimalzeme-yard-m-iran-a-ulast Holtmeier, Lauren ve Alami, Mona. “Informal workers in Arab world hit hardest by Coronavirus Unlikely to Get Help.” Al Arabiya English, 3 Nisan 2020. https:// english.alarabiya.net/en/features/2020/04/03/Informal-workers-in-Arab-world-hit-hardest-by-coronavirus-unlikely-to-get-help IMF Report. “COVID-19 Poses Formidable Threat for Fragile States in the Middle East and North Africa.” https://www.imf.org/en/News/Articles/2020/05/13/ na051320-covid-19-poses-formidable-threat-for-fragile-states-in-the-middle-east-and-north-africa Middle East Eye. “Covid-19: Palestine first in Middle East to register for Russian vaccine, says wealth fund.” 11 Ocak 2021. https://www.middleeasteye.net/news/ covid-palestine-vaccine-russia-sputnik-first

53

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Milliyet. “Filistin’e dev tıbbi yardım.” https://www.milliyet.com.tr/siyaset/filistine-dev-tibbi-yardim-6202926 Salehi-Isfahani, Djavad. “The Coronavirus Is Iran’s Perfect Storm”. Foreign Affairs, 18 Mart 2020. https://www.foreignaffairs.com/articles/iran/2020-03-18/coronavirus-irans-perfect-storm Solomon, Hussein. “The Impact of Covid-19 on the Middle East and North Africa.” JCPA. https://jcpa.org/article/the-impact-of-covid-19-on-the-middle-east-and-north-africa/ Sönnichsen, N. “Largest slump in crude oil prices during coronavirus pandemic by type 2020.” 5 Haziran 2020. https://www.statista.com/statistics/466293/ lowest-crude-oil-prices-due-to-covid-19/ UNICEF. Middle East & North Africa Region COVID-19 Situation Report No. 3. https://reliefweb.int/sites/reliefweb.int/files/resources/UNICEF%20MENARO%20 COVID-19%20Situation%20Report%20No.%203%20-%2015-30%20April%20 2020.pdf UNICEF. “COVID-19 leaves profound impact on children in the Middle East and North Africa.” 20 Kasım 2020. https://www.unicef.org/mena/press-releases/covid-19-leaves-profound-impact-children-middle-east-and-north-africa Varagur, Krithika. “The Coronavirus Threatens Saudi Arabia’s Global Ambitions.” Foreign Affairs. 15 Nisan 2020. https://www.foreignaffairs.com/articles/saudi-arabia/2020-04-15/coronavirus-threatens-saudi-arabias-global- ambitions

54

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DIŞ POLİTİKA: AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER Prof. Dr. Muzaffer Dartan

Müdür, Avrupa Araştırmaları Enstitüsü, Marmara Üniversitesi

Covid-19’un Avrupa Birliği’ne Etkileri ve Avrupa Birliği ile İlişkiler Koronavirüs (Covid-19) salgını bu yılın başından beri dünyayı sarsmaya devam etmektedir. Sonuçlar çeşitlilik gösterse de bunlar arasından ekonomik sorunlar her zaman ön plana çıkmıştır. Çin çıkışlı korona krizi, ABD ve AB gibi küresel ekonominin merkezlerini derinden sarsmış ve 2020’ye ilişkin bütün hedeflerden zorunlu olarak vazgeçildiği gibi, dünyanın en gelişmiş ülkelerinin koronavirüs salgını karşısında yaşadıkları zorluklar küreselleşme sürecinin sorgulanmasına neden olmuştur. Bu salgın sırasında, Avrupa Birliği (AB) özellikle önemli bir ekonomik blok olarak, üye ülkeler arasında amaçladığı demokrasi ve özgürlüklere dayanarak kıta üzerinde dayanışma ve birlikte yaşama konusunda başarısız bir sınav vermiştir. AB kurumlarının İtalya ve İspanya’nın yardım

55

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

taleplerine önce duyarsız kalması ve ardından yardımın nasıl yapılacağına dair tartışmaların başlaması, üye ülkeler arasında gruplaşmalara neden olmuştur. Diğer bir ifadeyle, ulus üstü bir yapılanma olan AB’nin korona krizinin ilk başlarında birlikte hareket edememesi, salgına karşı mücadelenin üye devletler eliyle ulusal zeminde yürütülmesi ve dolayısıyla üye ülkelerin Birlik ruhuna ters tavır sergilemeleri, AB’nin varlık nedenleri konusunda ciddi şüphe uyandırmıştır. AB, İtalya ve İspanya’da yaşanan salgının toplumu tehdit eden boyutlara ulaşmasına ve acilen finansal desteğe ihtiyaç duyulmasına sessiz kalamadı. Almanya ve Hollanda gibi ülkeler başlangıçta korona tahvilleri çıkararak borçların üye ülkelerce ortak olarak üstlenilmesine ilişkin İtalya ve İspanya’nın önerisini reddettiler (Deutsche Welle, 6 Nisan 2020). Bunun yerine, Yunanistan’ı avro krizi sırasında iflastan koruyan Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) üzerinden bu kez korona kriziyle mücadele etmek için gerekli mali desteğin sağlanacağını söylediler. Ancak bu mali desteğin hibe değil, kredi olarak verilecek olması, AB içinde tekrar kuzey-güney kutuplaşmasına neden oldu. ESM’ye göre, Euro Bölgesi üyesi ülkeler gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde ikisine eşit ucuz krediler alabiliyorlar. Ancak bu miktar İtalya için 36 milyar avro ve İspanya için 25 milyar avroya karşılık geldiğinden, hem İtalya’nın hem de İspanya’nın ihtiyaç duyduğu finansal desteğin çok altındaydı (Deutsche Welle, 10 Nisan 2020). Ayrıca, bu kredilerin verilmesi koşulları hakkında da uzun bir tartışma yaşandı. Almanya başta olmak üzere ekonomileri iyi olan diğer bazı ülkeler, bu kredilerin verilmesi koşullarının kesin ve net olarak tanımlanmasında ısrar ederken, İtalya ve İspanya gibi krizden en çok etkilenen ülkeler bunu reddettiler. Son olarak, ucuz kredi koşulları bir miktar hafifletildi ve bu mali desteğin sadece sağlık sektöründe koronavirüs salgını ile mücadele için kullanılması kabul edildi. Krizden kötü etkilenen İtalya ve İspanya gibi ülkelerin ekonomilerine mali yardım konusu da üye ülkeler arasında yoğun tartışmalara ve gruplaşmalara yol açtı. 18 Mayıs 2020’de Almanya-Fransa işbirliğiyle koronavirüs salgınından en çok etkilenen sektörleri ve bölgeleri desteklemek için 500 milyar avroluk bir “kurtarma paketi” önerildi. Ancak bu planın uygulanabilmesi için 27 üye ülkenin oybirliği gerekiyordu (Deutsche Welle, 10 Nisan 2020). Avusturya, Danimarka, Hollanda ve İsveç gibi üye ülkeler bu kurtarma planına karşı çıktılar ve aynı zamanda alternatif bir çözüm önerisinde bulundular. Buna göre, bir defalık olmak üzere “acil durum fonu’’ oluşturulmasına destek verecek-

56

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

lerini belirttiler. Ayrıca, bu dört üye ülke ortak borçlanmaya karşı olduklarının ve AB bütçesinin genişletilmesine katiyen onay vermeyeceklerinin altını çiziyorlar. Bu tartışmalar halen devam etmekte. Almanya’nın önderliğinde ve Fransa’nın desteğiyle hazırlanan bu kurtarma planının nedeni açıktır: Başta Almanya olmak üzere her ikisinin de ihracatçı ülkeler olmaları ve Birlik üyeleri arasındaki dış ticarette paylarının yüksek olması nedeniyle, bu iki ülke ekonomilerinin daha üretken olması için Avrupa Tek Pazarı’nın istikrarlı olması gerekmektedir. Angela Merkel ile Emmanuel Macron tarafından AB’ye teklif edilen kurtarma paketi üzerinde yoğun tartışmalar sürerken, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in 27 Mayıs tarihinde 750 milyar avroluk bir başka kurtarma paketi önerisini açıklayarak üye ülkelerden destek istemesi, tartışmalara bir yenisini daha ekledi. Ursula von der Leyen tarafından önerilen bu olağanüstü yardım paketi, AB’nin 2021-2027 dönemi için uzun vadeli bütçesi altında 750 milyar avro mali destek sağlıyor. Buna göre, tutarın 500 milyar avrosu kredi olarak değil, muhtaç ülkelere yardım olarak; kalan 250 milyar avro ise borç olarak dağıtılacak. Bu amaçla, 20212027 AB bütçesinin revize edilmesi gerekiyor. Birlik ekonomiyi güçlendirmek için her zamankinden daha fazla borca gireceğinden tüm ülkelerin AB’nin söz konusu yardımı da içeren uzun vadeli bütçesini benimsemesi zor görünüyor. Ayrıca, Şubat 2020’de yapılan son toplantıda, 27 Üye Devletin 2021-2027 için söz konusu yardım paketini içermeyen 1 trilyon avro tutarındaki bütçe üzerinde henüz anlaşamadıkları da belirtilmelidir (Euronews, 27 Mayıs 2020). Görülen odur ki, henüz ekonomik destek amaçlı bir yardım paketi üzerinde mutabakat sağlanamamış olması ve üye ülkeler arasında dayanışma yerine ulusal çıkarların daha ön planda tutulması, AB’nin kendi ilkeleriyle açıkça çelişmektedir. Nitekim AB Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen, Üye Devletlerden önyargılarını bir kenara bırakıp birlikte hareket etmelerini istemektedir. Komisyon Başkanı’nın ayrıca, korona krizi nedeniyle yardım çağrısına geç cevap verdikleri için İtalya’dan özür dilemesi (Euronews, 16 Nisan 2020), üye ülkeler arasında hep vurgulanan “Birlik ruhu”nun henüz oluşmadığını göstermektedir. Koronavirüs salgının patlak vermesi, AB’nin dünyanın en gelişmiş bölgelerinden biri olmasına rağmen sağlık alanı ve sosyal alanda ne kadar yetersiz olduğunu göstermiştir. İtalya ve İspanya gibi ülkeler korona salgınına karşı Birlik ülkelerinden yardım istediklerinde, dayanışmanın yerine ulusal bencilliğin öne

57

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

çıktığı görüldü. Almanya başta olmak üzere gelişmiş Üye Devletler harekete geçmedikleri gibi ortak bir dayanışma fonu oluşturulmasına bile karşı çıktılar. Daha sonra koronavirüs kıta genelinde bir tehdit oluşturunca ve özellikle ekonomik sorunlar net bir biçimde ortaya çıkınca, AB’nin önde gelen ülkeleri mali yardımları konuşmaya başladılar. Ancak bugüne kadar çeşitli yardım paketleri önerilmesine rağmen bunlardan hiçbiri henüz sonlandırılmamıştır. Bu paketlerle ilgili tartışmalar, İtalya ve İspanya’daki yardımın hibelerden ziyade ucuz ve uzun vadeli krediler olup olmadığına odaklandı. Bu durum aynı zamanda, Birlik içinde daha gelişmiş orta ve kuzey Avrupalı üye devletlerin güneydeki ülkelere olağanüstü koşullarda bile yardım konusunda çok çekimser davrandıklarını ve dolayısıyla “Birlik ruhu ve dayanışma” gibi AB ile özdeşleşmiş tanımların gerçeklerle pek de örtüşmediğini göstermektedir. Bunun somut örnekleri için bazı yardım ya da kurtarma paketi adı altında yapılan önerilere bakmak yararlı olacaktır. Bu durum, aynı zamanda AB-Türkiye ilişkilerinin geleceğine ışık tutması açısından da önemlidir.

AB-Türkiye İlişkileri: Gümrük Birliği Menderes hükümetinin 1959 yılında o dönemdeki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) “Ortak Üye” olmak için yaptığı başvuru kabul edilmiştir. Bunu takiben 12 Eylül 1963’te Ankara’da imzalanan AET- Türkiye Ortaklık Anlaşması’nda öngörüldüğü üzere “Hazırlık Dönemi” (1964-1970), Katma Protokol ile düzenlenen “Geçiş Dönemi” (1973-1995) tamamlanmış ve bunu takiben 1996’dan itibaren “Gümrük Birliği” aşamasına geçilmiştir. Daha sonra, Ortaklık Anlaşması’nın 28. Maddesi’nde öngörüldüğü üzere, Türkiye’nin AB’ye tam üye olma sürecine geçilmiş ve 1999’da Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmiştir. Akabinde AB Komisyonu’nun hazırladığı 2004 İlerleme Raporu’nda Kopenhag Kriterleri kapsamında öngörülen asgari demokratik standartların sağladığının teyit edilmesi üzerine Aralık 2004’te gerçekleşen AB Zirvesi’nde Türkiye ile müzakere sürecinin başlatılmasına karar verilmiştir. Gümrük Birliği sürecinde yeni bir ivme kazanan Türkiye-AB ilişkileri kapsamında, özellikle 2002’den itibaren Türk hükümetinin reform sürecini sürdürmedeki kararlı tutumu sonucunda, taraflar arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkiler daha da gelişmiştir. Bilhassa 2002’den itibaren Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının büyük bölümü AB menşeli olmuştur.

58

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Türk ekonomisinin rekabet gücü artmış ve ihracatının yaklaşık yarısı AB ülkelerine yapılır duruma gelmiştir. Ancak siyasal ilişkiler, katılım müzakerelerinin resmen başladığı 2005 yılından itibaren süreç içerisinde yavaşlamış ve günümüzde de facto durma noktasına gelmiştir. Bu nedeni ise AB’nin, birçok müzakere faslının açılmasını engellemesidir. Gerekçe olarak, Türkiye’nin Gümrük Birliği’ni, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni de kapsayacak şekilde tüm üye ülkelere teşmil etmesini öngören “Ek Protokol”ü tam olarak uygulamadığı ileri sürülmektedir. Toplam 35 fasıl üzerinden yürütülen katılım müzakereleri, toplumsal yaşamın hemen her alanını kapsamaktadır. 34. Kurumlar ve 35. Diğer Konular fasılları, müzakerelerin en son aşamasında ele alınmaktadır. Hâlihazırda Türkiye’nin katılım müzakerelerinde 16 fasıl müzakereye açılmış, bunlardan sadece bir tanesi (Bilim ve Araştırma) 12 Haziran 2006’da geçici olarak kapatılmıştır. AB Konseyi’nin 11 Aralık 2006 tarihli kararı uyarınca, Ek Protokol’ün uygulanması 8 fasıl için açılış kriteri, diğer tüm fasıllar için ise kapanış kriteri olarak belirlenmiştir. Ayrıca, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin de aynı gerekçelerle 6 faslın daha açılmasının engellemesiyle, toplam 14 fasıl bloke edilmiş durumdadır (T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2019). Katılım süreci son yıllarda ciddi şekilde donmuş olsa da Türkiye’nin AB adaylığı resmen devam etmektedir. Özellikle AB-Türkiye ilişkilerinin itici gücü olan Gümrük Birliği, 1996 yılından bu yana yürürlükte olup her iki tarafın ekonomilerine katkı sağlamaktadır. Ancak aradan geçen 25 yıllık uygulama sürecinde karşılaşılan sorunların çözümü Gümrük Birliği’nin güncellenmesi için bir gereklilik haline gelmiştir. Gümrük Birliği kapsamında çözüme kavuşturulması gereken sorunlar iki ana başlık altında sıralanabilir: 1) Gümrük Birliği’nin işlemeyen yönlerinin düzeltilmesi ve bu amaçla Gümrük Birliği’ni oluşturan 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi kararının revize edilmesi. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki Gümrük Birliği, Avrupa Birliği’nin -San Marino ve Andorra gibi şehir devletleri haricinde- üye olmayan bir ülke ile kurduğu ileri bir ekonomik entegrasyon modelidir. Gümrük Birliği kapsamında Türkiye, tarım ürünlerinin sanayi bileşenleri ile sanayi ürünlerinin büyük bir kısmı için AB’nin Or-

59

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

tak Gümrük Tarifesi ve Dış Ticaret Politikası’nı üstlenmeyi kabul etmiştir. Bu kapsamda, AB ticaret politikası oluşturulurken Türkiye ile danışma prosedürlerinin güçlendirilmesi, iki taraf arasında çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümü için etkin bir mekanizma oluşturulması şart olmuştur. Bu nedenle, Türkiye’nin hâlâ AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı serbest ticaret anlaşmalarının dışında kalması, karayolu taşımacılığında engellerle karşılaşması ve Türk iş insanlarının üye ülkelere seyahatlerinde vize almak durumunda kalmaları gibi sorunlar henüz bir çözüme kavuşturulmamıştır. Bu ve benzer sorunlar, Avrupa Komisyonu’nun Dünya Bankası’na hazırlattığı ve 28 Mart 2014’te yayımlanan “AB-Türkiye Gümrük Birliği Değerlendirmesi” başlıklı raporda ayrıntılı olarak ifade edilmiştir. Raporda ayrıca, hem AB hem Türkiye açısından Gümrük Birliği’nin güncellenmesi gerekliliğinin nedenleri ayrıntılı olarak incelenmekte ve bunun her iki tarafın lehine olacağı ifade edilmektedir. Dünya Bankası’nın raporuna istinaden Türkiye ve AB arasında 2015 yılında varılan uzlaşıya rağmen, Gümrük Birliği’ni güncelleme müzakereleri henüz başlatılamamıştır. 2) Sanayi ürünleri ticareti ile sınırlı olan Gümrük Birliği kapsamının yeni alanları, özellikle tarım ürünleri, hizmet sektörleri ve kamu alımlarını içerecek şekilde genişletilmesi.

60

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Avrupa Komisyonu tarafından 21 Aralık 2016(a) tarihinde yayımlanan “Gümrük Birliği Etki Analizi” çalışması, AB ve Türkiye ikili tercihli ticaret ilişkisinin kapsamının genişletilmesi ve Gümrük Birliği’nin modernize edilmesinin ekonomik etkilerini ortaya koymaktadır. Bu çalışmada üç politika seçeneği incelenmekte ve mevcut durumun aynen devam ettiği seçenek uygulanabilir bulunmayarak diğer iki seçenek ekonometrik analize tâbî tutulmaktadır. Buna göre, hem AB hem de Türkiye için en büyük faydayı yaratacak tercihin, Gümrük Birliği’nin modernize edilmesini ve ek serbest ticaret anlaşmaları ile kapsamının genişletilmesini öngören seçenek olduğu görülmüştür. Sonuç olarak, AB tarafından yaptırılan her iki çalışma da Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin her iki tarafın da çıkarına olduğunu göstermiştir. Ancak bu konuda somut adımlar hâlâ atılamamıştır. Bir süre sonra ilişkiler siyasi meseleler nedeniyle durma noktasına gelmiş ve AB Konseyi, 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişiminin neden olduğu olağanüstü hal koşullarını Türkiye’de demokratik hakların kısıtlanması olarak yorumlayarak, daha öncesinde zaten durgun olan ilişkileri resmî olarak tek taraflı askıya almıştır. Genel İşler Konseyi’nin 26 Haziran 2018 tarihli toplantısının sonuç bildirgesinde Türkiye ile ilgili şu ifade yer almaktadır: “Konsey, Türkiye’nin AB’den uzaklaşmaya devam ettiğini not eder. Bu nedenle, Türkiye’nin katılım müzakereleri durma noktasına gelmiştir ve yeni fasılların açılması veya kapatılması düşünülememektedir ve AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna yönelik çalışma gerçekleştirilmesi öngörülmemektedir.” Her ne kadar başlangıcından beri inişli çıkışlı bir süreç izlese de taraflar arasında hâlihazırda işleyen tek unsur olan Gümrük Birliği’ni siyasi gerekçeler ileri sürerek aksatması, AB’nin Türkiye ile ilişkilerinde ne derece samimi olduğunun sorgulanmasına neden olmaktadır. Çünkü aynı AB, menfaatleri gereği yine Türkiye ile imzaladığı 18 Mart 2016 tarihli Uzlaşı ve bu bağlamda özellikle düzensiz göçle ilgili hükümlere bağlı kalınmasını Türkiye’den talep etmekte ancak aynı anlaşmanın, müzakerelerin canlandırılması ve Gümrük Birliği’nin güncellemesine ilişkin parametrelerini görmezden gelmektedir. Bu nedenle, 2016 sonrasında taraflar arasındaki ilişkilere yeni bir boyut katması nedeniyle göçle ilgili parametreler aşağıda ayrıca ele alınmaktadır.

61

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

AB-Türkiye Mülteci Uzlaşısı 2015 yılında, 1 milyondan fazla insanın yasadışı yollardan AB ülkelerine giriş yapması, üye ülkeler arasında mültecilerin yerleştirilmesi sorunu başta olmak üzere birçok konuda ciddi bir krizin yaşanmasına neden olmuştur. Bir yandan, Vişegrad Dörtlüsü olarak anılan Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Slovakya mültecilerin ülkelerine kabulüne şiddetle karşı çıkarken, diğer yandan Almanya, Avusturya Benelüks ülkeleri, Finlandiya, Yunanistan ve İsveç’ten oluşan AB ülkeleri, göç ve iltica meselelerinde dayanışma göstermiş ve mültecileri ülkelerine kabul etmişlerdir. Dolayısıyla mülteci meselesi, Birlik içinde bir “dayanışma” krizine yol açmıştır. Bunun üzerine AB’nin lider ülkesi konumundaki Almanya, büyük çoğunluğunu Suriyelilerin oluşturduğu ve AB nezdinde “kriz” boyutuna ulaşan mülteci hareketine ortak bir çözüm bulma arayışına girmiştir. 2015’te yasa dışı yollardan AB ülkelerine 1.820.000 civarında mültecinin geldiği ve bu rakamın bir önceki yıla (2014) oranla altı kat fazla olduğu tespit edilmiştir. Bu mültecilerin yaklaşık yarısının (886.380) Doğu Akdeniz güzergahı üzerinden, çoğunlukla Türkiye ile Doğu Ege Denizi arasındaki Yunan adalarına geldiğinin rapor edilmesi, Türkiye’nin stratejik önemini tekrar gündeme getirmiştir (Frontex, 2016). Dolayısıyla “mülteci krizi”ne çözüm bulma konusunda Türkiye ile işbirliği yapmak, AB açısından kaçınılmaz hale gelmiştir. Ekim 2015’te sadece bir günde 10 bin mültecinin Türkiye’den AB topraklarına geçmesi, durumun ne denli ciddi olduğunu göstermektedir (Avrupa Komisyonu, 2016b). Bunun üzerine Avrupa Komisyonu, Türkiye ile mutabakata vararak 15 Ekim 2015 tarihinde “mülteci krizi”yle baş etmek için göç yönetimi alanında var olan işbirliklerini koordineli biçimde hızlandırmak amacıyla bir “Ortak Eylem Planı” üzerinde anlaşmaya varmıştır (Avrupa Komisyonu, 2016c). Bu anlaşma ile özellikle 2011 sonrasındaki süreçte durağan hale gelen Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden ivme kazanması gündeme gelmiştir. 2015 sonbaharından itibaren Türkiye ile AB arasında yaşanan diplomasi trafiği giderek hızlanmış ve 29 Kasım Zirvesi başta olmak üzere iki tarafın liderlerinin katılımıyla gerçekleşen zirveler sonucunda 18 Mart 2016 tarihinde taraflar arasında uzlaşı sağlanmıştır. 18 Mart 2016 tarihli Zirve’de şu maddeler üzerinde anlaşmaya varılmıştır (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2016):

62

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

1. 20 Mart 2016 tarihinden başlamak üzere Türkiye’den Yunanistan’a geçen tüm yeni düzensiz göçmenler Türkiye’ye iade edilecektir. 2. Korunmaya muhtaç gruplara yönelik BM kriterleri dikkate alınmak suretiyle Yunan adalarından Türkiye’ye iade edilen her bir Suriyeli için Türkiye’den bir diğer Suriyeli AB’ye yerleştirilecektir. 3. Türkiye, Türkiye’den AB’ye yasadışı göçe yönelik yeni deniz ve kara güzergahlarını önlemek için gerekli her türlü tedbiri alacak ve bu amaç doğrultusunda AB’nin yanı sıra komşu devletlerle de işbirliği yapacaktır. 4. Türkiye ve AB arasındaki düzensiz geçişler sona erdiğinde ya da en azından büyük ölçüde ve sürdürülebilir şekilde azaltıldığında Gönüllü İnsani Kabul Planı uygulamaya konulacaktır. AB üye devletleri bu plana gönüllülük esasında katkıda bulunacaktır. 5. Tüm beklentilerin karşılanması kaydıyla, en geç Haziran 2016 sonuna kadar Türk vatandaşlarına yönelik vize gerekliliklerinin kaldırılması amacıyla Vize Serbestisi Yol Haritası’nın katılan tüm üye devletler bakımından yerine getirilmesine hız verilecektir.

63

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

6. AB, Türkiye ile yakın işbirliği içerisinde, Türkiye için Sığınmacı Mali İmkanı kapsamında başlangıç olarak tahsis edilen 3 milyar avronun ödenmesini hızlandıracak ve Mart ayı sonuna kadar Türkiye’nin sağlayacağı hızlı bildirimler ile tespit edilecek geçici koruma altındaki kişilere yönelik daha çok sayıda projenin finansmanını sağlayacaktır. 7. Türkiye ve AB, Gümrük Birliği’nin iyileştirilmesi konusunda devam etmekte olan çalışmaları memnuniyetle karşılamıştır. 8. Türkiye ve AB, 29 Kasım 2015 tarihli ortak açıklamalarında belirtildiği şekilde müzakere sürecini yeniden canlandırmaya yönelik kararlılıklarını tekrar teyit etmişlerdir. 9. AB ve Üye Devletler, özellikle Türkiye sınırına yakın belirli alanlarda Suriye içindeki insani koşulların iyileştirilmesine yönelik olarak yerel nüfusun ve mültecilerin daha güvenli alanlarda yaşamasını sağlamak üzere Türkiye ile her türlü ortak çabayı gösterecektir. Mülteci kriziyle mücadelesinde AB’nin Türkiye ile yaptığı işbirliğinin ürünü niteliğindeki “18 Mart Uzlaşısı” ikili ilişkiler açısından ne tür sonuçlar doğurmuş ve bugüne gelinmiştir? Öncelikle, Türkiye’den Yunanistan’a Ege Denizi yoluyla gerçekleşen düzensiz geçişlerde çok ciddi ölçüde azalma kaydedilmiştir ki bu durum AB tarafından büyük bir başarı addedilmektedir. 18 Mart Uzlaşısı çerçevesinde, Türkiye’deki Suriyeli mülteciler için öngörülen mali yardımlar kapsamında altı alana öncelik verilmiştir: İnsani yardım, göç yönetimi, eğitim, sağlık, belediye altyapısı ve sosyo-ekonomik destek. İlk dönem için 3 milyar avroluk operasyonel bütçe, tamamıyla somut çıktılar veren 72 projenin gerçekleştirileceği taahhüdünde bulunularak sözleşmeye bağlanmıştır. Avrupa Komisyonu’nun 10 Aralık 2019 tarihli açıklamasına göre, toplam 6 milyar avroluk bütçenin 4,3 milyar avrosu uygun görülen projelere taahhüt edilmiş; 2,7 milyar avrosu ödenmiştir (Avrupa Komisyonu, 2019). Uzlaşı’nın Türkiye-AB ilişkileri açısından en sorunlu maddeleri ise geri kabul ve vize serbestisine ilişkin olanlardır. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 22 Temmuz 2019 tarihinde vize serbestisi diyalogunun belirlenen programda ilerleyememesi ve

64

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

dolayısıyla AB’nin Türk vatandaşlarına yönelik vize uygulamasını kaldırmamasına dayanarak Geri Kabul Anlaşması’nın askıya alındığını duyurmuştur (Deutsche Welle, 22 Temmuz 2019). Vize serbestisi diyalogu kapsamında yerine getirilmemiş 5 kriter, bir yandan 15 Temmuz’daki başarısız darbe girişimi diğer yandan Türkiye’de yaşanan DEAŞ ve PKK tarafından gerçekleştirilen terör eylemlerinin yarattığı siyasal iklim nedeniyle karşılanamadığından vize serbestisi konusu en azından şimdilik rafa kaldırılmış görünmektedir. Söz konusu kriterler şunlardır: Yolsuzlukla Mücadele Ulusal Stratejisi ve Eylem Planı ile GRECO tavsiyelerinin uygulanmaya devam edilmesi (Kriter 42); cezai meselelerde bütün AB Üye Devletleri ile yetkili makamlar arasında doğrudan irtibata geçilmesiyle suçluların iadesinin sağlanması da dahil olmak üzere etkin işbirliğinin sağlanması (Kriter 47); Europol ile Operasyonel İşbirliği Anlaşması’nın uygulanması (Kriter 54); özellikle denetimden sorumlu kurumun yapısı olmak üzere her alanda AB standartlarında bir kişisel verilerin korunması mevzuatı oluşturulması (Kriter 56); ve organize suçla ve terörle mücadeleye ilişkin mevzuatın, kişi güvenliği ve özgürlüğü, adil yargılanma hakkı; ifade, toplanma ve dernek kurma özgürlüğü alanlarında AİHM içtihadı, AİHS hükümleri ve AB üye ülke ulusal mevzuatlarına uyumlu hale getirilmesi (Kriter 65). Son olarak, bu yılın Şubat ayı sonunda 36 askerin İdlib’de şehit düşmesinin ertesinde Avrupa’ya gitmek isteyen mülteciler için 2016’dan bu yana kapalı olan sınır

65

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

kapılarının açılmasına karar verilmiş ve yüzlerce mülteci sınır kapılarına yönelmiştir. Ancak mülteciler sınıra vardıklarında Yunan sınır muhafızlarının kullandığı göz yaşartıcı bomba, plastik mermi ve sınıra çekilen jiletli tellerle karşılaşmışlar ve sınırda büyük bir dram yaşanmıştır (Euronews, 3 Mart 2020). 9 Mart 2020’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Brüksel’de Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile mülteci krizi ve vize serbestisi meselelerinin konuşulduğu üçlü bir görüşme gerçekleştirmiştir. Her ne kadar 2016’dan bu yana mutabakatın en belirgin ve AB’nin de ağırlık vermeye çalıştığı maddesi göç olsa da Uzlaşı’nın diğer maddeleri de Türkiye’nin öncelikleri arasında yer almaktadır. Söz konusu maddeler şöyle sıralanmaktadır: Gümrük Birliği güncellemelerine en hızlı şekilde başlanması, vize serbestisi için Türkiye’nin kalan 6 kriteri yerine getirmesi ve bunun karşılığında da Geri Kabul Anlaşması’nın Türkiye tarafından uygulanması, terörle mücadelede yakın işbirliği, AB ile üst düzey diyalog toplantılarının ve Türkiye-AB zirvelerinin düzenli olarak yapılması. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Zirve’de 18 Mart Uzlaşısı’nın yenilenmesi konusunu gündeme getirmesinin nedenleri şöyle sıralanabilir: 18 Mart Uzlaşısı, 2016 yılında, Türkiye’deki göçmen sayısı 2 milyonken yapılmıştır. Oysa şimdi Türkiye’de 3,7 milyon Suriyeli göçmen yaşamaktadır. Dolayısıyla AB mali desteğinin artırılması gerekmektedir. AB 2016 yılında taahhüt ettiği 6 milyar avro

66

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

tutarındaki yardımın şimdiye kadar 3,2 milyar avrosunu serbest bırakmıştır. Sadece Suriyeliler değil, ayrıca İran üzerinden gelen Afganlar, Pakistanlılar, Bangladeşlilerin de sayıları da giderek artmaktadır. Bu kimseler de potansiyel olarak Avrupa’ya gitme eğiliminde olduklarından, göçmenler konusunda Avrupa’nın doğu sınırının sadece Suriye ile değil, aynı zamanda İran’la da ilişkili olduğunun göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla AB’nin bu gelişmeleri dikkate alarak 18 Mart Uzlaşısı’nın sadece Suriyeliler ile sınırlı olan çerçevesini, diğer yabancıları da kapsayacak şekilde genişletmesi gerekmektedir. Yeni anlaşmada yer alması istenen bir diğer önemli talep de Türkiye ve AB’nin işbirliği yapması ve Türkiye’de bulunan mültecilerin Suriye’de oluşturulan güvenli bölgelere “gönüllü” olarak gönderilmesidir. Türkiye’nin üçüncü talebi ise AB’nin dayanışma açılımı yaparak, Türkiye’nin sınır ötesinde terörle yaptığı mücadeleye destek vermesidir. (Özel Tümer, 2020; Deutsche Welle, 2020). Görüşmenin ardından Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen yaptığı açıklamada 18 Mart Uzlaşısı’nın halen geçerli olduğunu ve eksik kalan kısımlarının nasıl tamamlanacağını görüştüklerini dile getirip Yunanistan sınırındaki durumun çözülmesi için iletişimin önkoşul olduğunu belirtmiştir. Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yapılan görüşmeyi Türkiye ile kısa, orta ve uzun vadede daha güçlü bir siyasi diyalog geliştirmek için ilk adım olarak değerlendirdiklerini söyleyip AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 18 Mart Uzlaşısı ile ilgili çalışma yürüteceklerini bildirmiştir ancak çalışmanın içeriği netlik kazanmamıştır (Deutsche Welle, 9 Mart 2020). Her ne kadar söz konusu meselelerde teknik çalışmalar başlatılmışsa da kısa zamanda sonuç alınması zor görünmektedir. Bir yandan koronavirüs kriziyle mücadele, diğer yandan üye ülkelerin göç konusundaki görüş farklılıkları AB’nin hızlı hareket etmesini engellemektedir.

AB-Türkiye İlişkileri Canlandırılmalıdır Koronavirüs salgını, dünya genelinde olduğu gibi Avrupa ülkelerini de derinden sarsmış, sağlık başta olmak üzere ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda da sorunlara neden olmuştur. AB’nin bu süreçte pek başarılı olduğu söylenemez. Birlik

67

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ve dayanışma ruhu gibi kutsanan kavramlar göz ardı edilmiş, üye ülkeler hastalık kıtaya yayılmaya başladıktan sonra ulusal çıkarlarını önceleyen politikalara başvurmuşlardır. Öyle ki, salgın Avrupa’nın tamamına yayıldığında AB’nin lokomotifleri konumunda olan Almanya tıbbi maske ihracatını yasaklarken, Fransa ise mevcut maske stokları için koruyucu maskelerin sadece reçeteyle verilmesi kararını almıştır. Bunun sonucunda, Birlik içinde yalnız kalan ve salgının en ağır seyrettiği İtalya ve İspanya gibi üye ülkelere ciddi medikal destek Çin’den, daha sonra ise Küba, Türkiye ve Rusya gibi ülkelerden gelmiştir. Her kriz döneminde olduğu gibi, Birlik içinde kuzey-güney farkı yeniden ortaya çıkmıştır. Güney ülkeleri yardım istemekte, kuzeydeki zengin üye ülkeler ise yardım konusunda pek istekli davranmamaktadır. Koronavirüs salgınında da aynı şeyler yaşanmış ancak sonunda salgının neden olduğu ekonomik tahribatın öncelikle Avrupa Tek Pazarı’nı olumsuz etkileyeceği gerçeği, başta AB’nin lokomotifi olan Almanya ve Fransa’yı harekete geçirmiştir. Amaç, büyük ekonomik yardım paketlerini AB düzeyinde tartışmaya hazırlamak ve bu amaçla 2021-2027 AB bütçesinde fon yaratmaktır. Nitekim AB Dönem Başkanlığı’nı 1 Temmuz’dan itibaren 6 ay süre ile üstlenecek Almanya Şansölyesi Angela Merkel, önceliklerinin AB’nin koronavirüsle mücadelesi ve çevre konuları olduğunu ifade etmiştir (Euronews, 26 Nisan 2020). Almanya ayrıca, 1 Haziran’da Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi dönem başkanlığını devralacak ve bu bağlamda dünyayı sarsan Covid-19 salgını, ABDÇin gerilimi, Suriye’deki iç savaş, Libya ve Doğu Akdeniz ihtilafı gibi konular üzerine de yoğunlaşmak durumunda kalacak. Bu konuların özellikle bazıları Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmektedir. Almanya, hiç şüphesiz, her iki başkanlığı eş zamanlı yürütmesi dolayısıyla hem AB içinde hem uluslararası düzeyde en azından bazı konularda adımlar atmak isteyecektir. Bu, Türkiye için bir fırsat olabilir. Her ne kadar katılım müzakereleri, Gümrük Birliği ve mülteciler konusunda taraflar arasında uzun süredir karşılıklı siyasi restleşmeler yaşansa da Türkiye’nin yüzünü AB’ye dönüp olumlu siyasi mesajlar vermesi, belki de yeni bir başlangıç olacak ve ilişkilere yeni bir ivme kazandıracaktır. Bu üç konunun nasıl ele alınacağı hususunda esneklik göstermek, yani hiçbir önkoşul olmadan yeniden bir araya gelip bir strateji oluşturmak, Türkiye’nin lehine olduğu gibi, AB’nin de yararına olacaktır. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın

68

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

9 Mayıs Avrupa Günü mesajını, Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlandırılması için atılan bir adım olarak değerlendirmek gerekir.

69

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE DIŞ POLİTİKA: AVRUPA TÜRK DİASPORASI POLİTİKASI Veyis Güngör

Direktör, Türkevi Araştırmalar Merkezi, Amsterdam, Hollanda

Avrupalı Türkler/Türk Diasporası Avrupa ülkelerinde sayıları 5 milyonu aşan Türk diasporasının varlığı, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini etkileyen bir unsurdur. Avrupa Türk diasporası beşerî sermayesi, insan kaynakları, ekonomik faaliyetleri, siyasal katılım ve temsil gücüyle önemli bir potansiyele sahip olsa da şimdiye kadar bu potansiyelden güçlü biçimde yararlanılmamıştır. Covid-19 süreci, bilinen ve var olan uluslararası ilişkileri sarsmış, ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesine sebep olmuştur. Ulus-devletlerin yeniden revaç bulması, Covid-19 sürecinde her devletin kendi başının çaresine bakması, uluslararası kuruluşların beklenen rolü oynayamaması gibi gelişmeler yaşanmıştır. Sorunun küresel olmasına karşın pandemiye lokal yaklaşımlar ve çözümler de gözlenmiştir. Bu süreçte, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde de bazı gelişmeler yaşanmıştır. Pandemi sürecinde Türkiye ile Avrupa Türk diasporasının ilişkileri gündeme gelmiş ve derinleşmiştir. Avrupa Türk diasporasının Covid-19 boyunca onları yaşadıkları ülkelerde ön plana çıkaran ve güçlendiren bazı etkinlikleri olmuştur. Bu gelişmeler aşağıda özet şeklinde aktarılmıştır. Türkiye-AB ilişkilerindeki en somut gelişme, koronavirüs salgını ile mücadele çerçevesinde Türkiye’nin Avrupa ülkelerine karşılıklı uçuş yasakları koyması olmuştur. Yasaktan sonra Türkiye ve Avrupa ülkeleri sadece yurtdışında mahsur kalan vatandaşlarını tahliye etmek için seferler organize etmiştir. Kargo uçuşları ise aksamadan devam etmiştir.

70

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Uçuş yasağının beraberinde getirdiği en önemli problem, yurtdışında herhangi bir sebeple vefat edenlerin cenazelerinin ülkeye naklinde yaşanmıştır. İlk etapta cenazelerin naklinin yapılmayacağı belirtilirken, yoğun şikayet ve talepler sonunda cenazelerin nakline izin verilmiştir. Ancak nakil, refakat olmaksızın sadece cenaze ile sınırlı kalmıştır. Bu da yakınlarını kaybedenler için oldukça sıkıntılı bir durum yaratmıştır.

Diasporaya Yönelik İnsani Politikalar Türkiye pandemi ile mücadele sürecinde hem kendi diasporasına hem de pek çok ülkeye insani yardım ulaştırarak yumuşak gücünü (soft power) pekiştirmiştir. Bunun orta ve uzun vadede Türkiye algısı ve Türk dış politikasına olumlu katkılarının olacağı beklenmelidir. Koronavirüs sürecinde Türkiye, bazı Avrupa ülkelerinden hasta Türk vatandaşlarını ambulans uçakla Türkiye’ye getirmiştir. Kamuoyunda en çok yer alan vakıalardan biri, İsveç’in Malmö kentinde yaşayan ve Covid-19 testi pozitif çıkan bir Türk vatandaşının, hastanede tedavi edilmediği gerekçesiyle Türkiye’nin gönderdiği ambulans uçakla Türkiye’ye getirilmesi olmuştur. Türkiye’nin diaspora Türklerine gösterdiği ilgi, Avrupa’daki Türk vatandaşlarını psikolojik olarak sevince boğmuş ve özgüvenlerini artırmıştır. Söz konusu yaklaşım, İsveç yetkilileri tarafından eleştiri konusu edilmiştir. Hastanın ambulans uçakla naklinin bir diğer örneği de Hollanda’nın Rotterdam kentinde yaşayan lösemi hastası bir Türk gencinin, Hollanda’da tedavisinin sona ermesiyle Türkiye’den gelen ambulans uçakla Türkiye’ye tedavi amaçlı getirilmesidir. Tedaviden umudunu kesen Hollandalı yetkililerin üzerine fazla düşmedikleri bu durum, Türk vatandaşları arasında bir gurur kaynağı olmuştur. Ne yazık ki bu hasta Türkiye’de tedavi gördüğü hastanede 30 Mayıs 2020 günü hayatını kaybetmiştir.

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ve Yardımlar Koronavirüs sürecinde Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) Avrupa’daki bazı dernek ve vakıflara proje desteğinde bulunmuştur. Söz konusu

71

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

proje destekleri, Avrupa’daki Türkler arasında farklı yorumlara sebep olmakla beraber genelde olumlu karşılanmıştır. Yardım, yarım yüzyıllık göçmenlik tarihinde pek alışılagelen bir yöntem olmadığı için bu yaklaşımı garipseyenler de olmuştur. Zira, Avrupa’ya gelen Türkler on yıllardır Türkiye’deki akraba ve ihtiyaç sahiplerine Ramazan, Kurban Bayramı vesilesiyle veya herhangi bir afet sonrası sürekli yardım etmişken, bu gelenek Covid-19 nedeniyle kesintiye uğramıştır. Koronavirüs sürecinde YTB’nin var olan geleneğin tam tersini gerçekleştirmesi her ne kadar yardım alan kuruluşlar tarafından sevinçle karşılansa da bir kısım Türklerin eleştirilerine hedef olmuştur. YTB’nin bu yardımları yapmasının altında “Her şartta vatandaşımızla birlikteyiz” saiki bulunmaktadır. Ancak yardımları dağıtan STK’ların olayı sunumunu bir yardımdan ziyade siyasi bir gösteri olarak değerlendirenler de olmuştur. Hollandalıların bu tür olaylara hemen tepki vermeyip bir müddet sonra yorum yapma gelenekleri olduğu için tutumları şimdilik bilinmemektedir. Bu noktada özen gösterilmesi konulardan biri, Türkiye’den resmî kanallar aracılığıyla gönderilen yardımların ilgili ülke makamları ile koordineli olarak dağıtılması ve bunun da işbirliği alanlarının genişletilmesi için fırsata dönüştürülmesidir. Covid-19 sürecinde Türkiye başarılı bir sınav vermiş ve işbirliğine açık olduğunu göstermiştir. Post-Covid-19 yeni bir dönemin başlangıcı olacaksa Türkiye, AB üyeleri ile yakın ilişkiler içinde olmalı, tam üyelik müzakerelerini de sürdürerek Birlik ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini güçlendirmelidir. Bunun hem Türkiye hem de Türk diasporası için olumlu sonuçları olacaktır.

Türk Diasporası Sivil Toplum Kuruluşları Koronavirüs krizi sürecinde Avrupa’nın birçok yerinde Türk sivil toplum kuruluşu temsilcileri hastaneleri ziyaret ederek zor günlerde büyük fedakarlık gösteren sağlık çalışanlarına moral desteği vermiştir. Beraberlerinde götürdükleri gıda ve hijyen malzemelerini çalışanlara bilabedel teslim eden Türk STK temsilcileri, böyle bir süreçte üzerlerine ne düşüyorsa yapmak ve sorumluluk almak istediklerini göstermişlerdir. Entegrasyon ve uyum tartışmalarında Türkler lehine örnek davranışlar sergilenmiştir.

72

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Türk girişimcilerin yanı sıra dinî ve sosyal amaçlı kuruluşlar Covid-19 sürecinde özellikle Ramazan ayında topladıkları yardımlarla tonlarca yiyecek-içecek malzemesini Avupa ülkelerinde (Hollanda dahil) gıda bankalarına bağışlamıştır. Türk kuruluşlarının bu davranışları Hollanda medyasında yer almış ve takdirle karşılanmıştır. Avrupa’daki Türk restoranlarının organize ettiği etkinliklerde birçok yerli gönüllünün de katılımıyla özellikle evlerinden çıkmaları riskli olan yaşlılara ve yalnız yaşayanlara yemek paketleri dağıtılmıştır. Türk gönüllüler camilerde oluşturdukları çalışma gruplarıyla alışveriş yapamayan yaşlıların haftalık alışverişlerini yapmışlardır. Türk STK ve gönüllüleri insani yardımda ilk sıralarda yer almış ve riskler üstlenerek dil, din, ırk, cinsiyet ve yaş farkı gözetmeksizin sosyal sorumluluk bilinci ile hareket etmişlerdir. Covid-19 sürecinde maske ihtiyacını karşılamak için Türk ev kadınları bazı camilerin lokallerinde maske üretimi yaparak maske eksikliğinin tamamlanmasına gönüllü olarak katkıda bulunmuşlar ve üretilen maskeleri sağlık çalışanlarına ücretsiz olarak ulaştırmışlardır. Yukarıda özetlenen diaspora faaliyetleri, Türk STK’ların siyasi, ekonomik ve kültürel sermayelerinin ve insan gücünün zenginliğine ve onlara verilen desteğin artması gerektiğine işaret etmektedir. Yukarıda da ifade edildiği üzere, 5 milyonluk güçlü bir Avrupa Türk diasporası, Türkiye-AB ilişkilerine çok önemli yapıcı katkılarda bulunabilir. Bu potansiyelin ilgili ülke resmî kurumlarının destek ve onaylarının da değerlendirilmesi sonucunda harekete geçirilmesi Türkiye’nin gücüne güç katacaktır.

Sağlık Diplomasisi ve İnsani Diplomasi Avrupa Birliği’nin koronavirüs öncesi gündemini güvenlik, savunma, göç ve mülteciler meşgul etmekteydi. Koronavirüsle birlikte AB gündemine bir de sağlık meselesi eklenmiş oldu. AB gündeminde olan konular üzerinde her ne kadar fikir ayrılığı yaşansa da üye ülkeler birlikte çalışmak durumundadır. Koronavirüs krizine hazırlıksız yakalanan AB, bu krizden çıkmak için sağlık alanında da hem üye ülkelerle hem de Birliğin komşu ülkeleriyle birlikte çalışmak mecburiyetindedir.

73

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Türkiye, AB’nin bu sayılan alanlarda ortaklık yapacağı ülkelerden biridir. Birbiriyle iç içe olan güvenlik, savunma, göç, mülteciler ve sağlık alanlarında Türkiye, Avrupa Birliği’nin kaçınılmaz stratejik ortağıdır. Bu gerçek AB makamlarına ve kamuoyuna daha sık ve güçlü bir şekilde anlatılmalıdır. Avrupa Türk diasporası içindeki yaygın kanaat ve beklenti, Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerini sürdürmesi, AB ile ilişkileri geliştirmesi ve aradaki sorunları krize dönüştüren değil, çözen taraf olmasıdır. Zira ilişkilerin olumlu seyri Avrupa Türklerini her açıdan rahatlatmakta, özgüven vermekte ve güçlendirmektedir. Bu çerçevede Türkiye, bazı Avrupa ülkelerinin Türkiye-AB ilişkilerinde sergilediği can sıkıcı tavırlar üzerinde fazla durmadan müzakere ve diyalog içinde olmanın yollarını aramalıdır. Bilindiği üzere, Avrupa her konuda kendi içinde de aynı düşünmemekte ancak ülkeler arasında birçok konuda ciddi farklılıklar olmasına rağmen geçen yüzyılda yaşanan savaşlardan aldığı derslerle konuşmak, tartışmak ve birçok konuda anlaşmak zorundadır. Kuzey-güney tartışması, Doğu Avrupa ülkelerinin göç ve mülteciler konusundaki tutumu, aşırı sağ ve popülizm, Avrupa ülkelerinin sürekli tartışılan, hemfikir olamadıkları konular arasında yer almaktadır. Türkiye bu hakikatlerin farkında olarak AB ile ilişkilerini gerçekçi bir zeminde sürdürmelidir.

Diaspora Politikası Nasıl Olmalıdır? Türkiye diaspora politikasının temel çıkış noktalarından biri, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Köln Arena stadındaki konuşmasında ifade ettiği gibi, Türklerin bulundukları ülkelerin vatandaşı olmaya, sorumluluk almaya, etkin siyasete katılıp temsil edilmeye teşvik edilmesi yönünde olmalıdır. Türkiye diaspora politikası, Avrupa’da Türklerin kalıcı olduğunun bilincinde olan ve bu yönde faaliyetler gerçekleştiren, üreten, yazan, araştıran ikinci ve üçüncü nesil Avrupalı Türk aydınları ile daha yakın temas kurarak, onlarla diyalog içinde olarak ve onlara değer vererek Avrupa’da Türk kuruluşlarının kurumsallaşmasını desteklemek şeklinde olmalıdır. Bir başka ifadeyle, Avrupa Türk diasporasının sosyolojik yapısını (yaş, cinsiyet, eğitim, gelir düzeyi, kuşak farkları, uyum düzeyleri vb.) ve Avrupalı Türklerin şu ana kadar inşa edip geliştirdikleri

74

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

toplumsal kurumların özelliklerini göz önüne alan bir diaspora politikası daha etkili sonuçlar alınmasına katkıda bulunacaktır. Mevcut yapı ve birikim bu anlamda yeni yapıların oluşmasına ve kurumsallaşma çabalarına olumlu etkiler yapacaktır. Türkiye yurtdışında kurumsallaşmaya önem vermekte ve bunun için önemli kaynak ayırmaktadır. Bu girişimler hem Türk dış politikası açısından olumlu adımlar olarak görülmekte hem de Türk diasporası tarafından heyecanla karşılanmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’de kurulan ve yurtdışında aktif faaliyet yürüten YTB, Yunus Emre Vakfı ve Türkiye Maarif Vakfı kurumsallaşma aşamasında ve etkinliklerin yürütülmesi aşamasında Türk diasporası ile iletişim halinde olmalıdır. Bu önemli kurumlarımız sahadaki etkinliklerinde Avrupalı karar vericilerin ve kamuoyunun rahatsız olacağı uygulama ve faaliyetlerden kaçınmalıdır. Söz konusu kurumlar yereldeki Türk sivil toplum kuruluşları ile işbirliklerini genişletmeli, meşruiyet zeminlerini güçlendirmeli, Sayın Cumhurbaşkanımızın yukarıda işaret edilen vatandaşlık ve entegrasyon temelli projelere ağırlık verilmesi tavsiyesine uymalıdır. YTB, Yunus Emre Vakfı ve Türkiye Maarif Vakfı bulundukları ülkelerdeki yerleşik, saygın, etkin ve vatanperver Türk STK’larla ilişkiler kurmayı öncelemeli; Avrupa ise bu yapıda olan gönüllü kuruluşlarla yarışa girmemeli, onları desteklemelidir. Türk STK’ların uzmanlık ve uğraş alanlarından farklı alanlara ve geniş hedef kitlelere yönelilmelidir.

75

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

76

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

SOSYAL POLİTİKA Prof. Dr. Tarık Tuncay

Öğretim Üyesi, Sosyal Hizmet Anabilim Dalı, Hacettepe Üniversitesi

77

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

COVID-19 Sürecinde Dezavantajlı Gruplar 2019 yılının Aralık ayı sonunda Çin’in Wuhan kentinde görülen Covid-19 virüsü, kelebek etkisi ile dünyanın her yerine birkaç ay içerisinde çok hızlı biçimde yayılmış ve bir pandemiye dönüşmüştür. Pandemi her şeyden önce incinebilirliğin kapsamını genişletmiştir. Bunun anlamı virüsün yaş, cinsiyet, ırk ve sınıf ayrımı gözetmeksizin herkese bulaşmasıdır. Ne var ki toplumun belirli incinebilir kesimleri ile geneli arasındaki farklar da bu yüzden adeta ortadan kalkmıştır. Herkes incinebilir hale geldiği için çocuklar, engelliler, yaşlılar, kadınlar ve kronik hastalar başta olmak üzere toplumun pozitif ayrımcılığa ve özel hizmetlere/desteklere ihtiyaç duyan gruplarının gerekli sağlık, sosyal koruma ve refah hizmetlerine erişiminde potansiyel olarak bir güçlükle karşı karşıya kalınmıştır. Her toplumda mevcut olan ekonomi-politiğin ve diğer sosyal koşulların etkisiyle gelişen belirli sosyal yoksunluklar karşısında çok önemli bir müdahale aracı pozitif ayrımcılık uygulamasıdır. Belirli nüfus grupları öncelikli gruplar olarak tanımlanarak toplumsal eşitsizliğin yıkıcı etkilerine karşı etkili koruma sağlanır. Pandeminin küresel etkilerinden biri, belirli nüfus gruplarının daha incinebilir hale geldiği görüşüdür. Zaten belirli dezavantajları olan kişiler ve aileler üzerine bir de pandemi stresi eklendiğinde, bu kişiler ve aileler çok daha zorlu psikososyal ve

Pandeminin en önemli küresel etkilerinden biri, belirli nüfus gruplarının daha incinebilir hale gelmesidir.

78

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ekonomik süreçlere maruz kalabilmektedir. Bu çerçevede, sosyal politikaların öncelikli ilkeleri arasında incinebilirlik konusuna özel bir yer verilmelidir. Devam eden başlıklar altında belirli nüfus gruplarının pandemi sürecinden nasıl etkilendiğine ilişkin kısa görüşler yer almaktadır. Çocuklar Ülkemiz 23 milyonu aşkın 18 yaş altı nüfusla halen genç bir ülkedir. 2020 yılı Mart ayından beri okulların önce tatil edilmesi sonra evden internet/TV üzerinden eğitime geçilmesiyle birlikte çocukların tüm yaşamı fiziksel olarak ev içi alanlarla sınırlandırılmıştır. Çocuk koruma politikalarının ilgi konusu olan istismar, ihmal, sömürü gibi travmatik etkileri bulunan psikososyal sorunlar devam ederken, eğitime katılma ve toplumsallaşma gibi süreçlerde önemli zorluklar oluşmuştur. Çocuklarla ilgili etkiler göz önünde bulundurulduğunda, belki de dikkati çeken ilk öncelikli konu çocukların sanal ortamlarda maruz kaldıkları içeriğin oluşturabileceği risklerdir. Çocuklar eğitim ihtiyacı nedeniyle pandemi sürecinde zamanlarının büyük bölümünü dijital ortamlarda geçirmektedirler. Sanal ortamda geçirilen süreye ilaveten maruz kaldıkları içeriğin denetlenmesi ile ilgili çok önemli güçlükler söz konusudur. İçerik sağlayıcısı olan birçok uluslararası firma ile doğrudan kullanıcının muhatap olması ve içeriğin denetlenmesinde bazı güçlükler yaşanmaktadır. Ayrıca, yürürlükte olan 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu (2005),

79

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

çocukların internette maruz kaldığı istismar ve benzeri durumlarla ilgili yeterli düzeyde koruyucu maddeler içermemektedir ve söz konusu kanunda bir güncellemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Dolayısıyla, istismarın bir diğer boyutu olarak sanal ortamda “dijital istismar” sorunu artış eğilimi göstermektedir. Çocuk istismarı sorununda her üç vakadan en az ikisinde istismarcı profili aile içinden veya yakın çevreden kişilerden oluşmaktadır. Çocukların her ne kadar en güvenli ortamları olan evlerinde vakit geçiriyor olmaları virüsün bulaşmasından korunmada gerekli bir karar gibi gözükse de genelde çocuklara yönelmesi muhtemel istismarcı davranışların bir artış riski gösterdiği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu konuda saha araştırmaları yapılarak veriler toplanmalıdır. Aile değerlerinin çözülmeye uğradığı dünyada, pandemi açısından güvenli bir alan olan evlerin istismar açısından daha dikkatle izlenmesi gereken bir alan olarak değerlendirilmesinde yarar vardır. Çocukların maruz kaldığı istismar genelde okulda ve sağlık kurumlarında saptanmaktadır. Her iki hizmete erişimde görece güçlükler yaşandığı ve somut engeller oluştuğu düşünülürse, çocuk istismarı açısından daha etkili izleme ve takip sistemlerinin çocuklara yönelik sosyal politikaların öncelikli amacı olması hayati önem taşımaktadır. Çocuk koruma hizmetlerinde başvurulan erken uyarı sistemlerini çocuk politikalarının önemli bir bileşeni olarak dikkate almak gerekir.

/// 80

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Kadınlar ve Şiddetle Mücadele Toplumsal statü sorunlarıyla karşılaşan ve eşitsizliğin yarattığı baskılara uğrayan kadınlar, pandemi sürecinden etkilenen kritik bir nüfus grubu olmuştur. Özellikle kadınlar arasında yardımcı hizmetler gibi güvencesiz, esnek ve düşük ücretli işlerde çalışanlar pandemi nedeniyle iş kaybına uğramış ve bu nedenle şiddete karşı bir tampon mekanizma işlevi gördüğü herkes tarafından bilinen ekonomik bağımsızlıklarını kaybettikleri için ev içerisinde daha korunmasız hale gelmiş olabilirler. Kadın sorunları ve hakları ile ilgili sivil toplum örgütlerinin derlediği bilgilere göre, 6284 sayılı Şiddeti Önleme Yasası kapsamında hakkında koruma ve tedbir uygulanan kadınların özellikle gerekli hallerde ivedilikle kolluk kuvvetlerinden destek almak için bulunduğu girişimlere, kolluk kuvvetlerinin toplumun geneline yönelik destek hizmetlerini sunmaları nedeniyle çok yoğun olmaları gerekçesiyle hemen yanıt verilememiştir. Bu grupların güvenlik hizmetlerine hızlı ve etkin biçimde ulaşabilmelerinin önündeki engeller mutlaka gözden geçirilmelidir. Şiddetle mücadele alanı görev ihmallerini kaldırmayacak kadar risklidir. Kadınlara ve diğer şiddet mağdurlarına yönelik acil eylem planları oluşturulmalıdır.

Engelliler Türkiye nüfusunun yüzde on ikisinden fazlasını oluşturan engellilerin pandemi sürecinde mevcut dezavantajlı konumlarının çoklu dezavantajlara dönüştüğü gözlenmektedir. Engellilerin temel sağlık ve sosyal hizmetlere erişiminde çeşitli güçlüklerle karşılaştıkları bildirilmektedir. Erişilebilirlik, engelli bireylerin ülkemizde hâlihazırda yaşadığı en öncelikli problem olarak güncelliğini korumaktadır. Çoklu engelli olan kişilerin Covid-19 virüsüne karşı en yüksek risk grubu içinde olduğu bilinmektedir. Ne var ki, Türkiye Sakatlar Konfederasyonu’nun bildirdiğine göre, çoğu engellinin kullandıkları ilaçlar, medikal ve sarf malzemelerinin birçoğundan ciddi katkı payı ve fiyat farkları alınmaktadır. Yaşamsal önem taşıyan bu malzemelere erişimde ciddi zorluklar yaşanmaktadır. Engelli nüfusun bir diğer önemli problemi pandemi ile birlikte çalışma yaşamına erişim zorluklarının tecrübe edilmesidir. İstihdam edilmemiş birçok engelli birey, yoksulluk sınırı altında yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmaktadır. Ailesinde bakıma muhtaç engelli birey olan çalışanlar salgın sürecinde daha da büyük güçlükler yaşamaktadır. Engelli bireylere eğitim veren Özel Rehabilitasyon Merkezleri kapalı olduğundan engelli

81

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

eğitimleri yapılmamaktadır. Bu merkezler ayrıca çok zor durumda kalmışlardır. Zira bu çocukların uyum sağladıkları ortamlarda ve alıştıkları öğretmenlerle eğitimlerine devam etmeleri çok önemlidir. Özel eğitimde uzaktan eğitim programlarının niteliği ve etkisinin artırılmasına ihtiyaç vardır. Engellileri odak alan sosyal politikaların çok önemli bir belirleyicisi, erişilebilirliğin artırılması olmalıdır.

Yaşlılar Covid-19 pandemisinin yaşamını en çok tehdit ettiği nüfus grubunu yaşlılar oluşturmaktadır. Son verilere göre, hastalık tanısı sonrası vefat eden kişilerin yaklaşık dörtte üçü 65+ yaş grubu kişiler olmuştur. Bu nedenle zorunlu sosyal izolasyon ilk olarak yaşlılara uygulanmıştır. Ev karantinası, yaşlılarda virüs bulaşması ve ölüm riskini azaltan bir uygulama olsa da süre uzadıkça yaşlı ruh sağlığı ve sosyal işlevselliğinin yanı sıra beden sağlığı açısından da son derece riskli sonuçlar doğmaktadır. Yaşlı nüfusun içinde bulunduğu sosyal koşullar ve incinebilirlik faktörleri dikkate alınarak pandemiden bağımsız olarak ihtiyaç duydukları hizmetlere, bakım ve tedavilere erişimlerinin önündeki engellerin dikkatli bir risk taraması ile gözden geçirilmesi zorunludur. Yalnızca aile hekimlikleri ile değil, profesyonel sosyal hizmet ve

82

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

sosyal refah programlarıyla ve aynı zamanda örgütlü gönüllülük araçlarından yararlanılarak yaşlıların ihtiyaçlarının düzenli takibinin yapılmasını sağlayan kapsamlı bir yaşlı refahı koruma politikası ve ilgili eylem planı oluşturulmalıdır. Evde izolasyon süresince yaşlı bireyler açısından iyilik halinin bir bütün olarak ele alınması ve sürdürülmesi sağlanmalıdır. Türkiye Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin bildirdiğine göre, yaşlı bireylerin genel sağlık durumu, tıbbi müdahalelerden ziyade günlük yaşam aktivitelerinin niteliğinden etkilenir. Örneğin, evinde izolasyon uygulaması sırasında ulaşılabilen gıda maddeleri veya yenen yiyecek türlerindeki değişiklikler ya da sıvı tüketiminin değişmesi kalp yetmezliğinin alevlenmesini hızlandırabilir. Evde egzersiz eksikliği nedeniyle ortaya çıkan kas zayıflığı düşmelere neden olabilir. Sosyal ilişkiler ve dış dünyayla bağlantılı olmanın sağladığı bilişsel uyarımda azalma bilişsel ve davranışsal sorunlara yol açabilir ya da demansın ve var olan diğer zihinsel yetersizliklerin ağırlaşmasına neden olabilir. Bütün bunlara ek olarak da sağlık sorunları yaşadıklarında hastane ve sağlık merkezlerine gitme korkusu yaşamaları, yaşlıların acilen ulaşmaları gereken bakım ve tedavinin gecikmesine neden olabilir. Yaşlıların hayatında önemli bir gündem olan fiziksel sağlık sorunlarının artması izolasyonun psikolojik yükünün daha da ağırlaşması anlamına gelmektedir çünkü yaşlı bireyin ruhsal durumu fiziksel sağlık ve işlevselliğinden doğrudan etkilenmektedir. Yaşlılara yönelik koruyucu sosyal politika enstrümanları arasında özellikle tele-health gibi (tele-sağlık, örn. bkz. Tunstall) unsurlar yer almalı, bilişim teknolojilerinin etkin biçimde kullanıldığı araçlardan daha yoğun biçimde yararlanılmalıdır. Bu sistemle dünyanın birçok ülkesinde yaşlıların psikolojik, sosyal veya diğer işlevsel ihtiyaçlarının takip edilmesini sağlayan etkin bir uzaktan sosyal destek uygulaması yürütülmektedir. Türkiye’de Ankara Valiliği ve diğer bazı yerel yönetimler gibi birimlerde “yaşam destek birimleri” oluşturularak telefon yoluyla etkin sosyal destek uygulamaları yürütülmüş, yaşlıların temel sağlık göstergelerinin düzenli izlenmesi mümkün olmuştur. Bu araçlarla ilgili girişimlerin hem aile hekimliğini hem de koruyucu-önleyici sosyal hizmetleri içerek biçimde bütünleşik olarak tasarlanmasında yarar olacaktır.

83

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Sosyal Politikaların Yönelimi Nasıl Olmalı? Covid-19 küresel pandemisinin tüm toplumlarda görülen tipik etkileri, kamu hizmetlerine talebin yoğunluklu olarak artmış olmasıdır. Şüphesiz 1970’lerde altın çağını yaşamış olan sosyal refah devleti modeli yeniden gündeme gelmiştir. Toplumun birçok kesiminde “yeniden sosyal refah devleti” başlığı altında tartışmalar yapılmaya başlanmıştır. 1980’lerde ivme kazanan ve Anglo-Amerikan dünyanın temsil ettiği değerler sorgulanmaya başlanmıştır. Bu sistemin artışına etkide bulunduğu sosyal eşitsizlikler ve gelir dağılımındaki adaletsizlikler süreçte etkisini daha fazla göstermiştir. Kamu otoritelerinden, hızla yaygınlaşan sosyal ve ekonomik yoksunlukları telafi etme yönünde aktif girişimler ve destekler talep edilmiştir. “Ebeveyn” devlet modeline dönüş yönünde eğilimler görülmeye başlanmıştır. Ne var ki geniş ölçekte yaşanan birçok toplumsal sorunun ve ekonomik güçlüğün yalnızca devlet eliyle hafifletilmesine veya ortadan kaldırılmasına dönük çabalar mevcut ekonomi-politik temelinde ve toplumsal sistemin kapasitesi ile karşılanabilecek gibi gözükmemektedir. Bir diğer ifadeyle, devletçi bir geleneksel sosyal politika modeline yönelmenin oldukça riskli olduğu değerlendirilmektedir.

Ortak Sorumluluk Bilinci Toplumun çeşitli nüfus gruplarına yönelik sosyal politikaları ve sosyal refah hizmetlerini bütünleyen sosyal politikaların, ilkesel olarak ortak sorumluluk bilinci içinde hem kamu hem de sivil toplum örgütlenmeleri arasında dengelendiği bir uygulama çerçevesinin inşa edilmesi hayati önem taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti bir imparatorluk bakiyesidir. 1923’te ülkedeki rejim değişmiş olsa da devlet, kurumlarıyla devam etmiştir. Bu süreçte sosyal politikaların ve sosyal refah uygulamalarının en önemli aktörü, büyük oranda vakıflarla dengelenmiş olan sivil toplum olmuştur. Örneğin, 1923’te imparatorluktan devralınan Himaye-i Etfal Cemiyeti (sonraki adıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu) o zamanki hükümetin tüm devletçi yönelimlerine karşın kurucu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk tarafından devletleştirilmemiş, vakıf örgütlenmesi olarak hizmet etmeye devam etmiştir. Burada toplumun sosyal sorunlar karşısında örgütlü toplumsal dayanışma refleksinin körelmemesi gerektiği görüşü etkili olmuştur. Çocuk Esirgeme Kurumu’nun ancak 1940’lardan sonra bir dönüşüm geçirdiği bilinmektedir.

84

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Selçuklulardan itibaren Anadolu’da ve genel olarak Türk toplumunda güçlü olan vakıf geleneği birçok tarihçinin işaret ettiği toplumsal bir özelliğimizdir. Şu halde, içinde bulunduğumuz belirsiz ve kaotik küresel etkiler yaratan pandemi sürecinde ve sonrasında sosyal politikaların yönelimi, hem kamu otoritelerinin (merkezî hükümet ve yerel idareler) hem de kamu yararı gözeten örgütlü sivil toplum hareketlerinin desteklenmesi yönünde olmalıdır. Yaygın sosyal sorunlar ve yoksunluklar karşısında vatandaşlardan sürece yalnızca pasif destek vermelerini beklememek gerekir. Pasif destekten kastımız, ekonomik hayata sınırlı ölçüde katkı vermek, maske-mesafe-temizlik şeklinde özetlenen pasif sağlık tedbirlerini almak ile sınırlı kalınmamasıdır. Yalnızca bireysel aynî/nakdî yardımlar içeren hayırsever pratik yardım çabaları da süreklilik arz etmemekte, hatta yıkıcı bağımlılık dahi oluşturabilmektedir. Bunun ötesinde örgütlü yardımlaşma ve dayanışma faaliyetlerine yönelim teşvik edilmelidir. Avrupa ülkeleri her ne kadar sosyal refah devleti pratiğinde hatırı sayılır tecrübe biriktirmiş olsa da pandemi krizinde sivil toplum gücünü ve gönüllülük girişimlerini aktif biçimde destekleyen uygulamalara yön vermiştir. Örneğin, salgının çok yoğun yaşandığı İtalya’da yerel yönetimlerin ve ilgili sivil toplum örgütlerinin organizasyon desteği ile mahalle ve komşuluk örgütlenmeleri artırılmıştır. İnsanlar dayanışma gönüllüsü olarak ikamet ettikleri bölgelerde bulunan engelliler, yaşlılar, kronik hastalar gibi kişilerin en temel ihtiyaçlarının karşılanması ve öznel-duygusal sosyal destek etkileşimlerinin sürdürülmesi için doğrudan destek sürecinde rol almışlardır. Salgının sürekli artışı göz önünde bulundurulduğunda kamunun beşerî sermayesini son derece zorlayan bir yaygınlığın söz konusu olduğunu söylemek mümkündür. Diğer taraftan, değişimin nesnesi olmak yerine öznesi olan vatandaşların pandemi ile baş etmede toplumsal bilincin artırılmasında daha doğru bir konum alması sağlanmalıdır. İnsanlar değişimin öznesi olurlarsa birçok sosyal sorunun çok daha hızlı çözülmesi mümkün olacaktır. Aksi durumda insanlar içinde bulundukları koşullarla ilgili sorumluluk duygusundan bağımsızlaşma ve devlet otoritesi yasak koymadığı zaman sanki bir sağlık krizi yokmuş gibi yeterli ölçüde tedbir almama eğilimi göstermektedir. Örneğin, Sağlık Bakanlığı’nın sıklıkla ifade ettiği “Tedbiri elden bırakmayalım” mesajlarına karşın toplumun birçok kesiminde maske kullanma ve hijyene dikkat etme konusunda birçok özensiz davranış gözlemek mümkündür. Dolayısıyla insanlar bir sorun karşısında sorunu çözme yönünde daha aktif rol alırlarsa ancak o zaman toplumsal bilincin istenen ölçüye ulaşabileceği düşünülmektedir. Aksi durumda kuralları benimsetmek çok daha güçtür.

85

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

86

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI Dr. İbrahim Altan

Genel Müdür, Kızılay; Üye, Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu

87

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Faaliyetlerde Yükseliş ve Düşüş STK’ların faaliyetleri Covid-19 pandemisi sürecinden doğrudan etkilendi. Buna göre kültür, sanat vb. alanlarda faaliyet gösterenler başta olmak üzere bazı STK’ların faaliyetlerini tamamen durdurduğu; gençlik, kadın, mülteciler vb. alanlarda faaliyet gösteren bazı STK’ların faaliyetlerini kısmen durdurduğu veya dijital platformlara taşıdığı görüldü. Faaliyetlerdeki bu değişiklik temel insani yardımlar alanında faaliyet gösteren STK’larda iş yükünün artması ve faaliyet alanlarına yeni başlıkların eklenmesi şeklinde gerçekleşti. STK’ların faaliyet önceliklerinde değişimler oldu ki bunların kalıcı olacağı değerlendirilebilir. Ayrıca, sivil toplum kuruluşlarında pandemi sürecinde çalışanların ve paydaşların sağlığını korumak için yürütülen çalışmalar ile yeni çalışma biçimlerine uyum sağlama hususları da bu bağlamda dikkate alınmalıdır.

Faaliyetlerin İcrasında Değişiklikler Pandeminin kişileri ve kurumları icbar ettiği dijital dönüşüm, STK’larda da iş yapma biçimini etkilemiş, yönetim süreçleri ve bazı faaliyetler dijital platformlara taşınmıştır. Bu geçişin dönemsel olmayacağı, STK’ların bundan sonraki iş görme biçimlerini kalıcı şekilde etkileyeceği öngörülebilir. Bu bağlamda, STK profesyonellerinin ulusal ve uluslararası faaliyetleri çerçevesindeki hareketliliklerinde yaşanan zorunlu azalma, ilerleyen zamanlarda yüz yüze ve fiziki temaslarla yürütülen birtakım çalışmalarda STK’ları yeni yollar bulmaya zorlayacak görünüyor.

88

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Bağış ve Gelir Trendinde Değişim Covid-19 pandemisi sürecinde STK gelirleri ciddi oranlarda düştü. Özellikle sağlık ve insani yardım alanlarında çalışanlar dışındaki STK’larda bu düşüş dramatik düzeylerde oldu. STK’lar da salgının hedefindeki dezavantajlı gruplara yöneldi, yardım çalışmalarında bu kesimlere odaklandı. Bunlara ilaveten sağlık ve insani yardım alanında toplumsal duyarlılığın ve farkındalığın artması, sürecin olumlu getirilerinden biri oldu.

İhtiyaç ve İhtiyaçlı Profilinde Değişim Pandemi sürecinde afetlere ve krizlere hazırlıklı dirençli birey ve toplum olmanın önemi daha da anlaşılmıştır. Ayrıca, insani yardıma ihtiyaç duyma durumlarının sosyoekonomik durumdan bağımsız olarak her ülke, toplumsal grup veya birey için söz konusu olabileceği görülmüştür. Duyulan ve izale edilen ihtiyaçlar salt maddi mahiyetli değil, ventilatör gibi teknolojik, immün plazma gibi stratejik vs. olarak da gerçekleşmiştir. Yukarıdaki değiniler ışığında pandeminin bazı STK’lar için hayatta kalma mücadelesi anlamına geldiği, diğer bazı STK’lar içinse dönüşüm veya gelişme vesilesi olduğu ancak tek kelimeyle özetlenecek olursa hem bireysel hem de kurumsal olarak “değişiklikler”le müseccel bir süreç yaşadığımız söylenebilir.

89

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Pandemi Sonrasında STK’lar Nelerle Karşı Karşıya Kalacak? Önceliklerde Değişim, İşlerde Artış Yaşananlar çerçevesinde STK’ların önceliklerini gözden geçirmesi, yeni stratejiler benimsemesi gerekecektir. Zira salgının etkilediği, insani yardım ihtiyacı oluşmasına sebep olduğu bölge ve nüfus sayısı önceki şartlara nispetle yükselmiş olacaktır. Ayrıca, ülkemizde farklı statülerle bulunan göçmenlerin ve kırılgan grupların nüfus içindeki görece büyüklüğü göz önüne alındığında bu sayının yüksek düzeyde karşımıza çıkacağı açıktır. Pandemi sürecinde insani yardım alanında faaliyet gösteren STK’ların hedef kitlesi nitelik ve nicelik olarak değişime uğramıştır. Özellikle toplumun zaten kırılgan olan düşük gelirli kesiminin salgından ekonomik olarak büyük zarar görmesi, STK’ların gıda, hijyen, barınma gibi temel insani yardım alanlarındaki faaliyetlerini artırmasını ve çeşitlendirmesini gerekli kılmaktadır. Ayrıca, eve kapanma sürecinin tetiklediği aile içi gerginlikler nedeniyle psikososyal destek alanında faaliyet gösteren STK’lara önemli görevler düşmektedir. İlaveten, alt sosyoekonomik grupların sağlık risklerinin büyüyeceği, felaketin ortak yaşanması nedeniyle farklı toplumlar arasında yardımlaşmaların yeni bir alanı kapsayacağı, ülkelerin sağlık iletişimi ve güvenliği gibi alanlarda yatırımlarının artacağı vs. öngörülebilir. Bunlara paralel olarak, STK’ların da üstlenecekleri rollerle birlikte iş çeşidi ve kaynak ihtiyacı miktarında artış olacağı düşünülmelidir. Kaynaklarda Artış ve Yeni Çalışma Alanları Pandemi sonrası süreçte bireysel ve kurumsal düzeyde bağış temayüllerinde ve sivil topluma yönelik hibe programlarında kapsam ve nicelik olarak değişiklikler olacağı, olması gerektiği söylenebilir. STK’ların iş yapma biçimlerinin ve hedef kitlelerine erişmek için kullandıkları yöntemlerin önümüzdeki dönemde daha da değişeceği, dolayısıyla buna paralel olarak finans kaynaklarının dönüşeceği düşünülebilir. Bu arada, STK’lar bireysel bağışçıların memnuniyetini ve bağlılığını sağlamak için yeni stratejiler geliştirmek durumunda olacaklardır. İnsani yardım alanının kendi içinde hayati ihtiyaçlar, sosyal ihtiyaçlar, psikolojik ihtiyaçlar gibi alt kırılımları ve bu kırılımlar içinde de alt segmentler oluşması mukadderdir. Zarar gören gruplarda oluşan travmaların daha geç ortaya çıkması/ fark edilmesi sebebiyle bazı ihtiyaçların öngörülmesi ve hazırlıklı olunması

90

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

gereklidir. Dolayısıyla yeni sorunlara yönelik kaynaklar ve yeni program ve projeler geliştirmek önümüzde bir görev olarak durmaktadır. Uluslararası ilişkilerin daha insani ve adil temeller üzerinde yeniden inşa edilmesi gerekliliği “ölüm” hakikatinin de zorlamasıyla görülüyor/görüldü. Sosyal devlet yapısının güçlenmesi gerekliliği de teyit edildi. Bunlar ve benzeri gereklilikler insani hukuk ve insani diplomasi alanında hem yeni başlıkları işaret ediyor hem de STK’lar için yeni şapkaları yahut yeni STK oluşumlarını gündeme getiriyor. Yeni durumlara daha etkin müdahale için acilen “Ulusal Pandemi Hazırlık Planı” ve “Türkiye Afet Müdahale Planı” değerlendirilerek bunların afet ve acil durumlarda olduğu gibi salgın hastalıklar boyutunda da revize edilmesi ve uygulamaya geçirilmesi, “Güçlü ve Dirençli Toplum” için gerekli güçlendirme ve zenginleştirme çalışmalarının yapılması, alınacak önlemler çerçevesinde yatırım ve yapılanmaların gerçekleştirilmesi, tüm bileşenlerin işin içinde olduğu topyekûn bir re-organizasyona gidilmesi gereklidir. İşbirlikleri Yeni dönemde STK’lar arası işbirlikleri artmak zorunda olacaktır. Zira hiçbir STK’nın potansiyelleri tek başına tüm sorunları çözmeye yetecek stokları kapsamamaktadır. Ayrıca, farklı potansiyellerin devrede olmasını gerektiren karma iş ve güç birliklerinden mürekkep sentezlere gidilmesi gerekiyor. STK’lar arasında olduğu gibi, kamu kurum ve kuruluşlarıyla da STK’ların karşılıklı iyi bir çalışma ağı oluşturmaları gerekecektir. Bu meyanda uluslararası INGO ve IGO’larla iletişim ve rol paylaşımı da gündemde olmalıdır. Evden çalışma, kısa zamanlı çalışma, nöbetleşe çalışma, online platformlardan sanal çalışma gibi esnek çalışma biçimleri ve online sosyalleşme ortamlarını hep birlikte tecrübe ettik. Bu tecrübe toplamı hem profesyonelleriyle ve gönüllüleriyle hem de hizmet verilen insanlarla ilgili yeni ilişki biçimleri ve yeni sözleşmeler (sosyal kontrat) yahut sözleşme başlıkları geliştirilmesini STK’ların gündemine getirecektir. Ayrıca, bu ilişki biçimleri örgütlenme ve mobilizasyon dinamizmi yaratabilecektir. Devlet-STK İlişkilerine Etkiler Sivil toplum kuruluşlarının kamu kurum ve kuruluşlarıyla olan ilişkilerinde öne çıkan denetleyici, dengeleyici, destekleyici rolleri pandemi sürecinde de -yeni biçimler

91

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

yahut evrilmelerle- devam etmiştir. Özellikle STK-devlet arasındaki ilişkinin çift yönlü, proaktif, hak temelli ve insana hizmet odaklı olduğu durumlarda güçlü bir sivil toplum ağının halkın bilgilendirilmesi, yardım faaliyetlerinin organize edilmesi, dezavantajlı gruplara hızlı ve etkili hizmet sunulması vb. konularda ne kadar önemli olduğu bir daha görülmüştür. Tesis edilen “Vefa Destek Grubu” kamu-STK işbirliği için bir araç olarak bu bağlamda önemli bir isbat-ı vücutta bulunmuştur. Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının yasal statüler ve örgütlenme açısından sahip olduğu çeşitlilik (vakıf, dernek, meslek örgütü, sendika, kooperatif, birlik) ile baskın faaliyet alanına göre oluşturduğu çeşitlilik (ör. sosyal yardım, dayanışma, din, savunuculuk, mahalle, kadın, gençlik, çocuk, spor…) çok yönlü ve bütünlüklü bir ekosistem resmi oluşturmaktadır. Pandemi süreci farklı boyutlarda, çok parçalı ve kompleks bu mozaik yapının toplumsal katmanların kılcallarına nüfuz açısından öneminin altını çizmiştir. Bu dikkat ve rikkatle korunmalıdır. Devlete Güvenin Konsolide Edilmesi Pandemi sürecinde hastalığın kontrol altına alınması ve sağlık sisteminin kilitlenmemesi için alınan tedbirler kamu ajanlarında ve siyasilerde otoriter eğilimler gelişmesine, gözetleme-kontrol mekanizmalarının engelsizce kabul edilmesine ve yaygınlaşmasına vb. sebep olabilir. Kamu otoritesinin takviyesi ve merkezileşmesi anlamına gelecek bu türden değişimler birey-toplum-devlet ilişkilerinin devlet lehine değişmesini intaç edecek, demokratik kazanımlar berheva olacaktır. Bu türden bir negatif dönüşümün önü alınmalı, sivil toplum kuruluşlarının önemi teslim edilerek sorumluluklarını ifalarında kamu iradesi öz kontrolle hareket etmelidir. Sivil toplum kuruluşları kamu politikalarının sadece uygulamalarında değil, geliştirme ve denetleme süreçlerinde de önemli aktörler olarak konumlandırılmalıdır. Bu bağlamda, STK’ların sağlıklı işler haldeki demokratik toplumun destekleyici kurumları olmanın yanı sıra denetleyici ve dengeleyici kurumları olduğu dikkatte tutulmalıdır. Pandemi sebebiyle gelir dengesizliğinin ve eşitsizliklerin artması ve bazı alanlarda akuttan kroniğe evrilmesi yeni kitlesel hareketler doğurabilecektir. Sivil toplum kuruluşlarının bu toplumsal taleplerin sağlıklı bir şekilde dile getirilmesinde önemli roller üstleneceği hatırda tutulmalı, buna uygun mekanizma ve platformlar geliştirilmelidir.

92

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Sosyal Politika ve Hizmetler Pandemi ve sonrasındaki sürecin sosyal politika alanındaki yansımalarında sivil toplum kuruluşlarına önemli roller düşeceği aşikârdır. Özellikle yaşlı, engelli, mülteci, bakım kararı alınan çocuk, süreğen işsiz gibi dezavantajlı toplumsal gruplara yönelik sosyal hizmetler konusunda etkin işbirliklerine ihtiyaç duyulacak, STK’lar bu çerçevede kamu otoriteleri için önemli bir partner olacaktır. Örneğin, pandemi sonrasında metropollerin ekonomideki ağırlığında azalma ve demografik dağılımda periferiden yana dengelenme, dengelenme değilse bile periferiye geri göç beklenebilir. Bu geriye göç sürecinde yerel STK’larla kurulacak işbirlikleri sürecin sağlıklı yaşanmasına vesile olabilecektir. Ekolojik sorunlar, doğal kaynakların dağıtımı, ölen yahut yeni doğan iktisadi faaliyet alanları, iktisadi bölüşüm, fosil yakıtlar ve yenilenebilir enerji kaynakları, teknolojik gelişmeler gibi alanlarda Ar-Ge ve girişimcilik teşvik çalışmalarıyla yeni arayışların desteklenmesi konusunda pandemi öncesinde ve sürecinde önemli düzeyde farkındalık artışı yaşanmıştır. Bu enerjinin kamu-STK işbirliğinde uygun politika ve faaliyetlerle desteklenerek insanlığın tümünü ilgilendiren konularda ortak adımlar atılması sağlanabilir. Devlet Desteği Belirli STK’ların fon ve kapasitelerinde daralmalar olabilecektir. Devlet genel olarak kaynakların sağlıklı bir şekilde üleşilmesini sağlamak üzere trafiker rolü oynarken bu rolünü STK’lar için ayrıca re-organize etmelidir. Zira belirli alanlara temerküz edecek kaynakların yanı sıra toplam kaynaktaki daralma bir arada değerlendirilip yönetilmelidir. Ayrıca, yeni kaynakların havuza akması için uygun mekanizmalar geliştirilmelidir.

93

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

94

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

SAĞLIK Prof. Dr. Recep Öztürk

Öğretim Üyesi, Medipol Üniversitesi; Üye, Bilim Kurulu

95

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Enfeksiyon hastalıkları, insanlık için her zaman sorun oluşturmuştur, oluşturmaktadır ve oluşturmaya devam edecektir. Bu durumun son örneği Covid-19 pandemisidir. Günümüzde dünya genelinde neden olduğu salgınla çok büyük sağlık ve toplum sorunlarına yol açan Covid-19, SARS-CoV 2 ile oluşan bir enfeksiyon hastalığıdır. Çin, 31 Aralık 2019’da Hubey eyaletine bağlı Wuhan kentinde yaşanan ve kaynağı bilinmeyen solunum yolu rahatsızlığı vakalarını Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) bildirmiştir. DSÖ, 7 Ocak 2020’de hastalık etkeninin yeni bir koronavirüs olduğunu açıklamış ve 2019-nCoV şeklinde ilk isimlendirmesini yapmıştır. 9 Ocak 2020’de Çinli bilim insanları virüsü tanımlamıştır. Virüs daha sonra SARS-CoV2, hastalık ise Covid-19 olarak isimlendirilmiştir. 11 Ocak’ta Çin’de hastalık salgına dönüşmüş ve ilk vefat bildirilmiştir. Hastalık iki ayda tüm dünyaya yayılmış, 11 Mart 2020’de Dünya Sağlık Örgütü durumu pandemi ilan etmiştir. Ülkemizde Sağlık Bakanlığı, bu salgın için çok erken dönemde çalışmalara başlamış, 10 Ocak 2020’de DSÖ’nün pandemi ilanından tam iki ay önce Bilim Kurulu’nu kurarak düzenli şekilde çalışmasını sağlamıştır. Grip nedeniyle her yıl güncellenen ulusal pandemi planının iller düzeyinde gerekli hazırlık yapılarak güncellenmiş olması salgın hazırlığında başarının temel taşlarından biri olmuştur. Bugün için dünya genelinde salgın hastalık (Covid-19) yedi milyon vakayı, ölüm sayısı da 400 bini aşmıştır. Ülke olarak alınan önemli ve proaktif tedbirlerle salgının Türkiye’ye geç girmesi sağlanmış, etkin filyasyonla vaka tespiti gerçekleştirilmiş, başarılı hastane yönetimiyle kaliteli sağlık hizmeti sunularak hastanelerde yığılmalar önlenmiş, etkin ve erken tedavi ile vaka ölüm hızı (%2,8) düşük ülkeler arasında yer alma başarısı gösterilmiştir. Süreçte hastane hizmetlerinde bir yığılma ve çökme olmadan nitelikli sağlık hizmeti sunumu devam ettirilmiştir. Bilim Kurulu’nun önerilerini dikkate alarak hızlı ve etkin bir yönetim gösteren Sağlık Bakanlığı, devletin ilgili organları ile sürekli eş güdüm sağlamış, eş zamanlı olarak kamuyu düzenli bilgilendirerek sürecin etkin ve verimli şekilde yönetilmesini başarmıştır. Pandemi sürecinde fedakarca ve ekip anlayışı içinde çalışan sağlık çalışanlarının başarıdaki rolü çok büyüktür. Bu süreçte dünyadaki örneklerine göre sağlık çalışanlarına hastalık bulaşma oranının nispeten düşük olması ülkemizin bir diğer başarısıdır.

96

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Salgın, ülkemizde ve dünyada halkı ve çeşitli sektörleri yoğun bir şekilde etkilemiştir ve etkilemeye devam etmektedir. Sağlık hizmet sunumu alanında zorunlu olarak salgın ağırlıklı bir çalışma yürütülmesi nedeniyle acil vakalar dışındaki hastaların sağlığı üzerindeki olumsuz etkiler zamanla ayrıntılı şekilde tespit edilecektir. Bu süreçte özellikle düzenli takip edilmesi gereken onkolojik hastaların ve diğer kronik hastaların (şeker, hipertansiyon, kronik akciğer/kalp/karaciğer/böbrek hastaları), romatoloji hastalarının ve özel konakların (bağışıklık baskınlığı olan hastalar) ne kadar olumsuz etkilendiği konusunda çalışmalara ihtiyaç vardır. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin etkilenme durumu da araştırılması gereken diğer önemli bir konudur. Süreçteki izolasyon ve karantina tedbirlerinin oluşturduğu (hareketsizlikle ilişkili) sağlık sorunları dışındaki sosyal ve psikolojik etkiler bir diğer araştırma konusudur. Sağlık alanı dışında her düzeyde eğitimde, kamu ve özel sektörü çalışmalarında, ekonomide çok önemli etkilenmeler söz konusudur. Kamuda ve özel sektörde çalışma usullerini derinden etkileyecek uzaktan çalışma, dönüşümlü çalışma; eğitimde ölçme ve değerlendirme dahil uzaktan eğitim süreçteki en önemli hususlardır. Seyahatlerdeki uluslararası ve ulusal kısıtlamalar, sosyal ve kültürel ortamların paylaşımının sıfırlanmasının etkileri de önemlidir. Yukarıda değinilmeyen alanlarda da ulusal ve küresel düzeyde çok büyük etkilenmeler olmuştur. Salgın halen ülkemizde ve dünya genelinde devam etmekte, günde yaklaşık 100 bin vaka görülmektedir. Rusya, Brezilya, Hindistan, Peru vb. ülkeler hasta sayılarının artmaya devam

97

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ettiği ülkelerdir. Virüste önemli bir mutasyon gelişip virülans zayıflaması olmazsa salgınının etkilerinin 1-2 yıl daha çeşitli düzeylerde devam edeceği düşünülmektedir. Covid-19 salgını sonlandırılsa dahi, dünya başka salgınların/pandemilerin tehdidi altındadır. Her şeyden önce uzun yıllar önce dikkat çekilmeye başlayan, bizim de ülkemizde gündeme taşımaya çalıştığımız “enfeksiyon hastalıklarının değişen epidemiyolojisi” yeni salgınları besleyecek çeşitli faktörlere sahiptir. Medeniyetleri ciddi şekilde etkileyen hatta yıkılmalarına sebep olan veba, sıtma, tüberküloz, kolera, tifüs gibi enfeksiyon hastalıklarından bir kısmı bugün hâlâ ciddiyetini korumaktadır. 1900’lü yılların başında dünyadaki ölümlerin %50’den fazlası enfeksiyonlara bağlıydı ve sadece tüberküloz, pnömoni, ishal tüm ölümlerin yaklaşık %30’una neden olmaktaydı. 1940’lı yıllardan itibaren kullanıma giren antibiyotiklerin giderek artması, antiparaziter, antifungal ve antivirallerin genişleyen spektrumu, daha iyi konaklama ve beslenme koşullarının yaygınlaşması, emniyetli gıda ve su imkanlarının artması, çeşitli hastalıklara karşı bağışıklama imkanı, düzelen hijyen ve sanitasyon gibi önlemler enfeksiyonların özellikle gelişmiş ülkelerde azalmasına, bir kısmının eradike edilmesine imkan sağlamıştır. Bu başarının doğurduğu güven sonucunda enfeksiyonlara ilginin azalması, antimikrobiklere karşı giderek artan direnç sorunu ve sanayinin, özellikle gelişen direnç nedeniyle antimikrobik madde geliştirilmesine daha az önem vermesi, su kaynaklarının azalması/kirlenmesi, gıda emniyet zinciri bozuklukları, küresel ısınma ve iklim değişimi gibi nedenlerle enfeksiyonlarda yeniden artma eğilimi belirmiştir. Tanı, tedavi ve korunma alanındaki büyük ilerlemelere rağmen enfeksiyonlar DSÖ verilerine göre halen dünyadaki ölüm nedenlerinin %20-25’ini (12-13 milyon/yıl) oluşturmaktadır. En sık ölüme neden olan enfeksiyonlar pnömoni (3,5 milyon), AIDS (1,5 milyon), ishalli hastalıklar (1,5 milyon), tüberküloz (1,5 milyon) ve sıtmadır (0,6 milyon). Covid-19 pandemisinde sadece laboratuvarda doğrulanmış vakalarda ölüm sayısı 400 bini aşmıştır. Pnömoni ve ishale bağlı ölümlerin çoğu küçük çocuklarda olmaktadır. Aşı karşıtlığının etkili olduğu çeşitli ülkelerde kızamık salgınları ve ilgili ölümlerin görülmesi büyük bir tehlikedir. Lejyoner hastalığı, Lyme hastalığı, Escherichia coli O157:H7’ye bağlı hemolitik üremik sendrom, Vibrio cholerae O139’a bağlı kolera, insan bağışıklık yetmezliği virüsü (HIV) enfeksiyonuAIDS, Hepatit C, Hepatit E, Cryptosporidium ve Cyclospora enfeksiyonu, deli dana hastalığı [bovin spongiform ensefalopati (BSE)]/“variant”

98

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Creutzfeldt-Jakob hastalığı, Nipah virüs, hanta virüs, değişik hemorajik ateşler (ülkemizde Kırım-Kongo hastalığı), Deng ateşi, Chikungunya ateşi, SARS, kuş gribi, MERS-koronavirüs, Ebola hastalığı, Zika ateşi ve diğer yeni etkenler veya enfeksiyon hastalıkları arasında ilk akla gelenlerdir. Bu yeni hastalıkların ortaya çıkışı yanında tüberküloz ve klasik kolera (Güney Amerika ve Afrika’da) gibi eski hastalıkların yeniden önem kazanacak seviyede görülmeye başlanması insan ekolojisindeki değişikliklere dikkatleri çekmektedir. Farklı sebeplerle enfeksiyon hastalıkları epidemiyolojisinde değişiklikler olmakta, bazı önemli hastalıklarının enfeksiyöz etiyolojisi saptanmakta, yeni etkenler ve enfeksiyonlar belirlenmekte veya önemini kaybetmiş bazı enfeksiyon hastalıkları yeniden önem kazanmaktadır. Bazı enfeksiyonları eradike edebilmiş, diğerlerini önemli ölçüde azaltabilmiş gelişmiş ülkeler için bile enfeksiyon hastalıkları yeniden tehdit oluşturmaktadır. Yaşlanan nüfusun genişlemesi, büyük şehirlerin artması (kalabalık yaşam, sağlık hizmetleri yetersizliği), küresel iklim değişiklikleri, uluslararası seyahatte artış, gıda ve gıda ürünlerinin küresel üretimi ve dağıtımı, göçler, savaşlar ve diğer afetler, invazif tıbbi uygulamalarda ve protez kullanımındaki artış, transplantasyon uygulamalarındaki artış, mikropların adaptasyonu ve değişiklikleri (mutasyon sonucu değişiklikler), antimikrobiklere dirençli mikropların ve pestisitlere dirençli vektörlerin yaygınlaşması, insan davranışlarındaki değişiklikler (güvenli olmayan cinsel ilişki ve cinsel davranış değişiklikleri, alkol ve damar içi ilaç bağımlılığı), çeşitli yaban hayvanların odaklarına yönelik girişimler (çeşitli amaçlarla avlanma, yiyecek olarak kullanma, çeşitli ürünlerinden yararlanma), biyolojik terör tehdidi vb. bazı nedenlerle toplum ve hastane kökenli enfeksiyonlarda epidemiyolojik değişiklikler olmakta ve yeni sorunlar yaşanmakta olup bu sorunların halk sağlığını Konak duyarlılık artması baş edilemeyecek düzeyde tehdit edecek boyutlara ulaşmasından korkulYeni / Yeniden Önem Kazanan Etkenler maktadır (Şekil 1). Yeni Hastalıklar

Uluslarası Seyahat / Ticaret

Şekil 1. Enfeksiyonların değişen epidemiyolojisinin önemli nedenleri

99

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Nitekim, dünyadan eradike edilen çiçek hastalığının biyoterör tehdidi bağlamında yeniden dünya için tehdit oluşturabileceği korkusu söz konusudur. DSÖ, enfeksiyon hastalıklarının eskiye göre günümüzde daha hızlı yayıldığı konusunda uyarıda bulunmuştur. Enfeksiyonlar kapsam, saha ve sıklık açısından hızla değişmektedir; insan ve hayvan hareketleri, seyahatler, göçler bu değişimin dünyaya hızla yayılmasına neden olmaktadır. Nitekim, Covid-19 salgınında Çinlilerin çeşitli dünya ülkelerindeki yakın ilişkileri ve yine Çin’le ilişkide bulunan çeşitli ülke vatandaşlarının önemli etkisi olmuştur. Enfeksiyon hastalıkların toplumda ve sağlık kuruluşlarında devam etmesi ve potansiyel olarak artarak devam edecek olması, hatta büyük salgınlar ve pandemiler oluşturma potansiyeli bu konuda ulusal ve küresel düzeyde ciddi önlemler alınmasını ve bu alanda ciddi araştırmalar ve inovasyon yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

Salgın ve diğer yaygın enfeksiyonlara karşı yapılması gerekenler:

1. Ulusal “Enfeksiyon Hastalıkları ve Salgınlar Enstitüsü” kurulması 1a. Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) bünyesinde çok acilen bir “Enfeksiyon Hastalıkları ve Salgınlar Enstitüsü” kurulmalıdır. Enstitüde uygun fiziksel altyapı, modern araç ve gereçle donanmış ileri referans laboratuvarlar kurulmalı ve ülkenin en yetkin bilim ve araştırma insanları multidisipliner bir yapıda bir araya getirilmelidir. Bu enstitüde moleküler mikrobiyologlar, virologlar, enfeksiyon hastalıkları uzmanları, halk sağlığı uzmanları ve epidemiyologlar, biyoinformatikçiler, parazitologlar, biyomedikal mühendisler vd. ilgili uzmanlar görev almalıdır. “Tek sağlık” anlayışı ile ilgili diğer bakanlıklarla (Tarım ve Orman Bakanlığı vd.) multidisipliner bir çalışma, enstitünün temel anlayışı olmalıdır. 1b. Enstitü ülkedeki epidemik hastalıklar (toplum kökenli ve sağlık hizmeti ilişkili) ve olası salgınlar/pandemiler için tanı çalışmaları (immunolojik antikor/antijen), moleküler analizler, kültür (viral vd.) analizleri, ileri moleküler analizler (tüm genom analizi, filogenetik inceleme vd.), aşı çalışmaları ve antimikrobik geliştirme çalışmalarının yanı sıra biyolojik savaş tehdidini izleme

100

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ve tespit ile küresel ısınma ve iklim değişimlerinin artıracağı bulaşıcı hastalıklar konusunda ileri düzeyde çalışmalar yapmalıdır. 1c. Enstitü aynı zamanda enfeksiyonların toplumda ve sağlık kuruluşlarında önlenmesi için inovasyon çalışmaları yapmalıdır. Özellikle damlacık ve damlacık çekirdeği bulaşmalarını (airborne) önleyecek kişisel koruyucu ekipman, tıbbi cihaz (solunum cihazı, ventilatör vd.), hastane (poliklinik/ klinik, ameliyathane, yoğun bakım vd.) havalandırma sistemleri üzerinde çalışmanın yanı sıra AVM vd. toplum hizmeti sunan kuruluşlarda hava ile bulaşmayı önleme çalışmaları gerçekleştirmelidir. 2. Ülkede uzun yıllardır devam ettirilen Ulusal Pandemi Planı griple birlikte potansiyel pandemi etkenlerini de kapsayacak şekilde genişletilmeli, her yıl ilgili bilim kurulu tarafından güncellenmeli, uygulamalar iller düzeyinde her yıl denetimli şekilde hayata geçirilmelidir. Eğitim,

101

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ekonomi ve diğer sektörlerde Covid-19 salgının etkileri göz önüne alınarak daima hazırlıklı olunması gereken konularda (uzaktan eğitim, evden çalışma vb.) yeterlilik takibi yapılmalıdır. 3. Olası salgınlarda en sık kullanılacak cihaz ve malzemelerin [laboratuvar tanı cihazları, ventilatörler, maskeler (cerrahi, N95/99 ve eşdeğeri, siperlik, su geçirmez önlük, tulum vd.)] belirlenen standartlarda üretilmesi teşvik edilmeli ve sağlanmalıdır. Malzeme ve cihazların standartlarını denetleyecek, validasyon yapacak sistem kurulmalıdır. N95 ve eşdeğeri maskelerin kurumlarda uyum testini yapacak sistem kurulmalıdır. 4. DSÖ bu salgın ve önceki salgınlarda çeşitli suçlamalarla muhatap olmuştur. Bu suçlamaların bir kısmı doğru olabilir. Ancak günümüz dünyasında salgınlar/ pandemiler ancak küresel düzeyde işbirliği ile yönetilebilir. DSÖ’nün eksikliklerini/yanlışlıklarını gidererek salgınlarda uluslararası liderlik yapabilmesi sağlanmalıdır. Özellikle biyolojik savaş/terör konusunu dünya genelinde takip edecek, denetleyecek bir görevi de DSÖ şeffaf bir şekilde yerine getirmelidir. Ülke olarak DSÖ’de daha etkin olunabilecek çalışmalara öncelik verilmelidir. 5. Enfeksiyon hastalıkları ve salgın eğitimi uygulamalı şekilde ve tıp, eczacılık, diş hekimliği, hemşirelik vd. sağlık bilimlerinde bilgi, beceri ve tutum kazandıracak şekilde verilmeli, bu konuda mezuniyet öncesi ve sonrasında disiplinler arası ilişki sağlanmalı ve konu mezuniyet sonrası eğitimin ana konularından biri olmalıdır. 6. Salgınlar konusunda toplumda sağlık okuryazarlığı artırılmalı, yazılı ve görsel medyada görev yapanların salgınlar konusunda farkındalığını yükselten eğitimler almaları sağlanmalıdır. 7. Salgın/pandemi tehdidi öncesinde ve salgın döneminde yazılı ve görsel medyada konunun odağından sapması önlenmelidir. Covid-19 salgını başlangıcında görülen “Bizi etkilemez”, “Maske korumaz”, “Burna tuzlu su çekmek önleyicidir” gibi ciddiyetten uzak, duyarlılığı azaltacak tutumların yaygınlaşması önlenmelidir. 8. Başarılı çocuk aşılaması gibi ulusal erişkin aşılama programı da yaygınlaştırılmalı, aşı karşıtı çalışmaların etkisini önleyecek çalışmalar yapılmalıdır.

102

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Sonuç olarak, dünyayı sağlık, ekonomi ve uluslararası ilişkiler başta olmak üzere pek çok yönden etkileyen Covid-19 salgını halen devam etmektedir. Bu salgınla birlikte olası diğer salgınlara ülke olarak her yönden hazırlıklı olmak için sağlık, eğitim, ekonomi başta olmak üzere sorunlu alanlardaki çalışmalar sürekli hale getirilmelidir. *Bu yazı TÜBA’ya sunulan “Yeni Normal Dönemde Salgın ile Mücadele Politikalarının Yapılandırılması” başlıklı kitap bölümünden derlenen geniş bir özettir.

Kaynaklar COVID-19 Dashboard by the Center for Systems Science and Engineering (CSSE) at Johns Hopkins University (JHU). https://www.arcgis.com/apps/opsdashboard/ index.html#/bda7594740fd40299423467b48e9ecf6 (Erişim tarihi: 7 Haziran 2020) Öztürk R. Enfeksiyon hastalıklarının değişen epidemiyolojisi ve Ulusal Enfeksiyon Hastalıkları Enstitüsü ihtiyacı. Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi. http://www. sdplatform.com/Yazilar/Kose-Yazil https://www.worldometers.info/coronavirus/ ari/283/Enfeksiyon-hastaliklarinin-degisen-epidemiyolojisi-ve-Ulusal-Enfeksiyon-Hastaliklari-Enstitusu-ihtiyaci.aspx Öztürk R. İklim değişikliği, küresel ısınma ve enfeksiyon hastalıkları, Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, 2017; 44:68-73. http://www.sdplatform.com/Yazilar/ Kose-Yazilari/536/Iklim-degisikligi-kuresel-isinma-ve-enfeksiyon-hastaliklari.aspx Öztürk R. Enfeksiyon Hastalıklarında Değişen Epidemiyoloji https://ekmud.org.tr/sunum/indir/273-enfeksiyon-hastaliklarinda-degisen-epidemiyoloji T.C. Sağlık Bakanlığı. Pandemik İnfluenza Ulusal Hazırlık Planı. https://grip.gov.tr/ depo/saglik-calisanlari/ulusal_pandemi_plani.pdf (Erişim tarihi: 7 Haziran 2020) Worldmeter. Covid-19 Coronavirus Pandemic https://www.worldometers.info/ coronavirus/ (Erişim tarihi: 7 Haziran 2020)

103

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

104

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ULAŞIM POLİTİKALARI Prof. Dr. Mustafa Ilıcalı

Öğretim Üyesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi

105

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Toplu Ulaşım Sistemleri Ve Trafik Yönetimine Dair Öneriler Dünyanın en gelişmiş ülkelerini bile çaresiz bırakan koronavirüs salgınının, ülkelerin geleceğe bakışını, yönetim şekillerini, oluşturulan birliktelikleri değiştireceği kesin gözüküyor. Askerî, siyasi veya ekonomik gücün, küçük bir virüs karşısında bile yeterli olamayacağını, bütün bu olanaklara sahip sistemlerin kendi vatandaşlarını koruyamayacağını yaşanan son birkaç aylık dönemde görmüş olduk. Bütün bunlarla birlikte, salgın sonrasında ekonomiden tarıma, eğitimden sağlığa, çalışma hayatından sosyal yaşama kadar her şeyin tekrar değerlendirileceği de kesin görülmektedir. Tüm dünyayı saran ekonomik durgunluğun etkileri yaşanmaya başladı ve ülkelerin ekonomik anlamda toparlanması belirli bir zaman alacaktır. Elbette bu süreç içerisinde, geçmişte kazanılan alışkanlıklar değişecek, bazı uygulamalar salgın ile oluşan yeni düzene göre yeniden şekillenecektir. Salgından etkilenecek başlıca alanların başında ulaşım gelmekle birlikte, salgın sonrası dönem için özellikle büyükşehirlerimizdeki toplu ulaşım sistemlerinin tekrar değerlendirilmeye ihtiyacı olacaktır. Bu itibarla, beklenen değişime şimdiden hazırlık yapabilmek adına özellikle 30 büyükşehrimizi etkileyecek toplu ulaşım sistemleri ve ülkemiz için kanayan bir yara haline gelen trafik güvenliğine dair önerilerimizi iki başlık altında sunmak isteriz.

Toplu Ulaşım Sistemleri ve Trafik Tıkanıklıkları Açısından Öneri ve Değerlendirmeler Yaşadığımız sürecin birçok alanda olduğu gibi ulaşım sistemlerini de yeniden tahayyül etmek ve daha esnek, daha verimli ve kesintisiz bir yapıya taşımak için bizlere belki de nadiren karşılaşabileceğimiz bir fırsat sunduğunu düşünmekteyiz. Ulaştırma endüstrisindeki en büyük saplantılardan birinin, yaşanan trafik tıkanıklıklarına çözüm üretme çabası olduğunu söylememiz mümkündür. İnsanların hareketliliğini kısıtlayan, zaman kayıplarına neden olan trafik tıkanıklığının temel nedeni, çok fazla talep içeren ancak sınırlı miktarda sunulan “arz”dır. Ancak yaşanan salgın süreci ile birlikte tekrar değerlendirdiğimizde, aslında tecrübe ettiğimiz ulaştırma sorunlarının/trafik tıkanıklıklarının büyük çoğunluğunun bir altyapı kapasite sorunu olmadığını, bir çalışma kültürü sorunu olduğunu gördük. Koronavirüs salgını sürecinde ortaya konulan alternatif çalışma şekilleri, ulaştırma altyapılarının mevcut kapasitelerinin çok daha altında kullanılmasına neden oldu. Bunun doğal sonucu olarak trafik tıkanıklığı yaşanmadı.

106

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Bu itibarla, özellikle büyükşehirlerimizde yaşanan trafik tıkanıklığını önlemek için artık bakış açımızı değiştirmemiz gerekir. Yukarda da değinildiği gibi, bu bir altyapı kapasite sorunundan ziyade olaya yaklaşım sorunudur. Yaşanan salgınla birlikte, işi bilgisayar ve internet bağlantısı gerektiren kişilerin her gün ofise gitmeleri gerekmediğini öğrenmiş olduk. Bu kişilerin ofise gitme gereklilikleri, şehirlerdeki tıkanıklığın büyük bölümünün temel sebebi. Toplu taşıma sistemleri için dile getirdiğimiz “pik saat” tanımı, bu gidiş-gelişler sonucu ortaya konulan bir tanım. Yine aynı saatlerde yaşanan otopark sorunları da benzer bakış açıları ile çözüme kavuşturulabilir. Eğer bizler alışageldiğimiz çalışma kültüründe değişiklik yapabilirsek, bu tanımların içeriğini de değiştirebiliriz. Wi-Fi ve mobil özellikli video konferans teknolojileri, bulut tabanlı dosya paylaşımı, işbirliği ve belge yönetim araçları alışkanlıklarımızı değiştirmemiz için ihtiyaç duyabileceğimiz beklentilerimizi karşılamamız için yeterli çözümler üretiyor. Devletimizin bu çalışma sistemlerini teşvik etmesi son derece önemlidir. Toplu ulaşımın %35’inin öğrencilerden oluştuğu düşünüldüğünde, uzaktan eğitim modelinin yaygınlaşması da elzem görülmektedir. Toplu ulaşım sistemlerinde yapılacak ve aşağıda sıralayacağımız değişikliklerin hayata geçirilmesinin olmazsa olmaz şartı yukarıda belirttiğimiz yeni çalışma kültürlerinin benimsenmesidir. Ancak bu şekilde toplu ulaşım sistemleri içerisinde bir kapasite boşluğu oluşturmamız mümkün

107

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

olabilecektir. Aksi takdirde, sosyal mesafe endişesi ile birlikte toplu taşıma kullanım oranlarının düşmesi ve özel araç kullanım oranlarının yükselmesi hâlihazırda özellikle büyükşehirlerde yaşanan trafik tıkanıklığını daha da artıracaktır. Salgının çıkış yeri olan Wuhan’da otobüslerin toplu ulaşımdaki payı normal hayata dönüşle birlikte %56’dan %24’e düşmüştür. Bu oran, özel araç kullanımın arttığı anlamına gelmektedir. Ülkemizde de benzer bir durum gözlenmektedir. Karantinanın kalktığı tüm şehirlerde bireysel araçlara yöneliş, toplu taşımadan kaçış söz konusudur. Her geçen gün yolcu, yolculuk ve araç sayısında artış yaşanıyor. İstanbul’da 4 milyon 200 bine yakın araç bulunuyor ve her bin kişiye 200 otomobil düşüyor. Ulaşımda özel araç kullanım oranı salgın öncesinde %8085’ken bu araçların ortalama doluluk oranı 1,7 olarak gerçekleşmekteydi. Kent genelinde şahsi araca erişim oranı %40, toplu taşımaya gereksinim duyanların oranı ise %60’ken günde yaklaşık 1,5 milyon araç yollarda boy gösteriyordu. Özel araç kulanım oranlarının daha fazla artması, mevcut trafiğin kilitlenmesi anlamına gelebilecektir. Şu aşamada elde edilen veriler özel araç kullanımında %15’lik artış yaşanacağı ve kentteki trafik sıkışıklığının önümüzdeki dönemde krize dönüşeceği yönündedir. %15’lik ilave artış 15 km/s olan trafik hızının iki katına çıkması anlamına geliyor. Bu da 15 kilometrelik bir mesafeyi bir saat yerine iki saatte gideceğiz demektir. Normal dönemde bir gün içerisinde toplu ulaşım

Toplu taşımanın insan sağlığını riske atmadan mutlaka eskisi gibi cazip hale getirilmesi gerekmektedir.

108

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

sistemini kullanan kişi sayısı 8 milyonken geçtiğimiz Nisan ayında bu sayı 900 bin seviyesine, Mayıs ayında ise 1 milyon 100 bine gerilemiştir. Hıfzıssıhha meclislerinin kararına göre, toplu taşıma araçlarındaki doluluk oranı %25’i geçemiyor. 100 yolcu kapasiteli bir araca 25 kişiden fazla yolcu binemez durumda. Normalleşme döneminde araçların %25 kapasite ile çalışması, bir kişinin ancak 5-6 saatte işyerine gitmesi anlamına geliyor. Özel araç kullanımın artması ile birlikte hava kirliliği de sorun olarak karşımıza çıkacak. Yeni dönemde bir kısım insanın evden çalışması, bir kısım insanın da esnek saat uygulaması ile işyerine ulaşması gerekiyor. Toplu taşımanın insan sağlığını riske atmadan mutlaka eskisi gibi cazip hale getirilmesi gerekiyor. Tıp dünyası İstanbul özelinde ortaya çıkacak tabloya göre bu durumu yeniden ele almalı, %25 kotası sosyal mesafe ve maske zorunluluğu, dezenfektan kuralları ile kademeli olarak artırılmalıdır. Diğer taraftan, bugüne kadarki ulaşım planlamalarımızın da gözden geçirilmesi gerektiği ortadadır. Normal süreçte kullanıcıların ulaştırma tercihlerine etki eden güvenlik, konfor, ücret, hız, estetik gibi etkenlere sağlık da ilave edilecektir. Artık kullanıcıların diğer etkenlerle birlikte tercihlerini kendi sağlıklarını koruyan ulaşım sistemlerinden yana kullanmaları söz konusu olacaktır. Bundan sonra yapılacak planlamalarda sosyal mesafe kavramını göz ardı edebilmemiz maalesef pek mümkün görülmemektedir. Toplu ulaşım talep-kapasite analizlerine “sosyal mesafe” etkeni de eklenerek modellemelerin bu doğrultuda yapılması gündeme gelecektir. Özellikle büyükşehir belediyelerimizin mevcut trafik planlama ve işletme sistemlerini aşağıdaki önerileri de göz önüne alarak şimdiden yeniden şekillendirmesi gerekmektedir: 1. Mümkün olabilecek alanlarda sefer sayılarının artırılması. 2. Yeni tasarım toplu taşıma araçlarının kullanıma alınması. 3. Uygun yerlerde teknik ve ekonomik açıdan avantajını araştırdığımız lastik tekerlekli metroya geçiş yapılması. 4. Özel araç kullanımın artmasına paralel olarak yollardaki işletme koşullarının iyileştirilmesi için mevcut sinyalize kavşakların tam akıllı hale getirilmesi. 5. Zirve saatlerde farklı ücret uygulanması ve ücretsiz yolculukların geçersiz kılınması.

109

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

6. Ticari taksiler için yerli ve millî mobil uygulamaya geçilmesi. Şoförlerin sağlık durum göstergesinin e-Nabız Sistemi’ne entegre edilmesi. 7. Deniz ulaşımının yaygınlaştırılması ve bisikletin ulaşım sistemi olarak teşvik edilmesi. 8. Toplu ulaşımda birçok ülkenin uyguladığı gibi sosyal mesafe dışında maske, dezenfektan gibi sağlık koşullarının çok sıkı uygulanması vb. Salgın öncesinde 100 kişinin bindiği bir otobüs 10 dakika arayla sefer yapması durumunda tek yönde 600 kişi taşırken, raylı sistemlerde sekizli vagon olması durumunda bir saatte 80 bin yolcu taşınabilmekteydi. Bu rakamlar bizlere beklenen trafik tıkanıklıklarının önlenmesi için raylı sistem araçlarının yaygınlaştırılması gerektiğini söylemektedir. Toplu ulaşımın aksamaması için otobüsler için tercihli yol ile bisikletin hayatımıza girmesi gerekiyor. Ulaşımın %30’u beş kilometrelik mesafede gerçekleşiyor. Bu dönemde özellikle bisiklet kullanımının yaygınlaştırılması için önlemler alınması ve teşvik edici düzenlemeler getirilmesi de sorunun çözümüne önemli katkı sağlayacaktır.

110

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Özellikle İstanbul açısından oldukça fazla kullanıcısı olan ticari taksi kullanım oranlarındaki düşüşlerin önlenmesi için taksilerin sağlık açısından daha güvenli hale getirilmesi de önemli bir konudur. Bunun için mobil uygulamaların yaygınlaştırılması, sürücülerin sağlık durumlarının e-Nabız uygulamasıyla birleştirilerek kullanıcılara sunulması, araç dezenfeksiyon sistemlerinin geliştirilmesi alınabilecek önemli önlemlerden bazıları olabilecektir. Diğer taraftan, trafik sıkışıklığına etki eden sokakta boş taksi dolaştırma devri sona ermeli, mobil uygulamalar aracılığı ile randevu sistemi yaygınlaştırılmalıdır. Koronavirüs salgını sonrasında oluşan “sosyal mesafe” kavramı ile birlikte, toplu ulaşım sistemlerine düşen yük iki ila dört kat oranında artacaktır. Bu sorunların önlenmesi için çalışma kültürümüzde değişikliğe gidilmesi ve devletimizin bu çalışma sistemini teşvik etmesi birinci önceliğimiz olmalıdır. Bu aşamada özel araç kullanım oranlarının %30-40 oranında azaltılması, toplu ulaşıma dahil olan kullanıcıların %40-50 oranında azaltılması, ulaşım sisteminde büyük rahatlama sağlayacaktır. İkinci aşamada ise özellikle büyükşehir belediyelerimizin toplu taşıma sistemlerinin planlanmasından işletilmesine varıncaya kadar tüm bakış açılarını değiştirmesi gerekecektir.

Trafik Güvenliği Açısından Öneri ve Değerlendirmeler Yaşadığımız salgın sürecini, birçok gelişmiş ülkeye nazaran aldığı yönlendirme kararları ile daha başarılı geçirmemizi sağlayan Bilim Kurulu yaklaşımını, ülkemizin en büyük sorunu olan trafik kazalarının önlenmesi için de nasıl kullanmamız gerektiğini örnekler vererek arz etmeye çalışacağız. Koronavirüs salgını dönemine baktığımızda, yaşanan trafik kazalarında önceki yılların aynı dönemlerine nazaran bir azalma olduğunu söylememiz mümkündür. 2019 yılı ile karşılaştırdığımızda, 2020 yılının ilk 5 aylık döneminde trafik kazalarında %46, ölümlü trafik kazalarında %8,5, yaşanan can kayıplarında ise %8,1 oranında azalma meydana gelmiştir. Bunun en büyük nedeni, insanların zorunlu ve/veya gönüllü olarak evde kalmaları ve araç kullanım oranlarının düşmesidir. Ancak eskiye dönmemizle birlikte -mevcut bakış açımızı değiştirmezsek- bu oranların kaldığı yerden devam edeceği kesin gibi görülmektedir. Trafik kazaları, maalesef dünya üzerinde global bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Trafik kazalarının kök nedeni olan dikkatsizlik, ihmal gibi hususlar, virüs gibi

111

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

insanı etkisi altına almakta hatta etkisi altına aldığı insanın alışkanlıklarından vazgeçememesine neden olmaktadır. %99 oranında insan hatası sonucunda gerçekleşen trafik kazalarını günümüz koşullarına benzetmemiz ve alışılagelmişin dışına çıkarak trafik terörü yerine artık ihmal, tedbirsizlik, dikkatsizlik sonucu oluşan “trafik virüsü” adlandırmasını kullanmamız mümkündür. Koronavirüs salgınının önlenmesi için sürekli önerilerde bulunan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), benzer uyarıları trafik kazaları için de yapmaktadır. Örgütün 2018 Küresel Yol Güvenliği Raporu’na göre, 2018’de dünyada yaklaşık 1,35 milyon kişi trafik kazalarında yaşamını yitirmiştir. Bu rakam, 24 saniyede bir kişinin ve günde yaklaşık 3 bin 700 kişinin trafik kazalarında öldüğü anlamına gelmektedir. Belki de bir yıl içerisinde trafik kazalarından ölenlerin sayısı, tüm virüslerin neden olduğu ölüm sayılarında daha yüksektir. Türkiye’de de maalesef trafik kazaları her gün can almaya devam etmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2018 yılı karayolu trafik kazası istatistiklerine göre, 2018 yılında tam 1 milyon 229 bin trafik kazası yaşanmış, bunların 186 bini ölüm veya yaralanmayla sonuçlanırken 1 milyon 42 bininde ise maddi hasar meydana gelmiştir. 2018’deki kazalarda toplam 6 bin 675 kişi hayatını kaybederken 307 bin kişi de yaralanmıştır. İstatistiki verilere göre her gün ortalama 20 vatandaşımız trafik kazaları nedeniyle yaşamını kaybetmektedir. Trafik kazalarının ülkemize yıllık maliyeti ise yaklaşık 40 milyar liradır. Koronavirüs salgınından korunmanın en önemli yöntemi şüphesiz ki elleri yıkamaktır. Bakteri ve virüslerin en temel geçiş yolunun ellerimiz olması, el temizliğini alınması gereken en önemli tedbir olarak karşımıza çıkarmaktadır. Bu durumun trafikteki karşılığı ise aşırı hızdır. Yüksek hızda araç kullanma davranışı, kaza sayısı üzerinde doğrudan doğruya etkisi bulunan en önemli trafik ihlalidir. Nasıl ki ellerimizi yıkamadığımızda virüsü bulaştırma riskimiz artıyorsa, hızımızı güvenli seviyelere çekmediğimizde de intikal reaksiyon süremiz düşeceğinden kaza riski, hızla doğru orantılı olarak artmaktadır. Özellikle hız sınırına uyulmasının zorunlu olduğu virajlar, eğimli yol kesimleri söz konusu olduğunda yüksek hız doğrudan doğruya kaza nedeni olabilmektedir. Ölümlü kazaların %40’ı hız kaynaklı meydana gelmektedir. Koronavirüsün vücudumuza girmesini engellemek için özellikle kirli ellerimizle ağız, burun ve gözlerimize dokunmamaya özen gösteriyoruz. En ufak dalgınlıkla yapılacak böyle bir temas, süreci çıkmaza sürükleyebilmektedir. Trafikteki kaza nedenleri irdelendiğinde ise kazaya neden olan kusurlar içinde sürücü kusurları %88,6 ile

112

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

ilk sırada yer almaktadır. Bu hataları iki başlık altında toparlayacak olursak, hız ve dikkat eksikliğinin ön plana çıktığı görülmektedir. Örneğin, sürücüler telefon ile basit bir arama yaparken %20, zihni çok fazla meşgul eden bir görüşme yaparken ise %29 olasılıkla tehlikeli bir durumu gözden kaçırabilmektedir. Koronavirüsle savaşta maske takmanın virüsün yayılımının azalmasında kilit önemi olduğu DSÖ uzmanlarınca da vurgulanmaktadır. Trafik güvenliğinde ise emniyet kemeri takmak, trafik kazalarında yaralanma riskini azaltmada hayati önem taşımaktadır. Emniyet kemeri insan bedeninde çarpma etkisinin vücutta tek noktada toplanmayıp dağılmasını sağlayarak ağır yaralanmaları engellemektedir. Ülkemizde sürücülerin kemer takma oranı %50 civarındadır. Son yıllarda bu konuda alınan ciddi caydırıcı önlemlerle ülkemizde emniyet kemeri takma oranları artmış fakat hâlâ istenilen seviyelere gelememiştir. Bilim insanları koronavirüs taşıyıcısı olan bir kişinin, virüsü ortalama 3,3 kişiye bulaştırdığını tahmin etmektedir. Koronavirüsle savaşta sosyal mesafe diğer maddeler gibi önemli bir önlem olarak karşımıza çıkmaktadır. Salgın döneminde nasıl ki sosyal mesafeyi koruyarak kişiyi riskten uzaklaştırıyorsak, trafikte de takip mesafesini koruyarak kaza riskini azaltmamız mümkündür. Öndeki aracın ani fren yapması veya tamamen durması durumunda arkadaki aracın da güvenli bir şekilde durabilmesi için takip mesafesi son derece büyük önem taşımaktadır.

113

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

Yaşanan salgınla birlikte süreç yönetiminde bilimsel bakış açısının önemini gördük. Sağlık Bakanlığı tarafından uygulanan yaklaşıma benzer bir uygulamayı, konusunda uzman akademisyenlerden oluşan “Trafik Bilim Kurulu” aracılığıyla hayata geçirebilmemiz ve kanayan yaramıza çare olmamız mümkündür. Trafik Bilim Kurulu sayesinde doğru ve uygulanabilir kararların alınması, devletimizin kararlılığının yanı sıra yazılı ve görsel medya ile sürecin sürekli gündemde tutulması, toplumsal reflekslerin geliştirilmesi ve vatandaşlarımızda kalıcı alışkanlıkların oluşturulması başarıyla gerçekleştirilebilir. Böylece, toplum üzerinde sürecin güvenli bir mekanizma aracılığı ile yürütüldüğü izlenimi oluşacaktır. Koronavirüs salgınında olduğu gibi toplumun genelini etkileyen bu tür hadiseler, toplumsal reflekslerin gelişmesini sağlamaktadır. Birey bazında gelişen hijyen hassasiyeti ve sosyal mesafe kuralının yaygınlaşması hepimizi etkileyen salgınının yayılımının önlenmesi çabalarının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Elbette yazılı ve görsel medyanın konuyu sürekli gündemde tutması, devletimizin kararlı yaklaşımı da bu noktada etkili olmuştur. Salgının ortadan kalkması ile birlikte, bu süreçte kazanılan alışkanlıkların devam edeceği beklenmektedir. Benzer şekilde, Trafik Bilim Kurulu aracılığıyla trafik güvenliğine yönelik ortaya konulacak çalışmalar, toplumsal anlamda bir bilinç ve farkındalık oluşumuna zemin hazırlayabilecektir. Oluşturulacak Trafik Bilim Kurulu her şeyden önce konuya bir bütün olarak bakılmasını sağlayacak ve insan odaklı bakış açısı ile;

1. Teknolojik İmkanların En İyi Şekilde Kullanılması 2. Eğitim/Bilinçlendirme Faaliyetlerin Yaygınlaştırılması 3. Yeni Teknolojileri Destekleyen İdari ve Yasal Düzenlemelerin Yapılması

başlıklarında alınacak tedbirlerin yol haritasını belirleyecektir. Alınan kararların uygulanması için ilgili tüm kurum ve kuruluşlar üzerinde baskı oluşturularak, planla-yönet-izle yaklaşımı ile tedbirler sürekli güncellenebilecektir. Trafiğin öznesi olan insana yönelik olarak “Senin hayatın değerlidir” yaklaşımı ile kalıcı bir bilinç oluşturulacaktır.

114

Covid-19 Pandemisine İlişkin Toplumsal Etkenler

SONUÇ Koronavirüs sürecinin sonunda, özellikle Eylül-Ekim aylarında okulların açılması ile birlikte (üniversite öğrencilerinin toplu ulaşım sistemlerindeki yolculuk payı %35’tir) katlanılamaz bir trafik sorunu yaşamamak için mevcut toplu ulaşım ve servis araçları kapasitesinin daha verimli kullanılmasına yönelik yukarıda özetlenen öneriler dahilinde çalışmalar yapmak üzere oluşturulacak bir Trafik Bilim Kurulu ile kısa, orta ve uzun vadeli eylem planı hazırlanmasının çok yararlı olacağını düşünmekteyiz. Trafik Bilim Kurulu, hazırlayacağı eylem planı hazırlık çalışmalarını 30 büyükşehir, il belediyeleri, ilgili bakanlıklarımız ve kurumlarımız ile koordinasyon içerisinde yürütmelidir. Bütüncül bir yaklaşımla hazırlanacak eylem planlarının, valiliklerimizin öncülüğünde, bütün büyükşehirlerimiz ve il belediyelerimizde uygulamaya konulması sağlanmalıdır. Ayrıca, Trafik Bilim Kurulu sürekli bir yapıya kavuşturularak toplu ulaşım ve trafik güvenliği konularında mevcut sorunların değerlendirilmesi, ortak bilimsel akıldan yola çıkarak uygulanabilir, sürdürülebilir ve uzun vadeli önerilerin geliştirilmesi, üst ölçek kararların alınarak kent planlarıyla entegre bir şekilde işletilmesi, farklı ülkelerdeki iyi uygulama örnekleri ile konuya ilişkin uluslararası kuruluşların kararlarını da dikkate alarak yeni öneri ve önlemlerin geliştirilmesi ve sosyolojik olarak da insanların trafik konusunda eğitileceği düzenlemelerin hayata geçirilmesi konularında görevler üstlenmesi sağlanmalıdır. Ayrıca, her zaman eksikliği hissedilen ancak bu dönemde daha fazla ihtiyaç duyulan toplu ulaşım yasasının bir an önce çıkarılması da büyük önem arz etmektedir. Toplu ulaşım yasası büyük bir boşluğu dolduracak, ülke genelinde verimliliğin artmasını sağlarken ekonomiye katkı sunacaktır.

115