Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (Cilt 3, Avust-Bezr) [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

BUYUK

LAROUSSE SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİSİ 3. CİLT Avusturya — Bezruc

i Milliyet

Interpress Basın ve Yayıncılık A.Ş. adına Hürrem FİLA

genel yayın yönetmeni Adnan BENK yayın kurulu Oya ADALI, Nilgün AKAR, Bedia AKARSU, Engin ALÇORA, Yasemin ALPMAN, Abt»as ALTUNKAŞ, Aydın ARIT, Selahattin BAĞDATLI, Mustafa BALEL, Mustafa BAYKA, Nezih COŞ, Güler DEĞİRMENCİ, Melek DENER, Turgut DEVECİ, Tamer ERDOĞAN, Sırrı ERİNÇ, Şenay ERKAN, Peyami ARMAN, Ayşegül EROL, Konur ERTOP, A.Fuat FİDAN, Tankut GÖKÇE, Öznur GÜNDOĞDU, Selahattin HİLAV, Rıfat İNSEL, Cenap KARAKAYA, M.N. KARAKÜÇÜK, Melih KIRAN BAĞLI, Gülsen KORALTÜRK, Güzide KOSİFOĞLU, Dilek KÖSEOĞLU, Cevdet KUDRET, Turgut KUT, Deniz MAZLUM, Günnur ORMANLAR, Tahir ÖZÇELİK, Süleyman ÖZÇİFTÇİ, Ufuk ÖZKOLÇAK, Isa ÖZTÜRK, Mehmet SERT, Kenan SOMER, ilhami SOYSAL, Beyhan Aziz TANER, Aksel TİBET, Erdoğan TOMAKÇIOĞLU, Teoman TUNÇDOĞAN, Hale ULUSOY, Doğan ÜLGENCİ, Mara YAKOVLEVSKİ, Aydın YALKUT, Mehmet YARAŞ, Ömür YARS, Tahsin YAZICI, Dilek YELKENCİ, Melih YÜRÜŞEN sorumlu yayın yönetmeni Aydın YALKUT araştırma Despina ÇİMROĞLU ve yardımcıları Betül GÜVENSOY, Nesrin OĞRAŞKAN, Mine ÖZDİLER, Servet SABAK, Hilda SETYAN, Semra BAL arşiv Sevil ÇELEBİCAN ve yardımcıları Nurgül KAYA, Cansel Çolak SAVAŞ teknik yönetmen Nazlı TURKSOY sayfa düzeni Ömer BARANİOĞLU ve yardımcısı Çağatay AKYOL harita Mansus TETİK ve yardımcıları Berrin BÜYÜKANIT, Ruhi DİLGİMEN, Seval ÖZLER, Ceyda SAKARYA düzelti Hayrettin KARA ve yardımcıları Zeynep ATAYMAN, Fatma AYDIN, Sait GÜRAY, Aydın KARAAHMETOĞLU, Gülsüm ÖZ, Sibel TÜRKMENOĞLU fotoğraf Muhlis HASA ve yardımcısı Sedal ANTAY sekreterler Funda ARSLAN, Halime DEMİR, Nil HEPER, Kadriye KÖMÜRCÜOĞLU, Lale KURUDAĞ, Belgin SOYCAN, Satı ŞİMŞEK dizgi Turgay ŞIK ve yardımcıları Leyla BİRBEN, Âdem ÇALIŞKAN, Betül FERİK, Hülya HASEL, Sakine KAYA kamera Gelişim Yayınları kamera servisi baskı: Milliyet Gazetecilik A.Ş.

Copyright: Librairie Larousse Copyright: Interpress Basın ve Yayıncılık A.Ş. Büyükdere Cad. Apa Ofset arkası Levent-İSTANBUL Tel: 169 66 80 (20 Hat)

BUYUK SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİSİ

Fransızca Grand Dictionnaire Encyclop6dique Larousse (GDEL) temel alınarak hazırlanmıştır. BÜYÜK LAROUSSE SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİSİ’nin bütün hakları saklıdır; adı belirtilmeden hiçbir alıntı yapılamaz.

Librairie Larousse 1986 [S.P.A.D.E.M. et A.D.A.G.P.J

niş bir çöküntü alanı oluşturur. A lpler’den ovaya geçişi Üçüncü Z a m an'da oluşmuş tepeler sağlar. Avusturya, birçok küçük birim e bölün­ m üş (VVeinviertel, M archfeld, Seevvinkel) tektonik Viyana havzası aracılığıyla Pannonia havzasına bağlanır. Neusıedl gölü bölgesinde, Macaristan ovasına benze­ yen görünüm ler başlar. G .'de eski aske­ ri sınır bölgesi Burgenland, büyük Pannonia ovasına geçişi belirleyen ovaları ve tepeleri içerir. Hem en her yeri kaplayan lös, bereketli topraklar oluşturur. Tuna’nın K.’indeki yaşlı ve billurlu Mühlviertel ve VValdviertel kütleleri, orm anlar­ la örtülü, O rtaçağ’da yerleşilmiş, engebe­ siz bölgelerdir. Tuna, Linz ile Krems ara­ s ın d a b illu rlu te m e le g ö m ü le re k , VVachau’un doğal güzelliklerini yaratır. Krems'ten, özellikle de Tülin havzasından _sonra, Tuna artık Pannonia ovasının özel­ liklerine uyum sağlar. G erçek bir su deposu olan Alpler, ikliıi büyük ölçüde belirler. Orta kesimdeki ütleler, 2 m 'den fazla yağış (bir bölüm ü ar biçim inde) alır. Güneyde (Kiagenfurt havzası) kışlar daha yumuşak, daha az karlıdır. Kışın havanın yum uşak olması, yüksek kesimlerde güneşli gün sayısının yüksek olmasının sonucudur (Villach, yıl­ d a yaklaşık 2 000 saat güneş görür). Bü­ yük vadilerde fön rüzgârı sık sık eser. Bu rüzgârlar kuru ve sıcak olduğu için, kar­ ların erim esine yol açar ve bitkilerin can­ lanm a dönem ini çabuklaştırır. Vadilerde kışın sıcaklık terselm elerine sık rastlanır. Alpler'in yağışları engellediği Tuna’nın al­ çak bölgeleri daha az yağış alır (çoğun­ lukla yılda 500 m m 'nin altında). Yazlar sı­ caktır, am a kışlar ço k soğuk geçebilir. A vusturya’nın iklimi, yıllık sıcaklık farkla­ rının çok olduğu bir kara iklimidir.

E

nüfus 1869’da, ülkenin bugünkü sınırları için­ de, 4,5 m ilyon kişi yaşamaktaydı (bugün 7,5 m ilyonu aşkın). Bütün eyaletler ara­ sın d a yalnız B u rg e n la n d 'ın nüfusu 1880’den bu yana azaldı. Am a ülkenin nüfus durum u, 1975’ten bu yana bozul­ du: 1970'te °/oo 15'in biraz üstünde olan d oğum oranı, günüm üzde °/oo 1 1 'den biraz azdır ve ölüm oranının altına düş­

B o h em ya hercynia kütlesi

■mmyj

billurlu orta kütleler kireçtaşı dağ sıraları

# t# H

yüksek karstik platolar basıklaştırılmış şistli kütleler: otlak bölgesi alüvyal tepeler ve taraçalar o valar ve vad iler

bataklıklar

tuzlu bozkır

müştür. Ülke nüfusunun yaklş. 1/5’i Viyana’da yaşar. Onu Graz (243 166 nüf ), Linz (199 910 nüf.), 100 000’i aşan nüfuslarıyla Salzburg ve Innsbruck izler. Eyaletlerdeki nüfus yoğunlukları, c o ğ ­ rafi farklılıkları yansıtır: Tirol (km2’ye 45 ki­ şi), Kârnten (55), Salzburg(59),Burgenland (6 6 ), Steiermark (72), Aşağı Avusturya (73), Yukarı Avusturya (102), Vorarlberg (104). Bununla birlikte, d ağlarda nüfus hâlâ yoğundur: turizm ve sanayi, sürekli iş olanağı sağlayarak halkın dağlardan kopmasını önlemiştir. iktisat • Tarım. Ülkede en az üç ayrı tarım tipi görülür: ova ve havzalardaki tarım (tahıl, şekerpancarı); orta yükseklikte dağlarda­ ki tarım (Ûnalpler, Mühlviertel ve VValdviertel’de hayvancılıkla birlikte çok ürünlü tarım); yüksek dağlardaki tarım (Alp otlak­ larında hayvancılık). Etkin nüfusun yakla­ şık onda biri tarım da çalışır. Ülkedeki 330 000 tarım işletmesinin yarısından azında tam gün çalışılması, XX. y y .’ın ba­ şında başlıca etkinlik olan tarım daki geri­

lem eyi yansıtır. 2 0 h a ’d an küçük çiftlikler çoğunluğu oluşturursa da, bunlar işlenen toprakların ancak dörtte birini içerirler; bu­ na karşılık işlenen toprakların yaklaşık ya­ rısı, 1 0 0 ha ve daha büyük çiftliklerin için­ de toplanır. Büyük tarım işletmelerine Vi­ yana havzasında ve B u rge n lan d 'da sık rastlanır (bu tür işletmeler, çoğunlukla, toprakların O sm anlılar’dan geri alınma dönem inden kalmadır). Buna karşılık A lple r’ de, özellikle de Tirol’de daha çok küçük çiftlikler görülür. Üretim, yoğun ta­ rım yöntemiyle yapılır. Özellikle alçak böl­ gelerde. çiftçilik önde gelir. Buğday ve şekerpancarı tarlalarının büyük bölüm ü Viyana havzasındadır. Alçak bölgelerde ç o k ürünlü tarım ağır basar, ama çiftlikle­ rin boyutuna bağlı bir uzm anlaşm aya gi­ dilmiştir. Hayvancılık her yanda görülür. Alçak bölgelerde, hayvanlar ahırda bes­ lenir, Alpler'de,hayvanları yazın dağ ot­ laklarına çıkarm a uygulaması azalmış, am a tüm üyle ortadan kalkmamıştır. Alp otlakları (işletilen toprakların 1/5’ini oluş­ turur: 800 000 ha) özellikle Tirol'de yay­ gındır. Hayvan yetiştiricilerinin yaklaşık % 80 i sığır besler (toplam 3 milyon başı aş­ kın). Alçak bölgelerde m eyve yetiştiricili

K V -,:V / ifc'ckJcnbs 1üV Ipkrg -töhitıfeu

^ U lric h s b ^ rg .JJ e b e n a u

IICIUCM ' A

S c h â rd i

Ü T au fk ıreh en v

jj

\

m F re ıs ta d t- •'

h I v ie r t e l

[ RaiM pTofen \ | c b'aic h e n L

j3

i Laro ptfe cTitsp ^ u s e

| ^^^tpasswM %

A / t t r - .Miı n s te 3

^ iF e i

f,

mm \

Pu c h he ır *.L a a 'k ırç h e ıı j : j,G m u n d e n yi rra u n s e e

9^

^

* L

fe u b ü rg

U 4 # ~ E b / ls b e r g ,W a ld h a 3 s e rt ».M a u th a ı/S e g f

^Sdb^echat

A n s fe j N e u h o ff

f5 cr h*w"an^ c/nSs ta. ed t '

V' A m p flw a n g ~ \

S

[YANA

M ciTehîta W o lfs e g g * £

V

Jl îMattığiboten o

d ia o

^

m ♦pfijslipn" ;

 p te n au f

ık|tı.rtg\

/ a , v . K/İa 12tem / cv erndprf-

jK K ö n ig s w ie s W ı

dP A c kc V G ra m a s te tte n j A ss c ıra el \W«ii^ej2kiTcnen^ i Im -7 jŞle^^İuHchen _ Pelıerbaon^fc;--. . I ^ ^ t-j0y(\pjyrpnn la ıs k ir c h e /ı ı^ i 4 M S fîe ^ k ır c h e n

rd

I »— '

(schkrej

,- J

; i h|a !l.sta t> » t e r fe n y.

V ^ S a a g a a te ın

\

■ *V-) K E N T L.E ER

%

Î> \S :

nüfuslarına göre

^ S

^

turistik

M A D E N YA TA K LA R I köm ür

o i)

grafit

|

petrol

d em ir

tarım

sanayi maden

U L A Ş IM »w »» * otoyol

sıralanmıştır.

dem iryolu

m agnezit

tuz y

gaz

AVUSTURYA'NIN YÜZEY ŞEKİLLERİ VE YAPISI

AVUSTURYA’NIN DOĞUSU

D IŞALIM MADENSEL ÜRÜNLER

TARIMSAL ÜRÜNLER

doğal 9^

KİMYASAL ÜRÜNLER ^ijaçlar

ölçü ve den etim aygıtları

karayolu taşıtları

petrol ikahve, Çay. kakao

s e b ze ve m eyveler

ÇEŞİTLİ SANAYİ

METALÜRJİ ÜRÜNLERİ

organik

taşköm ürü

d e m iriız | m adeıfler

ilektril

TnadenTÎÎÎ;

tarım sal kayna kla r # W

gübre, J

* . tarım ham m addeler

ilk d em ir sanayisi, ürünleri ve döküm

aletler

tahıl

|

(buğday baskın)

m aden y a ta kla rı ve m aden sanayisi

tarım ve hayvancılık

_

. ,

'

/_C v jo

'

k ^ İ cs A » # X _ rT (

yapay çayırlıklarda TFKSTİI Itk o lIL SAN A YİSİ

hayvancılık dağ otlakları

r

KAUÇUK; RANAYIRI bANAYi;s!

B re g e n z D o r n b ir n

K Â ĞIT VE O R M A N SANAYİSİ

f / ^ e d t te

/ T f \ / j Safeburg

1 o \_ ,

d iğ e r sa n a yile r V V a id h o fe n

'P r< o ° c » ^ r a )

K u fs te in W ;o J e n b a c h V - v ^ -v 4"o v #

5 ^ o lb a d - H a lljv '

Lend

*

i P ö İt e n O B ern 8 c

S w a io h o fe n L i e z e n l^ f /s e o e r z A

^

°

S u lz 'a u /" ^ ''® ® g u ® K a p fe n b b rç F o h n s d o rf^ M * p o n a w \ t z T J jJ d ş n b .M r.ğ # °

_ ^ y V e ı z i T| >

-"n ^ j G r o s s - S \

\ v ıııaç B İe ıb e r a

G m ü nd l y ş V ^ C X ^ • • •

m eyve, se b ze

l lil I

bağlar

T7 T

şe k e rp a n c a rı

P i s c n e ls d o r f // ı \ \ V iy a n a rSvvechat ▲ 3«rafınerisi 7*1 fe ^

D o r n b ir n [B re g e n z

kim ya sanayisi

m.

( S t . - B ö lt e n K e m ğ te n * / ( X

I BlİKtg^

▲ G ^ e u t^ c h la n d b e rg

çinko v e kurşun yatağı



taşköm ürü v e antrasit yatağı



d em ir yatağı

^

ı ’ V o rts b e rg 'K ö fla c h

linyit yatağı

dem ir sanayisi ağır metalürji sanayisi

O

m akine sanayisi

O [ÇEŞİTLİ SANAYİ ÜRÜNLERİ

K^ Qai



%

elektrik sanayisi demirsiz m aden sanayisi

ıgenfurt

İİRÜHLEI

aT

bakır yatağı

▼ petrol ve doğal g az kuyuları ■

\ In n s b r u t k ,

F e ld k ir e + ö FNF^ll SAĞLAYAN

TARIMSAL ÜRÜNLER

. v a d ıs ‘ N e u s ta d t

-J S r u c k / p ° ls S j a _ P iF k a f e ld M — K ö fl^ c K ■ EaCnüz. v a d is i

Schvvaz

seramik ve ca m sanayisi



; ^ A^WıîTma5sing

^»V yör

kâğıt selüloz ve orman sanayisi

deri ve ayakkabı sanayisi

f

'e n

tekstil sanayisi

n/

maden san ayileri

A ^ 3l^-^Wraiskirchen

METALÜRJİ ÜRÜNLERİ

ayakkaBT sul ıırıınlö'rı, yum urta /

DIŞSATIM

orman ürünler

tukâvva

dayanıklı ürü çarklarT.ream

-demir sanayisi ürünleri?

1 elekt e n er

A VUSTURYA’NIN İKTİSADI

plastik m addeler

plaklar

oyÖhcak. spor m alzem eleri, kayak

' ği gelişmiştir. Ü züm bağları küçüm sen­ m eyecek bir önem taşır (yılda yaklaşık 301 Mhl şarap elde edilir) ve 50 000 ha' lık bir alanı kaplar; üstelik bağlara ayrılan alanlar giderek genişlemektedir. Burgenland’da, özellikle de Aşağı Avusturya'da, Weinviertel’de toplanan bu bağlardan el­ de edilen şarabın % 50'si beyaz şarap­ tır. Bağcılık Viyana çevresindeki köyleri et­ kilemiş ve bu yörede turizme de destek olmuştur. Alpler'deki illerde tarım önde gelir, ama üretimin büyük bölümü Yukarı Avusturya ve Aşağı Avusturya eyaletlerinde gerçek­ leştirilir. Verimin b üyü k ölçüde artmış ol­ masına karşın, tarımın G SM H ’daki payı sürekli gerilemektedir: 1935’te°/o 16, gü­ nüm üzde % 1 0 ’un altında. • Sanayi- Birçok sanayi dalı devletleştiril­ miş ya da devlet denetim i altına alınmış­ tır (katılım paylarında salt ço ğunluğu ulu­ sal bankaların ellerinde tutması sonucu). Bu durum özellikle elektrik, petrol ve m a­ den filizi çıkarımı, m akine yapımı (otomo­ bil montajı ve çeşitli m akine yapımı, kim ­ ya, kauçuk, çimento) alanlarında görü lür. Sanayi bir ölçüde yerel ham m addele­ re ve geleneksel m aden işlemeciliğine dayanır. Yüzyıllardır Erzberg’deki açık ta­ vanlı ocaklarda ve Steiermark’ta üretilmiş olan demir, Donawitz dem ir-çelik sanayi­ sinin doğmasını sağlamıştır. Jude n b urg ve K apfenberg’de (özel çelikler) başka çelik kuruluşları geliştirilmiş, Anschluss sı­ rasında da Linz'de (günüm üzde bir çelik merkezidir) çelik fabrikaları yapılmıştır. Ürünlerin bir bölümü Tuna yoluyla, Krems ve Liezen (Enns kıyısındaki Steiermark) çelik fabrikalarına gönderilm ektedir. Ku­ ruluşların büyük bölümü, bir devlet şirke­ tinde toplanmıştır (Vereinigte Österreichische Eisen-und Stah!werke ya da VÖEST). Demir filizi çıkarımı gerilem iştir (bir milyon tondan az); am a çelik üretimi önem lidir: 5 M t’dan çok. Gene bir bölü­ mü ulusal enerji kuruluşlarına dayanan önemli dönüşüm metalürjisini de, bu çe­ lik üretimi beslemektedir. Avusturya’da yalnızca Yukarı Avustur­ ya ve Steierm ark'taki Üçüncü Zaman

m aden işlem e makineleri

aktarm a g ereçler ^makineler aletler

havzalarında linyit vardır (yaklaşık 3 Mt). Savaş sonrasındaki sanayi gelişmesi, özellikle, günüm üzde hâlâ toplam elektrik üretim inin yarısından çoğunu sağlayan (yaklaşık 40 TWh saat) hidroelektrik ener­ jisiyle açıklanır. Bu elektriğin büyük bölü­ mü A lple r’den inen sulardan elde edilir; ama çalışan gem ilerin tonajı açısından Avrupa standartlarına göre düzenlenm iş Tuna 'd a da önemli hidroelektrik santralları kurulmuştur. Viyana havzasında biraz doğal gaz ( 2 milyar m 3) ve petrol (yakla­ şık 1,7 Mt) elde edilir. Am a petrol üretimi gerilem ekte, buna karşılık dışalım sürekli artm aktadır (Trieste-Viyana petrol boru hattıyla getirilip önemli bir petrokim ya merkezi durum una gelm iş olan Schwechat'ta arıtılan 10 Mt kadar ham petrol). Hidroelektrik üretim i ülkenin gereksinim duyduğu ek enerjiyi sağlayamayacak du­ rum a gelmiştir; nükleer enerji de benimsenm em ektedir. Eski Avusturya - Macaristan imparatorlu ğ u 'n d a sanayi, özellikle günüm üz Ç e­ koslovakya’sı bölgelerinde gelişmiş oldu­ ğundan im paratorluğun parçalanm asın­ dan sonra, A vusturya’da ulusal bir sana­ yi kurulması gerekm iş, ikinci Dünya sa­ vaşı sırasında kesintiye uğrayan bu çaba, savaştan sonra sürdürülmüştür. H ükü­ m etler işlenmiş ürünlerin önde gelen bir yer tutacağı çeşitlenm iş bir ekonom i (pa­ zar ekonom isi) kurmayı amaçlamışlar; dışsatımı beslemek için, küçük ve orta iş­ letmelere dayanan yapıları ve geleneksel metal işçiliğini kullanm ak istemişlerdir. Günüm üzde, dönüşüm metalürjisi ürün­ leri son derece çeşitlidir (makine, yedek parça, her türlü ulaşım aracı, anahtar tes­ limi fabrikalar) ve büyük ölçüde dışsatıma yöneliktir. D okum a sanayisi geleneksel yün işçili­ ğine dayanır. Am a günüm üzde öncelik, Vorarlberg’de işlenen pamuktadır. Yün, inn vadisinde (loden kumaşlarının üretim yeri) iplik haline getirilip dokunur. Penye yün kumaşlar üretimi ve konfeksiyoncu­ luk büyük kentlerde, özellikle Viyana'da toplanmıştır. Besin sanayileri çok dağınık durum da­ dır. Sanayinin tarım a bağlı olan bir bölü­

elektrikli aygıtlar

mü süt işler (Vorarlberg, İnn vadisi). Şe­ ker rafinerileri Viyana ve Burgenland hav­ zalarında kurulmuştur. Konserve fabrika­ ları da aynı bölgede, Viyana ile Neusiedl gölü arasında, sebze ve meyve tarımı ya­ pılan alanlarda yer alır.Bira fabrikalarıyla dışalım ürünlerini (kakao, kahve, yağlı bit­ kiler) işleyen fabrikalar büyük kentlerde, özellikle V iyana’da toplanmıştır. Ayrıca, cam , kristal ve porselen sana­ yisi eski ününü korumaktadır, m ücevher­ cilikse 1945'ten sonra gelişmiştir. • Turizm. Avusturya b üyük bir turizm ül­ kesidir. Devlet, çok lüks ve fazla yoğun bir turizme yönelmemiş, seçtiği dağ turiz­ mini geliştirm ek için, güzel manzaralı yer­ lerde sanayileşmeyi engellemiştir. Viyana ve Salzburg dışında, başlıca turizm m er­ kezleri Tirol (innsbruck) ve Vorarlberg, da­ ha az ölçüde de K ârnten’dir. Ülkeye yıl­ da 1 2 m ilyon dolayında turist gelmekte, 108 milyon gecelem enin 60 milyonunu, Alm anya’dan gelenler gerçekleştirm ek­ tedir. Bazı yıllarda (özellikle 1970'lerdeki petrol bunalımından önce), turizm den el­ de edilen döviz, geleneksel ticaret açığı­ nı kapam aya yetmiştir. • Dış ticaret. Avusturya, sanayi gereksi­ nimlerini karşılayabilm ek için, enerji ve öbür ham m addelerin önem li bir bölüm ü­ nü dışardan alm ak zorundadır. Dış tica­ ret bilançosu sürekli açık (özellikle 1974’ten bu yana) vermektedir; dışsatım, dışalımın ancak % 70’ini karşılayabilmek­ tedir. Avusturya, A vru pa serbest m üba­ dele birliği’ne üye olmakla birlikte, ticare­ tinin büyük bölümünü AET üyeleriyle ger­ çekleştirir. Dışalım ürünlerinin % 40 ı komşu ülke Federal Alm anya’dan sağla­ nır (dışsatımın 1/4’i Alm anya’ya yapılır). Ülkenin öbür komşusu İtalya, ticarette ikinci sırayı alır. Dışsatımın % 15'i (dışalı­ mın da ancak % 10'u) Doğu Avrupa ül­ keleriyle gerçekleştirilir. Besin ve taşıt sanayileri, gereksinimleri karşılamaktan çok uzaktır. Buna karşılık makine ve d o ­ natım mallarının tüketime göre çok fazla üretilmesi, Avusturya'nın sanayileşme düzeyinin yüksekliğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Avusturya TARİH kökenler Bugünkü Avusturya topraklarında çok erken tarihlerde insanların yaşadığına tarihöncesinin Urnenfelder (mezarlıklar) ve Hallstatt uygarlıkları tanıklık eder. I.Ö. 15’ten i.S. V. yy. sonuna kadar Romalı­ lar bölgede sürekli biçim de egem en ol­ dular. Lejyonlarının ordugâhları, Avustur­ ya'nın başlıca kentlerinin çekirdeği oldu: V indobona (Viyana), Colonia Hadriana (Salzburg), Lentia (Linz). im parator Marcus Aurelius, V ind o b on a 'd a öldü. IV. yy.’da germen akınları başladı ve ülkede, Bavyeralılar gibi, çeşitli aşiretler belirdi. VI. y y .’da ülkeyi türk kökenli Avarlar ele g e ­ çirirken, bir başka kesim Bavyeralılar’ın egem enliğinde kaldı. Yabancıların işgal ettiği toprakların sınırında, 7 39 ’da Salz­ burg piskoposluğu kuruldu. 803'te Charlam agne Avar im paratorluğu'nu yıkarak, O stm ark’ı (Doğu markalığı) kurdu; bura­ yı Bavyera'dan ayırdı ve im paratorluğun savunm asıyla görevlendirdi. Böylece A vusturya doğdu, am a gerçek adını an­ cak 9 9 6 'd a aldı: Û sterreich. X. yy.'d a ül­ ke M acarlar'ın eline geçti. Büyük O tto’ nun 955 'te Lechfeld’de kazandığı zafer­ den sonra kurtulan ülke, Babenberg ai­ lesinin yönetimine verildi. Babenbergler'den Habsburglar'a B abenbergler -9 7 6 -1 2 4 6 : en ünlü temsilcileri Leopold I, Leopold II, H einrich II Jasom irgott, Le­ opo ld VI ve Savaşçı Friedrich II olan Ba­ benbergler dönem inde Avusturya markalığı (115 6 'd a babadan oğula geçen bir düklük oldu), büyük bir refaha ulaştı: iş­ lenmemiş toprakların tarıma açılması, İtal­ ya ile ticaret, birçok manastırın yapımı. Babenbergler, Steierm ark ile Krain’ın bir bölüm ünü de topraklarına kattılar. — 1246: Savaşçı Friedrich II, Leitha ırma­ ğı kıyısında M acarlar’la savaşırken öldü. Onunla birlikte, hanedan da sona erdi. — 1278: imparator Rudolf von Habsburg, Marchfeld savaşı’nda Bohemya kralı Ota kar ll'y i yendi. Bu zaferle Avusturya (o sı­

rada Otakar ll ’nin egem enlığındeydi) H absburglar’a geçti. H absburglar — XIV. yy.: H absburglar, Kârnten ile Tirol’ü ele geçirdiler. — 1379: aile iki kola ayrıldı: Steiermark, Kârnten, Krain ve Tirol’ü alan Leopold ko­ lu ve asıl Avusturya’yı alan Albertin kolu (bu kol, 1475’te sona erdi). — 1438: Albrecht V, Albrecht II adıyla ger­ men im paratoru oldu. • Bu dönem boyunca, Avusturya m aden­ leri (tuz ve metal) sayesinde zenginleşti. Kentler de ticaret yaparak gelişti.

ruldu. Ama, im paratorun görev ve yetki­ lerinde reform yapm a isteğini gerçekleş­ tirem edi. Bununla birlikte, im parator un­ vanının fiilen soya bağlı durum a gelm e­ si, imparatora belli bir uluslararası saygın­ lık kazandırdı. katolikliğin kalesi Avusturya • XVI. ve XVII. yy.Tarda "A vusturya sülalesi" (H absburg ailesine verilen ad) gücünü artırmak ve katolikliği savunm ak için üç cephede savaştı: Türkler’e karşı, protestanlara karşı ve Fransızlar’a karşı. Aralıksız birbirini izleyen başarılar ve ba­ şarısızlıklar dizisi, H ab sb u rgla r’ın Alm an­ y a ’daki durum unu zayıflatırken, Orta A v ­ rupa ve Balkanlar’daki durum unu büyük ölçüde sağlamlaştırdı. A vusturya büyük bir devlet durum una gelirken, verasete bağlı devletlerde yavaş yavaş bir ulusal bilinç oluşm aya başladı. Türkler’e karşı — 1529: Viyana tü rk kuvvetlerince ilk kez kuşatıldı; B udapeşte’yi ve Orta M acaris­ ta n ’ı rakibi arşidük Ferd in a n d ’a kaptıran Zapolya’nın isteği üzerine Macaristan se­ ferine çıkan Kanuni Sultan Süleyman Bud a ’yı (Budin) aldıktan sonra V iyana’yı 17 gün süreyle kuşattı. — 1532: Kanuni Sultan Süleym an'ın A vusturya seferi (Alman seferi); Avustur­ ya kralı Ferdinand l ’in Macaristan’ı ele ge­ çirm e girişimi üzerine sefere çıkan Kanu­ ni Sultan Süleyman, karşısına herhangi bir ordunun çıkmaması üzerine Avustur­ ya topraklarına akınlar yaptırdıktan son­ ra geri döndü. — 1533: O sm anlı-Habsburg barışı; Os­ manlI padişahını m etbu tanıyan Ferdi­ nand l ’in elinde tuttuğu Macaristan to p ­ rakları üzerindeki egem enliği tanındı. — 1566: Kanuni Sultan S ü le ym a n ’ın Avusturya seferi (Sigetvar seferi); Türkler, müstahkem Sigetvar kalesini ele geçirdi. — 1568: Osmanlı-Habsburg barışı; Avus­ turya, osmanlı fetihlerini tanıdığı gibi, yıl­ da 30 000 düka verm eyi kabul etti; bu antlaşma 1574'te sekiz yıl daha uzatıldı, 1590’da yenilendi. — 1596: Haçova savaşı; Avusturya, Haç-

Avusturya'nın güçlenmesi — 1493: Maximilian I, Habsburglar'ın tüm topraklarını miras olarak aldı ve germ en im paratoru seçildi. Usta bir evlenm e si­ yaseti ve yerinde reformlarla hanedanının gücünü daha da artırdı. 1477'de Atak C harles’ın vârisi Marie de B ourgogne ile evlenerek Franche-Com te ve H ollanda topraklarını ülkesine kattı. — 1496: oğlu Güzel Felipe'yi, ispanya'nın vârisi Juana I ile evlendirerek Kari V’in bü­ yük gücünün temellerini atmış oldu. — 1515: torunları Ferdinand ve Maria, Bo­ hem ya ve M acaristan krallarının vârisle­ riyle evlendi. — 1519: Maximilian'ın torunu Kari V im pa­ rator oldu. Kari V hem İspanyol, hem de H absburg topraklarını elinde tutuyordu, am a H absburg topraklarını 1521-22'de kardeşi Ferdinand’a (sonradan Ferdi­ nand I adıyla im parator oldu) bıraktı. — 1526: Türkler, M ohaç'ta m acar kralı Lajos ll’nin kuvvetlerini ezdi; Lajosda savaş­ ta öldü. Bohem ya ve Macaristan krallık­ ları yeniden Ferdinand’ın eline geçti. Ama bu birleşme henüz im paratorun kişiliğine bağlıydı, iki krallığın da özel kurumlarına dokunulmamıştı. • Ülke içinde, Maximilian miras aldığı to p ­ rakları (Alsace, Yukarı ve Aşağı Avustur­ ya, Steiermark, Krain ve Tirol) birleştirmek ve güçlendirm ek için kurum larında re­ form yaptı. Böylece Hofrat (hem adalet di­ vanı, hem devlet konseyi olan saray m ec­ lisi), Hofkam m er (mali bir kuruluş olan sa­ ray meclisi) ve Hofkanzlei (şansölyelik) ku­

AVUSTURYA- ■MACARİSTAN MONARŞİSİ (1867-1918)

ALMANYA P o l o n y a l I l a r

1866 ;

1866

B 0\H E M Y A

L e m b e rg

K ra kö w 1846

Ç o k l a r B rü n n ı. O(BrnoP) M O R A VyY A

V İY A N i B U K O V IN Â ’

Presburg

Konstanz gölü

B U D A P E Ş TE I

ö d e n jp u r g

(Sonfon)

In n s b r u c k İS V İÇ R E

1873

S

Bala ton ^

gö/ü

S I o v e n I e r r a ib a c h 0 ( (Ljublıana) f W

V E N E Z İA

V îr ie s t e

T e m e svâ r

C u s to z a

_ 1866< ★

V e n e d ik 0

P a rm a Bükreş

1 8 6 7 uzlaşması

(S a r a je v o )

L___ I

YE NHP AZA R

i------------- 1 M acaristan idaresindeki I I Transleithania t-------:— t 1 8 7 8 'd e işgal 1 9 0 8 'd e ilhak I edilen topraklar

SIR B İS T A N

S a ra y b o s n a

r------------ 1 AvuS' Cisleithania

I

A skeri sınırlar ^eeni Pazar

L is s a * ’

1866

,m o | t e n e g r o Ç a tta ro



1067

1 8 7 8 ’den 1 9 0 9 ’a kadar işgal edilen topraklar

(Kotorl

Savaşlar



Antlaşm alar

19 1 4 'te A vusturya-M acaristan sınırları 0

2 0 0 km

Avusturya 1068 K ato vv ice (1921, Polonya Crakövv

-Jeşın.j

iie s zy n

Te&hen

KARPATARD: . R Ü T E N YASI B ra tis la v a fc. Presburg

V İY A N A 1

.Konstanz gölü

IU K O VİN ;

B U D A P E Ş TE

(S T Ş o p ro fı i jr Ö d e & b v r g 1 9 2 1 / Macaristan İS V İÇ R E

M ACARİST/

T R E N T IN O 1919/20 ŞLOVENYA



L ju b lia n a 'X Z a g re b

L. '

Garda gö lü ı

\ O

BAĞKA Ve n ed ik

T im iş o a ra Temesvâr

SLAVO NYA

L

SR E M ' T u rn u S e v e rin

BOSNA 1 9 1 4 ’d e A vusturya Macaristan sınırları

BÜKREŞ

Sarayb o sn a

Y e n i D evletlerin sınırları ( 1 9 1 9 v e 1 9 2 0 antlaşm aları) H ER SE K

H alk oylam asına sunulan topraklar

BULGARİSTAN

İtalya’ya bırakılan topraklar

ORTA AVRUPA'DA YENİ SINIRLAR (1919-1921)

F iu m e, 1 9 2 0 ’den 1 9 2 4 'e kadar se rb es t. 19 2 4 'te İtalya'ya

o va 'd a yapılan savaşta yenilgiye uğra­ dı. — 1606: Zitvatoruk antlaşması; Osmanlı padişahı, Avusturya İm paratorunun ken­ disiyle denkliğini kabul etti. — 1663: Köprülü Fazıl Ahm et Paşa’nın Avusturya seferi (Uyvar seferi); Fazıl A h ­ met Paşa’nın U yvar’ı almak için oyalan­ ması Viyana’yı kurtardı. — 1664: Leopold I, O sm anlılar’ı Raba ır­ mağı kıyısında, Szent-Gotthard savaşı'nd a yendi. — 1683: Türk orduları Viyana'yı ikinci kez kuşattı. Polonya kralı Jan Sobieski’ nin K ahlenberg’deki müdahalesiyle kuşatma sonuçsuz kaldı. — 1686: A vusturya karşı-saldırısı: Buda' nın alınması. — 1697: prens Eugâne’in Tisza ırmağı üzerindeki Zenta köprüsünde elde ettiği başarı: OsmanlIlar, 1699’da, Karlofça ba­ rış antlaşması'nı im zalamak zorunda kal­ dılar ve hem en hem en tüm M acaristan’ı bıraktılar. — 1716: Petrovaradin savaşı, Karlofça antlaşması'nın kayıplarını geri alm ak için harekete geçen sadrazam Damat Ali Pa­ şa, Petrovaradin’de prens Eugâne’ye ye­ nildi. — 1718: Pasarofça barış antlaşması. Türkler Tem esvâr iliyle (bugün Tim işoa­ ra) Eflâk, Bosna ve Sırbistan’ın bazı b ö ­ lümlerini bıraktılar. Protestantara karşı — XVI. yy. ortaları: luthercilik, verasete bağlı devletlerde, özellikle de soylular ara­ sında oldukça köklü biçim de yayıldı, im paratorlar cizvitlerin ve Viyana başpis­ koposu m onsenyör Klesl'in desteğiyle, "sapkınlığı” kısa sürede bastırdılar. Avus­ turya sülalesi A vru p a ’da, Karşı - reform ’ un öncüsü duru m u n a geldi. — 1620: ingolstadt cizvitlerinin eski öğren­ cisi im parator Ferdinand II, ayaklanan Ç ekler’i A kdağ savaşı’nda ağır bir yenil­ giye uğrattı. Bu ayaklanma, çek protestanlarının ezilmesine ve Bohem ya krallığ ı’nın özerkliğini yitirip verasete dayalı devletlerin parçası durum una gelm esine yol açtı. Akdağ savaşı ayrıca, Otuz Yıl sa­ vaşlarının başlamasına neden oldu. Ö n­ celeri protestan hüküm darlara karşı ba­

L a g o s ta > L as to v o İtalya '

M 3N TEN EG R 0

SOFYA

D u b r o v n iî^

şarılar kazanan H absburglar, daha son­ ra İsveç ve Fransa karşısında boyun e ğ ­ m ek zorunda kaldılar. — 1648: Westfalen antlaşması. Ferdinand III (1637-1657), imparatorlukta din birliğini kurma ve imparatorun mutlak gücünü ye­ niden sağlam a konusunda tüm umutları­ nı yitirdi. Fransızlar'a karşı -1 6 7 2 -1 6 7 9 : Fransa kralı Louis XIV’e karşı girişilen H ollanda savaşı. -1 6 8 8 -1 6 9 7 : Louis XIV'ün ilhak siyase­ tine karşı kurulan Augsburg birliği’ nin yü­ rüttüğü savaş. -1 7 0 1 -1 7 1 3 /1 4 : Fransa ve ispanya’yı, güçlü bir Avrupa devletleri koalisyonuy­ la karşı karşıya getiren ispanya Veraset savaşı. Bu savaş Rastatt antlaşm ası’yla sona erdi; Avusturya, ispanya ve söm ür­ gelerinden vazgeçm esi karşılığında, Fe­ lemenk, Milano bölgesi, Napoli ve Sardiny a ’yı topraklarına kattı. X V III. yy/da Avusturya — 1687: H a b s b u rg h a n e d a n ın a Macaristan'ı verasetle yönetm e hakkının tanınması. — 1713: Pragm atische Sanktion ile Avus­ turya tahtının veraset koşulları saptandı. Bu belgeyi yayımlayan imparator Kari VI (1711-1740) devletlerinin iktisadi durum u­ nu geliştirdi: Türkler’den alınan toprakların yeniden değerlendirilm esi, çeşitli sanayi­ lerin ve uluslararası ticaretin gelişmesi (ikinci Doğu ticaret şirketi’nin ve Ostende şirketi’nin [1721-22] kurulması). Ancak Kari V l’nın siyaseti başarıya ulaşamadı. — 1738-39: Avusturya birçok cephede bozguna uğradı (N apoli, Sicilya ve Temesvâr’ın elden çıkması). Maria - Theresia — 1740: Kari Vl'nın ölümü ve kızı Maria Theresia’nın tahta çıkışı (1740-1780). Prag­ matische Sanktion’a karşın, Maria-Theresia'nın taht üzerindeki haklarına hemen karşı çıkılması. A vusturya Veraset savaşı'nın başlaması. Prusya’ nın Silezya'yı Maria-Theresia’dan alması. — 1741: Maria-Theresia’nın, Macaristan’ın ayrıcalıklarını onaylaması; bu devletin

desteğiyle düşm anlarına karşı koyması. — 1749: içte, danışm anı H au g w itz’in yardımıyla ve merkeziyetçi bir anlayış içinde, im paratoriçenin devletlerini yeni­ den örgütlem esi: devlet şansölyeliğinin (dışişleri), yüce divanın (adalet), savaş kom iserliğinin ve Haugvvitz’in başında b u lu n d u ğ u iç iş le ri m ü d ü rlü ğ ü 'n ü n kurulm ası, tek b ir yasanın kalem e alınması ve bir kadastro hazırlanması. Bu merkezleştirme ve germenieştirme siyase­ tinin 1761 reformlarını getirecek olan büyük hoşnutsuzluklar yaratması. — 1756: Yedi Yıl savaşı'nın başlaması. Fransa’nın müttefiki Avusturya, savaş so­ nunda, Silezya’yı Prusya’dan geri almayı başaram adı (H ubertsburg antlaşması, 1763). — 1761: D iplom at Kaunitz bir dizi yeni re­ form başlattı: var olan tüm kurumların üstünde bir Devlet konseyi kurulması; 1918’e kadar ordu, polis ve din adam ları­ nın yanı sıra, im paratorluğun temel öğe­ lerinden birini oluşturacak ünlü Avustur­ ya bürokrasisinin kurulması. Böylece, merkeziyetçilik güçlendirildi. -1 772-1795: Polonya’nın bölüşülmesi. Avusturya, Galiçya’yı (1772), Bukovina’yı (Küçük Kaynarca antlaşması, 1774) ve Kraköw ülkesini aldı (1795). Ancak Fransız devrim i’nin patlak vermesi, Avusturya’yı Balkanlardan uzaklaştırdı. • XVII. ve XVIII. yy. başlarında Avustur­ ya, İtalya’dan gelen büyük barok sanat akımının gelişmesiyle dikkati çekti; bu akımının ürünleri Maria-Theresia dönemin­ de de sürdü. Joseph II ve josephçlllk. —1765: M aria - Theresia, büyük oğlu Joseph’i iktidarına ortak etti. 1780’den 1790’a kadar ülkeyi tek başına yöneten Joseph II, "aydın d e sp o t" tipinin en iyi örneği sayıldı. Fransız düşünürlerinden esinlenen josephçiliğin amacı, bir dizi baskıcı reformla Avusturya devletlerini m odernleştirm ekti. • Joseph ll’nin sistemli reformları şunlardı: —toplum sal reformlar: 1781'de toprak köleliğinin kaldırılması; — siyasal reformlar: bürokrasininln, devlet polisinin, merkeziyetçiliğin güçlendirilmesi (d a ire le re b ö lü n m ü ş 13 h ü k ü m e t

Avusturya kurulması); —dinsel reformlar: 1773'te cizvit tarikatının yasaklanması ve mallarına el konması, 1781'de bu önlemin öğretim ve düşkün­ lere yardımla uğraşanlar dışındaki tüm ta­ rikatlara uygulanması ve hoşgörü fermanı­ nın çıkarılması; — kültürel reformlar: üniversiteler ku­ rulması. Avusturya ve Fransız devrim i —1792 (20 nisan): Fransa yeni imparator Franz ll’ye savaş açtı. Avusturya, Fransız devrim i'ne ve Fransa im paratorluğu’na karşı kurulan tüm koalisyonlara katıldı. C am poform io (1797) ve Lunöville antlaşmaları (1801) ve Austerlitz bozgununu (2 aralık 1805) izleyen Presburg antlaşmast’yla sürekli bir gerilem e içine girdi. Avusturya İmparatorluğu (1806-1867) — 1806 ( 6 ağustos): im parator Franz II, Kutsal im paratorluk tacından vazgeçmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Avusturya im p a ra to ru Franz I unvanını aldı. Dalmaçya’yı Fransa’ya, Tirol’ü Bavyera’ya kaptırdı, İtalya’daki topraklarını da yitirdi. — 1809: tirollü Andreas Hofer’in Bavyeralılar’a karşı ayaklanması; 5-6 temmuz, Wagram bozgunu; 14 ekim Viyana antlaş­ ması ile Avusturya’nın Kârnten, istria ve Krain ile Hırvatistan’ın bir bölüm ünü yi­ tirmesi ve N apolöon’un kıta sistemine katılmak zoründa kalması. — 1813: Şansölye M etternich ülkesini Fransa’ya karşı kurulan koalisyona soktu; koalisyon Fransızlar’ı yenilgiye uğrattı. — 1814: Viyana kongresi’nin (18 eylül 1814 - 9 haziran 1815) başlaması: Avusturya, eski topraklarına kavuştu; Lom bardia -Venezia’yı ilhak edip Parma, M odena ve ‘ T o sca n a ’ ya a rş id ü k le r ye rle ş tire re k İtalya'da en etkili devlet durum una geldi. Yeni G erm en konfederasyonu'nun da başlıca devleti oldu (Metternich, Konfede­ rasyonda yerel hanedanlara dayanarak u lu s a l b irliğ in g e rç e k le ş tirilm e s in i önlem eye çalıştı), içte şansölyenin kararlı m uhafazakâr tutumu, Avusturya'yı Avru­ pa’da m utlakiyetçiliğin kalesi yaptı. Dışta, tam anlamıyla ancak 1830’a kadar etkili olan Kutsal ittifak, liberal ve ulusalcı düşünceleri bastırmaya çalıştı (Aachen [1818], Troppau [1820], Verona [18221 kongreleri). M etternich, alman ve İtalyan liberallerini izlemeyi sürdürdü (İtalyan libe­ ralleri, 1821'de Rieti ve Novara'da ezildi). — 1835: Ferdinand l'in tahta çıkışı. Ülkeyi yönetecek güçte olmayan Ferdinand, yönetim ini "gizli devlet konferansf'na bıraktı; bu kurulun çalışmaları, Metternich ile Kolovvrat arasındaki görüş ayrılıkları yüzünden sık sık kesintiye uğradı. — 1840: alman olmayan halkların ulusalcı is te k le ri b a şa rıya ulaştı. M acarlar, m acarcanın resmi dil olarak tanınmasını sağladılar. Ç ekler’in ulus olm a istekleri ço k geçm eden tüm halka mal oldu. Güney Slavlar arasında d a "illyriacılık” görüşü yaygınlaştı. — 1846: M etternich tarafından tehlikeli görülen Krakövv’daki küçük Polonya cum ­ huriyeti ülke topraklarına bağlandı. • Hüküm etin iç siyasetinin belirgin özelliği hareketsizlikti: hızla gelişen burjuvaziyi hoşnut edebilecek reformlar yapılmıyor, N apoleon savaşları yüzünden iflas eden m â liye nin kötü d u ru m u sürüyo rd u . Yönetim ve o rduda tüm gücü elinde tu­ tan katoliklik ve soylu sınıf, muhafazakâr gelenekleri ayakta tutuyordu. Ancak po­ lis baskısına ve sansüre karşın, liberal düşünceler hızla gelişti. 1848 devrımleri —1848 (13 mart): Paris'i örnek alan Viya­ na ayaklandı. Metternich kaçtı; imparator bir anayasa hazırlam aya söz verdi. İtalya’da, ayrılma tehdidinde bulunan Ma­ caristan'da ve Prag’da (11 haziran) başka devrim ci ayaklanm alar patlak verdi. — 15 mayıs: yeni bir ayaklanma karşısında

im parator kaçtı. General Wındischgrâtz komutasındaki birlikler bastırma eylemle­ rine giriştiler. — 17 haziran: Prag ayaklanması bastırıldı. — 31 ekim: Viyana geri alındı; kanlı baskı eylemlerine girişildi (milletvekili Robert Blum ile yurtsever Messenhauser idam edildi). —21 kasım: Schvvarzenberg şansölyeliğe atandı. — 2 aralık: Ferdinand, yeğeni Franz-Joseph yararına tahttan el çekti. — 1848 - 49: İtalya'daki devrim ci ayaklan­ malar bastırıldı: R adetzky’nin komuta ettiği birlikler, İtalyan yurtseverlerini ve Sardinya kralı Carlo Alberto komutasındaki Piemonte ordusunu Custoza’da bozgu­ na uğrattı (25 tem m uz 1848), Piemonte' nin Novara’daki yeni bir ayaklanm a girişimini (24 mart 1849) önledi. Böylece İtalya ye n id e n fe th e d ilm iş , d e v rim bastırılmıştı. — 1849: m acar devrim inin bastırılması: M a ca rla r, b ir yıla ya kın b ir süre AvusturyalIlar’ı durdurm ayı başardılar. 14 niSanda m acar parlam entosu Kossuth'u cum hurbaşkanı ilan etti ve ülke Viyana’ dan tam olarak koptu. Am a Macarlar, so­ nunda, Paskeviç komutasındaki Rus or­ dusuna yenildiler ve Vilâgos'ta teslim ol­ dular (13 ağustos 1849). Kanlı bir bastırma eylemi başladı. A lm an sorunu Prusya ve Avusturya, Germen konfede­ rasyonu'nun yeniden örgütlenmesi konu­ sunda görüş ayrılığına düşm üşlerdi. Frankfurt parlam entosu’nda, Avusturya im paratorluğu'nu gelecekte kurulacak birleşik Almanya içinde görm ek isteyen Büyük Alm anya yandaşları ile Avustur­ ya'yı dışta bırakıp Prusya yararına bir bir­ lik sağlam ak isteyen Küçük Almanya yandaşları çekişiyorlardı. Büyük Almanya yandaşları, başlangıçta bazı başarılar kazandılarsa da daha sonra üstünlüğü yi­ tird ile r. Bu a ra d a S c h w a rz e n b e rg , avusturyalı m ille tve killerin F ra n kfu rt’ tan ayrılmalarını istedi (5 nisan 1849). Ama Prusya kralının, Frankfurt parlam entosu’ nun kendisine sunduğu im paratorluk tacını kabul etmemesi, bu parlamentonun etkinliğine son verdi. Bununla birlikte, Berlin, Almanya'nın birliği siyasetinden vazgeçmedi. Ancak, Schvvarzenberg'in savaş tehdi­ di, Prusya kralını Olm ütz’de geri çekilmek zorunda bıraktı (kasım 1850). Böylece, 1848 karışıklıkları içinde yok olma tehlike­ sini atlatan Avusturya, İtalya ve Almanya' da eski üstünlüğünü yeniden kurdu; Al­ manya’daki Konfederasyon kurumlarını korudu. Mutlakıyetin sonu — 1849 - 1859: önce Schvvarzenberg’in (öl. 1852), sonra da içişleri bakanı Bach’ın (Bach sistemi) yönetim inde yeni-mutlakıyetçilik. — 1851 (31 aralık): 1848 reformlarının ip­ tali. Merkeziyetçiliğin ve polisin g üçlendi­ rilmesi. — 1855 (18 ağustos): Kilise'den yana bir konkordatoyla josephçiliğin bırakılması. • Ekonomik gelişme: maliye bakanı Bruck, iç güm rükleri kaldırarak ekonomik yaşamda birlik sağlamaya çalıştı. 1854'te A lple r’de, Viyana'yı Trieste'ye doğrudan bağlayan ilk tünel (Sem mering tüneli) açıldı. —1859: Fransa ve Piemonte ile savaş. Magenta’da (4 haziran) ve Solferino'da (24 haziran) yenilen Avusturya, Villafranca ateşkesi’n den ( 8 - 1 2 tem m uz) sonra, Lombardia'yı bırakmak zorunda kaldı. Bu bozgun ülke yönetim inde bir evrim e yol açtı. Bach görevden alınarak yerine polonyalı liberal Gotuchovvski getirildi. — 1860 (20 ekim): Ekim bildirisi ile İm pa­ ratorluğa federal bir yapı kazandırılmak is­ tendi, am a S chm erling'in önderlik ettiği ulusalcı liberaller bunu engellediler. 26 şu­ bat 1861 kararnam esiyle federalizm ilke­ sine g e ri d ö n ü ld ü ve A lm a n la r’ ın

üstünlüğü sağlandı. — 1865: Prusya ile imzalanan Gastein ant­ laşması ile Danim arka’daki düklükler so­ runu geçici olarak çözüldü. G erçekte iki devlet, Alm anya'ya egem en olm ak için çekişiyorlardı. — 1866: Prusya'nın kışkırtması üzerine, Avusturya bu devlete ve onun müttefiki İtalya’ya savaş açtı. İtalyanlar ı kolayca yendi (Custoza ve Lissa’da), am a 3 tem ­ m u z d a , S a d o v â ’d a P rusya o rd u s u karşısında büyük bir bozguna uğradı. Avusturya, Prag barış a nlaşm asfyla (23 ağustos) Almanya’dan bütünüyle el çekti, ayrıca Venezia’yı yitirdi, böylece bir Tuna ülkesi durum una geldi, slav ve m acar halklarıyla ilişkilerini tüm üyle yeniden gözden geçirm ek zorunda kaldı. avusturya-macaristan monarşisi (1867 - 1918) — 1867 (şubat): avusturyalı bakan Beust ile m acar Deâk ve Andrâssy arasındaki uzun görüşm elerden sonra, Avusturya ile M a c a ris ta n a ra s ın d a b ir u z la ş m a anlaşması imzalandı. Macaristan, tarihsel sınırları içinde yeniden bir krallık oldu ve hazırlanan anayasaya uygun olarak iki meclisli bir parlam ento kuruldu; bakanlar bu parlamentoya karşı sorumluydu. 8 ha­ ziranda Franz-Joseph, Budapeşte’de Ma­ caristan krallık tacını giydi. Ö bür avusturya topraklan (Bukovina, Galıçya, Bohem ­ ya, Moravya, Trentino, Dalmaçya, istria ve asıl Avusturya devletleri), Avusturya im paratorluğu’ nu ya da Cisleithania'yı oluşturdu (Macaristan da Transleithania adını aldı). Bu iki yeni devlet, hükümdarın kişiliği ve üç ortak bakan (dışişleri, mali­ ye ve savaş bakanları) aracılığıyla b irbiri­ ne bağlandı. Anlaşma, on yılda bir yeni­ den gözden geçirilecekti. Başlangıçta, harcam aların b üyük bölüm ünü Avustur­ ya üstlendi. CıSİeithania'nın iç gelişm esi (Transleithania için — MACARİSTAN.) —1868 -1878: merkeziyetçiler iktidara gel­ di. Bu dönem de Avusturya konseyi'ni he­ m en hem en sürekli biçim de yöneten A dolf ve Kari Auersperg kardeşler, 1855 konkordatosu’nu yürürlükten kaldırdılar ve bir maliye reform una giriştiler. Uyguladık­ ları siyaset aşırı alm an yanlısı bulundu ve Slavlar ile muhafazakârların sert m uhale­ fetiyle karşılaştı. — 1879 - 1893: muhafazakâr bir soylu ve daha ço k federalizm yanlısı olan kont Taaffe, Adolf A uersperg’in yerine geçti Kilise’ye değ g in ve Slavlar’d anyana bir dizi önlem aldı Bohemya, Moravya, Slovenya ve Silezya'da ikidilliliğin benim senm e­ si, P rag’da çekçe öğretim yapan bir üniversite kurulması. Am a bu önlem ler ki­ m ilerine aşırı, kim ilerine yetersiz geldi. Yalnızca PolonyalIlar bu uygulam alara karşı çıkmadılar. — 1880: Kari Lueger'in lideri olduğu, yahudi düşmanı Sosyal-hıristiyan parti'nin kurulması ve kent küçük burjuvazisinin desteğini kazanması. Buna koşut olarak, G eorg Schönerer'in liderliğinde Alm an Milliyetçi partisi kuruldu; bu parti sert yöntemleriyle dikkati çekti; kimi üyeleri A l­ manya ile birleşme istemeye kadar gittiler. — 1888: Victor Adler ve Otto Bauer'in yönettikleri Sosyal-dem okrat parti'nin kurulması. Birer marxçı olan Adler ve Bauer, II. E n te rn asyo n a ld e önem li rol oynadılar. Ülke içinde sosyalistler ulusal hak istemlerini desteklediler. — 1907: Cisleithania’da genel oy sistemi­ nin kabulü. Bu uygulamaya karşın, seçim sonuçlarında pek değişiklik olmadı. Sos­ yal demokratlar, önem li başarılar elde et­ tiler (1907'de 87 milletvekili). Çekler, eğitim sorunları ko nusunda engellem elerini sürdürdüler; 1913’te parlamentoları dağı­ tıldı. Bir ölçüde alm an yurttaşlarının tutu­ m undan ötürü, alm an ve slav m illetvekil­ lerinin aynı çatı altında toplantı yapmaları olanaksızlaştı. • Bütün bunlara karşın, Cisleithania eko­

1069

Avusturya 1070

nom ik yönden büyük ö lçüde gelişti: im paratorluğun kimi bölgelerinde (Plzeh) sanayi gelişirken, d em iryo lu hatları çoğaldı. Am a siyasal düzlem de bu dönem , ulus toplulukları arasında şiddetli çekişmelerle geçti. Merkezci güce en çok karşı çıkanlar, Çekler oldu ve parlam en­ toları sık sık dağıtıldı. XX. yy. başlarında G üney Slavları'nın ulusçu hareketi gelişti; m acar yetkilileri bu­ na sertlik önlem leriyle (1909’da Zagreb’ de Agram davası) karşılık verdiler, iktidar bu hareketi m onarşinin geleceği açı­ sından çok tehlikeli sayıyor, halkın çok sevdiği im paratorun yaşının ilerlemiş olm ası, ö lü m ü n d e n sonra sistem in çökeceği kaygısını yaratıyordu. Hatta, belli belirsiz bir avusturya-macaristan milliyet­ çiliği doğm ak üzereydi. "ik ili m onarşi "nin dış siyaseti — 1873: Macar Andrâssy, Beust'un siyase­ tim bir yana bırakarak "ü ç imparator ittifakı” nı (Almanya, Rusya, Avusturya) hazırlamaya çalıştı. — 1878: Berlin kongresi; Avusturya, Bosna-Hersek'i ele geçirm eyi başardı. Avusturya emperyalizm i Balkanlarda, çarlık emperyalizmiyle çatışmaya başladı. —1879: Almanya ile ittifak. Karacorceviç hanedanının tahta çıkmasından (1903) sonra, aşırı rus yanlısı bir tutum takınan S ırbistan, g ü n g e ç tik ç e avusturyalı yöneticiler tarafından yok edilmesi gere­ ken düşm an gibi görülmeye başladı. Bu arada monarşi içindeki G üney Slavları, Belgrad ile birleşm e sorununu açıkça or­ taya koydular. — 1908: Bosna-Hersek’in ani ilhakı. Bu ol­ dubitti, uluslararası gerilimi artırdı ve Avus­ turya, Rusya’ya karşı savaşmaktan kıl payı kurtuldu. — 1912: Birinci Balkan savaşı. Gerilim öy­ lesine arttı ki, genelkurm ay başkanı Conrad von Hötzendorf, önleyici bir savaş önerdi. — 1914 (28 haziran): velia h t Franz -Ferdinand,Saraybosna'da, gizli bir sırp derneğinin üyeleri tarafından öldürüldü. Bu suikast, Birinci Dünya savaşı'nın başlamasına yol açtı. Avusturya savaşta — 1914: Avusturya birlikleri, Ruslar ve Sırplar karşısında bozguna uğradı. —1915: İtalya cephesinin açılması. Polon­ ya ve Sırbistan'ın fethi. — 1916: savaşın bu ilk yıllarında birlikler, kitle h alinde firara başlayan Ç ekler dışında, bütün olarak görevlerini yaptılar. Londra'da, Masaryk, sürgünde bir çek hükümeti kurdu. Buna koşut olarak, impa­ ratorluk içindeki muhalefet akımları da ş id d e tle n d i: 2 1 e k im d e b a şb a ka n S tü rg k h , so s y a lis t F rie d ric h A d le r tarafından öldürüldü. —1916 (21 kasım): Franz-Joseph’in ölümü ve yerine yeğeni arşidük Kari’ın geçmesi. — 1917: Kral I, Bourbon-Parma prensi Sisto aracılığıyla Müttefikler ile ayrı bir barış antlaşması imzalamak için görüşmelere b a şla d ı. A m a g iriş im başa rısızlıkla sonuçlandı. im paratorluğun parçalanm ası — 1918 (ocak): Ç ekler ulusal bir devlet is­ terlerken, Müttefikler sürgündeki hüküme­ ti tanıdılar. — 16 e kim : im p a ra to r, b o z g u n u n yaklaşması üzerine, monarşiyi k u rta rm a k amacıyla bir bildiri yayımlayarak Avustur­ ya’nın federal bir devlete dönüştürülece­ ğine söz verdi. A m a geç kalmıştı. —ekim-kasım: Slavlar bağımsızlıklarını ilan ettiler (Çekoslovak Cum huriyeti, Slo­ ven, Hırvat ve Sırp Ulusal konseyi, Galiçya’nın Polonya'ya katılması). M aca­ ristan Cum huriyeti kuruldu; cum hurbaş­ kanlığına getirilen kont Kârolyi, ayrı bir ba­ rış görüşmesi yapm ak istedi, am a başa­ rılı olamadı. —30 ekim: eski parlam entonun alman üyeleri ulusal m eclis adı altında toplana­ rak, bir Avusturya devletinin kurulmasına karar verdiler. “ Alm an Avusturya" adını

verdikleri devletin gelecekteki rejimi konu­ sunda bir karar almadılar. — 3 kasım: italyanlar ile Villa Giusti ateş­ kesi imzalandı. — 13 kasım: ülkeden ayrılan imparator, tahttan çekilm em ekle birlikte, hiçbir dev­ let işine katılmamaya karar verdi. Saint-Germain (10 eylül 1919) ve Trianon (4 haziran 1920) antlaşmalarıyla, yeni ulu­ sal devletlerin varlığı tanındı. Avusturya Cumhuriyeti (1918-1938) — 1918 (12 kasım): cum huriyetin ilanı. Kuruluş yasasında, eski imparatorluktaki tüm Alm anlar'ın cum huriyete bağlanabi­ lecekleri ve Avusturya'nın kendini Alman C um huriyeti’nin parçası saydığı belirtildi. Müttefikler bu iki eğilim e karşı çıktılar. — 1919 (şubat): Kurucu m eclis seçimleri. Sosyal demokratlar, Sosyal hıristiyan parti'y e kıl payı ü s tü n lü k s a ğ la d ıla r. K o m ü n is tle rle m ü c a d e le e ttiler, H absburglar'ın mülklerini ulusallaştırdılar ve cüretli toplum sal yasalar çıkardılar. Am a cumhuriyet, pek çok ekonomik ve si­ ya sal g ü ç lü k le k a rşılaştı. A yrılıkçı e ğ ilim le re karşı (ü lk e n in İs v iç re ’ye bağlanmasını isteyen Vorarlberg; Tirol) mücadele etmek zorunda kaldı. Bu arada Kârnten'de milisler Slovenler ile çatıştılar. — 1920(1 ekim): Anayasa’nın oylanması. Avusturya Federal Cum huriyeti (Bundesrepublik Österreich) dokuz ülkeden (Lânder) oluşuyordu. Yapılan seçim lerde sos­ yal hıristiyanlar sosyalistlere üstünlük sağlayarak 82 sandalye elde ettiler ve 1938'e kadar hemen hem en kesintisiz biçim de iktidarda kaldılar, ilk hüküm et başkanı sosyal dem okrat Kari Renner ye­ rini, sosyal hıristiyan bir şansölyeye bırakm ak zorunda kaldı. —1922-1932: 1922-1924 ve 1926-1929 arasında şansölyelik yapan m onsenyör Seipel, Milletler cem iyeti’ nin bir komisyo­ nu tarafından sağlanan uluslararası kre­ d iy le m â liye nin d u ru m u n u düzeltti. Böylece istikrarlı bir yeni para (schilling) yaratmayı başardı. Devlet dairelerini de yeniden örgütledi. Am a ülke genel eko­ nomik bunalım dan önemli ölçüde etkilen­ di. Aksaklıkların artması yeni siyasal ku­ ruluşlar ortaya çıkardı. Alm anya ile birleş­ m e isteği hep güçlü kaldı (1921'de Tirol’ d e yapılan h alkoylam asında b üyük çoğunluk birleşm eden yana oy kullandı; 1926’da Der Anschluss dergisi kuruldu; 1930’a doğru, Avusturya'da ilk nasyonal sosyalizm yandaşları ortaya çıktı). Bununla birlikte, Fransa ve müttefikleri, Almanya ile her türlü yakınlaşmayı yasakladılar. Aynı dönemde, 1918'den başlayarak uyuşmaz­ lık konusu bölgelerde, Slavlar’a karşı sa­ vaşm ak için kurulm uş olan "Heimvvehren” milisleri de güçlendirildi. Bu ordu dışı birlikler, işçi eylem lerine karşı m ücadele­ ye giriştiler. Sosyalistler de, işçi milisleri ku­ rarak bunları C um huriyetçi savunma bir­ liği (Republikanischer Schutzbund) için­ de örgütlediler. —1932 (mayıs): Dollfuss şansölyeliğe ge­ tirildi: Amacı, en tehlikeli gördüğü iki to p ­ lulukla, sosyalistler ve nazilerle savaşmak­ tı. — 1933 (haziran): Dollfuss, Nazi partisi’ni yasakladı. —1934: şubat ayında Dollfuss, Linz ve Vi­ yana ayaklanmaları sırasında, şiddet kullanarak “ Schutzbund"u dağıttı; Sosyal dem okrat parti'yi de kapattı. A m a böyle­ ce, nazilere engel olabilecek tek güçten de yoksun kalmış oldu. 1 mayısta, ülkeyi güçlendirm eyi amaçlayan yeni bir anaya­ sa çıkarttı. Avusturya, nazizm den ve Leo X lll'ü n papalık genelgelerindeki toplum ­ sal ilkelerden esinlenen korporatif bir dev­ lete dönüştü. Bu güçlendirilm iş hıristiyan alman devleti (Christlicher Stândestaat), Sosyal hıristiyan parti'ye ve resmi kuruluş­ lara dönüştürülen (ve yöneticilerden biri prens von Starhem berg olan) Heimvvehren’lere dayanıyordu. 25 tem m uzda Doll­ fuss, nazilerin bir hüküm et darbesi girişimi

sırasında öldürüldü; ancak, Mussolini’nin m uhalefeti sonucu, d a rb e başarıya ulaşamadı. Dollfuss'un yerine geçen sos­ yal hıristiyan Schuschnigg, onun hitlercilere direnm e siyasetini sürdürdü. Ama koşullar değişmişti: Alm anya güçleniyor onunla ittifak yapan Mussolini artık Anschluss’a karşı çıkm ıyordu;Batı dem okra­ sileri de, Avusturya C um h u riye ti’ nin bağımsızlığına destek olacak durum da değillerdi. H itler’in buyruğuyla, avusturyalı naziler, karışıklıkları ve kışkırtmaları­ nı artırdılar. — 1938: S chuschnigg, Çekoslovakya ve M acaristan’a yaklaşarak bir savunma önlemi almaya çalıştı. Ama, Berchtesgaden’e, H itler’in yanına çağrılan şansölye, bu ittifak tasarısından vazgeçip avusturyalı nazilerden avukat Seyss-lnquart'ın içişleri bakanı olmasını kabul etm ek zorunda kaldı. G ene de, 13 m art günü bir halkoylaması düzenletti. Am a 11-12 mart gecesi Hitler, birliklerini Avusturya'ya sok­ tu. Şansölye tutuklandı ve 13 aralıkta An­ s c h lu s s (A v u s tu ry a ’ nm A lm a n y a 'y a bağlanması) ilan edildi. Ülke, Reich’ın bir ili (Ostmar ya da Doğu marklığı) durum u­ na geldi. Anschluss döneminde Avusturya (1938-1945) Ostmark, doğrudan Berlin'e bağlı bir vali (Statthalter) tarafından yönetiliyordu. Na­ zilerin "düzenledikleri" bir halkoylamasında Anschluss, % 9 9 ’u aşkın bir oranla onaylandı. Olaya karşı olanların topluca tutuklandığı bir gerçekti; oylamaya skan­ dal derecesinde hile karıştırılmıştı; ama, Almanya’nın, 1938’de kilise hiyerarşisinin desteğini kazandığı ve halkın bir bölü­ m ünün sempatisini topladığı da açıktı. Devlet yönetim inde ve orduda avusturyalı-alman karışımı ilkesi uygulandı; ama Alm anlar genellikle çoğunluktaydı. Eko­ nomi bir ölçüde gelişti, am a bu gelişme tüm üyle savaş çabalarına yöneltildi. Katoliklerin ve sosyal demokratların muhalefe­ ti, büyük kayıplar vermekle birlikte, tüm dönem boyunca gizli olarak sürdürüldü 1 94 3 ’te d a ğ la rd a , b irk a ç p a rtiz a n topluluğu ortaya çıktı. — 1945 (ilkbahar): Kızıl ordu Avusturya' ya girdi; çok geçm eden batılı devletlerin birlikleri de Vorarlberg, Tirol ve Salzburg’a girdiler. Viyana, Berlin gibi dört kesime ayrıldı. Am a Almanya'nın tersine, Avustur­ ya çok geçm eden siyasal bütünlüğüne kavuştu. II. Cumhuriyet —1945: 27 nisanda Kari Renner, Cum hu­ riyetin yeniden kurulduğunu bildirdi, sos­ yalist ve halkçılardan oluşan bir geçici hüküm et kurdu. A m a çıkarılacak tüm yasaların M üttefiklerin onayına sunulması gerekiyordu (1945 tem m uzunda imzala­ nan denetim antlaşması). O tarihten son­ ra Avusturya'da siyasete iki parti egem en oldu: Sosyalist parti (Sozialistische Partei Ûsterreichs, SPÛ) ve sosyal-hıristiyan ha­ reketin mirasçısı Halk partisi (Österreichische Volkspartei, ÖVP). Kasım ayındaki seçimleri halk partililer kazandı ve Leopold Figl, bir koalisyon hükümeti (sosyalistler ve halkçılar) kurdu. Bu “ Grosse Koalition" (Büyük koalisyon), 1966 yılına kadar sürdü. 1945 aralığında, Renner cum hurbaşkanı seçildi. — 1946-1954: birçok iktisadi ve mali refor­ ma girişildi. Nazi etkisinin giderilmesi bazı güçlükler çıkardı ve uzun işlemler gerek­ tirdi (temmuz 1946 ve şubat 1947 yasa­ ları). Müttefikler ile halk partili şansölyeler Figl ve Raab arasında, alm an mülkleri, gelecekteki Avusturya ordusu ve ülkenin uluslararası konumu sorunlarını içeren yoğun görüşm eler yapıldı. — 1955: Raab bağımsızlığı onaylatm ak için Moskova'ya gitti ve 15 nisanda Avusturya’nın yansızlığının dayandığı ilke­ leri ortaya koyan Moskova muhtırası’™ im­ zaladı. 15 mayısta Devlet antlaşması, Vi­

yana Belvedere sarayı'nda, dört işgalci devlet tarafından İmzalandı; buna göre dört devlet, yeni C um huriyet'in toprak­ larını boşaltma sözü verdiler Avustur­ ya’nın egem enliği resmen onaylandı ve aralık ayında ülke, oybirliğiyle Birleşmiş milletler'e alındı. — 1959 (10 mayıs): genel seçimlerde komünistler, meclisteki üyeliklerini yitirir­ ken, Halk partisi hafif bir gerileme gösterdi (ama 1962 de çoğunluğu yeniden ele ge­ çirdi). Raab hüküm etine iki sosyalist yön veriyordu: F igl’in yerine dışişleri bakanı olan Bruno Kreisky ve Bruno Pittermann. -1 9 6 0 -1 9 6 6 : 1960 şubatında şansölye Râab, partisinin başkanlığını Alfons Gorbach’a bırakmak zorunda kaldı. Raab’ın 1961 de istifa etmesinden sonra, Gorbach şansölye oldu; Halk partisi sağ kanadın­ dan Josef Klaus da m aliye bakanı oldu. 1963’te Gorbach'ın kurduğu yeni bir hükümet, iki büyük parti arasında özellikle dış siyaset konularında doğan görüş ayrılıklarıyla uğraşmak zorunda kaldı:Halk partisi üyeleri için, Avusturya’nın ilkeleri 1955’te belirlenen yansızlığı, yalnızca as­ keri anlam taşıyordu. 1960'ta, ülkeyi Av­ rupa serbest m übadele birliği’ne soktu­ lar; bu olay ülkenin iktisadi kalkınmasını hızlandırdı, ama sosyalistler, Avusturya’nın aşırı kapitalist saydıkları AET’ye katılma­ sına karşı çıktılar. Moskova ve Viyana’ya kuşkulu bir gözle bakmayı sürdüren halk demokrasileri de böyle bir katılmanın kar­ şısında yer aldılar. Alm anca konuşulan ve 1919’da İtalya’ya bırakılmış olan Güney Tirol (Yukarı Adige) sorunu, 1946’daki Avustu ry a -ita ly a a n tla ş m a s ı’ na karşın çözülem edi. 1959'da, Andreas Hofer ayaklanmasının 150. yıldönüm ünde karı­ şıklıklar arttı. Suikastlar birbirini izledi. Bu karışıklıkların sorumlusu, bir ölçüde mer­ kezi Avusturya’d a bulunan ve yeni-nazi eğilim lere yakınlık duyan Berg-isel-Bund örgütüydü. İtalya ile ilişkiler de kötüleşti. Viyana’nın Batı dünyasının en uç sınırında bulunması bu kentin sık sık uluslararası buluşmaların gerçekleştiği bir merkez du­ ru m u n a g e lm e s in e yol açtı: 1960 haziranında H ruşçev'in ziyareti, Avustur­ ya hüküm eti tarafından hazırlanan Kennedy-Hruşçev buluşması (haziran 1961). — 1966: iki partililik sona erdi. Siyasal görüş ayrılıkları artarken, Otto von Habsb u rg ’un ülkeye dönm esi sorunu yeni bir anlaşmazlık oluşturdu: bu dönüş birçok kez is te n m iş, h a lk p a rtilile rc e benimsenmiş, ancak sosyalistlerce buna karşı çıkılmıştı. Bir Avrupa Federalist par­ tisi (1962) ile Dem okratik ilerleme partisi' nin (1965) kurulması, kamuoyunun bir b ö lü m ü n ü n iki büyük p a rtid e n soğuduğunu gösterdi. 1966 martında ya p ıla n gen e l se çim le rd e , 1 96 3 ’te G orbach’ı saf dışı e d ip partinin başına geçen ve 1964’te şansölyeliğe getirilen re­ form cu Klaus'un yönetimindeki Halk par­ tisi salt çoğunluğu elde etti. 19 nisanda, cum huriyetin kuruluşundan beri ilk kez, halk partililer, Josef Klaus yönetiminde, tek başlarına hüküm et kurdular. Am a sosya­ listler, II. Cumhuriyet’in başından beri hep ellerinde tuttukları cumhurbaşkanlığını, 1965'te Franz Jonas’ın seçilmesiyle gene korudular. Ülke Klaus'un yönetimi altında ekonom ik yönden gelişti; fiyatlar çok az y ü k s e ld i ve to p lu m s a l ç a tış m a la ra rastlanmadı. —1970: mart seçimlerini az farkla sosya­ listler kazandı. Anayasa m ahkem esl’nin 16 milletvekilinin seçilmesini geçersiz sayması üzerine yapılan kısmi seçimlerde, sosyalistlerin durumu daha da sağlamlaş­ tı. iktidar Bruno Kreisky’e geçti; Kreisky askerlik hizmetiyle seçim sisteminde iki bü­ yük reform gerçekleştirdi: askerlik hizme­ tinin altı aya indirilerek bu sürenin on iki yıla yayılabilecek, am a toplam altmış g ü ­ nü geçem eyecek kısa dönem ler biçi­ m inde tamamlanması; seçim çevresi sayısında değişiklik yapılarak milletvekil­ liklerinin sayısının nüfus çokluğuna göre değil, kayıtlı seçm enlerin sayısına göre

belirlenmesi. İtalya ile G üney Tirol konu­ sundaki anlaşm azlıklar çözüm lenm e yo­ luna girdi. H içbir hukuksal düzenlem e yapılm am akla birlikte, İtalya, güney tirollülere daha çok özerklik tanımaya söz verdi. — 1971: ekim ayında yapılan erken seçimlerde, cum huriyetin kuruluşundan beri ilk kez, sosyalistler salt çoğunluğu el­ de ettiler. C umhurbaşkanı seçim inde Franz Jonas, halk partili Kurt W aldheim ’a üstünlük sağlayarak yeniden cum hurbaş­ kanı seçildi. — 1974: Franz Jo na s’ın ölümü. Sosyalist parti üyesi olm am akla birlikte sosyalistler ta ra fın d a n a d a y g ö s te rile n R u d o lf Kirchschlâger cum hurbaşkanı seçildi. — 1980: R. K irc h s c h lâ g e r y e n id e n cumhurbaşkanı seçildi. Başbakan B. Kre­ isky O rtadoğu’daki çatışmalara barışçı çö­ züm bulmak için girişimlerde bulundu. Yaser Arafat ile görüştü. — 1983: seçimlerde B. Kreisky’nin Sosya­ list p artisi, 1971'd en b en m e cliste bulu n du rd u ğu ço ğunluğu yitirdi. Kreisky başbakanlıktan ayrıldı. Alfred Sinowatz başkanlığında sosyalist-özgürlükçü parti koalisyonu devam etti. — 1986: BM eski genel sekreteri Kurt VValdheim* cumhurbaşkanlığı için adaylı­ ğını koydu. II. Dünya savaşı sırasındaki görevleri ve sorumluluklarıyla ilgili suçla­ malara karşın cumhurbaşkanı seçildi ( 6 haziran). Sinovvatz’ın yerine Dr. Franz Vranitzky başbakan oldu (16 haziran). Kasımda yapılan genel seçim lerde sos­ yalistler oy kaybetti. — 1987: yeni koalisyon hükümetini gene Dr. Vranitzky kurdu (21 ocak). — 1989: Avusturya Avrupa Topluluğu’na girm ek için başvurdu (17 temmuz). — 1990: Cumhurbaşkanı K. Waldheim Bağdat’a giderek Saddam Hüseyin'le görüştü ve 142 avusturyalı rehineyi kur­ tardı (eylül 1990). — 1992: Muhafazakâr halkçı parti adayı Thomas Klestil ikinci turda Sosyal de­ mokrat aday Rudolf Streicker’e karşı oy­ ların % 57'sini alarak cumhurbaşkanı se­ çildi (24 mayıs). ASKERİ TARİH •O rdu. Batı im paratoru C harlem agne'ın Ostm ark’ ı kurm asından, 1918’de Avusturya-Macaristan im paratorluğu’nun yıkı­ lışına kadar, Avusturya’nın hep sürekli bir ordusu oidu.(-> K u ts a l İm p a r a to r lu k .) Ortaçağ süresince feodal ordu ayrıca, Vi­ yana’ya bağlı tüm halklardan (Slavlar, Macarlar, Almanlar, Lorraineliler, Flamanlar) toplanan gönüllüleri ve paralı askerleri de içerirdi, imparatorluğun birlik simgesi olan bu kuvvetlere im paratorluk kuvvetleri de­ niyordu. XVI. yy.'d a uzun mızraklı piya­ de birlikleri, onların başlıca gücünü oluş­ turmaktaydı. XVII. yy.'daVVallenstein çe­ telerinin aşırılıkları nedeniyle korku uyan­ dıran ordunun alayları (19 piyade, süvari alayı), artık albaylarının değil, im parato­ run malı durum una geldi. O tarihten son­ ra Avusturya ordusu, değerli kom utanlar tarafından yönetildi (Montecuccoli, prens Eugene). Fransızlar ve Türkler ile savaş­ larda g üç yitiren im paratorluk ordusu, 1715'te 120 000 kişiyken, 1740’ta 80 000 kişiye düştü. Maria Theresia ve Joseph II (1765-1780 arasında ordudan sorum ­ lu ortak naip) her şeyden önce ülkede bir­ liğin sağlanmasını am aç edinerek ordu­ yu yeniden örgütlediler: devletlerin m ec­ lisleri, on yıllık bir bütçe kabul edecekler, alm anca zorunlu kom uta dili olacaktı. 1780’de asker sayısı 2 0 0 0 0 0 kişiye çıka­ rılan ordu, 1792-1815 arasında Sırbis­ ta n 'd a T ürkler’e, ayrıca Fransızlar'a (ar­ şidük Karl'ın Alm anya’ya, W urmser'in İtal­ ya 'ya seferleri) karşı koydu; fransız ordu­ sunun örgütlenm esini örnek alm aya ça ­ lıştı; zorunlu askerlik sistemi benimsendi. Daha sonra, 18 6 0 ’a kadar ordunun baş­ lıca görevi, Viyana antlaşmalarına ya da Metternich sistemini tartışma konusu ya­

pan ulusal ya da liberal tüm unsurlara karşı koyarak kurulu düzeni korumak oldu. Gerçek m odern Avusturya ordusu, Sadovâ bozgunundan sonra 1867 antlaşm ası'yla'doğdu. im paratorluk silahlı kuv­ vetleri üç. birim den oluşuyordu: 1 ) avusturyalı, m acar ve boşnak birliklerinden oluşan ve Viyana’daki imparatorluk savaş bakanlığına bağlı olan im paratorluk ve krallık ordusu (kaiserliches u n d königliches H eer, kısaca k.u.k.); 2) askere yeni alınanlarla eski askerlerden oluşan ve Viyana’da, avusturyalı bir savunma bakanı tarafından yönetilen Avusturya Landw e h r'i\ 3) m a c a r L a n d w e h r'\ ve L a n d s tu rm ' ’undan oluşan ve B udapeş­ te ’de m acar bir savunm a bakanı tarafın­ dan yönetilen HonvĞd. 12 dilin konuşul­ duğu bu karma ordunun birliği, °/o 7 5 ’i al­ man eğitim i görm üş subaylarca sağlanı­ yordu. 1912 ve 1913 yasalarıyla, barış sı­ rasında 500 000 kişilik bir ordu besleyen bu sistem geliştirildi ve 1914’te, 48 piya­ de tüm eniyle (32 k.u.k., 8 avusturya, 8 m acar tüm eni) 11 süvari tüm eninin (9 k.u.k., 2 m acar tüm eni) mareşal Conrad von H ö tz en d o rfu n em rine verilmesini sağladı. Bu birlikler, Birinci Dünya savaşı’nda 1 047 000 ölü verdiler (3 avusturya-macaristan tümeni, 1 918’de Fransa’ ya, M euse cephesine gönderildi). Saint-Germain antlaşm ası’yla (1919), A vusturya ordusu, on iki yıllık sözleşme­ lerle askere alınan 30 000 kişiye (1 5 00 ’ü subay) indirildi. Anschluss’tan (1938) son­ ra, bu ordu VVehrmacht’ içinde eritildi, ikin­ ci Dünya savaşı’nda Avüsturya 350 000 kayıp verdi. 1945-1954 arasında M ütte­ fik le rin işgali altına girdi ve Viyana antlaşm ası’nın imzalanmasına (1955) kadar yalnızca bir jandarm a kuvveti bulu n du r­ m asına izin verildi. Ülkenin yansızlığını güvence altına alan bu antlaşmayla Avus­ tu rya ’ya 55 000 kişilik bir ordu kurm a iz­ ni verildi; am a NBC silahları, uzun m en­ zilli toplar ve güdüm lü füzeler edinmesi yasaklandı. Anayasa, Avusturya’nın sürekli yansız­ lığını ilan etti ve ülkenin bir askeri ittifaka katılmasını ya da toprakları üstünde ya­ bancı üslere izin vermesini yasakladı. Üzlaşmaz bloklar arasında, tehlikeli konumu­ nun bilincinde olan Cum huriyet, 1955’te yeni bir ordu kurm aya girişti, am a bu alandaki çabası sınırlı kaldı: 1979’da or­ duya, 11,7 milyar şilin, yani G SM H ’nin % 1 ’i ayrıldı. Asker sayısı 21 0 00 ’i geçici as­ kerlik yapan 38 000 kişiden oluştu (ye­ dekleri 155 000 kişiydi). O rdu dışı silahlı kuvvetler de 12 500 kişilik jandarm a bir­ liklerinden oluştu. Donatım çeşitli ülkeler­ den sağlandı: İsveç uçakları, fransız ya da alm an helikopterleri, İsviçre radarları, am erikan tankları ve topları, çok namlulu çek roketatarları. Avusturya, ayrıca, VTT’ ler ve tanksavarlar (AMX 13 benzeri "K ürassier") üretti. Hava güvenliği için yeter­ siz 34 eski SAAB 105 dışında, donatım iyi nitelikliydi; ama asker azlığı, silahlı kuvvet­ lerin klasik kurallar içinde kullanılmaları d urum unda çabuk yok olmalarına yol açabilirdi. Lütgendorf’ un yönlendirdiği genel bir askerlik reformu, 1971’de asker­ lik hizmetinin yeniden düzenlenm esiyle başladı: askerlik 9 ya d a 15 aydan kısa dönemlerle tamamlanmak üzere 6 aya ya d a sürekli 8 aya indirildi. B u'reform , ör­ gütlenm e biçimi, lojistik ve askeri eğitimi de kapsıyordu. İsviçre deneyiyle Mao, Tito ve G iap deneylerinden çıkan dersleri kaynaştıran general Spannocchi, saldır­ gana işgalden beklediği üstünlüklerden ço k d aha önemli asker ve zaman yitim i­ ne mal olacak bir alan savunmasını ha­ zırladı. B undpsheer (federal kuvvet), bir ordu, 2 kolordu ve 8 bölge kurm ay baş­ kanlığı yönetimine verildi ve 2 kuvvete ay­ rıldı. —Bereıtschaftstruppe, 3 tugaylık bir m o­ torize tüm en ile bir hava tüm eninden (4 avcı, 7 helikopter, 1 ulaşım ve 2 uçaksa­ var taburu) oluşan ve sürekli sınırı gözet­ leyen m üdahale kuvveti.

lis'tedir (Bundesrat). Yürütme gücü, dev­ let başkanı olan ve altı yıl için, genel oyla seçilen Federasyon başkanıyla şansölye­ nin başkanlık ettiği federal hükümet tara­ fından kullanılır. Hükümet yalnız Millet meclisi’ne karşı sorumludur. Devlet başkanının, ülkeyi temsil yetkisi ve önemli ayrı­ calıkları (şansölyenin atanması ya da gö­ revden alınması) vardır; buna karşılık, par­ lamento çoğunluğunun başkanı şansölye, yürütme gücünde ağırlıklı rol oynar. Yasa­ ma yönünden Millet meclisi de aynı du­ rumdadır. EDEBİYAT

Melk manastırı kilisesi (1702-1706) Jacob Prandtauer’in yapıtı

AVUSTURYA'DA SANAT

—Landwehr, 2 gün içinde, savunm a bir­ likleri, avcı kom andolar ve yedek tu g a y­ lar (bölge başına 1 tugay) donatabilecek 28 “ temel a la y"d a n oluşan bölgesel mi­ lis kuvveti. Avusturya böylece, saldırga­ na, yüksek bir giriş ücreti (Bereitschaftstruppe), sonra da Landvvehr aracılığıyla yüklü bir “ ülkede kalış bed e li" ödetece­ ğini düşündü. Kıbrıs ve Lübnan’da, bir ta­ burla B M ’nin barış harekâtına da katıldı. •Donanm a. Avusturya-Macaristan im pa­ ratorluğu donanmasının kurucusu im pa­ rator Kari VI, 1719’d aT rieste’yi açık liman yaptı. XIX. y y .’da Avusturya’ nın yitirdiği V enedik askeri tersanesinin yerini Pola (bugün Pula) askeri tersanesi aldı. 1866 savaşı sırasında Avusturya donanması, ahşap gem ileriyle Lissa’da m odern İtal­ yan filosunu ağır bir yenilgiye uğrattı. 1914 ’te avusturya-macaristan donanması (çok iyi yönetilen yüz kadar gemi), Adriya denizi’nde pek ço k çarpışm aya katıl­ dı (1914 ’te fransız zırhlısı Jean-B art’m, 1915 ’te LĞon G am betta kruvazörünün torpillenm esi). Denizaltıları (1914 ’te 7, 1918 ’te 2 1 denizaltı) savaşın sonuna dek A kdeniz'deki çarpışm alarda yer aldı, im ­ paratorluğun çöküşü, donanmasının da dağılmasına yol açtı: 31 ekim 1918'de, eski m onarşinin bayrağı, bir daha çekil­ memek üzere gemilerden indirildi, donan­ manın son başkomutanı amiral Horthy, Macaristan naibi oldu. Saint-Germain ant­ laşması ile Avusturya, çevresi başka ül­ kelerle çevrili, kıyısı ve donanması olm a­ yan bir kara devleti durum una geldi. KURUMLAR Aralık 1929’de değişikliğe uğrayan 1 ekim 1920 federal anayasası, 1 mayıs 1945'te yeniden yürürlüğe girdi. Avustur­ ya, Viyana, Aşağı Avusturya, Yukarı Avusturya, Salzburg, Steiermark, Kârnten, Tirol, Burgenland, Vorarlberg ülkelerin­ den (Bundeslânder) oluşan federal de­ mokratik bir cumhuriyettir. Her ülkenin ken­ di meclisi (Landtag) vardır. Avusturya’da iki meclisli parlamenter rejim yürürlüktedir Yasama gücü, 183 üyesi dört yılda bir ge­ nel oy ve nisbi temsil sistemiyle seçilen mil­ let meclisi (Nationalrat) ile 58 üyesi 9 ülke meclisi tarafından belirlenen Federal mec­

• Ortaçağ boyunca, hattaXVIII. yy. sonu­ na kadar, Avusturya edebiyatı alman edebiyatından ayrılmaz. Ancak, 1815 Kongresi’ nden sonra Viyana, alm an dili­ nin edebiyat merkezlerinden biri durum u­ na geldi; ama bir bakıma, Orta A vru­ p a ’ nın merkezi kenti d urum unda oluşu nedeniyle de edebiyatta özgün nitelikler edindi. Tam anlamıyla Avusturya’ya özgü olan edebiyatın ilk temsilcisi, ulusal şair düze­ yine yükselen oyun yazarı Franz Grillparze r’dir. O nun yanında yer alan F. Raim und ile J. Nestroy, gerçekte A vrupa ça­ pında bir üne ulaşamamışlardır. Şairler arasında N.Lenau, alm an hareketinden çok fransız okuluna yakın bir romantizmin tem silcisidir. Buna karşılık, eski Avustur­ ya'nın Südetier bölgesinde doğan A. Stifter, bugün alman dilinin en büyük roman­ cılarından biri olarak kabul edilir. • XIX. yy.’ın ikinci yarısında, L.Anzengrub e r’in halk tiyatrosu, Maria ve Ebner -Eschenbach’ın F. von Saar’ın ve P. Rosegger'in öyküleri, A vusturya yaşam ından görüntüler sundular; am a dönem in Viyana’sının sanatsal ve kültürel gelişmesine bağlı özgün edebiyat çalışmaları özellik­ le yüzyıl sonunda ortaya çıktı; o dönem ­ de kentte tüm edebiyat akımları kol gez­ mekteydi: izlenimci ve dekadan akım (A. Schnitzler), simgeci akım (R. Beer-Hofmann, P. Altenberg), anlatımcılığın d o ğ ­ masına yol açan kuramcı ve eleştirel akım (H. Bahr, K. Kraus), F. Kafka, M. Brod, E. VVeiss, F. Werfel ve R. M. Rilke ile Prag kenti bir başka çekim alanını oluşturur­ ken, Hoffm annstahl de, çağın tüm este- tik deneyim lerinin bir bireşim ine varmış görünüyordu. • XX. yy.’da yalnızca ulusal değil, aynı za­ m anda yoğunluğu ve açıklığıyla dünya romanının gelişm esini köklü bir biçim de etkileyen bir edebiyat gelişti (H. Broch, R. Musil, H. von Doderer, Gütesrloh). Tiyat­ roda (M. Mell, Csokor, Bruckner) ve şiir­ de (G.Trakl), anlatımcılığın etkisi sürüyor­ du.

• 1938’de gerçekleştirilen Anschluss (Avusturya’nın Alm anya’ya katılması) ile [kinci D ünya savaşı'nın sonu arasındaki dönem de Ostmark adı altında III. Reich’a bağlanm ış olan A vusturya’ nın durum u, birçok yazarı ya susm ak ya da yurt dışı­ na göç etm ek zorunda bıraktı. Bunlardan bazıları (St. Zweig, J. Roth) ülkelerinden um udu kesmiş olarak yurt dışında öldüler. • 1945'ten sonra Avusturya edebiyatı dış etkilere kapılarını daha fazla açtı. F. Habeck ve H. Zand, E. Fried, P. von Tramin, J. Ebner, i. Aichinger, M. Dor, R. Federmann, H. Eisenreich “ büyük rom an" akı­ mının temsilcileri arasında yer alan Georg Saiko’ya öykündüler. Şiirde de bir yenilenme görüldü: bir ön­ ceki kuşağın (Otto Basil) ve yurt dışında yaşayan şairlerin anlatımcılığından (T. Kramer, E. VValdinger) gerçeküstücülüğe ve "s o m u t” şiire yönelindi. P. Celan ve F. Mayröcker, Andre Breton’un Avustur­ ya ’ daki en yakın izleyicileriydi, i. Bachm ann büyük bir duyarlıkla sözcük araş­ tırm alarına eğilirken, W. Tornan, G. Fritsch, W. Schmied ve A. Okopenko da gün­ lük yaşam deneyimlerini yazıya dönüştür­ düler. • Filozof Ludw ig VVİttgenstein’ın, yeni ya­ zar kuşakları üzerinde sürekli bir etkisi ol­ du; VVİttgenstein’d an etkilenenler arasın­ da H.C. A rtm a n n ’ın çevresinde toplanan G.Rühm, K. Bayer, F.Achleitner ve E. Jandl’dan oluşan “ Viyana g rub u ” bulun­ duğu gibi, G raz’d a A. Kolleritsch ile Manuskripte dergisi çevresinde toplanan “ Forum S ta d tp a rk" yazarları da vardı; bu sonuncu g rub u n en parlak tem silcile­ ri Peter Handke, romanları ve özellikle oyunlarıyla uluslararası üne kavuştu. W. Bauer ve P. Turrini de, Avusturya’nın ulu­ sal dram geleneklerini yeniden yaşatan oyun yazarlarıdır. H. Lebert yerel halk edebiyatından esinlenen öyküler kaleme alırken, her türlü gruplaşm anın dışında kalan Th. Bernhard d a insanın acım a­ sızlığı konusunda, kendi yaşadığı dene­ yim lerden yola çıkarak görkem li bir üslup denemesi gerçekleştirdi. SANAT Avusturya sanatı, alm an kültür çevre­ sine bağlıdır ve uzun bir süre alman sa­ natından ayırt edilmesi güçtür. (-» A l ­ m a n y a .) XVIII. yy.’da, barok dinsel sanatı, başyapıtı Melk manastırı (1702-1706) olan J. Prandtauer’in ve aralarında yeğe­ ni Josef M unggenast’ın (Altenburg ma­ nastırı, 17 3 0 ’a d oğ r -1740) yer aldığı öğ­ rencilerinin çalışmalarıyla parlak bir dö­ nem yaşadı. Viyana'nın, sanat yaşamında çok önemli bir rolü vardır ve mimarları uluslararası üne sahiptir. J. B. Fischer von

Santiago de Compostela’m zaferi (1760’a doğr.) Anton Maulbertsch’in yapıtı, Osterreichische Galerie-Barokmseum. Viyana

Avusturya m ann Nitsch, G ünter Brus ve Arnulf Rai-

n e r'in te m s il e ttik le ri s o y u tla m a d a n g e le n ç a rp ıc ı b ir b e d e n s e l s a n a ttır. H e y k e ld e ,

Fırtına ya da Rüzgârın nişanlısı (1914) Oskar Kokoschka’nın yapıtı (Kunstmuseum, Basel)

1073

VVotruba, kom pozisyondaki sağlamlığını, Rudolf Hoflehner, VVander Bertoni ve özellikle, aynı zam anda ressam olan ve tartışm alara yol açan saldırgan “ yeni gerçe kliğ i” ile çağdaş üretimin başka bir önemli yanını betimleyen Alfred H rdlicka’ ya aktardı. Mimarlıkta, XIX. y y.’ ın sonu ve XX. y y .’ ın başında Viyana okulu, başkentteki R ing’in yapımcılarının (yaklaşık 1857 -1885) seçmeci akademizmine karşı çıktı. En ö nde gelen kişiler, üslubunu aşama aşama arılaştırmadan önce, Majolika Haus (Viyana, 1898) ile A vrupa sanat anla­ yışının anıtlarından birini veren, “ Ayrılık” akımının kurucusu O. W agner, seçkin ve yalın J. Hoffmann, süslemenin amansız düşm anı ve önemli kuram cı A. Loos'tur. Bununla birlikte, "evrensel üslu p ", Birin­ ci Dünya savaşı ile zaten son derece d a ­ ralan bir Avusturya’da ço k küçük bir ba­ şarı kazanacaktır: R. Neutra 1923’te A B D ’ye göçtü. Daha sonraki en önemli mim arlar Clemens Holzmeister (sanat ya­ şamının sonunda, 1960'ta S alzburg’da yeni Festspielhaus’u yaptı) ve m odern okulun öncüsü Roland Rainer’dir (Viyana belediye holü, 1954). M Ü Z İK

Erlach (Salzburg’da da çalışıyordu) atlantlara dayanan dev merdivenlerinin görke­ m iyle ilgi çeken sarayların yapım ında ün kazandı ve Schönbrunn sarayı için plan­ lar hazırladı, H ofburg kitaplığı ile görkemli Karlskirche'yi yaptı. J. L. von Hildebrandt ço k usta bir incelikle bir araya getirilmiş iki saraydan oluşan B elvedere’yi yaptı. Bu inceliğe, Georg Raphael Donner’in çeşmelerinde de rastlanır. Bir başka hey­ kelci, B. Permoser barok üsluba olağan­ üstü bir canlılık kazandırdı. Avusturyalı ressamlar, ikisi de İtalya’da yetişmiş olan Daniel Gran (H ofburg kitaplığı’ nın tava­ nı, 1730) ve Paul Troger, özellikle de F. A. Maulbertsch, alman baroğunun en iyi­ leri arasında yer alırlar. XVIII. yy. sonu ile XIX. yy. başında, Vi­ yana darphanesi’nde ve helkelci Franz Anton von Zauner’in yapıtlarında d a g ö ­ rüldüğü gibi, Avusturya sanatı klasik an­ layışın etkisinde kaldı. Romantizmden gerçekçiliğe uzanan dönem in özelliği olan burjuva ideali, en önemli temsilcisi ressam Ferdinand G eorg VValdmüller olan B iederm eier üslubunda kendini bul­ du; bu arada Viyana kentinin manzara ressamı olan ve sanat yaşamı XIX. yy. sonlarına kadar uzanan Rudolf von A lt’ı da anm ak gerekir. Viyana, yüzyılın orta­ larından başlayarak Franz-Joseph II d ö ­ nem inde, kendi evrim i ve Güzel sanatlar akadem isi ile başlıca merkez durum una geldi. Ç ağın seçmeci üslubuna adını ve­ ren Hans Makart bu çevrenin en önemli ressamıdır.

Süslemeye dayanan ve incelikli üslu­ buyla "art nouveau" ve simgecilik arasın­ da bir bireşim kuran Gustav Klim t’in can­ landırdığı Viyana “ Ayrılık" grubuyla Avus­ turya’da çağdaş sanat dönem i başladı. "B la u e Reiter’ ln eski üyesi olan ve alışıl­ mışın dışında resimleriyle tanınan Alfred Kubin’in yanı sıra anlatımcı portrelerini ve manzaralarını aydınlık renkler ve incelikli bir üslupla işleyen XX. yy.’ın en ünlü avusturyalı sanatçısı Kokoschka da bu akımın içinde yer alır. Anlatımcı öncü sanatın en sivrilmiş adı Egon Schiele'dir; Klimt'ten öğrendiklerini özümsedi, ama m odelleri­ nin ruhsal boyutlarını derinleştirerek da­ ha da ileri gitti. Tirol köylülerini çizen Albin Egger-Lienz, H odler’in etkisini sürdür­ dü. iki savaş arasında, Georg Merkel, An­ ton Faistauer, Franz Wiegele, Herbert Boeckl, Rudolf Wacker, vb.’nin yapıtlarında, savaş sonrasının en özgün akımı olan "V i­ yana fantastik gerçekçilik o kulu’’nda da sezilen çok yönlü etkiler göze çarpar. Kö­ künü, doğrudan doğ ru ya Viyana akademisi’ndeki Albert Paris Gütersloh’un ders­ lerinde bulan bu akım, düşseli dile getir­ m ek için geleneksel bir teknikten destek alır; Erich Brauer, Ernst Fuchs, Rudolf Hausner, VVolfgang H utter ve Anton Lehim­ den bu akımın başlıca temsilcileridir. Klimt’in süslemeci sanatının olduğu kadar Klee'nin, otomatizmin, ham sanatın da mi­ rasçısı olan Hundertvvasser, uluslararası alanda çok büyük bir başarı kazandı. 60'lı ve 70'li yıllarda öncü sanatın en belirgin yaklaşımlarından biri de, özellikle Her-

A vusturya’d a “ yüksek" m üziğin baş­ langıcı sayılan M axim ilian I dönem inden ço k önce M innesâng’lar Provence oku­ lunun özellikleriyle, ilerde Franko-flamanlar'ın etkisinde geliştirecekleri çok­ sesli bir müziği birleştirerek ülkelerinin sa­ natına özgün çizgiler kazandırdılar. Avus­ turya m üziğinin bu ilk dönem inin en ünlü adları, “ Salzburg keşişi" (XIV. yy.) ve Osw ald von W olkenstein'dir (? 1377-1445). Kendisi de şarkı söyleyen ve lavta çalan Maxim ilian I, Viyana’ya yabancı besteci­ ler (Pierre de la Rue, Heinrich isaak, Ludwig Senfl) çağırarak ya da orgcu Paul Hofhaimer (1459-1537) gibi ülkenin en iyi müzikçilerini sarayına alarak, kendine avrupalı hüküm darlar arasında seçkin bir yer sağladı. O ndan sonraki imparatorlar, Viyana'nın kazandığı bu ünden yararlan­ masını bildiler. Johann Jakob Froberger’ in (1616-1667) saray orgcusu, Heinrich B ibe rin se (1644-1704)Salzburg capellası'n d a koro yöneticisi olduğu Leopold I döneminde, yaklaşık 400 yeni opera sah­ nelendi. Daha XVI. yy.’ın sonunda kendi­ ni hissettiren İtalyan etkisi (stile rappresentativo), ilk Viyana okulunun doğuşuna de­ ğin (XVIII. y y .’ın ilk yarısı) egem enliğini sürdürdü.

B a c h v e H a y d n a ra s ın d a k i b u o k u lu n b a ş lıc a b e s te c ile ri ş u n la rd ır: G e o rg M a th ia s M o n n (1717-1750), G e o rg C h ris to p h VV agenseil (1715-1777), J o h a n n J o s e p h Fux (1660-1741), Josef Starzer (1726 -1787) ve Johann Schenk (1753-1836).

(1721-1722) Johannes Lukas von Hildebrandt’ın yapıtı

Aşağı Avusturya Wachau'dan geçtiği sırada Tuna’dan bir görünüm VVeissenkirchen köyü)

Yukarı Avusturya Hallstâttersee (Salzkammergut) kıyısında Hallstatt turizm merkezi

seph Lanner (1801-1843) ile Strauss ai­ Bu besteciler, M annheim ’lı meslektaşları lesidir (Johann I, J o h a n rv ll, Joseph). ölçüsünde, yeni bir üslup yaratılmasına Eğlenceye düşkün bu bşşkent, bir yan­ katkıda bulundular. Bu yeni üslup, "ha fif dan d a büyük sanatçıları kendine çek­ tarz” ın parlak ve yüzeysel niteliklerine da­ meyi bildi: Johannes Brahm s (“ Hamha az yer verilerek, Avusturya halk müzi­ b u rg ’lu alm an"), B ohem ya’dan gelen ği öğeleriyle canlandırm ıştı. G. M. Monn, Gustav M ahler ve V iyana’nın dillere des­ bu bakım dan b üyük Viyana klasiklerinin tan eğlence ortamına tüm üyle yabancı (Haydn ve Mozart) doğrudan öncüsü ol­ olan birçok avusturyalı müzikçi, Anton du; J. J. Fux ise, operalarında, L ully’den Bruckner, H ugo W olf bunların en önem ­ ve transız üslubundan yararlanarak, o sı­ lileridir. Bruckner’in senfonileriyle VVolf’un ralarda Antonio C aldara’ nın temsil ettiği 240 lied'i, Avusturya rom antizm inin en İtalyan etkisini kırmaya çalıştı. XVIII. yy.’ın ikinci yarısında Viyana, dö­ önemli örnekleridir. Avusturya rom antiz­ minin başlıca iki kaynağı Beethoven ve nemin en ünlü üç bestecisini, Christoph W agner’in müzikleridir. M ahler’in tü m ya­ VVİllibald G luck (1750 ’d e Viyana’ya yer­ pıtları aynı eğilimleri yansıtır. Bçırılar ro­ leşti), W. A. Mozart ve H ayd n ’ı bir araya mantizmin son dönemini Bruckner’inkilergetirdi. Bunlar, germ en çoksesliliğine ol­ d en daha çok sim geler. A rnold Schönduğu kadar, İtalyan melisma'larına da ya­ berg, Bruckner'in çizgisini sürdürerek tobancı yeni bir üslup yarattılar. Yer yer me­ nal işlevleri bıraktı ve d aha önce Josep lankoliyle karışık bir canlılık ve sevecen­ Matthias Hauer'ın (1883-1959) önerdiği lik, H aydn’la Viyana müziğinin ayırıcı özel onikiton sistemi üzerinde yeni bir ses dün­ liği oldu. Verimli ve özgün bir yaratıcı olan H aydn'ın yapıtları, Mozart için zengin bir yası kurdu. Kendisi gibi viyanalı olan ö ğ ­ kaynak oldu; H aydn, Bonn doğum lu ol­ rencileri Alban Berg ve Anton Webern ile, XX. yy. müziğini, avusturyalı bestecilerin makla birlikte 17 92'de Viyana’ya yerleşe­ çoğunun katıldığı bir serüvene sürükledi: rek ölüm üne değin orada yaşayan LudEgon VVellesz (1885-1974), Alexander wig van Beethoven'i da belli ölçüde etki­ Spitzm üller (1894-1962), E,rnts Krenek ledi. H eiligenstadt'ın (1802) mirasını dev­ ralan Beethoven’in yapıtlarındaki dram a­ (doğm. 1900), Hans Jelinek (1901-1969) ve Hans Erich Apostel (1901-1972). tik güç, Viyana ruhuna, Franz Schubert’ Ûte yandan, ope ra d a (Şen dul, 1905) in müziğinden daha az bağlıdır. Schubert ve operette (Güllü şövalye, 1911), yüz yıl ise, ölüm süz lie d ’lerinin yumuşaklığı, di­ riliği, hüzünlü kaygısızlığı ve duygusal de­ öncesinin büyüleyici Viyana'sını yeniden canlandırm ak, m acar Franz Lehâr (1870 ğişkenliğiyle Avusturya romantizminin te­ -1948) ve bavyeralı Richard Strauss'a düş­ mellerini attı. Am a, uzun süredir Avrupa tü. Johann Nepom uk David (1895-1977), müziğinin önemli merkezlerinden biri olan Erich VVolfgang K orngold (1897-1957), Viyana, İtalyan müziğinin peş peşe gelen Cesar Bresgen (doğm. 1913), Kari Schisdalgalarından etkilendi, vals ritimli hafif ke (doğm . 1916), Helm ut Eder (doğm . besteler yeğlenmeye başladı. Bu tarz m ü­ 1916), Augustin Kubizek (doğm . 1918), ziğin Viyana’da başlıca temsilcileri Jo ­ G o ttfried vo n Einem (doğm . 1918) ya da Anton Heiller (doğm . 1923) gibi değişik kuşaklardan besteciler dışında, Avustur­ ya okulu, hâlâ canlı tutulan VVebern son­ rası geleneği yadsımadı. “ Die Reihe” adlı çağdaş müzik topluluğunun kurucusu ve Alban B e rg ’in L u lu 'sunun tamamlayıcısı olarak uluslararası ünü olan Friedrich Cerha'nın (doğm . 1926) yanı sıra, Michael Gielen (doğm . 1927), Gerhard VVİmberg e r (doğm . 1923), Josef M aria Horvath (doğm . 1931), H einz Kratochwill (doğm . 1933), Ingom ar G rünauer (doğm. 1938), G ünter Kahowez (doğm . 1940) ve Dieter Kaufmann (doğm. 1941) çağdaş avusturyalı öncü m üzikçilerin önde gelenleridir. Elektroakustik müziğin başlıca savunucu­ larıysa irmfried Radauer (doğm. 1928) ve Istvân Zelenka’dır (doğm . 1936). A V U S T U R Y A (Asıl), A vusturya’da es­ ki bir arşidukalık, Avusturya im paratorlu ğ u ’nun eyaletlerinden biri. Enns ırma­ ğı bu eyaleti, Aşağı-Avusturya (merkezi Viyana) ve Yukarı-Avusturya (merkezi Linz) olmak üzere ikiye ayırırdı. 1

A V U S T U R Y A (Aşağı-), Avusturya'da eyalet; 19 170 km2; 1 436 000 nüf. (1990). Merkezi Viyana. Tuna, ilin temel eksenini

(Tülin ovası, W achau) oluşturursa da, ül­ kenin en geniş eyaleti olan Aşağı Avus­ turya, çeşitli öğelerden oluşur. K .’de Waldviertel, yaşlı orm anlık bir kütledir; K.-D.’da VVeinviertel, tepeler ve löslerle ör­ tülü bir bölgedir; Viyana havzası ve Marchfeld, tarım yapılan zengin çöküntü böl­ geleridir. Tuna’nın G .’inde Doğu A lple r’ in yam açları W ienerw ald kütlesiyle birlik­ te tek A lp öğesini oluşturur. Federal, başkent eyaletin orta kesimin­ de yer almasına karşın, yönetim bakımın­ dan özerktir. Aşağı Avusturya, ülkenin en zengin tarım bölgesidir; alçak topraklar­ da tahıl ve şekerpancarı tarımı ağır basar; VVeinviertel ve Mühlviertel’de bağcılık çok yaygındır. Viyana’nın D .’sundaki bü­ yük mülkler, toprakların Türkler’den geri alınma dönem inden kalmadır. Sanayi, Tuna’nın oluşturduğu eksenden (geçiş yolu) ve Viyana’ya yakın olmanın sağla­ dığı avantajlardan büyük ölçüde yarar­ lanır. Eyalette enerji kaynağı boldur (hid­ roelektrik santrallar, Zistersdorfta çıkarılan petrol, Schwechat rafinerisinin ürünleri). Sanayi özellikle V iyana’nın güney-doğu banliyösünde yerleşmiştir: demir-çelik sa­ nayisi, metalürji, dokum a ve besin sana­ yileri. A V U S T U R Y A (Yukarı-), Avusturya’da eyalet; 11 979 km2; 1 318 000 nüf. (1990). Merkezi Linz. Eksenini Tuna’nın oluştur­ duğu eyalet, MühIviertel’in K.’inde orta yükseklikte billurlu dağları; orta kesimin­ de Tuna vadisini (bir bölüm ü derine g ö ­ mülmüştür); G .’d a Alpler dağeteği (ve ki­ reçtaşı Û nalpler) ile Salzkam m ergut’u kapsar, ilde çeşitli sanayiler gelişmiştir: lin­ yit çıkarılması ve dem ir-çelik (Linz); kim­ ya, makine (traktör ve kamyon yapımı) sa­ nayileri, alüminyum sanayisi (Ranshofen), suni elyaf üretimi. G üney kesim de turizm gelişmiştir. Ayrıca, eyalet, sığır yetiştirici­ liğinde Avusturya’da birinci sırayı alır. A V U S T U R Y A E V R E S İ a. Yerbil Do­ ğu A lple r’de saptanm ış Cenom aniöncesi yaşa sahip tektonik evre için kullanılır. A v u s t u r y a m a r x ç ı lı ğ ı , Otto Bauer, Rudolf Hilferding, M ax Adler, Kari Renner, vb. gibi avusturyalı marxçı sosyal de­ mokratların önderliğindeki siyasi ve felsefi hareket. Özellikle, ulusal sorun ve em per­ yalizm ile ilgilendi (Die Nationalitâtenfrage u n d die Sozialdemokratie), Otto Bau­ er, 1907; das Finanz-kapital, R. Hilfer­ ding, 191.0). [Avusturya marxçıları, Birin­ ci D ünya savaşı öncesinde siyasi ve sen­ dikacı militanların yetişmesinde de büyük bir rol oynadılar ] A v u s t u r y a o k u l u , 1870’ten sonra, viyanalı iktisatçılar tarafından gerçekleş­ tirilen ve değerin açıklanm asında psiko­ lojiye öncelik veren düşünce akımı. A v u s t u r y a S e n jo r j h a s t a n e s i , Avusturya hüküm eti tarafından İstanbul’ da kuruldu (1830). Daha sonra resmen tescil edildi (1840). Bosnalı Fransiskenlerin Sen Jorj Kilisesi manastırına ait bina­ ya taşındı (1854). Bir süre sonra Azapkapı’ya geçti (1880). Alman Lazarist Konrad Strover çeşitli yerlerden yardım sağlaya­ rak Sankt Georg Kilisesi ve manastırı ile d iğer binalarını satın aldı (1881). Bu ta­ rihten sonra bu bölgede kurulan kurumlara hep Sen Jorj (Sankt Georg) adını ta­ şıyan isimler verildi. Dr. G. B. Violi’nin yö­ netim inde bir çocuk bölüm ü ve Dr. Millingen’in yönetim inde bir göz bölümü şeklinde organize edilen hastane (1895) genellikle Senjorj uluslararası çocuk has­ tanesi adıyla tanındı. Dr. Violi ço cuk b ö ­ lümünü ayrı bir binaya taşıyıp Avusturya­ lIlar ile ilişkisini kesince (1905) burası her yaştan hasta kabul etm eye başladı. Bu­ günkü Pasteur fransız hastanesi binasın­ da çalışan hastane Birinci D ünya savaşı’nda Avusturya-Macaristan imparatorluğ u ’nun yenilmesi üzerine Fransızlar’a geçti. A vusturya hastanesi bugün 50 ya­ takla çalışmalarını sürdürm ektedir.

A w olow o A v u s t u r y a v e r a s e t s a v a ş ı -> V e ra ­ s e t savaşi (Avusturya).

rebantin m addelerinden oluşur, içine yağlı m addeler de eklenir.)

A V U S T U R Y A -B A V Y E R A L E H Ç E S İ a. Dilbil. Bavyera ve A vusturya’da konu­ şulan lehçelerin oluşturduğu bütün.

A V U T M A a. Avutm ak eylemi. —-Ed. Latin edebiyatında felsefi esinli yaP't. — ANSİKL. Ed. M ektup b içim inde yazılan ve ahlak dersi veren bu tü r yapıtlar (Cicero’nun kızı Tullia'nın ölümü üzerine yaz­ dığı D e Consotatione adlı yapıtı gibi), g e ­ nellikle manzum ya da düzyazı biçim in­ de kaleme alınırdı. Bu türün başlıca örnekleri Seneca’ nın Marcia, Helvia ve Polybius’a yazdığı avut­ malardır. Genellikle yapay ve süslü bir dili olan avutmalar, gene de hıristiyanlık dö­ nem ine değin varlıklarını sürdürdüler.

A V U S T U R Y A -M A C A R İS T A N ya da A V U S T U R Y A -M A C A R İS T A N İM P A R A T O R L U Ğ U , Orta A vru pa 'd a eski devlet. 1867'de, Avusturya ile Maca­ ristan arasındaki “ uzlaşm adan" doğdu. 1918’de parçalandı. 1914 ’te yüzölçümü 676 000 km 2, nüfusu 51 390 0 00'di. iki başkenti vardı. Viyana ve Budapeşte. (-♦ A v u s tu ry a .)

A v u s t u r y s - P r u s y a s a v a ş ı , 1866 da İtalya tarafından desteklenen Prusya ile A V U T M A K g. f. B ir kim seyi (araç tüm ­ A lm an konfederasyonu’nun başlıca eya­ leci + ) avutmak, dikkatini bir şeye çe ­ letlerinden (Baden, Bavyera, VVürttemkerek onu oyalamak, kandırm ak ya da berg, Saksonya, Hannover, Hessen) yar­ acısını, derdini unutturm aya çalışmak; te­ dım gören Avusturya'yı karşı karşıya ge­ selli etmek: Ç ocuğu ninnilerle, m asallar­ tiren çatışma. Çatışma, Prusya ile İtalya' la avutmak. G önlünü avutacak b ir eğlen­ nın zaferiyle sonuçlandı ve bu durum ce aramak. Tatlı sözlerle onu avutm aya Prag ve Viyana antlaşm alarıyla onaylan­ çalışıyor. dı. Tem elde siyasal olan, Bismark tarafın­ ♦ a v u tu lm a k edilg. f. A vutm ak ey­ dan istenen ve uzun süre hazırlanan bu lemine konu olmak: Böyle boş sözlerle çatışmanın amacı, Avusturya'yı, Alm an­ avutulm ak istemiyor. ya'daki egem en g ü ç (M achtstellung) d u ­ rumundan, Prusya yararına vazgeçmeye A V U T U C U sıf. Bir kimseyi avutmaya, zorlamaktı. Savaş D anim arka dukalıkları­ rahatlatm aya yönelik söz, davranış için nın yönetim i konusunda Viyana ile Berlin kullanılır: A vutucu sözler. arasında çıkan anlaşmazlıktan doğdu (-» A V U T U L M A K - AVU TM A K. DÜKLÜKLER savaş/); Avusturya, Frankfurt A V V Â D sıf. ve a. (ar. ea w â d ). Esk. Ut ça­ diyeti’ne başvurarak Konfederasyon'dan lan, utçu: "Şehün o l hâline avvâd-ı dem P rusya'ya askeri m üdahale istedi (14 ha­ -saz" (Şeyhî, XV. yy.). ziran). M oltke tarafından yönetilen savaş üç harekât alanında gerçekleşti: en ‘ A V V A D (Tevfik Yusuf),lübnanlı yazar önemlisi Bohem ya'da, ö bü r ikisi Alm an­ (Bihrsaf 1911). Gazetecilik, daha sonra el­ ya ve İtalya'da oldu. çilik yaptı. Ö yküler (Es-Sabiy ül-A'rac, • Bohem ya savaşı. B enedek’in A vustur­ 1936; Kam is us-sûf, 1938), rom anlar (Al ya ordusu Olm ütz yakınında toplandı ve -Ftaghif, 1939; les Vierges [fr. çev.], 1944; Clam-Gallas kolordusunu iser üzerinde les M oulins d e Beyrouth [fr. çev.], 1972) Saksonlar ile bağlantı kurmakla görev­ ve bir tiyatro oyunu (te Touriste e t l'inlendirdi. Üç orduya bölünen PrusyalIlar terpröte [fr. çev.], 1966) yazdı. — Kardeşi (250 000 kişi) Saksonya'da Bittenfeld LauEMİLE (Bihrsaf 1925), oyunlar ve hi­ sitz’de Friedrich Kari, Silezya'da hüküm­ kâyeler yazdı (la Rose ro ug e [fr. çev.], te dar Prens orduları düşm ana doğru m er­ Politicien [fr. çev.], TAmie des cham ps kezi bir yürüyüş başlattılar. 28 haziran­ [fr. çev.]). da R eichenberg’de ve Glatz’da Südetler’i aşan PrusyalIlar, M ünchengrâtz’de ve A V V A K U M , rus başpapaz ve yazar N âchod’da Benedek’in öncülerini bozgu­ (Grigorovo 1620’ye doğr. - Pustozersk, na Uğratarak AvusturyalIlar karşısında, Peçora üzerinde, 1682). N ijni-N ovgorod K öniggrâtz’de, VVeistritz (bugün Bystrzyyöresinden bir köy papazının oğludur. ca) üzerinde birleştiler. 3 tem m uzda Kendisi de papaz oldu; ateşli vaazlarıyla S a d ovâ *'da kesin bir zafer elde ettiler. Üç dikkati çekti ve 1651'de, M oskova'da hafta sonra PrusyalIlar Viyana'nın 60 km ayin kurallarını açıklayan kitapların göz­ yakınına vardılar ve Avusturya'yı Nikolsden geçirilm esine katıldı. Ama, 1652’ burg ön anlaşmasını (26 temmuz) ve 23 de patrik olan Nikon, ayin kurallarıyla il­ ağustosta P ra g *’d a kesin barış antlaş­ gili kitapların ve ayin kurallarının düzel­ masını im zalamak zorunda bıraktılar. tilmesini yunanlı ve kievli bilginlere b ra •A lm anya savaşı. Falkenstein, 60 000 ki­ kınca, Avvakum yapılacak her türlü yeni­ şilik bir Prusya ordusu ile 29 hazirandan liğe başkaldırdı. Sürgün cezasıyla, Am ur başlayarak Hannoverliler'i Langensalza*’ yöresine yapılan bir sefere katılm ak zo­ da teslim olm ak zorunda bıraktı, sonra runda kaldı (1655-1662). Çar tarafından Bavyeralılar'ı öbür eyaletlerden ayırarak M oskova’ya çağrılan (1664) Avvakum K issingen'de yendi (10 temmuz); Aschhiçbir uzlaşmaya yanaşmadı. 1666 konaffenburg m uharebesinden sonra (14 sili tarafından m ahkûm edilerek Pustotem m uz) Hessenliler tarafından savunu­ zersk'e gönderildi. Hapiste yazdığı ince­ lan Frankfurt’u işgal etti. Falkenstein’ın ye­ leme, vaaz ve koşuklu m ektuplarla ger­ rini alan Manteuffel, 28 tem m uzda Würzçe k inancın tem silcileri saydığı yandaş­ b u rg ’da savaşı sonuçlandırdı. larına seslenerek, sapkın yunan ve latin • İtalya savaşı. Venezia’da, arşidük Alkiliselerinden esinlenm iş h içbir reformu b ert’in komutasındaki Avusturya ordusu kabul etmemelerini ve eski inançlar uğ­ (140 000 kişi) La M arm ora’nın (Oglio’nun runa acı çekm ekten kaçınmamalarını is­ arkasında toplanan 1 2 0 0 0 0 kişilik ordu) tedi. (-♦ RASKOL.) 1672’de yazılmış oldu­ ve C ialdini'nin (Aşağı Po gerisinde topla­ ğ u sanılan Yaşam adlı kitabı, öğretici bö­ nan 80 0 0 0 kişilik ordu) em rindeki iki İtal­ lüm lerindeki kilise slovancasıyla öykülü yan ordusuna büyük kayıplar verdirdi. 24 bölüm lerindeki rus halk dilini, olağanüs­ haziranda La Marmora, arşidük Albert tü bir canlılık ve güçlülükle bir araya ge­ tarafından C ustoza” d a yenildi; Garibaltirdi. 1682 konsili tarafından ölüm e m ah­ di, gönüllülerini Tirol üzerine yürütm ek is­ kûm edilen Avvakum, yakılarak öldürüldü. terken başarısızlığa uğradı, ve İtalyan d o ­ ■ A v v e n t u r a ( L ) (Serüven), Michelangelo nanması L issa *'d a yenilgiye uğradı (20 Antonioni'nin yönettiği İtalyan filmi (1959). temmuz). Ne var ki, Sadova bozgunu Romalı genç ve zengin bir kadın (Lea Avusturyalılar'ın zaferlerini işe yaramaz Massari), m im ar âşığı (Gabriele Ferzetti) durum a getirdi ve İtalya, Napolâon lll'ü n ve birkaç arkadaşıyla bir yat gezisine çı­ hakem liğinden yararlanarak Viyana ant­ kar ve A kdeniz’de ıssız bir adacıkta kay­ laşması ile (3 ekim) Venezia’yı elde etti. bolur. Adam onu bulabilm ek için, genç bir kadınla (M onica Vitti) birlikte Sicilya'yı A V U S V A Ş a. M atbaac. Temizleme baştanbaşa dolaşır. Ama, Antonioni bu maddesi. (Lito ve ofset kalıpları üzerindeki araştırmanın gerekçesini yavaş yavaş bir boya ve lekeleri çıkarm ak; resim ve ya­ yana bırakm aya başlar ve filmin odak zıları korum ak için kullanılır. Asfalt ve te-

noktasını, çevre ve koşulların sürekli olarak içinden çıkılmaz b ir soruna dönüştürdüğü bir serüven, bir erkekle bir kadın arasındaki denge ve bu dengenin araştı­ rılması oluşturur. Yönetm en filmi üstüne şunları söylüyor: "F izik olanın metafiziğe dönüştüğü ve bilim le bilim kurgu arasın­ daki sınırın neredeyse yok olduğu çağ­ daş dünyanın ahlaksal, siyasal, hatta fi­ ziksel istikrarsızlığından ve insan ilişki­ lerinin kırılganlığından çok etkilendim . H er gün ideolojik ya da duygusal bir se­ rüven yaşıyoruz. Bizim dramımız ile­ tişim sizliktir.”

1075

A v v e n t u r o s o C ic l l la n o (L ), 1340’a doğ ru yazılmış ahlak romanı. Decamero n'u n kaynaklarından biri sayılır. A V Y E Z O V (M uhtar Om arhanoviç), ka­ zak yazar (Ç ingiztau’da 1897 - M oskova 1961). Öykülerinde ve oyunlarında Kaza­ k is ta n ’ın feodalizrçıden ko llektivizm e (Enlik-Kebek, 1917; Edairs dans la nuit [fr. çev.], 1934; te Verger [fr. çev.], 1937) ge­ çişini anlatır. Kazak edebiyatının kurucu­ suna adadığı destansı romanı A b a i (1942-1956), XIX. y y.'d a göçer toplum un bir ansiklopedisi niteliğindedir. A V Y Z İ U S (Jonas), litvanyalı yazar (Miadginiay 1922). Bir köylü ailesinin ço c u ­ ğudur. Yazarlığa, kollektifleştirme üzerine öyküler yazm akla başladı (THöritage, la G loire [fr. çev.], 1949), sonra Oveçkin ile birlikte yönetim in yanlışlarını ortaya koy­ du (Un hom m e reste un hom m e [fr. çev.], 1960; la C am pagne a u carrefour [fr. çev.], 1966). Romanları, burjuvazideki (te M ontagne de verre [fr. çev.], 1961) ve iş­ gal altındaki (TAbri perd u [fr. çev.], 1970) toplum sal kavgaları betimler. A V Z ya da İV A Z a. (ar. cavz, civaz). Esk. 1. Bedel, karşılık. — 2. Değişme, takas et­ me, değiş tokuş. A W A C S , AİRBORNE WARNING AND CONTROL SYSTEM’in (havadan taşınan al­ gılam a ve denetim sistemi) kısaltması; özel uçaklarda (Boeing E-3A) kullanılan radarlardan yararlanmaya dayanan ame­ rikan elektronik gözetleme sistemi; bu sis­ tem le donatılmış uçak, (ingilizler'in ve Sovyetler’in eşdeğerdeki uçakları BAe Nim rod v e T u p o le v T u 126 NATO M oss’ tur.) A W A S O , G ana’d a kent, batı bölgesin­ de, Kum asi'nin G .-B .’sında. Boksit üreti­ mi. A W O L O W O (Obafemi), nijeryalı siya­ set adamı (ikenne 1909-ay.y. 1987). Ni­ jerya sendikaları kongresi'nin kuruluşu­ na katıldı (1949) ve Batı Nijerya'nın başlı­ ca partisi Action Group'u kurdu. Bu par­ tiyi 1951 yerel seçim lerinde zafere ulaş­ tırdı. Batı Nijerya başbakanı oldu (1954). 1959’da, federal başbakanlık seçim leri­ ni yitirdi ve m uhalefet lideri olarak kaldı. Bu tarihten başlayaıak, programının sos­ yalist ve ilerici niteliğini geliştirdi. Parti yö­ netim indeki otoriter tutum u yüzünden, yardımcısı Samuel Akintola ile çatıştı ve Akintola Action G ro u p ’tan koptu (1962). Kuzey Nijerya başbakanı Ahm edu Bello

. Monıca Vlttı

^

Michelangelo Antonioni nın A v v e n t u n (19591 filminde

Aw olow o ve federal başbakan sir A b u ba ka r Tafaw a Balewa tarafından desteklenen Akintola, A w olow o'yu saf dışı etti; Aw olowo hapse atıldı (eylül 1962). Albay G owon ta­ rafından serbest bırakılan ( 2 ağustos 1966) Aw olowo, halkın ve özellikle için­ den geldiği Yorubalar’ın en saygın lider­ lerinden biri oldu. Ancak, 1979 cum hur­ başkanlığı seçim lerini kazanamadı.

1076

A X E L H E İR E R G , Sverdrup takım ada­ larının (Arktika’da Kanada'ya bağlı takım­ adalar) en b üyük adası; 41 000 km2. Bir bölümü takke buzullarıyla kaplı olan ada­ nın yükseltisi, kuzey kesiminde 2 0 0 0 m'yi aşar. AXELRO D

(Pavel

Borisoviç)

->AK-

SELROD.

A X E L R O D (Julius), amerikalı biyokimyacı ve farm akolog (New York 1912). 1970’te, kendisi gibi, sinir akılarının iletim mekanizmaları üzerinde çalışmalar yapan B ernard Katz* ve Ulf von Euler* ile birlikte, Nobel tıp ve fizyoloji ödü lü 'nü al­ dı. Ayrıca, radyoaktif izotoplarla belirlen miş moleküller yardımıyla, sinirsel iletimin kimyasal aracılarını inceledi. Kozalaksı bez (epifiz) hormonlarının metabolizm a­ sında rol oynayan enzimleri buldu ve bun­ lar üzerinde inceleme yaptı. A x e n s t r a s s e , İsviçre’de Sankt Gothard geçidinin kuzey-güney karayoluna (Brunnen ve Flüelen arasında) verilen ad. Birçok tünel. A X İU S a. (lat. axis, eksen'den). Ç am ur­ lu deniz diplerinde, inlerde, kovuklarda yaşayan önayaklı kabukluları içeren cins. (Axiidae familyasının örnek tipi.) A X M A N (Emil), çek besteci (Rataje nad Sazavou, Orta Bohemya, 1887 - Prag 1949). V. Novâk'ın öğrencisi oldu. Janâcek'in sanat anlayışını benimseyerek, geleneksel çek müziğini, m odern bir dil­ le değerlendirm eye çalıştı. Senfoniler, kantatlar ve çeşitli vokal yapıtlar bestele­ di. Ayrıca, çek m üzik sanatının kaynak­ ları üzerine müzikbilimsel çalışmalar yaptı. ■ A Y a. 1. Y er’in doğal uydusu. (Bk. ansikl. böl.) — 2. A y aydın hesap belli, her şey açık seçik ortada. || A y bacayı aştı, bir işin yapılması için uygun zaman ve orta­ mın geçtiğini belirtm ek için söylenir. |[A y parçası, ayın ondördu gibi, çok güzel ka­ dın ya da kız için kullanılır. || A y yıldız, türk bayrağı.|| A y yüzlü, güzel parlak yüzlü kimseler için kullanılır. || Aya sen doğma, b en d oğuyorum der, bir kız ya da kadı­ nın güzelliğini belirtmek için söylenir. || A y­ dan arı günden duru, sudan duru, çok te­ miz, çok saf. || A yın ondördü, dolunay za­ manı. — Ask. A y tabya, burçlu tahkimatlarda, Ay’ın içyapı modeli ve kale dışında yapılan tahkimli tabya. (Bu tü r tabyalar iki yan, iki ce ph e ve kaleye (Apollo görev uçuşlarıyla açılan bir girişten oluşur.) —Astrol. A y ailesinin önderi, ikinci ve dör­

regolit (2 ile 20 m) 1. kesiklilik (60 m) 2. kesiklilik (2 km)

manto , geçiş bölgesi kabuk

60' deprem dalgalan Apollo depremöiçerleri

düncü gece b üyü k üçgeninin yöneticisi. (Yengeç burcu A y'ın gökevidir, B o ğ a ’da sürgündedir. Paylardan yoksun, ama Kov a ’dan başlayıp Y e n ge ç’te biten yarım burçlar kuşağında erki olan Ay, nemli sı­ cağımsı bir yıldızdır; yumuşatıcı ve gevşetici etkileri vardır. Devingenlik, yararlı­ lık ve birleştiricilik ilkeleri A y ’da toplanır. Güneş'in karşıtı olm aktan öte, tam am la­ yıcısıdır.) —Esk. sil. A y balta -* AYBALTA ||A y yüzlü gövde, teberin m adenden yapılmış ana parçası. (Kesici özellikte, tek ya da çift yüzlüdür). — Giz. bil. Ritmin, özellikle ölüm ve diriliş, doğurganlık ve kadınlık, düş, imgelem ve yansıyan ışın ritminin simgesi. |j A y falı, ayın kutsallığı, ayla kişinin geleceği ara­ sında ilişki olduğu inanışından kaynakla­ nan fal türlerine verilen ad. (Bk. ansikl. böl.) — Gökbil. A y küçülm esi, dolunayla yeni­ ay arasında geçen süre. (Bu süre içinde Y er’den görülen ay yuvarının aydınlık parçası gittikçe küçülür.) || A y yılı, on iki kavuşum ayından oluşan süre. || K avu­ şum ayı -* k a m e r ayı. — Mim. Kubbe tepelerine ya da m inare külahlarıyla m inber ve şadırvanların ah­ şap çatılarına konulan alemlerin en üst bölüm ü. (HİLAL de denir.) [Aylar, yeniay, boynuz, nal ya da zam bak biçim inde ola­ bilir.] — Müc. A y yakut, elm asa benzeyen bir tür taş. -> BEYAZ* YAKUT. — Uz. havc. A y 'a inme, bir uzay aracıyla A y 'a iniş yapma. (Bk. ansikl. böl.) — A n s İKL. Yer’e yakın oluşu, A y’ın gözle­ mini kolaylaştırdığından, bu gökcismi da­ ha Eskiçağ'ın başından bu yana özenli in­ celem elere konu oldu. Nitekim Yunanlı­ lar İ.Û., Ay'ın boyutlarını ölçm eyi ve g ö ­ rünür devinim inin yasalarını bulmayı ba­ şardılar. XVII. yy. başında dürbünün bu­ lunuşu, A y yüzeyinin ve fiziksel özellikle­ rinin incelenmesi bakımından yeni bir ça­ ğın başlamasını sağladı. Nihayet uzak ça­ ğında, insanoğlu bu gökcism inin d o ğ ru ­ dan keşfine girişti. • A y 'ın Yer çevresindeki devinimi. A y ’ın devinim ini gezegenim izin çekim gücü yönlendirir. Bununla birlikte Güneş ve öte­ ki gezegenler bu devinim üstünde önemli tedirginlikler doğurur. Gezegenler hem doğ ru d an doğruya A y ’ın kendisini, hem de Yer'in yörüngesinde değişikliklere yol açarak, dolaylı yoldan onun yörüngesini etkilerler. ilk bakışta A y'ın Kepler yasalarına uy­ duğu ve Yer çevresinde 1,023 km/sn hız­ la elips biçim inde bir yörünge çizerek döndüğü söylenebilir; ayrıca bu yörünge­ nin tutulum düzlem ine 5 ° 9 ’ eğik olduğu ve büyük eksenin yarısının 384 400 km ’ye, dışm erkezliliğinin 0,054 9 ’a ulaş­ tığı düşünülebilir. Ne var ki bu bulgular A y'ın gerçek devinim ini etkileyen birçok eşitsizlik göz önüne alınırsa ancak orta­ lama değerleri verir. Öte yandan A y yörüngesinin öğelerin­ deki bu değişimlere, onun kendi devini­ m inde görülen ve G üneş’in etkisinden ya da Güneş-Yer-Ay sisteminin değişken ko­ num lanm alarından kaynaklanan birçok eşitsizlik de eklenir. Bunların en önem li­ leri A y tedirginliği ve d e ğ iş im " dir. Ayrı­ ca A y ’ın devinim inde yüzyıldan yüzyıla hafif bir hızlanma görülür; bu olguyu 1693'te Halley saptamıştır. Bu olayın ne­ deni kısmen Yer yörüngesinin dışmerkezliliğindeki yüzyıllık değişim ler ve özellikle günlerin uzamasına yol açan, Yer'in kendi ekseni çevresindeki dönüşünün yavaşla­ masıdır. Dolayısıyla Ay her yüzyıl Yer'den 2 m uzaklaşmaktadır. • A y 'ın ekseni çevresindeki dönüşü. Bü­ tün gökcisim leri gibi A y da kendi çevre­ sinde döner; am a bu dönüş, yıldız dolanımıyla aynı sürede ve aynı yönde g e r­ çekleşir; bu yüzden Ay, Y er’e sürekli ay­ nı yüzünü gösterir. Bu eşzamanlık A y yu­ varının, tam küre değil, elipsoit olm asın­

dan ileri gelir. A y'ın Y e r’e dönük yarıkü­ resi hafifçe basık, karşıt yarıküresi ise or­ talam a yarıçapına (1 738 km) göre kaba­ rıktır; bununla birlikte sapm a 4 km 'yi g eç­ mez. Büyük eksen, kararlılaştırma süreci uyarınca Yer'e yöneliktir ve bu olgudan kimi yapay uyduları yörüngelerine oturt­ m ada yararlanılır (yerçekim gradyanıyla kararlılaştırma). Ay dönm e devinimini ise küçük eksen çevresinde gerçekleştirir; dolayısıyla Y e r’den a nca k A y ’ın °/o 50'sinin gözlenebileceği söylenebilir. Ger­ çekte ise, salınımlar nedeniyle °/o 59'unu izleme olanağı vardır. • A y'ın başlıca engebeleri. Çıplak gözle bakıldığında, Ay yüzeyine yayılmış koyu lekeler görülür. G erçekte bu görüntüler, çevresi dağlarla çevrili, hafifçe çökük, az çok engebeli, geniş ovalardır. Sözkonusu gölgeleri geniş su katmanları sanan ilk gözlemciler, bunlara deniz adını verdiler; yanlış da olsa günüm üzde bu ad korun­ maktadır. Bu oluşumların bir bölüm ü sı­ nırları iyice belirli daire ya da oval biçim ­ ler gösterir (Bunalımlar denizi, D urgunluk denizi vb.); diğerleri ise tersine körfezler, burunlar, göller ve bataklıklarla çevrili kı­ yılar sunar (Fırtınalar okyanusu, Yağm ur­ lar denizi vb.). Tüm Ay yüzeyinde 22 de­ niz vardır; çoğu tüm üyle Y er’den görülür­ ken, G üney denizi, Sınır denizi, Doğu de­ nizi ve Smyth denizi kısmen gözlenebilir; uydum uzun arka yüzeyinde ise denizle­ re çok seyrek rastlanır; en önemlisi, 1959’da sovyet uzay aracı Luna 3 ’ün çektiği fotoğraflarla saptanan Moskova denizi’dir. Bu oransızlık kuşkusuz, A y ’ın iki yarıküresi arasındaki kabuk kalınlığı farkından kaynaklanır. Ay yüzeyinin aydınlık bölgelerine kıta adı verilir. Kıtalar aşırı ölçüde engebeli, kraterlerle dolu bölgelerdir. Dağ oluşum ­ ları bazen gerçek sıradağlar biçim inde gruplaşır ve özellikle denizlerin kıyıların­ d a toplanırlar. Kimi tepeler çok yüksek­ tir; bu alanda rekor, Güney kutbu yakının­ da bulunan Leibniz dağlarındandır ve çevre bölgelerin üstünde 8 2 0 0 m ’ye ula­ şır (A y'da yükseltileri ve çukurları ölçmek için, Y er’de kullanılan ortalama deniz d ü ­ zeyi gibi genel bir karşıtlaştırma düzeyi yoktur). Am a A y'd a ki dağlar, Yer'in eski masifleri gibi sivri doruklardan yoksundur ve yuvarlak tepeler, yum uşak çizgiler su­ nar. A y engebelerinin en belirgin nitelikte oluşumları, değişen boyutlar gösteren da­ ire ve çokgen biçim inde çöküntülerdir: K raterler ya da sirkler (sirk terimi özellikle dağlarla çevrili çok geniş kraterleri belir­ tir). En büyük kraterlerin çapı 200 km ’yi geçer; ama Yer’den ayırt edilebilen en kü­ çü k kraterin çapı ise 1 km dolayındadır. Oysa uzay araştırmaları, boyutları birkaç metre, hatta birkaç santim etre olan sayı­ sız krater bulunduğunu ortaya koym uş­ tur. XIX. y y.’da gökbilim ci Julius Schmidt 30 0 0 0 ’in üstünde krater saymıştı; ama günüm üzde Ay'ın görünen yüzeyinde ça­ pı 1 km 'den b üyü k on kat daha ço k kra­ ter bulunduğu sanılmaktadır. En büyük kraterlerin kökeni sorunu uzun süre gökbilim cileri uğraştırdı, ilk dü ­ şünce bu oluşumları yanardağlara bağ­ lamak oldu; am a bu varsayım sonradan bir yana bırakıldı: yanardağ, tepesinde krater bulunan koni biçim inde bir enge­ be olmasına karşın sirk dik yam açlarla çevrili geniş bir çöküntüdür. Geçen yüz­ yıldan bu yana Ay sirklerini açıklam a ko­ nusunda karşıt iki kuram öne sürüldü: içyapı kuramı ve göktaşı kuramı. Özellikle Zoewy ve Puiseux tarafından XIX. yy. so­ nunda geliştirilen birinci kuram a göre, sirkler birer yanardağ olm asa bile, geç­ mişte A y kabuğu henüz yum uşakken et­ kinlik gösteren iç kuvvetlerden kaynakla­ nır. 1840'ta G ruithuisen’in öne sürdüğü ikinci kuram a göre ise, kraterler göktaş­ larının çarpm ası sonucunda oluşmuştur ve çapları çarpm ayı izleyen patlamanın gücüyle orantılıdır. Bu kuram günüm üz­ de aybilimcılerın büyük ço ğunluğunca

Arçpytas Shse F

R

i

' Protagoras

H*«BİNGERS"e , °ÖI.

-*

iP'bpfiantus

ARCHIMEt

1t-amberl •f^ochâlis

’PÂLUS S E R E N I’ T A T tS

farctanus karpatlar

•jfo? *'

y

’p a triae i

«**«*.“

I LUNA,-8 *

M illİN

Cafisai ’ BANGER 6

fj* *J^Sfe//üs !

A n g o T R A t i C t U iL U T ’>

SURVÇYOR 2’ -

■Kunow$ky -Remt

ipoiiomus

_ I RANGEfl 8 EYOR S f ^ ApoLLğ ,ı

'Hşfmenri. SÜRVEYÖR 1?

Flamsteeö:

96JRVEYOR3f APOLLO12 !EucUdes'"''/ , '. • .T" 8 6 a a Mger

m h ı: S M Y T H II KASTNER

;

ST °5 V £N oa~ us

T W

0

RW8 , » ttr

:

***,

UVEYOR 7 ?.

Ay'ın ön yüzünün haritası (Yer’den görünen yüz) başlıca engebelerin resmi adlan ile amerikan ve sovyet ıızay araçlarının iniş yerleri

benim senm ektedir. Çünkü uzay araştır­ malarıyla elde edilen ve gezegenlerin ta­ rihleri konusunda bilinen olgulara uydu­ ğu gibi Ay'ın çeşitli engebelerinin belirgin niteliklerini de kusursuz olarak açıklama olanağı verir. Nitekim Güneş sistemi'nin doğuşundan kısa süre sonra bütün g e ­ zegenler yoğun bir göktaşı bom bardım a­ nına uğramıştır; M erkür ve Mars gibi ki­ mi gezegenler bu bom bardım anın izleri­ ni hâlâ taşımaktadır. Öte yandan kimi bü­ yük sirklerin çevresinde gözlenen küçük krater dizileri b üyük bir olasılıkla merkez sirki doğuran patlamanın etkisiyle A y ka­ b uğundan kopan büyük kayaların saçı­ lıp ikincil çarpmalarından kaynaklanmıştır. B irçok genç sirkin (Tycho, Kopernik vb.) çevresinde görülen parlak haleler ve ışın­ sal izlerin, ilk patlamayla kalkan çok ince m addelerin, çarpm a noktasından az çok uzaklara yayılıp yığılması sonucunda oluştuğu varsayılabilir. A y “ denizleri” nde kraterler dışında, çatlaklar, oluklar, yalıyarlar, vadiler, tek tek tepeler görülür.

A Y D E N İZ L E R İ M a re M a re M a re M a re M a re M a re M a re M a re M a re M a re M a re

^ ;

M ARE

â e sta tis a n g u is a u stra le a u tu m n i cris iu m fecu n d ita tis frig o ris h ie m is h u m b o ld tia n u m h u m o ru m im b riu m

Y a z d e n izi E jd e rh a den izi G ün e y den izi S o n b a h a r den izi B u n a lım la r d en izi B o llu k den izi B uz d e n izi Kış den izi H u m b o ld t den izi N em den izi Y a ğ m u rla r den izi

• A y toprağı. A y toprağı, yerine göre, bir m ilimetreden on beş santimetreye kadar değişen kalınlıkta toz katmanıyla kaplıdır; bu katmana az çok gömülmüş, büyük ka­ yalardan küçük çakıllara değin çeşitli bo­ yutlarda sayısız taş bulunur. Ayrıca Ay yü­ zeyi m ikrogöktaşlarının çarpm asından doğm uş mikrokraterlerle doludur. Ay top­

M a re m a rg in is M a re n e cta ris M a re n o vu m M a re n u b iu m M a re p a rv u m O ce a n u s p ro c e lla ru m M a re se re n ita tis M a re s m y th ii M a re sp u m a n s M a re tra n q u illita tis M a re U n da ru m M a re va po ru m M a re veriş

S ınır d e n izi K evse r d en izi Y e n i d en iz B u lu tla r d e n izi K üçü k d en iz F ırtına la r o kyan usu D u rg u n lu k den izi S m yth den izi K öp ü k d e n izi S e ssizlik d e n izi D a lg a la r den izi B u h a rla r d e n izi İlk b a h a r d e n izi

rağının rengi aydınlanma açısına göre de­ ğişir; Güneş ışığını arkadan aldığında kül rengini, dik konum da aldığında çikolata rengini alır. Bölgelere göre değişken bir yapı gösteren toz katmanı tem elde kayaç parçalarından oluşur; ama ayrıca bir m ik­ tar göktaşı kalıntısı içerir: Apollo 15 ’in iniş alanı olan Apennin dağları eteğinde Ba-

amerikalı astronot Edwin E.Aldrin, Ay keşif modülü (fotoğrafın sağında ayaklarından biri görülüyor) yakınında Apollo 11 görev uçuşu (16-24 temmuz 1969) sırasında

Kopernik krateri ve Reinhold ( sağdaki) kraterinden bir görünüş (Apollo 12'nin görev uçuşu [14-24 kasım 1969] sırasında çekilen fotoğraf)

taklıklar denizi’ nde toz katmanı ço k ince tozlardan oluşur; Fra M auro krateri yakı­ nında A pollo 14'ün iniş alanının bulundu­ ğu Fırtınalar okyanusu’nda tersine daha iri tozlar yer alır. Toz örtüsü altında regolitten oluşan çat­ lak kayaç katmanı uzanır; bölgelere göre katmanın kalınlığı 2 ile 2 0 m arasında de­ ğişir ve yüzeyde zayıf olan tıkızlığı derine indikçe artar. Biri A y’a iniş olm ak üzere altı Apollo uçuşunda toplam 400 kg'a yaklaşan 2 200 kadar Ay kayacı örneği alındı. Bun­ lara A y yüzeyi oyularak alınan ve insan­ sız sovyet uzay aracı Luna tarafından Y e r’e getirilen birkaç örneği de katmak gerekir. Oksijen Yer’de olduğu gibi Ay yüzeyin­ de de en bol bulunan elementtir. Ele­ mentlerin m iktarında azalan doğrultuda bir sıralama yapılırsa, her iki gökcism in­ de de ilginç sapm alarla ve kabaca aynı sonuca ulaşılır. Ay ve Yer kabukları kar­ şılaştırılırsa, Ay kabuğu karbon ve ok­ sijen gibi uçucu elementler, kobalt ve gü­ müş gibi siderofiller (demir dışında) ve po­ tasyum, sodyum , silisyum, rubidyum , skandiyum ve europiyum gibi elementler bakım ından daha fakirdir; buna karşılık, kalsiyum, titan ve m agnezyum gibi ateşe dayanıklı elem entler ile dem ir ve nadir topraklar bakım ından daha zengindir. Hemen hem en bütün kayaçlarda arı me­ tallerin varlığı oksijen yetersizliğinin kanı­ tını oluşturur.

A y toprağında bulunan elementlerin büyük çoğunluğu, 4,6 milyar yıl önce, Ay'ın yoğuşması ya da yakalanması sıra­ sında, ortaya çıkan m addelerdir. Bir b ö ­ lümü ise radyoaktifliğe, göktaşlarına (özel­ likle doğal dem ir) ve Güneş rüzgârına bağlanan dış katkılardan kaynaklanır. Ay kayaçlarının incelenmesi sonucunda yal­ nızca 33 türe bağlı 75 çeşit maden, filizi bulundu; oysa tür sayısı göktaşlarında 8 0 ’e ulaşır ve Y er’de 2 0 0 0 ’in üstüne çı­ kar. A y 'd a bulunan filizlerden üçüne d a ­ ha önce hiç rastlanmamıştı: trankilit (bu­ lunduğu yer Sessizlik denizi’nin latince adından), piroksferroit (dem ir ve kalsiyum silikat) ve armalkolit. (Apollo 11 ’in m üret­ tebatının [Arm strong, Aldrin, Collins] anı­ sını yaşatmak için bu ad verildi.) Bu so­ nuncu filiz bir dem ir ve m agnezyum titanattır ve daha sonra G üney A frika’da el­ mas ocaklarında bulunm uştur. A y ’d a en bol bulunan filiz silikatlardır; am a iki gök­ cism inde yer alan kimyasal elementlerin göreli bolluğu konusunda yukarıda belir­ tilen farklar bu alanda da görülür. Y er’deki kayaçlar büyük bir çeşitlilik göstermesine karşın, A y yüzeyindeki ka­ yaçlar iki tipe ayrılır: anortozlar dağlık böl­ gelerde ço k boldur; denizleri ise bazalt­ lar doldurur. Bu kayaçların bir kısmı g ök­ taşlarının çarpm ası sonucunda parçala­ narak uzaya saçılmış, ardından karışık, gevrek ve küçük parçalar halinde düş­ müştür; yüzeyde camsı bir iskelet içinde çim entolaşarak topaklar oluşturmuştur; bunların bileşimi de tozlara yakındır. • D eprem etkinliği. A pollo 12, 14, 15 ve 16 uçuşlarında yerleştirilen bir depremölçe r ağı, A y ’ın deprem selliğini derinliğine incelem e olanağı verdi. Tektonik bakım ­ dan Ay genellikle sakin bir gökcism i izle­ nimi verm ektedir, içyapısından kaynak­ lanan sarsıntılar (yılda 3 000 kadar), çok düşük yeğinliktedir: kaydedilen d ep re m ­ lerin genliği hiçbir zaman Richter ölçeğiy­ le 3 şiddetinin (yeğinliğinin) üstüne çıkma­ mıştır. Deprem lerin yıllık toplam enerji miktarı, 10e J ’dür ve aynı süre içinde Yer'de görülen deprem lerin enerjisinden on milyar kez daha düşüktür. ’ A y depremlerinin en önemli özelliklerin­ den biri de, oluştukları derinliktir. Ç oğu­ nun merkezi, 700 ile 1 100 km arasında değişen derinliklerine iner; oysa, Y er’deki deprem lerin merkezleri genellikle 3 ile 70 km arasında yer alır ve çok seyrek ola­ rak 700 k m ’ye ulaşır. Bununla birlikte, A y ’d a bilinen derin deprem dışmerkezi sayısı azdır ve çoğu yinelenen sürekli sar­ sıntı m erkezleridir. A y'ın içyapısından kaynaklanan d ep re m lerin bir başka önemli özelliği de, dönem sel olmalarıdır. Toplam enerjinin % 8 5 ’ini veren bu dep ­ remlerin çoğu A y ’ın yerberi noktasından geçtiği hafta içinde ortaya çıkar. Bu eş­ zamanlılık büyük bir olasılıkla Yer'in çe ­ kim gücünün etkisiyle A y kabuğunda olu­ şan bir gelgit olayından kaynaklanır. Yer’ in etkisinden doğan 27 günlük bu dönem liliğe G üneş’in etkisinden ileri geldi­ ği sanılan 206 günlük (yaklaşık 7 ay) bir gelgit çevrimi eşlik eder. iç kökenli deprem lere, göktaşlarının çarpm asından doğan deprem ler eklenir. Apollo uçuşları çerçevesinde A y’a yerleş­ tirilen otom atik istasyonlar çalıştığı süre boyunca, doğal gökcisim lerinin çarpm a­ sından ileri gelen yalnızca iki sarsıntı kay­ detti (1972). Ayrıca Amerikalılar, A y m o­ düllerinin kalkış katını ve A pollo gemisini fırlatm aya yarayan Satürn füzesinin son katını, görevleri bittikten sonra A y yüze­ yine düşürerek yapay çarpm alar oluştur­ du. Bu doğal ya da yapay çarpm alar, ön­ görülenlerin tersine, ç o k uzun süreli titre­ şimler doğurdu. Yapay çarpm alarla oluş­ turulan deprem dalgalarının yayılışı ince­ lenerek, 1 0 0 km ’lik bir derinliğe kadar A y ’ın yeraltı yapısı üstünde bilgi edinildi; iki doğal çarpm a ise bu bilginin 900 km ’ye inen katm anlara kadar genişletil­ mesini sağladı. • Ayın içyapısı. A pollo depremölçerlerin-

ce toplanan verilere dayanılarak,Ay'ın içyapısı konusunda aşağıdaki m odel çıka­ rıldı: 1. A y'ın Y er’den görünen yarıküre­ sinde yaklaşık 60 km ’yi, görünm eyen ya­ rıküresinde de 1 0 0 km ’yi bulan kalınlıkta çok katmanlı bir kabuk; 2 . yaklaşık 1 0 0 0 km kalınlığında bir manto; 3. oldukça bol m iktarda dem ir içeren yaklaşık 700 km yarıçapında bir çekirdek. A y ’ın, merkezin­ de sıcaklığın 1 5 0 0 ° C dolayında olduğu ve dolayısıyla çekirdeğin ham urum su bir nitelik taşıdığı sanılmaktadır (böyle bir çe­ kirdek varsayımı, enine deprem dalgala­ rının 1 0 0 0 ile 1 1 0 0 km derinlikten öteye yayılm am asından kaynaklanır; bu olgu da m erkezdeki m addenin hiç değilse kıs­ men erimiş o lduğu düşüncesini d oğ u r­ maktadır). • Sıcaklık. A y 'd a hemen hemen, hiç at­ mosfer bulunm am ası, aynı noktada ge­ ceyle g ündüz arasında ortalam a 100° C gibi çok büyük bir sıcaklık farkına yol açar. Oysa, aynı fark, Yer yüzeyinde 2530 dereceyi pek geçmez. En son verile­ re göre gündüz + 1 1 7 ° C 'lık bir m aksi­ mum ile g e c e - 1 1 7 ° C ’lık bir m inimum saptanmıştır. Öte yandan A pollo uçuşla­ rı sırasında gerçekleştirilen sıcaklık ölçüm­ leri, derine inildikçe m etre başına 1,75 °C 'lık bir artış olduğunu göstermiştir. • M anyetik alan. A y ’ın m anyetik alanının en önemli özelliği, yeğinlik ve yönünün bir noktadan ötekine çok b üyük ölçüde de­ ğişmesidir. Yer, aşağı yukarı kuzey-güney doğrultusunda yerleştirilmiş bir mıknatıs­ lı ç u bu ğ a benzetilebilir; am a Ay, daha çok, yüzeyinde gelişigüzel saplanmış sa­ yısız küçük mıknatıstan oluşan bir kolek­ siyon biçim inde karşımıza çıkar. Apollo uçuşları sırasında A y yüzeyine yerleştiri­ len m anyetom etreler, 6 ile 313 7 arasın­ da değişen yeğinlikler kaydetti. Bununla birlikte, astronotların getirdiği, en az 3 mil­ yar yaşında pek ço k kayaç parçası, katı­ laştıkları dönem de A y ’d a 3 000 7 'nın üs­ tünde bir m anyetik alanın bulunduğunu gösteren ço k güçlü bir mıknatıslılık belir­ tileri taşır. O dönem de A y ’ın içkatmanlarının bugünkünden daha ço k akışkan ol­ ması yüzünden, bu m anyetik alanın bir din a m o * etkisiyle doğm ası ve Ay soğu­ dukça bu etkinin kaybolm ası olasıdır. Bu ,varsayıma göre, A y ’ın bugünkü manyetikliği bir fosil m anyetikliktir ve algılanan manyetik alan da başlangıç manyetik ala­ nının bir kalıntısıdır. • Ayın kökeni ve evrimi. 4,6 m ilyar yıl ön­ ce, Yer ve Güneş sisteminin ö bü r geze­ genleriyle aynı a nda oluşan Ay, ya gaz­ ların yoğuşması, ya katı parçacıkların çe­ kimle toplaşması ya d a bu iki olayın bir­ leşmesiyle doğdu. Kısa süre sonra dış katmanların sıcaklığı 1 0 0 0 ° C ’a kadar yükselerek, en az 2 0 0 km derinliğe de­ ğin sıvılaştı ve bileşenlerini oluşturan çe­ şitli m addeler merkezle yüzey arasın­ da yoğunluklarına göre dağıldılar. Bu kimyasal farklılaşma, 4,5 ile 4,3 m ilyar yıl önce, özellikle anortozit temelli bir kabuk oluşum una yol açtı. Bu yüzeysel kabuk daha yeni katılaştığı bir sırada, o dönem ­ de gezegenlerarası uzayda bol bulunan çok büyük göktaşlarının yoğun b om bar­ dımanına uğradı. Göktaşları, Ay yüzeyin­ de ço k geniş çukurlar açtı ve kayaçların erim esine neden oldu. Bu afet çağı, 3,9 milyar yıl önce kapandı. Son önemli çarp­ ma ise, Y ağm urlar denizi’ ni oluşturdu. Nihayet Ay, 800 m ilyon yıl boyunca, büyük bir iç etkinlik dönem i geçirdi. Ka­ buk altında yer alan kayaçlardaki radyo­ aktif atomların açığa çıkardığı ışı, derin katm anlarda ikinci bir erim eye yol açtı; böylece oluşan bazaltik lavlar yüzeye çı­ karak çanakları d oldurdu ve bugün gör­ düğüm üz denizlerin tabanını oluşturdu. Daire biçim indeki denizleri doğuran bü­ yük çanaklardan lavlar taşarak çevrede­ ki "a lç a k to p ra k la r"a yayıldı ve düzensiz çevreli denizler ortaya çıktı: örneğin, Fır­ tınalar okyanusu'nun, Yağmurlar denizi'nden taşan lavlardan d oğ d u ğu sanılmak­ tadır. A y ’ın arka yüzünde denizlere he-

ay m en hemen rastlanmaması ise bu yarıkü­ rede A y kabuğunun çok daha kalın olma­ sı ve bu yüzden, derinlerden gelen m ag­ m anın ancak seyrek noktalarda yüzeye ulaşmasıyla açıklanabilir. Yaklaşık 3 milyar yıldan beri A y'ın g ö ­ rünüm ü hemen hemen hiç değişmedi, iç etkinlik yatıştı, göktaşı çarpmaları giderek seyrekleşti ve yavaş yavaş soğuyan Ay, en az 1 0 0 0 km derinliğe değin katılaştı. N e var ki, az da olsa, günüm üze değin süregelen göktaşı bom bardım anı A y yü­ zeyinde bazı büyük sirklerin (Kopernik, Aristarkhos, Tycho) küçük boyutlu birçok kraterin, çatlak kayaçlardan (regolit) yü­ zeysel bir katmanın ve bu katmanı kap­ layan toz örtüsünün oluşum una yol açtı. A y'ın kökeni sorunu, henüz kesin ola­ rak çözülm üş değildir. Ay, Yer henüz akışkan haldeyken G üneş’in gelgit etki­ siyle Y er’den kopan bir parça mıdır?Başlangıçta Güneş sisteminin başka bir böl­ gesinde oluştuktan sonra Y er’in yakının­ dan geçm esi nedeniyle, yakalanıp uydu­ laştırılmış mıdır? Yoksa Yer ile birlikte ay­ nı toz halkasının çekim le toplaşmasından doğan bir çift gezegen midir? G ünüm üz­ de, bu değişik varsayımlar arasındaki tar­ tışm aya son verecek herhangi bir kesin kanıt bulunamamıştır. Tersine, bu varsa­ yımların yandaşları, aytaşlarının çözüm ­ leme sonuçlarından kendi görüşleri d o ğ ­ rultusunda kanıtlar çıkarmaktadır. Bunun­ la birlikte, Yer ile A y arasındaki kimyasal farkların, birinci varsayım aleyhine tanık­ lık ettiği söylenebilir. Am a yine de tartış­ m a henüz kapanmamıştır. — Ed. Divan edebiyatında sevgili, sevgi­ linin yüzü, yanağı aya benzetilir. Ye­ ni doğm uş ay (hilal), biçim i bakımından kadehtir. Dolanımını tam am layan hilalin d olunay haline gelmesi gibi kadeh de iç­ ki m eclisinde elden ele geçerek dolanır. Ramazanın ve bayram ın yeni aya bakı­ larak saptanışı, şiirlerde çeşitli biçimlerde dile gelir. Yeni ay, genç yaştaki sevgilidir. Divan şairlerinin kam er, mah, meh diye adlandırdığı ay, halk edebiyatında sevgi konusu işlenirken sık sık anılır. — Folk. Ayın kutsal sayılması, Sümer, H i­ tit uygarlıklarına değin uzanan eski bir inanıştır. Türkler de en eski çağlardan beri ay ve ay ışığını kutsal saymıştır. A y ışı­ ğ ından g ebe kalan kızlar, ay ışığından d oğan kızlarla evlenen yiğitler, eski türk mitolojisinin sık yinelenen motifleridir. Ola­ ğanüstü yiğitler hep bu göksel analardan ya da kutsal ışıklardan doğar. G ünü­ m üzde de yaşayan inanışlara göre, tanrı ayla güneşi, gündüzle geceye bekçilik et­ sinler diye yaratmış, güneş karanlıktan korktuğundan geceyi bekleme görevi aya verilmiştir. Tanrı geceyle gündüz ayrılabilsin diye C ebrail’e kanadıyla ayın yüzü­ nü sildirmiş, böylece ışığı azalmış ve yü­ zünde lekeler belirmiştir. Bu lekelere iliş­ kin değişik inanışlar vardır. Kimine göre ay da insanlar gibi Allah'ın bir kuludur. Leke gibi görünenler de ağzı, burnu, göz­ leridir. Bir inanışa göre de güneş hamur yoğururken ay ona sataşmış, güneş de kızarak hamurlu elini ona doğru sallamış­ tır. Ayın yüzündekiler ham ur lekesidir. İs­ lam kökenli bir inanışa göre de bu leke­ ler Hz. M uham m et’in ayı parm ağıyla iki­ ye bölmesi sırasında olmuştur. Bölünme sırasında kopan parçalar peygam berin göğsüne düşmüştür. Lekeler bu parça­ ların izidir. (-»ŞAKKUL KAMER.) Ay kimi kez kadın, kimi kez erkek olarak düşünü­ lür. Bir inanışa göre ay kız, güneş erkek­ tir. G ökyüzünde birbirine kavuşmak için d öner durur ama ancak gökkuşağı çıktı­ ğında kavuşabilirler. Ya da ay güneşe âşıktır ama güneşten karşılık göremez. Ay hilal biçim indeyken çocuk, bedirken genç kız, daha sonra yaşlı olur. Ölürken ondan kopan parçadan yeni ay doğar. Yeni ay d o ğ d u ğ u n d a hilalin uçlarının batıya d ö ­ nük olması, güneşe olan tutkusunu gös­ terir. Güneşse aydan nefret eder. Hilal ve bedirken görünm ez, ancak yaşlandığın­ da ortaya çıkar.

Ayın çeşitli durum larıyla d oğa olayları arasında ilişki o lduğu d a yaygın inanış­ lardandır. Ayın ağıllanması (hâle) yağm u­ ra işarettir. Hilalken uçları aşağı bakıyor­ sa yağış, yukarı bakıyorsa kuraklık olaca­ ğına inanılır. Dolunay, b uğday gibi yuka­ rı doğru büyüyen; hilal, havuç gibi aşağı doğru büyüyen bitkilerin ekim zamanını bildirir. Ayın birinci günü dikilen meyve ağacı birinci yılda, ikinci günü dikilen ikin­ ci yılda meyve verir. D olunay uğurlu, hi­ lal uğursuzdur. Bu nedenle tavuklar ku­ luçkaya dolunayda yatırılır. Öyle yapılın­ ca yumurtaların cılk çıkm ayacağına ina­ nılır. A y tutulması da değişik inanışlara ko­ nu olmuştur. Bunlardan birkaçı şöyledir: gökte bir ejderha ayı boğm ak ister, ay da korkusundan kararır; ay bir inektir, cadı­ lar yakalayıp sütünü sağmak ister ama tu­ tamazlar. Sonunda Kaf dağında kıstırıp sütünü sağarlar, inek yorgun düştüğün­ den ışığı azalır; ay tutulması cin ve peri­ lerin ayın yüzünü örtmesidir; ayın yolu üzerinde dik bir yokuş vardır. Bunun ar­ dına girince ışığı görünm ez olur, yani ay tutulur; ay müslüm anların, güneş hıristiyanlarin sim gesidir. A y tutulduğunda müslümanların, güneş tutulduğunda hıristiyanların b üyük bir günah işlediğine ina­ nılır. Bu inanışların ço ğu n d a bir düşm an­ d an kaçm a ya d a düşm anla savaşma sözkonusu olduğundan, ay tutulunca gö­ ğe tüfek atılır, davul, teneke çalınır, bir an önce kurtulması için dua edilir. Kimi yö­ relerde cam ilerden sela verildiği de olur. Böylece ay ışığını engelleyen güçlerin korkup kaçacağına inanılır. A n a do lu ’nun birçok yöresinde aya iliş­ kin değişik uygulam alar vardır. Ay ışığı­ nın tılsımlı bir gücü old u ğ un a inanıldığın­ dan, halk ilaçlarının kimisi ay ışığında ayazlatılır. Böylece tılsım ilaca geçm iş olur. Kabakulağın, “ aylık" denen ağız il­ tihabının aydan kaynaklandığına, aya bakm akta geçeceğine inanılır. Ayı ilk g ö ­ ren değerli bir m adene ya da güzel bir yüze bakarsa işi rast gider, içi yazılı ba­ kır bir tas içinde, ay ışığında bekletilen su­ yu hastalar içerse iyileşeceğine, iyileşe­ m eyecek dürüm dakilerin de son günleri­ ni rahat geçireceğine inanılır. Savaşta ay tutulursa, savaş kızışır. Ayın yakınında yıl­ dız varsa yangın çıkacağına işarettir. Ay bedirken yalan söyleyenin başına m utla­ ka bir felaket gelir. N evruz gecesi bir tek­ neye su dold u rulu p ay ışığında bekletilir ve sabaha değin ibadet edilirse, suyun al­ tın olacağına inanılır. Yeni ay gören ce­ bindeki madeni paraları ters çevirirse be­

reketi artar. Yeni ay parm akla gösterilir­ se dolam a çıkar. Yeni ay gören güzele bakmamışsa, evde ço k bardak çanak kı­ rılır. Hamile kadın hilal görm üşse çocuğu erkek olur. Kimi yörelerde cılız çocuklar bir küreğe konup aya doğru sallanır: “ ya al ya ver, ya ö ld ü r ya d a o nd u r” denir. Böylece çocuğun kısa zam anda gelişip serpileceğine ya da ölüp gideceğine ina­ nılır. —Giz. bil. A y falı. A n a do lu ’da ay falının çeşitli türleri vardır. G urbetteki bir yakını­ nı görm ek isteyen, ay dolunayken görün­ tüsünü bir aynaya yansıtır, sürekli buna bakar. Bir süre sonra, görm ek istediğini o andaki haliyle göreceğine inanır. Genç kızlar, evleneceği kişiyi görm ek için aynı yönteme başvurur. Bir başka yöntemde, bir kalbura konan kaşıklar, aya doğru sal­ lanıp yere atılır. Kaşıkların konum una g ö ­ re yorum yapılır. A vuç içindeki çizgilerle, ayın yüzündeki çizgiler arasında ilişki ku­ rarak fala bakm a d a A n a do lu'd a yaygın­ dır. — ikonogr. Sanat alanında, aylara çoğu zaman, köy ya da kent halkının aylar bo­ yunca sürdürdüğü uğraşları sergileyen düzenlem elerde yer verilmiştir. (-» TAK­ VİM.) L. Della R obbia’nın olduğu sanılan yuvarlak çerçeveli fayans kabartmalar, m inejüstünde çalışan ressamların esinlen­ diği E Delaune'un estampları bunlar ara­ sında sayılabilir. Adriaan Collaert, H. Bol’ ün çizimlerine dayanarak, İsa'nın yaşamı­ nın çeşitli evrelerini, ayları esas alarak canlandıran on iki manzara resmi yapmış­ tır. Bu konuyu işleyen birçok estam p di­ zisi arasında J. Am m an, H. S. Beham, Egidius Sadeler (Bril'in çizimi), W. Hollar, J. Berain, Bartolozzi’ninkileri sayabiliriz. Duvar halıcılığı da Floransa’da, Brüksel' de (M axim ilien'in avlan, Van O rley’in çi­ zimi) ve Gobelins tezgâhlarında (Kraksarayları, Le Brun'ün çizimi) bu tem aya tür­ lü yorum lar katmıştır. — Uz. havc. A y'a inme, uzay yolculuğun­ da en güç işlemlerden biridir.Çünkü,Ay'ın çevresinde hemen hem en hiç atmosfer yoktur; bu yüzden bir uzay taşıtının A y yü­ zeyine düşüşünü roket -motorlarıyla fren­ lemesi gerekir. Oysa önem li ölçüde ae­ rodinam ik frenlem e sağlayan bir atm os­ fer bulunması nedeniyle Venüs’e ya da M ars'a inmek çok daha kolaydır. Ay üze­ rine serbest düşüşün m inimum hızı, aşa­ ğı yukarı bu gökcism inden kurtulm a hızı­ na, yani 2,37 km /sn’ye eşittir. Ay ile Yer arasındaki yolu 4,5 günde alan bir ara­ cın gerçek vanş hızı, yaklaşık 2 600 m /sn’dir. Bu hızı sıfırlamak için taşıtın top-

1079

amerikalı astronot H.Schmitt, Apollo 17’nin görev uçuşu sırasında (7-19 aralık 1972) "Ay jipi"nin (Lunar Rover Vehicle) yakınında yerbilimsel gözlemler yaparken

A y ’a ilişkin v e rile r Fiziksel özellikler Ortalama çap

3476 km (Yer’in ekvator çapının 0,272 5 ’i)

Görünen çap — minim um — maksimum

29 '2 2 " 33’ 2 9"

Kütle

73,4 -1 0 21 kg (Yer’ in 0,012 3 ’ü)

Hacim

22 *199 km3 (Yer’in 0,020 3 ’ü)

Ortalama yoğunluk

3,34 (su = 1)

Ortalama albedo

0,073

Ekvatorda Ay çekim i

1,627 m/sn2 (Yer’in 0,166’sı)

Kurtulm a hızı

2,37 km/sn (8 550 km/sa)

Görünen kadir

-1 2 ,7

Yüzeydeki sıcaklık

yaklaşık + 120° ile -1 8 0 °C

Yüzeyde ortalama atmosfer basıncı

~ 1 0 '14 bar

Yüzeyde manyetik alan yeğinliği

6 ile 313-v Yörünge özellikleri

Yörünge yarı-büyük ekseni

384 400 km (Y er’in ekvatordaki yarıçapının 60, 266 59 katı)

Yörüngenin ortalama dışmerkezliliği

0,054 9

Yerberiye minim um uzaklık

356 375 km

Yeröteye maksim um uzaklık

406 720 km

Yörüngenin tutulum düzlemine göre ortalama eğimi

5, 145 3°

Ay ekvatorunun tutulum düzlemine göre eğimi

1° 32

Ay ekvatorunun yörünge dizlemine göre eğimi

6° 41

Dolanım süresi —yıldız ayı (yıldızlara) göre gökyüzünde aynı konuma dönüş

27,321 660 9 g.yani 27 g 7 sa 43 dk 11,5 sn

—kavuşum ayı ( gökyüzünde Güneş’e göre aynı konuma dönüş = kamer ayı)

29 530 588 1 g.yani 29 g 12 sa 44 dk 2,8 sn

—dönence ayı (ilkbahar noktasına göre ayni konuma dönüş)

27,321 581 6 g yani 27 g 7 sa 43 dk 4,7 sn

— anorm al a y (yerberiye dönüş)

27, 554 550 2 g.yani 27 g 13 sa J8 d k33 ,1 sn

— ejder ayı (çıkış düğümüne dönüş)

27,212 217 8 g,yani 27 g 5 sa 5 dk 35,8 sn

Yıldız dönüş süresi

kabaca yıldız dolanım süresine yakın

Salınım —enlem —boylam —günlük

6,8° 7,7° 1,0°

Lütfi Ay

lam kütlesinin °/o 60'ının propergolden, yani yakıttan oluşması gerekir. Bu yüzden A y'a inme, enerji bakımından pahalıbir iş­ lemdir. Ayrıca duyarlık yönünden de titiz bir çalışma gerektirir, iniş hızını ise birkaç metre yükseltide saniyede birkaç m etre­ ye ya d a desim etreye düşürm ek zorun­ ludur. itici m otorlar hızı çok yüksekte sı­ fırlarsa, araç propergol rezervlerini yere ulaşam adan tüketm e tehlikesiyle karşıla­ şır. Dolayısıyla iniş, serbest düşüş biçimin­ de son bulur ve araç A y yüzeyine çakılır. Tersine, öngörülen program a göre fren­ leme gecikirse, yine araç, Ay yüzeyine bü­ yük bir artık hızla iner ve parçalanır, iste­ nilen duyarlığı elde etm ek için iticileri, araç radarlarının verdiği hız ve yükselti bil­ gilerine göre çalıştırm ak gerekir. R adyo­ elektrik sinyallerin Yer ile Ay arasında gidiş-'dönüş süresinin 2,5 sn olduğu göz önüne alınırsa, aracın Y er’den kum anda edilmesi düşünülemez. Bu nedenle güdü­ m ü taşıtta bulunan bir bilgisayar gerçek­ leştirir. Başka bir tehlikeyi de varış nokta­ sının yüzey engebeleri doğurur. Pilotlu bir

uzay aracı bu noktayı seçebilir ve olası engellerden kaçınabilir; oysa otom atik araç " k ö r” iniş yapar ve önceden kestiremediği yüzey engebeleri yüzünden za­ rar görebilir. A y'a ilk yum uşak inişi 3 şu­ bat 1966’da gerçekleştiren araç, sovyet sondası Luna 9 ’dur. Bu araçta, 80 km yükseltide başlatılan 48 sn’lik sert bir fren­ lemeyle doğrudan düşey iniş tekniği kul­ lanılmıştı. Yararlı yü k yirmi m etre yüksel­ tide fırlatıldı ve to p ra ğa hızla çarptığında zarar görm em esi için koruyucu bir kılıfa sarıldı. Am erikalılar ilk kez 2 haziran 1966’da Surveyor 1 ’i A y ’a indirdiler. Bu araçta, daha gelişm iş bir frenlem e yön­ temi kullanıldı ve böylece gerçek anlam ­ da bir yum uşak iniş gerçekleştirildi. Fren­ lemenin büyük bölüm ünü, 80 km yüksel­ tide ateşlenen ve 4 t'lu k bir itme kuvveti oluşturan katı propergollü bir frenleme ro­ keti sağladı. Ardından itme kuvvetleri 14 ile 50 kg arasında değişek sıvı propergol­ lü üç küçük Vernier m otoru, aracın hızını 4 km yükseltide 1,5 m /sn’ye değin düşür­ dü. Am erikalılar A p o llo * program ında doğ ru d an düşey iniş tekniğini bırakarak çift zamanlı frenlem e yöntemini benimse­ diler; bu yönteme göre araç, önce A y yö­ rüngesine oturtuldu, sonra bu yörünge­ den ay yüzeyine indirildi. Ruslar da 1969’dan, yani üçüncü kuşak Luna Ay sondalarının hizmete girm esinden bu ya­ na aynı yöntemi kullanmaktadır. A Y a. 1. Yılın çoğu kez takvim ayı olarak adlandırılan on iki bölüm ünden her.biri. (Bk. ansikl. böl.) — 2. içinde bulunulan ay: A y sonunda gelecek. — 3. Bir ayın belli bir tarihinden, sonraki ayın aynı tarihine kadar geçen otuz günlük zaman dilimi: O g ideli b ir ay oldu. İki a y izin almak. — 4. Birinci, ikinci vb. ayı, bir durum un başlan­ gıcından beri geçen süreyi ay olarak be­ lirtm ek için söylenir: Ham ileliğinin beşin­ ci ayı doldu. — 5. A y başı, ayın ilk günü, günleri. || A yda kazandığını günde yemek, düşünüp taşınmadan para harcamak, tu­ tum suz olmak. || A y d a yılda bir, çok sey­ rek, arada bir: A yd a yılda b ir kentten b ir ko nuğu gelirdi. || A yda yılda b ir namaz, onu da şeytan komaz, hayırlı ve güzel bir iş yapm aya çok seyrek olarak kalkışan, sonra kimi bahanelerle bundan vazgeçen kimse için söylenir. — ANSİKL. Kronol. Bugün kullanılan tak­ vimde, ocak, mart, mayıs, temmuz, ağus­ tos, ekim ve aralık aylarında 31; nisan, ha­ ziran, eylül ve kasım aylarında ise 30 gün vardır; şubat 28 gün, her dört yılda bir, yani artık yıllarda ise 29 gün çeker.

N ovem ber Kasım D ecem ber Aralık Aylar üç bölüm e ayrılıyordu: calendae*, idus (on üçüncü ya da on beşinci gün-’ ler) ve nonae (beşinci ya da yedinci gün­ ler). • İslam! yıl da ay yılıdır (kameri yıl) ve 354 ya da 355 günden oluşur; 12 ay sırayla 30 ve 29 gün çeker; yalnız zilhicce, artık yıllarda 30 gün çeker, islami (arabi, hicri) aylar şunlardır: M uharrem Recep Safer Şaban Rebiyülevvel Ramazan Rebiyülahır Şevval Cem aziyelevvel Zilkade Cem aziyelahır Zilhicce • Musevi yılında, 29 ya da 30 günlü 12 ya da 13 kam er ayı vardır; adları şunlar­ dır: Tişri M aroçeşvan Kislev Tebet Şebat A d a r Veadar Nisan lyar Sivan Tem m uz Ab Elul Adi (artık olmayan) yıllarda veadar ayı yoktur. (-> TAKVİM.) AY

-Y.

A Y ! ünl. B irdenbire duyulan ağrı, acı ya d a hayranlık, kızgınlık, öfke, sıkıntı, şaş­ kınlık, korku vb. duyguları anlatır (kimi za­ man yinelenir): Ay, parm ağım kapıya sı­ kıştı! Ay, ne g üzel elbise! Ay, ne sinirsin! Ay, ne bağırıyorsun öyle! Ay, ne kadar sı­ kıcı! Ay, sen burada m iydin ! Ay, korkuitun beni! A Y a.(tupice söze.). Dişsizler takımından memeli hayvan. ("Ü ç parmaklı tembelhayva n " adıyla da bilinir.)

ay (Bradypus tridactyius) — ANSİKL. Ay hep ağaçta yaşayan, baş

aşağı, ağaçlara asılı duran bir hayvandır; H onduras’tan A rjantin’e kadar uzanan yerlerde bulunur. Otla ve m eyveyle bes­ lenir; midesi gevişgetirenlerinki gibi çok bölm elidir; çok yavaş hareket ettiği için tem belhayvan adıyla anılır. Dışkılarını çı­ karmak için her 8 - 1 0 günde bir yere iner; dişisi 5-6 ay süren bir gebelikten sonra bir yavru doğurur. (Bil. a. B radypus tridactytus; b radypodidae familyası.)

• Eski yunan yılında art arda çeşitli d ü ­ zeltm eler yapılmış olduğundan, bu ayla­ rı günüm üz takvim lerine uydurm ak zor­ dur; aradaki fazla ya da eksik fark bazen 30 günü bulur. H er ay, yeni ayın görül­ d üğü günle başlıyor ya da öyle başladı­ ğı kabul ediliyordu. Yunan aylarıyla bizim aylar arasındaki karşılıklılık aşağı yukarı ■ A Y , Kutsal Kitap’ta adı geçen kent (Tevşöyledir: kin XII, 8 ; Yeşu VII, 2), günüm üzde Ku­ H ekatom baion Temmuz dü s ’ün kuzeyindeki El-Tell dolayları. Bu­ Metageitnion Ağustos rada, 1933-1935 ve daha sonra 1964 Boedrom ion Eylül -1970 arasında kazılar yapıldı. Kent, eski Puanepsion Ekim I. bronz çağına (i.Ö. 3 1 0 0 ’e doğr.) kurul­ M aim akterion Kasım du ve eski III. bronz çağına (i.O. 2 400’e Poseideon Aralık doğr.) değin yerleşim merkezi olarak kal­ Gamelion Ocak dı. I.Ö. 1220’den 1050’ye değin yeniden Anthesterion Şubat yerleşildi ve sonra yine terk edildi. Ay ken­ Elaphebolion Mart tinin, Yeşu’nun birlikleri tarafından ele ge­ M unikhion Nisan çirilişinin öyküsü (Yeşu VIII), tarihsel bir Thargelion Mayıs gerçeğe dayanm az. Oysa dem ir çağın­ S kirophorion Haziran da, burada bulunan köy barışçı yoldan • Roma yılı da, bizimki gibi 365 gündü kurulmuştu. Kutsal K itap’taki öykünün, 1 2 aya bölünm üştü. kabileler arasında çıkan bir toprak anlaş­ Januarius Ocak mazlığıyla ilgili olduğu sanılır. Şubat Februarius A Y , Mısır kralı. A m arna’da mem urdu. Martius Mart Başlangıçta yandaşı olduğu Akhenaton Aprilis Nisan reformlarını tasfiye etmekle görevlendiril­ Maius Mayıs di. Genç Tutankham on’un danışmanlığı­ Haziran Junius Temmuz nı yaptı. Daha sonra onun dul karısıyla ev­ Julius ya da Ouintilis lendi ve I.Ö. 1320’ye doğru tahta çıkarak, Ağustos Augustus ya da Sextilis general H orem heb’in gelişine değin üç yıl Septem ber Eylül krallık yaptı. Mezarı Krallar vadisindedir. O ctober Ekim

ayağ ■ A Y (Lütfi), türk tiyatro eleştirmeni ve çe­ virmen, (İstanbul 1911), Dil ve tarih -coğrafya fakültesi transız dili ve edebiyatı b ölüm ü'nü bitirdi, Tercüm e bürosu'nda çevirmenlik, Devlet konservatuvarı’nda ti­ yatro tarihi öğretm enliği yaptı. Devlet ti­ yatrosu edebi kurul üyesi, Uluslararası ti­ yatro eleştirmenleri birliği ikinci başkanı ol­ du. Çeşitli dergi ve gazetelere tiyatro eleş­ tirileri yazdı. Klasik ve çağdaş yazarlardan dilim ize çevirdiği oyunlardan bazısı öde ­ nekli ve özel tiyatrolarda sahnelendi, bir­ çoğu basıldı. ■ A Y (İsmet), türk tiyatro ve sinema oyuncusu (İstan b u l.1924). Ankara ve İs­ tanbul konservatuvarlarını bitirdi. 1947’de girdiği İstanbul Şehir tiyatrosu'nöan 1980'de emekli olduysa da ko­ nuk oyuncu olarak görev almaya devam etti. Vişne b ahçesiindeki ■rolüyle Avni Dilligil tiyatro ödülü'nü (1987) ve Kültür bakanlığı devlet ödülü’nü (1988), en iyi erkek oyuncu dalında kazandı. Özellikle sinirli, huzursuz, hırçın ve ruhsal denge­ l e r i bozuk tipleri başarıyla canlandıran sanatçı, ayrıca 50’ye yakın film de de rol aldı (Renkli dünya, Talihli amele, 1980; Kaşık düşmanı, 1984; Asılacak kadın, 1986).

nellikle yatay durur: ço k ışık alan üst yüz, fotosenteze ço k elverişli özgül bir palisat dokusuyla donanır, her zaman gölgede kalan alt yüz ise atmosferle gaz alışveri­ şine elverişli boşluklu bir doku oluşturur. Birçeneklilerde aya paralel dam arlı ve aşağı yukarı dikey durum dadır ve iki yü­ zü de aynı yapıya sahiptir. A Y A a. (port. a/a; lat. "b ü yü ka n n e ” an­ lamındaki a via 'dan). Eskiden H indistan’ da yerli oda hizmetçisine verilen ad. Â Y Â ünl. (fars. aya). Esk. Şaşma, karar­ sızlık, kuşku, m erak bildirir; acaba: "Âyâ nice o lu r ki ol cem âli / Bî-perde görenlerûn ya h a li" (Nev'i, XVI. yy.). A y a D e m e t r lu s b a z ilik a s ı , Selanik' te (Yunanistan), kentin efsaneye göre bu­ rada şehit düşen koruyucu azizine ithaf edilmiş kilise. V. yy. ortasında yapılan ya­ pı, beş şahın, bir çaprazsahın, koro yeri­ nin altında, şehidin göm ülü olduğu bir kripta ve sütun dizileri üstündeki kem er­ lerin taşıdığı bir galeriden oluşur. Herakleios zam anında yanan (630) bazilika, 1917’de hem en hem en tüm üyle yıkıldı. Yapılan onarım sonunda duvarları ve ke­ m er karınlarını kaplayan güzel m ozaikle­ rin bir bölüm ü ortaya çıkarıldı. Panoların bazıları V. yy. sonundan (Dem etrius ve melek), bir bölüm ü VII. yy.’dan (Dem etri­ us b ir piskoposla Lelontios arasında), ba­ zıları da IX. yy.’dan (M eryem A na ve as­ ker aziz) kalmadır. Anıtta, ayrıca, V. yy. ya­ pısından kalan ço k güzel m erm er sütun başlıkları ve sütunlar bulunm aktadır.

A Y (Behzat), türk yazar (Mersin 1936). Düziçi köy enstitüsü’nü bitirdi (1954), köy öğretm enliği, ilköğretim müfettişliği yap­ tıktan sonra Gazi eğitim enstitüsü p eda­ goji bölümü'nü bitirerek ortaöğretime g eç­ ti; 1980’de emekli oldu. Yetiştiği ve çalış­ tığı yerlerle (Mersin, Samsun, Siirt vb.) il­ ■ A y a s e y a h a t (le Voyage dans la Lune), gili toplum sal gerçekleri anlatan gözlem ­ Georges M eliös’in yönettiği fransız filmi leri “ Köy notları" biçim inde Köyden geli­ (1902). Sinemada ilk bilimkurgu denem e­ yorum (1959), Başkanın Ankara dönüşü lerinden biri. Film (yaklaşık 300 m film) si­ (1961), Gündoğusu (1970) kitaplarındanemanın büyük öncülerinden G. Möliös' dır. Romanları (D o rA li [1966], Sis içinde in hayal dünyasından çıkan, usta işi ve [1973], Sürgün [1975]) kırsal kesimde ta­ yapm acıksız otuz kadar tablodan oluşur. rımın m akineleşmesi ve kente göçün ya­ rattığı sorunları, kendi m eslek yaşamının olaylarını konu edinir. A Y H A N , Oğuz Kağan destanına göre, O ğuz’un altı oğlundan biri. O ğuz'un ışık­ tan doğan karısından üç çocuğu olur; Ay Han bunların ortancasıdır. Ağabeyleri Gün Han ve Yıldız H an ’dır. Oğuz, im pa­ ratorluğunu altı oğlu arasında paylaştır­ m adan önce, gündoğusuna gönderdiği Ay Han ile kardeşleri, altın yayı bulup ge­ tirirler. A y H an ’ın Yazır, Döğer, D odurga ve Yaparlı adlı oğulları 24 Oğuz boyun­ dan dördünü oluştururlar. Bunlar, Oğuzlar’ın sağ kol (Bozoklu) soyudur. Ay Han doğacılıktan (natürizm) ata kültüne geçi­ şi simgeler. A Y A a. (yun. agio s'un dişi, agia 'dan). 1 . Kutsal kimse: Aya tasvirleri. — 2. Kutsal sayılan kimi kadınların adlarının başında kullanılır: A ya Sofya. A ya irini. A Y A a. 1. Elin bilekle parmak kökleri ara­ sında kalan iç yüzü. — 2. Bot. Yaprağın, genellikle klorofilce zengin, geniş ve yay­ van bölümü. (Bk. ansikl. böl.) |] Çiçekte bir çanağın ya da tacın parçaları ayrı oldu­ ğu zaman, çanak ya da taçyaprağın g e ­ niş ve yayvan bölüm ü, ya d a taçyapraklar bitişik olduğu zam an tacın bütün yay­ van bölüm ü. — 3 . Esk. Terazi kefesi "... terazunun b ir ayasına urulsa ...” (Kısas-ı Enbiya, XIV. yy ). — Kuşbil. Tüy ayası, kuş tüyünde eksen­ den çıkan ince dalların birbirine bağlana­ rak oluşturduğu düzlem. (Ayağı oluşturan tüy dallarından aynı düzlem de çok sayı­ da dalcık çıkar; komşu dallar bu dalcık­ ların üzerindeki ince çengeller sayesinde birbirine kenetlenir. Tüy ayası böylece su geçirm ez bir örtü halini alır.) —ANSİKL Bot. Yaprak ayası, üzerindeki değişik damar tiplerinden (tüysü, parmaksı, paralel), az ya da çok derin parçalı oluşundan (bütün dişli, parçalı, loplu) do­ layı çok değişik biçim lerde olabilir. Aya­ nın altı ve üstü az ya da çok gözenekli bir üstderiyle kaplıdır, iletim görevi yapan da­ m arlar ve fotosentez* yapan parankima da bu bölümdedir, ikiçeneklilerde aya ge­

Aya seyahat (1902) G.Melies

rikhanesi kütüphanesi' ndedir. Basma eserler arasında çok eski tarihli olanlar vardır. Dergilerle birlikte toplam derm e 40 000 (1985). A Y - A B A (Müeyyet), Selçuklu askeri (öl. 1174). M uham m et T a p a r’ın oğlu. Büyük Selçuklu sultanı S ancar dönem inde gös­ terdiği yararlıklarla ün yaptı. Daha sonra buyru ğ u nd a savaştığı sultan S ancar’ın O ğuzlar’a yenilip tutsak düşmesi üzerine (1153) onu tutsaklıktan kurtardı ve yeni­ den tahtına çıkardı (1156). Sancar ö ld ü k­ ten sonra ardılı M ahm ut H an’a karşı ayak­ lanan O ğuzlar’ı, yıpratm a savaşları vere­ rek sindirdi. Yeni Selçuklu hüküm darıyla arası açılınca, onun gönderdiği orduyu yenerek H orasan'da kendi adına hutbe okuttu (1161). O ğuzlar’a yenilerek kendi­ sine sığınan Sultan M ahm ut ile oğlunu öl­ dürttükten sonra yeni Selçuklu sultanı Arslan Şah’ın buyruğuna girdi (1163). Sel­ çuklu ülkesini istilaya kalkışan Harizmşahlar’ın hükümdarı İl-Arslan'ı başarılı savaş­ lar vererek uzun süre engellediyse de, onun ardılı Tökiş’in eline tutsak düşerek öldürüldü. O ğ luT o ğa n Şah, H orasan’da babasının H arizm şahlar'a karşı açtığı sa­ vaşı sürdürdü. A Y A C U C H O , Peru'da kent, yönetim bölgesi merkezi, Batı sıradağlarının doğu yamacında, 3 000 m yükseltide, A yacucho vadisinin üst kesiminde; 1 0 1 600 nüf. (1990). Sömürge dönem inden kalma kili­ seler. XVII. yy.’dan kalma katedral (barok üslubunda oymalı m ihrap arkalıkları). 1677'de kurulmuş üniversite. Turizm ve el sanatları merkezi. A yacucho yönetim bölgesi, 44 181 km2; 566 000 nüf. (1990). —Tar. 1539’da Pizarro'nun kurduğu ken­ tin eski adı H uam anga’ydı. Bolivar, Sucre’ nin kom utasında 1824 aralığında Pe­ ru kral naibine karşı kazanılan ve G üney Am erika’nın bağımsızlığını onaylayan za­ ferin onuruna, kente A yacucho adını ver­ di. Sonradan Ispanya'da, naip E partero’ nun (1841-1843) yandaşlarına, naibin de savaşa katıldığı sanıldığından, ayacuch o 'lar dendi. A Y A C U C H O v a d is i, Perü’nun yüksek kesim lerinde vadi; b urada yapılan kazı­ larda, uzun süreli (İ.Ö. 2 0 0 0 0 - 1 0 0 0 ) bir yerleşmenin izleri ortaya çıkarıldı. Taş sa­ nayisinin başlangıç ürünleri, günüm üzde ortadan kalkmış bir hayvan topluluğuyla ilintili, kaba saba iki keskin yüzlü araçlar­ dır. Sonraki dönem lerde daha özenle ha­ zırlanmış tek yüzlü (sivri uçlu ve dişli ge­ reçler, keskiler) gereçler ve kemik gereç­ ler yapılmıştır. En son ortaya konan ürün­ ler, ustalıkla yapılmış iki yüzlü sivri uçlu baltalar, keskiler ve kazı kalemleri, maden kesmek için kalemlerdir. En yeni katman­ larda, ekilmiş bitkiler, evcil hayvanlar ve seram ik kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.

• ATİKMUSTAFA-

PAŞA* CAMİSİ.

A Y Â D çoğl. a. (ar. cid ’in çoğl. a cya d ). Esk. Bayramlar: A yâd-ı m üslim in (müslüm an bayramları).

A y a T h e o d o s la k i li s e s i -> G ÜL* CA­

A Y A Ö a. (türk. a yak’tan). Esk. Ayaklı iç­

A y a T h e k la k i li s e s i

MİSİ.

■ A y a T r la d a (“ Kutsal üçlem e” ), Girit'te Phaistos* yakınında bulunan ve adını bir bizans capella’sından alan minos yapıla­ rı (saray ve villa). Saray yaklaşık İ.Û. 1900-1700 ve İ.Û. 1400'e tarihlenen iki ayrı dönem yaşamıştır. D uvarlar figürlü fresklerle süslüdür. Iraklion m üzesi'nde, yazılı tabletler, kilden vazolar (bunlardan biri "hasatçılar” adını taşır) ve üzerinde kurban sahnesi resm edilmiş bir lahit ser­ gilenmektedir. Bu lahit m inos dini ve d in­ sel törenlerinin açıklanması açısından önemlidir.. A y a T r ia d a m a n a s t ı r ı k ü t ü p h a n e ­ s i, İstanbul’da, H eybeliada özel rum li­ sesi binasında, Fener rum patrikhanesi’ ne bağlı kitaplık. Başvuru kitapları bakı­ m ından zengin olan kitaplık dört türkçe, kırk yabancı yayın izliyor. IX. y y .'d a ya­ pılmış olan manastırın zengin yazma eser­ ler dermesi, günüm üzde Fener rum pat­

1081

ismet Ay Çehov’un Vişne bahçesi (1986/87) oyununda İstanbul Şehir tiyatroları

Aya Triada ölüler için yapılan dinsel törenden bir sahne (İ.Ö. 1450-1400’e doğr.) ii müzesi, ı

ğ e ayak basmak, ba ş la m a k , g irm e k : Ga­ zeteciliğe ayak basışının kırkıncı yılını kut­ ladık. || B ir yere ayak basmak, o y e re v a r­ m ak, u la ş m a k : S abaha karşı kente ayak bastık; g e lm e k , u ğ ra m a k : K aç yıldır b u ­ raya ayak basmıyor. || A ya k direm ek, d i­ retmek, b ir k im s e y e karşı ke n d i d ü ş ü n c e v e tu tu m u n d a n ş a ş m a m a k , o n u inatla sa­ v u n m a k . || A yak işi, ş u ra y a b u ra y a git gel, g e tir g ö tü r tü rü n d e n ö n e m s iz işler: B ir sü­

re ayak işlerinde çalışmış sonra tezgâh­ tar olmuştu. || A yak kavafı, ç o k ge ze n , y e ­ rin d e , e v in d e d u ra m a y a n kim se. || A yak kirası, b ir y e re g ö n d e rile n k im s e y e v e ri­ le n bahşiş; ayakteri.|| A yak sesi, y ü rü rk e n ayakların çıkard ığı hafif gürü ltü : Dışarıdan ayak sesleri geliyor. |j A ya k sürtmek, s a ğ ­

Ayairini (IV. yy. başlan)

ki kadehi; " B ir ayağ ile Cem-i devranı basdum N e v 'iy a " (Nev'i, XVI. yy.). — Dilbilg. Türkçe ayak sözcüğü, Farsça’ ya ayağ ya da eyağ biçim inde geçm iş ve ayaklı içki bardağı anlamında kullanılmış­ tır. Divan edebiyatında ise; m ey ve baş sözcükleriyle birlikte tevriyeli olarak kul­ lanılır. A Y A Ö IL I a. Yörs. Ayevi, ayla, hale. A Y A İR İN İ, esk. yun. H ag ia E ire n e , İs­ ta n b u l’daki en eski bizans kiliselerinden biri. Ayasofya ile Topkapı sarayı arasında, Topkapı sarayı’nı çevreleyen surların için­ dedir. IV. yy. başlarında Constantinus I ta­ rafından yaptırıldı; Nika ayaklanmasında Ayasofya ile birlikte yandı, iustinianos I ta­ rafından yeniden yaptırıldı (VI. yy.), isaurialı Leon III tarafından onartıldı (VIII. yy.). Üç sahınlı yapı, ana kubbeyi destekleyen dört beşlik tonoz örtüsüyle, yunan haçı planının öncüsü olarak nitelenir. Absidayı örten yarım kubbe haç biçimi mozaik bezemelidir. İstanbul’daki bizans kilisele­ ri içinde atrium bölüm ünü koruyabilmiş te k örnektir. İstanbul’un fethinden sonra camiye dönüştürülm ediğinden özgünlü­ ğünü korumuştur. Uzun süre C ebehane adıyla silah deposu olarak kullanıldı. Ah­ m et III dönem inde silah müzesi, 1908’ den sonra da Askeri müze oldu. 1972 -1973’te Alm an arkeoloji enstitüsü adına Dr Peschlow tarafından yapılan araştırma­ larda VI. yy.’dan duvarlar, bizans ve osmanlı seramikleri ortaya çıkarıldı. Ayairini bu tarihten itibaren, İstanbul festivali kapsamındaki gösteriler için kullanılmak­ tadır. A Y A K a. 1. insanın yere yatay basabilen ve dik durmasını sağlayan organların uç bölümü.(Bk. anslkl. böl. Anat.) — 2. Ki­ mi hayvanların yere basan organları. — 3. Bacak ya da bedenin belden aşağı bö­ lümü: Ayağını çekm ek,sürüklem ek. A ya ­ ğına b ir pantolon geçirmek. — 4. Tek ba­ şına ya da başkalarıyla birlikte kimi nes­ nelere, mobilyalara destek oluşturan öğe: İskem lenin. d ört ayağı. B ir kadehin aya­ ğını kırmak. — 5. Merdiven basamağı: On ayak m erdiven.— 6. Bir kimsenin gidiş, yürüyüş hızı: Ç ocuğun ayağıyla iki saat sürer. — 7. Ayakkabı: Ayağını giymek. Ayaklarınızı iyice siliniz.— 8. Bir yere ayak atmak, oraya girm ek: Vagona a yak atan h e r y o lc u ö n c e y e r n u m a ra la rın a bakıyordu.\\ B ir yere ayak atmamak, ora­ ya hiç uğram am ak, gitmemek: Böyle y a ­ parsanız b ir daha buraya a yak atmam.\\ A yak ayak, yavaş yavaş, derece derece, basam ak basam ak: Birden değil ayak ayak çıkmak gerek.|| Ayak ayak üstüne at­ mak, bacak bacak üstüne atmak. | A yak bağı olmak, bir kimsenin bir yerden ay­ rılmasına ya da bir işe girişmesine engel olmak: Yanınızda kalarak size ayak bağı olm ak istemem. || A ya k bağını çözmek, karı ya da koca sözkonusu olduğunda boşanmak, birbirinden ayrılm ak .11| Ayak basılmamış, insan ayağının değm ediği yerler için kullanılır. |j B ir iş ya da m esle­

d a s o ld a a m a çsızca, b a ş ıb o ş g e z ip d o ­ la ş m a k . || A ya k sürüm ek, b ir işi y a p m a k ­ ta n k a ç ın m a k için yo lla r, b a h a n e le r a ra ­ m ak; g ö n d e rile n , is te n ile n b ir y e re g it­ m e k te g ö n ü ls ü z o lm a k , g itm e y i g e c ik tir­ m ek. |j (Bir şeye ya da b ir kimseye) ayak uydurm ak, b ir d e ğ iş ik liğ e u y u m s a ğ la ­ m ak: Onlara a yak uydurm uş, onlar g ib i giyinm eye başlam ıştı,|| A ya k yapm ak, bir kim seyi a ld a tm a k için hile v e d ü z e n e ba ş ­ v u rm a k : Bırak ayak yapm ayı b en i alda­ tamazsın (arg.). || A yağa düşmek, b ir iş ya d a konu sözkon usuysa, sorum suz, yetki­ siz kişile rin d ü ş ü n c e le rin e g ö re y ü rü tü lü r d u ru m a g e lm e k . || A ya ğ a fırlamak, o tu r­ d u ğ u y e rd e n hızla b ird e n b ire k a lk m a k . || (Bir topluluğu) aya kaldırmak, onu b ir söz v e d a v ra n ış la h e y e c a n la n d ırıp te la ş a d ü ­ şürm e k: Getirdiği h a b e r bütün aileyi aya­ ğ a kaldırmıştı. j| A yağa kalkmak, sö z k o n u ­ su b ir k im s e ise, a y a k ta d u rm a k ü zere d a v ra n m a k , a y a k ta d u rm a k ; h a s ta ise, y a ta k ta n ç ık m a k , iyile ş m e k : Odaya g irin ­

ce herkes ayağa kalktı. A n ca k iki hafta­ da ayağa kalkabildi. |j B ir yere ayağı alış­ mak, o ra y a g id ip g e lm e y i alışkan lık d u ­ ru m u n a g e tirm e k : B ir kahveye ayağı alış­ mış başkasına gidem iyor. || A yağı çarıklı, “ akıllı, kurnaz k ö y lü " an la m ın d a kullanılır:

O ne ayağı çarıklıdır, bizden daha iyi bilir b u konuyu. |] Ayağı, ayakları dolaşmak, h e y e c a n la n m a , u ta n m a g ib i n e d e n le rle y ü rü y ü ş ü n ü ş a ş ırm a k y a d a yanlış bir d a v ra n ış ta b u lu n m a k . || B ir yere ayağı düşm ek, y olu ü z e rin d e b u lu n d u ğ u için o ra y a u ğ ra m ış b u lu n m a k . |j (Kendi) aya­ ğı ile gelmek, s ö zkon usu bir kim se ise, g i­ d ilm e s i g e re k li te h lik e li b ir y e re kim s e n in zorlam ası o lm a d a n gitm e k; bir nesn e ise, e m e k ç e k ilm e d e n z a h m e ts iz c e e ld e e d ilm e k . || A yağı ile tuzağa düşmek, k a n ­ d ırılm a y a d a b ir işi ö n e m s e m e y ü z ü n d e n hile y e , o y u n a g e lm e k . || Ayağı köstekli, y ü rü m e k te g e c ik m iş , z a m a n ı g e ld iğ i h a l­ d e y ü rü y e m e m iş ç o c u k la rın bu d u ru m u ­ nu b e lirtm e k iç in s ö y le n ir: Yaşıtları yü rü ­

d ü b u daha em ekliyor ayağı köstekli m i­ d ir nedir? || Ayağı, ayaklan suya ermek, g e rç e ğ in is te n ilip b e k le n ile n d e n farklı o l­ d u ğ u n u a n la m a k , aklı b a ş ın a g e lm e k . || A yağı uğurlu, g ittiğ i y e re iyilikler, uğu r, ş a n s g ö tü rd ü ğ ü n e in a n ıla n k im s e le r için kullanılır: A yağı uğurlu b ir adam dı, köye

g e ld iğ i yıl b o l ürün oldu.\\ A yağı üzengi­ de, b ir kim s e n in h e m e n g id e c e k , y o la çı­ k a c a k d u ru m d a o ld u ğ u n u b e lirtm e k için söylenir. || Ayağı, tabam yanm ış it g ib i d o ­ laşmak, b elli b ir y e rd e d u rm a k s ız ın ş u ra ­ d a b u ra d a a m a ç s ız c a g e z m e k : H içb ir iş yapm ıyor, bütün g ün ayağı yanm ış it g i­ b i dolaşıp duruyordu. || A ya ğ ı yerden ke ­ silmek, b ir taşıta b in e re k y a y a y ü rü m e k ­ te n kurtu lm ak; h e rh a n g i bir ned e n le ayağı y e re d e ğ m e m e k . || A yağım a y e r edeyim g ö r sana neler edeyim , b ir işe g ird ik te n so n ra karşısındakinin olanaklarını elinde n alan k im s e için söy le n ir. j| A yağına bağ vurmak, b ir işin y a p ılm a s ın d a b ir k im s e ­ y e e n g e l o lm a k , z o rlu k ç ık a rtm a k . |j A ya ­ ğ ına çabuk, b ir y e re a lış a g e le n s ü re d e n d a h a ç a b u k g id ip ge le n kim selerin bu y ö ­ n ü n ü b e lirtm e k için kullanılır: Ayağına ça­

buktur o, b ir saate kalmaz burada olur. || B ir kim seyi ayağına çağırmak, o k im s e ­ nin y a n ın a g e lm e s in i istem ek: K endi g e ­

leceğine beni ayağına çağırıyor. || A ya ğ ı­

na çelm e takmak, bir kim senin bir işte iler­ lem esini, yükselm e sini en g e lle m e k . || Aya­ ğına dolanmak, b ir k im s e y e yaptığ ı y a d a y a p m a y ı ta s a rla d ığ ı k ö tü lü k k e n d i başına g e lm e k ; b ir kim s e n in s e rb e s tç e ha re ke t etm e s in e y a d a ra h a tç a iş y a p m a s ın a en­ g el o lm a k . || Ayağına düşm ek, b ir k im s e ­ y e ç o k y a lv a rıp y a k a rm a k , a y a ğ ın a k a ­ p an m ak: Beyreğin ayağına düştüler (De­ d e K o rkut, XIV. yy.). |j Ayağına geçirmek, b ir şeyi u y u p u y m a d ığ ın a b a k m a d a n a c e ­ leyle giym ek.(^G E Ç İR M E K .)||A yağm a gel­ mek, s ö z k o n u s u b ir k im s e ise, a lç a k g ö ­ n ü llü c e d a v ra n ıp b irin in yan ın a gitm e k: O

koskoca B ey kalkm ış ayağımıza gelmiş; b ir şeyse b e k le n m e d ik b ir a n d a k e n d i­ liğ in d e n orta y a ç ık m a k : Ayağına gelen

b u fırsatı kaçırma.\\ B ir kim seyi ayağına getirtmek, k e n d in d e n yaşlı ya d a m evkic e b ü y ü k b ir kim seyi ya n ın a g e lm e k z o ­ ru n d a b ıra k m a k : S onunda adam salmış,

yaşlı babasını ayağına getirtm iş. || Ayağı­ na gitm ek, saygı g ö s te re re k b ir k im s e ­ nin ya n ın a v a rm a k : Elbette biz onun aya­ ğına gideceğiz. \\ Ayağına ip takmak, b ir kim seyi ç e k iş tirm e k kötü yanlarını sayıp d ö k e re k d e d ik o d u s u n u y a p m a k . |j Ayağı­ na, ayaklarına kapanmak, aya k la rın a d ü ş m e k : Bir gün gelecek ayağıma kapa­ nacaksın; b ir k im s e d e n bağ ışla n m a sın ı y a lv a ra ra k iste m e k : Ayaklarım a kapanıp

a f diledi. j| Ayağına, ayaklarına kara su in­ mek, u zun süre a yakta kalm aktan ç o k y o ­ ru lm a k . || A yağına kira istemek, b ir y ere g id ip g e lm e y e ü ş e n m e k , iste ksizlik g ö s ­ term ek, nazlanm ak. || Ayağına oturmak, a y a k k a b ı s ö z k o n u s u y s a , a y a k ö lç ü s ü n e d e n k d ü ş m e k , a y a ğ ın a g ö re g e lm e k . || A yağına p a b u ç olmamak, b ir kim seyi b a ş k a s ıy la karşıla ş tırırk e n o n d a n kat kat aşağ ı o ld u ğ u n u v u rg u la m a k iç in söylenir.

|| Ayağına sıcak su mu dökelim, soğuk mu, b ir y ere ç o k s e y re k olara k gelen k o n u ğ a “ n a s ıl o ld u d a g e ld in ” a n la m ıy la he m s e v in ç h e m d e s ite m b e lirtm e d u ru ­ m u n d a sö y le n ir. |j A yağına üşenmemek, her tü rlü g e tir g ö tü r işini b ık m a d a n y a p ­ m ak, h a m a ra t o lm a k : A yağına üşenmez

g ü n d e b irkaç kez kıyıya inip öteberi geti­ rir. || Ayağına yüz sürmek, b ir kim seye yal­ varıp yaka rm a k , bağlılığını belirtm ek, aşırı saygı g ö s te rm e k . || A yağında donu yok fesleğen ister, takar başına, y o k s u n bir k im s e n in y o k s u llu ğ u y la b a ğ d a ş m a y a n d a v ra n ış la rd a b u lu n d u ğ u y a d a süse gö s ­ te riş e d ü ş k ü n lü k g ö s te rd iğ i d u ru m la rd a söylenir. || Ayağını alamamak, g itm e y i alış­ k anlık d u ru m u n a g e tird iğ i b ir ye ri b ıra k ­ m a m a k ; ağrı y a d a u y u ş m a n e d e n iy le a yağ ını o y n a ta m a m a k . |j Ayağını bağ la ­ mak, a y a k bağ ı o lm a k , jj B ir yerden aya­ ğını çekmek, ö n c e le ri sık sık g ittiğ i b ir y e ­ re artık u ğ ra m a z o lm a k . || Ayağını denk almak, k e nd isin e y a p ıla b ile c e k k ö tülü kle­ re karşı d ikkatli v e u y a n ık bulu n m a k: A ya­

ğını d en k al, bak neler yapacağız sana. |j Ayağını düze basmak, g ü ç lü k le ri, sıkın­ tıları g e rid e bırakm ak, g e le c e k te n güve nli bir d u ru m a kavuşm ak. || B ir kimsenin aya­ ğını kaydırm ak, b ir k im s e y i g ö re v in d e n u z a k la ş tırm a y a o n u n y erine , a lanına g e ç ­ m e y e ç a lış m a k : S onunda adam cağızın

ayağını kaydırmış, yerine kendisi geçmiş. |j Bir yerden ayağını kesmek, o ra d a n aya­ ğını ç e k m e k ; b ir kim s e y i bir ye re artık g e ­ le m ez, u ğ ra y a m a z d u ru m a g e tirm e k . ||

Ayağını, ayaklarını öpeyim, b ir k im s e y e yalvarıldığı, o n d a n a c ım a v e yardım dılenildiği d u ru m d a söylenir. || Ayağını sürü­ m ek, b ir işin ya p ım ın ı g e c ik tirm e k ,o n u is­ te k le e le a lm a m a k ; s ö z k o n u s u k o n u k lu ­ ğ a ge lm iş biriyse, a rd ın d a n başkalarının d a g e le c e ğ in e inanm ak; hasta biriyse, d u ­ rum u a ğ ır olm ak, ö lm e k üze re bulu n m a k . || Ayağını tek almak, b ir işe g iriş irk e n ya d a b ir işi y a p a rk e n b ü tü n y ö n le riy le d ü ­ ş ü n ü p d ik k a tli o lm a k . || A yağını vurmak, a y a k k a b ı s ö z kon usuysa, ayağını acıtm ak y a d a y a ra e tm e k . || Ayağını yorganına g öre uzatmak, g id e rin i g e lirin e g ö re d ü ­ z enlem ek. || B ir kim seyi ayağının altına al­ mak, o n u iy ic e ç iğ n e y ip te k m e le y e re k d ö vm ek. ||8/r şeyi ayağının altına almak, bir

ayak mevki ya da makamı hor görerek te p ­ mek, istememek. |j Ayağının altına karpuz k a bu ğ u koymak, bir kimseyi hile ve d ü ­ zenle işinden etmek, ayağını kaydırmak. || Ayağının, ayaklar altında, bir yerin, da­ ha yüksekte bulunan bir yerden rahatça görülebileceğini belirtm ek için kullanılır: O radan sanki bütün Boğaz ayağının al­ tında. || Ayağının bastığı ye rde ot bitmez, bir kimsenin uğursuz olduğunu, gittiği ye­ re kötülükler g ötürdüğünü belirtmek için söylenir. || Ayağının pabucunu başına giy­ mek, toplum daki yeri, değeri kendisiyle denk olmayan, düzeyi düşük biriyle evlen­ mek; değersiz birini üstün ve saygın bir durum a kavuşturmak. || Ayağının tozuyla, gelir gelmez, hiç dinlenm eden: Trenden inmiş, ayağının tozuyla toplantıya koş­ muştu. || A yağının türabı olmak, bir kim ­ se sözkonusuysa, başka bir kimseye köle gibi hizmet etmek, her buyruğunu yerine getirir durum da olmak. || Bir şeyini (soyut) ayaklar altına almak, onur, namus, vb. sözkonusuysa, hiçe saymak, çiğnemek: Şerefini ayaklar altına alan adam dan her kötülük beklenir. || A ya kla r baş, başlar a yak oldu, toplum da dengenin bozuldu­ ğu, değersiz kişilerin başa geçtiği, değerli kim selerinse gözden düştüğü durum lar­ da söylenir. || Ayakları birbirine dolaşmak, yorgunluktan telaş ya da korkudan yürü­ yem ez durum a düşmek, yürürken ayak­ ları birbirine takılmak. || Ayakları geri geri gitm ek, bir yere gitm e isteği duym a­ mak, gönülsüzce gitmek. || Ayakları yere basmak, sağduyulu, gerçekçi olmak. || Ayakları yere değm em ek, çok sevinmek, sevincinden hoplayıp zıplamak. || Bir kim ­ senin ayaklarına kapanmak, ondan af d i­ lem ek.! B ir şey ayaklarına yatmak, karşı­ sındakini inandırm ak için olduğundan başka türlü görünm eye çalışmak. || A yak­ larını yerden kesmek, güreşte karşısında­ kini belinden yakalayıp havaya kaldır­ mak. |j Ayaklarının, ayağının ucuna bas­ mak, hiç ses çıkarm adan gürültüsüzce yürüm eye çalışmak. |j A ya ku çlu başuçlu yatmak, yatakta, ayakları bir başkasının baş koyduğu yere gelecek biçim de yat­ mak. || Ayakta, ayağa kalkmış olarak: Baş­ kanı ayakta alkışladılar; telaş ve heyecan içinde: Bütün köy gecenin b u geç saatin­ d e ayaktaydı. || A yakta kalmak, durmak, oturacak yer bulamamak: Sonradan gelen­ le r ayakta kalmıştı; bina vb. sözkonusuy­ sa, yıkılmamış duru m d a olmak, çökm e­ mek: O d önem den ayakta kalan tek ya ­ pıydı. || B ir kim seyi ayakta tutmak, onu oturtm ak gerekirken oturtmam ak; ona yardım ederek durum unu korumasını, kö­ tü bir durum a düşm em esini sağlamak. || Bir şeyi ayakta tutmak, o şeyin yıkılmama­ sı™, varlığını sürdürmesini sağlamak: Eski eserleri ayakta tutm ak için gerekli önlem ­ leri almalıyız. || A yakta uyumak, çevresin­ de olup bitenlerin ayrımına varamayacak ö lçüde dalgın, yorgun ve şaşkın d uru m ­ da olmak. || Ayaktan düşmek, güçsüz kal­ mak, kuvvetten düşmek, yıkılmak: Dut eli­ m i kim ayaktan düşm üşem / Hem n eda­ m e t o duna dutuşm uşam (iskendername XIV.-XV. yy.) [esk.]. —Aktar. Yürüyen portiklerin yatay kirişle­ rine bükülm ez biçim de ya da eklemle bağlanabilen ve bu kirişlere dayanak iş­ levi gören direkler. (Portiğin devinimini sağlayan rayların aralığı düzensiz oldu­ ğundan, ayaklardan birinin eklemle b ağ ­ lanması zorunludur.) || Sehpa ayağı, yük kaldırıcı sehpanın iki dikmesini taşıyan ah­ şap parça. —Anat. A yak parm ağı, ayakların ucunda bulunan beş uzun çıkıntının her biri. (Dörtayaklılarda ön ve arka ayakların parm ak­ ları arasında fark yoktur. Ikiayaklılarda, el­ lerden farklı olarak, ayak parmakları kısaimıştır, am a onlar da gene üç parça [baş­ parm ak iki parça] kemikten oluşur. Yal­ nız ellerde her parm ağın ayrı adı olduğu halde ayak parm aklarının hepsinin ayrı adı yoktur.) || Ayak sırtı atardamarı, baldır ön atardam arının uç dalı, jj A ya k sırtı ka­ sı, ayağın sırt bölüm ünde bulunan, par­

makların kısa ekstensor kası. |[ A yak ta­ banı, ayağın yere basan alt bölümü. (Ayak tabanı aponevrozları, biri yüzeyde öbürü derinde olm ak üzere iki tanedir. A ya k tabanı atardam arları da iki tanedir: iç ve dış atardam arlar. Bunların ikisi de, baldır arka atardam arından ayrılır. Biri iç­ te öbürü dışta bulunan ayak tabanı sinir­ leri, baldır arka sinirinin uç dallarıdır. Ayak tabanı ince kası, b ir baldır kasıdır ve çok uzundur; ikizkas ile soleus arasında yer alır ve uylukkemiğinin dış lokmasından topukkem iğine uzanır.) —Ask. A yak oltası, düşm an piyadesinin durdurulması için toprağa çakılmış kazık­ lardan oluşan engel. (D üşm andan gizle­ m ek amacıyla örtülü çukur, çalı ya da ot­ ların arasına çakılır.) — Balıkç. A yak halkası, bir ağın ucuna bağlı bulunan ve onu karada yere çakılı bir kazığa bağlayan ip. |[ Makarayı olta ka­ mışına bağlayan halka. — Bayınd. Bir köprünün ara mesneti. (Bk. ansikl. böl.) |j K enar ayak, yatay kuvvet­ leri karşılamak için düşeye göre çok eğik olarak yapılan kalın ayak. — Bir köprünün uç dayanağı. (Bk. ansikl. böl.) — Bisikç. iki tekerlekli bir taşıtı durm a sı­ rasında d en gede tutan açılır kapanır kü­ çük destek. (Ayak yanda ya da arkada olabilir).||A ya k marşı, motosiklet m otoru­ nun çalışmasını sağlayan düzenek; dişli bir parça ya da mandallı bir dişli çarkla m otorun ilk devinim milini harekete geçi­ ren ve ayakla kum anda edilen bir pedal­ dan oluşur. — Böcbil. G öğüs halkalarına bağlı bulu­ nan ve bir dizi eklemli parçadan oluşan göğüs eklentileri. (Eklembacaklıların bir b ölüm ünde bunlara bacak da denir.) [Ti­ pik olarak eklem bacaklıların ayaklarında kalın ve kısa bir d ip bölütü bulunur ve bu parça ön-arka doğrultusunda bedene ek­ lemlenir; ayak ise altı parçadan oluşur ve dikey düzlem de hareket eder.] || Karın ayakları ya da yalancı ayaklar, bazı bö­ ce k kurtçuklarında, yürüm eye yarayan, zar yapısında, eklemsiz çifte eklentiler. (Pulkanatlıların tırtıllarında, bir çifti onun­ cu bölütte [anal ayaklar] olm ak üzere beş çift ayak vardır.) — Coğ. -> GİDEĞEN. — Demire. Parm aklık ayağı, bir parm ak­ lıkta ya da balkonda açıklıkları belirginleş­ tirmek ve bütünü sağlamlaştırmak için be­ lirli aralıklarla konulan kafesli dikme. — Denize. A ya k kafesi, bir gem inin köp­ rü üstüne, iskele başlarına, lom bar ağız­ larına ve genellikle mürettebatın çok g eç­ tiği yerlere döşenen ağaç kafes. j| A yak paleti, lom bar ağızlarında, kam ara önle­ rinde, filikalarda ayak silmek için kullanı­ lan ve eski halat bozuntularından örüle­ rek ya da dokunarak yapılan paspas. || A ya k torno, palangaların ve hareketli ha­ latların yönlerini değiştirm ede kullanılan tek dilli, sapanlı ya da kancalı makara. (Eşanl. AYAK BASTİKA*.) — Deric. Yüzölçüm üyle satılan deriler için kullanılan eski bir ölçü birimi. Günüm üz­ de desimetrekare birimi kullanılmaktadır. 1 ayak, 0,9292 desim etrekareye eşittir. — Ed. Yunan ya d a latin şiirinde, dizele­ rin ölçüsünü oluşturan uzun ya d a kısa heceli belirli bir (ikiden dörde), hece g ru ­ bu. (Bk. ansikl. böl.) || Âşık edebiyatında kafiye (uyak) anlam ında kullanılan söz­ cük. || A yak açma, âşık yarışmalarında ilk sözü alan âşığın, okuduğu ilk dörtlükte kullandığı ayakla atışmayı başlatması. |j A ya k uydurma, âşık yarışmalarında ikin­ ci âşığın, ilk sözü alan âşığa, onun kullan­ dığı ayakla cevap vermesi. — El sant. A yak çıkarmak, kabın yere oturduğu kaide bölüm ünü tek parça ola­ rak yapmak. — Elektrotekn. Kutup ayağı, kutupsal bir parçanın, indüvi armatürüne komşu olan ve çekirdek aralığını çevreleyen bölümü. — Esk. sil. Okun, tem ren ya da soya takı­ lan ucu. — Okun şalvardan soyaya ka­ dar olan, 17.-24. bölüm leri arasına veriien ad. — Yayın alt başına verilen ad. ||

1083

A Y A K B İL E Ğ İ

AYA K TA R AĞ I 13

ayak’ın iskeleti 1. Topukkemiği; 2. Aşıkkemiği; 3. Küpsükemik; 4. Kayıksıkemik; 5,6,7. Koşelikemikler; 8,9,10,11,12. Ayaktarağı kemikleri; 13. Birinci parmakkemiği; 14. ikinci parmakkemiği; 15. Üçüncü parmakkemiği.

ayak’in anatomisi

Ayak şahidi, eskiden bir menzilde rekor kı­ ran okçunun nişan taşını diktirmesi için hazır bulunması gereken tanık. (Bk. a n ­ sikl. böl.) || A yak taşı, okçunun atışını ya­ pacağı yer. (Menzil kurulduğu zaman, yerden bir kaç karış yükseklikte dikilir.) || A yak yayı, ayak yardımıyla kurulan ve sa­ vaşta yaya askerlerince kullanılan yay. (Bk. ansikl. böl.) — Folk. A ya k açmak, nişanlı kızı, alıştır­ m ak am acıyla oğlanevi yakınlarında d o ­ laştırmak. (Gelenekselliğini sürdüren ke­ simlerde, düğüne yakın günlerde sık rast­ lanan uygulam alardandır.) |j A yak kirası, gelenekselliğini sürdüren kesimlerde, at üstünde oğlanevine gelen gelinin inip eve girm esi için, oğlan babası tarafından ve­ rilen arm ağanlar. (Gelin verilenleri yeterli bulm adıkça attan inmez.)|| A yak kösteği­ ni kesm ek,yürüyemeyen ya da sık sık dü­ şen çocukların ayağında varolduğuna inanılan görünm ez bağı kesmek; bunun için yapılan törensel uygulamalar. A d a ğı­ nı kesm ek de denir. (Bk. ansikl. böl.) |j Ayağına basmak, nikah m asasında ya da gerdek gecesi, evlilikte üstünlük sağ­ lama amacıyla eşlerden birinin öbürünün ayağına basması. (Kim daha erken dav­ ranır, ötekinin ayağına basarsa, evlilikte onun sözünün g eçeceğine inanılır.) || Ayakları sevişmek, eskiden tulum bacı sandığını taşıyanların, aynı uzunlukta ve tempoda adım atmalarına verilen ad. || Ağırkoyun ayağı, tulumbacılıkta, ufak adımlar­ la koşmaya verilen ad. — Geom. Bir D doğrusuna ya da bir P düzlem ine indirilen bir A dikmesi için, A ile Dnin ya da Pnin kesişim noktası. (Benzer biçim de bir üçgen yüksekliğinin ayağından sözedilebilir.) || A yak eğrisi, bir C eğrisi düzleminin bir noktasından, C nin teğetlerine indirilen dikm e ayaklarının kü­ mesi. (Bir elipsin ya da bir hiperbolün bir odağa göre ayak eğrisi, onun asal çem ­ beridir; parabolünki köşesinden geçen te­ ğettir. Çem berin ayak eğrileri, Pascal sal­ yangoz eğrileridir.) || A y a k eğrileriyle d ö ­ nüşüm, kutuplar ve kutup doğrularıyla ya­ pılan bir dönüşüm le bir evirtimin çarpımı; burada aynı çem ber ya da küre, doğrult­ m an çem ber ya da küre ve evirtim çem ­ beri ya da küresidir. || A y a k yüzeyi, uza-

1. Baldır ön kası; 2. Baldır ön toplardamarı; 3. Ayakbileği kemeri; 4. Ayak sırtı atardamarı; 5. Baldır ön siniri; 6. Ayakbileği üst atardamarı; 7. Ayaktarağı üst siniri; 6. Ayakbileği iç atardamarı; 9. Başparmak ekstensor kası; 10. Baldır ön kasının iç dalı; 11. Parmakların ortak ekstensor kası; 12. Baldır yan kası; 13. Baldır ön atardamarı; 14. Baldır ön kası; 15. Parmakların ortak ekstensor kasının kirişleri; 16. Baldır dış toplardamarı; 17. Ayak kası; 18. Baldır yan kısa kasının kirişleri; 19. Baldır ön kasının kirişi; 21. Kemiklerarası üst kaslar; 22. Kemiklerarası üst atardamarlar; 23. Parmakların ortak ekstensor kasının kirişleri

ayak 1084

yın bir noktasından bir yüzeyin teğetleri­ ne indirilen dikm e ayaklarının kümesi. || B ir M noktasının a yak eğrisi üçgeni, veri­ len bir üçgenin kenarlarını taşıyan d o ğ ­ rular üzerinde M nin d ikgen izdüşüm le­ rini köşe alan üçgen. || İki C v e C 'e ğ ris i­ nin iki kat ayak eğrisi, bunların ortak düz­ leminde, biri C ye öbürü C ' ne olm ak üze­ re, birbirine dik iki teğetin çizilebildiği nok­ talar kümesi. — Halk müz. Türk halk m üziğinde ma­ kam. (Türk halk müziğindeki başlıca ayak­ lar: BEŞİRİ, BOZLAK, DERBEDER, DİVAN, DÜZ KEREM*, GARİP, KALENDERİ, KESİK KEREM*, MAYA, MİSKET, MUHALİF, MÜSTE­ ZAT, TATYAN, KEREM*, YAHYALI KEREM*, YANIK KEREM* ayaklarıdır.) || Bir parçadan

Korinthos düzeninde gömme ayaklar Paris'teki Innocents çeşmesi'nden ayrıntı (XVI. yy.)

önce, kulağı ezgiye alıştırmak amacıyla genellikle doğaçtan çalınan ezgi. Açış da denir. (Belli ezgisi olan ayaklar d a vardır. Ankara divan ayağı, Urfa divan ayağı gi­ bi.) || Yöresel üslup, tavır. — Havc. Pala ayağı, bir helikopter perva­ nesini ya d a rotorunu göb e ğ e bağlayan pala bölümü. — Isıbil. K em er ayağı, bir fırın kemerinin metal çatkısı üzerine oturan, ateşe daya­ nıklı destek parçası. — inş. Bir kemerin, tonozun, tavanın ya da çatının ilettiği yükleri taşımak için yapılan ayrık ve som kâgir destek. (Eşanl. FİLPAYE, PİLPAYE.) [Bk. ansikl. böl.] || A çıt yata­ ğı, bir açıtın pervaz, ayna kasa ve şevden oluşan yan bölüm lerinden her biri. || Bağlı ayak, kuyruk bölüm ü bir iç duvara kenet­ lenen kesme taş ayak. || Destek ayak, bir tonozun itme kuvvetini karşılam ak üzere yapı duvarlarını destekleyen kâgir payan­ d a ayağı. || D uvar içi ayağı, bir tem el d u ­ varının iç yüzeyini destekleyen öğe. || Guseli ayak, bir kirişin açıklığını azaltarak yü­ künü hafifleten ve bu kirişin ucuna d o ğ ­ ru yerleştirilen, eğik, ahşap ya da demir parça. || K em er ayağı, bir kemerlemenin başlangıç noktasını taşıyan kare kesitli destek. Bir kem erlem ede, iki kem er ara­ sında yer alan tek ayak. (Kemer ayağına, aralama ayağında olduğu gibi taşkın ya d a göm m e bir ayak eşlik etmez.) || Kiriş altı ayağı, bir kirişi taşımak için duvar için­ de yapılan kesme taş takviye ayağı. || Kö­ şe ayağı, bir duvarın köşesinde yer alan ayak. || Şöm ine ayağı, bir şöm ine yaşm a­ ğında yan dikm elerden her biri. || Takvi-

2. köşe ayağı 3. ara ayak

takviye ayakları ye ayağı, bir duvarı sağlamlaştırmak ama­ cıyla yapılan örm e ayak. (Ara ayak, d u ­ varda örgü sıraları arasına yerleştirilen bir takviye ayağıdır; yine bir takviye ayağı olan köşe ayağı, birbiriyle kesişen iki d u ­ varı birleştirir.) — Kâgir bir duvarın daya­ nımını artırm ak için duvar içinde yapılan kesme taş ayak. |[ Tonoz ayağı, bir tono­ zun ilettiği yükleri taşıyan düşey bölüm. — İsi. huk. A ya k nâibi, kadıların çarşı ve pazarda esnaf teftişi için görevlendirdik­ leri naipler. (Bunlar suçluları m ahkem e­ ye çağırmaz, anlaşmazlıkları yerinde çözer ve sonucu kadıya bildirirlerdi.) — Kad. doğ. Ayaktan alma, makattan ge­ lişini sağlamak amacıyla dölütü ayakların­ dan yakalam a manevrası. — Kilitç. Kilit gövdesine tutturulm uş ve

gövdeyle kapak arasında yer alan küçük parça; direk, karşılık ya da bağlantı g ö ­ revi yapabilir. j| D elikli ayak, üzerine ka­ pağın vidalandığı ayak. — Kur. tar. Ayak d iv a n ı, OsmanlI imparato rlu ğ u ’nda ivedi ya da olağanüstü du­ rum larda padişah huzurunda kurulan di­ van. Seferde sadrazam ın başkanlığında kurulurdu. (Bk. ansikl. böl.) |j Ayak esnafı, kentin sokaklarında dolaşarak evlere sa­ tış yapan satıcılara verilen ad. || Ayak nai­ bi, Osmanlı devleti örgütünde çarşı ve pa­ zar esnafını denetleyen görevli. — Kuyumc. ve Ev eşy. Maden, seramik ya da cam dan yapılmış kâse, kupa, kadeh, şam dan vb. eşyanın gövde altındaki elle tutulan bölümü. — Mad. oc. Arın boyu belirli bir uzunluğun üstünde olan ve işletme sırasında kendi­ ne koşut olarak yer değiştiren işletme şan­ tiyesi; genellikle kazı (patkopaç m akine­ si, sapan, kazı yüklem e makinesi) ve yükleme-taşıma (konveyör) için sürekli bir sistemle donatılmıştır. (Bk. ansikl. böl.) jj Ayak arkası, ayak içinde, dolaşım geçitle­ rinin hemen arkasında bulunan bölüm. — Yatağın daha önce işletilmiş kesimi. |j Ayak basıncı, göçerim e yoluyla gerçekleştirilen bir işletme yakınında, kayaç kütlesi üstün­ de oluşan basınç. || A lttan çekm eli ayak, tabanda göçertilm iş bir ayak içeren kalın katmanları işletme yöntemi. (Katmanın üst bölüm ündeki cevher ayak arkasında alt­ tan çekilmiştir.) || A m barlı ayak, işletme sı­ rasında oluşan ve aynı zam anda kazılmış cevheri yığmaya yarayan boşluk. || Kısa ayak, uzunluğu 50 m’yi geçm eyen ayak. (Bu tür ayaklarda kazı süreklidir ve m aki­ nelerle yapılır; taşıma ise vargellerle ger­ çekleştirilir.) — M ak. san. m e r k e z l e m e PİMİ*’nin eşan­ lam lısı. || Biyel ayağı, iki kızak yolu ara s ın ­ d a y a d a b ir p is to n u n ekseni ü ze rin d e yer değ iştire n bir k anca ya ekle m le bağ lanm ış biye l ucu.

— Marangl. Basit bir iskemlede dört dik­ m eden her biri. — Matbaac. Dikdörtgen biçimli harf kalıp­ larında, harf kabartmasının bulunduğu yüzün tam karşısında yer alan oluklu bö­ lüm. — -* REDDADE. — Klişelerin altına, harf ve baskı yüksekliği düzeyine gelm e­ lerini sağlamak için konan tahta ya da m e­ tal altlık. — Mim. Bağlı göm m e ayak, tabanı ya da başlığıyla bir sütuna ya da başka bir göm ­ m e ayağa bağlanan ayak. |j Çeşme aya­ ğı, fıskiye teknesini taşımaya yarayan ve kimi zaman üstünde konsollar, figürler bu­ lunan, yuvarlak ya d a pahlı düşey öğe. |j ■ G öm m e ayak, duvardan küçük bir çıkıntı yapan, genellikle bir taban ve bir başlıkla donatılan düşey yapı öğesi. (Eşanl. PiLASTR.) || incelen göm m e ayak, üst bölü­ mü altından daha dar olan göm m e ayak. || Kalınlaşan göm m e ayak, tepeden taba­ na doğru daralan göm m e ayak. || Kıvrım­ lı göm m e ayak, girintili bir açı oluşturan göm m e ayak. || Taşkın göm m e ayak, ta­ banı ve başlığı olan göm m e ayak. — Mobc. Ayak arası, masa, koltuk, konsol gibi eşyaların ayakları arasındaki boşluk. — Bir mobilyanın ayaklarını birbirine bağ­ layan başlık ya d a çapraz bağlama. — Müz. Çalgı yapımcılığında, orgun b irta ­ kımının en pes ses veren borusunun uzun­ luğunu hesaplam aya yarayan ölçü birimi. (Sekiz ayak Tık [8 '] bir takım, en uzun bo­ rusu [do] 8 ayak 2 , 6 6 m boyunda olandır. Ayrıca 32, 16 ve 4 ayaklık takımlar da var­ dır. Bu sistem, başka çalgılara da uyarlan­ mıştır. Örneğin, klavsende tellerin kuram ­ sal uzunluğu bu yöntem le belirlenir. Se­ kiz ayak, klavsenin ana takımıdır. Dört ayaklık 4 takımlı klavsenlerde, teller yarı yarıya kısaltılmıştır ve bir oktav daha tiz ses verirler. Onaltı a yaklık takımlı klavsen­ lerde, teller bir oktav daha peştir.) —Örmanc. Gövde ayağı, ağacın gövde­ sinin d ip kısmı ile kökleri arasında kalan 1 toprak üstü bölüm ü. (Gövde ayağı, bazı tropikal ağaç türlerinde çok gelişmiştir. Türkiye’de çınar ve meşe gibi büyük çaplı

ağaçlarda gövde ayağına rastlanır.) — Oto ve Dy. Kaya ayağı, otom obil ya da dem iryolu araçlarında tavanı taşıyan ve panolarla kapıların bağlanmasına yarayan karoseri dikmesi. — Oy. A ya k hoplam aca -» ATLAMA BA­ CAK OYUNU. —Ölçbil. KADEM'in eşanlamlısı. — Kenarı

bir foot (30,4 cm ) olan bir kübe eşdeğer hacim ölçüsü birimi. (Genellikle buzdola­ bı ölçülerinde kullanılır.) — Patol. Ç uku r ayak, ayak tabanı kubbe­ sinin aşırı çukurlaşması ve bunun yanı sı­ ra genellikle parmakların tırmık biçimini al­ ması (hemen her zaman iki ayakta birden olur).|j Düztaban ayak, ayak tabanı kub­ besi çökm üş ayak. (N orm alde to p u k ve ayak tarağı kemiklerinin gerilmesini sağ­ layan kasların yetersizliğinden ileri gelir.) — Saatç. Baskının ve şasenin konumunu duyarlı bir biçim de ayarlayan silindir biçi­ m indeki küçük parça. —Seram. Fırınlama levhalarını alttan des­ teklemeye yarayan değişik boyutlarda, pi­ şirilmiş topraktan, ateşe dayanıklı silindir. —Sey. oy. Ayak kuklası, XVI. yy. metinle­ rinde adı geçen bir kukla türü. (Bk. an­ sikl. böl.) ||Ayak oyunu, XIX. yy.'da bale gi­ bi batı kaynaklı sahne danslarına verilen ad. —Spor. Ayak çırpm a, suda ilerlemeyi ko­ laylaştıran, bacakları sırayla vurm a hare­ keti. ||Ayak değiştirme, sol ayakla sekerek adım alıp, sağ ayak sol ayağa yakın m e­ safede yere konarak ve tekrar sol ayakla bir adım atılarak gerçekleştirilen hareket. ||Ayak kündesi, yağlı güreşte bir oyun. (Yerde duran rakip, yere çökm eden ba­ caklar arasından yakalanıp göbek hizası­ na kadar kaldırılır ve sırtüstü çevrilir. (Yük­ sek kü nd e de denir.) |jAyak oyunu,spor­ cunun etkili biçim de rakibini^aldatm ak amacıyla yaptığı ayak hareketleri. || Ayağın­ da top tutmak, futbolda, topla gereğinden fazla oyalanıp topu zam anında bir başka yere aktarm am ak. ||Ayakla köstek, yağlı güreşte bir oyun. (Rakibin bir ayağını iki bacak arasına sıkıştırıp kilitleme ve hare­ ketini engelleyerek, sırtüstü çevirme.) ||Ayakta pedal, bisiklet yarışçısının, bisik­ letini, seleden kalkıp, vücudunun tüm ağırlığını önce bir pedala, sonra öbürü­ ne vererek sürmesi. —Tarım mak. Kültivatör ayağı, kültivatörde, gövde ve uçdem irinden oluşan ve toprağı yırtarak işleyen, yaysız, yarıyaylı ya da yaylı parça. (Ayağın iç derinliği 25 cm ’yi geçmez; ancak, özel am açlarla kul­ lanılan ağır kültivatörlerde derinlik 35 cm 'yi bulur.) —Tasav. Ayak m ühürlem ek,mevlevilik ve bektaşilikte şeyhe saygıyı simgeleyen bir duruş biçimi. (Bk. ansikl. böl.) —Tek. res. ve Mak. san. Pergel ayakları. bir pergelin kolları. — Bir oran pergelinin devingen cetvelleri. — Tekst. Belirli bir desene göre çözgü ip­ likleri arasından geçirilen atkı ipliklerinin durumu; aynı hareketi yapan çözgü iplik­ lerinin geçirildiği gücü çerçevesi; mekikli dokum a tezgâhlarında, basılınca gücü çerçevesini aşağı indiren pedal. ||A yak aramak, kopan atkının ağızlıktaki yerini saptam ak amacıyla makineyi geri almak. Çoğu tezgâhta bu işlem otomatiktir. |j Ayak hareketi, dokum a sırasında aynı gü­ cü çerçevesine geçirilmiş çözgü tellerinin birlikte kalkıp inmesi. || A ya k hazırlama, gücü tellerinin belli bir desene göre ayak­ lara takılarak, tahara hazırlanması. || A yak kaçığı, aynı gücü çerçevesine bağlı çöz­ gü ipliklerinin, bir arıza nedeniyle düzen­ li hareketini yapam am asından kaynakla­ nan desen bozukluğu. || A ya k kolu, el tez­ gâhlarında ve ilkel otomatik tezgâhlarda, gücü çerçevelerinin hareketini sağlayan tahta ya da döküm kol. || A ya k kontrolcü­ sü, belli bir desene göre gücüleri hazırla­ yıp işin taharlanmasını ve tarak dişlerin­ den geçirilm esini sağladıktan sonra, atı­ lan ilk m ekiklerle gücülerin doğru çalışıp çalışmadığını kontrol eden uzman işçi, ilk 5 c m 'lik dokunm uş kumaş üzerinde de-

sen kontrolünü yapar, yanlış geçirilmiş çözgü teli varsa bunları bulup düzeltir. || A ya k sayısı, d okunacak kumaşta, aynı hareketi yapacak gücü tellerinin geçiril­ dikleri gücü çerçevelerinin tüm ü. ||Ayak tahtası, dokum acının üstüne bastığı, d o ­ kum a tezgâhı boyunca yerden 5 cm yük­ seğe yerleştirilmiş tahta. —Terz. Baskı ayağı, dikiş makinesinde, m alzem enin platin üzerinde düzgün ola­ rak yayılmasını sağlayan parça. —Tıp. A yakta tedavi, hastanın günlük ça­ lışmalarını aksatm adan ya da çok az za­ manını alarak yapılan tedavi; hasta yata­ ğ a ya d a hastaneye yatırılmadan yapılan tedavi. || A yakta anestezi, sağlığı yerinde bir kişiye, ameliyat sırasında ya da son­ rasında herhangi bir sakınca doğurm aya­ cağı öngörülerek, hastaneye yatırılmadan ya d a birkaç saat için yatırılarak çok kısa bir sürede yapılacak yerel ya da genel bir cerrahi m üdahale için yapılan anestezi. —Vet. Hayvanlarda bacakların son kısmı. (Bk. ansikl. böl.) — Yumş. bil. Yum uşakçaların sürünerek ilerlem ek için dayandıkları karın uzantısı. (Bk. ansikl. böl.) ■ —Zool. Karada ya da suda yaşayan, yü ­ rüyen, koşan, sıçrayan ya da tüneyen hayvanların bu işe elverişli organı.

ninin ortasında bulunan hiçbir yaratık bi­ linmemektedir. — Bayınd. A yaklar bir tem elden ve dik­ dörtgen kesitli bir som duvardan oluşur; ayakların bir akarsu içinde olması duru­ m unda bu som duvar, genellikle bir ön mahmuz ve bir arka mahmuzla uzatılarak, suların ve yüzen cisimlerin kolayca akma­ sı ve kazılma etkilerinin azalması sağla­ nır. Ayaklar genellikle kagir, beton ya da çoğunlukla kesme taşla kaplanmış beton­ arm eden yapılır. Bir başka ayak türü, te­ mel üstünde, üst bölümleri enine masif parçalarla birbirine bağlanmış bir dizi sü­ tundan oluşur. Ayaklar, köprünün boyu­ na eksenine d ik olmayabilir. Gerçekten de köprünün konum una göre, ayakların iç biçimleri ve yapıları farklılıklar gösterir. • K enar ayaklar, bir köprünün dikkatle in­ celenmesi gereken bölümleridir. Koşulla­ ra bağlı olarak, bunların biçimleri büyük değişiklikler gösterebilir. Köprüde, kemer­ ler, tonozlar ya d a tahliyeler sözkonusu olabilir; dolayısıyla kenar ayağın görevi bu farklı yapıları taşımak ve genellikle top­ rağın uyguladığı itme kuvvetlerini karşıla­ yarak köprüyü, kendisini çevreleyen ara­ ziye bağlamaktır. Kem erler ya d a tonoz­ lar sözkonusu o ld u ğ un d a kenar ayak bu öğelerin itme kuvvetlerini karşılar. Kenar

çeşitli hayvan türlerinde ayaklar —ANSİKL. Anat. Ayak, bacağın alt bölü­ m ündeki iki kemiğe kavalkemiği-bilek ek­ lemiyle bağlanır. Ayak iskeleti de elinki gi­ bi üç bölüm den oluşur: arkada bulunan ayakbileği, iki sıra halinde dizili yedi kısa kem ikten yapılmıştır; arka sırada aşıkkem iği ile topukkem iği, ön sırada kûpsükemik, kayıksıkemik ve üç tane köşelikemik yer alır; ortada bulunan ayaktarağı beş uzun kem ikten oluşur; önde parm akkem ikleri bulunur. Ayak iskeleti yere düz oturmaz; önden arkaya doğ ru ve yanla­ masına içbükey bir kubbe biçimini alır (ta­ ban çukuru), öyle ki ayağın yalnız iki ucuyla dış kenarı yere değer. Ayağın yu­ m uşak kısmı ikiye ayrılır: ayaksırtı ve ta­ ban. Ayaksırtı, ayak kaslarının bağlanma yeri ve parmakların ekstensor kas kiriş­ lerinin ve bacak ön kasının geçit yeridir. Daha karmaşık olan taban üç bölüme ay­ rılabilir: iç, orta ve dış. Bunların içinde bir­ çok kas, fleksor kiriş, dam ar ve sinir yer alır. — Balıkç. Kanadın ve yüzgecin tersine, ayak, uç kısmıyla gerek hareket e debil­ m ek için yere, g erek bir yere tutunabil­ mek için çeşitli katı cisimlere değm eye ya­ rar. Dokunacın tersine ayak daim a ara­ larında birbirine eklemli bir dizi katı bölütten oluşur; ayrıca dallanmış da olabilir (parm aklar, eksopoditler, vb.). Belli sayı­ da çift ayağa sahip olm ak eklem bacaklı­ ların ve dörtayaklı omurgalıların temel özelliğidir. Tek ayaklı ya da ayağı bede­

ayaklar kâgir, beton, betonarm e ve ge­ reğinde öngerilmeli beton olabilir. En yay­ gın kenar ayaklar, bir “ alın” duvarından ve konum larına göre “ kanatlı” ya da "köşe li” denilen yan duvarlardan oluşur. — Esk. sil. »Ayak şahidi. Okçunun rekor kır­ dığı atışından sonra okçular şeyhine gi­ dilir, şeyhin isteğiyle ayak şahitleri çağrı­ lırdı. Ayak şahitleri, okçunun ayak taşına basarak atış yaptığını onaylarsa hava şa­ hitleri çağrılır, onların da onayı alınırsa tö­ renle nişan* taşı dikilirdi. Okçu en az iki ayak şahidi gösterm ek zorundaydı. •A y a k y a y ı. Avrupalılar’caarbalet, doğu­ daysa zem berek ya da tatar yayı adıyla d a bilinen bir yay türü. Yaklaşık" 50 cm uzunluğunda oluklu bir tahta ile tetik ve kabzadan oluşmaktaydı. Daha sonra ge­ liştirilerek d ip bölüm üne tüfek dipçiği bi­ çim i verildi. Yayın kurulmasından sonra kiriş, tetikle bağlantısı olan çengele takı­ lır, ok oluğa yerleştirilir, tetiğin çekilm esiy­ le de o k fırlatılırdı. Yayın kolu, dem irden yapılmaya başlandıktan sonra zem berek adını aldı. — Esk. Yun. ed. Ayak, iki yarım-ayağa bö­ lünür; ayağın iki bölüm ü arasındaki yo­ ğunluk farkı hiçbir karşıtlık yaratmaz: ritim yalnızca uzun ve kısa hecelerin almaşmalı biçimde art arda gelmesiyle sağlanır. Her ayakta, hecelerden biri ritmi sağlayan bir vu rm a ’nın karşılığıdır (kuvvetli zaman), öteki heceyse kaldırm a’nın karşılığıdır (za­ yıf zaman). Kuvvetli zamanın başta gel­

mesi durum unda ritim in ic i’dir; tersi d u ­ rum daysa ritim çıkıcı'dm. Uzun heceler iki, kısalar bir sayıldığına ve ayaklardaki he­ ce birim inin altıdan az ya da ço k oluşuna göre basit ayaklar, bileşik ayaklar ya da ölçüler ayırt edilir. Basit ayaklarda şun­ lar bulunur: 1 . iki yarım-ayağın aynı ölçü birimini simgelediği eşit ayaklar (pyrrikhe, spondeios, daktylos, anapaistos, prokeleusm atikos, khoriam bos); 2 . yarım -ayaklardan birinin ötekinin iki katı d eğe­ re sahip olduğu çifte ayak (iambos, trokhaios, tribrakhys, molossos, ditrokhaios, ionia); 3. yarım-ayaklardan birinin ötekin­ den bir buçuk kat değerli olduğu sesquialter ayaklar (krikitos, bakkheios, antibakkheios). Ender olarak kullanılan öteki ayaklarda, iki yarım -ayak arasındaki iliş­ ki üçte bir (am phibrakhys) ya da dörtte üçtür (epitritos). En sık kullanılan ayaklar spondeios, daktylos, anapaistos, iambos, trokhaios ve tribrakhystir. — Folk. • A yak kösteğini Kesmek. Ç ocu­ ğun iki ayağı pam uk ipliğiyle bağlanır, cu­ m a günü bir cam inin önüne götürülür. Anne ya da baba elinde bir bıçak ya da makasla bekler. Cuma namazından çıkan ilk kişiye bu iplik kestirilir, ipliği kesen, ar­ dına bakm adan oradan uzaklaşır. Ç oğu kez çocuk yürüyene değin bu iplik aya­ ğından çıkarılmaz. Kimi yörelerde daha törensel uygulam alar vardır. Cum a selası verilirken annesi çocuğu bahçeye çı­ karıp kıbleye doğ ru yere bastırır. Köste­ ği kesecek kadın dualar okur, anneyle ço­ cuğun çevresine kara saplı bıçakla bir da­ ire çizer. Ç ocuğun annesi ne yaptığını sorduğunda: “ ço cuğ u n ayak kösteğini kesiyorum " der. Soru ve yanıt üç kez yi­ nelenir. Ondan sonraki iki cum a daha ay­ nı uygulam a yapılır. Ü çüncü cum a ço cu ­ ğun ayağı pam uk ipliğiyle bağlanıp, köstekçi kadına kestirilir. — Inş.. Yükler bir noktada toplanıyorsa, bunları karşılayan desteğe dikm e adı ve­ rilir. Böyle bir desteğin kesiti küçük ola­ bilir ve ahşap, taş, metal ya da beton bir öğeden oluşabilir. Yükler bir noktada top­ lanm ıyorsa a yak adı verilen kâgir bir ta­ şıyıcıya başvurulur. Örülen ya da kapla­ malı taş dolgu sistemiyle yapılan ayak, dört yüzlü bir duvardan farksızdır. Bu ne­ denle ayak diye nitelendirilen ve tek par­ çadan oluşan desteklerin birçoğu, g e r­ çekte birer dikmedir. S ütun* daha karma­ şık bir öğedir: ister tek parçalı olsun, is­ ter dam ar yönüne dik taş dilim lerinin üst üste yerleştirilmesiyle oluşsun, sütun bir dikmedir; örülerek oluşturulmuşsa, sütun, ayak adını alır. Mısırlılar'ın yaptığı “ ayaklari'ın pek çoğu, gerçekte kare kesitli dik­ m elerdir. Bir heykelden yapılmış bir pa­ yandası olan osiris ayaklarıysa kuruluş bakım ından gerçek ayaklardır. Tuğladan yapılm ış M ezopotam ya "sütun la rı" som olduklarından yuvarlak ayakları andırır. Bir revak ya da sıra kem erler üzerinde yükselen duvarı, dikm e sütunlar ya da ayaklar taşıyabilir (Erken Latin uygarlığın­ dan ve Bizans’tan O rtaça ğ ’a değin bu­ nun sayısız örneği vardır). Daha sonrala­ rı, kalın tonozlar yapılması, som destek­ ler gerektirmiştir: Roma dönem inde ayak, haç biçim ini alarak göm m e sütunlarla güçlendirilm iştir. G otik duvar ustalarının, itm e kuvvetlerini belirli bir noktada topla­ m a eğilimi, tapınaklarda taç biçiminde dü­ zenlenen, şahımlarda dizi halinde sırala­ nan sütun-dikmelere ulaştı. Am a genellik­ le, basitb ir sütun b içim inde yapılsa bile destek, sütuncuk dem etiyle ince bir g ö ­ rünüm verilm eye çalışılan, iç bölüm ü taş dolgulu kalın bir ayak olarak kaldı, işlevi b irçok yükü karşılamak olan ayak, Orta­ çağ sonunda, dalgalı ya da prizm a biçi­ m inde öğelere doğru gelişti. Klasik m i­ m arlar, sütunların noktasal işlevini duvar -ayağın sağlam lığından ayırmayı ustaca başardılar; barok dönem de sürdürülen araştırmalar, ayağın sunduğu olanakları artırm aya yöneldi. — Kur. tar. A yak divanı, padişah dışında herkes ayakta d u rd u ğ u ve görüşülen iş

ayak 1086

Ayak-bacak fabrikası (1978-79) adlı oyundan bir sahne İstanbul Şehir tiystrdan

de ivedi karara bağlandığından bu to p ­ lantı “ ayak divanı” diye anıldı. A yak di­ vanı genellikle Topkapı sarayı 'nda, Babüssaade önünde toplanırdı. Başlangıç­ ta padişahın önemli gördüğü bir konu ya da bir yolsuzluk nedeniyle kurulan ayak divanları, sonraları daha ço k askerin ayaklanması ve ender olarak da halkın yakınmalarını dinlem ek üzere gerçekleş­ tirildi. Kanuni Sultan Süleyman, halkın şi­ kâyeti üzerine İstanbul'un artan su gerek­ siniminin karşılanmasını sağlamak ve hacca giden bir türk gemisini ele geçiren Malta şövalyelerine karşı önlem almak amacıyla iki ayak divanı düzenledi. An­ cak, hüküm darların askerin ya da halkın baskısı sonucu kurmak zorunda kaldıkları ayak divanları ço k daha önemlidir. Mu­ rat IV dönem inde kurulan üç ayak diva­ nının birincisinde, sadrazam Topal Recep Paşa’nın kışkırttığı yeniçeriler, genç pa­ dişahı ayak divanına çıkm aya zorladılar. Sadrazam Hafız Ahm et Paşa'yı gözü önünde parçaladıkları gibi, m em urlukla­ rın satılmaması ve devlet dairelerine işi düşen halktan rüşvet alınmaması konu­ sunda da padişahtan söz aldılar. İkinci­ sinde, sadrazam H üsrev Paşa'nın Tokat’ ta idamı üzerine ayaklanan yeniçeriler, saraya yürüyerek Murat IV’ten ayak diva­ nı istediler. H üsrev Paşa'ya karşılık def­ terdar Mustafa Paşa'nın, yeniçeri ağası Haşan H alife’nin ve m usahip Musa Çeleb i’ nin başlarını istediler ve bunları alıp öldürdüler. Ayrıca, sağ olup olm adıkları­ nı anlam ak için saraydaki şehzadeleri görm e isteğinde bulundular. Şehzadele­ ri gördükten sonra padişaha güvenem eyeceklerini bildirdiler, şeyhülislamla sad­ razam Recep Paşajnın kefil olmaları üze­ rine de dağıldılar. Üçüncüsü, bu kez pa­ dişahının isteği doğrultusunda Sinan Pa­ şa köşkünün bahçesinde toplandı. Sad­ razam, şeyhülislam, kazasker, nakibüleşref, bilginler ve Yeniçeri ocağı ağalarının katıldığı divanda padişah, ocak ağaları­ na itaat andı içirdi. M ehm et IV dönem in­ de, piyasaya sürülen "züyuf a kçe" nede­ niyle padişahı ayak divanı kurm aya zor­ layan esnaf ve halk, sadrazamın g örev­ den alınmasını sağladı (1651). A yak d i­ vanlarının sonuncusunu yine M ehm et IV dönem inde Abaza Haşan Paşa'nın kış­ kırttığı Anadolu'daki paşaların sadrazam Köprülü M ehm et Paşa'ya karşı ayaklan­ maları üzerine kuruldu (1658). Erdel se­ ferinde bulunan sadrazamı Edirne'ye ça­ ğıran padişah, otağı hüm ayunda topla­ nan ayak divanında A nadolu’daki ayak­ lanmacılar üzerine asker gönderilm esini istedi. Padişahın buyruk niteliğindeki bu isteği hazır bulunan devlet erkânı tarafın­ dan oybirliğiyle kabul edildi. — Mad. oc. Ayak, yürüyen tahkimatlardan ya da dem ir direklerden oluşan sistemli destek hatları kurularak, baş ile d ip ara­ sında boydan boya açık tutulur. Daha ön­ ce işletilmiş bölüm öten ayak arkası ya tü­ müyle göçertilir ya da doldurulur. Şanti­ yenin boyuna ve yerel kullanımlara göre uzun ayak, kısa ayak ve çok kısa ayak ya da küçük ayak biçim inde bir ayırım yapı­ labilir.

Uzun ayaklarla işletm e* yöntem i özel­ likle köm ür ocaklarında kullanılır; ayrıca potas ve fosfat ocakları da bu yöntemle işletilir. En iyi koşullarda günlük üretim 6 0 0 0 ile 8 0 0 0 t arasında değişir. A yak arınının uç yollarına göre aldığı konum u ve eğim i göz önüne alınarak bir sınıflandırma yapılırsa şu türler sayılabi­ lir: ilerlemeli ayaklar (yollar arını izler), dönümlü ayaklar (yollar önceden kazılmış­ tır), yükselen ayaklar (yatay arın), katman eğim li ayaklar (en büyük eğim li hatta g ö ­ re arın). — Mobc. Ayağın şekli ve süslemesi genel­ likle bir m obilya ya da eşyanın yapılış ta­ rihinin belirlenmesini sağlar. Eski Mısır’ da ayaklar, hayvan ayağı biçim inde, Rom a'daysa parm aklık ya da aslan pençe­ si görünüm ündeydi. O rtaçağ'da, dikm e­ lerin uzantısı olarak dörtgen kesimliydiler. Rönesans'tan başlayarak, bağlam a ku­ şaklarıyla birleştirilmiş yassı yuvarlakların üstünde duran, tornaya çekilmiş ayaklar ortaya çıktı. Bağlam a kuşakları ve ayak­ ların bütününe ayaklık adı verilirdi. Ayak­ lar, kimi zaman A n i kça ğ ’dan esinlenile­ rek karyatit, düşsel yaratıklar ya da sütun şeklini aldı. XVII. y y .'d a ayaklar, parm ak­ lık, ayaklık ya da ters çevrili konsol biçi­ m inde, ço k ender olarak da tornalanmış olurdu. XVIII. yy. başında ve Louis XV dö­ nem inde, ince m arangoz işi m obilyalar­ da, S biçiminde kıvrıntılı bir görünüm alan ayak, bir geyik toynağına dayanıyor ya da bronz bir kübün taşıdığı bir kıvrımla bi­ tiyordu. Louis XVI dönem inde, yeniden dikleşip sarmal ya da düşey yivlerin yeraldığı topaç biçimine büründü, imparator­ luk döneminde, antik mobilyalardan esin­ lenildi. Restauration dönem ir Jeyse yeni­ den burm alı (bazen kılıç şeklinde) bir g ö ­ rünüm aldı. XX. yy.'d a ayaklarda düz çiz­ giler ağır basmaktadır. —Sey. oy. Ayak kuklası hakkında kesin bilgi yoktur. Bir görüşe göre Fransa’da marionettes â la planchette, İtalya’da fantoccini denen türdür. Bu kukla türünde, bir ucu yerdeki tahtaya çakılı sopaya, öte­ ki ucu oynatıcının ayağına bağlı ip üze­ rinde, iki kukla vardır. Oynatıcı ayağını çektikçe ip gerilir, kuklalar hareket eder. Bir görüşe göre de A nadolu’da günü­ m üzde de rastlanan bir türdür. Kuklacı düz bir yere boylu boyunca uzanır. Diz­ lerine bir büyük kukla bağlamış, eline iki küçük kukla almıştır. Ayaklarını bükünce, dizlerine bağlı büyük kukla, elindekilerin arasına girer, üçü birlikte oynatılır. —Tasav. Şeyhin huzuruna yalınayak çı­ kan mürit, ellerini çaprazlam a omuzları­ na koyar, sağ ayak başparm ağını sol ayak başparm ağına bastırarak ayak m ü­ hürler. Bu duruşla mürit, şeyhin emrinden çıkm ayacağını ve em irlerini tam olarak alana kadar m ühürlenm iş gibi duracağı­ na anlatmış olur. İran kültüründe kölenin efendisi, öğrencinin öğretm eni, m üridin şeyhi huzurundaki bu saygı duruşu, Mevlana’nın babası Bahaeddin V e le t*’in ö ğ ­ retisiyle A n a do lu ’ya geçm iş ve mevlevilikte buna ‘niyaz d u rm a k’ denmiştir. —Vet. Ayak, anatom ide, hayvanların art bacaklarında iç dizin altındaki kısımdır. Zooteknide ise ayak dört bacakta da toy­ nakların (atlarda) ya da tırnakların (gevişgetirenlerde ve dom uzda) kapladığı son parçadır. Atta toynak, yerde ona doğru 4 5 ° eğik duran, hemen hemen silindirimsi bir ke-' sik koni biçiminde, boynuzsu m addeden bir kutudur. Dış yüzü pürüzsüz ve cilalı gi­ bidir, buna ç e pe r denir; alt yüzünde çu ­ kur bir taban ve kabarık bir çatal bulunur, iç yüzünde ise lam eller ve gözenekler vardır, bu sayede toynak parm ak kem ik­ lerine sımsıkı bağlanır. Atın ayağında birtakım bozukluklar, ku­ surlar olabilir; bunlar şöyle nitelenir: ayak çok iri olursa, büyü k ayak; tersine olursa, kü çük ayak; ayağa kule biçimi verecek tarzda bütün kısımların biniştiği ya da kay­ nadığı sıkı topuklu d a r ayak, yanı yüksek ayak, canlı kısımlara basınç yaparak to­

pallamaya yol açar. Ayak alçak topuklu olabilir, bu, öncekinin tersi bir kusurdur; buna ek olarak ayak ç o ğu zam an geniş ya da d üz taban olabilir ve burkulm alara yol açar. D olu ayak düz tabandan da öte bir şeydir, bombeli ve çıkıntılıdır ve genel­ likle arpalam a sonucunda olur. Halkalı ayak'ta, çeperin üzerinde çepeçevre ar­ dışık dalgalanm alar vardır. Kaba ayak' ta, boynuzsu m adde kalın, yum uşak ve nemlidir. Z ayıf ayak'ta, boynuzsu kısım in­ ce ve kurudur, kolayca çatlar ve yarılır; bu durum da ayak yarılmış denir; böyle ayağa çivi zor girer ve zor tutunur. Ucu içeriye dönük ayağa içe çarpık ayak, ter­ sine dışa çarpık ayak denir; her iki halde de atın bir ayağı ö b ü r ayağın nalıyla ya­ ralanabilir. Ayakta çok çeşitli hastalıklar olabilir: ön­ ce nalbantın kusurundan kaynaklanan çivi batması, çivi yarası, yanık gibi kaza­ lar olabilir; hayvan bir çivi* ya d a cam kı­ rığı gibi bir şeyin üstünde yürürse gene ayak yaralanabilir. Toynak çeperi çok ku­ ru ya d a çok ince olursa ya da taç kısmı yaralanmışsa toynak yarılabilir ve bu da hep uzunlamasına olur ve taç kısmından başlar: tırnak çatlağı denen bu kusur tır­ nak kabuklanması yapabilir. Ayakta boy­ nuzsu kısmın altı kan toplayabilir; arpala­ m a denen bu hastalığı karıncayuvası ya da yeniay denen rahatsızlıklar izler. Niha­ yet ayağın derin eklem ine (üçüncü par­ mak kemiği ile kayıksı kem ik arası eklem) süreğen bir artrit yerleşebilir ki, buna kayıksı kem ik hastalığı denir. — Yumş. bil. Yum uşakçaların üç büyük sınıfı, ayağın biçim ine ve duruşuna göre belirlenir. Karındanbacaklılar'da ayak bü­ tün karın yüzeyini kaplar ve gerek kasıl­ mayla, gerek kirpikli bir kenarın çırpınma­ sıyla sürünm eyi sağlar. Karındanbacaklılar'da, ayak bol mukus salgılar ve birçok türde bir de kapakçıkla donanır, ikiçenetliler'üe baltayı andıran ayaklar (bu neden­ le bunlara baltaayaklılar da denir) sürün­ meye (iyi kötü), kumu eşm eye ya da tu­ tunm a iplikçikleri (bisüs) salgılam aya ya­ rar. Am a ayağın en değişik olduğu sınıf katadanbacaklılar'dır, çünkü bunlarda ayak baştadır ve ayrıca "te p k i" ile yüz­ meyi sağlayan bir huni biçim indedir; üze­ rinde de uçları çekm enli sekiz ya d a on tane kaslı d oku n a ç bulunur. A Y A K A L T I a. 1. Gelip geçenin çok ol­ duğu yer. — 2 . Bir şeyi ya da kimseyi ayakaltında bırakmak, onun ezilmesine, yok edilm esine ses çıkarm am ak, onu koru­ maktan kaçınmak: Ayakaltında bıraktı be­ ni, arka çıkmadı. || Ayakaltında dolaşmak, elinden iş gelm ediği halde iş yapanların arasında dolaşıp çalışmalarına engel ol­ mak. || A yakaltında kalm ak, sözkonusu bahçe, tarla, ev, vb. ise, gidişgelişin çok olduğu bir yerde bulunmak; bir kimse ise, çevresindekilerce hor görülüp kendisine kötü davranılmak. —Taşoc. Bir yeraltı taşocağında zemini oluşturan bank. A Y A K A P I , İstanbul’d a Haliç kıyısında semt, Fener ile Cibali arasında. İstanbul’ un sur kapılarından Aya Theodosias ka­ pısı (Porta Deksiokrates), Gül cam isi (Aya Theodosia kilisesi), Ayakapı hamamı (1582) ve çeşm esi (1585) buradadır. A y a k - b a c a k f a b r ik a s ı , Sermet Çağ a n ’ ın oyunu (1964). Orm an köylerinde yaşayanların fink ekm eğinden sakat kal­ maları, "kutsal balık" imajıyla yurttaşların dinsel inançlarının söm ürülm esi, ikili anlaşmaların perde arkası gibi güncel olayların ele alındığı oyun, 1960 sonrası türk tiyatro edebiyatının önemli yapıtların­ dan biridir. Erlangen uluslararası tiyatro şenliği’nde (1964) İÜTB Gençlik tiyat­ rosu’na dördüncülük ödülünü sağlayan oyun, Ankara Sanat tiyatrosu’nda oyna­ nırken (1964: 1965), yüz binin üzerinde seyirci çekti. İstanbul Şehir tiyatrosu’nda (1978-1979) ve başka topluluklarca da sahnelendi.

A Y A K B A S T I a. OsmanlI devletinde Is tanbul ve taşranın bazı yörelerine dışarı­ dan gelenlerin ödedikleri vergi. Buna top­ rakbastı parası da denirdi. Ayrıca Ortaç a ğ ’da Fransa’da senyörler de ulaşım yollarının bakımı bahanesiyle yolculardan bu adla bir vergi alırlardı. ■ A Y A K B İL E Ğ İ a. Anat. Ayağın arka kıs­ m ında bulunan ve yedi kısa kemikten oluşan kem ik kütlesi. (Bk. ansikl. böl.) |j A yakbileği-baldır eklemi, baldırı ayağa bağlayan eklem. (Ayakbileği-baldır ekle­ mi kavalkemiği ile kamışkemiğinin alt ucundaki ortak yuvaya aşıkkemiği başı­ nın yerleşmesiyle oluşur. Eklem yüzeyle­ ri dışta ve içte bulunan iki güçlü bağla bir­ birine bağlanır. Ayağın gerilm e ve bükül­ me hareketleri bu eklem le sağlanır.) || A yakbileği-tarak eklemi, ayakbileğinin ön bölüm ü (köşelikemiklerle küpsükemik) ile baş tarakkemiğini birbirine bağlayan ek­ lem. — Karş. anat. D örtbacaklı omurgalıların kol ve bacaklarının ayakbileğine denk ge­ len ve üstte kavalkemiği ve kamışkemiğiyle, altta ayaktarağı kemikleriyle eklem le­ nen bölümü. —-Patol. Yeniyetm elerde ayakbileği ağrı­ sı, ayak tabanı kubbesinin çökmesi ve ayağın dışa dönmesi ile belirgin hastalık. A yakbileğinde ağrı ve topallam ayla birlik­ te görülür. — ANSİKL. Anat. Ayakbileği kemikleri iki sıra halinde dizilmiştir: arka sırada aşıkkem iği ile topukkem iği; ön sırada küpsü­ kemik, kayıksıkemik ve köşeli kemikler

ayakbileği: 1. Topukkemiği; 2. Aşıkkemiği makarası; 3. Küpsükemik; 4. Tarakkemikleri; 5. Birinci köşelikemik (ya da ara köşelikemik); 6. ikinci köşelikemik (ya da ara köşelikemik); 7. Üçüncü köşelikemik (ya da yan köşelikemik); 8. Kayıksıkemik; 9. Aşıkkemiği yer alır. Aşıkkemiği topukkem iğinin üzeri­ ne yerleşmiştir ve kaval-kamış kemikleri­ nin ortak alt oyuğuyla eklemlidir, ikinci sı­ ranın beş kemiği birbiri üzerine oturur, kayıksıkemik aşıkkemiği ile köşeli kemikler arasında bulunur. A Y A K Ç A a. Tekst. AYAKLIK’ın eşanlam­ lısı. A Y A K Ç A K a. 1. Merdiven, merdiven basamağı. — 2. Cambazların boylarını yükseltmek için ayak gibi kullandıkları ba­ samaklı sırık. —Teknol. Elektrik direklerine çıkmaya ya­ rayan kayış ve çengellerle donatılmış me­ tal taban. A Y A K Ç I a. 1. A yak işlerinde çalıştırılan kimse. — 2. Ayakçı meyhanesi, genellik­ le oturulm adan, ayaküstü içki içilen yer. — Kur. tar. Selçuklu ve Akkoyunlu saray­

yaratım modelin nazırlanması masabaşı çalışmaları

0

ıstampa çıkarma atölye ıstampalar

[

? •*« ! rA parçaların 1 v j kesimi üst bölüm saya alt bölüm ayakkabı altı

0

derinin parlatılması dikim hazıriığ

frezelem e ve hazırlama

dikim ve yapıştırma

0

hazır parçalar (kösele, ökçe vb.)

dıştaban gereçleri

£

AYA K KA B I ALTI

depolam a

O kalıba çakma kalıba çekilm iş saya

& ayakkabı altı — saya olrt eştirmesi

ÖRS

AYAKKABI ÜRETİM İŞLEMLERİ ŞEMASI

kalıbı alınmış ayakkabı

O ayakkabı altı, ökçeleme ökçenin yerine takılm ası kabaca bitmiş ayakkabılar

O '

temizleme, denetim, satışa hazır duruma getirme, kutulama

larında suitan sofralarına hizmet edenle­ re verilen ad. —Tasav. Mevlevi ve bektaşi tekkelerinde ayak işleri gören talip. G ördüğü işler mut­ fak hizmetleri ve tem izlik gibi sıradan iş­ lerdir. Tekkeye katılmak isteyen kişi bu tür işlerde çalıştırılarak deneyden geçirilir. Ayakçılıkta başarılı olan talip, mutfaktan hücreye yükseltilir, tekkede hücre (oda) sahibi olur. —Tekst. Dokuma tezgâhlarında, dokuna­ cak desene göre çözgüye ait ayakları ha­ zırlayan kadın ya da erkek işçi. (Çözgü ip­ lik sayısına göre saptanan ayaklara [gü­ cü çerçevelerine] belli sayıda gücü teli ta­ kıp onları tahara hazırlarlar.) — Terz. Konfeksiyonda, giysiyi makine çekm eye hazır hale getiren işçi. (Makine­ cinin yardımcısı durum undadır.) A Y A K K A B I a. 1. Ayağı ve kimi zaman da bacağı saran deriden, kumaştan, plas­ tikten vb. yapılan giyim eşyası. — 2. Her türlü kısa konçlu ayakkabı. (Eşanl. KUN­ DURA.) [Bk. ansikl. böl.] — 3. Ayakkabı çevirmek, istenmeyen bir konuğu, kimi davranışlarla gitm eye zorlamak. —Ayakkc. A yakkabı altı, sayanın altında bulunan ve ayakkabının altını oluşturan, ayakla yer arasındaki parçalar bütünü. (Bk. ansikl. böl.) || iş em niyet ayakkabısı, çeşitli parçalarla takviye edilmiş ve ayağı ezilme, çarpm a, delinm e gibi olası kaza­ lara karşı koruyan yüksek ya da alçak sa­ yalı ayakkabı. (Kimi m esleklerde kullanıl­ ması zorunludur.) — Folk. Ayakkabı çivilemek, geleneksel kesimde evlenm ek isteyen delikanlının, babasının ayakkabısını temel çivisiyle ye­ re çakması. (Töre gereği isteğini açıkça söyleyemeyen delikanlı, bu biçim de dile­ ğini iletmiş olur. Aynı am açla pilava ka­ şık diker, hayvanlara eziyet eder, zamanlı zamansız ezan okur.) || Ayakkabı yazmak, gelinin arkadaşlarının adını, gelinlik ayak­ kabısının altına yazması. (Ayakkabıdan adı silinenlerin yakında evleneceğine ina­ nılır.) I — Koregr. Bale ayakkabısı, ince deri ta­ banlı, saten ya da çadırbezinden yüzü, gi­ yenin ayak yapısına göre uzun ya da kı­ sa olabilen dans pabucu. (Eşanl. PATİK, ŞOSON.) [Bk. ansikl. böl.] —Tasav. A yakkabı çevirmek, özellikle mevlevi tekkelerinde uygulanan bir tür ce­ za. (Şeyh, tekkeden ayırmak istediği der­ vişin ayakkabılarını, topukları içeri, uçları dışarı bakacak biçim de koydurur, derviş bunu g ö rd ü ğ ün d e dergâhtan ayrılırdı. Bağışlanması ve yeniden dergâha döne­ bilmesi için denizden ya da büyük bir su-

dan geçm esi gerekirdi.) — ANSİKL M ezopotamya’da ayakkabı bi­ linmezdi. Mısır hüküm darları ve tanrıları hep çıplak ayaklı olarak betimlenmiştir; anlaşıldığına göre sandallar yalnızca ev içinde kullanılıyordu. Buna karşılık Hintli­ ler, A n a do lu'd a kullanılan çarığa benzer kalkık burunlu tahta ayakkabılar giyerler­ di; çarık sözcüğü H ititliler'in ayakkabıla­ ra verdikleri adı ve ayakkabı bağı anla­ mına gelen ibranice terimi anımsatır (Ya­ radılış, XIV. 23). Törelerine göre ibraniler kutsal bir to p ra ğa ayak bastıklarında ayakkabılarını çıkarırlardı. A surlular bütün binici halklar gibi çiz­ me giyerlerdi. Persler de hep ayakkabılı olarak betimlenmiştir. Yunan ayakkabıları üç kategoride to p ­ lanır: kayışlarla bağlanmış basit bir taban­ dan oluşan sandal, ayrıca bir tabanı ol­ m ayan aba ayakkabı; devrik konçlu bir çeşit potin olan kothornos. Boyu yüksek tutm ak için o zaman bilinm eyen ökçenin yerini tutan ve çok yüksek bir m antar ta­ banı bulunan kothornos, tiyatroda traje­ di oyuncularınca giyilirdi, aba ayakkabı­ yı ise kom edi oyuncuları giyerdi. Pedila, başparmak ve diğer parmaklar arasından geçen ince deri kayışlarla bilekten bağ­ lanan bir sandal türüydü. K re p is in deri­ den, delikli bir kenarlığı vardı, deliklerden geçirilen kayışlarla ayağa bağlanırdı. N ym phitikon yeni gelinlerin giydiği beyaz ayakkabıydı. Romalılar da aynı tip ayakkabıyı giyer­ lerdi; ayrıca kürklü, sivri, köşeli, yuvarlak burunlu, bağlı hatta senatör ve patriciusların giydikleri m üllei'ler gibi kalkık burun­ lu ayakkabılar yaygındı. Askerlerin ayak­ kabıları kabaralıydı. Orta A sya'da yapılan kazılardan elde edilen bulgular, eski T ürkler’de deri işle­ m e sanatına koşut olarak ayakkabı yapı­ mının da gelişmiş olduğunu gösterm ek­ tedir. Yapılan kazılarda çıkan çizm e ve çarıklar bunu kanıtlar niteliktedir. Osmanlılar'da da deri işleme sanatı gelişmişti. Özellikle yeniçerilerin giydiği yum uşak çizmelere duyulan gereksinim, ayakkabı­ cılığın da gelişmesini sağlamıştı. XVI. -XVIII. y y .’lar arasında İstanbul esnafının yaptığı ayakkabılar, sağlamlığı ve zerafetiyle ünlüydü. Ayakkabının türü, giyenin sosyal konum unu da gösterirdi. Askerle­ rin, çeşitli meslek gruplarının, hizm etkâr­ ların giydiği çizme ve ayakkabılar farklıy­ dı. Ev içi ayakkabılarıyla sokak ayakka­ bıları arasında da fark vardı. Ev içinde gi­ yilen ayakkabılar daha çok atlas, kadife ya d a başka kum aşlardan yapılır, üstleri

tem lzlem *, •tlk e tle m i hazır ayakkabılar

ayakkabı 1088

sırmayla işlenirdi. Deri ayakkabılara da sırmayla iş yapıldığı olurdu. Kışlık ayak­ kabıların içi, çoğunlukla kürk kaplanırdı. Ayakkabılar yapıldıkları malzemeye ve bi­ çim lerine göre ço k çeşitli adlar almıştı. Başlıcaları: başmak, bot, çapula, çizme, çedik, edik, filar, fotin, galata yemenisi, is­ karpin, kaloş, kamerçin, katır, kundura, mest, mercan terlik, merkup, mokasen, nalın, pabuç, pantufla, patik, postal, san­ dal, takunya, terlik, tom ak ve yemeni. —Ayakkc. Ayakkabı altı yukarıdan aşağı­ ya art arda gelen tabakaların tüm ünden ya da bir bölüm ünden oluşabilir: ayakka­ bıya güzel bir görünüm veren ve ayakla d oğrudan tem as halinde bulunarak onu alt tabakanın sertliklerinden (dikişler, çi­ viler) koruyan tabanlık (mostra), saya -ayakkabı altı birleşm esine destek sağla­ yan içtaban (salpa taban), kimi kez çift kattan (kösele, fıyapa) oluşan ve yerle d oğrudan tem as halinde bulunan dıştaban. — Ikt. Ayakkabı sanayisi. Türkiye ayakka­ bı sanayisinde küçük işletmeler düzeyin­ de yapılan üretim baştan beri ağırlıklı bir yer tutar. 1985 yılı Sanayi ve işyerleri sayımı'na göre, deri işleyen ayakkabı sana­ yisinde, kamu kesimi de dahil olmak üzere 134 büyük işyeri (bu tanım 10 ve daha fazla kişi çalıştıran işyerlerini kap­ sar), 9 429 küçük işyeri vardı. Bu sanayi dalında ücretle çalışanların yıllık ortala­ masına gelince, 26 901’i küçük işyerle­ rinde olmak üzere toplam 33 603 kişiydi. Yine yukarıda sözü edilen Sanayi ve iş­ yerleri sayım fna göre, bu sanayi kolun­ daki işletmelerde, 13 710 076 000 TL’si büyük işletmelere ait oimak üzere, 44 100 518 000 TL'lik katma değer yaratıl­ mıştır. — Koregr. Bugün bilinen bale ayakkabı­ sı, saray balesi dönenim de ve “dansın tanrısı" diye de anılan Vestris’in (17291808) yaşadığı ça ğd a bilinm iyordu, is­ ter kadın ister erkek olsun dansçılar, o dönem de, yüksek ökçelı ayakkabılar gi­ yerdi. Çünkü dans, ayaklar yerden kesil­ m eden yapılırdı ve büyük bir ustalık ge­ rektirmezdi. Bale ayakkabısı, eskiçağ sandallarının taklit edildiği dönem de, Directoire dönem inde ortaya çıktı. Derisi, sı­ radan bir ayakkabınınkinden daha esnek olan bale ayakkabısı, alçıyla g üçlendiri­ lerek ve burnu çirişlenerek geliştirildi. Pointe* ayakkabısı, to puğun çevresini dolanan ve arkasında düğüm lenerek uç­ ları pabucun içine sokulan iki çapraz kur­ deleyle tutturulur. Erkek dansçılar,— dan-' sın niteliğine uygun ayakkabılar y a d a botlar dışında— yalnızca, deriden yapıl­ mış yumuşak bale ayakkabısı giyer ve bu­ nu esnek bir çengelle tuttururlar. Bale ayakkabısının kullanılması, pirouette tek­ niğini kolaylaştırdı. —Teknol. XIX. yy.'ın ortalarına kadar ayakkabı yalnızca zanaatsal bir biçim de üretildi: doğal gereçler (deri, tahta, ip) kul­ lanılarak çoğu kez ısmarlama ve ölçüye göre çiftler halinde elde yapılan üretim. Enerjinin gelişm esine(buhar, daha sonra elektrik) bağlı olarak önce dikiş, daha son­ raları da çivileme, kalıba çekm e (monta), freze, ökçe vb. m akinelerinin bulunuşu mesleğin yapısını, atölyelerin düzenini ve çalışma koşullarını tüm üyle değiştirdi: — ulusal ve uluslararası ça pta profesyo­ nel m oda yaratıcılarınca koordine edilen üstün nitelikte bir modanın ortaya çık­ ması; — bir sezon önceden (yaz-kış) hazırlanan seri m odellerin tanıtımı ve satımı; — işbölümü; bir çift ayakkabıyı üretmek için kim ileri-birkaç saniye bile sürmeyen yüzlerce değişik işlem vardır; —toplam iş süresinin azalması; elde ayak­ kabı yapımı saatler alırken, gündelik bir ayakkabı yarım saatte., hafif bir ayakkabı ise birkaç dakikada üretilmektedir, — yeni gereçlerin (bireşimsel elastomer) ve yeni tekniklerin (kükürtleme, püskürt­ me, kalıp alma, kaynak, lazer ışını vb.) ge­ lişmesi ve otomatikleşme.

Ayakkabının üretim aşamaları: — modelin yaratımı ve hazırlanması (stilist, ıstampacı, masa başı çalışmaları); — ayakkabının üstünü (saya) ve altını (ayakkabı altı) oluşturan parçaların kesi­ mi; — bu parçaların hazırlanması (temizleme, kıvırma, garnitür...) ve sayanın yapımı (di­ kim, yapıştırma); — sayanın çivilenerek ya da yapıştırılarak kalıba (tahta, plastik ya da metal) çekilme­ si; —ayakkabı altının değişik yöntemlerle sa­ ya ile birleştirilmesi: dikiş (Goodyear yön­ temi, Blake, atom saya, mokasen vb.), kaynak, kükürtlem e vb; — ökçenin yerine takılması; —temizleme.

gem iyi ele geçirdiler. Ayaklanan mah-kûm lar gardiyanları rehin aldılar. Bütün ül­ ke ayaklandı. — 2. Hasta sözkonusuysa, yürüyebilecek kadar iyileşmek; ayağa kalkmak. — 3 . Ç ocuk sözkonusuysa, emeklemeyi bırakıp yürümeye başlamak. — 4. G itm ek üzere ayağa kalkmak: Niye b u kadar erken ayaklandınız? ♦ a y a k la n d ırm a k ettirg. f. 1. B ir to p ­ luluğu (bir güce karşı) ayaklandırmak, on­ ların (ona karşı) ayaklanmasına neden ol­ mak; ayaklanmaları için onları kışkırtmak: Halkı ayaklandıran ekonom ik u ygulam a­ lar. Halkı hüküm ete karşı ayaklandırmak. — 2. Kim seleri ayaklandırm ak, onları ha­ rekete geçirmek, sürüklemek: H iç aklımız­ da yokken geldi, sinemaya gitm ek için b i­ z i ayaklandırdı.

A Y A K K A B I C I a. 1. Ayakkabı yapan, A Y A K L I sıf. 1. Ayağı olan, bir destekle satan, onaran, kimse. — 2. Ayakkabı sa­ yere dayanan şey için kullanılır: Ayaklı ka­ tılan yer: Köşede b ir ayakkabıcı açıldı. deh. Ayaklı fo to ğ ra f makinesi. — 2. Say. — ANSİKL. Ayakkc. Kökeni Ahilik örgütü­ sıf. + ayaklı, nit. sıf. + ayaklı, ayağı, be­ ne dayanan esnaf loncalarında, ayakka­ lirten sayıda ya da nitelikte olan şey için bıcıların da ayrı ve köklü bir örgütü var­ kullanılır: Ü ç ayaklı sehpa. Kısa, uzun dı. inanışa göre bu sanatın piri Ekberi Yeayaklı. — 3 . Ayakla çalıştırılan araç ve ay­ m en'di. Örgütün başında yiğitbaşı * d e ­ gıtlar için kullanılır: A yaklı dikiş makinesi. nen bir kişi bulunurdu. Yiğitbaşı çarşıya — 4. Bir bilgi alanı adıyla, o alanda çok gelen malzemeyi esnaf arasında paylaş­ bilgisi olan kimse için kullanılır: Ayaklı ta­ tırır, üretilen malları denetler, kötü mal ya­ rih. Ayaklı felsefe. — 5. A yaklı başlı yat­ panı ya da uygunsuz davranışta buluna­ mak, iki kimse sözkonusu ise, aynı yatak­ nı cezalandırırdı. Kâhya* adı verilen bir ta ayakları ve başları birbirine ters gele­ de yardımcısı vardı. Ayakkabıcılık, usta cek biçimde yatmak. || Ayaklı canavar, yü­ -çırak ilişkisinin katı kurallarla sürdürüldü­ rüm eye yeni başlayan, her şeyi kırıp d ö ­ ğü el sanatlarındandı. Mesleğe girm ek is­ ken yaram az çocuk. || A yaklı gazete, her teyen, küçük yaşta bir usta yanına verilir­ şeyden haberi olan kimselere denir. || di. ilkin basit işlerden başlayarak, yetene­ A yaklı kütüphane, hemen her alanda bil­ ğine göre 8 - 1 0 yıl, ustanın yanında çırak­ gisi olan, her soruyu yanıtlayan kimsele­ lık yapar, ondan sonra ustanın izniyle kal­ re denir. falığa hak kazanırdı. Kalfa olacak genç, — Bayınd. E ğik ayaklı kiriş, bir köprünün çarşıdaki tüm ayakkabıcı esnafına kalfa* tahliyesine ankastre edilen düşey ya da ekm eği denen bir yem ek verirdi. Bu, bir eğik m esnetlerden oluşan kiriş. (Eğik tür kalfalığa geçiş töreniydi. Ustalığa hak ayaklı kiriş ve köprüler, kiriş m erkezinde­ kazanan, kendi dükkânını açarken de ki eğilm e mom entlerini azaltarak daha in­ usta* yemeği denen bir tören düzenlenir­ ce kesitli tahliyeler elde etmeyi sağlar.)|| di. Yiğitbaşının başkanlığında yapılan tö­ Eğik ayaklı köprü, ana taşıyıcı iskeleti eğik rene tüm çarşı esnafı katılır, bu törenle ayaklı kirişlerden oluşan köprü. kalfanın ustalığı onaylanm ış olurdu. H iç­ ■ — Denize. Ayaklı tekne, belli bir hızdan bir çırak ya da kalfa, ustasının izni olm a­ sonra gövdesi su dışına çıkarak gövde­ dan dükkân değiştirem ezdi. ye kollarla bağlı ayaklar üstünde seyreEsnaf loncalarının etkinliğini yitirmesin­ debilen süratli tekne. (Bk. ansikl. böl.) den sonra da ayakkabıcılıkta usta-çırak — Deniz yap. ve Petr. san. Ayaklı p lat­ ilişkisi sürdü. Sanayileşmeye koşut olarak form, en az üç düşey ayakla deniz taba­ öteki küçük üretim dallarında olduğu gi­ nından destek alan ve deniz çalışmaların­ bi ayakkabıcılıkta da seri üretime geçildi. da kullanılan platform. (Platformun yüzdü­ Ismarlama ayakkabı, yerini hazır ayakka­ rülerek yer değiştirm esini sağlam ak için, bıya bıraktı. Eskiden bir ayakkabıyı tek ayaklar hidrolik, elektrikli ya da pnömabir kişi yapabilirken giderek işbölümü ve tik düzeneklerle yukarı çekilebilir.) [Bk. an­ uzmanlaşma sözkonusu oldu, makineleş­ sikl. b ö l] me devreye girdi. Geleneksel yöntemlerle — Ed. Aşık edebiyatında, divan şiiri etki­ bu sanatı sürdürm ek isteyenler, alıcı ve siyle ortaya çıkan birçok şiir türünün or­ çırak bulm ada zorluk çekm eye başladı­ tak sıfatı. (Ayaklı türler, divan şiirindeki lar. G ünüm üzde m eslek okullarında açı­ m üstezat* türüne benzer. Divan şairleri lan meslek edindirm e kurslarıyla, bu sa­ aruzun yalnız bir kalıbı ile müstezat yaz­ natın sürdürülm esine çalışılmaktadır. dıkları halde, âşıklar bu tekniği on birli he­ A Y A K K A B I C I L I K a. Ayakkabı yapı­ ce ölçüsüne ve b irçok aruz kalıbına uy­ mıyla uğraşan iş dalı. gulamışlardır.) || Ayaklı divan, gazel biçi­ mindeki divanm her dizesinin sonuna “ fâA Y A K K A B I L I K a. Ayakkabı konulan ilâtün fâilün" ölçüsünde ziyadeler eklene­ yer, raf, dolap. rek yazılır. Yedekli divan da denilmekteA Y A K L A M A K g. f. 1. B ir yeri ayakla­ dir.|| Ayaklı kalenderi, gazel biçim indeki m a k, orayı ayakla ölçmek. — 2. Esk. Bir kalenderinin her dizesinin sonuna, divan şeyi ayaklamak, onu ayakla çiğnem ek: şiirindeki müstezatta o lduğu gibi "m ef'û“ Sipah-ı gam nota ayaklar ise uşşakı" lü feûlün" ya da “ m e f’ûlü m efâil” ölçü­ (Baki, XVI. yy.). sünde ziyadeler eklenerek yazılır. Yedekli kalenderi de denmektedir.|| A yaklı koşma, A Y A K L A N D IR M A K • AYAKLANMAK. koşmanın ilk dörtlüğünün ikinci ve dör­ A Y A K L A N M A a. 1. Ayaklanm ak eyle­ düncü, öteki dörtlüklerinin de dördüncü mi. — 2. Var olan otoriteye açıkça karşı dizelerine ziyadeler eklenerek oluşturulur. çıkan ve genellikle şiddete başvurarak Ayaklı koşmalar, genellikle musam m at onu devirm eye çalışan bir topluluk tara­ koşma biçim inde yazıldığından m usam ­ fından sürdürülen eylem; isyan: işgal kuv­ m at ayaklı koşma diye de bilinir. || Ayaklı vetlerine karşı halk ayaklanması başladı. m ani - t MANİ. || Ayaklı saya - SAYA.|| Bir ayaklanmayı bastırmak. Ayaklanm a sı­ Ayaklı semai, gazel biçimindeki semainin rasında üç yü z kişi öldü. her dizesinin sonuna "mefâîlün mefâîlün" —Siyas. bil. Ayaklanm a hükümeti, yerle­ ölçüsünde ziyadeler eklenerek yazılır. Ye­ şik siyasal iktidara karşı girişilen bir baş­ dekli sem ai de d enm ektedir.\\Zincirbent kaldırı sırasında ortaya çıkan hükümet. ayaklı koşma, zincirbent (zincirleme) koş­ manın ziyade eklenm iş biçimi. A Y A K L A N M A K gçz. f . 1. (Bir kimseye, — Folk. Ayaklı meyhane, eskiden kalaba­ b ir şeye karşı) ayaklanm ak, bir topluluk, lık yerlerde dolaşarak gizlice rakı satan bir halk sözkonusuysa, var olan otorite­ gezici satıcılara verilen ad. (Bk. ansikl. ye karşı isyana kalkışmak; isyan etmek: böl.) Tayfalar subaylara karşı ayaktandılar ve

—Terz. Ayaklı düğ m e d ikm e, düğmeyi, kum aşla arasına parmak, başka bir d ü ğ ­ m e vb. koyarak yüksekçe dikme. (D üğ­ m e iliklendiğinde pot yapmaması için, özellikle kalın kumaşlara uygulanır. D üğ­ m e ile kumaş arasında, parm ak ya da düğm e yüksekliğinde bağlantı iplikleri ka­ lır. Daha sonra bu iplikler sarılarak sağ­ lamlaştırılır.) — ANSİKL. Denize. 1869'da Farcot bir ge­ m inin teknesini su düzeyi üstüne değin kaldırm ak ve böylece direncini azaltmak için hidrodinam ik kuvvetleri kullanma ko­ nusunda bir patent aldı. Ancak bu alan­ daki ilk uygulam alar XX. yy.'ın başında ortaya çıktı. Forlanini 1905'te kademeli olarak taşıyıcı düz levhalarla donatılmış, 1,3 t ’luk ilk örneği suya indirdi; bu lev­ halar tekneye çeşitli yük ve değişik hız-

ayaklı teknenin konumu (1) dururken, (2) orta hızda, (3) yüksek hızda

radar

kaptan köprüsü

İtalyan ayaklı teknesi RHS 160

pervane

şaftlar

ön ayak

2. kuşak ayaklı teknenin seyir kontrol sisteminin şematik görünüşü 1.Düşey ivmeölçer; 2.Kıç bağlantı kutusu; 3.Kıç sapma kumandası; 4.Yön kumandası; 5.Ön bağlantı kutusu; 6.ön sapma kumandası; 7.Yan ivmeölçer; 8.Dalga yüksekliğini algılayan sondalar; 9.0tomatik kumanda aygıtı tablosu ACS (Automatic Control system); 10.ACS bilgisayarı; 11.Konum kontrol tablosu; larda kararlı bir den g e sağlıyordu. 1907’de C rocco ve Ricaldoni su yüzeyi­ ni yaran V şeklinde ayaklarla donatılmış tekkanatlı bir aracı çalıştırmayı başardı. Bu sistemde, suya batan yüzey, ağırlığa ve hıza göre kendiliğinden değiştiği gibi, enine ve boyuna denge de kendiliğinden elde ediliyordu. Su yüzeyini yaran V biçi­ m inde ayak ilk kuşak ayaklı teknelerin bü­ yük bir bölüm ünde kullanıldı. Ancak bu ilkenin sakıncası ayakların dalga hareket­ lerini izleme eğilimi göstermesi ve tekne­ yi rahatsız edici durum a getirmesiydi. Ay­ rıca dalga yüksekliği 1,5 m ’yi aştığında hızın düşürülmesi gerekiyordu. Yükselme kuvvetlerini azaltmak ve su yüzeyinin salınımından kurtulm ak için suya tüm üyle batmış, otomatik bir sistemle kum anda edilen, değişken konumlu basit ayakların kullanımı önerildi; otomatik kum anda sis­ temi ivme, düşeylik ve yükseklik paramet­ relerini aralıksız kaydedecek, hesap m a­ kinesiyle işleyecek ve gerekli düzeltm e­ leri taşıyıcı ayaklara iletecekti. Bu yeni il­ keye dayanan ikinci kuşak ayaklı tekne­ ler 1960'a doğru A B D 'd e yapıldı; bunlar 3-4 m yüksekliğindeki dalgalarda büyük bir hıza (60 ile 1 0 0 deniz milli) ulaşabili­ yordu. G ünüm üzde ayaklı tekneler özel­ likle askeri am açlarla kullanılır. Gezi de­

nizciliğinde ise yelkenli ayaklı tekneler gö­ rülür. SSCB’de yolcu taşımacılığında kul­ lanılan 150 kişilik Meteor, her biri 630 kVV'lık iki m otorla donatılmıştır ve 80 km /sa’lik bir hıza ulaşabilir. — Deniz yap. ve Petr. san. Ayaklı plat­ form, yaklaşık elli yıldır liman çalışm ala­ rında yaygın olarak kullanılan deniz inşaat mühendisliği yapıtıdır. Güçlü kaldırma araçlarıyla donatılan bu yapı, ço k derin olmayan (yaklaşık yirmi metre kadar) su­ larda set, rıhtım ya da kaya dolgu yapı­ m ında inşaat öğelerini yerleştirm eye ya­ rar. Petrol sanayisi de, denizde kuyu aç­ ma çalışmalarında kullanılan ayaklı plat­ formları gerçekleştirmek için aynı ilkeden yararlanır. Bu platformlar düşey ayaklan yukarı kaldırdıktan sonra yüzdürülerek çekilir. Kuyu açm a yerine gelindiğinde dipten destek alm ak için ayaklar indirilir ve platform, yüksek dalgalardan korumak için yeterli yüksekliğe kaldırılır. Kuyu a ç­ ma işlemi sona erdiğinde, yeni bir yere çekm ek için krikolar ters yönde çalıştırı­ larak yeniden yüzdürülür. Maksim um su derinliği 100 m etredir (1981 ’de). — Folk. Ayaklı meyhaneler, bellerine ucu musluklu, içine rakı doldurulm uş uzun bir koyun bağırsağı sarar, cü bb e giyerlerdi. C übbenin ce bin d e kadeh bulundurur,

ayaklı meyhane olduklarının belirtisi ola­ rak da, bir omuzlarına peştemal atarlar­ dı. Yaptıkları iş yasak olduğundan, alış­ verişler gizlice yapılırdı. ( SAATLİ* BOMBA.

A y a r lı k la v s e n -> AYARLI

klavye.

A y a r lı k la v y e (Das w ohltem perierte Klavier), J. S. Bach'ın, majör ve minör tonların tüm ünde 24 prelüd ve fügü kap­ sayan iki derlem esinin başlığı (1722 ve 1742). Bu prelüd ve fügler, peşten tize doğru sıralanmış krom atik seslere göre düzenlenmiştir. Bach, krom atik diziyi, bir sesin diyeziyle bir sonrakinin bem olü ça­ kışacak b iç im d e —yani dizideki 1 2 yarım

-sesi birbirine eşit olarak— tasarlamıştır. Besteci bu derlemeleriyle, bir bestede, di­ zideki her sesin eksen olarak seçilebile­ ceğini göstermek istemişti. Her prelüd ve füg grubu, bir sonraki bir öncekinden da­ ha çok güçlük içerecek biçim ae sıralan­ mıştır Prelüdlerin üslubu değişkendir. Fügler, öncelikle eğitim amacına yönelik­ tir.

- yönerge değerinin ayarlanması ayarlayıcı

değişken istem

A Y A R M A K gçz. f. Yörs. Ayartmak. A Y A R S IZ sıf. 1. Ayarlanmamış, ayarı bozuk aygıt, düzenek için kullanılır. — 2 . Tkz. Davranışları ölçüsüz kimse için kul­ lanılır. A Y A R S IZ L IK sıf. Ayarsız olma durumu. A Y A R T IC I sıf. Baştan çıkaran, kandı­ ran, ayartan. A Y A R T IL M A K 4. AYARTMAK. A Y A R T M A a. Psikan. Ayartm a tantazması ya da tasarımı, bir öznenin, kendi­ sini ayarttığı varsayılan bir başka özneye yüklediği eylem. (Freud, 1897’den son­ ra ayartma kuramını bir yana bıraktığı, ya­ ni ayartma tasarımlarının bir gerçekliği ol­ duğu düşüncesinden vazgeçtiği halde, bu ruhsal olayların, fantazmasal önem le­ ri dolayısıyla etkili olduklarını ileri sürdü. Freud’a göre bu fantazmalar, bilinçdışı düzeyinde, ço cuğ u n en yakınıyla cinsel birleşm e konusundaki isteğinin kesintiye uğramasını dile getiriyordu,-Ayartm a ta­ sarımları, bu isteğin birsergilenm esiydi ve ruhsal gerçeği kavramayı sağlayan bir olanaktı. |j Ayartm a kuramı, Freud tarafın­ dan geliştirilen kuram. Freud, 1897'ye de­ ğin, bir çocuğun bir yetişkin (ya da bir başka çocuk) tarafından gerçek cinsel ayartılmasına ilişkin tasarımların, travm a etkisi dolayısıyla, nevrozların doğuşunda belirleyici bir rol oynadığını düşünüyordu. A Y A R T M A K g. f. 1. B ir kimseyi ayart­ mak, onu doğru yoldan ayırmak; bir baş­ kasının-müşterisini, görevlilerini vb. kan­ dırarak kendine çekm ek: Gençleri ayart­ mak. B ir şirketin kadrosunu, işçilerini ayartmak. — 2. Tkz. Bir kimseyi ayartmak, onu, birlikte eğlenmek, hoşça vakit geçir­ m ek için kandırmak: Bu g ünlerde belki seni ayartabilirim d e b ir sinemaya g id e ­ biliriz. — 3. Bir kimseyi ayartmak, onu cin­ sel ilişki kurm aya sürüklem ek; baştan çı­ karmak: Evli b ir kadını ayartmak. Evin be­ y in i ayartmak. ♦ a y a rtılm a k edilg. f. Ayartm ak eyle­ mine konu olmak; baştan çıkarılmak, kan­ dırılmak. A Y A S , YUMURTALIK'ın eski adı. A Y A S A Ğ A , tü rk mimar (?, ? - İstanbul 1486). Fatih Sultan M ehm et dönem i mi­ marlarından. İstanbul'daki Fatih külliyesi' nin ünlü mimarı Atik Sinan ile birlikte ça ­ lıştı (1462-1470). Kendi yapıtı olan Saraçhanebaşı m escidi’ nin haziresinde göm ü­ lüdür. A Y A S P A Ş A , türk sadrazam ( Vlore [Avlonya] ? - 1539). Bayezit II dönem in­ de devşirilerek saraya alındı. Yeniçeri ağası olarak Çaldıran savaşı’na (1514), Dulkadıroğlu Alaüddevle ile yapılan Gök­ sün savaşı’na(1515) ve Mısır seferine ka­ tıldı. Süleyman I (Kanuni) tahta çıktığında Anadolu beylerbeyiydi. Şam ’da ayakla­ nan C anberdi Gazali'nin üzerine gönde­ rilen Ferhat Paşa’ya yardım etti; Şam bey­ lerbeyliğine atandı. Rumeli beylerbeyi olarak Rodos seferine katıldı, ikinci vezir­ ken, İbrahim Paşa’nın idamı üzerine sad­ razam oldu. Sadrazamlığı sırasında Kor­ tu, Arnavutluk, Buğdan seferlerine katıl­ dı. Vebaya yakalanarak öldü. Vize yakı­ nında Saray kasabasında cami, m edre­ se, m ektep vb. yaptırdı. A Y A S -C H A M B O L U C , İtalya’da yaz tu­ rizmi ve kış sporları merkezi (yüksl. 1 570-2 440 m), Aosta'nın K.-D.'sunda; 1 2 0 0 nüf. A Y A S L A R , Konya’nın Doğanhisar il­ çesi merkez bucağında belde; 3 332

nüf. (1990). Belediye. PTT. 1

A y a s o fy a , İstanbul’da en büyük ve ün­ lü bizans kilisesi; Sultanahm et (esk. Augusteion) m eydanındadır. ilk kez, kent Doğu Roma im paratorluğu’nun merkezi olduktan sonra Constantius II tarafından yaptırıldı (360). Bu dönem de Megali Ekklesia (Büyük kilise) olarak anılan yapı, V. yy.'dan sonra H agiaS ophia (kutsal bil­ gelik) adını aldı. Bu yapı 404 ’teki halk ayaklanm asında yakılınca Theodosios II (408-450), mtmar Rufinos'a yeniden yap­ tırdı (415). Bazilika planlı, beş sahınlı ya­ pının duvarları taştan, çatısı ahşaptı (1936 da Prof. A. M. Schneider tarafından yapılan kazılarda bu yapının kalıntıları or­ taya çıkarıldı). N ika ayaklanm asında bu yapı da yakıldı (532). Bunun üzerine iustinianos l’in (527-565) isteğiyle, bugüne ulaşan kilisenin yapımı kararlaştırıldı; ya­ pım işi Tralles'li Anthem ios ile Miletos’lu Isidoros adlı iki m ühendise verildi (532). 5 3 7 ’de biten kilise görkem li bir törenle açıldı. Kubbeli bazilika türünün en önemli örneği olan Ayasofya’nın ana mekânı, ye­ şil m erm erden sütunlarla bir orta ve iki yan şahına ayrılmıştır. Batısında şimdi yı­ kılmış olan avlu, dış ve iç narteks; d oğ u ­ sunda ço k köşeli absida vardır. Yapının kuzeyi, batısı ve güneyi geniş bir galeriy­ le çevrilidir. Ana duvarlar, kubbe ve ke­ m erler tuğladan; ayaklar, hatıllar kesme taştandır. Sütunlar, başlık ve kaplam alar renkli m erm erden yapılmıştır. Çeşitli an­ tik kentlerden getirilmiş parçaların yanı sı­ ra, M arm ara adasından ak mermer, Eğriboz adasından yeşil somaki, Afyonkarahisar çevresinden pem be mermer ve Ku­ zey Afrika'dan sarı m erm er getirilmiştir. Yangına karşı tehlikeyi en aza indirm ek için olabildiğince az ahşap kullanılmıştır. Yerden 55 m yükseklikteki kubbenin çapı 32,37 m ’dir. M iletos’lu isidoros’un yeğeni G enç isidoros, deprem den zarar gören yapıyı onarırken (562), basıklıktan doğan sakıncaları giderm ek amacıyla kubbeyi 6,25 m yüksek tutmuştur. Kub­ be, dört küresel bingi ile dört kemere; ke­ merler de dört büyük ayağa oturur. Ayak­ lar, orta ve yan sahınları ayıran sütunlar arasına yerleştirilmiştir. D oğuda ve batı­ da dört eksedra ile desteklenm iş iki ya­ rım kubbe ana kubbeyi taşır. Güney ve

doğrudan etkili bir ayarlayıcı şeması (akış yönündeki akışkan isteminin artmasıyla alçalan depo düzeyi, giriş vanasının açılmasına neden olur; düzeyin yükselmesi ise ters işlemi oluşturur)

ı müzesi nın içten görünüşü

Ayasofya müzesi’nden bir görünüm

Ayasofya müzesi’nin kubbesi

Ayasofya tamir madalyası

kuzeyde ise iki sıra pencereli duvarlar bu görevi yapar. Bu düzenin yarattığı den­ gesizlik, daha sonra dıştan kuzey ve gü­ neye eklenen b üyük payandalarla gide­ rilmeye çalışılmış, bu da yapının kütlesel bir görünüm almasına neden olmuştur. Kilise birkaç kez deprem den zarar gör­ müş, pek çok onarım geçirmiş, eklem e­ ler yapılmıştır. Antik kaynakların övgüyle söz ettiği ilk mozaikler, ikonakırıcılık akımı sırasında bozulmuştu. IX. yy.’dan başlayarak Aya­ sofya yeni m ozaiklerle bezenmiştir. Narteksin yan girişinde Theotokos M eryem ’i kucağında İsa ile betimlenmiştir. İki ya­ nında Constantinus I ve iustinianos I port­ releri işlenmiştir, iç nartekste, içe açılan kapı üzerinde tahtta oturan İsa’ nın önün­ de diz çöken Leon V l’yı (886-912) betim ­ leyen mozaik bulunur. Berna kemeri sa­ ray giysileri içinde bir başmelek figürüy­ le süslüdür. Absidanın yarım kubbesinde, IX. yy.’da yapılmış, kucağında İsa ile Mer­ yem betimi vardır. Yan galerilerin üst ka­ tında oldukça bozulm uş olan Deisis (son duruşma) sahnesinde İsa, Meryem ve Vaftizci Yahya üçlüsü işlenmiştir (XII. yy.). Aynı galeride im paratorluğun iki ailesin­ den portreler yer alır (im paratoriçe Zoe, Konstantinos IX Monomakhos, ioannes II Komnenos, karısı Eirene, Aleksios). Ku­ zey galeri tonozunda Aleksandros’un (912-913) portresi vardır. Bu mozaikler bi­ zans portre sanatının önemli örnekleridir. Haçlı ordularınca yağm alanan ve ba­ kımsız kalan Ayasofya, O smanlılar’ ın İs­ ta n b u l’u alm alarından sonra onarılarak camiye çevrildi. Batıdaki kubbeciklerden birinin yerine ahşap bir minare, daha son­ ra da güney-batı’daki tuğla minare eklen­ di. Bayezit II dönem inde kuzey-doğu’daki ince minare yapıldı. 1506’da bizans m o­ zaikleri sıvayla kapatıldı. Batıdaki kalın mi­ nareler, yapıyı çevreleyen evleri yıktırarak çevresini açtıran M imar Sinan’ın ürünü­ dür. Ayrıca Andronikos dönem inde yap­

biri sekizgen kasnağa oturan kubbe, öteki tırılan payandaları onarm ış ve yenilerim tonoz örtülüdür. eklemiştir. K ütüphane 1906’da onarılmıştır. Oku­ Günümüze ulaşan m ihrap Fatih Sultan m a salonu TAÇ vakfınca özgün biçimine Mehmet dönemindendir. Kuzey-batfdaki uygun olarak yeniden düzenlenm iştir medrese de bu dönem de yaptırılmış, Ba(1980). yezit II dönem inde bir kat çıkılmıştır. XIX. yy 'da yenilenen yapı 1937'de yıktırıldı. A ralarında ço k değerli yazmaların da Mihrabın yanlarındaki tunç kandiller Ka­ bulunduğu kitaplar, 1968’de Süleymaninuni Sultan Süleyman tarafından B u d in ’ ye kütüphanesi’ne aktarıldı. den getirildi. Mermer işlemeli minber, m ü­ A y a s o fy a m ü z e k ü tü p h a n e s i Suezzin mahfili ve vaaz kürsüsü Murat IV dö­ LEYMANİYE KÜTÜPHANESİ. nemindendir. Kubbe yazısı ve büyük lev­ halar XIX. y y.’ın ünlü hattatı kazasker ■ A y a s o f y a t a m i r m a d a ly a s ı , e sk Mustafa izzet E fendi’nin ürünüdür. Tam ir-i Ayasofya m adalyası, AbdülmeM ahmut I dönem inde kitaplık, şadırvan cit dönem inde altın, güm üş ve bakırdan ve sübyan mektebi eklendi. Ayasofya'nın bastırılan m adalya (1848). Şeyhülislam haziresinde ise osmanlı sultanlarının ve Mekkizade Mustafa Asım Efendi’nin vâ­ şehzadelerinin türbeleri bulunur. Bunla­ ris bırakm adan ölmesi üzerine, hâzineye rın en eskisi, M im ar Sinan’ın yaptığı Se­ geçen servetiyle A yasofya’nın onarılm a­ lim II türbesi'dir (1577). Şehzadeler türbesı kararlaştırıldı. ( -* AYASOFYA.) Bu ara­ si'ni de onun yaptığı sanılm aktadır (XVI. da onarıma katkıda bulunanlara verilmek yy. sonlan). Murat lll'ü n türbesi mimar Da­ üzere bir m adalya bastırıldı. vut A ğa'nın (1595), M ehm et lll’ün tü rb e ­ A Y A S T E F A N O S ya da A Y A S T A F A si ise mimar Dalgıç Ahmet Paşa’nın (1608) N O S . Tar coğ. İstanbul’un Avrupa yaka­ yapıtıdır. Ayasofya’nın bitişiğindeki vaftizsında, Bakırköy ilçesine bağlı Yeşilköy hane de XVII. y y .'d a türbeye çevrilmiştir, semtinin eski adı. Semtin adını, buradaki içinde Mustafa I ve Sultan İbrahim ’in san­ A ya Stephanos kilisesi’nden aldığı sanı­ dukaları bulunur. lıyor. A yasofya’ nın Osmanlı dönem inde ge­ çirdiği en önemli onarım, A b d ü lm e c itin A y a s t e f a n o s a n t la ş m a s ı , 1877 isteğiyle gerçekleştirilmiştir. İsviçre asıllı -1878 Osmanlı-Rus savaşı’nın (Doksanİtalyan m imar Gaspare Fossati ile karde­ üç* harbi) sonunda imzalanan barış ant­ şi G iuseppe Fossati bu işle görevlendiril­ laşması (3 mart 1878). Plevne düştükten miş (1847-1849); kubbe, mihrap, minber, sonra rus kuvvetlerinin E dirne’ye doğru mahfiller onarılmış, mozaikler tem izlen­ ilerlemesi üzerine Osmanlı devleti müta­ miştir. Ön avludaki m uvakkithane de reke istedi. Rus orduları başkomutanı onun yapıtıdır. grandük N ikolay barış esaslarının müta­ A yasofya’nın onarımıyla ilgili çalışm a­ rekeyle birlikte görüşülmesi koşuluyla bu lar, Cumhuriyet sonrasında da sürmüştür. isteği kabul etti. 31 ocak 1878’de Edirne’ 1926’da toplanan uzmanlar kurulunun de imzalanan m ütarekenin hükümleri, saptam alarına göre bazı onarımlar yapıl­ aşağı yukarı Ayastefanos antlaşması’nın mıştır. Daha sonra Am erikan Bizans ens­ esaslarını kapsıyordu. M ütareke koşulla­ titüsü adına Thomas Whlttemore, bizans rının siyasi dengeyi Rusya lehine bozması mozaiklerinin tem izlenm esi ve yapının A vrupa devletlerini, özellikle İngiltere'yi o n a rım ı ç a lış m a la rın ı ü s tle n m iş tir harekete geçirdi. İngiltere Rusya’ya kar­ (1931-1938). Bu arada Atatürk’ün isteğiy­ şı bir gösteri yapm ak amacıyla donanm a­ le bakanlar kurulu, yapının müze olarak sını M arm ara’ya gönderdi. Ruslar da bu­ d e ğ e rle n d irilm e s in i k a ra rla ş tırm ış tır na karşılık karargâhlarını A yastefanos’a (1934). 1935 ’te müze olarak ziyarete açı­ (Yeşilköy) taşıdılar ve İngiliz donanm ası­ lan yapının avlusu da açık hava müzesi nın İstanbul lim anına girm esi halinde, olarak düzenlenmiştir. Ayasofya’nın ona­ kente askeri birlik göndereceklerini bildir­ rım çalışmaları, Eski eserler ve müzeler diler. Bu durum un ortaya çıkardığı buna­ genel m üdürlüğü İstanbul rölöve ve anıt­ lım, İngiltere’nin Rusya’ya güvence ver­ lar m üdü rlü ğü ’ne bağlı olarak Alpaslan mesi ve Ruslar’ın da İstanbul'a asker sok­ Koyunlu yönetim inde sürdürülm ektedir maktan vazgeçmesiyle çözüldükten son­ (1987). Bu çalışm alarda kubbeyi tutan ra barış görüşm eleri A yastefanos'ta baş­ payandalar kurşunla kaplanmış, kubbe ladı. Osmanlı devleti adına hariciye nazı­ onarılmış, yapının genel sıva ve yüzlerin­ rı Saffet Paşa İle Berlin sefiri Sadullah de, bizans rengi olarak bilinen horasan B ey’in (Paşa); Rusya adına da kont ignarengi uygulanm aya başlanmıştır. Bu ara­ tiyev ve N elidov’un katıldığı barış görüş­ da kazılarla Fatih Sultan Mehmet döne­ meleri, barış esasları önceden kararlaştı­ m inde yaptırılan m edresenin, XIX. y y .’a rıldığından uzun sürmedi, ikisi dışında (altı ait duvar kalıntıları ortaya çıkarılmıştır savaş gem isinin harp tazminatı olarak (1983). Kazılar sürm ektedir (1987). [ -» Rusya’ya verilmesi ve antlaşm aya Avru­ Kayn.] pa devletlerince itiraz edilirse Osmanlı devletinin de Rusya’nın yanında antlaş­ A y a s o f y a h a m a m ı -> HASEKİ HAMA­ mayı savunması) rus istekleri kabul edil­ MI. di. 29 m addeden oluşan antlaşmaya g ö ­ re Karadağ, Sırbistan ve Romanya ba­ A y a s o f y a k ü r s ü ş e y h i, bir tür halk ğımsızlık ve to p ra k kazanıyor; kuzey’de okulu işlevi gören cam ilerdeki kürsü va­ Tuna'ya, d oğ u ’da Karadeniz’e, güney'de izlerinin en yetkilisi. (Çoğu kez tarikat şey­ Ege’ye, batı’da A rnavutluk’a dayanan ve hi de olan bu kimseler, kalabalık cemaA vrupa’daki osmanlı topraklarını ikiye ayı­ atli selatin cam ilerinde ders vererek, her ran büyük bir Bulgaristan prensliği kuru­ dönem de halkı istedikleri yönde etkiledi­ luyor; Bosna-Hersek'in Rusya ile Avustur­ ler.) ya’nın kararlaştıracakları biçim de yönetil­ A y a s o fy a M a h m u t I k ü t ü p h a n e s i, mesi kabul ediliyordu. Ayrıca Osmanlı İstanbul’da kitaplık. Ayasofya’nın G.-B.' devleti Tesalya ile Arnavutluk’ta yapaca­ sında. Giriş ve okum a salonu kilisenin ğı ıslahat konusunda Rusya ile görüşm e­ içinde, kitapların bulunduğu d epo bölü­ yi, Rusya’ya ödeyeceği harp tazminatının mü, daha önce M im ar Sinan’ın yaptığı (bir m ilyar dört yüz on milyon ruble) bir destek payandaları arasındadır. Yazıtın­ bölümüne karşılık Ardahan, Kars, Batum, da M ahm ut I dönem inde yaptırıldığı be­ Beyazit ve D ob ru ca ’yı Rusya’ya bırakı­ lirtilm ektedir (1739). XVI.-XVIII. yy. çinile­ yordu. Ayastefanos antlaşm ası’nın hü­ ri, sedef kakmalı dolapları, Edirne işi be­ kümleri, Balkanlar’da ortaya çıkan duru­ zemeleri, yazıları ve tunç şebekeleriyle mu çıkarlarına aykırı bulan İngiltere ve dönem inin ilginç yapılarındandır. Küçük A vusturya’nın girişim iyle toplanan Berlin bir giriş holü, dikdörtgen planlı okuma sa­ kongresi’ nde yeniden ele alındı ve bir öl­ lonu, kitapların bulunduğu d epo bölü­ çüde hafifletildi. ( -> BERLİN ANTLAŞMASI.) müyle, bunları birbirinden ayıran bir ko­ A Y A S U L U Ğ ya da A Y A S U L U K , Ege ridordan oluşur. D ikdörtgen planlı depo, bölgesinde, İzmir'e bağlı Selçuk ilçesinin ikisi tam, ikisi yarım olm ak üzere dört sü­ eski adı. tunla iki bölüm e ayrılmıştır. Bölüm lerden

ayazma A Y A Ş , Orta Anadolu bölgesinde, An­ kara'ya bağlı ilçe. 20 806 nüf. (1990). 1 158 km2. 21 köy. Merkezi Ankara’nın 64 km batısında Ayaş, 6 427 nüf. (1990). iç­ meler ve kaplıca. Tahıl. Ankara keçisi — Mim. ilçenin en eski ve en büyük ca ­ misi olan Ulu ca m i’nin XVI. y y .’da yapıl­ dığı sanılmaktadır. M ihraba dikey üç sahınlı yapıda, sahınlar ahşap sütunlarla ay­ rılmıştır. Kündekâri tekniğindeki ahşap m in b e ri ö zg ü n d ü r. K illik c a m is i'nin (1560), geom etrik bezemeli alçı mihrabı ve XVIII. yy.'d a yapılmış aşı boyalı kadın­ lar mahfili dikkati çeker. XVI. yy.’da yapıl­ dığı sanılan Bûnyamin camisi, mihraba di­ key üç sahınlı bir yapıdır; kuzey-doğu’ sunda Şeyh Bünyamin Ayaşi’nin türbesi bulunm aktadır. M ihraba dikey üç sahınlı bir yapı olan A ktaş m e scid i’nin (XVI. ya da XVII. y y .’lar) özellikle geom etrik beze­ meli alçı mihrabı önem lidir. Şeyhmuhittin camisi de alçı bezemeli mihrabıyla dikkati çeker. A Y A Ş , İçel’in Erdemli ilçesi, merkez bucağında köyken, belediye yapılarak, adı Kum kuyu'ya çevrildi. A y a ş lı v e k i r a c ı la r ı , Memduh Şevket E sendal’ ın romanı (1934; Ayaşlı ile kira­ cıları adıyla 1957). Olaylar, C um huriyet’ in ilk yıllarında, A nkara’da dokuz odalı bir apartmanın kiracıları çevresinde geçer. Bir köy ağasının oğlu olan ve eşkıyalık, zaptiye çavuşluğu, arzuhalcilik, otelcilik vb. gibi türlü işlere girip çıkmış Ayaşlı İb­ rahim Efendi adında birinin oda oda ki­ raya verdiği apartmanında, Türkiye’nin başka başka kesim lerinden gelen kadın­ lı erkekli çeşitli insanların (eski bir çiftlik sa­ hibi, yaşlı bir konsolos, odun-köm ür satı­ cısı ile karısı, eski bir bar kızı ile şoför ko­ cası, odasında kumar oynatan bir kadın­ la kocası, hizmetçiler, misafirler vb.) serü­ venleri aracılığıyla, başkent Ankara’nın sosyo-ekonomik görünüm ü anlatılmıştır. 1942 CHP roman ö dülünde derece alan roman, kiracılardan birinin anı defteri bi­ çim inde yazılmıştır. Â Y Â T çoğl. a. (ar. a y e tin çoğl. ayat). Esk. 1 . Ayetler, — 2 . Kerametler, işaret­ ler. — 3 . Ayât-ı m uhkemat, Kuran’ın ke­ sin ve açık anlamlı ayetleri.|| Âyât-ı müteşabihat, gerektiğinde başka türlü yorum ­ lanabilen ayetler. A Y A T A Ç (Mustafa), türk ressam (Urfa 1927). İstanbul Devlet güzel sanatlar aka­ dem isi’™ bitirdi (1955). Burada Nurullah Berk ve Halil Dikm en’ in öğrencisi oldu. Soyut bir mekân içine yerleştirdiği figür çağrışımlı, biçim sel yönden Joan M iro’ yu andıran ve bazı ilkel sanatların anla­ tımcı özelliklerini anımsatan bir üslup g e ­ liştirdi. Kişisel sergiler açtı, birçok karma sergiye katıldı. Türkiye Ressamlar derneği s e rg is i’nde b irin cilik ödü lü kazandı (1959). A Y A T U L L A H -> AYETULLAH. A Y A V İR İ, Perü’da kent, Puno yönetim bölgesinde, Juliaca’nın K.-K.-B.’sında. Cuzco kiliseleri tarzında, cephesi barok üslubunda kilise (1677-1690). ■ A Y - A Y a. M adagaskar’da yaşayan gececil ve yalnız yaşar yarım aymunsu hay­ van. (Bil. a. D aubentonia madagascariensis; uzunparmaklımakigiller familyası.) — ANSİKL. iri bir kedi büyüklüğündeki ay -ayın sürekli büyüyen güçlü kesici dişleri vardır; bu özellik ay-ayın başlangıçta ke­ m irgen olduğunu gösterir. Ay-ay, kesici dişlerini hindistancevizlerini oym ada, ağaç kabuklarını soymada kullanır, işitme m erkezlen çok gelişmiştir. Ay-ay g ünü­ müzde çok azaldığından, soyunun tüken­ memesi için önlem alınmaktadır. (Esk. cins adı Chiromys.) A Y A Y D IN I a. Ayışığı, mehtap: “ Gece ile ayaydununda ayun nuriyle giderdük " (Şevahid ün-nübüvve, XVI. yy.). [Ayaydın, ayaydınlık biçim inde de söylenir.] A Y A Z a. 1. Daha çok duru ve soğuk ha­

vada görülen dondurucu soğuk: Dün g e ­ ce ayaz vardı. Ayazda kalmak. Ayaza çık­ mak. — 2. Arg. Kötü, zararlı, tehlikeli d u ­ rum ya da yer; korkulan zor ders: B ugün­ kü dersler hep ayaz. — 3. A yaz almak, sözkonusu bir kimse ise, bir işten hiçbir şey elde edem em ek (arg.).|| A yaz kes­ mek, uzun süre soğukta kalıp üşümek: Bütün gece ayaz kestim. || A yaz oldu b u ­ lut oldu, geçen günler umut oldu, geçmiş­ te kalan iyi kötü günlerin, acı tatlı olayla­ rın artık unutulm uş olduğunu belirtmek için söylenir. || A yaz paşa kol geziyor, ayaz paşa kola çıktı, havanın çok soğuk olduğunu anlatm ak için şaka yollu söyle­ nir. || A yaz vurmak, sebze ve m eyve söz­ konusu ise, donm ak, zarara uğram ak. || Ayaza çekm ek, hava sözkonusuysa, ku­ ru soğuk olmak, don yapmak: Bu kardan sonra hava b ir d e ayaza çekerse hiçbir araba işlemez. || Ayazda kalmak, yararlı bir sonuç elde edem em ek, boşu boşuna beklemiş olm ak (arg.). — Oy. Dom inonun noktasız olan yeri. A Y A Z , Gazneli Mahm ut’un gözde kölesi (? -1057). Yaşamına ilişkin kesin bilgi yok­ tur. Gazneli M ahm ut ile ilişkisi, İran ede­ biyatında çeşitli hikâyelere konu oldu. Ayaz, bu hikâyelerde gerçek aşkın (Bos­ tan ve Gülistan), olgun insanın (M esne­ vi), dürüstlük ve kavrama yeteneğinin (ilahinâme) simgesi olarak görülür. Zulati, M ahm ud u A yaz adlı yapıtında A yaz’ın, Gazneli Mahmut ile ilişkisini işledi. A Y A Z , Selçuklu emir (öl. 1105). Büyük Selçuklu tahtı için birbiriyle boğuşan iki kardeşten, önce M ehm et Tin tarafını tut­ tu, sonra da Berkyaruk saflarına katıldı; bu m ücadelede H em edan emiri olarak önemli rol oynadı. B erkyaruk’un ölümü üzerine, onun oğlu Melikşah'U’nin atabeyi olarak Mehmet l ’e karşı çarpışırken bir tu­ zağa düşürülerek öldürüldü. A Y A Z (Mustafa), türk ressam (Trabzon 1938). Gazi eğitim enstitüsü resim bölüm ü’nü bitirdi (1963). Çizgi, renk ve açık -koyu gibi resim öğelerinin eşit olarak vur­ gulandığı resimlerinde, Matisse bezemeciliği ile kaligrafik bir desen kaygısının bü­ tünleştirilmesine dayanan bir üslup geliş­ tirdi. Devlet resim ve heykel sergilerinde ikincilik (1971), başarı (1975 ve 1977); DYO resim sergilerinde başarı ödülleri (1975 ve 1977) kazandı. A Y A Z A Ğ A , İstanbul’un Şişli ilçesine bağlı semt; adını Yeniçeri ocağı kethüdası Ayaz A ğ a ’nın burada bulunan çiftliğinden almıştır. Abdülaziz döneminde Serkis Kalfa ’ya yaptırılsm Ayazağa kasrı, günüm üz­ de binicilik oKulu olarak kullanılmaktadır. i iA Y A Z İ N İ , Afyonkarahisar’ın, Ihsaniye ilçesi, merkez bucağına bağlı köy. 1 484 nüf. (1990). PTT. Köy yakınındaki kaya­ lıklarda, Phrygialılar’dan kalma, aslan ka­ bartmalı birçok mezar odası ve yunan haçı planlı Ayazini kaya kilisesi var. A Y A Z L A M A K gçz. 1. Hava sözkonu­ suysa, ayaza çevirmek: K ar kesilince ha­ va iyice ayazladı. — 2 . Ayazda kalarak üşümek. — 3 . Arg. Bir yerde boşuna bek­ lemek: Sabahtan beri burada ayazladık, ne gelen var ne giden. ♦ ayazla n m ak, a yazla şm a k Ayazda kalıp üşütmek.

dönşl. f

♦ a ya z la tm a k ettirg. f. 1. Bir kim se­ yi, b ir şeyi ayazlatmak, o kimseyi ayazda bekletmek ya da o şeyi ayazda bırakıp soğutmak. — 2. Arg. B ir kim seyi ayazlat­ mak, onu boş yere bekletmek. AYAZLAN M AK -

AYAZLAMAK.

A Y A Z L A Ş M A K — AYAZLAMAK. ALAZLATM AK -

AYAZLAMAK.

A Y A Z L IK a. Evlerde serinlemek için kul­ lanılan önü açık yer; balkon, taraça, tah­ taboş. A Y A Z M A a. (yun. agıasma). Hıristiyan­ lıkta, özellikle Rumlar’da bir aziz ya da azi-

zenin adına bağışlanmış olduğu İçin kut­ sal sayılan kuyu, pınar ya da çeşme. —ANSİKL. Halk arasında bu yerlerin su­ yunun şifalı olduğuna, her tür kötülük, hastalık ve illetten koruduğuna inanılır. Bu am açlarla ziyaret edilen ayazmaların çevresinde kurulan kiliseler de o aziz ya da azizenin adıyla anılır. Halk bu ayazmaların aziz ya da azizelerin gözyaşlarından oluştuğuna inandığı için, oraları ziyaret ettiklerinde kutsal su­ ları şişelere doldurarak evlerine götürür, bütün yıl bunların şifalı olduğuna inandık­ ları etkisinden yararlanm aya çalışırlar. Öte yandan, bu ayazm a sularının aziz ya da azizelerin gözyaşlarından değil de, savaşlarda çocukları ölen yaslı anaların gözyaşlarından oluştukları söylenir. Her ayazmanın, adını taşıdığı aziz ya d a azize için özel bir günü vardır. O gün, ayazmanın çevresindeki kilisenin papazı oraya gelir ve ayin yapılır. Yerine göre, ayazmanın “ şifalı” ve "ku tsa l" suyundan içilir ya da bununla yıkanılır, sonra da şi­ şelere doldurularak dağıtılır. Bizans dönem inden kalma başlıca ayazmalar: daha önce Romalılar tarafın­ dan ham am olarak kullanılan Selanik'te­ ki A yos Dimitrios-, hıristiyan olanların ve ol­ mayanların şifa bulm ak için ziyaret ettik­ leri İstanbul, Balıklı'daki Zoodokos p ig h i (pınarı); Meryem ana’nın şifa verici gücü­

Ayaş Bünyamin camisi Ankara

Ayazini mezar odaları İhsaniye-Afyonkarahisar

ayazma nü temsil ettiği söylenen İstanbul, Ayvansaray'daki Aya Btakherna, kraliçe Pulheria tarafından kurulan (435) İstanbul, Dolm abahçe'deki A yo s Vasüios, Silivri’de boynu vurulan azizin kafasının düştüğü yerde su fışkırdığı için ayazma olan Ayos Agatanikos (V. yy.); eskiden bir azizenin oturduğu evin bahçesi olan ve kör bir öküzün, boynuzlarını yere vurarak su fış­ kırtması sonucu gözlerinin açılması üze­ rine, gözlerinden hasta olan kişilerin ziya­ ret ettiği İstanbul, Balat'taki Aya Elisavia-, şifa bulm ak için gelen hastaların battani­ yelere sarılarak su dolu çukurlara yatırıl­ dığı İstanbul, Tarabya'daki Aya Pareskevi.

1096

Mehmet Ali Aybar

A y a z m a c a m is i , İstanbul'da osmanlı yapısı. Üsküdar'da, Kızkulesi'nin karşısın­ daki tepededir. Mustafa III, annesi Mihrişah Emine Sultan ve kardeşi şehzade Sü­ leyman adına m im ar Mehmet Tahir A ğ a ’ ya yaptırdı (1757-1760). Aslında cami, sıbyan mektebi, hamam, çeşme, muvakkithaneden oluşan bir selatin külliyesi iken, günüm üze yalnızca cami ve çeşme kalmıştır. Üç yanı avluyla çevrili, barok üs­ luptaki cami, kare plan üzerine merkezi kubbeli bir yapıdır. Ö nünde üç kubbeli son cemaat yeri vardır. Renkli m erm er­ den m ihrap ve minberi zengin görünüş­ lüdür. Hünkâr mahfilinin duvarları ise İtal­ yan çinileriyle bezelidir. Yazıları, dönemin ünlü hattatı Seyyit Mustafa A ğ a ’ nındır. AYB -

Nihal Aybars

AYIP.

A Y B A L IĞ I a Derisi kabarcıklı, gövdesi disk biçim inde kemiklibalık. (Bil. a. Mola m ola, aybalığıgiller familyası; 2 t ağırlık için boy 3 m.) — ANSİKL. Aybalığı derin denizlerde ya­ şayan, pek iyi yüzemeyen, çoğu zaman kendini yüzeyde dalgalara bırakan, ama derinlere de dalabilen bir balıktır. Hepçil beslenir, am a ancak küçük avları yaka­ lar. Genellikle üzeri asalaklarla doludur. Sıcak denizlerde yaşayan ve otçul bes­ lenen daha küçük bir'aybalığı olan Ran­ zanla leavis'in boyuysa oldukça uzunca­ dır: 80 cm. A Y B A L IĞ IG İL L E R a Sıcak ve ılık de­ nizlerde yaşayan kemiklibalık familyası. (Yassı gövdelidirler. Dişleri her çenede birbirine yapışık bir şerit oluşturur. Etleri lezzetsiz ve pis kokuludur. Örnek türü aybalığıdır. Bil. a. Molidae. Tetraodontitorm es takımı.) A Y B A L T A a. 1. Ay biçim indeki savaş baltası. — 2. Gemi, kayık kerestelerini yontm akta kullanılan ay biçim indeki bal­ ta.

I A Y B A R (Mehmet Ali), türk siyaset ada­ mı, hukukçu (İstanbul 1908). Galatasaray lisesi'ni, İstanbul Hukuk fakültesi'ni bitirdi (1935). Aynı fakültede anayasa hukuku asistanı, (1936), hukuk doktoru (1939), devletler hukuku doçenti (1942) oldu. Va­ tan gazetesinde demokrasi üzerine yazı­ lar yazdı (1945). Doçentlik görevine son verildi (1946). Çıkardığı Hür gazetesi (1947) sıkıyönetimce yasaklandı. İzmir'de Zincirli hürriyet’i çıkardı (1947). Truman doktrinine karşı çıktı. Ancak üç sayı çıka­ Aydın Aybay bilen bu gazete de kapatıldı. Hükümete ve cum hurbaşkanına yazı ile hakaretten 3 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı (1949). Genel afla serbest kaldı (1950). Bir grup sendika yöneticisinin kurduğu (1961) Tür­ kiye işçi partisi’nin genel başkanlığına ge­ tirildi (1962). İstanbul milletvekili seçildi (1965). ABD'nin Vietnam’da işlediği sa­ vaş suçlarını araştırmak üzere kurulan Russell m ahkemesi’nde yargıç olarak bu­ lundu. (1966-1967). Türkiye’ye özgü bir sosyalizm arayışı içinde oldu. 1945-1968 dönemi yazı ve konuşmalarını Bağımsız­ lık, demokrasi, sosyalizm (1968) adıyla yayımladı. Çekoslovakya'nın Varşova paktı kuvvetlerince işgaline (1968) karşı çıktı. 1969’da yeniden İstanbul milletvekili seçildi. Partisi içinde ortaya çıkan görüş ayrılıkları sonucu genel başkanlıktan

(1969), daha sonra da parti üyeliğinden (1970) ayrıldı. 12 Mart dönem indeki m ec­ lis konuşmalarını 12 Mart'tan sonra adlı yapıtında topladı (1973). Sosyalist devrim partisi (SDP) adını alan Sosyalist parti’nin (SP) kuruluşuna öncülük etti (1975), ilk genel başkanı oldu (1975-1979). Mark­ sizm ’de örgüt sorunu adlı yapıtında leninist örgüt modelini eleştirdi (1979). 12 Ey­ lül sonrasında DİSK davasında savunma avukatlığı yaptı. TİP (Türkiye İşçi partisi) Tarihi(2 cilt, 1990) adlı eserini yayımladı. Aybar, gençlik yıllarında bir sporcu ola­ rak da ün yaptı. Atletizme Galatasaray’ d a k i ö ğ re n im y ılla rın d a b a ş la d ı. 1928-1935 arası milli takım da yer aldı, 1 0 0 m, 2 0 0 m ve bayrak yarışlarında Türkiye rekorları kırdı. 1931'de 200 m 'de Balkan İkincisi oldu ve Balkan şampiyon­ luğunu kazanan 4 x 100 bayrak takımın­ da koştu.

AYBARS (Besim), tü rk atlet ve çalıştırı­ cı (Kavala 1912). 1933-1939 arası 800 ve 1 500 m ’lerde koştu, rekorlar kırdı. Milli ta­ kım da yer aldı. Atletizmi bıraktıktan son­ ra çalıştırıcılığa başladı; Ekrem Koçak, Gül Çiray, Muharrem Dalkılıç gibi şam pi­ yon atletlerin yetişmesine katkıda bulun­ du. ■AYBARS (Nihat), türk tiyatro sanatçısı (İstanbul 1918). Ankara DeBet konservatuvarı tiyatro yüksek bölüm ü’nü bitirdi (1943). Tatbikat sahnesi (1943-1949) ve Ankara Devlet tiyatrosu’nda görev yaptı. 1971'd e emekli oldu. Sahneye koyduğu oyunlardan bazıları: Yanlış yanlış üstüne, Midas'ın altınları, Lady Frederick, Güneş­ te on kişi. A Y B A S T I a. K iş id e ayın etkisiyle o rta ­ y a çıktığı d ü ş ü n ü le n psik o lo jik rahatsızlık. (ÂYŞAR-da d en ir.) A Y Ğ A S T I, Karadeniz bölgesinin orta bölüm ünde, O rdu'ya bağlı ilçe. 32 452 nüf. (1990). 508 km2. 10 köy. Merkezi Or­ du'nun 97 km güney-batısında Aybastı, 17 143 nüf. (1990). Mısır, patates. A Y B A Ş I a. 1. ÂDET'in eşanlam lısı. — 2. Aybaşı olmak, p e riy o d ik â d e t kana m ası b a ş la m a k ; â d e t g ö rm e k .

■ A Y B A y (Aydın), türk hukukçu (İstanbul 1929). ilk ve ortaöğrenim ini İstanbul’da yaptı. İstanbul Hukuk fakültesi'ni bitirdi (1953). Aynı fakülteye asistan olarak gir­ di; profesör oldu (1974). İstanbul Siyasal bilim ler fakültesi’nde öğretim üyeliği yap­ tı. Buradan em ekliye ayrıldı (1983). Baş­ lıca yapıtları: Tapu sicilinde muvakkat tes­ cil (1959), M üşterek m ülkiyette taksim (1964), B orçlar hukuku dersleri (1964), M edeni hukuk dersleri (Feyzi Feyzioğlu ve Ümit D oğanay ile, 1973), Eşya h uku ­ ku dersleri (Hüseyin Hatemi ile, 1981), Kat m ülkiyeti kanunu (1985).

AYBAY (Rona), türk hukukçu (İstanbul 1935). İstanbul H ukuk-fakültesi’ni bitirdi (1959). ABD Colum bia üniversitesi’nden karşılaştırmalı hukuk masteri aldı (1964). D oçent (1973) ve profesör (1980) oldu. ODTÜ İdari ilimler fakültesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Aynı fakültenin dekanlığına getirildi (1975). Kendi isteğiyle ODTÜ'den ayrılıp A nkara Üniversitesi siyasal bilgi­ ler fakültesi'nde öğretim üyesi oldu. 1983 yılında görevine son verildi. Başlıca ya­ pıtları: Faşizm (M urat Sarıca ile, 1962), 1961 Anayasası (1963), Fiobert Owen (1970), Yurttaşlık (Vatandaşlık) hukuku (1982).

AYBE a. (ar. caybe). Esk. Deri çanta ya da torba, heybe. A Y B E G K u t b e t t l n (öl. 1210), Delhi Memlukları devletinin kurucusu (1206 -1210). Onu G azne’de bir köle tüccarın­ dan satın alan ve savaşlardaki yiğitliğini değerlendiren sultan Muızzüttin M uham ­ met tarafından ordu komutanlığına geti­ rildi. Harizmşahlar ile yapılan savaşlarda, özellikle hint seferinde askerlik yeteneği­ ni kanıtladı. Büyük im paratorluğu Gazne'

den yönetm ek gereğini duyduğu için ku­ zey Hindistandaki topraklarının yönetimini Kutbettin’e bırakan ve devlete sağladığı zaferler, bol ganim etler nedeniyle onun bu yönetim inden çok hoşnut kalan sultan Muizzüttin, kendisine “ m elik" unvanı ver­ di, daha sonra da Hindistan bölgesine ve­ liaht seçti. Kuzey Hindistan’da, D elhi’den Kalincar v e G u c e ra t’a, Lahnauti'den Lah o r’a kadar uzanan geniş toprakları kısa sürede fethedip İslamlığın yayılmasına katkıda bulunan Kutbettin, sultan Muizzüttin'in öldürülm esi üzerine Lahor sarayın­ da tahta çıkarak hüküm dar oldu (1206). Muizzüttin'in ardılı olan Gıyasüttin M ah­ mut Gori de onun bağımsız hüküm darlı­ ğını tanıyarak kendisine “ sultan” unvanını verdi, iyi yönetimi ve art arda kazandığı zaferlerle Delhi Memlukları devletini yü­ celten Kutbettin, atlı top oyunu (kuyü çevgan) oynarken attan düşerek öldü. Ardılı olan oğlu Aram şah, ertesi yıl eniştesi ve başkom utan iltutm uş tarafından tahttan indirilince, im paratorluk birbirine düşman dört kola bölündü. A Y B E G (izzettin Ebülmansur), kölemen yönetici (?-Kahire 1249). Şam sultanı el -Melikül Muazzam Şerefettin İsa’nın kölesiyken, H avran’da Salhat kentiyle yöresi ona tim ar olarak yerilip saray kâhyalığı­ na atandı. Babası İsa’nın yerine Şam sul­ tanı olan Melikül Nasır Davut tarafından Şam naipliğine atanınca siyasal etkisi bü­ yük ölçüde arttı. Daha sonra D avut’un amcası el-Melikül Eşref Şam ’ı alınca, na­ iplikten uzaklaştırıcıysa da H avran’daki timarını korudu. Ancak, ihanet olasılığına karşı tüm siyasal gücü elinden alındı. Yö­ nettiği kentlerde cami, medrese, han, ka­ le vb. birçok bayındırlık işleri gerçekleşti­ ren Aybeg, Kahire'de öldükten sonra ce­ nazesi Şam ’a götürülerek türbesine g ö ­ müldü. A Y B E K , asıl adı Musa Taşmuham metoğlu, özbek şair, yazar ve bilgin (Taş­ kent 1905 - ay. y. 1968). Özbekistan bi­ limler akadem isi sosyal bilim ler bölümü (1943-1953) ve Özbekistan yazarlar birli­ ği (1945-1950) başkanlıklarını yürüttü. Başlangıçta simgeci, lirik şiirler yazdı; da­ ha sonraları toplumsal temaları işledi. Orta Aysa Türkleri’ nin çarlık Rusyası'na karşı 1916 yılındaki ayaklanmasını anlatan Kutluğ kan (Kutsal kan, 1940) ile Ali Şir Nevai’nin hayatını işleyen N evai (1944) adlı tarihsel rom anlarıyla ün kazandı, ödüller aldı; romanları yabancı dillere çevrildi. Ölüm ünden sonra yapıtları 19 ciltte to p ­ landı (1975-1985). A Y B E R İ a Gökbil. Bir gökcism inin yö ­ rüngesinin A y'a en yakın noktası. (Eşanl. PERİSELER.)

A ybet

ü l- h a k a y ı k

-*

atabet

ul

-HAKAYIK.

A Y B İL İM a. A y ’ı inceleyen bilim dalı, A Y B İL İ M C İ a Ay'ı inceleyen uzman. A Y B O C İ a Denize. Demir ırgatını geri çalıştırarak dem ir zincirini denize verme. ♦

ünl. Bu iş için verilen komut.

A Y B U G İR ya da A Y B U K İ R , Türk menistan Cum huriyeti’nin kuzey sınırı yakınında küçük sığ göl. Aral gölünür 150 km kadar güney-batısında yer alır. Son buzul devrinden sonra daralan Aral gölünün eski tabanındaki bir çukurlukta­ dır. Am u Derya deltasındaki kolların taş­ kın suları ile beslenir. A Y C IK a. Geom. Arakesitinde birden çok nokta bulunan iki daire verildiğinde, bu dairelerden birinin, öbürü içinde bu­ lunm ayan noktalarının kümesi. (Örneğin Hippokrates* aycığı.) A Y C L İF F E , Büyük B ritanya'da (Durham) kent, D arlington'un K.’inde; 20 200 nüf. 1947’de kuruldu. İngiltere'de savaş sonrasında kurulan yeni kentlerin ilkidir. A Y Ç A a. 1. Ayın ilk günlerindeki biçimi; hilal, yeniay. — 2 . Gami kubbelerinin, mi-

Aydemir nare külahlarının ve bayrak direklerinin te­ pesine konulan yeniay biçim indeki süs. —Anat. Tırnağın dib in de görülen yeniay biçim inde beyaz leke. — Antik. Antik heykellerin başları üzeri­ ne, herhalde korum a amacıyla yerleştiri­ len başlık. —Gökbil. Güneş sistemindeki bir gökcismin, özellikle A y’ın, görünen aydınlık yü­ zeyinin, dairenin yarısından küçük olduğu dönem deki görünümü. (Ay, yeniay ile ilkdördün arasındayken akşam, sondördün ile yeniay arasındayken sabah, ayça bi­ çim inde görünür.) [Eşanl. HİLAL ] —Mim. Hilal biçim inde bezeme. A Y Ç E V R E S İ a. Ayçevresı olayları, A y’ın yakın etki alanında oluşan olaylar. ■ A Y Ç İÇ E Ğ İ a Yüksek boylu, güneşe doğru yönelen büyük sarı çiçekli bitki; ye­ meklik yağ ve hayvan yemi olarak çok değerli, proteince zengin küspe elde edil­ m ek am acıyla yetiştirilir. Tanesine de ay­ çiçeği denir. (Eşanl. GÜNÇİÇEĞİ, GÜNDÛNDÜ, GÜNEBAKAN.) [Bk. ansikl. böl.] — Mutf. A yçiçeği yağı, ayçiçeği tohum la­ rından elde edilen sarımtırak sıvı yağ. (Asit oranı düşük olduğundan ve katı yağ­ lardan geç yandığından, yemeklik yağ olarak ya da kızartmalarda ve margarin, sabun, yağlıboya yapım ında kullanılır.) — ANSİKL Bileşikgiller familyasından olan ayçiçeği (Helianthus annuus) 1,5-3 m yüksekliğinde bir bitkidir; uzun saplı, parçasız, üçgen biçiminde, tüylü ve dokunul­ duğ unda ele sert gelen büyük yaprakla­ rı vardır. Çiçekliği, çapı 40 c m ’yi bulabi­ len büyük bir kömeç biçim indedir; üstün­ deki çekirdek sayısı 1 5 0 0 ’ü bulabilir. Kömecin çevresindeki çiçekler, altın sarısı uzun bir dil gibi sarkar. Taneler kömecin üstünde sıkça dizili birer akendir. Bu aken 1 cm boyunda, gri, siyah ya da beyaz ve gri çizgili, selülozdan bir kabukla kaplı, oval bir m eyvedir; içinde aynı biçimde serbest bir tohum bulunur. Ayçiçeği ni­ sanda ekilir, ağustos-eylülde hasat edilir Hasat çoğu yerde, bu amaçla yapılmış bi­ çerdöverlerle yapılır. Türkiye'de ayçiçeği tarımı, Birinci Dün­ ya savaşı’ndan sonra, önce Trakya’da başladı, sonra Marmara bölgesine ve ora­ dan ö bü r bölgelere yayıldı. Böylece 1930’lu yıllarda sıfırdan başlayan ayçiçe­ ği tarımı, 1988 yılında 750 000 hektara ulaştı. Ülkenin yağ gereksinimi ve tavuk yemi yapımında taşıdığı önem nedeniy­ le, ayçiçeği tohumu en önemli yağ ve yem hamm addeleri arasında yer aldı. Yıl­ lık üretim ortalam a 1 150 0 0 0 tonu bul­ du. — Halk hek. A yçiçeğ i tohumu, idrar artı­ rıcı ve göğüs yumuşatıcı etkilere sahiptir. H aricen lapa halinde, çıbanları olgunlaş­ tırmada kullanılır. Soğuk algınlıkları ve so­ lunum sistemi hastalıklarında etkilidir. Çi­ çek ve yaprakları da ateş düşürücü ve balgam söktürücü nitelikler taşır. —Zootekn. A yçiçeği küspesi, fazlaca bit­ kisel kabuk içerdiği ve bunlar az sindiri­ lebilir olduğu için enerji değeri bakımın­ dan orta derecede bir yemdir. Proteinle­ ri metionince zengindir, ama lizince fakir­ dir. Tane kılıflarının besin değeri de d ü ­ şüktür. A Y Ç İZ İM a A y’ın betimlenmesi. (Eşanl. SELENOGRAFİ.)

A Y Ç Ö R E Ğ İ a. Mayalı ham urdan yapı­ lan hilal biçim inde çörek. (Üçgen biçim i­ ne getirilen ham ur içine dövülm üş ceviz, kuru üzüm ve tarçın karışımı konarak sarılır, iki uç kıvrılır, hilal biçimi verilir.) || Badem li ayçöreği, kayısı kokulu bademli hamurdan, yarım daire biçim inde yapılan kuru pasta. A Y D A (Adile), türk diplom at (Kazan 1913-Ankara 1992). Prof. Dr. S. M. Arsal’ın kızı, Ankara Hukuk; Dil ve tarihcoğrafya fakültelerini bitirdi. Ankara ve İstanbul üniversiteleri Edebiyat fakültele­ rinde Fransız edebiyatı doçenti olarak görev aldı Dışişleri bakanlığında çalıştı.

Cumhurbaşkanlığı kontenjanından sena­ tör atandı (1976-1980). Bazı eserleri; Böyle idiler yaşarken (anı, 1984), A t­ sızdan Adile Ayda'ya m ektuplar (1989), Etrüskler (Tursakalar Türk idiler) [1992], A y d a b ir , aylık magazin-sanat dergisi (eylül 1935 - kasım 1936, 15 sayı). Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç tarafın­ dan kuruldu. Güncel olaylara ilişkin resim­ li haberlerin yanı sıra, dönem in tanınmış sanatçılarının (Nurullah Ataç, Ahm et Haşim, Reşat Nuri Güntekin, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Peyami Safa) ürünlerine yer verdi. A Y D A N (Ayhan), Ayhan ALNAR diye de bilinir, türk soprano (İzmir 1924). Ankara Devlet konservatuvarı’nda öğrenim oördü. Önce Tatbikat sahnesi’nin,sonra Anka­ ra Devlet opera ve balesi’nin kadrosunda yer aldı. Birçok operada prim adonna ola­ rak sahneye çıktı. Ferit Alnar ile evli oldu­ ğu yıllarda A ln a r soyadını kullandı. 1960' ta kendi isteğiyle emekli oldu. f A Y D A N (Sevda), türk soprano (İstanbul 1930). Ankara Devlet konservatuvarı'nda öğrenim gördü, Ankara Devlet opera ve balesi'ne girdi. Birçok operada primadon­ na olarak sahneye çıktı, Van Gogh o pe ­ rasının (N. Kodallı’nın) ilk yorum unda rol aldı. IA Y D A N (Efe), türk basketbolcu (Anka­ ra 1955). Basketbola Galatasaray genç takımında başladı, daha sonra Karşıyaka ve Eczacıbaşı ta kım la rın d a oynadı. 1982’de Fenerbahçe’ye transfer oldu. Hem kulübünde hem milli lakım da kap­ tanlık yaptı. 1981 yılında Avrupa karması’na seçilen ilk tü rk basketbolcusu oldu. 2,05 m etre boyu ve üstün yeteneği ile Türkiye’nin en iyi basketbolcularından bi­ ri olarak tanındı. Türkiye milli basketbol takımında 225 defa yer alarak bir reko­ run sahibi oldu. A Y D A Ş sıf. Yörs. Zayıf, gelişmemiş. — Folk. Aydaş olma, aynı günlerde doğan çocuklardan birinin gelişmesine karşın, ötekinin zayıf kalması, gelişememesı. (Bk. ansikl. böl.) || Aydaş aşı, aydaş olmuş ço ­ cuklar için düzenlenen bir tür tören. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Aynı günlerde doğan ço cuk­ lardan biri gürbüz, öteki zayıf olursa, gür­ büz olanın ötekini bastırıp gelişmesini en­ gellediğine inanılır. Zayıf olana aydaş de­ nir. Bu durum da aydaş çocuk, ötekinin evi çevresinde dolaştırılır, gürbüz olanın giysisi gizlice alınıp öbürüne giydirilir, iyi­ leşmezse aydaşın annesi, öteki evden gizlice yiyecek çalar yer; ya da birlikte ye­ mek yenip çocuklar değiştirilerek emzirilir. Kimi köy mezarlıklarında bulunan or­ tası delik kayalardan geçirilen çocuğun, aydaşlıktan kurtulacağına inanılır. • A ydaş aşı, aydaş çocuğu sağaltm ada en çok başvurulan yöntem, inanışa göre kimi çocukların zayıf kalması, şeytanın kendi çocuğunu yeni doğanla değiştirme­ si yüzündendir. Bu durum da köyün en yaşlı kadını, dört yol ağzına bir kazan ko­ yup çocuğu içine yerleştirir. Yoldan ge­ çenler ne yaptığını sorunca “ aydaş aşı pişiriyorum " yanıtını verir. .Yolcular yer­ den aldıkları bir çöpü, kazanın altına sı­ kıştırıp çocuğun yüzüne tükürürler Yaşlı kadın kazanın altını tutuşturacakmış gibi yapar. Böylece şeytanın, çocuğu yanm a­ sın diye kendısınınkını alıp sağlıklı ço cu ­ ğu gen vereceğine inanılır A Y D E D E a 1. Ç ocuk dilinde ay. özel­ likle dolunay — 2. A ydedeye misafir ol mak. gecenm açıkta geçirildiğini belirt­ m ek için şaka yollu söylenir A y d a d e , mizah gazetesi İstanbul’da Refik Halit (Karay) yayımlayıp yönetti (2 ocak 1922 - 9 kasım 1922/8 mayıs 1948 -1 ekim 1949, 125 sayı). Haftada ıkı gün çıkıyordu. D erginin başyazarı Refik Halıt ve karikatürcüsü sonradan “ işkenceci” y a d a “ Hain", diye adlandırılan Rıfkı, Kur­ tuluş savaşı’na karşı, işgalciler ve saray

yanlısı tutumları nedeniyle savaş kazanı­ lınca yurt dışına kaçtılar (9 kasım 1922), A y d e d e ’nin yayımına 90. sayıda ara ve­ rildi. Bu döneminde gazeteye Orhan Seyfi (Orhon), Yusuf Ziya (Ortaç), Vedat Örfi (Bengü), Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Süley­ man Nazif gibi ünlü imzalar yazıyorlardı. Refik Halit bağışlanan 150'likler arasında yurda döndükten sonra A yd e de ’yi yeni­ den yayımladı ( 8 mayıs 1948). Bu dönem ­ de gazetenin yazarları arasında Cemal Refik, Fikret Adil, Melih C evdet Anday, Adalet Cimcoz, Ercüm ent Ekrem sayıla­ bilir. Karikatürleri Turhan Selçuk çizdi. Re­ fik Halit, yazılarında kimi zaman "K irp i" ve “ A y d e d e " imzalarını kullanıyordu.

1097

A Y D E D E , Refik Halit Karay’ın Peyamı sabah gazetesinde yazdığı yergi yazıla­ rında kullandığı takm a ad (1920-1921). ■ A Y D E M İR a Teknol. Marangozların ya da fıçıcıların ağaç yontm ada kullandığı uzun saplı, ay biçimli keser.

ayçiçeği (Helianthus annuus)

I

Bk. resim sayta 1098

A y d e m ir , M üfide Ferit Te k’in romanı (1918). Türkçülük ülküsünü benimsemiş İstanbullu bir genç olan Aydem ir ile sev­ gilisi Hazin’in serüvenini anlatır: Aydemir, Türkistan Türkleri’ ni Çarlık yönetim inden kurtarm ak ister ve çalışmaları yüzünden S em erkand’da idam edilir. Mücadelesi, daha sonra sevgilisi Hazin tarafından yü­ rütülür. Osmanlı Imparatorluğu’nun dağıl­ ması ve im paratorluğa bağlı ulusların ba­ ğımsızlıklarını elde etmeleri sırasında T ürkler’in ulusal benliğini bulm a çabası, rom anda duygusal bir üslupla işlenir. Ro­ man özellikle Birinci Dünya savaşı ve M ü­ tareke yıllarında yaşayan genç kuşağın si­ yasal görüşleri üzerinde etkili oldu. Şev­ ket Süreyya A yd e m ir*, yapıtın adını soy­ adı olarak benimsedi. ■ A Y D E M İR (Şevket Süreyya), türk yazar, araştırmacı (Edirne 1897 - Ankara 1976). Balkan göçm eni yoksul bir ailenin ço cu ­ ğu olarak Edirne Muallim m ektebi’nde okurken Turancı görüşleri benimsedi, gö­ nüllü olarak askere yazıldı (1915), Kafkas cephesinde savaştı. Daha sonra yarım kalan öğrenimini tamamladı, öğretmenlik yapm ak üzere A zerbaycan'a .gitti (1919). Burada Sovyet devrim i’nin etkisi altında kalarak marxçı görüşleri benimsedi; Mos­ kova Üniversitesi’nde iktisat ve sosyal bi­ limler öğrenimi gördü (1920-1923). İstan­ b ul'a dönüp Aydınlık gazetesini çıkaran­ lara katıldı, öğretm enlik yaptı. Gizli TKP yöneticileri arasında yer aldı. Aydınlık ga­ zetesi kapatılıp yöneticileri tutuklandıkla­ rında, Ankara istiklal m ahkem esi'nce on yıl hapse mahkûm edildi (1925). Bir yıl sonra ilan edilen genel aftan yararlandı. Bu süre içinde, Kom intern’in uluslararası

kömeçten ayrıntı

Efe Aydan Gelişim arşivi

Sevda Aydan

Aydemir komünizm çizgisinden ayrılıp bir tür milli­ yetçi kom ünizm anlayışını savunm aya başladıysa da ardından Türkiye için g e ­ çerli düşüncenin K e m alizm ' olduğu g ö ­ rüşüne geldi. A n ka ra ’da Yüksek tek­ nik öğretim genel m üdür yardımcılığına atandı (1928). Ankara Belediyesi iktisat m üdürlüğü, Ankara Ticaret mektebi ku­ rucu m üdürlüğü, iktisat vekâleti sanayi tetkik heyeti reisliği, Başbakanlık yüksek denetlem e kurulu üyeliği yaptı. 1932 -1934 yılları arasında 36 sayı yayımlanan K adro* dergisinin kurucu ve yöneticileri arasında yer aldı, yazılarıyla Kemalizmin bir ideoloji olarak temellendirilmesine kat­ kıları oldu. Devlet hizmetinden emekliye ayrıldıktan sonra (1951) yaşamını bütü­ nüyle yazarlığa adadı, önce kendi yaşamöyküsünü konu alan Suyu arayan adam, ardından da türk toplum unun yakın geç­ mişteki önde gelen devlet adamlarının yaşamöykülerini anlattığı araştırma ve ince­ leme kitapları, bir de roman yayımladı Sosyalist kültür derneği kurucuları arasın­ da yer aldı (1962). Yapıtları: Lenin ve Le­ ninizm (1924), Cihan iktisadiyatında Türki­ ye (1930), İnkılap ve kadro (1932), Suyu arayan adam (1959), Toprak uyanırsa (ro­ man, 1962), Tek adam (3 cilt, 1963-1965), İkinci adam (3 c i lt , 1966-1968), M ende­ res'in dram ı (1969), Enver Paşa (3 cilt, 1970-1972), ihtilalin mantığı (1973), Kah­ ramanlar doğmalıydı (1974), Kırmızı m ek­ tuplar (1977). [ -> Kayn.]

aydemirler

marangoz aydemiri

İ L S '■-ü. fıçıcı aydemiri

■ A Y D E M İR (Talat), türk asker (Bilecik 1917 - Ankara 1964). H arp okulu'nu (1939) ve H arp akadem esi'ni bitirdi (1954). DP iktidarına karşı darbe yapm ak için örgütlenen cuntada çalıştı (1956 -1959). Kore'ye gitti (1959). 1960 hazira­ nına kadar orada kaldığı için 27 mayıs 1960 hareketine katılamadı. Y urda dö­ nünce Milli birlik kom itesi'nce kurm ay al­ bay rütbesindeyken Harp okulu komutan­ lığına atandı. 22 şubat 1962'de, Anayasa’da öngörülen reformların gerçekleş­ m ediği gerekçesiyle bir darbe girişimin­ de bulundu. Komutası altındaki Harp oku­ lu öğrencileri ve bazı birliklerin katıldığı gi­ rişim başarılı olam ayınca tutuklandı; emekli edildi; 1 0 mayıs 1962’de çıkarılan özel af yasasıyla serbest bırakıldı. 2 0 - 2 1 mayıs 1963 gecesi kalkıştığı ikinci darbe girişiminde de başarılı olamayınca sıkıyö­ netim m ahkem esinde yargılandı, idam edildi (1964). A Y D IN sıf ve a. Düşünsel etkinliği ağır basan, düşünsel etkinliklere yönelmiş, bil­ gili, okumuş, değerlendirm e yetisi geliş­ kin kimse için kullanılır; entellektüel, mü­ nevver: A ydın b ir adam. Aydının sorum ­

Şevket Süreyya Aydemir

Aydın il haritası

TORBAl

luluğu. (Bk. ansikl. böl.) ♦

sıf. Işıklı; açık, anlaşılır; aydınlık.

♦ a. Esk. Işık, aydınlık: “ Ayın aydının­ da gördüm , m ezbu r p e ri He iki kim esne dahi var id i" (Şeriyye sicilleri, XVI. yy ). —ANSİKL Fransa’da aydın kavramının toplum bilim sel bir bütün ya da g rup an­ lam ında kullanılması oldukça yenidir: fr. (aydın) sözcüğü.Em ile Zola'nın 14 ocak 1898’de A urore'da yayımlanan "Manifeste des intellectuels" (Aydınlar manifesto­ su) başlıklı yazısından sonra büyük önem kazandı. Sözkonusu yazı, Löon Blum, Lucien Herr, Anatole France, Gustave Lanson, Marcel Proust ve daha başkalarının da imzasını taşıyor ve Dreyfus davasının yeniden görülmesinden yana kesin bir ta­ vır ortaya koyuyordu. Maurice Barrâs'in m anifestoculara verdiği cevap, bir bakı­ ma, aydın kavramının okuyucu kitlesi ta­ rafından "ele ştirel" anlam da anlaşıldığı­ nı açıkça gösterir: "B u düşünce aristok­ ratları, böylece ayaktakımı gibi düşünm e­ diklerim göstermiş o ld u la r" (Le Journal, 1 şubat 1898). Böylece aydın, yalnızca yaptığı işin ni­ teliğine, yani kol em eği yerine kafa em e­ ği harcamasına göre değil, aynı zam an­ da karşı çıktığı egem en bir durum ya da ideoloji, fiatta bağlı olduğu toplum sal sı­ nıf üstüne eleştirel bir görüşün taşıyıcısı olarak da tanımlanır. Ç ağdaş toplum larda bilgi dağarcığını elinde bulunduranların toplum içinde tu t­ tukları yerin g iderek büyümesi, bu görü­ şün gözden geçirilmesini gerektirdi. Top­ lum un evrimi, XIX. y y.’ın kendilerinden is­ tediği bu eleştirici güce sahip olam ayan birtakım aydınların ürem esine yol açtı, iş idarecisi ya da teknokrat olan bu aydın­ ların eleştiri gücüne sahip olmamalarının nedeni, iktidara bağımlı olmaları, hatta onun içinde erimiş durum da bulunm ala­ rıdır. A Y D IN a. Müz. Türk m üziğinde bir kü­ çük usul. Dokuz zamanlı, dört vuruşludur. Aksak usulündeki kimi vuruşların birleş­ m esiyle biçim lenen bu usul, şarkı, türkü ve köçekçelerin ölçülmesinde kullanılmış­ tır. XIX. yy.'d a n önce yazılmış kuramsal kitaplarda bu adı taşıyan bir usule rast­ lanmaz. düm

dü m

•t —

;—

r

tek

tek

aydın usulü ■ A Y D I N , Ege bölgesinin orta bölüm ün­

SARIGÖL,

Kayrnakçı

)eğirm endere

Î6 n



Bademli

^sSULDAİ Kuşadası Kör.

y *172^^4^ (

(

Çub ukg ağ

\

H o rs u n lu i-d i^ --İ imürlu

K(

Akdağ I A2300 V s G ü llü b a h ç f

İKARACAJ Karpuzlu ■Kemer b j. Ş

Akçaovs

K/zılcab'ölt

N v i

Selimiye QFarmakenisi ad.

AYIPLAMAK.

A Y IP L I sıf. Ayıbı, kusuru olan. A Y IP S IZ sıf. Utanılacak bir şeyi, hatası, kusuru olm ayan kimse için kullanılır: "Ayıpsız dost arayan dostsuz ka lır" (ata­ sözü). A Y IR A Ç a. Biyokim. Ehrlich diazo ayı­ racı, diazo tepkim esi yaratm ak için kulla­ nılan ayıraç. A Y IR IC I sıf. Bulgulam aya, tanımaya, ayırt etm eye yarayan şey için kullanılır: Ayırıcı nitelik. Renk ayırıcı aygıt. — Bilş. ve Telekom. İşaret ayırıcı, daha önceden, ortak bir yolda iletilmek üzere bir çoğullayıcı tarafından birleştirilmiş fark­ lı işaretleri ayırmaya ve gitmeleri gereken yollara dağıtm aya yarayan düzenek ya da program . — Birac. K ökçük ayırıcı, kavrulmuş m alt­ tan kökçükleri ayırm ak için kullanılan ay­ gıt. — Dilbil. Bağladığı terim ler arasında bir ayırım, farklılaşma belirten öğe için kulla­ nılır (örn., türkçed e ya da, ne ayırıcı bağ ­ layanlardır). — Sesbilg. Ayırıcı işlev, sessel (sesbirimler) ya da bürünsel (vurgu, vurgubirim, titrembirim) birimler aracılığıyla bir dilin an­ lamlı öğelerini ayırma işlevi. \\Ayırıcı özel­ lik, varlığı ya da yokluğuyla, bir dilin ayı­ rıcı özellikler demeti olarak görülen sesbirimlerini özdeşleştirmeyi ya da ayrıştır­ mayı sağlayan en küçük sessel öğe. (ör­ neğin titreşimlilik, yuvarlaklaşma ve geniz­ s ilik ayırıcı özelliklerdir.) [Eşanl. BELİRLE­ YİCİ]

♦ a. Bilş. SINIRLAYICl nın eşanlamlı­ sı. — Dy. Bir işaretleme aygıtının kum anda organını,aygıtı çalıştıran organdan ayır­ maya yarayan düzenek. (Ayırıcının işle­ vi, bir noktadan kum anda edilen bir işa­ retleme va da güvenlik organının zaman­

bir manyetik ayırıcının çalışma şeması — Isıbil. Su-buhar ayırıcısı, buharın ve su­ yun fiziksel özelliklerinin (yoğunluk v d .) farklı olmasından yararlanarak buharın içerdiği su damlacıklarını gideren düze­ nek. — Kâğ. san. Bir kâğıt fabrikasında paçav­ raları ya da paketler halinde istiflenmiş ha­ zır kâğıtları ayıran kişi. — Kâğıt hamurunu sınıflandıran kimse. (Eşanl. TEFRİKÇİ.) — Metalürj. Akışkanlı ayırıcı, akışkan kul­ lanarak ayırma işlemini gerçekleştiren ay­ gıt— Patol. Yün ayırıcı hastalığı, yün ayırma işinde çalışan işçilerde görülen ve şarbon m ikrobundan ileri geldiği için eskiden öl­ dürücü olan bronkopnöm oni. — Petr. san. Yataktan gelen akışkan ar­ tıkları (petrol, birleşik gaz, yatak suyu) üre­ tim kuyusunun çıkışında ayırmayı sağla­ yan silindir biçim inde depo. — Soğut san. Sıvı ayırıcı, bir soğutma devresinin alçak basınç bölüm ünde yer alan ve sıvı soğutucu akışkanı toplayarak buharlaştırıcıları beslem eye yarayan de­ po. j| Yağ ayırıcı, bir soğutm a donanımın­ da, kom presörün basm a borusu üzerin­ de yer alan ve soğutucu akışkan buhar­ larının içerdiği yağı giderm eye yarayan aygıt. — Tarım mak. Sap ayırıcı, ot ve ekin biç­ me makinesinde ya da biçerdöverde, ke­ silecek bölümü "ürünün dikili bölümünden ayırmak için kesme kirişinin yanına yer­ leştirilen ince uzun metal plaka ya da eğ­ ri çubuk. — Teknol. Bir kuruluşta geri kazanmak ya da ayıklanm ak istenen birbirine karışmış ■öğeleri ayırmaya yarayan aygıt. || M anye­ tik ayırıcı, iri ferrom anyetik cisimlerin (hur­ da demir) geri kazanılmasında ya da ayık­ lanmasında ve iri parçalı ferrim anyetik cevherlerin zenginleştirilm esinde kullanı­ lan manyetik ayırma aygıtı. (Manyetik sis­ tem sürekli mıknatıslardan ya da elektro­ mıknatıslardan oluşur.) — Tem parç. Vurumu bilinen bir parça­ cık dem etinden, farklı kütleli parçacıkları ayırmaya yarayan düzenek. (Ayırıcılarda, yüksek frekanslı statik ya da almaşık elek­ trik alanlarının etkisinden yararlanılır.) A Y IR IL M A K -

AYIRMAK.

A Y IR IM C I a Verg huk. Ayırımcı g ü m ­ rük vergisi, ürünün menşeine göre alınan güm rük vergisi. || Ayırımcı vergi, miktarı vergilem e konusuna göre belirlenen ver­ gi. (Özellikle motorlu araçlarda, verginin

ayırma silindir sayısına, taşıtın markasına göre hesaplanması.) A Y IR IM L A M A a. Petrogr. Bir sıvıdan katı bir evrenin ayrılmasına dayanan m agm a olayı. (Katı evrenin bileşimi sıvı evreninkinden farklı o ld u ğunda bunun kristalleşmesi, artık sıvının kimyasal evri­ m ine yol açar [-* bölüm sel KRİSTALLEŞ­ ME].)

— Petr. san. Petrol ürünleri karışımını bi­ leşen öğelere ya da kesimlere ayırımlamak eylemi. || ileri ayırımlama, petrol ürün­ lerini çok sayıda gaz yıkama tablası içe­ ren kolonlarda, bölümsel damıtma yoluy­ la çok ileri düzeyde ayırma işlemi, (ileri ayırımlama, kaynam a noktaları birbirine çok yakın olan normal b u ta n [-0 ,5 °C ]v e izobutan [ + 11,7 °C ] gibi hidrokarbonları ayırmayı sağlar.) A Y IR IM L A M A K f. Petr. san. Tablalı bir kolon içinde, bölümsel dam ıtma yoluyla bir karışımı, farklı özelliklerde ürünlere ayırmak. A Y IR M A a. Ayırmak eylemi. — Ask. Tıbbi-cerrahi ayırma, savaşta ya­ ralananların, ya yapılacak m üdahalenin acilliğine göre ya da yaralı sayısı çoksa tedavi yerlerine sevkıyat sırasına göre sı­ nıflandırılmaları. — Bakteriyol. Karışık mikroplu bir ürün­ deki mikropları gruplarına ayırmak am a­ cıyla uygulanan bakteri ve virüs üretme tekniği. — Bilş. ve Telekom . işaret ayırma, daha önceden ortak bir yolda iletilmek üzere bir çoğullayıcı tarafından birleştirilmiş farklı işaretleri ayırmaya ve gitmeleri gereken yollara dağıtm aya dayanan işlem. — Ceb. ikilenik bir biçim in karelerini, oransal bir kesrin yalın öğelerini, bir polinomun, bir bağıl tam sayının asal çarpan­ larını bulm a işlemi.— Bu işlemin sonucu. || B ir denklem in gerçek köklerini ayırma, denklem in her gerçek kökü için, denkle­ min başka hiçbir kökünü içermeyen bir çerçevelem eyi arama. — C err Bitişikliği zararlı olan organların bölünmesi ya da ayrılması. |j idrarları ayır­ ma, her böbreğin çıkardığı idrarın, idrar borularına sokulan sondalar yardımıyla ayrı incelenmesi. — Dantele, iğne oyası yapımında, parşö­ m ene tutturulm uş parçaları koparm a iş­ lemi. — Deric. Küçükbaş dericiliğinde, nitelik ya da seçime göre derileri sınıflandırma; eldiven yapımcılığında ise, aynı işlemi, derilerin boya ve ölçülerini göz önüne ala­ rak yapma. — Dilbil. Bir öğenin, cüm lenin geri kala­ nından genellikle de bir virgülle ayrılma­ sı işlemi. (Bu işlem uzun kollu b ir ceket, uzun, kollu b ir ceket vb. kuruluşları arasın­ daki farkı açıklar. Bu ayrılmış kuruluşlar tumturaklılık olguları olarak ele alınabilir­ ler.) — Dy. Otomatik koşum takımıyla d ona­ tılmış iki vagon arasındaki bağlantıyı ko­ parma. (A yrm a işlemi vagonun dışından bir levye ya da basınçlı hava veren bir bo­ ru kullanılarak bağlayıcı sürgüsünün açıl­ masıyla yapılır.) — Elektron. Eşleme ayırma, iki devre ara­ sındaki istenmeyen eşlemeleri azaltma ya da ortadan kaldırma. (Elektroakustik bir çevrim de ya da bir yükselteçte istenme­ yen eşlemeler, parazit salınımlara ya da bozulm alara yol açar. Ayırma düzenek­ leri, akımların almaşık bileşenlerinin ortak em pedanslardan geçişine karşı koyan di­ rençlerden ya da durdurm a bobinlerin­ den ve bu bileşenlere çok düşük empedans gösteren paralel bağlı kondansatör­ lerden oluşur.) [Eşanl. DEKUPLAJ.] — Elektrotekn. Eşleme ayırma, iki devre arasındaki eşlemeyi ortadan kaldırma. — Fels. Hegel’de, anlığın temel işlemi. Bu işlem, bir nesne ile ona ilişkin kesinlik ara­ sında köklü bir kopukluk m eydana geti­ rir ve böylece, anlık mutlak bilgiye erişe­ bilir. (Bk. ansikl. böl.)

— Foto. Filmin görüntüyü içeren tabaka­ sını dayanaktan kurtarma işlemi. || Fotogravürde duyarkatı dayanağından kurta­ rıp, görüntü üste gelecek biçim de metal levhaya uygulama. || Ayırma gücü, bir du­ yarlı tabakanın ayrıntıları ayırt etme gücü; bu gücü gösteren sayı. (Bir fotoğraf duyarkatı, ürettiği birbirinden ayrı çiftçizgi sa­ yısıyla nitelenir; bu sayı, ayırma sınırının tersine karşılıktır; paralel iki çizginin g ö ­ rüntüleri arasındaki uzaklık — bu iki çizgi­ nin genişliği sözkonusu uzaklığa eşittir— d ise [mm olarak], ayırma gücü R şöyle hesaplanır: R = 1/2d.) — Kâğ. san. Bozuk kâğıt yapraklarını ıs­ kartaya çıkarma işlemi. (Bu işlem genel­ likle kesici makaslarla yapılırsa da kimi üs­ tün nitelikli kâğıtlar elle ayrılır.) — Kim. Homojen ya da heterojen bir ka­ rışımın bir ya da birçok bileşenini elde et­ meye yönelik özütleme işlemi. — Küm. kur. Ayırm a beliti, küm eler kura­ mında Zerm elo'nun bulduğu bir belit; bu­ na göre, her a kümesi içinde, a nın, P(x) özelliğini gerçekleyen x elemanlarının y altkümesini “ ayırmak” olanaklıdır. Bu btelit, Z|,...,z„, P (x)fo rm ü lü n ü n, x te n farklı serbest değişkenleri olm ak üzere, sim ­ gesel olarak, tfZ ,,

...,

|/z „ ,

V 3 -

I y , V v ( x e y «-» x E a v e P (x)) biçim inde ifade edilebilir. — Mad. oc. Ayırm a katsayısı, bir topla­ ma ya da sınıflandırma aygıtının gerçek­ leştirdiği ayırma işleminin niteliğini belir­ leyen boyutsuz sayı. || M anyetik ayırma, bazı m ineraller arasındaki mıknatıslanırlık farkına dayanan ayırma yöntemi. [| Pnömatik ayırma, yükselen bir hava akı­ mına karşı mineral parçacıklarının davra­ nışından yararlanarak cevheri gravimetri yoluyla deriştirm e yöntemi. — Mant. Ayırma kuralı mantığın bu temel çıkarım kuralına göre, A ve A -» B formül­ leri tanıtlanmışsa, B formülünü ayırıp onu da tanıtlanmış sayabiliriz. — Metalürj. Ayırm a katsayısı, çözelti ha­ linde bir elementin, alaşımın iki değişik fa­ zındaki miktarlarının oranı. (Örneğin, ka­ tılaşma sırasında sıvı ve katı arasındaki ayırma, faz dönüşüm leri sırasında iki katı faz arasındaki ayırma; bu olay alaşımın, tane ölçeğinde kimyasal heterojenliğine yol açar.) || Akışkanla ayırma, hareket ha­ lindeki bir akışkanla değişik büyüklükte­ ki parçacıkları ayırma ve taneölçümsel sı­ nıflandırma yöntemi. (Eşanl. HİDROLİK SINIFLANDIRMA*.) [Bk. ansikl. böl.] — Nük. m üh. Ayırma çarpanı, izotop ayır­ ma işleminden önce ve sonra, bir karışı­ mın seçilmiş izotop bakım ından zengin­ lik değerleri arasındaki a oranı. || Ayırm a işi, belli bir ayırma yöntemiyle, bir izotop bakım ından belli bir zenginleşm e göste­ ren, belli kütlede bir izotop karışımı elde etmek için gereken iş.(Ayırma işi, dona­ nımda işleme giren ürünlerin kütleleriyle orantılı olduğundan, genellikle kütle biri­ mi, ayırma işi b irim i [AİB] olarak kulla­ nılır. Örneğin, gaz yayınımı yöntemiyle, % 2 uranyum 235 içeren uranyum u [fakir­ leşmiş uranyum ] atarak % 3 uranyum 235 içeren 1 kg zenginleştirilmiş uranyum elde etmek için, 4,3 AİB ve 235U izoto­ pu oranı % 71 olan 5,48 kg doğal uran­ yum gerekir.) || Ayırma katsayısı, a ayır­ ma çarpanı olduğuna göre 1-a niceliği. || izotop ayırma, bir karışımdaki belli bir elementin, göreli izotop oranlarını değiş­ tirmeyi am açlayan işlem. (Bu işlem karı­ şım içinde bir izotopun oranını yükseltme­ ye, dolayısıyla elementi bu izotop bakı­ mından zenginleştirmeye olanak verir. Nükleer alanda kullanılan ya da göz önü­ ne alınan ve izotopların fiziksel ya da kim­ yasal özellik farklarına dayanan başlıca yöntemler, gaz yayınımı, m erkezkaçla ayırma, kimyasal değişimler ve laser yön­ tem leridir.) — Opt. Ayırm a gücü, iki noktayı ayıran, cisim -uzay’da ölçülm üş en küçük d oğ ru ­

sal y a d a açısal uzaklık; bu iki no k ta n ın b ir s is te m c e (alet + alıcı) v e rile n g ö rü n tü ­ leri s e ç ik b iç im d e b irb irin d e n ayrılabilir. (A letin, s o n lu uz a k lık ta y a d a ç o k u zakta b u lu n a n c is im le rin g ö z le m in d e k u lla n ıl­ m asın a bağlı olarak, bu iki noktanın d o ğ ­ rusal y a d a açısal uzaklığ ı g ö z ö n ü n e alı­ nır. A y ırm a g ü c ü ç o k s a y ıd a ö ğ e y e b a ğ ­ lıdır: s a p ın ç d e m e tle rin s ın ırla n m a s ın d a n k a y n a k la n a n kırınım , alıcının [film , g ö z ] s ü re k s iz yapısı.) [E şanl. ç ö z m e G ü c ü y a d a SINIRI.] (Bk. ansikl. böl.) — O rm . san. Liflere ayırma, o d u n u ince ve uz u n y o n g a la ra (o du n lifi ya d a odun y ü ­ nü) ayırm a. (O d u n lifleri, a m b a la jla rd a ve y o n g a le v h a y a d a sıvı y a p ış k a n la rla y a ­ p a y ta h ta y a p ım ın d a kullanılır. O d u n y ü ­ nü, en b a ş ta la din, k ö k n a r ve ç a m d a n , s o n ra d a k a v a k ta n e ld e edilir.) — Psik. Bireyi, h e r z a m a n k i y a ş a m o rta ­ m ın d a n ç ık a rm a y ı a m a ç la y a n te d a v i ö n ­ lem i. (Eşanl. TECRİT.) — S ağl. kor. Hastalık nedeniyle okuldan ayırma, bulaşıcı ha s ta lığ a yaka la n m ış ç o ­ c u ğ u n o kula g itm esin e k ona n yasak. (Bk. ansikl. böl.) — S a b u n c . Tuzla ayırma, yağla ayırma, üre tim in so n e v re s in d e ta n k ta biriken küt­ le d e n tic a ri s a b u n o la ra k k u lla n ıla c a k üst b ö lü m ü n alınm ası. (Y a ğ la a y ırm a d a , üst üste ü ç k a tm a n y a d a e v re olu şu r; tuzlu su en alt e v re d e d ir.) — Su işler. Ayırma sistemi, katı ve sıvı atık m a d d e le ri b irb irin d e n a y ırm a y a y a ra y a n sistem . |[ Akışkanla ayırma, atık ç a m u ru , kıv a m la ş ırk e n arı su k a ta ra k y e n id e n ç ö ­ zelti ha lin e g e tirm e ; bu işlem ç a m u ru n p H ’sını azaltır ve d a h a so n ra y a pıla cak iş­ le m le ri kolaylaştırır. — S y y apı. Ayırm a duvarı, g e m i y a d a te k n e le rin g iriş v e çıkışını k o la y la ş tırm a k a m a c ıy la b ir h a v u z y a d a ek lü z g iriş k a ­ nalının kena rına yap ıla n dalg a kıra n . (D al­ g a k ıra n a y a n a ş ıla b iliy o rs a ek lü z k a p ıla rı­ nın a ç ılm a s ın d a n y a d a rö m o rk ö rü n g e li­ ş in d e n ön c e , bu d a lg a k ıra n d a n b e k le m e yeri o la ra k ya ra rla n ıla b ilir.) — Tekst. Elyaf a y ık la m a işlem i. (K im i kez b ü tü n iş le m le rd e n ö n c e yapılır.) — H o m o ­ je n p a rç a la r e ld e e tm e k için (ö rn e ğ in in­ ce lik b akım ında n) y ık a m a d a n ö n c e ka b a y ü n e u y g u la n a n ilk işlem . (Eşanl. TEFRİK.) — Tez. sant. Ayırm a rumi, bir ru m i m o ti­ fin d e n , ayrı p a rç a la rla d a h a kü ç ü k le ri o lu ş tu ru la ra k y a p ıla n beze m e.(-*R U M İ.)j| Ayırm a şemse, z e m in in y a d a m otifle rin a ltın la d o ld u ru lm a s ıy la y a p ıla n şem se. (Y apılışına g ö re alttan ayırma şemse ya d a üstten ayırma şem se adını alır.) — T ıp v e Vet. Bulaşıcı h a s ta lığ a tu tu lm u ş kişinin, m ik ro b u b a ş k a s ın a g e ç irm e m e s i için, b a ş k a la rın d a n a y ırılm a s ı.—Bazı has­ taların, d ışarıdan g e le b ile c e k e n fe k s iy o n ­ la rda n k o ru n m a k am ac ıy la ayrı yere k o n ­ m ası. (Bk. ansikl. böl.) — T op ol. Ayırma teoremleri, aynı afin uza­ yın ç o ğ u kez iç b ü k e y o la n A ile B p a rç a ­ larını ayırm a olasılığına ilişkin te o re m le r ai­ lesi. (Ö rn e ğ in bk. HAHN-BANACH teoremi, JORDAN-BROUVVER teoremi.)

— V erg. huk. A yırm a kuralı, v e rg i ta rife s i­ nin, v e rg ile m e k o n u s u n u n k a y n a ğ ın a y a d a to p lu m s a l y a ra rlılığ ın a b ağ lı o la ra k farklılaştırılması. (S erm a ye gelirlerinin d a ­ h a yü k s e k , e m e k g e lirle rin in d a h a d ü ş ü k ta rife y e g ö re v e rg ile n d irilm e s i gibi.) — Y e rbil. T a n e ö lç ü m le rin e g ö re to rtu l ö ğ e le rin sınıflam ası. — ANSİKL. Fels. H e g e l’d e "a y ırm a e tk in ­ liği (alm . Trennung, S cheidung) anlığın g ü c ü v e işidir. D ü ş ü n ü le b ile c e k en şaşır­ tıcı v e en b ü y ü k k u d re ttir bu; d a h a d o ğ ­ rusu m u tla k k u d re ttir” (Phânom enologie des Geistes, “ E in le itu n g "). Bu b ö lm e sü­ re c in in so n u n d a , b ö lm e n in g e rç e k işleyi­ şi, yani e k le m le n d iric i v e uzlaştırıcı bir b ir­ liğ e kes in lik le d ö n ü ş ü k e n d in i belli eder. N ite kim , “ b ir n esn e ile o n a ilişkin k e s in ­ lik a ra s ın d a k i a yrım , a n c a k m u tla k b ilg i­ d e ta m o la ra k ç ö z ü m e ulaşır v e h a k ik a t b u kesinlikle, bu k e s in lik d e h a k ik a tle a n ­ c a k bu b ilg id e ç a k ış ır” (VVissenschaft der Logik, “ E in le itu n g ").

1109

— Metalürj. Akışkanla ayırma işlemi, akan bir akışkan içinde katı parçacıkları asıltı haline getirm eye dayanır, Böylece karşıt kuvvetler parçacıkları hareketlendirir; yani parçacıklar bir yandan Stokes yasasına göre düşm eye zorlayan yer çekimi kuv­ vetinin, öte yandan akışkanın sürtünm e­ sinden doğan ters yönde sürükleme kuv­ vetinin etkisinde kalır. Belli bir akışkan hızı ve parçacık büyüklüğü sözkonusu oldu­ ğunda bu kuvvetler dengelenir. Akışka­ nın hızı yavaş yavaş değiştirilerek farklı büyüklükte taneler birbirinden ayrılabilir. Bu yöntem den cevherin küçük parçaları ile daha büyük ve genellikle daha zengin parçalarını birbirinden ayırmada yararla­ nılır. Kuru ayırmada, ayırıcı akışkan ola­ rak hava kullanılır. Öte yandan laboratuvarda, örneğin toz metalürjisinde çapı 40 rım'den küçük olan küresel tanelerin boy­ larını belirlem ede, akışkanla ayırma yön­ tem ine başvurulur. Metal toz örneği kuru bir gaz akımı içinde (hava ya da azot) asıl­ tı haline getirilir. Gaz belirli bir hızdayken sürüklenen toz kesimi toplanır ve tartılır; gaz daha yüksek hızlara ulaştığında da­ ha büyük toz kesimleri elde edilir. Böyle­ ce 3 ve 40 pm arasındaki tozun taneölçümsel dağılımı öğrenilebilir. — Opt. Yaygın olarak kullanılan d ürb ü n ­ lerin ve teleskopların (büyütm e g ücij 300'den küçük olan) ayırma gücü 0 ,3 " düzeyindedir. Mikroskobun ayırma gücü aydınlatmada kullanılan ışığın X dalga bo­ yunun fonksiyonudur ve 1,2X / (2n sin U) değerindedir; bu ifadede U gelen yararlı ışın demetinin açıklık yarıaçısı ve n cisimle objektifi ayıran ortamın indisidir. G erçek­ te, kullanılan optik aygıtın büyütm e gücü ne olursa olsun, ışığın dalga boyundan daha küçük bir cism in net görüntüsü el­ de edilemez, çünkü bu durum da bu ci­ sim ancak çevresi yayınık bir leke gibi gö­ rünür. Geniş bir alandaki küçük bir ayrıntının (siyah nokta, siyah çizgi) algı sınırı ile ayır­ m a gücünü karıştırmamak gerekir. Algı­ lanabilir bir ayrıntının boyutları genellikle ayırma gücünden çok daha küçüktür. — Sağl. kor. O kuldan ayırma. Bildirilmesi zorunlu ya da isteğe bağlı tüm hastalıklar­ da, çocuğu ve bazı hallerde kardeşlerini okuldan, tatil yerlerinden, kam plardan ayırma zorunluğu vardır. Hasta için tıbbın gerektirdiği ayırma süreleri şöyle belirlen­ miştir: bruselloz, uyuz, salgın grip, hepatit, impetigo, piyoderm it, leptospiroz, vulvo-vajinit, salgın ansefalit, kızamıkçık, trahom, tifüs ve d iğ e r riketsiyozlar, hasta iyileşinceye kadar; viral hepatit, iyileştik­ ten sonra 15 gün ve üç ay beden eğiti­ mine katılmama; kabakulak, 15 gün; su­ çiçeği, 15 gün; boğm aca, nöbetler baş­ ladıktan sonra 30 gün; difteri, iyileştikten sonra 30 gün; basilli dizanteri, iyileştikten sonra 21 gün; am ipli dizanteri iyileştikten sonra 15 gün; serebro-spinal menenjit, iyileştikten sonra 20 gün; çocuk felci, has­ talık başladıktan sonra 30 gün; kızıl, ateş düştükten sonra 28 gün; çiçek, hastalık başladıktan sonra 40 gün; kolera, iyileş­ tikten sonra 5 gün arayla yapılacak mua­ yeneye göre m ikrop görülm eyinceye ka­ dar; kızamık, hastalık başladıktan sonra 18 gün; tifo, paratifo, iyileştikten sonra 28 gün. Kardeşler için ayırm a süresi, hastalığı evvelce geçirm iş olduğu ya da bu hasta­ lığa karşı daha önce aşılandığı doktor ra­ poruyla belgelendirilm ediği durum larda hastalığın en uzun kuluçka süresine g ö ­ re hesaplanır. Türkiye’de geçerli zorunlu ayırma süreleri şöyledir: tifo, amipli dizan­ teri, trahom, tifüs, sarılık, kanamalı spiroketoz ayırma gerektirmez. Kolera, mua­ yenede m ikrop çıkmazsa 5 gün; bulaşıcı hepatit, okul ço cuğ u n da 25 gün; difteri, aşı olunmamışsa 15 gün; çocuk felci 28 gün; çiçek, aşı olunmamışsa 14 gün; kı­ zamıkçık 8 gün; kızıl 18 gün (bu iki has­ talıkta okul çocuklarını ayırmak gerek­ mez); basilli dizanteri 21 gün; salgın an­ sefalit 10 gün; m enenjit 20 gün; boğm a­

ca 3-7 yaş için 21 gün ayırma gerektirir. Daha büyükleri boğm aca nedeniyle ayır­ ma gerekmez. — Tıp ve Vet. Kolera, veba, çiçek gibi bu­ laşıcı hastalıklara yakalanm ış hastaları sağlamlardan ayırma, koruyucu hekimlik­ te zorunlu bir önlem dir. Bu hastalıkların her biri için yasal ayırma süreleri vardır. Bulaşıcı çocuk hastalıklarında çocuğu yalnız okuldan ayırm ak yeter (tecrit). Bu­ na karşılık, tam b ir asepsiye gereksinimi olan hastalar (bağışıklıktan yoksun olan­ lar, organ nakli yapılanlar, bedeninde önemli yanıklar bulunanlar) steril odalara konurlar. Bulaşıcı hastalığı olan hayvanları ayır­ ma da yasal kurallara bağlanmıştır. Bu­ nun için hayvanlar karantinaya alınır ya da belli bir yerde tutulur. A Y IR M A K g.f. 1. Bir şeyle b ir şeyi ya da şeyleri (birbirlerinden) ayırmak, bir şeyi (başka b ir şeyden) ayırmak, birlikte bulu­ nan şeyleri birbirinden ya da birbirlerin­ d en uzaklaştırmak, ayrı yerlere koymak: Çürük meyveleri sağlamlarından ayırmak. Yumurtanın sarısıyla beyazını ayırmak. Sı­ raları biraz ayırın. M asayı duvardan 50 cm ayırmak. — 2. Bir kimseyle, b ir kim ­ seyi ya da kimseleri (birbirlerinden) ayır­ mak, b ir kim seyi (başka b ir kimseden) ayırmak, onları birbirlerinden uzaklaştır­ mak: Onları ancak ölüm ayırabilir. M ah­ kem e ço cuğ u annesinden ayırıp babası­ na verdi. — 3. Bir şeyi, b ir alanı (bölüm ­ lere) [ a raç tüm leci + ] ayırmak, onu böl­ mek, bölüm lem ek: B ir arsayı iki parsele ayırmak. Bir salonu duvarla ayırmak. Saç­ larını ortadan ayırm ak — 4. Bir şeyi (ço­ ğ u l ya da topluluk adı) b ir şeye g öre ayır­ mak, onu kimi ölçütlere göre alt bölüm ­ lerde, öbeklerde toplam ak; sınıflandır­ mak: Yumurtaları büyüklüklerine göre ayırmak. — 5. B ir şeyi, b ir kim seyi ayır­ mak, onu diğerleri arasından seçmek: A l­ b üm için en güzel fotoğrafları ayırdım. Şiir okumaları için üç öğrenciyi ayırdık. — 6. Bir şeyi (bir kimseye, b ir kim se için) ayır­ mak, onu onun emrine, kullanımına ver­ mek; onun için saklamak: Bir kimseye oda, masa ayırmak. Bu soruya bu kadar zaman ayıramam. Akşama biraz çorba ayır. — 7. Bir kimseyi b ir yerden, b ir topluluk­ tan ayırmak, orayla, onlarla olan ilişkisini kesmek: Çocuğu yıl ortasında okuldan, ar­ kadaşlarından ayırm ak istemiyor. — 8. K avga edenleri ayırmak, onların arasına girmek, dövüşmelerini, boğuşmalarını en­ gellemek: D övüşenleri ayırırken b ir yu m ­ ruk da o yedi. — 9. B ir şeyi, b ir kim seyi başka bir şeyden, kimseden ayırmak, on­ ları ayırt eden öğeyi oluşturmak:D/7yef/s/ insanı hayvandan ayırır. Gergedanı suaygırından ayıran nedir? — 10. B ir şeyle bir şeyi ya da şeyleri (birbirlerinden) ayırmak, b ir şeyi b ir şeyden, b ir kim seyle b ir kim ­ seyi ya da kimseleri (birbirlerinden) ayır­ mak, b ir kim seyi b ir kim seden ayırmak, aralarındaki ayrılıkları sezmek, anlamak; onları ayrı ayrı ele almak: iyiyi kötüden ayırmak. Düşle g e rç e ğ i ayırmak. İkizleri birbirinden ayıramıyorum. M ahkem e bu iki davayı ayırmaya karar verdi. — M . Ba­ caklarını ayırmak, bedenin normal çizgi­ sinden uzaklaştırmak: Bacaklarını ayıra­ rak yürüm ek. — 12. B ir kim seyi (başka­ larından) ayırmak, (onlardan) üstün tut­ mak, kayırmak: K üçük oğlunu öteki ço ­ cuklardan ayırır. Ü vey kızını öz çocukla­ rından ayırmadı. — 13. B ir şeyi (bir tara­ fa) ayırmak, onu bir kenara koymak, bi­ riktirmek: Bu iş için biraz para ayırmıştı. — 14. B ir kimsenin b ir şeyini (ötekinden, ötekilerinkinden) ayırmak, o şeyin birlik­ te kullanımına son verm ek: Hastanın ta­ bağını bardağını ayırmak. Ç ocuğun oda­ sını yatağını ayırmak. —Anal. kim. Bir bileşikten bir elementin, bir karışımdan arı bir m addenin açığa çık­ masını sağlamak. —Arit. B ir bağıl tam sayıyı asal çarpanla­ ra ayırmak, bütün çarpanları asal sayılar olm ak üzere, bu sayıyı çarpım halinde

yazmak. (Sıfır olm ayan ve 1 ile - 1 den farklı her p bağıl tam sayısı,p , , p 2, -.,pn farklı asal sayılar v e a , , a 2 a n sıfır ol­ mayan doğal tam sayılar, e = ± 1 olmak üzere y p j ı p ' p ... p ' p b içim inde yazı­ labilir; ı p P p p . p"nn p nin asal ça r­ panlara ayrılmasıdır; çarpanların sırası bir yana bırakılırsa, bu ayrılma tektir. — Bür. Bir belgenin suretlerini bir yana, çoğaltm ayı sağlayan karbon kâğıtlarını başka bir yana koymak. — Besi. Pastırmacılıkta etlerin ölüm sert­ liği çözülm eden sökülm eleri ve sökülen etlerin pastırmalık parçalarına ayrılmaları işlemi. Bu işlemde, kuşgöm ü dışındaki bütün et parçaları, pastırmalık parçalara bölünür. Kol, but, sırt ve döş, ayrı ayrı yöntemlerle ayrılır. — Bilş. ve Telekom. İşaret ayırmak, işaret ayırma işlemini uygulam ak. —Ceb. B ir L oransal kesrini yalın öğe­ lere ayırmak, indirgenem ez hale getirdik­ ten sonra, bu kesri g(x)pa yd a sın ın asal çarpanlara ayrılmasındaki indirgenem ez polinomları payda alan oransal kesirlerin toplamı olarak yazmak. (Bk. ansikl. böl.) |j B ir ikilenik biçim i karelere ayırmak, bu biçimi, hepsi kare olan terim lerin toplamı olarak yazmak. (Her bir terime, kare te­ rim denir.)[Bk. ansikl. böl.] || B irpo lin o m u asal çarpanlara ayırmak, bu polinomu, hepsi indirgenem ez polinom (ayırmanın yapıldığı cisim içinde) olan çarpanların çarpımı biçim inde yazmak. — Cerr Bir organ ya da uru komşu do­ kulardan kurtarmak. — Dy. Bağlı iki vagonu ya da bir biyelle birleştirilmiş iki yürütücü dingili birbirinden uzaklaştırmak. (Özellikle otom atik koşum takımıyla donatılmış vagonlar için kullanı­ lır.) || Bir bandajı, b ir tekerleği ayırmak, ba­ sınç, ısıtma gibi işlemlerle bandajı teker­ lekten ya da tekerleği dingilden çıkarmak. || Bir vagonu ayırmak, vagonu katardan çözmek. —Elektron. Elektroakust. ve Telekom. Eş­ lem e ayırmak, bir yükseltecin katları ara­ sındaki eşlemeyi kaldırmak. — Elektrotekn. Eşleme ayırmak, iki elek­ trik devresi arasındaki eşlemeyi ortadan kaldırmak. — Müz. Sesleri, birbirine karışmayacak bi­ çimde, ama aralarında fazla boşluk da bı­ rakm ayarak icra etmek. —Teknol. B ir şeyi başka b ir şeyden ayır­ mak, birbiriyle olan ilişkisini kesmek. — Bir mekanizmanın birbirine bağlı olarak çalışan iki bölüm ünü bağımsız hale getir­ mek: M otoru transm isyondan ayırmak. -T o p o l. Bir afin uzayın bir H aşırıdüzlemi için ve her biri, gözönüne alınan iki A.B parçasından birini içeren ve H yi sı­ nırlayan kapalı (aynı biçim de açık) yarıuzaylar tanımlamak. (H nin A ile B yi ayır­ dığı [aynı biçim de sıkı ayırdığı] söyle­ nir.) — Bir E küm esinden başka bir F kü­ mesi içine tanım lanan fonksiyonların J (E,F) kümesinin bir S parçası için, tj(x,y) e E2, x ¥ y, J f e S / f{x) ¥ dy) biçim inde olmak. [C(E, [0 ,1 ]) metrik uzay olan E nin noktalarını ayırır.] ♦ a y rılm a k dönşl. f. 1. B ir kimseden, bir topluluktan, b ir şeyden (birbirlerinden) ayrılmak, onu bırakmak, ondan uzaklaş­ mak: Ailesinden, evinden, işinden, sevdi­ ğ i şeylerden ayrılm ak zorunda kaldı. Fü­ ze yörüngesinden ayrıldı. A na yoldan ay­ rılm adan d üm d ü z gideceksin, iki kardeş yo l kavşağında b irbirlerinden ayrıldılar. Toplantıdan erken ayrıldı. — 2. (Bölümle­ re) ayrılmak, bir bütün sözkonusuysa, bö­ lünmek, parçalanm ak: Başbakana yol vermek için halk ikiye ayrıldı. — 3. Bir şey­ den, b ir kim seden ayrılmak, (birbirlerin­ den) ayrılmak, farklılaşmak, karşıtlaşmak: Psikoterapi ile psikanaliz kullandıkları yön­ temlerle birbirlerinden ayrılırlar. Bu konu­ da senden ayrılıyorum. Ele aldığı sorun­ ların öteki yazarların işlediği sorunlardan p e k ayrılm adığını görüyoruz. — 4. (Bir

ayırtedicı yerden) ayrılmak, (birbirinden) ayrılmak, bağ lı, b irlikte ya p ışık vb, o la n ö ğ e le r söz­ konusuysa, bu d u ru m d a n kurtulm ak; ko p ­ m ak: Borular bağlantı yerlerinden ay­ rılmış. — 5 , (Bir kim seden) ayrılmak, b ir k im s e y le birlikte y a ş a m a y a so n verm e k; b o ş a n m a k : Kocasından ayrılmak. Karı

koca uygarca anlaşarak ayrıldılar. — 6. B ir şeyden, (birbirinden) ayrılmak, ayrıla­ bilmek. o n d a n b a ğ ım s ız o la ra k ele alın a ­ b ilm e k: Bu iki kavram birbirinden ayrıla­ b ilir mi? — Denize. D em ir yerinden ayrılmak, d e ­ m irli b ir g e m i için d e m ir a la ra k d e m ir y e ­ rini te rk etm e k. — Dy. Ayrılan yol, norm al bir a yrım d a ana h a tta n ayrılan yol. — G e o m . B ir e ğ ri y a d a c e b irs e l b ir y ü ­ ze y için, d e n k le m le rin d e n biri in d irg e n ir b ir p o lin o m la ta n ım la n m ış olm ak. (D enkx2 y2 l e m i -------------= 0 olan konik, den klem a2 b2

b

b

leri y = — x ve y = — x o la n a a rü y a ayrılır.)

iki d o ğ -



ayrılm ak ya d a ayırılm ak e d ilg . f. A yırm a k eylem ine ko n u olm ak: Çocuğun­ dan zorla ayrıldı. Sınav sonunda piya d e ­ ye ayrıldı. 205 n o.'lu oda size ayrıldı. ♦ ayırtm ak ettırg t. Ayrılm asını sa ğ la ­ m ak: Yer, oda ayırtmak. — A n s İk l. C e b . • B ir oransal kesri yalın öğelere ayırmak. g ( x ) = p î r p î ? ■■■ p „ " ise, p a y d a la r,

Is ı s n

v e ls k s o p

o lm a k ü ze re p * biçim indedir. 1

o ra n ­

sal ke srin in p ayının d e re ce si, p a y d a n ın d e re c e s in d e n b ü y ü k s e ö n c e E u k le id e s b ö lm e si yapılır, ya n i f, g ye b ö lü n ü r; s o ­ nuç

L - /, fi

o la ra k

d e g u < d e g v olan ma ^

e ld e

edilir,

v bu b ö lm e d e ayır­

ye u y g u la n ır. Yalın ö ğ e le re a y ır­

m a, ka rm a şık sayıların € c is m in d e y a p ı­ lırsa, o ra n sa l ke srin pa yd a sı d a im a b irin ­ ci d e re c e d e n ç a rp a n la ra a y rıia b ild iğ in e g ö re ,a y ırm a işle m in d e h e r p a y d a (x a )“ b iç im in d e d ir; a, p a y d a n ın , a k a tillik b a ­ s a m a ğ ın d a n bir ku tb u d u r. B u ra d a n , ayır­ m anın paylarını b elirtm ekte kullanılan kla­ sik y ö n te m le r e ld e e d ilir. Bu yö n te m le r a ş a ğ ıd a k i ö rn e k te u y g u la n ır: 2x f ( x ) = ----------- -— z------(x - 1 ) 2( x 2 + 1) 2x ---------------------(x - 1) (x - ;')(x + i) ifadesinin C iç in d e yalın öğe le rin e ayrılm a­ sını in ce le m e . A ra n a n a yırm a _________ 2x_________ yada

f(x) =

(x - 1 ) 2(x - r ) ( x + /) A B C

D

(x - 1) (x - 1) ( x — /) < * ' + / ) biçim indedir. A yı belirlemek için,her iki y a n ( x - 1 ) 2 ile çarpılır, ve x = 1 gözönüne alınır; bu2

radan -------------------- A ,ya n i A = 1 çıkar. ( - /)(1 + /) Aynı yöntem le C ve D bulunur: -1

2/ (/ - 1)2( / + i )

= C, yani C = — , 2i 1

-2 İ

D, yani D = — ■ ( - / -

1)2( - / - / )



B yi belirlemek için,x sonsuza gitti­ ğinde xf(x) in limiti aranır; buradan B + C + D = 0, yani B = 0 çıkar. Dolayısıyla 1

7(x) =

1

1

-----------------+ --------------(x - 1)2 2 /(x - /) 2# ANAYASA.) || Hukuka aykırılık, bir eylemin ya da hukiki işlemin hukuk ku­ rallarına uygun olmaması. (Bk. ansikl. böl.) || Sözleşmeye aykırılık — AKİT. |j Ya­ saya aykırılık, bir eylemin ya da hukuki iş­ lemin yasaya aykırı olması. ( -> y a s a .) — ANSİKL. Dilbil. Aykırılık anlam sapm a­ sını belirtm ek üzere kullanılır. Sapma dil­ bilgisine ilişkin olduğu durum da daha çok gram er dışılıktan söz edilir. Örneğin, ayakkabılarının üzerinde parıldayan m ü ­

ziği din liyo r cümlesi sözdızımseı açıdan d oğ ru d ur ancak aykırıdır, çünkü günde­ lik dilde “ parıldam ak", “ somut nesne" ol­ m a ve “ ışık yansıtabilirle” özelliklerini ta­ şıyan bir özne gerektirir; oysa "m ü z ik " için böyle bir durum sözkonusu değildir. Bu cümleyi ancak bir eğretilem e ile, yani şiir düzlem ine yerleşerek, fiilin anlamsal tanıtıcılarını değiştirerek yorumlayabiliriz. — Huk. Hukuka aykırı işlemler, aykırılığın derecesine göre ya iptal edilebilir nitelik­ te doğarlar ya da hiç doğm am ış, yok sa­ yılırlar. ( -> BUTLAN, YÜKLÜK.) Hukuka aykırı eylemler de yine aykırılığın derece­ sine göre, ya yalnızca bir giderim yüküm ­ lülüğü doğururlar ya d a buna ek olarak ceza yaptırımı ile karşılanırlar; birinci d u ­ rum da haksız fiil, ikinci durum da da suç olarak adlandırılırlar. Hukuka aykırılık kavramının ceza huku­ ku alanında daha özel bir anlamı vardır. Ceza hukukunda hukuka aykırılık suçun kurucu öğelerinden biridir. Bir eylemin suç oluşturması için bu eylemin hiçbir bi­ çim de hukuka uygun olmaması gerekir; ceza yasalarının yasakladığı bir eyleme başka bir hukuk kuralınca izin verilmemiş olmalıdır. Bir eylemin yapılmasına her­ hangi bir hukuk kuralı izin verirse bu ey­ lem suç oluşturmaz. Bir hakkın kullanılma­ sı, bir görevin yerine getirilmesi, meşru müdafaa, zorunluluk durum ları suç sayı­ labilecek bir eylemi suç olm aktan çıkarır: ölüm cezasını yerine getiren görevli ya da kendini korum ak için birini öldüren kişi adam öldürm e suçu işlemiş sayılmaz. Hukuka aykırılığı kaldıran ve bunun so­ nucu olarak eylemi suç olmaktan çıkaran bu nedenlere hukuka uygunluk nedenleri denir. A Y K U R T (İzzet Ulvi), türk gazeteci ve siyaset adamı (Eskişehir 1880 - Ankara 1957). Jön Türk hareketine katıldığı için Abdülham it II yönetim ince tutuklandı. 1908 M eşrutiyetinden sonra Mektebi m ülkiye’yi bitirdi. İzmir’in işgali üzerine Afyon'da çıkartılan ikaz gazetesinde, ulusal direnişi savunan yazılar yazdı. Hâkimiyeti milliye gazetesinin yazı işleri müdürü oldu. Aynı dönem de, Birinci grup kâtipliği yaptı. Afyonkarahisar (1923-1939), Hakkâri (1939-1943), Eski­ şehir (1943-1946) milletvekili olarak TBMM’de görev yaptı. Türk vezni (1942) adlı bir kitabı vardır. TDK üyeliği yaptı. A Y K U T (M ehm et Şeref), türk siyaset adamı, hukukçu, yazar (Edirne 1874 - İs­ tanbul 1939). İstanbul H ukuk fakültesi’ni bitirdi. Edirne’de avukatlık yaptı. A b d ül­ hamit II dönem inde devrim ci düşüncele­ rinden dolayı sürgüne gönderildi. Yeni Edirne (1908-1914), daha sonra Trakya gazetesi’ni çıkardı. Trakya-Paşaeli cem i­ ye tinin kuruluşuna öncülük etti ve bu ce­ miyetin tüzüğünü hazırladı. Son Osmanlı Meclisi m ebusanı’na Edirne m ebusu se­ çildi. İstanbul işgalinden sonra ingilizler’ ce Malta'ya sürüldü. Serbest kalınca Ana­ d o lu ’ya geçti, ilk T B M M ’ye katıldı. Anka­ ra’da avukatlık yaptı (1923-1931). Edirne milletvekili seçildi (1931-1939). Yapıtları: H anedan ve m illet (1923), ism et Paşa (1934), Kem alizm (1936), B ulgarlar ve B ulgar devleti (1939). A Y K U T (İbrahim Ethem), türk yönetici (İstanbul 1888 - Ankara 1942). Mülkiye m e k te b in i bitirdi (1910). Çeşitli ilçelerde kaym akam lık yaptı. E ge’de, Kuvayı milli­ ye örgütçüsü ve savaşçısı olarak çalıştı. Yaralandı, Söke de Yunanlılar’a tutsak düştü. Kurtuluş savaşı’ndan sonra Lap­ seki, Mudanya kaymakamlıklarında (1922 -1924), .Kars, Sinop, Urfa, Gümüşhane, Erzurum, Balıkesir, İzmir valiliklerinde (1924-1940) bulundu, içişleri bakanlığı müsteşarlığı yaptı, Samsun valiliğine atan­ dı (1941). A Y K U T (imren), türk siyasetçi (Kozan 1941). 1983 ve 1987 seçim lerinde ANAP’tan milletvekili oldu, ikinci Özal, Akbulut ve Yılmaz hükümetlerinde ba­ kanlık yaptı (1987-1991).

Aylık ansiklopedi A Y L A a. Gökcisimlerinin çevresinde gö­ rülen beyaz ışık. (Eşanl. h a l e .) —Anat. Bir dokunun lif demetleri, katları ve ağ örgüsü arasında kalan küçük boş­ luk. — M eme başını çevreleyen koyu renkli halka. — Bot. Açıktohumlu bitkilerin trakeitlerinin zarında bulunan bezek. (Üzerinde delik bulunan iki selüloz tabakası birbirinden ayrılır ve aralarında m erceksi bir boşluk oluşur; onu da ortası kalınlaşmış bir ince perde ortadan keser.) — Foto. Bir fototipin belli bir yerinde g ö ­ rülen, değirm i biçim li kusur. —Giz. bil. insanları ve öteki canlıları çe v­ releyen ve yalnızca medyumların görebil­ diği ışık. (Aylanın renginin, çevrelediği in­ sanın ruhsal durum una göre değiştiği ve ölüm den sonra karardığı varsayılır.) H — Güz. sant. Ressam ve heykelcilerin, ge­ nellikle İsa'nın, M eryem 'in ve azizlerin başları çevresine koydukları ışıklı çem ­ ber. (Asyalı ve m üslüm an sanatçılar da, tanrısal, kutsal ya da saygıdeğer kişilerin başlarını aylayla çevrelemiştir.) [Bk. an­ sikl. böl. ] —Teslis'i simgeleyen ve içine Tanrı’nın adının İbrani harfleriyle yazıldı­ ğı bir üçgenin çevresine ya da ortasında Ruhülkudüs güvercininin ya da bir aziz im gesinin yer aldığı bir ovalin çevresine yerleştirilmiş, arasında kanatlı küçük m e­ lek başları bulunan yaldızlı ışın demeti. (En ünlülerinden biri, B ernini’nin R om a’ daki San Pietro kilisesi için yaptığı ayla­ dır; barok kiliselerde, Karşı-Reform’dan baş.cyarak, aylaya daha sık rastlanır.) — Nümism. Kutsal bir kişinin başını çe v­ releyen daire ya da hale. (IV. yy.’dan baş­ layarak, bazı Roma imparatorları, paralar­ da, başları aylalı olarak gösterilir.) — Patol. Bir iltihap odağını çevreleyen ve sınırlayan, çoğunlukla kırmızı renkli dai­ resel bölge. — Ruhbil. Ayla etkisi, bir kimsenin dikkati çeken bir özelliği beğenildiğinde, öbür özelliklerinden ya da bu kimsenin bırak tığı genel izlenimden etkilenm e eğilimi. — ANSİKL. Güz. sant. A n tikça ğ ’da Olympos tanrılarının çoğu, başlan aylalı ola­ rak betim lenmiştir (Pom pei fresklerinde, Vatikan’daki Vergilius’un el yazm asında­ ki m inyatürlerde g örüldüğü gibi). Hıristiyan ikonografisinin ilk dönem lerinde, yal­ nızca İsa’nın başı aylalıdır. III. yy.’dan başlayarak, havariler, Meryem Ana, son­ ra azizler aylalı olarak gösterilm eye baş­ landı, daha sonra önemli imparatorlar, üst düzeydeki yöneticiler gibi laik kişiler de bu simgeyi kullandı; aradaki fark, İsa’nın aylasının bir haç işareti ya da A ve n işa­ reti taşımasıydı. Ayla, yaldızlı, saydam olabilir, maviye, yeşile, kahverengine ça ­ labilir, incilerle süslenebilirdi. VIII. yy.’dan başlayarak, Batı’da, ayla, sözkonusu kişi hayattaysa, dikdörtgen biçim inde göste­ rildi: bağışçı Teodoto, S. Maria Antiqua kilisesinde (Roma) kendini elinde çapella’nın modeli ve başı dikdörtgen bir ay­ layla sarılı olarak betimletmiştir (VIII. yy. ortası). A Y L A K sıf. ve a. Sürekli bir işi olmayan, çalışmadan yaşayan, başıboş gezen kim­ se için kullanılır; avare. —Verg. huk. Aylak mallar, üretken olm a­ yan taşınır servet (mefruşat eşyası, gümüş eşya, m ücevherat, inci ve kıymetli taşlar, tablolar, sanat ve koleksiyon eşyası, halı­ lar, kitaplar ve bunlara benzer başka her türlü taşınır şeyler). ♦

b e. Aylak, aylak aylak, hiçbir am a­

cı olm adan, hiçbir iş yapm adan: Bütün

gün aylak aylak dolaşm aktan bıkmazdı. A Y L A K Ç I a. Gündelikle ya da boğaz tokluğuna çalışan geçici işçi. —Esk. denize. XVIII. yy. ortalarından baş­ layarak, ilkbahar ve yaz aylarında osmanlı donanması sefere çıkarken gemilerde gö­ revlendirilmek üzere kıyı illerinden hizme­ te alınan bir sınıf. — ANSİKL. Sayıları kalyonların büyüklüğü­ ne göre değişir ve devşirme, hıristiyan ya da m üslüm an ayrımı gözetmeksizin d o ­

nanm aya alınırdı. Aylakçı sınıfının altı ay­ lık ücretlerinin ilk bölüm ü kaptan paşa, defterdar ve d iğer yüksek rütbeli paşala­ rın bulunduğu görkem li bir törenle tersa­ nede, ikinci ve son bölümü ise ağustos ayının ortasında ödenirdi. Donanm a se­ ferden d ö n d ü ğü n d e bu sınıfın askerleri mem leketlerine gidip, gelecek ilkbahara kadar işsiz güçsüz dolaştığından bunla­ ra aylakçı denmiştir. A Y L A K Ç IL IK a. Aylakçı olma durumu. A Y L A K L IK a. 1. Aylak bir kimsenin du­ rumu, davranışı: Artık bu aylaklığa b ir son vermelisin. Tatilde iyice aylaklığa alıştı. — 2. Aylaklık etmek; işsiz güçsüz vakit ge­ çirmek, tem bellik etmek, amaçsız dolaş­ mak. A Y L A M A a. inş. Şevli bir açıtın üst bö­ lümünü örten tonoz. (Genellikle birbiriyle iç içe girmiş, gittikçe küçülen kem erler­ den oluşur. Kemerlerin oluşturduğu çıkın­ tılar, roman ve g otik taçkapılarında yon­ tularak bezenmiştir.) || Art aylama, kemerli bir açıtın üstüne kapı ya da pencere ka­ natlarının yerleştirilmesine olanak verecek biçim de oturtulan yarım kemer biçim inde tonoz. (Eşanl. k e m e r a rd i.) A Y L A M A K g. f. D öndürm ek, dolaştır­ mak. ♦ aylanm ak dönşl. f. D önüp dolaşıp aynı yere gelmek; gezinmek. AVLAN M AK -

AYLAMAK

A Y L E R (Albert), amerikalı saksofoncu (Cleveland 1936 N ew York 1970). Rhythm and blues orkestralarında çaldı. 1963’te Cecil Taylor ile çalışmaya başla­ dı ve free jazz türünün en özgün temsil­ cilerinden biri oldu. Blues il.akeskin ses­ lerin ve beklenmedik'BlıntılaW ı (marşlar, fanfarlar, kalipsolar, çocuk-şarkıları) iç içe geçtiği bir müzik evrenr.’yaratfi. Başlıca plakları: Spiritual U nity (1964), Ghosts (1964), Bells (1965), N uitb 'd e la Fondation M aeght (1970). AYLESBURY, Büyük Britanya'da kent, Buckhingham shire’ın merkezi, Chiltern Hills’in K.'inde; 48 159 nüf. Eski evler. Müze. — Aylesbury ördeği, İngil­ tere’de eti çok beğenilen, bem beyaz tüylü bir ördek ırkıdır. A y le s f o r d R e v ie w , 1955'ten bu yana Benediktenler’in yönlendirdiği üç aylık İn­ giliz dergisi. Benediktenler Vatikan II. konsili'nin dünyaya açılma düşüncesine uy­ gun olarak, birçok şair, romancı ve din bil­ gininin yapıtlarını yayımlamaktadırlar. A Y L I sıf 1. Ü zerinde ay biçr'mi, simgesi taşıyan şey için kullanılır: Kınlayın Kırmızı aylı beyaz bayrağı. — 2. Ayın parlak gö­ rüldüğü gece için kullanılır. A Y L IK a. 1. Bir görevlinin, bir devlet me­ murunun, vb. bir aylık çalışma karşılığın­ da aldığı ücret: Aylığını almak. Aylık ver­ mek. (Eşanl. MAAŞ.) — 2 . Aylık bağlan­ mak, bir kimseye em eklilik ya da başka bir nedenle her ay belli bir para ödemeyi yüklenmek için gerekli işlemler yapılmak. || A ylığa geçm ek, ücreti aylık ödenecek bir göreve başlamak; gündelikli ya da üc­ retli çalışırken aylık yöntemiyle ödem e ya­ pılan bir işe, bir kadroya geçmek. — Huk Aylıktan kesme, disiplin cezası olarak, m em urun brüt aylığından otuzda bir ile sekizde bir arasında kesinti yapma. ♦ sıf. 1. Her ay hesaplanan ve öde­ nen para miktarı için kullanılır: Aylık kira. Aylık ücretler. A ylık taksitler. — 2. Her ay yinelenen şey için kullanılır: Aylık toplan­ tı. Aylık ziyaretler. — 3. Her ay çıkan ya­ yın için kullanılır: Aylık dergi — 4. Say. sil. + aylık, belirtilen sayıda ayı kapsayan et­ kinlik ya da ayla belirtilen süre için kulla­ nılır: İki aylık b ir görev. Üç aylık hamile. Beş aylık öm rü kaldı; yaşı ayla belirlilen bebek için kulanılır: Altı aylık bebek. — Etol. Aylık ritim, değişm ez koşullarda ortaya çıkan ve çevrimi 30 güne yakın sü­ rede tam am lanan içsel eylem ritmi.

— Muhs. Aylık bordro, MAAŞ" BORDROSU’ nun eşanlamlısı.\\Aylık durum , ay içinde günlük deftere yazılan m adde kayıtlarının ana deftere doğru geçip geçmediğini de­ netlemek için çıkarılan çizelge. (Bu çizel­ gede şu iki toplam birbirine eşit olmalıdır: bütün hesapların borç ve alacak to p la m ­ ları; borç ve alacak bakiyeleri toplamı. Bu eşitlik sağlanm ıyorsa kayıtların günlük defterden ana deftere doğru geçm ediği anlaşılır. Ancak, günlük deftere yapılan m adde kayıtlarının yanlış ya da doğru ol­ duğunu göstermez.) || Aylık ve ücretliler hesabı, firm ada üretim e emekleriyle katılanlara ödenen tutarların geçirildiği hesap türü. (Süreli olarak kayda geçirilen öde ­ meler bir gider oluşturduğu için, hesabın borcuna yazılır. Bu nedenle de borç ba­ kiyesi verir.) —'Tic. Aylık faiz, bir ay vadeli m evduata verilen faiz. (Türkiye'de aylık faiz uygula­ ması 1982’de başlamıştır.) —Verg. huk. Aylık gecikm e kuralı, Katma değer vergisi'nde (KDV), verginin satış gelirinin elde edilm esinden bir ay sonra ödenmesi kuralı. (Katma değer vergisi'n­ de birer aylık vergilendirm e sözkonusu ol­ duğu için satınalm alarda faturalanan KDV, o dönem de satışlardan tahsil edi­ len KDV’den indirilip vergi idaresine ya­ tırılacağından, bir aylık gecikm e ile ger­ çekleşir. Teşvike tabi olmayan yatırım m allarında bu süre bir yıldan beş yıla ka­ dar uzamaktadır.) — ANSİKL. Etol. Bu ritim tipi, gece etkinli­ ği ay ışığı yoğunluğuna bağlı olan bazı hayvanlarda görülür: bazı karıncaaslanlarının (örneğin M yrm eleon obscurus) kurtçuklarının tuzak kazma etkinliği, dolunaylı gecelerde en yüksek noktasına .ulaşır. A y lı k a n s ik lo p e d i, Server İskit'in ha­ zırladığı, ansiklopedi niteliğindeki dergi (mayıs 1944 - haziran 1950, 72 sayı). Güncel konuları ülke, kişi ve olay çevre­ sinde, ansiklopedik yaklaşımla ele aldı. Görsel öğeler yanında her sayıda kaynak­ ça ve olaylara ilişkin zaman dizini verdi. Yine her sayının sonunda, bir ek bölüm ­ le ayın iç ve dış olayları, özellikle ikinci Dünya savaşı'na ilişkin konular yer alıyor­ du. Türkiye, türk edebiyatı ve yazarlarına da kapsamlı yer verilen Aylık ansiklope­ di, Türkiye'de türünün ilk örneklerinden­ dir.

1115

Sarı Pietro kürsüsü'nün üst tarafını süsleyen ayla Bernini’nin yapıtı (1657-1666) San Pietro bazilikası, Roma

aylıkçı A Y L IK Ç I a. 1. Aylıkla çalışan kimse: Bir aylıkçı arıyor. — 2. Aylığından başka geli­ ri olmayan kimse: Aylıkçılar için geçim çok zor.

1116

A Y L IK L I sıf. 1. Kendisine aydan aya ödem e yapılan kimse için kullanılır: G ün­ delikli değil aylıklı işçiler aranıyor. — 2. Ay­ dan aya ödem e yapılan iş için kullanılır: Aylıklı b ir işe girm ek. Yüksek aylıklı kad­ roların hepsi dolu. A Y L M E R , Kanada'da (Ouebec) kent, Ottawa ırmağı kıyısında, Hull yakınında; 25 700 nüf. A Y L M E R , Kanada’da (Northwest Territories) göl, tespih gibi sıralanmış bir dizi göl ve kanal aracılığıyla Büyük Esir gölü­ ne dökülür. — Kanada'da (Ouöbec) göl, Saint-François ırmağı tarafından aşılır. Baraj. A Y L M E R (Matthew WHİTWORTH - AYL­ MER, 5.—baronu), İngiliz subay ve yönetici (1775-Londra 1850). 1831-1835 yılları ara­ sında Kanada genel valiliği yaptı; fazla uz­ laşmacı bulunduğundan geri çağrıldı. A Y M A K gçz. f. Kendine gelmek, gerçe­ ği görm ek; ayılmak. — Seram. Çini ve seramiklerde, sırçanın eriyerek şeffaflaşması ve parlaklaşmasıy­ la, alttaki bezeme ve renklerin ortaya çık­ ması.

Marcel Aym4 (1963’te)

A y - M a n g u s e f s a n e s i, bir altay masa­ lı. Burada, anasız-babasız bir çocuğa ad verme, kutsal ağaç, ata duyulan sevgi, tanrı tarafından arm ağan edilen konuşan at, ölüm karşısında “ cana can bulm a” gibi, türk efsanelerinin_yaygın öğeleri bir arada kullanılmıştır, t A Y M A R A a. Peru’nun güney kesiminde­ ki dağlarda ve Bolivya’nın kuzeyinde ya­ şayan nüfusun 1 400 000 ’e yakın bölümü tarafından konuşulan Güney Amerika yö­ resel diller topluluğu. (Kiçua diliyle kay­ naşmıştır.)

aymercek

A Y M A R A L A R , Bolivya ve Perü’da ya­ şayan, aynı dili konuşan yerli halk. Güney Amerika uygarlıklarının en eskilerinden bi­ ri olan Aymara uygarlığı, Tiahuanaco’nun egem enliğinde eh parlak dönemini yaşa­ dı; sonra, inkalaj’ın ve ispanyollar’ın bas­ kısıyla g e rile d i/G ü n ü m ü zd e Aymaralar, Bolivya’da yaklaşık 1,25 milyon (730 0 0 0 ’i La Paz bölgesinde), Perü’da Puna yöne­ tim bölgesinde 3 0 (^ 0 0 0 kişidir. Başlıca gelir kaynakları b a lıjjjılık (özellikle Titicaca gölü kıyısında), hayvancılık ve tarım­ dır; ayrıca dokumacılık, sepetçilik, çöm ­ lekçilik, sepicilik vb m aden sanatlarıyla uğraşırlar. Genellikle .kendi yakınlarıyla ev­ lenen ve babaşoylu bir toplum oluşturan Aymaralar, toprakları yerel bir reisin yöne­ tim inde paylaşır ve biri “ üst" öbürü "a lt" olm ak üzere iki grub a ayrılırlar. Katolikli­ ğin etkisiyle inançları değişmiştir Hem do­ ğal güçlere hem de hıristiyan azizlerine ta­ parlar A Y M A Z sıf. ve a. Aymazlık içinde bulu­ nan, sezgisi, duyarlığı kıt kimse için kul­ lanılır; gafil, bilinçsiz.

ıraksak

A Y M A Z L IK a. Çevresindeki gerçekleri sezememe, olup bitenlere karşı duyarsız olm a durum u; gaflet, bilinçsizlik: Büyük b ir aymazlık içinde olmak.

/es Oiseaux de lune, 1956). 1941’de Travelingue, 1946'da le Chemin des ecoliers, 1948’de Uranüs adlı romanları ve 1950’de Clörambard, 1951 ’de Başkalarının kellesi (la Tete des autres), 1961 ’de Louisiane ad­ lı oyunlarında, Fransız toplum unu, III. C um huriyetin ideoloji kavgalarından Kurtuluş'un sonuçlarına dek uyanık ve alay­ cı bir üslupla yansıttı. Marcel Aym e’den ayrıca, Kuğuların türküsü, Suluboya kutu­ ları, N uhun gem isi ve Yağmur yağdıran kedi adlı çocuk kitapları yayımlandı. ■ A Y M E R C E K a. Opt. Bir yüzü dışbükey diğer yüzü içbükey mercek. (Eşanl. MENİSK.) || Iraksak aymercek, dışbükey yü ­ zünün yarıçapı, içbükey yüzünün yarıça­ pından daha büyük olan mercek. || Yakın­ sak aymercek, dışbükey yüzünün yarıça­ pı içbükey yüzünün yarıçapından daha küçük olan mercek. A Y M E R K E Z S E L sıf. Gökbil. Başlangı­ cı Ay'ın m erkezinde olan. A y M ö k ö (Böke) d e s t a n ı , Sagaylar (Abakan, güney Sibirya Türkleri) arasın­ da yaygın manzum halk hikâyesi. Rus türkoloğu W. Radloff tarafından XIX. yy. sonunda derlenm iştir Yetim büyüm üş Ay Mökö ile kız kardeşinin kayıp babalarını bulmaları ve türlü serüvenlerden sonra m utluluğa kavuşmaları anlatılır. Bozkır av­ cılarının yaşamını, inançlarını yansıtır. Ko­ nuşan tilki, iyilik yapılan hayvandan iyilik görülm esi, sihirli ok, kurtuluşu sağlayan öğüt gibi masal m otiflerini kapsar. ( — Kayn.) A Y N a. (ar ’ayn). Esk. 1. Göz: "Ayş-ı dün­ ya g öz a çup yum m ışça gelm ez aynına" (Nev’i, XVI. yy.). — 2. Bir şeyin aslı, ta ken­ disi: Ayn-ı hakikat (gerçeğin ta kendisi). Ayn-ı hata (tam anlamıyla yanlış). Ayn-ı h ikm et (hikmetin ta kendisi). Ayn-ı isabet (tam isabet, yapılacak şeyin ta kendisi). Ayn-ı keram et (tam anlamıyla mucize). — 3. Bir şeyin eşi, benzeri, aslına en ya­ kını: "O l şahid-i g ayb i benem kim kaina­ tın aynıyam " (Nesimi, XIV. yy.). — 4. Ba­ kış, nazar: Ayn-ı inayet (iyi niyet bakışı). Ayn-ül-kemâl (nazar değmesi, kem bakış). — 5. Kaynak, pınar: Ayn-ül-hayat (hayat pı­ narı). — 6. Ayn-ül-yakin, gözle görülmüş, kesin. || Ayn-ül-hir, kıymetli bir cins taş. — Biyol. Ayn-ı m ürekkeb, petek göz, bir­ leşik göz. .— Gökbil. Esk. Ayn-ür-râmi, Yay takımyıl­ dızında y yıldızı. || Ayn-üs-sevr, Boğa ta­ kımyıldızında a yıldızı. — isi. huk. Gözle görü lü p elle tutulabilen belli şey. — Faizli işlemlerde faiz olarak be­ lirtilen fazlalık. (Bir malı veresiye satıp tes­ lim ettikten sonra hem en aynı yerde aynı malı sattığı kişiden daha düşük bir bedel­ le, am a peşin olarak satın almak anlamı­ na da gelir. ( -> m u a m e l e -İ ş e r 'İy y e .) —Tıp. Eski arap tıp dilinde göz anatomisi ve daha geniş olarak oftalmoloji anlamı­ na gelir. (Halk dilinde “ kötü göz, nazar” demektir.) AYN -

AYIN.

A Y N (E L-), Abu Z abi’de vaha, el-Bureymi yakınında, Um m an sınırı yakınında. A Y N A L İ EFENDİ

> AYNİ ALİ EFEN­

Dİ.

A Y N M U S A (“ M usa kaynağı"),G üney ■ A Y M E (Marcel), fransız yazar (Joigny Filistin’de, Petra dağının doğusunda yer. 1902-Paris 1967). ilk romanlarındaki halk­ İslam geleneği, bugün Tavilan diye anılan çı çizgiden hiçbir zaman fazla uzaklaşma­ ve İ.Ö. XIII-VI. yy.’lar arasında Edomlular' dı (Brûlebois, 1927; la Table-aux-Creves, ın yaşadıkları toprakları sulayan kaynağı 1929; Yeşil kısrak [la Jument verte, 1933]). M usa'nın bir kayaya vurup on iki kaynağı Başkaldırdığı dönem lerde bile yumuşak fışkırtması olayıyla bağdaştırır. Bazı yo­ ve hayranlık uyandıran bir yazar olarak rum culara göre bu kaynaklar, Musa'nın kaldı (S a rm an ın ' masalları) [Contes du yanında taşıdığı ve buraya yerleştirdiği bir chat perche, 1934-1958]. Gerçekçilik ile taş parçasından fışkırdı. fanteziyi (Duvargeçen [le Passe-Muraille, 1943]), farfara ile duyarlığı, inandırıcı bir ■ A Y N A a. (fars. ayine'den). 1. Işık ışınları­ nı yansıtan, cilalı, metalle (kalay, gümüş, saçmalık ile çarpıcı bir sadeliği bir ara­ alüminyum) sırlanmış cam. (Bk. ansikl. da kullanarak edebiyat dünyasında öz­ böl. Mobc.) — 2. Aynı işlevi gören, metal gürlüğünün üstüne titreyen ve aldat­ m acalara karşı çıkan bir yazar olarak g ö ­ ya da metal olmayan cilalı yüzey. — 3. Radyoskopa halk arasında verilen ad: Ay­ rüldü (Lucienne et le Boucher, 1948;

naya girmek. — 4. Ed. Nesneleri yansıtan düz yüzey: Suların aynasına yansıyan göl­ geler. — 5. Ed. Bir şeyin genel görünüm ü­ nü grtaya koyan ve bir bakım a onu göz­ lerimizin önünde canlandıran şey: iş kişi­ nin aynasıdır. Rom ancının betim lediği dünya, içinde yaşadığım ız dünyanın bir aynasıdır. — 6. Arg. iyi durum da, yolun­ da: işimiz ayna. — 7. Ayna gibi, parlak, ci­ lalı, düm düz şeyler için kullanılır: Duvar­ ları ayna g ib i m erm erle kaplamışlardı; durgun ve kıpırtısız denizin bu niteliğini belirtm ek için kullanılır: D eniz ayna gibi, duru, dalgasız. || B ir şeye ayna tutmak, o şeyi yansıtmak, göstermek: Roman, çel­ tik işçilerinin yaşam ına ayna tutuyor. —Al. tak. Örs aynası, örsün iki boynuzu arasında kalan bölüm ünün üst yüzeyi. —Ask. havc. Güverteye iniş aynası, pilot­ ların, bir uçak gemisinin güvertesine iner­ ken kendi başlarına m anevra yapabilm e­ lerini sağlayan o ptik sistem. (Bk. ansikl. böl.) —Avc. Ördek ya da kaz avında (batak) ır­ m ağın geniş, d urgun yeri; göllerde, ka­ mışların arasındaki açıklık, gölcük. — Bir tahta üzerine tutturulm uş küçük aynalar­ dan oluşan av aracı. (Bir yay ya da ip yar­ dımıyla döndürülür. Yansıttığı güneş ışın­ ları, kuşların toplanmasını sağlar. Türki­ ye’de bu yöntemle avlanm ak yasaktır.) —Ayakkc. Ayakkabının yüz bölüm ünde yer alan ve kenarlarından dikişle sayaya birleştirilmiş parça. |j Ökçe aynası, ökçe­ nin düz ya da içbükey önyüzü. —Ayakkc. ve Eldivc. Ayna kenarı, eldive­ nin arka yüzünü ya da ayakkabının saya­ sını süslemeye yarayan, dikişin iki sırası arasındaki dar deri kabartı. — Bayınd. Ayna duvarı, bir köprünün ba­ zı kenar ayaklarının cephe bölüm ünü oluşturan duvar. (Hemen hemen aynı doğrultudaki kanat duvarlarıyla ya da az çok gönyesinde köşeli duvarlarla uzatıla­ bilir) || Kazı aynası, yapım halindeki bir yer­ altı yapısının ön bölüm ü. (Burada arazi, makinelerle ya da patlayıcılarla parçala­ nır ve böylece boşluk oluşturulur) — Bisikç. Ayna dişli, aktarm a zinciri takı­ lan ve pedallara bir manivelayla bağlanan dişli çark. — Cerr. Gırtlak aynası, boğazı muayene etmeye yarayan ayna. — Denize. Sandalların ve bazı küçük yel­ kenlilerin kıçını oluşturan hemen hemen düşey ve düz bölüm. — Eski gemilerin kıç tarafındaki düz üst bölüm. —Akıntı ve ana­ forun birleştiği yerde oluşan durgun, par­ lak ve yuvarlak yüzeyler. —Sivil denizcilik­ te gemi dürbününe verilen ad. — Küreğin yassı uç kısmı. || Ayna kıç, arkası düz san­ dal ya da küçük tekne. || Ayna sünger, dip tarafına cam takılmış kova büyüklüğünde deniz dibini görm eye yarayan araç. (Ge­ nellikle sünger avcıları ve dalgıçlar tara­ fından kullanılır.) ■ — Deric. Atın sırt kem iğinin her iki yanın­ da, sağrısında bulunan, yaklaşık 20 ile 22 d m 2’lik, yum urta biçim inde, kıkırdaklı ikiparçanın her biri. (Buradan "Sahtiyan” denilen yüksek nitelikli, lifli, kalın ve sağ­ lam yapıda bir deri elde edilir.) — Ed. İskender'in aynası, Aristo tarafından yapıldığı söylenen ayna. (Cam-ı İskender, mir'at-ı İskender, ayine-i âlem nüm a diye de adlandırılır ve seven gönül, dünya iliş­ kilerinden kopm uş insan yüreği anlamın­ d a kullanılırdı.) — El sant. Ayna çekici, bakırcılıkta derin­ liği olan parçalan perdahlam ada kullanı­ lan, uzun başlı bir tür çekiç. (Derin tence­ re, sahan, m angal kapaklarının üst kısım­ ları bu çekiçle dövülüp düzeltilir. [Eşanl. UZUN p e r d a h ÇEKİÇ*'!].) |j A yna vermek, AYNALAMAK’ın eşanlamlısı. — Elektroakust. Bir plağın, son kayıt iziyle deliği arasında yer alan merkez bölümü. — Eşy. M inder aynası, eski türk evlerinde sedir üstüne yastıklara dayalı olarak ko­ nan, el aynasından biraz büyükçe ayna. (Genellikle ters çevrilerek sedir üzerine ko­ nulduğu için, arkasına süsler ve kabaıi malar yapılırdı.)

ayna — Gezbil. Manyetik ayna (ya da nokta ay­ na), manyetik bir gezegen alanının bir kuvvet çizgisi boyunca yakalanmış ve bu çizginin çevresinde helisel bir devinimle dolanan yüklü bir parçacığın yön değiş­ tirdiğinde üstünde yansır gibi olduğu im­ gesel ayna. —Giz. bil. Ayna falı, saydam (sırlı cam, kristal, adi cam, su yüzeyi) ya da koyu renkli (parm ak tırnağı, el ayası, karartılıp parlatılmış m adeni levha) bir ayna aracı­ lığıyla bilinmeyeni anlama sanatı. (Eski A h it’ten ve klasik A ntikçağ’dan bu yana bilinen ve A ra p la rd a çok tutulan bu fal günüm üzde de türlü yöntemlerle hâlâ canlılığını korumaktadır. Bu yöntemlerin ortak ilkesi, bakışların tek bir noktaya d i­ kilmesidir) || Sihirli ayna, bilicilerin gelecek­ ten ve gaipten haber vermek, uzakta olan­ ları izlemek için kullandıklarına inanılan ay­ na. — Isıbil. Boru aynası, bir ısı değiştiricisinin ya da bir kazanın borularının geçmesi için, belli sayıda delik açılmış kalın sac. || Oynar ayna, bir ısı değiştiricisinde, borular gen­ leştikçe öteleyen boru aynası. — inş Bir kem erlem ede ayağın yan bölü­ mü. jj Şev aynası, bir açıt şevinin iki dü­ şey yanından her biri. — Bu şevin, açıtı ka­ payan düzenekle dış duvar arasında ka­ lan düşey bölümleri. — işlem. Bir tornanın ya da bölücünün burnuna takılan ve sabit iş parçasını tu­ tan organ. (Takım tezgâhlarının aynaların­ da, bağlam a düzeneği ya d a iş parçası cıvatalarının geçm esine yarayan T biçi­ m inde yuvalar vardır.) || Fırdöndü aynası, fırdöndü parmağını harekete geçiren tır­ nağın takılabileceği küçük ayna. —Jeofiz. Arazileri ya da farklı yoğunluk­ taki su kütlelerini ayıran ve üzerinde ses dalgalarının yansıdığı süreksizlik yüzeyi. — Koşumc. Alınsalık, şakaklık ve tepeliğin birleştiği yeri örten ve küçük bir pirinç lev­ hadan yapılan koşum takımı parçası. ■ — Mak. san. B irta kım tezgâhının burnu­ na takılan ve dönen öğenin (parça ya da takım) sıkı biçimde bağlanmasına yarayan aygıt. (Ayna tornaya bağlı bir parçayı d e ­ vindirm eye yarar; tornalarda sıkma, oto­ m atik olarak yapılır [pnöm atik ya da hid­ rolik aynalar].) || Ayn a parlaklığı, üstünbitirm e ya da elektrolitik polisaj yöntemiyle bir m akine parçasında elde edilen tam parlaklık. || Aynaya bağlam a, tornada iş parçasının bir ucunu aynaya tutturarak di­ ğer ucunu gezer puntaya almadan ser­ best bırakmaya dayanan bağlam a yön­ temi. (Eşanl. PUNT ASIZ BAĞLAMA.) — Marangl. Çerçeve yapılı bir lambride ya da bir kapıda çerçeveler arasında kalan boşluğu dolduran ahşap levha. — Mim. İki pencere arasındaki ya da bir şömine üstündeki duvarı kaplayan, lam b­ rili, dekoratif resimli ya da cam levha. || Ayna bina, perdeduvar şeklindeki cephe­ si yalnız camlı yüzeylerden oluşan ve böy­ lece çevre görünüm ünün yansımasını sağlayan bina.|| Ayaklı ayna, eğimi isteğe göre değiştirilebilen, dikey durumda büyük ayna; yere dayanan bir çerçeve içinde ile­ ri geri devinebilir. (Ayaklı ayna, Fransa'da Directoire döneminde ortaya çıktı; impara­ torluk ve Restauration devirlerinde yaygın­ laştı.) — Nük. m üh. Manyetik ayna, belli koşullar­ d a yüklü bir parçacığı fre n le m e sonra yan­ sıtm a özelliği taşıyan ve böylece term onü k­ leer kaynaşm ayla enerji üretim i için ge re k­ li plazm ayı koruyan m anyetik alan. || Man­ yetik aynalı makine, MANYETİK ş iŞ E *’nin eşanlam lısı.

■ — Opt. D ışbükey ayna, ışık ışınlarını ırak­ satma özelliği olan ayna. |j Düzlem ayna, yansıtıcı düzlem yüzey. (Bk. ansikl. böl.) || Eliptik ayna, yüzeyi elipsoit biçim inde olan içbükey ayna. || İçbükey ayna, ışık ışınlarını yakınsatma özelliği olan ayna. || Küresel ayna, yansıtıcı yüzeyi küre biçi­ m inde olan ayna. (Bk. ansikl. böl.) || Pa­ rabolik ayna, yüzeyi paraboloit biçiminde olan içbükey ayna. || Silindirsel ayna, yü­ zeyi silindir biçim inde olan ayna.

— Ormanc. Gerek kesilecek, gerek yedek olarak bırakılacak ağaçları belirlem ek amacıyla, bir ormancı çekici (ya da bal­ ta) ile bir ağacın kabuğunda yapılan yü­ zeysel yontma.— Doğu Karadeniz bölge­ sinde balta ile a ç ılrrş ve kapanmamış "gövde yarası” na verilen ad. || Ayna a ç­ ma; kesilecek ağaçları belirlemek amacıyla ağaç gövdesinin köküne yakın kısmında, kabuğu balta ile yontma. (SAKAR a ç m a da denir.) || A yna açmak, ağacın kabuğunu baltayla yontarak düzlemek. — Oto. Yolcu aynası, muavin tarafındaki güneşliğin iç kısmına takılan ya da torpi­ do gözünde bulunan küçük ayna. — Psik. Ayna belirtisi, bir kimsenin, ayna­ daki görüntüsünü uzun uzun ve tekrar tekrar seyretmesi. (Bu davranış, kendi kendine hayranlığın ve şizofreninin ayır! edici bir belirtisidir.) || Ayna sanrısı, hasta­ nın kendi görüntüsünü, bir aynada görür gibi algıladığı sanrı. — Psikan. Ayna evresi, Jacques Lacan’a göre, öznenin ilk yapılanm a dönemi. Bu evre, çocuk, görüntüsünü bir aynada gö­ rüp tanıdığı zaman, 6 ve 18 aylar arasın­ da gerçekleşir. (Bk. ansikl. böl.) —Sey. oy. Karagöz oyununda perdeye ve­ rilen ad. (Kıyıları çiçekli bezden, ortası ak mermerşahidendir. Eskiden 2 x 2,50 m olan boyutları, daha sonra 110 x 0,80 m oldu.) —Sil. Bir to p nam lusunun içini muayene etmeye yarayan optik düzenek. —Telekom . Aynada okuma, Thom son ay­

Hien Yang'da (Şaanşi) bulunan bir çin aynasının arka yüzü bronz, Tang dönemi (618-907)

Bacchus’a sunulan bir kurbanı gösteren bronzdan bir etrüsk aynasının oymalı arka yüzü Palestrina, İ.Ö. V. yy. Arkeoloji müzesi, Floransa

g ıtında, ayna nın s a p m a la rıy la o lu ş a n işa­ retleri o k u m a . |[ H ertz aynası, HERTZ YANSITJCISh'nın eşanlam lısı.

—Tüt. Kurutulmak için iplere dizilen tütün hevenklerinin asıldığı dikdörtgen biçim in­ d e ve ortalam a 2x3 m boyutlarında ağaç çerçeve. —Yerbil. Kırık aynası, iki bölm enin birbir­ lerine göre devinimi sonucunda oluşan parlak ya da çizgili kırık düzlemi. —ANSİKL. Ask. havc. Güverteye iniş ayna­ sı. İngiltere’de bulunan bu aygıt uçak ge­ milerinde güverteye indirme subayının ye­ rini aldı. Bu aynanın, ufuk çizgisini güverte düzeyinde gösteren ışıklı bir rampası var­ dır. Aynayla pilota gönderilen ışıklı işaret ufuk çizgisiyle çakıştırılır. Böylece pilot iz­ lemesi gereken iniş açısını görür. Cayrosuğursuzluk getireceği, hiçbir dış etken ol­ koplu bir sistem, uçak gemisinin yunusm adan ayna kırılırsa ölüm e işaret olduğu, lama devinimlerini düzeltir. bunlardan en yaygın olanlardır. — Ed. Divan şiirinde görüntüyü yansıtma özelliği, parlak, aydınlık, lekesiz yüzeyi do­ ■ — Mobc. Ayna, mısırlı, yunanlı ve romalı kadınların tuvaletinde önemli bir yer tu tu ­ layısıyla sevgilinin güzelliği, yüzü, âşığın yordu. Altın, gümüş, bronz ve cilalı kalay gönlüne benzetilir.S uyla ayna arasında gibi m adenlerden yapılırdı. Bronzdan etbenzerlik vardır: Âyine oldu b ir nigeh-i hayretinle âh/Billâh ne saht âteş-i sûzânAyrtaiı kadın (1818’edoğr.) sın ey gönül -Nedim. Tanrı’nın adem (yok­ Christoffer W. Eckersberg’in tablosu luk) içinde evren ve nesneler biçim inde Hirschspmgske Samling, Kopenhag belirmesi, aynaya yansıyan görüntü ben­ zetmesiyle anlatılır. Yüreğin ortasındaki "süveyda" adı verilen kara nokta da, ay­ naya benzetilir: bu ayna gaflet, şehvet, dünya sevgisiyle paslanır; şeriat yoluna uymak, ibret gözüyle bakmak, iffet, iba­ det, gerçeği bilmekle cilalanır. — Folk. Türk folklorunda ayna, aydınlığın, el değm em işliğin simgesidir. Geleneksel düğünlerde, gelin alayı önünde götürü­ len süslü ayna, gelinin bakireliğini sim ge­ ler. Gelin oğlanevine ayak bastığında, ay­ dınlık dileğiyle yüzüne ayna tutulur, Yöruklerde, ortasına ayna tutturulm uş boncuk­ larla süslü bir keçe parçası, gerdek gecesi çadırın görünür bir yerine yapıştırılır. Gelin bunun önünde gerekli hazırlıkları yapar Bu keçe parçası satılmaz, armağan edilmez, üstüne konuşma açılmaz. Yeni bir eve taşınılırken önce ayna ve Kuran götürülür, yüksekçe bir yere asılır Yola çıkanın ardından yolu ve şansı açık olsun diye, gittiği yöne doğru, açıklık bir yere ayna yerleştirilir. O lum lu yönde sim gelediklerine karşın aynaya ilişkin olum ­ suz inanışlar da vardır. G ece aynaya ba­ kanın öm rünün kısa olacağı, küçük ço ­ cuklar aynaya baktırılırsa şaşı ya da deli olacakları, karanlık bastıktan sonra kom­ şuya ayna vermenin ve ayna kırmanın

Marie de Medicis’nin aynası kaya kristalinden dikdörtgen levha zümrüt ve kıymetli taşlarla bezenmiş sarduan ve akikten çerçeve 1600’e doğr Loııvre müzesi, Paris

vargel ayna ilk Empire dönemi (Fransa) musee des Arts decoratifs, Paris

sağrı

ayna

aynalar (dericilik)

bir (A ya da A B') noktasının ya da cisminin (A ya da A B) görüntülerinin oluşumu düzlem aynada (1) içbükey küresel aynada (2) dışbükey küresel aynada (3)

rüsk aynaları, kazınmış motiflerinin zen­ ginliğiyle ünlüdür. D ökme cam dan ayna­ lar da yapıldı. XVI. yy.’a kadar ayna yapı­ mında, daha yansıtıcı olduğu için çelik kullanılıyordu. Daha XIII. yy.'dan başlaya­ rak kaya kristali ya da gümüş veya kurşun­ la astarlanmış cam kullanıldı. Oymalı çer­ çeveler içine yerleştirilen ve bazen bir ka­ pakla korunan bu değerli aynalar, ya d u ­ vara asılır, ya elde, ya da ayakta kullanılır­ dı. Sırlama XV. yy.’da ortaya çıktı ve Nürnberg'den Venedik’e geçti. 1675'e doğru imalatın gelişmesi, aynanın yaygınlık ka­ zanmasını ve iç dekorasyonun bir parça­ sı durum una gelm esini sağladı (şömine üstleri, kapı araları). [ -> CAM] XVIII. yy.’dan başlayarak bazen kuyumcu işi çer­ çevelere konulmuş tuvalet aynaları, tuva­ let odalarının ve d aha sonra da el çanta­ larının süsü oldu. — Opt. • Düzlem ayna. Bir düzlem ayna­ da her cismin, ayna yüzeyine göre bakı­ şımlı bir görüntüsü oluşur. Cisim gerçek­ se, görüntü gizil ve cisim gizilse görüntü gerçektir. Bir düzlem ayna, kendi düzle­ minin bir ekseni çevresinde belli bir açıy­ la dönerse, sabit bir noktanın görüntüsü, aynı eksen çevresinde iki kez daha büyük bir açıyla döner; öte yandan gelen ışın d önm e eksenine d ik ve sabit olursa, yan­ sıyan ışının aynı eksen çevresindeki d ö ­ nüşü iki kez daha büyük bir açı çizer. • Küresel ayna. Bir küresel ayna, merkez'i, tepe'si, asal eksen’i ve ikincil eksen’i ile tanımlanır; merkez, aynayı doğuran kü­ renin merkezidir; tepe, aynayı oluşturan küre kapağının kutbudur; asal eksen, merkezle tepeyi birleştiren doğrudur; mer­ kezden geçen bütün öteki doğrular ise, birer ikincil eksen oluşturur. Merkezin yakınlarından geçen ışınlar için, küresel aynanın hemen hem en sapınçsız ve stigm atik olduğu kanıtlanmış­ tır. Eksen üzerinde, sonsuzdaki bir cisim -noktanın g örü n tü sü nü o luşturan F o d a k11, S tepesini C merkeziyle birleştiren doğru parçasının ortasında yer alır. R=SC eğrilik yarıçapının yarısına eşit olan SF uzunluğuna, odak uzaklığı adı verilir; bu büyüklük içbükey aynalar için pozitif, dış­ bükey aynalar için negatif kabul edilir Ay­ nanın cisme ve görüntüye olan uzaklıkları (cismin ya da görüntünün gerçek ya da gizil olmalarına bağlı olarak pozitif ya da negatif) p ve p ' ile belirtilirse, eşlenik nok­ taların bağıntısı, —

+

1

P

P'

- 1

-

f

L

R

biçiminde verilir. Doğrusal ve eksene dik oldukları varsayılan cisim ile görüntünün yönlü uzunlukları y ve / ile gösterilirse, bü­ yütm e bağıntısı aşağıdaki ifadeyle belirti­ lir:

y' _

P'

y

p

p - SA p' -

SA'

dört çeneli eşmerkezli sıkma

kama

anahtar

anahtar

f

sıkma

sahte aynaya bağlama

hidrolik ya da pnömatik kumandalı ayna sarmal ayna dişli

sıkıştırılmış sahte ayna

amerikan ayna

hidrolik ya da pnömatik kumandalı bir aynayı açma ve kapama sistemi • Yapım. Eski aynaların etkin yüzleri, b ü ­ yük olasılıkla, bugün o lduğu gibi, sürtme yoluyla elde ediliyordu. Bu işlem, iki blok arasına gittikçe inceltilen yeterince sert tozlar dökülerek gerçekleştirilirdi. XIX. yy.’a değin, metal aynalar kullanıldı; ç ü n ­ kü camın bir yüzünü düzgün ve parlak bir katmanla kaplayarak ayna aide etme yön­ temi henüz bilinmiyordu. Günümüzde, ay­ na yapımında uzun süredir bilinen kimya­ sal kaplama yöntem lerinden ve boşlukta buharlaştırmaya dayanan çağdaş yön­ tem lerden yararlanılır: bu sonuncu yön­ temde güm üş metali akkor bir filamanla ya da ısıtılan bir potada buharlaştırılarak cam üstüne çökeltilir. • Aynalarda yansıma -» YANSIMA. — Ormanc. Bir ağacın yedeğe bırakılması sözkonusu olduğu zaman, aynalar elden geldiğince yere yakın, yani ya gövdenin di­ bine ya da kalın bir kökün görünen yerine açılır; kesilecek ağaçların aynasıysa yerden yaklaşık 1,50 m yükseklikte yapılır. — Psikan. Ayna evresi. J. Lacan, ayna ev­ resinin, çocuktaki biyolojik olgunlaşmamışlıktan kaynaklanan temel eksikliği ön­ ceden gidermeye yönelik bir çözüm oldu­ ğunu ve bunun da aynada görünen ken­ di bedeninin biçim i (gestalt’ ı) sayesinde gerçekleştiğini ileri sürdü. Gerçekten de insan cinsinin özelliği, tamamlanmamış olarak doğmasıdır. Her şeyden önce, si­ nir sistemi için g eçerlidir ve bu ayna ev­ resinde çocuk, kimi zaman, yürümeyi ve konuşmayı henüz becerememiştir. Öyley­ se burada, henüz tamamlanmamış bir bi­ çim in (gestalt’ın) önceden algılanması sözkonusudur. Çocuk, ayna evresiyle, bir özne biçim ini (görüntüsünü) ilk olarak ta­ sarlar. Bu biçim, çocuğun, başkasıyla ba­ ğıntı kurmasını ve dil alanına geçmesini olanaklı kılan ilk simgesel kalıptır. A Y N A B A K A R a. Yörs. Meyve. Maviye çalar kırmızımsı renkte, yuvarlakça, ince kabuklu, sert dokulu bir yerli erik çeşi­ di. A Y N A C I a. Ayna yapım ve satım işiyle uğraşan kimse. — Camc. Aynacı tezgâhı, cam işçisinin dam la yapm ak için potadan çıkardığı eri­ yik maddeyi üzerinde yuvarladığı hamdem ir levha.

— Denize. Sünger avlama teknelerinde sünger ayna’yı kullanan kişi. ♦ sıt. ve a. Arg. işine hile karıştıran kim­ se için kullanılır. A Y N A C IK a. Bir ziynet eşyasının ya da bir işlemenin üzerine süs olarak yerleşti­ rilmiş küçük ayna parçalarından her biri. (Geçmişi Eskiçağ’a değin uzanan aynacık, O rtaçağ’da Batı’da yeniden m oda ol­ du. Bugün de, Hindistan gibi kimi doğu ülkelerinde yaşamaktadır.) A Y N A C IL IK a. 1. Ayna yapımı. — 2. Ay­ na ticareti. A Y N A G İL L E R a. Az ço k üçgen biçimli, sırtı çengelli kıllarla örtülü bağalı yengeç­ leri içeren familya. (Familyanın bütün de­ nizlere yayılan birçok cinsi ve türü vardır. Aynagillerin çoğu çok iyi gizlenebilir: hay­ van, kıskaçlarıyla canlı organizm a parça­ larını, özellikle de suyosunlarını kaldırır ve bunları kabuğu üstünde bulunan çengelli kıllara tutturur; daha sonra bu organizma­ lar gelişir ve aynagiller familyası üyesini bütünüyle gizlerler.) A Y N A L A M A K , bakırcılıkta, kapların iç­ bükey kısımlarını yapmak. (Eşanl. AYNA' VERMEK.)

A Y N A L I sıt. 1. Üzerinde ayna bulunan şey; aynayla süslenmiş yer için kullanılır: Aynalı büfe. A ynalı çarşı — 2. Arg. Gü­ zel, yakışıklı— Hat. A ynalı yazı, arap harfleriyle yazıl­ mış, bakışık düzende yazı. (Müsenna ya­ zı. çift yazı da denir.) —Sey. oy. Karagöz oyunundaki kabadayı tiplem eleri tarafından (Tuzsuz Deli Bekir, Aydınlı, Matiz vb.) iyi, güzel, gösterişli an­ lamında kullanılan argo sözcük. A Y N A L I (Mustafa Hüseyin), türk halk şairi (Lefkoşa, Kıbrıs, XIX. yy. - ay. y. XX. yy.). Destan yazıp bastıran ve bunları sa­ tarak geçim ini sağlayan âşıklardandır. Düzenli bir öğrenim görm edi; kendi ken­ dine okum a yazm a öğrendi. H alit Arap, Â dem ile Havva, A ç gözlü, Alacaklı ile ve­ recekti ve Polis destanları biliniyor. A y n a lı a lt ı n , Mustafa III zamanında (1757-1774) bastırılan, büyük altınların halk arasındaki adı. Altının ve ortadaki tuğra ya da yazının çevresinde içi nokta-

Aynaroz kadısı larla bezeli daireler bulunduğundan bu adla anıldı. Aynalı, özellikle kadınlar ara­ sında takı olarak yaygındı, iki ya da üç fın­ dıklara da "a yn a lı" denirdi. A Y N A L I G Ü V E R C İN a Zootekn. Kuy­ ruğunda göze benzeyen beyaz yuvarlak lekeler bulunan güvercin tipi. (Kuyruğu­ nu açtığında ortaya çıkan beyaz lekeler aynayı andırdığı için hayvan bu adla anı­ lır. B atı'da bu çeşit süs güvercinleri ara­ sında en iyi bilinenler aynalı şam güver­ cini, pırlantalı şam güvercini ve şam ke­ lebeği denen güvercinlerdir.) A Y N A L IK a. Denize. Sandalların ve yel­ kenli teknelerin kıç bodoslam asına bağ ­ lanan om urgaya dik tahta. (Dümenin üst iğneciği bu tahtanın alt yanına bağlanır.) — Gem inin ve bağlı olduğu limanın a d ­ ları yazılan, kıç yanındaki yuvarlak yer. || Aynalık süsü, eski gemilerin aynalıklarına süs olarak yapılan şekil ya da desen. || A y­ nalık tahtası, filikaların kıç döşemeleri üs­ tüne, aynalığın iç yanına ve omurgaya dik konum da yerleştirilen tahta, (istendiğinde takılıp çıkarılabilen aynalık tahtası, filika­ nın kıç yanında oturan kimsenin sırtını da­ yam asına ve kıç döşem e ile serdümenin yerini ayırm aya yarar. D onanma gem ile­ rinin filikalarında, filikanın çağrı işareti ve numarası bu tahta üzerine yazılır.) l iA y n a lı k a v a k k a s r ı , İstanbul'da osmanlı yapısı. Kasımpaşa ile Hasköy ara­ sında, Haliç kıyısındadır. Ahm et III döne­ m inde Tersane sarayı diye bilinen eski sa­ rayın yerine yaptırıldı. Kentin en büyük sa­ raylarından olan Tersane sarayı Ahm et I dönem inde yapılmış (1613), Mehmet IV zamanında yanmıştır (1677). Kasır, Vene­ d ik Cum huriyeti ile imzalanan Pasarofça antlaşm ası’ndan sonra, Venedikliler’ce Ahm et lll’e arm ağan edilen büyük boy aynalarla bezendiğinden “ Aynaları kavak kasrı” diye ün yapmış, bu da halk arasın­ da “ Aynalıkavak kasrı"na dönüşmüştür. AYNALIKAVAK1 t e n k İh n a m e s İ burada im­ zalandı (1779). Abdülham it I döneminde, sadrazam Koca Yusuf Paşa tarafından onarıldı ve bahçesinin bir bölüm ü tersa­ neye verildi (1786). Selim III dönem inde de Küçük Hüseyin Paşa tarafından yeni­ den elden geçirilerek Hasbahçe köşkü eklendi (1791). Bodrumuyla birlikte iki kat­ lı, uzunlamasına bir yapı olup, iki divan­ hane ve yanlardaki odalardan oluşur. A y n a lı k a v a k t e n k İ h n a m e s İ , Os­ manlI devleti ile Rusya arasında antlaşma (21 m art 1779). Küçük Kaynarca antlaşm ası’nın (1774) tartışmalı m addelerini açıklığa kavuşturmak için, Fransa’nın ara­ cılığıyla İstanbul'da Aynalıkavak kasrı'nda imzalanan tenkihnam eye göre: 1. Kırım

Aynalıkavak kasrı M. Melling’in gravürü (XIX. yy.) İstanbul bağımsız bir devlet olm aya devam ede­ cek; 2. hanlar, Kırım halkı tarafından se­ çilecek; 3. Osmanlı padişahlarının Kırım halkı ve hanlar üzerindeki halifelik hakkı eskisi gibi kalacak; 4. seçilen han, osmanlı yönetimince koşulsuz olarak tanına­ cak; 5. Osmanlı devleti, Kırım'ı yeniden kendisine bağlam ak için herhangi bir gi­ rişimde bulunm ayacak; 6. Kırım 'da ola­ ğanüstü bir durum ortaya çıktığında iki devlet kendi aralarında anlaştıktan sonra sorunu birlikte çözm eye çalışacak; 7. ingilizler ile Fransızlar'a Karadeniz ve A k ­ deniz'de tanınan hak ve ayrıcalıklar, Ruslar’a da tanınacak; 8. Ruslar, Kırım ’daki askerlerini geri çekecekler; 9. Eflak ve Buğdan İstanbul'da birer maslahatgüzar bulunduracaklardı. Osmanlı devleti, bu antlaşm ayla rus yanlısı Şahin G iray’ın hanlığını tanırken, ayrıca Eflak-Buğdan sorununda da Ruslar'a ödün vermiş oluyordu. Tenkihname, türk-rus anlaşmazlığını çözm ekten uzak kaldı; çok geçm eden de rus ordusu Kı­ rım ’ ı ele geçirip bu hanlığın bağımsızlığı­ na son verdi. A Y N A L IS A Z A N -

SAZAN

ri de bu surlar boyunca diziliydi. Fresk­ ler, genel olarak yakın zam anda yapılmış olm akla birlikte (XVII. ya da XIX. yy.) eski m odeller işlenmişti, iki büyük ressamın adları özellikle dikkate değer: M akedon­ ya okulu öğrencilerinden Manuil Panselinos ve Girit okulu temsilcisi Theophano. M anastırlarda bizans ve bizans sonrası sanatına ilişkin bilgiler veren son derece ilgi çekici zenginlikler vardır: elyazması eserler, kuyum cu işleri, dua kitabı ciltleri, tahta üzerine oym a işleri, ayrıca, tarihçi­ ler için birinci derece kaynak oluşturan ar­ şivler. —Tar. Aynaroz yarımadası denizden do­ laşılması güç bir burun oluşturur; Kserkses'in Yunanistan seferine (480) çıkm a­ dan önce burada bir kanal açtırdığı söy­ lenir (izleri bulunmuştur). Daha sonra, Dinokrates Aynaroz dağına İskender’in dev bir kabartmasını yaptırm ak istedi. VII. yy. sonundan başlayarak, Aynaroz’a keşişler yerleşti. Konstantinos M onom akhos'un (1042-1055) im paratorluk buyrultularıyla, keşişlere ilişkin temel kurallar belirlendi: özellikle kadınların ve dişi hayvanların kut­ sal d ağa sokulması yasaklanmıştı. Ayna­ roz keşişlerinin toplu yaşam a kurallarını, X. y y .'d a aziz Athanasios koydu. Aynaro z'da ortaya çıkan H esykhia’cılık* tari­ katı, burada günüm üze değin sürdü. XV. y y .’da en parlak dönem ini yaşayan Aynaroz’da, her birinde bin keşiş bulunan otuz manastır vardı. XX. yy.’da bu manas­ tırlarda rus, bulgar, sırp, yunan keşişleri yaşıyordu. Am a XX. y y .’daki çalkantılar­ dan sonra, 1970’te, yalnızca 1 300 keşiş kaldı. Aynaroz, bugün siyasal açıdan Yu­ nanistan'ın him ayesinde, kilise hukuku açısından İstanbul patrikliğine bağlı özerk bir cumhuriyettir.

■ A Y N A R O Z , yun. Athos.Khalkidike'deki (Yunanistan) üç yarım adadan en d oğu­ da olanı ve ucunda yükselen dağ (2 033 m). — Güz. sant. İmparatorların ya da im pa­ ratorluk ileri gelenlerinin bağışlarıyla zen­ ginleşen m anastırlar arasında en ünlüle­ ri Şilandari (sırp), Vatopedi, Pantokrator, Stavronikita, Esphigm enu, iviron, Karakallu, Lavras, Ksenofondos, Zografu (bul­ gar), Kutlumusiu manastırlarıdır. M im ar­ lık yönünden manastırlar, iç içe haç biçi­ m inde, bir ya da birkaç kubbeli ve kubbealtının önü çift sıra sütunluydu. Her ma­ ■ A y n a r o z k a d ı s ı, M usahipzade* Celal' nastır, üzerinde burçların yer aldığı sur­ ın 1927 yılında yazdığı 7 tabloluk kom e­ ların içinde yapılmıştı, keşişlerin hücrele­ disi. Yazarın, en çok sahnelenen oyunla­ rından biridir. Oyunun konusu, Sela­ nik’teki bir ortodoks manastırında geçer. Kimi din adamlarının mala, paraya, kadı­ na düşkünlüklerini, adaleti temsil eden görevlilerin kurdukları düzenleri anlatan

Aynaroz dağı sağda Vatopedi manastırı’nın (X. yy. sonunda yapıldı) ana kilisesini (katholikon, XI. yy.) süsleyen fresklerden (XIV. yy. başı; onarıldı) ayrıntı solda Yunan manastırı Dhionyssion XIV. yy. sonunda yapıldı

AYN FAKRUN, Cezayir’de kent, Konstantin'in G .-D.'sunda, 951 m yükseltide; 34 000 nüf.

AYN FEŞHA, Filistin’de yer, Lut gölü­ nün K .-B.’sında. Yakınında, 1946-1956 arasında "L u t gölü elyazm aları"nın orta­ ya çıkarıldığı Kum ran mağaraları.

AYN FİCE, Suriye’de yer, Antilübnan dağlarının güneyinde, Barada kıyısında. (Eskiçağ’dan kalma yıkıntıların ortasın­ dan, Şam vahasını sulayan bir kaynak [ayn] fışkırır.)

AYNI sıf. 1. Benzerlik, tam özdeşlik, eşit­

Aynaroz kadısı İstanbul Şehir tiyatroları’ndaki temsilden (1969) bir sahne

bu ilgi çekici oyun, ilk kez İstanbul Şehir tiyatrosu’nda sahnelendi (1928).

AYNAROZ yarım adası, Yunanis­ ta n ’da bölge; Khalkidike’nin doğusunda­ ki yarımadayı oluşturur ve Athos dağın­ da sona erer.

AYNASIZ sıf. 1. Aynası olmayan. — 2. Arg. Hoşa gitm eyen, kötü, biçim siz şey, kimse, yer için kullanılır: Aynasız herif. A y­ nasız işler. Am m a aynasız yerm iş burası. ♦ a. Arg. Polis memuru. —Sey. oy. Karagöz oyunundaki kabadayı tiplem elerinin (Tuzsuz Deli Bekir, Matiz vb.) kötü, çirkin anlam ında kullandıkları argo sözcük.

AYNATAŞI a. Mim. Çeşm elerde mus­ luğun takıldığı düşey taş. —ANSİKL. Türk m imarlığında, dönem in üslubuna göre bezenmiş, m erm er aynataşlı güzel örnekjer vardır. Topkapı sara­ yı çeşmelerinin, İstanbul'daki Hekimoğlu Ali Paşa çeşm esi'nin, Ahm et III çeşm ele­ rinin, Abdülham it II çeşmesi'nin, Emirgân çeşm esi’nin aynataşları bu türün değişik üslupta örnekleridir.

AYN BENYAN, esk G uyotville, C e­ zayir’de kent. Sahel bölgesi kıyısında, Ce­ zayir kenti yakınında. Sayfiye merkezi.

AYN BESSAM, Cezayir’de kent. Biban dağlarının eteğinde: 33 100 nüf.

A YN EDDEFLA, esk D uperre, Ceza­ yir'de kent. Şelif ovasında; 31 000 nüf. Pazar yeri.

AYN EL-BEYZA ("B eya z k a yn a k” ), C ezayir’de kent, Konstantin’in G.-D.'sunda; 44 300 nüf. Kent, 1848’de kurulan bir askeri karakol çevresinde gelişmiştir. AYN EL-HAMMAN, esk M ichelet, Cezayir’de yer, Büyük Kabiliye'de, Curcu ra ’nın eteğinde; 33 000 nüf. 1 080 m yükseltide turizm merkezi.

AYN EL YAKİN a. Fels. ve Tasav. Bir nesneyi görerek doğrudan edindiğim iz bilgi ve kesinlik aşaması. (Kesinliğin üç aşamasından İkincisi: birincisi ilm el yakin, üçüncüsü hakk el yakin'dn.) Ayn el yakin, bugün "b ilim ” den anladığımıza yakın bir anlam taşır. Mutlak varlığın bilgisine ulaş­ mak için geçilmesi gereken bu aşama, ta­ savvufta, "g ö rm e ” terimiyle de belirtilir (ötekiler, aşama sırasına göre, “ bilme” ve “ olm a"dır).

AYNEN be. (ar. cayn, kaynak,asıl’dan "aynen). Aynı biçim de, değiştirilmeden: O lay aynen anlattığım g ib i oldu. Yasalar aynen uygulanacaktır. — Matbaac. Yeniden basılacak bir kitabın eski baskısı gibi dizilmesini, bir fotoğra­ fın klişesinin fotoğrafın kendi boyutların­ d a alınmasını belirtm ek İçin kullanılır.

lik bildirir: A ynı ned e n le r aynı sonuçlan doğurur. Aynı öğrencileri istiyor. Aynı d ü zeydeler. Aynı dakikada geldiler. — 2. A y ­ nı ağzı kullanmak, birbirlerine benzer b i­ çim de konuşmak, ağız birliği etmek. || A y ­ nı kaba işemek, sıçmak, iki ya da daha ço k kimse sözkonusu ise, hoş olmayan, yakışıksız şeyleri birbiri gibi yapm ak (ka­ ba). || A ynı kapıya çıkmak, sonuç yönün­ den farklı olm am ak, değişiklik gösterm e­ mek. |[ A ynı kaptan su içmek, iki ya da da­ ha ço k kimse sözkonusu ise, birbirlerine benzer işler yapıp benzer nitelikler taşı­ mak. |j A ynı şey, fark etmez, değişmez: Yarın orada olacağına göre ister gece git, ister gündüz, aynı şey. || Aynı telden çal­ mak, benzer şeyler söyleyip yinelemek. || Aynı yolun yolcusu, sonu kötü olmuş bi­ rinin izinde giden, onun tutum ve d avra­ nışını sürdüren kimse için söylenir: Babası kaçakçılıktan hapiste, oğlu da aynı yolun yolcusu. || Aynı zam anda, bununla birlik­ te, hem de, ayrıca. — Dilbilg. Sözcüğün sonundaki as­ lında farsça tam lam a ekidir. Ancak za­ manla türkçenin iyelik ekiyle karışmış, da­ ha sonra da ek özelliğini yitirerek sözcükle kalıplaşmıştır. — Mak. san. A ynı yönlü frezeleme -* EŞYÖNLÜ* FREZELEME.

AYNILIK a. Aynı olm a durum u; özdeş­ lik.

AYNISEFA a.

KANDİLÇİÇEĞİ’nin e ş a n ­

lamlısı.

AYNİYET, - ti a. (ar. cayniyyet). Aynılık, özdeşlik, bir şeyin tıpkısı olma.

AYNIYLA be. 1. Olduğu gibi, hiçbir de­ ğişikliğe uğram adan: R apor aynıyla ka­ b u l edildi.H iç yaşlanm adı, aynıyla duru­ yor. — 2, A ynıyla vaki, tamı tamına, söy­ lediğim gibi: "Rüya değil bu, aynıyla vaki" (A. H. Tarhan).

AYNİ sıf. (ar. cayn, ve -i 'den "a y n i). Esk. 1. Gözle ilgili: "B u ilm ile bilinm ez aynî tevhîd" (Şeyhî, XV. yy.). — 2. Karşılığı mal olarak ödenen: ” ... a yn î ihtilâfın halline m a tu f olun ..." (Eşya hukuku). —Ask. A yni rasyon, yiyecek istihkakı. (Ya­ saların belirttiği pişmiş ya da pişmemiş çe­ şitli besin m addelerinin tüm ünü içerir.) — Bank. A yni kredi, bankanın, rehinle te­ minat altına alarak verdiği kredi türü. |j A y ­ ni tevdiat, kıymetli maden, mücevher, his­ se senedi, tahvil, döviz gibi varlıkların ça­ lınma, yanma gibi risklere karşı korunm a­ sı ve güvenceye alınması için bir ücret karşılığında bankaya bırakılması. — Çal. ekon. A yn i ücret, em eğin karşılığı olarak, para yerine malla yapılan ödeme. (Geçmiş dönem lere özgü bir uygulam a­ dır. Türk iş kanunu, ücretlerin ulusal pa­ rayla ödenmesini zorunlu tutmuştur.) || A y­ ni yardım, mal biçim inde yapılan yardım. (Ayni yardım lar bir yasadan, bir hizmet akdinden ya da toplu iş sözleşmesinden kaynaklanabilirler. Türkiye'de ayni yar­ dımlar, daha çok toplu iş sözleşmelerinin sonucudur. Birçok toplu sözleşm ede iş­ verence işçiye yem ek, giyim eşyası sağ­ lanacağı yolunda hüküm bulunmaktadır.) — Huk. A yni akit, ayni hakların doğuşu­ na, değişmesine, devredilm esine ya da düşm esine yol açan akit. — Borçlunun alacaklıdan bir şey almasıyla oluşan ve tam am lanan akit, jj A y n i dava, ayni hak­ lara ve zilyetliğe ilişkin dava. || A yn i hak,

eşya üzerinde tasarruf yetkisi veren ve herkese karşı ileri sürülebilen hak. (Bk. ansikl. böl.) jj A yn i irtifak -> İRTİFAK. |j A y ­ ni sermaye, bir şirkete ortak olmak için ko­ nulan mal. |j A yni sorum luluk -» SORUMLU LliK.jj A yn i teminat, bir borca karşılık olarak gösierilen taşınır ya da taşınmaz mal. — ikt. A y n i m übadele, mal karşılığında mal değiştokuşu. Bu tür mübadelede mü­ badele aracı olarak para kullanılmaz. (Kır­ sal kesim de hâlâ ayni m übadeleye rastlanmaktadır.) —Tic. A yni hisse senedi, anonim şirket­ lerde, ortaklık payının nakit olarak değil de ayın olarak ödenm esi halinde, ayni sermayeyi temsil eden hisse senetleri. || A yni sermaye, bir ticari şirkette, ortak ya da ortakların pay karşılığı verdiği ve bi­ lançonun aktifine geçirilebilen her türlü varlık ve hak. (Kıymetli evrak, imtiyazlar, alacaklar, ihtira beratları... hep bu kate­ goriye girer.) —Verg. huk. Ayni vergi, mal ve hizmet bi­ çim inde ödenen vergi. (Piyasa ekonom i­ sine geçildikçe bu tür verginin uygulam a alanı da daralmaktadır. Türkiye’de bu tür vergilerin en tipik örnekleri 19 2 5 ’te kaldı­ rılan "â ş a r” ve 1951’de kaldırılan "yol vergisi” dir.) — ANSİKL. Huk. A yn i hak, kişilerin eşya üzerindeki haklarıdır. Ayni hakların bir kıs­ mı hak sahibine tam, diğer bir kısmı ise sınırlı bir egem enlik sağlar. Bu açıdan ay­ ni haklar, tam ayni haklar, sınırlı ayni hak­ lar diye ikiye ayrılabilir. Mülkiyet hakkı bi­ rinci gruba; irtifak hakları, gayrim enkul mükellefiyeti ve rehin hakları ise ikinci gru­ ba girer. ( — e ş y a * h u k u k u .)

AYN İ (Bedrettin Ebu M uham m et M ah­ mut bin Ahm etEL-),türk kökenli tarihçi ve İslam hukukçusu (Antep 1360 - Kahire 1451). A n te p ’te başladığı öğrenim ini Ha­ le p ’te tam am ladı. K ahire’ye gitti. Bir sü­ re tasavvufla uğraştı. 13 9 8 ’de rriuktesipliğe atandı. Memluk hükümdarlarına türkçe danışmanlığı yaptı. Başlıca yapıtları: eski İran hüküm darlarına ilişkin Tarih-i ekâsire, İslam hukukuyla ilgili K uduri ter­ cümesi, genel tarih niteliğindeki ik d ül -cum an fi tarih-i ehl iz-zaman.

AYN İ, türk şair (XV. yy.). Hakkındaki bil­ giler Karaman beyi Kasım adına düzen­ lediği D iva n 'ına dayanır. Kasım Bey ve K onya’da vali olarak bulunan Cem Sul­ ta n in meclislerinde bulundu. İstanbul’un fethiyle ilgili bir şiiri vardır; kimi şiirlerinde devrine ilişkin bilgilere de rastlanır.

AYNİ Antepll (Haşan), türk şair (Antep 1766 - İstanbul 1837). D ikeçzade Haşan Ç elebi’nin oğludur. 1 790’da İstanbul'a gelerek Sultanahm et m edresesi nde mantık ve m atem atik okudu. Selim lll’ün açtığı basm ahane’nin (basımevi) düzeltmenliğine atandı (1801). Tayyar Mahmut Paşa'nın ve kaptanıderya A bdullah Ra­ imiz Paşa'nın özel kitaplıklarında çalıştı. BabIâli’de görev alan kişilere arapça ve farsça öğretmenliği yaptı (1831-1837). Şi­ irlerinde Şeyh G a lip ’in etkisinde kaldı. Olaylara tarih düşürm e sanatındaki başa­ rısıyla tanındı. Çağdaşı ve öncesi şairle­ re nazireler yazdı. 1820’de yazdığı 1 300 beyitten oluşan Nazm ül-cevahir adlı m anzum sözlüğünde türkçe-arapça-farsça sözcükleri, anlamlarıyla birlikte göster­ di. iki bölüm den oluşan D iva n ’ında türkçe ve farsça şiirleri ile Sakiname yer alır. Yeniçeriliğin kaldırılması (1826) ile ilgili Nusretnam e adlı bir de mesnevisi vardır. (-» Kayn.)

A Y N İ (Mehm et Ali), tü rk eğitim ci (Ma­ nastır 1869 - İstanbul 1945). Eğitimini Mektebi m ülkiye'de tam am ladı (1888). Öğretm enlik, vilayet m ektupçuluğu yap­ tı. Lazkiye, Ammare, Trablus, Şam muta­ sarrıflıklarında; Bitlis, Yanya, Trabzon va­ liliklerinde bulundu. Trabzon valiliğinden uzaklaştırılınca, emekli oldu ve İstanbul’a yerleşti (1912). Darülfünun ilahiyat fakül­ tesi tasavvuf tarihi m üderrisi oldu. Umu-

mi felsefe ve M edresetü’l-irşad'da felse­ fe okuttu. Darülfünun üniversiteye dönüş­ türülünce (1933) görevinden ayrıldı. Baş­ lıca yapıtları: Hûccetü'l-islam (1907), ilim ve felsefe (1913), Tasavvuf tarihi (1922), ib n Sina 'da tasavvuf, reybilik. bedbinlik, lailahilik nedir (1922), Hacı Bayram Veli (1924), Şeyh Ekber'i niçin severim (1926), Türk ahlakçıları (1939), Milliyetçilik (1944)

AYN İ (Sadrıddın), türk yazar, bilim ada ­ mı (Buhara 1878 - Duşenbe 1954). Bu­ hara enrrliğındeki yenilik (cedidizm ) ha­ reketlerine katıldı (1910-1920). 1920’den itibaren Buhara Cumhuriyeti, Özbekistan ve Tacikistan Sovyet cum huriyetlerinde bilimsel akadem iler ve kuruluşlarda aka­ dem ik görev yaptı; profesör oldu (1950). Ö zbek türkçesiyle ve tacikçe yapıtlar ver­ di. Yeni tacik edebiyatının kurucusudur. Buhara cellatları adlı romanı (1920) türkçeye de çevrildi.

AYN İ ALİ EFENDİ, türk maliyeci (XVII. yy.). Divanı hüm ayun kalem i’nde yetişti. Defter eminliği, süvari mukabeleciliği, Mı­ sır defterdarlığı, hazine kethüdalığı görev­ lerinde bulundu. Kavânîn-i  l-i Osman d e r hülâsa-i mezâmîn-i defter-i divân adlı yapıtını Ahm et l’e sundu (1607). Birinci­ sine zeyl olarak Risâle-i vazife-hârân ve m erâtib-i bendegân-ı  l-i Osm ân adlı ya­ pıtı yazdı (1609). Bunların her ikisi de, Şinasi tarafından Tasvîr-i efkâr gazetesin­ de yayımlandı (1864). Kânun-i mâlî-yi M ı­ sır, Kavânînül mezâmîn; Kanunnâme-i Al-i Osm an gibi yasa derlemeleri de v a r­ dır. AYNİYAT çoğl. a. (ar, 'a y n i 'nin çoğl. ’ ayniyyat). Esk. 1. Taşınabilen ve kulla­ nılabilen mallar, eşyalar. — 2. Dairelerde malzeme ve mal işleriyle uğraşan bölüm. — Muhs. Ayniyat defteri, işletmelerde, em ­ tia, basılı kâğıt, dam ga ve posta pulları, kırtasiye gibi sarf edilebilecek değerlerin geçirildiği defter; mal defteri. || Ayniyat muhasebesi, işletmelerde, malların korun­ masını sağlamak amacıyla, her türlü m a­ lın giriş ve çıkışını kaydetm ek üzere tutu­ lan muhasebe. (Malın teslim edildiği m a­ ğaza ya da am bara giriş.ve çıkışların he­ sabını tutan görevliye ayniyat m uhasibi denir.)

AYNİYE sıf. (ar. 'aynı 'nın dişi, 'ayniyye). Esk. 1. Gözle ilgili. — 2 . Para olarak d e ­ ğil, eşyanın kendisi olarak alınan. ♦ a 1. Kıymetli ve taşınabilir eşya. — 2. Göz hastalıkları kliniği.

AYNİZADE (Haşan Tahsin Bey), türk ik­ tisatçı (Serfiçe 1877 - İstanbul 1962). Mül­ kiye mektebi'ni bitirdi. Kabataş lisesi, Yük­ sek ticaret lisesi m üdürlüğü yaptı. Divanı m uhasebat (Sayıştay) üyesi, Maliye ısla­ hatı komisyonu üyesi, Maliye nezareti m ü s te ş a rı o ld u . M ü lk iy e m e k te b i, Medreset-ül kuzzat ve İstanbul Yüksek ti­ caret o kulu’nda iktisat ve maliye m üder­ risliği yaptı. Başlıca yapıtları: ilm-i servet dersleri, ilm -i malî, M eba d ii iktisat. Gaze­ te ve dergilerde iktisat ve maliye konula­ rında inceleme ve makaleleri çıktı. Alman­ ca yayım lanan Büyük iktisat ansiklopedis /’nin “ Türkiye m âliyesi" bölüm ünü yaz­ dı. AYN METERŞEM, Tunus'ta tarihöncesi buluntu yeri, Feriana'nın 40 km K.'inde. Burada, Çapsa endüstrisinin özelliklerini ta­ şıyan bir mezar ortaya çıkarıldı. Büzülmüş bir pozisyonda yatan ve hemen hemen ek­ siksiz olan iskelet, devekuşu yumurtası ka­ buklarından yapılma binlerce halkadan oluşan takılarla kaplıydı.

AYN MLİLA, Cezayir’de kent, Konstantin yüksek ovalarında, Konstantin’in G .'in­ de; 43 900 nüf.

AYN-SEBA, Fas'ta yer, Casablanca yerleşm e alanı içinde. Montaj (otomobil ve kam yon) sanayisi.

AYN SEFRA (“ sarı kaynak"), Cezayir’ de kent. Cebel M ekter'ın (Ksur dağlan)

eteğinde, Beşar dem iryolu kenarında; 22 400 nüf. Kumulların tehdit ettiği, beklen­ m edik taşkınlardan birçok kez zarar gö­ ren kent, Cezayir’ in Büyük Sahra sınırla­ rındaki başlıca merkezlerinden biridir.

AYN-SOHNA, M ısır'da petrol limanı, Kızıldeniz kıyısında.

AYNŞTAYNYUM - EİNSTEİNYUM. AYN TAGRUS, C ezayir'de kent, S tif

da, bulunduğu bölgenin günüm üzdeki Uttar Pradeş'te olduğu saptanmıştır, H ındular’ın yedi kutsal kentinden biri olan A yo d hya ’yı buddhacılar da kutsal sayarlar. B uddha'nın burada yedi yıl va­ az verdiği söylenir. Örnek başkent sayı­ lan kentin adı birçok kente, bu arada Tay­ land’ın eski başkentine (Ayuthia) verilmiş­ tir.

AYOL ünl. (ay oğuTüan). Tkz. Çoğunluk­

in B.-G.-B.'sında; 36 000 nüf.

la kadınların kullandığı bir sesleme sözü: N erelerde kaldın ayol? A y o l dinlesene!

AYN TAYA, C ezayir’de kent, kıyıda,

AYOLAS (Juan

Cezayir kentinin D .'sunda; 38 600 nüf. Sayfiye merkezi.

AYN TEMUŞENT, Cezayir'de kent, O ran’ ın G .-B.'sında; 42 000 nüf. Ticaret merkezi.

AYN TUTA, Cezayir’de kent, Avras da­ ğının kuzey yam acında (yüksl. 950 m). Batna'nın G .-B.’sında; 32 000 nüf. Yapı gereçleri. AYNU DİLİ a Aynular’ın konuştuğu dil. (Yer ve bölge adlarından da anlaşılacağı gibi, Japon takım adalarında yaşayan ilk yerli halkın dili olan aynu dili, bugün yal­ nızca birkaç bin kişi tarafından konuşul­ maktadır. Aynu dili, japoncayla bazı nok­ talarda benzerlik göstermesine karşın, başka hiçbir dil öbeğiyle yakınlaştırılamayan bir dildir.) AYNULAR, U zakdoğu A sya'da halk; yaklaşık 15 000 kişi; Sahalin, Kuril ve H okkaido odalarında yaşarlar. Eskiden avcılık, toplayıcılık ve balıkçılıkla geçini­ yorlardı; günüm üzde özellikle pirinç ve darı ekmektedirler. Halkın bir bölüm ü kü­ çü k köyler halinde gruplaşm ış saz kulü­ belerde yaşar, am a büyük bölüm ü ça ğ ­ daş yaşama biçimlerini benimsemiştir.

AYN ULMAN, Cezayir’de kent, Hodna ve Stif dağları arasında; 46 000 nüf.

DE), İspanyol kaptan (Briviesca 1510 - C haco bölgesi 1538). Rio de la Plata’nın fethinde Pedro de Mendoza'nın yanında görev aldı. Mendoza'nın ispanya'ya d önm ek üzere yola çı­ kışından sonra seferi yönetti. Paraguay ır­ m ağından iç bölgeleri keşfe gönderilen Ayolas, Candelaria limanını kurdu (1537), ardından Peru’daki altınların çekiciliğine kapılarak C haco'yu aştı. Dönüşünde tüm askerleriyle birlikte yerliler tarafından öl­ dürüldü.

AYOLİ a. (P ro v e n c e

d ilin d e k i, ai "sarm ısak" ve oli "z e y tin y a ğ ın d a n olu­ şan aioTTden). Dövülm üş sarmısak, yu­ murta sarısı ve zeytinyağından oluşan so­ ğ uk sos.

AYOMAK (Mildan Niyazi), türk besteci (Safranbolu, Zonguldak. 1888 - İstanbul 1947). Siyasal nedenlerle sığındığı Kahire’de özel olarak m üzik dersleri aldı. 1925-1933 arasında İzm ir’de üç müzik okulu birden açarak, yenilikçi görüşlerini yaym aya çalıştı. İstanbul'da bir b uçu k yıl süreyle Nota (37 sayı) adlı bir dergi ya­ yımladı (1933-1935). Makam adlarının değiştirilm esinden ve çokseslilikten ya­ naydı. Bestelerinden yalnız hicazkâr şar­ kı (N ’o lu r b ir an b ana olsan vefakâr) ün­ lüdür.

AYÖTE a. Gökbil. Bir gökcism inin yö­

AYNÜDDEVLE (öl 1152), Danişment-

rüngesinin A y ’a en uzak noktası. (Eşanl.

li hüküm dar (1142-1152). Melik Gazi’nin oğlu. Kardeşi Yağan ile birieşerek baba­ sının ardılı olan ağabeyi M elik M ehm et'e karşı ayaklandı (1135). Bu ayaklanm ada Yağan öldürüldükten sonra Malatya yö­ resine çekilerek, kurduğu çetelerle yağ­ macılığa başladı. Ağabeyi Melik Mehmet tarafından bağışlanıp Elbistan valiliğine atandı, olum suz tutum unu sürdürdüğün­ den görevden alındı (1137). Can korku­ sundan Artuklular'a, daha sonra da Urfa kontluğuna sığındı. Melik M ehm et’ in ölüm ü üzerine geri dönüp Elbistan ile Malatya’yı aldıktan sonra hükümdarlığını ilan etti (1142). Kardeşi Yağıbasan ile birleşerek Melik M ehm et'in yerini alan Zünnun ’a karşı savaştı. Bu iç çekişm elerden yararlanmak isteyen Selçuklu sultanı M e­ sut ll’ye karşı Malatya'yı iki kez savunduy­ sa da (1143 ve 1144) son yıllarında Selçu klular’a bağlanm ak zorunda kaldı.

APOSELEN.)

AYNÜDDEVLE, A y n ü d d e v le -i R um î ya da N akka ş-ı R um d a denir, Selçuklu ressam (XIII. yy.). Yaşamına ilişkin bilgi­ ler azdır. Ancak A hm et Eflakî’nin Menakıb ül-Ârifîn (Ariflerin menkıbeleri) adlı ya­ pıtında, M evlana’nın çağdaşı olduğu, re­ sim öğrenimini Konya'da yaptığı, Selçuklu sarayında ressam olarak görevlendirildi­ ği (1245) bildirilm ektedir. Selçuklu sulta­ nı Keyhüsrev H’ nin kızı Gürcü Hatun için M evlana’nın resimlerini yaptı. Bugüne ulaşmayan bu resimlerin yanı sıra, Mevlana’ nın başneyzeni H amza D ede yi de ayakta betimleyen resminin kopyaları var­ dır.

AYNÜŞŞEMS a. (ar. 'a yn ve şem s 'ten 'ayn-üş-şems). Esk. 1. Bir cins değerli taş. — 2. Mısır’da bir kent. ( -* HELİOPOLİS.)

AYN ZARBA -»

ANAZARBA.

AYODHYA, H indistan’da eski kent. G ogra ırmağı kıyısında yer alan Ayodhya, güneş ırkının kurucusu ikşvaku’nun başkentiydi. Sonradan Rama'nın başken­ ti oldu. Yeri tam olarak bulunamamışsa

A YR, Büyük Britanya’d a liman kenti, İskoçya'nın batı kıyısında; 48 000 nüf.

AYR ya da A İR, B üyük Sahra'nın g ü ­ neyinde dağlık kütle, N ijer’in orta kuze­ yinde. Eski şist, mikaşist ve gna ysla rda n oluşan, sonra granitli ve yanardağ kökenli kayaçların araya sokulması ve kırıklar ile kırık gençleşm eleri sonucu biçim lenm iş olan Ayr, B .'da 700-800 m arasında kat kat sıralanan platolardan, D .'daysa en yüksek noktasını G rebun dağının (1 944 m) oluşturduğu bir dizi eski kütleden (özellikle billurlu kütleler) m eydana gelir. A yr'ın iç kesim inde k o ri'ler (beyaz kum yataklı vadiler) ulaşımı kolaylaştırır; bura­ larda birkaç m etre kazılınca, yeraltı suyu çıkarılabilir. Yağışların ortalam a 100 m m ’yi bulduğu güney kesimde, toprak barajlarla tutulan dere suları, meyve, seb­ ze ve tahıl tarımına olanak sağlar. Kütle­ de yaşayan Tuaregler’ in başlıca etkinlik­ leri, deve ve küçük gevişgetiren hayvan yetiştiriciliğidir. Birçok ocaktan, kalay ve uranyum çıkarılır.

AYRAÇ a Anlamı belirginleştirm ek için cüm leye yerleştirilen, ancak sözdlzimsel olarak ona bağlı olmayan anlatımların ba­ şına ve sonuna konulan noktalama işareti. (Eşanl. p a r a n t e z . ) || A yra ç açmak, söze ya da yazıya, konuyla dolaylı olarak ilgili bir bölüm sıkıştırmak. || A yra ç içinde, ay­ rıca, konu dışına çıkarak: Ayraç içinde şu­ nu da belirteyim ki.. —Anal. kim. A yra ç kâğıdı, kimi m a dd e ­ ler karşısında renk değiştirm e özelliği olan, ayraç emdirilmiş, yapışmaz kâğıt. —Ceb. Katılmalılık işareti olarak ya da ön­ celikle yapılacak hesapları belirtm ek için kullanılan ve ( ) ile gösterilen m atem atik işareti. — Kim. Alttepken adı verilen bir ya da bir­ ç o k kimyasal bileşikle tepkim eye gire b i­ len m adde. (Bk. ansikl böl.) — ANSİKL Kim. Bir ayracın genellikle b e ­ lirli bir kimyasal işlevi vardır (asit, baz. yük-

ayraç seltgen, indirgen). Etkime biçim i bilindi­ ğinde, katıldığı tepkim eler (elektroncul, nûkleofil, köksel, çevrel halkalı) sınıflandı­ rılabilir. Dolayısıyla bir ayraç bir ya da bir­ ço k kimyasal bileşik ya da parçacığın (özellikle iyonlar) belirlenmesini sağlar; ni­ tekim, A g + iyonu, klorür, bromüır ve iyo­ d ü r iyonlarının özgün bir ayracıdır.

1122

AYRAÇLAMA a. Dilbilg. iç içe ayraç­ lar yardımıyla, bir tüm cedeki kurucu öğe yapısının çizgesel gösterimi. (Her ayracın altında kurucu öğenin ulamını belirten açıklayıcı bir sim ge [ya d a "e tik e t"] bu­ lunur. Okuma kolaylığı nedeniyle ağaç bi­ çim indeki gösterim yeğlenir.^

AYRAL (Macit), türk hattat (İstanbul 1891 - ay. y. 1961). Beylerbeyi’nde Hamidiye m ektebi’nde okurken, hocaları Ali ve Ahm et Rakım’dan sülüs ve nesih yazı öğrendi. M edresetü’l-Hattatin'e devam etti. İsmail Hakkı Altınbezer’den celi sülüs, Hulusi Efendi’den talik yazısını geliştirdi. Ankara, Vilayet-i umumi meclisi başkâtip­ liğinden emekli olduktan sonra Bağdat Güzel sanatlar akadem isi'nde hat hoca­ lığı yaptı (1955-1958). Sülüs, nesih ve celi yazılarında başarılı olan sanatçının yapıt­ ları, daha çok özel koleksiyonlardadır. Şiş­ li, Kamerhatun, Şile, Yeşilköy, Bebek, Ga­ lata A ra p cam ilerinde celi yazıları vardır.

■AYRAL (Necdet Mahfi), türk tiyatro sa­ natçısı (İstanbul 1908). 1932’den başla­ yarak İstanbul Şehir tiyatrosu'nda sahne­ ye çıktı. Özellikle komedyalardaki tipleme­ leriyle dikkati çekti. 18 yıl sahne amirliği yaptı. 15 yıl Muhsin Ertuğrul’un film lerin­ de reji asistanı olarak çalıştı, birçok film­ de rol aldı. 1975'te tiyatrodan emekli ol­ du.

AYRAI^TÖZÜM (Jeyan Mahfi), türk ti­

Necdet Mahfi Ayral

yatro sanatçısı (İstanbul 1929). Tiyatro sa­ natçısı. N. M. A yra l’ın kızıdır. Çok küçük yaşlarda sahneye çıktı. İstanbul Şehir ti­ yatrosu’nda başlayan sanat yaşamını emekli oluncaya dek (1980) b urada sür­ dürdü. Film ve seslendirme çalışmaları da yaptı.

AYRAN a. 1. Y oğurdun içine su katıla­ rak elde edilen bir tür içecek. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Yayıkta çalkalanan süt ya da yoğurdun yağı alındıktan sonra geride kalan sulu bölümü. — 3. Ayran ağızlı, ap­ tal, budala, sersem (arg.). || A yran delisi, kolay kanan, bön, ahmak. || Ayran gönül­ lü, her şeyden çarçabuk bıkan, vazgeçen kimse için kullanılır. || A yra n içm eye g e l­ dik, ara açm aya gelm edik, bir yere geliş nedeninin dostluğu güçlendirm e olduğu­ nu vurgulam ak için söylenir. || Ayranı ka ­ barmak, kızmak, öfkelenip köpürmek; cinsel istek duym ak (arg ). || Ayranı yok içmeye, atla (ya da, tahtırevanla) g id e r sıçmaya, durum una bakmaksızın göste­ riş için gereksiz şeylere bol para harca­ yan kimse için söylenir (kaba). || Ayranım budur, yarısı sudur, eldeki olanakların sı­ nırlılığını vurgulam ak için söylenir. — ANSİKL. Ayran yapımında, doğal nite­ likli, yağlı koyun yo ğu rd u yeğlenir. Bir öl­ çü yoğurda en ço k bir buçuk ölçü su ka­ rıştırılır. Daha lezzetli olması için, su yeri­ ne süt de kullanılabilir. Az ölçüde tuz da eklenebilir. T ürkler’in geleneksel içkisi olan ayran, Balkan ve Asya ülkelerinde de içilir.

A YR A N , Şanlıurfa’nın Birecik ilçesi, merkez bucağında belde; 2 588 nüf. (1990) Belediye. PTT.

AYRANCI a. Ayran yapan, satan kim­ se.

A Y R A N C I, Karaman iline bağlı ilçe; 14 600 nüf. (1990); 22 köy. Merkezi, Karaman’ın 48 km kuzeydoğusunda Ayran­ cı, 2 927 nüf. (1990). Sulama barajı.

Ayrancı b arajı, Karaman’ın Ayrancı ilçesi sınırları içinde, Kocadere üzerin­ de kurulu baraj. 1958'de, sulama ama­ cıyla kuruldu. Gövdesi toprak dolgu, su toplam a hacmi 28,5 milyon m3, göl

AYRANCILIK a. Ayran yapma satma ışı;

Tahtın görevlendirdiği hüküm et de onun siyasal ayrıcalıklarından yararlanır. 1642 -1649 devrim i kralın siyasal ayrıcalıklarını sınırladı; bununla birlikte hüküm dar XVIII. yy. sonuna kadar yürütm e gücünün ba­ şında kaldı.

ayrancının işi.

AYRICALIKLI sıf. 1. Toplumsal bir ayrı­

AYRE a. (esk. ing. söze.). Genellikle, bir

calıktan, hukukun tanıdığı bir üstünlükten yararlanan kimse, bu kimsenin durum u için kullanılır; imtiyazlı: Osmanlı dönem i­ nin ayrıcalıklı kişileri. — 2. Herhangi bir or­ tam da maddi olanaklarından dolayı üstün görülen ya da kayırılan kimse için kulla­ nılır: Onlar ayrıcalıklı çocuklardı, h e r istek­ leri hem en yapılırdı. —Anayas. huk. Ayrıcalıklı oy — OY.

alanı 2 km2, sulam a alanı 4 600 ha'dır.

AYRANCILAR, İzmir’in Torbalı ilçesi merkez bucağında belde; 4 474 nüf. (1990). PTT.

solocunun çalgı eşliğinde okuduğu İngi­ liz şarkısı (XVI. yy.'ın sonu- XVII. yy.'ın ba§')•

AYRI sıf. 1. Birbirine benzemeyen, ara­ larında ayırıcı nitelikler bulunan şey ya da kimse için kullanılır; değişik, farklı: Olaya ayrı açılardan bakıyorlar. A blasından çok ayn b ir tip — 2. Bir arada bulunmayan, ay­ nı olmayan; başka: Ayrı odalarda kalıyor­ lar. Bu kitapları, dolabın ayrı gözlerine k o y — 3. Ayrı ayrı, her biri için, her birine özgü: Arkadaşlarına ayrı ayrı m ektup yaz­ dı; ayrı olarak, birer birer, teker teker: Ge­ lenlerin ayrı ayrı ellerini s/kf/.|| Ayrı baş çek­ mek, topluluktan ayrılıp kendi yoluna git­ mek, kendi başına iş yapmak: Herkes ayrı baş çekerse işler iyi yürümez. — Fişekç. Ayrı sıvılı patlayıcı, tek başları­ na patlayıcı olmayan iki ayrı sıvı bileşen karıştırılarak kullanım ından hemen önce oluşturulan patlayıcı madde. (Panklastitler ayrı sıvılı patlayıcılardır.) — istat. Ayrı değişm elik-> HETEROSEDASTİSİTE. — Krist. Ayrı yönlü, ANİzOTROP'un e ş a n ­ lam lısı. || Ayn yönlülük, ANİZOTR’O Pİ'nin eşan lam lısı.

♦ be. 1. Değişik, farklı, başka: Bu ko­ nuda sizden ayrı düşünüyor. —2. (Bir kim ­ seden b ir topluluktan, b ir şeyden) ayrı, bir­ likte olmayışı, uzaklığı belirtir: Çocukların­ dan ayrı oturuyor. Yurdundan çoluk ço cu ­ ğ un d a n ayrı düşm ek. Evden uzun süre ayrı kaldı. Sanat halktan ayrı düşünülebi­ lir mi? — 3. (Bir kim seden) ayrı, bir baş­ kasıyla birlikte yaşamaya son yermiş ola­ rak: Kocasından ayrı yaşıyor. Ü ç yıld ır ay­ rılar. — 4. Ayrı düşm ek, düşünce ve anla­ yış yönünden bir kimseyle uyuşamamak: Bu konuda da ayrı düştük. || Ayrısı gayrisi (olmamak), birbirinden hiçbir şey esirge­ meyecek kadar yakın dost olmak. Ayrımız gayrım ız yok ya, ha sizin için almışız ha bizim için.\\(Birini) ayrı tutmak, ona karşı farklı davranmak: En küçüğünü ayrı tutar, he r istediğini alırdı. — Eczc. Ayrı bulundurulacak ilaçlar, farmakopenin C tablosunda yer alan tehli­ keli maddeler. (Bu m addeler öteki ilaçlar­ dan ayrı bulundurulur.)

AYRIBASIM a. Yayın. Bir yayının her­ hangi bir bölüm ünün, o yayın için kulla­ nılan baskı kapaklarından yararlanarak ayrı bir kitapçık şeklinde yapılmış basımı. (Ayrıbasımlar çok defa bilim dergilerinde yahut çok yararlı yayınlarda çıkan maka­ le niteliğindeki yazılardan, bağımsız bir yayın ya da parça elde etm ek için yapı­ lır.)

AYRICA be. Ayrı olarak, özel olarak: Bu konuyu sizinle ayrıca görüşelim. ♦ bağ. Bundan başka, ek olarak, üs­ telik: Isınmada, mutfakta, ayrıca sanayide kullanılması öngörülen doğ a l gaz. Evi çok güzel, ayrıca işyerine d e yakın.

AYRICALIK a. 1. Bir kimse, bir topluluk tarafından edinilen ve başkalarında bulun­ mayan özel hak: Cumhuriyetle birlikte p a ­ dişah ailesinin yararlandığı ayrıcalıklar or­ tadan kaldırıldı. Yasalar bu konuda kim ­ seye ayrıcalık tanımaz. (Eşanl. İMTİYAZ.) — 2. Bir kimseye, bir topluluğa tanınan özel hak, yarar; imtiyaz: Senin ondan ne ayrıcalığın var? 65 yaş ve üstündekilere tanınan ayrıcalıklar. — Sıyas. kur. Kraliyet ayrıcalığı, Büyük Bri­ tanya’da kralın sahip olduğu yetkiler, ay­ rıcalıklar ve dokunulmazlıklar. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Siyas. kur. İngiliz hukuku hü­ kümdarın kişisel ayrıcalıklarını, onun siya­ sal yetkisi içindeki ayrıcalıklardan ayırır.

AYRICALIKSIZ sıf. Ayrıcalığı olmayan. AYRICASIZ be. Tam, kesin biçim de; ku­ rala uygun olarak; ayrıksız, istisnasız.

AYRIÇ a. Yörs iki yolun ayrıldığı yer, yol ayrımı.

AYRIDİLLİ sıf. ve a. Dilbil. Bir ülkenin ya da toplum un konuştuğu dilden ayrı bir dil konuşan topluluk ya da kişi için kullanılır.

AYRIEKLEMLİ sıf. Sesbllg. Söyleyiş noktaları birbirinden ayrı olan iki sesbirim için kullanılır.

AYRIEŞEYLİ sıf. Biyol. Eşeylerin (erkek ve dişi) ayrı old u ğ u hayvan türüne denir

AYRIK sıf. 1. Birbirlerinden ayrılmış; ara­ lıklı: Saçları yandan ayrıktı. — 2. B ir kim ­ seyi başkalarından ayrık tutmak, ona farklı davranmak. —Ceb. Ayrık ön H ilbert uzayı, bakışımlı iki­ li doğrusal biçim i ya da özekli birbuçuk doğrusal biçimi belirli pozitif ön Hilbert uzayı. — Dilbil. Bir sistemin bir bölüm ünü oluş­ turan ve ayrı olarak ele alınabilen, sınırla­ rı belirlenebilen birim için kullanılır. (Ayrık bir birim ancak varlık ya da yokluğuyla değer taşır. Bir biçim birim i oluşturan sesbirimlerine ayrık biçimler denmesinin ne­ deni bir sesbirimin başka bir ses birim i­ nin yerini almasıyla biçim birim düzlem in­ de bir değişikliğin m eydaria gelmesidir.) [Ö rneğin b ak ve yak biçim birim lerindeki (b) ve (y) karşıtlığı.] || Ayrık gösteren, d i­ zimsel eksende, öğeleri bitişik olmayan gösteren. (Örn., siz gidiyorsunuz cümlesin­ de, "s iz " ve "s u n u z " “ ikinci çoğul kişi" nin gösterenleridir) — Fiz. Ayrık dalga, biçim değiştirm eden ve sönüm süz olarak yayılan özel bir dal­ ga türü. (Bk. ansikl. böl.) — Küm. kur Hiçbir ortak elemanı olmayan iki A ve B kümesi için kullanılır. —Mant. Ayrık önerm e ayrıklık ("veya") ek­ lemiyle oluşturulm uş bileşik önerme: p v (p -* r) v (r & p) önerm esi p, p -> r ve r & p bileşenlerinden kurulu bir ayrık -önermedir. — Mim. Ayrık sütun, ne göm m e ne de bi­ tişik olan sütun. — Müz. Ayrık dereceler, gam da birbirini iz­ lemeyen dereceler (do - m i gibi). || Ayrık hareket, içindeki komşu seslerin, diyatonik ıskaladaki yanaşık sesler olmadığı me­ lo d ik h a re k e t. (Yanaşık h a re k e tin karşıtıdır.) || Ayrık ses, bir öncekiyle ya da bir sonrakiyle birleştirilm eden, tek olarak çıkarılan ses. — Ormanc. Ayrık ağaç, orm anda özel iş­ letme konusu yapılan ve tek başına geli­ şen ağaç. — Parf. Önemli bir sıvıyağın bileşimine g i­ ren, gerek dam ıtm a yoluyla, gerek kim­ yasal ya da fiziksel bir işlemle ayrıştırılan ve parfüm sanayisinde kullanılan doğal te­ rebentin ürünü, — Şehiıp. Ayrık düzen, komşu yapılarla birleşmeyecek biçim de konumlandırılmış yapı düzeni. (Karşt. BİTİŞİK* DÜZEN.) —Topol. Ayrık topoloji, ayrık bir uzayın to­ polojisi. || Ayrık uzay, J U .y fe E 2 için x ın ve y nin ayrık birer dolayının bulunduğu E topoloji uzayı. (Bu koşul H ausdorff ko­ şulu adını taşır; bu nedenle ayrık_uzaya Hausdorff uzayı d a denir. O . R . R ayrık

ayrılık uzaylardır.) — ANSİKL. Fiz. Ayrık dalgalar, ancak hem

yayıcı olan, hem de doğrusal olmayan or­ tamlarda, bu iki tür etki denkleştiğinde ya­ yılabilir. Bu tür dalgalar, hidrodinamik, plazmalar fiziği, manyetizma vb. alanların­ d a görülür. Bunların genel dalga olayla­ rından ayrılmasına neden olan süreklilik­ leri ve özgünlükleri kuvanton modelleri bi­ çim inde gözönüne alınmalarına yol aç­ mıştır. Öte yandan bu dalgalar konusun­ da hem klasik alan kuramında, hem kuvantum kuram ında geniş ölçüde araştır­ m alar yapılmaktadır.

AYRIK a. Ç ok yıllık otsu bitki. (Bil. a .agropyrum ; buğdaygiller familyası.) [Türki­ ye’de 20 kadar ayrık türü yetişir: tarla ay­ rığı (Agropyrum repens), köpek ayrığı (A. caninum), otlak ayrığı (A. cristatum), kum ayrığı (A. dasystachyum), kır ayrığı (A. desertorum), vb. Tarla ayrığı çok arsız bir bit­ kidir; köksapları kolayca yayılarak, ekin tar­ lalarını ve çayırları kaplar.] — Halk hek. Ayrığın kurutulm uş kökleri, halk arasında çok bilinen bir idrar artırıcı ve taş düşürücüdür. Dekoksiyon halinde g ünde iki üç bardak içilir. Tadı güzel ol­ m adığından bal ya da limon katılır, idrar artırıcı olarak mısır püskülü ve arpayla bir­ likte kullanılırsa daha iyi sonuç alınır.

AYRIKATOM a. Org. kim. Organik bir bileşikte karbon ya da hidrojen dışındaki bir elem entin atomu. (Eşanl. HETEROA-

dildeki “ ya...ya” ekleminin dile getirdiği ayrıklık (örn. ya kahve ya çay). Bu ekle­ min bileştirdiği önerm elerden her ikisinin de doğru olması d urum unda önerm enin tüm ü yanlıştır. — Metalürj. Metal bir kütlenin bileşiminin ya da özelliklerinin birbiçim li olmaması. (Bu ayrıklıklar ya alaşımın katılaşmasından ya da daha sonra gerçekleştirilen yüzey­ sel bir işlemden kaynaklanır: örneğin çe ­ liğe semantasyon uygulayarak kimyasal bir element katma ya da onu eleme.)

AYRIKSI sıf. Başka, başka türlü, farklı: "Dillerinde sözlerin dahi döndürüp ayrıksı kelam söylediler" (Tefsir-i Ebilleys tercü­ mesi, XV. yy.). — G ö kb il. Ayrıksı yıl, ANOMAL* YIL’ın eşa n ­ lamlısı.

AYRIKSIN a. Gökbil. G üneş’in Yer çev­ resindeki görünür deviniminin temel özel­ liklerini açıklam ak için Eskiçağ gökbilim ­ cileri, özellikle de H ipparkhos tarafından tasarlanan çember. — AN S İK L. G ö k b il. E skile rin "e v re n sistem i"ne göre: 1. Yer evrenin merkezi­ dir; 2. gökcisimleri Yer’i merkez alarak çembersel bir devinimle yer değiştirir Hip­ parkhos tarafından Güneş’in deviniminde gözlemlenen eşitsizlikler Yer'in tutulum merkezine oranla hafifçe ayrıksın konum ­ da olduğunu gösterdi. Sapmanın, yarıça­ pın 1/30’una eşit olduğu varsayılarak ola­ yın doyurucu nicel bir yorumu elde edildi.

TOM.)

AYRIKSIZ be. Ayrıcasız, istisnasız.

AYRIKATOMLU sıf. Org. kim. Ayrıka-

AYRIKYAŞLI a. Yerbil. Farklı yaştaki yer-

tom içeren bir m adde için kullanılır.

AYRIKÇEKİRDEKLİ sıf. Fizs. kim. Tü­ mü özdeş olmayan atom lardan oluşmuş bir molekül için kullanılır.

AYRIKHALKA a. Org. kim. Bir ya da birçok ayrıkatom içeren halkalı organik bir bileşiğin kapalı zinciri. (Eşanl. h e t e r o SİKL.)

AYRIKHALKALI sıf. Org. kim. Bir ay­ rı khalka içeren organik bileşikler için kul­ lanılır. (Furan, piridin ayrıkhalkalı bileşik­ lerdir.) [Eşanl. h e t e r o s I k l İ k . ]

AYRIKKUTUPLU sıf. Elektrotekn. Ayrıkkutuplu makine, çekirdek aralığı boyun­ ca birbirini izleyen kutupların ters kutup­ landığı makine. (Döner makinelerin çoğu ayrıkkutupludur.) [Eşanl. HETEROPOLER M AKİNE] — Fizs. kim . Aynkkutuplu bağ, İYON* BAĞ l’nın eşanlam lısı.

AYRIKLAŞMA a. Sesbilg. Bitişik iki sesbirim arasında bir ayrım oluşturmaya ya da ayrımı vurgulamaya yönelik, genellik­ le de benzeşim olgusuna karşı bir önlem amacını güden sesbilgisel değişiklik. ( [Attar] sözcüğündeki tt çift ünsüzü ayrıklaşmayla k t biçim ine dönüşm üştür [a kta r].)

AYRIKLI a. Mant. Ayrıklı norm al biçim veya ANB, atomsal formüllerin veya bun­ ların değillem elerinin birlikte evetlemelerinin ayrıklığından oluşan formül: [ (p & g) v ( -| p & n q) ] p *- q form ülünün normal ayrıklı biçim i­ dir. Her formül A N B 'e dönüştürülebilir; başka bir deyimle, her F formülü için A N B ’de bir F'formülü vardır, öyle ki F - F ' bir teorem olsun.

AYRIKLIK

a. Gökbil. ANOMALİ’nin eş a n ­

lamlısı.

— Mant. Ayrıklık eklemi, v ile simgelenen önerme-eklemi ( p v q , “ p veya q " oku­ nur) p v q gibi bileşik bir önerme, p ve q bileşenlerinin her ikisinin birden yanlış olduğu hallerde yanlış, bütün geri kalan d urum larda doğru değerini alır. (“ Veya" eklem iyle mantıkta az kullanılan "ya... ya" eklemi arasında şu önemli ayrım var­ dır: sonuncu eklemin geçtiği bileşik öner­ meler, ancak bir te k bileşeninin doğru ol­ ması durum unda doğru değerini aldığı halde, birinci eklem le kurulu önermeler, her bir bileşininin doğru olması durum un­ da da doğru değerini alır.) || Kesin ayrıklık,

bilimsel oluşum lar için kullanılır. (Eşanl. HETEROKRON.)

AYRILABİLİR sıf. Foto. Fotogravürde kullanılan ve duyarkatı, dayanaktan ayrı durum a getirilebilen ve ayırma yoluyla maden üzerine uygulanabilen jelatinobromürlü filme denir. AYRILAMAZ sıf. Ceb. Katsayıları bir ci­ sim içinde olan ve köklerinin hepsi yalın olmayan bir polinom için kullanılır.

AYRILAŞMAK gçz. f. Bir şey sözkonu­ suysa, benzerleri arasında ayrı yeri, öne­ mi olmak; teferrüt etmek.

AYRILAŞMAK gçz. f. Esk. Birbirlerin­ den ayrılmak: "Ahşam irişüp ayrılaştılar" (Tühfetü'l Kibar, XVI. yy.). AYRILIK a. 1. Ayrı olm a durum u. — 2. Sevilen bir kim seden, bir yerden,bir şey­ d en uzak kalma: Katlanması zor, dayanıl­ m az b ir ayrılık. — 3. Görüşler, düşünceler vb. arasındaki uymazlık, farklılık: Araların­ da b ir görüş ayrılığı belirdi. Düşm anlığa dönüşen politik ayrılıklar. — Biyol. Bir canlı topluluğunun, aynı tür­ den ya da yakın türden başka topluluk­ larla karşılaşmayabileceği durum. (Bk. an­ sikl. böl.) — Güz. sant. XIX. yy. sonlarında, akade­ mik geleneklerden kopm ak isteyen bazı sanatçı gruplarının, eğilimlerini belirtmek ve kendi sergilerini diğer sergilerden ayır­ m ak için kullandıkları terim. (Bk. ansikl. böl.) — H a lk m üz. Ayrılık türküleri, GURBET*

Ayrılık elbette endogam iye yol açar, bu da her topluluğun özgün yanlarını belir­ ginleştirir ve aynı kökten gelm e değişik birçok türün doğm asına yol açar (türleşme). Darvvin, Havvaii adalarındaki ispinoz­ ları incelerken, adaların her birinde bu kuşların ayrı bir tipini bulmuştu. Sayısı pek kalabalık olmayan bir topluluğu etkileyen aşırı bir ayrılık çoğu zaman onun yok ol­ masıyla sonuçlanır (örneğin Mascareignes adalarındaki raphidae familyasından kuşlar). Ayrılık tüm üyle bir anakarayı da etkile­ yebilir; Avustralya'da ve Üçüncü Zaman' da Güney Amerika'da böyle olmuş ve çe­ şitlenme aynı etm enlerle gerçekleşmiştir. Bitkiler dünyasında ayrılık çok nadir bir durumdur: sporlar ve çiçektozları rüzgârla ço k uzak yerlere taşınabilir, aynı şekilde hafif ve kanatlı bazı tohumlar da çok uzak­ lara gidebilir; öte yandan bir kısım tohum ­ lar kuşların ayağına bulaşan çam urlarla ya da meyve yiyen memeli hayvanların karnında uzaklara taşınırlar. Denebilir ki, iki türü birbirinden ayıran başlıca etmen iklim zorunluluklarıdır. — Güz. sant. Başlıca ayrılık hareketleri, 1892’den O. Eckmann, dekoratör Herm ann Obrist, m im ar August Endell ve Behrens’in katıldığı Münih ayrılığı; özellikle G. Klimt, J. M .O Ibrich ve J. Hoffmann'ın temsil ettiği Viyana ayrılığı (1897) ve Lieberm ann’ın öncülük ettiği Berlin ayrılığı­ dır (1899). Münih ayrılığı kısmen jugendstil (bitkisel motiflerle süslemeye dayanan üslup) ve Belçika ya d a fransız Art nouveau’suna yaklaşırken Viyana okulunu ni­ teleyen eğilim ler daha soyut ve kurgu­ saldır. — Hırist. tar. Geleneksel tanrıbilim e göre, ayrılıkla sapkınlık* farklı şeylerdir. Ayrılık, inanç ilkelerinin reddine değil, çıkar so­ runlarına ve siyasal, öğretisel anlaşmaz­ lıklara dayanır. Bununla birlikte, birçok tanrıbılımci, sapkınlığın her türünden uzak, saf bir ayrılığın olamayacağını savunur. • D oğu ayrılığı. IV. yy.’dan başlayarak Do­ ğu kilisesi ile Latin kilisesi arasında ayrı­ lıklar görüldü.B unun üç ana nedeni var­ dı: Doğu imparatorlarının hem kayzer hem papa olmak istemeleri; Konstantinopolis (İstanbul) patriklerinin Roma pisko­ posuna, üstünlük kurm a istekleri; Rumlar ile Latinler’in birbirlerinden hoşlanm a­ maları. Kilise yasaları ve ayin düzeni açıların­ dan farklar gösteren rum ve latin kilisele­ ri arasında sık sık ayrılık doğdu: Akakios* ayrılığı (484 - 519), monotelizm* ayrılığı (638 - 681), tasvir kırıcılığının yol açtığı ay­ rılık (726 - 787; 813 - 843), Filioque olayı­ na dayalı Photios* ayrılığı (863 - 867). 1054’te, Bulgarlar’ın yönlendirilmesi yü­ zünden Konstantinopolis patriği Kerularios ile papa Leo IX’un birbirini aforoz etmelerini, Antiokheia (Antakya), Kudüs ve İskenderiye patriklerinin Roma ile bağ­ larını koparmaları izledi; Kiev metropoliti de, olasılıkla XI. yy.’da özerk durum a gel­ di. D oğ u ’yla Batı arasında birliği sağla­ m ak am acıyla toplanan konsiller (Lyon 1274, Ferrara ve Floransa 1439) sonuçsuz

TÜRKÜLERİ’nin eşanlam lısı.

— Hırist. tar. Kilise camiasında birliğin bo­ zulması ve bundan doğan durum. (Bk. ansikl. böl.) |j B üyük Batı ayrılığı, birden çok papanın bulunduğu çağ. (XIV. - XV. yy.) [Bk. ansikl. böl.] || D oğu ayrılığı, Doğu ki­ liselerinin Roma cem aatinden ayrılması. (Bk. ansikl. böl.) — Med. huk. Evlilik birliğinin yargıç kararı ile geçici olarak kaldırılması. (Bk. ansikl. böl.)|| Ayrılık davası, evlilik birliğinin geçi­ ci olarak kaldırılması istemiyle açılan da­ va. || M al ayrılığı -* MAL. —ANSİKL. Biyol. Ayrılık, bulunulan yerle il­ gili bir özelliktir. Adalarda yaşayan türler, bir göle ya da bir su havzasına özgü tatlısu türleri genellikle ayrı düşm üş türlerdir; okyanuslarda yaşayan türler ise böyle de­ ğildir, çünkü okyanusların tümü sınırsız bir ortam oluşturur.

1123

*jÂf * -

"

»

r

$

s İ U 0 . k İ sı*4*> - L m !$

*

Mft&sS

r

ar k *

* v*

***

•i

■ *^s«» jı* '*î«s*fıfFT'St*«. ~ "“er-

Doğu ayrılığı Mikhael Kerularios’un İstanbul patrikliğine atanma töreni (1043) [onun patrikliği döneminde Yunan kilisesi ile Latin kilisesi birbirinden kesin olarak koptu (1054)] ioannes Skylitzes’in K hm ika adlı yapıtının (XIV. y y .) bir yunan elyazması nüshasından ayrıntı Ulusal kitaplık, Madrid

ayrılık 1124

Büyük Batı ayrılığı Pedro de Luna Benedictus XIII adıyla papa seçildi, Gregorius XII ve Johannes XXIII ile çatıştığı için Konstanz konsili (1414-1418) tarafından aforoz edildi ve papalıktan alındı Güzel sanatlar müzesi, Barcelona

kaldı. Doğu kilisesi, d aha sonra birtakım AYRILMA a. Ayrılmak eylemi. bağımsız kiliselere bölündü: Rus, Sırp, Yu­ ■ —Akışkan, mekan. Bir akışkanın, bir en­ nan, Girit, Bulgar vb. XX. yy'da, eski düş­ gel çevresindeki akış değişimi. (Akışkanın manlık belli bir ölçüde giderildiyse de, ki­ burgaçlı devinimlerle, engel yüzeyinden liselerin birleşmesi ve ayin düzeninin bir­ ayrıldığı ve artık genel devinime katılma­ liği sağlanamadı. dığı bir bölgenin oluşm asından kaynak­ • Büyük Batı ayrılığı (1378-1417). Çoğu lanır.) [Bk. ansikl. böl.] transız olan 13 kardinalin Urbanus VI ye­ —Anayas. huk. Bir devlette halkın bir bö­ rine, yeni bir papa (Clemens VII) seçm e­ lümünün ayrı bir devlet kurmak ya da baş­ si üzerine hıristiyan dünyasının ikiye bö­ ka bir devletle birleşm ek amacıyla, barış­ lünm esiyle başladı (Almanya, İtalya, Ma­ çı yoldan ya da şiddete başvurarak ger­ caristan, İngiltere, İskandinavya, Roma’ çekleştirdiği, ulusal birlikten ayrılmaya yö­ da, oturan Urbanus VI’yı; Fransa, iskoçnelik eylem. (Üniter devlet anayasaların­ ya ve Castilla da Avignon’da oturan Cle­ da tanınmayan ayrılma hakkı, yalnızca ba­ mens V ll'yi papa olarak tanıdılar). U rba­ zı federal ve konfederal devlet anayasa­ nus Vl'dan sonra Bonifatius IX (ardılı inlarında yer alır.) || Siyasal ya da ideolojik nocentius VII, onun da ardılı Gregorius bir gruptan çıkma, çekilme. XII), C lem ens Vll'den sonra da Benedic­ —Ask. havc. Kol halinde uçan uçaklardan tus XIII, ayrılığın sona ermesini engelle­ birinin gruptan kopması. di. 1408’de Livorno'da bir araya gelen 12 — Cerr. Dikilmiş bir yaranın dudaklarının, kardinal (6'sı Romalı, 6'sı Avignonlu), her kendiliğinden (yaranın kapanma bozuklu­ iki papanın da görevden alındığını ilan et­ ğu) ya da cerrahi olarak (yeni bir am eli­ ti. Yeni bir papa seçildi: Alexander V. iki yat için) ayrılması. devrik papanın, konsil kararına uymaması — Fiz. Sıvı ayrılması, homojen bir sıvı ka­ üzerine Macaristan kralı Sigismond, Kons-> rışımının kendiliğinden birçok sıvı evreye tanz’d a bir evrensel konsil toplanmasını bölünm esi. (Elde edilen çeşitli sıvılar arı sağladı. Burada konsillerin papadan da­ değildir, ancak bileşimleri bellidir. Sıvı ay­ ha yetkili olması gerektiği kararlaştırıldı rılması kimi camlarda, özellikle borosilikat (sonraları bu karar reddedildi). camlarında, belli sıcaklık bölgelerinde gö­ Büyük ayrılık, kilise örgütünün dağılma­ rülür.) sı, tarikatların parçalanması, laiklik düşün­ — Genet. Genetik ayrılma, meyoz bölün­ cesinin gelişmesi, üniversitelerin siyasete me sırasında özdeş kromozom çiftlerinin karışması gibi cidd i sonuçlar doğurdu. ya da alel gen çiftlerinin birbirinden ayrı­ — Med. huk. Ayrılık kararı evlilik bağını or­ larak yavru hücrelerde yer alması. (Bk. an­ tadan kaldırmaz; eşlere yalnızca ayrı yer­ sikl. böl.) |j Karakterlerin ayrılması, melez­ lerde oturm a olanağı sağlar. Türk Med. lerin gam etlerinde anadan ve babadan k.’nun 138. maddesine göre, boşanma ne­ gelen karakterlerin ayrılması. (Karakterle­ denlerinden biri kanıtlanınca yargıç ya bo­ rin ayrılması, kalıtımın ikinci yasasına gö­ şanma ya da ayrılık kararı vermek duru­ re gerçekleşir. Birinci kuşak melezler, g a ­ mundadır. Dava yalnızca ayrılık istemiyle metlerini oluştururken, anadan ve b aba­ açılmışsa boşanmaya karar verilemez. dan alınan karakterler birbirinden ayrılır. Buna karşılık, dava, boşanma için açılmış­ Gam etlerin yarısı ana, yarısı baba karak­ sa ve eşlerin barışmaları olasılığı varsa, terlerini alır.) || K rom ozom ayrılması, ana ayrılığa karar verilebilir. Türk Med. k.'nun hücre kromozomlarının bölünmesi ve yav­ 139. m addesine göre, ayrılığa bir yıldan ru hücrelere dağılmasıyla sonuçlanan sü­ üç yıla kadar bir süre için karar verilir. Ko­ reçlerin tüm ü. (Bk. ansikl. böl.) nulan süre dolunca ayrılık kendiliğinden — Meyve. Aşı kalemlerinin ya da genç to­ sona erer. Bu süre içinde barışmamışlar­ murcukların kendiliğinden ya da arızi ola­ sa eşlerden her biri boşanm a isteminde rak düşmesi. — Oftalmol. Camsı cisim ayrılması, nor­ bulunabilir. m alde retinaya yapışık olan camsı cismin Ayrılık çeşm esi, İstanbul. H aydarpa­ kopması. (Camsı cisim ayrılması tehlikeli şa’da çeşme. Osmanlı im paratorluğu dö­ değildir, ama “ sinek uçuşm ası” biçim in­ nem inde hacı kafileleri, Anadolu kervan­ de görm e bozukluğuna neden olur. Bu ları bu çeşm e önünde uğurlanırdı. İstan­ arada, retina ayrılmasının önbelirtisi ola­ b u l’dan ayrılan yolcular başkentteki son bilir.) [| Retina ayrılması, retinanın gören namazlarını çeşm enin bitişiğindeki nakısmının pigm entli epitelyum kısmından mazgâhta kılarlardı. Ayrıca, Anadolu' ayrılması. (Retina ayrılması daha çok mi­ da görev alan vezirler ve devlet adamları yop insanlarda olur. Tedavi edilmezse kör­ da Ayrılık çeşm esi’nde alay gösterirlerdi. lüğe yol açar. Cerrahi tedavi, ayrılmanın XVI. yy. sonlarında Kapıağası Gazan­ ortaya çıkışını izleyen günlerde yapılmalı­ fer Ağa tarafından klasik üslupta kesme dır.) [Eşanl. DEKOLMAN.] taştan yaptırılan çeşme, zamanla yıpran­ — Patol. Doğal olarak yapışık bulunan do­ dı. Mahmut l'in kapıağası Ahmet Ağa çeş­ kuların birbirinden ayrılması. (Organizma­ meyi onartırken (1741) kemerinin altına bir nın çeşitli yerlerinde [deri, kemik zarı, vb.] de kitabe koydurdu. olabilir.) || Kemik ucu ayrılması, çocuklar­ AYRILIKÇI sıf. ve a. Ayrılıkçılık yanlısı da bir travm a sonucu olarak kemik ucu­ olan kimse için kullanılır. nun kopması. (Birleşme kıkırdağının ze­ delenmesi yüzünden, yaralanan kemiğin ♦ sıf. Ayrılıkçılığa ilişkin. büyüm esinde ciddi bozukluklar ortaya çı­ AYRILIKÇILIK a. 1. Bağlı oldukları dev­ kabilir.) letten ayrılıp belirli bir toprak parçası üze­ —Taşoc. Ayrılma yüzeyi, ÇATLAK* YÜZErinde ayrı bir siyasal varlık olarak örgüt­ Yi’nin eşanlam lısı. lenm ek isteyen kişi ya da grubun eylemi —Yerbil. Farklı mekanik özellikleri bulunan ya da durum u. — 2. Bir kişi ya da grubu, iki oluşum un bir süreksizlik yüzeyi oluştu­ içinde bulunduğu topluluk, ülke ya da rarak bağıntılarının kopması. partiden kopmaya götüren ideolojik ayrı­ — ANSİKL. Akışkan, mekan. Ayrılma, akışlık: Siyasal, dinsel ayrılıkçılık. mazlık ve basınç kuvvetlerinin eşanlı et­ kisi altında akışkanın yavaşlamasından AYRILIR sıf. Ayrılması olanaklı; ayrılabilir. kaynaklanır. Bir uçağın hızı belli bir sınırı — Ceb. Ayrılır eleman, m inimal polino(kanat profiliyle değişen) aştığında ya da m unda katlı kökler bulunmayan bir K cis­ hücum açısı yaklaşık 15° İle 20° ’ye ulaş­ mi üzerindeki cebirsel eleman. || Ayrılır g e ­ tığında, kanat çevresinde akan hava iplik­ nişleme, her elemanı ayrılır olan bir cis­ çikleri artık kanat profilini izlemezler ve ka­ min cebirsel genişlemesi. (Sıfır karakteris­ nat yüzeyinden ayrılarak enerjilerini burtikli ya da yetkin bir cismin cebirsel geniş­ gaçlı devinimlerle yitirirler. Dolayısıyla ka­ lemeleri ayrılır.) || Ayrılır polinom, bütün nadın, uçağa uyguladığı kaldırma kuvveti kökleri farklı olan polinom. azalır, flaplar ve kanatçıklar etkinliklerini — Mat. çözlm. Kimi diferansiyel denklem­ kaybeder. Bu durum da uçak hız yitimine lerin değişkenleri için kullanılır. girebilir (kopma*), vril* biçim inde inebilir —Topol. Her yerde sık ve sayılabilir bir altya da bir dikey dengesizlik gösterebilir. küme içeren bir topolojik uzay için kulla­ Gerektiğinde, yarıklardan yararlanılarak nılır. (Tıkız bir m etrik uzay ayrılır. Bu özel­ ayrılma geciktirilebilir. lik, sayılabilir bir birleşim için kararlıdır.)

bir akışkanın yuvarlak bir cism in çevresindeki akışı

r

hücum açısı I < 18°: hava iplikçiklerinin normal akışı

hücum açısı I > 20° hava iplikçiklerinin ayrılması

ayrılma olayları — Genet. Genetik ayrılma. Yalnız alel çift­ ler göz önünde tutulursa ayrılma yalnız heterozigot genotiplerde (aynı genin farklı iki aleli) görülebilir Genetik ayrılma, karak­ terlerin ayrılması yasası da denen ikinci M endel* yasasının konusudur. Normal bireylerin kromozomlarında meydana gelen anorm al ayrılmalar, o bi­ reylerden d oğanlarda görülen pek çok kromozomsal kusurların kaynağıdır: örne­ ğin trizomi 21. Dengeli kromozom düzen­ lemeleri (örneğin translokasyonlar) bulu­ nan bireylerde ortaya çıkan anorm al ay­ rılmalar ya da “ kötü ayrılm alar" denge­ siz yapılar, trizom iler ve kısmi monozomiler m eydana getirirler. • Kromozom ayrılması. Mitoz olayının baş­ lıca özelliği, ana hücredeki her krom ozo­ mun, iki yavru hücreye bölünm esi ve bir­ birinden ayrılıp her birinin bir yavru hüc­ reye geçmesidir. Kromozom ayrılması bu­ na denir. Meyozda da ilke aynıdır; ancak, bunda her kromozom bir kez bölünür, her hücre iki kez bölünür, böylece yavru hüc­ reler her kromozom çiftinden yalnız birini almış olurlar. Krom ozom lar ayrıldığı halde karakter­ lerin ayrılmaması şundan doğar: bir kro­ m ozom dan doğan iki yavru kromozom beraberce aynı yavru hücreye geçer. Me­ yozda, belirli bir kromozomun taşıyıcısı ol­ mayan ve tek kromozom yerine iki kromo­ zom taşıyan gam etler oluşur. Böyle ga­ metlerin normal gametlerle döllenmesi so­ nucunda, ya bir çiftin tek kromozomunu taşıyan (monozomi) ya da aynı çiftin üç krom ozom unu taşıyan (trizomi) yeni hüc­ reler ortaya çıkar. M ongolizm , 21 num a­ ralı krom ozom daki trizom iden ileri g e ­ lir. Yaşlılık, dişilerde kromozomların ayrıl­ mamasını kolaylaştırır. Bu olgu, sirke sine­ ğinde ve insanda doğrulanmıştır. Bu ne­ denle annenin yaşının ilerlemiş olması m ongoloit ço cuk doğ u rm a tehlikesini ar­ tırır.

AYRILMAK -

AYIRMAK.

AYRILMAZLIK a. Bir şeye içten ve zo­ runlu olarak bağlı olm a durum u: ilinekle tözün ayrılmazlık ilişkisi.

AYRIM a. (ayırm ak1tan). 1. Ayırmak ey­ lemi: O y ayrımı sürüyor. — 2. Kimseleri ya da şeyleri birbirinden ayıran özellik, baş­ kalık; fark: Bu iki görüş arasında önem li b ir ayrım yok. Şakayla alay arasındaki ay­ rımı gözden kaçırıyorsun. — 3. Ayrım yap­ mak, ayrım gözetmek, bir kimseyi ya da bir grubu, başka bir kim seden ya da top­ luluğun geri kalan bölüm ünden ayırmak ve ona ayrı (çoğu kez kötü) davranmak: Çocuklar arasında ayrım yapmamalıydın. Ayrım gözetmeden, öğrencilerin hepsine eşit davranır. Irk ayrımı yapmak. |j Ayrımı­ na varmak, ayrımında olmak, fark etmek, ayrımsamak, bilmek: En ilginç olanı ayrı-

ayrışma m ında olm adan yaptığı açıklamalar. — Dy. Yol ayrımı, b ir dem iryolu hattını kol­ lara ayıran ve az ço k kendi uzantısında bulunan iki ya da daha ço k yola giriş ola­ nağı veren makas. (Ana hattın giriş sağ­ ladığı yol sayısına göre ikili, üçlü vb. yol ayrım ından söz edilir.) — Fels. Aristoteles’te, bir nesnenin türünü belirtm eye yarayan özellik; H egel’de, öz­ deşliğin, gerçeği kavramaya yarayan, te­ mel ve tamamlayıcı belirlenimi. (Bk. ansikl. böl.) — Foto. Renk ayrımı -> RENK ayrım ı. — Metalurj. Ayrım yüzeyi, bir döküm kalı­ bının bitişik iki parçası arasındaki birleş­ m e yüzeyi. (Ayrım yüzeyi birçok farklı yü­ zeyden oluştuğunda, düz, eğik ya da çar­ pık olabilir.) || Kalıplama ayrım yüzeyi, ay­ rım yüzeyinin kaba parça üzerindeki ara­ kesiti ya da izi. — Postc. G önderilerin niteliğine ve g id e ­ ceği yöne göre sınıflandırılmasına daya­ nan postacılık işlemi. (Bk. ansikl. böl.) — Ruhbil. Bir uyartının yanıtlandığı, buna karşılık değişik bir uyartının hiç yanıtlan­ m adığı ya da değişik biçim de yanıtlandı­ ğı davranış. — Biçim (Geştalt) kuramında, bir nesneyle zemin arasında ya da birçok farklı nesne içinde yapılan algısal ayırt etme. —'Telekem. Frekans ya da faz kiplemeli bir salınımdan kipleyici işareti ayırmaya d a ­ yanan kipçözm e işlemi. —Topbil. Irkı, cinsiyeti, toplumsal konumu ya da dini yüzünden bir toplumsal gruba, to pluluğun ö bü r gruplarından uzak dur­ ması zorunluğunun kabul ettirilmesi. — ANSİKL. Fels. Aristoteles'te, türsel ayrım (diaphora) ile cinssel ayrım birbirine kar­ şıttı. "Türsel ayrım, bir şeyin başka bir şey­ den, ikisi için de ortak olması gereken bir şey içindeki farklılığıdır; örneğin, iki hay­ vandan biri, türü bakımından ötekinden farklıysa, bu iki varlık da hayvandır. Öyley­ se, tür bakım ından ayrı varlıklar, aynı bir cinse g ire r" (Metafizik [Meta ta physika], 9, 8). H egel’de ayrım (Unterschied), özdeşli­ ğin içsel ve dışsal zenginliğini dile getirir. Bir gerçekliğin, somut olarak, kendinde ne ise o olabilmesi, bütün öteki gerçek­ lerle o şey arasındaki bağıntıya dayanır. Bu anlamda "gerçek belirlenim, ayrımdır; ve bu belirlenim, bir bakıma, dışsal ya da etkisiz bir ayrım, yani genel anlam da bir çeşitlilik; ama, başka bir bakıma da, kar­ şıt çeşitlilik olarak ya da karşıtlık olarak a yrım dır" (Wissenschaft d e r Logik, "We-. sen” , 1,2). Başka bir deyişle Hegel, ger­ çe k hakkında her türlü monatsal görüşe karşı çıkar: bir terim in ne ise o olabilm e­ si, bütün öteki terim lerle yapısal bir farklı­ lık içinde bulunmasının sonucudur ancak. — Postc. Elle ayırma işlemi, bu işleme öz­ gü merkezlerde ve tren vagonlarında ay­ nı demiryolu güzergâhı üzerinde bulunan coğrafi bölgelere göre yapılır. Otomatik ayırma işlemiyse, daha önce özel olarak kodlanm ış gönderiye göre gerçekleştiri­ lir (mektuplar için 20 flüorışıllı çizgi, paket­ ler için manyetik baskı). Elektronik ayırma aygıtı, 5 rakamlı posta kodlarını okur ve her bir posta eşyasını, olası 250 yerden hangisine gidiyorsa ona ait göze —saatte 40 000 m ektupluk bir hızla— yollar.

AYRIMCI sıf ve a. Irk, din, cinsiyet, to p ­ lumsal konum vb. ayrımcılığından yana olan kimse, topluluk için kullanılır: Irk ay­ rımcıları. ♦ sıf. Herhangi bir ayrımcılığa ilişkin: Ayrımcı politikalar gütmek.

AYRIMCILIK a. Bir toplulukta, ırkı, cin ­ siyeti, toplum sal konum u ya da dini ne­ deniyle ötekilerden ayrılan bir gruba, ay­ rımlı (çoğunlukla kötü) davranma olgusu: Kadınlara karşı h e r türlü ayrımcılığın ö n ­ lenm esi için çalışmak. Ayrımcılık politika­ sı gütm ek.

AYRIMLAŞMA a. Ayrımlaşm ak eylemi; farklılaşma. —Sesbilg. Birbirine yakın, ancak bitişik ol­

mayan iki sesbirim arasında bir ayrıma yol açmaya ya d a ayrımı vurgulam aya yöne­ lik sesbilgisel değişiklik. (BENZEŞMEZLİK de denir.) [Bu bir uzaktan ayrımlaşma ol­ gusudur. d e r - , toplam ak'tan derşürm ek sözcüğü devşirm ek biçim ine ayrımlaşma olgusu so nucunda dönüşmüştür.] (Karşt. BENZEŞİM.)

AYRIMLAŞMAK gçz. f. Birbirinden ay­ rılmak, ayrımlı durum a gelmek; farklılaş­ mak: Toplumda m üzik eğilimlerinin ayrım­ laşmasını açıklayan b ir çalışması var.

AYRIMLAŞTIRICI sıf. Dilbil. Biçimler arasında bir ayrıma yol açan bir öğe için kullanılır.

rimken, nasıl sözcüğündeki ne ve asıl biçimbirimleri ayrışabilir biçimbirimler değil­ dir.) Türkçede bunların sayısı ço k azdır.

AYRIŞICİ sıf. Fizs. kim. Ayrışmaya elve­ rişli m addeler için kullanılır.

AYRIŞIK sıf. D eğişik nitelikte öğelerden oluşup bütünlük göstermeyen şey için kul­ lanılır. (Eşanl. AYRICİNSTEN, HETEROJEN.) — Metalürj. Kimyasal bakım dan homojen olmayan bir alaşım ya d a alaşımın katılaş­ ması sırasında kendi aralarında toplana­ rak ana matristen ayrılan katışkılar için kul­ lanılır.

AYRIŞIKLAŞMA a. Fels. Herbert Spen-

AYRIMLAŞTIRMAK g. f. Sesbilg. Bir

cer'de, ilerlemenin yasası, yani bağdaşık olandan ayrışık olana geçiş.

ayrımlaşma oluşturmak.

AYRIŞIKLIK a. Ayrışık olm a durum u.

AYRIMLAYICI sıf. Ruhbil. Ayrımlayıcı

AYRIŞIM a. Ayrışma.

öğrenme, bireyin, b ir ayrım edinmesini sağlayan öğrenme. || Ayrımlayıcı tepki za­ manı, başka uyartı ya d a uyartılar ayrıma yol açmazken, bir uyartıya gösterilen tep­ kinin örtüklüğü.

AYRIMLI sıf. Ayrımı olan, aralarında ay­ rım bulunan; değişik, farklı.

AYRIMSAL sıf. Tıp. || Ayrım sat basınç, en yüksek ve en düşük atardam ar basıncı arasındaki farkı gösteren ve bazı hastalı­ ğın tanısında ve gidişinde büyük önem ta­ şıyan sayı. ]| Ayrım sat tanı, ortak belirtilen olan hastalıklar için, onları ayıran belirti­ leri aram aya dayanan tanı yöntemi. AYRIMSIZ sıf. Farksız. AYRIMSIZLIK a. Fels. Hegel'de, kav­ ramsal ayrım uğraklarının karşılıklı niteli­ ği. — ANSİKL. H egel'de ayrımsızlık (Gleıchgültigkeit, indifferenz), dışsallığa geçişin güvencesidir. “ Ayrımın ayrımsızlığı olarak ele alınan çeşitlilikte, yansıma genellikle kendine dışsallaşmıştır" (VVİssenschaft d e r Logik, "VVesen” , 1,2). En genel kate­ goriler düzeyinde ise şu söylenebilir: "B ir­ birlerine göre ayrımsızlıkları bakımından, eşitlik yalnızca kendine yönelmiştir ve eşit­ sizlik de, bir özel perspektif ve kendi için b ir yansım adır" (ay. y.j. Am a bunların çe­ lişkili yeni birliğini hazırlayan şey, bu ay­ rımsızlıktır: çünkü böylece, bunlardan her biri, tıpkı öteki gibi, "kendine eşit” tir.

AYRINTI a. 1. Bir bütünü (olayı, olguyu vb.) oluşturan, ikincil nitelikte oldukları da düşünülebilen küçük öğe; detay, teferru­ at: Bütün ayrıntıları göz önünde bulundur­ mak. En kü çük ayrıntıyı bile n ot eder. Ay­ rıntılara girmek, ayrıntılarla uğraşmak. Ay­ rıntılar üzerinde durma. — 2. B ir şeyin ay­ rıntılarına inmek, onu titizlikle, bütün yön­ leriyle araştırmak, incelemek: B ir olayın ayrıntılarına inmek. |j Ayrıntıda boğulm ak, ayrıntılarla oyalanmak. || (Bütün) ayrıntıla­ rıyla, hiçbir şey unutmadan, eksiksiz: Ola­ yı bütün ayrıntılarıyla anlattı. —Güz. sant. Bir sanat yapıtının, bütünden ayrı olarak incelenen ya da verilen bölümü.

AYRINTILAMAK f. Güz. sant. Ayrıntı­ larıyla resmetmek, betimlemek.

AYRINTILI sıf. En küçük ayrıntılarına ka­ dar çözümlenmiş, belirlenmiş, açıklanmış şey için kullanılır: Toplantının ayrıntılı b ir raporunu istiyorum. Ayrıntılı b ir g id e r listesi.

AYRIRENKLİ sıf, Opt. 1. Bir karşılaştır­ m a gözlemcisinin gözüne, bitişik alanlar biçim inde görünerek, değişik renkli algı­ lara neden olan renk uyaranları için kul­ lanılır. — 2. Farklı renkler kullanan aygıt ya da yöntem için kullanılır. (Ayrırenkli ışıkölçüm , farklı renkteki ışık akılarını karşılaş­ tırmaya dayanır.) [Eşanl. HETEROKROM ]

AYRIRİTİMLİ sıf. Müz. Her bölümü özel bir ritimle bestelenm iş (yapıt).

AYRIŞABİLİR sıf. Dilbil. Bir bileşik söz­ cü ğü n ayrışabilen biçim birim i için kulla­ nılır (Örneğin gözlemevi bileşik sözcüğün­ deki ev biçim birim i ayrışabilir bir biçim bi-

— Fizyol. Yaşama koşullarından dışarı atıl­ mış organik m addelerin yapılarını d eğiş­ tiren olgu. (Bu o lguda önce büyük biyo­ lojik m olekülleri oluşturan öğelerin açığa çıkması sözkonusudur [hücre erimesi]. Ayrışımın başlaması, yani kokuşm a ölü­ m ün kesin kanıtıdır; dirilm e olasılığını yok eder ve ölünün hem en toprağa verilm e­ sinden duyulan te reddütleri ortadan kaldırır.) — inş. Doğal ya da yapay olarak birleşmiş gereçlerin ayrılması. —Yerbil. Ayrışım kili, önceden var olan bir kilin, iyon kaybı ve yaprakların yeniden düzenlenm esi ile bozulm asından doğan kil.

AYRIŞKAN sıf. Dilbil. Ayrışkan dil, söz­ cüklerin bir kökene, yani değişm ez ve ay­ rışmaz bir biçim e indirgendiği dil. (Her dil az ya da çok ayrışkandır. Dilin ortalama ayrışkanlık derecesi, biçim birim lerinin sa­ yısıyla sözcük sayısı arasındaki ilişki he­ saplanarak ölçülür. Tiplemede, bitişimli ve bükünlü dillerden ayrılırlar; gerçekten de daha çok bireşimsel olan bu dillerde söz­ cükler, bitişim ve bükün yoluyla birçok biçim birim in kaynaşm asından oluşabilir.) AYRIŞKANLIK a. Dilbil. Ayrışkan dille­ rin özelliği.

AYRIŞMA a. Ayrışmak eylemi. — Dilbil. Kökensel olm ayan bir kopuklu­ ğun sonucu olan sözcüksel değişiklik. (Ay­ rışma, genellikle ilk ünlünün, ondan ön­ ce gelen tanımlıkla karıştırılmasından kay­ naklanır: örn. türkçedeki b irtakım [elbise] > birtakım [insanlar].) — Fiz. Gaz ayrışması, b ir gaz karışım bi­ leşenlerinin efüzyon yoluyla ayrılması. — Fizs. kim. Belirli bir sıcaklık ve basınç altında, kimi bileşiklerin bozunm a ürünle­ riyle bir arada tutulmasından doğan sınırlı ve tersinir bozunm a tepkimesi. (Ayrışma tepkim eleri kimyasal dengeler oluşturur. Dolayısıyla bu yolla oluşan sistemler, g e ­ nel denge yasalarına uyar.) || Ayrışma b a ­ sıncı, katı bir bileşiğin en azından biri gaz olan bozunm a ürünlerinden doğm uş he­ terojen bir sistemde, verilen T sıcaklığı için d engedeki gaz fazın buhar gerilimi. || Ay­ rışma değişmezi, bir bileşiğin kimyasal ya d a elektrolitik ayrışma dengesi konusun­ d a kütle etkisi yasasınca verilen d eğiş­ mez. (Ayrışma ürünlerinin etkinliği kesrin payında yer alır. Bu değişm ez kararlılığın bir ölçütüdür, çünkü bu oranın değeri ne kadar düşükse, bileşik o kadar kararlıdır.) || Ayrışma katsayısı, ay rış a n m o le k ü l sayı­ sının, to p la m m o le k ü l sayısına oranı. (Bu o ra n Raoult y a s a la rıy la belirlenir.) || Elek­ trolitik ayrışma, ç ö z ü n m ü ş b ir m a d d e n in m o le k ü lle rin d e n b ir b ö lü m ü n ü n iy o n la rı­ na ayrılm asını s a ğ la y a n e le k tro k im y a s a l süreç. || Suyla ayrışma, HİDROLİZ’in eşa n ­ lam lısı.

— Hidr. bağl. Ayrışma özelliği, taşım a ya d a dökm e sırasında, bir betonun en iri ta­ nelerinin, darbe ya da titreşim etkisiyle bir­ birinden ayrılarak, alt bölüm de toplaşm a eğilim i. —Jeomorfol. ve Yerbil. Yüzeysel olarak kayaçların kimyasal değişim i. (Bk. ansikl. böl.)

1125

ayrışma 1126

— Metalürj. Bir alaşımın çeşitli bölgeleri arasında kimyasal bileşimin farklı olması. —Alaşımın katılaşması sırasında, kimya­ sal bakım dan heterojen parçaların ayrıl­ ması. (Bk. ansikl. böl.) || Tanelerarası ay­ rışma, alaşımın bazı elementlerinin, belli bir sıcaklıkta tane sınırlarına doğ ru yayın­ maları ve böylece tanelerin özüyle çevre­ si arasında kimyasal bir bileşim farkı ya­ ratmaları. — Pedol. Ayrışma kompleksi, toprak ve katlarının belirgin niceliğini gösteren ay­ rışma ürünlerinin tümü. (Bu ürünler şun­ lardır: ince parçacıklar, killer ve limonlar; biçimsiz ya da kristalleşmiş demir, alümin­ yum ve m anganez oksihidroksitler; sod­ yum, kalsiyum ve m agnezyum klorürler, sülfatlar ve karbonatlar gibi çözünerek çökelen tuzlar.) — Psik. Kişinin ruhsal birliğinin bozulm a­ sı, çözülmesi. (Eşanl. DİSOSİYASYON.) [Bk. ansikl. böl.] —Teknol. Çeşitli m addeler karılarak oluş­ turulan bir bütünün, birbirinden bağımsız küm eler halinde ayrılması. (Çok sıvı karıl­ mış bir betonun ayrışması sonucunda, beton sütü, kaba kum ve çakıllar belirgin bir biçim de ayırt edilir.) —Yerbil. Ayrışma rengi, yeni oluşm uş kırıklarınkinden farklı bir renk veren kimi kayaçların yüzeysel bozulması. —ANSİKL. Jeom orfol., Yerbil. ve Pedol. “ Ayrışma” terimi, çözülm e teriminin içer­ diği mekanik parçalanmayı ve hidrotermal kökenli derin değişimleri kapsam dışı bı­ rakan dar bir anlam da ele alınmalıdır. Ay­ rışmanın temel m eteorik etkeni, az ya da ço k karbondioksit gazı ile yüklü sudur: böylece, silikatlı kayaçlar bakımından hid­ roliz, birincil minerallerin bozulmasından ve killi minerallerin ortaya çiki ilasından oluşur. Kristalli yapıların, suy tıı serbest iyonlarınca kimi b a ğ la m ın kof -yılarak yı­ kımı, doğal olarak iklimsel ortamın etkin­ liğine göre az ya da çok şiddetlidir; bu ne­ denle ayrışma tiplerinin yapılışı aşağı yu­ karı kuşatealdır. Killi silikatla;- veren bisiyallitleşme (vermikülit ya da smektit türü killerin oluşması) '-e mnnosiyallitleşme (ya da kaolenleşme), gibbsıt, boehmıt gibi alüminyum hidroksitlerin ya da goethit, he­ matit gibi dem ir hidroksitlerin ortaya çıkı­ şıyla belirlenen alitleşme (ya da lateritli ay­ rışma) türleri ayırt edilir. Bununla birlikte kuşaksallık kavramının ışığında killi mine railerin incelenm esinden çıkarılan paleoklimatik sonuçlar farklı dirençte mineraller içeren ana kayacın türüne ve silikatlı bile­ şenlerle temas eden suların süzülme hı­ zını denetleyen m ikroakaçlam aya göre büyük farklar gösterir. — Metalürj. Erimiş bir alaşımda, soğum a sırasında çöken ilk kristaller bir dereceye kadar arıdır; oysa çözelti halindeki ele­ mentler, katışkılar ya da kalıntılar sıvı hah de kalan kütlenin içinde derişir. Bu yüz­ den en son katılaşan bölgelerin kimyasal bileşimi farklı olur. Ayrışma, gelişimine gö­ re üçe ayrılabilir: m akro ayrışma, m ikro ayrışma ve ters ayrışma. Birincisi parça ya da külçe ölçeğinde gerçekleşir; katışkılar çelik külçesindeki kükürt ve fosfor gibi küt­ lenin m erkezinde toplandığında merkez­ cil ayrışmadan söz edilir; katı ve sıvı faz­ lar, bakırlı alaşımlardaki kurşun gibi yo­ ğunluk sırasına göre ayrıldıklarında düşey ayrışma ortaya çıkar. M ikro ayrışma, ele­ mentlerin yetersiz yayınması yüzünden ta­ nenin içinde kimyasal bir ayrıklık ortaya çıktığında görülür. Bazı durum larda, ala­ şımın erim e noktasını düşüren element­ lerin ya da katışkıların artması nedeniyle ayrışma, parçanın m erkezinde değil, dış katmanlarında gerçekleşir; buna ters ay­ rışma denir. — Psik. "Ayrışma" terimi (alm. Spaltung), şizofrenide gözlem lenen klinik belirtileri açıklamak amacıyla, 1911de E. Bleuler ta­ rafından ileri sürüldü. Bleuler'e göre, zi­ hinsel işleyişin temeli olan çağrışımların zayıflaması, şizofrenide görülen birincil bozukluktur. Düşünce akışındaki bozuk­ luklar, özellikle de kesilmeler, bu hastalı­

ğın temel belirtileridir. Tutum bozuklukla­ rı, kapanım, hezeyan sendromları ve has­ talık gelişiminin özniteliği bile ayrışmaya oranla ikincil bir önem taşır. Bleuler, klinik incelemelerinde ayrışmanın, ruhsal yaşa­ mın her cephesinde bulunduğunu ileri sürdü. Ayrışma, Chaslin'in bu dönem de "uym a zlık" terim iyle dile getirdiği (1912) aynı klinik belirtilerini kapsar, ama yalnız­ ca klinik gözlem lere dayanan uymazlıkta bulunm ayan ağır bir rahatsızlık fikrini de içerir.

AYRIŞMAK gçz. f. Bir madde, bir bü­ tün sözkonusuysa, daha basit birimlere ya d a kendini oluşturan öğelere bölünm ek. — Fizs. kim. Ayrışmaya uğramak, uğramış olmak. ♦ a y rış tırm a k ■ettirg. f. Bir m addeyi daha yalın öğelere indirgem ek; çözüm le­ meyle bir oluşumun bileşenlerini ortaya çı­ karmak: Elektrolizle suyu bileşenlerine ay­ rıştırmak. Prizma, ışığı ayrıştırır. — Fizs. kim. Ayrışmayı sağlamak. —Yerbil. Bir toprağın, bir kayacın ya da bir mineralin ayrışmasına yol açmak.

AYRIŞMIŞ sıf. Topol. Ayrışmış topoloji, E kümesi üzerinde E nin parçalarının £P(E) kümesiyle tanım lanan topoloji. (Bu duru m d a E nin her altküm esi hem açık, hem kapalıdır.) [Eşanl. DİSKRET TOPOLO­ Jİ.] || Ayrışmış uzay, kendi ayrışmış topo­ lojisiyle donatılan uzay.

AYRIŞTIRICI sıf. ve a. Çevrebil. Beslen­ me zincirinin sonunda yer alan ve kadav­ ra, dışkı, bitkisel kırıntı gibi organik m ad­ delerle beslenen, bu sırada organik m ad­ deleri minerallere çeviren ya da hum usa dönüştüren organizm a (en başta m ikro­ organizma). [Eşanl. ÇÜRÜKÇÜL, DÖNÜŞ­ TÜRÜCÜ.] —ANSİKL.Toprakta, denizlerin ve tatlı su­ ların dibindeki çam urda pek çok bulunan ayrıştırıcılar ya bakteri ve mantar cinsindendirler, döküntü ve kırıntıları dış sindi­ rimle parçalar, çözerler, ya da her boyda hayvanlardır, bu m addeleri mekanik ola­ rak ya da enzimle parçalar, fakat parça­ lanan m addelerin tüm ünü tüketemezler, bu arada yukarıda anılan asıl ayrıştırıcıların işini kolaylaştırırlar. AYRIŞTIRMA a Ayrıştı rm ak eylemi. — Foto, ve Sine. B ir objektifin ayrıştırma gücü, bir objektifin en ince ayrıntıları ver­ me gücü; bu güç m ercek g rubunca be­ lirgin bir biçim de aktarılan ve ayırma g ü ­ cünün tersine karşılık olan, çift çizgi sayı­ sıyla ölçülür. (Paralel iki çizginin görüntü­ leri arasındaki uzaklık — bu iki çizginin ge­ nişliği sözkonusu uzaklığa eşittir — d ise rmm olarak], ayrıştırma gücü R şöyle he­ saplanır: R = -L d .) -Tekst. Bir kum aşı ayrıştırma, bir kumaşı çözüm lem ek için yapılan işlem. (Bu amaçla, birbirini izleyen atkılar sökülür ve çözgü ipliklerine göre atkıların gelişimi kaydedilerek, önce kumaşın armürü araş­ tırılır. Ayrıştırma işlemi, bileşen ipliklerin sıklığı, türü, numarası ve atkı sıklığı belir­ lenerek tamamlanır.)

AYRIŞTIRMAK • AYRIŞMAK. AYRIT a. Ceb. Yönlendirilm em iş b ir (X, A) grafının ayrıtı, x ve y, X kümesinin kö­ şeleri olm ak üzere, (x, y) çiftlerinin oluş­ tu rd u ğu A kümesinin elemanı. — Geom. Bir çokyüzlünün iki yüzünün arakesiti. (Eşanl. KENAR.) || B ir ikidüzlemlinin ayrıtı — İKİOÜZLEMLİ. || D önüm ayrıtı > DÖNÜM. — inş. Düzlemsel olan ya da olmayan iki yüzeyin kesişmesiyle oluşan çıkıntılı açı. (Eşanl. KÖŞE.) |j Sert ayrıt, pahlanmamış çizgi biçiminde bir açı oluşturan ayrıt. || To­ noz ayrıtı, tonozun bir duvarla ya da baş­ ka bir tonozla oluşturduğu açı. — Krist. Bir kristalin iki doğal yüzünün ke­ sişmesiyle oluşan çizgi.

AYRIYERLİ sıf. Sos. antropol. Yeni evli­ lerden her birinin, ayrı ayrı kendi ailesinin yanında oturduğu evlilik sonrası yerleşim

tipine denir. (Eşanl. DOğUMYERLİ.)

AYRSHİRE, İngiltere'de eski yönetim bölümü, iskoçya’nın güney-batı kesimin­ de. Merkezi Ayr.

Ayrshire ırkı, Ayrshire kökenli, breton dalından, orta irilikte sığır ırkı. Daha çok sütü için beslenir. Büyük Britanya, Kuzey Amerika, Finlandiya ve bazı Afrika ülke­ lerinde yetiştirilir. M em e yapısının kusur­ suzluğuyla ünlüdür.

AYRTON (VVİlliam Edward), İngiliz fizik­ çi ve m ühendis (Londra 1847 - ay. y. 1908). Çalışmalarına Hindistan telgraf iş­ letm esinde başladı (1868), daha sonra Tokyo'da fizik, Londra'da elektronik profe­ sörlüğü yaptı. Kontak potansiyel farklarıyla ilgili ölçüm lerin yanı sıra pek ço k elektrik­ li ölçm e aygıtı onun adını taşır.

AYSAN (Şükrü), türk ressam (Manisa 1945). İstanbul Devlet güzel sanatlar aka­ demisi resim b ölüm ü'nü bitirdi (1969). Devlet bursuyla gittiği Paris’te, resim ve serigrafi çalıştı (1970-1975). Yapıtlarında, m inimalizm ve kavramsal sanat gibi ça ğ ­ daş anlayışların kapsamı içinde resim, sa­ nat, yanılsam a ilişkileri üzerinde durur. “ Sanat nesnesi” olarak adlandırdığı üç boyutlu nesne düzenlem elerini ve çevre­ ye “ m üdahale" niteliğindeki eylemlerinin çeşitli fotoğraflarını "b e tik sanat" adını verdiği belgesel yapıtlar eşliğinde sergi­ ledi. Birinci Yeni eğilim ler sergisi’nde (1977) altın m adalya, G ünüm üz sanatçı­ ları sergilerinde (1983 ve 1986) birincilik ödüllerini kazandı.

AYSAR ■-» AYBASTI. AYSBERG AYSEN -

> BUZDAĞI. AİSEN.

AYSIZ sıf. Ayın gözükm ediği, ayışığı ol­ m ayan gece için kullanılır.

Aysoka -* AYŞOKİ. AYSO R,

a. Rusya'da (Kafkasardı), yaklaşık 15 000 kişinin konuştuğu aramca lehçesi.

AYSOY (Samuel), musevi asıllı türk ve­ teriner (Güm ülcine 1885 - İstanbul 1959). M ülkiye baytar m ektebi âlisi'ni bitirdi (1906). Uzmanlık eğitim ini Fransa'da ta­ mam ladı (1910-1912). Askeri ve sivil ve­ teriner okullarında ve Yüksek veteriner okulu'nda iç hastalıkları okuttu. Veteriner fakültesi'nde doçent (1933), profesör (1936) ve ordinaryüs profesör oldu (1944). Dahili hastalıklar enstitüsü yöne­ ticiliği görevinden emekli oldu (1955). Başlıca yapıtları: Evcil hayvanların iç has­ talıkları (1935), D iyagnostik yöntem leri (1935), R adio-biologie, radio-culture (1936), Kinin hakkında ye ni tetkikat, kini­ nin toksik tesiri nasıl izale edilir (1936), Tıbbi klinik kılavuzu (1941), Tenasül biyo­ lojisi (1946), Evcil hayvanların özel has­ talıkları ve tedavileri (1952). AYŞ ya da IYŞ a. (ar. cayş). Esk. 1. Ya­ şayış, yaşam: "M esudları g e l et ferâmuş / Bu dem d e ki ayştır sana n û ş " (Sadullah Paşa, XIX. yy.). — 2. Hayatın zevkini çıkarma, gününü gün etme: “ Gül devri ayş eyyam ıdır ze vk u safa hen g â m ıd ır" (Nefi, XVI. yy.). — 3. Ayş-i deh-ruz, on günlük hayat, dünyadaki geçici, kısa ömür. || A yş u dem eylemek, içki içerek eğlenm ek. || A yş u nûş, ayş u işret, yiyip içip eğlenme: "lyş u nûşa zevkimiz gitdikçe noksan b u lm a d a " (Baki, XVI. yy.). Ayş u işret d em id ir çekm e gam-ı d evra n ı" (Baki, XVI. yy.). || A yş u tarâb, eğlence: "M ahrem ün olsun neşât u hande vü ayş ü ta râ b " (N ev’i, XVI, yy.). Ayşe, sözleri ve müziği Muhlis Sabahat­ tin'in (Ezgi) olan operet, ilk kez, Süreyya operet topluluğunca, Kadıköy Süreyya sineması’nda oynandı (1928 /1 9 2 9 ). Bes­ teci, kendisine büyük ün sağlayan bu ikin­ ci operetinde, halk ezgilerinden yararlan­ dı.

AYŞE, Hz. M uham m et’in üçüncü eşi

Aytek (M ekke 613-614 - M edine 678). ilk halife Ebu Bekir'in kızı. Aişe de denir. Ümmü A bdullah, Sıddika, Ü m m ülm üm inin ve Hüm eyra lakapları ile de anılır, ilk eşi Ha­ tice ölünce, Havla binti Hakîm adlı bir ka­ dın, Hz. P eygam ber’e isterse henüz altı yaşında olan Ayşe, ya da kocasından dul kalan Sevda binti Z a m ’a ile evlenmesini önerdi. Peygamber, Ayşe ile nişanlandı. A ncak nikâh hicretten beş altı ay sonra gerçekleşti (623 ya da 624). Ayşe, Pey­ g a m b e rin mescidine bitişik odalardan bi­ rinde kaldı ve onun gözde eşlerinden bi­ ri oldu. Peygam ber bazı seterlerine onu da birlikte götürdü ve ölüm döşeğindeyken öteki eşlerinin de isteği ile Ayşe’nin odasında kaldı ve ölünce bu odaya gö­ müldü. A yşe'nin bazı siyasal olaylara da katıl­ dığı görüldü. Başlangıçta halife olan Hz. O sm an'a karşıydı. A ncak Hz. Osm an şe­ hit e dilip Hz. A li’nin halife olduğunu ö ğ ­ renince, çevresindekileri Hz. A li'ye karşı harekete geçirdi, kendi de savaşa katıl­ dı. Ancak C em el* savaşı'nda yenilince Ali, ona gereken saygıyı göstererek, Me­ d in e 'ye gönderdi. Burada ölünceye ka­ d ar siyasete karışmadı. Temm uz 6 7 8 ’de öldü ve El-Baki mezarlığına gömüldü. Ay­ şe, güzel olduğu kadar, güçlü bir belle­ ğe sahip, zeki, okuryazar, güzel konuşan ve arap şiirini iyi bilen, kültürlü bir kadın­ dı. Kendisinden P e yg am b e rin özel yaşa­ mıyla ilgili 2 210 hadis rivayet edilmiştir.

AYŞE ABLA, asıl adı Nerim an Hızıroğlu, türk eğitimci (İstanbul 1908 - Anka­ ra 1985). ABD 'nin çeşitli üniversitelerin­ de ve İsviçre’de pedagoji eğitimi gördü. A nkara radyosu’nda Radyo çocuk kulübü'n ü kurarak, Türkiye radyolarında ilk kez çocuklara yönelik programları başlattı (1941).

AYŞE HATUN , M ehm et l ’in kızı (XV. yy.). Edirne'de Ayşe Kadın camisi (1469) ile Üsküp’te bir cami yaptırdı. Bunlara ge­ lir sağlam ak için Ü sküp’te, Yarhisar’da vakıflar kurdu. Edirne'de bir mahalleye adı verildi. Babasının Bursa'daki türbesin­ de göm ülüdür.

AYŞE HATUN, Bayezit ll ’nin eşi (öl. 1512). Dulkadiroğlu A lâü d d evle ’nin kızı. Fatih Sultan Mehmet ile iyi geçinm ek is­ teyen Dulkadiroğlu, kızını Fatih'in oğlu A m asya valisi şehzade Bayezit ile evlen­ dirdi (1467). Ayşe Hatun'un Yavuz Selim’ in annesi olduğu söylenirse de bu kesin değildir. Kimi kaynaklar Yavuz'un anne­ sinin G ülbahar Hatun olduğunu ileri sü­ rerler.

AYŞE HUBBA HATUN, türk şair (öl. 1583-90). AmasyalIdır. Selim ll'n in hoca­ sı Şems Çelebi’nin karısıydı. Tezkirelerde, gazelleri ve kasidelerinin yanı sıra Cemşid ü H urşid adlı bir mesnevisi olduğu ya­ zılıdır.

AYŞE İSMET HAN IM , türk şair ve ya­ zar (Kahire 1840 - ay. y. 1902). İsmail Pa­ şa Tim ur’un kızıdır. M ehm et Tevfik Bey ile evlenerek İstanbul’a geldi (1854), ko­ casının ölüm ünden sonra Mısır'a döndü (1875). Orada yazdığı makalelerle ün ka­ zandı. Türkçe, arapça, farsça şiirleri var­ dır. Türkçe D iva n 'ı Kahire’de basıldı.

AYŞE NİGAR -> GÖZALAN (Hülya). AYŞE SİNEPERVER KADIN, Abdül

ve Rum eli’nde bulundu. Sinan Paşa’nın ölüm ü üzerine (1504) İstanbul'a yerleşti. Hayır işlerine önem vererek Edirne’de bir cami, G elib o lu'd a bir mescit ve okul, İs­ tan b ul’da Vefa semtinde göm üldüğü tür­ besini yaptırdı. Mal varlığını yaptırdığı hayrata vakıf olarak bağışladı.

A

y ş e S u l t a n , Ahm et l’in kızı (öl. 1656). Ç ocuk yaşta sadrazam Nasuh Pa­ şa ile nikâhlandı (1611). Kocasının, göz­ leri önünde boğdurularak öldürülm esi üzerine (1614) Karakaş M ehm et Paşa ile evlendirildi. O da ölünce (1621) Van bey­ lerbeyi Hafız A hm et Paşa ile nikâhları kı­ yıldı (1626). Düğünleri yapıldıktan bir sü­ re sonra saraya saldıran sipahilerin, Ha­ fız Paşa’yı öldürm eleri sonucu (1632), kardeşi M urat IV'ün buyruğu doğ ru ltu ­ sunda D iyarbakır valisi Murtaza Paşa ile evlendi (1635). Ertesi yıl kocası Revan savaşı'nda ölünce, bu kez de kubbe vezir­ lerinden Celep A hm et Paşa ile evlendiril­ di (1637). O d a ölünce (1644), sonradan kaptanıderya olan Voynuk A hm et Paşa’ ya verildi (1645;. Eşinin Girit seferinde öl­ mesiyle yine dul kaldı (1649). Yeni sad­ razamı ipşir M ustafa Paşa’yı saraya da­ mat yaparak saygınlığını artırmak isteyen Mehmet IV, halasını onunla evlendirdi (1655). Son kocasının d a üç ay geçm e­ den sarayda boğdurularak idamından yaklaşık bir yıl sonra Ayşe Sultan d a öl­ dü ve babasının türbesine göm üldü. İs­ tanbul, O kçubaşı’nda bir sebili v a r­ dır.

AYŞE SULTAN OSMANOĞLU O s m a n o ĞLU (Ayşe).

Ayşecik, tü rk sinemasında, ailesini d a ­ ğılmaktan kurtarmak için didinen ünlü ço­ cuk kahraman. Kemalettin T u ğ cu ’nun ro­ manından M em duh Ü n'ün yönetim inde çekilen ilk Ayşecik filmi (1960), çok büyük seyirci topladı ve başoyuncusu Zeynep D eğirm encioğlu’nu üne ulaştırdı. Film, tü rk sinemasında “ ço cuk kahramanlı film ler” eğilimini başlattı; aynı oyuncuyla 1971 ’e kadar, 10 kadar başka Ayşecik fil­ mi de çekildi.

AYŞEKADIN a. Taze olarak tüketilen kılçıksız bir fasulye çeşidi.

Ayşekadın hanı -►

E k m e k ç İO ğ lu * AHMETPAŞA KERVANSARAYI.

AYŞİ, tü rk şair (Şam ? - ay. y. 16 90'dan sonra). Mevlevi tarikatındandı. Şiirleri B ağdat'ta yazdığı D /vanpe’sindedir. Yal­ nızca 17 beyti D iva n çe ’de yer alan 110 beyitlik bir mesnevi de yazdı.

Ayşokl, Aysoka da denir, halay türü bir halk oyunu. Muş ve çevresinde yaygın olan Ayşoki, erkekler tarafından, bağımlı dizi oluşturularak oynanır.

AYŞÛŞE a (ar ca yş'tan "ayşuşe). Esk. Eğlenceli yaşam, neşeli yaşayış.

A Y T A -C lLIZ O Ğ L U (Tülin),türk sera­ mikçi (İstanbul 1939). İstanbul Güzel sa­ natlar akademisi'ni bitirdi (1965). Çalışma­ larını Belçika ve Fransa’da sürdürdü (1968-1972). Dönüşte, Güzel sanatlar akadem isi’nde görev aldı; doçent oldu (1977). Yurt içi ve yurt dışında g rup ser­ gilerine katıldı, yedi kişisel sergi açtı. Çe­ şitli yapılarda seram ik kabartma çalışma­ ları vardır.

ham it Un dördüncü eşi (öl. İstanbul B AYTAÇ (Hamit), türk hattat (Diyarbakır 1891 - İstanbul 1982). Asıl adı Ş eyh M u­ 1828). Mustafa IV (1779) ve Esma Sul­ sa A z m id ir. Diyarbakır Ulu camisi sıbyan ta n in (1782) annesi. Bir yıl kadar süren m ektebi'nden sonra, D iyarbakır Askeri valide sultanlığının son dönem inde, o ğ ­ rüştiyesi’ ne girdi. Hoca Vahit Efendi’den lu Mustafa IV'ü tahtından indirm eye ge­ rik'a, Ahm et Hilmi Efendi’den sülüs yazı len A lem dar Mustafa Paşa ile tartışması öğrendi. Hilmi E fendi’den resim dersleri sonucu oda hapsine alındı. Oğlu tahttan aldı. Diyarbakır idadisi'ni bitirdikten son­ uzaklaştırıldıktan sonra dünyaya küserek ra (1906), İstanbul’a gitti. Mekteb-i huköşesine çekildi ve gözleri kör oldu. kuk'ta okudu. Bu arada Sanayi-i nefise E yüp’e göm üldü. m ektebi'nin resim ve hâk bölüm üne d e ­ AYŞE SULTAN, Bayezit ll’nin kızı (XVI. vam etti (1907). Rüsumat (1907) ve yy.). Babası Am asya valisiyken orada Mekteb-i harbiye (1908-1915) m atbaala­ rında çalıştı. İsmail Hakkı Altınbezer'den d oğ d u ve Sinan Paşa ile orada evlendi­ tuğra çekmeyi öğrendi. Hat sanatının tüm rildi. Kocasıyla birlikte Kütahya, Gelibolu

türlerinde başarılı olan Hamit Aytaç sülüs yazıda bir ekol oluşturdu. Yurt içi ve yurt dışında özel koleksiyonlarda pek ço k ya­ zısı bulunan sanatçı iki Kuran yazmış, bunlardan biri A lm anya’da da basılmış­ tır. İstanbul Şişli cam isi’nin girişindeki ya ­ zı, yapıtlarının en ünlülerindendir. A yrıca A nkara Kocatepe camisi ile Eyüp camisi'nin kubbe yazıları, Söğütlüçeşme cam i­ si’nin giriş yazıları onundur. Türk m atba­ acılığında çinkografi, gravür, kabartma ve lüks baskı tekniğini ilk uygulayanlardan­ dır.

1127

AYTAÇ (Mustafa), türk bilim adamı, ha­ ritacı (Kütahya 1921). İstanbul Teknik üni­ versitesi inşaat fakültesi’ ni bitirdi (1945). Aynı fakültenin Topografya ve jeodezi kürsüsü'nde görev alarak 1961 'de pro­ fesör oldu. Jeodezi ve fotogram etri m ü­ hendisliği bölüm ü’nün kurucuları arasın­ da yer aldı; bölüm başkanlığında ve fotogrametri-dengeleme kürsüsü başkan­ lığında bulundu (1971). Uluslararası fo­ togram etri birliği Türkiye temsilciliği, N A­ SA ve çeşitli fotogram etri birlikleri üyeliği yaptı.

AYTAÇ (Kadri), tü rk futbolcu ve çalıştı­ rıcı (İstanbul 1931). Futbola Beyoğlus p o r’da başladı. Galatasaray’da, Fener­ bah çe ’de oynadı. 1967’de antrenör fut­ bolcu olarak transfer olduğu Mersin id ­ m an y u rdu 'n d a futbolu bıraktı. Çalıştırıcı olarak görev aldığı ikinci lig takımlarını bi­ rinci lige çıkarmasıyla ün kazandı.

AYTAÇ (Aydın), türk hekim (İstanbul 1931). İstanbul Üniversitesi tıp fakültesi’ ni bitirdi (1955). A B D 'de Francis hastanesi'nde genel cerrahi (1955-1959), Atlan­ ta Georgie Emory üniversitesi’nde damar -kalp ve göğüs cerrahisi uzmanlık eğitimi gördü (1959-1961). Türkiye'ye d ön d ü k­ ten sonra Hacettepe çocuk hastanesi'nde profesör oldu (1970). Hacettepe üniver­ sitesi mezuniyet sonrası eğitimi fakültesi’n­ de (1971-1972) ve aynı üniversitenin Sağlık bilimleri fakültesi'nde (1972-1975) dekanlık yaptı. Hacettepe üniversitesi tıp fakültesi pediatrik torasik kalp-dam ar cer­ rahisi ana bilim dalı başkanlığına atandı (1982). 1961’den sonra Türkiye'de insan kalbine ilk kez pil taktı. “ Mavi ç o c u k ” ta ilk açık kalp ameliyatını ve ilk kez bacak­ tan alınan damarı kalbe takmayı da o ger­ çekleştirdi. 1979 Sedat Simavi Sağlık b i­ limleri ödülü’nü aldı. Birçok incelemesinin yanı sıra Cerrahide şok ve ilgili p ro b le m ­ ler (1969) adlı bir kitabı vardır.

AYTAR (Ahmet), türk atlet (Elazığ 1921). 1944-1955 yılları arasında altı kez Türki­ ye m araton şam piyonluğunu kazandı. 1951 yılında ilk Akdeniz oyunları maraton şam piyonu oldu. Otuz beş yaşına kadar m araton koştu, d aha sonra Beden terbi­ yesi Elazığ bölgesinde m em urluk yaptı. Türkiye’nin en iyi m aratoncularından biri olarak tanınır.

AYTEK, soyadı Gürkan, türk basketbolcü (İstanbul 1957). Basketbole 14 yaşında başladı. Kolej ve Efes Pilsen kulüplerinde oynadı. G enç ve A milli takım for-

. . . .

,

Hamit Aytaç ın bir yapıtı

Aytek Kulu'nda öğretm en olarak çalışırken Sof­ ya Üniversitesi pedagoji bölüm ü'nü bitir­ di (1926). Vidin Türk okulları m üdürlüğü­ ne atandı (1929). Türkiye’ye geldi ve A n ­ kara Gazi terbiye enstitüsü'nde meslek dersleri öğretm enliğine başladı (1931). Tokat milletvekili olarak m eclise girdi (1939-1943). Çeşitli yerlerde çalıştıktan sonra yeniden Gazi eğitim enstitüsü’ne döndü. 1960’ta emekli oldu. Öğretim me­ totları ve teknikleri üstüne kitaplar yazdı. Başlıca yapıtları: Yeni um um i ped a g oji (1932), Okullarda disiplin (1940), N orm al çocuklarda anormallikler (1945), Özel öğ ­ retim m etodu (1949), Genel öğretim bilgisi (1950), A k tif öğretim tekniği (1955).

1128

AYTÜR (Memduh), tü rk yönetici (İstan­

Ayuthia Vat Pra Si Sanpet manastırı’nın üç stupası (XV.-XVIII. yy.)

AYTIŞMAK gçz. f. (ayılm ak'tan -ış- işt.

bul 1919 - A nkara 1981). Siyasal bilgiler o kulu'nu bitirdi (1938). Maliye müfettişli­ ği yaptı (1942-1956). Hazine genel m ü­ dürü oldu (1956-1958). Maliye tetkik ku­ rulu başkanlığı, M erkez bankası genel m üdürlüğü, VVashington Türk ekonom ik heyeti başkanlığı yaptı (1959-1963). M a­ liye bakanlığı müsteşarı, daha sonra da Devlet planlam a teşkilatı müsteşarı oldu (1963-1966). isteğiyle bu görevden ayrıl­ dı, öğretim üyeliği yaptı. İkinci kez DPT müsteşarlığına atandı, ikinci ve üçüncü Beş yıllık kalkınma planlarını hazırladı. Pa­ ris’te bulunan Ekonom ik işbirliği ve kal­ kınma teşkilatı (ÖECD) nezdinde büyükel­ çi oldu. 1981’de bu görevden emekli ol­ duğunda, Türkiye iş bankası yönetim ku­ rulu başkanlığına getirildi. Başlıca yapıt­ ları: Paramızın değ e ri (1952), Türkiye'de plan, planlı siyaset ve idare (1966), Kal­ kınma yarışı ve Türkiye (1969).

ekiyle), iki ya da d aha çok kimse arasın­ da, atışmak, tartışmak, münakaşa et­ mek.

AYU N ( E L - ), Büyük Sahra’ nın batısın­

m alarını 70 ke re g iy d i. Ç u k u ro v a , F ener­ b a h ç e ta k ım la rın d a d a o y n a d ı. 1992-93 se zo n u b a ş ın d a b a s k e tb o lü bıraktı.

■ AYTMATOV (Cengiz), kırğız yazar (Şe­ ker 1928). M itolojik ve alegorik öğelere fazlasıyla yer verdiği lirik anlatılarında, sovyet toplum unun tem el törel sorunları­ nı ortaya koyar: asker kaçaklığı (Face â face [fr. çev.], 1957), serbest aşk ve sa­ dakat (Cem ile, 1958), sıradan insanların kaderi (ilk öğretmenim , 1961), yaşamın anlamı (Toprak ana, 1963). ikbal avcısı bürokratları (K opar zincirlerini Gülsarı, 1966) veya aşağılık ve zalim yetişkinleri (Beyaz gemi, 1970) betimleyen daha son­ raki eserlerinin karanlık havasına karşın, Aytm atov insanın geleceğine iyimser bir gözle bakar (Deniz kıyısında koşan ala köpek, 1977).

AYTOUN (VVİlliam Edm ondstoune), is-

Cengiz Aytmatov

koçyalı yazar (E dinburgh 1813 - Elgin, M oray kontluğu, 1865). Iskoç hakları birliği'nin kurucularındandır. Blackw ood's M agazine'de çalıştı. Ünlü bir profesör ve onursal prensti. Balad türünde yurtsever şiirler (Lays o f the Scottish Cavaliers, 1848), tarihsel şiirler (Bothwell, 1855) ve kaba güldürülü parodiler yazdı (Bon Gaultier Ballads, 1845).

AYTUNA (Hasip Ahmet), türk eğitimci ayva

(Vidin 1895 - Ankara 1980). Vidin ortao-

AYUDHYA -

AYUTHİA.

da vaha, eski Ispanyol Büyük Sahrası'nın yönetim merkezi.

A Y U N -E L-A TR U S ,

M o rita n y a 'n ın güney-batı’sında yer, bölge yönetim m er­ kezi; 4 900 nüf. Havaalanı.

AYU N TA M İEN TO , ispa n ya d a ve İspanyol Am erikası’nda kent belediyesi­ ne ve belediye yüksek görevlilerinin to p ­ landığı yere verilen ad. (Başlangıçta, Geç O rtaçağ’da, Castilla kentlerinin yönetim i­ ne katılan çeşitli yetkililerin toplantıları için kullanılan terim, sonunda doğrudan doğ ­ ruya belediyeyi belirtm ek için kullanıldı.) [Eşanl. CABİLDO] AYURVEDA, “ yaşam Veda'sı", Atarva ve da ’yı tam am layan hindu tıp bili­ mi. A Y U TH İA , AYU TTH A YA ya da AYUDHYA, T a yland’da kent, Bang-

(Guerrero eyaleti), 1854'te başkan San­ ta A n n a'ya karşı general  lvarez ve ge­ neral C om onfort tarafından açıklanan devrimci plan. Plan liberallerin simgesi ol­ du ve bu planla “ Reform dönem i” adı ve­ rilen iç savaşlar dönem i başladı.

AYUTTHAYA -

AYUTHİA.

AYÜM çoğl. a. (ar. ca y n 'ın çoğl. cayün). Esk. 1. Gözler. — 2. Kaynaklar, pınarlar. — 3. Bakışlar.

■AYVA a. 1. Ayva ağacının sarı renkli, ta­ dı buruk, tüylüce m eyvesi. (Bk, ansikl. böl.) — 2. A yva göbekli, göbeği çukurca kimse için kullanılır. || Ayva tüyü, yüzde ya da bedendeki ince, sarı tüyler. || Ayvayı yemek, zarara uğramak, kötü bir durum a düşmek: Yarın m aaş alamazsak ayvayı yedik (arg.). —ANSİKL. Ayva iri bir armudu andırır. Ko­ kusu hoş olm akla birlikte çok keskindir. Sert ve süngersi eti fazlaca ekşi ya da hiç değilse hafif buruktur. Çiğ olarak fazla yenmez, yerken insana tıkanm a duyg u ­ su verir. A m a kompostosu, hoşafı, reçe­ li, tatlısı, vb. yapılır. Türkiye'de ayvanın birçok çeşidi vardır. Ekm ek ayvası, orta büyüklükte, yuvarlak­ ça, ince kabuklu, yeşil ve tüysüz, gevrek yum uşak etlidir; ekim ayında olgunlaşır. Orta ve Batı A n a do lu'd a çok yetişir. Şekergevrek ayvası, iri, biraz düzensiz bi­ çimli, parlak sarı kabuklu, hafif tüylü, yu­ muşak etlidir. Aralık ayında olgunlaşır. Havan ayvası, sarı kabuklu ve iridir. Ekim­ de olgunlaşır. Lim on ayvası, orta büyük­ lükte, sap çevresi az uzun, altın sarısı ka­ buklu, az tüylü, sarı gevrek etlidir. Ocak ayında olgunlaşır. Bunlardan başka ye­ rel adlarla anılan bazı çeşitler daha var­ dır: midilli ayvası, gördes ayvası, bencikli ayvası, vb. — Halk hek. Ayva çiğ olarak yenirse pek­ lik verir. A yva kom postosu ya da suyu balla tatlandırılarak ishale karşı, ayva çe­ kirdeği dekoksiyon halinde ço cuk ishal­ lerine, gargara halinde boğaz hastalıkla­ rına karşı kullanılır. Ayva yaprağı dekoksiyonu uykusuzluk ve sinirlilik durumların­ da yatıştırıcı olarak etkilidir. Hafif bir ateş düşürücü özelliği de vardır. — Mutf. A yva çevirmesi, ayvayla hazırlan­ mış koyu reçel şurubunu, üstü beyazım­ sı bir renk alana değin hep aynı yönde çevirerek yapılan tatlı. || A yva ezmesi, piş­ miş ayvayı ezip kuruttuktan sonra parça­ lara bölüp nişastalı şekere bulayarak ya­ pılan bir tür şekerleme. || Ayva murabbaı, ayvayla hazırlanmış koyu reçelin tanele­ rini tülbentten geçirip, bu karışımı şeker­ le koyulaştırarak yapılan tatlı. || A yva tatlı­ sı, ikiye bölünüp çekirdekleri çıkarılmış ay­ va, şeker ve suyla yapılan bir tatlı. Ayva­ lar haşlandıktan sonra suyu şekerle kes­ tirilip üzerine dökülür, ortasına kaymak konur.

kok'un K.’inde il merkezi.M enam 'ın iki ko­ lunun kavşağındaki bir adada; 38 400 nüf. Büyük pirinç üretim bölgelerinden bi­ rinin ticaret merkezi. • TARİH. Siyam ’ ın eski başkenti (1350 ■AYVA a. 1. Ayva veren, pem bem si be­ -1767). Çaopraya (Menam) ırmağı kıyısın­ yaz iri çiçekli meyve ağacı. (Bil. a. cydoda, B angkok’un elli kilometre kadar ku­ nia; gülgiller familyası.} [Bk. ansikl. böl.] zeyinde, Merkez ovasında, Ramadhipati — 2. Japon ayvası, eğri büğrü sık dallı ça­ adıyla tahta çıkan bir U Thong prensi tara­ lı görünüşünde dikenli süs bitkisi. (Açık fından kuruldu; Suhotai’ nin yerini aldı. pem be, kırmızı ya d a turuncu çiçekler Ekonomi, kültür ve sanat başkenti olan açar; köm eç halinde ya da tek tek bulu­ Ayuthia, birçok batılı elçi, serüvenci, tüc­ nan çiçekler bitkiye ço k güzel bir görü­ car, rahip Choisy gibi din adamı tarafın­ nüm verir. Çin kökenli olan bu ağaççık dan ziyaret edildi. Rahip Choisy buradan Japonya'da büyük ölçüde yetiştirilir.) [Bil. ilginç betim lem elerle döndü. Kent birçok a. C haenom eles lagenana ya da Cydokez Birm anlar tarafından yağmalandı. nia japonica.] Kentin harabeye çevrilm esi ve sakinleri­ — ANSİKL. Ayva A sya’da, Doğu ve Orta nin sürgün edilmesiyle sonuçlanan son A vrupa'nın orta bölgelerinde yetişir ve birm an istilasından sonra, Ayuthia terk pek az türü vardır. En iyi bilinen türü edildi ve Taksin, im paratorluğun m erke­ Cydonia vuigaris, 4-5 m yüksekliğinde, zini Thonburi'ye taşıdı. pem bem si büyük beyaz çiçekli, oldukça • GÜZEL SANATLAR. Yerleşim düzeni ti­ gösterişli bir ağaçtır. tizlikle hazırlanmış kentte kanalların öne­ Ayva ağacından, m eyvesinden başka mi büyüktü. B irçok kalıntı (kısmen resto­ arm ut anacı olarak yararlanılır. Kışın dal­ re edilm iş tapınaklar, stupa), bu kentteki larından kesilen çeliklerle kolaylıkla çoğal­ gelişmiş bir sanatın varlığını kanıtlar. Çao tılabilir. A yva uzun öm ürlüdür, elverişli Sam Fraya ulusal m üzesi’nde zengin ko­ topraklarda 50-60 yıl yaşar. leksiyonlar vardır. — Boyac. Ayva ağacının küçük dalları ve yaprakları, kimi yörelerde soğan kabuğu Ayutla planı, M eksika’da, A yutla'da

da katılarak yünün doğal boyanm asında kullanılır, çeşitli m ordanlarla ayva çürüğü renkler elde edilir.

A Y V A C IK , Marmara bölgesinde Ça­ nakkale’ye bağlı ilçe; 30 534 nüf. (1990); 874 km2; 2 bucak, 64 köy. Merkezi Ça­ nakkale'nin 71 km güneyinde Ayvacık, 5 595 nüf. (1990). Zeytin.

A Y V A C IK , Samsun iline bağlı ilçe; 28 112 nüf. (1990); 20 köy. Merkezi Samsun’un 42 km K.-D .'sunda Ayvacık, 5 375 nüf. (1990).

Ayvacık barajı ve hidroelektrik santralı -» H aşan U ğ u r lu b a r a ji ve HİDROELEKTRİK SANTRALI.

AYVADANA a. Çalı görünüşünde, 50 -200 cm boyunda, koyu yeşil renkte, hafif kokulu, çokyıllık bir yavşan türü (AHemisia vuigaris). Halk hekim liğinde, çiçekleri kaynatılarak sancılara, öksürüğe ve ba­ ğırsak kurtlarına karşı kullanılır. Â Y V A L I, Malatya'nın Darende ilçesi, merkez bucağında belde; 4 848 nüf. (1990). Belediye. PTT.

A Y V A L I, esk. A ravan, Nevşehir’in Ür­ g üp ilçesi, merkez bucağına bağlı köy; 1 003 nüf. (1990). PTT. Yukarı Mahalle ve Kara Çalı, Kappadokia kiliselerinin er­ ken örnekleridir (VI. yy.).

AYVALIK a. Ayva ağaçlarının bulundu­ ğu yer, ayva bahçesi.

A Y V A L IK , Marmara bölgesinde, Balı­ kesir’e bağlı ilçe; 46 827 nüf. (1990). 266 km2; 1 bucak, 17 köy. Merkezi, Ege kıyı­ sında, Balıkesir’in 121 km batı-kuzeybatı’sında Ayvalık, 25 687 nüf. (1990). Turizm; Sarımsaklı, Âltınkum, Çamlık plajları. Zeytin, zeytinyağı, sabun.

Ayvalık cephesi, Kurtuluş savaşı'nda yunan işgaline karşı askeri birliklerce ku­ rulan ilk direniş cephesi. 15 mayıs 1 919'da İzmir'i işgal eden Yunanlılar, et­ ki alanlarını genişletmek için Ayvalık’a da çıkarma yaptılar (29 mayıs). Ayvalık’ta bu­ lunan 500 m evcutlu 172. Alay'ın kom u­ tanı yarbay Ali (Çetinkaya) Bey, çevre ka­ zalardan gelen gönüllülerin oluşturduğu milli kuvvetlerce desteklendi. Milli kuvvet­ lerin başında, Edremit kaymakamlığından ayrılan Köprülülü Ham di Bey bulunuyor­ du. ilk kez Ayvalık cephesi’nde örneğini veren ordu halk işbirliğiyle Kuvayı milliye kurulm uş oldu. Ayvalık'ı işgal eden yunan birlikleri ko­ mutanı, İngiliz temsilci Hadkinson aracılı­ ğıyla, Ali Bey ile görüştü. Yunan askeri­ nin, barış konferansı kararı uyarınca Ayvalık’ı işgal ettiğini, askerin kentte kalma yacağını söyledi, iki taraf arasında yapı­ lan sözlü anlaşmayla, osmanlı memur, polis ve jandarmasının görevlerini sürdür­ mesi, yunan bayraklarının kaldırtması, yunan askerinin Alibey (Cunda) adası, Ayanikola ve Sefa yörelerinde kalması ka­ bul edildi. H arbiye nezareti de, bir tel­ grafla, durum un korunmasını istiyor; Yunanlılar'a saldırılırsa onların bu hareketi aleyhimize kullanarak propaganda yapa cakları, silah gücüyle kazanam ayacakla­ rı toprakları siyaset yoluyla alabilecekleri yolunda yetkilileri uyarıyordu. 16 temmuz­ da yunan birlikleri deniz ve karadan açı­ lan topçu ateşi desteğinde saldırıya g e ç­ ti. Kuvayı milliye birliklerinin karşı taarru­ zuyla geriye atıldı. Ertesi gün yeniden saldırdıysa da ancak iki kilometre ilerleyebil­ di. Gece karanlıktan yararlanarak m evzi­ lerine döndü. Yunan ordusunun bu ce p ­ hede ikinci saldırısı 22 haziran 1920'de başladı. Pelitköylü Mehmet Cavit Bey ko­ mutanlığında Ayvalık cephesi’ni tutan Kuvayı milliye birlikleri, yunan kuvvetleri ve çerkez çetelerinin ateşi arasında kaldılar. Askerin bir kısmı şehit oldu, bir kısmı da dağlara kaçtı, ce ph e dağıldı, direnm e kı­ rıldı.

yısında semt ve iskele. Kentin OsmanlI­ lar tarafından alınmasından sonra, İstan­ bul'un sur kapılarından biri buraya yaptı­ rıldı; semte ve kapıya d a Ayvansaray de­ nildi. Kapının yakınında Blakhernai ya da Büyükler sarayı diye bilinen bir bizans ya­ pısı vardı.

AYVANSARAYİ H AFIZ HÜSEYİN BİN İSMAİL, türk bilim adamı (İstanbul, Ayvansaray ? - ay. y. 1787). Yaşamı hak­ kında çok az bilgi vardır. Ayvansarayi mahlasını doğduğu semtten aldığı, hafız­ lık yaptığı ve Yeniçeri sekbanlarından ol­ duğu bilinm ektedir. En ünlü kitabı Hadikat ût-cevamTde, 1768-1769 yılına kadar İstanbul'da Galata, Tophane, Rumelikavağı, Anadolukavağı, Üsküdar, Kadıköy, Fenerbahçe, Bulgurlu ve A lem dağ’da ya­ pılmış 874 cami ve mescidi anlatır; bu ya­ pıların kurucuları ve mimarları hakkında bilgiler verir. Ali Satı’nın 1838'e kadar ya­ pılmış cam ilerle ilgili olarak verdiği bilgi­ ler yapıtın iki ciltlik eski harfli basımındadır (1895). Süleyman Besim’in 1859’a ka­ dar yapılmış cam ilerle ilgili eklerini kap­ sayan kitap ise basılmamıştır. Ayvansarayi’nin M ecmua-i tevarih'i (basılışı 1985) cami, çeşme, hamam, tekke, medrese gi­ bi yapıların kitabelerini derler. Terceme-i m eşayih'inde (Vefayat-ı selatin) [basılışı 1978] şeyhlerin, devlet adamlarının yaşamöyküleri yer alır. Âşık Ö m er d iva n ı'nı derlem iş, b eğendiği müstezatları da E ş’arname-ı m üstezat'ta toplamıştır. (-> Kayn.)

Ayvat bendi, İstanbul'da, Belgrad or­ manlarından geçen Ayvat deresi üzerin­ deki tarihi bent. 1765 ’te, Mustafa III d ö ­ neminde yapıldı. Uzunluğu 55 m, yüksek­ liği 13,45 m, göl hacmi 156 000 m3’tür. Suları, Kırkçeşme olarak adlandırılan su şebekesine akar.

AYVAZ a. (ar. ayvaz). 1 .Esk. Osmanlı

nun yakını olan genç. Güzelliği ve yiğitli­ ği nedeniyle Köroğlu tarafından Çamlıbel’e kaçırılmıştır. Gürcistanlı, Urfalı ya da Üsküdarlı olduğu söylenir. — Bir Köroğlu b ir Ayvaz, yalnız başlarına yaşayan karı kocalar için kullanılan deyim.

AYVAZ (Kâzım), tü rk güreşçi (Rize 1938). İstanbul Güreş ihtisas kulübü’nde yetişti. Serbest ve greko-rom en dalların ikisinde de başarılı oldu. 70, 73, 78 kilo­ larda milli mayoyu giydi. Peşte’de (1958) ve Toledo'da (1964) Dünya şampiyonluk­ ları, 1 964'te Tokyo’da O lim piyat şam pi­ yonluğu kazandı.

saray ve konaklarında m utfaktan selam­ lığa yemek taşımak ve sokak işlerine bak­ m akla görevli uşak. — 2. A yva z kasap hep b ir hesap, bir sorunun çözüm ünde A Y V A Z (Ülkü), türk oyun ve hikâye hangi yol seçilirse seçilsin sonucun değiş­ yazarı (Bayburt 1955). Şahane lunapark m eyeceğini vurgulam ak için söylenir. (çocuk oyunu, 1982), işlerin yolunda g it­ mesine engel olan kim? (hikâyeler, — Esk. denize. Eskiden, savaş gem ilerin­ 1983), Yeniden yaratm a (oyun, 1984) de doktorun yanında sağlık hizm etinde adlı eserleriyle ödüller kazandı. Hikâye­ kullanılan deniz eri. lerini Gri o ğullar (1985); tiyatro yazılarını — Geleneks. giy. A yva z giyimi, ayvazla­ D uvardan gelen sesler (1986) adlı kitap­ rın giyim biçim ine verilen ad. (Bk. ansikl. larında topladı. Teneke şövalyeler 1986/ böl.) 87) ve Yaşasın gökkuşağı (1987/88) adlı — ANSİKL. Gem ilerde çalışan cerrah ya­ çocuk oyunları Devlet tiyatrosu'nda sah­ mağına da ayvaz dendiği gibi, kimi za­ man taşralı m üslüm an gençler de ayvaz nelendi. olarak çalıştırılırdı. Harem ya da selamlık r AYVAZOVSKİ (ivan Konstantinoviç), dışında hazırlanmış yem ek tablalarını se­ ermeni asıllı rus ressam (Feodosya, Kırım, lamlık ya da haremin dönm e dolabına gö­ 1817 - ay. y. 1900). Fransız ressam Jotürmek, çarşı hamamına giden kadınların seph Vernet’nin Erm itage m üzesi’ndeki bohçalarını taşımak, vekilharcın buyru­ resimlerini kopya ederek yetişti. 1833'te ğuyla çarşı ve pazardan öteberi satın al­ mak, mangalları yakm ak ve aşçılara yar­ dım etmek, ayvazın başlıca görevleri ara­ sındaydı. XVIII. yy. ortalarında, ermeni ay­ vazların m üslüman mahallelerinde içki iç­ melerine karşı alınacak önlem ler bir bil­ dirgeyle açıklandı (1751). Ayvazlar cizye verm ediklerinden, aralarından bazıları zengin oldu. XIX. yy.’dan başlayarak, ay­ vazlar hariciye nezaretinde de görev yap­ tılar. — Geleneks. giy. Alta koyu renk şal­ var, üste salta ya d a yelek, ayaklara renkli, çizgili yün çorap ve siyah yemeni giyer, başlarına renkli sarık sararlardı. Ön­ lerine geniş ve yollu ipek peştemal b ağ ­ lar, boyunlarına Bursa yapımı ak bir hav­ lu sararlardı. Günümüzde Van yöresinde, bu giyim biçim inden esinlenilerek oluştu­ rulmuş erkek giyim ine de aynı ad verilir.

Ayvaz, Karagöz oyununda ermeni tipi.

AYVAN - EYVAN.

Konaklarda ayvazlık yapar, güzel sanat­ lardan hoşlanır, ut çalar. O yundaki adı Onnik, Udi Sarı Onnik, Ohannes Ağa ya da Serkis'tir. Türkçeyi kötü konuşur, ken­ dine özgü sözcükler kullanır. Sonraları KARABET adını almıştır.

AYVANSARAY, İstanbul'da, Haliç kı­

Ayvaz, Köroğlu destanında Köroğlu'

Ayvalık'tan bir görünüm

Ayvazovski'nin bir yapıtı Gemili peyzaj Resim Heykel müzesi ■İstanbul

Ayvazovski girdiği Petersburg akadem isi’nde, manzara ressamı P hilippeTanneur'ün öğren­ cisi oldu. 1842’de gittiği Paris'te A kade­ mi konseyi tarafından m adalya ile ödül­ lendirildi. 1845’te sultan Abdülaziz'in çağ­ rılısı olarak geldiği İstanbul'a, ileriki tarih­ lerde yedi kez daha geldi. Önde gelen O şm anlılar’ın portrelerinin yanı sıra, baş­ ta İstanbul olm ak üzere Sinop, Trabzon, Çeşme vb. yörelerini konu alan m anza­ ralar yaptı. Ünlü rus ressam Ç edrin’e özenerek yaptığı d oğ a resimleri, akadem ik bir bi­ çim anlayışı içerir. Bazı tabloları Dolmabahçe sarayı'nda, birçok padişahın port­ releri de Topkapı sarayı m üzesi’ndedir.

1130

AYVERDİ (Ekrem Hakkı), tü rk mimar, m ühendis ve mim arhk tarihçisi (İstanbul 1900 - ay. y. 1984). İstanbul Teknik üni­ versitesi yüksek m ühendislik okulu’nu bi­ tirdi (1920). Çalışmalarını türk mimarlık ta­ rihi üzerinde yoğunlaştırdı. Özellikle Fa­ tih dönem i mimarlığını inceledi. İstanbul, Bursa, Edirne, Ç orlu’daki tarihsel yapıla­ rın onarımını yaptı. Başlıca yapıtları: Fa­ tih devri m im arisi (İstanbul, 1953); Fatih devri sonlarında İstanbul mahalleleri, şeh­ rin iskânı ve nüfusu (Ankara, 1958); Os­ manlI m im arisinin ilk devri, I (İstanbul, 1966); Osmanlı m im arisinde Ç elebi ve II. Sultan M u rad devri, II (İstanbul, 1972); Osmanlı mimarisinde Fatih devri, lll-IV (İs­ tanbul, 1973); ilk 250 senenin osmanlı mi­ m arisi (i. Aydın Yüksel ile birlikte, İstan­ bul, 1976); A vru p a osmanlı m im arisi kül­ liyatından (4 cilt) [İstanbul. 1980-1983].

AYVERDİ (Samiha), türk yazar, rom an­ cı (İstanbul 1906). Süleymaniye kız nümune m ektebi’ ni bitirdi (1921); öğrenimini özel olarak sürdürdü. Kenan Rifai’nin (Büyükaksoy) tasavvufi görüşlerine bağlan­ dı. Osmanlı dönem inin tarih ve kültür d e ­ ğerlerini yücelten yapıtlarıyla tanındı. İb­ rahim Efendi konağı (1964) romanında, Osmanlı im paratorluğu’nun çöküş döne­ minde sık görünen aile çözülmelerine iliş­ kin olaylar işlenir. Bu türdeki öteki yapıt­ ları: A şk b u im iş (1939), Batm ayan gün (1939), M abette b ir gece (1940), Mesihpaşa imamı (1948). Başlıca inceleme ki­ tapları: E debi ve m anevi dünyası içinde Fatih (1958), B oğaziçinde tarih (1966), Türk tarihinde osmanlı asırları (3 cilt ,1975 -1976), Kölelikten efendiliğe (1978) vb. AYYÂB sıf. (ar. cayyâb). Esk. Eleştiren, kusur bulan, ayıplayan.

AYYAR sıf. (ar. 'ayyar). Esk. 1. Dolan­ dırıcı, sahtekâr: “ Eşkim güherierini o ayy â r silm e d i1’ (Baki, XVI. yy.).— 2. Kurnaz. — 3. Çevik.

Ayzenştayn Potemkin zırhlısı (1925) filmirıden bir sahne

AYYÂR, IX -X II. y y .’la r a ra s ın d a Ira k v e İra n v e M a v e ra ü n n e h r'd e k i İsla m s a v a ş ­ ç ıla rı. B u s a v a ş ç ıla r, fü tü v v e t ilk e s in e d a ­ y a lı, b ir tü r ta rik a t m e n s u p la n o la ra k b ir­ le ş e n in s a n la rd a n o lu ş u rla rd ı. B u to p lu ­ lu k , S u riy e v e M e z o p o ta m y a 'd a k i b ir tü r m ilis k u v v e tin d e n ib a re t o la n a h d a s ’a v e A n a d o lu ’d a k i r in d â n 'a b e n z e r. S ö z c ü k , fity a n ia e ş a n la m d a k u lla n ılır. N ite k im b un la rın b aşka nları b a ze n se r-ayyâ ra n, baz e n d e re 'is ü l-fity a n o la ra k g e ç e r. A y y â r-

lara, kimi Orta Asya sınır boylarında, din savaşçıları (m ücahidler), kimi şehirlerde başkaldıran, karşıt gruplar olarak rastla­ nır. Bunların, devlet otoritesi zayıfladığı sı­ ralarda, 1135-1144 yılları arasında Bağ­ d a t’ta olduğu gibi iktidarı ele geçirdikleri görülm üştür. Sufîlerle ayyârlar arasında fütüvvet bakım ından fark, birincilerden özellikle melametiye eğilimli olanlarının kendilerini başkalarından ayrı gösterecek herhangi bir alamet taşımamalarına kar­ şın, ayyârların yamalı hırka giymeleridir.

Ayyar Hamza, M oliöre’in S capin’in do­

AYYAŞLIK a. Ayyaş olm a durumu. Ay-yıldız, O rtaçağ’dan bu yana Türkler’ce kullanılan sim ge ve motif. Orta As­ ya Türkleri’nin özellikle paralarında bu motif yer alırdı. Ancak, ay-yıldız’a ilk kez OsmanlIlar, özellikle İstanbul'un fethinden sonra bayraklarda yaygın biçim de kulla­ narak, ulusal m otif niteliği kazandırdılar. A vrupa devletleriyle yapılan savaşlar so­ nucu Batı'ya da geçen, süs motifi niteli­ ğ in d e kullanılan ay-yıldız'ı Türkiye C um ­ huriyeti, resmi bayrak simgesi olarak 29 mayıs 1936 tarihli bir yasayla belirli bir öl­ çüm e bağladı.

lapları (Les fourberies de Scapin) adlı ya­ pıtından Direktör Âli Bey’in uyarlaması AYYUK, -ku a. (ar. 'ayyuk). Esk. 1. Gö­ (1871). Daha önce D ekbazlık adıyla A h ­ ğün en yüksek yeri. — 2. A yyuka çıkmak, m et Vefik Paşa tarafından da çevrilmiş sözkonusu sesse, yükselmek, fazlalaşmak: oyundaki A yyar Ham za tipine, ortaoyu‘A yyu ka çıkardım nâla vü z â rı" (Âşık nundaki Pişekâr'ın bilgiçliği ve lafazanlı­ Ömer, XVII. yy.); dedikodu ise, yayılmak, ğının yanı sıra K avuklu'nun nüktedanlığı herkesçe bilinmek. da yansır. Oyunun öteki kişilerinde de ge­ — Astr. KAPELLA’nın eski eşanlamlısı. leneksel türk tiyatrosunun tiplerinden iz­ — Gökbil. Esk. Arabacı takımyıldızının en ler bulunm aktadır. Âli Bey, kitabına ekle­ parlağı olan a yıldızı. (Bu anlam da büyük diği önsözde, Türkiye’de o tarihlerde pek harfle yazılır.) önem senm eyen noktalam a ve yazım ku­ rallarına da değinir; bunların önemini, ■AYZENŞTAYN (Sergey Mihayloviç), duygu ve düşüncelerin daha iyi anlatılma­ sovyet film yönetm eni (Riga 1898 - Mos­ sına yardım cı olduğunu belirtir. kova 1948). Ressam olmak istedi ama, bir süre dekorculuk yaptıktan sonra oyun yö­ netm enliğine geçti. 1921’de gördüğü Griffith’in Hoşgörüsüzlük (Intolerance) fil­ minin etkisinde kalarak sinem aya yönel­ di. Sinem a-göz kuram larından daha çok etkilenen Ayzenştayn, üst üste iki büyük yapıt verdi: G rev (Staçka) [1924] ve pek çok eleştirmenin sinemanın başyapıtı say­ dığı Potem kin zırhlısı (Kniaz Potemkin) [1925], Çok iyi anlaştığı görüntü yönetme­ ni Tisse ile O ktiabr (1927) ve Generalya Linya ya da Staroye i Novoye) [1929] film­ lerini yaptı. Daha sonra aldığı çağrı üze­ rine Hollyvvood’a gitti; ama burada görüş­ lerini kabul ettiremedi. M eksika’ya geçe­ rek bu ülke halkının destanı niteliğindeki Que viva M exico! filmini çekti. Am a tes­ lim ettiği negatiflerden onayı alınmadan başka filmler çıkarıldı: Thunder Ö ver Mexico, Death Day, Eisenstein in Mexico. Ül­ kesine döndükten sonra sovyet yetkilile­ riyle anlaşm azlıklara düştü; Bezhin Lovj adlı filmini bitirmesi engellendi (1935 -1937). Bu başarısızlıktan sonra A yzen­ ştayn, kuramsal çalışmalarını sürdürm ek ve Devlet sinema enstitüsü (VGİK) öğren­ cilerine ders verm ekle yetindi. 1938’de A leksandr Nevskiy ile yönetm enliğe dön­ Ayyar Hamza dü. Bunu 1942’de başladığı ve ilk bölü­ Adana Devlet tiyatrosu'ndaki münü 1945’te bitirdiği K orkunç ivan (ivan Grozniy) izledi. Yapıtın 1946’da tam am ­ temsilden (1984-1985) bir sahne lanan ikinci bölüm ü SSCB’de ancak 12 yıl sonra gösterim e çıkabilecekti. Ayzen­ ilk kez 1871 'de Güllü A g o p ’un Osmanlı ştayn, bu filmin üçüncü bölüm ünü hazır­ tiyatrosu’nda oynanan A yya r Hamza, hal­ larken öldü. A yzenştayn'ın kurgu, ses ve kın konuştuğu dili yerli sahne edebiyatı­ görüntü ilişkileri üstüne kuramları tüm dünya sinemacılarını derinden etkilemiş­ na mal eden ilk ürünlerden biri olarak önem taşır. ( -* Kayn.) tir.

AYYARAN çoğl. a. (ar. 'a y y a r'ın fars,

AZ be. 1. Düşük, küçük bir ölçüyü, de­

çoğl. 'ayyarân). Esk. Hilekârlar, aldatan­ lar, dolandırıcılar, kurnazlar.

receyi, niceliği vb. belirtir: A z yiyor. Bu­ rada az harcanır. Sıkıntılı hali az sürdü. A z konuşur. — 2. Olumsuz cümlelerde olum­ lu anlam da ço klu k belirtir: B ir yere gel­ m ek için az çalışmadı. Başaramazsam di­ ye az korkm adı. — 3. B ir süreden az, ey­ lemin sözü edilen sürenin altında gerçek­ leştiğini belirtir: G ünde sekiz saatten az çalışmak. Sınava b ir haftadan az kaldı. — 4. Biraz: A z g elir m isin? R adyonun se­ sini az açı ver. — 5. A za r azar, az az, ya­ vaş yavaş; m iktarca küçük ve sınırlı ola­ rak: A za r azar ama sık sık yemelisin. A z az çalışıp yine d e bitird ile r işi. || A z biraz, biraz: A z b iraz g elir m isin? (tkz.) || A z b u ­ çuk, biraz, şöyle böyle, azdan biraz çok: A z b ucu k alm anca bilirim : || Bir şeyi az bulm ak, görm ek, onu azımsamak, eline geçeni beğenm eyip daha çoğunu iste­ mek. || A z çok, bir parça, oldukça: H abe­ ri alınca az ço k ferahladık. || A z daha, bir şeyin neredeyse, hem en hemen gerçek­ leşmeye yaklaştığı durum da söylenir: A z daha takla atacaktı araba. |j A z değil, bir kimsenin g öründüğü gibi olm adığı du-

AYYARİ a (ar '.ayyar ve fars. -/"den 'ayyâri). Esk. Dolandırıcılık, düzenbazlık, kur­ nazlık. AYYAŞ sıf. ve a. (ar. 'ayyaş). Ç ok içen, içkiye düşkün kimse için kullanılır. AYYAŞAN çoğl. a. (ar. 'a y y a ş 'ın fars. çoğl. 'ayyaşân). Esk. Ayyaşlar, ço k içki içenler, alkolikler. AYYAŞİ (Cebel), Fas Büyük Atlasları' nın doğu kesim indeki doruklardan biri, yukarı Muluya'nın yanı başında; 3 737 m.

A YYAŞI (Ebu Salim A bdullah bin Muham m ed E L-),arap yazar, din bilgini, ta­ savvuf adamı (Ayyaş 1628 - Fas 1679). Fas'ta öğrenim gördü, iki kez hacca gitti (1649,1653); bu yolculuklarıyla ilgili ola­ rak M agrıp’tan M ekke’ye uzanan kervan yollarını tanıtan Mâ ül-m evâid adlı gezi ki­ tabını yazdı. Kitabında yolculukları sırasın­ da karşılaştığı ünlü kişileri, bilginleri, sufileri de tanıttı.

rum larda kullanılır: Sen de az değilsin, şeytanlıkta ondan aşağı kalmazsın. || A z kalsın, az kaldı, olum suz bir durum un or­ taya çıkm a olasılığının son anda ortadan kalktığını belirtir: A z kalsın yangın çıka­ caktı. || A z sonra, kısa bir zam an aralığın­ dan sonra. || Az verip ço k yalvarmak, bor­ cunun küçük bir bölüm ünü ödeyip gerisi için süre dilemek. || A z y e d e (kendine) bir uşak, hizm etçi tut, karşısındakine, uşağı ya da hizmetçisiymiş gibi iş buyuran kim­ seye söylenir. — Halk ed. A z g/fm/ş, u z gitmiş, türk m a­ sallarında kahram anın yaptığı yolculuğu ve bu sırada başından geçenleri özetle­ yen tekerleme: A z gitmiş, u z gitmiş, dere tepe d üz gitmiş. B ir d e d ö n ü p arkasına bakm ış ki b ir arpa b oyu yo l gitmiş. ♦ sıf. 1. Ölçü, derece, nicelik vb. ba­ kımından düşük, küçük olan şey için kul­ lanılır: A z parayla geçinm ek. Sınava az sayıda öğrenci katıldı. Ücreti az b ir iş. — 2. Bir şeyden az, bir şeyin belirli bir dü­ zeyin, niceliğin vb. altında olduğunu be­ lirtir: Yarışmaya yirm id e n az a da y katıldı. — 3. Yarım porsiyon yem ek için kullanı­ lır: A z p ila v ver. — 4. A z bir, küçük bir m ik­ tar, biraz: A z b ir g ecikm e her şeyi berb a t edebilir. || A z buz, olumsuz cümlelerde bir şeyin belirli bir niceliğin üstünde o lduğu­ nu belirtir: A z b uz para kazanmıyor. A z b uz sıkıntı çekmedi. || A z günün adamı ol­ mam ak, uzun yıllar yaşayarak çok şeyler görm üş olmak. || A z zamanda, kısa bir sü­ rede,küçük bir zam an aralığında: A z za ­ m anda çok büyük ilerlemeler kaydetmek. — Binic. A z topallama, aksayan, ço k ha­ fif topallayan atın kusuru. ♦ a. 1. Az sayıda, ölçüde vb. olan şey: Azla yetinmek. — 2. Aza çoğa bakm a ­ mak, olanla ya da verilenle yetinmek. || Azı çoğa tutmak, saymak, miktarı ya da de­ ğeri küçük bir şeyi çok ve değerli bir şey­ miş gibi kabul etmek: Biliyorum size g ö ­ re değil, ama azımızı çoğa tutun.

tenin söm ürge yönetim ince kapatılması üzerine, bu kez de El Belağ adlı gazeteyi çıkararak m ücadelesini sürdürdü. Birinci Dünya savaşı’nda hintli müslümanların ingilizler'in safında T ürkler’e karşı çarpış­ malarını engellem eye çalıştı; İslam kong­ relerinde bu yo lda kararlar alınmasını sağladı. Mütareke döneminde Türkiye ya­ rarına çalışmalar yaparak parasal yardım sağladı ve hintli müslümanları da peşin­ den sürükledi. H int ulusal kongresi baş­ kanı seçildi (1923). Hindistan’ın bağımsız­ lığı için verdiği mücadele sırasında bir sü­ re Ingilizler tarafından tutuklandı. H indis­ tan bağımsızlığına kavuştuktan sonra Gandi ile işbirliği yaptı. Bir süre milli eği­ tim bakanı olarak çalıştı. Ayrıca, dinsel alanda çalışmaları ve yapıtları da vardır. H indistan’ın kurtuluş m ücadeleleri (1955) adlı kitabı türkçeye de çevrildi.

AZADE sıf. (fars. azade). Esk. 1. Başı­ boş, özgür, serbest. — 2. Birleşik sözcük ler yapar: azade-dil, azade-hatır (gönlü serbest, bir şeye bağlılık hissetmeyen, ka­ yıtsız), azade-ser (başı dinç, rahat) vb. ♦ be. Bir şeyden azade, o şeyden kur­ tulmuş, ondan uzak olarak: H er türlü dert­ ten, tasadan azade yaşamak. — Ed. Divan şiirinde herhangi bir şiirin parçası olm ayan ya da bir beytin parça­ sı olduğu halde tek başına anlam taşıyan dize (G ö n ü ld e nd ir şikâyet kim seden fer­ yadım ız yo ktu r — Nev'i).

AZADEOÂN çoğl. a. (fars. â z a d e 'rin çoğl. âzâdegân). Esk. Ö zgür ve kurtul­ m uş olanlar: "D ağıtm a aklını azadegân-ı kayd-ı gam ın / D öküp saçıp ruhuna turre-ı p e rişa n ı" (Ali Haydar, XIX. yy.).

AZADEOİ a. (fars. azade ve -/'den azâd eg i).E sk. Serbestlik, özgürlük. AZADELİK a. Azade olm a durumu; ser­ bestlik.

AZADİ a. (fars. azSd ve -/'den azadı).

AZ a, (ar. razz). Esk. Isırma, dişleme: Azz

Esk. Ö zgürlük, serbestlik: A zadi-i d il (gö­ nül serbestliği).

-i benân (parm ak ısırma).

AZADİSTAN C U M HURİYETİ, Gü

ÂZ a. (fars. âz). Esk. Tamah, açgözlülük:

ney A zerbaycan’da dokuz ay egem enlik kuran türk devleti (1920). Birinci Dünya savaşı'ndan sonra İngiltere ile İran arasın­ da imzalanan antlaşma gereğince İran ingilizler'in koruyuculuğu altına girdi. Bu durum a karşı çıkan Azerûaycan ili halkı merkezden ayrılarak Hiyabanlı Şeyh M u­ hammet başkanlığında bağımsız Azadis­ tan C um huriyeti’ ni kurdu. Daha sonra İran'da Pehlevi hanedanını kuracak olan Rıza Pehlevi kom utasındaki İran kuvvet­ leri, ingilizler'in de yardımıyla, derm e çat­ ma Azadistan ordusunu yendiler. Ele ge­ çirilen Şeyh M uham m et’ in öldürülm esi üzerine (5 eylül 1920) dokuz aylık Azadis­ tan devletinin varlığı son buldu. Bu kısa bağımsızlık süresi içinde Azadistan’da ilk kez türkçe gazete ve dergiler yayımlan­ dı, türkçe öğretim yapan okullar açıldı ve Türkiye ile Kuzey Azerbaycan’dan öğret­ m enler getirtildi.

"H ü cû m ide çünkim seng-i şehvet ü â z " (Nevi, XVI. yy.).

— AZ, — EZ. Yapım eki. Addan ad türetir: Ayaz (ay-az), enez (en-ez), çe ­ rez (çer-ez), vb. AZA a.(ar. cuzv'un çoğl. a'za). 1. Esk. Or­ ganlar — 2. O rgan: Azaları uyuşmak, tu­ tulmak. — 3. Üye: ihtiyarlar heyeti azası. M eclisi m ebusan ezalarından. — 4. Bit yere aza olmak, oraya üye olmak. — Huk. -> ÜYE. AZA- Org. kim. Bir m olekülde bir karbon atom unun bir azot atomuyla ornatıldığını gösteren önek.

AZA. Tar. coğ. Anadolu'da, Pontos K appadokiası'nda kent. Satala’nın (Sa­ dak) kuzey-batfsında.

AZA (Vital), İspanyol hekim ve yazar (Pola de Lena 1851 - M adrid 1912). G üldü­ rüler ve iki perde arasında oynanan kü­ çük kaba güldürüler yazdı (El Sueno dorado, 1875; El S ehor cura, 1890).

AZÂa. (ar. ‘ a z a ‘ ).Esk. 1. Ölüm karşısın­ da sabır ve dayanm a gücü. — 2. Başsağ­ lığı.

AZAB ÜL-KABR a. (mezarda verilen ceza anlamında ar. sözcükler), müslüman inancına göre, M ünkir ve Nekir adlı iki meleğin, göm üldükten sonra ölülere yö­ nelttikleri sorgu ve verdikleri ceza.

AZAD (M evlâna Ebülkelam Ahmet), hintli bilim ve siyaset adamı (Mekke 1888 - Yeni Delhi 1958). El-Ezher Üniversitesi’nde okudu. Hintli müslümanları uyan­ dırmak için büyük çaba gösterdi.1912 ’de urdu dilinde yayımladığı Hilal adlı gaze­

AZÂHANE a. (ar. ‘ aza, matem, yas ve fars. h an e ’den ‘aza-hâne). Esk. Bir yas, acı yaşanan ev, matem evi. AZÂHİ çoğl. a. (ar. ıdhıyye, ızh ıyye 'nin çoğl. azâht). Esk. Kurbanlar, kurban bay­ ram ında kesilen hayvanlar. AZÂHİK çoğl. a. (ar. u d h u k e ’nin çoğl. azahîk). Esk. G ülünç şeyler, güldürücü şeyler.

AZÂİM çoğl. a. (ar. ‘azim e, büyük iş’in çoğl. ‘ a z a ‘im). Esk. Büyük işler, önemli şeyler, AZÂİM çoğl. a. (ar. cazime, tılsım'ın çoğl. ‘ a z a ‘im).Esk. Tılsımlar; kötülüklere, has­ talıklara, felaketlere karşı korunm ak için yapılan muskalar, okunan dualar: Azaim -ür-ruka (büyü için okunan kuran ayetle­ ri) _ _ AZÂİMHAN sıf. ve a. (ar.‘a z a ‘im ve fars. -pâ/ı’dan ‘ azâ‘imh"ân). Esk. Dua okuyan; üfürükçü.

A Z A K , Rusya Federasyonu’nda kent. Don nehrinin denize döküldüğü yerde, Azak denizi kıyısında; 59 000 nüf. Balık­ çılık. —Tar. Azak denizi'ne dökülen Don ırma­ ğının ağzında berkitilmiş olan bu kent Orta ç a ğ ’da önem ini yitiren eski yunan ko­ lonisi Tanais’in yerine, kıyıdan 15 km d a ­ ha içerde Tana adıyla kuruldu. Rus Kiev prensliğinin bir parçasıyken (X. yy.) Ve­ nedik, Ceneviz ve Altınordu devletlerinin egem enlik için çekişm e alanı olarak bü­ yük önem kazandı (XIV. yy.). Sırasıyla Ti­ m ur (1395), kıpçak hanı Polat Beg (1410) ve Kerimberdi Han(1418) tarafından alınıp yıkıma uğrayan kale, her seferinde yeni­ den onarıldı. Sonunda Cenevizliier'in elin­ de kaldı. Fatih Sultan M ehm et dönem in­ de osmanlı topraklarına katıldı (1475). Böylece Karadeniz'deki ceneviz kolonile­ rinin varlığı sona erdi ve tüm Karadeniz türk egem enliğine girdi. Kırım’da çıkan iç karışıklıklar nedeniyle savunması zayıfla­ yan Azak kalesi, Ruslar’ın yönetim indeki Don Kazakları’ nca ele geçirildi (1637). Kalenin stratejik konum u göz önünde tu­ tularak, Sultanzade M ehm et Paşa kom u­ tasında düzenlenen seferde geri alındı (1642). Karadeniz'e inm eyi önemli siya­ sal hedefleri arasında sayan Ruslar, 200 bini aşkın asker ve 300 toptan oluşan bü­ yük bir orduyla çar Petro I (Deli) kom uta­ sında, Azak kalesi önlerine geldiler. Yak­ laşık 100 gün süren kuşatma, kale m uha­ fızı Murtaza Paşa ile Kırım hanı Kaplan Giray’ın başarılı savunm a ve saldırı taktik­ leri dolayısıyla rus kuvvetlerinin 60 bin ka­ dar ölü vererek çekilm eleriyle son buldu (1695) Petro I, bu seferinde gem isizlikyüzünden başarısızlığa uğradığını düşüne­ rek Don ırmağının kıyısındaki Veronej kentinde kurdurduğu tersanede büyüklü küçüklü yüzlerce savaş teknesi yaptırıp güçlü bir donanm a oluşturdu; yüz bin ki­ şilik kara kuvveti ve Don ırmağını kapla­ yan büyük donanm asıyla yeniden Azak önlerine geldi. 65 gün süren kuşatma so­ nunda kale R uslar’ın eline geçti (1696). Karlofça antlaşm ası’nın (1699) ardından İstanbul'da yapılan türk-rus barış g örüş­ meleri sonunda Ruslar'a bırakılan kale (1700), Prut savaşı'ndan sonra, Edirne antlaşması ile yeniden Osmanlı devletine geçti (1713). Üç aylık bir kuşatma sonun­ da yine Ruslar'ın eline düşen kale (1736) daha sonra Belgrat antlaşması (1739) ile, yıkılmak koşuluyla tekrar Rusya'ya bıra­ kıldı. Altı yıl süren Türk-Rus savaşı (1768 -1774) sonunda imzalanan Küçük Kay­ narca antlaşm ası(1774) ile de Azak yöre­ sindeki diğer kalelerin de Ruslar'a bıra­ kılması sonucu, tüm bölge kesin olarak çarlık Rusyası’ na katıldı.

A Z A K denizi, Kerç boğazı’yla Kara­ deniz’den ayrılan iç deniz, Kırım yarıma­ dası ile Kuban ovaları arasında; 38 000 km2. Ortalama derinliği 8 m (en derin yeri 14 m) olan Azak denizi'nin kenarlarında, yoğun bir alüvyonlanmanın sürdüğü al­ çak kıyılar yer alır. Eskiden bol balık bulu­ nan deniz, kıyılarındaki büyük sanayi te­ sislerinin etkisiyle günden güne kirlen­ mekte ve balık avcılığı gerilem ektedir. Ku­ zeyde, Ukrayna’ya ait Jdanov ve Berdiansk limanları yer alır. Güneyde gene Uk­ rayna'ya ait Kerç limanından, özellikle de­ mir filizi taşım acılığında yararlanılır. Rus­ ya'ya ait Taganrog ve Rostov limanlarıysa Donbass sanayi bölgesiyle ilişki sağlar.

Azak tiyatrosu, İstanbul'da, eski Gedikpaşa tiyatrosu yakınındaki bir garaj 1 962’de tiyatro salonuna dönüştürüldü. Aynı yıl Handan Adalı, Orhan Erçin, Gazenfer Özcan ve G önül Ülkü vb. sanatçı­ lardan oluşan topluluk A m an idare et adlı oyunu sahneledi. Sonraki yıllarda başka topluluklarının da yararlandığı Azak tiyat­ rosu 1975’te kapandı.

AZAKEĞERİ -

EĞİR

 Z A L ç o ğ l. a. (ar. eze/’in çoğl. azal).Esk. Ezeller, öncesi olm ayan zamanlar.

azalı k A ZA U K a. Üyelik: B ir cem iyetin fahri

1132

azalığı.

m adde katarak, bir patlayıcının şoklara ve sürtüşmelere karşı duyarlılığını düşürme.

AZALIM a. Dalga ve titr. Sönümlenmiş

AZALTMAK -*

b ir salınım sisteminin ardışık iki maksimal genliğinin oranı. || Logaritm ik azalım, yu­ karıdaki oranın N apier logaritması.

AZAM a. (ar. azam). Esk. 1. Kin, düş­

AZALIMÖLÇER a. Logaritm ik azalımları ölçm ekte kullanılan aygıt.

AZÂLİL çoğl. a. (ar. uzlüle'nın çoğl. azâlil). Esk. Yanlışlar.

AZALMA a. Azalm ak eylemi; küçülme, düşme, eksilme. — Ç e k ird . tiz. Üstel azalma, RADYOAKTİF ç ö Z Ü L M E * 'n in eşan lam lısı.

— Fişekç. A zalm a hızı, namlu içinde ya­ nışı sırasında barut imla hakkının kütlesin­ deki küçülm e hızı (g/sn olarak belirtilir ve cm/sn ile gösterilen yanm a hızı'ndan fark­ lıdır.) —Says. çözlm. Azalma yöntemi, bir ya da d aha ço k değişkenin fonksiyonellerinin m inim um unu bulm a yöntemi. (Eşlenik gradyan yöntemi bir azalma yöntemidir.) — Tıp. Normal olarak bir organizm ada ya da organda bulunan sıvı miktarının, özel­ likle kanın eksilmesi. -N o rm a l olarak orga­ nizmadaki bir sıvı içinde bulunan bir mad­ denin, özellikle bir elektrolitin, eksilmesi ya da yok olması (örneğin potasyum azalma­ sı).

Manuel t a n ı y D i«

A ZALM AK.

manlık. — 2. Kıskançlık. — 3. Öfke, hid ­ det.

A’ZAM sıf. (ar. a"zam). Esk. Pek büyük, ulu: "Sana ç a g e r'o la b u çarh-ı a 'z a m " (Ömer bin Mezid, VX. yy.). — M at.Azam hadd-i sûfla, en büyük alt sı­ nırın eski adı. || A zam namütenahi, artı sonsuzun eski adı.

AZAMET - ti a. (ar. "azamet). 1. Büyük­ lük, ululuk: A zam et-i ilahiye. — 2 . Büyük­ lenme, gurur, çalım: Azam etinden g eçil­ miyor. — 3 . irilik, heybet, büyüklük. — 4. G öste riş,d e bd e b e. — 5. Azamet-furûş, çalım satan, büyüklük satan (esk.). || A za­ m e t satmak, çalım satmak, böbürlenm ek (esk.). || Azam et âlemi, kâinat, evren: "H aktaâlâ azam et âlem inin pâdişehi/Lâ m ekândır olamaz devletinin tahtgehi" (Şinasi, XIX. yy.) [esk.]. — Din. K uran'da Tanrı'ya verilen nitelik­ lerden biri, Tanrı'nın büyüklüğü. (Tanrı’ nın büyüklüğü kavramı, İslam tanrıbiliminde ve tasavvufta önem le ele alınan konu­ lardan biridir. “ Kendini bilen Tanrı'yı da bilir" hadisinden yola çıkan kimi mutasav­ vıflar Tanrı’nın büyüklüğünü anlamayı in­ sanın kendini ve kendi küçüklüğünü kav­ ramasına bağlarlar. Bu mutasavvıflara göre insan; “ evrenin bir m ode li"d ir; ina­ nan insanın Tanrı’nın büyüklüğünü kabul etmesi kendi büyüklüğüne inanmış olma­ sındandır; insan kendini büyük görüyor­ sa, yarattığına inandığı Tanrı'yı daha b ü ­ yük görm e gereğini duyar.)

AZALMAK gçz. f. Sayıca, nicelikçe, yo­ ğunlukça, değerce vb. daha küçük, da­ ha önemsiz durum a gelmek; düşmek, ek­ silmek, hafiflemek: Turist sayısı yarı yarı­ ya azaldı Ülke nüfusu azalıyor. Acısı b i­ raz azaldı. A ralarındaki fark giderek aza­ lıyor. Uzlaşma olasılıkları h e r geçen gün b iraz daha azalıyor. — Ikt. Azalan kâ r h a d d i — KÂR ORANININ DÜŞME EĞİLİMİ. | Azalan m aliyetler -»M A­ LİYET. || Azalan oranlı, bazı ölçütiere (mik­ tar, süre vb.) göre, yüzde olarak gitgide azalan oranda ödenmesi gereken tutar: Azalan oranlı tarife. (Karşt. ani. a r ta n

rı, heybetli; çalımlı, gururlu kimse, bu kim­ senin tavrı için kullanılır: Azam etli b ir adam. Azam etli b ir tavırla içeri girdi. Aza­ m etli b ir yürüyüş. — 3. Gösterişli, d eb d e ­ beli: Azam etli b ir düğün.

ORANLI.)

AZAMETLU sıf. Esk. Osmanlı padişah­

—Mat. çözlm. Sıralı bir (E, < ) kümesin­ den sıralı bir (F, < ) kümesi içine, V(x, x ‘) e E2, x < x ' > f(xğ < f (x) olan bir / fonk­ siyonu için kullanılır. [Bir dizi için E = N dir ] || Geniş anlamda azalan fonksiyon, azalan, ancak, sıkı azalmayan fonksiyon. || Sıkı azalan fonksiyon, k f (x') gerektirmesini gerçekleyen azalan fonksi­ yon. — Verg. huk. Azalan oranlı vergi, yüküm ­ lülerin vergilenebilir gelirleri arttıkça ver­ gi oranının azaldığı vergi. (Bk. ansikl. böl.) ♦ azaltm ak ettirg. f. Daha aza indir­ mek, daha küçük, daha düşük durum a getirm ek: ilaçlar ağrılarını biraz azaltabi­ lir. Aralarındaki farkı azaltan etkenler. — Bilş. Her işlem çevrim inde, bir büyük­ lüğün değerinden bir azaltım düşürmek. — Denize. Yelken azaltmak, fırtınalı hava­ larda direklerle yelkenler üstündeki basın­ cı ve yükü azaltmak için uygun görülen yelkenleri arya etmek. ♦ azaltılm ak edilg. f. Azaltmak eyle­ mine konu olmak. — ANSİKL. Verg. huk. Azalan oranlı ver­ g ile rd e m utlak vergi miktarı aynı kaldı­ ğ ından gelir arttıkça bu vergi miktarının nisbi önem i giderek azalır. Türkiye’de 1952’ye kadar uygulanan ve her yüküm ­ lüden sabit bir miktar olarak (köylerde 12 TL, kentlerde 18 TL) alınan yol vergisi bu­ na örnek gösterilebilir. Bu durum da, ge­ liri 1 800 TL oian bir yüküm lünün öde d i­ ği verginin oranı, fiilen yüzde 1 iken, geli­ ri 18 000 TL olanın vergi oranı binde 1 olur.

AZALTILMAK

-

AZALMAK.

AZALTIM a. Bilş. Bir büyüklüğün ya da

AZAMETLİ sıf. 1. Ulu, yüce.— 2. İriya-

larının yüceliğini belirten unvan.

AZAMİ sıf. (ar. a "zam 'dan a"zam i). 1. En çok, en yüksek; maksimum: A zam i üç g ü n d e bitirilecek b ir iş. A zam i on yıl ceza yer. A zam i verimi elde etmek. — 2. A za­ m i derecede, ölçüde, çok, pek çok. — ikt. A zam i fiyat -» FİYAT. — Mat. M aksim um un eski adı. —Verg. huk. A zam i tarife, güm rük vergi­ lerinde çift tarife kullanılması durum unda uygulanabilecek en yüksek tarife. (Anlaş­ malı ülke mallarına genellikle daha düşük bir ithalat vergisi uygulanır.)

AZÂMİM çoğl. a. (ar. izm Bm e’nin çoğl. azamim). Esk. Bağlı olan şeyler, paketler, gruplar, kümeler. A Z A M İ Y E (EL-), Irak'ta kent, Dicle ır­ mağı kıyısında, Bağdat’ın kuzey banliyö­ sü; 235 000 nüf.

AZAMİYET a (ar "azam ve -iyyet'ten "azam iyyet). Esk. En büyük olm a d uru ­ mu, en yüksek derecede bulunma. — Mat. Bir sayının d iğ e r bir sayıdan d a ­ ha büyük olması. > işareti ile gösterilir,

AZAMORA. Tar. coğ G üney-doğu A na do lu ’da dağ hisarı. Kuruçay vadisi ile B inboğa dağı arasında yer alan Kataonia bölgesinde. AZAMUT a. (ar. "azamuf). Esk. Tanrı' nın sözle ifade edilem eyen büyüklüğü.

ÂZÂN çoğl. a. (ar. ü z n 'ü n çoğl. âzân). Esk. Kulaklar. — Bot. Âzân-üd-düb, sığırkuyruğu, ayıku­ lağı. || Âzân-ül-anz, suoku.|j_ Âzân-ül-cedi, uzun yapraklı sinir otu. || Âzân-ül-erneb, tavşankulağı. || Âzân-ül-fil, || Âzân-ül-kıssis, kotiledon, saksı güzeli.

bir değişkenin, b 'r çevrim in her adım ın­ ■ AZANA Y D İA Z (M anuel), İspanyol da örneğin bir program döngüsünden devlet adamı ve yazar (Alcalâ de Henaher geçişte yitirdiği nicelik. res 1880 - M ontauban 1940). 1925'te, AZALTMA a. Azaltm ak eylemi. burjuva solunun yeni partisi Cum huriyet­ — Fişekç. D uyarlık azaltma, uygun bir çi e ylem ’ı kurdu. Primo de Rıvera'ya kar­

şı çıktı ve cum huriyetçi devrim komitesi­ ne seçildi (1930-1931). 1931 'deki cum hu­ riyetçi geçici hüküm ette savaş bakanlığı­ na getirilen Azana y Dfaz, orduyu monarşist unsu rla rda n arındırm aya girişti. 1931 'den 1933’e kadar başbakanlık yap­ tı, sosyalistlerle birlikte “ yukardan bir d evrim ” gerçekleştirm eye çalıştı; toprak reform unun tem ellerini ve Katalonya'ya özerklik tanınmasını kabul ettirdi. Y Dfaz’ ın o dönem de cum huriyetçi sol eğilimli olan partisi, şubat 1936'daki seçimleri ka­ zanan halkçı cephe koalisyonunun ekse­ nini oluşturdu; Azana y Dfaz seçimlerin ar­ dından başbakan oldu am a sosyalistler kurduğu hüküm ete katılmadılar. Mayıs ayında cum hurbaşkanı seçildiyse de, iç savaşın sonuna kadar ancak görünüşte iktidarda kaldı. 1939'd a Franco'nun za­ ferinden sonra istifa etti ve Fransa’ya sı­ ğındı.

AZANDELER -

ZA N D E LE R .

A ZANİA. Tar. coğ. E skiçağ’da birçok bölgenin.ortak adı (“ Ases ülkesi"). Eski bir İskit halkı olan A se sle rin izlerine As­ ya, Afrika ve Yunanistan'da (Arkadhia) b irço k b ölgede rastlanm aktadır.

AZANOİ ->

AİZANOİ.

AZANZA (Miguei Jose

DE), İspanyol si­ yaset adamı (Aviz 1746 - Bordeaux 1826). 1793'te savaş bakanı, 1798-1800 arasında Yeni-ispanya genel valisi oldu; Kaliforniya’ nın yerleşime açılmasına yeni b ir hız kazandırdı. G o d o y'u n siyasetine karşı m ücadele etti, fakat Joseph Bonaparte ile birleşerek Santa Fe dükü unva­ nını aldı. Daha sonra Fransa'ya sığındı.

AZAP a. (ar. azab). 1. İslam inanışına göre günahkârlara ölüm den sonra veri­ lecek ceza: K a b ir azabı. C ehennem aza­ bı. (Bk. ansikl. böl ). — 2 . Bedensel ya da ruhsal şiddetli acı; ıstırap, üzüntü: Bu uzun bekleyiş bizim için tam b ir azap ol­ du. Geceyi b üyük azaplar içinde geçir­ mek. A zap içinde ölmek. A zap çekmek, çektirm ek. A za p vermek. — 3. Azap-engiz, azap verici. — ANSİKL. isi. İslam inancına göre, azap iki türlü gerçekleşir: Tanrı’nın kötüleri dün­ yada ya da cehennem de cezalandırm a­ sı. Tanrı, d ünyada cezasını verdiği bir in­ sanı, aynı günah nedeniyle ahirette de ce­ zalandırabilir. Kuran’ın birçok ayetinde bu doğrultuda anlatımlar yer alır. Ancak, bu konuda sünnet ehli m ezhepler ile mute­ zile mezhebi arasında anlayış farkı vardır. Sünnet ehli m ezhepler genellikle Tanrı’ nın dilediği kimseye, dilediği azabı vere­ ceğini kabul ederken, mutezile mezhebin­ den olanlar Tanrı’nın azab vermesini ba­ zı ölçülerle sınırlandırırlar.

AZAP ya da AZEB a. (ar. "azab). Esk. 1. Bekâr, evlenm em iş erkek..— 2. Halk. Çiftlik amelesi, çiftlik uşağı. —Ask. tar. Azap, Türkler’de, özellikle Osm anlılar’da bir tür asker.fBk. ansikl. böl.) | A zap ağası, bu askerlerin en yüksek aşam adaki komutanı. || A za p çağırmak, bu sınıfın silah altında alınacağı duyuru­ su. || A zap kâtibi, azap ağasından sonra gelen ve azapların künyesini tutm ak, öz­ lük ve ödem e işlerine bakm akla görevli kişi. —Esk. denize. Bahriye azapları, XV. yy.’ın ilk yarısından itibaren osmanlı donanm a­ sının çekirdiğini oluşturan sınıf. (Bk. an­ sikl. böl.) —A n s İk l. Ask. tar. Azap, XIII. yy. sonla­ rından başlayarak çeşitli türk devletlerinde bir tür askeri anlatan askeri terim olarak kullanılmıştır. XIV. y y.’ın ilk yarısında, Aydınoğulları beyliğinde “ azap " denilen bir sınıf deniz askeri vardı. Bu azap askerle­ rinden ötürü bizans ve latin kaynakların­ da türk korsanlarına azaptan bozm a olara azapi ya da a sapi gibi adlar yakıştırıl­ dı. XV. y y .’da, Akkoyunlular ordusunda "azap askeri" diye bir sınıf bulunuyordu. A zap a s k e rin in g e liş m iş b iç im in e , Os­ m anlIla r’d a rastlanm aktadır. ilk d ö n e m le r­

azaserın mahzen ve dükkânlar, üstte cami bulu­ de azaplar, yaya ve deniz azapları olarak nur. Kapalı olan son cem aat yerine bir­ ikiye ayrılırken, daha sonra sınır kentler­ kaç basamakla çıkılır. Sinan’ın yeni bir de görev yapan kale azapları da bu sını­ m ekân denem esinin ürünü olan yapıda, fa katıldı. Osm anlılar'da, tü rk ordusunun sekizgen bir kasnakla, altısı bağımsız 8 eyaletlerden toplanan hafif piyade sınıfını ayağa oturan merkezi kubbe, yanlarda oluşturan azaplar, kara kuvvetlerinde tü­ sekiz yarım kubbeyle desteklenir. Köşe­ feğin yaygınlık kazanmasına kadar, sa­ lerdeki küçük kubbelerle yapı dikdörtgen vaşlarda önemli etkinlik gösterdiler. Bu sı­ biçim ini almıştır. XVI.yy. çinileri ve kalem nıfa gereksinim d uyulduğunda, yirmi ya işleri onarımlarla özgünlüğünü yitirmiştir, da otuz ev başına bir er düşm ek üzere ancak m erm er m ihrap ve m inber, ahşap “azap çağırm ak” denen yönteme başvu­ pencere kapakları özgündür. Cami yakı­ rulur, A na do lu ’nun güçlü, sağlam iri yarı nındaki Azapkapı Sebili ve sıbyan m ek­ ve bekâr tü rk gençleri arasından kefitli tebi Mahmut l’in annesi Saliha Sultan ta­ olarak toplanırlardı. Bunların maaşları, rafından yaptırılmıştır (1733). 1986’da sağlandıkları konutların bulunduğu semt­ gerçekleştirilen çevre düzenlemesiyle ca­ ler ya da eyaletler tarafından ödenirdi. mi daha belirgin bir biçimde açığa çıkmış­ A zap askeri, sefer sırasında tüm vergile­ tır. rin dışında tutulurdu. Yaya azaplar m ey­ dan savaşlarında okçu sınıfı olarak, m er­ AZAR a. (fars. âzüırden, incitm ek ten âkez ordusunun en önünde yer alırlar ve zar). 1. Bir kimseye yöneltilen sert, incitici buraya yapılan düşm an saldırılarına o k­ söz: Bu davranışıyla azarı hakettl. — 2. larıyla karşılık verirlerdi. Silahları ok, yay, (Bir kim seden) azar işitmek, (onun tara pala, kalkan ve kargıdan oluşan yaya fından) azarlanmak, paylanmak. azaplar, başlarına kırmızı börk giyerlerdi. —Esk. 1. Azar-dide, gönlü kırık. || A zar Bunların kendi içlerinde ayrı bir sınıf oluş­ -ende, inciten, incitici. || Azar-m endi, incituran atlılarına da Fârisan denirdi. tilmişlik, kırılmışlık. || Azar-resan, dert ve XVI. yy.'d a Osmanlı devletinde deniz üzüntüye uğramış. || Azar-reside, incin­ kuvvetlerine önem verilmesi üzerine miş, kırılmış. — 2. "in cite n, kıran, üzen” azapların "tüfenkendaz” ve ücretli olarak anlam larında birleşik sıfatlar yapar: Dil g em ilerde görev yapm aları benim senin­ -azar (gönül kıran), m erdüm -azar (insanı ce "Bahriye azapları" denen sınıf doğdu. ve uyarm ak; paylamak, çıkışmak: Ç ocu­ üzen, kaba) vb. ( -> BAHRİYE AZAPLARI.) Bunlar çekdiri ğ u azarlamak. Geç kaldığı İçin onu azar­ AZAR ya da ADAR sıf. (ar. azarr, (kürekli gemiler) dönem inde türk donan­ ladı. a darı). Esk. Ç ok zararlı, pek fena. m asında büyük yararlık gösterdiler. De: ♦ azarlanm ak edilg. f. Bir kimse söz­ niz azaplarının gemilerdeki önemi, yelken AZAR ya da AZER a. (fars. azâr). Esk. konusuysa paylanm ak: Azarlanm aktan dönem iyle birlikte sona erdi. Nebati, Keldani, İbrani, Süryani gibi eski korkm ak. Kale azapları, bu asker sınıfının üçün­ kavimlerin kullandıkları güneş yılına da­ ♦ azarlatm ak ettirg. f. Bir kim seyi cü bölüm ünü oluştururdu. Bunların sayı­ yanan takvim de mart ayı. Eski Iran ve Ce­ azarlatmak, onun azarlanm asına yol aç­ ları kalelerin büyüklüğüne göre değişir, lali takvim inde de m art ayı (perverdin) mak. bekâr olarak bulundukları kalelerde yatıp başlangıç olm ak üzere kasım ayı. kalkarlar ve çeşitli ocaklar halinde savun­ AZARLANMAK -> AZARLAMAK. — ANSİKL. M edhal-i azer kuralı, Osmanlı manın esasını m eydana getirirlerdi. XVII. devletinin resmi yıl olarak kullandığı mali AZARLATMAK -* AZARLAMAK. yy.'dan başlayarak ordularda ateşli silah­ yıl takviminde, her 33 yılda bir, 1 yılı at­ ların yaygın biçimde kullanılması üzerine AZARON a. (yun. asaron). Ç obandüdüm a kuralı (-» SIVIŞ YIL). 366 gün olan 12 kale azapları da, köprücülük ve lağımcılık ğ üne (Asarum europaeum ) halk hekim li­ güneş ayı, 355 günlük ay yılına sığm adı­ gibi istihkâm işlerinde görevlendirilir oldu­ ğin d e verilen ad. (Azaron kökü, kusturu­ ğından her yıl 11 günlük bir fazlalık çıka­ lar. cu, balgam söktürücü, idrar artırıcı, ateş rıyordu. Bu fazlalıklar da 33 yılda 1 mali Azapların ağa, kâtip, kethüda, bölükdüşürücü, müshil ve âdet söktürücüdür. yılın kaybolmasına neden oluyordu. Dev­ başı, bayraktar ve onbaşı gibi kom utan­ Eskiden m eyhaneciler tarafından çok letin bütçesinde çıkan karışıklığı ve hâzi­ ları vardı. Kale azapları günde 5 akçe alır­ içenleri kusturmak için kullanılırdı. Bu ne­ nenin zararını önlem ek için 1667 yılında ken, deniz azaplarının gündeliği 7 akçe denle m eyhaneciotu d a denir.) kullanılmaya başlanan m edhal-i a zer ku­ idi. Kara kuvvetlerinde hafif piyade birlik­ ralı, 31 o cak 1341 (1925)'de 698 num a­ ■Azarya, M oliere’in C im ri(L 'Avare) adlı lerini oluşturan azaplarsa yalnız sefer sı­ ralı yasa ile kaldırılmıştır, g üldürüsünden A hm et Vefik Paşa’nın rasında askere çağrıldıklarında düzenli AZÂR çoğl. a. (ar. ‘d z r’ün çoğl. a ’zar). yaptığı uyarlam a (1879). Ö zgün yapıtta­ aylık alırlar, barışta kendi başlarının çare­ ki ünlü Flarpagon tipi, Azarya adlı bir yaEsk. Özürler; engeller, bahaneler: Azâr-i sine bakm ak zorunda kalırlardı. Öte yan­ baride (soğuk özürler, hoş karşılanmayan hudi olarak işlenmiş, öteki oyun kişileri de dan, kale azaplarının bir bölümü ulufeli, özürler). azınlıklardan seçilmiştir. 1924-1925 döne­ bir bölüm ü de tımarlıydılar, yer açıldığın­ m inde Ferah tiyatrosu’nda sahnelenen da ulufeli azap, değ e r görülürse tımarlı AZARA a. Batı A frika ’nın kurak bölge­ oyunun başlıca rollerini Behzat (Butak), koğuşuna geçerdi. Azaplar, Mahmut II lerinde döşem e ve çatı yapım ında kulla­ Kemal (Küçük) ve Eliza Binemeciyan pay­ dönem inde yeniçeri ocağıyla birlikte or­ nılan kil esaslı karışıma donatı işlevi g ö ­ laşmıştı. tadan kaldırıldılar (1826). ren, palm iye ağacından lata. — Esk. denize. Azapların 7-8 tanesi bir bö­ AZASERİN a. (fr. azaserine). AntimetaAZARA. Tar. coğ. Anadolu'nun Phrygia lük sayılır ve bölükbaşılarına reis" denir­ bolitler g rubundan antineoplazik antibibölgesinde yerleşme. Philomelion’un (Ak­ di. Reisliğe genellikle bâdbanî denilen şehir) doğusunda. Konya'nın Akşehir il­ yelkenciler getirilirdi. Reis aynı zam anda çesi, Reis bucağına bağlı Gözpınar (esk. gemi süvarisi olursa vardiyabaşı diye anı­ Azarı) köyünün yerinde olduğu sanılıyor. lırdı. Bir gem iye tek başına komuta eden reise de kaptan denirdi. Ancak, kaptan AZARA (Felix), İspanyol bilgin (Barbuolabilm ek için savaşta bir düşman gem i­ nales, Ftuesca eyal. 1746 - ay. y. 1811). D iplom at ve devlet memurları yetiştiren sini ele geçirm ek gerekiyordu. B ey* g e ­ aragonlu bir ailenin üyesiydi. 1781'de, m ilerine değil devlete ait gem ilere kom u­ San ildenfonso antlaşmasını yürürlüğe ta edenlere “ hassa reisi" "hassa kaptan" koym ak üzere A m e rika ’da görevlendiril­ ya da “ fenarlı reisi” denirdi. Bunlar g e ­ m ilerine fener takardı. Bahriye azapları­ di. Yirmi yıl orada kaldı, kendini Paragu­ ay ve Rıb de la Plata bölgelerinde doğanın bir bölümü gem ilerde, bir bölüm ü de bilim araştırmalarına adadı; aralarında Vitersanelerde hizm et görürdü. G em ilerde ajes a traves de la Am erica m eridional in hizmet görenlere “ azaban-ı donanm a", tersanelerde çalışanlara da "azaban-ı de bulunduğu (1809), çok sayıda yapıt tersane” denirdi. Tersane azapları m uha­ yayımladı. fızlık yapardı. Gem ilerde hizmet gören AZARİ ya da AZARİŞ a. (fars. azâri, aazaplar da kalafatçı, topçu, kumbaracı, zâriş). Esk. 1. incitme, kırma. — 2. Dert, dülger, marangoz, düm enci, yelkenci ve küskünlük. vardiyan olarak ayrılırdı. AZARİAS ya da O ZİAS, 10. Yahuda AZA P gölü ->AKTAŞ gölü. kralı (781-740). Saltanatı dönem inde tica­ ret ve tarımın gelişmesiyle büyük bir ikti­ ■ Azapkapı camisi, İstanbul'da cami. sadi refah görüldü. Cüzzama yakalandı Unkapanı köprüsünün başında, Tersane ve tahtını oğlu Y otam 'a bıraktı. kapısının karşısındadır. Sokullu Mehmet Paşa tarafından M imar Sinan’a yaptırıldı­ ÂZÂRİŞ • ÂZÂRİ. ğından (1577), Sokullu Mehmet Paşa ca ­ AZARLAMAK g. f. B ir kim seyi azarla­ misi de denir. Konumu nedeniyle iç ve dış avlusu yoktur. Fevkani bir yapı o lu p altta mak, onu sert ve incitici sözlerle kınamak

1133

Azapkapı camisi (1577) Mimar Sinan’ın yapıtı İstanbul

Azarya’nın Darülbedayi’deki bir gösterimi (1928)

azaserin yotik; akut lösemilerin tedavisinde kulla­ nılır.

1134

AZAT a. (fars. Szâd). 1. Serbest bırak­

JU . NH

aza-6-urasil

Azay-le-Rideau

şatosu’nun (1518-1529) güney cephesi

ma. — 2. Tar. Bir köleyi azat etmek, ona özgürlüğünü vermek, onu serbest bırak­ mak. (Bk. ansikl. böl.) — 3. Bir kimseyi (bir şeyden) azat etmek, onu bir baskıdan, bağdan kurtarmak. — 4 . B ir hayvanı (ge­ nellikle kuşu) azat etmek, onu salıvermek. — 5. Esk. Talebeleri (m ektepten) azat et­ mek, onları dersten, okuldan çıkarmak. — 6. Azaf olmak, özgürlüğü verilmek, ser­ best bırakılmak. — 7. A zaf buzat, beni cennet kapısında gözet, bir kuş, bir hay­ van salınırken söylenen tekerleme. —ANSİKL. Eskiçağda azat. Eski Yunanis­ ta n 'da köleler sahiplerinin kararıyla özgür­ lüklerini elde ederlerdi (ama köle sahibi, param one hükm ü uyarınca köleleri, öz­ gürlüklerine kavuştuktan sonra da, ömrü boyunca kendi hizm etinde tutabilirdi). Azat değişik biçim lerde olurdu (vasiyet, bir tanrıya hayali satış, site magistratus' ları önünde açıklama), am a hangi biçim ­ de olursa olsun, azat edilene siyasal hak­ lar sağlamazdı. Devlet, kom plo ihbarla­ rını ödüllendirmek ya da tehlike durumun­ da, köleler arasından asker toplam ak için bazı kölelerin azat edilmesine karar vere­ bilirdi. Rom a'da, azat (manumissio) köleyi yurttaş haline getirirdi. Am a bu durum, kölenin sahibine bağımlılığının sona erdi­ ği anlamına gelmezdi: azatlı (libertinus), artık patronu haline gelen paterfam ilias'a bağlılığını sürdürürdü. Azatlık, yurttaşlık yasasına göre şu üç yoldan gerçekleşi­ yordu; 1. p e r vindictam (hayali bir dava­ da yargıcın köleyi özgür ilan etmesi); 2. p e rce n su m (köle sahibinin, köleyi nüfus kayıtlarına geçirtmesi); 3. p e r testamentum (vasiyetle). Ama, Cumhuriyet dönem inin sonlarına doğru, aralıksız savaşlar dolayısıyla, kö­ leleştirilerek R om a'ya getirilen çok sayı­ da barbarın, azat edilmeleri durum unda devleti ele geçirm esinden korkuldu. Bu yüzden, Augustus yasasını tamamlayıcı nitelikteki Tiberius yasasıyla, azat etme özgürlüğü çeşitli yollardan sınırlandırıldı. L ex Fufia Caninia (İ.Û. 2) ile köle sahip­ lerinin ölüm döşeğinde, hangi yoldan olursa olsun, azatlı sayısını artırmaları en­ gellendi. L e xA e lia Sentia (İ.S. 4), reşit ol­ mayanların köle azat etmesini yasakladı ve otuz yaşından küçük kölelerin azat edilmesini bazı istisnalar dışında yasak­ ladığı gibi, bu istisnai hallerde de azatlamanın p e r vindictam 'üan hemen sonra yapılması koşulunu getirdi. Aynı yasa, kö­ le sahibinin, alacaklılarından gizli olarak ya d a resmi olm ayan yollardan yapaca­ ğı azatları da geçersiz ilan etti. Nihayet, lex Junia, ya da Junia N orbana (büyük bir olasılıkla İ.S. 19), "Ju n ia Latinleri" de­ nilen yeni bir azatlılar türü ortaya çıkardı.

gün ya da 40 gün) kölesini azat edeceği­ Bunların statüsü de latinlerinkiyle aynıy­ dı, ama daha ağırlaştırılmıştı: Junia Latin­ ni belirtmesi gerekirdi; koşulun gerçekleş­ leri, ne miras alabiliyor, ne de vasiyette mesiyle tereke değeri ne olursa olsun kö­ le azat olurdu. bulunabiliyor ve ancak otuz yaşını doldur­ duktan ve yeni bir azatlık işleminden geç­ Azat belgelerinde, azatlının öteki özgür insanlar gibi özgür olacağı belirtilirse de, tikten sonra tam yurttaş (cum suffrageo) kölelikten kalma etkiler tüm olarak orta­ olabiliyordu. R om a'da azatlıların hukuki durumu. dan kalkmaz. Efendi ve mirasçılarının azatlı üzerindeki denetim hakkı sürer, Klasik hukukta üç tür azatlı (liberti) vardı, azatlı daim a efendisinin azatlısı olarak ta­ 1. Yurttaş azatlılar, m anum issor'un (azatnınır. Azatlı öldüğünde efendisi, efendi öl­ çı) "gentilicius” unu, küçük adını, ikam et­ müşse mirasçıları, azatlının vârisleri ara­ gâhını ve uyruğunu alıyorlardı; ama, site sında yer alır. hakları sınırlıydı; n e ju s h o n o ru m ’a, n e d e ju s militae'ye sahiptiler, jus sutfragi!den ise AZAT a. Ormanc. Denizli yöresinde, ge­ bütünüyle yoksundular. Efendilerine karşı nellikle çapları 30 c m ’yi geçmiş kalın, yaş­ fiilen ve yasayla belirlenm iş bir minnet lı tek meşe (Ouercus) ağaçlarına verilen borcu altındaydılar; onun vasiliğindeydiad. (Palamutmeşesi [O. aegilops] bu ta­ le'r. Önceleri süresiz olan azatlılık durumu, nımın dışındadır.) zamanla ikinci kuşağa, daha sonra da bi­ A Z A T , Kars’ın merkez ilçesi, merkez rinci kuşağa kadar indirildi. bucağına bağlı köy; 544 nüf. (1990). Kı­ 2. Azatlı Junia Latinleri, ancak ju s comlıç Kökten’in yörede yaptığı araştırmalar­ m ercii sahibiydiler ve ne vasiyette bulu­ da (1940’tan sonra), bakırçağ, hitit, kla­ nabilirlerdi ne de m iras hakları vardı. sik dönem katmanları bulunan bir höyük Ölümlerinde malları ve mülkleri "tasarruf” saptandı. olarak yeniden efendilerine dönüyordu: AZATİYOPRİN a. (fr. azathioprine). azatlı olarak yaşayıp, köle olarak ölüyor­ M erkaptopürin (antipürik) türevi antimelardı. Am a site haklarını birçok yoldan ka­ tabolit; otoimmün (özünebağışık) hastalık­ zanabilirlerdi. larda ve organ nakillerinde im m ünodep3. Dediticii azatlılar, Roma sitesinden dış­ resör olarak kullanılır. lanmışlardı. G eç im paratorluk devrinde, azatların AZATLAMA a. Tar. Köleye özgürlüğü­ çoğalmasını teşvik eden Kilise’nin etkisiy­ nü verme, bağışlama. le, azat şartları köklü değişikliklere uğra­ AZATLAMAK g. t. 1. Tar. B ir köleyi dı. azatlamak, onu azat etmek. — 2. B ir ku­ iustinianos, çeşitli azatlı kategorilerini şu azatlamak, onu salıvermek. — 3. Esk. kaldırdı; bütün azatlılar yurttaş oldu. Bu­ Çocukları azatlamak, okuldan g önder­ nunla birlikte, aileler, azatlılarını ve bun­ mek, serbest bırakmak. ların çocuklarını toplu halde kendi çevre­ AZATLI sıt. ve a. Tar. Azat edilm iş köle lerinde kalmaya zorladılar. Böylece vesa­ ya da cariye için kullanılır. yet kurum u yeniden oluştu. —Tar. Azatlı cariye, saray harem inde hiz­ .• R om a 'da azatlıların toplum sal durumu. met süresini dolduran cariye. (Cariyeler Toplum un hırslı ve dinam ik bir öğesi olan osmanlı saray harem inde dokuz yıl hiz­ azatlılar, iktisadi yaşam da önemli bir rol met ederler, bu süre sonunda azatname oynadılar. Büyük ailelerce hor görülen ti­ [ıtıkname] verilerek serbest bırakılırlardı, caret işleri, zanaat, hatta sanayi etkinlik­ isteyen cariye azatnamesini yakarak sa­ leri, serbest m eslekler ve bankacılık on­ rayda kalırdı. Ayrılanlardan evlenecek ların elindeydi. Resmi dairelerde çalışan olanlara çeyiz de yapılırdı.) im paratorluğun eski azatlıları, olağanüs­ tü bir güç, siyasi nüfuz ve servet elde et­ AZATLIK a. Azat olm a durum u. tiler (Claudius zam anında Pallas ve Nar♦ sıt. Esk. Azat edilm e zamanı gelmiş cissus, Neron dönem inde Epaphroditus). ya da azat olma hakkını kazanmış cari­ Bununla birlikte, azatlıların hor görülm e­ ye, köle için kullanılır. si ve yeni zenginlere özgü tavırlarının yüz­ lerine vurulması hep devam etti. Sonra­ ■AZAURASİL a. (fr. azaûracile). Org. dan görm e azatlı tipini Petronius'un Satikim. Aza-6 urasil, urasilin 6 konum unda ricon 'unda Trim alchio çarpıcı bir biçim de CH grubunun yerini bir azot atomunun al­ canlandırır. masıyla oluşan C 3 H3N30 2 form üllü bile­ — Ikt. tar. insanı bir çeşit mal ya da meta şik. (Azaüridinin bireşim inde kullanılır.) haline getiren kölelikte, köleyi satmak ka­ AZAÜRİDİN a. (fr. azaüridine). Org. dar azat etm ek de fazla bir işlem gerek­ kim. ve Eczc. Aza-6-üridin, aza-6 ürasilin tirmezdi. İslam hukukunda, köle sahibinin ribonükleoziti. (Kanser tedavisinde kulla­ iki tanık eşliğinde "azat ettim ” demesi yenılır.) terliydi. Ancak, kölenin, kaçak köle diye AZAVAD, Nijer ırmağı dirseğinin K.'inyakalanıp hapsedilmemesi ve iki tanık bu­ de (Mali) büyük erg (kumul) alanı. Yağ­ lup azat edildiğini kanıtlayana kadar öz­ mur mevsiminde, otlu çayırlar yetiştiği za­ gürlüğünün kısıtlanmaması için kadılıklar­ man, Tuaregler ve sürüleri A zavad’da do­ d an bir azatlık belgesi (ıtıkname) alınırdı. laşır. Osmanlı top lu m u n da köle, karşılıksız (hasbeten lillahi taâla), bir bedel karşılığın­ ■ AZAY-LE-RİDEAU, indre-et-Loire'da da, bir sözleşme ile (mükâtebe) ya da ölü­ (Fransa) kanton merkezi, Touraine'de, m e bağlı bir tasarrufla (mutlak ya da m u­ Indre ırmağı kıyısında; 2 749 nüf. ilk Rö­ kayyet te d b ir ile) azat edilirdi. Efendisin­ nesans’ın en niteleyici yapıtlarından biri den çocuğu olan cariye (çocuk anası, olan şato 1518-1529 arısında, indre ırma­ ümm ül-veled), efendisinin ölümü üzerine ğındaki küçük bir adada, maliyeci Gilles azat olurdu. Berthelot için yapılmıştır. M ükâtebe, efendinin kölesini m ahke­ AZAZ a. (ar. ’ azaz). Esk. Sert toprak. m ece düzenlenen bir belge çerçevesin­ AZAZEL, çöl şeytanı. H er yıl, yahudilede, ya belli bir süre hizm et etm ek (5 ile rin Kefaret bayram ında, israiloğulları’nın 12 yıl arasında), ya belli bir çeşit m aldan tüm günahları simgesel olarak bir keçinin kararlaştırılan bir m iktarı üretm ek (XV. ("kefaret keçisi” ) sırtına yükletildikten son­ yy.’da, Bursa kadı sicillerinde 5 to p kem ­ ra, hayvan çöle götürülüp Azazel’e tes­ ha ya d a 20 to p kadife dokum ak gibi an­ lim edilirdi. laşm alara sık rastlanır), ya da belli bir tu ­ tarı ödem ek koşuluyla azat etmesidir. AZÂZET a. (ar. cazâzet). Esk. 1. Güçlü­ Ölüm e bağlı bir tasarrufla azatta, efen­ lük, büyüklük. — 2 . Şan, şeref, itibar. dinin, ölüm ünden yedi gün önce "aza t­ — 3. Az bulunurluk, değer, kıymet. sın” demesi mutlak tedbirdir. Bu du­ AZAZGA, C ezayir’de kent, B üyük Karum da köle, ancak değerinin, efendisinin biliye’de.Tizi-U zu'nun D .'s u n d a ;2 3 200 terekesinin üçte birini aşmaması d uru ­ nüf. m unda azat edilirdi. Koşullu (m ukayyet) AZÂZİL a. (ar. ’a z â z il). İslam inancına ted b ird e efendinin, ölüm le sonuçlanabi­ göre, şeytanın Tanrı'ya başkaldırm adan lecek bir hastalık durum unda, belirli bir önceki adı. sürede iyileştiği ta kd ird e (örneğin, yedi

Azerbaycan AZB a. (ar. ’ azb). Esk. 1. Isırma. — 2.

' 'Nice azb o/masun bana şeha ışkun azâbı k im " (Ömer bin Mezid, XV. yy.).

Piemonte’nin Custoza ve Novara’da uğ­ radığı bozgundan ve Carlos Alberto’nun tahttan çekilmesinden sonra, Vittorio Emmanuele II, 7 mayıs 1849’da, Azeglio'ya bakanlar kurulu başkanlığı görevini ver­ di. Azeglio bunun üzerine Statuto'yu ko­ rum aya ve içte reformları başlatmaya ça­ lıştı. 1852’de yerine Cavour getirildi.

A Z B İ, asıl adı M u s ta fa Ç a vu ş,'tü rk şa­

AZEL sıf. (ar. a’ zet). Esk. 1 .Yalnız, tek

Kesme. — 3. Şiddetli azarlama. —4 . Has­ talık yüzünden hırpalanma. ♦

sıf. Keskin.

AZB sıf. (ar. razb). Esk. Tatlı, hoş, leziz:

ir (Kütahya ? - İstanbul 1736). İstanbul' d a saray çavuşlarındandı. Niyazi-i Mısri" ye bağlandı. Şiirlerinden halvetilik yanın­ da bektaşilikle de ilişkisi bulunduğu an­ laşılmaktadır. M ürgnâm e, Baharnâme, Selâmnâme, Hayvannâme, Şatrânçnâme gibi başlıklar taşıyan manzumeler, On iki im am için mersiyeler, m üseddes, gazel ve tarihler içeren D iva n 'ı vardır. Şiirlerin­ de nazım tekniğine önem vermemiştir. Tahmis-i Derviş A z b î Divan-ı M tsrî Elendi (1867) basılmış tek yapıtıdır.

AZCA be. Çok az, oldukça az. AZCAPOTZALCO, M exico’nun (M ek­ sika) kuzey-batı banliyösünde yerleşme merkezi. Petrol arıtımı ve petrokim ya te­ sisleri.

AZCARRAOA (Marcelo), İspanyol ge­ neral ve siyaset adamı (Manila 1833 -M adrid 1915). Carlos taraftarlarına karşı savaştı ve C artagena’ nın kuşatılmasına katıldı (1873). 1890 ve 1895 'te savaş ba­ kanlığı, 1897-1904 arasında da birkaç kez başbakanlık yaptı.

A z e la ik asit, fo rm ü lü H O — C O — (CH2)7 — CO— OH olan diasit; oleik ya da risinoleik asit yükseltgenerek elde edilir.

AZELYA a. Açalyanın (azalea) az kulla­ nılan başka adı. lanca'nın G.-B.'sında, Um er-Rebia ırma­ ğının ağzında; 17 200 nüf. Yukarı kesi­ m inde Portekizliler’den kalma (XVI. yy.) bir surun sınırladığı eski kasabanın da yer aldığı bu güzel görünüm lü kentin beyaz evleri, Um er-Rebia’nın yanında yukarıla­ ra doğru kat kat sıralanır. Ticaret m erke­ zi. Balıkçılık. Burası, Kartacalılar’ın ve Romalılar'ın ticaret acentesi Azam a'dır.

A Z D A VA Y , Karadeniz bölgesinin batı

AZMAK

rin babasının adı.Putlara Tanrı diye tapar ve putçuluk yapardı. İbrahim onu birkaç kez uyarmış, am a yararı olmamıştı. A^er adı sadece K uran'da geçer.

A zebler nam azgâhı, Ç anakkale’nin Gelibolu ilçesinde, deniz feneri yanında nam azgâh. Korkuluklarla çevrili, üstü açık, 12,5 x 10 m boyutlarındadır. Biri kü­ lahlı, öteki açık iki minberi vardır. Mermer­ d en b ir niş içindeki, m ukarnas bezemeli m ihrabın yanlarında, sütunlar ve süslü pencereler bulunmaktadır. Yazıtlı kapı, di­ limli ve rumi süslemelidir. Yazıtında ladikli Süleym an oğlu Âşık tarafından yapıldığı (1407) belirtilmektedir. Türünün en iyi ör­ neklerindendir.

AZEFFAL kum ulları, M oritanya'da kum ul dizisi, N ua d h ib u 'nu n D .'sunda G. -B .'d a n K.-D.’ya doğ ru uzanır.

AZEOLİO (Massimo TAPARELLİ, — m ar­ kisi), İtalyan siyaset adamı ve yazar (Torino 1798 -ay. y. 1866). 1821 'den itibaren, aydınların ulusal diriliş (Risorgimento) ha­ reketine katıldı. Yazdığı iki tarihi roman: Ettore Fieramosca (1833) ve N iccolo de L ap i (1841), onu R isorgim ento'nun lider­ lerinden biri haline getirdi. 1845'te kral Carlos A lbe rto ’dan bu hareketi destekle­ yeceğine dair söz aldı; 1846'da, Sardinya kralı Carlos A lberto önderliğinde bir li­ beral İtalyan konfederasyonu kurulfnası fikrini savunan en önem li yapıtı Gli Ultimi Casi d i R om agna'yı yayımladı. 1848 ha­ reketinde faal bir rol oynadı.

Kızılburun Gökçay Maştaga Berde I II f GÖKÇE ^

Ş

Görü

.

YUKARI KARABAĞ*ı Stebanakert Salyan

HAZAR DENİZİ Lenkeran

AZAR.

çağı, bir pervane boyunca sıralanmış diş­ lerden oluşan ve çarklara kuşak yönte­ m iyle diş açm aya yarayan freze bıçağı.

rinde donanm a hizm etlerinde görevlen­ dirilen asker.

Mihaylovka Haçmaz

Kim. EŞKAYNAMA'nın eşanlamlısı.

AZER (ibr. azer). İbrahim peygam be­

AZEBAN a. Ask. tar. Anadolu beylikle­

IRCİSTAN jk

AZER a. (fars. azer). Esk. 1. Ateş: "Et-

AZDIRMA a. Teknol. Azdırm a freze bı­

AZDIRMAK - AZMAK. AZEB sıf. (ar. a ’zeb) Esk. En tatlı. AZEB -> AZAP.

AZERBAYCAN

DAĞISTAN

Kim. EŞKAYNAR'ın eşanlamlısı.

AZER -

EZDÂD.

devlet; 86 600 km2; 7 145 000 nüf. (1990). Başkenti Bakü. Resmî dili Azeri­ ce (Türkçe). Ülkenin G .-B.’sındaki engebeli Karabağ özerk bölgesi (4 000 km2; 164_000

AZEOTROPİ a. (fr. azâotropie). Fiz. ve

AZDIRILMAK -

AZDAD -

■ AZERBAYCAN, Güney Kafkasya’da

AZEOTROP sıf. (fr. azĞotrope). Fiz. ve

bölüm ünde, Kastamonu'ya bağlı ilçe; 14 029 nüf. (1990). 1 266 km2; 1 bucak, 49 köy. Merkezi Kastamonu'nun 71 km kuzey-batı’sında Azdavay, 3 893 nüf. (1990).

cazıd. cazud). Esk. 1. Kolun üst kısmı. — 2. Destek. — 3. Kuvvet, kudret. — 4. Azdud-devle, devlet desteği.

platosunun kuzey-batı ucunda. Sert ik­ limli, yanardağlar (Sehend, Savelan) içe­ ren, bazıları göllerle (Orumiye gölü) kaplı havzalara bölünm üş bir yüksek platodur, iki ile bölünür: Batı Azerbaycan (44 000 km2; 2 476 000 nüf. [1990]; merkezi Oru­ miye)', D oğu Azerbaycan (67 000 km2; 5 037 000 nüf. [1990]; merkezi Tebriz). Azeri kökenli halk, komşu Gilan ve Zencan illerine taşarsa da, Azerbaycan hâ­ lâ, İran'da, türk azınlığın başlıca odağı­ dır. ( - * AZER İLER.)

başına kalmış. — 2. Silahsız, savunmasız.

AZEMMUR, Fas’ta liman kenti, Casab-

1135

AZERBAYCAN, İran’da bölge, İran

AZELAİK sıf. (fr. azĞtaique). Org. kim.

fal ditreşür sanasın âzer ü stin e " (Nev'i, XVI. yy.). — 2. Azer-ahş, yıldırım. || Azer -asa, ateş gibi, kıpkızıl.||Azer-gede, ateş­ perestlerin tapınağı.|| Azer-gun, azer-yun, ateş renkli; kırmızımtırak renkli, pis koku­ lu bir çiçek.||Azer-peresf, azer-kiş, ateşe tapan. || Azer-şeb, ateşte yanm adığına inanılan sem ender; şimşek. — Mit. A ze r Behram, Bundahişn’e göre, rahipler, savaşçılar ve çiftçi kastlarına öz­ gü üç ateşin b irle şim i! A ze r Burzin Mihr, Sasaniler dönem indeki üç âteşgede'den biri. Horasan'da, R ivend’de buluna.ı bu âteşgede, çiftçilere özgüdür.

AZCIK - AZICIK. AZD, AZID ya d a AZUD a. (ar. cazd,

derasyonuma, 1936'da SSCB fedaral cumhuriyetleri arasına katıldı, ikinci Dün­ ya Şavaşında sovyet, savaş ertesi İran egem enliği altına girdi.

AZERBALI a. Doğu Karadeniz bölge­ sinde elde edilen ve yanık yaralarının üze­ rine merhem gibi sürülerek kullanılan bal çeşidi.

ha v a lim a n ı

l 0 0 0 0 0 0 'd a n fa z la

k a ra y o lu £ • d e m iry o lu •

1 0 0 0 0 0 ila 1 0 0 0 0 0 0 an 5 0 0 0 0 ila 1 0 0 0 0 0 arası 5 0 0 0 0 'd e n a z

nüf.; merkezi Stepanakert) ile Ermenistan, Türkiye ve Iran arasındaki Nahçıvan özerk cumhuriyeti (5 500 km2; 252 000 nüf.; merkezi Nahçıvan), yönetim bakımından A zerbaycan'a bağlı alt bölümlerdir.

AZERBAYCAN, Batı Asya'da, Azer­ baycan Cumhuriyeti ile İran arasında bö­ lünmüş bölge. Eskiden Ahemeni im paratorluğu’nun A turpatakan ilini oluşturan bu bölge, Ro­ ma devrinde Parth krallığı'nın bir p arça­ sıydı. 639-643 arasında Araplar tarafın­ dan fethedilip İslâmlaştırıldıktan sonra, XI. yy.’da Selçuklularda ele geçirildi ve İran kökenli halkı türkçe konuşmaya başladı. XIII. yy.’da, Azerbaycan, Tebriz’i ken­ dilerine başkent yapan moğol asıllı İlhan­ lIlar im paratorluğu’nun bir parçası oldu. XIV.-XV. yy.’larda önce Timurlenk, sonra da Akkoyunlu Türkmenler tarafından fet­ hedildi. XVI. yy.'da Şiiliği devlet dini ola­ rak kabul eden Safeviler'in başlıca kalesi haline geldi. Osmanlı Türkleri, Safeviler'e karşı ülke üzerinde hak ileri sürüp birçok kez burayı ele geçirdiler. İran, 1928’de, Türkmençay antlaşması ile Kuzey Azer­ baycan'ı Rus im paratorluğu'na bıraktı. 1917 devrim i'nden sonra Rus Azerbaycanı bağımsız bir cum huriyete dö­ nüştü (mayıs 1918) ve peşpeşe ingilizler (general L. C. Dunsterville, ağustos-eylül 1918), Türkler (eylül-ekim 1918) ve yine ingilizler (general Thomson, aralık 1918) tarafından'ele geçirildi. Daha sonra, Kızıl ordu tarafından alınan Azerbaycan, 1920 ağustosunda bir Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti oldu, 1922’de Kafkasardı fe­

C OĞRAFYA Azerbaycan'da yerbiçim leri bakımın­ dan üç bölge ayırt edilir. Ülkenin K.'ini Büyük Kafkaslar'ın D. kesimi kaplar. Yer yer 4 000 metreyi aşan (Bazardüzü doru­ ğu 4 489 m) bu dağlar G.-D.’ya doğru al­ çalır ve tepelere, platolara dönüşerek Hazar kıyısına kadar uzanır. Ülkenin G. kesimini, K.-D. Anadolu engebelerinin uzantısını oluşturan Küçük Kafkas dağ la ­ rı (Şahdağ 3 305 m) ve yüksek platolar (Karabağ'da 3 593 m) kaplar. Yerbiçimi bakımından ayırt edilen üçüncü bölgeyi, adı geçen iki dağlık kesim arasındaki Ku­ ra çöküntü alanı m eydana getirir. Kura ve onunla S abirabad'da birleşen Aras nehirlerinin ve kollarının alüvyonlarıyla dolm uş olan bu çukurluk, G.-D.’daki Ha­ zar denizi'ne doğru genişleyen üçgen bi­ çim li bir ovadır. İklim, engebeliğin de et­ kisiyle, bölgeden bölgeye önemli farklar gösterir. Yazlar sıcak (temmuz ortalam a­ sı iç kesim de 28°, kıyıda 26°), kışlar so­ ğuktur (ocak ortalaması 2-3° dolayında). Doğal koşullar, özellikle iklim, arazi kulla­ nımını ve kırsal iktisadı da etkiler. Büyük Kafkaslar'ın, dağlardan inen akarsularla sulanan yam açlarında meyve bahçeleri ve bağlar geniş yer tutar. Kurak ve yer yer bataklıklarla kaplı Kura çukurunda,

Azerbaycan Cumhuriyeti’ nde

Kura ırmağının deltasından bir görünüm

önemli değerlendirm e ve İslah çalışm ala­ rı yapılmıştır. M ingeçaur barajından baş­ layan iki kanal, Kura’nın sularını, eskiden çorak olan topraklara ulaştırır. 1 milyon hektarı aşkın (tarım alanının dörtte biri) toprak kazanılması sayesinde sulama, pamuk ve meyve ağaçları yetiştiriciliğinin geliştirilmesine, tahıl ve yem bitkileri ta ­ rımlarının yoğunlaştırılmasına katkıda bu­ lunmuştur. Sanayileşme, petrol çıkarılma­ sıyla yakından ilişkilidir. XIX. yy. sonunda işletilmeye başlanan Bakü yatağı, gün­ den güne tükenm ekte ve Hazar denizi’ndeki uzantısının işletilmesi, gerilemeyi kapatmaya yetmemektedir. 15 M t’un altı­ na düşen üretimin artık besleyem ediği Bakü'deki üç büyük rafineride, Kazakis­ ta n ’dan getirilen petrol de işlenmektedir. Akaryakıt üretimiyle ilişkili olarak gelişen iki büyük uzmanlaşma dalı, başlıca sana­ yi etkinliklerini oluşturmaktadır: kimya sa­ nayisi (özellikle petrokimya sanayisi) ve makine sanayisi (özellikle petrol ve doğal gaz üretimi için gerekli donatım). Yakın dönem de kurulan ve yeni tesislere (Gen­ ce alümin fabrikası) karşın, metalürji sa­ nayisi aynı derecede önemli değildir. Do­ natım malları sanayilerinin büyük ölçüde Bakü’de ve Sum gayt’ta toplanmış olm a­ larına karşılık, imalat etkinlikleri (dokuma, besin, vb. sanayiler) birçok küçük merke­ ze (Şeki, Mingeçaur, Evlah) dağılmıştır. TARİH Romalıların Albania. arapların Aran de­ dikleri Azerbaycan, VII. yy.’da arap istila­ sına uğradı ve çok geçm eden İslamlaştı. IX. yy’da bu topraklarda yaşayan İranlIla­ rın yerini Türkler aldı, zamanla birçok hanlık kuruldu. Moğol egemenliği ve Safevî hanedanı zamanında daha da g ü ç­ lenen hanlıklar, uzun yıllar bölgeye ege­ men oldular. XIX. yy.’da bölge Rusya’yla İran arasında bölüşüldü. Genelde Aras nehri'nin kuzeyi Rusya'da, güneyi İran'da kaldı (1828 Taşlıçay antlaşması). XIX. yy.’ın sonlarına doğru Bakü oir pet­ rol üretim merkezi oldu; Bakü-TiflisBatum ve Bakü-Stavropol demiryolları yapıldı. 1917: Azerbaycan bağımsızlığa kavuştu, ama Bakü’de ermeni Stepan Şaumyan (1878-1918) yönetim inde kuru­ lan ayrı bir hükümet rus bolşevikleriyle birlik oldu. Azerbaycan, Ermenistan ve _Gürcistan arasında girişilen Transkafkasya Federasyonu tasarısı gerçekleşem e­ di. 1918: Bakü komünistlerine karşı Azerbaycan-Türkiye ittifakı kuruldu. Gence başkent olmak üzere bağımsız Azerbay­ can Cumhuriyeti ilan edildi. Bakü, osmanlı birliklerince işgal edilerek hükümet merkezi buraya aktarıldı. Sonbahara doğru ingilizler Bakü’yü işgal ettilerse de kısa sürede boşaltmak zorunda kaldılar. Feth Ali Han Hoyî, Bakü’yü ele geçirerek

Azerbaycan hükümetini kurdu. Aralık ayında yapılan seçim ler sosyal dem ok­ ratların zaferiyle sonuçlandı. 1920: Azer­ baycan Cumhuriyeti Müttefiklerce fiilen tanındı. Bunun ardından Kızılordu bütün A zerbaycan’ı işgal ederek Azerbaycan Sovyet Sosyalist C um huriyeti’ni kurdu. 1922: Azerbaycan Cumhuriyeti Transkafkasya Federasyonu’na katıldı. 1923: Ha­ zar Denizi’nde, ilk petrol kuyusu açıdı. 1936: Azerbaycan Sovyetler Birliği'ne bağlı ayrı bir federe cum huriyet oldu. 1988: azeri-ermeni gerginliği arttı. Sumgayt’ta çatışma: Bakü ve Erivan’da karşı­ lıklı gösteriler. 1990: Bakü’de azeriermeni çatışması. Kızılordu, Ermenileri korumak üzere m üdahale etti. Bakü’de olağanüstü durum. Azerbaycan parla­ mentosu bağımsızlık kararı aldı. Azer­ baycan’ın içinde “anklav” durum unda olan Yukarı Karabağ’ın özerklik statüsü kaldırıldı. Buna karşılık ermeni çoğunlu­ ğa dayanan Yukarı Karabağ parlam ento­ su bağımsızlık kararı aldı. K arabağ’da çatışmalar şiddetlendi. Ermeniler, azeri köylerini işgale başladılar. 1991: Ayaz Muttalibov cumhurbaşkanı seçildi. Genel seçimleri eski komünist partinin adayları kazandı. 1992: Ermeniler, Yukarı Karab a ğ ’la Ermenistan arasında bağlantı sağ­ lamak üzere Laçin’i ve çevresini ele g e ç i­ rerek; koridoru fiilen gerçekleştirdiler. A. Muttalibov cumhurbaşkanı seçimini erte­ lemeye kalkıştı, ama halkın şiddetli mu­ halefeti üzerine ülkeyi terk etmek zorun­ da kaldı. Muhalefet lideri Ebülfez Elçibey seçimi kazanarak cumhurbaşkanı oldu.

Azerbaycan, azeri kökenli bir halk oyunu. Kars ve çevresinde yaygındır. Topluca ya da bir kız bir erkek tarafın­ dan oynanır. AZERİ OYUNU da denir. Azerbaycan yurt bilgisi, A hm et Caferoğlu yönetim inde İstanbul’da yayımla­ nan aylık kültür dergisi (1932-1934, 36 sa­ yı). Azerbaycan ve türk kültürünün tanıtı­ mını am açlayan derg id e Fuat Köprülü, Zeki Velidi Togan, A bd ülka dir inan gibi yazarların incelem e ve araştırmaları ya­ yımlandı. AZERBAYCANCA a. Dilbil.

AZERİCE’

nin eşanlamlısı.

AZERBAYCANLI sıt. ve a. Azerbaycan halkından olan.

AZEROUŞNASB, Sasaniler dönem in­ de İran'da, savaşçılara adanm ış üç b ü ­ yük ateşin ikisine verilen ad. Taht-ı Süley­ m an’d a yapılan kazılarda, A zerbaycan’ da Azerguşnasb'a adanmış tapınağın ke­ sin yeri saptanmıştır.

AZERİ sıt. ve a. (fars. azer, ateş ve -/'d e n a zeri ).Kafkas ve İran Azerbaycanı’nda yaşayan tü rk soylu halktan olan.

♦ a. (Tamlayan olarak) azeri halkına ilişkin, ona özgü olan şey için kullanılır: A zeri türküsü. A ze ri türkçesi. A zeri ede­ biyatı. — ANSİKL. • A zeri edebiyatı. Azerbay­ can’ın tarih koşulları altında oluşan ve ge­ lişen azeri edebiyatı, iki büyük dönem e ayrılır: 1. İslam uygarlığı etkisindeki azeri edebiyatı, 2. Batı uygarlığı etkisindeki azeri edebiyatı. I - İslam uygarlığı etkisindeki azeri ede­ biyatı: XI.-XIII. yüzyıllarda Azerbaycan bölgesinde yazı dili olarak arapça ve farsça kullanıldı. Şehirlerde ve saraylarda farsça şiirler yazılırken, köylerde ve göçe­ be halk arasında sözlü bir azeri halk ede­ biyatı vardı. XIII. y y .’da m oğol istilası d o ­ layısıyla Türkistan'dan Azerbaycan'a göç eden tü rk aşiretlerinin etkisi ve katkısıyla yerli halk edebiyatı daha da canlandı. İslam uygarlığı etkisindeki yazılı azeri edebiyatı (azeri divan edebiyatı) XIV. yy.'d a n XIX. yy. sonuna kadar 6 yüzyıl sürmüştür. XIV. yy.: İslam uygarlığı etkisi altındaki azeri edebiyatının adını bildiğim iz ilk şai­ ri Hasanoğlu’dur (farsça şiirlerindeki mah­ lası Pûr-i Haşan). XIII. yy. sonlarıyla XIV. yy. başlarında yaşadığı sanılmaktadır. Azeri edebiyatının XIV. y y .’d a yetişen en önemli sanatçıları, şiir alanında Kadı Burhanettin (1344-1398) ile Nesimi (öl. 1404 ?); şiir ve nesir alanında Erzurumlu D arir’ d ir (XIV. yy. ikinci yarısı). XV. yy.: Türkm en sülalelerinden Karakoyunlular ile Akkoyunlular'ın egem enlik sürdüğü bu dönem de edebiyat, sanatse­ ver hüküm darların koruyuculuğu altında gelişti.Dönemin en önemli azeri şairi"m elik üş-şuara” diye anılan H a b ib i'd ir (1470-1520). XVI. yy.: Safeviler’in egemenliğine rast­ layan bu dönem de halkın konuştuğu türk dili orduda, sarayda, aristokrat çevrede de kullanılmış ve devlet dili olarak kabul edilmiştir. Edebiyatın gelişmesi üzerinde bunun b üyük etkisi olmuştur. Azeri ede­ biyatının altın dönem i sayılan bu yüzyılın en önemli şairleri, hem divan hem de halk edebiyatı yolunda yazan Hatayi (Şah İs­ mail) [1486-1524] ile Fuzuli'dir (öl. 1556). Azeri edebiyatının old u ğ u kadar bütün tü rk edebiyatının da en büyük şairlerin­ den olan Fuzuli'nin azeri ve osmanlı şair­ leri üzerindeki etkisi yüzyıllarca sürm üş­ tür. XVII. yy.: Azeri edebiyatı bu yüzyılda genellikle Fuzuli etkisi altında kalmıştır. Dönem in başlıca şairleri Tebrizli Kavsi (? - ?), mesnevi yazarı Mesihi (öl. 1655) vb .’ dir. Farsça şiirleriyle İran, Hindistan, Türkiye şairleri üzerinde etkisi görülen ve zamanının “ melik üş-şuara"sı sayılan Saib ’in (öl. 1670) de 17 türkçe şiiri ele geç­ miştir. Bu yüzyılda, safevi sarayının koruyucu­ luğu altında, halk edebiyatı da gelişme göstermiştir. Azeri halk şiirinin bir çeşit piri Kurbani, adı çevresinde Abbas ile Gülgez adlı bir halk hikâyesi oluşan Tufarganlı Abbas, azeri halk şairlerinin en önem lile­ ridir. Bu dönem de Kerem ile Aslı, Âşık Garip gibi halk hikâyeleri de yaygınlık ka­ zanmıştır. XVIII. yy.: Bu yüzyılda İran egem enliği­ ne karşı ayaklanmalar sonucunda, Kuzey Azerbaycan’da bağımsız birtakım hanlık­ lar (Karabağ, Gence, Şeki, Kuba, Bakü. Nahcivan, Şirvan, H oy vb.) kurulmuştur. Şah İsmail zam anında başlayan sade türkçe akımı, bu d önem de daha d a ge­ lişme göstermiş; arap ve fars dillerinin baskısına karşı, yerli azeri türkçesi işlene­ rek, ulusal dil ve edebiyatın ilerlemesine ortam hazırlanmıştır. M odern azeri edebiyatının müjdecisi ve hazırlayıcısı olarak kabul edilen Molla Penah Vâkıf (1717-1797), azeri edebiyatını fars etkisinden kurtarm ak için büyük ça­ ba göstermiş; divan şiirinin klasik nazım biçimlerine (gazel, muhammes, müstezat vb.) bağlı kalm akla birlikte; halk yaşayı­ şına eğilen, yerli gelenek ve görenekleri

nem de başlamıştır, ilk azeri gazetesi, Ha­ yansıtan, sözcük hâzinesi ve söyleyiş ba­ şan Beg M elikof Z erd ab î (1837-1909) ta­ kım larından halk diline dayalı yeni bir üs­ rafından Bakü'de çıkarılan ve ayda iki kez lup oluşturmuş; bu özellikleriyle, gerek yayımlanan Ekinci (1875-1877) gazetesi­ kendi çağının, gerek d aha sonraki d öne­ min hem halk, hem de aydın zümre şair­ dir. Aynı dön e m d e Tiflis'te Ziya ve Ziya-i Kafkas (1879-1884), Keşkül (1883-1891), lerini etkilemiştir. V â kıfın yakın dostu Viönce Tiflis'te, sonra B akü 'd e yayım lanan dadi (1709-1809) d e aynı yolda yürümüş, Şark-ı Rus (1903-1905) gazeteleri çıkarıl­ ayrıca halk şairleri yolunda koşm alar da yazmıştır. mıştır. 2- 1905'ten 1920'ye kadar: Çarlık RusBu dönem de halk edebiyatı da geliş­ yası’nda 1905 ayaklanm asından sonra mesini sürdürmüş, birçok şair yetişmiştir. baskılı yönetim in hafiflem esinden Azer­ H alk şairlerinin usta saydıkları ve Dede baycan da yararlanmış; sansür kalkmış, Kasım diye andıkları Kasım ( Hasta Gaokul açm ak, hayır kurum lan kurm ak, ga­ sım) bunların en ünlüsüdür. zete ve dergi çıkarm ak gibi haklar tanın­ Bu yüzyılda, Mirza Mehmet Mehdi H an’ mıştır. Türkiye'deki 1908 M eşrutiyeti'nin, ın (? - ?) Senglâh adlı çağatayca-farsça Balkan savaşı’ndan sonra başlayan türksözlüğü ve bunun çağatay-azeri-osmanlı çülük (ulusçuluk) akımının ve Türkiye ede­ lehçelerinin karşılaştırmalı bir gram eri biyatının b üyük etkisi görülür. olan M ebani'l-lûga adlı ilk bölüm ü ço k Bu d önem de A ze rba yca n ’da p ek çok önem lidir. gazete ve dergi çıkmıştır. En önemlileri, XIX. yy.: Kuzey A zerbaycan bu yüzyıl­ A hm et Beg A gayef ( Ahm et Ağaoğlu) da rus istilasına uğramış, hanlıklar orta­ (1862-1939]'in çıkardığı Hayat (1907), irdan kalkmıştır. Bunun toplum yaşayışın­ şad (1907), Terakki (1908); türkçülük akı­ d a ve edebiyatta d a derin etkileri olm uş­ mının sözcülüğünü etm ek üzere Mehmet tur. İran egemenliği altındaki Güney Azer­ Emin R esülzade’nin çıkardığı A çık Söz baycan’da İslam uygarlığı etkisindeki kla­ (1915-1918) vb. gazeteleri ile Ali Beg Hüsik edebiyat sürüp giderken, Kuzey Azer­ seyinzade'nin (Turan) [1864-1940] çıkar­ bayca n 'd a batı yaşayış ve düşüncelerine dığı Feyuzat (1906-1907) ve oyun yazarı açık yeni bir yaşayış biçim i ve yeni bir Çelil M ehm et G ulizade'nin (1868-1932) e de b iyşt akımı başlamıştır. IIBatı uygarlığı etkisindeki azeri e d e ­çıkardığı Molla Nasrettin (1906-1920) der­ gileridir. Feyuzat dergisinde, Türkler ara­ biyatı: Kuzey A ze rba yca n ’ın rus istilası­ sında dil birliğini sağlam ak düşüncesiyle na uğramasından sonra aristokrat ve var­ bilim ve edebiyat dili olarak İstanbul türklıklı ailelerin çocukları, Rusya’ nın M osko­ çesinin kullanılması düşüncesi savunul­ va, Petersburg vb. gibi kültür merkezi şe­ muş; orad a yazanlar, Tanzim at edebiya­ hirlerinde, ya d a K afkasya'daki rus okul­ tı ve Edebiyatı ce did e sanatçıları (Namık larında okuyarak batı uygarlığını tanım a Kemâl, R ecaizade M ahm ut Ekrem, Abolanağını kazanmışlardır. Bu yeni aydın­ dülhak Hâmit, Tevfik Fikret vb.) yolunda lar, Kuzey Azerbaycan'da yeni bir düşün­ yazmışlar; b una karşılık, Molla Nasrettin ce ve edebiyat hareketi başlatmışlardır. adlı mizah dergisi, Mirza Fethali AhundO bakımdan, XIX. yy., Kuzey Azerbaycan zâde’den beri sürüp gelen azeri lehçesiy­ için b ir uyanış dönem i olmuştur. le yazm a akımını yürütm üş ve kabul ettir­ Bu d önem de ilk iş olarak eğitim in ça ğ ­ miştir. daş hale getirilmesi, ulusallaştırılması, hal­ kın ayağına götürülmesi, böylece yeni bir Bu d önem de özellikle şiir ve oyun tür­ düşünüş ve yaşayış biçim inin halka yayıl­ lerine ağırlık verilmiştir. Feyuzat şairlerinin ması için yoğun ç a b a gösterilmiş, “ usul-i başlıcaları, Mehm et H adi (1789-1919), ce dit" ile eğitim yapan okullar açılmış; ay­ bazı oyunlar da yazmış olan Hüseyin Carıca, gazete ve derg ile r kurulm uştur. Ye­ vit (1882-1944), Ahm et Cevat A hundza­ ni düşüncelerin yaygınlığını sağlam ak de (1892-1937) vb .'d ir. Toplum u mizah için, dil ve anlatımın sadeleşmesi kaçınıl­ yoluyla uyarm ak görevini üstlenen Molla maz bir hal almış; bu sade dil, kurulan ye­ Nasrettin dergisinde g erici düşüncelere, ni edebiyatın d a belli başlı özelliklerinden boşinançlara, bağnaz din adamlarına kar­ biri olmuştur. şı giriştiği savaş yolunda “ H o p h o p " tak­ Batı uygarlığı etkisindeki azeri edebiya­ m a adıyla mizah ve yergi şiirleri yazan Mirza Ali Ekber Sabir (1862-1911), kendi tı, üç dönem e ayrılır: 1XIX. yy. ortalarından 1905'e kadar:çığırının en büyük ve en etkili sanatçısı sa­ yılmaktadır. Şiirleri, ölüm ünden sonra Bu dönem de, şairleri bir araya toplamak, H ophopnam e (1912) adıyla yayımlanmış­ şiir sanatını geliştirmek, genç şairleri yetiş­ tır. tirm ek için “ G ülistan", “ Divan-ı hikm et", “ M ecm a üş-şuarâ” , "M eclis-i üns” vb. Azerbaycan tiyatrosunun kuruluş döne­ adlarıyla birtakım mahfiller (lokaller) kurul­ mi sayılan bu dönem de yetişen en önemli m uştur; bu mahfiller aynı zam anda birer oyun yazarları, on altı kadar oyun yazmış kültür ocağı niteliğinde idi. Yeni azeri ede­ ve ilk tragedya (M usibet-i Fahrettin) örne­ biyatının kurucuları: ğini verm iş olan N ecef Beg Vezirli (V e ziro f) [1854-1926]; M olla Nasrettin Şiir alanında: koşmaları, gülm ece ve dergisini kurmuş ve Mirza Fethali A hund­ yergi yolundaki şiirleriyle ünlü Kasım Beg zade yolunda yedi oyun (Ölüler, Anam ın Z akir (1774-1857), Kutsi mahlasıyla şiir­ kitabı vb.) yazmış olan Çelil M ehm et Guler yazan A bbaskuli A ğ a Bakıhanlı (1794 lizade,yirm i beş kadar oyun yazmış bu­ -1846 ?), lirik ve sofiyane şiirleriyle tanı­ lunan A bdürrahim Hakverdili ( Hakvernan M irza Şefi Vazeh (öl. 1852), lirik şiir­ leriyle ünlü Hankızı Natevan Hurşit Banu. diyef) [1870-1933]; Mirza Fethali Ahund­ zade yolunda yazdığı bir kom edya (Tahanım (1837-1897); "usul-i ce d it" okulu­ m ahkâr) ile oyun yazarlığına başlayan nu kurarak A ze rba yca n ’a yeni eğitim ve Ahundzade Süleyman Sani (1875-1939); öğretim yöntem ini soktuğu için "m aarifçi Cafer Cabbarl: (1899-1934); Neriman Neşair” diye anılan Seyyid Azim Şirvanî rim anof v b .’dir. (1835-1888) vb. Yine bu dönem de A zerbaycan'da muH ikâye ve rom an alanında: İsmail Beg Kutkasınlı (1806-1861), Sultan M ecit Gasikili tiyatro da (opera, operet) çok geliş­ m iştir. U zeyir Beg H acıbeyli (1884 nizade (1866-1937 ?) vb. -1948)’nin hazırladığı Leyla ve Mecnun, Tiyatro alanında: yazdığı altı kom edya Astı ve Kerem , Köroğlu operalarıyla A r­ (Temâsil, 1859) ile azeri tiyatro edebiya­ şın m al alan ve O olmasın b u olsun ope ­ tının kurucusu olan ve "T ü rk Moliöre'i” di­ ye anılan, ayrıca, yazdığı bir uzun hikâ­ retleri ço k ünlüdür. 3- 1920'den sonra: sovyet edebiyatını yeyle azeri nesir dilinin d e kurucusu sa­ örnek alan bu dönem edebiyatında, oyun yılan; bunlardan başka, arap alfabesi ye­ rine latin alfabesini ilk kez öneren Mirza türünde Vakıf (1937) adlı m anzum dra­ mıyla ün alan Samet Vurgun (1906-1956), Fethali Ahundzade (1812-1878) yeni azeri H ayyat adlı oyunun yazarı Mirza ibrâhiedebiyatının en önem li sanatçısı ve d ü ­ mof (doğm. 1911) vb.; şiir alanında yine Sa­ şünce adamıdır. K endi çağının ve daha met Vurgun, Süleyman Rüstem, Mehmet sonraki dönem in oyun yazarları üstünde Rahim, Resul Rıza, Osman Sarıvelli vb.; hi­ sürekli etkisi olmuştur. kâye ve roman alanında Manat SüleymaA ze rba yca n ’d a gazetecilik de bu d ö ­

nof, Bayram Bayram of, vb. gibi adlar ün kazanmıştır. ( -» Kayn.) • Azeri müziği. Azerbaycan'ın geleneksel müziği, klasik tü rk m üziğindekilere çok yakın makamların ve usullerin kullanıldığı teksesli, ezgiye dayalı bir müziktir. Am a m akam sayısı sınırlı olduğu gibi, klasik türk m üziğindeki ritim çeşitliliğine de rast­ lanmaz. Başta rast ve segâh olmak üzere, en ço k nihavend, h ic a z , uşşak, bayati ve hüseyni makamları kullanılır. Yürüksemainin 6 /1 6 ’lık biçimi, azeri m üziğinin tipik usulüdür. B undan başka, nim sofyan, curcuna gibi usuller de yaygındır. Klasik repertuarda, çoğu anonim olan sözlü parçalar ağır basar. Çalgı m üziğinde doğaçlam a, peşrev ve sazsemaisi gibi form lardan daha önem lidir. Başlıca çal­ gılar tar ve kemençedir. Azeri kemençesi, A n a do lu ’da kullanılan kabak kem aneye benzer, ama gövdesi daha büyüktür. A y­ rıca tefi ve düm beleği andıran çeşitli ritim çalgıları ve zurnayla akraba üflemeli çalgılar d a kullanılır. Geleneksel müzik, folklorun önem li bir öğesi olarak yaşamını sürdürürken, XX. yy.’ ın başlarında m odernist bir hareket başladı: m akam m üziğinden fazla uzak­ laşmaksızın, yalın bir çoksesli dil geliştiren Üzeyr H acıbekov* (1885-1948), 1910' larda bestelediği opera ve operetleriyle, yeni m üziği halka benim setm eyi bildi. 1 92 7 'd e B a k ü 'd e b ir konservatuvar kurulması, önemli sonuçlar doğurdu: bu­ rada yetişen A m irov’ , K a rae v', Melikov* ve Niyazi Tagîzade* gibi besteciler, Hacıbekov'un çığırını izlemekle birlikte, Azer­ baycan'a özgü çoksesliliğin zenginleşme­ sini ve anlatım olanaklarının genişlemesini sağladılar. Yapıtlarının, M oskova ve Le­ ningrad'daki büyük orkestralarca da seslendirilmesi, bu bestecilerin ününü yurt dı­ şına taşırdı.

AZERİ ÇELEBİ (İbrahim ) Muallimzade, tü rk şair (? - H am a 1585). Selim II’ nin sadrazam larından M uallim zade Ah­ m et Efendi'nin oğlu. Çeşitli yerlerde ka­ dılıklarda bulundu. D iv a n 'ı ve ahlak so­ runlarıyla ilgili Nakş-ı hayal (1579) adlı bir mesnevisi vardır. Şair, bu kitabının önsö­ zünde, H üsrev ü Şirin adlı bir mesnevi da­ ha yazdığını söylemekte ise de, kitap bu­ lunamamıştır.

Azeri oyunu

-

AZERBAYCAN.

A ZERİCE, a. Büyük kısmı Azerbaycan Cumhuriyeti ile İran A zerbaycanı’nda ya­ şayan yaklaşık 16 milyon kişinin konuş­ tuğu türk dili. (Azerice, türk dillerinin güney -batı ya da oğuz kümesine girer; Türkiye' de konuşulan türkçeye ço k yakındır.) [AZERBAYCANCA d a denir.]

AZERİLER, Batı Asya’da yaşayan bir türk soyunun genel adı. Hazar denizi kıyı­ larından Doğu A nadolu’ya ve K.-D. Kafkaslar’darf; Orumiye gölü güneyine kadar uzanan geniş alanda yüzyıllardan beri yerleşik olarak yaşarlar. Yerleşme alanla­ rı siyasal bakımdan bölünmüştür. Toplam 16 milyonu bulan nüfusun yedi m ilyon­ dan fazlası Azerbaycan topraklarında ya­ şar. Başkent Bakü, 1 milyonu aşan nüfu­ su ile Azeriler’in yaşadığı bölgenin en bü­ yük kenti, en önemli endüstri ve kültür merkezidir. Eskiden Ermenistan’da yaşa­ yan 200 000 dolayında Azeri'nin dörtte üçü ermeni-azeri çatışmaları yüzünden A zerbaycan’a göçtü. Ermenistan’da ka­ lanların sayısı 30-40 bin kadardır. G ürcis­ ta n ’da (150 000) ve. Rusya Federasyonu’nda da Azeriler yaşar. Azerilerin ço ­ ğunlukta olduğu ikinci büyük bölge K.-B İran’dır. İran Azerbaycanı veya Güney Azerbaycan denilen ve Türkiye sınırların­ dan Hazar denizi'ne uzanan D. Azerbay­ can ve B. Azerbaycan adlı iki ilde ve İran’ın diğer kesim lerinde Azerilerin sayı­ ca en büyük bölümü (10,5 milyon nüf.) yaşar. Tebriz (995 000 nüf.), İran Azerbaycanı’nın en büyük kenti ve başlıca kül­ tür merkezidir. Azeri dili (azerbaycani), türk dil şiveleri bakımından Kırım, Balkan-

Azerıler lar, Türkiye, Kıbrıs, Suriye ve Irak’ın ku­ zey bölümlerini de içeren güneybatı (ya da Oğuz) şive grubundandır ve kimi sözcüklerin anlamındaki değişikliklere karşın Türkiye türkçesine çok yakındır.

1138

ÂZERM a. (fars. âzerm). Esk. 1. Utan­ ma. — 2. Yumuşaklık, incelik, tatlılık. — 3. Büyüklük.

AZERMİDUTH, Sasani hükümdarı Perviz ll'n in kızı (VII. yy.). İran'da Sasani ha­ nedanının son dönem lerinde çıkan ayak­ lanmalar sırasında (630-631) Horasan va­ lisi Ferruhzat H ürm üz’ün desteğiyle tah­ ta çıktı. Kendisiyle evlenm ek isteyen ko­ ruyucusu Ferruhzat’ı tuzağa düşürerek öl­ dürttü. Ancak, ertesi yıl babasının öcünü alm ak am acıyla harekete geçen Ferruhzat'ın oğlu Rüstem tarafından öldürüldü.

N o ir

ÂZERŞİN a

(fars. azerşin). Esk. Se­

m ender.

GDE.

AZEVEDO (Luıs DE), portekizli m isyo­ ner (Carrazedo de Monte 1573 - Dambea 1634). G oa’ya (1592), sonra da Etyopya’ ya (1604) gönderildi; burada otuz yıla ya­ kın bir süre kaldı. Yeni Ahit'i Etyopya dili­ ne çevirdi.

AZEVEDO (Alufsio Tancredo GONÇALVES DE), brezilyalı yazar (Sâo Luis, Maranhâo, 1857 - Buenos Aires 1913). G ençlik dönem inin rom antik eğilim lerin­ den kurtulduktan sonra (Una lagrim a de mulher, 1880) ve Eça de û u e irö s ile Zola'nın etkisinde kalarak ülkesinde natüralizmin öncüsü oldu (O Mulato, 1881; O Cortiço, 1890). 3

AZFÂR çoğl. a. (ar. zıfr, zufr"un çoğl. azfâr). Esk. Tırnaklar, pençeler.

AZG A N LIK , Hatay'ın İskenderun ilçe­ si, merkez bucağına bağlı köy; 1 453 nüf. (1990).

AZGELİŞMİŞ sıt. iktisadi bakımdan az­ gelişmişlik içinde bulunan b irjjlk e y e , bir bölgeye denir.

A

A

\ / ' / i/

AZG ELİŞM İŞLİK a Ikt. Ortalama ya­

-V ! r

------------1

köpek

I--------------1

tavşan

f çeşitli memelilerin âzıdişleri

şam düzeyi düşük olan bir ülkenin duru­ mu. Yaşam düzeyi düşüklüğü, besin maddeleri tüketim inin azlığında, ortala­ ma ömrün kısalığında, okur-yazar oranı­ nın düşüklüğünde, çoğu kez bunlara ek olarak nüfus artış oranının yüksekliğinde, ülke iktisadının çeşitli kesimlerinin özel bir dağılım ında ve dış ticaret dengesinin özgül bir bileşim inde kendini gösterir. — ÂNSIKI. Kişi başına düşen safi besin m addesi miktarı günde 2 500 kaloriden düşük bütün bölgeler azgelişmiş sayılır­ sa, Afrika’nın (özellikle Güney Afrika ha­ riç), Asya’nın (Sibirya ve Orta Asya Cum­ huriyetleri, Japonya, İsrail, Lübnan, Türki­ ye ve belki de Çin hariç), Latin Am eri­ ka'nın (Brezilya ile Meksika'nın bazı böl­ geleri, Arjantin ve Uruguay hariç) büyük bir bölümü, yani insanlığın % 50 ya d a % 70'i (Çin'in sayılıp sayılmamasına göre) bu kategoriye girer. Az beslenme kavra­ mına kötü beslenme (nitel yetersizlik) de eklenirse, bu oran büsbütün artar. Kişi başına düşen enerji tüketiminin in­ celenmesi de anlamlı sonuçlar verir. Kişi başına 1 ton petrol eşdeğeri sınır olarak alınırsa (Fransa'daki ortalama bireysel tü­ ketimin üçte biri), 1980’de azgelişmişlik dışında yalnızca Kuzey Amerika, Meksi­ ka, Arjantin, Avrupa (Portekiz ve Arnavutlukdışında), Türkiye, Japonya, Kuzey Ko­ re ile İsrail, G üney Afrika, Avustralya ve Yeni Zelanda kalır. Bazı petrol ülkelerini de bunlara katm ak gerekir. Nüfus artışı bölgelere göre büyük farklı­ lıklar gösterir. Tüm A vrupa'da (belki Ar­ navutluk hariç), Kuzey Amerika ve Rus­ y a ’d a % 1'in altında olan nüfus artış oranı, Asya’d a (Japonya ve İsrail dışında) ç o ­ ğunlukla % 2'yi aşar, Afrika’d a % 2,5’u bulur ve Latin Am erika'da (Arjantin, Uru­ guay ve Bolivya dışında) % 3'e yaklaşır. Bu bölgelerde yaş piramidinin özelliği geniş temelli olmasıdır: gençlerin çoğun­ lukta olmasına karşılık, 60’tan yukarı yaş-

takilerin yüzdesi düşüktür. Yaşama umu­ du, Avrupa, Kuzey Amerika, Japonya ve Avustralya’da 70 yaşı bulur ya da aşar (bazen bunun çok üstüne çıkar). Afri­ ka’nın hemen tümünde, büyük Asya ülke­ lerinin çoğunda (Hindistan, Endonezya, Pakistan, Bangladeş) 60 yaşın altında ka­ lır. Güney Amerika'nın büyük bölüm ünde (en güneydeki bölge hariç) 60 yaşı ancak bulur. Kuramsal olarak, hızlı bir nüfus artı­ şı, azgelişmişlik durum undan bağımsız olabilir; ama, hızlı nüfus artışının azgeliş­ miş bölgelerde her zaman ortaya çıkma­ sı, gerçekte azgelişmişliğe bağlı bulundu­ ğunu, azgelişmişliğin hem nedeni, hem de sonucu olduğunu gösterir. Okuryazar oranının düşüklüğü de tartış­ ma götürmez bir biçim de azgelişmişliğe bağlı görünmektedir. Avrupa, Kuzey Amerika, Arjantin, Şili, Uruguay, Avustral­ ya, Yeni Zelanda, Türkiye, Japonya ve İs­ rail dışındaki ülkelerde, okuma yazma bil­ meyenlerin oranı (15 yaşın üstündeki nü­ fusta) % 20’yi geçer. Bu oran, bazı Latin Amerika ülkelerinde % 50’ye yaklaşır ve Asya ile tropikal Afrika'nın büyük bir bölü­ münde % 50’nin çok üstüne çıkar. İktisadi bakımdan, tarım ile imalat sana­ yisinin (ikincil kesim), gayri safi yurtiçi ha­ sıladaki paylarının karşılaştırılması ilginç sonuçlar verir. Afrika’nın büyük bölümün­ de (özellikle Güney Afrika ile Cezayir ve Libya gib i petrol ülkeleri dışında), bazı en yoksul Latin Amerika (Paraguay, Hondu­ ras ve Salvador g ibi) ve Asya ülkelerinde (doğal olarak Japonya, Türkiye ve İsrail hariç) ve belki hâlâ Arnavutluk'ta da, tarı­ mın payı ağır basar. Tarımın bu baskınlığı, kırsal kesimde çalışan nüfusun baskınlığı karşısında küçük kalır. Düşük bir üretken­ liğin anlamlı bir belirtisidir bu. Afrika ve Asya’nın büyük bölüm ünde bu oran daha da yüksektir. İktisadi bağımlılık kendini çeşitli biçim ­ lerde gösterebilir: özellikle, dışsatımda bir te k hammaddenin ya d a ticaret yapı­ lan ülkeler arasında birtekinin ağır bas­ ması ve ticaret dengesinde kapatılama­ yan önemli bir açık gibi. Böylece, aşağıda gösterilen ürünler, değer olarak, ilgili ül­ keler dışsatımlarının yaklaşık % 50’sini ya da daha çoğunu temsil eder: Kolombiya, Etyopya, Haiti, Salvador ve Uganda için kahve; Küba için şeker; Gana için kakao; Senegal, Gam biya ve Nijer için yerfıstığı; Mısır, Sudan ve Çad için pamuk; O rtado­ ğu, Venezuela, Libya, Cezayir, Nijerya ve Gabon için petrol; Şili, Zaire ve Zam biya için bakır; Nijer için uranyum; Bolivya için kalay; Birmanya, Tayland, Kam boçya için pirinç. Ürünleri ve ülkeleri gösteren bu lis­ te, sınırlandırıcı bir liste değildir; ama ne Avrupa ya d a Kuzey Amerika devletlerini, ne Japonya’yı ne de Avustralya veya Yeni Zelanda’yı içerir. Ekonomileri tek bir ürü­ ne bağlı birçok ülke, satışlarının % 30’dan çoğunu tek bir ülkeye yapar. Am erika kı­ tasında, ABD egem enliğinden yalnız A r­ jantin ile Uruguay (Küba dışında) büyük ölçüde kurtulabilmişlerse de, bu egem en­ lik birtakım yerli şirketler aracılığıyla gene de kendini gösterir. Ticaret bilançosunun dengeli olması, hatta fazlalıkverm esi, yal­ nız bir tek dışsatım ürününe bağlı bulun­ d uğu zaman (örneğin tropikal bölgeler) bir gelişme belirtisi sayılmaz. Buna karşı­ lık, görünmeyen kalemlerle kapatılama­ yan önemli bir negatif bakiye, bir azgeliş­ mişlik belirtisidir. Dışsatımın dışalımı kar­ şılama oranı, Mısır’da, Hindistan'da, Por­ tekiz'de, Yunanistan’da, vb., % 50 dolay­ larında, hatta daha da düşüktür. Kuzey Avrupa ve Doğu Avrupa ülkelerinde, Ku­ zey Am erika’da, Avustralya ve Yeni Ze­ landa’da, Japonya ve Güney Afrika'da, bu oran hiçbir zaman % 50'nin altına düş­ mez. Buna göre azgelişmişlik, beyaz Güney Afrika ile Kuzey Afrika ve zenci Afrika’nın bazı bölgesel (kentsel) adacıkları dışında bütün Afrika'yı, Japonya, Türkiye ve İsrail dışında Asya'yı, Rio de Plata devletleri (Arjantin ve Uruguay) ile özellikle Brezil­

y a ’daki bazı bölgeler dışında Latin Am eri­ ka'yı kapsamına alıyor dem ektir. Tropikal Okyanusya’yı da hemen tüm üyle azgeliş­ mişlik kapsamına sokm ak gerekir. Yuna­ nistan, Portekiz, Türkiye ve Arnavutluk g i­ bi bazı akdeniz ülkeleri, henüz azgeliş­ mişlik kapsam ından çıkmış sayılırlar. So­ nuç olarak, eğer Ç in d e azgelişm işlik kap­ samına sokulursa, insanlığın üçte ikisin­ den çoğunu kapsayan bir azgelişm işlik dışında, b ir b uçuk m ilyardan az insan ka­ lır. Ama, azgelişm işlik göreli bir kavram ­ dır; ayrıca dün ya çapında yeterli olan ulu­ sal ortalamalar, d aha yerel durumların ç e ­ şitliliğini hesaba katmaz. “G elişm iş” deni­ len devletlerin içinde ço k belirgin bazı üretim ve yaşam düzeyi karşıtlıkları vardır; buna karşılık, azgelişm iş dünyanın bazı bölgeleri de sanayileşm iş ülkelere özgü özelliklerden çoğuna sahiptirler. Bununla birlikte, gelişm ekte olan ülkeler, sanayi­ leşmiş ülkelerden, sayıca güçsüz bir “orta s ın ıfa sahip olm akla ayrılırlar. İstatistikler­ de kavranması g ü ç olan bu sınıfın yaygın­ lık kazanması belki de azgelişmişlikten kurtulmanın b ir göstergesi olacaktır. G er­ çekten de azgelişmişlik, çoğu kez büyük patlam a olasılıkları içeren durum ların te­ melinde yatan ço k büyük toplum sal eşit­ sizliklerle bir arada bulunur.

AZGIN sıt. 1. Öfkeli, kızgın, gözü dön­ müş, azmış kimse için kullanılır: Azgın bir deli. Ne azgın çocuk, h e r şeyi kırıp d ö k ­ tü. — 2. Saldırmaya hazır hayvan için kul­ lanılır: Azgın b ir kaplan. — 3. Cinsel istek­ leri kabarm ış insan, hayvan için kullanı­ lır. — 4. Coşan, taşan su; şiddetli fırtına için kullanılır: Azgın sular, dalgalar. Azgın b ir fırtına ortalığı kasıp kavurdu. — 5. Ya­ rası zor iyileşen, kolay iltihap kapan kim­ senin teni için kullanılır.

AZGINLAŞMAK gçz. t. Azgın durum a gelmek.

AZGINLIK a. 1. Kızgınlık, gözü dönmüşlük, aşırı yaramazlık: Bugünlerde az­ gınlığı üstünde. Bıktım b u çocuğun azgın­ lıklarından. — 2. Saldırganlık: Köpeğin az­ gınlığı karşısında sokaktakiler kaçışmaya başladılar — 3. Cinsel isteklerdeki aşırı­ lık.

AZHAR - AZHER. AZHER ya d a AZHAR sıt. (ar. azher). Esk. 1. Ç ok açık, pek belli: "K i ide g ü n ­ den a zher hakkı idrak " (Şeyhi, XV. yy.). — 2. Azher-i min-eş-şems, güneşten da­ ha açık, besbelli. ü AZI ya d a AZIDİŞİ a. Çene kem ikleri­ nin orta ve arka bölüm ünde yer alan ve besinleri öğütm eye yarayan iri diş. —ANSİKL. Anat. Ç ocukta, her çenede dört tane geçici azıdişi, yetişkinde altı ta­ ne daimi azıdişi bulunur. Geçici ya da süt azıdişlerinin yerini 10 ve 11 yaşları ara­ sında, daim i küçük âzıdişleri alır. Daimi azıdişlerinin ilk dörd ü 6 yaşında (6 yaş dişleri), onların ardındaki ikinci dördü 12-14 yaş arasında (12 yaş dişleri) ve son dördü 21 yaşına doğru (20 yaş dişleri) çı­ kar. —Zool. Âzıdişleri, yalnız d eğişik dişli (heterodont) hayvanlarda, yani d aha çok memelilerde öbür dişlerden farklıdır. Ama bütün dişleri birbirine benzeyen (izodont) memeli hayvanlar d a vardır (dişli balina­ lar ve "dişsizle r” denen memeliler). M e­ meli olm adığı halde heterodont olan omurgalı hayvanlar da vardır; özellikle ba­ lıkların bazılarında "azıdişi” nden ya da azıdişi benzeri dişlerden söz edilebilir. Eteneli m em elilerde tem el diş form ülü, dom uz örnek alınarak şöyle gösterilebi­ lir: 3K + 1 Kö + 4Ka + 3Ba 3K + 1Kö + 4Ka + 3B a Bu formülde de görüldüğü gibi, her ya­ rı çenede bulunan 7 azıdişinin 4'ü küçük azı (Ka), 3 ’ü büyük azıdişidir (Ba) ve bu sayı çeşitli mem eli hayvan takım larında

beslenm eye uyarlanm a açısından azala­ bilir. Küçük azılar önde olanlardır; çoğun­ lukla bunlarda basit bir kök ve taç üstün­ de az sayıda tüm sek (ya d a kabartı) var­ dır; arkadaki büyük azılarda birkaç kök bulunur, tacın yapısı d a daha karmaşık­ tır; ayrıca, atta olduğu gibi, küçük azıların zamanla gelişerek boyca ve karmaşık­ lıkça büyükazı olmaları şeklinde bir “ azılaşm a” süreci de sık görülen olgulardan­ dır. Dişlerin büyüm e tarzına bakılarak bazı ayrım lar yapılabilir: brakiyo d on t dişte taç alçak, büyüm e tam am lanm ış ve dişözü az dam arlıdır (etçillerin ya da m aym unla­ rın durumu); hip so d on t dişte, taç yüksek, kök açık ve bol kan damarlıdır; hipsodont diş, atta olduğu gibi büyümesini uzun sü­ re sürdürür, hatta kunduzda olduğu gibi yaşam boyu süren aşınmayı kapatabile­ ce k şekilde sürekli büyür. Beslenm e rejimi ile diş tacının biçimi arasında ço k yakın bir bağıntı vardır. Hepçil beslenen hayvanlarda azıdişleri buno d on ttu r, yani diş kabartıları körelmiş g ibidir, am a böcekçiller gibi kitinle koru­ nan hayvanları yem ek zorunda olanlarda bu kabartılar sivri olur. Etçillerde dişler sefocfonf’tur (makas gibi kesici); özellikle yır­ tıcı hayvanlarda kesicilik dördüncü üst kü­ çü k azı ile birinci alt azıdişinde ço k belir­ gindir. O tçullarda kabartılar birleşerek ibiksi çıkıntıları m eydana getirirler: gerge­ dan ya da fil gibi lofodont dişlilerde bu çı­ kıntılar enlemesine, gevişgetiren hayvan­ lar gibi selenodorıt dişlilerde boylamasınadır (ayrıca her tüm secik bir yeniay bi­ çim indedir); attaysa tüm secikler çapraz­ lam adır (lofoselenodontluk). Altçenenin kafatasına eklemlenişi de beslenm e rejimiyle ve azıdişi tacının nite­ likleriyle yakından bağıntılıdır. Hepçillerde altçene lokması yuvarlaktır, çenenin her yönde devinmesine olanak sağlar. Et­ çiller, azıdişleri besinleri makas gibi kese­ cek şekilde, çenelerini açıp kapayabilirler. Otçullardaysa çene hareketleri azı tüm ­ seklerinin doğrultusuna d ikey yönde de­ vinir, böylece en etkili tarzda çalışmış olur.

AZICIK ya da AZCIK sıf. Çok az ya da yetersiz miktardaki şey için kullanılır; bi­ raz: Yere azıcık ekm ek dûşûrsem kızar­ dı. Ona kalan azıcık parayı da ağabeyi elinden aldı. Azıcık aşım, kaygısız başım (atasözü). [Acık, accık biçim inde de söy­ lenir], ♦ be. Kısa bir sürede; az miktarda, bi­ raz: Azıcık g elir m isin? Bu elbiseyi azıcık daralt. E km eğin u cundan azıcık kopart ver bana. Azıcık g ülü m se r misiniz?

AZID -* AZIDİŞİ

AZD.

» AZI

AZIK a. Halk. Yiyecek, özellikle de yola ya da işe giderken birlikte götürülen yi­ yecek; kumanya.

AZIKLI sıf. ve be. Azığı olan, azıkla bir­ likte: Azıklı argın olm az (atasözü).

AZIKLIK a. Yörs. 1. Azık konulan torba ya da kap. — 2. Harmandan önce hemen yenm ek üzere biçilip savrulan ekin.

A ZIK SIZ sıf. ve be. Azığı olm ayan, azık alm adan: Azıksız yo lş çıkanın iki gözü el torbasında kalır (atasözü).

AZILAŞMA a. Küçük azıların giderek daha çok büyük azılara benzer biçim al­ ması. (Bu gelişme çeşitli memeli hayvan gruplarında görülür.)

AZILI sıf. 1. Kötülüğü, zorbalığı en uç noktaya vardıran kimse için kullanılır: Azılı katil. Azılı haydut. — 2. Yaramaz, haşarı kimse için kullanılır: O kulun sayılı azılıla­ rından biriydi. ♦ a. Avc. Üç yaşını doldurm uş erkek yaban domuzu.

AZIMSAMAK g. f. Bir şeyi azımsamak, onu az bulm ak, az o lduğu düşüncesiyle beğenm em ek, küçüm sem ek: Önerilen ücreti azımsamak. Sana yaptığı iyilikleri

azımsamamalısın.

yönetim i üzerinde baskı aracı olarak kul­ landı. Birinci Dünya savaşı'ndan sonra dağ ı­ lan im paratorlukların topraklar: üstünde kurulan devletler de azınlık sorunlarıyla AZIMSANMAK - AZIMSAMAK. karşılaştılar. A na do lu'd a ki Rumlar (istanA ZINLIK a. 1. Ç oğunluğa karşıt olarak b ul'dakiler dışında), Yunanistan’daki Türkler ile (Batı Trakya'dakiler dışında) bir topluluğun içinde düşünce, davranış karşılıklı olarak değiştirildiler ( -» MÜBADE­ ya da herhangi b ir özellik yönünden öte­ kilerden ayrılan sayıca az kişilerin oluştur­ LE. )Y ugoslavya’da sırp, hırvat, Sloven, karadağlı ve müslüman; Rom anya’da d uğu topluluk: Sınıfta kızlar azınlıkta. Bu gazete o kur kitlesinin kü çük b ir azınlığı­ macar; Ç ekoslovakya'da çek, Sloven ve na sesleniyor. Am aç, azınlığa d e ğ il ç o ­ alman; L üb n a n'd a müslüman, hıristiyan ve dürzi; SSC B'de türk; Filistin’de m üs­ ğ unluğa ulaşm ak olmalı. — 2. Azınlıkta kalmak, bir toplulukta bir düşünceyi tutan­ lüm an çoğunluk karşısında yahudi azın­ lık barınıyordu. Alm anya, yahudi azınlık lar ya da bir sorun üzerine oy verenler sorununu soykırım uygulamasıyla çözm e­ sözkonusuysa, sayıca az olmak, yeterli sa­ ye çalıştı, ikinci D ünya savaşı’ndan son­ yıyı tutturam am ak: Çok çalıştık,yine de ra Polonya ve Ç ekoslovakya'daki alm an azınlıkta kaldık. — Huk. Azınlık grubu, bir meclis, parti ya azınlık, bu ülkeleri terk etmek zorunda kal­ da grupta çoğunluktan farklı düşünen ve dı. Filistin'de İsrail devletinin kurulması onlardan ayrılanların oluşturduğu to p lu ­ üzerine 800 000 arap ülkelerinden kopa­ luk. || Azınlık hükümeti, pa'lam entoda ço ­ rıldı. SSCB, savaş sırasında işgalci alman ordularıyla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle, ğunluğu bulunm ayan parti ya d a partile­ Kırım’da yaşayan Tatarlar’ı Kazakistan ve rin kurduğu hükümet. — Sos. antropol. içinde yaşadığı ulustan Özbekistan’a sürdü. Bulgaristan 250 000 nüfusça az olan, kendi dilini ve kültürünü Türk'ü Türkiye’ye yolladı (1950-1951). koruyarak bu ulusla — kültürünü benimseikinci Dünya savaşı'ndan sonra söm ür­ m eksizin— bir arada yaşayan halk. ge imparatorluklarının dağılması, yeni so­ —Topruhbil. A k tif ya da faal azınlık, ege­ runlar yarattı. Bağımsızlıklarını kazanan men görüşe bir seçenek getiren, hatta on­ ülkeler, söm ürge dönem inde toprakların­ dan ayrı bir görüşü ileri süren ve bunu sa­ d a yerleşen azınlıkları uzaklaştırdılar (En­ vunarak çoğunluğun tasarısı ya da görü­ donezya çinli, Doğu Afrika ülkeleri hintli şü ile açıkça çatışmaya giren bireyler top­ tacirleri kovdu). Sömürge dönem inde hal­ luluğu ya d a alt-topluluklar bütünü. kın dilini ve etnik yapısını göz önüne al­ m adan çizilen sınırlar, yeni devletleri azın­ ♦ azınlıklar çoğl. a. Bir ülkede ege­ lık sorunlarıyla karşı karşıya getirdi. H in­ men çoğunluktan soy, din, dil vb. bakım­ distan ile Pakistan arasındaki sınır, nüfu­ lardan ayrılan küçük topluluk: Azınlıkların sun dinsel yapısına göre çizilirken, iki ül­ haklarını korum ak. (Esk. Eş?nl. EKALLİ­ kede kalan azınlıklar da karşılıklı olarak YET.) [Bk. ansikl. böl.] değiştirildi. Doğu Pakistan'da kalan etnik — ANSİKL. Irk, dil ya da din bakımın­ azınlık, yani bengalli m üslüm anlar, ba­ dan içinde yaşadıkları ülkenin çoğunluğun­ ğımsızlıklarını ilan ederek Bangladeş'i dan farklı olan azınlık gruplarına ilkçağ’dan kurdular. N ijerya'da e tnik gruplar arasın­ bu yana rastlanır, ilkçağ'da bu gruplar sa­ da iç savaş çıktı. Bağımsızlığına kavuşan vaşlarda yenik çıkan halklardan olu­ Kıbrıs’ta, daha önce yapılan garanti an­ şuyordu. Büyük g ö ç hareketleri de azın­ laşmasına karşın, rum yönetimi türk azın­ lık gruplarının oluşm asına yol açtı. Ortalığa egem enliğini zorla kabul ettirm eye ç a ğ ’da, b üyü k dinlerin yayılması yeni bir kalkışınca KKTC devletinin kuruluşuna gi­ grubu, dinsel azınlıkları ortaya çıkardı. den yolu açtı. Bağımsızlığını ilan eden Ro­ Ç oğunluğun benim sediğinden farklı din dezya (daha sonra Zam biya adını aldı), ya da m ezhebi seçen gruplar çeşitli bas­ G üney Afrika Cum huriyeti gibi Avrupalıkılar ve zorlam alarla karşılaştılar, ispanlar’ın egem en o lduğu ırkçı bir rejimi sür­ ya'da müslümanlar, yahudiler; Fransa’da dürm ek için direndi; ama zenci çoğunluk protestânlar katolik ço ğu n luğ u n baskıla­ iktidarı ele geçirdi. G üney Afrika C um hu­ rı karşısında kaldılar. Yahudiler, tüm hırisriyeti, tüm iç ve dış baskılara karşın, sert, tiyan ülkelerde, çoğunluğun sahip oldu­ ırkçı bir politika izleyerek nüfus bakımınğu haklardan yoksun bırakıldı. Hindistan’ dan coöunlukta o lan zencileri azınlık gibi da, hindu dinine özgü kast sisteminin en baskı altına aldı. Ancak zamanla politi­ alt kadem esinde yer aları “ dokunulm az­ kasını değiştirerek, yasalarındaki ırk ayrı­ lar” , pek ço k haklardan yoksun olarak, mıyla ilgili m addeleri birer birer kaldır­ günüm üze dek varlıklarını sürdürdüler. mak zorunda kaldı. 1992’de umumi yer­ Kendi ülkelerindeki dinsel ve ekonomik lerde ırk ayrımını yasakladı. 1985’lerden baskıdan kaçarak yeni keşfedilen Am e­ itibaren Bulgaristan da, türk azınlığa kar­ rika'ya yerleşen Avrupa'nın ezilmiş halk­ şı bir sindirme ve özümleme girişimi ları, kurdukları söm ürgelerde yerli halkı başlatmıştı. Türkler'in türkçe konuşmala­ azınlık durum una soktular. Kendi hesap­ rı yasaklandı; nüfus kayıtları değiştirildi, larına çalıştırdıkları bu işgücü yetersiz ka­ hepsine bulgar adları verildi. 300 000 lınca, A frika’dan zenci esirler getirttiler. türk Bu nedenle Türkiye'ye göçm ek zo­ ‘ Bunlar da yeni b ir azınlık grubu oluştur­ runda kaldı (1989). Ancak komünist re­ du. jim yıkıldıktan sonra Türklerin eski hakla­ Avrupa'da, XVII. ve XVIII. yy.’larda sa­ rı iade edildi (1990). vaşların bir kısmı dinsel nedenlerden kay­ Uluslararası kurum lar da azınlık soru­ naklandı. Dindaşları olan azınlıkları koru­ nuyla ilgilendiler. M illetler cem iyeti, mak amacıyla savaşan ülkeler, imzalanan 1920’de aldığı bir kararla azınlıkların hak­ barış antlaşmalarıyla, azınlıklara hoşgörü­ larını güvence altına almayı kabul etm iş­ lü davranm a ilkesini kabul ettirdiler (1678 ti. Azınlıkların, hakları konusunda yapa­ N ijmegen, 1697 Ryswick, 1714 Utrecht cakları başvurular izlenecekti. A ncak Ce­ barışları). Bu dönem de Osmanlı imparam iyetin ilgisi sınırlı, müdahaleleri az ve et­ to rluğ u 'n da dinsel azınlıklar büyük bir kisiz kaldı, ilke olarak grupların değil, bi­ hoşgörü içinde, dinsel önderleri deneti­ reylerin haklarının korunması g öz ö nün­ minde, dinlerinin gereklerini serbestçe ye­ de tutuldu. Böylece bir yandan insan hak­ rine getirebiliyorlardı. ları korunurken, öte yandan ülkelerin par­ XIX. y y .’da dinsel azınlığa karşı Avru­ çalanmaları önleniyordu. Azınlık sorunla­ p a ’da göreceli bir hoşgörü yaygınlaşırken rını kendi içişleri sayan devletlerin te p ki­ milliyetçi azınlık sorunu gündem e geldi. leri düşünülerek, bireylerin korunması il­ Fransız devrım i'nin etkisiyle,her milletin kesi seçilmişti. Birleşmiş milletler örgütü kendi devletini kurması ilkesi tüm Avru­ de benzer bir uygulam a sürdürdü. Birleş­ p a 'd a yayıldı. Bu akım çeşitli milletlerden miş milletler antlaşması'nın 27. maddesin­ de d e “ azınlıklara m ensup kişiler"in ko­ oluşan Osmanlı ve Avusturya im parator­ runmasından söz edilir. Birleşmiş milletler, luklarını etkiledi. Rusya, bu ülkelerdeki G üney A frika ’nın ırk ayrımı (apartheid) Slavlar'ı, kendi çıkarı için, bağımsızlık yo­ siyasetine karşı çıkm akla beraber, genel­ lunda kışkırttı; azınlık sorununu osmanlı ♦ azım sanm ak edilg. f. Azımsamak eylem ine konu olmak: Azım sanacak bir para değil.

azınlık zıyıcılar (tırnak biçim inde ya da yuvarlak), eğri sırtlı deliciler, geyik boynuzundan yassı zıpkınlardır. Bu endüstri çoğu kez, kırmızı aşıboyalı geom etrik şekillerle süs­ lü yassı çakıl taşlarını d a içerir. Madeleine'in yerini Azil evresinin alması, tahm in­ lere göre, buzul çağlarının sonunda, şim­ diki iklim koşullarının oluşm aya başladı­ ğı zamana rastlar. Rengeyiği, o çağda ye­ rini geyiğe bıraktı. Geyik boynuzu, arka ucu delikli özel bir zıpkın türünün yapımın­ da kullanıldı.

de azınlıkların durum uyla ilgilenmez. Halkların geleceklerinin kendileri tarafın­ dan belirlenmesi hakkı onaylanırken, dev­ letlere m üdahale görüşü yandaş bulm a­ mıştır. Türkiye'deki azınlıkların hak ve özgür­ lükleri, Lozan antlaşm asıyla saptanm ış­ tır. Antlaşma, müslüman olmayanları azın­ lık sayar. Azınlıklar, dolaşma, g öç etme özgürlüklerinden, m üslümanların yarar­ landıkları yurttaşlık haklarından yararlanır­ lar. Özel ve ticari ilişkilerinde, haberleşme­ de, dinsel törenlerde, m ahkem elerde kendi dillerini kullanabilirler. Azınlıklar, ha­ yır kurumlan, dinsel ve sosyal kurumlar, eğitim kurumlan kurmak, yönetm ek, d e ­ netlemek, buralarda kendi dillerini konuş­ mak, ibadetlerini yapm ak konusunda m üslümanlarla eşit sayılırlar; onlara tanı­ nan güvenceden yararlanırlar (40. m ad­ de). Türk hüküm eti, azınlıklara ait kilise, havra ve başka d in kurumlarına, m ezar­ lıklara, tam bir korum a sağlam akla yü­ küm lüdür (42. madde). Azınlıkların Türki­ y e ’deki din ve hayır kurum larına her tü r­ lü kolaylık sağlanır. Hiçbir kanun, karar­ name ya da yönetmelik, azınlıklara tanı­ nan haklara aykırı hüküm ler taşıyamaz.

1140

A Z İ L E L , Fas'ta kent, Azilel ilin in (10 050 km2; 416 000 nüf. [1989]) merkezi, Marakeş’in B.-K.-B.’sında; 18 000 nüf.

AZİM, -zm i a. (ar. °azm). Esk. 1. D eğiş­ mez karar, kesin niyet. — 2. Esk. Yola çık­ ma, yolculuğa başlama. — 3. A zm ü cezm, azm-i kati, kesin karar.|| A zm ü hı­ ram etmek, yolculuk etmek, gitmek.

A Z İM Ş a b a n z a d e , BosnalI, asıl adı M e h m e t, türk şair (öl. İstanbul 1712). Anadolu kazaskeri Mehm et E fendi’nin oğlu. İstanbul'da bazı medreselerde m ü­ derrislik yaptı. D önem inde ünlü olan bir D iva n 'ı vardır.

Azınlık okulları, Türkiye C umhuriyeti uyruğunda, m üslüm an olm ayan azınlık­ ların özel yasaya göre açtıkları okullar. Gi­ deri, ilgili azınlığın bağışlarıyla karşılanır. Osmanlı dönem inde başıboş kalan azın­ lık okulları, Kanuni esasi’nin (1876) getir­ d iği esneklikten de yararlanarak, sayıla­ rını artırdılar, ikinci m eşrutiyet (1908) d ö ­ neminin özgürlükçü havasında, eğitim -öğretimlerini denetimden uzak sürdürdü­ ler. Lozan antlaşması ile azınlık okulları devlet denetim ine alındı. Dinsel ve siya­ sal p ropaganda yasaklandı. Türkçe, ta­ rih, coğrafya ve yurtbilgisi derslerinin türk öğretm enlerce türkçe okutulması, yalnız­ ca ilk ve orta dereceli okul açılabileceği hükm ü getirildi (1926). 1965'te çıkarılan 625 sayılı özel öğretim kanunu ile yaban­ cıların ve azınlıkların yeni okul açmaları ve okul binası yapm aları yasaklandı; bu okullar sayısal olarak donduruldu. Ö ğret­ menlerin atanmaları, ders kitapları vb. Mil­ li eğitim bakanlığı’ nın onayı ve denetim i­ ne bağlandı.

ÂZİFE ya da ÂZİFET a. (ar. Szife, azifet). Esk. Kıyamet.

AZİL, -z li a. (ar. cazt). Esk. 1. Bir kim se­

ÂZİFET -

yi görevinden alma, işten çıkarma: Görev­ d en azli uygun görülm üştür. — 2. Azl-i nefs, istifa. || A zl ü nasb, işten çıkarm a ve işe alma. — Huk. Bir tem silcinin ya da vekilin, tek taraflı bir hukuki işlemle temsil yetkisinin kaldırılması. (Bk. ansikl. böl.) — ida. huk. -> GÖREVDEN UZAKLAŞTIRMA. —A n s İk l. Huk. Temsilci ya d a vekil her zam an azle d ile b ilir (B orçlar k. md. 34,396). Vekâletten azil uygun olmayan bir zam anda yapılırsa, vekil uğradığı za­ rarın giderilmesini isteyebilir. Avukatın azli halinde ücretinin tüm ünün ödenm esi ge­ rekir. Ancak,azil, avukatın kusuru ya da ihmali yüzünden olm uşsa ücretin ö den­ mesi gerekm ez (Avukatlık k. md. 174).

AZITM A a. Uzaklaştırma, kovma. || Azıt­ m a kedi, yabanıl yaşam a dönen ve or­ m anlarda yaşayan eski evcil kedi.

AZITM AK gçz. f. Doğru yoldan sap­ mak; azmak: Son g ünlerde iyice azıttı.

ÂZİFE.

■ AZİOOS a ve. sıf. (fr. azygos; yun. adzygos, eşi olm ayan’dan). G öğüs ve karın çeperlerindeki kanı toplayan ve anatoplardam ar sistemine bağlanan top la rd a ­ m arlara denir. — ANSİKL. Anat. Azigos toplardamarlar üç tanedir. Büyük azigos toplardam ar, yük­ selen bir bel toplardam arı ile kaburgalararası on ikinci toplardamarın birleşmesiy­ le oluşur. Omurganın sağ tarafında, 4. sırt om uru hizasına kadar çıktıktan sonra öne doğru kıvrılarak, sağ akciğer sapağı üze­ rinde azigos yayını oluşturur; iki küçük azi­ gos toplardam ar (kaburgalararası ve mediasten toplardam arları) ile birleştikten sonra üst anatoplardam ara katılır.

ÂZİM sıf. (ar. "azm, niyet, karar'dan "azim). Esk. 1. Niyet eden, kasteden, kesin karar veren. — 2. Bir yere gitm eye hazır­ lanan. — 3. Âzim olmak, bir yere gitmek. || Âzim -i dar-ı beka olmak, ölmek. || Âz/m-/ sefer olmak, yolculuğa çıkmak. AZİME a. (ar. "azm, niyet'ten "azime).

Iışmaya başladı ve National Council of Nigeria and the C am eroons’un kurulm ası­ na katkıda bulundu. 1951'de Batı Nijer­ ya m eclisi'ne seçildi ve Obafem i Awolow o ‘nun yoruba partisine karşı çıkan azın­ lığın başına geçti. D aha sonra, özellikle ib o ’ları bir araya getiren National Congress of Nigerian Citizens'in lideri olan Azikiwe, 1954-1959 arasında Doğu bölgesi başbakanı, ardından d a Federal senato başkanı oldu. 1960’ta, kraliçe Elizabeth II tarafından Nijerya genel valiliğine atan­ dı. Federasyon bağım sızlığa kavuşunca (1963), yeni cum huriyetin başkanı oldu. O cak 1966'da, general ironsi’ nin hükü­ met darbesi sonucunda başkanlıktan uzaklaştırıldı.

AZIŞMAK -> AZMAK. AZIŞTIRM AK - AZMAK

AZİL EVRESİ

azigos toplardamarlar 1, Soluk borusu; 2. Aort; 3. Üst anatoplardamar; 4. Yemekborusu; 5. Büyük azigos toplardamar; 6. Küçük üst azigos toplardamar; 7. Küçük alt azigos toplardamar; 8. Kaburgalararası toplardamar; 9. Omurga; 10. Diyafram; 11. Mide; 12. Karaciğer; 13. Sol böbrek; 14. Ait anatoplardamar; 15. Bel azigos yayı; 16. Sol böbrek toplardamarı.

AZİM , AZfME sıf. (at. "azamet, büyük­ lü k te n , "azim, dişi, "azime). Esk. 1. Bü­ yük, ulu: "B u zavallı büyükana için azîm b ir te se llid ir" (Hüseyin Rahmi). — 2 . Yü­ ce, derecesi yüksek, önemli: Fütühat-ı azîm e (yüce ve önemli fetihler). — 3. Şiddetli; hayret uyandırıcı; görkem li: "Ç o k azîm cenk oldu kırk g ü n kırk g e c e " (Âşık Ruşenî, XIX. yy.).

Esk. 1. Sebat, kararlılık. — 2. Tılsım, bü­ yü. — 3. Azîm e okum ak, büyü yapmak. — Dilbilg. A rapçada azim ette aynı anlam­ da olmasına karşın osm anlıcada ad ola­ rak kullanılmış ve anlam değişikliğine uğramıştır.

AZİME ->

AZİM.

ÂZİME a. (ar. azime). Esk. 1. Kıtlık yılı. — 2. Azı dişi.

AZİMET a. (ar. "azm, niyet'ten "azimet). Esk. 1. Yola çıkma, gidiş, gitm e: "Sadr-ı azam, Üsküb ve M anastır tarafına azimet ile oradan bu kullarını Bosna'ya gönderü p ... " (Gevdet Paşa, XIX. yy.). — 2. Bü­ yü duası, tılsım. — 3. Azim et buyurm ak, azim et etmek, azim et eylemek, hareket etmek, gitmek: "O l gün ise Sadrazam Pa­ ris'e azimet etti " (Cevdet Paşa, XIX. yy.). || Azim et-han, büyücü. — isi. huk. Özüre dayalı olm ayarak meş­ ru kılınan şey. (Karşt. RUHSAT.)

AZİM İT -» HAMURSUZ. AZİMKAR sıf. (ar. "azim ve fars. -kar' dan "azim-kar). Esk. Kararlı, sebatlı.

AZİMKÂRANE be. (ar. "azim ve fars. -kar ve -âne'den "azimkârane). Esk. Ka­ rarlı olarak: "... bütün celadetiyle hatve-i azim kâranesini atm ıştır " (Atatürk).

AZİMLİ sıf. Bir şeyi gerçekleştirm e ka­ rarında direnen kimse için kullanılır; ka­ rarlı: A zim li b ir genç.

AZİM UT a. G ökbil. ve Jeod.

GÜNEY-

AZIL sıf. (ar. "azil). Esk. inatçı, serkeş,

AÇlSl'nın eşanlamlısı. — Jeofiz. ve Denize. Azim ut pusulası ->

AZİOOSPOR a (fr. azygospore). Bot.

ıslah edilem ez olan.

PUSULA.

H içbir gam et birleşm esi olmaksızın olu­ şan zigospor. (Bu döllenm esiz ürem e ör­ neği m ucorales takım ından bazı m antar­ larda görülür.)

ÂZİL sıf. (ar. ca z ij). Esk. Azarlayan, çı­

AZİMÜDDEVLE BAHADIR, Karnatik

 Z İ6 a. (fars. az/ğ). Esk. Nefret, iğren­ me, kin. AZİK İW E (Nnam di), nijeryalt devlet adamı (Zungeru 1904). ibo asıllıdır. 1937'den sonra milliyetçi örgütlerde ça-

kışan, paylayan. ♦

a. Y u m u rta lık a ta rd a m a rı.

AZİL EVRESİ a. (Fransa’da Ariâge kan­ tonunun merkezi [M as-d'j Az//’den).Tarönc. Son Madeleine kültürünü izleyen ve onun yerini alan üst yontm ataş endüstri evresi. — A n s İk l . B u ev re y e ait aletler, k ü ç ü k ka­

nevvabı (1770’e doğr. - 1819). Eyaletle­ rini İngiliz Hindistan kum panyası’na sattı (1801) ve M adras'a çekildi.

AZİMÜŞŞAN (? - ? 1712), hint-türk im paratoru (1712). Şah Âlem Bahadır Şah’ ın oğlu. Dedesi Evrengzib dönem in­ de (1659-1707) Bengal bölgesi valisiydi. Bu görevi sırasında edindiği büyük ser-

vet kardeşleriyle arasının açılmasına ne­ den oldu. Babası ölünce, kardeşlerinden Cihandar Şah’ın, yaşça daha büyük ol­ duğu için hüküm dar olması gerekirken, kendisini hüküm dar ilan etti (şubat 1712). Ancak Cihandar Şah ile birleşen öteki kar­ deşlerince öldürüldü (mart 1712).

likte Roma dönem inden kalm a Aziz  z ir’ in mezarı da anılmaya değer.

AZİN a. (fr. azine). Org. kim. 1. Genel

AZİRU (öl. 1334’e doğr.), Am urru ülke­

form ülü R2C = N — N = C R 2 olan bi­ leşiklerin genel adı, iki aldehit ya da ke­ ton molekülünün bir molekül hidrazin ile yoğuşmasından elde edilir. — 2. Mono- ve poliazabenzenlerin genel adı. (Pridin [monoazabenzen] bir azin, aynı zamanda bir monoazindir.) — 3. Bazen azabenzen hal­ kalar içeren boyarm addelere verilen ad.

ÂZİN sıt. (ar. izn 'den azin). Esk. izin ve­ ren. ♦

a. 1. Kapıcı — 2. Kefil.

ÂZİN a. (fars. azin). Esk. 1. Süs, bezek. — 2. Merasim, gösteri. — 3. Bayraklarla vb. ile süsleme.

AZİNCO URT, Pas-de-Calais'de (Fran­ sa) komün, A rtois’de, H esdin’in 14 km K .-K.-D.'sunda; 210 nüf. — Tar. 25 ekim 1415 ’te, pek disiplinli ol­ m ayan transız feodal ordusu, sayıca da­ ha az olan, ama kralları Henry V’in kom u­ tasında daha iyi yönetilen ingilizler karşı­ sında bozguna uğradı. Bu bozgun Henry V 'in Fransa'nın büyük bir bölümünü işgal etmesiyle sonuçlandı.

ÂZÎNE a. (fars. azine). Esk. 1. Cum a gü­ nü: "A kıb et vardır nedam et cünbiş-i â z în e d e " (Ferdi Efendi, XIX. yy.). — 2. Bayram günü. — Dilbilg. Eski Anadolu türkçesinde ses değişikliğine uğrayarak “ ayna g ün ü ” bi­ çim inde de kullanılmıştır.

AZİNGO, G a b o n ’da göl, Lam barene’ nin K.-B.’sında.

A ZİNİK sıt. (fr. aziniçue). Formülü /

N\

CtH, '

C ,H ,

N olan fenazin ya d a form ülü

c ,„h 6 ,

y

c „h 4.

InK olan naftofenazin halkasından türemiş boyarm addeler için kullanılır. (E urodinler, safraninler, aposafraninler, indulinler bu b oyarm addeler sınıfına girer; bunların renkleri, ornatm a tepkim elerinin türüne göre, kırmızıdan m aviye kadar değişir.)

AZÎR a. (ar. cazif). Esk. Özür, mazeret. ♦ sıt. Özür dileyen; koruyan, m üdafaa eden.

A Z İR (aziz), incil'de (Yuhanna) adı geçen kişi (Lazar). İsa'nın dostu ve Bethania'lı M arta ile M eryem ’in kardeşi; İsa tarafından diriltildiği söylenir, l — ikonogr. Â z ir’in dirilişi m otifine IV. y y .’da yapılmış bir ibrikte (Saint-Germain -en-Laye), S. Apollinare N uovo (Ravenna) mozaiklerinde, Rossano’nun İncil kitabın­ daki bir m inyatürde ve Saint-Gilles-du -G ard’ın anakapısında rastlanır. Bundan başka, G iotto’nun (Padova arenası), Fra A n g elico ’nun (Floransa'daki San M arco kilisesi) ve P. Spicre'in (?) [Beaune'daki yapılar] fresklerine; Gozzoii’nin (VVashington), Geertgen tot Sint Jans'ın (Louvre), N. From ent'ın (Floransa), J. Gossart’ın (Brüksel), Veronese’nın, Genç Palma’nın, Sebastiano del Piom bo'nun (Londra), Yaşlı Cranach’ın (Dresden), A. Bloemaert’in (Münih), Rottenhamer'in (Viyana), Caravaggio’nun (Messina), G uercino’nun (Louvre), Rubens’in (Torino), Maratta'nın (Roma), Ph. de C ha m p a ig n e ’in (Grenoble), Jouvenet’nin (Louvre), Delacroix'nın (1850, özel koleksiyon) yağlıboya resimle­ rine konu oldu. R em brandt’ın ve Leidenli Lucas’ ın oymabaskı resimleriyle Autun’ da bulunan ve birçok güzel heykelle bir­

AZİR İS. Tar. coğ. Fırat nehri boyunca sıralanmış ilkçağ kentlerinden biri. Ptolem aios’un G eographike H iphegesis adlı yapıtında da adı geçer. Bugün Erzincan. sinin (Suriye) kralı. Bağımlı olduğu firavun­ ların (Akhenaton, Tutankham on) zayıflı­ ğından yararlanarak ülkesini genişletti; sonunda hitit egem enliğini kabul etti ve bu devlete sadık kaldı.

AZİT a. (fr. azide). Org. kim. Formülü R— N3 olan organik bileşiklerin genel adı; azotür asidindeki hidrojen atom u yerine bir alkil (alkilazit), aril (arilazit) ya da açil (açilazit) kökünün gelm esiyle türerler.

Azlyade (AziyadĞ), transız yazar Pierre Loti'nin romanı (1879). Loti adlı bir İngiliz deniz subayı ile Azîyade adlı evli çerkez kadın arasındaki gizli aşk üzerine kurul­ muştur. Büyük bir bölüm ü karşılıklı yazıl­ mış m ektuplardan oluşur. Loti ile Aziyade arasında Selanik’te başlayıp İstanbul’ da, Loti’nin Eyüp’te kiraladığı evde süren bu ilişki, denizci Loti’nin görevle İstanbul' dan ayrılması, hareme dönen Aziyade'nin ölümü, bunu öğrenen Loti’nin de katıldı­ ğı Osmanlı-Rus savaşı’nda ölmesi ile so­ na erer. Romanda batıklar için özel bir çe­ kiciliği olan İstanbul camileri, m ezarlıkla­ rı, geceleyin karanlık sokakları, doğunun esrarlı havası şiirli bir dille anlatılmıştır. Ro­ man türkçeye A zade (1923), Aziyade (1940) adlarıyla çevrildi. AZİZ sıt. (ar. caziz). 1. Değerli, saygın, kutsal, sevilen: "D ünyada tuzdan aziz ve kestr b ir şey o la m a z" (Ziya Paşa, XIX. yy.). — 2. Ermiş, eren. — 3 . Kuvvetli ve kudretli: A ziz Allah — 4. A ziz etmek, aziz kılmak, değerini yükseltm ek. || Aziz olmak, yükselmek: "Ç ü Yusuf Mısır şeh­ rinde aziz oldu g ü l ü b ü lb ü l" (Ömer bin Mezid, XV. yy.). || Aziz-i hakim , derin bilgi sahibi olan. || Aziz-i Mısr, Mısır veziri Kıtfir'in ve Yusuf peygam berin lakabı. ♦ ünl. Saygı ve değer bildiren bir seslen­ m e biçim idir: Aziz dostum. A ziz arkada­ şım. — Hırist. Kilise tarafından din büyüğü ola­ rak tanınan kişiye denir. || Tanrı'nın yasa­ larına uygun olarak yaşayan, din ve ah­ lak açısından örnek bir yaşam süren kişi­ ye denir. ♦ a. 1. Kilise’ce kutsal ilan edilerek ya­ şamı örnek gösterilen ve halkın kendisi­ ne tapınmasına izin verilen hıristiyan. (Bk. ansikl. böl.) — 2. A ziz ikonaları, Katolik ya d a Doğu kiliseleri için genel tapınm a ko­ nusu olan bir kişinin tasvir ya d a heykeli. (Protestan kiliseler, bunlara tapınmayı ya­ saklamıştır.) — 3. Yaşayışı ve dindarlığı ör­ nek gösterilebilecek nitelikte olan erkek ya da kadın. — isi. Esmayı hüsnadandır (Allah’ın Kuran’d a geçen isimlerinden). —ANSİKL. Hırist. tanrıbil. Hıristiyanlığın başlangıcında, "a ziz” (lat. sanctus) söz­ cüğü, inananları belirtirdi. Bugün, kimi za­ man geniş anlamda, Tanrı’nın rahmetine kavuşmuş tüm ölülere; daha dar anlam ­ da da, Kilise’ce tapınm a konusu yapılmış din büyüklerine aziz denir. Katolik kilise­ sinde, azizlerin tescil edilmesi yetkisi, Alexander 111(1170)'ten başlayarak papaya verildi.

A Z İZ (im adettin Ebulfeth Osm an EL-) [1172-1198], Mısır Eyyubileri hüküm darı (1193-1198). Selahattin E yyubi’nin oğlu. Şam 'daki kardeşi el-Efdal’ i terk ederek Mısır’a gelen emirlerin desteğiyle hüküm ­ darlığını ilan etti. Şam üzerine yürüm eye hazırlandı. Ancak araya girenler iki kar­ deşi uzlaştırınca bu seferden vazgeçti. 119 4 ’te Şam üzerine giriştiği ikinci sefer­ de yenildi.

A Z İZ (Cemalettın Ebülmehasin Yusuf bin Barsbay EL-), Mısır çerkez M em luk­ ları hükümdarı (1438). Seyfettin Barsbay'

ın oğlu. Babasının ölüm ü üzerine (1438) ardılı oldu. Üç ay saltanat sürdükten son­ ra tahttan indirilerek yerine Seyfettin Çak­ m ak getirildi.

Azincourt savaşı XV. yy. transız minyatürü Victoria and Albert Museum Londra

A Z İZ Morali, asıl adı A b d ü la z iz , türk şair (M o ra? -ay. y. 1732'den sonra). Şair Ratip Ahm et Paşa’nın yanında bulundu. Arapça, farsça şiirler de yazıyordu. Divan'ı vardır.

A Z İZ BİLLAH (Ebu Mansur Nizar EL-) [Kahire 955 -ay. y. 996], beşinci fatımi ha­ lifesi (976-996). Babası el-Muizz'in ölümü üzerine ardılı oldu (976). Bayındırlık işle­ rine önem vererek cam i, saray, kanal ve köprüler yaptırdı. Devlet m emurlarını ilk kez düzenli aylığa bağlayarak onların halktan para ve arm ağan almalarını ya­ sakladı. Devlet dairelerinde hıristiyanlarla yahudilere önemli görevler verdi, fatımi ordusuna ilk kez tü rk kökenli askerleri sokup onların gelecekte ülkenin siyasal yapısı üzerinde önemli rol oynam alarına yol açtı. Bu gelişm elerin yerli halk arasın­ d a neden olduğu hoşnutsuzluğu g id e r­ m ek için, görevini kötüye kullandığı sap­ tanan m em ur ve askerleri şiddetle ceza­ landırmayı gelenekleştirdi. Onun döne-

Âzir’in dirilişi Juan de Flandes’in yapıtı (XVI. yy. başları) Prado müzesi, Madrid

Üsküdar ve Bahariye mevlevihanelerinde neyzenbaşılık yaptı. Döneminin en iyi neyzenlerinden biri olarak tanındı. G ünü­ m üze ulaşabilmiş yedi bestesi arasında, uşşak, yegâh ve saba sazsemaiteri çok ünlüdür.

A Z İZ EFENDİ -> GİRİTLİ Aziz E fendİ. A Z İZ EFENDİ M e d e n i, türk besteci

Aziz Efendi’den bir hat örneği

minde Fatımiler’in egem enlik sınırı olduk­ ça genişledi.

A Z İZ BİN ERDEŞİR Esterabadl,

:

iranlı şair ve tarihçi (Esterabat XV. yy.'ın ikinci yarısı-Mısır XVI. yy.’ın birinci yarısı). G ençliğinde B a ğ da t’a gitti. O rada Celayirlilerden Ahm et bin U veys’in yanında çalıştı. Timur B ağdat’ı alınca kaçtığı Meşhet'te yakalanarak, Tim u r’un oğlu Miran Şah'ın yanına götürüldü. Buradan da ka­ çarak Sivas'ta Kadı Burhanettin’e kapı­ landı (1394), onun ölüm ü üzerine Mısır’a gitti; orada öldü. Bezm ü rezm adlı fars­ ça tarihinde (1398), çağındaki Anadolu tü rk beylikleri, özellikle Kadı Burhanettin' in siyasal, bilimsel ve özel hayatına ilişkin bilgiler vardır.

A Z İZ DEDE N e yze n , türk besteci (İs­ tanbul 1835 - ay. y. 1905). G ençliğinde Mısır'da bulundu, Kahire mevlevihanesinde ney öğrendi. Gelibolu mevlevihanesind e dede oldu. İstanbul’d a Neyzen Salim Bey ile çalışarak tekniğini ilerletti. Galata, Kırımlı Aziz idris Bey Tıp tarihi müzesi, İstanbul

(M edine 1842 - İstanbul 1895). On dört yaşında İstanbul'a geldi. Kazasker M us­ tafa izzet E fendi'den m üzik öğrendi. Sul­ tan A bdülaziz'in ilgi ve desteğini gördü. Kız ortaokulları başm üfettişliği yaptı. G ü­ nüm üze 40 dolayında yapıtı ulaştı. Başlıcaları: Hicaz şarkı (Ey çerh-i sitem ger dil -i nâlâna dokunm a), şevkefza şarkı (Dem âdem d id e girya n oldu sensiz), evcara şarkı (Taliim b ir dem bana y a r olmadı), hüzzam şarkı (Kerem eyle mestane kıl b ir nigâh).

■ A Z İZ EFENDİ, türk hattat (Maçka, Trabzon, 1871 - İstanbul 1934). Osmanlı -Rus savaşı (1877-1878) sırasında ailesiy­ le birlikte İstanbul'a yerleşti. Sıbyan m ek­ tebinde okurken dönem in ünlü hattatla­ rından Arif Efendi'den (Bakkal) sülüs ve nesih yazı öğrendi. Daha sonra Muhsinzade A b d ullah ’tan sülüs, nesih; Haşan Hüsnü Efendi’den talik; Sami Efendi'den celi sülüs, celi talik yazı dersleri aldı. Uzun süre M edresetü'l-K uzat ve M ahm udiye m erkez rüştiyesinde yazı dersleri verdi. Mısır kralı Fuat'ın çağrısı üzerine Kahire' ye gitti, Halil A ğa ve Şeyh Salih m edre­ selerinde hat ve tezhip öğretti. Kral için yazdığı K uran’ın tezhibini de kendi yap­ tı. Emekli olduktan sonra İstanbul’a dön­ dü. Güzel ve hızlı yazdığından S eriyyü’l -kalem diye anılan Aziz Efendi, eserlerini Abdülaziz Eyyubi, Aziz ve eş-Şeyh M eh­ met Abdülaziz olarak imzalardı. T uğra da çsken sanatçının üç büyük hilyesinden bi­ ri Topkapı sarayı m üzesi'ndedir. Bursa’ daki Ulu cam i’nin levhaları onun ürünü­ dür. Ayrıca 12 K uran’ı vardır.

■ A Z İZ İDRİS BEY Kırım lı, türk hekim (İstanbul 1840 - ay. y. 1878). Askeri tıbbiye ’yi bitirdi (1866). Aynı okulda iç has­ talıkları üzerinde çalışm aya başladı. O yıl açılan sivil tıbbiyeye m üdür olarak atan­ dı. Burada umumi emraz, tıbbi kimya, hik­ meti tabiiye ve dahili em raz derslerini okuttu. Cemiyeti tıbbiyei Osm aniye'nin kuruculuğunu ve başkanlığını yaptı. Tıp öğrenim inin türkçeleşm esinde büyük rol oynadı. A rkadaşlarıyla birlikte çevirdiği P. H. N ysten'in sözlüğünü, Lugat-ı tıbbi­ ye adıyla yayım layarak ün kazandı (1873). Mecmuai Fünun’d a tıp kimyası ve genel hastalıklar üzerine yazılar yazdı.

Aziziye camisi’nin mihrabı Konya

Aziziye camisi Konya

A Z İZ M AHM U T H ÜDAYİ, celvetiye tarikatının kurucusu ([Şerefli] Koçhisar 1543 - İstanbul 1628). Babası Fazlullah M ahm ut bin M ahm ut ve Nazırzade'nin yanında öğrenim gördü. E dirne'de Sul­ © tan Selim medresesinde m uid’lik, Şam ve Mısır’da kadı naipliği yaptı. M ısır'da Hal­ veti tarikatına girdi. B ursa'da Ferhadiye m edresesinde m üderris ve mahkeme-i âtik naibi oldu. Bazı kaynaklara göre, gör­ düğü bir rüya üzerine Şeyh Ü ftade’ye ka­ pılandı (1576). Uç yıl ona müritlik etti; son­ ra halife olarak Sivrihisar’a gönderildi. Da­ ha sonra Rumeli’ye, oradan da İstanbul'a geldi (1580). Ç am lıca’daki Çilehane diye bilinen mescitte inzivaya çekildi. Tekkesi yapılınca oraya yerleşti (1594-95). Bu ara­ da kendisine Fatih camisi vaizliği verildi. Tekkesine ek olarak kendi camisi yapılın­ ca, buraya geçti. Sultan Ahm et cam isin­ de de vaiz vermesi önerildi. Sadece ra­ m azanda bu görevi yapm ayı kabul etti. M urat III, Osman II, M urat IV ve özellikle de I. A h m et’ten dönem inde büyük saygı gördü. Halk arasında, onun çevresinde gelişen menkıbelerin çoğu, Ahm et I ile olan ilişkileriyle ilgilidir. Şiirlerinde, şeria­ ta bağlı olduğu için, öteki sofilerde görü­ len tasavvuf coşkusu yoktur, ilahilerinin bir bölüm ü hece vezni ile Yunus Em re’ nin etkisi altında yazılmıştır. Sayısı yirmi

ikiyi bulan yapıtları arapça ve türkçedir. Başlıcaları: Arapça: Kuran’dan seçtiği ba­ zı ayetlerin tefsirinden oluşan Nefais ül -mecalis, Şeyh Ü ftade’nin tasavvufi sözle­ rini içeren Vakıat, Tezakir-i H üdayi (padi­ şaha gönderdiği 170 m ektup), semanın dine aykırı olmadığını anlatan Keşfüıl-Gıta an vech is-sema. Türkçe: N ecat ül-garik fi'l-cem ve ’t-tefrik, Tarikatnâme. Yapıtları­ nın bazıları, M ehm et Gülşen tarafından Külliyat-ı hazret-i H üd â yi adıyla eski harf­ lerle basıldı (1870). D ivan’ını yeni harflerle Ziver Tezeren yayımladı (1986).

A Z İZ KESİN - NESİN (Aziz). A Z İZ PETRUS ülkeleri, hıristiyan imparatorların ve inananların Roma kilisesi'ne bağışladığı ve Kilise devletleri'nin çekirdeğini oluşturan yurtluklar bütünü. (XIII. yy.'dan başlayarak, Tevere’nin K. -B .’sında, Tirren denizi kıyısı boyunca ku­ rulu, Papalık devletleri eyaletine Tuscia’ daki Aziz Petrus ülkeleri adı verildi.) -

Aziz Thomas hırlstlyanları, Malabar kıyılarında oturan ve dine girişlerini aziz Thom as’a kadar uzandıran hıristiyanlar. Piskoposlarını mezopotam yalı nesturilerden seçtiklerinden, bunlara nesturiler de denir. Ayin dilleri süryanicedir. 1559’ da Roma kilisesi’ne bağlanan bu hıristiyanların bir bölüm ü daha sonra bu kilise­ den koptu.

AZİZAN çoğl. a. (ar. ’ aziz'in fars. çoğl., cazizân). Esk. Azizler, dostlar.

AZİZE sıf. (ar. caziz’in dişi. cazize). Ermiş kadın için kullanılır. ♦ ünl. Kadınlara karşı, sevgi ve saygı bildiren bir seslenme biçim i olarak kulla­ nılır.

A Z İZ İ Yedikulsli, aşıl adı Mehmet ya da M u s ta fa , tü rk şair (İstanbul ? -1585). D iva n ’ı olduğu tezkirelerde kayıtlı ise de ele geçm em iştir; m ecm ualarda ço k sayı­ da şiirleri vardır. Asıl ününü İstanbul'un güzel kadınlarını anlattığı Şehrengiz’i ile kazandı.

AZİZİYE a. (Sultan A b dülaziz’in adın­ dan). Bir tür fes. Tepesi dar, kenarları ge­ niş, kulak hizasına değin inen basık bir fes türüydü. Püskülleri, fes hizasında kesilir­ di. ilk kez Abdülaziz tarafından giyildiğin­ den bu adı aldı. Onun tahttan inmesiyle ortadan kalktı. Aziziye kalıp fes de denir. A Z İ Z İ Y E , Konya’nın Ereğli ilçesi, Çak­ mak bucağında belde; 2 664 n üf. (1990).

Aziziye cam isi, K onya’da cami. A b ­ dülaziz ve annesi Pertevniyal H atun'un yardım larıyla yapıldı (1872). Aynı yerde daha önce, m usahip Mustafa Paşa'nın 1676'da yaptırdığı, 1867'de yanan cami bulunuyordu. Yapı, batı etkisindeki barok ve rokoko üslupta zengin bezemeleriyle, dönem in özelliğini yansıtır. Ana mekân ortada büyük, köşelerde küçük yarım kubbelerle; son cem aat yeri altı sütuna oturan üç kubbeyle örtülüdür. Ana kub­ benin oturduğu sekizgen kasnağın köşe­ lerine kulecikler yerleştirilmiştir. Ü ç yön­ den girişi vardır.

Aziziye tab yaları, Sultan Abdülaziz dönem inin son yıllarında E rzurum 'da ya­ pılan üç tabya. Kentin “ Kars kapısı" de­ nen kesiminin K.-D .’sundaki Topdağı yaylası ü z e rin d e b u lu n a n ta b ya la r, 1877-1878 türk-rus savaşında (Doksanüç harbi) hizm et gördüler. D eveboynu’nda tü rk kuvvetlerini yenilgiye uğratıp çekil­ m ek zorunda bırakan rus ordusu Erzu­ ru m ’u kuşatm a hazırlıklarına başladı. Kentin teslimi önerileri geri çevrilen Ruslar, Topdağı üzerinden kaym akam (yar­ bay) Bahri Bey kom utasındaki Aziziye tabyalarına yoğun bir topçu ateşiyle sal­ dırıya geçtiler. Tabyaların ikisi Ruslar’ ın eline geçti. Son tabya da düşm ek üzerey­ ken aralarında Nene H atun’un da bulun­ duğu Erzurum halkı, kendi olanaklarıyla silahlanarak askerlerin yardım ına koştu. G öğüs göğüse çarpışm alar sonunda rus ordusu bozularak tabyalardan geri çekil-

Azmi di ve Erzurum 'un işgali önlendi. C um hu­ riyet dönem inde tabyaların iç tarafına bu zaferin anısına Aziziye tabyası anıtı dikil­ di (1 952). Simgesel dört mezarın üzerine “ Asker", "G ençler", "Kızlar” , “ ihtiyarlar” diye yazılarak Erzurum halkının kahra­ manlığı anıtlaştırıldı.

Aziziye tiyatrosu, Üsküdar, Bağlarbaşı’ nda 1866 yıllarında yapıldığı bilinen tiyatro binası. Önceleri Güllü A g o p ’un yö­ netim inde olan tiyatroda 1872’den son­ ra Tom as Fasulyeciyan topluluğu çalıştı.

AZİZLEŞTİRME a. Hırist. Papa tarafın­ dan bir kimsenin azizler arasına katıldığı­ nın ve dünya kiliselerinde o kimse için ayin yapılmasına izin verildiğinin resmen ilanı; buna eşlik eden ve Roma'da San Pi­ etro kilisesi’nde yapılan tören.

AZİZLİK a 1 . Aziz olma durumu; ermiş­ lik: Azizlik m ertebesine yükselm ek. — 2. B ir kimseye azizlik etmek, onu beklenm e­ dik, şaşırtıcı bir durum la karşı karşıya bı­ rakm ak: Yoğun sis dün sabah İstanbul­ lu la ra azizlik etti.

AZİZOĞLU (Yusuf), tü rk siyaset adamı, hekim (Silvan 1917 - Ankara 1970). İstan­ bul Tıp fakültesi’ni bitirdi, D iyarbakır be­ lediyesi başhekimi iken Dem okrat parti' nin kuruluş çalışmalarına katıldı. Diyarba­ kır milletvekili seçildi (1950-1957). Hürri­ yet partisi’nin kurucuları arasında yer al­ dı (1955). 27 Mayıs 1960 sonrası Yeni Türkiye partisi’ ne girdi. D iyarbakır millet­ vekili seçildi (1961-1970). Yeni Türkiye partisi genel idare kurulu üyesi, genel başkan yardımcısı ve genel başkanı ol­ du. Sağlık ve Sosyal yardım bakanlığı yaptı (1962-1963).

AZK UE Y ABERASTURİ (Resurrec ciön M aria DE), bask rahip ve yazar (Lequeitio, Vizcaya, 1864 - Bilbao 1951). Bask dili akademisi Euskalzaindia'nın ku­ rucusu ve ilk başkanı. Sözlükçü, müzikbilim ci (C ancionero p o p u la r vasco), gra­ m erci (M orfologia vasca, 1923), etnolog (Euskalerriaren Yakintza, 1935-1947) ola­ rak bask kültürünün bir kim lik kazanma­ sına önem li katkıda bulundu.

AZL a. (ar. cazt). Esk. Kınama, azarlama; azar, sitem.

AZLÂF çoğl. a. (ar. z ılf ın çoğl. a z lâ f). Esk. Hayvanların bazılarındaki çatal tır­ naklar, toynaklar.

AZLÂL çoğl. a. (ar. zrf/'ın çoğl. a zlâ l). Esk. Gölgeler.

AZLEDİLMEK - AZLETMEK AZLEM sıf. (ar. z u lm e tte n azlem). Esk. Ç ok karanlık, zifiri karanlık.

AZLEM sıf. (ar. z u lm 'den azlem). Esk. Ç ok zalim, en ço k zulmeden.

AZLETMEK g. f. B ir kim seyi azletmek, görevinden, işinden almak; ona işten el çektirm ek. ♦ azledilm ek, azlolunm ak, edilg. f Görevinden, işinden alınmak, işten el çek­ tirilmek.

AZLIK a. Sayı ve nicelikçe az olm a d u ­ rumu.

AZLOLUNMAK - AZLETMEK AZM a. (ar. razm). Esk. Kemik: azm-i akab (ökçe kemiği), azm-i enfi (burun ke­ miği), azm -i harkafa (kalça kemiği), azm-i kubere (önkol kemiği), vb.

AZM -

AZİM.

AZMA a. Kırma, azman. —Tıp. Bir hastalığın, bir salgının geçici bir süre gerileme gösterdikten sonra yeniden alevlenmesi.

ÂZMÂ ya da ÂZMÂY sıf. (fars. azma, âzmây). Esk. Denemiş, tecrübe etmiş, de­ neyim li anlamlarıyla birleşikler yapar: cenk-âzm â (savaş görmüş), derd-âzmâ (dert çekmiş), kâr-âzmâ (işten anlayan, deneyim li) vb.

AZMAK gçz. f. 1. Bir kimse, bir toplu­

luk sözkonusuysa, zapt edilemez duruma gelmek, coşm ak, taşmak; doğru yoldan sapmak: D ün g ece iyice azıp kurtlarını döktüler. A d a m parayı görü n ce azdı. — 2. Çocuk sözkonusuysa, aşırı yaramaz­ lık yapmak. — 3. Sözkonusu yineleyen bir hastalıksa, şiddetle, yeniden kendini gös­ termek; yaraysa, iltihaplanm ak: Yağmur­ lar başlayınca rom atizmaları da azdı. Ya­ rası iyileşeceğine azıyor. — 4. Deniz, dal­ ga, akarsu, rüzgâr, fırtına, vb. sözkonu­ suysa, kabarmak, coşmak, taşmak, şid­ detlenmek: D eniz m üthiş azdı. Fırtına g it­ tikçe azıyor. — 5. Bitki, özellikle de süs bit­ kisi sözkonusuysa, hızla, aşırı ölçüde bü­ yüm ek, gelişmek. — 6. Beyaz çamaşırlar sözkonusuysa, ağartılamayacak biçimde kirlenmiş olmak, rengi dönm ek. — 7. Bir kimse, bir hayvan sözkonusuysa, cinsel isteği kabarmak. — 8. Bir hayvan sözko­ nusuysa, iki ayrı ırktan doğm ak; melez­ leşmek. ♦ azdırm ak ettirg. f. 1. B ir kimseyi, b ir topluluğu azdırmak, onu zapt edilmez du­ rum a getirm ek; doğru yoldan saptırmak; onun cinsel isteklerini kabartmak: Ç ocu­ ğ a ço k y ü z verip azdırma. A d a m ı tahrik e dip azdırmış. — 2. Bir yarayı, bir hasta­ lığı azdırmak, yaranın iltihaplanmasına, hastalığın yinelenmesine, şiddetlenm esi­ ne yol açmak: Yaranı kaşıma, azdıracak­ sın. — 3. Çamaşırı azdırmak, onu ağartı­ lm a y a c a k biçim de kirletmek. ♦ azdırılm ak edilg. f. Azdırm ak eyle­ m ine konu olmak. ♦ azışm ak dönşl. f. G iderek şiddet­ lenmek, kızışmak. ♦ azıştırm ak ettirg. f. Şiddetlendir­ mek, kızıştırmak.

AZMAK a. Yörs. 1. Küçük su birikintisi, gölcük. — 2. Suyun çıktığı ya da denize döküldüğü yer. — 3. Bir ırmağın içinden sürekli su geçm eyen terk edilmiş eski ya­ tağına verilen ad. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Azmaklara özellikle akarsuların zam an zam an yatak değiştirdikleri geniş tabanlı ve az eğimli alüvyal vadilerde, del­ talarda ve ovalarda rastlanır. Kimileri hi­ lal biçimli kopmuş menderes halkaları gö­ rünüm ündedir; kimileri ise taşkın sıra­ sında ırmağın bir kolu haline d önü­ şür.

AZMAN sıf. ve a. (azm aktan). 1. Aşırı ölçüde gelişmiş, ço k iri insan, hayvan vb. için kullanılır. — 2. Tür adı + azmanı, be­ lirtilen türün kırması olan hayvan için kul­ lanılır; melez: K u rt azmanı b ir köpek. —Ormanc. Karadeniz bölgesinde çapı 40 c m ’den daha kalın ve balta ile yontulmuş dört köşe tom ruk. — Bazı yörelerde kök sürgününe (ya da filize) verilen ad. || A z­ m an ağaç, m eşcerede fazla gelişmiş, et­ rafındaki ağaçları ezen kalın dallı bud a k­ lı, geniş tepeli ağaç. (Bu ağaca kurtağaç adı d a verilir.) AZMANKAYA, sıcak ve az serin deniz lerde yaşayan balık. (G öğüs yüzgecinin üst yanında ipliksi ya da ipek liflerine ben­ zeyen uzantılar bulunabilir. Bil. a. Gobius ophiocephalus; kayabalığıgiller fam il­ yası.) [Eşanl. TOKMAKBAŞ.]

AZMANLIK a. Zootekn. Melez döllerde görülen ve ana babadakilere göre daha üstün olan özellik durumu. (Çiftlik hayvan­ cılığı ve tarım bitkileri üretiminde, daha üs­ tün özellikte melez döller elde etm ek için yapılır. Yeni melez döller ana babaya gö­ re genellikle daha dinç, daha sağlam, da­ ha güçlü, büyüm eleri daha hızlı, kötü ko­ şullara ve hastalıklara karşı daha dayanık­ lı olur.)

ÂZMÂY -

ÂZMÂ.

ÂZMÂ Y İ a. (fars. a z m â y i). Esk. Denen­ miş, sınanmış olma, deneyimlilik.

ÂZMÂYİŞ a (fars. azmayiş). Esk. Dene­ me, sınama: "id ü p kılurdı h âlinâzm âyiş" (Şeyhî, XV. yy.). —Spor. Azm ayiş oku, yaklaşık 66,5 cm

boyunda, ucunda küçük dem ir tem ren bulunan ok. (iki türü vardır; menzil atışla­ rında çalışma am acıyla kullanılan “ adi azm ayiş’ ' ve yaşlı yarışm acılarca kullanı­ lan "aşağı koşu azm ayişi".)

1143

AZME ya da AZMET a. (ar. 'azme, 'a z­ met). Esk. 1. Karar, kasıt, niyet. — 2. G ö­ rev, ödev. AZMEN be. (ar. cazmen). Esk. Azimli olarak, karar vererek, niyet ederek.

AZMET

-A Z M E .

AZMETMEK gçz. f. 1. B ir şeye, b ir şey yapm aya azmetmek, o şeyin zorluklarını aşmakta, onu gerçekleştirmekte kesin ka­ rarlı olmak: B ir sınavı başarm aya azm et­ mek. — 2. Esk. B ir yere azmetmek, azmeylemek, oraya gitmek: “ Halep anday­ sa arşın bun d a dır azm eyleyelim Ş a m ’a ’’ (Kâzım Paşa, XIX. yy.). ♦ a zm ettirm ek ettirg. f. B ir kim seyi b ir eylem e azmettirmek, onu o eylemi yapması için yüreklendirm ek, karar ver­ mesini sağlamak, o eylem e yöneltmek: Cinayete, soyguna, vb. azmettirmek.

AZMETTİREN a Cez. huk. Başkaları­ nı suç işlemeye yönelten kişi. (Asli m ane­ vi fail de denir.)

AZMETTİRME a. Cez. huk. Başkaları­ nı suç işlemeye yöneltme. (Azmettirmenin sözkonusu olabilmesi için suç işleyen ki­ şinin, bu suçu işlemeye hiç niyetinin ol­ maması, azm ettirende de belirli bir suçu başkasına işletme maksadının bulunm a­ sı gerekir. Türk Cez. k .’nun 64. m addesi "başkalarını cürüm ve kabahat işlemeye azm ettirenlere dahi aynı ceza hükm olunur” kuralıyla azmettiren kişiyi, işlenen su­ ça ait cezayla cezalandırmayı öngörm ek­ tedir.)

AZMETTİRMEK -

AZMETMEK.

AZMİ sıf. (ar. cazm ve -i 'den ca z m i). Esk. 1. Kem ik cinsinden, kem ik gibi. — 2. Kemikli.

AZMİ sıf. (ar. 'azm , niyet ve -i 'den ' az­ m i ). Esk. Kararla ilgili, karar verm e niteli­ ğiyle ilgili.

A Z M İ, türk halk şairi (XVI. yy.’ın ikinci ya­ rısı?). Bektaşi tarikatındandı. Yaşamı hak­ kında başka bilgi yoktur. T a n rîy a yönel­ tilmiş sorulardan oluşan nefesi ünlüdür: Yeri g ö ğ ü ins ü cini yarattın / Sen e y m i­ m a r başı eyvancı mısın / Ayı g ünü çarhı burcu var e ttin /E y m ekân sahibi rahşancı mısın.

A Z M İ (Pir Mehmet), tü rk şair (İstanbul ? - ay. y. 1582). Kınalızade Ali Ç elebi'nin öğrencisiydi. Rusçuk'ta, İstanbul’da, Edir­ ne’de m üderrisliklerde bulundu. Şehza­

Pir Mehmet Azmi Âşık Çelebi tezkiresi Aİi Emiri kütüphanesi,

de M ehm et’e (sonradan Mehm et III) ho­ calık yaptığı sırada öldü. Hüseyin Vaiz Kâşifi'nin yapıtı Ahlak-ı Muhsini'yi, ekleme ve değiştirmelerle farsçadan türkçeye çevir­ di. Farsça M ihr ü M üşteri adlı bir mesne­ viyi Selim ll'n in isteği üzerine çevirmeye başladıysa da bitirem eden öldü. Bu ya­ pıtı, oğlu Azmizade Haleti Efendi tam am ­ ladı. Meratib ül-ahlak adlı bir yapıtı da var­ dır.

A Z M İ Dlyarbakırlı, asıl adı A h m e t, tü rk şair (Diyarbakır ? - ay. y. 1831). Ha­ yatı hakkında bilgi yoktur. D iv a n i ve rü­ ya yorumlarını konu alan M itfah ül-maani adlı bir mesnevisi vardır. A ZM İ (Hüseyin), tü rk şair (Gelibolu ? - Beyrut 1893), Gelibolu ve Mısır mevlevihanelerinde şeyhlik yaptı. Özellikle mez­ hepler ve tarikatlarla ilgili yapıtlar yazdı (Râfi üş-şikâk, D âfi ün-nifak vb.). D iva n i vardır. A Z M İ BEY (M ehm et Cemal), türk siya­ set adamı (? 1866 - Berlin 1922). M ülki­ ye mektebi'ni bitirdi (1891). Selanik’te Hu­ kuk mektebi m üdürlüğü yaptı, ittihat ve Terakki cem iyeti’ne katıldı; örgütçülüğüy­ le dikkat çekti, ikinci M eşrutiyet'in ila­ nından sonra Preveze m ebusu seçildi (1908); istifa etti (1909) ve H üdavendigâr (Bursa) valiliğine atandı. 1914 ’te Çorum m ebusu seçildiyse de kısa bir süre son­ ra istifa ederek Konya valisi oldu. Birinci Dünya savaşı'nın yenilgiyle sonuçlanması üzerine, öteki ittihatçı önderlerle birlikte A vru pa 'ya kaçtı (1918). Ermeni bir sui­ kastçı tarafından Berlin’de öldürüldü (1922).

A Z M İ EFENDİ (Ahmet), tü rk elçi (Gi­ rit ? - İstanbul 1821). BabIâli'de yetişti. Eniştesi Resmi Ahm et Efendi'nin yanında görevli olarak Berlin’e gitti (1763). Fas el­ çiliğine gönderildi (1786); dönüşünde bir Takrir sundu. Rikabı hümayun mektupçusuyken, Rusya’ya karşı Prusya ile anlaş­ ma yapm ak göreviyle Berlin elçiliğine atandı (1790). Bir yıl kadar süren bu gö­ revinde olumlu sonuç alamadı. Geri dön­ dükten sonra BabIâli’nin çeşitli dairelerin­ de görev yaptı. Berlin’deki elçiliğine iliş­ kin Sefaretnam esi'nde Prusya devletinin kurumlan, devlet ve ordu örgütü hakkın­ da bilgi verir.

AZMİZADE (Mustafa Haleti) Tİ (Azmizade Mustafa).

HALE­

AZMÛDE sıf. (fars. azm üden'den âzmüde). Esk. 1. Denenmiş, sınanmış, te c­ rübe edilmiş. — 2. Kâr-azmûde, deneyim­ li. || Na-azm ûde, deneyimsiz, acemi. AZMÛDECİ a. (fars. azm üde ve

’den Szm üdegi). Esk. Görgülü olma, deneyim­ li olma, deneyimlilik.

ÂZMÛN a. (fars. azm üden'den Szmün). Esk. Deneme, sınav: "M enzil-i m aksuda pür-âsîb rah-i â zm û n " (Fuzuli, XVI. yy.).

AZMZADELER, kökü Murat IV d öne­ m inde B a ğ da t’ı kuşatan tü rk ordusunda görev yapan İbrahim Paşa'ya dayanan aile. İbrahim Paşa'nın oğlu İsmail Paşa, Şam valisi olarak görev yaptı. Onun oğul­ larından Sadettin, Mustafa ve Esat paşa­ lar d a Şam, Maraş, Sivas ve Diyarbakır valiliklerinde bulundular. Soyunu bugün d e sürdürm ekte olan aile, Osmanlı d e v­ letine, son dönem ine kadar bağlılıkla hiz­ met etti. Aile bireylerinin görev yaptıkları çeşitli yerlerde hayratı vardır.

AZNAVOUR (Charles), fransız şarkıcı, şarkı sözü yazarı, besteci ve sinema oyuncusu (Paris 1924). Şarkıcılığa yeni başladığı sırada, 1946’da, Edith Piaf'ın dikkatini çeken sanatçı, yorum cu olarak kolayca sivrildi. Ezgi duygusu, şarkıları­ nın m elodram atik ve kolay anlaşılır söz­ leri ve boğukça sesiyle 1960’a doğru uluslararası bir üne ulaştı. Bu duygusal şarkıcı kendini sinema oyuncusu olarak da kabul ettirdi (Tirez su r le pianiste, 1960; Ren geçidi. 1960; Lesintrus, 1971;

Teneke 1979).

tram pet [Die

Blechtrom m e],

AZNAVUR a. (gürcüce söze ). 1. İriyarı, sert, güçlü, korkusuz kimse. — 2. A z ­ navur gibi, acımasızca davranan kimse için kullanılır. — Mad. sant. A zn a vur işi, güm üş yüzey üzerine, ince kalemle yapılan bir tür be­ zeme.

AZNAVURTEPE ya da PATNOS KALESİ. Arkeol. D oğu A nadolu’da Urartu yerleşmesi. Ağrı'da, Patnos ilçesindedir. Prof. Kemal B alkan’ın yaptığı ka­ zılarda, Urartu kralı M enua ile oğlu Argisti Tin yaptırdıkları büyük bir kale ve Haldi tapınağı ortaya çıkarıldı (İ.Û. IX. yy.). Ka­ re planlı urartu tapınaklarının ilk örnekle­ rinden olan yapının cella bölüm ünde, 4 taş blok üzerinde, kral M enua'nın sefer­ lerini anlatan yazıt vardır.

AZNİF a. Bir tür dom ino oyunu. (Dom i­ nodan farklı olarak taşlar dört yönlü işle­ nir. Puan alabilm ek için dört taraftaki taş­ ların toplamının beş ve beşin katları olma­ sı gerekir.)

A ZN İF HA N IM , türk tiyatro oyuncusu (İstanbul 1864 - ay. y. 1929). 1884 ten başlayarak sahneye çıktı. 1915 ’te Darülbedayi'ye girdi. Genellikle mağrur, haşin kadın rolleriyle tü rk ve ermeni kaynana rollerini başarıyla canlandırdı. 1926’ya dek D arülbedayi'de çalıştı.

AZO- (fr. azo-). Org. kim. Bakışımlı bir m olekülde (R— N = N— R), ikideğerli —N = N— kökünün varlığını gösteren önek.

le birleştiğinde gelincik kırmızıları ve dimetilanilinle birleştiğinde heliantin oluşur; bu seride yünleri boyam ada kullanılan si­ yah renkler de yer alır. Krom atlanabilir azolar, halkalarından birinde orto konum unda bir ya da iki hid­ roksil ile bir karboksil taşırlar. Bu boyar­ m addeler ile boyanan dokum a, seyreltik kromatosülfürik asit çözeltisiyle işleme so­ kulursa hem boyanın rengi değiştirilebilir hem de boyanın sabitleşmesi sağlanır. M ordan gerektirm eyen azolar, benzidin ya da diam inlerin diazolarından türer. Kongo kırmızısı, benzidin bisdiazosunun naftiyonik asitle kenetlenm esinden elde edilir. Dolayısıyla bu boyarm addeler, bisazolar'dır. Aminleşmiş m ordan gerektir­ m eyen boyarm addelerin bir bölüm ü, lif üzerinde yeniden diazolanabilir ve kenetlenebilen yeni m addelerle yoğuşturulabilir. Böylece ço k dayanıklı siyah renkler (tetra-bisazolar) elde edilir. Pigmenttik azolar, genellikle duvar bo­ yalarında ve renkli kâğıtların baskısında kullanılır. Işığa karşı kararlı, alkol ve ke­ ten yağında çözünm eyen, sülfonik işlevli azoların toprak alkali tuzlarıdır. Selüloz lifleri üzerinde çözünmeyen azo b oyarm addeler şöyle elde edilir: kumaş önce kenetlenebilen bir fenolatın alkali çö­ zeltisiyle ıslatılır, sonra süzülür ve gereki­ yorsa kurutulur; ardından diazolanmış amin içeren bir banyoda "geliştirm e” de­ nilen bir işleme tutulur; işlem sırasında diazolu amin fenatla kenetlenerek boyarm addeyi oluşturur.

AZO ya da AZZO (Porcius) -* AZZONE ya da A z z o DE PORCİ.

AZOBE a. (yerli dilden söze.). Tropikal AZO sıf. ikideğerli— N = N — kökü içeren bileşikler için kullanılır. (Azobenzen ve heliyantin birer azo bileşiktir.) —ANSİKL. Azo boyarmaddeler, OR ya da NR 2 ve bazen C 0 2H ya da SO 3 H oksokrom gruplarıyla ornatılmış benzen ya da naftalen halkaları içeren azo bileşikleridir. A r— N = N—A r sistem i,gerçekte bir kromofordur; ama renk değişim lerinde oksokrom gruoları da gerekir. Oksokrom bi­ leşikler, hemen tüm ü p o la ' olan liflere (yün, pamuk, ipek) boyarmaddelerin bağ­ lanmasını kolaylaştıran polar gruplar içe­ rirler. Boyarm addeler, bir diazonyum tuzu­ nun bir fenol ya da bir arilam in ile yoğuşmasından (buna kimi zaman kenetlenme d e denir) elde edilir. Birincil arilaminlerin büyü k bölüm ünün diazonyum tuzlarına dönüşebilmesi nedeniyle, bunlardan, boyarm adde olarak kullanılan çok sayıda azo bileşiği oluşturulabilir. NH 2 grubu içe­ ren azo boyarm addeler yoğuşm ayla ye­ niden diazolanır. Öte yandan diaminler iki kez yoğuşm ayla diazolandıklarından, bisazo b oyarm addeler üretim inde kullanı­ labilir. Azo boyarm addelerle liflere, sarıdan m aviye değin her tür renk verilebilir; bisazolardan ise kahverengi ve siyah renk­ ler elde edilir. Kimi durum larda azo bo­ yarm addeler metal iyonlarıyla m ordanlanabilir; bu işlem, boyarm addelerin liflere bağlanmasını kolaylaştırır. Basit azo m addeler genellikle turuncu­ dur; naftollerden türeyenler, turuncu ya da kırmızı olabilir. Öte yandan aminonaftoller ile difenol naftalenlerden elde edi­ lenler çoğunlukla mavidir. C 0 2H ve SO 3 H oksokrom ları rengi çok. az değiştirir. G ü­ nüm üzde her rengin azo boyarm addesi bilinm ektedir; ancak sarı, kırmızı, kahve­ rengi ve siyah türler en çok kullanılan boyarm addelerdir. Bazik azolar en az bir NH 2 (kimi zaman ornatılmış olarak) grub u içerir. Krizoidin, metafenilendiam in ile diazobenzenin ke­ netlenmesinden elde edilir. Tanenle mordanlanm ış pam uğu boyam ada ve alkol­ lü verniklere renk verm ede kullanılır. A sit azolar en az bir sülfo grubu (bir di­ azo ya da kenetlenme ürününce katılmış) içerirler; sülfanilik asidin diazosu naftoller-

A frika’da yetişen ağaç (Lophira alata); b on g o ssiö e denir,(Açık kahve renginde, kaba dokulu, çok sert ve çok ağır bir odu­ nu vardır; su içi yapılarda, köprülerde, te­ mel kazıklarında, bentlerde, m aden ocak­ larında, ağır yapı iskelelerinde, kaba ma­ rangozlukta, vagonların tabanında, çok aşınmaya uğrayan parkelerin ve lastik te­ kerlekli m etro yollarının yapım ında kulla­ nılır.)

AZOBENZEN a. (fr. azobenzĞne). Org. kim. Formülü C 6 H 5 — N = N — C 6 H 5 olan bileşik; azo arom atik bileşiklerin ilk örne­ ğidir. (Kırmızı renklidir ve nitrobenzenin in­ dirgenm esiyle oluşur; indirgendiğinde, hidrazobenzene dönüşür. Hidrazobenzen ise; azo boyarm addelerin kaynağı olan benzidinin çıkış m addesidir.)

AZOBİS-İZOBUTİRO-NİTRİL a (fr. a z o b is is o b u ty ro n itrile ’d en). Form ülü N C -C (C H 3 )2 - N = N - C ( C H 3)2- C N olan disiyano- 2 ,2 'a z o - 2 ,2 'propana verilen ad; köksel tepkim elerde başlatıra olarak kul­ lanılır. AZOFENOL a. (fr. azophdnol). Org. kim. H idroksiazo* bileşiklerinin doğ ru olm a­ yan, am a yaygın olarak kullanılan genel adı; bir diazonyum tuzunun bir fenolle yoğuşmasından elde edilir ve boyarm adde olarak kullanılırlar. (Eşanl. HİDROKSİAZO.)

AZOFÜKSİN a (fr azotuchsine' den). Kim. Sultanilik asidin diazosunun, dihidroksinaftalen 1 . 8 sülfonik-4 asidi (S asidi) üzerine kenetlenm esiyle elde edilen azo boyarm adde.

AZOGUES, E kvador’da kent, Canar ili­ nin merkezi, And dağlarında, C uenca’nın K .’inde; 9 200 nüf. Ç im ento fabrikası.

AZOKARMEN a. (fr. azocarm in'deri). Rozindulinler g rubundan boyarm adde; indulin pişim inde am inoazobenzen yeri­ ne azoanilin a- naftilamin katılarak elde edilir. (Bu yolla elde edilen boyarm adde, daha sonra sülfonlanır ve disülfonlu türev, karışım halinde bile yünün boyanm asın­ da kusursuz renk veren kırmızı bir boyar­ m adde olarak geniş bir kullanım alanı bu­ lur.)

AZOKSİ sıf. (fr. azoxygue'den). Kim. A zoksi

b ile ş iğ i,

genel

fo rm ü lü

azot R— N = N ( 0 )— R'olan azo bileşiklerinden N-oksitlerinin genel adı.

AZOKSİBENZEN a. (fr. azoxybenzĞne'den). Kim. Azobenzenin, formülü C 6 H5— N = N (0 )—C 6 H 5 olan N-oksidi.

AZOL a. (fr. azole). Org. kim. Bir arenin C H = C H grubunun yerine bir NR grubu içeren arom atik ayrıkhalkalı bileşiklerin genel adı. (Pirol bir m onoazoldûr. Halka­ nın diğer CH gruplarının yerini başka azot atomları alabilir; böylece diazoller, triazoller, hatta bir tetrazol elde edilir.)

AZOLİTMİN a. (fr. azolitmine). Turnuso­ lün ana bölüm ünü oluşturduğu sanılan kahverengi-kırmızı renkte azotlu boyarm adde.

■ AZOLLA a. Eski ve Yeni D ünya’da sa­ dece beş türü bulunan su eğreltisi, (iki tü­ rü Batı A vru pa ’d a d urg u n suların ve ba­ taklıkların yeşillendirilm esinde kullanıl­ maktadır. Salviniaceae familyası.)

azolla

sorus kesiti

AZOT a. (fr. azote). 1. Hacim bakımın­ dan havanın yaklaşık beşte dördünü oluş­ turan ve olağan sıcaklıkta gaz halinde bu­ lunan m adde. (Simgesi N olan kimyasal element.) [Bk. ansikl. böl.] — 2. Am onyak azotu, hidrojenle bileşerek NH 4 kimyasal kökünü oluşturan azot. Atom sayısı: 7 Atom kütlesi: 14,006 7 Erime noktası: -1 9 5 ,8 °C Kaynam a nokta sı:-2 1 0 °C H avaya göre yoğunluğu: 0,97 Yükseltgeme dereceleri: - 3 , - 2 , - 1 , 0, + 1 , + 2 , + 3 , + 4 , + 5 Elektron biçim lenm esi: [2]szp3 izotopları: 12, 13, 14, 15, 16, 17 Doğal azot: 14N (% 99, 65), 15N (°/o 0,35) — Biyokim. Proteik azot, bir dokudaki ya da biyolojik b ir sıvıda proteinlerde bulu­ nan azot miktarı. (Proteinlerde ortalama °/o 15-20 azot bulunur.) || Proteik olmayan azot, bir dokudaki ya da biyolojik b ir sıvı­ daki proteinlerden başka m addelerde bu­ lunan azot. (Bk. ansikl. böl. Biyokim., Zo­ otekn.) — Biyol. A zo t bakterisi, Nİt r o z o b a k t e r İ' nin eşan lam lısı.

B —Çevrebil. veTarım . A zo t dolaşımı, azo­ tun madenler, bitkiler ve hayvanlar âlemi arasında dolaşımından oluşan değişiklik­ ler dizisi. (Bk. ansikl. böl.) — Fişekç. A zo t pam uğu, güçlü patlayıcı özellikler kazandırmak için nitrolanmış, azot oranı oldukça yüksek pamuk. — Petrokim. Azot giderme, doğal gaz için­ de bulunan azotu kısmi olarak özütleme. AZONAL sıt. (fr. söze.) -> KUŞAKDIŞI. (Gelişmiş azot giderm e fabrikalarında, do­ ğal gazın içerdiği azotun büyük bölüm ü AZOOSPERMİ a (fr azoosperm ie; -1 0 0 °C 'ta sıvılaştırma ve bölümlü damıt­ yun. a, yokluk eki, zoon, hayvan, ve sper­ m a yoluyla elenerek, gazın ısıl gücü artı­ ma, tohum'dan). Sperm ada spermatozoit rılır.) bulunmaması. — ANSİKL. Özellikleri. 1772'de Daniel Ru— ANSİKL. Azoospermi, erkekte kısırlığın therford hava içindeki azotu saptadı, Caen önemli nedenidir, iki çeşidi vardır: b o ­ vendish bu m addeyi inceledi (1784), Laşalm aya bağlı azoosperm i'de spermatovoisier de, basit bir cisim olduğunu kanıt­ zoitler erbezinde normal olarak gelişir, fa­ ladı. kat sperm a yollarındaki herhangi bir en­ Azot, renksiz, kokusuz ve sıvılaştırılması gelden dolayı (boşalm a yollarında yara­ zor bir gazdır (kritik sıcaklığı:—146°C). Çö­ lanma ya da boğulma, gonokok ya da sı­ zünürlüğü oldukça zayıftır: 0 ° C ’ta, 1 lit­ radan bir m ikrop enfeksiyonu) dışarıya re suda ancak 23 cm 3'ü çözünür. ulaşamaz; salgısal azoosperm i’ d e (erbezi Azot, üç değerli bir ametal türüdür. Dü­ biyopsisinin de belirleyebileceği gibi) er­ şük sıcaklıkta kimyasal etkinlik gösterme­ bezinde spermatozoit oluşmaz. Nedenleri mesi nedeniyle bu şekilde adlandırılmış­ pek çoktur, örneğin erbezinin kabakulak­ tır. Öte yandan yüksek sıcaklıkta tekatomtan iltihaplanması. lu hale dönüştüğü için etkinlik gösterir AZO PH İ -> ABDURRAHMAN BİN ÖMER Tepkim elerinden birçoğu doğ a d a ve sa­ ES-SÛFÎ. nayide oynadıkları rolden dolayı çok önem lidir. Azot, uygun sıcaklık aralığın­ AZORELLA a. M aydanozgiller fam ilya­ da hidrojenle tersinir bir tepkim eye gire­ sından bitki. (Bir türü [Azorella selago] Ku­ rek amonyağı oluşturur:N2+ 3 H 2 = 2N H 3. zey kutbu yöresinde, alçak ve sık ö be k­ Tepkime, am onyak oluşurken ısı vericidir; ler halinde yetişir.) dolayısıyla sıcaklık düştükçe amonyak ve­ AZORIN (Jose MARTIN EZ RUİZ-,— de­ riminin artması gerekir; ancak bu kez tep­ nir). İspanyol yazar (Monövar 1873 - M ad­ kimenin hızı düşer. Bununla birlikte demir rid 1967). “ 98 kuşağı” nın temsilcilerinkökenli bir katalizör yardım ıyla işlem, dendir. Kendi buluşu olan bu ad sık sık 5 50 °C 'ta uygulanabilir. Am onyak oluştu­ tartışmalara yol açmıştır. Yapıtlarında, kü­ ran tepkim e, ortam daki mol sayısının çü k kentlerin çöküşünü yansıtarak ispanazalmasına yol açtığından, bireşimi kolay­ ya'nın gerçek ruhunu gösterm eye çalıştı laştırmak için yüksek basınç uygulanır. Bu (La voluntad, 1902; La ruta d e D on Ouibileşiğin sanayideki bireşimi işte bu yön­ jote, 1905; Las contesiones de un petem le gerçekleştirilir. queno filösofo, 1904; Castilla, 1912). “ Ye­ Azotun bir başka önemli tepkimesi, ok­ ni y a p ıtla rın d a (Fâ//x Vargas, 1928; fl/ansijenle bileşerek azot monoksit oluşturma­ c o en azul, 1929; Superrealismo, 1929) iç sıdır: yaşamı ve ruh durumlarını çözümledi. Ay­ N 2 + O 2 = 2NO. rıca, eleştiri denem eleri (Lecturas espaBu tersinir tepkim e ısı alıcıdır ve dola­ holas, 1912; Los valores literarios, 1914; yısıyla yüksek bir sıcaklık gerektirir. Gaz El licenciado Vidriera, 1915) ve oyunları karışımı önce bir elektrik arkı üstüne gön ­ (O ld Spain, 1926; C om edia det arte, derilir; sonra ço k düşük nicelikte oluşan 1927; L o invisible, 1927; La guerrilla, oksidin bozunmasını önlem ek için gazlar 1936) vardır. hızla soğutulur; çünkü 6 0 0 °C ’ın altında serbest oksijen, azot m onoksidi, azot diAZORUBİN a (fr. azorubine). Kırmızı renkli mono-azo boyarm adde. (AET ülke­ okside dönüştürür: NO + ~ 0 2 -» N 0 2; lerinde besin boyarm addeleri listesinde bu bileşikten de asit elde edilir. Ancak bu E 122 sayısıyla yer alır; karideslerin, sosis yöntem, am onyak yükseltgenerek azot zarlarının, şekerlemelerin, reçellerin, kon­ monoksit elde edilmesi karşısında önem i­ serve m eyve ve sebzelerin, sosların, etli ni yitirm ektedir. (-»NİTRİK asit.) ürünlerin ve alkolsüz içkilerin renklendiBir gaz karışımının azot içerip içerm e­ rilm esinde kullanılır.)

diğini anlam ak ve azot niceliğini sapta­ m ak için eskiden beri kullanılan aşağıda­ ki ayraçlara başvurulur: oksijen ve kıvıl­ cım, pirogallik asit, sodyum hidrostit vb. Bu ayraçlarla uygulanan işlemlerden son­ ra bir gaz artığı kalırsa, bu artık ya azot ya da bir soy gazdır. Artık gazlardan azo­ tu, yalnızca kalsiyum ya d a kızıl hale ge­ linceye değin ısıtılan m agnezyum soğurabilir. O rganik bir bileşikteki azot, bu m adde kireçle ısıtılarak belirlenebilir ve azot ge­ nellikle am onyak biçim inde açığa çıkar. Daha güç, ama daha güvenilir bir yol ise, bu bileşiğin küçük bir miktarını sodyum ile ısıtmaktır; azot içeren organik bileşik­ ler bu kez sodyum siyanür oluşturur; sod­ yum siyanür ise tam yansız çözelti halin­ de, dem ir II ve dem ir III tuzları karışımına doku n d uğ u n da Prusya mavisi çökeltisi oluşturmasıyla tanınır. • D oğ a l hali, hazırlanması ve kullanım alanları. Azot, serbest halde havam n ha­ cim ce °/o 78’ini, ağırlık bakım ından da % 75,5'ini oluşturur. Minerallerde, nitratlar ve am onyak tuzları biçim inde yer alır. Ni­ hayet proteinlerin, nükleik asitlerin bileşi­ m ine girer ve canlı varlıkların organların­ d a bileşik halinde bulunur. S anayide azot, büyük ölçüde bedava ve tükenm ez bir kaynak olan havadan üretilir. Genellikle sıvı hava bölümsel d a ­ m ıtm adan geçirilerek azot elde edilir. Bu elem ent güb re üretim inde ve özellikle am onyağın bireşim inde çok büyük m ik­ tarlarda kullanılır. Sözkonusu üretim yön­ tem lerinde kullanılan azotun, katalizörle­ rin 0 2, CO ve CO 2 gibi zehirlere karşı du­ yarlılığı nedeniyle oldukça arı olması zo­ runludur. Ayrıca kalsiyum karbür üzerine azotun etkimesiyle elde edilen kalsiyum siyanam it üretimi de ço k arı azot gerekti­ rir. Öte yandan, istenm eyen tepkim eleri önlem ek için azottan çoğu kez koruyucu ve yansız gaz olarak yararlanılır. Patlama tehlikesine karşı tutuşabilir sıvıların d epo­ lanm asında ve haznelerden basınç al­ tında gaz aktarılm asında da azot kullanı­ lır. Çeşitli maddelerin oksijenle bozunmasını engellem ek için besin ve dokum a sa­ nayilerinde azot geniş ölçüde tüketilen bir m addedir. • Azotun m etal bileşikleri. Azot, az çok yüksek sıcaklıklarda çeşitli metallerle birleşerek ya am onyağın ornatm a türevleri olan nitrürleri, ya da azotür asidin (H N 3) tuzları olan azotürleri oluşturur. Üç tür nitrür vardır: iyonik, ortak değerlikli, ara durumlu. iyonik nitrürler N3tiy o n u içerir.Bu türler arasında Lİ3 N, N ^ N (patlayıcı), Ca 3 N 2 gibi alkali ya d a toprak alkali nit­ rürler sayılabilir. Bu bileşikler hidrolizlend iğinde hidroksit ve am onyak verir. O r­ tak değerlikli nitrürlere örnek olarak, alü­ minyum nitrür (AIN) ile grafit yapısındaki bor nitrür (BN) gösterilebilir. Bor nitrür, hem cam döküm kalıplarına camın yapış­ masını önler, hem de potalarda astar ola­ rak kullanılır; çünkü erim iş dem ir bor nitrürü ıslatmaz. Ara durum lu nitrürler, geçiş m etalleriyle oluşur ve ö rnek olarak Fe 4 N, M n4N verilebilir. Sert olarak bu bi­ leşiklerin erime noktaları yüksektir; iyi ilet­ kendirler ve görünüm leri m etallere ben­ zer. • A zo t oksitleri. Bu bileşiklerin sayısı ol­ d ukça kabarıktır: diazot m onoksit ya da azot hem ioksit (N 2 0 ), azot m onoksit (NO), diazot trioksit ya da nitrit anhidrit ya da azot seskioksit (N 2 0 3), azot dioksit ya da diazot tetraoksit (N 0 2 )ve diazot pentoksit ya da nitrik anhidrrt ( N ^ j) . Bütün bu oksitler elementlerinden elde edildiklerin­ de ısı alıcıdır; bu nedenle orta sıcaklıkta az kararlıdırlar. Bozunmaları sırasında ok­ sijen verdiklerinden yükseltgen rolü oyna­ yabilirler; örneğin hepsi tutuşturulmuş kö­ m ürün tüm üyle yanmasını sağlayabilir. Hidrojen, azot oksitlerini indirgeyerek azot ve su verir; bu tepkim e platin süngeri ka­ talizörlüğünde gerçekleştirilirse am onyak oluşur. Bütün bu bileşikler arasında yalnızca

1145

Azorin kitaplıkla (1963) Esplandiu’nun suluboya resminden ayrıntı

azot -| 1 4

0

AZOT DOLAŞIMI

azot monoksit, kendi elem entlerinden doğ ru d an doğ ru ya elde edilebilir. 1. Diazot monoksit, azot oksidül ya da azot protoksit (N 2 0 ) 1776'da Priestley ta­ rafından bulundu. Renksiz ve kokusuz bir gazdır; havaya göre yoğunluğu 1,53’tür; sıvılaştırtması ço k kolaydır ve - 8 9 ° C 'ta kaynar; ayrıca suda oldukça çok çözünür ( 0 ° C ’t a b ir litre suda bir litre diazot monoksit). Solunum yoluyla alındığında önce be­ yinde bir gülm e uyarısına yol açar; bu ne­ denle D avy bu oksite "g ü ld ü rü cü gaz" adını vermiştir. G üldürm e etkisinin ardın­ dan anestezik etkileri görülür ve özelliği kimi cerrahi işlemlerde kullanımını sağlar. Isı etkisiyle kolayca bozunarak element­ lerini açığa çıkarır. A kkor bir cism in do­ kunuşuyla başlayan bu bozunma üçte bir oranında oksijen içeren bir azot ve oksi­ jen karışımı verir; dolayısıyla kükürt, fos­ for, karbon, magnezyum gibi yanıcı m ad­ deler tutuşturularak daldırılırsa bu gaz içinde de canlı bir parlaklıkla yanm aları­ nı sürdürürler. Azot protoksit, bir nokta­ sından için için yanan bir tahta parçasını yeniden alevlendirir; ancak oksijenden farklı olarak yavaş yanmayı sürdürm ez ve soğukta beyaz fosforca soğurulm az; ayrıca azot monoksitle kırmızı dum an ver­ mez. Azot protoksit piyasada çelik tüpler için­ de sıvı olarak satılır, atom soğurm a spektrofotom etrisinde yakıcı gaz olarak kulla­ nılır. Asetilen-azot protoksit karışımı yak­ laşık 3 0 0 0 °C sıcaklıkta bir alev verir ve ateşe dayanıklı oksitlerdeki elementlerin (Al, Ti) miktarını belirtm eye yarar. 2. A zot monoksit. 1772’de Hales ve Priestley buldu; kokusu belirsiz, renksiz bir gazdır; havada tutu ld uğ u n da azot diokside (N 0 2) dönüşür. Y oğunluğu 1,04 olan azot m onoksidin sıvılaştırılması zor­ d ur (kaynama noktası -150°C ); suda çok az çözünür. Soğukta kararlı değildir; kızıl derecede tüm üyle bozunur. Bu nedenle yakıcı özellikler taşır; ama cisimlerin azot monoksitle yanabilmesi için daha yüksek bir sıcaklığa değ in ısıtılması gerekir. Ni­ tekim, kibrit, azot monoksit içinde söner. Oksijenle tem as ederse yükseltgenerek nitrit. anhidrit ve azot dioksit verir. Tersi­ nir bir tepkim eyle oluşan yükseltgenm e ürünlerinin oranlan, oksijen miktarına ve sıcaklığa bağlıdır. Nitrit anhidrit ancak so­ ğukta elde edilebilir. Bu özelliği nedeniyle azot monoksit in­ dirgen bir gazdır; Potasyum perm anga­ nat, derişik nitrik asit vb. ile tepkimeye gi­ rer. Halojenlerle tepkim esi nitrozil halojenürleri oluşturur. Isı veren bu tepkim e,

4 0 °C dolayında klor ile etkin alümin eşli­ ğin d e gerçekleştirilir ve aşağıdaki denk­ lemle gösterilir: 2NO + CI = 2NOCI. Sanayide, elementlerinin elektrik arkında doğ ru d an bireşimi yoluyla ya da am on­ yağın katalitik yükseltgenmesiyle elde edi­ lir; ama oluşumunun hemen ardından nitrik ya da nitrit aside dönüşür. {-* NİTRİK asit.) 3. A zo t dioksit. Azot d io k s it,-1 0 ° C ’ta renksiz kristaller halinde katılaşır. 0 ° C ’a doğru, uçuk sarı renkli bir sıvıya dönüşür; am a sıcaklık arttıkça kırmızı dum an çıka­ rarak daha koyu bir renge bürünür. 21 ° C ’ta kaynar. Isıtıldıkça dum anı daha da koyulaşır ve saydamlığını yitirerek opaklaşır. Aynı zam anda yoğunluğu da giderek azalır. Bu belirgin nitelikleri iki ayrı molekül türünün varlığıyla açıklanır: dimer (N 2 O 4), renksiz ve soğukta kararlıdır; monom er (NO 2 ) oldukça renklidir; sıcakta tersinir tepkim e m onom er oluşumu yö­ n ü n d e g e rç e k le ş ir: N 2 0 4 = 2 N 0 2. 1 3 0 °C ’ta tam bir ayrışma doğar. 1 80 °C ile 6 00 °C arasında NO 2 m ole­ külü azot m onoksit vererek ayrışır: N 02 s

NO + i - 0 2.

Bu tepkimeden azot dioksidin yakıcı ve yükseltgen özeliklerinin azot m onokside göre daha belirgin olduğu anlaşılır. Bu bi­ leşik uçucu ve yanıcı bir sıvıyla (benzin, karbon sülfür) karıştırılırsa, panklastitler denen şiddetli patlayıcıları oluşturur. A y­ rıca uzay roketlerinde ergol olarak kulla­ nılır. Suya karşı karm a bir anhidrit gibi davranır; 0 °C 'ta nitrit asit ve nitrik asidin bir karışımı elde edilir: 2 NO 2 + H 2 O ^ H N 0 2 + H N 0 3. Alkali çözeltiyle nitrit ve nitrat oluşturur. Azot dioksit olağan sıcak­ lıkta su ile tepkim eye girerse, nitrit asit bu sıcaklıkta bozunacağından, tersinir bir tepkim e uyarınca nitrik asit ve azot m o­ noksit ortaya çıkar: 3 N 0 2 + H20 s 2 HNO 3 + NO. Sanayi alanında nitrik asidin bireşi­ m inde bu tepkim eye başvuruiur. Ayrıca azot dioksit, bazen azotil gibi bir d e ğ e r­ li kök rolü oynar. 4. N itrit anhidrit -> NİTRİT. 5. N itrik anhidrit - * NİTRİK. • Hidrojenli bileşikler — AMONYAK, AZOTÜR asit, HİDRAZİN. • Oksijenli asitler -> HİPONİTRİT, NİTRİT, NİT­ RİK.

• Halojenli bileşikler. Ç ok karmaşık brom ve iyot bileşikleri dışında bilinen bileşik­ ler azot klorür (NCI3) ve flüorürlerdir (NF 3 ). Azot flüorür, oldukça kararlı bir gazdır; azot klorür ise ço k duyarlı, sıvı bir patlayıcıdır. • Gaz ve sıvı azot. G az azot, hem bire­ şim etkeni (am onyak üretimi), hem de yansız gaz olm a özellikleri nedeniyle ge niş bir kullanım alanı bulur. (Yansız atmos­ fer oluşturma, yangınlara karşı korunma, temizleme gazı olarak yararlanma vb.) Sı­ vı haldeki azotun ise soğutucu sıvı olarak (olağan kaynam a noktası 77,3 K, yakla­ şık -1 9 6°C ) pek ç o k uygulam a alanı var­ dır ve örnek olarak şunları verebiliriz: be­ sin sanayisi alanındaki uygulamaları (be­ sin m addelerinin hızla dondurulm ası, ça­ b uk çürüyen besin m addelerini taşıyan araçların soğutulması); tıptaki uygulam a­ ları (yapay döllenm e için sperm anın sak­ lanması, doku ve organ bankaları, cerra­ hi kriyosondaların soğutulması, deri has­ talıklarının soğukla tedavisi, özellikle kü­ çü k deri urlarının yok edilm esi, siğiller); sanayi alanındaki uygulam aları (soğuk pom palam a, uzay benzeşim odaları, ka­ rarsız sollerin dondurulm ası, soğukta ça ­ pak alma, soğuk öğütm e, çeşitli m adde­ lerin geri kazanımı). Sıvı azot, binlerce m etreküplük d epolarda stoklanır ve on­ larca m etreküplük tankerlerle taşınır. —Biyokim. Kanda hem proteik azot (peptitlerin ve proteinlerin azotu), hem p rote ­ ik olm ayan azot (üre, am onyak, aminoasitler, ürik asit) bulunur. Proteinlerin tü ­ mü % 16 azot içerir. Polipeptit azotu böb ­

rek ve karaciğer hastalıklarında artar ve bunun değişim leri, ürenin değişim lerin­ den daha iyi bir şekilde hastalığın gidişi­ ni gösterir. Azot vücuttan idrarla atılır; atıl­ m a daha ço k üre (°/o 82), am onyak, aminoasit, ürik asit ve kreatinin biçim inde olur. Azotun vücutta tutulması büyüm e gereksinim i bakım ından çocukta ve ge­ be kadında daha belirgindir. —Çevrebil. ve Tarım. Son derece karma­ şıklığına karşın, azot dolaşımı biyosferin en iyi bilinen büyük m adde dolaşımların­ dan biridir. Canlı m addedeki azot, özellikle prote­ inler, atmosferdeki azottan gelir, çeşitli sü­ reçler sonucunda o rganik bileşiklerin ya­ pısına girer. Tutma, bağlam a denen bu ilk aşamayı am onyaklaşm a * ve nitratlaş­ m a izler; böylece nitrit ve nitrat biçim in­ de mineralleşen bu azotlu bileşikler doğ ­ rudan doğ ru ya bitkilerce soğurulabilir. Eğer n itrat * bozm a süreci olmasaydı, bir başka deyişle, tutulm uş olan azotun bir kısmı nitrat bozm a süreciyle atmosfere geri dönm eseydi bu dolaşım tamamlanamazdı. Havadaki azotun tutulması çeşitli biçim­ de olabilir; azotun en büyük bölüm ünü toprağa çekip alan etmen mikroorganiz­ malardır. Bunların en iyi bilinen ve en bol olanları arasında topraktaki serbest ve aerobi bakteriler (azotobacter) ya da anaerobi bakteriler (clostridium ) bazı mavisuyosunları (nostoc, anaboena) ve baklagil­ lerdeki ortakyaşar bakterilerdir. Bu sonun­ cular ço k önem lidir, çünkü to p ra ğa en ço k azotu bunlar sağlar; örneğin bir yon­ ca tarlasında to p ra ğa giren azot miktarı yılda hektar başına 400 k g ’ı bulur. Bu­ günkü durum da önem sırası açısından, ikinci sırayı sanayi gübrelerindeki azot alır; onun ardından daha az oranda oim ak üzere, elektrokim yasal (gökgürültülü sağnaklar) ve fotokimyasal süreçler ge­ lir. Bu yollarla değişikliğe uğrayan azot genellikle nitrat biçim inde girerek, üstün yapılı bitkilerce proteinlerin sentezinde kullanılır. Topraktaki azotun °/o 9 5 ’ten fazlası d u ­ rağan hum usta yer alır ve m ineral m ad­ delere ço k sıkı bağlandığından m ikroor­ ganizmaların eyleminden çok az etkilenir. Bir başka organik bölük, ölü ya da canlı m ikroorganizm alar ve kim ilerince "g e ç i­ ci ürünler" diye adlandırılan, çözülm e ya d a bireşme yolundaki basit m etabolitler g ibi değişken organik m addelerdir. Son olarak, organik azot, henüz değişime uğ­ ramamış olan taze bitkisel ve hayvansal artıklarda bulunur. Proteinlerin aminoasitlere parçalanma^ sından (proteoliz) sonra yer alan am on­ yaklaşm a sonucunda aminoasitlerden amonyak biçim inde azot ortaya çıkar. Bu­ nu da en başta bakteriler ve mantarlar ya­ par. A m onyak biçim indeki azot bitkilerce soğurulabilir, ama am onyak aynı zaman­ da dışbeslek (heterotrof) mikroorganizma­ lar için de aranan bir besindir. Amonyaksal azot topraktaki em ici m ekanizm a ile alıkonur ve sularla akıp gitmesi önlenir. Bazı killi topraklarda (illit) bir geri dönüş sürecine de uğrayabilir. Nitratlaşma am onyağın nitrata yükseltgenmesidir. Bunu iki tip bakteri sağlar: nitrosom onas denen bakteriler am onyağı nitrite dönüştürür; nitrobacter denenlerse bu bileşiği yükseltgeyerek bitkilerce so­ ğurulabilir nitrat haline getirir. Nitrat bozm a en başta, nitratları gaz ha­ linde azota ve oksijene ayıran nitratsızlaştırıcı bakterilerin etkisiyle gerçekleşir. Nitratlı azot uçucu bir nesnedir, toprak­ ta çok ender birikir. Am a nitratlaşma süre­ cinin de zorunlu bir aşamasıdır. Bununla birlikte nitritler, iyi havalanm am ış toprak­ larda önemli miktarda birikebilir; o zaman nitrat bozm a süreçleri yoğunlaşır. Nitrik azot ise azotun m ineralleşm esinin son ürünüdür. G örülebilen nitrik azot miktarı, birlikte yürüyen iki etkinliğin sonucudur:

bir yandan, mineralleşme organik azotu amonyaksal azota (amonyaklaşma), son­ ra nitrik azota dönüştürür; öte yandan, m ikroorganizm alar kendi bünyelerinde m ineral azotu organik azota dönüştürür­ ler (organikleşme). Çevresel koşullara gö­ re bu iki etkinlikten biri, bir süre öbürüne üstün gelebilir, am a değişiklik ters yönde de aynı hızla gerçekleşir. İyi koşullarda (elverişli nem, oldukça yüksek sıcaklık ve mayalandırıcı karbon yokluğu) mineral­ leşme organikleşm eye büyük ölçüde üs­ tün gelir. Toprakta eriyik içinde bulunan kullanılabilir nitrik azot büyüm e evresin­ de bitkilerce yüksek bir hızla soğurulur. O zam an topraktan çekilen azot hektar başına günde 3 kg dolayındadır. Bunun­ la birlikte o sırada kök soğurm asına bağ ­ lanamayan bir miktar azot kaybı daha ola­ bilir. Bu olgu azotun rizosfer (kökküre) bölgesinde yeni bir düzenlemeye geçm e­ sinden ileri gelir.Eğer mineralleşme ko­ şulları elverişliyse genellikle hasattan az bir zaman sonra bu olay kaybolur.Toprağ a azotlu gübre vermenin amacı,toprağın verebileceği azotu tamamlamak olmalıdır; bunun nedeni topraktaki azotun yetersiz kalıp bitkinin büyümesini sınırlayıcı bir et­ men olmaması, bir başka nedeni de su­ larla akıp giden azot kaybını elden geldi­ ğ ince azaltmaktır. Gerçekten de azot, nitratların ya da su­ da eriyen organik m addelerin toprağı yı­ kayan sularla akarsulara ve okyanuslara sürüklenmesi sonucunda dolaşım dan çı­ kabilir. Bu durum da azot biyolojik bağlar­ la tutulm a ve nitrat bozm a yoluyla yeni­ den dolaşıma sokulabilir; sonunda ya at­ m osfere yollanır ya da derinlerde tortular içinde birikir. .Nitrat bozm a süreçlerine karşın, bu­ günkü durum da, bazı akarsularda ve de­ rindeki sulu katmanlarda tutulan azot mik­ tarında bir artış görülm ektedir. (Bu olgu insan sağlığı için tehlikeli sonuçlar d oğ u ­ rabilir: zehirli nitrit yüklü sular, göllerin oksijensizleşmesi, vb.) —Zootekn. Evcil hayvanların rasyonlarında, genetik potansiyellerinin onlara sağ­ ladığı üretim düzeyini tutturabilecek m ik­ tarda azot bulunm alıdır Her hayvan türü için azot gereksinimleri deneylerle sap­ tanmış norm lara g ö 'e hesaplanır. Besin­ ler azotu değişik biçim lerde içerir: p rotit azotu (aminoasitlerde yer alan azot), p ro ­ teik azot (besinlerin çözünm eyen azotlu kısımları), proteik olmayan azot (ya da çö ­ zünür azot). Bu azot bir öncekinin bütün­ leyici kısmını oluşturur ve protitler dışı azotlarla aminoasitleri ve küçük peptitleri içerir.

Azot sanayii türk aş

->

TÜRKİYE

GÜBRE SANAYİİ AŞ (TÜGSAŞ).

AZOTAT a. (fr. azotate). Kim. NlTRAT’ın eşanlamlısı.

AZOTEMİ a (fr. azotemie). Tıp. Proteik azottan başka, kanda bulunan tüm azot bileşiklerinin miktarı. (Üredeki azotu, am onyağı, aminoasitleri, kreatini, kreatinini içerir. Azot oranı, trikloroasetik asitle pıhtılaştırıldıktan sonra proteinlerden arın­ dırılan kanda belirlenir. Normal miktarı lit­ rede (0,20-0,40 g'dır.)

AZOTEMİK sıf. (fr. azotâmique). Tıp. 1. Azotemiyle ilgili. — 2. Azotem ik sendrom, kanda, üre ve benzeri azotlu m addelerin birikmesi sonucunda ortaya çıkan bozuk­ lukların tümü. (Bunlar, özellikle m ide -bağırsak ve beyinle ilgilidir ve kusma, ba­ zen kanlı ishal, başağrısı, uyuklam a ve kom aya kadar varan uyuşukluk biçim in­ de belirir. Ayrıca kaşıntı, retinit ve perikardit de görülebilir. Bu sendrom, özelliklle nefropatilerin son evresinde ve ayrıca ur­ lar, basınç vb. gibi etm enlerle idrar yolla­ rının tıkanması hallerinde görülür. (-*

AZOTLAMAK t. Azotla karıştırmak ya d a bileştirmek.

AZOTLU sıt. Azot içeren bileşikler için kullanılır: Azotlu gübre.

AZOTO-, (fr. azofe'tan) kimi sözcük­ lerin bileşimine girer.

AZOTOBACTER a. Toprakta bulunan ve gerektiğinde kistleşebilen, bazen sarı -yeşil renge boyanan aerobi bakteri. Ilı­ man iklim lerde havanın azotunu kendine bağlam a yeteneği vardır. AZOTOMETRE a. (fr. azotom etre'den). Kim. Gazölçüm yoluyla organik bir mad­ denin içerdiği azot niceliğini belirlemeye yarayan aygıt.

AZOTORE a. (fr. azotorrhee). Patol. Dış­ kıdaki azot miktarının, belli bir beslenme düzeninde ölçülen azot miktarına göre artmış olması. (Pankreas yetersizliğinin en önemli belirtisidir.)

AZOTÖLÇER a. Kim. H acim ölçüm yo­ luyla, azot niceliğini belirlemeye yarayan aygıt.

AZOTÜR a. (fr. azoîure’den). Kim. For­ mülü HN3 olan azotür asidin tuzu. (Bk. ansikl. böl.) || A zo tü r asidi, form ülü, HN 3 olan hidrasit. (Azotür asidi 3 7 ° C ’ta kay­ nayan, boğucu, ço k zehirli, renksiz bir sı­ vıdır. Isı alıcı bir m adde, ço k duyarlı bir patlayıcıdır. N itrürler dışında, azotür tuz­ larının çoğu patlayıcı özellikler taşır.) —ANSİKL. Eskiden azotür ve nitrür terim ­ leri karıştırılırdı. Günümüzde nitrür, am on­ yak ornatılarak elde edilen bir metal tü­ revini belirtir. Kurşun, cıva, güm üş gibi ağır metallerin azotürleri, çarpm a ve ısı­ ya karşı çok duyarlı patlayıcılardır. Kurşun azotür (PbN6), hemen her alan­ da cıva fulminatın yerini alan bir patlatıcıdır; kurşun nitrat ve sodyum azotür çözeltile­ rinin çifte bozunma ürünü olarak elde edi­ lir. Sodyum azotür genellikle azot hemıoksidin, sodyum amit üzerine etkim esiy­ le üretilir. Baryum azotür (BaN6), sanayi­ de kimi alanlarda kullanılır.

AZOTÜRİ a. (fr. azoturie). Tıp. Proteik azottan başka, idrarda bulunan tüm azot bileşiklerinin miktarı. (Normal miktar litre­ de 10-18 g'dır.)

AZOYİK sıt. (fr. azoîque). Yerbil. Yaşa­ mın olm adığı ortam, fosil, ya da yaşam izi bulunm ayan arazi için kullanılır.

ÂZPEİTİA, ispanya'da kent, Bask ülke­ sinde (Guipuzcoa); 10 800 nüf. Röne­ s a n s ’ta n k a lm a ilg i ç e k ic i kilise . —Yakınında, aziz ignatius’un doğm uş ol­ duğu evin yıkıntıları çevresinde kurulmuş Loyola manastırı (planlarını, C. Fontana’ nın yaptığı daire planlı bir kilise).

AZPİLCUETA (Martin DE), Doktor Navarrus denir, İspanyol ahlakçı, iktisatçı ve kilise hukuku uzmanı (Barâsoain, Navarra,l493-Rom a 1586).Salamanca’da kilise hukuku proiesörlüğü yaptı. Bütün Avru­ pa'da büyük bir yankı uyandıran ahlak ki­ tapları yazdı. Bu yapıtlarda iktisadi konu­ lar üzerinde de düşünceler ileri sürdü. Comentario resolutorio de cam bios adlı ya­ pıtında (1556), Jean Bordin'den on iki yıl önce ilk kez paranın miktar kuramını orta­ ya koydu.

AZRA a. (ar. ’azra ').Esk. 1. Bakire kız: ’ 'Hüsni azı a, nazı selma, ânı Leylâ 'dan garez” (Asım Efendi, XIX. yy.) — 2. Delinmemiş inci. — 3. Medine. — 4. Üzerinde yürünmemiş kum.

AZRA a. Müz. Türk müziğinde, XVII. yy.’dan bu yana kullanılmayan bir makam. Günümüze ulaşabilmiş örneği yoktur.

AZRAF ya da AZREF sıf. (ar. a zref).

ÜREMİ.)

Esk. 1. Ç ok zarif, pek ince: Azret-i züıeia (zariflerin en zarifi).— 2 . Ç ok zeki.

AZOTİL a. (fr. azotyle). Kim. Nitrik asit

AZRAİL ya da EZRAİL a. (arTazrâhl).

t'H O N G r! gibi, kimi bileşmelerde yer alan bir de ğ e rli NO 2 kökü. (Eşanl. NİTROİL.)

1. Allah’a en yakın olan dört büyük m e­ lekten biri. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Azrail g i­

bi, korkutucu, ürkütücü biçim de: B irden­ bire Azrail g ib i karşıma dikildi. || Azraile bir can b orcu kalm ak,sözkonusu bir kimseyse, bir gün nasıl olsa öleceğini kabul etmiş olmak; hiçbir kimseye borcu bulunm a­ mak. || Azraile elense çekm ek, hastalığı yenip ölüm tehlikesini atlatm ak (arg.). || Azrailin elinden kurtulmak, ölüm den dön­ mek, ölüm tehlikesi atlatmak. || A zrail ile b uru n buruna gelm ek, ölümle karşı kar­ şıya gelmek. —ANSİKL. K u ra n ’ d a k e n d is in d e n Melek ül-mevt (Ûiüm meleği) diye söz edi­ lir. Görevi, evrendeki tüm canlıların, A l­ lah’ın belirlediği öm ürleri bitince canları­ nı almaktır. K uran'ın Naziat suresinin ilk ayetlerinin yorum undan, iki grup yardım ­ cısı olduğu kanısına varılmıştır. Bunlardan Neziat diye adlandırılan melekler inanma­ yanların, Naşitat diye adlandırılanlar ise inananların canlarını alırlar. — Ed. Dede Korkut kitabı'ndaki Duha Ko­ ca oğlu Deli Dumrul hikâyesinde heybetli, ama sakalı ağarmış, gözleri iyi görmeyen, “al kanatlı” yaşlı bir erkek görünüm ünde­ dir. Deli Dum rul saldırınca bir güvercin olarak kaçar; daha sonra D um rul’u atın­ dan düşürerek canını alm ak üzere g ö ğ ­ süne basar. Bazı m asallarda ölecek kişi­ lerin canlarını alm ak üzere atla gelen, yaş­ lı bir adam olarak canlandırılır. Halk şii­ rinde ölüm tem asıyla ilgili ola ra k sık sık sözü edilir: Azrail de can alm ağın kasdında/D öne döne teneşirin üstünde — Karacaoğlan. K uran’da ona verilen Melek ül-mevt (Ûlüm m eleği) adı, edebiyat ya­ pıtlarında da yer alır. F.N. Ç am lıbel'in bu adı taşıyan bir şiiri vardır.

AZRAK sıf., de. Esk. Daha az, azıcık. AZRAK (Kerime Nadir) - KERİME NA­ DİR

AZRAKİYYE, hariciliğin kollarından bi­ ri. Adını, i.S. 684'te A hva z'd a ayaklanan Nafi bin el-Azrak’tan alır. Bu inançta olan­ lar, halife A li'nin halifeliğini kabul etmez, Ali'ye uyanları kâfir, onun soyundan gelen­ lerin öldürülmelerini helal sayarlardı. Son reisleri Katari bin el Fucae’nin öldürülm e­ sinden (696) sonra tarih sahnesinden si­ lindiler.

AZRÂR çoğl. a.(ar. za râr’ın çoğl. azrâr). Esk. Zararlar, kayıplar, hasarlar.

AZREF -> AZRAF. AZRU, Fas’ta kent, M eknes’ in G .-D .’ sunda, Orta Atlaslar kireçtaşlı platosunun eteğinde; 15 000 nüf. Meşe ve sedir orm anlarıyla çevrili olan kent, bir kış sporları ve elsanatları (ağaç işçiliği, halıcılık) m erkezidir.

AZTECA a. Karıncasever bitkilerin d o ­ kuları arasında yuva yapan çeşitli karın­ ca türlerinin ortak adı. (Bitki, böceklere yi­ yecek ve barınak sağlar; buna karşılık, karıncalar, yaprak kesici zarkanatlıların [mantarcı karıncalar] saldırılarına karşı ağacı korurlar.)

AZTEKÇE a. Dilbil.

NAHUA, ya da özellikle (klasik aztekçe de denen) n a h u a t l ın eşanlamlısı.

AZTEKLER, İspanyolca Aztecas, XV. y y.’da Meksika’da imparatorluk kuran Or­ ta A m erika yerli halkı. • Tarih. Geleneksel anlatılara göre, nahuatl dilini konuşan bir halk olan Aztekler sı­ nırları belirsiz bir bölge olan Aztlân’ın yer­ lileridir. i.S. III yy.’da buraya yerleşmiş ola­ bilecekleri tahm in edilm ektedir. Bin yıl sonra Aztekler bugünkü M eksika'nın g ü ­ neyini istila etm eye başladılar ve Toltekle r’in eski başkenti olan T ula'da yüz yıl­ dan fazla yaşadılar. XIII. yy.’da, o zaman­ lar güçlü site-devletlerinin işgali altında bulunan M exico vadisine girdiler ve bu krallıkların hizm etinde paralı asker o ld u ­ lar. 1325 ’te (ya da 13 4 5 ’te) Aztekler Tenochtitlân ya da M exico kentini kurdular, ilk hükümdarları Acamapichtli oldu. 1428 -29’da, vadide hüküm süren Azcapotzalco Tepaneca hanedanının düşüşünden

ti*»* yy ,*>■fjum iiuş'f.icff

ti0uın~

t e k le r

kodeks Borbonicus ( XIV.-XVI. yy.) adı verilen aztek takviminden bir yaprağın ayrıntısı BibUotheçue de TAssemblee notionale, Paris

bir sancaktarı gösteren taş heykel XIV,XVI. yy. Mexico Ulusal antropoloji müzesi

sonra birleşen Tenochtitlân, Texcoco ve Tlacopan devletleri üçlü bir ittifak oluştur­ dular. Konfedere güçlerin kumandanlığını yapan aztek hüküm darı, kısa zam anda birliğin en önemli kişisi durum una geldi. Bölgedeki halkları egemenlikleri altına al­ dıktan sonra üç bağlaşık, vadinin dışın­ d a kalan bölgeleri fethetm eye giriştiler. XVI. y y .’ın başında ço k b üyük bir arazi parçasını denetim leri altına aldılar. Bu toprak, körfez kıyısında yer alan Veracruz’un kuzeyinden, Büyük okyanus kıyı­ sında bulunan G uerrero devletine kadar uzanmaktaydı; güneyde ise Tehuantepec kıstağına ulaşıyordu. Bu yayılm aya özel­ likle Tenochtitlân hüküm darları Moktezum a l ileAksayakatl katkıda bulundular.Aksayakatl'ın oğlu Moktezum a II ispanyollar’a karşı savaşm ak zorunda kaldı. Cortös'in yönetim indeki ispanyollar Tenochtitlân'ı ele geçirerek imparatoru idam etti­ ler; im paratorun kardeşi ile yeğeni, Cuitlahuac ve Cuauhtâm oc, son bir direnişi örgütlemeyi denediler. Son imparator Cuauhtâmoc 1525'te asıldı. •Toplum sal ve siyasal örgütlenme. Aztek toplum u başlangıçta eşitlikten yana bir toplum du. Bir tür klan olan calpulli halin­ de bölünmüştü; otorite, bir ihtiyarlar ku­ rulunun yardımcı olduğu aile başkanlarının elindeydi. Bu örgütlenme, giderek bü­ yüyen ayrılıklarla yavaş yavaş değişti. Soylu kişilerle halk yığınları arasında ol­ duğu kadar tüccarlar, memurlar ve en us­ ta zanaatçılar gibi yeni toplumsal g rup la ­ rın oluşmasıyla d a yeni ayrımlar ortaya çıktı. Bu gruplar önemli ayrıcalıklardan yararlandılar. Tüccarlar, yani pochteca' lar, başkentten çok uzak yörelerle tica­ ret yapm a görevini üstlenmişlerdi. Kral Ahuitzotl tarafından kendilerine verilen ay­ rıcalıklardan b üyük bir bölümü, onların aztek devleti lehine casusluk görevi yap­ malarından ve sağladıkları bilgilerin, ço ­ ğu zaman silahlı kuvvetlerin başarısına katkıda bulunmasından kaynaklanıyordu. Bu toplumsal grupların altında haraca ve angaryalara bağlanm ış özgür yurttaşlar olan ayaktakımı, m acehualtin'ler yer alı­ yordu. Bu toplum sal sınıfların en altında derebeylerin topraklarında çalışan to p ­ raksız köylüler ve mal edinm e ya d a öz­ gür kişilerle evlenebilme gibi bazı haklar­ dan yararlanan köleler bulunuyordu. Si­ yasal iktidarın başında tlatoani, "söz

sahibi" kişi yer alıyordu. Önceleri savaş başkanı ve belki aynı zam anda dinsel ön­ d er de olan tlatoani, M oktezuma II döne­ minde, son derece karmaşık törensel ku­ rallar çerçevesi içinde başvurulan çok güçlü bir kişi durum una geldi. Aztek devletinin ikinci adamı, başba­ kan, yüksek yargıç, silahlı kuvvetler ko­ mutanı ve tlatoani'nın yokluğunda krallı­ ğın naibi durum undaki cihuacoatl'dı. Cihuacoatl, itzcoatl’ ın hüküm darlığı döne­ m inde ilk kez bu görevi alan Tlacaelel'in soyundan gelenler arasından seçilirdi. "Y ürütm e g ü c ü ", hüküm darla aynı za­ m anda seçilen dört danışm andan oluşu­ yordu. Bu belli başlı kişilerin altında, un­ vanlara, görevlere ve topraklara sahip olan ve soylular sınıfını oluşturan önder­ ler yer alıyordu. Aztek toplum u hiçbir za­ man tüm üyle kapalı bir toplum halini al­ madı; bu uygarlıkta temel kurum olan sa­ vaş, en yüksek görevlere ulaşm ada önem li bir araç oldu. En yiğit savaşçılar hüküm darın yanında bir savaş konseyi oluşturuyorlardı. Fetih sırasında bu kastdaki görevler babadan oğula devredilme­ ye başlanmıştı. Gelecekteki yurttaşların yetiştirilmesi iki tür okula bırakılmıştı: çocukların özellikle savaş sanatlarını öğrendikleri telpochcalli, ibadet ve sanat öğretim ini üstlenmiş olan calmecac. Birinci tür okullarda özellikle halk çocuklarının, ö bürlerinde ise soylu çocuklarının eğitildiği sanılmaktadır. •İktisat. Başlıca ekonom ik etkinlik g ö y ­ nüklerde mısır, fasulye, biber, kabak, do­ mates... ekimiydi. M exico lagününde Aztekler yüzen bahçeler (chinampas) işliyor­ lardı; bu Mexico vadisinde kendilerinden önce yaşamış halklardan kalma çok eski bir teknikti. Evcil hayvanları yalnızca köpek ve hindiydi. Etini çok sevdikleri köpekle, hindinin yetiştirilmesi ekonomide önemli bir rol oynamıyordu. Ticaret çok gelişmişti; iş­ lenmiş ürünler başkentte, tropikal bölgeler­ den gelen yeşim taşı, kakao, pamuk, de­ ğerli metaller ya d a kuş tüyleri gibi m ad­ delerle değiştiriliyordu. Mal değiş tokuşu sayesinde biriken büyük zenginliklere, imparatorluğun otuz sekiz ili tarafından mal olarak ödenen haraçlardan elde edilen­ leri de eklemek gerekir. • Din. Aztek dininin en belirgin iki özelli­ ği, bir yandan ço k tanrılı oluşu, öte yan­ dan insan yaşamının her anında etkisini göstermesiydi. Bu durum , d oğa güçleri­ ni denetlem e becerisini ellerinde bulun­ duran rahiplerin kazandıkları nüfuzu or­ taya koymaktadır. Aztek tapınağının bir­ ço k tanrısı arasında şunlar sayılabilir: uy­ garlık tanrısı Ouetzalcoatl’ın rakibi Gece ve Savaş tanrısı Huitzilopochtli; Yağmur tan­ rısı Tlaloc; karısı Chalchiuhtlicue; Aşk tanrıçası Tlazolteotl, vb. En yaygın ayin­ lerden biri insan kurban etmekti. Dinin gi­ derek ölçüsüz bir durum alan gereklerini yerine getirm ek ve yeni kurbanlar ele ge­ çirm ek için Aztekler "zorlam a savaş"ı bulm uşlardı. Nisbi barış dönem lerinde, üçlü ittifakın üyeleri, kardeş ve bağımsız Tlaxcala ve Huejotzingo prensliklerinin halklarıyla savaşıyordu. Aztekler, insanların ölüm biçimlerinin, öbü r dünyadaki yaşayışlarını belirlediği­ ne inanırlardı. Örneğin, çarpışma sırasın­ da ölen savaşçılar, güneşle beraber gök­ yüzünde yükselirlerdi. 260 günlük bir ayin takvim i üstüne ku­ rulan bir kâhinlik sistemine göre, gelecek tahmin edilebiliyordu. Büyük toplumsal ve özel olaylar dolayısıyla rahipler kehanet­ te bulunm aya çağrılıyordu. • M im arlık ve plastik sanatlar. Bugün Az­ tek mimarlığı yalnızca birkaç yapı ile tem ­ sil edilm ektedir; çünkü anıtsal eserlerin çoğu ispanyollar’ın başkenti tahrip etme­ leriyle yok olmuştur. Bu mimarlık sanatı büyük ölçüde Teotihuacân klasik sanatın­ dan ve Toltekler’in sanatından esinlen­ mişti, ama huastec geleneğinden alıntılar d a görülm ektedir. Bununla birlikte, aztek mimarlık sanatı, örneğin M exico’daki Tla­ loc ve Huitzilopochtli tapınaklarında gö­

rüldüğü gibi, aynı piramit üstünde ikiz ya­ pılar gibi özgün niteliklerden yoksun de­ ğildir. Kayaya oyulm uş bir tapınak olan M alinalco bir başka özgün uygulam ayı oluşturm aktadır. Aztek hüküm darlığı dönem inin sonun­ da taş heykelciliği —heykeller ve alçak kabartm alar— büyük bir gelişm e göster­ di; tapınaktaki birçok tanrı tasvirleri bunu kanıtlar. Tanrıça Coatlicue'nin dev heykel­ leri, bunun yanı sıra güneş takvimini gös­ teren tekparça taş anıt, aztek heykel sa­ natının Mexico m üzesi'nde korunan yet­ kin örnekleridir. Maden sanatları arasında en dikkat çe­ kici olanları, mixtec üslubundaki kuyum­ culuk ve tüycülüktü. Aztekler maskeler ve yarıdeğerli taşlardan eşyalar yapm ada da çok başarılıydılar. Saraylar ve tapınaklar fresklerle süslen­ mişti; bunun yanı sıra, hiyeroglifle elyaz­ ması kutsal ve din dışı metinler, çokrenkli resimlerle canlandırılmıştı. Cuauhtem oc’un ölüm yılı olan 1525 te İspanyol zaferi kesinleşti ve aztek toplum unun kültür birikimi amansız bir yıkıma uğradı. • Edebiyat. Nahuatl, ya d a klasik aztek, — Fetih’in ilk yıllarından başlayarak latin harfleriyle kopya edildi ve “ piktografik" biçimiyle kısmen çözüm lendi— elyazmalarının fatihler tarafından büyük ölçüde tahrip edilmesiyle büyük bölümü kaybol­ m uş olan zengin ve özgün bir edebiyatın iletim aracı oldu. C ortâs’ten önceki dö­ nem den hiçbir belge kalmadı. G ünüm ü­ ze dek korunan m etinler bize A ndres de Olmos, Alonso de Molina, Toribio Motolinfa ve özellikle B ernardino de Sahagün gibi misyonerler tarafından iletildi. Bunlar bilgilere sahip yerlilerle işbirliği yaparak Kolom böncesi nahuatl geleneklerini der­ lediler ve kaleme aldılar. Kolomböncesi dönem in kaybolm uş kodeksinin aslına uygun çevirileri XVI. ve XVII. yy.’larda yer­ liler tarafından bu yolla gerçekleştirildi: Borbonicus, Tonamatl, Mendoza kodeks­ leri, vb. Aztekler kutsal, dinsel, törensel, mitolojik, tarihsel ve soyla ilgili temalardan esinleniyorlardı. Aztek edebi anlatımının temel öğesi olan şiir ya da "süslü söz", özel kurum larda müzik ve dans eşliğinde öğretilirdi. Şarkı ve koregrafinin amacı bu şiirlerin içeriğinin sözcüğü sözcüğüne belleğe yerleşmesine yardımcı olmaktı: bu sıkı ezberletme sistemi ulusal kültür ka­ lıtının korunmasını ve yeni kuşaklara bo­ zulm adan iletilmesini sağlıyordu. Değişik esin ve yapıda olan bu şiirler ilgili bulun­ dukları türe göre Angel Maria Garibay ta­ rafından bir araya getirildi: ilahi şarkı ya d a "te o c u ic a tl", savaş şarkısı ya d a “ yaocuica tl", çiçekler şarkısı ya d a "xochicuicatl” , vb. Bununla birlikte düzyazı çok yaygın bir tür olarak kaldı; retorik de dilin en etkili kaynaklarından yararlanan ken­ dine özgü bir öğretimin konusu oldu. Ay­ rıca, gençlerin ahlaksal eğitim ine yönelik olan "huehuetlatolli’ le r ya da yaşlıların konuşmaları, söylevlerden, öğütlerden ve atasözlerinden oluşmaktaydı. Nihayet, ta­ rih anlatımına geniş bir yer ayrılmıştı. Fe­ tihten sonra, aslına çok uygun piktogra­ fik çevirilerde kalem e alınmış çok sayıda kodeks vardır. Bunlar büyük tarihsel olay­ ları, destanları ve soy kütüklerini anlat­ maktadır: bu yapıtlar, Kolom böncesi uy­ garlıkların tarihi konusunda değerli bir bil­ gi kaynağıdır. (Boturini kodeksi ya da “ Tira de la P erigrinaciön", Ram irez kodek­ si, ispanyollar’ın çıkarmasını anlatan Misantla kodeksi...) Son olarak XVI. yy. so­ nunda ve XVII. yy. başında yer alan H ernando-Alvarado Tezozöm oc ya da Fernando de Alva ixtiilxöchitl (Törencilik öyküsü) gibi büyük yerli yazarların, ge­ cikmeli de olsa oynadıkları önemli rolü be­ lirtmek gerekir.

A Z U A , Dominik Cum huriyeti’nde kent, il merkezi; 17 300 nüf. — Azua ili, Orta sı­ radağların G.'inde yer alır; 2 430 km2; 195 420 nüf. (1990).

A Z U A Y , And dağlarında yanardağ kö­ kenli kütle, Ekvador'da. inkalar dönem in­ de bir yol kütleyi 4 340 m yükseltideki Quimsa Cruz geçidi aracılığıyla aşıyordu, — A zuay ili, 7 804 km-; 550 086 nüf. (1989) Merkezi, Cuenca. Bakır yatakları. AZUD

->AZD.

AZUELA (Mariano), meksikalı yazar (La­ gos de M oreno 1873-Mexico 1952). 1910 Devrim i'nde Pancho Villa’nın ordularında hekim di; yazdığı gerçekçi rom anlarda o dönem deki yaşantılarından esinlendi (Los d e a b a jo , 1916). Ama, biçimsel arayışla­ rın ağır bastığı sonraki yapıtlarında da ay­ nı konuları ele aldı (La malhora, 1923; La luciörnaga, 1932).

Azulenin kimi türevleri doğal halde bu­ lunur ve kimi bitkisel salgılara renk verir.

AZYAK sıf. (ar.azyak). Esk. Ç ok dar ve

AZULİN a. (fr. azuline; isp. azui, mavi).

AZZE ünl. (ar. cazze). Esk. 1. “ Aziz olsun" anlamında padişahlar için okunan dualarda kullanılır: azze ism ühu (ismi yü­ ce olsun), azze nasruhu (yardımı bol ol­ sun). — 2. Azze ve celle, aziz ve ulu olan Tanrı için kullanılır.

Aurini anilinle ısıtarak elde edilen mavi boyarm adde.

AZULMİK sıf. (fr. azulm ique’den). Siyanojenin sulu çözeltisinin bozunması sıra­ sında oluşmuş kahverengi m addeyi do­ ğuran bir asit için kullanılır.

sık.

Azze nasrühü, "o n u n yardımı aziz

AZURİT a (fr azurite). Miner. Formülü

olsun” anlam ında arapça sözcükler, ba­ zı fermanlarda, osmanlı paralarında (1419 -1917) yer alan kalıplaşmış dua: Sultan M ehm et bin M urat han azze nasrühü duribe fi Kostantaniye sene 885 (Sultan Mehm et II adına 1481 'de İstanbul’da ba­ sılan altın sikkede).

AZUERO , Panam a C um huriyeti 'nde~

Cu 3 (C 0 3 ) 2 (0 H ) 2 olan mavi renkli doğal bakır karbonat.

Azze nasrühü ve eyyedehü, “ onun

dağlık yarımada, B .’da Panama körfezini sınırlar.

ÂZÜRDE sıf. (fars. âzürde). Esk. 1. Kır­

■ AZULEJO a. (isp. söze.), ispanya’da, özellikle Portekiz'de sırlı fayanstan yapı­ lan duvar kaplam a karosu. (Genellikle mavi olan arap kökenli bu duvar süsü, çokrenkli de olabilir.)

■ AZULEN a. (fr. azulöne'den). Org. kim. Naftalenin izomeri olan ve CıoHs fo rm ü ­ lüyle gösterilen hidrokarbon; taşkömürü katranında bulunur. — ANSİKL. Azulen, 9 9 °C 'ta eriyen mavi renkli bir katıdır. Belirgin arom atik bir öz­ günlüğü olm asına karşın (elektroncul or­ natm a tepkim elerine girer), naftalenden daha az kararlıdır ve zor da olsa naftalene dönüşebilir. Azulenin bir tropilyum kat­ yonu ve bir siklopentadienat anyonunun bir­ leşm esinden oluştuğu varsayılır; sürekli çiftkutuplu bir elektrik mom enti vardır.

Azuml, Ja p o n ya 'd a hidroelektrik sant­ ral, Şinano ırmağı üzerinde Honşu ada­ sının orta kesiminde.

AZURARA (Gomes Eanes

DE) -> Zu-

RARA.

gın, gücenm iş, mahzun, incinmiş: "Lebün d e âzürde olup âbile peyd a itm iş" (Nev'i, XVI. yy.). — 2. Â zü rde etmek, in­ citm ek, kırmak. — 3. Â zü rde dil, gönlü kırılmış. || Âzürde-hatır, kırgın, küskün. || Âzürde-püşt, beli bükük.

AZÜROFİL sıf. (fr. azurophile). Hematol. A zürofil granüiasyon, granülosit cin­ sinden hücrelerin belirgin özelliği olan ve yalnız azür eozinatla boyanabilen granülasyon. (içerdikleri enzimler nedeniyle, bu granülasyonlar ilkel lizozomlar sayılabilir.) AZV a. (ar. eazv). Esk. 1. iftira, birisine bir işi ya d a sözü yakıştırma: "... kadere azv ve isnad ile ahz ü itadan feragat eder­ le r " (Vahan, XIX. yy.). — 2. A z v etmek, iftira etmek, yakıştırmak.

AZVÂ ç o ğ l. a. (ar. z u 'n u n ço ğl. azvS). Esk.Aydınlıklar, ışıklar, parıltılar.

AZVİYAT çoğl. a. (ar. "a zv’ın çoğl. cazviyyat). Esk. iftiralar, suçlamalar.

yardımı aziz olsun ve Allah onun saltana­ tını sağlam laştırsın” anlam ında arapça sözcükler, osmanlı paralarında (17301755) yer alan kalıplaşmış dua: Sultan M ahm ut han azze n asrü h ü / ve eyyede­ hü duribe fi Cezayir 1166 (Sultan Mahmut I adına 1752-53'te C ezayir'de basılan sultani altın sikkede).

Azze nusretühü, "o n u n yardımı aziz olsun” anlam ında arapça sözcükler, oşmanlı paralarında (1574-1575) yer alan kalıplaşmış dua: Sultan M urat bin Selim han azze nusretühü duribe fi Am asya se­ ne 982 (Sultan M urat III adına 1574 -75 te A m asya’da basılan sikkede).

Barcelona'daki eski Santa Cruz hastanesinde azulejolar (XVII. yy.)

A Z Z İ . Tar. coğ. Kuzey-Doğu A n a do lu ’ da, Karasu vadisini kapsayan bölgenin hitit kaynaklarındaki adı. Yukarı ülke ya da yüksek ülke diye bilinen bu yörenin adı Boğazköy tabletlerinde Azzi-Hayaşa ülke­ leri olarak geçer. Hitit kaynaklarından sonra Azzi-Hayaşa ülkelerinin adına rast­ lanmaz.

KAYNAKÇA

Abasıyanık (Sait Faik). A. Benk,

halk hareketleri (İstanbul, 1944).

Sait Faik'i yaşatamadık (Dünya ga­ zetesi, İstanbul, 15.V.1954). — i. Akay, Sait Faik'te iry a n (Varlık, sa­ yı 418, İstanbul, 1955); Sait F a ik1 in yaratıcı kaynakları (Varlık, sayı 419, İstanbul, 1955); SaitFaik'in ro­ m anları (Varlık, sayı 420, İstanbul, 1955); Sait Faik'te dil ve anlatış (Varlık, sayı 421, İstanbul, 1955); Sait Faik'in sanatı (Varlık, sayı 422, İstanbul, 1955); Sait Faik'te fizikötesi kavram ı (Varlık, sayı 423, İstan­ bul, 1955); Sait Faik'in sınırları (Var­ lık, sayı 425, İstanbul, 1955). —T. Alangu, Sait Faik için (İstanbul, 1956). —S. N. Özerdim, Sait Faik bibliyografyası (İstanbul, 1958); Sa­ it Faik Abasıyanık bütün eserleri (İs­ tanbul, 1965). — M. U yguner, Saii Faik'in hayatı (İstanbul, 1959). — H. Yücebaş, Bütün cepheleriyle Sait Faik (İstanbul, 1964). — M. Kutlu, Sait Faik'in hikâye dünyası (İstan­ b u l 1968). — M. Alptekin, B ir öy­ kü ustası Sait Faik Abasıyanık (İs­ tanbul, 1976).

Abaza M ehm et Paşa. Naima, Tarih, c. II (İstanbul, 1280 [1863]). —Ali Cevad, A baza M ehm et Paşa (İstanbul, 1913-1923). Abaza M ehm et Paşa. Vasıf, Tarih, c. II (İstanbul, 1219 [1804]). —Şem ’dâni-zâde Süleyman Efen­ di, Mür'it-tevârih, yay. M. M. Aktepe, c. I -II (İstanbul, 1976-1978). - Û . Mert, XVIII. ve XIX. yüzyıllar­ da Ç apanoğulları (Ankara, 1980).

Abbas (Tufarganlı âşık). A. Caferoğlu, XVI. asır azeri saz şairlerin­ den Tufarganlı A bbas (Azerbaycan yurt bilgisi, sayı 3, İstanbul, 1932). — N. Onk, Şair A b b a s (Karseli, sa­ yı 37, Kars, 1968). —A. Dadaşzade, A bbas Tufarganlı (Bakü, 1973). — P. Efendiyev, A zerbaycan şifahi h alg edebiyyatı (Bakü, 1981).

Abbasller. M. Ş. Günaltay, Ab-

A baza destanı (Türk halk edebiyatı ansiklopedisi, sayı 1, İstanbul, 1935).

basoğulları im paratorluğunun ku ­ ruluşu ve yükselişinde Türkler'in ro­ lü (Ankara, 1942). — B. Ûçok, E m e vile r, A b b a s ile r (A n kara , 1968). — H. D. Yıldız, İslâm iyet ve Türkler (İstanbul, 1976). —B. Lewis, TarihteAraplar, çev. H. D. Yıl­ dız (İstanbul, 1979).

Abaza Kasan Paşa. Katip Çe­

Abdal, türk halk şairi (XVII. yy.).

lebi, Fezleke, c. II (İstanbul, 1287 [1870]). - Ç a ğ a ta y Uluçay, XVII. asırda Saruhan'da eşkıyalık ve

M. H. Bayrı, A b d a l mahlastı üç saz şairi (Türk folklor araştırmaları, sa­ yı 57, İstanbul, 1954). —C. Ûztelli,

Abaza destanı. M. F. Köprülü,

XVIII. yüzyıl âşıklarından A b d al (Türk folklor araştırmaları, sayı 171, İstanbul, 1963).

Abdal Musa velayetnam esi. S. N. Ergun, Türk şairleri, c. I (İs­ tanbul, 1936). — M. F. Köprülü, A b ­ dal Musa (Türk kültürü, sayı 124, Ankara, 1973). — A. A. Atalay, A b ­ d a l Musa sultan ve vetâyetnamesi (İstanbul, 1978). — A. Y. Ocak, Bektaşi menakıpnamelerinde İslam öncesi inanç m otifleri (İstanbul, 1983).

Abdi, tü rk divan şairi (XV. yy.). V. M. Kocatürk, Türk edebiyatı tarihi (Ankara, 1964).

Abdi, türk divan şairi (XVI. yy.). F. E. Karatay, Topkapı sarayı müzesi kütüphanesi türkçe yazm alar kataloğu, c. II (İstanbul, 1961).

Abdi (Abdullah). Salim, Tez/n/e (İs­

vanlar kataloğu, c. IV (İstanbul, 1969). Abdi Çelebi sarhoş. A. S. Levend, Gazavat-nam eler ve M ihaloğlu A li B e y'in gazavat-nam esi (Ankara, 1956).

Abdullah Cevdet. H. Z. Ülken, Türkiye'de çağdaş düşüncenin ta­ rihi (İstanbul, 1966). —Ş. Hanioğlu, Dr. A bdullah C evdet ve d ön e ­ m i (İstanbul, 1981) — N. Berkes, Türkiye'de çağdaşlaşm a (İstanbul, 1983). —Ş. Mardin, J ö n Türkler’in siyasi fikirleri (İstanbul, 1983 [2* bas.]).

Abdullah Efendi Yenişehirli. A. Altınsu, Osmanlı şeyhülislam la­ rı (Ankara, 1972).

Abdullah Efendinin rüyaları. K. Akyüz, A bdullah Efendinin rüya­ ları (Ülkü dergisi, sayı 68, Ankara, 1944).

tanbul, 1314 [1896]).

Abdullah P a ş a Kölem en.

Abdi (Abdullah) H im m e tza d e . M.

M ahm ut M uhtar, Balkan harbi, yay. M. Z. Ergin (İstanbul, 1979).

K. inal (yay.), Menakıb-ı hünerveran (İstanbul, 1926). —S. N. Ergun, Türk musikisi antolojisi, c. I (İstan­ bul, 1943).

Abdi, türk halk şairi (XVIII. yy ). N. Kum, Şair A b d i ve güzel İstanbul (Yeni türk mecmuası, sayı 38, İs­ tanbul, 1936).

Abdi, Şarklkarahlsarlı. İstan­ bul kütüphaneleri türkçe yazma d i­

Abdullah Ramlz Paşa Kırımlı . i. H. Uzunçarşılı, A lem d a r M us­ tafa Paşa (İstanbul, 1942). — Ka­ zasker M ehm ed Hafid, Sefinetû'l -vüzerâ.baz. ism et Parmaksızoğlu (İstanbul, 1952).

Abdullah üs-Saglr. G. Akıncı, A b d ü lh a k H am it Tarhan. Hayatı, eserleri ve sanatı (Ankara, 1954).

Abdurrahman Hibrl. O. N. Pe1150

remeci, Edirne tarihi (İstanbul, 1940). —T. G ökbilgin, Tarihimizde E dirne'nin m evkii ve tarihçileri (Üni­ versite haftası, Edirne konferansla­ rı) [İstanbul, 1958]; Edirne hakkın­ da yazılmış tarihler ve Enîsü i - müsâm irin (Edirne arm ağan kitabı) [Ankara, 1964], — S. Üngün, A b ­ durrahm an Hibrı ve Enisü'l-musâmirin, Doktora tezi, Tarih seminer ktp. (İstanbul, 1972).

Abdurrahman Nurettin Pa­ şa. i. M. K. inal, Osmanlı devrin­ de son sadrazamlar, c. Ill(istanbul, 1940). — M. Z. Pakalın, Son sadra­ za m la r ve başvekiller (İstanbul, 1944). — i. H. Danişmend, İzahlı osmanlı tarihi kronolojisi, c. IV-V (İs­ tanbul, 1982).

Abdurrahman Şeref. Cemaleddin, Osmanlı tarih ve m üverrih­ leri. A yine -iZ u re fâ (İstanbul, 1314 [1896]). — Efdalettin, A b d urra h ­ m an Şeref Efendi, tercüme-i hali (İstanbul, 1927).

Abdüiaziz. A hm et Mithat, Üss-i İnkılap (İstanbul, 1295 [1878]); Devr-i Sultan A b d üia ziz (İstanbul, 1316 [1901]). - T e v fik Nurettin, Sultan Aziz'in hal'i ve intiharı (İstan­ bul, 1295 [1878]). — Süleyman Pa­ şa, Hiss-i inkılap yahut Sultan A ziz’ in h a l'i ile Sultan M tırad'-ı Hamisin cülusu (İstanbul, 1323 [ 1 f08])— Hüseyin Hıfzı, Sultan Aziz'in dev­ ri (İstanbul, 1323 ['9 0 8 ]). - A l i H aydar Mithat, M ithat Paşa (İstan­ bul, 1325 [1910]). — M. Çelalettin Paşa, M ir’at-ı hakikat (İstanbul, 1326 [1911]) - A h m e t Saib, Vak's -i Sultan A b d üia ziz (Mısır, 1326 [1911]). — Osman Nuri, Abdülham id-i sani ve devr-i saltanatı (İstan­ bul, 1327 [1912]). — E. P. Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat (İstan­ bul, 1328 [1913]). — M em duh Pa­ şa, M ir'at-i şu 'un a t (İzmir, 1328 [1913]); Esvâr-ı s u d u r (İzmir, 1328 [1913]); H akler iclâslar (İstanbul, 1329 [1914]). - R e ş it İbrahim, Ta­ rihin unutulm uş sahifeleri (Berlin, 1914). — N ecip Asım, Sultan A ziz' in A vru pa seyahati, (Tarih-i osmani encümeni mecmuası, cüz 49-62, İstanbul, 1331 [1916]). - A b d u r ­ rahman Şeref, Tarih musahabeleri (İstanbul, 1325 [1919]); Sultan Abdülaziz'in vefatı intihar mı katil m i (Türk tarih encüm eni mecmuası, cüz 5/83, İstanbul, 1337 [1921]). — i. E. M. Kemal inal. Hatıra-i Atıf (Türk tarih encüm eni mecmuası, cüz 7 [84]), [İstanbul 1923]; Sultan A b d üla ziz'e dair (Türk tarih encü­ m eni mecmuası, cüz 7 [84]— 12 [89], İstanbul, 1923); Osmanlı dev­ rinde son sadrazam lar (İstanbul, 1940-1953). —A. Oruç, Sultan Abdülaziz nasıl hal edildi, nasıl intihar etti (İstanbul, 1927, 2 c.). - i . H. Uzunçarşılı, Sultan Abdüiaziz vaka­ sına dair vakanüvis Lütfi Efendi'nin b ir risalesi (Belleten, c. VII, Anka­ ra, 1943). — A. Aksüt, Sultan A ziz' in Mısır ve A vru pa seyahati (İstan­ bul, 1944). — H. Şehsuvaroğlu, Sultan Aziz, hususi siyasi hayatı, d evri ve ölüm ü (İstanbul, 1949). — i. H. Danişmend, İzahlı osmanlı tarihi kronolojisi, c. IV ( İstanbul, 1972). — H. Eliot, İntihar mı imate m i? (İstanbul, [t.y.]).

Abdülgaffar Efendi, Kırımî. İs­ tanbul kütüphaneleri tarih-coğrafya yazm aları katalogları, c.l (İstanbul, 1943).

Abdülhamlt I. Vasıf, M ahasinül a sâr ve hakaikül ahbar, c.ll (İstan­ bul, 1219 [1804]). -Z a im z a d e M ehm et Sadık, Vak'ayı ham idiyye

(İstanbul, 1289 [1874]). —Ahm et Resmi, Hulasatûl itibar (İstanbul, 1307 [1892]). -M u s ta fa Paşa, Netayicûl vukuat, c. III-IV (İstanbul, 1327 [1912]) [2. bas.]. -Ş e m se ttin Sami, K a m u s-û lA ’lâm, c. IV(İstan­ bul, 1311 [1894]). - C e v d e t, Tarih (İstanbul, 1309 [1891]). - i . H. Uzunçarşılı, H a lil H a m id Paşa (Türkiyat mecmuası, c. V, İstanbul, 1936). — i. H. Danişmend, izahlı osmanlı tarihi kronolojisi, c. IV (İs­ tanbul, 1972).

Abdülhamlt II. Ahmet Mithat, Z ü b d e t ül-hakaik (İstanbul, 1294 [1877]). —Ali Nizami Paşa, Hatırat (Paris, 1878). — Mehmet Rasim, Ahd-ı celil-i hazret-i Abdülham it Han-ı sanide terakkiyat ve m uvaffakiyat-ı Bahriye-i Osmaniye (İstan­ bul, 1313 [1895]). —Ali Haydar Mithat, Mithat Paşa (İstanbul, 1325 [1910]). — Mahmut Celâlettin Paşa, Mira't-ı H akikat (İstanbul, 1326 [1911]). - A h m e t Saib, A bdülham id 'in evail-i saltanatı (Mısır, 1326 [1911]). — Osman Nuri, A bdülham id-i Sani ve devr-i saltanatı (İstan­ bul, 1327 [1912], 3 c .).-M a h m u d Cevat, Maarif-i um um iye nezareti tarihçe-i teşkilat ve icraatı (İstanbul, 1328 [1913]). —Süleyman Paşa, U m det ü.-hakaik (İstanbul, 1328 [1913]). —Süleyman Paşazade Sa­ mi, Süleym an Paşa muhakem esi (İstanbul, 1328 [1913]). — Sait Pa­ şa, Hatırat (istar,bul, 1328(1913]). —s. Gorganov, Devlet-i Osmaniye ve Rusya siyaseti (İstanbul, 1331 [1916]). A udurrahm an Şeref ve Anm e' Refik Sultan A bdülham id-i saniye d a ir (İstanbul, 1918). —Ali Sait, Saray h at raları: A bdülham it H a n ın h a y a ı (İstanbul, 1335 [1319.). —V. Örfi, Hatırattı Sultan A bdülh am it Han- sani (İstanbul, 1 32 8 (1 22 2 ]). - -Mahmut Muhtar, M aziye b ir nazar (İstanbul, 1341 [1925]). —Tahsin Paşa, Abdülham ih ve lıid ız hatıraları (İstanbul, 1931). — V. H. Bayur, inkılap tari­ hi, c. I (İstanbul, 1940). — H. T. Us, Mecıis-i M ehusan, ilk devre m üza­ kere zabı.,arı , 1877-1293) [İstan­ bul, 1940], —Ziya Şakir, ikinci Sul­ tan Hamit, şa f.Jye ti ve hususiyet/eri (İstanbul, 19*3); Sultan H am id' in con gurneri (İstanbul, 1943). — i. H. Uzunçarşılı, II. Sultan Abdülham id 'in haki ve ölü,nüne d a ir bazı vesikalar (Belleten, sayı 40, A nka­ ra, 1946) — Faiz Dem iroğlu, Abdütham id'e verilen jurn a lle r (İstan­ bul, 1955). — M. R. Oğan, Abdülh nm it i: ve bug ü n kü muarızlan (İs­ tanbul, 1956); A b dülham id'in hatı­ ra defteri (\starıbu\, 1960). —A. Osm anoğlu, Babam A bdülh am it (İs­ tanbul, 1960). —Ali Vehbi (yay.), Si­ yasi hatırâtım (İstanbul, 1974). — M. Hocaoğlu, A b d ülh am it H an ' ın muhtıraları (Belgeler, İstanbul, 1976). — B. Kodaman, Abdülham it devri eğitim sistem i (İstanbul, 1980). — Mehm et Celâl, Şevketlü padişahım ız Gazi Büyük Abdülham id Han-ı sani hazretleri (İstanbul, [t.y-])-

Abdülkerlm Paşa sefaretnam esl. F. R. Unat, Osmanlı sefirle­ ri ve sefaretnam eleri (Ankara, 1968).

Abdüllatif Suphi Paşa. i. M K inal ve H. Hüsamettin, Evkaf-ı hü­ m ayun nezaretinin tarihçe-i teşkili ve nuzzarın teracim -i ahvali (İstan­ bul, 1916). - M . Z. Pakalın, M ali­ ye teşkilatı tarihi,c. I (Ankara, 1978).

Abdülmeclt. A hm et Lütfi, Tarih, c. VI-VIII (İstanbul, 1302-1328 [1884-1913]). —Salahattin, B ir türk diplomatının evrak-ı siyasiyyesi (İs­ tanbul, 1908). — Kâmil Paşa, Ta­ rih-i siyasi-i Devlet-i Osmaniye, c. III (İstanbul, 1325 [1910]). —Ahm et Refik, Sultan A b d ülm e cit H a n ’ın sarayında (Dr. Spitzer'in hatıratı) [Tarih-i osmani encüm eni m ecm u­ ası, yıl 6, cüz 34, İstanbul, 1912]; Türkiye'de m ülteciler meselesi (İs­ tanbul, 1926). — E. P. Engelhardt, Türkiye ve tanzimat, çev. Ali Reşat (İstanbul, 1328 [1913]). — E.Driault, Şark meselesi, çev. Nafiz (İstanbul, 1328 [1913]). — M ahm ut Cevat, Maarif-i um um iye nezareti tarihçe -i teşkilat ve icraatı (İstanbul, 1328 [1913]). —A. F. Türkgeldi, Rıcal-i m ühim m e-i siyasiyye (İstanbul, 1928); Mesail-i m ühim m e-i siyasiy­ ye, yay. B. S. Baykal (Ankara, 1960). — U. iğdem ir, Kuleli va k’ası hakkında b ir araştırma (Ankara, 1937). — i. E. M. K. inal, Son sad­ razam lar (İstanbul, 1940). — i. H. Danişmend, İzahlı osmanlı tarihi kronolojisi, c. IV (İstanbul, 1972).

Abdülmeclt Efendi, i H Da­ nişmend, İzahlı osmanlı tarihi kro ­ nolojisi, c. IV (İstanbul, 1972). — M. Tuncay, Türkiye C um huriye­ ti'n de tek parti yönetim inin kurul­ ması ( i 923-1931) [Ankara, 1981]. —A. Turani, Batı anlayışına dönük türk resim sanatı (Ankara, 1984).

Abdülvahap Efendi Yasincizade. M ehm etTahir, Osmanlı m ü­ ellifleri, c. II (İstanbul, 1914). — i. H. Danişmend, Osmanlı tarihi krono­ lojisi, c. IV (İstanbul, 1955).

Abdürrahlm Karahisarl. E A. Baki, Mısırlıoğlu A bdürrahim Karahisari (Afyon, 1953).

Abdürrezzak Abdi Efendi. A. S. Delilbaşı, Sahne tarihim izden Abdürrezzak A b d i Efendi (Ulus ga­ zetesi, Ankara, 19.11.1944 - 18.111. 1944). — M. Yesari, Tulûatçıların pi­ ri A bdürrezzak (Yedi gün, sayı 9, İstanbul, 1946).

Açana (Tel) ya da Alalah. L. VVoolley, Alalakh an account o f the excavations at Teli A tchana in the H atay 1936-1939 (Londra, 1955). — U. B. Alkım, A natolia I (Cenev­ re, 1968). — R. Nauman, Eski A n a ­ dolu mimarlığı (Ankara, 1975).

adalet partisi (AP). E. Topkaya. Program ve tüzükleriyle Türkiye’de b aşlıca siyasi p a rtile r, sayfa: 127-170 (Ankara, 1969). adaletnam e. Ç. Uluçay, XVII. asırda S aruhan'da eşkıyalık ve halk hareketleri (İstanbul, 1944). — H. İnalcık, Adaletnam eler (Bel­ geler, Ankara, 1967). — Y. Ûzkaya, XVIII. yüzyılda çıkarılan adaletnam elere göre Türkiye'nin iç durum u (Belleten, sayı 151, Ankara, 1974). Adıvar (Halide Edip). B. Dürder, Halide E dip hayatı ve sanatı (İstan­ bul, 1940). — H. Yücebaş, Bütün cepheleriyle H alide E dip (İstanbul, 1964). — M. Uyguner, H alide Edip Adıvar (İstanbul, 1968). —Y. K. Beyatlı, Siyasi ve e d e b i portrele r (İs­ tanbul, 1968). — Y. K. Karaosmanoğlu, Gençlik ve e debiyat hatıra­ ları (Ankara, 1969). — i. Enginün, H alide Edip A d ıv a r’ın eserlerinde d o ğ u ve batı m eselesi (İstanbul, 1978); H alide E d ip A d ıva r (Anka­ ra, 1986).

Afife Angellk. i. Parlatır, Recaiza de M ahm ut Ekrem (Ankara, 1983). Afife Jale. R. A. Sevengil, Yakın çağlarda türk tiyatrosu, cilt I (İstan­ bul, 1934). —A. M adat, Sahnem i­ zin değerleri, cilt I (İstanbul, 1943). —Ö. Nutku, Darülbedayi'nin elli yılı (Ankara, 1969).

Afrodlslas ya da Aphrodislas. M. F. Squarciapino, La scuoia di Afridisia (Roma, 1943). — G. E. Bean, Turkey b e y o n d the Meand e r (Londra, 1980). — K. Erim, A phrodisias 1979 çalışmaları (II. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1980); A phrodisias 1980 (III. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1981); Aphrodisias kazısı 1981 çalışmaları (IV. kazı sonuçları toplantısı, Anka­ ra, 1983). —J. M. Reynolds, A p h ­ rodisias a n d R om e (1982). — E. Akurgal, A ncie n t civilizations and ruins o f Turkey (Ankara, 1983).

Agehi, asıl adı Mansur. A. Tietze, XVI. asır türk şiirinde gem ici dili (Türkiyat mecmuası, c. IX, İstanbul, 1946-1951). — H. G. Yurtaydın, Sigetvarnam eler (ilahiyat fakültesi dergisi, c. Il-lll, Ankara, 1952).

ağalık. S. Yerasimos, Azgelişmiş­ lik sürecinde Türkiye (İstanbul, 1975). — M. A. Kılıçbay, Feodalite ve klasik dönem osmanlı üretim tarzı (Ankara, 1982). —M. Akdağ, Türkiye'nin iktisadi ve içtim ai tarihi (İstanbul, 1986). Ağaoğlu (Ahmet). Y. Akçura, Türk yılı (İstanbul, 1928). —S. Ağa­ oğlu, Babam dan hatıralar (İstanbul 1939); Babam ın arkadaşları (İstan­ bul, 1958). - H . Z. Ülken, Türkiye’ de çağdaş düşünce tarihi (İstanbul, 1966).

açıkbaş. R. A. Sevengil, Tanzi­ m at tiyatrosu (İstanbul, 1962). — M. And, Tanzimat dönem inde türk tiyatrosu (Ankara, 1972). —O. Okay, Batı karşısında A hm et Mithat E fendi (Ankara, 1975).

Ağaoğlu (Samet). T. Alangu, Cumhuriyetten sonra hikâye ve ro­ man, c. II (İstanbul, 1965).

Abdülkadlr Efendi (Mehmet).

Adalar. W. Penck, G rundzüge

Ağaoğlu (Adalet). F. Akatlı, Ses­

G. Oransay, Osmanlı devletinde kim kim di (Ankara, 1969).

d e r geologie des Bosporus, Veröff des instit.für M eereskunde (Geol - Naturw. Reihe, sayı 4, Berlin, 1919). —W. Paeckelmann, Neue Beitrâge z u r Kenntnis d e r geolo­ gie, paiâontologie und p etro gra phie d e r u m ge g e nd von Konstantinopel (Preuss. Geol. L. -A. Berlin, 1938). — i. Ketin, Tektonische untersuchungen auf den Prinzeninseln nahe İstanbul (Türkei) [Geologischen Rundschau, c. XLI, Berlin, 1953],

Abdülkadlr M eragi, Hace Ibn Ül-Gaybi. M. Bardakçı, M aragalı A b d ü lka d ir (İstanbul, 1987).

Abdülkerlm Nadir Paşa (Çırpanlı). Ahm et Lütfi, Tarih (İstan­ bul, 1290-1329 [1873-1911]), — M ehm et Esat, M ir'at-ı M ekteb-i harbiye (İstanbul, 1310 [1892]). — C. Rodoslu, Rodos adasında g ö ­ m ülü paşalar (Ankara, 1955).

sizlikten ses geliyor. A dalet A ğ a oğ ­ lu: Sessizliğin ilk sesi (Türk dili, sa­ yı 322, Ankara, 1978). — R. Taner ve Asım Bezirci, Edebiyatımızda seçm e hikâyeler (İstanbul, 1981). — F. Naci, 100 soruda Türkiye'de rom an ve toplum sal değişm e (İs­ tanbul, 1981). —O. Önertay, Cum ­ huriyet dönem i tü rk rom an ve ö y­ küsü (Ankara, 1984).

Ahdi, asıl adı Ahm et. H. Mazıoğlu, Ahdî-i B ağ da d i ve şiirleri (Türk dili araştırmaları yıllığı-Belle-

ten, 1978 [Ankara, 1979]).

Ahm et III. A. Refik (Altınay), La­

Ahem eniler ya d a Akamanışlar. Ş. Günaltay, İran tarihi (Anka­

le d evri (İstanbul, 1131 [1915]); Onikinci asr-ı hicride osmanlı h a ­ yatı (İstanbul, 1930). —A. N. Kurat, İsveç kralı XII. K ari in hayatı ve fa­ aliyeti (İstanbul, 1940).

ra, 1948); Yakın şark tarihi (Anka­ ra, 1951).

Ahhlyava F. Kınal, Eski A nadolu tarihi (Ankara, 1962). —Y. Boysal, Batı A n a d o lu 'd a son araştırmalar-Ahhiyava sorunu (Anadolu, c. XV, Ankara, 1971). - B . Umar, Türkiye halkının ilkçağ tarihi (İzmir, 1982). —A. M. Mansel, Ege ve yu­ nan tarihi (Ankara, 1984).

Ahi, Benli Flasan. A. N. Tarlan, Şiir m ecmualarında XVI ve XVII. asır di­ van şiiri, c. IV (İstanbul, 1949). — F. K. Timurtaş, Turk edebiyatında H usrev ü Şirin ve Ferhad ü Şirin hi­ kâyesi (Edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı dergisi, c. IX, İstanbul, 1959).

Âhi (XVjl. yy.) tü rk halk şairi. S. N. Ergun, Âşık Ömer. Hayatı ve eser­ leri (İstanbul, 1935). — M. Ş. Ülkütaşır, H alk şairleri (Yeni tarih m ec­ muası, sayı 37, İstanbul, 1937).

Ahilik ya da Ahilik. Muallim Cevdet, Z e yl ale'l-fasl ahiyyati'l -fityan (İstanbul, 1351 [1935]). - Ö . L. Barkan, Osmanlı im paratorlu­ ğ u 'nda b ir iskân ve kolonizasyon m etodu olarak vakıflar ve temlikler (Vakıflar dergisi, sayı 2, Ankara, 1952). — A. Gölpınarlı, Islâm türkü­ lerinde fütüvvet teşkilatı ve kaynak­ ları (iktisat fakültesi mecmuası, sa­ yı 11, İstanbul, 1952). — F. Taeschner, İslâm ortaçağında futuwwa teşkilatı [fütüvvet teşkilatı] (iktisat fa­ kültesi mecmuası, sayı XI, İstanbul, 1952); isiâm da fütüvvet teşkilatının d oğuşu meselesi ve tarihi ana çiz­ gileri (Belleten, c. XXXVI, Ankara, 1972). — F. Köprülü, Osmanlı im paratorluğu'hun kuruluşu (Anka­ ra, 1972). — N. Çağatay, Fütüvvetçilikle ahiliğin ayrıntıları (Belleten, c. XLIX, Ankara, 1976). - C . Cahen, O sm anlılar'dan önce A n a do lu'd a Türkler (İstanbul, 1979). —XX. A hi­ lik bayram ı te b liğ le ri (Ankara, 1985) Ahmedi, asıl adı Tacettin İbrahim bin Hızır. N. S. Banarlı, A h m ed i ve dasitan-ı tevarih-i mülûk-ı âl-i Os­ m an (Türkiyat mecmuası, c. VI, İs­ tanbul, 1936-1939). —A. Alpaslan, A h m e d i‘nin ye ni bulunan b ir eseri Mirkat-ı edeb (Edebiyat fakültesi tü rk dili ve edebiyatı dergisi, c. X, İstanbul, 1960). — N. Çetin, Ahm e­ d i "nin M irkatü'l-E d eb 'i hakkında (Türkiyat mecmuası, c. XIV, İstan­ bul, 1964). —T. Kortantamer, be­ b en und w eltbild des altosmanischen dichters A h m e d i unter besonderer berücksichtigung seins diw ans (Freiburg, 1973). — M. Akalın, Ahmedi. C em şid ü H urşid (Ankara, 1975). — i. Ünver, Ahmed i'n in iskender-nam esindeki mevlid bölüm ü (Türk dili araştırmaları yıllığı - Belleten 1977, Ankara, 1978); Ahm edi. iskender-nam e (Ankara, 1983).

Ahmet Ağa Mirialem. Okmeyda­ nı ve okçuluk tarihi (İstanbul, 1974).

Ahm et C avlt. Turgut Kut, A çık­ lamalı yem ek kitapları bibliyograf­ yası (Ankara, 1985). A hm et Dal. i. H. Ertaylan, A hm ed-i D â'îha ya tı ve eserleri (İs­ tanbul, 1952). — F. K. Timurtaş, Ahm ed-i Dâ 7 ve eserlerinin türk dili ve edebiyatındaki yeri (Türk dili, sa­ yı 31, Ankara, 1954). — H. Güner, Kütahyalı şairler (Kütahya, 1967). — G. Alpay, A h m ed -i D â ’î and his Ç engnam e (Boston, 1973). Ahm et Fakih. M. F. Köprülü, A h m et Fakih ve çarhnam esi (Türk yurdu, c. IV, Ankara, 1926). — H. Mazıoğlu, A n a d o lu 'd a 13. yüzyıl ürünlerinden ye ni b ir eser (X. Türk dil kurultayında okunan bilimsel bil­ diriler 1963, Ankara, 1964). Ahm et Haşim. Y. K Karaosmanoğlu, A h m et Haşim (Ankara, 1934); G ençlik ve e debiyat hatıra­ ları (Ankara, 1969). — Y. Z. Ortaç, A h m et Haşim (İstanbul, 1937). — S. K. Yetkin, A h m et Haşim ve sem bolizm (Ankara, 1938). — N. Ataç, Günlerin getird iğ i (Ankara, 1946); A rarken (Ankara, 1954); O kurum a m e k tu p la r (İstanbul, 1954). —Z. Güvemli, A hm et Haşim ve şiirleri (İstanbul, 1947). —Y. N. Nayır, A h m et Haşim (İstanbul, 1959). —Y. K. Beyatlı, Edebiyat üzerine makaleler (İstanbul, 1969). —A. Ş. Hisar, A hm et Haşim şiiri ve hayatı (İstanbul, 1963). —Ş. Hulu­ si, A h m e t Haşim sanatı ve seçme şiirleri (İstanbul, 1967). —A. Bezir­ ci, A h m e t Haşim (İstanbul, 1979).

Ahm et Raslm. M. N. Özön, A h ­ m e t Rasim bibliyografyası (Bibli­ yografya, c. II, sayı 12, İstanbul, 1933). —S. Hızarcı, A h m et Rasim (İstanbul, 1953). — H. Yücebaş, A hm et Rasim, aşkları, hatıraları (İs­ tanbul, 1957). — H. Dizdaroğlu, A hm et Rasim (İstanbul, 1964), —A. S. Levend, A h m et Rasim (Ankara, 1965).

Ahmet Refik, soyadı Altınay. N. A. Banoğlu, A h m e t Refik ve eserleri (Kurun gazetesi, İstanbul, 11 Ekim 1937). - R . E. Koçu, A h ­ m et Refik, hayatı, seçme şiir ve ya ­ zıları (İstanbul, 1938). — M. Gökman, Tarihi sevdiren adam (İstan­ bul, 1978). — O. Bayrak, Osmanlı tarihi yazarları (İstanbul, 1982).

Ahm et Resmi Efendi, Resmolu. F. R. Unat, Osmanlı sefirleri ve sefaretnam eleri (Ankara, 1968). — Mehmet Tahir, Osmanlı m üellif­ leri, c. III (İstanbul, 1342 [1923]).

Ahm et Rıza. A. B. Kuran, Os­

Ahm et I. Feridun Bey, Mûnşeât üs-Selatin, c.ll (İstanbul, 1257 [1841]). —Ali Efendi, Kavanin-iâl-i Osm an d e r hulasa-i m ezamin-i d e fte r-i d ivan (İstanbul, 1280 [1863]). —S olakzade M ehm et Hem dem î, Tarih (İstanbul, 1297 [1880]).

manlI im pa ra to rlu ğ u 'nd a ve Türkü ye C um huriyeti'nde inkılap hare­ ketleri (İstanbul, 1959). —Z. F. Fındıkoğlu, A uguste C omte ve Ahm e d Rıza (İstanbul, 1962). —Şerif Mardin, Jön Türkler'in siyasi fikir­ leri (Ankara, 1965).

Ahm et II. Feraizcizade Mehmet

lan, A h m et Vefik Paşa (İstanbul, 1 932). — M. Z. Pakalın, A h m et Vefik Pa­ şa (İstanbul, 1942). — L. Ay, Ahm et Vefik Paşa (Türk dili, sayı 73, A n ­ kara, 1957). — F. A. Tansel, Ahm et Vefik Paşa (Belleten, sayı 109, A n ­

Sait, Gülşen-i m aarif (İstanbul, 1252 [1826]). — Fındıklılı Mehmet Ağa, Silahtar tarihi (İstanbul, 1928). — Mustafa Nuri Paşa, N etayic ül -vukuât, c. III (İstanbul, 1327 [1909]).

Ahm et Veflk Paşa. İ H Ertay­

kara, 1964); A h m et Vefik Paşa'nın eserleri (Belleten, sayı 110, A nka­ ra, 1964); A h m et Vefik Paşa'nın şahsiyetinin teşekkülü, hususi h a ­ yatı ve m uhtelif karakterleri (Belle­ ten, sayı 113, Ankara, 1965). —S. Güray, A hm et Vefik Paşa (Ankara, 1966).

Ahm et Vesim Paşa Hacı Ka­ zasker M ehm et Hafid, Sefinetü’l -vüzerâ, yay. i. Parmaksızoğlu (İs­ tanbul, 1952). — i. H. Danişmend, izahlı osmanlı tarihi kronolojisi, c. V (İstanbul, 1971).

Ahm et Yesevi. Ahm erov, Ahm e d Yesevi m escidinin kitabeleri (Kazan Üniversitesi arkeoloji tarih ve etnografya cem iyeti haberleri bülteni, c. XII, Kazan, 1895-1896). — M. F. Köprülü .Ahm et Yesevi ve çağatay edebiyatı üzerindeki tesir­ leri (Bilgi, sayı 6, İstanbul, 1913); Türk edebiyatında ilk mutasavvıflar (İstanbul, 1918; 4. bas. 1981). — K. Eraslan, Yesevi'nin Fakrnamesi (Edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı dergisi, c. XXII, İstanbul, 1977); Divan-ı H ikm et'ten seçm e­ ler (Ankara, 1983).

Ahundzade (Fethali). M. F. A hundov, A h u n d o v hakkında b ib ­ liyografya (Bakü, 1948). — H. Dizdaroğlu, Mirza Fethali A hundzade ve alfabe m eselesi (Türk dili, sayı 8, Ankara, 1952).

Aile. H. V. Velidedeoğlu, M edeni h ukuk (İstanbul, 1954). — N. Feyzioğlu, U. Doğanay, A. Aybay, Me­ d e n i h u k u k d ersle ri (İstanbul, 1976).

Ainos. A. Erzen, Enez (Ainos) araştırmaları (İstanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi güney-doğu Av­ rupa araştırmaları dergisi, sayı 1, İstanbul, 1972); Enez(Ainos) 1972 kazıları (İstanbul Üniversitesi ede­ biyat fakültesi güney-doğu Avrupa ■araştırmaları dergisi, sayı 2-3, İs­ tanbul, 1974, 1975); Enez 1979 yılı kazıları (II. kazı sonuçları toplantı­ sı, Ankara, 1981); Enez kazısı 1980 (III. kazı sonuçları toplantısı, A nka­ ra, 1981); 1981 yılı Enez kazısı ça ­ lışmaları (IV. kazı sonuçları toplan­ tısı, Ankara, 1983); 1982 Enez ka­ zısı çalışmaları (V. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1984).

Alzanol ya da Azanol. E. Akurgal, A n cie n t civUizations a n d ruins o f Turkey (İstanbul, 1983). — R. Naumann, A izanoi 1979- (II. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1981); Die ausgrabungen in Aizanoi 1981 (IV. kazı sonuçları toplantısı, A nka­ ra, 1983); A izanoi kazıları (V. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1984).

Aka Gündüz, asıl adı Enis Avni. S. N. Ergun, Aka Gündüz. Hayatı, eserleri (İstanbul, 1937). — M. Uraz, A k a G ü n d ü z (İstanbul, 1938). — H. Yücebaş, Bütün ce p ­ heleriyle A ka G ündüz (İstanbul, 1959). — A. M. Dranas, Aka G ün­ dü z (Türk dili, sayı 88, Ankara, 1959). —Aka G ündüz'ün eserleri­ nin tam listesi (Yeni yayınlar dergi­ si, sayı 2, İstanbul, 1960). Akif Paşa, türk devlet adamı, şa­ ir ve yazar. Ebüzziya Tevfik, Nümune-i edebiyat-ı Osmaniye (İstanbul, 1330 [1912]). - M . F. Köprülü, Milli edebiyat ceryanının ilk mübeşşirleri (İstanbul, 1928). — M. Kaplan, Şiir tahlilleri, c. I (İstanbul, 1969). — O. Koloğlu, M iyop Ç örçil olayı (Anka­ ra, 1986).

Aksarayi (M ahm ut bin M uham ­ met). M. N. Gençosm an, Selçuklu devletleri tarihi (İstanbul, 1943).

— Kerim eddin Aksarayi, Musameret-ül Ahbar, yay. Osm an Turan (Ankara, 1944).

Aksoy (Ömer Asım). Türk dil ku­ rumu, Ö m er Asım A kso y arm ağa­ nı (Ankara, 1978).

A k ş e m s e ttin

m e n a k ıb ı.

Menakıb-ı Akşem seddin (İstanbul, 1302 [1884]). - A . i. Yurd, Şeyh Akşem seddin. Hayatı, eserleri (İs­ tanbul, 1972). —A. Y. Ocak, Türk halk inançlarında ve edebiyatında evliya menkabeleri (Ankara, 1984).

Akünal (Ahmet Kemal). M. B. Ya­ zar, Edebiyatçılarım ız ve türk ede­ biyatı (İstanbul, 1938). — O. S. Orhon, Bir ihtilal şairi: A hm et Kem al A künal (Çınaraltı dergisi, sayı 64, İstanbul, 1942). — D. Akünal, A h ­ m e t K em al A kü n al (Türk amacı dergisi, c. I, İstanbul, 1943). Alacahöyük. Ş. A. Kansu ve S. Tunakan, 1943-1945 kazılarından çıkarılan kalkolitik, bakır ve tunç çağlarına ait halkın antropolojisi (Belleten, sayı 40, Ankara, 1946). — H. Z. Koşay, A lacahöyük (Anka­ ra, 1951). — R. Naum ann, Eski A nadolu mimarlığı (Ankara, 1975). — H. Z. Koşay ve M. Akok, A laca­ h öyük'te 1974 yılı kazı çalışmaları (Ankara, 1976); 1975 A lacahöyük kazıları (Türk arkeoloji dergisi, sa­ yı XXIV/2, Ankara, 1977). - M . Akok, A lacahöyük'te son dönem arkeolojik çalışmalarla açıklığa ka­ vuşturulan yapı tekniği ve m im ari gerçekler, c. I (VIII. Türk tarih kong­ resi, Ankara, 1979); A lacahöyük 1979 yılı kazı çalışmaları (II. Kazı sonuçlan toplantısı, Ankara, 1981). Alaettin Keykubat I. C. Ca­ hen, A n a d o lu ’da Türkler, çev. Y. Moran (İstanbul, 1979). — O. Tu­ ran, Selçuklular zamanında Türkiye tarihi (İstanbul, 1984). — Tevarih-i âl-i Selçuk, yay. ve çev. F. N. Uzkuk (Ankara, 1952). — ibn Bibi, A nadolu Selçuklu devleti tarihi, çev. M. N. G ençosm an (Ankara, 1941). — Kerimettin Aksarayi, Sel­ çuklu devletleri tarihi (AksaraylI Ke­ rim eddin M a hm u d ’un Müsameret ül-ahyar adlı farsça tarihinin tercü­ mesi), çev. M. N. Gençosm an (An­ kara, 1943).

Alaettin Keykubat II. C. Ca­ hen, A n a do lu'd a Türkler, çev. Y. Moran (İstanbul, 1979), — O. Tu­ ran, Selçuklular zam anında Türki­ y e tarihi (İstanbul, 1984). — Teva­ rih-i âl-i Selçuk, yay. ve çev. F. N. U zkuk (Ankara, 1952). — ibn Bibi, A nadolu Selçuklu devleti tarihi, çev. M. N. Gençosm an (Ankara, 1941). — Kerimettin Aksarayi, Sel­ çuklu devletleri tarihi (AksaraylI Ke­ rim eddin M a hm ud'un Müsameret ül-ahyar adlı farsça tarihinin tercü­ mesi), çev. M. N. Gençosman (An­ kara, 1943). Alaettin Keykubat III, C. Ca­ hen, A n a d o lu ’da Türkler, çev. Y. Moran (İstanbul, 1979). —O. Tu­ ran, Selçuklular zamanında Türkiye tarihi (İstanbul, 1984). — Tevarih-i âl-i Selçuk, yay. ve çev. F. N. Uz­ kuk (Ankara, 1952). —Aksarayi, Selçuklu devletleri tarihi (AksaraylI Kerimeddin M ahm ud'un Müsame­ ret ül-ahyar adlı farsça tarihinin ter­ cümesi), çev. M. N. Gençosm an (Ankara, 1943).

Alaettin M uham m et bin Teklş. i. Kafesoğlu, Harzem şahlar devleti tarihi (1092-1220) [Ankara, 1977],

Aleksandr II. A. N. Kurat, Rus­ ya tarihi - Başlangıcından 1917'ye

1151

k a da r (Ankara, 1948). 1152

Aleksanyan (Harutyun). A. Madat, Sahnemizin değerleri, c. II (İs­ tanbul, 1944).

Alemdar Mustafa Paşa. Vasıf, Tarih, c. II (İstanbul, 1219 [1804]). —Şânî-zâde Atâullah Etendi, Tarih (İstanbul, 1291 [1874]). —A b d u r­ rahm an Şeref, Tarih-i devlet-i Os­ m aniye, c. II (İstanbul, 1312 [1894]). — İ.H . Uzunçarşılı, A lem ­ d a r Mustafa Paşa (Ankara, 1942). — K. Arapyan, Rusçuk Ayanı M us­ tafa Paşa’nın hayatı ve kahram an­ lıkları, çev. E. Uras (Ankara, 1943). — H. İnalcık, Sened-i ittifak ve Gülhane Hatt-ı H üm ayunu (Belleten, sayı 112, Ankara, 1964). — E. Z. Karal, Osmanlı tarihi, c. V (Ankara, 1983 [4. Basım]).

Alem dar vakası. Y. Ûztuna, Türk tarihinden yapraklar, Alem dar Mustafa Paşa'nın ölüm ü (İstanbul, 1969). — E. Z. Karal, Osmanlı tari­ hi, c. V (Ankara, 1983).

Ali (XIII. yy.). C. Brockelmann, A li’s qissa-i Yusuf d e r alteste Variaufer d e r osm anischen L iteratür (Abhandlungen der Preussischen Akademie der Wissenschaften, c. V, Berlin, 1916). — i. H. Ertaylan, Türk dilinde en eski Yusuf ve Züieyha (Edebiyat fakültesi tü rk dili ve ede­ biyatı dergisi, sayı 1-2, İstanbul, 1948). — H. C. Dolu, Yusuf hikâyesi hakkında b irkaç söz ve türkçe nüshalar (Edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı dergisi, sayı 4, 1952).

Ali, türk halk şairi (XVII. yy.). C. Özte lli, ş/kA //(T ü rk dili, sayı 53, A n ­ kara, 1956). — Ş. Elçin, Kâtip A li' nin bilinm eyen şiirleri (Türk folklor araştırmaları, sayı 274 ve 275, İs­ tanbul, 1972). Ali, türk halk şairi (XVIII. yy.). M. Ş. Ulkütaşır, N asuh Paşa destanı (Çığır, sayı 11, Ankara, 1934). —C. Oztelli, Uyan padişahım (İstanbul, 1976).

Ali B e y C in , Bulutkapan. i. H. Danişment, izahlı osmanlı tarihi krono­ lojisi, c. IV (İstanbul, 1972). — İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlı tarihi, c. V (Ankara, 1975).

Âli Bey Direktör. B. Dürder (haz.), Letafet (İstanbul, 1961). — N. Akı, XIX. yüzyıl türk tiyatrosu (İstanbul, 1963). — M. And, Tanzimat ve is­ tib da t dönem inde türk tiyatrosu (Ankara, 1972). — Ş. Kutlu (haz.), Lehçetü'l-hakâyık (İstanbul, 1974). Ali Ekber Hıtai. S. Buluç, On a few Turkish b ooks o f travel a bout far-east (Proceding of the Inter­ national Conferance on China Border Area Studies, Taipei, 1985).

Ali Emlrl Efendi. J. Deny, A li Em iri Efendi (Journal Asiatique, c CCIV, Paris, 1924). - A . R. Altınay, A li Emiri Efendi (Türk tarih en­ cüm eni mecmuası, no. 78/1, İstan­ bul, 1924). — M. Tevfikoğlu, A li Emiri Efendi (Türk kültürü, sayı 88, Ankara, 1970). — M. S. Tayşi, Bü­ y ü k kitap dostu A li Emiri Efendi (Milli gençlik, sayı 27, İstanbul, 1978). —A. Aksakla, Ö lüm ünün 60. yılında b üyü k kitap dostu Ali Em iri Efendi (Türk kültürü, sayı 250, Ankara, 1984). Ali Fuat, soyadı Türkgeldi. A F. Türkgeldi, M asâil-i m ûhim m e-i siyasiyye, yayına hazırlayan B. S. Baykal (Ankara, 1966); G örüp işit­ tiklerim (Ankara, 1984 [3. basım]).

Ali Galip olayı. E. Z. Karal, Tür­ kiye C um huriyeti tarihi (Ankara,

1978). — H. Eroğlu, Türk inkılap ta­ rihi (İstanbul, 1982).

Ali İlham l, türk halk şairi. Ş. El­ çin, Seyyit Gazi bektaşi tekkesi şeyhlerinden p ir M ehm et ve oğlu llham i hakkında (Eskişehir I. Sey­ yit Battal Gazi bilimsel semineri-bildiriler, Eskişehir, [1977]).

Ali İzzet Özkan, i. Başgöz, Âşık A li İzzet Özkan, yaşamı, sanatı, şi­ irleri (Ankara, 1979). Ali Nizami Beyin alafranga­ lığı ve şeyhliği. S. S Uysal, Abdülhak Şinasi Hisar. Hayatı, sana­ tı, eserleri, en seçm e parçaları ve edebiyatçılarımızın hakkındaki y a ­ zıları (İstanbul, 1961).

Ali Nutkl Baba. S N Ergun, Bektaşi, kızılbaş, alevi şairleri ve nefesleri, c. İli (İstanbul, 1956). Ali Paşa, Damat, şehit (Silahtar). Dilaverzâde Ömer, H adikat ûl-vûzerâ zeyli (İstanbul, 1271 [1855]). — Hüseyin Ayvansarayî, Hadikat ûl -cevâmi, (İstanbul, 1281 [1864]). —Tayyarzâde Ata, Tarih (İstanbul, 1293 [1876]). — Mustafa Nuri Paşa, N etayic ül-vukuât (c. III, İstanbul, 1327 [1909] [2. Basım]). —Ahm et Refik (Altınay), H icri onikinci asırda İstanbul hayatı (İstanbul, 1930).

Ali Rıza Paşa, Topçu. H arp tari­ hi dairesi, 1897 Osmanh-Yunan har­ b i (Ankara, t.y.).

Ali Şefkati. A. B. Kuran, Osmanlı im paratorluğu 'nda inkılâp hareket­ leri ve m illi m ücadele (İstanbul, 1956). —Ş. M ardin, Jön Türkler'in siyasi fikirleri 1895-1908 (İstanbul, 1983). — M. Ş. H anioğlu, Osmanlı İttihat ve Terakki cemiyeti (İstanbul, 1986).

İstanbul, 1971); Nesaim üi-mahabbe m in şem ayim il-fütüvve (İstan­ bul, 1979); A li Şir N evayi'nin hâlât-ı Pehlevan M uham m ed risalesi (Tür­ kiyat mecmuası, c. XIX, İstanbul, 1980). —G. Alpay (yay.), A li Şir Ne­ vayi. Ferhad ü Şirin (Ankara, 1975).

Akkoyunlu, Karakoyunlu devletleri (Ankara, 1984 [3. Baskı]).

alp. M.Kaplan, Türk edebiyatı üze­ rine araştırmalar, c. I (İstanbul, 1976); O ğuz Kağan destanı (İstan­ bul, 1979). — E. Mengi, Eski ede ­ biyatımızda bazı insan tipleri (Tarih ve toplum, sayı 12, İstanbul, 1984). — Ü. Hassan, Eski türk toplum u ü zerin e in c e le m e le r (İstanbul, 1985).

Unat, Anadolu ve Rumeli müdafaa-i hukuk cemiyeti’nin kuruluşuna dair vesikalar(Tahh vesikaları dergisi, c. I, sayı l-ll, Ankara,1941). —T. Bıyıkoğlu, Trakya'da milli mücadele, c. I (An­ kara, 1955). — M. T. Gökbilgin, Milli m ücadele başlarken,c. l-ll (Ankara, 1972). — E. Z. Karal, Türkiye Cum ­ huriyeti tarihi (Ankara, 1978).

Alptlgin. M uham m ed Nazım, the Life a n d times o f sultan M ahm ud o f Ghazna (Cam bridge, 1931).

anayasa. A F Başgil, Esas teşki­ lat hukuku (İstanbul,1960). — İ.Arsel, Türk anayasa hukukunun um um i esasları (Ankara, 1965). — B. N. Esen, Türk anayasa hukuku (Anka­ ra.1968). — H. N. Kubalı, Anayasa hukuku dersleri (İstanbul, 1971). — M. Kapani, Kamu hürriyetleri (Anka­ ra, 1976). —i. Akın, Kamu hukuku (İstanbul, 1980). —T. Z. Tunaya,Siya­ sal kurumlar ve anayasa hukuku (İs­ tanbul, 1980). —S. Tanilli, Devlet ve demokrasi (İstanbul, 1981). —O.AIdıkaçtı, Anayasa hukukumuzun ge­ lişmesi ve 1961 anayasası (İstanbul, 1982). —Ş. Gözübüyük -S. Kili, Türk anayasa metinleri (Ankara, 1982). —T Erdem, Anayasalar ve seçim ka­ nunları (İstanbul, 1982). — D. Perinçek, Anayasa ve partiler rejimi (İstan­ bul, 1985). — B. Tanör, İki Anayasa 1961-1982 (İstanbul, 1986). —T Par­ la, Türkiye'nin siyasal rejimi (İstanbul, 1986).

Alpamış A.inan, Makaleler ve in­ celem eler (Ankara, 1968). —Sovyet Ö zbek ansiklopedisi c. I (Taşkent, 1971).

Altay (Fahrettin). T. C. G enelkur­ may harp tarihi başkanlığı, Türk is­ tiklâl harbine katılan tüm en ve d a ­ ha üst kademelerdeki komutanların biyografileri (Ankara, 1972). —G. Jaeschke, Türk kurtuluş savaşı kro­ nolojisi (Ankara, 1973; 2 c.).

Altaylılar. N. Chadwick ve V. Zhirmunsky, Orai Epics o f Central Asia (Canbridge, 1969). —Azerbaycan Sovyet ensiklopediyası, c. I (Bakü, 1976).

Altun yanık (Altınışık). —S. Çağa­ tay (yay.), Altuı) yaruk’tan iki parça (Ankara, 1945). — R. R Arat, Eski türk şiiri (Ankara, 1965). —Ş. Tekin, Buyan evirmek, sevabın tevcihi (Re­ şit Rahmeti Arat için, Ankara, 1966). Amasya. A. 3. Ünver Amasya da-

Allşar höyüğü. H.H. von der Osten ve E. F. Schmidt, The Alishar hüyü k season o f 1927 (Illinois, 1930). — E. F. Schmidt, Anatolia through the agesdiscoveries at the Alishar m o un d (1927-H929) [illinois, 1931]. — F. Kınal, Eski A na do lu ta-' rihi (Ankara, 1962). — S. Lloyd, Early highland peoptes o f Anatolia (Londra, 1967). — U. B. Alkım, A na­ tolia I (Cenevre, 1968). — R. Naumann, Eski A nadolu mimarlığı (An­ kara, 1975). — J. Mellaart, The arch aelogy o f ancient Turkey (Lond­ ra, 1978).

rüşşifası (Tedavi seririyatı ve laboratuvarı, c. V, sayı 17, İstanbul, 1935). —C. E. Arseven, Türk sanatı tarihi (İstanbul, 1955-1959). — N. Sevgen, Anadolu kaleleri (Ankara, 1959). —Ş. Yetkin, A na do lu ’d a Selçuklu şifahaneleri (Türk kültürü, sayı 10, An­ kara, 1963). — M. D. Arık, Erken de­ vir Anadolu - türk mimarisinde tür­ be biçimleri (Anadolu, ssy. 11, An­ kara, 1969). —i. ilter Türk tarihi han­ ları (Ankara, 1969). — M. Sözen, Anadolu medreseleri, c. I-II (İstanbul, 1970); Türk mimarisinin tarihsel ge ­ lişimi (İstanbul, 1960). — E. H. Ayverdi, Osmanlı mimarisinde Fatih dev­ ri (İstanbul, 1973). —C. Baltacı, Os­ manlI medreseleri (İstanbul, 1976). —O. Aslanapa, Yüzyıllar boyunca türk sanatı, ~ 14. yüzyıl (İstanbul, 1977); T ü rk 's a n a tıjc. I-II (İstanbul, 1984).

A li Şir Neval. N. Asım (yay.), Er­

Amasya kararları. C. Kutay, Ta­

bain hadis (İstanbul, 1311 [1893 -94]). —A. C evdet (yay.), M uhakem e t ül-lugateyn (İstanbul, 1315 [1897-98]). — M. F. Köprülü, Türk dili ve edebiyatı araştırmaları (İstanbul, 1934). — i. R. Işıtman (yay.), Muhakem et ül-lugateyn (Ankara, 1941). — E. E. Berthels, Alişer Navoi. Ferh a d i Şirin poem a (Taşkent, 1943); A li Şir N evai'nin Ferhad ü Şirin’i (Türk dili araştırmaları yıllığı - Bel­ leten 1957, Ankara,1957). — S. Ganieva (yay.), A lişer Navaiy. M ecalis ünnefais (Taşkent, 1961). —A. S. Levend, Türkiye kitaplıklarındaki Nevai yazmaları (Türk dili araştırmaları - Belleten 1958, Ankara, 1958); A li Şir Nevaic. IV, (Ankara, 1965-1968). — J. Eckmann, D ie tschaghataisisch Literatür (Philologiae Turcicae Fundamenta II, VViesbaden, 1964). — L. V. Dimitriyova (yay.), Ali Şir Nevai. Divan (Moskova, 1964). — Nevayi’nin hâlât-ı Seyyid Haşan B ey risalesi (Türkiyat mecmuası, c. XVI,

rih konuşuyor, c. I (İstanbul, 1964). — U. Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi kronolojisi (Anka­ ra, 1983).

Alioğlu, türk şair (XVII. yy.). C. Öztelli, XVII. yüzyılda iki ihtilalci şair: Alioğlu-Dedem oğlu l-ll (Türk folklor araştırmaları, sayı 73, İstanbul, 1955 ve sayı 74, İstanbul, 1955); Bektaşi gülleri (İstanbul, 1973).

Amlk ovası. J. R. Braidwood, Mounds in the plain ofA ntioch (Chica­ go, 1937). — U. B. Alkım, Anatolia I (Cenevre, 1968). — R. Naumann, Eski Anadolu mimarlığı (Ankara, 1975).

Amrl, türk şair Âşık Çelebi, Meşa'ir üş-şuara (Londra, 1971). — M. Çavuşoğlu (yay.), Am ri divanı (İstanbul, 1979).

ana bacı hikâyesi. Ş. Elçin, Bur­ salI Hoca A bdurrauf hikâyesi (Erciyes, sayı 37, Kayseri, 1981).

Anadolu beylikleri, tavaif-i müluk. P Wittek, Menteşe beyliği, çev. O. Ş. Gökyay (İstanbul, 1934). — H. Akın, Aydınoğulları tarihi hakkında bir araştırma (İstanbul, 1946). — İ.H Uzunçarşılı, Anadolu beylikleri ve

Anadolu Eyaleti. Kâtip Çelebi, Cihânnümâ (İstanbul, 1145(1732]).

Anadolu ve Rumeli müda­ faa-! hukuk cemiyeti. F R

Anday (Melih Cevdet). S. Şener Mikado’nun çöpleri üzerine bir ince­ leme (Tiyatro araştırmaları dergisi, sayı 2, Ankara, 1971). —A. Yüksel, Yapısalcılık ve b ir uyarlama. Melih Cevdet Anday tiyatrosu üstüne (İs­ tanbul, 1982).

anka. Feridettin Attar, Mantık ut-tayr, çev. A. Gölpınarlı (İstanbul, 1946). —A. Eflakî, Ariflerin menkıbeleri, çev T. Yazıcı (İstanbul, 1953). — B. Ögel, Türk mitolojisi (Ankara, 1971). Ankara (kent), içişleri bakanlığı, Ankara il yıllığı 1973 (Ankara, 1973). —A. Yakar, Türk romanında milli m ü­ cadele (Ankara, 1973). —A. H. Tanpınar, Beş şehir (3. bas., İstanbul, 1979). Ankara savaşı. E. VVerner Büyük b ir devletin doğuşu - Osmanlı feo­ dalizminin oluşma süreci, çev O. Esen - Y. Öner (İstanbul, 1986).

anonim. A. Öztürk, Türk anonim edebiyatı (İstanbul, 1986).

ansiklopedi. Türkiye'de dergiler, ansiklopediler, 1849-1984 (İstanbul, Gelişim yay. 1984). Antakya. A. F Türkmen, Hatay ta­ rihi (İstanbul, 1937). —W.N. Ramsay, Anadolu'nun tarihi coğrafyası (İstan­ bul, 1961). — E. Bostancı, Antakya Şenköy'de yeni, orta ve üst pleisto­ sen insana ait kültürler üzerinde bir araştırma (Antropoloji dergisi, c. V, Ankara, 1969-1970). - N . A. Konuralp, Hatay kurtuluş ve kurtarış m ü­ cadelesi tarihi (İskenderun, 1970).

Antalya. C. E. Arseven, Türk sa­ natı tarihi (İstanbul, 1955-1959). — N. Sevgen, Anadolu kaleleri (An­ kara, 1959). —A. Kuran, Anadolu medreseleri, c. I (Ankara, 1969). — M. Sözen A na do lu medreseleri, c. l-ll (İstanbul, 1970). — Türkiye'de va­ kıf abideleri ve eski eserler (Anka­ ra, 1972). — i. Ünal, Antalya bölge­ sinde çinili eserler (Türk etnografya dergisi, Ankara, 1974). —O. Aslana­ pa, Yüzyıllar boyunca türk sanatı, 14.

yüzyıl (İstanbul, 1977). — H. Cantez, Antalya (Antalya, 1978). —C. Bektaş, Antalya (İstanbul, 1980). — M. Sö­ zen, Türk mimarisinin tarihsel gelişi­ m i (İstanbul, 1980). —O. Aslanapa, Türk sanatı, c. I-II (İstanbul, 1984).

Antoine (Andre). S. i. Sedes, Darülbedayi'nin ilk yılları (ikdam gaze­ tesi, İstanbul, 29 nisan 1940). —A. Antoine, Chez les turcs (M. And'ın önsözüyle, Ankara 1965). — M. N. Ozön- B. Dürder, Türk tiyatrosu an­ siklopedisi (İstanbul, 1967). Anzavur ayaklanması. Genel­ kurmay başkanlığı harp tarihi daire­ si, iç ayaklanmalar (Ankara, 1964). —Z. Güven, Anzavur isyanı, İstiklal savaşı hatıralarından acı b ir safha (Ankara, 1965). — K. Özalp, Milli m ü­ cadele 1919-1922, c. I (Ankara,1971). — K. Esengil, Milli mücadelede iç ayaklanmalar (İstanbul, 1975). — M. ilgürel, A kbaş cephaneliği baskını (Tarih dergisi, sayı 33, İstanbul, 1982). Apollonia. F. V. J. Arundell, Discoveries in Asia M inör (Londra, 1834). —W. M. Calder, Pisidia (The Oxford Classical Dictionary, Oxford, 1953). —W. M. Ramsay, A nadolu’ nun tarihi coğrafyası (İstanbul, 1961). —G. Bean, Lycian Turkey (Londra, 1978). -—The Princeton encyclopedia of ancient sites (Princeton, 1979). — M. Ûzsait, ilkçağ tarihinde Pisidya (İstanbul, 1980).

arap. R N. Boratav, Türk folklorun­ da zenciler ve Türkiye'de zenci folk­ loru üzerine (Folklor ve edebiyat, c. I, İstanbul, 1982). Arat (Reşit Rahmeti). Reşid Rah­ m eti Arat için (Türk kültürünü araş­ tırm a enstitüsü yayını, Ankara, 1966). Arda (Hacı Adil). A. H. Önelçin, N utuk'un (söylev'in) içinden (İstan­ bul, 1981).

Argentl (Filippo). A. Bombaci, La "Regota del Pariare Turcho" di Filip­ p o A rg en ti (Napoli, 1938).

argo. M. Michailovv, Materiaux sur TArgo et les Locutions populaires Turco-ottomans (Leipzig, 1930). —T. Alangu, Çalgılı kahvelerdeki külhan­ beyi edebiyatı ve numuneleri (İstan­ bul, 1943). — F. Develioğlu, Türk ar­ gosu (Ankara, 1980, 6. Basım)

Arif ya da Arifi. A. S. Levend, Gazavatnameler ve Mihaloğlu A li Bey’ in gazavatnamesi (Ankara, 1956). Arif Ali. M. F. Köprülü, Anadolu Selçukluları tarihinin yerli kaynaklan I (Belleten, sayı 27, Ankara, 1943). — I, Melikoff, La geste de Melik Da­ nişm end (Paris, 1960).

Arif Hikmet Bey. Ziver (yay.), Arif Hikm et Bey divanı (İstanbul, 1283 [1866]). —ilmiye salnamesi (İstanbul, 1335 [1916]). — i. M. K. inal, Son asır türk şairleri, c. I (İstanbul, 1930). Armutlu, türk halk şairi. A.K. Tecer, Cezair türk halk şairlerinin şiir­ leri (Halk bilgisi mecmuası, c. I, İs­ tanbul, 1928). — Ş. Elçin, Saz şairi Arm utlu'nun bir şiiri (Türk folklor araştırmaları, sayı 288, İstanbul, 1973). — H. Sanal, Ç öğür şairleri I - Arm utlu (İstanbul, 1974).

Arsal (Sadrı Maksudi). A. Ayda, Babam Sadri Maksudi (Cumhuriyet gazetesi, İstanbul, 20 mart 1957). —A. B. Taymas, Kazanlı türk meş­ hurlarından iki Maksudiler (İstanbul, 1959). —T. Gökbilgin, Sadri Maksu­ di'nin türk tarihi ve soyu hakkındaki görüşleri (Türk yurdu dergisi, sa­ yı 4, İstanbul, 1970). —Y. K. Kopraman, Sadri Maksudi Arsal (Türk yur­

du dergisi, sayı 4, İstanbul, 1970).

Arslantepe. T. Özgüç, Arslantepe kazıları (Belleten, sayı 41, Ankara, 1947). —S. M. Puglisi, Second rep ort on the excavations at Arslante­ p e (Malatya), Third report on the excavations at Arslantepe (Malatya) [Türk arkeoloji dergisi, c. Xlll/1,2, An­ kara, 1964], —A. Palmieri, Excavations at Arslantepe (Malatya) 1968 (Türk arkeoloji dergisi, c. XVIII/1, An­ kara, 1969); Aspects o f proto-urban culture in Arslantepe (II. kazı sonuç­ ları toplantısı, Ankara, 1981); The 1980 excavations at Arslantepe (III. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1981); Arslantepe excavations, 1982 (V.kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1984); Excavations at Arslantepe, 1983 (VI. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1985).

Artemislon (Efes). D. G. Hogarth, The archaic Artemisia (1908). — H. VVİegartz, Zu den columnae caelatae des jüngeren Artemision (1968). —A. Bammer, Die Architektur des jüngeren Artemision von Ephesos (Wiesbaden, 1972). — E. Akurgal, Ancient civilizations a nd ruins of Tur­ key (İstanbul, 1983).

Artukluiar. Tar. Kâtip Ferdi, Mar­ din mulük-i Artukiye tarihi, (yay.) Ali Emiri (İstanbul, 1331 [1919]). —A. Sevim, Artuklular’ın soyu ve Artuk Bey’in siyasi faaliyetleri (Belleten, c. XXVI, Ankara, 1962). —O. Turan, D oğu Anadolu Türk devletleri tarihi (İstanbul, 1973). —Sant. M. Sözen, Anadolu medre­ seleri, c. I-II (İstanbul, 1970). —A. Altun, Anadolu Artuklu devri türk m i­ marisinin gelişmesi (İstanbul, 1978). —O. Aslanapa, Türk sanatı (İstanbul, 1984).

aruz. Süleyman Paşa, M ebani ül -inşa (İstanbul, 1289 [1872]). —Cemalettin, Aruz-i Türki (İstanbul, 1290 [1873]). — Manastırlı Rifat, Mecami ül-edeb (İstanbul, 1308 [1890]). — M. F. Köprülü, Bugünkü edebiyat (İs­ tanbul, 1924); Türk dili ve edebiyatı hakkında araştırmalar (İstanbul, 1934). —A. T Onay, Türk şiirlerinin vezni (İstanbul, 1933).

Arykanda. G. E. Bean, Lycian Tur­ key (Londra, 1978). — C. Bayburtluoğlu, Lykia (Ankara, 1980); 1979 Arykanda kazıları (II. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1981); 1981 Ary­ kanda kazısı (IV. kazı sonuçları top­ lantısı, Ankara, 1983); Arykanda ka­ zıları (V. kazı sonuçları toplantısı, An­ kara, 1984).

Arzava. J. Garstang, Arzava ve Lugga memleketlerine ait b ir harita (Belleten, sayı 17-18, Ankara, 1941). — F. Kınal, Arzava memleketlerinin mevkii ve tarihi (Ankara, 1953). —G. Garstang ve O. R. Gurney, The geography of Hıttite empire (Londra, 1959). —J. G. Macqueen, Geography and hıstory in vvestern Asia M inör in the secod millenium B.C. (Anatolian Studies, XVIII, 1968). — M. Ûzsait, ilkçağ tarihinde Pisidya (İs­ tanbul, 1980).

Arzu İle Kamber. B.S. Kunt (yay.), Arzu ile Kamber (İstanbul, 1940). —O. Spies,Türk halk kitapları, çev. B. Gönül (İstanbul, 1941). —Arzu ile Kamber (İstanbul, 1946).

asafname. Ali Emiri (yay.), Asafname (İstanbul, 1908). —A. Uğur (yay.), Asafname (Ankara, 1982). asaklr-l mansure-l muhammedlye. Mehmet Esat, Mekteb:i Harbiye (İstanbul, 1290 [1873]). — i. Sungu, Mahmut l l ’nin izzet Molla ve Asakir-i Mansûre hakkında bir hattı

(Tarih vesikaları, c. I, sayı 3, Ankara, 1941), — i. H. Uzunçarşılı, Asakir-i Mansure’y e fes giydirilmesi hakkında sadrazam takriri ve II. M ahm ud’un hattı hümayunu (Belleten, c. XVIII, Ankara, 1954). —E. Z. Karal, Osman­ lI tarihi, c. VI (Ankara, 1970). A s k e r i (Muhammet), Halveti, Gülaboğlu.- M. S. Aygen, Şair ve muta­ savvıf Gülaboğlu M üham m ed Aske­ ri (Afyon, 1979).

Aspendos. Lanckoronski, Stadte Pamphyliens und Pisidiens (Viyana, 1890). — H. Güppers, Getreidemagazin am forum in Aspendos (Bonner Jahrb. c. LXI, Bonna 1961). —G. E. Bean, Turkey’s Southern shore (Londra, 1968). — H.Lauter Die Hellenistiche agora von Aspendos (Bonner Jahrb. c. CLXX, Bonne, 1970). — The Princeton encyctopedia of classical sites (Princeton, 1979). —E. Akurgal, Ancient civilizations and ru­ ins of Turkey (İstanbul, 1983).

Asuman İle Zeycan. S. T Ûzzorluoğlu, Asuman ie Zeycan (İstanbul, 1930). —M. Z. Korgunal, Asuman ile Zeycan (İstanbul, 1935).

Âşık Ömer. M. F. Köprülü, Âşık Ömer'e ait bazı notlar (Hayat mec­ muası, sayı 24, Ankara, 1927). — N. Yüngül, Âşık Öm er’in neşredilmemiş şiirleri (Halk bilgisi haberleri, no. _96, İstanbul, 1939). —S. N. Ergun, Âşık Ömer, hayatı ve şiirleri (İstanbul, 1935).

Âşık paşa. Asıl adı Ali. A. Gölpınarlı, Aşık Paşa'nın şiirleri (Türkiyat mecmuası, c. XIV, İstanbul, 1935). —A. S. Levend, Aşık Paşa’nın bilin­ meyen iki mesnevisi, fakr-nâme ve vasf-ı hal (Türk dili araştırmaları yıllığı - Belleten, 1955; Ankara, 1955). —A. Alparslan, Âşık Paşa'da tasavvuf (Edebiyat fakültesi türk dili ve edebi­ yatı dergisi, c. XII, İstanbul, 1962). — A. Y. Ocak, Babailer isyanı (İstanbul, 1980).

Âşık Veysel, i. Aslanoğlu, Âşık Veysel (Sivas, 1964; yeni bas. 1967); Veyseli yetiştiren çevre şairleri (Sivas folkloru, sayı 5, Sivas, 1973). —T K. Makal, Âşık Veysel, hayatı, sanatı, eserleri (İstanbul, 1964). — K. Ertop, Çağımızda bir halk şairi, Âşık Veysel (Cumhuriyet gazetesi, sanat-edebiyat eki, İstanbul, 1 şubat 1971). — M. Uyguner, Âşık Veysel üzerine (Türk dili, sayı 207, Ankara, 1973). —G. Akın, ince yol ozanı Âşık Veysel (Türk dili, sayı 260, Ankara, 1973). —A. Binyazar, Âşık Veysel (İstanbul, 1973). — H. ivgin ve İ.Ü. Nasrattınoğlu, Âşık Veysel’e deyişler (Ankara, 1983). — N. Sefercioğlu ve A. Kuran, Âşık Veysel bibliyografyası (Ankara, 1983). — B. Pehlivan, Âşık Veysel (İstanbul, 1984).

aşiyan ya da edebiyat-ı cedide müzesi. R E. Koçu, Aşiyan (İstan­ bul ansiklopedisi,C.III, İstanbul,1960). — M. Önder The museums of Turkey (İstanbul, 1977). A ş k a r. Aşkar-ı Devzade. C. Öztelli, Battal Gazi'nin atı aşkar üzerine (Türk folklor araştırmaları, sayı 261, İstanbul, 1971). — H. Koksal, Battalnamelerde tip ve motif yapısı (Ankara, 1984).

Aşkl-I Kadim. G. Kut, Aşki ve heft peyker çevirisi (Türk dili araştırmaları yıllığı - Belleten 1972, Ankara, 1973). — H. Tolasa, XVI. yüzyılda edebiyat araştırma ve eleştirisi (İzmir, 1983). Ataç (Nurullah). S. O. Çağlar, Nurullah Ataç ve şairleri (İstanbul, 1945). —T.Alangu, Ataç’a saygı (İstanbul, 1959). —H. Dizdaroğlu, Ataç üzeri­ ne (Ankara, 1962; kaynakça içerir).

— M. And, Ataç tiyatroda (Ankara, 1963). —Y. Çolpan, Ataç’ın sözcükleri (İstanbul, 1963). —S. Ulçugür Nurul­ lah Ataç, hayatı, sanatı, eseri (İstan­ bul, 1964). —Ataç'ı anma sayısı (Türk dili, sayı 188, Ankara, 1967). — M. Salihoğlu, Ataçla gelen (Ankara, 1968). —Türk dil kurumu (haz.), Ölümünün 10. yıldönümünde Ataç'ı anış (Anka­ ra, 1968). —A. Bezirci, Nurullah Ataç, eleştiri ve yazıları (İstanbul, 1969).

atasözü. Hıfzı, Manzume-i durûb-ı emsâl (İstanbul, 1262 [1846]). —Vâcid, Durûb-ı emsâl (1275 [1858]). —Şinasi, Durûb-ı emsâl-i osmaniyye (İstanbul, 1280 [1863], 2. bas. 1287 [1870]; 3. bas. 1302 [1885] Ebüzziya Tevfik ile birlikte). —O. Schlecta -Vfesheard, Durûb-ı emsâl-i Osmaniy­ ye. Osmanische Sprichvvörter (Viya­ na, 1865). —Ahmet Vefik Paşa, Müntehabat-ı durûb-ı emsâl. Atalar sözü (İstanbul, t.y.); Atalar sözü. Türki durûb-ı emsâl (İstanbul, 1287 [1871]). —Ahmet Mithat Efendi, Durûb-ı emsâl-i osmaniyye hikemiyatının ah­ valini tasvir (İstanbul, 1288 [1871]). —A. J. Decourdemanche, Mille et un proverbes Turcs (Paris, 1878). —J. D. Dimitriades, Durûb-ı emsâl-i osma­ niyye ve Franseviyye (İstanbul, 1305 [1888]). —Tekezade M. Sait, Durûb-ı emsâl-i Türkiyye ya hu t atalar sözü (İstanbul, 1312 [1894]). — E. J. Davis, Osm ani p rove rb s a n d quiant sayings (Londra, 1897). — I. Kunoş, Rumelisch-Türkische Sprichvvörter (Keleti-Szemle, c. VII, Buda­ peşte, 1906). A. von le Coq, Sprichvvörter und Lieder aus der Gegenward von Turfan (Leipzig, 1910). — Necip Asım, Eski savlar (İstanbul, 1333 [1922]). -A b d ü la h a t Nuri, Atalarsözü (Kastamonu, 1923). —A. Galanti, Eski türk savlarının eskiliği (Da­ rülfünun edebiyat fakültesi mecmu­ ası, sayı 6, İstanbul, 1923). — izzet Hamit, Mukayeseli türkçe ve kansız­ ca durûb-ı emsâl (İstanbul, 1923). —Esat, Türk dilinde darb-ı meseller (İzmir, 1925). — H. Zeynallı, Azerbay­ can atalar sözü (Bakü, 1926). —Sa­ dettin Nüzhet ve Mehmet Ferit, Kon­ ya vilayeti halkiyat ve harsıyatı (Kon­ ya, 1926). — M. Agâh, Ataların dilin­ den (İstanbul, 1928). —A. Caferoğlu, Örhon abidelerinde atasözleri (Halk bilgisi haberleri, sayı 3, İstanbul, 1930). —V. izbudak, Atalar sözü (İs­ tanbul, 1936). —S. G. Kırımlı, Atalar sözü (İstanbul, 1939). — Kaşgarlı Mahmut, Divanü lûgati’t - Türk tercü­ mesi, çev. B. Atalay (İstanbul, 1939 -1943, 5 cilt). —Û. A. Aksoy, Gazian­ tep ağzında atasözleri (Ankara, 1941); Bölge ağızlarında atasözleri ve de­ yimler (Ankara, 1969-1971; 2 c.); Ata­ sözleri ve deyimler (Ankara, 1971 -1984; 3 c.). —O. N. Peremeci, Ata­ sözleri (İstanbul, 1943). —F Birtek, En eski türk savları. Divanü lûgati't-Türk’ ten derlemeler I (Ankara, 1944). —K. Yund, Ağaç ve orman üzerine ata­ sözleri ve açıklamaları (Ankara 1944). —D. Dilçin, Edebiyatımızda atasözle­ ri. 1. kitap (İstanbul, 1945). —S. Bekişoğlu, Binbir zirai atasözü (Anka­ ra, 1952). —M. N. Özön, Türk ata­ sözleri (İstanbul, 1952). — R N. Bo­ ratav, Ouatrevingt guartorze prover­ bes deXV. siöcle (Orienş cilt VII, no. 2, Leıden, 1954); les Proverbes (Philologiae Turcicae Fundamenta II, Wiesbaden, 1964); 100 soruda türk halk edebiyatı (İstanbul, 1969). —V. Kerimovve B. Şişmanoğlu, Türk ata­ lar sözleri ve özlü sözler (Sofya, 1955). — Ebülkasım Hüseyinzade, Atalar sözü (Bakü, 1956). —K. Berkeliev, Nahıllar ve atalar sözü (Aşgabat, 1961), —A. S. Levend, Türk e d e biyatında manzum atasözleri ve d e

1153

1154

yimler (Türk dili araştırmaları yıllığı - Belleten 1961, Ankara 1962). —A. Terzibaşı, Kerkük eskiler sözü (Bağ­ dat, 1962). — F. F. Tülbentçi, Türk ata­ sözleri ve deyimleri (İstanbul, 1963). —S. Şenaltan, Studen zur Sprachlicherı Geştalt der Deutschen und Tü’kischen Sprichvvörter (Marburg, 1968). —O. F. Sertkaya, Çukurovada derlenmiş mahalli atasözleri ve deyimler (Edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı dergisi, c. XVI, 1968). —Ş. Elçin, Türk dilinde ata­ lar sözü (Hacettepe sosyal ve beşeri bilimler dergisi, sayı 2, Ankara, 1969). — M. Ülüsal, Dobruca'daki Kırım Türkleri'nde atasözleri ve de­ yim ler (Ankara, 1970). — Milli kütüp­ hane genel m üdürlüğü (haz.), Türk atasözleri ve deyimleri (İstanbul, 1971, 2 c.). —A. Oy, Tarih boyunca türk atasözleri (İstanbul, 1972); Cevahir-i şarkiye ",Istocna Btago" ve atasözleri (Çevren, sayı 16, Piriştine, 1977). — i. Olgun, Farsça ve türkçe atasözleri ve deyim ler üzerine (Türk dili araştırmaları yıllığı - Belleten 1972, Ankara, 1973). - E . K. Eyüboğlu, Onüçüncü yüzyıldan günümü­ ze kadar şiirde ve halk dilinde ata­ sözleri ve deyim ler (İstanbul, 1973 -1975; 2c.). —S. Sakaoğlu, Atasözlerimizin yapısı (Türk folkloru araştır­ maları yıllığı -Belleten 1974, Ankara, ,1975). — I. H. Soykut, Türk atasöz­ leri hâzinesi (İstanbul, 1974).—T. Gülersoy, Türk dünyası atasözlerinin an­ lam yönünden benzerlikleri üzerine notlar (Türk folkloru araştırmaları yıl­ lığı - Belleten 1974, Ankara ,1975). —A. Gölpınarlı, Tasavvuftan dilimize geçen deyimler ve atasözleri (İstan­ bul, 1977). —Y. Çotuksöken, Atasözlerimiz (İstanbul, 1983). —A. Ûztürk, Türk anonim edebiyatı (İstan­ bul, 1985). —G. Kut, Atasözlerine ve deyimlere ait manzum ve minyatürlü yazma b ir eser (Topkapı sarayı. Yıllık I, İstanbul, 1986). Atatürk. Th. M. Asau, Lenin, Benito Mussolini, Mustafa Kemal (Bük­ reş, 1930). — N. Pavlava, Au pays du Ghazi (Paris, 1930). — K. Krûger, Ke­ malist Turkey a n d m iddle east (London, 1932). — P. di Roccalta, Angorae Kemal, problema politici et e c e nom ici della m oderna Turchia (Ro­ ma, 1932). — F. Rossler, Kemal Pascha (Berlin, 1934). — D. V. Mukusch. Gazi Mustafa Kemal, Zwischen Europa and Asien (Leipzig 1935). —T. Vaidis, Kemal Atatürk (Ati­ na, 1936). — M. Tekinalp, Kemalizm (İstanbul, 1936). — M. Bourgoin, La Turguie d'Atatürk (Paris, 1936). — M. A. Sabih, Kemal Atatürk (Kahire, 1937). — H. Melzig, Kemal Atatürk, Untergang u n d A u f der Türkei (Frankfurt, 1937). —C. H. Sherill, Üç adam: Kemal Atatürk, Roosevelt, Mussolini, çev. C. Bükerman (İstan­ bul, 1937). — M. M. Mousharrafa, Atatürk a biography (Kahire, 1944). —A. M. Kumral, Atatürk diktatör mü­ dür? (1946). —Y. K. Karaosmanoğlu, Atatürk (İstanbul, 1946). — M. Baydar Atatürk'le konuşmalar (İstan­ bul, 1952); Atatürk ve devrimlerimiz (İstanbul, 1973). — F. R. Atay, Ata­ türk'ün bana anlattıkları (İstanbul, 1955); Atatürk'ün hatıraları 1914 -1915 (Ankara, 1959); Çankaya (İs­ tanbul, 1968);-10 yıl savaş ve son­ rası (İstanbul, 1970). —A. Kılıç, Ata­ türk'ün son günleri (İstanbul, 1955); Atatürk'ün hususiyetleri (İstanbul, 1955). —W. Sperco, Moustapha Ke­ m al Atatürk (Paris, 1958). —Ş. Belli, M. Atadan anlatıyor, ağabeyim Mus­ tafa Kemal (Ankara, 1959). —T. Bıyıkoğlu, Atatürk Anadolu'da (Anka­ ra, 1959). — S. Borak, Atatürk'ün özel mektupları (İstanbul, 1961); Ata­

türk (İstanbul, 1973); Gizli oturumlar­ da Atatürk'ün konuşmaları (İstanbul, 1977). — H. Tanyu, Atatürk ve türk milliyetçiliği (Ankara, 1961). —Ş. S. Aydemir, Tek adam (İstanbul, 1963 -1965; 3 c.). — H. Bayur, Atatürk'ün hayatı ve eseri, c. I (1963). — F. Be­ len, Atatürk'ün askeri kişiliği (Anka­ ra, 1963). — M. Gönlübol ye C, Sa­ rı, Atatürk ve dış politikası (İstanbul, 1963). — i. Akay, Atatürkçülüğün ilkeleri (İstanbul, 1964). —T. Z. Tunaya, Devrim hareketleri içinde Atatürk ve atatürkçülük (İstanbul, 1964). —S. Tansel, Atatürk ve kurtuluş savaşı (Ankara, 1965). — M. E. Zajaezkowska, Kemal Pasha (Varşova, 1966). — M. M. Kansu, Erzurum'dan ölü­ müne kadar Atatürk'le beraber (An­ kara, 1966-1968; 2 c.). - S . i. Aralov, Bir Sovyet diplomatının Türkiye hatıraları (1922-1923) [İstanbul, 1967], —M. Goloğlu, Erzurum kong­ resi (Ankara, 1968); Sivas kongresi (Ankara, 1969); Üçüncü Meşrutiyet 1920 (Ankara, 1970); Cumhuriyet'e doğru 1921-22 (Ankara, 1971); Tür­ kiye Cumhuriyeti 1923 (Ankara, 19/1); Devrimler ve tepkileri 1924 -1930 (Ankara, 1972); tek parti­ li cum huriyet 1931-1938 (Ankara, 1974). — A. inan, A ta tü rk hakkında hatıralar ve belgeler (Ankara, 1968); Medeni bilgilerve M. KemalA tatürk’ ün el yazıları (Ankara, 1969); M. Kem al A tatürk'ten yazdıklarım (An­ kara, 1971); TürkiyeCum huriyetive tü rk devrim i (Ankara, 1973); A ta ­ tü rk’ün Karlsbad hatıraları (Ankara, 1983). —S. Selek, A nadolu ihtilali (İstanbul, 1968). - İ . H. Üluğ, A ta ­ türk'ün çizdiğ i p ortrele r (İstanbul, 1968). — B. Akarsu, Atatürk devrim i ve yorum ları (Ankara, 1969). — B. Lewis, M odern Türkiye'nin doğuşu (Ankara, 1970). — G. Jaeschke, Türk kurtuluş sa vaşı kronolojisi (An­ kara, 1970-1973; 2 c.); Kurtuluş sa­ vaşı ile ilgili İngiliz belgeleri (An ka ra, 1971);—A. Mumcu, Tarih açsından türk devrim inin tem elleri (Ankara, 1971). —A. J . T oynbee, Türkiye, bir devletin yeniden doğuşu (İstanbul, 1971). —T. Timuış, Türk devrim i ve sonrası (Ankara, 1971). — K. Özâlp, M illi mücadele 19)9 -1 9 22 (Ankara, • 1971 -1972; 2 c.). K. Z. Gençosm an-N . A. B anoğlu . ta tü rka n sik­ lopedisi (1 971 -1978; 10c.). - Ş . Tezer. A ta tü rk'ü n hatıra defteri (Anka­ ra, 1972). — R. K. Sinha, Mustafa Ke­ m al ve M ahatma G andi (İstanbul, 1972). — C. Farrere, Türkler'in m a ­ nevi gücü, çev. O. Bahaeddin (İs­ tanbul, 1973). —S. Irmak, Atatürk devrim leritarihi( İstanbul, 1973). — U. Kocatürk, Atatürk vetürk devrim ­ ler! kronolojisi 1918 -1938 (Ankara, 1973). — K. Steinhauo, Atatürk dev­ rim i sosyolojisi (İstanbul, 1973). — H. R. Soyak, A tatürk’ten hatıralar (İs­ tanbul, 1973; 2 c.). — P. Paruşev, Atatürk dem okrat diktatör, çev. N. Yılmaer (İstanbul, 1973). — C. Erikan,Atatürkçülük, kemalizm (Anka­ ra, 1974). — M. Ö nder, Atatürk'ün yu rt gezileri (Ankara, 1975). — İs­ tanbul Üniversitesi, Atatürk devrimleri I. milletlerarası sem pozyum b il­ dirileri (İstanbul, 1975). —J. Glasneck, Kem al A ta tü rk ve çağdaş Türkiye, çev. A. Gelen (Ankara, 1976). —J. B. Villata, Atatürk(Ankara, 1979). — E. Ruşen, Mustafa Ke­ m al ile m ülakat (İstanbul, 1980). — Türk tarih kurumu, Atatürk'ün büyük söylevinin 50. yıl sem ineri bildiriler, tartışm alar! Ankara, 1980). — U. iğ ­ demir, A ta tü rk'ü n yaşamı 1881 -f9 7 8 (A nka ra , 1980).—T. Acaroğlu, Açıklamalı A tatürk kaynakçası (Ankara, 1981; 2 c.)- — Boğaziçi üni­ versitesi, Uluslararası A tatürk kon­

feransı (İstanbul, 1981; 3 c.). — i. Z. Eyüboğlu, K endi sözleriyle atatürk ilkeleri (İstanbul, 1981). —S. Kili, Ata­ türk devrim i (İstanbul, 1981). — M. Tuncay, Türkiye C um huriyeti'nde tek p arti yönetim inin kurulm ası (1923-1931) [Ankara, 1981]. - M . N.Gökm an, Atatürk vedeyrim lerita­ rih i b ib liy o g ra fy a s ı (İs ta n b u l, 1981-1982; 2 c.). — Ş. Turan, A ta ­ tü rk ’ün düşünce yapısını etkileyen olaylar, düşünürler, kitaplar (Anka­ ra, 1982). —A. inan, Gazi Mustafa KemalAtatürk 'ün 1923Eskişehir-İz­ m it konuşm aları (Ankara, 1982). — E. Kongar, Devrim tarihi ve toplum ­ bilim açısından A tatürk (İstanbul, 1983). — Türkiye iş bankası uluslar­ arası A ta tü rk sem pozyum u bildiriiervetartışm alar(A nkara, 1983). — L. Kinross, A tatürk (İstanbul, 1984). —C. Bayar, A tatürk'ten hatıralar (İs­ tanbul, 1985).

Ataullah Efendi (Mehmet) Seyit, Şerifzade, Topul. A. Altunsu, Os­ manlI şeyhülislamları (Ankara, 1972).

Atay (Falih Rıfkı). B S. Ediboğlu, Fa­ tih Rıfkı Atay konuşuyor (Ankara, 1945). Atayl, çağatay şairi. J. Eckmann, Die tschaghataische Literatür (Philologiae Turcicae Fundam enta I, VVİesbaden, 1965).

A yastefano s

a n tla ş m a s ı.

Mahmud Celalettin Paşa, Mir'at-ı ha­ kikat (İstanbul, 1908)

Ayöar (Mehmet Ali). U. Mumcu, Sosyalizm ve bağımsızlık, Aybar ile söyleşi (İstanbul, 1986). Aydemir (Şevket Süreyya). H.

i.

Göktürk, Bilinmeyen taraflarıyla Şev ket Süreyya A ydem ir (İstanbul, 1977).

Ayfcaç (Fazıl Ahmet). H. Âli Yücel, Fazıl Ahmet, hayatı ve eserleri (İstan­ bul, 1937).

Ayni Antepll (Haşan). Ö. A. Aksoy, Ayni Haşan ve nazmü'l-cevahir (Gaziantep, 1959); Dürr'n-nizam ve nazm ü'l cevahir (Türk dili araştırma­ ları yıllığı - Belleten 1960, Ankara, 1960).

Ayni Ali Efendi. Ayni Ali Efendi, Kavânin-i âl-i Osman, d e r hulâsu-i mezamin-i defter-i divan (İstanbul, 1979). — F. Babinger, Osmanlı tarih yazarları ve eserleri, çev. C. Üçok (Ankara, 1982). Ayni, Bedrettin Mahmut. A Abidin, Ayni'nin hayatı ve ikd ül -cüman'ında Osmanlılar'a dair olan malumatın tetkiki (Tarih semineri der­ gisi, c. II, İstanbul, 1938).

Ayvansarayl (Hafız Hüseyin). G.

Atayl Nev’lzade (asıl adı Ataul­

Kut ve T Kut, Ayvansarayi Hafız Hü­ seyin b. İsmail ve eserleri (Tarih der­ gisi, c. XXXIII. İstanbul, 1980-81 [1982]).

lah). A. S. Levend, Atayi’nin hilyet ül -efkârı (Ankara, 1948). —T. Karacan, Nev'i-zâde Atayi heft hân mesnevi­ si (Ankara, 1974).

Ayyar Hamza, C. Ruzicka - Ostoic, Ajjar Hamza (Viyana, 1883). — M. N. Özön (çev.), Ayyar Hamza (İstanbul, 1940).

Atayl (ivazpaşazade Âhi Çelebi). Latifi, Tezkire (İstanbul, 1315 [1897]).

Atsız (Nihal). A. Suver (haz ), Atsız armağanı (İstanbul, 1976). Attila. H. N. Orkun, Attila ve oğul­ lan (İstanbul, 1933). —Ş. Akkaya, Eski alman destanlarında Attila'nın akisleri (Dil ve tarih-coğrafya fakül­ tesi dergisi, c. II, Ankara, 1944). — Gyula Nemeth, Attila ve hunlar, çev. Şerif Baştav (İstanbul, 1961). — I. Kafesoğlu, Türk milli kültürü (İstan­ bul, 1977).

Avarlar. A. N. Kurat, IV.-XVIII. yüz­ yıllarda Karadeniz kuzeyindeki türk kavimleri ve devletleri (Ankara, 1972). Avnl Yenişehirli. Divan (İstanbul, 1306 [1888]). - M . Çavuşoğlu, Ye­ nişehirli Avni Bey ve m ir’at-ı cünun (Symposium, c. I, İstanbul, 1965).

Avrupa ahvaline dair risale. A. H. Tanpınar, XIX.asır türk edebi­ yatı (İstanbul, 1949). — F. R. Unat, Osmanlı sefirleri ve sefaretnâmeleri (Ankara, 1968).

Avrupa risalesi. Mustafa Sami, Avrupa [1840]).

risalesi (İstanbul,

1256

Ayaklı. H. Dizdaroğlu, Halk şiirin­ de türler (Ankara, 1969). —C. Dilçin, Örneklerle türk şiir bilgisi (Ankara, 1983).

âyan. i. H. Baltacıoğlu, Rumeli âyanlarından Tirsinikli İsmail ve Yılıkoğlu Süleyman ile A lem dar Musta­ fa Paşa (İstanbul, 1942). — B. S. Baykal, Âyanlık müessesesinin d ü ­ zeni (Belgeler, Ankara, 1965). —Y. Özkaya, XVIII. yüzyılın ikinci yarısın­ da Anadolu'da âyanlık iddiaları (An­ kara Üniversitesi dil ve tarih-coğrafya fakültesi dergisi, c. XXXIV, Ankara, 1966); Anadolu'da âyanlığın teşek­ külü, basılmamış doktora tezi (Anka­ ra, 1968). — M. Akdağ, Osmanlı ta­ rihinde âyanlık düzeni devri (Anka­ ra Üniversitesi tarih araştırmaları der­ gisi, sayı 7-12, Ankara, 1970-1974).

azap. Lütfi Paşa, Tarih (İstanbul, 1341 [1925]). —i. H. Uzunçarşılı, Os­ manlI devletinde kapıkulu ocakları (Ankara, 1984). Azbl, Mustafa Çavuş. C. Öztelli, Bektaşi gülleri (İstanbul, 1973).

azeri. Y. Vezirof, Azerbaycan ede­ biyatına b ir nazar (İstanbul, 1337 [1918]). — M. F. Köprülü, Azeri ede­ biyatına d air notlar: Hasanoğlu ve H abibi (Darülfünun edebiyat fakül­ tesi mecmuası, c. IV, İstanbul, 1925). —S. Mümtaz, Azerbaycan edebiyatı (Bakü, 1925). —Feridun Bey Köçerli, Azerbaycan edebiyatı tarihi mater­ yalleri (Bakü, 1925-1926; 2 c.). - V . Huluflu, il âşıkları (Bakü, 1927). — İ.H. Ertaylan, Azerbaycan edebi­ yatı (Bakü, 1928; 2 c.). — H. Elizade, Azerbaycan il edebiyatı (Bakü, 1929; 2 c.). —E. Ahundov, Telli saz üstadları (Bakü, 1964). —A. Caferoğlu, Die Azerbeidschanische Lite­ ratür (Philologiae Turcicae Funda­ m enta II, VVİesbaden, 1965). — P. Efendiyef, Azerbaycan şifahi halg edebiyyatı (Bakü, 1981). — E. Ahun­ dov, T. Ferzeliyef, i. Abbasov, Azer­ baycan âşıkları ve el şairleri (İstan­ bul, 1985-1986; 2 c.).

azeri türkçesi. A. Caferoğlu ve G. Doerfer, DasAserbeidschanische (Philologiae Turcicae Fundam en­ ta I, VVİesbaden, 1959). —R. E. Rüstemof ve Z. i. Budagova, Azerbay­ can dilinin grammatikası (Bakü, 1959; 2 c.). — M. Ergin, Azeri türk­ çesi (İstanbul, 1971). —F. R. Zeynelof, Azerbaycan dilinin fonemler sis­ temi (Bakü, 1973). —A. M. Ahundov, Azerbaycan dilinin tarihi fonetikası (Bakü, 1973). — E. Demircizade, M uasır Azerbaycan dili (Bakü, 1972). —S. Ş. Çağatay, Türk le h ç e leri örnekleri (Ankara, 1977).

Az gitmiş uz gitmiş. P N Boratav, 100 soruda türk halk edebiyatı (İstanbul, 1969).

■ B a. 1. Türk abecesinin ikinci harfi. — 2. Kapantılı, çift dudaksıl, ötümlü ünsüz. — ANSİKL. Dilbil. Baskı karakterlerimizdeki b üyük B harfi, roma abecesindeki büyük B harfidir. Roma abecesi bu harfi batı yu­ nan abecesinden aktarmıştı. Yunan bi­ çim lerinin kökeninde olan fenike biçimi, bir ev taslağını çağrıştıran bir mısır hiye­ roglif yazısından türedi. Bet diye adlan­ dırılan biçim de "ç a d ır” ya da “ e v " an­ lamına gelir. Klasik büyük harf biçimi İ.Ö. IV. yy.’da yerleşti. Harfin alt sol bölüm ün­ deki dik açılı çizgi de bu dönem de oluş­ tu. i.S. I. y y.’ın el yazılarında, dik açı za­ yıfladı ve sağdaki iki eğri gelişti. Stilize bi­ çim ler karolenj büyük harflerine dönüştü. Büyük harf ve küçük harf B, O rtaçağ’ın çeşitli dönem lerinde ancak ayrıntıya iliş­ kin değişikliklere uğradı. Rönesans hü­ manistleri karolenj biçimlerini tekrar be­ nim sediler ve 1470’ten başlayarak bas­ kıcılar d a "g o tik ” ve “ batard” biçim leri­ nin yanı sıra bu biçimleri kullandılar. • Sesbilgisi. Akustik olarak [b j sesini aşağıdaki tanımlıklar belirler: [ + ünsüz, + kesik, -toplu, + tiz, + ötümlü.]. Türkiye türkçesinde, sözcük sonunda b sesi Dulunmaz. Yabancı dillerden alınan kitab, hesab gibi sözcükler p ile kitap, he­ sap biçim inde yazılır. Türkçede p ile bi­ ten sözcükler ünlüyle başlayan bir ek al­ dıklarında sonda bulunan p sesi b sesi­ ne dönüşür: d ip > dibe, d o la p > dolaba, vb. Sözkonusu b > p değişimi, sözcük içinde de görülür: m üsbet > müspet, a b d e s t> aptes, vb. b sesi, kendinden ön­ ce gelen n sesini de etkileyerek, onu m 'ye çevirir: a n b a r> ambar, sünbül > süm ­ bül. vb. • Tarihsel sesbilgisi. Türk dil ve lehçele­ rinde görülen b sesi ana türkçeye, ora­ dan da ana altaycaya kadar çıkar. Türkçenin asli bir sesidir. En eski metinlerimiz­ den olan göktürk anıtlarında kalını ve in­ cesi için iki ayrı harf kullanılan b sesi, söz­ cük başında, ortasında ve sonunda bu­ lunm aktadır (balık, bas-, tabışkan, sub, sab, vb.). Bu ses, çeşitli dil ve lehçelerim izde ba­ zı değişikliklerle görülm ektedir, b sesinin geçirdiği en önemli değişm e b -> m- ola­ rak özellikle genizsil ünsüzlerin etkisiyle karşımıza çıkar. M em luk kıpçakçası, karahanlı türkçesi, Çağatayca, eski osmanlıca, Anadolu ağızları, Kırım osmanlıcası, azeri, türkm en, kumuk, Kazan tatarcası, kazak, yeni uygur gibi pek çok lehçeler­ de ben sözcüğü men, m in biçim inde g ö ­ rülür. Bu değişimi genizsil seslerin olm a­ dığı kimi sözcüklerde de görmekteyiz: buz > m uz (kazakça, yeni uygurca), b a lta > malta (oyrat), b ö k e > m öke (abakan) gibi. Lehçelerimizde eski türkçe -b- ve -b sesleri - v - , -v; -w-, -w; -y-, -y’ye çevrilmiş; tir: ta b ışka n > tavşan (Türkiye türkçe­ si); > dovşan (azeri); e b > e v (Türkiye türkçesi), > ü üy (Karaçay, Balkar),

> ö y ~ ü y (Kırım tatarcası); a b a > ava ( = anne, soyon, karagas). Altay lehçele­ rinde b > g > 0 görülür: s u b > suv > sug > su, e v > ö v > üg — ü gibi. Kırım tatarcasında da b > w > y > 0 değişimi görülmektedir: tebe > te w e > te ye > tü ’e gibi. Başkurtçada b > w değişimi vardır: hawan (saban). Yeni uygurcada b > v değişimi hem türkçe sözcüklerde hem de alıntılarda saptanmış­ tır: bak- > vak-, kitabı > kitivi gibi. Yine aynı lehçede b > p değişimiyle pütün bi­ çimini görmekteyiz. b > p değişimi Türkiye türkçesinde de görülür: pastırma < bastırma; pire < Pü­ re < bürge; parm ak < barm ak vb. Eski türkçedeki bar-, ber- gibi fiiller, bizde b > v değişimi ile var-, ver- biçimlerine girer­ ken bol- fiili de b sesinin düşmesiyle ol- bi­ çimini alarak bütün batı türkçesinin önem­ li bir sesbilimse! ayracı olmuştur. b Çekird. fiz. ve Tem. parç. B am 'ın sim­ gesi. B Bağışıkbil. B lenfositi, kanda bulunan antikorları üreten bağışıklık yaratıcı hüc­ re döllerine verilen ad. — Biyokim. Suda çözünür bir vitamin gru­ bunun işareti. — Elektromanyet. Elektromanyetik indük­ leme alanını belirtir. — Hematol. Alyuvarlarında B antijeni bu­ lunan ve "B g ru b u " adı verilen kan gru­ bunun simgesi. |j Edinsel B antijeni, son­ radan edinilm e B tepkimesi. Ç ok seyrek rastlanılan bir tepkim edir; yalnız A kan grubu olanlarda, sindirim hastalığıyla bir arada bulunan bir m ikroplu hastalık sıra­ sında görülür; m ikrop kökenli bir deasetilazın A antijeninde yapısal bir değişiklik yapm asından ileri gelir. || Güçsüz B(ler), B fenotipinin ender değişkenlerinin tümü. Anti-B antikorunun yaptığı aglütinasyondaki yoğunluk farklarıyla birbirinden ayırt edilirler. — Kim. Borun simgesi. — Mat. çözlm. Euler'in beta fonksiyonu­ nu gösterir. — Müz. ingilizler’de ve Almanlar’da B, do gamının yedinci derecesini, yani s i’yi gösterir. (Almanlar, si bem ol'ü B ile, si n atürel'i H ile gösterirler.) || M üzik kısaltmalarında, bas’ı belirtir. — Ölçbil. Baum e’nin simgesi (°B: Baume derecesi). || Bel'in simgesi. — Pedol. B kuşağı, üst katlardan (A) baş­ layarak, ana kayacın (C) bozunmasından ve m adde göçüyle birikim inden (kil, de­ m ir ve alüm inyum hidroksitler, karbonat­ lar, humuslu maddeler) kaynaklanan, top­ rağın mineral katlar bütünü. — Tem. parç. Baryon sayısını belirtir. B A a. (ar. b a ). Esk. 1. A rap abecesinin

Belçika: Louvain belediye binasından ayrıntı Matthijs Van Layens’in yapıtı (1448-1462)

ba re, varlığın devingen bir öğesidir; ölüm ­ den sonra bedenden ayrılır. Am a beden mumyalanmış, dolayısıyla bozulmamış ve Ka * etkin kalmışsa, m um yaya ya d a ona benzeyen herhangi bir tasvire girerek bunlara can verebilir. Bu nedenle, eski Mısır m ezarlarında ço k sayıda heykel ve tasvir bulunurdu. Özellikle Ba’nın barın­ dığı bu m ezarlar sayesinde ölü, günlük yaşamının tüm etkinliklerini yeniden ya­ şardı. Eski Yunanlılar, bu inancı iyi anla­ yam adıklarından yanıldılar ve ruh'la Ba' yı aynı şey sandılar.

ikinci harfi; ebced hesabında değeri 2'dir. — 2. Recep ayını ya da pazartesi gününü bildiren bir kısaltma. — 3. Ba-i farisiye, farsça p harfi. B A ’ a. (ar. bâ'). Esk. 1. Kulaç. —2. Erişme, yetme. — 3 . Kuvvet, kudret, be­ ceriklilik. — 4. Onur, kerem, verimli olma.

1156

B A -y a d a B E - önek. (fars. b a -. be-). Esk. 1. ile: Ba-an ki (bu şartla ki, şu suretle ki), b a -b e ra t (b e ra t ile), b a -e m r-i ali (sadrazamın buyru ğ u ile), be-an şart (bu şartla) vb. — 2. A d lardan sıfat yapar: ba -h a b e r (h a b e rli), b a -v e k a r (va ka rlı, ağırbaşlı), be-nam (ünlü), cemal-i ba -k e m a l (eksiksiz, kusursuz güzellik), ya ra m ba-safa (insana sevinç veren dost­ lar) vb.

B Â (Oumar), moritanyalı yazar (Boghö 1913). Futa-Toro Pöller’ i üzerine etnografik ve dilbilim sel çalışm alar yaptı. Ayrıca, şiir derlem eleri vardır (Paroles plaisantes au co eu r et â l'oreille [fr. çev.], 1977).

B a Anorg. kim. Baryum un simgesi.

B A A D E (Walter), alm an kökenli amerikalı gökbilim ci (Schröttinghausen, Westfalen, 1893-Göttingen 1960). Birçok g ök­ adasının yıldızlarını ve özellikle Androm eda bulutsusunun çekirdeğini belirledi (1944). iki tip yıldız öbeği olduğunu ka­ nıtladı. Sefeitler üzerine incelemeleri, uzaklık ölçüm lerinin yeniden gözden ge­ çirilmesine yol açtı ve gözlenebilen evren boyutlarının iki katına çıkmasını sağladı, ikar ve Hidalgo küçük gezegenlerini bul­ du, çarpışan gökadalardan yola çıkarak bazı radyokaynakları belirledi.

B A a. Tropikal A frika 'da yetişen ve ohi adıyla d a anılan ağaç. (Odunu, biteviye beyazımsı ya da düzensiz damarlı, yeşi­ limsi kahverengi özekli, orta sık dokulu, sert ve ağırdır, iç doğram a, m obilya ve alet sapı yapım ında kullanılır. Ç itlem bik­ le aynı cinstendir. Karaağaçgiller familya­ sı.)

B HARFİNİN EVRİMİ

B A , eski Mısır düşüncesine göre, bire­ yin varlığını oluşturan ilkelerden biri, (in­ san başlı ve ayakları insan eli biçim inde bir kuşla sim gelenen Ba, bu inanca gö-

J ra

3

Mısır hiyeroglifi

Byblos

Mısır hieratikos

K

Thera yunancası

^m

£

Batı yunancası

Doğu yunancası

B

Klasik yunanca

Büyük B klasik latin

B A A D E R (Franz Xaver v o n ), alman filo­ zof ve tanrıbilim ci (M ünih 1765- ay. y. 1841). Önce, tıp ve doğabilim leri okudu. Bir süre İngiltere’de kaldı (1792-1796) ve bu sırada Rousseau'nun yaradancılığı ile Kant'ın eleştiriciliğine karşıt görüşleri be­ nimsedi. M ü nihüniversitesi’ne felsefe ve tanrı bilim profesörü olarak atandı ve nes­ ne ile özneyi iç içe geçm iş olarak ele alan bir bilgi kuramına dayanarak inanç ile ak­ lın uygunluğu görüşünü savundu. Buna göre, bilgi, cogito üzerinde değil de, inanç üzerinde tem ellenir ve vahyin bir uzantısı olan bilgi süreci, Tanrı'nın bizim hakkımızdaki bilgisinin bilincine varm a­ mızdan başka şey değildir. Baader, Schelling ile birlikte, alman romantizminin büyük d oğa filozofları arasında yer alır. J. Böhm e’yi ve L.C. d e Saint-M artin’i oku­ yan Baader, irenizm (farklı hıristiyan mez­ heplerini birbirinden ayıran sorunların hoşgörü zihniyetiyle incelenmesinden ya­ na tavır alma) görüşü içinde barışçı bir fel­ sefe geliştirdi. Bu barışçı felsefe, Kutsal ittifak'ın kurulmasında rol oynadı. Baader, papanın üstünlüğünü kabul etmeyerek, dem okratik yoldan kurulm uş ve Kilise konsilleri tarafından yönetilen bir katolik kilisesinden yana çıktı. Yapıtları: Beitrâge zu r Elem entarphysiologie (1797); Ober das pythagorâische O uadrat in d e r Natu r (1798). B A A D E R (Andreas), alm an aşırı sol m i­ litan (1943 ? - Stuttgart 1977). Öğrenciydi, sonra gazeteci oldu.1968'de,Ulrike Meinhof ve G udrun Ensslin ile birlikte, res-

Büyük B latin fırça yazısı, I. yy.

Afiş fırça yazılar: I. yy.

Latin graffitosu I. yy.

l

Büyük Britanya küçük B VI. - X. yy. Merovenj kitap yazısı, Luxeuil, VII. yy.

6

h

B A ’ A L ya da B Â L a. (ar. bacl). Esk. 1. Karı kocadan her biri, eş, — 2. Sahip, pat­ ron. — 3. Müslümanlıktan önceki dönem ­ de K â b e'd e bulunan putlardan biri. B A ’A L , batı sami dillerinde “ Tanrı" an­ lamına gelen unvan. Tek başına kullanıl­ dığında Suriye kolundan gelen Samiler' de dağ, fırtına ve yağm ur tanrısı A ddu ya d a A d a d ’ı belirtir. Batı sami tanrıları ara­ sında en önemli yeri tutan Ba’al, ugarit ef­ sanelerinin kahram anıdır. Fenikeliler’de Ba'al (“ e fendi") adı çeşitli tanrılar için kul­ lanılır. Kutsal K ita p ’ta ise B a ’al uydurm a tanrıların tüm ünü anlatır. B A A L A T (Ba’al'in dişisi), Byblos’lu fenike tanrıçası; A şta r’ın bir eşi sayılabilir. B A A L B E K ya d a B A L B E K , Lübnan' d a kent, B eka’da, Antilübnan'ın eteğin­ de; 18 000 nüf. M aruni ve yunan din il­ kelerine bağlı katolik başpiskoposluğu. Baalbek, Beyrut'a m eyve ve hayvancılık ürünleri gönderen bir vahadır. —Tar. Beka’nın başlıca Fenike sitesi, tanrı Ba'al'ın din merkezi olan kent, daha son­ ra Yunanlılar’ın H eliop o lis'i oldu. Augustus dönem inde latin kolonisi haline geldi ve Antoninuslar dönem inde büyük geliş­ me gösterdi: Güneş tanrı burada Helio­ polis Jüpiter'i adıyla saygı gördü. Heliopolis'te üç tapınak yapıldı: Jüpiter, Venüs, Mercurius. Am a Constantinus Venüs kül­ tünü ortadan kaldırdı ve Theodosius Jü­ piter tapınağının bir bölüm ünü yıktırarak bir kilise yaptırdı. O rtaçağ’daki savaşlar ve 1664 ve 1750 'deki deprem ler yıkımı sürdürdü. Bugün Baalbek akropolisinde, H eliopolis J ü pite r'i tapınağının altı sütu­ nu, daha iyi korunm uş Bacchus tapına­ ğının (yunan sanatından esinlenerek ya­ pılmış süslemeleri d oğu taşkınlığının izle­ rini taşır) kalıntıları, altıgen avlu ve sunak Caroline küçük B

Büyük B latin kitap yazısı, I.

Büyük Britanya büyük B VI. - X. yy.

mi adı "Rote-Armee -Fraktion” (RAF) olan bir terör grub u kurdu. 1972 haziranında yakalanan bu üç terörist, kendilerine si­ yasal tutuklu statüsü verilmesini talep et­ tilerse de, bunu elde edem ediler. Onları kurtarm ak için RAF bir dizi terör eylem i­ ne girişti (bir Batı-Berlin yargıcının öldü­ rülmesi [kasım 1974], Berlin CDU [Hıris­ tiyan dem okrat birliği] başkanının kaçırı­ lıp öldürülm esi [şubat 1975] ve Stock­ holm 'deki alman büyükelçiliğinde rehine­ ler alınması [nisan 1975]). Nisan 1976’da Baader ile arkadaşları öm ür boyu hapis cezasına çarptırıldı. A ndreas Baader, G udrun Ensslin ve bir başka arkadaşla­ rının, Stuttgart yakınındaki Stammheim hapishanesi’ndeki hücrelerinde ölü olarak bulunm alarından az sonra,başsavcı Siegfried B ub ack’ın (tem m uz 1977), soma da alm an işverenler başkanı Hanns M ar­ tin Schleyer'in (ekim 1977) teröristlerce öl­ dürülmesini, ceza yasası'nın yeni bir sert­ leşmesi, belirli m esleklerde çalışmayı sı­ kı kurallara bağlayan "m esleki yasakla­ m a la r ın daha d a sıkı bir uygulam ası iz­ ledi.

Gotik kitap yazısı, XII. - XV. yy.

Fransız batard, XV. - XVI. yy.

avlusu (önünde giriş revakları vardır), yer­ altı yolları ve bir sur kalmıştır. Yakınların­ daki Venüs tapınağı onarılmıştır.

BAALBEKİYE a. (Lübnan' daki Baalbek kentinin adından). Beyaz pam uk ip­ liğinden dokunan bir tür kumaş ve bu ku­ maştan yapılan giysilere verilen ad. (Özel­ likle ortaçağda Mısır’da çok kullanılmış­ tır.)

BAALBEKKİ (Leyla), lübnanlı edebiyat­ çı (Beyrut 1936). Yapıtlarını arapça yaz­ dı. Gelenekçi şii bir ailede yetişti. Roman­ larında ataerkil yaşam sistemine karşı çık­ tı, kadının durum unu ve aile ilişkilerini ele aldı (Je vis! [fr. çev.], 1958; les D ieux -M onstres [fr.çev ], 1960). BAAL BERİT (birleşm e azizi anlamına gelen ibranice söze.). Kişiler ya da aile­ ler arasındaki birleşmelere başkanlık eden kenanlı kutsal varlık; Şhem ’de kut­ sal sayılıyordu. (Kapatması Şhem’de otu­ ran G id eo n ’un ölüm ünden sonra, İsrail, Baal B erit’i onurlandırdı [Hâkimler, VIII, 33], Adına ayrıca "birleşm e tanrısı” ola­ rak da rastlanır [IX, 46].) — Giz. bil. ikincil bir cine verilen ad (kimi zaman Berit, Bolfri adlarıyla çift cinsiyetli bir şeytan olarak or­ taya ç ık a r). BAAL HAMMON ("dikilitaşlar hâkim i” ya da "cehennem ateşlerinin efendisi” ), K artaca’nın büyük tanrısı. Güneş tanrısı olduğu için Yunanlılar onu bazen Apollon ile bir tutarlardı; am a D oğu’da daha ön­ ceden de biliniyordu (İ.Ö. IX. yy.'d a Zincirli’de). Roma çağında ona Saturnus adıyla ve Tanit ile ortaklaşa tapınılmaktaydı. Bu iki tanrı için insan sunaklarında ye­ ni doğm uş çocuklar kurban edilirdi. BAAL-PEOR ("P e o r tanrısı” ), Peor te­ pesi üzerinde tapınılan m oab tanrısı; Sa­ yılar kitabı'na göre bu tapınm a ahlak dı­ şıydı. Bu tanrıya Roma egemenliği döne­ m inde de tapınıldı. BAAR, İsviçre’de (Zug kantonu) kent, Z u g ’un K .’inde; 14 100 nüf. Dokum a sa­ nayisi. BAARIN ■ BARIN. BAARN, H ollanda’d a (Utrecht) kent. Eem ırmağı kıyısında, H ilversum ’ un B.'sında; 24 300 nüf. Konut merkezi. Ut­ recht üniversitesinin bitkibilim bahçesi.

Baas ('' D iriliş") ya da Arap sosyalist diriliş partisi. Michel Eflak tarafından 1953'te kendi hareketi Arap diriliş partisi'nin Ekrem el-H avrani’nin Arap sosya­ list partisi ile birleşmesi sonucunda kurul­ muştur. Y akındoğu'nun tüm arap devlet­ lerini tek bir arap ulusu halinde birleştir­ m ek amacını güden Baas; Ürdün, Irak, Libya ve A d e n ’de hızla örgütlendi. A n ­ cak, Suriye dışında her yerde gizli çalış­ m ak zorunda kaldı. Baas partisi, Nasır sosyalizmini ve onun tarafsızlık politikasını destekleyip savun­ du. Böylece yerel ayaklanm a ve kom p­ lolar teşvik gördü; bunlardan biri olan A b ­ dullah Rimavi’nin Ü rdün ayaklanması (ni­ san 1957) partinin b urada parçalanm a­ sına yol açtı. Suriye’de Çiçekli’nin düşme­ sinden (şubat 1954) yararlanan Baas, on sekiz üyesini millet meclisine soktu. Ek­ rem el-Havrani de 1 955’te meclis başka­ nı seçildi. 1955 şubatından başlayarak hükümette yer alan Baas, şubat 1958’de kurulan Birleşik A ra p Cum huriyeti’nin mi­ marı oldu. Bununla birlikte bu birleşme­ nin tüm sonuçlarını da kabul edemezdi, çünkü bu sonuçlar arasında tüm siyasal partilerin ve bu arada Baas’ın kapatılma­ sı ve m eydanın albay Nasır’a bırakılması da vardı. Öte yandan, aynı dönem de 14 tem m uz 1958 ihtilali Irak Baas partisi’nde yarattığı umutlar da, ço k geçm eden, Kasım ’ın, m art 1959’d a M usul’daki başarı­ sız ayaklanmanın ardından nasır’cılara karşı izlediği siyasetten ötürü suya düş­ tü. Aym durum L ü b n a n ’da da ortaya çık­ tı ve mayıs 19 5 8 ’de başlattıkları ayaklan­ m a girişim inin başarısızlığa uğram asın­

dan sonra bu ülkede baasçılar, varlıkla­ rına gözyum ulan kişiler haline geldi. Su­ riyeli baasçılar aralık 1959’da Nasır ile iliş­ kilerini kopardılar ve Suriye’nin Mısır’dan ayrılmasına göz yum dular (eylül 1961). Bu ayrılık sayesinde, Bağdat’ta baas’çı bir hüküm et kurm ak amacıyla Kasım'ı tasfiye eden hüküm et darbesinden (8 şu­ bat 1963) bir ay sonra baasçılar Şam ’da iktidarı ele geçirdiler ve Selahattin el -Bitar’ı işbaşına getirdiler (8 mart 1963). Kazandığı başarılara rağm en Suriye’ deki Baas partisi’nde nisan 1962’den başlayarak iki eğilim ortaya çıktı: Ekrem el-H avrani’nin başında bulunduğu özel­ likle sosyalist ve Nasır karşıtı kanat ile, esas olarak milliyetçi olan ve Mısır ile an­ laşmayı yine de ön planda tutan Michel E flak’ın başını çe ktiği kanat. Nisan 1963’te "Ü çlü birleşme” nin (Mısır-Suriye -Irak) ilanından sonra baasçılar, Suriye ile Irak’ın gerçekten federal bir yapı içinde bağımsızlıklarını korumak ve programların­ daki sosyalist reformları gerçekleştirmek için m ücadeleye giriştiler. 1951'de Mic­ hel Eflak’ın hazırlamış olduğu Baas "A na ­ yasa’ ’sı büyük üretim araçlarının millileş­ tirilmesini, toprak, taşınmaz mal ve sana­ yi m ülkiyetinin sınırlandırılmasını ve böy­ lelikle toplumsal eşitsizliklerin azaltılmasını öngörüyordu; am a sermayeyi, özel mül­ kiyet ve girişimi ve miras hakkını da ko­ ruyordu; din konusunda da, devletin din işlerine karışmasına karşı çıkıyor, laik bir tavır alıyordu. Suriye'deki Nasır’cı unsurların tasfiye­ sinden sonra, Baas bir milis kuvveti oluş­ turdu ve bu milis temmuz 1963'teki askeri ayaklanmayı bastırdı. Ancak, partinin Irak kanadı da aynı türden bir milis örgütü kur­ m aya kalkınca, mareşal Arif buna karşı koydu ve Baas’ın Nasır karşıtı aşırı kana­ dını tasfiye etti (kasım 1963). Baas partisi, Suriye’de de, toprak re­ formu ile mülkleri ellerinden alınan toprak sahiplerinin, uzun süren karışıklıklar yü­ zünden işleri bozulan tacirlerin, işsiz ka­ lan işçilerin ve hatta toprak reform undan henüz tam olarak yararlanamayan köylü­ lerin m uhalefetiyle karşılaştı. Bu güçlük­ ler parti yöneticilerini bağımsızlarla uzlaş­ m aya itti (Selahattin el-Bitar’ın 14 mayıs 1964 tarihli koalisyon hükümeti) ve bu da, meclis içindeki muhalefetin parti içine kaymasına yol açtı; bundan sonra, uzlaş­ maz sosyalistlerle ılımlılar, yaşlı baasçtlarla gençler, Nasır’cılarla Nasır karşıtları parti içinde çatışır hale geldiler. Partinin iki kol halinde örgütlenmesi, bölünm eyi daha da derinleştirdi: bu iki kol, uluslararası arap birliği (panarap) "kom u ta n lığ ı” ile, "jön türkler’ in ve oto­ riter sosyalistlerin başını çektiği Suriye ye­ rel “ kom utanlığı” dır. Bu bölünm eler Baas’ı etkileyen çeşitli bunalımların da ne­ denini açıklar; M ichel Eflak’ın parti genel sekreterliğinden tasfiye edilip, yerine Münif Razzaz’ ın getirilmesi (mayıs 1965); H avrani’nin tutuklanması (kasım 1965); Suriye yerel komutanlığının, parti uluslar­ arası kom utanlığınca dağıtılması (aralık 1965); ve nihayet, 22-23 şubat 1966’da Suriye’deki karşı askeri darbe. İsrail kar­ şısında Suriye Baas partisi, kendi içinde­ ki görüş ayrılıklarını susturmayı, hatta parti dışı kişilerin, "kutsa! b irlik” hükümetine girmelerini kabul etti (kasım 1966). Ancak, haziran 1967 yenilgisi, iki hizbin çatışm a­ sı biçim inde, yeni bir bunalım a yol açtı; hiziplerden biri soldaki tüm gruplarla ya­ kınlaşmadan yana olurken, diğeri aslına uygun bir marxçılığı savunuyordu. İsra­ il’in amansız düşmanı olan Baas, arap zir­ vesini ve Hartum konferansı (ağustos -eylül 1967) kararlarını şiddetle kınadı,tüm arap ülkelerinde İsrail ve Batı çıkarlarının sistemli şekilde boykot edilmesini istedi Irak’ta, 17 temmuz 1968 hüküm et dar­ besinden bu yana Baas, siyaset sahne­ sine egemendir. Parti, şubat 1970’te Mi­ chel Eflak’ı yeniden genel sekreter seçti ve kapılarını değişik ulusal siyasetlere açtı: kürt milliyetinin varlığının tanınması, ardın­

dan da iki kom ünist liderin hüküm ete girmesi Baas’ın Irak kanadının siyasal evrimini gösterir. 1966 uan beri Suriye’de iktidarda olan Baas partisi, m art 1969’da büyük bir b u ­ nalım geçirdi. Ordu, fazla SSCB yanlısı ol­ m akla suçladığı hüküm ete cephe aldı, savunm a bakanı general Hafız Esat da devlet başkanı Nurettin el-Atasi ve Baas partisi’nin genel sekreter yardımcısı gene­ ral Selah Cedid ile çatıştı. Kasım 1970 hü­ küm et darbesinden sonra devlet başka­ nı olan Esat, Irak’ın yardımıyla Suriye Baas’ına kom plo hazırlamakla suçlanan "sağcı hizip" mensuplarına karşı aylarca süren bir dava (15 ocak - 3 ağustos 1971) açtırdı. D uruşm alar sonunda Michel Ef­ lak, yokluğunda ölüm cezasına çarptırıl­ dı. Ağustos 1971'd e Esat parti genel sek­ reterliğine seçildi. Baas partisi hem B a ğ da t’ta, hem de Ş am 'da iktidarda olm asına rağmen, Irak -Suriye ilişkileri bunalımlarla dolu bir çizgi izledi. Ekim 1973 Israil-Arap savaşı sıra­ sındaki yakınlaşma, nisan-mayıs 19 7 5 ’te bozuşm ayla sonuçlandı, ekim 1978’de (“ Ortak ulusal eylem bildirgesi") yeniden barış sağlandı. Bu arada, tem m uz 1 97 9 ’da B a ğ d a t’ta rejim e karşı bir "k o m p lo "n u n ortaya çıkarılması, Irak -Suriye ilişkilerinin yeniden bozulmasına yol açtı. Tem m uz 1980’de Selahattin el -Bitar Paris’te öldürüldü. Suriye'de 1981’de yapılan seçimi Baas’çı Ulusal ilerici cephe kazandı. Ocak 1985’teki parti kongresinde bilinen dış politika çizgisinin sürdürülmesi kararı alındı. SSCB’ye bağlılık yeniden açıklan­ dı. Şubat 1986 seçimlerini de iktidar par­ tisi kazandı 1988 yılından başlayarak Moskova, SSCB’deki bunalım nedeniyle Ortadoğu ve Suriye ile olan ilgisini azalt­ tı. Hafız Esad 1989 yılında Mısır’ı ziyaret ederek kesilmiş olan diplom atik ilişkileri yeniden başlattı ve Camp David anlaş­ malarını da benimsemiş oldu. 1986 yılın­ da terörist devlet ilan edilen Suriye, Kör­ fez savaşı sırasında ABD ile tem asa g e ç ­ ti: Esad-Bush buluşması Suriye ile ABD arasında devlet başkanları seviyesinde ilk buluşmaydı (kasım 1990); Hafız Esad, Irak'a karşı kurulan ortak güce katıldı. Şubat 1991’de Arap-israi! görüşm elerin­ de taraf olmayı kabul eti. 1991 yılı aralık ayında yapılan seçimleri (oyların % 99,9'uyla) Hafız Esad ve iktidar partisi kazandı.

Baastrup sandromu. Romatol. Şiş­ man ve hiperlordozlu kişilerde bel om u­ ru artrozu çerçevesine giren sendrom. Bel ağrılarıyla kendini gösterir. O m urga­ nın bel bölüm ünün aşırı eğriliğinden d o ­ layı, dikensi çıkıntıların, özellikle İkinciden dördüncüye kadar olan om urlardaki di­ kensi çıkıntıların sinirlere değm esinden ileri gelir, BAAŞA, 3. İsrail kralı (909’a doğr.

Baalbek

Sunağın avlusu, İ.S, II, - III, y.y.

Baaşa - 886'ya doğr.). Yeroboam'ın oğlu N adab’ ın tahtını gaspetti ve ailesini katlettirdi. Yahuda kralı Asa ile anlaşmazlığa düştü, am a Şam Aram ileri’nin m üdahalesi yü­ zünden fethettiği topraklardan vazgeç­ m ek zorunda kaldı.

1158

ağaç teknelerde kullanılan halat babaları

BAB ya da BAP a. (ar. bâb). Esk. 1. Ka­ pı: "G e r fütüh-ı vuslatın istersen e y dil sa br kıl / Feth-ı b â b olu r ara kim halka-i d e r d ep re d ür " (Şeyhi, XV. yy.). — 2. Bir kitabın ana bölüm lerinden her biri (bablar taşıllara, fasıllar kısımlara, kısımlar da meclislere ayrılır): "Kâinat'ımızın bu cildini e sa se n d ö r t b ü y ü k b â b a ta ksim e d iyo ru z" (Ahmet Mithat, Kâinat, XIX. yy.). — 3. iş, husus, konu, m a d d e :''Bu bâbda beslediğim iz fikir..." (Hüseyin Ca­ hit). — 4. Geçit, boğaz (bu anlamda osmanlıcada yalnız özel adlarda görülür): Bab-üi-ebvab (şirvan yöresindeki boğaz), Bab-üz-zekkak (Cebelitarık boğazı). — 5. Çeşitli devlet kuruluşlarının bulundukları binaları adlandırmakta kullanılır: Bab-ı hü­ kümet (devlet dairesi, devlet kapısı), Bab-ı s a a d e t (O sm a n lı sa rayı, O sm a n lı im paratorluğu’ nun başkenti İstanbul), Bab-ı zaptiye (İstanbul emniyet örgütünün bulunduğu bina), Bab-üs-saadet-iş-şerife (harem dairesi). — Dilbil. Arapça fiil çekiminde, sülasi fiil ler, geçm iş zam anda (mazi) ve geniş za­ m anda (muzari) orta harflerinin aldıkları harekeye göre altı bâba ayrılır. Birinci bab: nasara-yansuru,ikinci bab: daraba -yadribu, üçüncü bab: fetaha-yeftahu, dördüncü bab: feriha-yefrahu, beşinci bab: ke rüm e -ye krü m ü , altıncı bab: hasibe-yahsibu örneklerinde olduğu gibi­ dir. || Bab-ı kpbir, 29 harfli fars alfabesi. || Bab-ı sağır, 22 harfli arap alfabesi. || Bab-ı tahkir, arap gram erinde küçültme adları ile ilgili bölüm. — Ed. Divan şiirinde Tanrı’ nın esirgeme ve bağışlaması, peygam berin şefaati, ve­ lilerin himmeti, padişahın lütuf ve keremi, sevgilinin merhamet ve vuslatının sağlan­ dığı yer anlam ında kullanılır: Geda-yı atı­ fet matrûd-i ebvâb-ı ekâbirdir/muhill-i mer­ ham et ancak b ir Allah bâbı kalmıştır — Yenişehirli Avni. (-» KAPI.) — İsi. huk. Bab naibi, büyük yargı böl­ gelerinde belde kadısı tarafından yetkili kılındığı davalara bakm ak ve bazı noter­ lik işlemlerini görm e k üzere görevlendiri­ len naib. — Kur. tar. Bab-ı ağa, yeniçeri ağasının d a ­ iresi. (-* a ğ a KAPISI.) jj Bab-ı âsafî, s a d ­ razam konağı. ( — BABIÂLİ.) || Bab-ı defte­ rî, O sm an lı d e v le tin in m aliy e işlerini y ü rü ­ te n kurum . ( -DEFTERDAR.) || Bâb-ı fetva, şeyh ü lis la m daire si. ( — ŞEYHÜLİSLAM) || Bab-ı m eşihat, ş eyh ü lis la m daire si. ( — ŞEYHÜLİSLAM.) || Bab-ı saadet, O sm an lı d ö n e m in d e İs ta n b u l’un a d la rın d a n biri. || Bab-ı seraskerî, O s m a n lıla r’d a h arbiye ne­ zareti daire si (serasker kapısı d a d e n ir d i). || Bab-ı zaptiye, O sm a n lIla r d ö n e m in d e İs­ ta n b u l’d a g ü v e n lik işleriyle u ğ ra ş a n daire. —Tasav. Tövbe.

BÂB a. (fars. bab). Esk. 1. Baba, ata. — 2. Şeyh, önder. BÂB a. (kapı anlamına gelen arapça söze.). Şiiliğin ilk zamanlarında en yüksek mertebedeki imamın müridine verilen ad. (Bâb, ismaili hiyerarşisinde en yükseğe yakın, belirli bir mertebeye sahipti. Nusayriler’de Selman aynı anlama gelir.)

BÂB ( E L - ) , Suriye' de kent: H alep'in yaklş. 40 km K.-D.'sunda, C erablus yolu üzerinde. 32 000 nüf. Bağlar ve meyve bahçeleri. G üneydeki Sebha bataklığına dökülen Nehrülzenab, kentin kuzeyinden çıkar. BÂB (Mirza Seyyit Ali M uham med-i Şirazi), bâbiliğin kurucusu (Şiraz 1819 -Tebriz 1850).Bâbiler tarafından Nokta-yı ûlâ (ilk nokta) ya da Hazret-i âlâ (yüce hazret) adlarıyla da anılır. Küçük yaşta ök­ süz kalınca, dayısı tarafından yetiştirildi. Basra körfezi kıyısındaki Buşehr'e gitti

keğin cinsel organı.— 11. Baba adam, iyi (1838/1839). O rada dinsel konular üze­ rinde çalışmaya ve düşünm eye başladı. yürekli, hoşgörülü, yaşlı adam .||Baba çıH ac için gittiği K erbela'da, şeyhilik inan­ karasıca, b aba yiyesice, “ öl, g e b e r” an­ cının kurucusu sayılan Kâzım Reşti ile ta­ lam ında kullanılan ilenme sözü (yörs.). || Baba değil, iskele babası, tırabzan b aba­ nışarak onun etkisi altında kaldı. Bir süre sonra doğum yeri olan Şiraz’a döndü. Kâ­ sı, çocuklarıyla ilgilenm eyen, onlara ya­ zım Reşti, müritlerini, beklenen mehdiyi rarı dokunm ayan babaların bu durum u­ nu belirtm ek için söylenir. || Baba hindi, bulmaları am acıyla İran’ın her yanına besili, iri erkek hindi. || Baba ocağı, baba gönderm işti. Bu m üritlerden Molla Hüse­ yurdu, öteden beri bir kimsenin ailesinin yin Büşroye, geldiği Şiraz’da Mirza Sey­ malı olan, içinde d o ğ u p büyüdüğü, ya­ yit Ali M uham m et ile tanıştı ve ona sor­ şadığı ev, toprak. | j Baba torik, erkeklik or­ duğu bütün sorulara aldığı yeterli yanıt­ ganı (arg ). || B abadan kalm a, babadan lar karşısında, onun tanrısal gerçeğe açı­ çocuklara geçen miras; eskiden beri sü­ lan kapı (bâb) olduğu inancına vardı. M ir­ regelen, eskimiş: Babadan kalma b ir mik­ za Seyyit Ali M uham m et (Bâb), bir gece tar arsası vardı. Babadan katma usuller. içerisinde Molla Hüseyin Büşroye’ye, bâ|| Babaları tutmak, çok öfkelenm ek, sinir­ bilerin B âb’a vahyolunan ilk kitap olarak lenmek. || Babaları üstünde, kızgın, öfke­ kabul ettikleri Yusuf suresi ile ilgili Kayyüm li. || Babalarımız, “ bizden önceki kuşak" ül-esmâ adlı tefsirini yazdırdı (1844). Bu anlam ında söylenir. || Babam , senlibenlitarihten başlayarak Bâb adıyla anılan Mir­ lik gösteren bir seslenme sözü: Sen de is­ za, daha sonra şii molla ve müetehitlere teneni yapsaydın babam ; yinelenen iki (İran’da bütün şii din bilginlerine verilen buyurm a kipli fiil arasında, eylem in bıktı­ ad) karşı eleştiriye, hatta saldırıya geçti. rıcı sürekliliğini belirtm ek için kullanılır: Kısa sürede kendisine birçok m ürit edin­ Bekle b abam bekle. Git babam git. || Ba­ di. M üritlerinden en seçkin gördüğü on bana rahmet, yerinde bir iş yapan ya da sekizine hurufat ül-hayat (canlı harfler) söz söyleyen kimseye söylenir. || Babanın adını verdi. Hac için M ekke'ye gideceği malı mı?, bir şeyi gereksiz yere haksız ola­ zaman (1844 sonbaharı), bâbilik inancı­ rak ya da hoyratça kullanan bir kimsenin nı yaymaları için bu on sekiz m üridini bu tutum unu yerm ek için söylenir: O kâ­ İran’ın çeşitli eyaletlerine gönderdi. M ek­ ğıtlar babanın malı mı, herkese dağıtıyor­ ke ve Maskat'ta mehdiliğini ilan ettiyse de sun? || Babanın oğlu mu?, Babanın oğlu bundan istediği sonucu elde edem edi. değil y a !, bir kimseye gereksiz ilgi göste­ 1845’te döndüğü Şiraz’da verdiği vaaz­ rilmesi durum unda söylenir: Babanın lar tepkilere yol açtığı gibi karışıklıklar çık­ oğlu mu, ne koruyorsun? Bırak ne yapar­ masına neden oldu. Müritleri, onun emri sa yapsın, babanın oğlu değ il ya !|| Baba­ ile ezana "A li, nebiden önce Allah'ın nın şarap çanağına, hoşnutsuzluk belir­ soluğudur” cümlesini eklediklerinden, tu ­ ten aşağılama sözü (arg.). || Babasına rah­ tuklanarak cezalandırıldılar. Durumu ye­ m et okumak, birisi için kötü şeyler düşü­ rinde incelemek için İran şahı tarafından nüp planlamak. || Babasının, babalarının Şiraz'a gönderilen görevli de B â b ’ın çiftliği, bir kimsenin salt kendi çıkarı için inançlarına kapılıp onun müridi oldu. Bu kullandığı yer, kuruluş: Burayı babanın sıralarda kentte kolera salgını çıktığından çiftliği g ib i yönetemezsin. || Babasının hay­ Şiraz boşaltıldı ve Bâb İsfahan’a geldi. rına, hiçbir karşılık beklem eden, salt iyi­ Kentin valisi onu koruması altına aldı. Bu lik olsun diye. || Babasının oğlu, görünüş vali ölünce Tahran’a çağrılarak önce Mave davranışıyla babasına benzeyen erkek kû, sonra da Çihrik kalelerinde hapsedil­ çocuk. || Babasız oğlan doğurtm ak, bir iş­ di (1848). Bu durum karşısında müritleri te aşırı güçlük ve sıkıntı çekm ek (arg ). || İran’da yer yer ayaklanm alar çıkardılar. Babayı yem ek, hak ettiği kötü durum a Bâb, sorguya çekilm ek bahanesiyle Teb­ düşm ek (arg.). riz’e getirildi ve vezir Taki H an'ın buyru­ — Esk. Baba-yı âlem, âlemin babası, Hz. ğuyla kurşuna dizilerek cesedi bir çu ku ­ Âdem. ||Baba-y/ sühan, sözbabası. ra atıldı. Müritleri, cesedini buradan ka­ çırarak uzun süre sakladılar. Kemikleri ı l — Denize. Halatları volta etm ek için gem i­ sonradan bahailiğin kurucusu Bahaullah’ de, rıhtımda ya da iskelede bulunan ağaç ya da dem irden yapılmış yuvarlak ve kı­ ın buyruğu ile A kkâ’ya götürülüp Carmel sa dikm e. (Gemi babaları çift, iskele ve dağı eteğine göm üldü ve göm üldüğü ye­ rıhtım babaları tek olur.) —Ağaç teknelerin re görkem li bir tü rb e yaptırıldı. baş ve kıç omuzluklarında bulunan tek ya B â b ’ın Kayyum ül-esmâ adlı tefsirinin dışında, inançlarını anlatan ve İran şahı­ da çift ıskarmoz (eğri) başı. || H alat b ab a ­ na, osmanlı padişahı A bdülm ecit’e, Bağ­ sı, gem ilerde halatları volta etm eye yara­ yan ağaç ya da dem ir baba. || iskele b a ­ dat valisi N ecip Paşa’ya yazılan m ektup­ larından oluşan Elvâh, Kitâb ür-ruh adlı bası, bir iskelenin ön köşesinden birkaç iki yapıtıyla bâbiliğin kutsal kitabı sayılan m etre geriye yerleştirilen ve iki yan pala­ arapça ve farsça yazılmış Beyân adlı bir marı bağlam ada kullanılan dikme. yapıtı daha vardır. — Din tar. Kilise babaları, yazdıkları kitap­ larla inanç alanında öğretilerinin değeri­ BAB ARSLAN > ARSLAN BABA. ni kabul ettirmiş eski hıristiyan yazarlar, (Bk. ansikl. böl.) BABA a. 1. Kendi dölünden çocuğu —Dülg. Çatı babası, bir asma çatıda ger­ olan erkek: iki oğlan babası. Baba olmak. gi kirişinin ortasına yerleştirilerek makas — 2. Aile biriminde (kendinden ya da baş­ kirişlerinin yükünü alan düşey öğe. kasından olan) çocuklara babalık görevi — Esk. Rom. Vatanın babası, im parator­ üstlenmiş kişi: iyi b ir baba. Ü vey babası­ lara özgü sanlardan biri. (Bu onursal san, nı g erçe k babası k a d a r sever. — 3. Ço­ İ.Û. 2 yılında senato ve halk tarafından cuklara göre bu kişi: onun için çocukla­ Augustus’a verildi. Ardından gelenler, Tirın kullandığı sözcük: Kardeşim babam a ço k benzer. Baba, b en i de g ötü rür m ü ­ berius, Galba, Otto ve Vitellius dışında, bu sanı benim sediler. Dom itianus ile birlikte sün? — 4. Baba gibi sevecen, koruyucu im paratorlara özgü bu tür sanlar kaldırıl­ davranan: baba yerine konulan kimse: dı.) Fakir fukara babası. O babam sayılır. — 5. —Folk. Baba yolluğu, geleneksel evlilik­ Sevilen, sayılan, yaşlı erkek için kulla­ lerde, oğlan evinin kız babasına g önder­ nılır: Haşan Baba, buraların en eski b a ­ diği düğün arm ağanlarına verilen ad lıkçısıdır.Fethi Baba, b ir çay getirir misin? Baba, seni karşıya geçireyim. Babaya ye r —Genet. Babaya benzerlik, çocukların anadan çok babaya benzediği kalıtım bi­ verin de otursun. — 6. Bir yapıtın yaratı­ cısı, bir öğretinin, tekniğin vb. öncüsü: çimi. (Karşt. ANAYA BENZERLİK.) H eredotos tarihin babasıdır. — 7. Kirli iş­ — inş. M erdiven babası, bir m erdivende ler yapan, yasadışı bir örgütün başı: M af­ tırabzanın alt bölüm ündeki ilk dikm e ya ya babası. B abalar savaşı. — 8. Bir hay­ da dikey çubuk. vanın anababasından erkek olanı: Yarışı — Mutf. Baba kalıbı, baba tatlısı yapım ın­ kazanan atın babası ünlü b ir aygırdır. da kullanılan, yaklaşık 6 cm çapında kü­ — 9. Eskiden kimi tarikat ve tekke büyük­ ç ü k kalıp. || Baba tatlısı, mayalı hamurla lerine verilen ad; onlar için kullanılan san: yapılan bir tatlı. (Bk. ansikl. böl.). — Pastac. Krem şanti katılmış İngiliz kre­ Bektaşi babası. N ur Baba. — 10. Arg. Er­

masıyla (ya da bazen meyveli jelatinle) ka­ lıba dökülerek yapılan ve çeşitli biçim de kokulandırılan soğuk tatlı. (Eşanl. MOSCO-

koyunlular döneminde, Ahlat’taki Emirbayındır m escidi (1477) ve Emirbayındır küm beti’nde (1491) çalıştığı biliniyor.

VİTE.)

BABA COOL [babakul] a. (hindi dilinde Psıkan Baba cinayeti, Freud’un kura­ baba, baba ve ing. cool, sakin’den). m ında, nevrozla insanlık tarihi arasında 1970’li yıllarda hippi modasını (zo ra baş­ eklem lenm e olanağı sağlayan “ bilimsel vurmama, uzun saç, Doğu sevgisi ve top­ m itos” (S. Freud’un Totem ve Tabu' lum dışı yaşam) sürdürenlere verilen ad. da [1912] açıkladığı gibi, burada, ilkel (baba da denir.) sürü * babasının öldürülm esi sözkonusudur). || Baba (-) nın (-) adı, Jacques La- ■ BABA dağı, Anadolu'nun çeşitli bölge­ c a n ’a göre, öznenin varlığını açıklayabi­ lerindeki kimi dağlara verilen ad. 1. De­ nizli'nin B.'sında dağ (antik Salbakos ya len gösteren. (Bu gösteren, çocuğu ana isteğinden ayırarak onun kendi isteğine d a Salbacus), 2 300 m. Billurlu şistler ve yer açar ve atılması da psikoz yaratan kireçtaşlarından oluşmuş bir kütledir. (Ki­ öğeyi oluşturur.) mi haritalarda, A kdağ olarak geçer.) — 2. Karadeniz bölgesinin B. bölüm ünde, — Tanrıbil. Teslis'in ilk insanı. || ilk b ab a ­ m ız Âdem. Ereğli-Devrek karayolunun G .-B.'sında — ANSİKL. Din tar. Dinbilimciler, bir Kilise dağ; Akçakoca dağlarının bir doruğudur; babasının dört niteliğini vurgular: Öğreti­ 1 637 m. Kireçtaşı ve şistlerden oluşmuş­ ye ortodoksça bağlılık, yaşamın kutsallı­ tur. — 3. Akdeniz bölgesinde, Fethiye’nin ğı, Kilise'nin kabulü, eskilik. G.-D.’sunda dağ; 1 969 m. İkinci-Üçüncü Patristik dönem de denilen Kilise baba­ Zaman şistlerinden oluşmuştur. ları dönemi, İ.S. I. yy.’ın sonundan başlar, Baba H im m et, karagöz ve ortaoyu Batı’da Aziz isidoro de Sevilla (öl. 636), nundaki anadolulu tiplem elerinden KasD oğ u ’da d a Aziz ioannes Damaskenos tam onulu'ya verilen adların en yaygını. ile (öl. 749 ’a doğr.) tamamlanır. Dinbilim (-> KASTAMONULU.) tartışmalarında patristik geleneğin tanık­ BABA İLYAS, aşıl adı Sücaettin Ebullığına başvurulması, ancak V. yy.’dan beka Şeyh Baba İlyas bin A li Horasabaşlayarak gerçekleşti. Kilise babaları, es­ ki edebiyatın, özellikle de yunan-roma ni, türkm en babası (Horasan ? - Am asya edebiyatının tarihinde önemli bir yer tut­ 1240). A n a do lu ’ya göç etm eden önceki tular; klasik ilkçağın son temsilcileri oldu­ yaşamına ilişkin yeterli bilgi yoktur. Toru­ nu Âşıkpaşa'ya göre XI. yy. mutasavvıf­ lar. Yapıtları, Ortaçağ düşüncesi aracılı­ larından Seyit Ebülvefa’nın halifelerindenğıyla hümanist Rönesans’ın doğuşuna dir. Elvan,Çelebi ise, onun A nadolu'ya katkıda bulundu. Dede Gargın ağlı başka bir şeyhin hali­ — Mutf. Una, hazır m aya ya d a bira m a­ fesi olarak g eldiğini yazar. (Eğer bu d o ğ ­ yası ve ılık su katarak hazırlanan hamur, ruysa, Baba ilyas’ın önce Elbistan'da ya­ m ayalanm aya bırakılır. Kabarınca, yu­ şadığı söylenebilir.) Am asya'nın Çat kö­ murta, pudra şekeri ve yağla yeniden yoğurulur. Yağlanmış baba kalıplarına bu yüne yerleşen Baba ilyas, aşırı şiilik, şaham urdan küçük birer parça konup te k­ manlık ve yerel inançların etkisiyle oluşan görüşlerini yaymaya başladı. Türkıjıenler rar bekletilir. Hamur, kalıbı dolduracak ka­ dar kabarınca fırına konur. Piştikten son­ tarafından peygam berlik mertebesine çı­ ra kalıptan çıkartılıp soğuması ve sertleş­ karıldı ve “ Baba R esul" diye a'nılmaya mesi için bir süre bekletilir. Daha sonra başlandı. Halifelerinden Baba ishak'ın şerbete atılır, çıkartılıp üzeri krem şantiyGüney-Doğu A nadolu’da başlattığı ayak­ le süslenir. lanmanın genişlemesi üzerine Amasya. si£ başlığına atanan Mübarizettin ArmağahBABA -* BABA COOL. şah tarafından yakalanaraKkale buröuna BABA (Corneliu), rumen ressam (Craioasıldı. ( -y BABA İSHAK, BÂBAİLER aVaKva 1906). iaşi Güzel sanatlar akademiLANMASI, BABAİLİK.) si’ nde okudu (burada daha sonraları pro­ BABA İSHAK K efersudl, türkm en ba­ fesör oldu) ve V enedik’te kaldı. Gerçekçi bası (Kefersud, Halep, 3 - Malya oyası, bir ressam olan Baba, portreler, peyzaj­ Kırşehir, 1240). H orasan'dan gelip Kefen lar ve figürlü kom pozisyonlar yaptı. su d ’a yerleşmiş bir türkm en ailesinden. BABA A L İ N E K S İS , 1 754 te n Baba llyas’ın halifesi olarak' Adıyaman, 17 6 6 ’ya kadar Cezayir dayısı (beyi). Hü­ Sumeysat (Samsat), Kâhta bölgesinde kümdarlığı sırasında, 1756 ’da, Cezayirli­ yaşayan Türkm enler’i Anadolu Selçuklu ler Tunus'u zapt ederek yağmaladılar. devletine karşı ayaklandırdı. Ö nderliğin­ deki Türkm enler önce Malatya sonra BABA CAN, Luristan bölgesinde (İran), Amasya yakınlarında Selçuklu kuvvetlerini bugünkü Kirmanşah'tan yüz kilometre ka­ yendiler. Konya üzerine yürürken Kırşe­ d ar uzakta yer alan arkeolojik sit alanı. Bir hir’de, selçuklu ordusuyla yapılan savaşta am erikan arkeoloji heyeti, burada İ.Û. I. öldürüldü. ( - * B a b a İ ly a s , b a b a İ l e r binyılın ilk yarısına ilişkin kalıntılarla birlikte AYAKLANMASI, BABAİLİK.) [-* Kayn.] daha eski tabakalar da saptadı. III. taba­ kada tuğladan yapılmış bir kalenin kalın­ tıları ortaya çıktı. Bu kalıntıların en göz alıcı bölüm ü bir odaydı. Duvarları kırmızı ve beyaza boyanm ış olan bu odanın zemi­ ninde, tavanı süslediği anlaşılan birçok boyalı kiremit bulundu. Bu kiremitlerin başlıca süs motiflerini haçlar, eşmerkezli kareler, dam alar oluşturuyordu. Açık sa­ rı bir fon üzerine kara ve kızılla işlenmiş bu motifler, üslup ve teknikleri bakımın­ dan, bu tabakanın, daha önce Giyan (Te­ pe) kazıları ve birçok yeraltı bulgularıyla bilinen boyalı seramik dekorunu hatırlatı­ yordu. Bütün bu yapıtlar, İ.Ö. 900-700’e doğ ru kuzeyden gelerek bölgeyi işgal eden bir istilacı kavmin ürünü olabilir. Ka­ le, III. evre sonunda yıkıldı, iskitler’ in yer­ leşmesine, bunların Asur im paratorluğu’ na karşı m ücadelesine ve kısa ömürlü M ed im paratorluğu’na tanık olan bir son­ raki dönem de yeniden, ama çok daha az şatafatlı bir biçim de inşa edildi. Seramik­ lerde belirgin değişiklikler m eydana gel­ di. Kalenin son kez işgali Ahemeniler d ö ­ nem ine rastlar.

BABA NAKKAŞ, asıl adı Şeyh M us­ tafa, türk nakkaş (? - 1572). M ehm et II (Fatih) dönem inde yaşamış Baba Nakkaş’ın (Mehmet bin Şeyh Bayezit) torunu­ dur. Evliya Ç elebi’ nin Seyahatname'sınde, Bayezit II dönem inde saray nakkaşı olarak çalıştığı, M anî ve Bihzad düzeyin­ de bir sanatçı olduğu, İstanbul’daki Eski Saray’ın kapı saçağındaki, Topkapı sarayı’nda Bayezit divanhanesi’nin kubbele­ rindeki nakışları yaptığı belirtilir.

BABA CAN, tü rk m im ar (XV. yy.). Ak-

B a b a N İ m e t u l l a h , türk mutasavvıf

BABA NAKKAŞ, asıl adı M ehm et bin Şeyh B ayezit,türk nakkaş (XV.yy.’ın ikin­ ci yarısı). Mehmet II (Fatih) dönem inde ça­ lışmış, saray nakkaşhanesini yönetmiş ve sultana m usahip olmuştur. Mehmet II, sa­ natçıya Çatalca yakınlarındaki incegüz nahiyesinde, Kutlu köyünü arpalık olarak vermiştir (1465). Sanatçı burada bir mes­ cit, hamam ve çeşmeler yaptırarak bu ya­ pıları vakıf haline getirmiştir. Fatih d öne­ m inin tutarlı ve özgün tezhipli yapıtların­ da, Baba N akkaş’ın etkisi olduğu sanıl­ maktadır.

(Nahcivan ? - A kşehir 1496) Azerbayc a n ’da öğrenim gördü. A kşehir’e yerleşti. N akşibendi tarikatından olan Baba Nim etullah’ın başlıca yapıtları: Risâlet ül -vücûd, Fevâtih ül-ilâhiyye ve'l m efâtîh ül -gaybiyye, Hidayet-ül-ihvan.

Ba b a O r u ç

-

o r u ç r e İs .

BABA PAŞA (Pehlivan İbrahim Ağa —denir), türk vezir (Yozgat 1766 - Karlıeli 1820).Gönüllü olarak katıldığıTürk-Rus savaşı’nda (1787) büyük yararlık göster­ di. Alo Paşa (Ali Paşa) ile birlikte A nado­ lu'd a ve Rum eli’de çıkan ayaklanmaları bastırdı. Hassa silahşörü, kapıcıbaşı un­ vanlarını aldı. Dobruca âyanı olarak Alem ­ dar Mustafa Paşa’nın buyruğuna girdi (1806); İsmail kalesini sayıca üstün rus kuvvetlerine karşı başarıyla savundu. Tatariçe savaşı’nda za fe rin kazanılmasında önemli rol oynadı. Vezirliğe yükseltilerek Rakka valiliğine atandı (1809). Ruslar’a karşı Hacıoğlu Pazarcığı'nı savunurken ayağından yaralanarak tutsak düştü (1810). Üç yıl sonra salıverilince, İstan­ b ul'a döndü (1813); Sivas, Erzurum, Çıl­ dır, D iyarbakır valiliklerinde bulundu. Di­ yarbakır halkının şikâyeti üzerine Bursa' d a oturm aya zorlandı (1817). Bağışlana­ rak önce Inebahtı, ardından da Karlıeli Sâfföakları m utasarrıflığına atandı. Tepedelenli Ali Paşa’nın çıkardığı ayaklanm a sırasında hastalanarak öldü.

BABA SALİMİ -

ÛĞÜTCEN (Salim).

BA B A T A H İR , asıl adı M ehm et Tahir, türk gazeteci ve yayımcı (? 1864 - İstan­ bul 1909). Malum at ve Servet dergilerini yayımladı, yönetti (1894-1895). Yenilikçi edebiyata karşı, geleneksel edebiyatı sa­ vunan yazılar yayımladı. Kendi basımevinde yasak yayınlar basarak, Mısır’dan gönderiliyor diye S aray’a ihbarda bulun­ du, jurnalcilikten çıkar sağladı. Sahte ni­ şan ve beratlar basıp A vrupalılar’a sattı. Dolandırıcılığı anlaşılınca İstanbul dışına sürüldü. II. M eşrutiyet'ten sonra affedildi (1902).

Ba b a

t a h İ r Ü r y a n , iranlı şair ve sufi (Hem edan ? - ay. y. 1019). Yaşamı hakkında bilgi yoktur. Daha çok, rubai vezninden ayrı bir vezinle yazdığı dörtlük­ lerle (dübeyt) tanınır. Bu dörtlüklerindeki dil, yaşadığı bölgelerdeki şivelerin bir ka­ rışımı olm akla birlikte edebi farsçaya da yakındır. Şair bu dörtlüklerde, sı­ kıntı, deri ve aşkla ilgili duygularını dile getirir. Baba Tahir, aynı zam anda bir mutasav­ vıf olarak tanınır ve bu konuda kendisine birçok m enkıbe isnat edilir. Tasavvufla il­ gili düşüncelerini kısa ve özlü bir biçim ­ de el-Kelimât ül-kısâr adlı arapça yapıtın­ d a dile getirmiştir.

Baba Zünnun ayaklanm ası, Kanu­ ni Sultan Süleyman dönem inde Bozok' ta ayaklanm a (1526). Arazi tahririnde ya­ pılan bir haksızlık yüzünden başlayan ayaklanm anın önderleri “ S ü lünoğlu”

Baba dağı

Fethiye-Mu

Baba Zünnun adıyla bilinen Baba Kadri Hoca, oğlu Şah Veli ve Bozok eşrafından Baba Zünnun idi. Tahrir m em urunun, tasarrufundaki mezrasına iki yüz akçe vergi biçmesi ve yaptığı başvurulara karşın bu verginin in­ dirilmemesi üzerine Bozoklu şii Türkmenler’den Sülünoğlu ve kan karde'şi Baba Zünnun, yandaşlarıyla birlikte ayaklanarak üzerlerine gönderilen Karam an ve Sivas beylerbeylerinin kuvvetlerini yenilgiye uğ­ rattılar. Bölgede giderek yayılan ayaklan­ ma, sonunda Diyarbakır beylerbeyi Hüs­ rev Paşa ile Adana beyi Ram azanoğlu Piri Bey’in kuvvetlerince bastırıldı, ele ge­ çen Baba Zünnun öldürüldü (1526).

1160

BABAANNE a. Ç ocuğa göre babasının annesi; ço cuğ u n ona seslenmek için kul­ landığı sözcük.

BABABURNU, A n a do lu'd a kimi kara çıkıntılarına verilen ad: 1. Biga yarım ada­ sının G.-B.’sında, Ege denizi'nden Edre­ mit körfezine geçilen yerde burun (38° 28 K. enlemi, 2 6 ° 0 8 D. boylamı). İlkçağ'da adı Lectum prom otorium idi. Anadolu' nun ve Asya kıtasının en batı noktasıdır; — 2. Karadeniz bölgesinin batı bölüm ün­ de, Ereğli koyunu kuzeyden sınırlayan burun. Babacater zindanı, İstanbul'da Haliç surları üzerindeki Zindankapı'nın yanında­ ki kule. A bbasi halifelerinden Harun Reşit’in İstanbul’a gönderdiği elçisi Seyit Ca­ fer bu zindana atılıp öldüğü için, kuleye Babacafer adı verildiği söylenir. İstanbul’ un fethinden Yeniçeri ocağı'nın kaldırılma­ sına kadar (1826), siyasal suçlular dışın­ daki hüküm lüler için hapishane olarak kullanılan bu kulede, kadınlar ayrı bir bö­ lüme konulurdu. Subaşının gözetim inde­ ki bir odabaşı, zindancılar ve zindan kâ­ tiplerince yönetilen bu zindanı İstanbul halkı “ Z in da n ka pısf diye anardı. Zindan­ da yatan hükümlüler, sadece halkın gön ­ lünden kopan sadakayla geçinirlerdi. Başkentte, askeri darbe sonucu hükümet değişim lerinde ya da ayaklanm alarda, önce Babacafer ve G alata zindanlarında yatan adi hüküm lüler salıverilirdi.

BABACAN sıf. Sevecen, yaşlı erkek; ona özgü davranış için kullanılır. BABACAN (Doğan), türk futbol hakemi (İstanbul 1930). 1946’da futbola başladı. Beşiktaş, Karşıyaka, Kasımpaşa, Emni­ yet ve Beyoğluspor takımlarında oynadı. 1955'de hakemliğe başladı, 1966’d a FI­ FA kokartı aldı. Avrupa kupalarında, 1972 Münih olim piyatlarında, 1974 Dün­ ya kupası'nda, 1975 Süper kupa’da m aç­ lar yönetti. 1978’de hakemliği bıraktı.

kontra babafingo yelkenlen

BABACANCA sıf. ve be. Sevgiyle, se­ vecenlikle: Bize karşı hep babacanca davranırdı. pruva kontra babafingo yelken

BABACANLAŞMAK gçz. f. Giderek, cana yakın, sevimli, sevecen bir kimse ol­ mak. BABACANLIK a. Babacan kimsenin ni­ teliği.

BABAÇ a Yörs. Küm es hayvanlarının yaşlı, iri ve erkek olanı. ♦ lır.

sıf.

iri yapılı

kimse

için kullanı­

BABAÇKO sıf. Arg. Gösterişli, iri yarı, güçlü kimse, genellikle kadın için kullanı­ lır.

BABADAĞ, Denizli iline bağlı ilçe; 9 513 nüf. (1990). 9 köy. Merkezi, Deniz­ li'nin 22 km kadar batısında Babadağ (esk. Kadıköv): 6 016 nüf. (1990). . BABADALYA a. Denize. Güverteye alı­ nan yükün kayarak denize düşmesini ön­ lem ek için belirli aralıklarla ve güverteye dik konum da küpeştelere tutturulan sağ­ lam direkler. || Babadalya ıskaçası, babadalya topuklarının güverteye oturmasını sağlayan yuvalar. || B abadalya Irosası, babadalyaları dik tutm ak için küpeşteye tutturulan dem ir çem berler.

BABADAT, Eskişeh ir'in Sivrihisar ilçe­ si, merkez bucağına bağlı köy; 286 nüf. (1990). Köy yakınındaki Orenkaya m evki­ inde Germa* Colonia antik kenti ortaya çıkarıldı. BABADERVİŞ, A zerbaycan’da antik buluntu yeri. 1958-1966 yılları arasında yapılan araştırma kazılarında üst üste üç antik yapı katı saptandı: birinci kat İ.Ö. V. yy., ikinci kat, İ.Ö. III. yy., üçüncü kat, İ.Ö. II. yy. Her üç katta da çeşitli aletler, ev ve süs eşyası bulundu. BABAESKİ, esk. B abayi A tik , Marma­ ra bölgesinin Trakya bölümünde, Kırklareli’ne bağlı ilçe; 54 879 nüf. (1990); 652 kmz; merkez bucağı dışında 1 bucak, 34 köy. Merkezi, Kırklareli'nin 35 km. G.B.'sındaki Babaeski; 22 823 nüf. (1990). ^-M im . İlçe m erkezindeki Eski cami, Mehmet ll'nin (Fatih) isteğiyle yaptırılmıştır (1467). M imar Sinan’ın yapıtı olan Semizalipaşa külliyesi'nden (cami, medrese, hamam, kervansaray, kütüphane) günü­ müze yalnızca cam i ulaşmıştır (1561 -1565). 1832’de onarılmıştır. Üç sahınlı ana mekân, altı kem erin taşıdığı m erkezi kubbe ve yanlarda yarım kubbelerle ör­ tülüdür. M erm er m inber ve vaaz kürsü­ sü bitkisel motiflerle, kubbe geç dönem ka le m iş le riy le b e z e lid ir. A lp u llu -Hayrabolu yolunda, Ergene ırmağı üze­ rindeki Alpullu (Sinanlı) köprüsü de Mimar Sinan’ın yapıtıdır. Babaeski deresi üzerin­ deki B abaeski köprüsü M urat IV zam a­ nında M im ar Kasım A ğ a 'y a yaptırılmıştır

grandi kontra babafingo

(1633). Altı gözlü yapı, bezemeli balkonu ve yazıt köşküyle dikkati çeker.

■BABAFİNGO a. (ital. pappafico). De­ nize. Yelkenli gem ilerde direklerin en üst­ teki parçası. || B abafingo ç ö rd e ğ i, baba­ fingo yelkenlerini toka etm ede kullanılan palanga. (Alt tornosu güvertedeki bir m a­ paya, üst tornosu babafingo sereninin kandilisasına tutturulur.) || Babafingo çubuğu, yelkenli gem ilerde direklerin güverteden başlayarak üçüncü parçası; gabya ç u bu ­ ğu üstüne sürülür ve bulunduğu direğin adıyla anılır: Pruva babafingo çubuğu, G randi b aba fin go çu bu ğ u vb. || Babafin­ go sereni, babafingo çubuğuna bağlı ya­ tay seren; bulunduğu direğin adına göre anılır; Pruva babafingo sereni, Grandi ba­ bafingo sereni, Mizana bab a fin go sere­ ni. || B abafingo yelkeni, babafingo sereni üstüne açılan dört köşe yelken. || A başo babafingo, gab ya çu bu ğ u üstüne sürü­ len iki babafingo çubu ğ u nd a n alttaki. || Kontra baba fin go çubuğu, kontra baba­ fingo yelkenini açm aya yarayan çubuk. || Kontra b a b a fin go sereni, kontra baba­ fingo çu buğu üstündeki yatay seren. || Kontra babafingo yelkeni, babafingo yel­ keninin üstünde yer alan dört köşe yelken. |[ Kontrata bab a fin go yelkeni, beş direkli bir yelkenli gem ide beşinci direğin kon­ trata gabyası üstündeki babafingoya çe­ kilen yelken. || Mizana b abafingo yelke­ ni, mizana direğinin babafingo çubuğu üstüne açılan yelken.

BABAHOYO, E kvador'da kent, Los Rıos ilinin merkezi, Occıdentale sıradağla­ rının eteğinde; 22 500 nüf. Babailer ayaklanm ası, Anadolu Sel­ çuklu devletine karşı dinsel-siyasal türkmen ayaklanması (1240). Kentlerdeki sünni halka dayalı bir devlet örgütü ku­ ran Anadolu Selçukluları sınırlarda ve kır­ sal bölgelerde yaşayan Türkm enler'i gi­ derek dışladılar. Ekonom ik ve toplum sal açıdan olduğu kadar dinsel inançları ba­ kımından da kentlilerden ayrılan Türkm enler'in İslamlığı kentlerin sünni İslamlı­ ğ ından farklı, T ürkler’in eski şaman gele­ neklerinin, tasavvuf biçim ine girm iş Şiili­ ğin, bazı yerel inançların etkisini taşıyan bir İslamlıktı. Kırsal kesim de dinsel yaşa­ mın düzenleyicileri, kentlerdeki sünni ule­ m adan ço k farklı, eski tü rk şamanlarının İslâmlaşmış bir devamından başka bir şey olm ayan türkm en babalarıydı. Öte yan­ dan iktisadi güçlükler, m oğol istilalarının sayılarını daha da artırdığı Türkm enler ile Selçuklu yöneticileri arasındaki çelişkiyi derinleştirmiş, onları devlete karşı asi bir ö ğe durum una getirmişti. Bu ortam da Amasya'nın Çat köyüne yerleşen yarı türk şamanı, yarı İslam şeyhi Baba ilyas, din­ den ve adaletten ayrılmakla suçladığı Sel­ çuklu yöneticilerine karşı propagandaya başladı. Gıyasettin Keyhüsrev ll’ye karşı açıktan açığa cihat ilan ederek müritleri aracılığıyla taraftarlarını çoğalttı. Bu ara­ da Urfa, Harran bölgesindeki Harizmşahlar'ı da Selçuklu sultanına karşı savaşa ça­ ğırdı. Baba ilyas'ın halifesi Baba ishak'ın öncülüğünde ayaklanan Türkm enler Süm eysat (Samsat), Kâhta, Adıyam an böl­ gesini yakıp yıktılar; kendilerine katılma­ yan m üslüm an ve hıristiyanları öldürüp, mallarını yağm adılar. Ü zerlerine gönde­ rilen Malatya subaşısı Muzafferettin Alişir’i iki kez yendiler, ardından Sivas'a yürüdü­ ler. Sivas'ı yağm aladıktan sonra kendile­ rine katılan g öçebe Türkm enler ile sayı­ ları daha da artmış olarak Baba ilyas'a kavuşm ak üzere Tokat ve Am asya'ya doğru ilerlediler. Telaşa kapılan Gıyasettin Keyhüsrev II, Beyşehir gölü üzerinde ki Kubadabad adasına çekildi ve ünlü ko­ m utanlarından M übarizettin Arm ağanşah’ ı Am asya subaşısı atayarak ayaklan­ mayı bastırmakla görevlendirdi. Türkmenler'den önce Am asya'ya varan Armağanşah, Baba ilyas'ı yakalayarak kale burcu­ na astı. Baba ilyas’ın ölüm süzlüğüne ina­ nan Türkm enler Am asya'ya ulaştıkların­ da kente saldırdılar ve Armağanşah'ı öldür­

Baban dükten sonra, Konya’ya doğru yürüdüler. Sultan, M oğollar'a karşı Erzurum u c’unda bekleyen ordusunu harekete geçirdi. Selçuklu hizmetindeki frank ve gürcü bir­ likleri de orduya katıldı. Selçuklu ordusu, Baba ishak önderliğindeki Türkmenler ile K ırşehir’ in Malya ovasında karşılaştı. Ba­ ba llyas’ın dinsel gücünden ürken İslam askeri savaşmaktan çekindiğinden, ilk olarak hıristiyan askerler savaşa sürüldü. Hıristiyan öncüler Türkm enler’in ilk hücu­ munu püskürtünce cesaretlenen İslam as­ keri de savaşa girdi ve ço k küçük yaşta­ ki çocuklar dışında tüm Türkm enler kılıç­ tan geçirildi.( -• B A B A İLYAS, B A B A İSHAK, BABAİLİK.) [-» Kayn.]

BABAİLİK, moğol istilası öncesinde A n a do lu ’daki Türkm enler’i etkileyen ve Türkiye'nin toplum sal ve kültürel tarihin­ de önemli yeri olan dinsel ve toplumsal hareket. — ANSİKL. Amasya’nın Çat köyüne yerle­ şen B a b a * ilya s 'ın siyasal bir boyut da kattığı aşırı şiilik, yerel inançlar ve şamanlıktan kaynaklanan görüşleri, İslam öncesi inanç ve geleneklerini büyük ölçüde ko­ ruyan Türkm enler arasında etkili oldu. Kentlerdeki yerleşik halka dayanan bir devlet kuran Selçuklular’ın dışladığı Türk­ menler, peygam berlik m ertebesine yük­ selttikleri ve "B a b a R esul" diye andıkları Baba ilyas ve halifesi Baba * İshak'ın ön­ derliğinde Selçuklu devletini tem elinden sarsan büyük bir ayaklanma başlattılar (-» B A B A İLE R AYAKLANMASI). Kırmızı baş­ lık, siyah cü bb e ve nalın giyen ve halife Ali'yi aşırı derecede yücelten babailerin din ve tasavvuf alanındaki düşünceleri ye­ terince bilinm em ektedir. Düşüncelerinin ve eylem lerinin kaynakları, nedenleri; ta­ savvuf, din ve siyaset alanlarındaki etki­ leri hakkında, farklı görüşler öne sürül­ m ektedir. Bununla birlikte, A n a do lu ’da babaıler ayaklanmasının bastırılmasından (1240) sonra gelişen bektaşilik, hurufilik, kızılbaşlık gibi genellikle ehli sünnet dışı sayılan akımların babailikten kaynaklan­ dığı ve babailiğin, bu akım lar içinde eri­ yip ortadan kalktığı kabul edilir. BABAKALE, Ç anakkale’nin Ayvacık il­ çesi, Gülpınar bucağına bağlı köy; 518 nüf. (1990). Kaymak Mustafa Paşa’nın yaptırdığı kalede bir cami, mezarlıkta Sultanbaba türbesi bulunmaktadır. Balık­ çılık ve bıçakçılık. BABAKÖŞ a. A n a do lu ’da ve A vru pa ’ da yaşayan, yılan biçiminde ayaksız kerten­ kele. (Bil. a. Anguis fragilis; Anguidae famil­ yası; boy 50 cm'ye kadar; yarısı kuyruk.) — ANSİKL. Babaköşe ağaçlıklarda ve çit­ lerde rastlanır; alacakaranlıkta dolaştığın­ dan seyrek görülür. Böceklerle, özellikle süm üklüböcek ve yer solucanlarıyla bes­ lenir. Vivipardır; dişi babaköş ilkbaharın sonuna doğru on kadar yavru doğurur. BABAKÖY, Balıkesir’in Bigadiç ilçesi, merkez bucağına bağlı köy; 1 059 nüf. (1990). PTT. Yörede, Kurt Bittel’in yönet­ tiği kazılarda, Yortan* mezar kültürüyle ilişkili küp mezarlar bulundu. Bu m ezar­ larda, pithos’lar içinde, dizler ve baş ka­ rına çekilmiş biçim de (hoker) göm ülü ölü­ lerin yanında, kazıma tekniğiyle bezenmiş külrengi keramikler, madenden ve kemik­ ten yapılmış arm ağanlar ortaya çıkarıldı. İ.Ö. III. bine tarihlenen mezarlarla ilgili yer­ leşmenin yeri saptanamadı.

BABALANMAK gçz. f. Tkz. Ö fkelen­ mek, hiddetlenmek; kabadayılık yapmak, diklenmek. BABALI sıf. 1. Babası olan. — 2. A rada bir sinir nöbeti tutan kimse için kullanılır. — 3. Babalı kâğıt, üstü işaretli oyun kartı (arg.).

BABALIK a. 1. Baba olanın durumu, ni­ teliği: Ç ocuğu olm ayan babalığın ne ol­ duğ u n u bilemez. — 2. Ü vey baba (iyelik ekiyle): Babalığım b ana öz babam g ib i davranırdı. — 3. Yörs. Kayınbaba. — 4. Kaba. Yaşlı erkekler için kullanılan kü­

çümseyici seslenme sözü: H ey babalık, lendirdi, destekledi. C ephe haberlerini burada oturamazsın. — 5. (Bir kimseye) halka duyurabilm ek için sabah akşam çı­ babalık etmek, yapm ak, (ona karşı) ba­ kardığı ekleri parasız dağıttı. Cumhuriyetin balık görevini üstlenmek, (onu) koruyup ilanından sonra devrimlerin yayılıp be­ kollamak: Baban öldü, bundan böyle kar­ nimsenmesine çalıştı. Kadrosunda Server deşlerine sen b abalık yapacaksın. Bize (İskit), Naci Fikri, N am dar Rahmi (Karaettiğiniz babalığı h içb ir zam an unutam a­ tay), Ekrem Reşat, Sadettin Nüzhet (Eryız. gun), Süreyya Sami (Berkem), Enver — Med. huk. Babalık davası, evlilik dışın­ Behnan (Şapolyo) gibi yazarların bulun­ da doğan çocuğun babasının, m ahkeme duğu gazete, Anadolu basını için bir okul kararıyla belirlenmesi için çocuk ve anne görevini yaptı, b irço k yazar ve gazeteci tarafından açılan dava. (Bk. ansikl. böl.) yetiştirdi. Ülusal Kurtuluş savaşı’nda || Babalık karinesi, d oğum dan önceki üç önemli bir yeri oldu. yüzüncü günle yüz sekseninci gün ara­ BABALIM (Mazlum), M azlum Baba da sında erkeğin, çocuğun annesiyle cinsel denir, türk din adamı, bektaşi şeyhi (De­ ilişkide bulunduğunun saptanması halin­ nizli 1860 - 1945). Bektaşi şeyhi Ali Dede bu durumun babalık için yasal delil sa­ d e ’nin oğlu. M edrese eğitim i gördü, ba­ yılması. (Bk. ansikl. böl.) basının yerine Tavas bektaşi tekkesi post— ANSİKL. Med. huk. İki türlü babalık d a ­ nişini oldu. Ulusal Kurtuluş savaşı başın­ vası vardır: mali babalık davası, kişisel so­ da Denizli’de kurulan Reddi ilhak ve ar­ nuçlu babalık davası. Mali babalık dava­ dından Heyeti milliye cem iyetlerini des­ sı, yalnız mali sonuçlar doğurur, çocukla tekledi (1919). A n ka ra ’da toplanan ilk b aba arasında hısımlık bağı yaratmaz. TBM M ’ye Denizli milletvekili seçildi (1920 Ç ocuk babasının soyadını alam ayacağı -1923). gibi onun mirasçısı da olamaz. Buna kar­ şılık, kişisel sonuçlu babalık davası, evli­ ■ BABAN (Hüseyin Şükrü), türk iktisatçı ve lik dışı çocukla babası arasında hukuksal gazeteci (Bağdat 1890 - İstanbul 1980). Pa­ anlam da bir hısımlık ilişkisi kurm ak am a­ ris Hukuk fakültesini bitirdi (1913). Mat­ cını taşır. Böyle bir dava sonunda baba­ buat genel m ü dü rlü ğü 'n de çalışm aya lığa hükmedilirse, çocukla baba arasın­ başladı. Mısır fevkalâde komiserliği sek­ d a hısımlık bağı kurulur. Bunun sonucu reteri olarak Kahire’ye gitti (1914). Brest olarak da ço cuk babasının soyadını alır -Litovsk anlaşması sonrasında .Moskova’ ve onun mirasçısı olur. Kişisel sonuçlu ba­ ya gönderilen kurula katılarak savaş biti­ balık davasının açılabilmesi için yasanın mine değin orada kaldı (1918). Yurda dö­ aradığı koşullar şunlardır: erkeğin kadı­ nünce kısa bir süre Dahiliye nezareti na evlenm e vaadinde bulunm uş olması um um m ü dü rü olarak çalıştı. 1 926’da ya da cinsel ilişkinin bir suç oluşturması Mülkiye mektebi iktisadi doktrinler ve sos­ ya da bu ilişkinin nüfuzun kötüye kullanıl­ yal ekonom i kürsülerinde öğretim üyeli­ masıyla gerçekleşmesi (Türk Med. k. md. ğine başladı, bu kuruluşta aynı zam anda 310/1). Anasaya mahkemesi, 21.5.1981 6 yıl m üdürlük yaptı. 1932-33 arasında tarih ve 1980/29 E.,1981/22 K. sayılı ka­ Yüksek tedrisat um um m üdürlüğü göre­ rarıyla, Türk M ed. k.’nun 310. m addesi­ vini üstlendi. 1933’te İstanbul Hukuk fa­ nin ikinci fıkrasında yer alan “ cinsel ilişki kültesinde iktisat ve iktisadi doktrinler tarihi sırasında baba evli idiyse, yargıç kişisel kürsüleri ordinaryüs profesörü oldu. sonuçlu babalığa karar veremez” hükm ü­ 1936’da iktisat fakültesi'nin kurulması nü iptal etmiştir. Anayasa m ahkem esinin üzerine, aynı görevle bu fakültede çalış­ bu iptal kararından sonra erkek evli de ol­ m aya başladı, bu görevini 1959’a değin sa, kişisel sonuçlu babalığa karar verile­ sürdürdü. Bu süre içinde Yüksek iktisat bilm ektedir. Türk Med. k.’nun 303. m ad­ ve ticaret o kulu’nda da öğretim üyeliği desine göre, ana gebe kaldığı zaman yaptı. başka bir erkekle evliyse babalık davası, Şükrü Baban, gazetecilik yaşam ına ik­ ancak çocuğun nesebinin sahih olm adı­ dam gazetesinde tiyatro eleştirileri yazarak ğına yargıç karar verdikten sonra açıla­ başladı. 1909-1913 arasında, Paris’ten, Tabilir. Babalık davasını açm a hakkı, anne nin gazetesine yazılar yazdı. Yeni sabah, ve çocuğa tanınmıştır. Babalık davası, ba­ Olaylara tercüman gazetelerinde dış politi­ ba olduğu iddia edilen erkeğe, o ölm üş­ ka yazarı olarak çalıştı. Tercüman-ı hakikat se m irasçılarına karşı açılır. Dava, çocuk gazetesinin sahip ve başyazarlığını yaptı, bu doğm adan ya da doğum dan başlayarak görevini 1944’e değin sürdürdü. Çeşitli der­ en geç bir yıl içinde açılmalıdır. Ç ocuğun gilerde çok sayıda makalesi yayımlandı. doğum undan sonra ona bir kayyım tayin Başlıca yapıtları: Paranın mahiyeti (Ankara, edilmişse, bir yıllık süre kayyımın tayin 1940), La loi de sauvergarde (İstanbul, edildiği tarihten başlar. 1940), Milli koruma kanunu (İstanbul, 1940), Babalık karinesi. D oğum dan önceki üç Tatbiki iktisat (İstanbul, 1941), iktisat ders­ yüzüncü günle yüz sekseninci gün arasın­ leri (İstanbul, 1942), Ekonomi doktrinleri (İs­ da kalan devreye “ gebelik devresi ”, “ kri­ tanbul, 1945), Ekonomi politikaları (İstanbul, tik d e vre " adı verilir. Ç ocuğun bu devre 1946), iktisat biliminin umumi prensipleri (İs­ içinde ana rahm ine düştüğü varsayılır. tanbul, 1956). Ancak, babalık karinesi çürütülebilir. Er­ keğin baba olmasının olanaksızlığı, örne­ BABAN (Cihat), türk gazeteci ve siyaset ğin kısır olması karineyi çürütür. Erkeğin adamı (İstanbul 1911 -A n kara 1984). Sübabalığı üzerinde gerçekten kuşku uyan­ leymaniye mebusu ve Şirketi hayriye dıracak durum lar varsa karineye dayanıum um m üdürlerinden Hikm et B ey’in o ğ ­ lamaz. Kadının, gebelik devresi içinde lu. Süleym aniye’li Babanzade ailesinden. başka bir erkekle de cinsel ilişkide bulun­ Galatasaray lisesi’ni, İstanbul Üniversite­ d uğu kanıtlanırsa, babalık karinesi çürü­ si hukuk fakültesi’ni bitirdi (1934). Yargıç­ tülmüş olur. Çünkü böyle bir durum da en lık yaptı. G azeteciliğe Velit Ebuziya’nın az iki kişi için babalık karinesi doğacak ve Vakit gazetesinde çevirm en olarak baş­ gerçekte kimin baba olduğu anlaşılmaya­ ladı. Son posta, Doğu (Erzurum), Cumhu­ caktır. Bunun dışında, ananın g ebe kal­ riyet, Yeni sabah, Tasviriefkâr gazetelerin­ dığı zaman toplum un cinsel ahlak anla­ de yazı işleri müdürlüğü yaptı. Ziyat Ebuyışına aykırı düşen bir yaşam sürdüğü ka­ ziya ile birlikte Son saat gazetesini çı­ nıtlandığında da, babalık davası reddokardı. 1957’de Tercüm an gazetesini kur­ lunur. du. DP listesinden İstanbul milletvekili ol­ Babalık, K o n ya ’da yayımlanmış siyasal, du (1946). 1957’ye kadar önce DP, ar­ günlük gazete (1910-1952). Kurucusu ve dından Hürriyet partisi İzmir milletvekili sahibi Yusuf Mazhar Bey. 1917-1918 yıl­ olarak g örev yaptı. Çeşitli partilerin yayın larında Türk sözü adıyla yayımlandı. 1918 organlarında, A nkara’d a Zafer, Yenigün, kasımından sonra gene eski adıyla çıktı. Ulus; İstanbul'da Son havadis gazetele­ Önceleri haftada iki gün yayımlanırken 5 rinde başyazarlık yaptı. 1960 Kurucu nisan 1921 'den sonra günlük oldu. K on­ m eclisi’nde C H P ’li üye olarak bulundu. y a ’ nın başlıca düşün adamlarını sütunla­ Milli birlik iktidarının Basın yayın ve tu­ rizm bakanlığı (1960-1961) ve CHP'nin İs­ rında topladı. Ulusal Kurtuluş savaşı’nı iç­ tenlikle savundu; A nadolu halkını yürek­ tanbul, sonra da Çanakkale milletvekilliği­

1161

Hüseyin Şükrü Baban

ni yaptı (1961-1969). Milli güvenlik kon­ seyi iktidarı dönem inde kültür bakanı (1980-1981) oldu. Başlıca yapıtları: H itler ve nasyonal sosyalizm (1933), Yüzyılın büyü k kavgası Çin-Hus anlaşmazlığı (1968), A d e n a u e r (1968), Ho-Şi Minh (1968), Politika galerisi: büstler ve portre­ le r (1970).

BABANGİDA (İbrahim), Nijerya devlet başkanı, asker (Minna 1941). Ingiltere ve ABD’de kurslara katıldı. Biafra savaşı'nda (1967-1970) başarı gösterdi. Murtala Mu­ hammet’in askeri konseyinde yer aldı (1975). 1976'daki darbe girişiminin önlen­ mesinde etkili oldu. Cumhurbaşkanı Shagari'yi deviren darbeyi düzenleyenlerden bjriydi. D esteklediği general Buhari devlet başkanı olunca, genelkurmay başkanlığına atandı (1983). Konsey içindeki görüş ayrı­ lıkları nedeniyle bir darbe düzenledi; kon­ sey ve devlet başkanlığını ele geçirdi (27 ağustos 1985). Eski yönetimi, muhaliflerine ve sivil yönetim yanlılarına karşı sert tutumu nedeniyle kınadı. Siyasal suçluları serbest bıraktırdı.

BABANGİLER -

BANGİLET.

BABANİA. Mit. Urartular’da yukarı yurt tanrısı.

BABANLAR ya da BABANZADELER, kökeni baba Süleym an’a dayanan aile. İlk yönetim merkezleri olan Kala Çuvalan’da (Sülcymaniye yakınlarında) uzun süre kendi kurdukları ocağın (beylik) m u­ tasarrıflığını yaptılar. Ocağı ilk kez kurup çevre ilçeleri d . ele geçiren Fatih Ahmet adlı bir derebeyinin, daha sonra yöneti­ mi Süleyman Bey'e devrettiği (1669/70) söylenir. Böylece Süleyman Bey’in kar­ deşleri ve ardından da onların oğulları sı­ rasıyla mutasarrıf olarak başa geçtiler. Ancak, Baban ailesi içindeki çekişmeler sonucu ocak ortadan kalkınca, ailenin bi­ reyleri yörede ayrı yerlere dağıldı. Bun­ lardan Abdurrahm an Paşa'nın oğlu İbra­ him Paşa, Süleym aniye adını verdiği ye­ ni bir kent kurdu (1783). 1830’da sülale­ nin başına geçen Ahmet Paşa'nın Koi savaşı'nda Bağdatlı Necip Paşa'ya yenilme­ si üzerine bağım sızlık'arını y itird ile r (1847). Süleym aniye'de bugün eski Ba­ ban ailesinden pek ço k kişi bulunmasına karşın, yalnız Süleyman ıe İbrahim paşa­ ların torunlarına önemli büyüklükte to p ­ raklar miras kaldı. Babanlar'ın çoğu, ay rica hukukçu olarak sivrilip ün kazandığı gibi, Türkiye ve Irak'ta bakanlık yapanla­ rı da vardır. Babanzade Ahmet Naim, Prof. Şükrü Baban, Cihat Baban bu aile­ nin Türkiye'deki ünlü üyelerindendir.

BABANZADE AHMET NAİM, türk eği­ tim ci ve yazar (Bağdat 1872 - İstanbul 1934). Mektebi m ülkiye'yi bitirdikten son­ ra Hariciye nezareti'nde görev aldı ve ay­ nı zam anda Galatasaray sultanisi'nde arapça dersleri verdi. A rapçadan yaptı­ ğı çevirileri "B ed a ii a ra p ” başlığı altında Servet-i fünun dergisinde yayımlandı. II. M eşrutiyet’ten (1908) sonra Sebilürreşat dergisinde yazdı. İslamcılığın en önde ge­ len savunucularından biri olarak tü rk mil­ liyetçiliğine karşı çıktı, islam da dava-yı kavm iyet (1913) adlı yapıtında milliyetçili­ ği Batı'dan gelen ve İslam birliğine mu­ sallat olan bir hastalık olarak niteledi. Bu dönem de, M aarif nezareti yüksek tedri­ sat umum m üdürlüğü'nde görev aldı. Darülfünun’da felsefe dersleri okuttu ve bir ara Darülfünun eminliği (rektörlük) yaptı. Mütareke yıllarında Âyan üyesi oldu (1919). C um huriyet’in ilanından (1923) sonra yeniden D arülfünun’daki görevine döndü ve 1933 üniversite reform unda em ekliye ayrılıncaya kadar buradaçalıştı. BABANZADE İSM AİL HAK K I, türk yazar, siyaset ve bilim adamı (Bağdat 1876 - İstanbul 1913). Süleymaniyeli Ba­ banzade Mustafa Zihni Paşa'nın oğlu. Ahm et Naim ve Şükrü Baban’ ın kardeşi. Galatasaray lisesi'ni bitirdi. Mülkiye (Siya­

sal bilgiler) son sınıftayken, A bd ülh am it’ in okuttuğu m evlidin şekerini yem ediği için, bazı sınıf arkadaşlarıyla birlikte okul­ dan kovuldu. Ahm et C evdet’in ikdam ga­ zetesinde çalışm aya başladı. Meşrutiyet' in ilanından sonra Bağdat milletvekili se­ çildi (1908). Hüseyin Cahit Yalçın’ın Tanin gazetesinde dış politika yazıları ve Meclisi mebusan görüşmelerine ilişkin ya­ zılarıyla dikkati çekti. Hakkı Paşa kabine­ sinde M aarif nazırı oldu (1910). Meclis feshedilince (1911) yeni m eclise divani­ ye milletvekili olarak katıldı (1912). Gaze­ teciliğin yanı sıra M ülkiye m ektebi'nde anasaya hukuku dersleri verdi. Irak’taki osmanlı yönetiminin düzeltilmesi yoiundaki yazıları dış basında d a yankılar uyan­ dırdı. Bu yazılarını Irak m ektupları adı al­ tında topladı. Ali Reşat Bey ile birlikte D reyfus meselesi adlı bir kitap yazarak antisemitizmin (yahudi düşmanlığı) ne­ denlerini anlattı. Hukuku esasiye adlı ders kitabı üniversitelerde okutulan önemli kaynak kitaplardan biri oldu.

BABANZADE MUSTAFA Z İH N İ PAŞA, türk yönetici, yazar (İstanbul 1848 -ay.y. 1928). B a ğ da t’ta Mithat Paşa'nın mühürdarıydı. Çeşitli kentlerde m u­ tasarrıflık ve valilik yaptı. Yanya valiliği sı­ rasında Balkan savaşı'na girilmesine karşı çıktı; latin abecesini kullanmak için hare­ kete geçen Arnavutlar’a engel olmayaca­ ğını BabIâli'ye bildirdi. Rütbesi indirilerek Bolu m utasarrıflığına gönderildi. Halifeli­ ğin osmanlı hanedanına geçm esinin ta­ rihsel gerçekliğe uymadığını savunan bir kitap yazınca Kastam onu’ya sürüldü. Başlıca yapıtları: ilim ve İslam, M ikyas ül -ahlak, Kuvayı m aneviye, islam da hilafet.

BABANZADELER



BABANLAR.

BABASIZ sıf. Babası ölmüş olan kimse, özellikle çocuk için kullanılır; yetim: Beş yaşındayken babasız kalmıştı.

BABASOYLU sıf. Antropol. Yalnızca baba akrabalığına önem verilen soyzinciri için kullanılır. (Babasoylu toplumlarda, babanın, onun akrabalarının ya da ço­ cuklarının taşıdığı ad, sahip oldukları ay­ rıcalıklar ve üyesi oldukları sınıfın ya da klanın niteliği, kuşaktan kuşağa geçer; ana tarafından akrabalara hiçbir hak ta­ nı.;, naz.) BABASOYLULUK a. Antropol. Tüm üyeleri, kendilerini, gerçek ya da varsa­ yılan bir ortak atanın — kadın ya da er­ kek— tarafından torunları sayan tekçizgili soyzinciri grubu ya da soysopu. — ANSİKL. Babasoyluluk, toplum sal bir ilişkınlik grubu belirtir. Bu nedenle de bababirliğe dayalı bir gruptan ayrı tutulm a­ lıdır. Kadınlar (özellikle ana) aracılığıyla geçen biyolojik ilişki, genellikle kabul edi­ lir, ama birey, kadınların akrabalık g ru p ­ larını akraba olarak tanımaz. Tekçizgili bir akrabalık grubuna ilişkinlik dışında baba­ soyluluk, genellikle fiziksel, yasal ya da gi­ zemli (yaşam gücü, vb.) niteliklerin kalı­ tım ve aktarılma yollarını da öelirtir.Bu tür­ den tekçizgili akrabalık grubu, öbür tek­ çizgili g rup türlerinden (anasoyluluk, ikili soyzinciri) kesinlikle daha yaygındır. BABASSU a. Brezilya’da yetişen, 15-20 m yüksekliğinde gösterişli ağaç. (Orbigny cinsindendir; palm iyelerle aynı fam ilya­ dan.) Babassu her biri 150 g gelen ve etli kısmı lifli olan 200 kadar meyve verir. M eyve çekirdeği içinde, birçok yassı ta­ ne bulunur; bu tanelerden kopra (hindis­ tancevizi içi) yağına benzeyen ve yüksek o randa doym uş yağ asidi içeren sıvı bir yağ elde edilir. Brezilya'da kendiliğinden yetiştiği halde yıllık üretimi, 1977'den beri 150 000 tonun üzerindedir. BABATORUN, Hatay'ın Altınözü ilçe­ sine bağlı bucak; 15 747 nüf. (1990); 8 köy. Merkezi Babatorun (esk. Babı To­ run, Baotrun): 1 315 nüf. (1990).

BABAYAĞMUR, Yozgat'ın Sankaya ilçesi merkez bucağına bağlı belde; 1 863 nüf. (1990).

BABAYAN çoğl.a.(türkç b a b a ’nın fars. çoğl. bâbSyân). Esk. Tarikat babaları, şeyhleri; bektaşi şeyhleri. BABAYANİ sıf. (baba ve fars. -ane 'den babayâne, derviş gibi, dervişçesine). 1. Gösterişi olm ayan, özentisiz; görm üş ge­ çirm iş kimse için kullanılır. — 2. Bu tür bir kimseye özgü: B abayani b ir tavır takın­ mak. — 3. Özensiz, gösterişsiz: Sırtında babayani b ir m anto vardı. BABAYANİLİK a. Babayani olm a d u ­ rumu, niteliği.

BABA YERLİ sıf. Antropol. Evlenen ka­ dının, kocasının ailesi yanında oturması­ nı belirtm ek için kullanılır.

BABAYEVSKİY (Semyon Petroviç), sovyet yazar (Kuni, H arkov bölgesi, 1909). Köylü kökenli olan Babayevskiy, kollektifleşme üzerine anlatılar (Fierte (fr. çev ], 1936), kolhozların yeniden kurul­ ması üzerine romanlar (Lumıere sur la terr e [fr. çev ], 1947-1950) yazdı. Sonraki ya­ pıtları (les Soeurs [fr. çev ], 1958; le Fils rebelle [fr. çev ], 1961), militan bir yaşa­ mın yarı-yaşamöyküsel bir döküm ü olan Ce bas m o n d e 'dan (fr. çev.) [1968-69] ayrılır. BABAYİĞİT sıf. ve a. 1. iri yarı, güçlü kuvvetli kimse için kullanılır: B abayiğit bir delikanlı. — 2. Korkusuz, yürekli kimse için kullanılır: içinizde benim le güreşecek babayiğit varsa işte meydan. Neden böy­ le yaptıklarını açıklayacak b ir babayiğit çıkmadı. Babayiğit (The Piayboy o f the Western_ World), J.M . S ynge'in (1907) lirik traji -komedisi. Köy halkı, sarhoş babasını öl­ dürdüğünü söyleyen Christy M ahon’u çok iyi karşılar. Ne var ki, öldürüldüğü söy­ lenen baba yaralı olarak ortaya çıkar.Yalancı durum una düşen kahraman, namu­ sunu kurtarm ak için babasını yeniden öl­ dürm ek ister. Linç edilecek olur. Dokuz canlı baba, oğlunun imdadına koşup onu kurtarır ve bu arada kendisi de değişir; artık herkesle iyi geçinecektir. Oyunun ilk temsili olaylı itirazlara yol açtı: her türlü ulusal yücelme duygusuna ve ibsen tiyat­ rosuna yaraşır ağırbaşlılığa ters düşen bir dil ve üslupla “ köylülerim ize” iftira edili­ yor, dendi.

BABAYİĞİTLİK a. Babayiğit kimsenin niteliği, bu kimseye özgü davranış.

BABBAGE (Charles), İngiliz matematik­ çi (Teignmouth, Devon, 1792 - Londra 1871). Cam bridge üniversitesi’nde mate­ matik profesörüydü. 1833'ten başlayarak, Babbage kendini özellikle bir hesap ma­ kinesinin yapımına adadı. Analytical engi­ ne adı verilen makine sonlu artmalar he­ sabı üzerine dayanıyordu ve yalnızca dört aritmetik işlem için değil, işlem dizileri için de tasarlanmıştı. Buharla çalışacaktı. İngi­ liz hükümetinin mali desteğiyle, Babbage makinenin değişik parçalarını yapabildi. Ne var ki, makinenin karmaşıklığı devrin teknik olanaklarını aştığından, bunları hiç­ bir zaman bir araya getiremedi.Seri üretim üzerine yazdığı bir kitapta (Econom y of M achinery and Manufactures, 1832) ge­ liştirdiği işlemsel araştırma yöntemini, top­ lu iğne üretimine ve postaya uyguladı BABBAR, doğan güneşin süm er dilin­ deki adı ve güneş tanrının görünüm lerin­ den biri, BABBİT (Milton), amerıkalı besteci (Philadelphia 1916). 1938’de Princeton Üni­ versitesi’nde öğretim görevine atandı. Ay­ nı zam anda m atem atikçi olduğundan, m üziğin yanı sıra 1943-1945 arasında matematik de okuttu. Ülkesinde en ileri di­ zisel akımları temsil etti, bütünsel diziselliği ilk kez uyguladı.Özellikle çalgı müziği alanında ürün verdi: Three Compositions for Piano (1947), Composition for four Ins­ trum ents (1948), C om position for twelve instrum ents (1948; 1954’te kimi değişik­ likler yaptı). Babbltt, Sinclair Levvis'in romanı (1922).

Babıâli 1920’lerin yergili kroniği; roman, emlakçılıkla zengin olan ama ahlakçı tavrıyla is­ tekleri arasında ezilen George F. Babbitt in başarı ve başarısızlıklarını anlatır. Bab­ bitt adı, görüntü ve tüketim kültürünün ürünü olan "sıradan am erikalı” tipini ad­ landırm ak !çin kullanılan bir sözcük ol­ muştur.

BABEK, hürremiye adlı dinsel-siyasal hareketin İran kökenli önderi (öl. 838). M edayinli bir yağ tüccarının oğlu. Azer­ bayca n ’da, hürrem ilerin önderi Cavidan bin Sehl ile tanışarak yandaşlan arasına katıldı. Cavidan ölünce, onun ruhunun kendisine geçtiğini öne sürüp, Arran'ın dağlık Bazz bölgesinde yaşayan halkı A b­ basi Halifesi M em un’a karşı ayaklandırdı (816). Halife M em un’un gönderdiği kuv­ vetler hiçbir başarı elde edem edikleri gi­ bi, ayaklanm a Cibal bölgesine kadar ya­ yıldı. Mutasım halife olunca (833) kom u­ tanı A fşin’i Babek’in ayaklanmasını bas­ tırm akla görevlendirdi. B abek’i m eydan savaşında bozguna uğratan Afşin, ardın­ dan Bazz kalesini de ele geçirdi (837). Babek kaçtıysa da, A rra n ’da yakalandı, S am ara'da elleri ve ayakları kesilerek öl­ d ürüldü (838). XI. y y .’a kadar Bazz'da varlıklarını koruyan yandaşlarının bir bö­ lümü sonradan sunni müslüman oldu, ge­ riye kalanlar da ismaililer arasına karıştı. BABEL, B abil’ in ibranice karşılığı. Yeni Ahit’te Babel, putperest kentin simgesi R om a’yı belirtir. BABEL (isaak Em manuyloviç), sovyet yazar (Odesa 1894 - ? 1941). G orki’nin yüreklendirdiği Babel, doğalcı estetik çiz­ gisinde anlatı dizileri yayımladı. Yahudi kı­ yımlarının izlerini taşıyan çocukluk anıla­ rından sonra (Histoire d e m on pigeonnier [fr. çev.], 1925), Budennıy’ın ordusunda­ ki yaşantılarını renkli bir dille çizen Konarm iy'ı (1926) ve liman serserileriyle önder­ leri Benya Krik’i betim leyen Odesskie rasskazy'i (1931) yazdı. Ayrıca, oyunları (Zakat, 1928; Manya, 1935) ve ko le ktif­ leştirme üzerine tam am lanm am ış bir de romanı vardır. Troçkicilikle suçlanan Ba­ bel, 1 939’da tutuklandı. BABELEGİ, Bophuthatsvana’nın baş­ lıca sanayi bölgesi, Pretoria’nın K.-B.'sında.

lipp von Schvvaben ile ittifak yaptı; im pa­ ratorluk naipliğine atandı. Fransa'da Albililer’e, ispanya’da Mağribliler'e karşı sa­ vaştı, iki kez de Filistin’e gitti.Krain’ in bir bölüm ünü aldı; — FRİEDRİCH II Kavgacı (öl. 1246), 1230 ’dan 12 46 ’ya kadar markgraflık yaptı, M acarlar’a ve Bohemyalılar’a karşı savaştı. Babası im parator Friedrich ll'ye karşı başkaldıran Roma kralı H einrich VII von Hohenstaufen’i destek­ lediği için, imparatorluktan sürüldü. Friedrich ll’nin düşm anlarına karşı onunla ba­ rıştı ve Avusturya’ nın kalıtsal krallığa yük­ seltilmesi sözünü aldı. Am a ço k geçm e­ den M acarlar’a karşı bir sefer sırasında öldürüldü. Kendisiyle birlikte soyu d a tü ­ kendi.

BABESİOİDEA a. Om urgalıların ve özellikle m em elilerin alyuvarlarında asa­ lak yaşayan, çok küçük boylu protozoerleri içeren alttakım. (Uzun süre başka gruplarla akrabalıkları belirlenemeyen bu protozoerler, kist oluşturmadıkları halde, artık başlıbaşına ayrı bir öbek sayılm ak­ tadır.) BABESİYOZ a. (fr. babesiose; öz. a. B a b es’ten). Vet. Babesioidea alttakımından bir protozoerin (babesia ya da babesiella), kene sokmasıyla bulaşarak meme­ lilerin kanında alyuvarlara yerleşm esin­ den doğan asalak hastalığı. (Eşanl. babeSİELLOZ.) — ANSİKL. Kenenin sokm asından sonra

birkaç gün süren kısa bir kuluçka devre­ si yer alır; bu sırada asalak çeşitli orga n ­ larda (karaciğer,dalak) çoğalır, sonra küt­ le halinde kandaki alyuvarlara yerleşir. Al­ yuvarların yıkımı (mekanik, kimyasal, vb.) çok şiddetli hem oglobinüriye neden olur; bu d a hayvanları zayıflatır, hatta hayvan kırımına yol açar. Babesiyoz Türkiye’de sığır, at, koyun ve köpek gibi memeli hay­ vanlarda görülebilir. Tedavi için aralıklı olarak gonakrin ya d a zotelon (akaprin) iğnesi yapılır.

BABEŞ (Victor), rumen hekim ve bakte­ riyolog (Viyana 1854-Bükreş 1926). Ru­ am basilini ilk kez o tanımladı (1881). Sü­ rü hayvanlarında bulunan aiyuvariçi asa­ lakları ve bağışıklık kazanmış hayvanla­ rın kanının bağışıklık sağlayıcı nitelikler ta­ şıdığını keşfetti.

BABET a. Ayakkc. Dans ayakkabısın­

Kasaba yakınında; 112 700 nüf.

dan esinlenerek yapılmış, genelllikle d ü ­ şük ökçeli, dekolte tip hafif kadın ayakka­ bısı.

BABENBERG ailesi, Franken köken­

BÂBET a. (ar. bâbet). Esk 1. Yukarıdaki

BAB EL-UVED, Cezayir in kuzey semti,

li aile; adını, H einrich l’in kayınbiraderi gibi olan. — 2. Uygunluk. — 3. Alt bölüm. N ordgau (R egensburg’un K .’indeki böl­ ge) m arkgravı H einrich tarafından yaptı­ S) BABEUF (François Noel, G ra c c h u s — denir), fransız kuramcı ve devrimci (Saint rılan B abenberg şatosu’ndan aldı. Daha IX. y y .’ın sonunda güçlü olan aile, im pa­ -Ouentin 1760 - Vendöme 1797). Noyon’ da kadastro m em uru, sonra Santerre’de rator Otto II Avusturya markalığını kont Roye toprak komisyonu üyesi oldu. Tam Leopold l ’e verince etkisini daha da yay­ bir eşitlik öneren Collignon adlı bir ütopdı. Ailenin en önemli üyeleri şunlardı: LE­ yacının broşüründen (Prospectus d ’un OPOLD I Ünlü (öl. 994); 976 ’dan 994’e ka­ m em oire patrio tiq u e su r /es causes d e la dar markgraflık yaptı, Macarlar'dan Viya­ g ran d e misbre q u i existe partout, 1786) na bölgesini aldı; — LEOPOLD II Güzel (öl. etkilendi. 1787'de hükümete geniş bir ver­ 1095); 1075'ten 1095’e kadar markgrafgi reformu planı sunm ak üzere Paris’e git­ lık yaptı, Bohemyalılar’a başarıyla direndi; ti. Bu planı 1790'da le C adastre perpd— LEOPOLD III Sofu (1073-1136), 1095'ten tuel adlı bir broşürün Ö n sö zü nd e açıkla1136’ya kadar markgraflık yaptı, im para­ dıysa da bir sonuç elde edem edi. Bu ön­ tor H einrich IV’ün kızı Agnes ile evlendi. sözde, G racchus kardeşler tarzında bir 1 4 8 5 ’te ermişler listesine alındı; — LEO­ toprak yasası yapılması, yani toprakların POLD IV, 1136’dan 1141 ’e kadar markdağıtılması gerektiğini ileri sürüyordu. O graflık yaptı, üvey kardeşi imparator Konsırada Picardie köylülüğünün toprak üze­ rad IH’ten Bavyera dukalığını aldı (1138); rindeki geleneksel haklarını korum ak için — HEİNRİCH II Jasom irgott, 1 1 4 1 'den yürüttüğü savaşımlar içinde yaşaması, 117 7 ’ye kadar m arkgraflık yaptı, bir ön­ onun ilk devrim ci deneyi oldu. Yurtsever­ cekinin kardeşi, im paratorun Avusturya liği savunan kısa ömürlü bir gazete çıkar­ markalığını kalıtsal Avusturya dukalığına dı: 1792 ’de Somme genel m eclisi’ ne se­ dönüştürm esini sağladı (1156); — LEO­ çildi, M ontdidier’d e ilçe yönetmeni oldu. POLD V, 1177’den 119 4 ’e kadar markgraflık yaptı, Avusturya dükü unvanını aldı Bu sırada sahtekârlık suçundan gıyaben (1177), S teierm ark’ı topraklarına kattı mahkûm edildiyse de, yargıtay hükmü bozdu. R obespierre’in düşürülm esi üze­ (1192). Akka önünde (3. haçlı seferi) Arslan Yürekli R ichard tarafından hakarete rine Paris’e yerleşti. Orada bir süre robesuğraması üzerine, dönüşünde onu yaka­ pierreciliğe karşı çıktıktan sonra, mini­ layıp im parator H einrich IV'e teslim etti; mum yasasının ve "g ü d ü m lü ” ekonom i­ — LEOPOLD VI Şanlı, 1198’den 1230’a nin önemini kavradı. GRACCHUS BABEUF kadar m arkgraflık yaptı, W elf Otto IV von imzasıyla, çıkardığı le Tribün du peuple gazetesinde de bu tezleri sergiledi. "Eşit­ B raunschw eig’a karşı savaşımında, Phi-

ler Cum huriyeti” ™ kurm a ereğiyle, bu ga­ zetede özel m ülkiyetin kaldırılmasını ve toprakların ortaklaşa kullanımını savuna­ rak, kom ünist kuram lar geliştirdi (1795). 1796’ nın başlarında, halkın korkunç sefa­ leti ve Directoire’ın yetersizliği karşısında, komünizmi getirm ek için bir başka eylem biçim ini, doğ ru d an eylemi savundu. Babeuf, dostları Darthe ve Buonarroti ile bir­ likte, Directoire’ı devirm ek ve bu yeni reji­ mi kurm ak ereğiyle, kendi komünist yan­ daşlarından başka, birçok jacobin ve es­ ki terörcüyü de içine alan gizli bir örgüt kurdu. Ordu ve polis içinde de kolları bulunan bu eylem e “ Eşitler kom plosu" dendi. Mayıs 1796’da, Grisel tarafından C arnot’ya ihbar edilen komplocular tutuk­ landı. Babeuf ile Darthö, bir yıl sonra, Vendöm e’da ölüm cezasına mahkûm oldular (26 mayıs 1797) ve B abeuf’ün başarısız bir intihar girişim inden sonra, ertesi gün idam edildiler Bu arada, babeufçülerGrenelle garnizon birliklerini ayaklandırmaya çalıştılarsa da, başarı elde edemediler. A ralarından otuzu tutuklanarak kurşuna dizildi. Buonarroti’nin 1828’de yazıya dök­ tüğü Eşitler komplosu, Directoire tarihin ­ de basit bir olaydan başka bir şey değ il­ di; am a bunu kom ünizm i kurm a yolunda ilk girişim olarak gören XIX. yy. devrim ci­ lerini çok etkiledi. (-♦ b a b e u f ç ü l ü k .)

BABEUFÇÜLÜK a B abeuf’ün ve izle­ yicilerinin öğretisi. — A n s İk l . B abeuf'ün öğretisi, ağıtlarıyla bu akımın propagandasını yapan şair Sylvain M arechal’in yazdığı Eşitler manifestosu’nda özetlendi. Bu m anifestoda şöyie deniyordu: "Gereksinim lerini giderMek ve doğanın bütün nimetlerinden tat almak her insanın hakkıdır. Toplumun, bu eşitliği pekiştirmesi gerekir." Babeuf, ça­ lışmanın, herkes için zorunlu olması üze­ rinde duruyor ve şöyle diyordu: “ Yetenek ve çalışma bakım ından üstünlük denen şey, bir aldatm aca” olduğundan, ücretler eşit olmalıdır. “ Mallar d a ortaklaşa olm a­ lıdır; toprak kimsenin malı değildir ve ürün herkesindir.” Köylü, tarlasını işlemeye de­ vam etmeli ve ürününü ortak am bara ge­ tirmelidir. Hükümet, ortak bir eğitimin des­ tekleyeceği eşitliği koruyacak biçimde, ekonom iyi denetim altında tutmalıdır. Ba­ zılarının lüksü ile bazılarının sefaletinin ye­ rini, genel rahatlık ve sadelik almalıdır. Bu öğreti, bir üretim komünizmi değil, bir bö­ lüşüm komünizmiydi. Babeuf’ ün düşün­ cesi, Rousseau, M ably ve M orelly'nin ah­ lakçı komünizmlerinin ve mantıksal sonuç­ larına ulaştırdığı 1789 ilkelerinin mirasçısıydı. Ona göre, sağlam bir toplumsal eşit­ likle tamamlanmadıkça, hukuksal ve siya­ sal eşitlik yalnızca biçim de kalacaktı. Ote yandan, Terör dönem inde devletin ekono­ mik hayata müdahalesi, Babeuf'ün bir tür güdüm lü ekonomi düşüncesine varması­ na da yol açtı. Babeufçülüğün tarihsel önemi, kom ü­ nizmin ilk kez bir felsefeci düşü olarak de­ ğil de, bir siyasal program olarak ele alın­ m asından ileri geliyordu. Yöntemi, marxçılığın yöntemini haber veriyordu. Sınıflar savaşımı kavramını ileri sürüyor, proleter­ lerin "en iyi yol göstericileri” olan çıkarla­ rında bir dayanak noktası arıyor, ama dev­ rimin gerçekleştirilm esinde halka güven­ m ediği için de, bu işi isyancı bir azınlığa veriyordu. Babeuf’ün görüşleri, örneğin 1848 devrim cileri arasında, ço k geç etkili oldu. Bu görüşler, B a b eu f’e “ ilk etkin ko­ münist partinin kurucusu” diyen Marx ta­ rafından incelendi. BABHAEON, Osmanlı dönem inde Koy u n h is a r, K.-B. A n a do lu ’da, M arm ara d e n iz in in güneyinde kale, Yalova yakın­ larında. Osm an Gazi yönetim indeki osmanlı ordusu, Bizanslılar'a karşı ilk zafer­ lerinden birini burada kazandı (1301). BABIÂLİ (ar. b s b ve cali'den bab-ı câ li). 1. Osmanlı devletinde sadrazamlık maka­ mına verilen ad. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Os­ manlI devlet dairelerinin bulunduğu bina. (Bk ansikl. böl. Kur. tar.) — 3. Osmanlı

1163

Gracchus Babeuf Jules Porreau'nun gravürü (1846) Bibliothegue rıationale, Paris

Babıâli 1164

Babıâli tercümanı (solda) Atatürk kitaplığı, İstanbul

hüküm eti. — 4 . Gazetelerin çıktığı semt adından genelleşerek “ basın" anlamında kullanılır: Olayın B ab Iâ li'd eki yankıları. —ANSİKL. XVIII. yy. sonlarına kadar Paşa sarayı, Babı asafi, Vezir kapısı, Paşa kapısı diye anılan sadrazamlık dairesine Abdûlham it I dönem inde (1774-1789) Ba­ bIâli denm eye başlandı. Zam anla öteki­ leri unutturan bu terim, yabancılar tara­ fından "S ublim e Porte" biçim inde çe vri­ lerek osmanlı hüküm eti anlam ında kulla­ nıldı. XVII. yy. ortalarına kadar sadrazam la­ rın resmi bir makamı yoktu. Bu konum a yükselenler, genellikle saray yakınlarında bir konak kiralayıp bunun selamlık bölü­ münü Paşa kapısı olarak kullanırlardı. Devlet işleri Topkapı sarayı’nda Divanı hümayun’da görülürdü. Mehmet IV, 1654' te sadrazam olan Derviş Mehm et Paşa’ ya Alay köşkü’nün karşı sırasında bulu­ nan ve eski sadrazam lardan Halil Paşa' nın olan konağı verdikten sonra, onun da burasını döşetip Paşa kapısı yapması so­ nucu ardılı sadrazam lar bu binayı artık resmi makamları olarak kullandılar. Sad­ razam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ nın, eşi Fatma Sultan’ın (Ahmet lll’ün kı­ zı) bugünkü Cağaloğlu hamamının yerin­ de bulunan sarayının bir bölüm ünü yeni­ den düzenleyip Paşa kapısı olarak kullan­ ması üzerine Halil Paşa sarayı "eski Pa­ şa kapısı" ve Fatma Sultan sarayı da “ ye­ ni Paşa kapısı” diye anıldı. Patrona Halil ayaklanm asından ve Damat İbrahim Paşa ’nın ö ldürülüp Ahm et lll'ü n tahttan in­ dirilmesiyle Mahmut l ’in cülusundan son­ ra (1730) Fatma Sultan sarayı terk edile­ rek Halil Paşa sarayı, yine Paşa kapısı ola­ rak kullanıldı. 1739’ da yine Paşa kapısı yapılan Fatma Sultan sarayı, kısa süre sonra yandığından, bir kez daha eskisi­ ne taşınıldı. BabIâli’nin ilk çalışanları sayılan tevkii (reisülküttap), kethüdayı sadrıâlı ve çavuş­ ların çalıştığı daireleri kapsayan yapı 1 755’te, daha sonra da çeşitli tarihlerde yandı; bina yeniden yapılıp zam anla son şeklini alana kadar şu konaklar geçici bir süre sadrazam lık makamı olarak kullanıl­ dı: 1755 yangınından sonra K a d ırg a d a ­ ki Esma Sultan sarayı; 1808 yangınından sonra Beyazıt’ta Haşan Paşa hanı yakı­ nındaki Reis M ahm ut Efendi konağı; 1810 A lem dar M ustafa Paşa olayından sonra Beyazıt’ta M ürekkepçiler kapısıyla Haşan Paşa hanı arasındaki valide kethü­ dası Yusuf A ğa konağı; 1826 büyük Ho­ ca Paşa yangınından sonra Beyazıt’ta A ğa kapısı; 1838 yangınından sonra Be­ yazıt’ta bugün Edebiyat ve Fen fakültele­ rinin bulunduğu yerdeki N ecip Efendi ve ardından Zeynep Hanım konağı. 1911 ’de Dahiliye nezareti bölüm ü yandıktan son­ ra, orta yeri yapılm ayan bina iki bölüğe ayrıldı. Bugün bir bölü ğ ün d e İstanbul Vi­ layeti, ötekindeyse İstanbul Defterdarlığı bulunur. Yeniçeri ocağı’nın kaldırılmasından son­

$ | S < | ®

Babıhümayun (1478) Topkapı sarayı müzesi, İstanbul (Bizim yokuş), Rıfat İlgaz (Yokuş yukarı), ra devletin yönetim merkezi durum una Zekeriya Sertel (Hatırladıklarım), Sabiha gelen BabIâli’de işler içerde ve dışarda Zekeriya Sertel (Rom an gibi), Demirtaş olm ak üzere iki yönlü yürütülür ve bu g ö ­ C eyhun (B abIâli’nin şu son kırk yılı) vb. rüşm elere sadrazam ın başkanlığında yapıtlarında BabIâli’deki basın yaşamını şeyhülislam, kaptanıderya, kethüda, def­ terdar, reisülküttap efendi ve yüksek rüt­ dile getirdiler. 1970’lerden başlayarak birçok basıme­ beli öteki görevliler katılırdı. Bu arada na­ vi, yayınevi ve kitapçı, kentin başka böl­ zırlıkların kurulm asıyla yeni bir kim lik ka­ gelerine kaydı. zanan Babıâli (1826) ayrıca hüküm ete — Kur. tar. • Babıâli hademesi, Divanı hü­ yardımcı olarak Mecl.si vâlâyı ahkâmı ad­ m ayun’da görülen işlerin BabIâli’ye taşı­ liye ve Dârı şûrayı babıâli gibi iki büyük narak bütün devlet hizmetlerinin oradan kurum daha oluşturdu (1830). Abdülm eyönetilm eye başlanması üzerine görevli­ cit dönem inde (1839-1861) özellikle Âli ve Fuat paşaların sadrazamlıkları sırasında lerden sadaret kethüdası, reisülküttap, padişahın otoritesinin de üstünde bir güç çavuşbaşı, mektupçu, teşrifatçı, büyük ve kazanan Babıâli, tüm yönetim yetkisini ve küçük tezkireciler, beylikçi, ametçi, divitsiyasal etkinliği elinde toplayarak içerde tar, telhisçi, kethüda kâtibi, çavuşlar kâti­ bi, gedikli kâtibi gibi sadrazam dışında ka­ ve dışarda Osmanlı im paratorluğu’nu lan büyük m em urlara "Hadem e-i Babıâli” tam anlamıyla temsil etm eye başladı. ya d a “ Hademe-i Babıasafi’ ’dendi. 1835’te devleti yönetecek olanlara ayrın­ tılı bilgi verilmesi için M ahm ut ll’ nin bu bi­ • Babıâli hocası, kalemlerde çalışan genç nada kurduğu Babıâli hocalığı’nda M us­ kâtiplere, özellikle dil, okum a ve yazı ders­ tafa Reşit ve Mithat paşalar gibi ünlü dev­ leri veren düzenli öğretm enlerin unvanı. let adamları yetişti. XIX. y y .’ın ilk yarısına kadar devlet me­ A bdûlham it II dönem inde (1876-1909) murları yalnız arapça ile farsça’yı öğren­ m ek zorundayken, XIX. y y .’ın ikinci yarı­ yeniden saraya geçen yönetim yetkileri, sından sonra Avrupa dilleri bilen ünlü m ü­ II. Meşrutiyet duyu ru lup da bu padişah tahttan indirilene kadar böyle kaldı. Bal­ derrisler ve bilim adamları da bu göreve kan savaşı sırasında B abIâli’yi basan itti­ atandı. • Babıâli kalemleri, Babıâli ricalinin baş­ hat ve Terakki cem iyeti üyeleri, harbiye nazırı Nazım Paşa ile Kıbrıslı Tevfik Bey’i kanlığında çalışan daireler. İlk Babıâli ka­ öld ü rü p Kâmil Paşa başkanlığındaki hü­ lemleri Tuğrai tevkii, reisülküttap ve d a ­ kümeti düşürdüler. ( — BABIÂLİ BASKINI.) ha sonra da sadaret kethüdası dairelerin­ den oluşurken, M ahm ut II dönem inde Osmanlı İm paratorluğu ile birlikte tari­ he karışan BabIâli’nin bulunduğu bina, Dârı şûrayı Babıâli, Meclisi valayı ahkâ­ önce Büyük millet meclisi hükümetinin İs­ mı adliye ve ardından Tanzimat dönem in­ de kurulan Meclisi âli de bunlara katıldı. tanbul tem silciliğine verildi, sonra da İs­ • Babıâli kâtipleri, çeşitli kalem lerde çalı­ tanbul vilayet konağı oldu. şan görevliler. Bu dairelerin devlet m e­ — Basın. İstanbul’da basın ve basım ya­ şamının merkezi. S irkeci’den C ağ a loğ lu ’ murları kendi kuruluş yapıları içinde özel na kadar uzanan; yayınevlerinin, gazete olarak yetiştirildiklerinden önce, kâtip yönetim yerlerinin, basımevlerinin, kitab­ adayı adı altında uzun süre çalışırlar ve ancak iyice deneyim kazandıktan sonra e le rin in sıralandığı ca dd e (şimdiki Anka­ ra caddesi). Osmanlı im pa ra to rlu ğ u ’nda kâtipliğe atanırlardı. M em urlar her gün, hüküm et ve sadaretin bulunduğu yapı hatta bayram larda bile Babıâü’ye gelm ek anlam ına kullanılan sözcük, XIX. y y .’ın zorundaydılar. Sadrazamın izniyle nöbet­ leşe ya d a dönüşm eli olarak dışarı çıka­ sonlarına doğru, İstanbul basını için de kullanılan bir terim oldu. Türk basını, bilirlerdi. • Babıâli ricali, buraya bağlı kalem baş­ 1862’de Şinasi’nin Giritli Cemali E fendi’ k a la rın ın ortak adı. Nişancı, reisülküttap, nin evinde küçük bir basımevi kurarak daha sonra sadaret kethüdası ve çavuş Tasviri efkâr ı çıkartmasıyla BabIâli’ye yer­ ilk Babıâli ricalini oluştururken, Mahmut leşmeye başladı. Bu basımevinı öteki baII dönem inde Dârı şûrayı Babıâli ile M ec­ sımevleri izledi. Bu dönem den sonra ba­ lisi valayı ahkâmı adliye, ardından da Tan­ sın ve basım kavramları Babıâli adıyla öz­ deşleşti. Bu durum , C um huriyet’ten son­ zimat dönem inde kurulan Meclisi âli'nin Babıâli kalemlerine katılmaları üzerine bu ra d a sürdü. dairelerin başkanları da Babıâli ricalinden Babıâli ile ilgili basın ve edebiyat anıla­ sayıldı. rı birçok yapıta konu oldu. Ahm et Rasim (Muharrir, şair, edip), Hüseyin Cahit Yal­ ■ • Babıâli tercümanı, kalemin yüksek m e­ m urlarından biri olarak görevi, reisülküt­ çın (E debi hatıralar), Halit Ziya Uşaklıgil tap yabancı devlet elçileriyle görüşürken (Kırk yıl), Yakup Kadri Karaosm anoğlu çevirm enlik yapm aktı. Bu arada, ametçi (Gençlik ve edebiyat hatıraları), Necip Fa­ de tercüm anın anlatımını denetlerdi, zıl Kısakürek (Babıâli), Haşan izzettin Dina­ i — Kayn.) m o (Edebiyat anıları), Yusuf Ziya Ortaç

BabIâli baskını, ittihat ve Terakki’nin Balkan savaşı sırasında gerçekleştirdiği hüküm et darbesi (23 ocak 1913). Balkan savaşı’nın ilk evresinde yenik düşen Os­ manlI devleti, R um eli’de büyük toprak kaybına uğram ış,bulgar ordusu Ç atalca’ ya kadar gelmişti. Büyük devletler, BabI­ âli’ye verdikleri bir nota ile Edirne’nin Bul­ garistan’a bırakılmasını istediler (17 ocak 1913). Hürriyet ve itilaf yanlısı sadrazam Kâmil Paşa’ nın E dirne’den vazgeçm ek eğilim inde olduğunu düşünen ittihatçılar (1 91 2 ’de muhalefete düşürülmüşlerdi), uzun süreden beri düşündükleri ve hazır­ landıkları hüküm et darbesini uygulam a­ ya koydular. 23 ocak günü, Enver Bey (Paşa), Talay Bey (Paşa), partinin silahşörü Yakup Cemil, hatip Ömer Naci, Sapancalı Hakkı, Mustafa Necip, Hilmi ve M üm ­ taz beylerle daha otuz-kırk kadar ittihat­ çı, C ağaloğlu yönünde ilerleyerek BabI­ âli'yi bastılar. Dış sofada silah çekerek di­ renen sadaret yaveri Nafiz Bey, harbiye nazırının yaveri Kıbrıslı Tevfik Bey ve baş­ ka bazı görevliler ilk çatışm ada öldüler. Bu arada baskıncılardan Mustafa N ecip de yaşamını yitirdi. Hükümetin güçlü ada­ mı harbiye nazırı Nazım Paşa, Yakup Ce­ mil tarafından tabancayla öldürüldü. Sad­ razam Kâmil Paşa istifaya zorlandı. Ola­ yın ardından sadaret makamına ittihat ve Terakki yanlısı M ahm ut Şevket Paşa ge­ tirildi. ( - İTTİHAT VE TERAKKİ.)

B Babıhüm ayun,

Topkapı sarayı’nın Ayasofya müzesi’ne bakan büyük dış ka­ pısı (Saltanat kapısı d a denir). Fatih Sul­ tan M ehm et’in yaptırdığı Babıhüm ayun (1478) geniş bir g eçit bölüm üyle iç içe iki kapıdan ve bunların arasında sağlı sollu kapıcı koğuşları, mahzenler, merdivenler­ le çıkılan asma katta nöbetçi odaları, bir de üst kattan oluşuyordu. Son onarımı Abdüiaziz dönem inde gerçekleşen Babıhüm ayun'un üst katı İstanbul işgal altın­ dayken (1922) senegalli askerlerin ne­ den olduğu bir yangında yandı. Kesme taşlarla yapılmış olan kapının dış yüzün­ de celi hatla m üsennâ olarak yazılmış besm ele ve ayetler görülür. Öteki kapılar gibi gece gündüz kapıcılar tarafından ko­ runan Babıhümayun, her gün sabah eza­ nıyla açılır ve yatsıdan sonra kapanırdı. Boynu vurulm uş devlet adamlarının, ayaklanmacıların ve eşkıyanın kesik baş­ ları, bu kapının önünde sergilenirdi. A y­ rıca, ayaklanan yeniçerilerin de ilk hede­ fi bu kapı olurdu.

BABIKİRPAS a. ilhanlılar’da ordu ka­ rargâhı. (Sözcük Kirpas-ı muazzam deni­ len büyük divan çadırı ile ilgili olmalıdır. Rütbe ve derecelerine göre kendilerine ayrılan yerlere (kürsü) oturan emirler, il­ hanın çağrısı üzerine huzura girerler ya da ilhan em irlerin yanına çıkardı.) BÂBİ a. Babilik yandaşı.

ikincil bir kent olarak kaldı. Aşağı Mezo­ potam ya’da isin ve Larsa üstünlüğü elde etmek için çekişirlerken, Sumu-abum adlı amurrulu bir önder Babil'de bir krallık kur­ du (T. Babil hanedanı, 1894-1595); bu devlet akkadcanın yerel bir değişkesi olan babil dilini resmi dil olarak benim se­ di. ilk beş kralı komşularıyla savaştılarsa da, bir yüzyılın sonunda, ele geçirdikleri yerler yalnız Akkad ülkesinin K.-D.'sunda­ ki yarım düzine kadar ikincil kentle sınırlı kaldı. Bununla birlikte, Babil belki de bu dönem de hükümdarına eşine az rastlanır gelir kaynaklan sağlayan büyük bir kent oldu. Bu kralların altıncısı olan Hammurabi (1793-1750), iki Nehir ülkesi’nin öte­ ki krallıklarını yıktı. H am m urabi’nin kurduğu im paratorluk kendisinden sonra yaşamadı; ama Babil, bundan sonra, binyıldan uzun bir süre

aşağı yukarı bütünüyle Babil ülkesi (Babylonia) ya d a M ezopotam ya’yı kapsayan bir ülkenin başkenti oldu. Bununla birlik­ te, kendine özgü bir yazgısı da oldu. Babil, İ.Û. XVIII. y y .'a doğru, D oğ u ’ nun başta gelen kültür merkezi oldu. Ya­ zıcıları, sümerli komşularının izinden gide­ rek, süm er ya da akkad dilinde ilahiler, efsaneler, destanlar ve sihir, fal, tıp ve m a­ tem atik kitapları yazdılar. Böylece bütün Batı A sya’daki meslektaşlarını bilgilendir­ diler. B abil’ in b üyü k dinsel yapıları (M arduk-kentin tanrısı tapınak ve zigguratı) ilk olarak bu dönem de yapıldı. Bu büyük kentin ünü, Hitit Mursilis l’in gözü pekçe bir saldırıyla onu yağm ala­ m asına neden oldu (1595). Bunu iki yüz­ yıllık bir karanlık dönem izledi. Bundan sonra da yeni bir edebi etkinlik dönem i geldi. N abukodonosor l'in Elarn’a karşı

Babil Nabukodonosor'un sarayının kalıntıları, İ.Ö. VI. yy.

BABİL’ İN PLANI

1.

Kale

3.

Müze

4.

Asma bahçeler

5.

Nabukodonosor'un sarayı

6.

Ziggurat

7.

Kutsal ev

8. Kutsal kapı 9.

İştar tapınağı

10- Marduk tapınağı

BABİANA a. G üney A frika 'da yetişen soğanlı bitki. (Bazı türleri süs bitkisi ola­ rak yetiştirilir. Süsengiller familyası.)

#

BABİC (Ljubo), hırvat ressam (Jastre-

M

larsko, Zagreb yakınında, 1890 - Zagreb 1974). M anzara ve renk sanatçısı olarak, iki savaş arası "Z a g re b o kulu” nun en önemli ressamı oldu. Aynı zam anda d e ­ kor ressamı (1925’te Paris ödülü), kitap resimleyicisi (Shakespeare, Tolstoy), g a ­ zeteci, sanat tarihçisi ve kuramcıydı.

Kuzey kalesi

2.

öbür tapınaklar kapılar surlar kanallar mezarlar yeni kent palm iyelik Tören yolu

BABI HORA, Beskid dağlarında d o ­ ruk, Polonya-Çekoslovakya sınırında, K ra köw ’un G .’inde; 1 725 m.

BABİL, akkadca B a b ilu , Akkad ülkesin­ de kent ve çeşitli krallıkların başkenti. Fı­ rat’ın bir kolu üstünde bulunuşu B abil’de zengin bir tarımın gelişmesini sağladığı gi­ bi, onu M ezopotam ya’nın başlıca ticaret yolu üzerinde bir konak durum una da ge­ tirdi. • TARİH. Babil, tarihte görece olarak geç —Akkad döneminde (i. Ö. XXIII. yy.) — or­ taya çıktı ve U r’un düşüşüne değin (2003)

t

1000 m

Babil 1166

Babil kulesi (1563) Baba Bruegel’in yapıtı Kunsthistorisches Museurn Viyana

1 11 •

kazandığı zafer, bu etkinliği o sırada Ba­ ler’e geçilirdi. Bu mahalle, Fırat’a bağlı bil tanrılar tapınağında ilk yeri alan Marolan ve kentin çevresindeki su hendeği­ d u k'u n yüceltilm esine yöneltti. Aşağı Fı­ ni besleyen kanallar ağıyla kaplıydı. İki rat kentinin dini, bilimi ve edebiyatı, Asurbulvarı, yirmi dört b üyük caddesi, elli üç lular’ın gözlerini kamaştırdı. Asurlular i. Û. büyük ve altı yüz küçük tapınağı bulunan XIV. yy.’dan başlayarak ondan ço k şey kentin içinden iki büyük su kanalı geçiyor­ aldılar. Fakat, Aram iler’in istilasından ötü­ du. rü (XI. y y .’dan başlayarak) siyasal üstün­ Yatağı değişen Fırat’ın karşı kıyısında lük Babil’den A su r'a geçti, i. Ö. IX. yapılan yeni mahalleler, kente bir köprüy­ yy.’dan başlayarak, Asur kralları birbiri ar­ le bağlandı; bu köprünün 21 x9 m boyut­ dından B abylonia’yı cezalandırıcı sefer­ larında yedi kemer ayağı ortaya çıkarıldı. ler ve kutsal akkad kentlerine hac yolcu­ i. 0 . III. y y.’dan kalma çivi yazısı bir tab­ lukları düzenlediler. Fakat Teglatfalasar let, H erodotos’un anlatıları ve A lm anlar’ l ll ’ün ardından bu asurlu krallar, 7 2 8 ’de, ın R. Koldew ey yönetim inde düzenli bi­ kendilerini B abil kralı ilan ederek büyük çim de sürdürdükleri kazılar (1899-1917) kent halkının ulusal gururunu incittiler. Bir­ yıkıntı alanının büyük b ir bölüm ünü kap­ ço k kez bu yabancılara başkaldıran Ba­ layan N abukodonosor’un görkem li ken­ bil, 689 ve 6 4 8 'd e ya ğm a edildi. Am a tini düşlememize olanak sağlar. Bu yıkıntı A su r’dan sonra da varlığını sürdürdü ve alanında iştar kapısı kalıntıları hemen dik­ en görkemli dönemini "ka id e " sülalesinin kati çeker; bu kapının sonradan yapılmış egem enliğinde (626-539) yaşadı. Nabubir örneği Berlin m üzesi’nde bulunm ak­ polassar ve N abukodonosor II, anıtlarını tadır; üzerinde tanrı M arduk ve tanrı onarıp ilk durum larına getirdikleri kenti, A d a d ’ı simgeleyen boğa ve griffon betim­ üzerinde kutsal hayvan resimleri bulunan lemelerinin sıralandığı bu kapı, çokrenkm ine kaplı tuğlalarla süslediler. li, sırlı ve özgün tuğlalardan yapılmıştır. Babil krallığı Keyhüsrev'in fethinden BABİL DİLİ a. M ezopotam ya'da, ikibinli (i. 0 . 539) sonra ortadan kalktı; am a Ba­ yılların başlarında kullanılan akkad lehçesi. bil, 476-475’e kadar, kendilerine Babil Babil esareti, Y ahudiler’in B abil’de kralı diyen pers hüküm darlarının kışlık sürgünde kaldıkları dönem (i. Ö. 587 - i. Ö. oturm a yeri olarak seçildi. Babil, 5 2 2 ’de 538). Babil kralı Keyhüsrev'in fermanıyla ve 4 8 2 ’de, gene de bu yabancı egem en­ (538) sürgün dönem i sona erdi; ayrıca liğine başkaldırdı. İskender’in başkenti Ezra ve Nehem ya ile birlikte Kudüs tapı­ (331-323) olan Babil, Seleukos I kentin nağının ve kentinin yeniden yapım ına da yakınlarında Dicle Seleukeia’sını kurun­ bu ferm anla izin verildi. Yahudiler'in tü­ ca (301 ’e doğr.), tü m siyasal işlevini yitir­ mü İsrail'e dönm edi. Babil Talm ud'u M e­ di. Seleukos I, değerden düşen kentin nü­ zopotam ya’ya yerleşen bu cem aatler ta ­ fusunun bir bölüm ünü bu yeni kente yer­ rafından hazırlandı. Babil esareti, İsrail ta­ leştirdi. B abil’in yönetici çevreleri hellenrihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. leşerek kentlerinde bir tiyatroyla bir spor, okulu yaptırttılar. Her ne kadar İ.S.I. Babil esareti, (Büchlein von d e r babyyy .'d a hâlâ M arduk ibadeti sürm ekle bir­ lonischen G efangenschaft d e r Kirche) likte, çivi yazısı bırakıldı ve çöküşü hızla­ [1520], Luther'in yapıtı. Kilise’nin, Rom a’ nan Babil, ilkça ğ ’ın sonlarında, artık yal­ nın baskısı altında o lduğunu savunur. nız N abukodonosor'un tutsak edip bura­ Trento konsili'nin m ahkûm ettiği başlıca ya sürdüğü Yahudiyeliler'in torunları olan önerm eler bu yapıttan alınmıştır. Yahudiler’in dinsel etkinlikleriyle tanınıyor­ ■ Babil kulesi, Yaradılış'a göre, N uh ’un du. ( -> TALMUD.) torunlarının, gökyüzüne tırm anm ak için • ARKEOLOJİ. D ikdörtgen planlı kent, kurdukları kule. 16,5 km ’lik içiçe iki surla korunuyor, bun­ — ANSİKL. Kutsal Kitap'ın Babil kulesine ları geniş bir su hendeği kuşatıyordu. Fı­ ilişkin bölümünde anlatılan (Yaradılış XI, 9), rat nehri de m üstahkem bir rıhtımın ko­ b irçok kattan m eydana gelen ve son ka­ ruması altına alınmıştı. Kent, ancak iha­ tında bir tapınak bulunan büyük Babil ku­ net sonucu, "m uharebesiz ve savaşsız", lesi, gökyüzünü egem enliği altına alm ak alınabilmiştir. Büyük yollar, sekiz ana ka­ isteyen insanın kendini beğenm işliğini pıya ulaşıyordu. Kuzeyde tanrıça iştar’a simgeler. Bu tem a örneğin, yunan m ito­ (D oğurganlık tanrıçası) adanan kapı, as­ lojisinde, tanrıların evi O lym pos’a ulaşa­ lanlarla süslü 30 m ’lik bir tür g eçit aracılı­ bilm ek için, Pelion’u Ossa dağına yığm a­ ğıyla tanrı M ardu k’un b üyük tapınağı ya çalışan Devler'in efsanesinde de g ö ­ Esagila'ya giden Tören yo lu ’ na açılıyor­ rülür. Kutsal Kitap’ta saygısızlık sayılan bu du. Yüksekliği 20 m 'yi aşan bu tapınak, girişim in cezalandırılması (insanlığın da­ 550x450 m ’lik bir alanı kaplıyordu. Az ğılması), dillerin çeşitliliği bunun bir sonu­ ötedeyse yüksekliği 90 m ’yi bulan çokcudur. katlı kule (ziggurat) ya d a Babil kulesi yer — Güz. sant. XII. y y .’da bu tem a freskte alıyordu. Bu yapılar "E sag il” denilen ta b ­ (Saint-Savin), m inyatürde (Hortus delicilette kayıtlı kutsal sayı kurallarına kesin­ arum), mozaikte (Venedik, San Marco) iş­ likle uygun boyutlardaydı, iştar kapısın­ lendi. XIV. y y.’da Aziz A ugustinus'un Cidan resmi binaların bulunduğu mahalle­ vita sD e i(B . N. Paris) adlı yapıtının el yaz­ ye de gidilirdi. N abukodonosor’un büyük malarını süsledi. B e d fo rd saatleri (1433, sarayının kral dairelerinden Asma bahçeBritish Museum) dıştan dönemeçli bir kule sergiler. Baba B ruegel’in Babil kulesini | canlandıran tablosu bir inşaat şantiyesi­ ni nin detaylarını betimler (1563, Viyana müI zesi). Babil kulesi, ayrıca, K rakow ’daki j Wawel şatosu’ nda korunan flam an halıij sında, Saint-Germain-des-Pres’de (Paris, ® XIX. yy.) H. Flandrin’in fresklerinde görü­ lür.

ftf;, |İL t- *

i l

İ

BABİLEE (Jean

r

^

:

G u tm a n n , J e a n — d e ­ nir), fransız dansçı ve koregraf (Paris 1923). 1945-1950 arasında başdansçısı olduğu Champs-EIysöes baleleri'nde J. C harrat'nın Jeu d e cartes (1945), R. Petit’nin Delikanlı ve ölüm (1946) ve D. Lichine'in Karşılaşma (1948) adlı yapıtlarının pröm iyerinde dans etti. 1956’da kurdu­ ğu kendi topluluğuyla Sable, Camölöopard, la Boucle gibi düzenlemelerini sun­ du. 1959-1963 arasında tiyatroyla ilgilen­ di. M. B öjart’ın la Relne verfe'indeki Adam rolünü ilk kez yorum ladı (1963). 1966’d a J . Lazzini'nin M üsrif o ğu l’unu koregrafiledi ve başrolde dans etti. Ren ba-

lesi’ni yönetti (1972-73). Televizyon için P. B arbaud'nun algoritmasal müziği üzerine le Temps partage adlı yapıtı düzenledi. Babilöe, kuşağının en büyük dansçıların­ dan biri sayılır.

BABİLER, B abilik dinine inananlar. B ab’a ilk inanan kişi olduğundan evvelu m en âm ene (ilk inanan) unvanıyla da anı­ lan Molla Hüseyin Büşroye ile Hurûf-i hayy (yaşayan harfler) denilen 18 kişinin giriştikleri yoğun çabalar sonucu sayıları giderek artan babiler, kendilerine göste­ rilen tepkiye karşı İra n 'da yer yer ayak­ landılar. Bab hapse atılınca M olla Hüse­ yin Horasan’da ayaklandı, o da yakalan­ dı. Bir süre sonra kaçmayı başararak Bedeşt'e gitti. Burada, ülkenin çeşitli yöre­ lerinden gelen bab yandaşlarıyla bir to p ­ lantı yaptı. Toplantıya güzelliği ile de ta­ nınmış kadın şair Zerrin Tâc d a (Kurretülayn) yüzü açık olarak katıldı. Toplantı so­ nunda yeni din ilan edildikten sonra, Mol­ la Hüseyin M azerdan'a gitti ve orada Tebberri kalesi'nde babilerden oluşan bir kuvvet topladı. A ncak, gelen hüküm et kuvvetleri kaleyi teslim aldı; M oila Hüse­ yin Büşroye öldürüldü, babiler soykırıma uğratıldı (1850). Buna karşın babilerin ayaklanmaları durm adı, birbirini izledi. Bütün bu olaylar hüküm et kuvvetleri ta­ rafından acımasız bir biçim de bastırıldı. En sonunda, babiler, N iyaveran’d a Nasirettin Şah’a karşı başarısız bir suikast gi­ rişim inde bulununca, büyük bir bölüm ü yakalanarak işkenceyle öldürüldü. Kadın şair Kurretülayn d a öldürülenler arasın­ daydı. Nasirettin Şah, ayaklanmaların ön­ lenmesi ve ülkedeki esenliğin sağlanm a­ sı am acıyla aralarında bahailiğin kurucu­ su Mirza Yahya Nuri (Bahaullah) ve üvey kardeşi Mirza Yahya N uri'nin de (Subh-i ezel) bulunduğu ö nde gelen babileri Irak’a sürdü. Burada Bahaullah ile Subb-i Ezel arasında anlaşmazlık çıktı ve babilik, bahaiye ve ezeliye adlarıyla iki kola ay­ rıldı. Sayıca pek fazla olm ayan ezeliler, Bab’ın asıl öğretisini kendilerinin temsil et­ tiğini öne sürerler. Bahailer, Bahaullah’ ın oğlu A b d ulb ah a A b b as efe n di’ nin ön­ d erliğinde A vru pa ve A B D 'd e kendileri­ ne bir hayli yandaş buldular. G ördükleri baskı nedeniyle, babilerin bir bölüm ü de rus topraklarında A şh a ba d ’a sığınarak kendilerine bir cami yaptılar. Öğretileri rus doğubilim cileri tarafından incelendi. ( -♦ BABİLİK, BAHAİLİK.)

BABİLHANE



BABÜLHANE.

BABİLHANECİ -

BABÜLHANECİ.

BABİLİK, Bab unvanıyla tanınan Mirza Ali Muhammet'in kurduğu din. Babilik, ku­ rucusunun, önceki peygamberlerin belirli düzeydeki toplum lara seslendiklerini, kendi günündeki toplum lara seslenebile­ cek yeni peygam berlere gereksinme bu­ lunduğu yolundaki iddiasına dayanır. Bu nedenle Bab, peygam berliğin Hz. M u­ ham m et ile sona erm ediğini öne sürer ve kendisini bir tür p eygam ber (mehdi) ola­ rak görür. Bu konudaki iddialarını kendi­ sine Tanrı tarafından indirildiğini ileri sür­ d üğü Beyan adlı yapıtında biraraya ge­ tirmiştir. Bu kitabın içeriğini, şeriatın na­ maz, oruç, nikâh, boşanm a gibi konular­ la ilgili hükümlerinin ya kökten kaldırılması ya da değiştirilm esi, K u ran ’da ve öteki kutsal kitaplardaki cennet, cehennem , ölüm, yeniden diriliş, vb. kavram lar1" de­ ğişik bir biçim de yorum lanması, kıble ve mirasla ilgili yeni kurumlar kurulması, Tanrı'nın gelecekte p eygam ber gönderece­ ğine (men yuzhiruhu'llahu) inanm ak oluş­ turur. ismaili inançlardan da esinlenen bu dinde Bab, geçm işteki bütün peygam ­ berlerin temsilcisidir. O da, ötekiler gibi Tanrı'nın tekliğine inanır. Babiler* on d o ­ kuz sayısını kutsal sayar ve birçok konu­ da bu sayıdan yararlanırlar. Bu nedenle yeni bir takvim yapmışlardır. Bu takvime göre, yıl on dokuz ay ve her ay da on do­ kuz gündür. Son ay (alâ) oruç ayıdır. Bu oruç, fecirden gün batıncaya kadar sü-

Babur HELM, baron v o n B a b o (VVeinheim rer. Bab topluluğunu on dokuz kişi yöne­ zukluğu, yumuşak damak felci ve Claude tir. Herkesin on d oku z günde bir on d o - ' 1827-Weidling, Klosterneuburg yakının­ -Bernard-Horner sendromu ve karşıt yan­ da, 1894), Klosterneuburg tarım, ağaç kuz kişiye yemek vermesi zorunludur. Hu­ da, genellikle ağrı ve ısıya karşı bir hemikuk konusundaki hüküm lerde, özellikle yetiştiriciliği ve bağcılık okulu m üdürü ol­ anesteziyle birlikte hemipleji biçim inde cezaların hafifliği dikkati çeker. Örneğin, du. görülen bir çeşit soğanilik sendrom u. (Bu bir katile verilecek ceza, öldürülenin vâ­ sendrom om urga atardamarının uç kısmı­ BABOEN a. Tropikal Am erika'da yetişen rislerine 11 000 altın miskal ödem esi ve nın tıkanm asından ileri gelir.) ve virola ya da yayam adu adıyla da anı­ on dokuz yıl eşi ile sevişmesinin yasak­ lan ağaç. (Toprak sarısı ve soluk kahve­ Babinskl-Vaquez sendromu, lenfolanmasıdır. Boşanma hoş karşılanmarengi, parlak, o ldukça ince dokulu, çok siter menenjit, aort iltihabı ve Argyll-Rom akla birlikte, eğer boşanırsa erkek 90, yumuşak ve çok hafif odunu kontrplak ya­ bertson belirtisinin tabesle birlikte bulun­ kadın 95 gün sonra evlenm ek zorunda­ pımı için ince levha çıkarm aya çok elve­ duğu frengi kökenli sendrom. dır. Kadının eve kapanması ve örtünm e­ rişlidir. Ayrıca ince marangozlukta, silme, Bablt alaşım ı ya da m etali, kurşun si kaldırılmıştır. Her türlü alkollü içki, d i­ kabartm a ve sandık yapım ında da kulla­ kökenli beyaz alaşımlara anglosaksonlarlencilik ve dilencilere sadaka verm ek ya­ nılır.) ca verilen ad. saktır. Kadınlar m irasta erkeklerle eşit oranda pay alırlar. Bu hüküm lerin dışın­ B BABİTS (Mihâly), m acar yazar (SzekBABOL, İran’da kent, M azenderan’da, Hazar denizi vatanında; 115 320 nüf. d a B e y a r'da vergi ile hüküm ler de yer szârd 1883 - Budapeşte 1941). Edebiyat alır. B ab’ın d oğ duğu ve hapsedildiği yer­ BABOLSER, İran’da liman kenti, Hazar öğretmeniyken, savaş sırasında yazdığı ler, hac yeri sayılmıştır. denizi kıyısında, M azenderan’da B a b ol’ barışçı şiirlerin yol açtığı resmi kınamalar un K .’inde; 7 000 nüf. Balıkçılık; havyar üzerine öğretmenlikten ayrıldı. 1929'dan Babil’in asma bahçeleri, bizanslı Phihazırlama. Sayfiye yeri. başlayarak N yugat* (Batı) dergisinin or­ lon’un yazdığı sanılan D e septem orbis tak yöneticisi olan Babits, 1933’ten ölü­ miraculis adlı yapıta göre, antik dünyanın BABOR sıradağları ya da kabillyemüne kadar dergiyi tek başına yönetti. Ki­ yedi harikasından biri. Babil kralı Nabusl, Cezayir’de dağ kütlesi; uved Sahel’ mi zaman yapmacıklı yazan, sone gibi kodonosor M’nin (i. Û. 604-562) karısı için le ayrıldığı Büyük kabiliye'nin doğusun­ değişm ez biçim lerden hoşlanan usta şa­ yaptırdığı bahçeler, ayaklara oturan to­ da, Tel Atlasları’nın bir bölüm ünü oluştu­ ir, hümanist ve hıristiyan bir ülküye her za­ nozlar üstünde set set yükseliyordu. XX. rur; cebel B a b or'd a 2 004 m.Kütle, G .’e man bağlı kalmakla birlikte, örnek olarak yy.'ın başlarında alm an arkeolog R. Koldoğru Bicaye körfezini kapatır. Bu yağış­ ilkçağ sanatıyla büyük İngiliz lirik şairleri­ dew ey’in kazılarında, saray yapılarıyla bir­ lı ve koruluk bölgede, bir bölüm ü berbe­ ni aldı. D ante’nin ilahi K o m ed ya 'sı başta likte ortaya çıkarılan kalıntıların bu bah­ rice konuşmayı sürdüren Kabiller, köyler­ olm ak üzere Shakespeare, Poe, Baudeçelere ait olduğu sanılıyor. de ya d a dağ yam açlarındaki kasabalar­ laire’den çeviriler yaptı ve birçok lirik şiir d a yaşarlar ve özellikle ağaç yetiştiricili­ BABİNE l a k e , K a nada’da göl, İngi­ kitabı yayımladı: Leveiek irisz koszorujağiyle (zeytin ve incir ağaçları) geçinirler. liz Kolom biyası’nda, Hazelton’un G .-D .’ b o l (1909); Herceg, hatha m egjön a tel sunda. Bakır yatağı. BABRİAS, BABRİOS ya da BABRİis? (1911); Recitatif[fr. çev ] (1916); NyugUS, yunanlı masalcı (i. S. II. yy.). Suriyeli talansag vûlgye (1920); Sziget es tenger BABİNGALAR - BİNGALAR. olduğu sanılır. Aisopos masallarını m an­ (1925); Les dieux meurent, l ’hom m e vit BABİNGER (Franz), alm an tarihçi ve zum olarak düzenledi. [fr. çev ] (1929). Ayrıca romanları (A Goltürkolog (VVeiden 1891 - Durazzo 1967). yakalifa, 1910; Timar virgil Fia, 1922; Ha­ ■ BABUİN a. (bab- sesinin taklidinden). W ürzburg ve M ünih’te tarih okudu. İslam lat Fiai, 1927) ve denemeleri (Probldmes Zenci Afrika’da ve Arabistan’da yaşayan sanatı tarihi alanında uzmanlaştı. Birinci de littârature [fr. çev.] 1917; Gondalat esdarburunlu m aym un. (Burnunun köpek D ünya savaşı boyunca türk ordusunda iras, 1922; A z Europai Irodalom Törteneburnunu andıran biçim inden dolayı köçeşitli cephelerde görev yaptı. Berlin Ünite, 1934) de vardır. pekbaşlı m aym un da denir. Cinsi Papio, versitesi’ nde İslam bilimleri doçenti, uzunkuyruklum aym ungiller familyası.) BABİ YAR, Kiev (Ukrayna) çevresinde 1924’te profesör oldu. Naziler iktidara ge­ —ANSİKL. Babuinlerin yedi türü vardır ve bulunan vadi. 1941’de çoğunluğunu Yaçince görevden ayrılmak zorunda kaldı. bunların çoğuna hayvanat bahçelerinde hudiler’in oluşturduğu 10 000’den fazla Konuk profesör olarak Bükreş ve Yaş üni­ rastlanır. Bu m aym unlar kalabalık to p lu ­ la insan burada Alm anlar tarafından kat­ v e rs ite le rin d e ö ğ re tim ü yeliğ i yaptı luklar halinde ve b irçok dişi bir erkeğe ledildi. Naziler bu cinayetin izlerini yok et­ (1935-1943). Münih Ü niversitesi’nde Ya­ bağlı olarak yaşarlar. Erkeklerden çok da­ meye çalıştılar. 1941 den sonra, sovyet kındoğu tarih ve kültürü, türkoloji dersle­ ha küçük olan dişilerde, âdet görm e d ö ­ ri verdi. Türk tarih ve kültürü üzerine bir­ makamları bu olayların anısını giderm ek nem inde, kıç nasırları iyice renklenir. Ba­ çok yapıt ve makale yayımladı. Başlıca istediler; buraya bir stadyum yaparak, bu­ zı türlerin (mandril) yüzleri de rengârenkranın görünüm ünü değiştirm ek istediler. yapıtları: Scheijch Bedrettin (Şeyh Bedret­ tir. G üney A frika'da, sürülerin korunm a­ tin), 1921; Osmanlı tarih yazarları ve esen Yahudi olmayan Yevtuşenko'nuh şiiriyle sında dişi babuinlerden yararlanılır. Bes­ teri (Die G eschichtschreiber der Osma(1961) Anatoli Kuznetsov'un bir romanı, lenmeleri hepçildir, am a daha çok bitki­ nen und ihre Werke), 1927; Rumehshe iktidarın bu konuda karşılaştığı m uhale­ lere dayanır. streifen (Rumeli akınları), 1937; M ehm et feti açıkça dile getirir. Babi Yar'a hiçbir d e r E roberer u n d Seine Zeit, VVeltenstüranıt dikilmedi. BABUL a. BABLAH’ın eşanlam lısı. m e r e iner Zeitenw ende (Fatih Sultan BABKA a. (baklacık anlam ında macarBÂBÛNE ya da BÂBÛNEC a (fars M ehm et ve zamanı, bir çağ sonunun ca söze.). Nümism. Nominal değeri çok babune, babunec). Esk. 1. Papatya, pa­ akıncısı), 1953; Aufsatze u n d A b h a n d lundüşük olan eski bir m acar bakır parası, patya çiçeği. — 2. B âbûne-i gâv, sarı pa­ gen zu r Gesch, südasteuropas und d e r ilk kez M acar kralı Lajos II (1506-1526) patya, sığırgözü. Levante (G üneydoğu A vru pa ve Levan­ dönem inde bastırılan b a b ka ’lar, osmanlı — Dilbil. Sözcüğün aslı fars. "b â b û n e ” dir. ten üzerine bilimsel araştırma ve m aka­ egem enliğindeki M acaristan’da da ge­ A rapçaya "b â b û n e c ” olarak geçmiştir. leler), 3 cilt, 1962-1976. çerli sayılmış, ancak vergi ödem elerinde Osm anlıcada bu iki biçim yanında "bâ BABİNGTON (Anthony), İngiliz suikast­ değerinin biraz altında işlem görm üştür. bâ d ye ” olarak da kullanılmıştır. çı (Dethick, Derbyshire, 1561 - Londra (BAPKO, BATKA da denir.) BÂBÛNEC — BÂBÛNE. 1586). Mary Stuart’a bağlı bir katolikti. Ni­ BABLAH a. A frika ’da (Sudan ve Mısır) san 1586’da papaz John Ballard ile bir­ ve H indistan'da yetişen bir akasya türü­ ■BABUR ya da BABÜR (Zahirettin M u­ likte, Elizabeth’i öldürmeyi amaçlayan bir ham m et) [Andican, Fergana, 1483 - Agnün (Acacia arabica) bazı varyetelerinin suikast düzenledi. Yabancılarla, özellikle ra 1530], Hint-Türk im pa ra to rlu ğ u ’nun baklası. Tanence çok zengin (% 30) ol­ ispanya kralı Felipe II ile ve o sırada ha­ (Baburlu devleti) kurucusu. Soyu baba ta­ d uğundan sepicilikte ve boya sanayisin­ piste olan Mary Stuart’ın kendisiyle b ağ ­ rafından Timur'a, anne tarafından Cengiz de kullanılır. (Eşanl. BABUL.) lantı kurdu. Gizli mektupları ele geçirilin­ Han’a dayanır. Fergana emiri olan babası ce iskoçyalı kraliçenin yazgısı da belli ol­ Bablekan, halay türü bir halk oyunu. Ö m er Şeyh Mirza'nın ölüm ü üzerine, he­ Kadın erkek birlikte, davul zurna eşliğin­ du. Babington idam edildi. nüz 11 yaşındayken Fergana’da tahta de oynanan oyunda kar, tipi, fırtına gibi çıktı (1494). Fergana topraklarını ele ge­ BABİNGTONİT a. (fr. babingtonite). Mid oğa olaylarıyla m ücadele simgelenir. çirm ek için harekete geçen amcası Sener. Doğal dem ir ve kalsiyum çift silikat. Doğu A n a do lu ’da, özellikle Van yöresin­ m erkand hanı Ahmet Mirza ve dayısı Taş­ Babinskl belirtisi. Nörol. Küt uçlu sivri de yaygındır. kent hanı Mahmut Han'ın püskürtülmesiybir nesneyle ayağın dış kenarı uyarılarak le sonuçlanan savaşlarda ilk askerlik de­ BABO (Josef MariusVON), alm an oyun taban derisinde refleks yoklaması yapıl­ neyimlerini kazandı. 1496'da atası T im ur’ yazarı (Ehrenbreitstein 1756 - Münih dığı zaman ayak başparmağında görülen un başkenti S em erkand’ı ele geçirdi. An­ 1822). Goethe’nin Götz d e Berlichingen yavaş ve çarpıcı gerilme. Böyle bir uyarı cak, çeşitli karışıklıklar nedeniyle dört ay adlı yapıtından esinlenerek yazdığı tarihi yapıldığında normal kişinin başparm ağı sonra burasını boşaltmak zorunda kaldı. oyunu Otto de Wittelsbach (1781) büyük aşağıya, yanı tabana doğ ru bükülür. Pi­ 1501’de Özbek hükümdarı Şeybani Han’a, başarı kazandı. ramidal yolda bir lezyon bulunduğunu Ser-i Pül’de yenildi; tahtını ve ülkesini yiti­ gösteren Babinski belirtisi çoğu zaman BABO (Lam precht, baron VON), alman rerek dayısı Taşkent hanına sığındı; bir sü­ ö bü r ayak parm aklarının birbirinden tarım bilim ci (M annheim 1790- VVeinheim re göçebe hayatı yaşadı. Şeybani Ozbekuzaklaşması refleksiyle birlikte görülür 1862). Freiburg Ü niversitesi'nde kimya leri'nin artan gücü karşısında kendisine ye­ (D uprö yelpaze belirtisi). profesörlüğü yaptı. D er Weinbau (Bağcı­ ni topraklar aradı: Hindu Kuş dağlarını aşa­ lık) [1840-1842]; D er Weinstock und VaBablnskl-Nageotte sendromu. Nö­ rak Kabil'i savaşsız ele geçirdi ve yeni dev­ rietaeten (Asma ve türleri), [1857] adlı ya­ rol. Lezyonun bulunduğu yanda bir be­ letinin başkenti yaptı (1504). Ertesi yıl Sind pıtların yazarıdır. — Oğlu AUGUST WİLyincik sendrom unun yanı sıra yutm a bo­ kıyılarına kadar ilerleyerek bazı Afgan ka-

1167

Mihâly Babits Oszkâr Glatz’ın yapıtı (1930) Macaristan Bilimler akademisi yağlıboya tablo galerisi

babuin

Babur 1168

Babur

Babüsselam Topkapı sarayı İstanbul

hilelerini cezalandırdı. Ozbekler'in boşalt­ tığı Horasan'a yürüdüyse de, Kabil'de çı­ kan bir ayaklanma yüzünden geri dönmek zorunda kaldı (1506). Padişahın unvanını alarak Timurlular soyunun en büyüğü ol­ duğunu ilan etti. Şeybani Han’ın, Şah İs­ m ail’e yenilerek öldürülmesi üzerine yeni­ den Maveraünnehir seferine çıktı (1511). Buhara ve Semerkand'ı ele geçirdiyse de Safeviler'in G acduvan'da Û zbekler'e ye­ nilmesi üzerine, önce Hisar’a sonra Cey­ hun’un kuzeyine çekilmek zorunda kaldı. Şah İsmail'in Çaldıran'da Osmanlılar’a ye­ nilmesi üzerine Kâbil’e döndü; burayı fe­ tihlerinin hareket noktası yaptı. Orta Asya’ daki girişimlerinin başarısızlığa uğraması üzerine Hindistan’a yöneldi. 1519’d aS ind ırmağını geçti; Pencap ile Sehab arasın­ daki bölgeye egemen oldu. Ertesi yıl Bharat, Siyalkut, Seyyitpur kentlerini, 1522'de Kandahar’ı ele geçirdi; Seyhun, Sind ve Belucistan arasındaki topraklarda ege­ menliğini kabul ettirdi. Delhi sultanı İbrahim Ludi adına Lahor’u yöneten Devlet H an’ ın çağrısı üzerine Pencab’a girdi. Ludi'nin gönderdiği orduyu yenerek Pencab'ı ve Lahor'u aldı (1524). 1526'da İbrahim Lud i’nin büyük ordusunu Panipat’ta ağır bir yenilgiye uğrattı; ardından Delhi ve A g ra ’ yı alarak Hint-Türk imparatorluğu'nu kur­ du. Bundan sonra da olağanüstü bir ça­ bayla asi afgan beyleri, Ludiler, Racputlar, Beluciler ile savaştı. Çitor racası Rana Sanga'nın yönetimindeki Racputlar'ı Hanua’da yendi ve Racastan'ı ülkesine kattı. Asi afgan emirlerini çevresinde toplayan Mahmut Ludi'yi yendi (1529). Ganj'ı geçe­ rek Bengal sultanına egemenliğini kabul ettirdi. Aynı yıl Luknov'u zaptettikten son­ ra A g ra ’ya döndü. Oğlu H üm ayun'u ve­

liaht atadıktan sonra öldü. (Babur’un, Hü­ m ayun tarafından zehirletildiği ileri sürü­ lür.) Babur büyük bir devlet kurucusu, yete­ nekli bir komutan ve güçlü bir şairdi. Yal­ nızca kendi yeteneği ve iradesiyle kurdu­ ğu devlet yüzyıllarca yaşadı. Yoğun siyasi ve askeri işleri arasında ava ve eğlenceye ayıracak zamanı bulurdu. Sık sık düzenle­ diği içki meclislerinde döneminin en ünlü sanatçıları ile söyleşmekten hoşlanırdı. Ba­ bur usta bir nesir yazarı, iyi bir şair olarak tanınır. Edebiyat, fıkıh, tasavvuf konularıy­ la ilgili yapıtlar da kalem e almıştır. Babürnam e * ya da Vakayi adını taşıyan özyaşamöyküsü, çağatay nesrinin en ba­ şarılı ürünlerindendir. D ivan'ında akıcı di­ liyle içtenlikli anlatımı dikkati çeker. Edebi­ yat ve dil konularıyla yakından ilgilenerek türk nazım türleriyle ilgili bilgiler de veren bir A ruz risalesi yazmış, “ hatt-ı Baburı" di­ ye anılan bir yazı icat etmiştir. Mübeyyen adlı yapıtı manzum bir fıkıh kitabıdır. Hace Ubeydullah Ahrari'nin tasavvufla ilgili Risale-i vaiidiye'sini de mesnevi biçiminde türkçeye çevirmiştir. ( — Kayn.) ■

BABURLU DEVLETİ -

HİNT-TÜRK

İMPARATORLUĞU.

BABUŞKİN (ivan Vasilyeviç), rus d ev­ rimci (Ledenskoye, Vologda ili, 1873 Misovsk, bugün Babuşkin, Buryat özerk cumhuriyeti, 1906). Yekaterinoslav ve Petersburg’da, işçi sınıfının kurtuluşu için mü­ cadele birliği’nin etkin bir üyesiydi. Lenin’e iskra adlı gazetenin yayımlanmasında yar­ dım etti. Birçok kez tutuklandı ve sürgüne gönderildi. 1905 Devrim i’ne katıldığı için, Misovsk garında kurşuna dizildi. BABUYAN adaları, Filipinler'de, Luzon adasının K.’inde uzanan yanardağ kökenli takımadalar. BÂBÜK sıf. (fars. bâbûk). Esk. 1. Papat­ ya çiçeği. — 2. Aptal, alık ya da çılgın kim­ se için kullanılır. BABÜLHANE ya da BABİLHANE a (ar. BSbül, Babil ve fars. h â n e 'den BSbül -hane). Esk. 1. G e n e le v .— 2. Tem beller yurdu. — 3. Hırsızlar ocağı. — Dilbil. B a b ü lsözcüğünü ar. bevi, sidik' ten getirenler olmakla birlikte Babil kent adının arapça söylenişine bağlayan Şem­ settin Sami’nin açıklaması doğru olsa ge­ rek. Burada ayıp sayılan bir sözcüğü, üs­ tü kapalı bir biçim de verme çabası görül­ mektedir. BABÜLHANECİ ya da BABİLHANECl a Esk. Genelev patronu. BABÜLLÜK a. (ar. Babül, B abil'den bâbüllük). Esk. Genelev.

BABÜLMENDEB (“ Gözyaşları kapısı” ), Kızıldeniz'i Hint okyanusu'na bağlayan bo­ ğaz. Yaklş. 25 km genişliğinde. Arabistan kıyısı ile Afrika arasında, Süveyş kanalı tra­ fiğine bağlı olarak, stratejik ve iktisadi bir rol oynar.

BABÜR ->

BABUR.

BabümAma, B abur’un Çağatayca anı­ ları. Vakayi diye de anılır. B abur’un 11 ya­ şında tahta çıktığı 10 haziran 1494’ten 7 eylül 1529’a kadar olan dönemi kapsar. Bazı bölümleri kaybolmuştur. Babur olay­ lara, insanlara, gezip dolaştığı yerlerde gördüklerine büyük bir merakla yaklaşır; etkilendiği şeyleri canlı, açık, aydınlık bir üslupla anlatır. Savaşmak kadar eğlenme­ yi, edebiyat ve sanatla ilgilenmeyi de önemsediği, bunları uyum içinde sürdür­ düğü görülür. Gittiği her ülkenin coğrafya ve iklim yapısını, hayvan ve bitki dokusu­ nu, tarihsel ve doğal güzelliklerini, halkın yaşama biçimini, inanç ve göreneklerini, kullandıkları teknik araçları vb. ayrıntılı bir biçim de anlatır. Başka ulusların özellikleri­ ne, din ve inançlarına hoşgörüyle yaklaşır. Dilindeki yalınlık, üslubundaki açıklık ve akıcılık, tasvirlerindeki canlılık ve şiirsellik, Babürnâm e'yi bütün türk edebiyatının en önemli yapıtlarından biri haline getirir. Bu­

güne değin üç nüshası bulunmuştur. Farsçaya, İngilizceye, almancaya, fransızcaya çevrilmiş, Reşit Rahmeti Arat tarafından Türkiye türkçesine aktarılmıştır: Vakayi, Babur'un hatıratı (2 cilt, 1943, 1946, TTK ya­ yını); 2. bas. Babürnam e, B a b ur'u n hatı­ ratı (3 cilt, 1986, MEB yayını).

BABÜROĞLU (Selahattin), türk siyaset adamı (Erzurum 1923). Harp okulu ve İs­ tanbul Teknik üniversitesi inşaat fakültesi’ ni bitirerek askeri m ühendis oldu. Georgetown Dil enstitüşü'nde okudu. Askerlikten ayrılarak (1960) iller bankası genel m üdü­ rü oldu (1961-1965). 12 Mart’tan sonra Ni­ hat Erim başkanlığında kurulan hükümet­ te parlamento dışından imar ve iskân (1971) ve ulaştırma (1972); Sadi Irmak baş­ kanlığındaki hükümette imar ve iskân ba­ kanlığı yaptı (1974). Cumhurbaşkanı kon­ tenjanından senatör seçildi (1974). CHP’ye girdi (1975). Bu partiden katıldığı seçimle­ ri kazanamadı. Irmak hükümetindeki ba­ kanlığı sırasında kıyılarda özel bina yapı­ mını yasakladı. Babüssaade, Topkapı sarayı'nın üçün­ cü kapısı (Enderun ya da harem kapısı da denir). [ — AKAĞALAR KAPISI.] || Babüssa­ ade ağası, Osmanlı sarayında bulunan akağaların başı. (Kapı ağası da denir.) [Bk. ansikl. böl.] — ANSİKL. Babüssaade ağası, XVI. yy. sonlarına kadar darüssaade ağalığı (kızlar ağalığı) da üzerinde bulunduğundan, sa­ raydaki bütün ak ve siyah hadımağaların başı ve sarayın en yüksek görevlisiydi. XVI. yy. sonlarında kızlar ağalığı görevi, babüs­ saade ağalarından alınarak siyah hadım­ lara verildi. XVIII. yy.'da Ahm et III döne­ minde saray amirliği silahtarlara verilince yetkileri büsbütün daraldı. Akağalar kapı­ sının yanında bulunan bir odada oturan babüssaade ağalarının maiyetinde, akağalardan olan miftah, peşkir, ibrik ve şerbet gulamları vardı. Babüssaade ağaları baş­ larına selimi kavuk, üstlerine seraser kuma­ şa dikilmiş samur kürk giyerlerdi. XVI. yy.'da 90 akçe gündelikleri, 3 000 akçe kuşak bedelleri ve 18 000 akçe yıllık gelir­ leri vardı. Protokol bakımından vezirlerle eşit düzeydeydiler. Gözetimlerinde yakla­ şık yetmiş cami bulunur, bunların vakıfla­ rının gelir fazlası, padişaha sunulmak üzere babüssaade ağalarına verilirdi. Dış göreve atandıklarında genellikle vezir rütbesi alır­ lar ve Mısır valiliğine gönderilirlerdi. Babüsselam, Topkapı sarayı’nın ikinci kapısı (orta kapı da denir). Fatih Sultan Mehmet dönem inde (1451 -1481) yalın bir biçimde yapılan kapının sağına ve soluna Kanuni Sultan Süleyman dönem inde iki kule eklendi. Babüsselam’ın biri dışa, öte­ ki iç avluya açılan iki büyük kapısı arasın­ daki bölümüne “ kapıarası" denirdi. Padi­ şahın gazabına uğrayan devlet adamları azil, sürgün ya da idam fermanları gelin­ ceye kadar kapıarasında gözaltında tutu­ lurlardı. Kapıyı, kapıcıbaşı ağa’nın yöneti­ mindeki "bevvabân-ı dergâh-ı âli” denilen kapıcılar korurdu. Babüsselam, bugün Topkapı sarayı müzesi’nin giriş kapısı ola­ rak kullanılmaktadır.

BAB ÜZ-ZİRA, Ü rdün'de arkeolojik alan. Ûlüdeniz’in doğu yakasında Lisân yarım adasındadır. Eski bronz çağından kalma (İ.Ö . 3000-2200) surlarla çevrili bir kentle mezarlığını kapsar. Mezarlıkta, üç ayrı tipte yirmi bin m ezar vardır. Kayaya oyulmuş en eski mezarlarda yalnızca ke­ mikler çıkmıştır. Kafatasları ayrı bir yerde, üst üste yığılıdır ve çevrelerine on kadar seramik vazo yerleştirilmiştir. Daha sonra o dönemin evleri ve tapınakları örnek alı­ narak dikdörtgen biçiminde tuğla kemik­ likler yapılmıştır. Yüzlerce kişinin kemikle­ rinin yığıldığı bu mezarlarda seramik eşya da bulunmaktaydı. Uzun kemikler ve kafatasları ayrı yığınlar oluşturuyordu. Bir de, tamamen değişik türde, tek kişinin iskele­ tinin bulunduğu mezarlar vardır ki bunla­ rın i. Ö. 2000 yıllarında kenti yerle bir eden halka alt olduğu sanılır. Mezarlıkta bulunan

baca çok sayıdaki çanak çömlek de dikkati çe­ ker: bunların sayısının üç milyona yakın ol­ duğu tahmin edilmektedir, b a b y - b a lle r ln a s , George Balanchine’ in keşfettiği harika üç küçük dansçıya ve­ rilen ad (14 yaşındaki Tamara Tumanova, 13 yaşındaki irina Baronova, 15 yaşında­ ki Tatyana Riyabuşinska). Üçü de 1932’de Monte-Carlo* Rus baleleri topluluğu’na ka­ tıldı. B A B Y -B O O M a. (ing. baby, bebek ve boom, patlama’dan). İkinci Dünya savaşı’ nın hemen ardından Avrupa ülkelerinde doğum oranında görülen ani artış. B A B Y -F O O T a. (ing. baby, bebek ve footoaf/.ayaktopu’ ndan).Küçültülmüş boyut­ larda ve futbol alanını andıran bir rnasa üs­ tünde heykelcikler takılı yivli çubuklarla oy­ nanan oyun. B A B Y L O N . Esk. coğ. Mısır’ın geç döne­ minde kurulmuş yunan kökenli kent. Memfis'in K .’inde. Hıristiyanlığın başlangıç yıl­ larında bir piskoposluk merkezi olan ken­ tin yerinde, bugün Kahire’ nin eski sem t­ lerinden bir bölüm yer alır. B A B Y L O N İA , Babil çevresinde (Akkad'da) yeniden birleştirilmiş Aşağı Mezo­ potam ya'ya Ham m urabi tarafından veri­ len ad. Larsa krallığı’nı (Sümer’de) yenen (İ.Ö. 1762) Babil kralı H amm urabi (bu unvanını İ.Ö. 476-475’e dek kullandı), d a ­ ha sonra, Ur krallarınca konmuş (İ.Ö. XXII yy.) Süm er ve A kka d kralı unvanını aldı. Bu unvan İ.Ö. VII. yy.’a dek kulanıidı. Ham­ m urabi böylece Aşağı Mezopotamya’da­ ki iki ülkenin tarihsel anlaşmazlığına son verm ek istedi. Zam anla bu um udu gerçekleşti: iktisadi durum u sarsılan Süm er devleti geriledi; kentleri Babil ile boy ölçüşebilecek gücü yitirdi. Öte yan­ dan Babil kısa sürede bu kentlere düşünce ve sanat yönünden de egem en oldu. Bununla birlikte, Babil’in bütünlüğü, I. Babil hanedanının (1894-1595) gerile­ mesi sırasında sarsıldı: 1740'tan başlaya­ rak Sümer kentleri ayaklandılar ve Urukuga (Lagaş yakınında) kralları Deniz ülkesi’nde (1735’e doğr. - 1530) bağımsızlık­ larını kazandılar. • Kasit hanedanı (İ.Ö. 1595?- 1156). Bab il’in H ititler'in eline geçm esinden (1595) ve ilk hanedanın düşmesinden sonra, Babil’e ne zaman yerleştiği bilinmeyen Ka­ sit hanedanı, Urukuga krallığı’nı yıkarak (1530'a doğr.) B a b ylo n ia ’yı yeniden birleştirm ekte güçlük çekm edi. Ancak XIV. yy.’da, krallara ait m etinler ve binala­ ra yeniden rastlanmaya başlandı; bunlar Babylonia devletinin yeniden refaha ka­ vuştuğunu gösteriyordu. Kasit hanedan­ lığı dört yüzyıl sürdü; am a zengin bir ül­ keye ve saygın bir başkente sahip olm a­ sına rağmen, içte zayıf düştü ve Mezo­ potamya’ya egem en olabilm ek için Asur ile çekişmesi yüzünden gücünü tüketti. • II. İsin hanedanı (İ.Ö. 1157-1026). Elam lar’ın devirdiği Kasit soyu yerini yer'i bir hanedana bıraktı; bu hanedan Asur ile ç a tış m a la rı s ü rd ü rd ü ve E lam lıla r'ı ülkeden atarak büyük bir ün kazandı. Nabukodonosor I Elamlılar karşısında büyük bir zafer kazandı (1115'e doğr.). Bu d ö ­ nemde, XIV. yy.’da yeniden canlanmış olan edebiyat alanında, M arduk'u yücel­ ten ve Tanrı'nın putunu Babil’e geri getir­ diği için N abukodonosor’u ululayan öz­ gün yapıtlar verildi. • Aramı istilası (İ.Ö. XI. yy.’d an başlaya­ rak). Bu istilanın yol açtığı zulümler ve yıkıntılar krallığı çökertti. Gasp olayla­ rı, artık yalnızca adı kalmış olan haneda­ nın sonunu getirdi. Yüzyılı aşkın bir süre boyunca krallar Deniz ülkesi’ne ya da Dic­ le’nin doğusuna sığındılar. Sonraları, ku­ rulan VIII. hanedan (9 8 0 ’e d o ğ r-7 3 2) bel­ li bir istikrar sağladı: kentler, rahiplerin yö­ netimi altına girdi ve Aram iler’in toprakla­ rına yerleşmesini kabullendiler. Akkad ül­ kesinde, Süm er’d e ve özellikle de Deniz ülkesi’ndeki yağm acılar uzaklaştırıldı. Bu ülkelere arami ve kaideli istilacıların akın-

ları sürdü. Bunlar küçük krallıklar kurarak yerleşik düzene geçtiler; tarım ve ticare­ tin yeniden canlanm asına katkıda bulun­ dular. Bir b uçuk yüzyıllık bir aradan son­ ra Asur ile çatışma yeniden başladı. Asurlu Şamşi-Adad V’in (813-812) ülkeyi yakıp yıkması, Akkad’ın kalkınmasını durdurdu; düzensizlik yeniden başgösterdi. 769’da bir kaidelinin tahta çıkışı, Babylonia toplum uyla bütünleşm em iş unsurların zaferi oldu. •A su r egem enliği (İ.Ö. 728-676). Tiglatp ile s e r III (T u k u lti-a p il-E ş a rra III), Asur’dakinden farklı bir adla (Pulu) ken­ din i B a b il kra lı ilan e d e re k (728) karışıklıklara son vereceğini sandı. Ama Asurlular, kentlilerin ve Deniz ülkesi’nde ya şaya n ların sü re kli d ü ş m a n lığ ıy la karşılaştılar. Bunlar, Asur’da ortaya çıkan her güç durum da Elamlılar’ ın yardımıyla ayaklandılar. Sargon ll'n in (ahta çıktığı sıra d a B a b il, ka id e li M a rd u k -a p la -iddin' in (M erodah-Baladan) eline geçti (722-729). Sargon II Babylonia'yı ancak 710-709’da geri alabildi. Ardından kral olan Sanherib (Sinahheeriba) çeşitli yol­ lara başvurdu Babil tahtını bir yerliye, sonra da Asur veliaht prensine verdi; ama bu prens Elamlılar tarafından tutsak alınıp öldürüldü. Sanherib Babylonia’ya yaptığı altıncı seferde başkenti yakıp yıktı (689). Kaideliler ile çatışma halindeki Asarhaddon (Asur-aha-iddin) Babil’i korudu. Kent daha sonra, kardeşi Asurbantpal’in dene­ timinde, asurlu Şamaş-Şuma-Ukin'e tes­ lim edildi (669-648). Babil kralı, kent halkını ayaklandırdı (652), am a bozguna uğratılarak öldürüldü. • Yeni Babil krallığı (İ.Ö. 626-539). Nabupolasar (Nabu Aplautsur) Babil’de, Kaide hanedanını kurdu ve Asur’a başkaldırdı; Asur 6 0 9 ’da ortadan kalktı. Babil krallığı hemen hemen tüm M ezopotam ­ ya’ya, sonra da Suriye şeridine yayıldı. B a b y lo n ia , bu dönem de, B asra körfezinde yeniden gelişen ticaretin etki­ siyle iktisadi ve kültürel yönden son kez doruğa çıktı. Bilginleri, gökbilim alanında büyük ilerlem eler gösterdiler; ancak süm erce ve babilce yazan bu seçkin ke­ sim, arami dilinde konuşup yazan halk kit­ lelerinden soyutlandı. • Yabancı egemenlikleri, süm er-akkad kültürünün sonu (İ.Ö. VI. yy. - İ S. I. yy). Pers kralı Keyhüsrev’in kolayca fethettiği Babylonia, Babil ayaklanmalarıyla (522 -482) sarsıldı; hızla gerileyen Güney ise, Uruk gibi az sayıda kent dışında yava^ ya­ vaş tanrılarına tapınmayı bıraktı! Uruk'ta I.S. 75 yılına kadar çivi yazısıyla yazım sürdü­ rüldü. Am a pers egem enliğinden (539 -331) önce yunan-m akedonya (331-129), sonra d a parth egem enliği (İ.Ö. 129 - i.S. 226) altına giren Babylonia, I.S. 75’te, bin­ lerce yıllık kendi öz uygarlığından kalan hem en her şeyi unutmuştu. • D inler ve kurum lar -» HAMMURABİ ve M ezo po tam ya.

•G ü z e l sanatlar. Sam iler tarafından kaynaştırılm ış a kkad ve ye nisü m e r sanatlarının mirasçısı olan babil sanatı, bunların ortaklaşa etkisinden doğdu. Bu sanatın evreleri ülke tarihinin evreleriyle aynıdır ve II. binyılın başlarından İ.Ö. VI. yy.’a kadar uzanır. “ Babil sanatı” ülkedeki I. hanedandan başlayarak — II. binyılın b a ş la rı— , M e z o p o ta m y a ’ nın g ü n e y bölgesinde birbirini izleyen dönem lerin sanatlarını içerir; bu arada karışıklıklar içinde geçen bu binyılda yabancı etken­ lerin rolünü de dikkate alm ak gerekir. H am m urabi yasası, tip ik biçim de Babil’e özgü olm akla birlikte, önceki dö­ nemlerden esinlenmiştir Susa’da bulunan bir yaşlı adam başı, şanlı bir dönem in bi­ tişinin hüznünü yansıtır gibidir. U ruk’ta, Kara-indaş tapınağının mimarlık özellikle­ ri, tuğla panoları ve figürleriyle dönem in yeni ustaları olan Kasitler’e bağlanır. Bu dönem, ayrıca, kudurru denilen ve üze­ rinde alçak-kabartmalar bulunan sınır taş­ larında da kendini gösterir: bunlarda ma­ d en işçiliğine özgü bir ustalık (kanıtı, dö­

nemin silahlarıdır) göze çarpar. Yeni Babil sanatı, siyasal gücün yeni­ den sağlandığı ve N abukodonosor II saltanatının doruğuna ulaştığı dönem de ortaya çıktı. Babil, anıtlarıyla bu sanata b üyük ün kazandırdı. Am a Yeni Babil dönem inin büyük Babili'ndeki yıkıntılar, örneğin N abukodonosor sarayı'nın ve iştar kapısının sırlı tuğlaları, a ncak m imarlık ve süsleme konusunda bilgi ve­ rir. Babil sanatında, gliptik sanatına ait pek çok örnek bulunm aktadır; bunlarda İ.Ö. II. ve I. binyıllardaki düşünüş ve inanç­ lar üzerine değerli bilgiler vardır.

1169

B A B Y -S İT T E R (bebisitoer ya da babi—) a. (ing. baby, bebek ve sitter, oturan kişi, kuluçka tavuğu), Ana babaların yokluğun­ d a bir ya da birden ço k küçük çocuğa bakması için belirli sürelerde, para karşı­ lığı hizm etinden yararlanılan kişi. B A B Y -T E S T (bebitest) a. (ing. baby, be­ bek ve test, te s t’ten). Okul öncesi ç a ğd a ­ ki çocuklara uygulanan, özellikle psikom otor gelişmeyi inceleyen ve zihinsel ge­ lişmişlik düzeyini belirleyen test. (En çok kullanılan baby-test, A. Gesell tarafından hazırlanmıştır.) B Â B Z E N a. (fars. babzeri). Esk. Kebap pişirmek için kullanılan ağaç ya da dem ir­ den şiş. BAC -

BAÇ

B A C A a. 1. Yanma, ısıtma sonunda oluşan dulîıart ve gazlarla bunların artıklarını ocaktan dışarı atmaya yarayan düzenek: Vapur bacası. Baca çekmiyor. — 2. Bu düzeneğin çatıda görünen üst ucu: Pencereden görünen bacalar. — 3. Suyolu, lağım, m aden ocağı vb. yeraltı yapılarında bırakılan denetlem e ve hava deliği. — 4. Bacası tütmek, aile sözkonu­ suysa, varlığını sürdürm ek. || Bacası tüt­ m ez olmak, aile sözkonusuysa, dağılmak ya da büyük bir yıkıma uğram ak: — Bayınd. D enge bacası, su getirm e yo­ luyla donatılmış hidrolik tesislerdetaasıncı düzenlemeye ve su biriktirmeye yarayan yapı. — Dağc. Kayalık yüzeylerde bulunan dar ve çoğunlukla dik geçit.(Geçidin genişliği bir insanın aradan geçm esine izin verir­ se buna baca denir. D a ğ c ı,,tırm anm ak için yüzeylere abanarak baca tekniğini kullanır. Bacanın genişliğine göre bu, sırt ve ayakların, sırt ve omuzların ya da ayakların ve e llerin karşıt b iç im d e kullanılmasıyla gerçekleşir. Bu çok zorlu teknik, deneyimli bir dağcı için oldukça güvenlidir.) || B aca tırmanışı, bir bacayı, her iki yüzeyine abanarak tırm anm a am acıyla dağcı tarafından kullanılan tek­ nik (karşıtlık tekniği). — Denizbil. Buzul bacası, bir buz ayağının yüzeyinde, buz içinde basınç altında bu­ lunan suyun —akıntının itmesi sonucu— fışkırdığı delik. || M ercan kayası bacası, m ercan kayasının dış duvarı üstünde açılmış ve bir mercan tüneli aracılığıyla dış yam aca bağlanan delik.

Topkapı sarayı’nda (İstanbul) mutfak yapılarının bacaları

baca — Denize. B u harlı y a d a m o to rlu g e m ile ­ rin d u m a n la rın ı ve e g z o z gazlarını dışarı a tm a k için kazan ve m a k in e d a ire lerind en g ü ve rte y e k a d a r u z a n a n sac b o ru . (Bk. ansikl. böl. D e nize.) || Baca fistanı, b a c a n ın a lt b ö lü m ü n d e k i d u m a n s a n d ığ ın ı ç e v r e le y e n s a c g ö m le k . (H avan ın b a c a ç e v re s in d e dolaşım ını s a ğ la r ve dışa rıya ısı yayılm asını önler.) || Baca girişi, b a c a iç in d e bazı işlem lerin ve o n a rım la rın y a p ıla b ilm e s i için ba ca ya açılm ış m e h n o l y a d a kapo rta. || Baca kapağı ya d a şapkası, ç alış m a y a n b ir g e ­ m in in b a c a s ın d a n kar ve y a ğ m u r g irm e ­ sini ö n le m e k için b a c a ağzına yerleştirilen s a c örtü. || Yalancı baca, d um a n ı dışarı at­ m a k için d e ğ il, g e m in in g ö rü n ü m ü n ü g ü z e lle ş tirm e k iç in takılan e k baca . — Havc. B ir p a ra ş ü t k u b b e s in in te p e s in e açıla n ç e m b e r de lik . (İniş sıra sın d a k u b ­ be ye a n id e n d o la n ha v a yava ş ç a b a c a ­ d a n dışarı çıkar ve b ö y le c e d e n g e sağlanır.)

pişmiş topraktan baca külahı

Fontevrault manastırı’ nda (Maine-et-Loire) mutfak binalarının (XII. yy.) bacaları

— İnş. D u m an ı ya d a kirli havayı dışarı a t­ m a ya yarayan m e ta l ya d a k â g ir kanalın, çatı ü s tü n d e çıkıntı y a p a n u c u (te k n ik te ­ rim i BACA KÜRSÜSÜ* y a d a BACA TOMRUĞU’ dur). || Baca feneri, b a c a külahını taşıyan, s ilin d ir b iç im li b ö lü m ; ç e k m e y o lu y la d o ğ a l b ir h a v a la n d ırm a s a ğ la y a n y a rık la rla donatılm ıştır. (Eşanl. BACA PETEĞİ.) || Baca kenarı koruması, bir a şığın b a c a y a rastlayan u c u n u kapla y a n a lçı ka tm a n ı. || B aca külahı, ç e k iş i k o la yla ş tırm a k iç in b a c a la rın üst d e liğ i üstü n e yerleştirilen, pişm iş to p ra k , ç im e n ­ to ya d a s a ç ta n pa rç a . || Ç ekiş bacası, yang ın sırasında d u m a n ve gazların dışarı a tılm asını sağlayan, c am lı kapılı, sabit boşluk. || Fabrika bacası, ya n m a ürünlerini v e d u m a n la r ı y e t e r in c e y ü k s e k te boşaltrh'aya yarayan, ç o ğ u n lu k la , hava ile g a zla rın o c a k ta n ya d a ısıtılan aygıttan g e ç e rk e n çekilm esini sağlayan, tuğla , be-

Zelve vadisindeki peri bacaları’ndan bir görünüm Nevşehir

to n a rm e ya d a s a ç ta n d ü ş e y kanal. || H a­ va bacası, b ir ç u k u rd a k i gazları, b ir o d a ­ d a k i kirli havayı d o ğ a l e m m e yolu y la b o ş a ltm a y a yarayan kanal. (Eşanl. HAVA­ LANDIRMA BORUSU.) ■ — J e o m o rfo l. Peri bacası, te p e s in d e b u ­ lu n a n b ir taşla üst b ö lü m ü ko ru n a n to p ­ ra k p ira m it ya d a sütun. (Peri b aca ları, iri ça k ılla r ö zellikle d e b u z u lta ş la r iç e re n killi ya d a lim o n lu o lu ş u m la rın oyu lm a sıyla oluşur.) — Karb. kim . Baca, b ir g a z o je n d e o luşan d ü ş e y boşluk. (H a v a bu b o ş lu k ta n d a h a ç a b u k g e ç e r ve köm ür, k a rb o n m o n o k s it y e rin e k a rb o n d io k s id e dönüşür. B a c a la r ş iş le m e ile b o z u lu r ve olu ş m a la rı ç o k d ü z g ü n b ir y ü k le m e v e ü fle m e ile e n ­ gellenir.) — M a d . oc. Baca üretimi, k ü ç ü k boy u tlu k u ş a k la r iç in d e g e rç e k le ş tirile n sınırlı iş­ le m e. (Bu k u ş a k la r b irb irin d e n g e n iş to' p u k la rla ayrılır.) || Dolgu bacası, d o lg u n u n ya d a kazılm ış c e v h e rin iç in d e a çık tu tu ­ la n ve fe re g ib i k u lla n ıla n yol. — M etalürj. Baca tozu, kim i zam an yüksek fırınların a ğ z ın d a b irik e n ya d a kurşun, ba k ır fırınlarının d u m a n la rın d a n s ü z m e yoluyla e ld e edilen ve tem e l bileşeni çin ko oksit olan yeşilim si kurum . (K adm iyu m b a ­ c a to z u n d a k eşfedildi.) — Petr. san. Petrolle ü re tim d e artık gazı b o ş a ltm a y a y a ra y a n , d ü ş e y o la ra k ye rle ş tirilm iş ç e lik b o ru . — G a z h a lin d e k i y a n ü rü n le ri yakm ayı s a ğ la y a n yapı. — Su işler. Bağlantı bacası, kana liza syon b o ru s u n a bağ lı ç a m u r to p la m a ç u k u ru n ­ d a n o lu ş a n ve g e n e llik le kaldırım ın a ltın ­ d a ye r a la n yapı. (Ö zel b a ğ la n tı boruları b u ra y a açılır.) —Tarım. B ir a k a ç la m a a ğ ın d a , aka ç la to p la y ıc ın ın b irle ş tiğ i y e rd e açılan kuyu. —Teknol. Baca borusu, ya n m a ü rü n le rin i o c a k ta n b a c a y a taşıyan b o ru . (Bu b o ru ısıtm a aygıtının iç in d e n g e ç e b ile c e ğ i g ib i çıkışına d a yerleştirilebilir.) —Yerbil. Baca dolgusu , gen e llik le aşınm a s o n u c u a ç ığ a ç ık m ış b ir b a c a y a d e n k d ü ş e n , d ü şe y s ü tu n la r b iç im in d e , vo lk a ­ nik, kim i z a m a n d a breşsi cisim . (Eşanl. NECK.) || Elmaslı baca, d ü z e n s iz s ü tu n la r biç im in d e , d a m a r h a lin d e m in e ra lle ş m iş c e v h e r yatağı. || Yanardağ bacası, vo lk a ­ nik ü rü n le rin y ü zeye u la ş m a k için yol al­ dığı geçit. —ANSİKL. Denize. Bacalar genellikle ara­ la rın d a hava payı ka la c a k b iç im d e iç içe g e ç m iş iki b o ru d a n oluşur. B öylece ısı kaybının ö n ü n e g e ç ilir ve gaz la rın bacayı o la b ild iğ in c e yük s e k sıcaklıkta terk etm e si sağlanır. İç içe g e ç m iş ıkı b o ru d a n içteki (iç b a c a ) oval ya d a s ilin d ir biç im in d e , dıştaki (b a c a zarfı) çeşitli ş e k ille rd e yapılabilir. B a c a la rın g ü v e rte üstü n d e kalan b ölüm leri g e m in in yapısına

peri bacası

sızdırmazlık ve genleştirme sistem i çıkış gazlarının sıcaklık denetim ini yapmaya yarayan dairesel köprü

dış gömlek (çelik sac)

1, 2, 3, 4: oraklardan, çöpyakarlardan gelen yanma gazları boşaltma boruları

vb (boşaltılan gazların yapısına göre farklı gereçlerden yapılmış borular kullanılır)

servis merdiveni yoğunlaşma üfünleri boşaltma tübü ve hunisi

servis kapısı temel levhası

çok borulu bir sanayi bacası uyum sa ğ la y a c a k b iç im d e yükselir ve d e ­ n izcilik şirk e tin in işa retin i taşır. — Isıbil. Bir o c a k ta oluşan yan m a ürünleri, ısıtm a a y g ıtın d a k i ç e v rim d e n so n ra , ç e v re y e o la b ild iğ in c e az zarar ve rm e le ri

bacchanalia için ye te rin ce yü ksekte n atm osfere atılmalarını sağlayan dikey bir boru ya da bacaya geçer. Yanma ürünleri atmosfere boşaltılırken, özellikle, dum an içinde bu­ lunan tozların büyük ölçüde dağıtılmasına çalışılır; baca iyi bir dağıtma sağlarsa, du­ m anlardaki toz oranının azaltılmasına da gerek kalmaz. ( -> DUMAN* GİDERME, TOZ* ALMA.) Birçok ülkede, bacanın, kom­ şu yapılara göre m inimal yüksekliği, yönetm eliklerce belirlenmiştir. Öte yandan, bu yükseklik çekm eyi sağlam ak için g e ­ reklidir ya da en azından bu olaya katkı­ da bulunur. G em i bacaları 'nın yüksek ol­ mayışı çekm e yetersizliğine yol açar; bu nedenle basınçlı hava basılarak dolaylı bir çekm e sağlanır. Eskiden buharlı lokom o­ tif bacaları bir yandan zorunlu olarak çok kısaydı, öte yandan verimli bir çekme sağ­ laması gerekiyordu; nitekim bu sonuç eg­ zoz buharı kullanılarak gerçekleştirilirdı. Bir bacada çekm e niteliği, bacanın y ü k s e k liğ i ve b o ş a ltıla n g a z la rın sıcaklığıyla artar. Ayrıca, bir bacanın ke­ siti, bu gazların debisine ve hızına bağlıdır. Ç a ğ d a ş b a ca la rın kesitleri daire biçimindedir. Eskiden baca yapımında tu ğ la ya da betonarm e kullanılırdı; günüm üzde santral bacaları, genellikle yalıtılmış saçtan yapılır. Daha ekonomik^ daha sızdırmaz olan ve daha az yer kap­ layan bu sac yapılar, iç ve dış kökenli kim­ yasal etkenlere karşı korunmuş prefabrik öğelerle gerçekleştirilir.

BACAK a. 1. Bedenin kasıktan tabana kadar uzanan iki parçasından her biri (Bk. ansikl. böl.) — 2. Hayvanlarda bedenin yürüm eye yarayan uzantılarından her bfs rı. — 3. Kimi nesnelerin ayakta ya da yer­ den yüksek durmasını sağlayan destek ya da desteklerden her biri; ayak: Masanın bacağı. — 4. Oyun kâğıtlarından üzerinde oğlan resmi bulunanı. (Eşanl. FANTİ, OĞLAN, VALE.) — 5. Bacak bacak üstüne atmak, bir bacağını ötekinin üstüne koya­ rak oturmak. || Bacak kadar, bir çocuğun küçüklüğünü vurgulam ak için kullanılır: B acak kadar çocuk, b u işi nasıl yapsın. Bacak kadar boyu var türlü türlü huyu var. || Bacakları kopmak, dolaşm aktan ya da ayakta durmaktan çok yorulmak. || Bacak­ ları tutmamak, yürüyem ez durum da ol­ mak. || Bacaklarını uzatmak, ış yapmayı bırakıp oturmak: Bunca ış var, sense b a ­ caklarını uzatmış, yatıyorsun. —Aktar. Bir sehpanın iki ana dikmesinden her biri. — Bes. san. Hayvanın bacak etlerinden yapılan ikinci sınıf bir pastırmaya verilen ad. Ekstra ve birinci sınıf pastırmalara oranla daha düşük niteliklidir. Ancak, ucuz satıldığından alıcıları çoktur. — Böcbıl. Böceklerin birçok eklem dön oluşan uzunca yürüm e organı. || Eklem­ bacaklılarda yer değiştirm eye yarayan,, eklemli ve uzun hareket organı. —Isıbil. Kaynatıcı borularını bir kazanın ana gövdesine bağlayan büyük çaplı bo­ ru. (Eşanl. KAYNATICI PANTOLONU*.) — Koşumc. Bacak çanı, katarda en arka­ da yürüyen devenin hatabının işkencesi­ ne takılan ve sağ bacağının arkasından sarkan çan. (Deveye takılan çanların en büyüğüdür ve sesi diğerlerinden farklı ol­ duğundan arkadaki devenin izleyip izle­ m ediği kolayca anlaşılır.) -—Matbaac. Kimi harflerin (m,n) dikey ya da hafif eğik çizgilerinin her biri. —Bir har­ fin kuyruğuyla bakışımlı olan alt bölümü. — Patol. Dinlenmeyen bacaklar sendromu, tanımlanması güç bir sendrom; özel­ likle kadınlarda görülür; oturur ya da ya­ tar durum da ve daha çok geceleri mey­ dana gelen ve bacağı harekete zorlayan bir sendromdur. (Kökem bilinmemekte, daha çok vazo-motör bozukluklara bağ ­ lanmaktadır.) [Eşanl. RESTLESS LEGS. ] —Spor. Bacak arası, futbolda topu raki­ bin bacakları arasından geçirip, yemden alma. || Bacak oyunu, sporcunun sürekli iyi durum da olmasını sağlayan bacak ser­ bestliği ve yeteneği. (Boks, eskrim, vb. gi­ bi oyunlarda bacak oyunu en az kolların

esnekliği kadar.önemlidir.; —Terz. Pantolonun, bacakların her birim kaplayan bölümü. —Tıp. Eklemli ya pa y bacak, kesilmiş bir bacağın yerine konan ve bazı hareketler­ le yürümeyi kolaylaştıran aygıt. || Tahta b a ­ cak, bacağını kaybeden birine takılan ve bacak yerine geçen aygıt. (Bu ilkel prote­ zin yerini şimdi eklemli yapay bacak almıştır.) —Zool. Memeli hayvanlarda kalça ile ayak arasında yer alan ve yürümeye, koşmaya, atlamaya yarayan hareket organı. —ANSİKL. İnsanda bacak iki tanedir; kalçadan tabana kadar uzanır; yürümeye ve ayakta durm aya yarar. Her bacak üç bölüt ve iki eklemden oluşur: uyluk, baldır ve ayak bölütleri; diz ve ayakbileği eklem­ leri.

BACAKKIRAN a. Nemli yerlerde biten ve küçük bir süsene benzeyen, yeşilimsi sarı çiçekli otsu bitki. (Büyük ve küçük baş hayvanlar için zehirlidir. Bil. a. narthecium; zam bakgiller familyası.) BACAKLI

sıf. 1. Bacakları olan ya da bacakları belirtilen nitelikte ya da nicelik­ te olan: Uzun, kısa bacaklı. Üç bacaklı. — 2. Bacaklı yazı, iri harfli, kolayca oku­ nabilen yazı. — Nümism. Felemenk altımnın halk ara­ cındaki eski adı.

BACAKLIK a. Deridervyapıımjş, içi ke­ çeyle kaplı, ço ğu n lukla kfiiket ve hokey oyuncularının .kullandıkları, bacağın üs­ tünü korumaya4yarayan tozluk. BACAKOGLU, Am asya’nın Güm üş­ hacıköy ilçesine bağlı Saraycık bucağı­ nın merkezi; 370 nüf. (1990). BACAKSIZ sıf. Bacağı olmayan, ♦ sıf. ve a. 1. Kısa boylu kimse için küçüm sem ^ yollu kullanılır; bodur: Kötü huylu, bacaksız Piriydi.-— 2. Yaşıyla bağ ­ daşmaz işlşr yapmaya kalkışan, sözler söyleyen çocuk için sevecenlikle söylenir: Şu bacaksıza1bak, neler söylüyor.

BACALL (Lauren), amerıkalı sinema ve tiyatro oyuhcusu.(N ew York 1924). Howard Havvks’ın ortayaçıkardığı sanatçı, si­ nemaya onun To H-ave â n d 'H a v e Not (1944) filmiyle başlağL Bu yapıtta birlikte oynadığı ve 1945 te evjendığı Hum phrey Bogart ite ünlü toir çıftLöluşturdu: Büyük uyku (The Bıg Sleep) [H. Hawks, 1946]; Karanlık geçit (Da*K J ^ssa g e ) [Delmer Daves, 1947]; Ölüm gem isi (Köy Largo) [John Huston, 1948]. The Look takma adıyla bilinen. Bacall, daha sonra da bir­ çok f i l m d i {M ilyoner avcıları [How to M a r r /a M fc n n a ire , 1953]); Aşk arzuları (Desıgning VVoman, 1957) ve oyühda rol aldı. BACALUŞKA ya da BADALUŞKA a Esk. sil. XVI. yy.’da osmanlı ordusunda kullanılmış, kale dövmeye yarayan bir tür top. (Becaleşka, Bedaloşka da denir.)

BACANAK a. 1. Eşleri kardeş olan ko­

başlayarak İstanbul Radyosu’nda çalıştı. Piyanoyu da büyük ustalıkla çalardı. Şu şarkıları çok sevilir: Hâlâ kanayan kalbim i aşk ateşi dağ la r (mahur), Sevdası henüz sinede gönlüm g ib i sağdı (hüzzam).

1171

BACARİSSE (Salvador), İspanyol bes­ teci (M adrid 1898 - Paris 1963). M adrid Konservatu varı’nda C onrado del Campo' nun öğrencisiydi. 1939’da Paris’e yerleşti. Başlıca yapıtları: bir bale (Corrida de feria, 1930), insan sesinin de katıldığı sen­ fonik yapıtlar (la Nave d e Ulises; la Tragedia d e D oha Ajada), konçertolar (piyano, gitar), yaylı çalgılar için 3 dörtlü ve bir ope­ ra (C harlot, 1933). BACAU, Romanya’da kent. Boğdan’da yönetim bölümü merkezi. Aşağı Bistrita ile Siret ırmaklarında, Tuna'ya kadar uza­ nan akarsu ulaşım yolunun başlangıcı; 193 269 nüf. (1989). Tarım-besin, doku­ ma, orman ürünleri, uçak sanayisi, m o­ bilya yapımı. — Bacau yönetim bölümü, 6 603 km2; 760 315 nüf. (1989). BACCALONİ (Salvatore), İtalyan bas (Roma 1900 - New York 1969). Sistina capella’sında yetişti. 1922’de meslek yaşamı­ na başladı ve özellikle opera buffa’lardaki bas rolleriyle tanındı. D on Giovanni'de­ ki Leporello rolünde gösterdiği başarıyla Salzburg, G lyndebourne ve New Y ork’ ta ün yaptı. BACCARAT, Fransa’da (Meurthe-et -Moselle) kanton merkezi, Vosges dağla­ rının kenarında, Meurthe ırmağı.kıyısında; 5 606 nüf. Eski bir şatonun yıkıntıları. M o­ dern kilise (1957; kristal levhalarla yapıl­ mış vitraylar). Kristal fabrikası ve kristal müzesi. ■ Baccarat kristal atölyeleri. Bu kris­ tal atölyelerinin kaynağı, 17 64 ’te, Bacca­ rat yakınında, Saint-Anne'da, Metz pisko­ posu tarafından kurulan cam atölyeleridir. 1816’da, Voneche (Belçika) kristal atölye­ lerinin sahibi Dartigues tarafından satın alındı. İlk kristal fırını 1819'da yakıldı. Bac­ carat, opalinleri ve yuvarlak biçimli kâğıt ağırlıklarıyla XIX. yy.’da dikkati çekti. Kris­ tal atölyeleri 1910’a doğru, klasik üslup­ ta parfüm şişeleri yapm aya başladı; d a ­ ha sonra ” 1925” üslubunun etkisinde kal­ dı. O dönem den bu yana, eski m odelle­ re ve yeni eğilimlere dayalı iki tür üretim yapm aktadır.

BACCARİNİ (Alfredo), İtalyan siyaset adamı ve m ühendis (Russi, Ravenna ili, 1826 -ay. y. 1890). 1849’da Ravenna’nın tahkimi çalışmalarını yönetti. 1876’da mil­ letvekili seçildi; 1878’de de Cairoli tara­ fından bayındırlık bakanlığına getirildi. BACCELLİ (Gu ido), İtalyan hekim ve si­ yaset adamı (Roma 1832 - ay. y. 1916), Adli hekim lik ve patoloji profesörü, kalp ve aort patolojisi, sıtma ve tetanos teda­ visi üzerine yaptığı araştırmalarla ün ka­ zandı. Kralcı solun önderlerinden biri ola­ rak, birçok kez bakanlık yaptı.

calar; bunlardan birine göre öteki. — 2. ■ 8ACCHANA LİA a. Roma dünyasın­ Tkz. "Dost, arkadaş” anlamında kulla­ da, Bacchus’un onuruna kutlanan din­ nılır. sel bayramlar. (Sözcük, yunan bayram ı­ nı [dionysia] olduğu kadar, İtalya'ya özgü BACANOS (Aleko), rum asıllı türk bes­ olan ve iyi bilinmeyen dinsel dionysos tö­ teci (İstanbul 1888 - ay.y. 1950). Lavtacı renlerini de belirtir.) Lam bo’nun oğlu. Dayısı Anastas’tan ke—A n s Ik l . Bacchanalia bayramı Rom a’ mençe öğrendi. 1903'ten başlayarak, dö­ ya Büyük-Yunanistan’dan yayıldı. Kutla­ nemin en ünlü fasılalarıyla gazino ve ma törenleri, kimi zam an sefahat ya da kulüplerde çaldı. Konser vermek ve plak cinayet bahanesi oimuştur. Bayram lar doldurm ak için Avrupa’ya ve Mısır’a gitti. İ.Ö. II. y y.'d a Ostia’da, Stimula kutsal or­ Bestelediği şarkılardan bazıları, çok ün­ manında, R om a'da Aventinus’d a yapılır­ lüdür: Gel ey denizin nazlı kızı nûş-i şarab dı. Bayrama katılmış bir genç kız proconet (acemaşiran), Öyle b ir afet-ı yektâ-yı sul Postumius'a, kutlamalardaki aşırılıklar­ emelsin m eleğim (saba), Zevkim hevesim dan söz etti. Senato da bu tapınmaların h ep seninle p ü r elem olsun (hüseyni). siyasal kom plolara elverişli gizliliğinden kaygı duym aktaydı. Açılan dava (İ.Ö. BACANOS (Yorgo), rum asıllı türk ut virtüözü ve besteci (İstanbul 1900-ay.y. 186) ölüm ya da tutuklanm a cezalarıyla 1977). Lavtacı Lam bo'nun oğlu. Küçük sonuçlandı. Bir senatus-consulteum'uyla yaşta ut öğrendi, dönem in en ünlü fa­ bacchanalia bayramı yasaklandı, ama yü­ sılalarıyla gazino ve kulüplerde çaldı. Av­ rürlükten kaldırm a yetkisi senatoya veril­ rupa'da, Mısır'da ve Kıbrıs’ta konserler di. Kutlamalar, yarı gizli olarak, Güney İtal­ verdi, plaklar doldurdu. Kuruluşundan ya 'da sürdü.

Baccarat kristalinden yuvarlak kâğıt ağırlığı (1850’ye doğr.) özel kol.

bacchanalia Michele kilisesi için bronzdan İncil yazarı aziz Yuhanna; tahtadan iki adet "ç a rm ı­ ha gerili İsa” ) ve L ucca’da çalıştı (S. Paolino kilisesi mimarı, 1522).

BÂCEDDÂ. Tar. coğ. Yukarı M ezopo­ ta m ya ’da eski kent. Adı süryanice "m u t­ luluk e vi” anlam ındadır. O rtaçağ’ın canlı kentlerinden olan Bâceddâ bahçeleri ile ünlüydü. BÂCERMÂ ya üa BÂCERMAK, Irak ın kuzeyinde bölge; Dicle havzasında aşağı Zap ile Cebel Hamrin arasında. Orta ç a ğ ’da merkezi Kerkük kenti olan böl­ ge osmanlı dönem inde Musul vilayetine bağlandı. Bu ad süryanice Bes (Be-) -G erm a'dan gelm ektedir. Bâcerm ak ise, bölgenin orta farsçadaki biçim inden kay­ naklanm aktadır BACEWİCZ (Grazyna), polonyalı ke­ mancı ve besteci ( tö d z 1913-V arşova 1969). Paris'te Nadia Boulanger’nin ö ğ ­ rencisi oldu. Ulusal bir üslupta, bazen ye­ ni klasik, bazen de dizisel teknikle senfo­ niler, konçertolar, yaylı çalgılar için dört­ lüler ve Kral A rth u r’un serüveni (1959) ad­ lı bir radyo operası besteledi.

BAC GİANG, Vietnam ’da kent, il mer­ kezi, H anoi’nin K.-D.'sunda.

Bacchanalia Bacchus’ün çocukluğu KüçüiyBacchanalia da denir Nicolas Poussin’in tablosu Louvre müzesi, Paris

—Güz. sant. Antikçağ heykellerinde (Ro­ ma, im paratorluk dönem i oymalı lahitlerinde) bacchanalia bayramı, çok kez, fa­ unalar, satyrler ve bakkhaların katıldığı bir kortej halinde gösterilirdi; bunlar, Dionysos'un Ariadne ile evlenişini ya da Asya' dan dönüşünü — bu dönüş birtakım e g ­ zotik havyanlarla belirtilirdi— kutlamak için tanrı’ya eşlik ederlerdi. Rönesans’tan bu yana, bacchanalia bayramı süsleme sanatlarında sık sık iş­ lendi: bayramın simgelerini taşıyan bir ço­ cu k kortejiyle gösterildi. Bu tem a büyük ressamlara da esin kaynağı oldu. Tiziano (National G allery ve Prado), Montegna (Silenos ile Bacchanalia, gravür), Annibale Carraci(Rom a Farnese sarayı’nın galerisindeki tavanın orta kısmı, Poussin (National Gallery ve H ampton Court), Rubens (Münih), Van Dyck (Torino), Picasso (desenler).

BACCHELLİ (Riccardo), İtalyan yazar (Bologna 1891 - Monza 1985). Şair, oyun yazarı, denemeci ve romancı olan Bacchelli, yapıtlarında kendisine Goethe ve Manzoni'yi örnek alır. Özellikle tarihsel ro­ manlarda başarı sağladı (il diavoio al Pontelungo, 1927). Bunlardan il M ulino del Po adlı üç ciltlik dizisi (D/o ti salvi, 1938; La miseria viene in barca, 1939; M ondo vecchio, sem pre nuovo, 1940) yazarın başyapıtıdır. Bacchldes, Plautus’un, Menandros’tan esinlenerek yazdığı komedi (İ.Û. 189’a doğr.). Oyun örgüsü Bacchis adlı ikiz ki­ bar fahişelerin aşırı benzerliklerine daya­ nır. Oyun, komik sahneler ve kişilikler yö­ nünden zengindir. Köle C hrysale’nin çe­ virdiği dolaplar, M oliöre'nin kahramanı S capin’in entrikalarına örnek olmuştur. BACCHİGLİONE, Kuzey İtalya’da ır­ mak, Veneto’da, Vicenza ve Padova’dan geçer, Brenta ırmağıyla birleşerek Adriya denizi’ne dökülür; 119 km.

Johann Sebastian Bach Elias Gottlob Bach’ın yapıtı (ayrıntı) Museum der Geschichte der Stadt Leipzig

BACCHUS, yun B a kkh o s, Dionysos’a, onu kendi tanrıları L iber Pater ile özdeş­ leştiren Romalılar’ın verdiği ad. Bacchus' ün Ceres ile bir çift oluşturduğu Dionysos törenleri İ.Û. IV. yy.'d a n başlayarak orta İtalya’da yayıldı. Daha sonra yavaş yavaş R om a’ya girdi. Kutlamalara B a cc­ hanalia adı verildi. — Güz. sant. Sayısız antik heykel arasın­ da hintli Bacchus (Vatikan, Louvre), Bacc­ hus ve Am pelos (Floransa), Bacchus ve Leukothoe'nin (M ünih) adları anılmaya değer. M ichelangelo’nun küçük heykeli sarhoş Bacchus Uffizi m üzesi’ nde;Tiziano ’nun Bacchus ve A riad n e adlı yapıtı

Bacchus Lykurgosün cezası adiı mozaikten bir bölüm İ.S. II. yy. ■ III. yy. galya-roma sanatı Taş yapıtlar müzesi, V[enne (ishre) National G allery'de; C aravaggio'nun er g en Bacchus’ü Uffizi’de, hasta Bacchus'ü ise Borghese galerisinde sergilen­ mektedir. Jules Romain, Poussin, Natoire, vb. B acchus'ün zaferi konusunda re­ simler yaptılar.

Bacchus İle Ariadne (Bacchus et Ariane), 2 perdelik bale. Koregrafisini Serge Lifar, konusunu Abel Hermant, müzi­ ğini Albert Roussel, dekorlarını G eorgio De Chirico hazırladı, ilk kez 1931'de, Pa­ ris operası'nda sahnelendi. Başlıca rolle­ ri Olga Spessivtseva, Serge Lifar ve Serge Peretti üstlendiler. BACCİARELLİ (Marcello), İtalyan res­ sam (Roma 1731 - Varşova 1818). Yaşa­ mının büyük bölümünü Polonya’da geçir­ di. Tarihi tablolar ve portreler yaptı.

BACH, Thüringen kökenli müzikçi aile. „ Elli dolayında üyesi orgcu, kilise şarkıcısı 8 ve kent müzikçisi olarak başarılı oldu. Ko| rai ve kontrapuntonun etkisi altında yetiş­ in tiler. Johann Sebastian'ın oğullarından g bazıları sanatlarını yurt dışına götürene ™ dek, Saksonya dukalıklarında ve Arnstadt ~J prensliğinde yaşadılar. Aile dört kola ayrılabilir: Meiningen, Erfurt, Franken, Arnstadt. Johann Sebastian üçüncü koldan gelir. Onun bugün bi­ linen ataları XVI, y y .’a değin uzanm akta­ dır. ilk ataları değirm enci ve fırıncıydı, ama her biri bir çalgı çalıyordu. Ö rneğin VEİT (öl. VVechmar 1619) değirm enci ve kitaracıydı. — En küçük oğlu J o h a n n e s (ya da HANS) [öl. VVechmar 1626], müzik­ çi ve fırıncıydı; Johann Sebastian’ın bü­ yük dedesidir. Üç oğlu JOHANNES, C h rİs to p h ve HEİNRİCH, yalnızca müzik­ çi olan ilk B ach’lar olarak bilinir. — Joha.nnes'in ikinci oğlu C h r İs to p h (VVechmar 1613 - Arnstadt 1661), Johann Sebastia n ’ ın dedesi. VVeimar, Prettin, Erfurt ve Arnstadt’da saray ve kent müzikçiliği yap­ tı. - O ğ lu JOHANN AMBROSİUS (Erfurt 1645 - Eisenach 1695), Johann Sebastia n ’ın babasıdır. Erfurt’ta keman ve viyo­ la çaldı (1667), 1668’de Elisabeth Lâmm erhirt (1644-1694) ile evle n d i ve 1671 ’de, Eisenach’ta saray ve kent m ü­ zikçiliği yaptı. Altı oğlundan —J. Sebastian dışında— önemli olan ikisi: JOHANN CHRİSTOPH (Erfurt 1671 - Ohrdruf 1721). P achelbel’den ders aldı. 1690’dan baş­ layarak O h rd ru f’ta o rgçu lu k yaptı; — JOHANN JAKOB (E is e n a c h 1682 -Stockholm 1732), obuacı. İsveç ordusun­ da görev yaptı (1704). Fransız flütçü Buffa rd in ’den ders aldı. Johann Sebastian, Capriccio sopra ta lontananza del suo frateilo dilettissimo'yu onun için yazmıştır. Bu kuşakların her birinden pek ço k Bach, besteci ve çalgıcı olarak müzik tarihinde saygın bir yer tutar.

BACCİNELLO, İtalya’da m aden ocağı (Toscana, Grosseto ili). Geçmişi on milyon yıla inen bu arkeolojik sitte oreopitekus ■ BACH (Johann Sebastian), alman bes­ teci (Eisenach 1685 - Leipzig 1750). Ai­ (uzun kollu insan fosili) kalıntıları bulun­ lenin en küçük oğluydu; annesi ve baba­ muştur. sı ölünce (1694-1695), O hrdruf’a, ağabe­ BACCİO d’Agnolo (Bartolomeo D’AGyi Johann C hristoph'un yanına gitti ve ilk NOLO BAGLİONİ.— denir), floransalı mimar m üzik bilgilerini ondan aldı. Lyceum ’da ve heykelci (Floransa 1462 - ay. y. 1543). klasik öğrenim gördü. Soprano sesi sa­ Floransa’d a T a d d e i (1503-1504) ve Baryesinde, Lüneburg St. Michael Gymtolini-Salimbeni (1517-1520) saraylarını in­ nasium'una kabul edildi ve orada, XVI. ve şa etti; Santa M aria N ovella’nın oturm a XVII. yy. yapıtlarının bulunduğu zengin ki­ yerlerini ve org büfesini yaptı (1491 taplıktan yararlandı; St. Johann kilisesi’ -1496); 1506’dan 1529'a değin katedra­ nin orgcusu G. Böhm ’den ders aldı; lin ustabaşılığını yürüttü. Böhm’ün öğüdüne uyarak Ham burg'a gitti ve orada, St. Katharina kilisesi’nin org­ BACCİO da Montelupo (Bartolomeo cusu Reinken’i dinledi. H am burg’da CelSİNİBALDİ,— denir), floransak heykelci ve le sarayı’ na girdi. Poitou’lu fransız pren­ m im ar (M ontelupo 1 469’a d oğ r.-L u cca sesi Eleonore d ’OIbreuse, Nantes ferma1535). Daha çok Bologna, Floransa (San

Bach nı'nın kaldırılmasıyla sınır dışı edilen müzikçileri bu sarayda toplamıştı. Bach ora­ da G rigny’nin Livre d 'org u e adlı yapıtının kopyasını çıkardı ve transız org okulunu tanıdı. Kısa bir süre VVeimar sarayı’nda kemancı olarak çalıştıktan sonra, Arnstadt’ta St. Bonifatius kilisesi’nin orgculuğ una getirildi ve ilk kantatını orada bes­ teledi (1704). Çalgısında daha da ustalaş­ m ak ve B uxtehude’ün görüşlerinden ya­ rarlanm ak amacıyla yürüyerek Lübeck'e gitti (1705). Mülhausen'deki St. Blasius kilisesi’ ne orgcu oldu ve aynı yıl (1707), ku­ zini M aria Barbara Bach ile (1684-1720) evlendi. 1708’de, hayattayken yayımlan­ mış tek kantatı olan Gott İst meın König basıldı. Bach, Saksonya-VVeimar dükü VVIlhelm Ernest tarafından oda müzikçisi (kemancı, viyolacı) olarak VVeimar’a ça ğ ­ rıldı, ancak daha ço k şatonun orgculuğunu yaptı ve 1717'nin sonuna değin VVeim a r'da kaldı. St. Johann kilisesi’nin o rg ­ cusu J. G. VValther ile dost oldu. VVeimar’ da ayrıca, Albinoni, Legrenzi, Corelli, Bonporti, Vivaldi gibi İtalyan bestecilerin ya­ pıtlarını “ keşfetti” , bu bestecilerin pek çok konçertosundan transkripsiyonlar yaptı ve Frescobaldi’nin Fiori m usicali adlı ya­ pıtının kopyasını çıkardı. 1717'nin sonun­ da Köthen’e çağrıldı, Anhalt prensi Leopold’un orkestrasını yönetti. 1719’da Halle'de Hândel ile tanışmak istediyse de am acına ulaşamadı. Ertesi yıl K arlsbad’ da Brandenburg m arkgrafı Christlan Ludvvig ile tanıştı (onun adına altı konçer­ to besteledi). Aynı yıl karısı öldü. Ham­ b u rg ’da A n Wasserflüssen Babylon adlı koral üzerine yaptığı doğaçlam ayla, o rg ­ cu Reinken’i hayran bıraktı. 1721’de, trom­ petçi VVülcken’in kızı şarkıcı Anna Magdalena ile (1701-1760) evlendi. 1722’de Leipzig kantor'u Kuhnau ölünce, Bach, Thom asschule’nin yöneticiliği için aday­ lığını koydu; 1723'te, Yuhanna'ya göre Çile (Passion nach den Evangelien Johannes) adlı yapıtının seslendirilişinden sonra bu göreve kabul edildi. Ancak, üst­ leriyle arası iyi değildi; ayrıca St. Nikolas ve St. Thomas kiliselerindeki, kantatlarda görev alacak ve St. Matthias ve St. Peter kiliselerinde ilahi ve motet söyleyecek öğ­ renciler arasında gerektiği gibi işbölümü yapılamaması besteciyi yıldırdı. 1729'dan 1740’a değin, Telem ann’ın kurmuş oldu­ ğu, Collegium m usıcum 'u yönetti. Leipzig'de kaldığı dönem de, hem dinsel hem dindışı kantatlara yer verdi; çünkü çalış­ maları Thomasschule ile sınırlı değildi: 1728’e değin Köthen sarayı’nda da ça ­ lıştı; 1723’ten 1736’ya değin VVeissenfels sarayı’nda capella yönetm enliği yaptı. 1733-1736 yılları arasında, “ Saksonya sa­ ray bestecisi” unvanını almaya çalıştı, bu amaçla, " s i" tonunda M issa’sını Seçici prense yolladı. Çeşitli vesilelerle pek çok beste yaptı, yolculuklara çıktı, konserler verdi, çocuklarını ziyaret etti, öğrencileri­ ne iş buldu. 1731’de Dresden’de, Silberm ann’ın orgunu denedi, onun yaptığı ilk p iy a n o fo rte ’leri d in le d i ve inceledi, K lavierübung" adlı yapıtını yazdı. Hasse, Benda, lavtacı Weiss ve Kropfgans ile iliş­ ki kurdu ve bir kez daha Hândel ile tanış­ m aya çalıştı. Mattheson ve Scheibe’ce eleştirildiyse de, derslerini izleyen g en ç­ ler tarafından tutuldu. J. N. Gerber, J. Schneider, J. F. Agricola, Altnikol, Kittel, Müthel bunlardan bazılarıdır. Bach’ın on dokuz çocuğu oldu, bunlardan ancak onu yaşadı. 1747’de oğlu Cari Philipp Em anuel’in isteği üzerine, Potsdam ’a gi­ derek kral Friedrich ll’yi ziyaret etti; bu zi­ yaretten sonra, das Musikalisches O pfer adlı yapıtını krala yolladı. 1749 ’da kör ol­ du, FCıg * sanatı adlı yapıtına çalıştı ve org için bestelediği 18 b üyük org koralini ta­ mamladı, son üç korali, damadı Altnikol’e söyleyerek yazdırdı. B ach’ın yapıtı, üç yüzyıllık dinsel ve din­ dışı çoksesliliğin d oruğu sayılır, çünkü onun sanatında, kontrapunto, arpejli ya da “ plake” akorlardan ağır basar. Bach, öncellerinden aldığı biçimleri yetkinleştir­

nör, 1720; d o minör, 1730); orkestra ve di. Çift tem anın önemini önceden gördü. klavsen için 7 konçerto, iki klavsen ve or­ Bas öğesini güçlü ve sürekli kılarak, kur­ kestra için 3 konçerto, üç klavsen ve or­ gunun temel öğesi yaptı. Sözü betim le­ kestra için 2 konçerto, dört klavsen ve or­ meye ve düşünceyi çağrıştırm aya önem kestra için 1 konçerto (bu konçertoların vermekle birlikte, kontrapuntodan hiçbir tüm ünü Leipzig’de besteledi ya da trans­ zaman vazgeçm edi: ricercare, kanon ve kripsiyon olarak düzenledi [1730-1738]). fü g ’e düşkünlüğü onu anlatımda yalınlaş­ — D. Solocu çalgılar için: 1) Lavta için: Çe­ maya yöneltti. B a ch ’ın tüm yapıtlarında, şitli parçalar, ayrıca 2 süit; 2) Yalnız ke ­ dindar kişiliğinin izleri vardır. Besteleri ölü­ m an için: 3 sonat ve 3 partita (1720); 3) m ünden sonra unutuldu; ancak, XIX. Kem an ve sürekli bas için: füg ve 3 so­ y y .’ın başlarında Beethoven, Mendelsnat (1720); 4) K em an ve klavsen için: 6 sohn, Boely, Schumann sayesinde yeni­ sonat (1720); 5) Çello için: 6 süit (1720); den anımsandı ve Chopin, Liszt, Cesar 6,)Viola da gam ba için: 3 sonat (1720); 7) Frank aracılığıyla yaygınlaştı. Yalnız flüt için: 1 sonat; 8) Flüt ve sürekli •V O K A L YAPITLARI. A. 4 ses için arm o­ bas için: 3 sonat; 9) Flüt ve klavsen için: nize edilmiş koraller: 186 tanedir, bunlar­ 4 sonat. Ayrıca, flüt, keman ve sürekli bas dan 162'si kantatların içindedir. — B. Ora­ için, iki keman ve sürekli bas için, iki flüt toryolar: Noel oratoryosu (1734), Paskal­ ve sürekli bas için çeşitli yapıtlar (fügler, ya oratoryosu (1725); Ç ile le r Yuhanna' sonatlar), keman ve sürekli bas için 1 sü­ ya göre (Johannes-Passion 1723), Matit, keman ve klavsen için 1 süit, — E. O r­ ta ’ya göre (M attheus Passion, 1729). kestra için: çeşitli çalgılar için, Branden­ — C. M otetler ve m ezm urlar: 7 ta. 1e (4 ses­ b u rg konçertoları diye bilinen 6 konçerto liden 8 sesliye dek), — D. Latince sözlü (1721); Süitler diye bilinen 4 uvertür yapıtlar: M a g n ific a t(1 723). — E. M issalar (1730’a doğr.). (Kyrie u nd Gloria): 4 tane (1726 ’ya doğr. • K U R A M S A L YAPITLAR. Das M usikalische* - 1740’a doğr.); " s i" m inö r Missa (1724 O p fe r(1747); F ü g * sanatı (die Kunst der — 1747).— F. Dinsel kantatlar: 196 tane, so­ Füge, 1748-49). locu ve orkestra için ya da solocular, ko­ ro ve orkestra için; bunlardan 3 3 ’ü "koral ■ B A C H (VVİlhelm Friedemann), alman -kantat" biçim indedir. — G. Dindışı kan­ besteci (VVeimar 1710 - Berlin 1784). J. tatlar: 25 tane. — H. Aryalar ve liedler: -S. B ach’ın ilk karısından olan büyük o ğ ­ yanlış olarak (?) Bach’ın sayılır: 11 tane lu. Müzik eğitimini her şeyden önce ba­ (Anna Magdalena Bach’ın II. kitabı, 1725); basına ve M erseburg’ lu kemancı J. G. 69 tane (Schemelli, 1736). G raun’a borçludur. Babasının özellikle En önemli kantatları: 1) DİNSEL KANTAT­ onun için yazdığı yapıtların niteliğk(/nvenLAR: A u s d e r Tlefe rufe ich (1707), Gott tions ve Sinfonie'nin [1720-21] ilk biçim ­ İst mein K önig (17 08), Nach d ir (1710 ’a leri olan Orgelbüchlein, Klavierbüchlein, doğr.), A ctus tragicus (1711), Christ lag Ayarlı klavye 'nin ilk prelüdleri ve org için (1714'ten önce), Alun komm, der Heiden altı sonat) ve yorum cudan beklediği tek­ Fleiland (1714), ich hatte viel Bekümmernik g üç Wilhelm Friedem ann’ın, klavyeli nis (1714), VVeinen, Klagen, Sor gen çalgı virtüözlerinden biri sayılmasını g e ­ (1714), Ein feste B urg (1723 ya da 1724), rektirir. 1733'te Dresden’deki Sankt SoDu Hirte israel (1724), Sie werden aus Sa­ phie’de orgcu, 1746’da kentin directormuba aile kom m en (1724), N un komm, der sicae’sı unvanıyla Halle’deki Notre-Dame H eiden H eiland (1724), Aus tiefer Noth kilisesi’nin kantoru oldu. 1747’de, Fried­ (1 724), Bleib bei uns (1725), ich habe gerich ll’nin sarayında babasına eşlik etti. n ug (1727), Jauchzet G ott in ailen Lan1774'te Berlin’e yerleşti ve orada verdiği den (1730), Wachet a u t (1731), Nun İst resitaller geniş yankılar uyandırdı. Yaşa­ das H eil (1 7 3 5 'te n sonr. ?); -2) DİNDIŞI mının son on yılı karanlıktır. Yapıtlarının KANTATLAR: A v kantatı (1716), Aiolos büyük bir bölüm ü yayım lanm adan kaldı. (1725), Cenaze ilahisi (1727), Phoebus ile Ses için yazdığı yapıtlarının arasında re Pan kantatı (1731), Kahve kantatı (1732), minör kısa missa'sını, Ehre sei Gott’u (No­ H erkül kantatı (1733), Yeni yönetim kan­ el kantatı) ve Heilig, heilig adlı güçlü motatı (1742). teti anmak gerekir. Orkestra yapıtlarından • Ç A L G I YAPITLARI. A .O rg için: 145 koral; re m ajör ve re m inör sinfonialarla sol mi­ bunlardan 46'sı O rgelbüchlein'd a (1713 nör süiti ayrı bir önem taşır. O da müziği -1717), 18 ’i Leipzig derlemesi’nde (1707 yapıtları arasında, 2 flüt ve 2 alto için du-1750), 2 1 ’i dog m a korali (1739), 6 ’sı olar, viyoia ve sürekli bas için sonat d e ­ transkripsiyon (Schübler, 1746), Noel koğerlidir. Ayrıca org için fügler, koro pre­ ral’i üzerine Kanonik çeşitlem eler (1746 lüdleri; piyanoforte için 12 sonat, 11 füg, -47); 7 sonat (1 72 5 ’e doğr. - 1727'ye 42 polonez, 11 fantezi, vb. ve 10 dolayın­ doğr.); 1 Pastora/(1707’y e d o ğ r.);3 parda konçerto besteledi. tita (1700-1715); başka yapıtların trans­ Her ne kadar garip ve alıngan bir in­ kripsiyonu olan 6 konçerto (1715 ’e san olduğunu inkâr edem ezsek de, onu doğr.); 1 Canzona (1709 'a doğr.); 1 Passarhoş ve sefih bir sanatçı olarak göste­ sacaglia ve füglû tema (1712’ye doğr.); ren efsanelere inanmak da doğru olmaz. bir füge açılan ya da açılmayan 50 pre­ Yapıtları şaşırtıcı bir dehanın ve açıkça ro­ lüd, toccata ya da fantezi: bunların en ün­ mantik bir eğilimin ürünleridir. Büyük fan­ lüleri " r e " m inö r toccata ve fü g ( 1709); tezileri Beethoven’i haber verir. Sonat for­ " fa " tonunda Toccata vs füg (1716), muna ve m odern piyano konçertosuna ilk "s o l" m inör fantezi ve fü g (1720), Tocca­ biçim ini VVİlhelm Friedem ann Bach ver­ ta, adagio ve füg (1709), 5 büyük prelüd di. ve füg (bunlara Lepzig p re lü d ve fügleri denir) [1727-1739], — B. Klavsen için: ■ B A C H (Cari Philipp Emanuel), alman besteci (VVeimar 1714 - H am burg 1788), 200 den ço k yapıt: prelüdler ve fügler, J . -S. Bach ve Maria B arbara’nın beşinci toccatalar, fanteziler, sonatlar, çeşitli ar­ çocuğu. Lepzig’de, St. Thom as’ta eğitim yalar ve çeşitli bestecilerin yapıtlarının gördükten sonra, 1731’de önce Leipzig transkripsiyonu olan 16 konçerto (1708 Üniversitesi’ nde, sonra da Frankfurt an -1717), 6 fransız süiti (1722), 6 İngiliz süi­ der O d e r’de hukuk okudu. Babası tarat ti (1722-1724), C labierbüchlein vor Wilfından yetiştirildi, 1734’ten başlayarak, çal­ helm Friedem ann Bach (1720), Claviergıcı, öğretm en ve besteci olarak dikkati büchlein vor Anna M agdalena Bach çekti, ama üslubu kısa zamanda, baba­ (1722), 30 invention ve senfoni (1722-23), sının üslubuna göre daha duygulu bir ni­ A ya rlı* klavye (I: 1722; II: 1742), K rom a­ telik kazandı. 1738’de Prusya veliaht tik fantezi ve füg (1720 ’ye doğr.), 6 partiprensinin orkestrasına girdi. Sonra Fried­ ta (1731), " s i" m inö r uvertür (1734), İtal­ rich ll'nin peşinden Potsdam’a gitti, onun yan konçertosu (1735), " d o " m inö r fan­ tahta çıkmasıyla birlikte Kam m ercem batezi (1738), 4 duetto (1739), 30 Goldberg list unvanını aldı. Berlinli besteci ve ku­ çeşitlemeleri (1742). —C. Konçertolar: bir ram cılarla sık sık başı derde giren C.P. ya da birkaç solocu ve orkestra için 20 Emanuel, Magnificat adlı yapıtını sunarak, dolayında konçertosunun en önemlileri: koruyucusu G.P. Telem ann'ın ölüm üyle 2 keman konçertosu (mi ve la tonunda, boşalan H am burg m üzik yönetm enliği 1720); iki keman için 2 konçerto (re m i­

1173

VVİlhelm Friedemann Bach Wilhelm VVeitsch’in yapıtı Staatliche Galerie Moritzburg Halle

Cari Philipp Emanuel Bach F.C. Krügerln pasteli Archive fiit Kunst and Geschichte, Berlin

Bach görevini elde etmeyi başardı (1767). Ge­ rek kendi yapıtlarını, gerek H ândel’in M essiah'ını, H a yd n ’ın Stabat Mater'in'ı, babasının " s i" m aiör /Vfesa’sını, vb. çal­ dırarak H am burg'un müzik yaşamına bü­ yük bir canlılık getirdi. 1770 ’te ziyaretine gelen Charles Burney, Carl’ın yaşamı, ya­ pıtları ve klavikord çalışı üzerine önemli bilgiler bıraktı. Carl'ın vokal yapıtları arasında D/e israeliten in d e r VVüste, Klopstocks Morgengesang, M agnificat ve G ellert’in şi-

1174

Johann Chrİstoph Friedrich Bach Frederic Rehberg'in (1758-1835) bir karakalem deseninden yapılan lavi

Johann Christian Bach Thomas Gainsborotıgh’un olduğu sanılan bir portre (ayrıntı) Liceo musıcale, Bologna

Gaston Bachelard

■irleri üzerine melodiler anılmalıdır. Orkest­ ra yapıtları arasında, Van Svvieten’e adan­ mış, yaylı çalgılar için 6 sinfoniası önem ­ lidir. Bu yapıtlar güçlü bir mizaç, renkli bir orkestralama ve önromantik eğilimler ser­ giler. O da müziği yapıtlarıysa, klasik bi­ çim ve anlatıma doğru bir gelişme gös­ terir. Klavyeli çalgılar için ç o k sayıda urun verdi: Preussische Sonaten, Württembergische Sonaten ve özellikle, daha çok Beethoven’ınkini haber veren bir örgüyle ya­ zılmış, “ am atörlere" yönelik 6 sonat, fan­ tezi ve rondo derlemesi (Leipzig, 1779 -1787). iki klavsen ve büyük orkestra için yazılmış sonatları, rapsodiyi çağrıştıran yapıları ve özgünlükleriyle dikkati çeker­ ler. C arl’ın, çağının müziğine etkileri bü­ yük oldu. “ Klavyeye gerçek dokunm a tarzı” (1753) başlıklı denemesiyle olduğu kadar, çalgıda zaman zam an garipliğe varan bir arayışın ürünü olan yapıtlarının üslubuyla çağını etkiledi. Kardeşi VVİlhelm Friedemann tarafından “ icat edilm iş” so­ nat biçim ini geliştirdi ve İtalyan b e l canto ’sunun ezgileriyle beslendi.

tolar ve sonatlar (do m inör sonatı önem li­ dir) besteledi. Sanatı, J.-S. Bach’ın katı, ke­ sin m üziğiyle M ozart’ı haber veren zarif üslup arasında bir bağ oluşturur. B A C H (Alexander, baron VON), avusturyalı devlet adamı (Loosdorf 1813 - Schöngrabern şatosu, Aşağı Avusturya, 1893). Avukattı. Haziran 1848’de adalet bakanı oldu; mayıs 1849’da içişleri bakanlığına getirildi. M etternich’inkinden daha katı bir mutlakiyetçilik uyguladı ve “ Bach sistemi" ya da "yeni - mutlakiyetçilik” denilen si­ yasal sisteme adını verdi. Aşırı merkeziyet­ çilik tutkusu, Bach’ı yerel diyetlerin rolü­ nü sıfıra indirgemeye, azınlıkları aşırı b i­ çim de germ enleştirm eye ve papalıkla 1855 konkordatosunu imzalamaya götür­ dü. Avusturya’nın İtalya’da uğradığı ağır yenilgilerden (1858-59) sonra, rejim deği­ şikliği yapm ak isteyen Franz-Joseph, 1859’da Bach’ı görevden aldı ve yerine polonyalı liberal Go+uchowski'yi geçirdi B A C H A a. Göğsü madensel yeşil renkli, karnı uzun saplı ve sarı lekeli ortoraf kü­ çük sinekleri içeren cins. (Nemli yerlerde çok yaygındır. Larvası bitki bitleriyle bes­ lenir. Süprüntüsineğigiller familyası.) B a c h a q u e r o , Venezuela’da'petrol yata­ ğı, M aracaibo gölünün d oğu kıyısında. B A C H A U M O N T (Louis PETİT DE), tran­ sız yazar (Paris 1690 -ay. y. 1771). Memoires secrets p ou r se rvirâ fhistoire d e la rep ub liçue des lettres adlı yapıti, Memoires de Bachaum ont adıyla tanındı. Bu kitap, 1740’lara doğru, ağızdan ağza dolaşan haberlerin önemli bir merkezi durum una gelen Mme Doublet’nin “ gediklilerinden" (Piron, D u ra y d e Meinieres, Voisenon...) edinilen bilgilerin kronik görünüm ü altın-' da yayımlanmış bir bireşimidir. XVIII. yy. sonu Paris yaşamının ço k katı bir betim ­ lemesinin yer aldığı yapıtta, kibar çevre­ lerdeki ahlak skandalları ve yolsuzluklar, her türden aldatmacalar sergilenmektedir. Yazımına 1762’de başlanan Bachaum ont'un yapıtına, Pidansat de M airobert (1771-1779) ve M ouffle d ’A n g erville (1779-1787) tarafından devam edildi.

■ B A C H (Johann Chrıstoph Friedrich), al­ man besteci (Leipzig 1732 - Bückeburg 1795), J.-S. Bach ve ikinci karısı Anna Magdalena'nın dokuzuncu çocukları. Ba­ basının dersleriyle yetişti. 18 yaşında, Bückeburg’da, kont Wilhelm von Schaumb urg - Lippe’nin hizmetine girdi ve 1778'de kardeşi Johann Chrıstian'ı ziya­ ret etm ek İçin Londra'ya gitmesi dışında, yaşamının sonuna değin B ückeburg’dan ayrılmadı. 1758’d e kontun orkestra yöne­ ticisi ve bestecisi oldu. B ückeburg'u Av­ rupa’nın önemli müzik merkezlerinden biri durumuna getirdi. Şair J. G. H erder’in dostluğunu, Schaumburg-Lippe prensinin ■ B A C H E L A R D (Gaston), transız filozof (Bar-sur-Aube 1884 - Paris 1962). Paris sevgisini kazandı. Başlıca yapıtları şunlar­ Posta ve telgraf idaresi’nde m em ur ola­ dır: en önemlisi D ie Kindheit Jesu (1773) rak çalıştı (1907-1913), Bar-sur-Aube'da fi­ olan 6 oratoryo; kantatlar: Cassandra, Die zik ve kimya (1919-1930), Sorbonne’da bi­ Amerikanerin, ino; ilahiler: 14 senfoni (so­ lim tarihi ve felsefesi (1940-1954) profesör­ nuncusu olan si bemol majör bir başya­ lüğü yaptı, Manevi ve siyasi bilimler aka pıttır). Oda müziği yapıtları ve klavyeli çal­ demişi üyeliğine seçildi (1955). M odern fi­ gılar için konçertoları, çağdaş yapıtlar ara­ ziğin elde ettiği sonuçlar üzerinde düşü­ sında kendilerini kolayca kabul ettirdiler: nen Bachelard. kuramsal üretim tarzı kav­ " m i" bem ol konçerto grosso’su son de­ ramına dayanan ve bilim öncesi ya da fel­ rece özgün bir dehanın ürünüdür. Bununla sefi bilim anlayışlarından, akılcı diyalektik birlikte yapıtlarında babasının etkileri g ö ­ ve uygulamalı bir yönteme geçişi incele­ rülür. J.C.F. Bach’ta biçimin kusursuzluğu, yen bir bilim tarihi ortaya koydu. Bunun müziğin büyüsüyle eş değerdedir. yanı sıra, Aristoteles’ten miras kalan bir fi­ ■ B A C H (Johann Christian), alman beste­ zik anlayışına (toprak, su, hava, ateş) d a ­ ci (Leipzig 1735-Londra 1782). J. -S. Bach yanarak şiirsel hayal dünyası simgelerinin ile Anna M agdalena'nın son çocuğu. Ba­ bir sınıflandırmasını yaptı. Başlıca yapıt­ bası öldükten sonra Berlin’de ağabeyi Wılları: Essaı s u rla connaissance approchee helm Friedemann’a eşlik etti. O rada öbür (1928), Le Nouvei esp.ıt scientifigue ağabeyi Cari, 1756’ya değin onun müzik (1934), La Formation d e l ’e sprit scientifi­ eğitimiyle ilgilendi. Bu tarihte İtalya’ya gitti gue (19381. La r nılosophie d u non (1940), ve Bologna'da P Martini ile çalıştı, katolık L'Eau et ies Heves (1942), L A ır et les Sonm ezhebine geçerek Milano katedrali'nın ges (1943), Le Materıalısme ratıonnel orgcusu oldu (1760). Traetta.Sacchını ve (1953), La Poetıçue det'espace (1957), La Jommelli ile ilişki kurdu. 1762’de İngilte­ poetıgue de la reverıe (1960), La Flamme re’ye geçtiğinde, başarılı operalarının sağ­ d 'u n e chanaelle (1961). ladığı ün, kendisinden önce oraya ulaş­ B a c h g e s e lls c h a f t , M endelssohn'un mıştı King'sTheatre’ın maaşlı bestecisi ol­ ön ayak olmasıyla Robert Schumann, Ot­ du, 1764’te "Bach-Abel konserleri" adı al­ to Jahn, C. F. Becker ve M. Hauptm ann tında abone dinleyicilere verilen konser­ tarafından B ach’ın tüm yapıtlarının eleşti­ leri- başlattı. 1774’te ünlü şarkıcı Cecilia rel basımını (46 cilt, 1851-1900) gerçekleş­ Grassi İle evlendi. Mannheim için birçok tirm ek amacıyla kurulan dernek. Neue opera besteledi. Son lirik trajedisi olan Bach Gesellschaft adıyla bu yapıtların bir A m adis des Gaules (libretto û u in a u lt’ b ö lü m ü y e m d e n b a s ıld ı (41 c ilt, nun), ilk kez 1779'da Paris’te sahnelendi. 1900-1945). Göttıngen enstitüsü, 1962 de, Ayrıca, kilise m üziği ( " D o " m inö r R eçin ­ G. von Dadelsen. A. Dürr, D. Kilian ve W. em), sayısız opera, senfoniler (op. VI, No N eum annrn yönetim inde Neue Ausgabe 6, sol minör senfoni, M ozart'ın habercisi­ sâmtlicher Werke başlığı altında, 8 bölüm­ dir; op. 9, No 2, m i bemol senfoninınse lü olarak Bach’ın yapıtlarının yayımına büyüleyici bir dinamizmi vardır), klavyeli başladı; bu basımda, yapıtların notaları­ çalgılar için fa minör ve d o m inör konçer­

nın yanı sıra, tarihsel açıklamalar da bu­ lunmaktadır. B A C H İA C C A (Francesco Di UBERTİNO, il — denir), ıtalyan ressam (Floransa 1494 -ay.y 1557). Özentili, kendine özgü bir üs­ lupla işlediği tablolarında, renk öğesinin çok az katkısı vardır. Resimlerinin yanı sı­ ra Cosimo de Medicı için duvar halısı tas­ lakları (Mesi) da hazırladı. B A C H L E R (Wolfgang), alman yazar (Augsburg 1925). Şiirlerinde G. Benn’den etkilendi (Die Zisterne, 1950; Ausbrechen, 1976). Ayrıca romanlar yazdı (D er nâchtliche Gast, 1950). B A C H M A N N (ingeborg), avusturyalı kadın edebiyatçı (Klagenfurt 1926-Roma 1973). Şiir (D ie gestundete Zeit, 1953), ro­ man (Das dreissigste Jahr, 1961; M alina, 1971) ve oyunlarında (DieZikaden, 1955) H eidegger'in ve ikinci Dünya savaşı’ nda edindiği deneyim in etkisi görülür. B A C H O F E N (Johann Jakob), isviçreli antropolog ve hukukçu(Basel 1815 -ay y. 1887). Filolojiye büyük tutkusu olan Bachofen, Das M utterrecht (1861) adlı yapı­ tında evrimci kuramları savundu. Çalışma­ ları, sanayileşmemiş toplum lardan elde edilmiş verilerden çok, A ntikçağ’ın klasik dönemlinin verilerine dayanır. Anasoylu soyzincirinin babasoylu soyzincirinden önce geldiğini ortaya attı ve XIX. yy.'ın bazı evrimcilerine göre insanlığın geçirdiği ilk aşama olarak kabul edilen ilkel biraradalık temasını işledi. Bachofen, aynı zaman­ da, kültürler arasındaki birlik düşüncesi­ ni de savundu. B A C I a. Fialk. 1 . Abla; kız kardeş: Bacı kardeş g eçinip gidiyorlar İki bacısı var — 2. Kadınlara yönelik seslenme sözü: Bacım, bana b ir tas su verir misin? — 3. Evde çalışan, emektar, yaşlı (çoğunlukla zenci) kadınlar için (daha çok eskiden) kullanılan sözcük. —Tasav. Bir tarikata bağlı kadınlardan her biri.(Bk. ansikl. böl.) —A n s İk l Aynı tarikata bağlı olan erkek­ ler birbirlerine ihvan (dostlar, arkadaşlar), kendi tarikatlarındaki kadınlara bacıyân (bacılar), şeyhin eşine de anabacı derler­ di. Anadolu'da, şeyhlik ve halifelik maka­ mına kadar yükselmiş pek çok kadın sufi yetişmiştir. Daha Selçuklular döneminde, kadınların şeyhlere bağlandıkları, örtülü olarak tekkelere gittikleri bilinir Âşıkpaşazade tarihinde, Osmanlı devletinin kuru­ lu ş u n d a e m e ğ i g e ç e n le r a ra s ın d a gaziyân-ı rum (Anadolu gazileri) ahıyân-ı rum (Anadolu ahileri) ve abdalân-ı. rum (Anadolu dervişleri) ile birlikte bacıyân-ı rum (Anadolu bacıları) adı da geçer, B A C İC C İA ya da B A C İC C İO (Gıovan nı Batışta GAULLİ, il — denir), İtalyan res­ sam (Cenova 1639 - Roma 1709). Roma’ da XVII. yüzyılın en parlak barok dekora­ törü oldu. Gesü’nun tavanı için yaptığı, İsa adının zaferi (1672-1679) adlı yapıtı, çizi­ len figürler ve m erm er taklitleri karışımıy­ la, gerçek ve göz aldatıcı mimari yüzey­ lerle Bernini’nin görüşlerinin bir kopyası gibidir. M ihrap bölüm ü tabloları genellik­ le daha klasik bir üslupla yapılmıştır. B A C İG A L U P O (Nicolo), Italyan yazar (Cenova 1837 -ay.y. 1904). Cenova lehçe­ siyle yazdığı şiirleri ve komedileri vardır. B A C İL , Yemen Arap C um huriyeti’nde kent, Hudeyde’nın K.-D.’sunda hayvan pa­ zarı. Dokum a sanayisi. Çim ento fabrika­ sı. B A C İL L A C E A E a. Prevot’ nun sınıflan­ dırmasına göre, iki cinsi (bacillus [hareket­ li] ve bacterıdium [hareketsiz]) bulunan Gram pozitif basiller familyası. (Bergey’in sınıflandırmasına göre, bakteridium cins sayılmaz ve bu addaki bakteriler de ba­ cillus cinsinden sayılır.) [Bacillales takımı.] B A C İL L U S a. ince, uzun bir çırpıyı an­ dıran, genellikle kanatsız ve uzun bacak­ lı böcekleri içeren cins .(Bacillus Avrupa’ da yaşayan tek cadıçekirgesidir. Phas-

Bacon m optera takımı, Bacillidae familyası.)

BA C İN (Li FEİGAN) ya da BA JİN (Li FeİGAN), çinli yazar (Çıngdu, Sıçuan, 1904). Kropotkin ve Bakunin'in düşünce­ sinden etkilendi, ilk romanını (Destructio n [fr.çev.J 1929) ya zd ığ ı P a ris ’ te iki yıl kaldı (1927-1929). Sonra Şang­ h ay’a yerleşti ve orada kuşak çatışma­ larıyla devrim ci gençliğin isteklerini çö ­ zümlemeye yönelik birçok roman üçleme­ si (B rouillard [fr. çev.J, 1931; Famille [fr.çev.], 1933; Printem ps [fr.çev.], 1938; Autom ne [fr. çev.]. 1940) kaleme aldı. Ya­ zarlar birliği başkan yardımcılığına getirildi (1953), kısa süre sonra, bölünm üş bir to p ­ lum un orta kesimini yansıtışında görülen hümanist ve içtenci eğilimi nedeniyle eleş­ tirildi (/e Jardin du repos [fr.çev.], 1944; N u itg la c e e [fr.çev.], 1947). Kültür devrimi sırasında susmak zorunda kaldı, Dörtler çetesi’ nin devrilmesinden sonra yeniden yazmaya başladı.

BÂCİSRÂ. Tar. coğ. Irak’ta küçük kent; Bağdat'ın yaklş. 50 km K.-D.’sunda; Bâcisrâ’ya ulaştığında Tamerra adını alan Nehrevan nehrinin kıyısında. (Adı süryanice "köp rü e v i" ya da "köp rü y e ri" an­ lamındadır. Arap coğrafyacılar tarafından mutlu, güzel, hurm alık ve kalabalık bir kent olarak anlatılır. Birçok arap edebiyat­ çının yetiştiği kent, yaklaşık XIII. yy. sonla­ rı ile XIV. yy. başlarında yıkıldı. Bugünkü Ebu Cisra köyünün bu kentle ilgisi yoktur.)

BACK (sir George), İngiliz amiral ve de­ nizci (Stockport 1796 - Londra 1878). 1829’dan beri haber alınamayan John Ross’u 1933 te aramaya giden Back, 1835’e kadar Kanada’nın kuzey-batısını, Büyük Esir gölü, Bathurst burnu ile Hudson körfezi arasındaki bölgeyi keşfetti. 1836’da, Arktika takım adasında Regent geçidi ile Turnagain burnunu araştırmak­ la görevlendirildi, buzlar arasında aylar­ ca mahsur kaldı.

BACK ırm ağı ya da BACK RİVER, Kanada’da (Kuzey-batı toprakları) ırmak, Aylmer gölünden çıkar, Kuzey Buz denizi’ ne (Chantrey koyu) dökülür; 960 km .

BACKA, Pannonia ovasında, hemen he­ men tümü Yugoslavya’da (Voyvodina) bu­ lunan bölge, B.’da ve G.’de Tuna ile, D.’da Tisza ile sınırlıdır. Başlıca kentleri: Novı Sad, Subotica, Sombor. Alçak, löslü pla­ tolardan ve tabanları bataklık, kenarların­ da taraçalar yükselen geniş vadilerden oluşan bölgede, verimli bir tarım (tahıllar, sanayi bitkileri, yemlik bitkiler) ve hayvan­ cılık (özellikle tarım-sanayi kombinaları çerçevesinde) bir arada yürütülür. Nüfus karışıktır (Sırplar, Hırvatlar, Macarlar, Slovaklar, vb.).

ka planı, bağlamı. — 2. Bir kimsenin da­ ha önceki yetişme biçimi.

BACKHAUS (VVİlhelm), alman piyano­ cu (Leipzig 1884 - Villach, Avusturya, 1969). Reckendorf ve E. d ’A lbe rt’in ders­ leriyle yetişti. 1905’te Rubinstein ö d ü lü ’ nü kazandı. Beethoven yorumlarında uz­ manlaştı.

BACKHUYSEN (Ludolf), hollandalı de­ niz manzaraları ressamı (Em den 1631 -Amsterdam 1708). Allaert Van Everdingen ile H endrick Dubbels'in okulunda ye­ tişti, ama daha çok, Genç W. Van de Velde ’den etkilendi; kurşuni gökleri, kabar­ mış denizleri ve rüzgârla şişmiş yelkenle­ ri konu alan resimler yaptı. Yaşadığı dö­ nem de büyük başarı kazandı. Backhuysen ayrıca, ofortla çalışan önemli bir gravürcüydü.

BACKLUND (Oskar), isveçli gökbilim ci (Karlstad 1846 - Pulk.ovo, Rusya, 1916). Stockholm, Dorpat ve Pulkovo gözlemev­ lerinde çalıştı. 1895’ te ‘ Pulkovo gözleme­ vinin m üdürü oldu. Özellikle g ök meka­ niği üzerine incelemeler yaptı. BACKNANG, Federal Almanya’da (Ba­ den VVürttemberg) kent, Stuttgart’ın K. -D.’sunda; 28 800 nüf. Deri işleme. Doku­ ma ve m akine sanayileri. O rtaça ğ d an ve XVII. yy.’dan kalma anıtlar.

BACKOFFEN ya da BACKOFEN (Hans), alman heykelci (Sulzbach ? 1470’e doğr.-Mainz 1519). Yalnızca 1484’ten son­ raki yaşamı üstüne bilgi vardır. 1505’ten ölümüne değin, Mainz’da önemli bir atöl­ yeyi yönetti. Bu kentin katedralinde bulu­ nan başyapıtı, başpiskopos Uriel von G em m ingen'in (1517-1519) mezarıdır; bu yapıt ender bir dramatik yoğunluktadır ve İtalyan etkilerinden hemen hemen tüm üy­ le arınmıştır. BACK RİVER — B a ck ırmağı. Backus işaretlem esi, bir dilin sözdizimini, özellikle bir programlama dilinin bi­ reşimini tanımlama yöntemi. Bu işaretle­ me ilk kez algol 60 dili tanımlanırken kul­ lanıldı. Backus işaretlemesinde tanımı, ::= işareti simgeler; bu yöntem ( [işaret­ leri arasında yazılan büyüklüğü, betim le­ necek dilin j çizgileri arasında yer alan bilişim sözcüklerinin değerleriyle tanımla­ maya dayanır. Ö rneğin ’ ’rakam” büyük­ lüğünün alabileceği değerlen tanımlamak için aşağıdaki bağıntı yazılır: (rakam) ::= 0 |1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 . Her tam sayıyı,gerek bir rakam, gerek bir rakamca izlenen bir tam sayı olarak yi­ nelemeli yolla tanımlamak için yazılım aşa­ ğıdaki biçimi alır: ( tam sayı )

::= ( rakam ) |

BACKER (Jacob Adriaensz), hollandalı ressam (Fiarlingen 1608 - Amsterdam 1651). Daha çok kişi ya da topluluk port­ releri çizdi. 1633’te Amsterdam'da Rembra nd t’ın öğrencisi oldu, daha sonra Van der Helst tarzına uygun olarak, daha açık renklere ve daha ince bir üsluba yöneldi (Amsterdam, Den Haag müzeleri).

BACKEREEL (Gilles), flaman ressam (Anvers 1572-1662’den önce). Roma’da eğitim gördü ve d aha sonraları Anvers’ de yaşadı. Brüksel m üzesi'nin yanı sıra Anvers ve Brugge kiliselerinde Backereel’ın dinsel ve tarihsel tabloları bulunm ak­ tadır. — Kardeşi GUİLLAUME (1570 - İtalya 1615) özellikle peyza) çalışmaları yapmış­ tır. BACKCAMMON a. (ing. sözcük). Tav­ laya çok benzeyen zar oyunu.

Back-Goudsmit etkisi. Atom fiz Bir nükleer spini ve dolayısıyla bir nükleer manyetik momenti olan bir atoma, yeğin bir manyetik alan uygulandığında oluşan olay; Zeeman etkisinin değişik bir biçim i­ dir ve Paschen-Back etkisine benzer. BACKGROUND a. (ing. söze.). 1. Olay­ ların. edebivat, sanat yaşamının, vb. ar­

( tam sayı )( rakam ). Bu işaretleme kullanılarak açık ve yalın sözdizimi kurallarıyla herhangi bir dil be­ timlenebilir; programlama dilleriyle yazım­ da bu işaretlemeyi kullanan yoğun ve ek­ siksiz bir kurallar kümesine başvurulur.

BAC NİNH, Vietnam’da kent, Hanoi’nin K.-D.'sunda; 10 000 nüf. Sanayi merkezi.

BACOLİ, İtalya’da sayfiye merkezi. C am pania’da, N apoli’nin B.-G.-B.’sında 20 700 nüf.

BACOLOD, Filipinler’de liman kenti, il merkezi, Negros adasının K.-B. kıyısın­ da; 364 000 nüf. Besin sanayisi.

■BACON (Roger), İngiliz filozof ve bilgin (ilehester, Somerset, ya da Bısley, Gloucester, 1220’ye doğr. -Oxford 1292), Doctor adm irabilis diye anılırdı.1236-1251 ara­ sında yaşadığı Paris’e gelm eden önce O xford ’d a öğrenim gördü. Fransiskenler tarikatına girdi ve Aristoteles’in yapıtlarını yorumladı. 1247’den sonra bilimsel çalış­ m alara yöneldi. 1251'de O xford’a d öne­ rek D e speculis, De m irabili potestate artis et naturae, Metaphysica, De multiplicatione specierum, De com puto naturali adlı kitapları yazdı. Ama, 1257’de ö ğre ­ tim yapması yasaklanınca Paris’e döndü. 1265’te Clem ens IV adıyla papa olan ko­ ruyucusu, 1266’da Bacon’dan yapıtlarının bir kopyasını istedi. Bacon, bunun üzeri­ ne, çağın bilgilerini ele alan Com m unia naturalium adlı yapıtını hazırlamaya koyul­ du, ama bunu yarıda bırakarak O pusm aju s 'u yazdı (1267-68). Bu yapıtını De multiplicatione specierum , O pus mınus ve belki de O pus tertium ile birlikte papaya yolladı. Daha sonra çeşitli yapıtlar ve özel­ likle C om pendium studii philosophiae üzerinde çalıştı. 1277’de, çağdaşı olan dom inikenlerden bazılarına ve özellikle Albertus M agnus ve aziz Thom as’a yönelt­ tiği saldırılardan ötürü, yapıtları, fransiskenlerin başkanı Ascoli’lı Gerolam o tara­ fından kuşkulu görüldü. Görüşleri m ah­ kûm edildi ve kendisi de 1277-1292 ara­ sında hapiste yattı. Serbest bırakıldıktan sonra Com pendium studii theologiae adlı yapıtını yazm aya başladıysa da bitiremeden öldü. Çağının en gözüpek bilim adam ların­ dan biri olan Roger Bacon, matem atiğin bilim lerde temel bir rol oynadığını ilk ilan edenlerdendir. Julius takviminin yanlış ol­ duğunu ilk ileri sürenlerden biri de yine odur. Ptolemaios sisteminin zayıf yanları­ nı kavradı ve belirtti. Optikte, ışığın yansı­ ma yasalarını ve kırılma olaylarını göster­ di, küresel aynaların işleyişini çözdü ve bir gökkuşağı teorisi ortaya koydu. Gemi, ara­ ba, uçan alet gibi birçok mekanik icadın tem ellerini açıkladı. Kimya alanında top barutunun formülüne kitaplarında rastlan­ dığı için, barutun bulucusu sayıldı. Oysa, Bacon bu form ü lü A ra p la r’dan almıştı.Yenilikçi, açık düşünceli, her şeyi m erak eden bir kafa yapısına sahip olan Bacon, bilimin sürekli ilerleyiş halinde olduğunu düşünüyordu. Bunun için, Paris'te yayıl­ masına ön ayak olduğu halde, Aristote­ les’in düşüncesini aşmaya yöneldi. Çağı nın, madde, biçim (form), bireyleşme, v t gibi sorunları üzerinde büyük bir dikkatle durdu. Tümeller sorununu da ele aldı ve bunu, görünüşe göre, kavramcı bir anla­ yışla çözümledi. Skolastiğin boyunduru­ ğundan ilk kurtulanlardan biridir ve scientia experimentatis'\ coşkuyla selam lar "Deneysel bilim, hakikati daha yüksek bir bilim den almaz; o, bilimlerin efendisidir, ötekiler ona hizmet ederler," diye yazar. Ona göre, biri edilgin ve sıradan, öbürü etkin ve bilgince olmak üzere iki türlü göz­ lem ve deney vardır. Bununla birlikte, bilimsel tasarısı, bütün­ cü bir dünya görüşüne, dini inancın sağ­ ladığı temele dayanır. Ona göre her bilim, tanrıbilim e dayanır; tanrıbilim ise Tanrı' nın bir armağınıdır. Tanrıbilimin hizmetkârı olan felsefe, tâ Adem ’den beri Tanrı vah­ yine dayanmıştır.

BACON (sir Nicholas), İngiliz siyaset adamı (Chislehurst, Kent, 1509 - Londra 1579), Elizabeth tahta çıktığında saray başmühürdarı olarak 1058-1579 arasında, İngiltere diplomasisinin ve din siyasetinin yürütülm esinde önemli rol oynadı.

BACON [bekoen] a. (eski aşağı frankça bakko, jam b o n da n ing. söze.). Tuzlanmış ve islenmiş çiğ dom uz eti parçası. — ANSİKL. Fransa’da bacon hazırlamak ■ BACON (Francis), V e ru la m baronu, İn­ için sırtın ortasıyla böbrekler arasındaki giltere başyargıcı ve filozof (Londra 1561 bölgenin etli bölüm ü (bacon filesi) kulla­ -ay.y. 1626), sir Nicholas Bacon'ın oğlu. nılır. Büyük Britanya’da ise bu işlem için H ukuk öğrenim ini tam am ladıktan sonra kemiksiz karkasın tüm ünden ya da bir bö­ baroya girmeye çalıştı. 1593’te Avam kalümünden yararlanılır. Bu parçalar ince dimarası’na girdi. Kraliçenin gözdesi Essex limler biçim inde satışa sürülür ve fiyatlar, kontu onu himayesine aldı. 1601'de Essex karkasın elde edildiği bölgeye göre d e -' gözden düştü; Bacon da, saray avukatı sıfatıyla, onun mahkûmiyetini sağladı. Jağişir.

Francis Bacon yağlıboya tablo ressamı belli değil XVI. yy. sonlan National Portran Gallery Londra

sa, A olayı, B olayının nedenidir. "G erçek bilim, nedenlerin bilim i" olduğuna göre, nedenlerin böyle ortaya çıkarılması her bi­ limin ereği, tüm bilimlerin teorik ve pratik verimliliğinin tek güvencesidir. "Spekülas­ yon için neden rolü oynayan şey, pratik eylem için bir kural durum una gelir.” Ge­ nel yasa, böyle doğruluk ve kesinlikle yü­ rütülen deneylemeden, tümevarım yoluy­ la çıkarılacaktır. Am a eldeki verileri özet­ lemekle yetinen yalın bir "bütünselleştiri­ ci tüm evarım " yoluyla değil; evrensel be­ lirlenimcilik çerçevesinde, geleceği sezin­ lem ek ve henüz bilinm em ekle birlikte bi­ linenlere benzer olaylar konusunda yasa­ lar hazırlamak üzere, eldeki verileri aşan genişletici b ir tümevarım yoluyla çıkarıla­ caktır. Böylece bilim, atılgan ve etkin bir durum a gelerek, düşüncesi “ iç eylem"i ve hareketi yansıtan insana, doğaya egemen olma olanağını verecek, aklın yetkesinden başka da hiçbir yetke tanımayacaktır.

1176

BACON (sir Nathanıel), İngiliz sanatse­ ver (1585 - Culford, Suffolk, 1627). Fran­ cis Bacon’ın baba bir, ana ayrı kardeşi olan Bacon, am atör olarak resim yaptı Yapıtları arasında dikkate değer birkaç portre ve hollanda okulu etkisinde yapıl­ mış natürm ortlar vardır. BACON (John), Y aşlı denir, İngiliz hey­

Francis Bacon Yatan çıplak (1969) tuval üzerine yağlıboya öze! kol., Montreal

kelci (Southwark 1740 - Londra 1799). 1771’de Royal A cadem y’ye girdi. Westminster manastırı’ndakı çeşitli anıt mezar­ ların (W. Mason, lord Chatham) yaratıcısı olan Bacon, Cham bers’in ansiklopedisin­ de Resim ve heykel sanatlarının özelliği üzerine araştırm alar başlıklı çalışmayı ya­ yımladı. —Öğlu JOHN, G enç denir (Lond­ ra 1777-1859), babasının birçok heykeli­ ni tam am ladı ve çalışmalarını sürdürdü.

mes I ile Buckingham dükünün gözleri­ ne girdi ve sırayla, sarayın sürekli avukatı (1604), general sollicitor (1607), general attorney (1613), ‘'saray başm ühürdarı" (1617), başyargıç ve Verulam baronu (1618) ve Saint Albans vikontu (1620-1621) | BACON (Leonard), amerikalı calvinci oldu. Am a 1621 Parlamentosunca rüşvet tanrıbilim ci (Detroit 1802-New Haven almakla suçlanan Bacon, devlet hizmetin­ 1881). Yale üniversitesi’nde profesörlük den uzaklaştırıldı. Ö m rünün son yıllarını yaptı. Köleliğin kaldırılmasından yanaydı. bilim ve felsefeye adadı BACON (Francis), İngiliz ressam Başlıca yapıtları: D enem eler* (1597), - (Dublin 1909 - M adrid 1992). Anlatımcı De dignitate et augm entiş scientlarum ressamları gördüğü Berlin ile (1926-27), (1605).Cogltata et Visa d e interpretatlone Picasso’nun bir sergisini gezdiği Paris’te N aturae (1607), en önemli yapıtı Yeni geçirdiği günler, 1925’te Londra’ya yerleş­ Organon (Novum Organum Scientiarum) miş bir dekoratör olan Bacon'ı ressamlı­ [1620], The H istory o f the reign o f King ğa özendiren başlıca etkenlerdir. 1929 ile H en ry the Seventh (1622), 1605 ve 1944 yılları arasında yaptığı ilk denem e­ 1620'de yazdığı iki kitabın bireşimi olan leri, bir düzine kadar tablo dışta tutulur­ Instauratio M agna (1623). sa, ressamın kendisi tarafından yok edil­ Eski önselci ve tümdengelimi! mantığın di. Yapıtlarının çoğunun konusu insan fi­ yerine, deneysel ve tümevarımlı yeni bir g ürünün ve çevresinin uğrayabileceği m antığın konması, Bacon’ın sisteminin plastik biçimsizleşmelerdir. Bu yapıtlar, özünü oluşturur. Bacon gerçekte, düşün­ parlak renklerin ansızın aydınlattığı mat ce tarihinde, doğruya ulaştıran iki yol g ö ­ renklerle işlenmiştir. Bacon, klasik bir ya­ rüyordu: “ Bu yollardan biri, tikel olaylar­ pıtı üç kanatlı bir tablo biçim inde yeniden d an ve duyum lardan başlayarak en g e ­ ele alarak ya da kimi zaman ünlü tem ala­ nel önermelere varır ve ara önermeleri, bu rı açıp yorumlayarak (Velâzquez’in Papa ilkelerle bunların sarsılmaz sayılan doğ ru ­ innocentius X ‘ u. 1953-1960; Van G ogh' luğuna dayanarak b u lu p değerlendirir. un otoportresi, 1957), uyum suz biçimsiz­ Genellikle izlenen yol, budur. Öteki yol da leşmeler yoluyla psikolojik bozuklukları duyum larla tikel olaylardan başlam akla dile getirdi. G ündelik davranışlarıyla tem ­ birlikte, bunlardan sürekli biçim de ve de­ sil edilen kişiler (az çok rahatsız bir biçim ­ rece derece yükselen önerm eler çıkara­ de oturm uş ya da yatmış olarak) deney rak, sonunda en genel önerm elere varır. özneleri olarak yalıtılmıştır. Yeni figürleştirDoğru yol da budur, ama şim diye kadar m e akımının habercilerinden olan Bacon, bunu kimse denememiştir". Öyleyse, ger­ çağdaş sanatta birinci planda bir yer tutar. çek bir yenilik olan bu ikinci yol, bilimin “ gerçekleşm e’sidir. Bu da her şeyden ön­ BACONCI sıf ve a 1. Ftoger B acon’a ce gerçeğe boyun eğmeye dayanır. “ Doözgü; onun sistem inden yana olan — 2. ğa'ya boyun eğmeden, ona hükm edem e­ Francis B acon’ın felsefesine ilişkin; onun y iz '’ insanı "doğanın yorum cusu" d uru ­ sistem inden yana olan. m una getirecek olan deneyleme, sabır ve BACONCILIK a. Francis Bacon’ın ve ölçüyle yapılmalıdır. "Aklımıza kanat de­ onu izleyenlerin sistemi. ğil, kurşundan çarık g e re k " Her türlü "id o la "y a ya da yanılmaya açık bulunan BACONER a. (ing. bacon, dom uz pas­ duyulur deneylerimizi sıkı bir denetim den tırm asından). Domuz pastırması yapımı­ geçirmeliyiz. Bacon’a göre dört çeşit na elverişli yapıda dom uz tipi. (Gövdesi­ "id o la ” vardır: idola trlbus (türün önyar­ nin uzun, göğüs ve karın çeperlerinin ka­ gıları), idola specus (aklımızın önyargıla­ lın ve az gelişmiş ve yağ kalınlığının az ol­ rı), idola fori (toplumsal önyargılar), idola ması başlıca özelliğidir.) theatri (öğretisel önyargılar). D eneyleme­ BACONGO, Brazzaville’d e (Kongo) lerimizi de akılsal ve yöntemli bir biçim de semt, yerleşme merkezinin güney-batı ke­ düzenlemeliyiz. Bacon, bu amaçla, var­ siminde. Halkının büyük bölüm ü Lariler’ lık tabloları, yokluk tabloları, derece ta b ­ den oluşan kentin nüfusu, uzantılarıyla bir­ loları gibi yöntemler ya da tablolar öner­ likte 100 0 0 0 ’i aşar. di: A varken B de varsa, A yokken B de yoksa ve A değiştiğinde B de değişiyor­ Baconniere (Editions d e La). 1927 yı­

lında İsviçre'nin B oudry kentinde kurulan yayınevi. Edebiyat, tarih ve insan bilim le­ riyle ilgili yapıtlar yayımlar.

BACONSKY (Anatol), rumen yazar (Hotin 1925 - Bükreş 1977). Dekadan gele­ neği sürdüren şairlerdendir (le Flux de la m öm oire [fr. çev.], 1957; C adavres dans le vide [fr. çev.], 1969; /a N ef de Sebastien [fr. çev.], 1978). Teknoloji ve siyasetin pençesine düşm üş bir dünyanın bunalı­ mını aktaran ve yapıtlarının sansürce ya­ saklanmasına neden olan öykü ve roman­ lar y a z d ı(IÛquinoxe des fous [fr. çev.], 1967; l'ğ g lis e ncire [fr. çev.], 1970). BACOVİA (Gheorghe

v s iL İU .G e o rg e — denir), rumen şair (Bacau 1881 - Bükreş 1957). Beaudelaire ve sem bolistlerin et­ kisi altında kalarak, kaba taklitçiliğe düşe cek derecede onların üslubunu kulland (Plumb, 1916; Bucati de noapte, 1926 Sclnteı galben, 1926)."Sonra ülkesinin din sel ve toplum sal değişimini yücelten ya­ pıtlar verdi (Stante Burgheze, 1946).

BACOVİER a. Bir muz türünün Guyana dilindeki adı.

BACS-KİSKUN, M acaristan’da yöne­ tim bölgesi, Büyük Alföld bölgesinde, Tuna’nın D.'sunda; 8 362 km2; 545 000 nüf. (1990). Yönetim merkezi Kecskemet. Bir hayvancılık ve zengin tarım (meyve, özel­ likle de üzüm bağları) bölgesidir. BACTERİACEAE a. A. Prevot’nun sınıf­ landırmasına göre bacterıales takımındaki Gram pozitif bakterileri içeren bakteri fa­ milyası.

BACTERIALES a. A. Prevot’nun sınıf­ landırmasına göre, sporlanm ayaneubacteriales sınıfından silindir biçimindeki bak­ teriler takımı.

BACTERİİDAE a. (yun. baktera, çubuk, ve eidos. görünüş’ten). Sıcak ülkelerde yaşayan kanatsız böcekler familyası (Phasmea takım.)

BAC T H A İ, Vietnam’da il, Hanoi'nin K.’inde; 6 733 km2; 1 033 000 nüf. (1989). Yönetim merkezi, Thai Nguyen.

BACTON, Büyük Britanya’da yer, Norfolk’ta, Norvvich’in K.-K.-D.’sunda, Kuzey denizi kıyısında. Kuzey denizi’ ndeki Hevvett ve Leman yataklarından gelen gaz boru hatlarının term inali BACTRİS a. (yun. baktron, çubuk), in­ ce zarif gövdeli, tropikal Am erika kökenli palmiye. (Bazı türleri, gençken süs ağacı olarak kullanılır ve sıcak seralarda yetişti­ rilir.) BACTRİTİOAE a (yun baktron. çu b u k ’tan). Kafadanbacaklı fosil hayvanla fam ilyası.(ÜyeleriO rthoceras'lara benze ama kenarda bulunan ipliksi sifonlara ba kılırsa Gonıatites'\ere daha yakındır. Bac tritidae familyası Ordovices devrinden Per mie devrine kadar yaşamıştır.)

BACULİTES a Am m onıtler öbeğinden kafadanbacaklı fosil yumuşakçaları içeren cins. (Kavkısı bütünüyle kıvrımsız, düz ve sivridir. Özellikle Üst Kretase dönemi taba­ kalarında çok sık rastlanır.)

BACZYNSKİ (Krzysztof Kamil), polonyalı şalı (Varşova 1921 - ay. y. 1944). Ro­ mantizm ile sem bolizm in etkisinde kaldı, ilk şiirlerinde Skam ander grubuna yakın görünür. Yapıtlarında savaşın trajedisini, nazi işgalini ve kendini feda eden bir ku­ şağın umutsuz bilincini dile getirdi. (Poes ie s c h o is ie s [fr. çev.j 1961).Varşova isya­ nı sırasında öldürüldü. BAÇ ya da BAC a. (fars. baj). Esk. 1. Kervan, yabancı ticaret gemisi vb.’den alınan vergi. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Hima­ ye altına alınan bir devletten alınan vergi. — 3. Zorla alınan para, haraç: "Ver yolun bacını g e l g e ç b ezirg a n" (Köroğlu, XVI. yy.).— 4. Baç almak, haraç almak. || Baç vermek, vergi vermek. j| Bacbân, bac-dar, bac-gir, vergi toplayan. |j Bac-gâh. vergi

badanalam ak toplanan yer. || Bac-güzar, vergi ödeyen; geçiş vergisine bağlı. || Bac-hah, haraç, vergi isteyen. — Kur. tar. Bac-ı ağnam , pazar ve bayram yerlerinde satılan koyun ve keçi gibi kü­ çükbaş hayvanlardan kırkta bir oranında alınan vergi. |j Bac-ı bazar, pazarda satı­ lan mallar üzerinden alıcı ve satıcılardan alınan vergi. (Değeri belli bir yüzde ola­ rak belirlenirdi). |j Bac-ı-büzürk, transit ola­ rak geçirilen mallardan alınan güm rük resmi. || Bac-ı kirtil, hayvanlardan alınan bir tür koruma vergisi (Selamet akçesi de denirdi.) || Bac-ı kil, üreticinin pazaryerine getirdiği tahılın ölçülmesi karşılığında devletin aldığı vergi. || Bac-ı revendegân, yolculardan alınan vergi. || Bac-ı ubur, ge­ çiş vergisi. (Bac-ı siyah ya da tamga-yı si­ yah da denirdi.) [Kentin giriş kapılarında, ticaret yolları üzerinde, nehir geçitlerinde toplanırdı A n a do lu ’da binek hayvanları, Rum eli’de ise araba yükü birim olarak ka­ bul edilirdi Ayrıca malların nitelikleri de verginin miktarını belirlerdi.] —ANSİKL.X.yy’.dan başlayarak'’baj” di­ ye bilinen sözcük XIV. yy.’da bu biçimini aldı. Gazneli ve Selçuklular ile birlikte, İran bölgesinde kurulan türk devletlerince be­ nimsendi. OsmanlIlar tarafından Balkanlar’a yayıldı. Akkoyunlu yasalarında, özel­ likle Uzun Haşan dönem inde kullanıldı, il- . hanlılar devletince de benim sendi. Os­ manlI devletinde Fatih ve Kanuni kanun­ nam elerinde resim anlam ından başka, şehirlere ait bir alım satım vergisi olarak geçer. — B A Ç ,— B E Ç . Yapım eki Fiilden ad türetm ede kullanılır: saklam baç (saklan -b a ç ), d ola m b aç ( dolan- baç), vb. B A Ç K O V O , Bulgaristan’da yer, R odop kütlesinde. 1083’te kurulan, XX. yy.'da kıs­ men yeniden yapılan (XII. ve XIX. yy’.lar arası dönem den kalma duvar resimleri; küçük müze) manastır. Dağ sayfiye yeri. B A Ç O (J a im e ) -

Jacom art

B A D ya da B A D A ünl. (fars. b uden, olm ak'tan bad , b a d a ). Esk. Ola, olsun, olaydı anlamında bileşik sözcükler yapar: afiyet-bad (afiyet olsun), aferin-bad (bra­ vo), h er çi bada-bad (her ne olursa olsun), m übarek-bad (kutlu olsun), zinde-bad (ya­ şa, ço k yaşa) vb. B Â D a. (fars. bad). Esk. 1. Rüzgâr, yel: Bâd-ı berin (batıdan esen hafif yel). Bâd-ı cenubi (güney rüzgârı). Bâd-ı seher -hiz (gündoğusundan esen hafif rüzgâr, tanyeli). Bâd-ı şimali (kuzey rüzgârı). Bâd-ı hazan, sonbahar rüzgârı. — 2. Hava, so­ luk. — 3. Ah etme, inleme. — 4. Söz, öv­ gü — 5. Tanrı yardımı. — 6. Büyüklüktaslama, övüngeçlik. — 7. Bâda vermek, yok etmek, havaya uçurm ak: "Yüzün suyunu toprağa ko döksün ateş-i b âd e / Ki verdi tahtını bâde cihan divi Süleym anun" (Şey hi, XV. yy.). || Bâd-der-kef, eli boş kalmış, havasını almış, züğürt kalmış, iflas etmiş. || Bâd-nüma, rüzgârın esme yönünü g ös­ teren araç, fırıldak. |j Bâd-peym a, haber ulaştıran rüzgâr. j| Bâd-reftar, çevik, atik, hareketli, rüzgâr gibi. || Bâd-süvar, hızlı at koşturan. |j Bâd-viz, yelpaze. || Bâd-ı ah, ah yeli. || Bâd-ı gerdan, hortum, anafor: "Toluptur bağ u m ihrile ki düşdi bâd-ı gerdâna / U ruptur mâh-ı nev g ib i şükûfe çarhı ce vla n ı" (Ahm edi, XVI. yy.). || Bâd-ı heva, aşk rüzgârı: “ E ğer ol nün b u bâd-ı hevâdan ister olursan / Göresin tire gön lü n ­ d e n icedür çeşm -i um yân i" (Namusi, XV. yy.); bedava, parasız, beleş. || Bâd-ı ne­ sim, hafif ve hoşa giden rüzgâr: "Güli gülşende açm ağa nice bâd-ı nesim e sti" (Namusi, XV.yy.). |j Bâd-ı saba, doğudan esen hafif, hoş rüzgâr: ‘ M eğer zülfün kohusından senün b ir şem m e tuym ışdur / Perişan-hâl ü ser-gerdan yörir bâd-ı saba h e r s û " (Nedim, XVIII. yy.). || Bâd-ı subh, sabah meltemi: "Estikçe bâd-ı subh p e ­

rişansın ey g ö n ü l" (Nedim, XVIII. yy). || Bâd-ı şurta, uygun, hoş rüzgâr. — Ed. Divan edebiyatında, özellikle kasi­ delerin nesip bölüm lerinde ve mesnevi­ lerdeki d oğa betim lem elerinde konu edi­ nilir. (-* RÜZGÂR.) Sevgilinin saçını çözüp dağıtması, bulut getirip yağm ur yağdır­ ması, çeşitli ülkelerde dolaşıp durması gi­ bi özellikleriyle anılır; ah çekip inleyen âşı­ ğa benzetilir Koku taşıması nedeniyle ker­ van, katar, aktar ve güzel kokular satan reyhanadır. Sevgiliden koku getirmesi, âşıktan sevgiliye ah, feryad, yakarma ve özlemler götürmesi yüzünden ulak ve postacı olarak düşünülür: Bâd-i sabâya zültü peyâm ın g e tir dedim / Geldi, g ö tü r­ d ü bâşıma sevdâ haberlerin. — Fuzuli. B A D A -* BAD B A D A (Josö DE), İspanyol m im ar (Lucena, C ördoba, 1691 - G ranada 1755). Özellikle cephe tasarımı ve yapımıyla ün­ lendi: Mâlaga katedrali (1724-1747), Anteguera’da iki kilise, Granada'da Sagrarıo ki­ lisesi (1722) ve kentin eski belediye sara­ yı. S.Juan de Dios'un (1737-1759) ve Cartuja de G ranada’nın sacristiasının (endülüs ro koko su n un en ö ne m li yapıtı, 1727-1742) yapım çalışmalarını yönetti. B A D A C S O N Y , M acaristan'da kasaba, Balaton gölü kıyısında, yanardağ kökenli tepelerden oluşan ilginç bir ortam da yer alır. Turizm merkezi (korunmaya alınmış sit). Beyaz ve kırmızı şarap üretimi. BADAHŞAN

- BEDAHŞAN.

B A D A H Ş A N , Tacikistan cum huriye­ tinde dağlar, Pamir'in batı kesiminde. Yukarı Pamir boyunca ve Pianc (Amu Derya) ile kolu Vahş havzasının kenarın­ daki yarıklarla parçalanmışlardır. En yük­ sek noktaları 4 000 - 6 000 m yükselti arasında değişir. B A D A J O Z , ispanya’da (Extremadura) kent, il merkezi, Guadiana ırmağı kıyısın­ da, Portekiz sınırı yakınında; 126 784 nüf. Keltiberler, Romalılar, Vizigotlar, müslümanlar tarafından işgal edilen kentte birçok anıt vardır: Muvahhidilerin üslubunda büyük Espantaperros kule­ siyle Alcazaba; rönesans üslubunda ko­ ro yeriyle, XIII. yy.'a ait katedral (sanat yapıtları; L. de Morales’in tabloları); eski konutlar. XVI. yy.’dan kalma köprü. Mü­ zeler. Dokuma sanayisi. Ticaret merkezi. — Badaioz ili. 21 657 km2; 659 000 nüf. —Badajoz tasarısı (Guadiana ırmağı hav­ zasının bir, bölüm ünün düzenlenmesi), özellikle sulam anın gelişmesine yol aça­ rak, çeşitli ürünlerin (sebze, meyve, yem bitkileri) yetiştirilmesini ve sığır yetiştiricili­ ğinin gelişmesini sağlamıştır. —Tar. XI. yy.’da kurulan küçük bir m üslü­ man krallığının başkenti olan Badajoz, Ispanya’nın A ra pla r’dan geri alınmasın­ dan sonra, ispanya ile Portekiz arasında­ ki savaşlar sırasında önemli bir stratejik yer haline geldi. Kenti 1811 de mareşal Soult yönetim inde Fransızlar, 1812’de de ingilizler ele geçirdi. B A D A J O Z el J o v e n (Juan DE), İspan­ yol mimar, 1516’dan 1560’a değin etkin­ lik gösterdiği Leön ilinde plateresco’nun önde gelen ustasıydı. Yine Leön’da kated­ ralde (trascoro [1535-1538], manastır av­ lusu) ve S. M arcos manastırı’nda (sacristia) çalıştı. B A D A L O N A , ispanya’da kent, Katalonya’da, Barcelona’nın kuzey-doğu banliyösünde; 225 207 nüf. (1990). Do­ kumacılık (pamuk). Gübre sanayisi. Gra­ fik sanatlar ve kristal yapımı (ispanya’nın en büyük cam fabrikası buradadır). BAD ALUŞKA -

BACALUŞKA.

B A D A M İ, Dekkan’da arkeolojik sit. Batı Çalukyalılar’ın eski başkenti. Birçok brahman tapınağıyla dört m ağaradan oluşur; m ağaralardan birinde, 578 ’den kalma bir yazıt vardır. Heykel süslemeleri ve d u ­ var resimleri, Acanta üslubuna yakın ol­

m akla birlikte, olasılıkla daha geç bir d ö ­ nem e aittir. Tapınaklar dravida tipindedir (Malegitti, VII. yy. başları).

1177

B A D A N a. Rusya'da doğal olarak yetişen bir taşkıran (Saxifraga crassifolia) türünün orada boya ve sepilem e m addesi olarak kullanılan kuru kökü. B A D A N A a. (fr b ad ig eo n 'dan). 1. Nemi önlem ek, sağlığı korum ak ve temizlik amacıyla, duvar üzerine, mineral tozlarıyla renklendirilerek ya da katışıksız olarak sü­ rülen ya da püskürtülen sulandırılmış ki­ reç. — 2. Bu amaçla kullanılan plastik bo­ ya. — 3. Duvara sürülm üş olan kireç ya da plastik boya tabakası: Badanası bo ­ zulmak. Duvarın badanası kirlenmiş. — 4. Badana ile boyama işi: Evde badana var. B adana üç gün sürer. — 5. Arg. Cinsel sürtünme. — 6. B ir yeri badana etmek, yapmak, b ir duvara badana vurmak, onu badana ile örtmek; badanalam ak. || B ir yeri badana ettirmek, yaptırmak, orayı ba­ dana ile boyatmak; badanalatm ak. — Boyac. B adana fırçası, yapıları boyama işlerinde kullanılan ve belli bir açıyla uzun bir sapın ucuna tutturulan fırça tipi. — Derıc. Traşlamadan önce, tavşan deri­ lerindeki tüylere uygulanan cıvalı nitrat eri­ yiği. (Bu işlem deriye fötr şapka yapımın­ da gerekli olan nitelikleri sağlar.) || B a d a ­ na bulam acı, tüyleri yum uşatm ak ve yol­ m a işlemine olanak sağlam ak için derile­ rin etli tarafına uygulanan hamur. (Sod­ yum sülfür eriyiğine, sönm üş kireç ekle­ nerek fazla yoğun olmayan bir ham ur el­ de edilir. Badana bulam acındaki sodyum sülfür ne kadar yoğun olursa, tüylerin yu ­ muşaması da o kadar çabuk gerçekleşir.) || B adana vurma, derilerin etli yüzüne al­ kali bir ham ur sürerek yapılan yolma işle­ mi. (Bk. ansikl. böl.) —Spram Kaba seramikler üzerine bisküvi fırınlamasından önce çok ince olarak uy­ gulanan astar. —A n s ik l Deric. Badana vurma, koyun, kuzu, keçi ve oğlak derilerinde olduğu gi­ bi, tüyleri bozulmadan korumak ya da da­ na derilerinde sepilemeden sonra ince bir gren görünüm ü elde etm ek amacıyla, de­ rilerin işlenmesi sırasında uygulanan bir yöntem dir işlenm eden sonra deriler, tüy­ leri yumuşayıncaya kadar (birkaç saat) etli yüzleri birbirine değecek biçimde istif edi­ lerek yerleştirilir, B A D A N A C I a. Badana işinde ustalaşmış kimse. B A D A N A C IL IK a. Badanacının işi. B A D A N A L A M A K g. f. 1. B ir yüzeyi b a ­ danalamak, onu bir badana tabakasıyla örtm ek: B ir binanın ön yüzünü b a d a n a ­

badana yapan kadınlar Atatürk kitaplığı, İstanbul

badanalam ak lamak. — 2. Yüzünü çok beyaz olacak bi­ çim de DUdralamak. — Seram. Değerli seramikleri, pişirme sı­ rasında birbirlerinden yalıtmak amacıyla, çıkıntılı ve taşıyıcı bölüm lerine kuartz, ka­ olin, alümin gibi ısıya dayanıklı, nem len­ dirilmiş ve kitreli zam klar karıştırılmış bir sıvayla kaplamak.

1178

♦ b a d a n ala m a k edilg. f. Bir duvar, ya­ pı vb. üzerine badana sürülmek; badana ile boyanmak: Kapılar p encereler boyan­ dı, duvarlar badanalandı.

Lauros-Giraudon

♦ b a d a n a la tm a k ettirg. f. Bir yerin ya da bir yüzeyin badana edilmesini sağla­ mak.

BADANALANMAK - BA D AN ALAM AK. BADANALATMAK * BA D AN ALAM AK. BADANALI sıf. 1. Badana edilmiş. — 2. Badanası belirtilen nitelikte olan şey için kullanılır; Beyaz badanalı evler. — 3. Aşırı ölçüde pudralanm ış yüz için kullanılır.

BADANASIZ sıf. Badana yapılmamış ya da badanası bozulmuş, eskimiş yapı, du­ var, vb. için kullanılır. «BADARİ KÜLTÜRÜ a. Tarönc. Orta Mı­

kalkolitik badari vazosu hanedanlaröncesi Mısır Louvre müzesi, Paris

sır'da Badari sitinde ortaya çıkarılan bakırtaş kültür evresi. — ANSİKL. Badari uygarlığı, Mısır’da bakırtaş uygarlıklarının en eskisidir. Bu dö­ nem, m adenin varlığı ve işlenmesi ile ni­ telenir; en belirgin ürünü, paralel çizgilerle süslenmiş (siyah kenarlı, kırmızı ya da kah­ verengi vazolar, kırmızı perdah vazolar) el yapısı çanak çömlektir. Aynı dönemde, bakırdan boncuklar, şistten sürmelikler, fil­ dişinden vazolar ve üzeri kuşlarla süslü fil­ dişi kaşıklar görülm ektedir; ilk tamoyma denem eleri de (fildişinden ya da toprak­ tan kadın heykelcikleri) bu dönem e rast­ lar.

BADARNA ya da BADERNA a. (ital. söze.). Denize. Halatların sürtünerek aşı­ nabilecek yerlerine sarılan eski halat, ha­ sır ve bez sargı. || B adarna bezi, badarna işleminde kullanılan, katranlanmış eski bez şerit. || Badarna etmek, bir halatın sür­ tünerek aşınabilecek yerlerine eski halat, bez ya da hasır sarmak. (Genellikle kıyı­ ya verilen halatların kurt ağızlarına, loçalarına ve iskeleye sürtünen bölüm lerine uygulanır) — Savaş gemilerinde, geminin şeref m ahallerindeki halatları, müretteba­ tın elbiselerini kirletmemesi için, temiz amerikan beziyle sarmak. BADAS a. Halk. Harman kaldırılırken ye­ re dökülerek toz tdprak, saman ve çöple karışan taneler; harman döküntüsü.

BADA ŞANJIN ya da BADA SHANREN, çinli keşiş ressam Cu Da’nın tak­ ma adı (Nan Ç ang 1625 - ? 1705). Ming dönem inin en büyük bireyci ressamların­ dan; çevre çizgileri koymaksızın lavi’yle manzara; çiçek ve kuş resimleri yaptı.

BADAŞMAK

f.

Yörs. EŞ* TU T M A K 'ın

eşanlamlısı.

BAD AUSSEE, esk A u s s e e , Avustur­ ya’da (Steiermark) kent, Traun ırmağı kı-

meyve

badem (Amygdslus communis)

yısında; 5 200 nüf. iklimi sağlığa elverişli (yüksl. 657 m) kaplıca merkezi.

BÂDAVERD sıf. ve a. (fars. b â d ve â verd 'den bâd-âverd). Esk. Rüzgâr tara­ fından getirilmiş, kolay elde edilmiş. ♦ a. 1. Bizans imparatoruna ait bir ge­ mide, rüzgâr tarafından Hüsrev Perviz’e götürülen hâzinelerden birinin adı. — 2. Doğu m üziğinde bir ses.

BADBAN a. (fars. b a d ve -b a n ’dan bâdbSn). Esk. 1. Yelken: "Feth ü zater sefinesine açtı b â d b â n " (Baki, XVI. yy.). — 2. Gemi sereni. — 3. Bâdban - guşa, yelken açan. || Bâdban-güşa-yı azi­ m e t olmak, deniz yolculuğuna çıkmak, yelken açmak. |j Bâdban-ı ahdar, yeşil yel­ ken; mavi gökyüzü.

BADBANİ a. (fars. badban ve ar. -/'den bâdbanî). Denize. Osmanlılar’da tersane­ de görev yapan a z a p 'la rd a n bir bölü­ müne verilen ad. Bunlara yelkenci de de­ nilirdi; görevleri, yelkenlerin korunması ve bakımıydı. BAD DOBERAN, Alm anya’nın doğu

BADEHÜM be. (ar. ba'd e ve hüm, onlar’ dan ba ’ de-hüm). Esk. O nlardan son­ ra. BADELEYİT a. (fr. baddeleyite). Miner. Formülü Z r 0 2 olan doğal zirkonyum ok­ sit. (Badeleyit ateşe dayanıklı tuğla ve po­ ta yapım ında kullanılır; ayrıca aşındırıcı bileşeni olarak da yararlanılır.)

BADELİ sıf. Aşk badesi içmiş kimse için kullanılır. — Ed. Badeli âşık, uykudayken bir pirin elinden aşk badesi içerek saz çalıp şiir söylemeye başladığına inanılan halk şairi, âşık— ANSİKL. Ed. Yaşamlarıyla ilgili birer halk hikâyesi oluşturulm uş âşıklar, bade içme sırasında kendilerine gösterilen ve uzak bir kent ya da ülkede yaşadığı bildirilen bir güzele âşık olur, ona kavuşmak amacıyla uzun ve serüvenli bir yolculuğa çıkarlar. Anadolu âşıkları arasında bade iç tik le ri ka bu l e_dilenlerden b irkaçı Sümmani, Çıldırlı Âşık Şenlik, Bayburtlu Celâli, Kağızmanlı Hıfzı, Hodlu Şamili vb. dir.

kesiminde, Rostock’un batısında kaplıca RBADEM a. (fars. b a d a m ’dan). 1. merkezi, Gülgiller familyasından meyve ağacı. (Bil. BAD DURKHEİM, Federal Alm anya a. A m yg da lu s com m unis ya da Prunus da (Rheinland-Pfalz) kent, Ren vadisine amygdahs). — 2. Aynı ağacın meyvesi. egem endir; 17 000 nüf. Kaplıca m erke­ — 3. Bu m eyvenin çekirdeği; bu çekirde­ zi. Şarap üretim merkezi. ğin içindeki tohum. — 4. Arg. Tabanca kurşunu. — 5. Badem (gibi), taze, körpe BADE be.(ar, ba cd e ).E skA . Sonra. —2. ve küçük salatalıklara denir. || Badem bı­ Bazı sözcüklerin başına eklenerek bir­ yık, burun deliklerinin alt kısmında badem leşikler yapar: Bade-t-içtirna (toplantıdan biçiminde bırakılan bıyık. || Badem ezmesi sonra), bade-l-istişare (danışıldıktan son­ -»BADEM EZM ESİ. || Badem göz, uçları, ra), bade-l-lüteyya ve-l-leti (nice sıkıntı ve kaşlara doğru uzanan çekik ve güzel göz. zahmetten sonra), bade-s-salat (nam az­ || Badem şekeri - B A D E M Ş E K E R İ. || Ba­ dan sonra) vb. dem tırnak, biçimi badem e benzeyen in­ BÂDE a. (fars. bade). Esk. 1. Şarap, iç­ ce, uzunca tırnak. ki: “ D ivâne m id ir b âde dururken içe — Bes. san. B adem esansı, pasta ve ku­ a n d ı" (Baki, XVI. yy.). — 2. Bâde süzmek, rabiyeleri kokulandırm ak am acıyla kulla­ kadehe özenle içki koymak. || Bâde-i can nılan acı badem esansı. -bahş, içene can veren şarap. || Bâde-i gül — Eczc. Tatlı badem yağı, bir badem çe­ -fam, gül renkli şarap. || Bâde-i ikbal, şidinin (A m ygdalus communis var. duicis) yüksek m evkide bulunm anın verdiği tohum undan elde edilen ve emülsiyon ve geçici keyif ve neşe. j| B âde-i mest, kes­ luk yapım ında kullanılan yağ. kin şarap. || Bâde-i nuşin, içimi kolay ve — Ed. Divan edebiyatında sevgilinin göz­ hoş şarap. || Bâde-i sad-saled, yüz yıllık leri ve dudakları biçim, tat-ve renk bakı­ şarap, pek eski şarap. mından badem e benzetilir. Badem şek­ —A n s İk l. Ed. Divan edebiyatında en lindeki göz, aşk şarabı ile sarhoş olacak ço k sözü edilen sarhoş edici içkidir. Mey âşığın mezesi sayılır. ile eşanlamlıdır. Harabat, meyhane, bezm, — Kürkç. Badem kürk, tilkinin yalnızca ba­ rint ile birlikte kullanılır. Tasavvufta aşk, cak kısmıyla hazırlanmış kürk. Tanrı’ya ulaşmanın yoludur. Bâde de bu­ — Mim. Mukarnasların, baklava dilimini na ulaşm ak için ruha coşkunluk verecek andıran, prizm a ya da üçgen biçim inde­ araçtır. Âşıklar bezm de bade içerek co ­ ki bölüm lerine verilen ad. şar, kendilerinden geçer. Bâde dertleri gi­ — Mutf. Badem içi, dış kabuğu çıkartılmış, derir: "Sâki getir ol bâdeyi kim dâfi-i gam ­ iç zarı soyulmuş badem . || Badem sübye­ d ır / Saykal vur o m ir âta ki p ü r jen g -i si, badem içini havanda dövü p su ya da e le m d ir" (Bağdatlı Ruhi). Badeye su kat­ sütle karıştırarak yapılan boza kıvamında, mak helale haram karıştırmak gibidir, bu­ beyaz bulamaç. (Kimi sütlü tatlıların ya­ nun asla hoş görülm ediği belirtilir. Rengi pım ında kullanılır.) || Badem şurubu, ba­ genellikle kırmızı olduğu için kan ve la ’l demle yapılan bir şurup, (iyice dövülmüş ile ilişki kurulur. Sevgilinin dudağı, yana­ badem, suyla karıştırılıp posası kalmayınğı, âşığın kanlı gözyaşları badeye benze­ caya değin kevgirden geçirildikten son­ tilir: ' B âde-i nâbdır leb-i la 'Un / Sâgar-i sîm ra, şekerle kaynatılarak yapılır.) || Badem ze ne h d ân ın" (Baki). Bade ayrıca kadeh tatlısı, dövülm üş badem içi, yumurta, un anlamında da kullanılır; câm, sâgar, piyave şekerle yapılan bir ham ur tatlısı, irmik le, kadeh, sagrak, ayak sözcüklerinden ve badem içiyle yapılan başka bir tür tat­ badeyle birlikte öteki içkiler de anlaşılır. lıya da aynı ad verilir. (-►İÇKİ.) Halk edebiyatında âşıkların (saz — ANSİKL. Badem in anayurdu İran-Afgaşairlerinin) düşlerinde Hızır’ı görü p elin­ nistan yaylasıdır; Akdeniz bölgesine eski den “ bade” (aşk şarabı) içtikten sonra şa­ Yunanlılar ve R om alılar’ca getirilmiştir. irlik yeteneği kazanıp saz çalm a ve şiir Anadolu’da çok eskiden beri meyve ağa­ söylemeyi öğrendiğine inanılır; bunlara cı olarak yetiştirilir. Badem, orta boyda (6 “ badeli âşık" denir. (-»ÂŞIK.) -8 m), yaygın ya da dik dallı, ince uzunca yapraklı, dikensiz bir ağaççıktır, ilkbahar­ BADEGOULE EVRESİ a. Üst yontmada çok erken çiçek açar; beyaz (nadiren taş dönem i endüstri evresi (i. Ö. 15 000). çok açık pem be) çiçekleri genellikle ken­ Adını D ord o g ne ’daki Badegoule bulun­ dini döllemez. Meyvesi taş çekirdek biçi­ tu yerinden alır. (Kazıyıcılar, kalemler ve m indedir; içinde bir ucu sivri, bir ucu ge­ Aurignac evresini anımsatan gereçler, bu nişçe yassı bir tohum bulunur. evrenin en belirgin özelliğidir [iğ biçimli ve Badem ler en başta iki alttüre ya da çe ­ sivri uçlu kazıyıcılar].) şide ayrılır: tatlı badem (A .C . var. dulcis) ve acı badem (A.C. var. amara). Bun­ BADEHU be. (ar. b a cde ve hüve, o ’dan lardan pek çok bahçe badem i türleri bacdehu). Esk. Ondan sonra, sonra: "B a­ türetilmiştir. Badem , genellikle tohum da dehu yeniçeriler altı ade t m inarelerden iç üretilen badem, şeftali (asit topraklar için) harem içre olan sipaha çuvaldız ile ve erik, ya da şeftali-badem melezlerine kurşunlar vurdular k im ..." (Evliya Çelebi, aşılanır. Türkiye’de en iyi çeşidi, erik XVII. yy.).

Baden okulu üzerine aşılanan “ pabuç badem i” dır. Batı A vrupa'da ve Am erika’da, 1960 yılından beri donlardan zarar görm em eleri için, daha geç çiçek açan çeşitler üzerinde araştırma çalışmaları yapılmaktadır ve bu tip çeşitler elde edilmiştir. Kaliforniya’da "be n ze r olm ayan” çeşitlerden oluşan b üyük ve m odern badem bahçeleri (ba­ dem üretim işletmeleri) kurulmuştur. Bu eyalet yılda 180 000 t badem üretimiyle dünyada başta gelir (Türkiye'nin yıllık üretimi 40 000 t). Badem de görülen başlıca hastalıklar şunlardır: moniliyoz, karaleke, vertisilliyoz; zararlıları arasında en tehlikelileri de bitkibitleriyle çopurböcektir. Genellikle badem ağacının ince ve sert kabuklu, uzunca m eyvesine; bu m eyve­ nin odunsu çekirdeğine; kahverengi bir zarla kaplı iki beyaz çenekten oluşan to ­ hum una, ayrım gözetilmeksizin badem adı verilir. Meyve, ağustos-eylül ayında olgunla­ şınca kabuk kuruyarak çekirdekten ayrı­ lır hale gelir. Tatlı badem lezzetli bir yemiştir ve yağ bakım ından oldukça zengindir. Acı ba­ dem, hidrosiyanik asit içerdiğinden az da olsa zehirlidir. Pastacılıkta ve şekerlemecilikte ayıklanmış badem çok kullanılır. Bütün (kavrulmuş badem, nuga), çekilmiş ya da kıyılmış ve un haline getirilm iş ola­ rak kullanılır. Katkı m addeleriyle çeşitli renkler verilen badem ezmesi, çubuk ya da baklava biçim inde kesildiği gibi küçük nesneler (sebze, meyve, hayvan) biçimin­ de de yapılır.

BADEMA be. (ar. ba cd e ve -mâ, o şey’ den ba cdemS). Esk. Bundan sonra, bun­ dan böyle; "Badema, Emin'in hayatı böy­ lece nâfile b ir kavga g ib i g e ç ti" (Yakup Kadri).

BADEMAĞACI, Antalya’nın merkez il­ çesi, Dağ bucağında belde; 3 951 nüf. (1990). BADEMCİK a. Anat. 1. Yutakta bulu­ nan, badem biçiminde lenfoit organ. — 2. Dil badem ciği, yutak altında, dil tabanın­ da bulunan bademcik. || B adem cik'çuku­ ru, badem ciklerin yüzeyindeki çökek. || Boğaz badem ciği, dam ak eteğinin ön ve arka ayakları arasında, yutağın iki yanın­ da bulunan çift badem cik. || Yutak b a ­ dem ciği, burun-yutağın ya da burun boş­ luğunun arka çeperinde bulunan tek ba­ dem cik. (Bk. ansikl. böl.) —Cerr. Badem cik ameliyatı, badem cikle­ rin ameliyatla çıkarılması. (Süreğen enfek­ siyon ve sık tekrarlayan akut iltihap hal­ lerinde vapılır.) — Nöroanat. ve Nörobiyol. Beyin badem ­ ciği, şakak lobunun orta sırt kısmındaki bir bozm adde kütlesinden oluşan ve heye­ can tepkilerinin düzenlenm esinde ve ö ğ ­ renme süreçlerinde önemli rol oynayan rinansefalin temel yapısı. || Beyincik ba­ dem ciği, soğaniliğin iki yanında, beyincik yarım kürelerinin ön-alt yüzünde bulunan bir çift lopçuk. — Patol. Badem cik iltihabı, boğaz badem ­ ciklerinin iltihaplanması. (Bk. ansikl. böl.) — A n s ik l . Anat. ve K.b.b. Ağız açıkken g ö rü le b ile n b o ğ a z b a d e m c ik le rin in büyüklüğü kişiye göre değişir. Bunlar or­ tak bir kılıf içinde, ağsı bir dokuyla birleştirilmiş kapalı foliküllerden oluşan topaklardır. Yüzeylerinde "b a d e m cik çu kurla n ” denen çöküntüler görülür. Yutak bad e m ciği nin aşırı büyümesi adenoit vejetasyonlar* oluşturur. Badem­ ciklerin fizyolojik görevi, lenf düğüm lerin­ de olduğu gibi enfeksiyonlara, özellikle yutak enfeksiyonlarına karşı savunmadır. Badem ciklerin iltihaplanmasına badem ­ cik iltihabı* denir. — Patol. B adem cik iltihabı tüm anjinlere e ş lik e d e r; b a k te rile rd e n ya d a virüslerden ileri gelir, iltihap yum uşak da­ m ak kem erlerine yayılabilir; badem cikler kızarır, şişer, bazen üzerlerinde beyazımsı bir sızıntı bulunur. Yutma güçlüğü, ağrı ve

ateş vardır. B a d e m cik irinleşe b ilir. B a dem ciğin üzerinde yalancı zarlar görülürse difteri basili aramak için muhak­ kak parça alınmalıdır.

BADEMDERE, Niğde'nin Çamardı il­ çesi, merkez bucağında belde; 2 300 nüf, (1990). PTT. BADEMEZMESİ a. Mutf. Bademle yapılan bir tür şekerleme. (Kabukları ve zarı soyulmuş badem , havanda dövülüp hamur haline getirildikten sonra, şeker ve yum urta sarısıyla karıştırılarak yapılır.) BADEMİ sıf. (fars. badam ve /'den bad â m i). Esk. Badem biçiminde. BADEMLİ sıf. içine badem katılmış yi­ yecek için kullanılır: Bademli tatlı. Bademli kek. — Bine. Ortasında kalın ve badem biçi­ m inde bir parça bulunan gem demiri.

BADEMLİ, İzmir'in Ödem iş ilçesine bağlı bucak; 9 024 nüf. (1990); 5 köy. Merkezi B adem li (esk. Bademiye). 4 120 nüf. (1990).

BADEMLİ, Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesi, Davulga bucağında belde; 2 170 nüf. (1990). PTT.

BADEMLİ geçidi, Beyşehir’i, Toroslar'ı aşarak Akseki üzerinden Akdeniz kıyısına bağlayan geçit; yükseltisi 1 390 m. BADEMLİBAHÇE kaynakları, Bur sa hidrotermal şifalı su kaynaklarından birbirine yakın yerlerde çıkarak bir grup oluşturanlara verilen toplu ad. Kentin batı kesiminde bir fayla ilgili olarak oluşan bu gruptaki kaynaklar, U ludağ eteklerini iz­ leyen Ç ekirg e yolu ile ova tabanı arasındaki sınırda yer alırlar. Karamustafa, Kaynarca, Yenikaplıca ve Kükürtlü adındaki ünlü kaplıca tesislerini bu sular besler. Ç ok eski çağlardan beri şifalı et­ kilerinden yararlanılan bu gruptaki kay­ nak sularının bileşimi, sıcaklığı ve radyo­ aktivitesi birinden ötekine değişir. Bursa çe vre sin d e ki h id ro te rm a l kayna kla r arasında radon radyoaktivitesi en yüksek (Karamustafa, Rn222 4 8 37), sıcaklığı en fazla (Kükürtlü, 83,6 C °) ve kükürtlü h id­ rojen bakım ından en zengin (Kükürtlü, H2S 1,1250 mg/l) kaynaklar da bu grup­ tadır. B A D E M LİK

a. Y a ln ız c a ya da çoğunlukla badem ağacı bulunan bah­ çe.

BADEMLİKÖY, rumca L u tro , Kıbrıs'ın Lefkosa ilçesi, Lefke bucağında köy.

BADEMPARE a. H am uruna rendelen­ miş badem katılarak yapılan, badem bi­ çim li bir tür tatlı.

BAD EMS ya da EMS, Federal Alm an­ ya ’da (Rheinland-Pfalz) kent, Lahn ırmağı kıyısında, K oblenz'in D .'sunda; 12 000 nüf. Altısı bikarbonatlı sodyumlu sıcak, biri demirli soğuk yedi kaynağın işletildiği madensuyu merkezi. Turizm merkezi.

BADEMSİ sıf. Biçimi badem e benzeyen şey için kullanılır. — Bot. Badem çekirdeği biçim indeki mantar sporuna denir. — Yerbil. Kimi öğeleri badem biçimini alan bir kayacın yapısı için kullanılır. (Örneğin gözenekli gneiss'e dönüşm üş eski bir granitin feldispatları.) — Makasla­ m a kuşağı düzeyindeki merceksel tekto­ nik öğeler için kullanılır.

lalesinden Christof l ’in eline geçti. Am a 1527’de Christof I ölünce, iki oğlu iki ye­ ni kol oluşturdu: Baden-Baden ve Baden -Durlach. Dinsel anlaşmazlıklar sonucun­ da birbirinden ayrılan katolik Baden -Baden ile lutherci Baden-Durlach, markgraflık unvanını aldılar ve özellikle Otuz Yıl savaşları sırasında birbirleriyle kıyasıya savaştılar. Ancak 1771 'de Baden-Baden kolunun ortadan kalkmasıyla Baden-Durlach'lı Kari Friedrich ülkede bütünlüğü sağladı ve B aden’in te k markgrafı oldu. N apolöon ile ittifak kuran Kari Friedrich 1803’te Pfalz'ın bir bölüm ünü, 1805’te Brisgau'nun bir bölüm ünü (Presburg ant­ laşması) alarak eyaletlerini genişletti. 1806’da büyük dük unvanını aldı.R heinbund konfederasyonuna girdi. Baden b üyük düklüğü 1815’ te tanındı ve Al­ m anya konfederasyonuna katıldı. 1815’ten sonra N apolöon’un im para­ torluğuna sıkı sıkıya bağlı olan Baden bü­ yük düklüğü meşruti bir devlet oldu ve ilk parlamentosuna 1819 ’d a kavuştu. Bu du­ rum hüküm ette önemli değişikliklere yol açm adı, ama daha ço k Fransa’dan esin­ lenen liberal bir muhalefet, özellikle ülke­ nin kuzey kesim inde (sanayiler burada büyüm ekteydi) gelişti. 1848’de liberallerin desteklediği bir halk ayaklanm ası so nucunda büyük d ük kaçm ak zorunda kaldı. Ancak, Prusya as­ ke rle rin in işe karışm asıyla ye nid e n yönetim i ele geçirdi. Baden hükümeti li­ beralleri sıkı bir şekilde denetledi ve bu ta rih te n s o n ra B a d e n ’ in p o litik a s ı Prusya’nınkine bağlandı; bununla birlik­ te, badenli liberaller Prusya tutuculuğuna sürekli karşı çıktılar ve m utlakiyetle yönetilen Baden ileri bir sosyal yasa düzenine kavuştu. 1871’de Baden, A l­ man im paratorluğu’na bağlı devletlerden biri oldu; ama kendi özelliklerini (katoliklerin çoğunlukta olması ve demokratik ge­ lenek) korudu. 1919 anayasasıyla Baden bir cu m hu ­ riyet, R eich’a üye özerk federal bir dev- _ let haline geldi. 1933’te nazi yönetimi Ba­ den liberal devletine son verdi: Hitler Ba­ d e n ’in başına im paratorluk kom iserlerin­ d en birin i atadı, B aden, 1 9 4 0 ’tan başlayarak Alsace’ı koruyuculuğuna aldı; Alsace, 1940-1945 arasında nazi partisi­ nin gauleiter'liğini ve her iki yörenin Reich komiserliğini elinde toplayan Robert VVagner’in yönetim inde, B aden’e bağlı kaldı. Federal cum huriyetin kurulm asından sonra (1949), Baden ve VVürttemberg birleşerek 1951 yılında tek bir L and oluşturdular ve Baden-VVürttemberg adını aldılar.

BADEN, A vusturya’da (Aşağı Avustur­ ya) kent, W ie n e rw a ld ’ ın kenarında, V iyana’nın G .’inde; 23 600 nüf. Kükürtlü sıcak sular. BADEN, İsviçre’de (Aargau kantonu) kent. Limmat ırmağı kıyısında; 13 950 nüf. Eski kentte XV.-XVII y y.’lardan kalma (ki­ lise ve XV.-XVI11.yy.'lar arasında İsviçre Diyeti'nin toplandığı eski belediye konağı. Lim m at ırmağının yatağından fışkıran kükürtlü suyun kullanıldığı önemli kaplıca merkezi. Elektroteknik gereçler yapı-

Baden okulu ya da dağarlar okulu, VVİlhelm VVİndelband (1848-1915) tarafın­ dan kurulan ve d aha sonra Heinrich Rickert (1863-1936) tarafından yönetilen fi­ BADEMŞEKERİ a 1. ince bir nişastalı lozoflar topluluğu. Ernst Troeltsch (1865 şeker tabakasıyla kaplanm ış iç badem . -1923), Bruno Bauch (1877-1942) ve Hu— 2. A rg. Tabanca kurşunu. go M ünsterberg'in (1863-1916) çalışma­ larıyla ün kazanan Baden okulu, alm an BADEN, Alm anya'nın Rheinland b ö l­ yenikantçılığı içinde yer alır. O kulun üye­ gesinde eski devlet. X. yüzyılda Schwaben düklüğünden leri, başlangıçta kavramlarını, Kant’ ın transsendental yöntem ine, kavramcılığı­ ayrılan Baden’i, Hermann von Zâhringen na ve idealizm ine dayandırırken, sonra­ m arkgraflığa yükseltti. Aile içi paylaşm a­ ları bu temellerden uzaklaşmalar görüldü: larla XII. yy.’da üç sülale oluştu; Baden okulun temsilcileri, bilginin kökeninin, du­ -Baden, Baden-Hochberg ve Baden-Sauyum ve kendinde şey'in varoluşu olduğu­ senberg. 1503’te miras oyunları sonucun­ nu reddettiler; buna karşılık, değerlere d a m arkgraflığın tüm ü Baden-Baden sü­

1179

BADEMCİKLER VE BADEMCİK AMELİYATI

dil basacağı

Baden okulu büyük önem verdiler.

1180

BADEN-BADEN, Federal Alm anya'da (Baden-VVürttemberg) kent, Karaorm an' ın K.-B. eteğinde; 49 000 nüf. XVIII. yv.'d a n bu yana ün salmış içm ece kenti (klorürlü sodyum lu sular). Romalılardan ve O rtaçağ’dan kalm a yıkıntılar. Küçük makine sanayisi, ince marangozluk. Siga­ ra fabrikası. Fransız işgal bölgesi askeri yönetiminin, sonra da Alm anya'daki Fran­ sız kuvvetleri komutanlığımın m erkeziy­ di.

BADENİ, Lwöw kökenli polonyalı bur­ juva aile. 1563’te soyluluğa yükseltildi. Üyeleri arasında K a z İ M İ e r z (Surochow 1846 -Busko 1909), 1888'de Galiçya va­ lisi, 1895'te de Avusturya bakanlar kuru­ lu başkanı oldu. Bohem ya ve M oravya’ da, halkların kendi dillerini kullanmaları konusunda yayımladığı liberal kararna­ meler, alman yandaşlarının düşmanlığını çekince, görevden ayrılmak zorunda kaldı.

Robert Baden-Powell Sirot-Angel kol.

BADEN-POWELL (Robert, - I. b a ro ­ nu), İngiliz general (Londra 1857-Nyeri, Kenya, 1941). Boerler’e karşı savaşta M afeking'i kahram anca savundu (1899 -1900). Askeri deneyim leri onu gençliğin eğitimiyle ilgilenmeye yöneltti. 1908’de, kısa sürede uluslararası bir nitelik kaza­ n a c a k o la n b o y -s c o u ts ö rg ü tü n ü , 1910’da da, kız kardeşi Agnes Baden-Pow ell’ın yardım ıyla girl-guides örgütünü kurdu. BADENWEİLER, Federal Alm anya'da kaplıca merkezi, Baden VVürttemberg’de Freiburg-im -Brisgau’nun G.-G.-B.’sında.

Baden-Würt1emberg'in kuzeyinde Neckar üzerinde Heideiberg’den bir görünüm

BADEN-VVÜRTTEMBERG, Alman ya'nın güneybatısında eyalet (Land); 35 750 km2; 9 619 000 nüf. (1990). Merkezi Stuttgart. Eyalet, aralık 1951 ’de eski üç Lander’in (Baden, W ürttem berg-Baden, VVürttemberg-Flohenzollern) birleştirilmesiyle ku­ rulmuştu. Yüzey şekillerinin dağılımı, G. -K. doğrultulu, az çok birbirine benzeyen kesimler ortaya koyar. B. da Baden ova­ sı (çöküntü hendeği), zengin bir tarım böl­ gesidir: tahıl, şekerpancarı, havyancılık; K a rao rm a n ’ın kenarındaki te p e le rd e üzüm bağları ve m eyve ağaçları. K .'de yükseltisi daha az olan Karaorman, koru­ luk O denwald kütlesinden Kraichgau çö­ küntüsüyle (Pforzheim geçiti) ayrılır. Da­ ğın nüfus yoğunluğu yüksektir (yoğun ta­ rım ve hayvancılık, çeşitli sanayiler). Schwaben, d oğ u ya doğru eğimli İkinci Zaman tortullarından oluşur. Her tabaka bütünü (kireçtaşları, marnlar, vb.) bir böl­ ge ya da “ g a u ” içerir. Eskiden birer ta­ rım alanı olan bu bölgeleri sanayi büyük ölçüde değiştirmiştir. Birçok kentin yer al­ dığı Neckar ırmağı vadisi, gerçek bir fa b ­ rikalar "ca d d e sf'd ir; kenarlardaki yamaç­ lar genellikle üzüm bağlarıyla kaplıdır. G.

- D .’d aS chw aben Jurası, hemen önünde tanık tepelerin yükseldiği büyük oiı sarp­ lıktan oluşur ve d oğ u ya doğru, dağın bir bölüm ünü de içine alan bir kireçtaşlı yay­ layla uzanır. Burası en az nüfuslu kesim ­ dir. Buzullarla aşırı oyulmuş Konstanz gö­ lü, güney yam acında yer alır. Eyalet, XIX. y y .’ın ortasından bu yana büyük gelişme göstermiştir. Günümüzde­ ki topraklarda, 1852'de 3 156 000 olan nüfus, 1939’da 5 476 0 0 0 ’e yükselmiş, günümüzdeyse 9 milyonu aşmıştır (1939' dan önce çok az olan yabancıların sayısı 1980’de 800 000’i geçmiştir). Bu gelişme sanayileşmenin sonucudur. Oysa eyalet toprakları, birkaç tuz yatağı sayılmazsa, her türlü ham m addeden yoksundur. Bu yüzden günüm üzdeki durum , kırsal ke­ sim de yoğun olan nüfusun çalışkanlığı (Schwaben dindarlığının ve genel olarak Protestanlığın etkisi) ve yoğun bir kentler ağının kurulmasıyla açıklanır. Kentleşme­ nin en ço k geliştiği, en çok sanayileşmiş bölgeler, kuzey bölgelerdir. Sanayi (etkin nüfusun % 50’si), yerel et­ kinliklerden doğm uştur. Birkaç büyük sa­ nayici şirketlerini eyalette kurmuşlardır. Gottlieb Daimler ve Cari Benz (otomobil); Robert Bosch (elektroteknik), Salamander (ayakkabı yapımı) vb. Baden-VVürttem­ berg büyük bir otom obil ve elektronik sa­ nayisi m erkezidir. Sanayileşme ve kent­ leşme, ulaşım yollarının kusursuzluğun­ dan d a yararlanmıştır; Ren ve Neckar, ır­ mak limanlarıyla donatılmıştır (Karlsruhe, Mannheim , Stuttgart); otoyol ağı sürekli sıklaşm aktadır;Stuttgart’ta ayrıca uluslar­ arası bir havalimanı vardır ve eyalet, de­ miryolu ağıyla A vru pa ’ nın çeşitli ülkeleri­ ne bağlıdır.

BADEPEREST sıf. (fars. b ade ve peresf'ten bâde-perest). Esk. Şaraba çok düşkün, içkici: "P â-yi hum -i m e ydir yeri­ m iz bad e -p ere stiz" (Bağdatlı Ruhi XVI.

yy) BADER (Douglas Robert Stewart), İngi­ liz savaş pilotu (Londra 1910 -ay.y. 1982). 1931’de geçirdiği bir kaza sonucu iki bacağının da kesilmesine karşın, İngiliz Flava kuvvetleri'nde yeniden pilotluğa dönm eyi başardı ve 1939’da 30 hava ça rp ış m a s ı k a z a n d ı. 1 9 4 1 ' d e b ir çarpışm ada uçağı düşürülünce esir oldu. 1 945 'te e s ir k a m p ın d a n d ö n d ü . Û zya ş a m ı ü z e rin e Paul B ric k h ill tarafından yazılan (Reach for the Sky) yaşam öyküsü üzerine bir film çe vril­ di. BADERNA -»BADARNA. BADEZÂ ya da BADEZÂLİK be. (ar. b a cde, za ve zalik, b u 'd a n b a cde-za, b a ‘ dezslik). Esk. Bundan sonra. BADEZÂLİK -

BADEZÂ

BADEZİN be. ( ar. bacde, fars. -ez, çık ma durum u ve in. bu dan bacde'z-in). Esk. Bundan sonra.

BÂDGÂN a. (fars. bâdgâri). Esk. 1. Muhafız, koruyucu — 2. Flazinedar.

BÂDGÂNE a. (fars. b a d ve -gane 'den bad-gane). Esk. Kafesli pencere. BADGASTEİN, Avusturya’da (Salzburg eyaleti) kent, Gasteiner Tal'da, Yüksek ve Alçak Tauern’ler arasında; 5 800 nüf. Gü­ zel iklimli kaplıca (suları romatizma has­ talıklarının tedavisinde kullanılır) merkezi Kış sporları (yüksl. 1 083 - 2 246 m). BÂDGERD a. (fars. b a d ve gerd. toz' dan b ad -g e rd ). Esk. Kasırga BÂDGİR a. (fars. b a d ve g ir'den bad-gir) Esk. i . Evleri havalandırm ak için açılan delik. — 2. Baca. — 3. M arpuç. BADGİS, Afganistan’ın kuzey-batı kesi­ m inde il; 22 923 km2, 312 000 nüf Mer­ kezi Kale-i Nev. Koyun yetiştiriciliği. BAD GLEİCHENBERG, Avusturya'da turizm ve kaplıca merkezi, Steıermark'ta, Graz’ın G .-D .'sunda; 2 000 nüf.

BAD GODESBERG, Federal Alm an­ ya'da eski kent, Ren ırmağı kıyısında; gü­ nüm üzde Bonn sınırları içine alınmıştır. Kalp ve sinir hastalıkları tedavisinde kul­ lanılan karbonatlı klorürlü sodalı sular (bu sular, Roma çağından bu yana bilinm ek­ tedir). Bir konut kenti olan Bad Godesberg 'd e , ayrıca elçiliklerin bulunduğu bir semt ile birçok federal uluslararası kuru­ luşun merkezleri yer alır. BAD GOİSERN, A vusturya'da (Yukarı Avusturya) kent, Traun ırmağı kıyısında; 6 100 nüf. iklimi sağlığa yararlı yer(yaklş. 500 m yükseltide) ve kaplıca (radyoaktif sular) merkezi. BAD HALL, Avusturya’da (Yukarı Avus­ turya) kaplıca merkezi 3 800 nüf.

Linz’in G ünde;

IBAD HARZBURG, Federal Alman­ ya'da kent, Aşağı Saksonya eyaleti sınır­ ları içinde, Flarz kütlesi üzerinde; 25 400 nüf. iklimi sağlığa yararlı olan kent, önemli bir kaplıca m erkezidir. Dokuma sanayisi.

BAD HERSFELD, Federal Alm anya’ da (Flessen) kent, T h ü rin g e rw a ld ’ın B.'sında, Fulda ırmağı kıyısında; 28 400 nüf. XI XII. yy.’dan kalma bir manastırın yıkıntıları (günüm üzde festivaller düzen­ lenmektedir). Dokum a sanayisi Kaplıca merkezi. BÂDHERZE a. (fars. b a d ve herze 'den bad-herze). Esk 1. Büyücülük, sihirbaz­ lık; hırsızın, bekçiyi uyutm ak için söyledi­ ği büyü sözleri. — 2. Büyüleyici güzellik.

BAD HOFGASTEİN, A vusturya'da (Salzburg ili) kent, Gasteiner Tal'da, 5 200 nüf. Kaplıca merkezi, yazlık yer ve kış sporları m erkezi (yüksl. 870 - 2 300 m). BAD HOMBURG VOR DER HÖHE ya da HOMBURG, Federal Almanya'da (Hessen) kent, Taunus’un kenarında, Frankfurt'un K.'inde; 50 800 nüf. Turizm ve kaplıca (demirli soğuk sular) merkezi. XVII. yy.’dan kalma landgraflık-şatosu)'

BAD HONNEF, Federal A lm anya’da (Kuzey Vestfalya Renanyası) kent, Ren ır­ mağı kıyısında; 21 000 nüf. Turizm ve kaplıca merkezi. BADIÇ a. 1. Baklagiller g rubundan bit­ kilerin iki çenetli meyvesi. (Badıç kuru ve yarılgan kabuklu bir m eyvedir; tek bir m eyveyaprağından oluşur ve olgunlaşın­ ca genellikle iki yerinden yarılarak açılır; ayrılma yerinin biri m eyveyaprağının orta damarı, öteki her iki göbekbağının bitiş­ me çizgisidir. Bu ayrılış meyveyaprağını iki parçaya böler; bunların her birinde bir dizi tohum bulunur.) — 2. Yörs. Taneli taze seb­ zelerin dış kabuğu. BADIHAVA a. (fars. b a d ve h e v a 'dan bad-ı hevS). Osmanlı maliye sisteminde düzensiz olarak alınan vergi ve gelirlere verilen ad. — ANSİKL. Tayyarat ya da niyabet de de­ nilen bu tür gelirler, beklenilen, ancak za­ manı ve tutarı belli olm ayan vergi ve re­ simlerdi. ilk olarak 1519 'da Gelibolu san­ cağına ilişkin bir kanunnam ede rastlanan terim XVI. yy.'dan XVIII. y y.'a kadar bü­ tün kanunnam e ve kayıtlarda yer alır. Bu tür vergi ve resimlerin belli başlıları, ceri­ me (paraya çevrilmiş cezalar), beytülmal-ı am m e ve hâsa (vârisi belli olm ayan para ve mallar), mal-ı gaip (vârisi bulunamayan mal ve para), mal-ı m evkud (vârisi ülke dı­ şında olan ve yeri bilinm eyen mal ve pa­ ra), resm-ı arus (gerdek resmi) ve tapu-yi zemin (vârisi olm ayan çiftliklerin tapu be­ deli ya da resmi), kaçkun (kaçan kul) ya da yava (bulunan hayvan) müjdesi vb.'dir. Badıhavanın, genellikle yarısı timar erinin, yarısı sancak beyinındi. Bu gi­ bi gelir ve resimler için ortalam a bir m ik­ tar tahm in edilerek köv nâsılının sonuna eklenirdi. BAD-I SABA a. Müz. Türk m üziğinde XVIII. yy.'dan önce kullanılmış bir makam.

badminton Günüm üze ulaşabilmiş örneği yoktur.

BADİ a. Halk. 1. Ördek. — 2. Badı badı yü rüm e k, kısa adımlarla İki yana sallana­ rak, yalpalayarak yürümek; paytak pay­ tak.

BADİ (Ahmet) Kaltakkıranzade, türk ya­ zar ve şair (Edirne 1839-İstanbul 1908). Çeşitli yerlerde em lak yazıcılığı ve vergi m üdürlükleri görevlerinde çalıştı. En ün­ lü yapıtı Riyaz-ı belde-i Edirne (Edirne kentinin bahçeleri) adlı üç ciltlik yazma ki­ tabıdır. Masâdır-i lisân-ı fârisf(Ears dilinin mastarları), manzum ve mensur atasöz­ lerini içeren Arm ağan gibi yapıtlarından başka, bir de D iva n i vardır. Bin ciltlik ki­ taplığı ölüm ünden sonra Edirne Selimiye kütüphanesi'ne verilmiştir.

ler korosu, orkestra ve manyetik bant için M a rkosa göre Çile (1971) adlı yapıtı bes­ teledi. Ülkesinde, elektronik m üziğin ön­ cülerinden (K abil ve H ab il balesi, 1956) sayılır.

BADİR sıf. (ar. bedr, şaşırtm ak'tan bâdir). Esk. 1. Birdenbire ortaya çıkan. — 2. D olunay durum una gelen ay için kul­ lanılır. — 3. Serilip serpilen çocuk için kul­ lanılır. — 4. Olgunlaşan m eyve için kulla­ nılır. BADİRE a. (ar. badire). Beklenmedik bir zam anda ortaya çıkan tehlikeli durum: Birçok badirelerden geçm ek. Bu badire­ yi de atlattık. BADİS BİN HABBUS ES-SİNHACİ

BADİK a. Halk. Ö rdek yavrusu.

(öl. 1073), Gırnata (Granada) emiri (1038 -1073). Berberi Ziri hanedanından. Babası Habbus’un ölümünden sonra veziri yahudı Sam uel’in çabasıyla kardeşini etkisiz durum a getirerek G ırnata'da tek başına hüküm sürm eye başladı. Bütün Endü­ lüs'ü ele geçirm ek amacıyla Carm ona emiri M uham m et ve M alağa emiri idris I ile bağlaşarak A bbadıler’e karşı giriştiği savaşta önceleri başarılı olduysa da (1039), düşmanlarının birçok küçük emir­ liği, hatta C arm ona’yı bile almalarını en­ gelleyem edi (1067). Ardından, Hammudiler den aldığı M alaga’yı da A bbadıler'e bırakm ak zorunda kaldı. Veziri Sam uel’ ın iyi yönetiminden ötürü dönem inde Gır­ nata önemli ölçüde gelişti. Ancak, Samu el'in 1066’da ölüm ünden sonra bocala­ maya başlayan em irlik hızla gerileyerek çöküntünün eşiğine geldi



BADİS BİN MANSUR (öl. 1016). ber­

BÂDİ şif. (ar. b e d 1, başlam a’dan b a d i). Esk. 1. ilk, başta olan, en önceki. — 2. Se­ bep, neden. — 3. Bâdi olmak, sebep ol­ mak, neden olmak: "H a n gi cürm üm b u ­ na oldu b âd i / Kim e oldum sebeb-i berb a d i" (Abdülhak Ham it Tarhan). || Bâdi-i emr, ilk iş. || Bâdi-ı nazarda, ilk bakışta.

BÂDİ a. (ar. b a d i). Esk. Çölde yaşayan; köylü.

BADİH, BADİHE sıf. (ar. b ed a h e tte n badih, dişi, bâdıhe). Esk. 1. Birdenbire or­ taya çıkan olay için kullanılır. — 2. Beklen­ m edik ziyaretçi için kullanılır. ♦ b adihe a. 1. Beklenmedik olay. — 2. Tasav. B irdenbire içe-doğan ilham.

BADİHE -

BADİH

sıf. Kısa boylu kimse için kullanılır.

BADİKLEMEK gçz. f. iki yana sallana­ rak yürümek; badi badi yürümek.

BADİLE (Gi ovanni), İtalyan ressam (Verona 1379 - ay.y. 1451). Altichiero’nun ye­ tenekli bir öğrencisiydi. Santa Maria della Scala’daki Guantieri kilisesi'nin fresklerini yaptı (San Filippo Benizi'nın yaşamı).

BADİLE (Gıovannı Antonio), İtalyan res­ sam (Verona 1516’ya doğr. - ay.y. 1560). Üslubu Tiziano’ya yakındır (M eryem A na'nın mabette temsili Torino; Azir'in d i­ rilmesi, Verona). Veronese nin amcası ve ilk ustasıdır.

BADİN a. (bulucusu R.E. B a d in in adın­

beri Ziri hanedanı emiri (996-1016). Fatım iler'e bağlı olarak ifrikiye ve orta Mağrıp’te hüküm sürdü. Zanata’lar ile çarpış­ tı; büyük amcası H am m a d ’ın yardımı ile M agvaralar’ın emiri Ziri Atiye'yi yendi (1001): amcası Zevi'nin ayaklanmasını bastırdı, (ispanya’ya kaçan Zevı, orada Granada emiri olarak, Ziri hanedanını kur­ du.) Ülkesinin batısında ayaklanan amca­ sı H am m ad ile m ücadele etti. H am m ad’ n kurduğu Kala kentini almak üzereyken öldü.

larda etkinlikleri vardır. ludvvigshafen’deki fabrika en eskisidir, 650 hektarlık bir alanı kaplar.

1181

BAD İSCHL, A vusturya'da (Yukarı Avusturya) kent, ischl ve Traun ırmakla rının kavşağında, S alzkam m ergut’un or ta kesiminde; 12 800 nüf. Tuzlu kaplıca suları, 470 m yükseltide sayfiye merkezi. BADİYE a. (ar. badiye). Esk. 1. Çöl, kır. — 2. Badiye-nişin, çö lde yaşayan, b ede­ vi. || Badiye-peym a, çölde dolaşan. — ANSİKL Emevi halifelerinin çöldeki yaz­ lıkları. Kent yaşamına alışamayan ve sağ­ lığın çölde olduğu inancına bağlanan emevi halifelerinin hem en tümü (Muaviye I ile A bdülm elik dışındakiler) yılın be­ lirli mevsimlerinde, özellikle baharda Şam kenti dışında yaşam aya önem verdiler. Bu halifeler arasında hem kendileri hem de harem ve korum a askerleri için ayrı olarak büyük, süslü çadırlar kurduranlar bulunduğu gibi, çölde köşkler, hatta sa­ ray yaptıranlar da vardır. Çöle sadece ço­ cuklarını göndermekle yetinen abbasi ha­ lifeleriyse, badiyeye çıkmaktan pek hoşlanmazlardı. BADİYETÜŞŞAM, Batı kaynaklarında S u riy e ç ö lü , Şam kenti ile volkanik Hav­ ran kütlesinin D .'sunda, Fırat nehrine doğru yayılan, geniş, kurak (150-200 mm yağış) ve genellikle taşlık çöl ve yarı çöl alan; Suriye, Irak ve Ürdün toprakları ara­ sında bölüşülm üştür. Bağdat-Şam kara­ yolu bu çölden geçer. G öçebe çobanlık (deve ve koyun). BÂDKEŞ a. (fars. b a d ve k e ş 1ten badkeş. hava çeken). Esk. 1. Yelpaze — 2. Demirci körüğü. BAD KİSSİNGEN, Federal Alm anya da (Bavyera) kent, Rhön'ün G.-D.'sunda; 22 100 nüf. Kaplıca merkezi. B a d k l e I n k İ r c h h e İ m , Avustur­ y a ’da kış sporları merkezi (yüksl. 1 075 -2 050 m), Kârnten’de, Drava vadisinin yukarısında, Spittal’in D.'sunda.

~ \

BAD KREUZNACH, Federal A lm an­ y a ’da kent, Rheinland-Pfalz’da, M ainz’in badminton kortunun planı

yan kulvar

dan). Bir uçağın hızını, çevredeki hava­ ya göre ölçen aygıt. (BADİN HIZÖLÇERİ ve SÜRAT SAATİ de denir.) —A n sikl Badinde bir dinamik basınç al­ gılayıcısı, yani Venturı borusu ya da Prandtl sondası bulunur; bu algılayıcı gösterge tablosu üzerine yerleştirilmiş di­ feransiyel m anom etreye bağlıdır. Pilotlar Badin adını daha çok, doğrudan d oğ ru ­ ya hızı gösteren dereceli manometre kad­ ranı için kullanırlar.

BADİNC a. (fars. badinc). Bot. Esk. Hin­ distancevizi. yan kulvarlar yalnızca çiftlerde kullanılır

BADİNCAN ya da BADİNGÂN a (fars. bâdmcan. badıngan). Esk. Patlı­ can. — Bot. Badincan-ı ahmer, domates. | Badıncan-ı berrı. badıncan-ı deşti, yabanı patlıcan. j| Badıncan-ı tiryakı, zehirli patlı­ can.

BADİNCANİ sıf. (fars bâdm can ve ar. -/"den bâdincSni). Esk. Patlıcan renginde, morumsu

BADİNCANİYE a (fars badingan, badincSn ve ar. -iyye'den badincâniyye). Bot. Esk. Patlıcangiller. BADİNGÂN ->

BADİNCAN

BADİNGS (Henk), hollandalı besteci (Bandung, Cava. 1907 - Maarheeze 1987). Rotterdam ve Amsterdam konservatuvarlarında ders verdi; Laney Konservatuvarı'nı yönetti. Oreste (1954) adlı ope­ rasıyla İtalya ödülünü kazandı. Birçok sahne yapıtı (Martin K o rda D P 1960); sentonı (altıncısı korolu); A pocalypse (1948) adlı bir oratoryo; solocular, erkek­

Badlsche Anilin und Soda-Fabrlk A.G. (BASF), 1865’te M annheım 'dâ ku­

G .-B .'sında. Nahe ırmağı kıyısında; 42 000 nüf. Kaplıca merkezi. Oto lastiği yapımı.

rulan, kimyasal ürünler üreten bir alman firması. Ludw igshafen’e taşınınca, hızla BAD-LANDS a. (ing. söze.). Jeomoravrupa kimya endüstrisinin en büyü'k gi­ fol. KIRĞI BAYIR ın eşanlamlısı. rişimlerinden biri oldu 1900 yılında 7 000 kişilik personel sayısı, 1920 ae 24 000 e ■BADMİNTON [badm inton] a. (ing. söze.). Kortta, topu raketler yardım ıyla fi­ ulaştı Aynı zamanda, Ludw ıgshafen’m le üstünden geçirerek oynanan oyun, nüfusu 5 000'den 60 000'e, sonra da 100 — A n s ik l Badm inton XVII ve XVIII. 000 e vardı. 1925 ten sonra çok sayıda y y .’da oynanan ve daha sonra gözden şirketi yutan Badische Anilin boyarmaddüşen bir fransız to p oyununa benzer. de endüstrisinin ilk karteliydi ve "Interes1873 yılında İngiltere'nin Badm inton sen Gemeinschaft Farbenındustrie1' (I.G House yöresinde Hindistan ordusu su­ Farben) adı altında alman savaş ekono­ baylarınca yeniden oynanmaya başlandı. misinin en önemli kuruluşlarından birini 1934 yılında kurulan ve şimdi 60 üye ül­ oluşturdu. Kartel, savaştan sonra dağıtıl­ keden oluşan uluslararası bir federasyon, dı. Ancak bugünkü şirket, alman kimya en­ oyunun kurallarını belirledi, ilk dünya düstrisinin üçüncü kuruluşudur ve 116 000 şam piyonluğu 1977 yılında yapıldı. kişi çalıştırmaktadır G rubun boyarm adKarşılaşma, bir ya da iki kişilik iki takım deler, plastik m addeler, ilaç ürünleri, arasında, bayanlar için 11, erkekler için manyetik bandlar, gübre gibi çeşitli alan­

badminton raketi ve topu

badm inton yana bilinen kaplıca (suları romatizma hastalıklarının ve dolaşım bozukluklarının tedavisinde kullanılır) merkezi.

15 sayılık en fazla üç set biçim inde oyna­ nır. Mantar ya d a plastik bir başlığa takılı 14 ya da 16 tüyden oluşan, ağırlığı 4,73 g ile 5,50 g arasında değişen bir topu uçurarak ağ üzerinden geçirip kort sınır­ ları içinde karşı tarafa atmak sözkonusudur. Servis atan oyuncunun hatası topun ve servisin rakibe geçm esine neden olur Servisi karşılayan oyuncunun hatası ise karşı tarafa bir sayı kazandırır.

BAD REİCHENHALL, Federal Alman­ ya’da (Bavyera) kent, Alpler’in kenarında, Salzburg’un G.-B.’sında; 12 800 nüf. Tuz­ lalar. Kaplıca ve turizm merkezi. XII.-XIII. ve XVI. y y.’lardan kalma Sankt Zeno m a­ nastır kilisesi. BÂDRENG a. (fars. b a d ve re n g 'den bad-reng). Esk. 1. Ağaç kavunu, acur, hı­ yar. — 2. Dik başlı ve hızlı koşan at.

BAD NAUHEİM , Federal A lm anya’da § I

kent, Hessen’de, Frankfurt’un K .’inde; 26 000 nüf. Maden suyu (tuzlu sular) merkezi.

o BAD

BADRİNAT, Hindistan’da (Uttar Pradeş eyaleti) yer, Hlmalaya’da, Ganj’ın kaynak­ larında (yüksl. 3 100 m). Vişnu’ya adan­ mış bir tapınak (tanrının tapınaktaki hey­ kelinin Sankara tarafından yerleştirildiği­ ne inanılır), her yıl mayıs - ekim ayları ara­ sında ziyaret edilen ünlü bir ziyaret yeri­ dir.

NEU ENAHR-AHRW EİLER,

ıg Federal Alm anya’da kent, Kuzey Vestfalya Renanyası’nda, B onn’un G .'inde; 5 26 200 nüf. Kaplıca merkezi.

10 BAD OEYNHAUSEN, Federal Alm an­ ya'da kent, Kuzey Vestfalya Renanyası'nda, M inden’in G.-G .-B.’sında; 44 300 nüf. Kaplıcalar.

BAD RİPPOLDSAU, Federal A lm an­ ya ’da (Baden VVürttemberg) kaplıca m er­ kezi, Kara O rm a n ’da, O ffe n b u rg ’un G .-G.-D.'sunda; 1 300 nüf.

SBADOGLİO (Pietro), İtalyan mareşal ve siyaset adamı (Grazzano M onferrato 1871 - ay. y. 1956). Birinci Dünya savaşı’nda general D iaz’ın en yakın çalışma arkadaşlarından biriydi; 1919’dan 1921'e kadar ordu kurmay başkanlığı, 1929'dan 1933’e kadar da Libya valiliği yaptı 19 3 5 ’te, De B ono’nun yerine, İtalya’nın Etyopya işgal ordusunun komutanlığına getirildi ve 1936'da A ddis-Abeba'yı ele geçirdi; 1938’de Etyopya genel valiliğine, 1939’da da genelkurm ay başkanlığına getirildi. 1940’ta, İtalyan orduları başko­ mutanı olarak Fransa ile ateşkes görüş­ melerine katıldı. Yunanistan’a karşı sava­ şa taraftar olmadığı için görevinden alın­ dı ve aralık 1940’ta yerine, general Cavallero getirildi Temmuz 1943’te, Mussolini'nin tutuklanmasından sonra Badoglio, kral tarafından hüküm etin başına getiril­ di. Derhal Müttefikler ile mütareke görüş­ melerine başladı ve Alm anya’ya savaş açtı. Haziran 1944’te de kralın çekilm e­ sinden sonra iktidardan ayrıldı. 1946’da anılarını yayımladı.

BAD SALZUFLEN, Federal Alm anya’ da kent, Kuzey Vestfalya Renanyası’nda, H erford’ un G .-D.‘sunda; 51 000 nüf. Kaplıca merkezi.

BÂDSENC sıf. (fars. b a d ve sene, tartan’dan bad-senc). Esk. 1. Mağrur, kibirli, kendini beğenm iş. — 2. Kötü niyetli. BÂDSER sıf. (fars. b a d ve s e r’den b ad -ser). Esk. Kendini beğenm iş, serkeş, ukala.

BAD TÖLZ, Federal A lm anya'da kap­ lıca ve turizm merkezi, Bavyera’da, M ü­ nih'in G .’inde, Bavyera A lpleri’nde. BADULLA, Sri Lanka’da kent, Uva ili­ nin merkezi; 30 000 nüf. Çay tarımı. BADURA-SKODA (Paul), avusturyalı piyanocu (Viyana 1927). Edwin Fischer’ in öğrencisi oldu; özellikle Viyana klasik­ leri ve romantiklerini piya n o fo rte 'de yorumiayışıyla tanındı. Jörg Demus ile birlik­ te, Mozart ve Schubert’in dört el ya da iki piyano için parçalarını seslendirdiği plak­ lar çok ünlüdür. M üzlkbilim araştırmala­ rında da yorum culuğuna denk başarı sağlayan Badura-Skoda, Schubert’in so­ natlarının eleştirili basımını ve karısıyla bir­ likte, t'A rt d e jo u e r M ozart au pia n o (fr. çev.) [Piyanoda M ozart’ ın yapıtlarını çal­ ma sanatı] adlı denem eyi yayımladı.

BADON dağı, İngiltere'de tam olarak bi­ linmeyen yer; yarı efsanevi kral A rth u r’ un yönettiği sanılan İngiltere Keltleri, İ.S. yaklş. 500 yılında Anglosaksonlar’ı bura­ da büyük bir yenilgiye uğratarak ilerleme­ lerini yarım yüzyıl için durdurm uşlardı BÂOPÂY sıf. (fars. b a d ve p a y 'dan bad

BAD VİLBEL, Federal A lm anya'da kent, Hessen’de, Frankfurt-am -M ain'in büyük kuzey banliyösünde; 25 500 nüf. M aden suları.

-pay). Esk. Rüzgâr gibi koşan at, vb. için kullanılır.

Jacques de Baerze aziz Antonius'un iğvası Champmol manastırı’nda bulunan Azizler ne şehitler adlı mihrap arkalığından ayrıntı yaldızlı ve çokrenkli ahşap (yapımına 1391’de başlandı) Güre! sanallar müzesi, Dijon

BAD PYRMONT, Federal Alm anya'da kent, Aşağı Saksonya’da, H annover’ln G.-B.'sında; 21 800 nüf. Kaplıca (tuzlu ve demirli sular) merkezi. BADRA -*

BAD VÖSLAU, A vusturya’da (Aşağı Avusturya) kent, Viyana'nın G .’inde, 6 300 nüf. iklimi sağlığa yararlı yer ve kaplıca merkezi. Üzüm bağları.

PATRAİ.

BAD RAGAZ, İsviçre’de (Sankt Gailen

BAD VVİESSEE, Federal A lm anya’da

kantonu) kent, Tam ina ırmağı kıyısında, ırmağın Ren’e kavuştuğu yerde, Chur' un K .’inde; 3 700 nüf. XII. yy.’dan bu

kaplıca ve turizm merkezi. Tegernsee gö­ lünün kıyılarında, Bavyera A lplerı’nde, M ü nih ’in G .’inde.

E BAD VVİLDUNGEN, Federal Alman-g y a 'd a kaplıca merkezi, Flessen’de, Kas5

sel'in G.-B.'sında; 16 700 nüf

° BADYA a. (yun. batheia, derin'den). Ağ­ zı geniş, yayvan, derin su kabı.

BÂDZEHR a. (fars. b a d ve ze/ır'den bad-zehr). Esk. Panzehir. BÂDZEN ya da BÂDZENE a. (fars. b a d ve zeri, zene, v u ran ’dan bad-zen, bâd-zene). Esk. Yelpaze. BÂDZENE -»

BÂDZEN.

BAD ZW İSCHENAHN, Federal Ai m anya’da kaplıca merkezi, Aşağı Sak­ sonya’da O ld en b u rg ’un K.-B.'sında, ay­ nı adlı gölün kıyısında; 22 800 nüf.

BAECKEA a. Avustralya'da, Yem Kaleaonya’da, Hint takım adalarında, Doğu ve Güney A sya'da yetişen ve süpürgeotuna benzeyen, her zaman yeşil, güzel ağaççık. (60 kadar tür; m ersingiller fam il­ yası.)

BAEDEKER (Kari), alman yayıncı ve ya­ zar (Essen 1801-Koblenz 1859). Yolculuk kılavuzları koleksiyonuyla ün kazandı. BAEGERT (Derıck), alman ressam, Wesel’de (VVestfalen) 1476 ile 1515 yılları arasında yaptığı resimlerle tanındı. Sağ­ lam bir üslupla aydınlık bir renklendirmeyi birleştiren Baegert, geç dönem gotik oku­ lunun temsilcilerindendir. (Meryem ve Ço­ cu ğu n resm ini ya pa n Aziz Luka, 1490'a doğr. Münster). BAEKELAND (Leo Hendrik), amerikan uyruğuna geçm iş belçıkalı kimyacı (Gent yakınında 1863 - Beacon, New York, 1944). ilk bilimsel çalışmalarını Belçika’ da, güç koşullar altında gerçekleştirdi; 1889’da A B D ’ye yerleşti. Burada, önce fotoğraf duyarkatları üzerine araştırmalar yaptı; sonra alkali klorürlerin elektrikle ay­ rıştırılması için bir hücre tasarladı. Ama özellikle 1909'da fenolün formolle yoğuşmasından elde ettiği ilk bireşim reçinesi bakalit’i bulmasıyla tanındı. Kimya en­ düstrisinde bu buluş bireşimsel boyar­ m addeler kadar önem liydi. BAEKELMANS (Lode), flam anca ya­ zan belçikalı yazar (Anvers 1879 - ay. y. 1965). Kütüphanecilik yaptığı Anvers’i iş­ leyen yapıtlarında önceleri M aupassant’ ın etkisi görülür (le R ödeur et la ville som ptueuse [fr. çev.], 1904). Daha son­ ra Anvers limanını ve sıradan insanları ko­ nu alan yapıtlar yazdı (Tille [1912]; M r Snepvangers [1918]). BAEL, cehennem kralı, büyük büyü ki­ tabında sözü edilen korkunç güçlerden biri; Bael üç başlı olarak gösterilirdi (kur­ bağa, insan ve kedi). Bael, Baal’ı çağrış­ tırır. BAENA (Juan Alonso

DE), İspanyol şa­ ir (Baena 1 406-C ördoba? 1454). Juan II de Castilla’nın özel sekreteriydi; onun için bir Cancionero hazırladı (1445). Yapıt, bu türün en eski örneğidir.

BAER (Kari Ernst

VON), alman asıllı rus doğabllim ci (Gut-Piep, Estonya, 1792 -Dorpat 1876). Ö nce K önigsberg, sonra P etersburg’da profesör. Karşılaştırmalı anatomi, antropoloji ve özellikle em briyo­ loji konularında önemli çalışm alar yaptı: memelilerin yumurtasını ve sırtıpıni buldu, em briyonun tabakalaşması kuramını öne sürdü ve em briyonların gelişm esinde ta­ bakaların oluşum una ilişkin yasayı belir­ ledi. Ç ağdaş em briyoloji’nin kurucusu sa­ yılır.

Baer yasası, 1866’da G. Baer tarafın­ dan öne sürülen ve akarsu yataklarının sağa doğru yer değiştirm e olayını Y er’in devinimine bağlayan, günüm üzde geçer­ siz sayılan kuram.

BAERENDS (Gerardus Pieter), hollandalı hayvanbilım ci ve etolojist (Lahey 1916). G roningen üniversitesi etolojl kür­ süsü profesörü. C ichlidae familyasından kuşların, gup p y denen tatlısu balıklarının, gümüşi martıların davranışlarına ilişkin in­ celem eleriyle, yönlendirici ve başlatıcı uyaran kavramını tanımlama olanağı bul­ du. Davranışların çeşitlenm esinde uyarı­ ları değişik biçim lerde iletmenin önemim ve davranışların gerçekleşm esinde iç-ve dış ortam etkileşmesinin rolünü (g u p p y ’ nün üreme davranışı) açıklığa kavuştur­ du. Teknik alandaki çalışmalarıyla, hay­ vanlara uygulanan aldatmaca yönteminin gelişmesine katkıda bulundu. 1948’den bu yana L eiden’de yayım lanan uluslar­ arası etoloji dergisi B ehaviour’u yönetti.

BAEBİANİ. Esk coğ. Sam nium 'da yer­ leşmiş ligür halkı. Traianus dönem inden R BAERZE (Jacques DE), Term onde kö­ kenli kuzeyli heykelci. 1390’a doğru kalma bir yazıt buradaki halka açık aşevC ham pm ol manastırı için bugün Dijon le ri’nin nasıl çalıştığını anlatır.

Bafra m üzesi’nde bulunan iki m ihrap arkalığı yaptı. Esas m ihrap arkalığının pencere kanatlarını M. Broederlam resimlemiştir.

BAESCHLİN (Cari Friedrich), isviçreli yerölçümü bilgini ve topografyacı (Glarus 1881 - Zürich 1961). Zürich Polytechnicum' undan mezun oldu. 1909-1949 arasında bu okulda topografya ve yerölçümü ders­ leri verdi, 1935’te rektör oldu. Uluslarara­ sı yerölçüm ü d e rn e ğ i’nin başkanlığını yaptı (1951-1954). Çeşitli öğretici yapıtlar yazdı. BAETİCA. Esk coğ. iber yarım adasın­

yeri olm akla ünlüydü. Eski Baf zamanla sönükleşmiş ve terk edilmiş, onun limanı olarak daha sonra kurulan Yeni Baf ise Rom a dönem inde bütün adanın merkezi olmuştur, ilçedeki türk nüfus, 1975'te ya­ pılan anlaşma uyarınca kuzeye aktarıldı.

BÂF sıf. (fars. baften. d o ku m a kta n baf). Esk. Dokuyan, ören, işleyen anlam ların­ da bileşik sözcükler yapar: büriya-bâf (ha­ sır ören, hasırcı), zer-bâf (sırma işleyen) vb. BAFA a. Flavyar elde etm ek için karnı yarılarak yumurtaları ve iç organları çıka­ rılmış kefalbalığı.

da Roma eyaleti, eski H ispania U lterior topraklarında Augüstus tarafından kurul­ ■BAFA gölü, esk V a fi d e n iz i, Büyük du. Senatoya bağlı bir eyalet olan BaetiMenderes delta ovasının güney kenarın­ ca, bir praetorium prokonsülü tarafından da, Menteşe dağlarının içine doğru sokul­ yönetiliyordu; merkezi Cördoba'ydı. Adını muş derin tatlı su gölü; 60 km2; denizden Baetis (Guadalquivir) ırmağından almış­ yüksekliği 2 m;.uzun ekseni 16 km; en ge­ tı. niş yeri 6 km. ilkça ğ ’da Latmos adı veri­ len bir körfezin önünün zamanla ilerleyen BAETİS a. Bir çift kanadı bulunan günBüyük M enderes deltası tarafından kapa­ lükböcekleri içeren cins. (Dişisi suya d a ­ tılması ve bir lagüne dönüşerek denizden larak taşların üstüne yumurtlar. Baetidae ayrılmasıyla oluşmuş bir set gölüdür. Bu­ familyasının örnek tipi.) günkü kıyı çizgisinden 17 km içerdedir. BAETİS. Esk. coğ. G ünüm üzde GuaK .'ınde billurlu, G .’ınde kireçtaşlı yüksek dalquivir. kütleler yer alır. Gölde, üzerinde kimi ta­ rihsel kalıntıların bulunduğu birkaç ada­ BAEYER (Johann Jacob VON), alman je­ cık vardır. Ç evresinde, antik liman kent­ odezi uzmanı (M üggelsheim , Köpenıck leri H era kleia ve Pyrrha’nın kalıntıları b u ­ yakınında, 1794-Berlin 1885). Bessel’in lunur. Önemli balık üretim alanı, dalyan. öğrencisi oldu. G enelkurm ayın trigono­ Güzel görünümlü ormanlık kıyılarında ge­ metri bölüm ünü yönetti. 1864'te onun gi­ lişmekte olan turistik tesisler rişimiyle kurulan, ilk uluslararası bilimsel d ernek, E uropaische G radm essung, BAFANG, K am erun’un batı kesiminde Uluslararası jeodezi derneği'nin ilk biçimi­ kent, Bamilekeler bölgesinde; 23 000 nüf. dir. Kahve işleme.

BAEYER (Adolf VON), alm an kimyacı (Berlin 1835 - Starnberg, Bavyera, 1917). Johann Jacob von BAEYER’in oğlu. Bunsen ve Kekule’nin öğrencisiydi. Strasbourg, sonra Münih üniversitelerinde pro­ fesörlük yaptı. Organik kimya konusunda uzmandı. Bilimsel çalışm aya kakodil ve ürenin bileşmelerini araştırarak başladı; daha sonra 1871 de ftaleinleri buldu. On sekiz yıl süren araştırm alardan sonra, 1883'te indigonun bireşimini gerçekleş­ tirdi. (1905 Nobel kimya ödü lü 'nü aldı.) BAEZ (Joan), amerikalı söz yazarı -besteci, şarkıcı ve gitarcı (Staten island, New York, 1941). ilk kez 1959'da, Newport festivali’nde sahneye çıktı. Bob Dylan ile tanışması, repertuarını geliştir­ di; geleneksel balad türünü bırakarak, bir ideolojiyi yansıtan şarkılara yöneldi. Ber­ rak sesi ve cüm leleyişiyle uluslararası bir üne kavuştu ve barışçı görüşlerini savun­ m ak için bundan yararlandı. 19 6 5 ’te şid­ det karşıtı araştırmalar için bir enstitü kur­ du ve turneleri sırasında Vietnam savaşı’ na karşı çıkan konferanslarını artırdı. Ba­ şarılarını, yorum yeteneğine borçlu oldu­ ğu en ünlü parçalan: We shall overcome, Kum baya, Farewell Angelına, The Ballade o f Sacco a n d Vanzetti. Baez'ın şyrıca, yaşam öyküsünü anlattığı (Daybreak) adlı bir yapıtı ve birçok şiir kitabı vardır. ZlBAEZA, ispanya’da kent, Andalucıa’da, J a e n ’in K.-D .’sunda; 15 000 nüf. XVI. y y.’dan kalma anıtsal bütün. Belediye ko­ nağının plateresco üslubunda, çok ince işlenmiş cephesi. Papaz pkullarının (esk. Benavente sarayı) g otik isabel üslubun­ da cephesi; Rönesans üslubunda patio. XVI. y y .’da yeniden yapılmış katedral A ndrös de Vandelvira’ nın yaptığı San Francisco kilisesi’ nin yıkıntıları.

BAF, rum ca Paphos, Kıbrıs'ın G.B .’sında (rum kesimi) ilçe; 49 500 nüf. (1989); 1 393 km2. Merkezi Baf; yaklaşık 12 000 nüf. Kente hemen kuzeyindeki Ktima ile birlikte Yeni B a f (rumca Nea Paphos, Kato Paphos) da denir. Çok d a ­ ha önce kurulm uş ve bugün Eski Baf (rum ca Palalpaphos) denilen antik kent B a f’ın yaklş. 16 km doğusunda ve kıyı­ dan biraz içerdeki K ukla’nın (rumca Kuklia) bulunduğu yerdeydi. Burası A phrodite tapınağı’nın ve A p h ro d ite ’nin deniz köpüğünden doğuşu efsanesinin

1183

BAFENDE sıf. (fars. baften. d oku m a k’ tan bâfende). Esk. Dokuyan, dokuyucu. BAFFİN, Kanada' da (Northwest Territories) ada, Kuzey Buz denizi takım ada­ sının en büyük (yaklş. 470 000 km 2) ada ­ sı,. G rönland’dan Baffin denizi ile ayrılır. Kuzey-doğu’ya doğru yükselen bir billurlu kayaçtan m eydana gelen bu adanın b ü ­ yük buzulları (Cum berland) ve derin fiyordları vardır. 1972’de kurulan ulusal park. ABD radar istasyonları. A da halkı­ nın büyük bölümü Eskimolar'dan oluşur. BAFFİN (VVİlliam), İngiliz denizci (Lond­ ra ? 1584’e doğr. -Basra körfezi 1622). Bobert Bylot'nun kaptanı olduğu Discovery gemisiyle, 1615’te ve 1616 ’da olmak üzere, iki kez Kuzey Buz denizi'nde, Çin'e açılan bir deniz geçidinin araştırılması se­ ferlerine katıldı. Davis boğazını ilk aşan ki­ şidir. Keşfettiği deniz Baffin koyu adını al­ dı, çünkü o zam anlar buranın kapalı bir körfez olduğu sanılıyordu. Yüksek enlem­ lerde mıknatıslı iğnede m eydana gelen değişiklikleri de ilk kez Baffin gözledi. Basra körfezindeki Hürm üz adası ku­ şatması sırasında öldü; 1922’de ingilizler adayı Portekizliler’den aldılar.

BAFFİN denizi ya da körfezi, Grönland ile Baffin adasının kuzey kesimi ara­ sında deniz kolu, Kuzey Buz denizi’ni (Smith boğazı) Labrador denizi’ne (Davis boğazı) bağlar. Ortalama derinliği; 718 m; en derin yeri: 3 000 m ’yi aşkın. G üney­ den gelen soğuk su akıntısı, batıdaki ban­ kizin sürekli kalmasına neden olur.

BAFFO -

S a fIy e S u lt a n .

BAFFO (Giorgio), İtalyan yazar (Venedik 1694 - ay. y. 1768). Ahlakçı taşlamaları ve Stendhal ile A pollinaire'in beğenisini kazanan, Venedik lehçesiyle yazılmış, açık saçık yapıtları vardır.

Baeza Santa Maria çeşmesi (1564) ispanya kralı Felipe ll'nin armalarıyla bezeli

BAFIL

a. (ing. baffle' d a n ). 1 . B ir h o p a r­ lö re b a ğ la n a n d ü z v e b ü k ü lm e z ek ra n . ( H o p a rlö rü n titre ş e n zarın ın h e r iki y ü z e ­ y in d e o lu ş a n a k u s tik titre ş im le ri o la b ild i­ ğ in c e b irb irin d e n ayırır.) — 2 . AKUSTİK KUTU“ n u n y a y g ın eşanlam lısı. — ANSİKL. Bafılın te m e l işlevi, h o p a rlö rü n a rk a b ö lü m ü n d e n ç ık a n ses d a lg a la rın ın ö n e d o ğ ru yayılm a la rın ı ö n le m e k tir. Bafıl boyutlarının, y a yım lanan d a lg a b o y u n d a n b ü y ü k olm ası gerekir; b ö y le c e h o p a rlö rü n iki y ü z e y i a ra s ın d a k i uzaklığı (a k u s tik yol) artırır v e y a yılan iki ses d a lg a s ın ın g iriş i­ m in i önler.

BAFİNG, G ine’de ve M a li’nin batı kesi­ m inde ırmak, Futa C alon’da doğar; Se­ negal ırmağının ana kollarından biri­ dir. BAFOUSSAM, K am erun’un batı kesi­ m inde kent, Bam ilekeier bölgesinde; 46 000 nüf. Kahve işleme. BAFRA, Karadeniz bölgesinin Orta Ka­ radeniz bölümünde, Samsun iline bağlı ilçe; 153 701 nüf. (1990); 1 673 km2; merkez bucağı dışında 2 bucak, 112 köy. Merkezi, Samsun’un 46 km K B.’sındaki Bafra. 65 600 nüf. (1990). Önemli tütün üretim merkezi. — Arkeol. ve Mim. B afra yöresinde 1940-1942 ve 1971-1975 arasında yapı­ lan yüzey araştırmalarında çok sayıda hö­ yük saptandı (Tepetarla, Evrenuşağı, Elmacıktepe, Paşaşeyh, H acıbaba, Tödüğüntepe, Ayaztepe, Tepecik, Karaşeyh).

Bafa gölü ’ nden bir görünüm Aydın

Bafra 1184

Bafra’nın 7 km K.-B.’sındaki Ik ız te p e "de U. B. Alkım ’ın başlattığı kazılar (1974), Ö. Bilgi tarafından sürdürülüyor (1986). Köp­ rülü Mehm et Paşa’nın yaptırdığı Büyük cam i ( 1670), Tayyar Paşa’nın yaptırdığı T a/yarpaşa cam isi (1869). B A F R A a. Bafra ve Samsun yöresinde yetiştirilen ve tek başına sigara yapılabi­ lecek nitelikte olan küçük boylu, ince dokulu, tok içimli tü tü n çeşidi; bu tütünden yapılan yuvarlak kesitli, sert içimli sigara çeşidi. B A F R A , rumca Vokolida, Kıbrıs’ın Gazı M ağusa ilçesi, M ehm etçik bucağında köy. B A F R A b u r n u , Karadeniz bölgesinin Orta Karadeniz bölüm ünde burun; Kızıl­ ırmak deltasının denize doğru en çok iler­ lemiş ucudur. B A F R A o v a s ı , Orta Karadeniz bölümü kıyısında, Kızılırmak nehrinin getirdiği alüvyonların çökelmesiyle oluşmuş büyük delta ovası. Tabanı anakaraya dayanan ve tepesi (Bafra burnu) denize doğru uza­ nan bir üçgene benzeyen ova, adını üze­ rindeki en büyük yerleşmeden (Bafra) alır. Türkiye’nin en büyük deltalarından biridir (yaklş. 600 km2). Yükseltisi 50 m dolayın­ da olan geri kesimi bir taraça g örünü­ m ündedir; burada Kızılırmak g öm ü k bir yatakta akar. Kıyıları akıntılar've dalgalar­ la düzleştirilmiştir ve bunların oluşturduk­ ları kum ullarla kaplı kıyı setleri b irçok la­ günün (U zungöl. Balıkgölü, Karaboğaz gölü vb.) m eydana gelm esine yol açm ış­ tır. Bir kısmı bataklıklarla kaplı olmakla bir­ likte, önemli bir tarım alanıdır; akarsu ağızlarında balıkçılık yapılır. BAFT

BEFT.

B A F T E sıf. (fars. baften, d oku m a k’tan bâfte). Esk. Dokunm uş. ♦

a. Bir tür pam uklu elbise.

B A G A a. Û lçbil. Silindir biçim inde bir parçanın dış çapını denetlemeye yarayan halka biçim inde ölçü aygıtı. B A G A D A O N İA ya da B A G A D A N İA . Tar. coğ. A na do lu'd a . Kappadokia böl­ gesinin en güney bölümü; Strabon, W. Ramsay ve bizanslı Stephanos’un verdik­ leri bilgilere göre, Kybistra’nın (Konya Ereğlisi) kuzey ve kuzey-batı sındaki ova­ yı kapsadığı sanılıyor. B A G A J a. (fr. bagage). 1. Yolculukta bir­ likte alınan eşyaların konulduğu bavul, çanta, sandık, paket vb.: Bagajınızı o da ­ nıza taşıtayım m ı? — 2. Yolcu ile aynı araçta taşınm ak ve varışta yolcuya veril­ m ek üzere m akbuz karşılığında teslim alı­ nan bavul, sandık, vb.: Kaybolan b a g a j­ lardan şirket sorum ludur — 3. Bir taşıtta yolcuların bagajları için ayrılan bölüm: Ba­ vulları bagaja yerleştirmek. — 4. O tom o­ billerin üstüne yük taşımak için takılan ta­ şımalık; portbagaj: Bagajı takmak, çıkar­ m ak — 5. Arg. Kalça — 6. B ir şeyi b a ­ g aja vermek, elde taşınam ayacak bir yü ­ kü, bagajda götürülm ek üzere taşıt yet­ kilisine teslim etmek. || El bagajı, taşıtlar­ da yolcuların yanlarında taşımalarına izin verilen küçük çanta, paket vb. eşya (uçaklarda buna kabin bagajı da denir). — Dy. B a g aj m em uru, garlarda bagaj iş­ leriyle ilgilenen memur. — Havc. Bir uçak gövdesinde, eşyalara ayrılan kabin. —Oto. Bavul, kutu ve değişik eşya taşı­ m ak için özel araçların karoserisinin g e ­ nellikle arka b ölüm ünde (m otor arkaday­ sa önde) yer alan hacım. || B a g aj kapağı. bir aracın bagajını kapatan hareketli par­ ça. —Sig. Bagaj sigortası, bağaların çalınma­ sı, kaybolması, yanması gibi zararlara karşı yapılan sigorta B A G A L a. (fars. bagal). Esk. 1. Kolun gövdeyle birleştiği yer, koltuk. — 2. Bagal -gir, bir kimsenin koltuğuna giren. || Zir-i bagal. koltuk altı

B A G A L A a. Denize. Basra körfezinde çalışan eski bir arap teknesi. — ANSİKL. Bagalanın tonajı 150 ile 400 to­ nilato arasında değişir. Belirgin özelliğini oym alarla süslü, nal biçim inde kıç tarafı oluşturur. İki direk ve yam uk biçim de yel­ kenlerle donatılmıştır. Eskiden günlük iş­ lerde kullanılan bu güzel tekne özellikle korsanlarca çok tutulurdu. G ünüm üzde bu teknenin yerini ganca almıştır. B A G A L E K a. (fars. bağalek) Tıp. Esk. Koltuk altında çıkan ur, köpekm em esi. B A G A M O Y O ,T a n z a n iy a ’da liman, Hint okyanusu kıyısında, Z a n zib a r adasının karşısında. Köle ticareti yapılan eski bü­ yük lim an ve 1891 e kadar Alm an Tanganyikası’nın başkenti. BAG ANDALAR B A G A R İA -

GANDALAR.

BAGHERİA.

B A G A S a. (fr. bagasse; isp. b a g a zo ' dan). 1. Şekerkamışı cenderede ezilip sı­ kıldıktan sonra geriye kalan selülozca zengin cibre. (Özellikle buhar üreteçlerin­ de yakıt olarak kullanılır. Ayrıca kâğıt, kar­ ton, lif levha, gübre, hayvan yemi yapı­ m ında yararlanılır.) — 2. Çivitotu sapları­ nın m ayalanm a kazanından çıkarıldıktan sonraki cibresi — 3. Sersen bagas, şeker­ kamışından sıkılarak elde edilen şekerli sı­ vı içinde kalan ço k ince lifler. B A G A S O Z a. (fr. bagassose). Şekerka­ mışı cibresi içinde bulunan organik anti­ jenin (sıcaksever aktınomıset) art arda bir­ ço k kez solunm asından ileri gelen solu­ num hastalığı. (Kırsal kesim de ve sanayi kesim inde [kâğıt fabrikaları, yalıtım pano­ ları, patlayıcılar, gübreler...] görülür, an­ tijen ortadan kaldırılınca iyileşmeye baş­ lar.) B A G A S S A a. Tropikal Am erika'da (Gu­ yana) yetişen ve odunu sarımsı soluk kah­ verengine çalan kaba dokulu ağaç. (Ya­ rı sert ve yarı ağır odunu doğram acılıkta, m arangozlukta, gem i inşaatında ve ince marangozlukta kullanılır. Dutgiller familya­ sı.) B A G A T E L a. (fr. bagatelle). Müz. Belli bir biçim i olm ayan, hafif, kısa m üzik ya­ pıtı. (Beethoven, üç formalık bagatel bes­ teledi.) B a g a t e l l e , Boulogne orm anının kena­ rında (bugün Paris’te) mülk. Mareşal d'Estrees 1720’de burada B abiole ya da B agatelle denen bir ev yaptırmıştı. Mül­ kü satın alan Artois kontu, 1777 yılında Belanger’ye, kraliçe Marie - Antoınette ile giriştiği bir bahis sonucu, yetmiş dört gün içinde, İngiliz üslubunda bir parkın orta­ sında yer alan ve b irçok küçük köşkle çevrili bir konut yaptırdı. Sir R. VVallace 1 872'de burada bir Trianon yaptırdı. B A Ğ A Y A çoğl. a. (ar. b ağ lyy'in çoğl. bağaya). Esk. Fahişeler. B A G A Z A (Jean-Baptiste). burundili su­ bay ve devlet adamı (M uram bi 1946) 1 972’d e genelkurm ay başkan yardım cı­ sı, kasım 1976'da cum hurbaşkanı oldu. Ekim 1978'de başbakanlık ve savunm a bakanlığı görevlerini de üstlendi. 1984 başkanlık seçimine tek aday olarak katıl­ dı ve kazandı. 1987’de Pierre Buyoya ta­ rafından devrildi. B A G E ya da B A J E , Brezilya'da kent. Rio G rande do S u lu n güneyinde, U rugu­ ay sınırı yakınında; 97 000 nüf. Ticaret (davar ve süt ürünleri) merkezi. B A G E H O T (VValter), İngiliz iktisatçı (Langport, Somerset, 1826 -ay. y. 1877) 1860 ’ta Econom ist’e m ü dü r oldu. Lond ra mali piyasasının organizasyonu üze rıne bir incelemesi, ıngiliz anayasa huku ku üzerine klasikleşmiş bir yapıtı, ayrıca, iki iktisat kitabı vardır: Physics a n d Politics (Fizik ve siyaset) [1872] ve EconoTnic Studies (iktisat üzerine incelemeler) [1880], B A G E T a (fr baguette). Küçük, ince değnek. (Eşanl. ç u b u k , d e ğ n e k )

—Ekmekç. Küçük boyd a olanları 320 g (45-50 cm), büyük boyda olanları 550 g (75-80 cm) ağırlığında ekm ek, b a s to n d a denir. B a g fa ş -B A N D IR M A GÜBRE FABRİKALA­ RI AŞ

B A G G A R A L A R ya da B A K K A R A L A R (ar. bakkar, sığırtm aç'tan), S udan’ ın Kordofan ve Darfur; Ç ad'ın Vadai böl­ gelerinde yaşayan, sığır yetiştirerek ge­ çinen göçebe ya da yarı göçebe arap ka­ bilelerine verilen ad. Kökenleri tam bilin­ m em ekle birlikte O rtaça ğ ’da Mısır’dan batıya göç eden Araplar’ın devamı olduk­ ları sanılmaktadır. Mısır’dan Tunus’a, ora­ dan güneye yönelerek Ç ad ve Sudan’ ın çeşitli yörelerine yerleştiler. XIV. yy.'dan bu yana S udan’ın K .-D .'sundaki Nübye' de yaşadıkları kanıtlanmıştır. XVIII. ve XIX. yy.’larda, sığır yetiştirm eye elverişli Kor­ dofan, Darfur ve Vadai yörelerine yerleş­ tirildiler. M uham m et* Ahm et bin A b d u l­ lah'ın başlattığı ayaklanm ayı destekledi­ ler. M ehdı’nin halifesi A b d ullah * bin M u­ hammet et-Teaşi, Baggaralar'ın Teaşi kabilesindendi. O nun dönem inde yönetim ­ de etkin biçim de söz sahibi olan Baggaralar, sürekli savaşlar ve İngiliz orduları­ nın Sudan'ı işgali üzerine zayıfladılar ve etkinliklerini yitirdiler. B A G G E S E N (Jens), danımarkalı yazar (Korsjzfr 1764 - Ham burg 1826). Edebiya­ ta genç yaşta Comiske fortaellinge (1785) adlı anlatılarla başladı ve bu türü uzun sü­ re işledi. Am a başyapıtı, rom antizm ön­ cesi bir üslup taşıyan bir gezi anlatısıdır: Labyrinten (1792-93). 1800’den 1811 ’e kadar Paris, 1811’den 1813 e kadar Ki­ e v ’de kaldıktan sonra, Danimarka roman­ tizm inin öncüsü olan CEhlenschlâger ile açık bir tartışm aya girdi. Destansı m an­ zum bir yapıt (Thora d e H avsg a a rd [fr çev ], 1314-1816; bitmemiş) ve Epıtres po6tiques'\ (fr. çev.) [1814] yayımladı. Da­ nimarka edebiyatında, klasiklik ile roman­ tikliğin çekiştiği dönemin temsilcilerindendir. B A G H , H indistan’da, Gvalior yöresinde (Ecmir ilçesi) arkeolojik sit. A canta üslu­ buna (VI. yy.) ço k yakın dokuz m ağara­ dan (vıhara) m eydana gelir, içlerinden üçünde ço k güzel b u d d h a duvar resim­ leri (m ahayana) yer almaktadır. B A G H E L İ ya da B A G H E L H A N D İ a M adhya P radeş'in ku zey-d o ğ u ’sunda kullanılan, avadhiyi andıran lehçe. B A G H E R İA , esk. B agaria, İtalya'da kent, Sicilya’da, Palerm o’nun D .'sunda; 35 500 nüf. Sayfiye yeri. XVII. ve XVIII. y y.'la td an kalm a konaklar —Yakınında, Fenikeliler'ın Solunto kentinin yıkıntıları. B Â G İ sıf. ve a. (ar. b a ğ i) Esk. Ası, başkaldıran. — İsi. huk. Devlet başkanının hukuka uy­ gun em irlerine başkaldırarak bir bölgeyi zorla egem enliği altına alan, bununla bir­ likte m üslüm anların öldürülm esini, esir edilm esini helal görm eyen kuvvet sahibi m üslüm an için kullanılır. B Â G İ Ü K a. (ar. baği'deri). Esk. Serkeş­ lik, asilik B A G İR M İ, Orta S ud an 'd a eski m üslü­ man sultanlığı (bugün Ç ad C um huriyeti’nde), K a n em ’in güneyinde, Ç ad g ölü ­ nün ve Şarı’nin doğusunda Eski Bagırmı. yalnızca sözlü gelenekleriyle tanınır. Kınga kökenli oldukları sanılan ilk önd e r­ ler M asenya’ya yerleştiler. Müslümanlığı burada belki de ilk benim seyen kişi olan sultan M alo (1546-1568), M b an g adını alarak krallığı örgütledi; köle ticareti kral­ lığın başlıca geliriydi. XVIII. yy ’ ın sonun­ dan başlayarak Uaddai’ nin vs Bornu’nun baskısı altında kalan Bagırmi, sırayla bun­ lardan birine ya da öbürüne bağımlı kal­ dı. 1897’de sultan Fransa’nın himayesini istedi; bu istek, R abah’ın Bagirm i’yı ya­ kıp yıkmasına bir bahane oluşturdu. Bagirmı. ancak 1900’de sultanın ölüm ünden sonra barışa yeniden kavuştu.

bağ BAGİRMİLER, kendilerine Barma adı­ nı veren G üney Çad halkını belirten arap­ ça kökenli terim. Pek kalabalık olmayan Bagirm iler sara, kanurı, pöl ve arap halk­ larının birbirine karıştığı bir krallığın çekir­ değini oluştururlar. ( -* BAGİRMİ.) Sudan dillerinden birini konuşurlar ve başlıca uğ­ raşları tarımdır. Eskiden; kalıtımla başa geçen bir hüküm dar mutlak egem en ola­ rak yönetimi elinde tutuyordu; hükümdar kutsal biri sayıldığından hiç kimsenin onu görm eye yetkisi yoktu. Başlıca zenginlik kaynakları arasında, vergilerin yanı sıra, satın alınan ya da baskında ele geçirilen kölelerin (savaş tutsakları ve bazı suçlar­ dan hüküm lü özgür insanlar) satılmasın­ dan elde edilen gelirler sayılabilir. BAGİY ya da BAGY a. (ar. bağy). Esk.

davisinde yararlanılan kaplıca merkezi.

BAGNOLET, Fransa'da, Seine-SaintDenis’de kanton merkezi, Paris’in D. sını­ rında; 32 600 nüf. (1990). Sanayi (meta­ lürji, elektrikli gereçler yapımı) merkezi.

BAGNOLİ, N apoli’nin sanayi banliyösü (dem ir-çelik tesisi). Bagnolo barışı, 7 ağustos 1484’te Brescia yakınında imzalanan barış antlaş­ ması. Bu antlaşmayla, Sixtus IV’ün koru­ masında kurulan bir İtalyan prensleri bir­ liğinin desteklediği Ferrara dükü ile Ve­ ned iklile ri karşı karşıya getiren savaşa sort verildi. Sixtus IV, Venedik’i ayin ya­ sağıyla cezalandırmıştı (1483), ama m üt­ tefikler, Venedikliler’e boyun eğm ek zo­ runda kaldılar.

1. Azgınlık, serkeşlik, doğru yoldan sap­ ma, sapkınlık. — 2. Bagyetmek. azgınlaş­ mak, azmak. — isi. huk. Devlet başkanının emirlerine haksız olarak uymama, zorbalık yapma, devlete isyan etme.

BAGNOLS-SUR-CEZE, Fransa’da Gard kantonunun merkezi, Langued o c ’un kuzeyinde; 17 872 nüf. (1990). XVII. yy.'dan kalma belediye konağında bir müze vardır. Metalürji. Hazır giyim.

BÂGİYANE be. (ar. b ağ i ve fars.

-A legre müzesi). 1854’te, ressam ve ar­ keolog L. Alegre (1813-1884) tarafından kurulan müze. Müze, ressam A. Andre nin (1918 ’de m üdür olarak atandı) katkı­ ları ve Bay ve Bayan G. Besson’un ba­ ğışlarıyla m eydana gelen dikkate değer bir çağdaş yapıtlar koleksiyonuna sahip­ tir. Müzede, Renoir, Monet, Pissarro, Vuillard, Matisse, Bonnard, M arquet’nin tabloları yer alır.

-a n e ö e n bâğiyane). Esk. Serkeşlikle, asi­ likle.

BAGİZ sıf. (ar. bağiz). Esk. Kimseyi sev­ meyen, herkesten nefret eden, kindar. BAĞLAN BAY, Büyük Britanya’da petrokim ya kompleksi, VVales ülkesinin batı­ sında, Neath ırmağı ağzında.

BAGLER çoğl. a. (norveççe b a g a l'dan, kıvrım). Birkebeiner denilen gruba karşı çıkan norveçli topluluk. XII. yy.’da ve XIII. yy.'ın başında m eydana gelen iç sa­ vaşlarda önemli bir rolü olmuştu.

BAGLİONE (Giovanni), İtalyan ressam ve yazar (Roma 1573 - ay. y. 1664). Hem maniyerist hem caravaggiocu bir ressam­ dı. L e vıte d e pittori. scultori archıtetti. e d intagliatori adlı önemli bir yapıtı vardır (1642).

BAGLİONİ, İtalyan condottieri ailesi. Perugıa kökenli olan aile resmen yönetim­ de yer alm amakla birlikte, XV. ve XVI. y y .’larda Perugıa’ya egem en oldu. Baglionı ailesinin senyörlüğü XVI. yy.’ın ikin­ ci yarısında kesin olarak çöktü.

BAGNACAVALLO (Bartolomeo RA MENGHİ, il— denir), İtalyan ressam (Bagnacavallo, Bologna yakınında, 1484 - Bologna 1542). Francia'nın öğrencisiydi; Raffaello’ nun ve Dosso Dossi’nin de et­ kisinde kaldı.

BAGNERES-DE-BİGORRE, Fransa da Haute-Pyrenöes’de arrondissem ent merkezi. A dour ırmağı kıyısında, Campan vadisinin aşağı kesiminde; 10 573 nüf. Romatizma, solunum yollan ve sinir sis­ tem i hastalıklarının tedavisi için kaplıca merkezi. BAGNERES-DE-LUCHON, Fransa’da H au te -ü a ron n e ’da kanton merkezi, orta Pireneler'de (Luchon vadisi). 630 m yük­ seltide; 3 627 nüf. Kaplıca merkezi. BAGNES vadisi, İsviçre'de vadi, Valais'de, M artigny’nin G.-D.’sunda. Dranse de Bagnes tarafından akaçlanan vadinin yukarı kesiminde, Mauvoisın barajı ve gö­ lü (hidroelektrik üretimi). BAGNİ Dİ LUCCA, İtalya’da kaplıca merkezi, Toscana’da, L ucca ’nın K 'inde; 8 200 nüf. Radyoaktif sülfatlı sular. BAGNİ Dİ S a n GİULİANO Gİ u ü a n o

< San

te r m e

BAGNO a RİPOLİ, İtalya'da kent, Tosc a n a ’da, Floransa’nın banliyösü; 22 200 nüf. BAGNOLES-DE-L’ORNE,

O rn e ’un (Fransa) güney-batı’sında komün, Andaine ormanı yakınında; 651 nüf. Damar hastalıklarının, travm aların ve kadın -doğum hastalıklarının bıraktığı izlerin te­

Bagnols-sur-Ceze (— deki L e o n

BAGOAS, Iran sarayında haremağası (öl. İ.Ö. 3 3 6 ’ya doğr.). Artakserkses IH’ ün gözdesiydi. Mısır’ın fethi sırasında (343) yararlık gösterdi ve khiliarkhos ol­ du. Mevkiini sağlamlaştırdıktan sonra kralı zehirledi (338) ve yerine, oğlu Arses’i ge­ çirdi. Bagoas, yeni kralı da aynı biçim de saf dışı bıraktı; tahta çıkardığı Dara III ta­ rafından zehirlenerek öldürüldü. BAGOT (sir Charles), İngiliz diplom at ve yönetici (Rugeley, Staffordshire, 1781 - Kingston, Kanada, 1843). Ülkesini VVashington, Petersburg, Lahey ve Viyana’da temsil ettikten sonra, 1841’den 1843’e kadar Kanada genel valiliğinde bulundu. Bagotville, Kanada’d a askeri ve sivil havalimanı, ö u e b e c ’te, C hicoutim i’nin güney-doğu'sunda, Saguenay ırmağı kı­ yısında.

■BAGPİPE [bagpajp] a. (ing. söze.). Bri­ tanya adalarında gaydaya verilen ad.

B a g r a d a ş . Esk. coğ. G ünüm üzde Mecerde.

BAGRAMYAN (ivan), sovyet mareşal (Yelizavetpol, bugün Gence, 1897Moskova 1982). 1942 yılında Timoşenko'nun genelkurmay başkanı, 1944 yılın­ da I. Baltık cephesi komutanı, 1955 yılın­ da mareşal oldu. 1956-1958 arasında Genelkurmay akademisi komutanlığı yaptı. 1958 yılında savunma bakan vekil­ liğine atandı. Bagramyan, 1961’den başlayarak Komünist partisi merkez ko­ mitesi üyesiydi. BAGRAS, esk Pagrae. İskenderun’u Antakya’ya bağlayan yol üzerinde kale ve eski bir konak yeri; Amanos dağlarını Su­ riye kapıları adıyla da bilinen Belen (Beylan) geçidini izleyerek aşan yolun G -D başlangıcında, yola hâkim konum dadır. Bagras, bizans ve arap’ egem enliği d ö ­ nemlerinde de özellikle müslüm anların Suğur adını verdikleri sınır bölgesine gi­ den yolları denetlediğinden asken önemi­ ni korudu" OsmanlIlar ile M em luklar ara­ sında da çarpışm alara sahne oldu. Kale­ si günüm üzde harabe halindedir. ■ BAGRASYAN (Pyotr ivanoviç), rus g e ­ neral (Kizliyar, Kafkasya, 1765 - Sima, Vladimir ili, 1812). Suvorov’un gözde yar­ dımcısıydı. Fransa’ya karşı girişilen 1799 seferine katıldı. Korsakov'un Zürich'te Massena karşısında uğradığı bozgundan

sonra kom utanlık görevinden alındı. 1805 te Kutuzov’un emrine girdi; Austerlitz’de, Eylau’da (bu kente 1945'te onun adı verildi) ve Friedland'da yararlıklar gösterdi. 1812’ de, N apoleon’un Rusya’ yı istilası sırasında ikinci Batı ordusuna ko­ muta etti ve Moskova m uharebesinde ağır yaralandı-. Atılganlığı, K utuzov’un oyalam a siyasetine ters düşüyordu.

1185

BAGRİ a. Dilbil. Batı racasthanisinin de­ ğişik bir biçimi. BAGRİDAE a. TATLISUKEDİBALIĞIGİLLER familyasının bilimsel adı.

BAGRİTSKİY (Eduard Georgiyeviç DZYUBIN. — denir), sovyet şair (Odesa

1895 - Moskova 1934). Romantik bir dev­ rimci olan Bagritskiy, D um a p ro Opanasa (1926) adlı yapıtında, M ahno’nun çe ­ tesine katılan bir köylünün trajedisini dile getirdi. NEPkarşısında uğradığı düşkırıklığına (iugozapad. 1928) karşın, Pobediteli ve Pasiedniyaya noç (1932) gibi şiir kitaplarını sosyalizmin kurucularına ada­ dı.

BAGRYANA (Elisaveta BELÇEVA, Elisaveta — denir), bulgar kadın şair (Sof­ ya 1893). Edebiyat akımları ve okulların­ dan uzakta kalan şairin başlıca esin kay­ nakları, okyanus ve seyahat temaları için­ de işlediği aşk, başını alıp gitme isteği, ka­ dının her türlü önyargı ve kulluktan uzak yaşama hakkıydı. Yapıtları: l'E ternelle et la Sainte (fr. çev.) [1927]; Etoile du m arin (fr. çev.) [1932]; C oeur hum ain (fr. çev.) [1936]; C inq Etoile s (fr.çev.) [1953]; D ü ­ ne rive â l'autre (fr. çev.) [1963]; Contrep oints (fr. çev.) [1972].

Kirkmickael’de (İskoçya) bagplpe çalgıcısı

BAGUİO a. Filipinler'de tayfuna verilen ad.

BAGUİO,

Filipinler’de büyük yazlık sayfiye merkezi, Luzon adasının kuzey kesiminde, yaklaşık 1 500 m yükseltide; 183 000 nüf. (1990).Hükümetin yazlık merkezi. — Yakınında, altın madenleri.

BAGY



BAGİY

BAGZÂ a.(ar. b â ğ z â ’). Esk. Şiddetli kin, büyük nefret.

BAĞ a. (fars. bağ). 1. Üzüm bahçesi. — 2. Esk. Bahçe, çiçek bahçesi: Bağa s e n s ü z b a k a m a m ç e ş m ü m e â te ş g ö rü n ü r" (Neşati, XVII. yy.). — 3. Bağ-ı adn. bağ-ı behişt, bağ-ı cihan, bağ-ı tirdevs. bağ-ı huld, bağ-ı Rıdvan, cennet: "Âşıkısan ver cihanı y a r kûyın satın al / Kim revadur b u g ü l içün bâğ-ı Rıdvan o y na m a k" (Işki, XV. yy.), jj Bağ-ı dünya ya da bağ-ı dehr. dünya, bir bahçeye ben­ zeyen dünya: "Kem âl-i devletün g ün i bezesün bâğ-ı d ünyayı" (Dehhani, XIII. yy.). ’ Bâğ-ı dehrin hem hazanın hem baharın g ö rm ü ş ü z " (Nabi, XVII. yy.). —ANSİKL. Ed‘. Divan edebiyatında bağ, sevgilinin gezip dolaştığı, baharda içkili eğlencelerin düzenlendiği yer olarak, da­ ha çok gazellerde ve kasidelerin nesip bölüm lerinde konu edinilir. Bazı m esne­ vilerle şehrengizlerde adı verilen bağlar, ye)el çizgileriyle de canlandırılır. Divan şi­ irindeki bağ akarsu kenarında, ağaç, ç i­ çek ve kuşlarla dolu yemyeşil bir doğa parçasıdır. Daha çok sıcak iklim özelliği taşımasına karşın, m eyvelerinin çeşitliliği nedeniyle tüm mevsimleri kapsayan bir bölgedeym iş gibi anlatılır. Bağda, başta gül, süm bül, m enekşe, nergis, lale olmak üzere pek çok çiçek; servi, çınar ve nar gibi ağaçlar yer alır, bülbül, tuti, tavus ve karga gibi kuşlar yaşar. Hafif ve latif bir rüzgâr bağı serinletir, üzerinden bulut ek­ sik olmaz, içinde haym e ve gölgelik bu­ lunur. Mutrip, saki, sevgili, âşık, bahçevan hemen her zaman bağ ile birlikte anı­ lır. Bağ, başta dünya olm ak üzere, sev­ gilinin güzelliği, yüzü ve yanağı, ayrıca can, söz, öm ür ve devlet kavramları için benzetm e öğesidir. Sık sık cennet ile bir­ likte sözkonusu edilir. Bahçe, ravza ve bostan, sözcükleri de bağı anlatır. -

Bagrasyan’ın portresi Aubin’irı yapıtı (1812) Bibliothegne nationale, Paris

bağ 1186 DENİZCİ BAĞLARI

çifte olta bağı

BAĞ a 1. Nesneleri, bir nesnenin d e ­ kazık bağı

margarita bağı

çifte koşum bağı

kolona bağı

çifte ızbarço bağı

ızbarço bağı

kalfa ızbarço bağı

çifte sancak bağı

sancak bağı

ğişik bölümlerini bir arada tutmaya ya da bir şeyi bağlam aya, sarmaya, kapatm a­ ya yarayan ip, sicim, kordon, kayış, vb.: Ağzı deri b ir bağla bağlanan p ara kese­ si. Ayakkabı bağı. — 2. Bağlanarak bir araya getirilm iş nesneler bütünü; demet: iki bağ maydanoz. Ü ç b ağ soğan. — 3. iki şey arasındaki ilişki, bağlantı: Bu iki olay arasında h içb ir bağ yok. — 4. iki ya da daha ço k kişi arasında herhangi bir yakınlıktan kaynaklanan ilişki: Akrabalık bağı. Kan bağı. Dostluk bağı. — 5. Bir kimseyi, duygusal olarak bir başkasına ya d a bir şeye bağlayan şey: H içb ir yerde h içb ir bağım yok. Birbirlerine ço k güçlü b ir bağla, aşkla bağlıydılar. — 6. Bir kim­ senin özgürce davranmasını engelleyen tutku, alışkanlık, bağlantı, vb.: Bağların­ dan kurtulmak. —Anat. Ç ok güçlü, beyazımsı lif demeti: Eklem bağlan. (Bk. ansikl. böl.) || Karınzarı bağları, sindirim borusuna bağlı olan ve olm ayan karın ya d a leğen içi organ­ ları karın çeperine bağlayan, karın zarı kıvrımları. —Ask. Fişek bağı, belirli sayıda fişek des­ tesi içeren, kurallara uygun paketleme. — Bayınd. Bağ taşı, uzunluğu normal par­ ke taşı uzunluğunun bir buçuk katına eşit olan kesme taş. || Asm a kö prü bağı, bir askı çubuğunun taşıyıcı halatlara bağlan­ masını ya da tabliyeyi taşımasını sağlayan aygıt. — Bilş. Bir program ın bölümleri ya da altprogram lar arasındaki kom utlar dizisi ya da uzlaşmalı iletişim yöntemi. (Bir p rog ­ ramın bölümleri arasındaki bağlar, bağ ­ lantı program larıyla kurulur.) —Cerr. Bağlam aya yarayan iplik ya da tel. (Kimi bağlar [örneğin, katgüt] organiz­ ma tarafından soğurulur; kimisi soğurulamaz [keten, ipek, naylon, vb.].) || Kan dolaşımını durdurm ak amacıyla kol ya da bacaktaki damarları sıkmaya, bastırmaya yarayan aygıt. (Bk. ansikl. böl.) 1 — Denize. Bir halat üstündeki sağlam ve düzgün her tür düğüm ün genel adı. (Bağ­ lar kullanıldığı yere göre adlandırılır: Izbarço * bağı, Kazık * bağı, Yoma * bağı vb.) — Fiz. Bağ enerjisi, bağlı bir sisteme, bi­ leşenlerini ayırmak için verilmesi gereken enerji. (Atom çekirdeklerinin bağ enerji­ si, nükleon başına birkaç M eV'tur. Öte yandan bağ enerjisi, bağlı sistemin bile­ şenlerinden oluşması sırasında açığa çı­ kan enerji miktarına eşittir. Kuvantum ku­ ramında, bağ enerjileri kuvantalarla be­ lirtilir. || B ağ kuvvetleri, bağlı bir sistemin bileşenlerinin tutunum unu sağlayan kuv­ vetler. (Atom bağ kuvvetleri, temel olarak elektrik kökenli kuvvetlerdir.) — Fizs. kim. Bağ basamağı, bağlı ve bağsız elektron sayısının yarım farkı olarak ta­ nımlanan sayı. || Kim yasal bağ, kalıcı yı­ ğışımların (kimyasaf bileşikler, çokatomlu elementler vb.) oluşmasını sağlayan özdeş ya da farklı atomlar arasındaki et­ kileşim. (Bk. ansikl. böl.) — Fizs. mekan. Biçim değiştirm ez bir cis­ min devinimlerinde, genellikle, onun giri­ şine açık uzayı kısıtlayan öteki cisimlerin varlığından kaynaklanmış sınırlama. (Ci­ simler arasında, biçim değiştirmez nesne­ lerin iç içe girm eden tem as halinde kala­ bilmelerinden kaynaklanan bağlar vardır.

Ö rneğin bir S katisının, d iğer bir T katisı­ na göre konumu, her an 6 geom etrik pa­ ram etreyle [3 uzunluk, 3 açı] tanım lana­ bilir. Bu parametrelerle, bunların zamana göre türevleri ve zam an arasında / ba­ ğıntı varsa, S nin T ye göre devinim inde / b ağ vardır denir.) || Bağ denklemi, bir katımn, diğerine göre konum unu tanım ­ layan param etrelerle, bu param etrelerin zam ana göre türevleri ve zam an arasın­ daki bağıntı. || Bağ kuvveti, bağ denklem ­ lerini göz önüne almak için, serbest oldu­ ğu varsayılan bir cismin devinim denk­ lem lerine katılması gereken kuvvet. — inş. B ağ taşı, bir duvar örgüsünde, sı­ ra taşının tersine, dar yüzü görünecek bi­ çim de, duvar yüzüne dik konum da yer­ leştirilen taş. (Eşanl. KENET TAŞI.) || Bağ te­ li, betonun dökülm esi sırasında çelik d o ­ natı çubuklarının yerinden kaymasını ö n ­ lem ek için bu çubuklara bağlanan tel. || Genişlem e bağı, uç uca gelen iki dere parçasının serbestçe genleşmesini sağ­ layan metal derz örtüsü. |[ İki yüzlü bağ taşı, bir duvarın kalınlığı boyunca yerleş­ tirilen, başka bir deyişle duvarın iki yüzün­ den de görülebilen kesme taş.

yan direkler

ağaç bağ

etrjye

ayaklar

metal bağ maden ocaklarında kullanılan — Kad. doğ. G öbek bağı, dölütü plasen­ taya bağ la yan am nios kılıflı dam ar -bağdokusu demeti. (Bk. ansikl. böl.) ■— Mad. oc. Göçmeyi önlemek için bir ga­ lerinin dik kesiti boyunca yerleştirilen d e ­ m ir ya da ağaç dirseklerin tümü. (Bk. an­ sikl. böl.) || B ağ atma, metal ya da ağaç bağlarla galerileri tahkim etme. — Matbaac. iki harfi birbirine bağlayan in­ ce çizgi. — M etalogr. Bağ doğrusu, bir diyagram ­ da aynı alaşımın, eşlenik çizgiler ya da eğriler üzerindeki iki fazının bileşimini bir­ birine bağlayan doğru. — Mim. Bağ örgüsü, tüm taşların aynı yükseklikte ve aynı uzunlukta olduğu ve derzlerin ortada kesiştiği duvar örgüsü. (Eşanl. İSODOMOS.) — Müz. iki ya da daha çok farklı notanın ya da yan yana gelen iki aynı notanın bir­ birine bağlanacağını belirten yay biçimin­ de çizgi. —Org. kim .Eksene! bağ, stereokimyada sikloheksanın üçlü bakışım eksenine ko­ şut bir bağ için kullanılır; ornatanın geril­ m esiyle bu bağ, sikloheksana yeniden bağlanır. —Sil. 3 ya da 5 fişeği birleştiren ve tüfe­ ğin fişek haznesinin hızla doldurulmasını sağlayan m adeni levha. —Terz. Giysilerde büzm ek ya da sıkmak için, döşem elerde ise çevre süsü olarak

kullanılan yuvarlak ya d a yassı örgü. — Ulaş. B agaj bağı, taşıma sırasında gü­ venliği sağlam ak amacıyla, bir araca ko­ nan yükün istifini koruyan zincir, kablo ve kimi zam an da plastik dokudan yapılmış düzenek. —Zool. ikiçenetli yum uşakçalarda kavkı­ nın iki çenetini birleştiren esnek etsi bö­ lüm. (Bağ dışarda ya da içerde olabilir; bir üstderi tabakası ve bazen yanlış ola­ rak “ kıkırdak” da denilen esnek bir iç ta­ bakadan oluşur.) —ANSİKL. Anat. Bağların çoğu eklem ba­ ğıdır, kem ik uçlarını birbirine bağlam aya yarar. Bu bağların bir kısmı eklem kap­ sülünün kalınlaşmasından başka bir şey değildir. Bir kısmıysa eklem kapsülünden uzaktadır. Bağlar bazen bir aralığı az ya da çok tıkayıp kapatır, bazen de bir ke­ mik oluğunu, kalça-siyatik bağında oldu­ ğu gibi, delik haline getirir. Kasık bağları gibi bazıları, bir iç organda (idrar torbası gibi) sona erer ve o iç organı karın çepe­ rine bağlar. Bazı bağlar, kirişler için makara ödevi görm ek üzere kem ik lif karışımı kanallar oluşturmaya yarar: örneğin elbileği ön.de. ğirmi kası, bilek kanalının ön sınırını oluş­ turur, parm ak bükücü kirişler ve orta si­ nir bu oluktan geçer. • Karınzarı bağları. Gerek anatomi, gerek cerrahi bakım dan büyük önem taşır. Dölyatağının iki yanında yer alan geniş bağ ile karaciğeri tutan oraksı bağ bu arada sayılabilir. —Cerr. Değirmi bağlar ancak acil durum ­ larda kullanılmalıdır, aksı takdirde dam ar­ larda ve sinirlerde lezyonlara yol açar. Cerrahide kol ve bacakların önemli kısım­ ları için sadece hava basınçlı bağlar kul­ lanılır. El ve ayak parmakları için küçük lastik bağlar işe yarar. Bağlar, belirli bir süre için bağlı bırakılmalıdır, yoksa kan­ grene kadar varabilen ve bir daha eski du­ ruma gelem eyen kansızlık lezyonlarına neden olabilir. Kol ve bacakta kanama ol­ duğu zaman, bir atardam ar kanaması sözkonusuysa bağ yaranın üst başına (kol ve bacağın vücuda yakın yanına), bir top­ lardam ar kanaması sözkonusuysa, yara­ nın alt başına (kol ve bacağın ucuna doğ­ ru) yerleştirilmeli ve bir saatten fazla tu­ tulmamalıdır. —Fizs. kim. K im yasal bağ. Bütün kim ya­ sal bağlar, elektrik kökenlidir; bu olgu ato­ m un yapısıyla ilgilidir. Kimyasal bağ ku­ ramı, atomlar arasındaki bağların sınıflan­ dırılmasını, tanımlanmasını ve öngörümünü konu edinir. Belli başlı üç tür kimyasal bağ vardır; iyon bağı, ortak-değerlik ya d a atom ba­ ğı, metal bağı. Bu farklı bağ ‘ ürleri, kim­ yasal bileşiklerin yapısıyla belirlenir. • iyon bağı. Bu bağ iyon bileşiklerindeki ters işaretii iyonları elektrostatik bir çekim­ le birleştirir Sodyum klorürdeki (NaCI), N a + ve Cl iyonları buna örnek gösteri­ lebilir. Sodyum ve klor tepkim eye g irdik­ lerinde, N a + ve CFıyonlarının oluşumu, sodyum atom unun 3s konum undaki tek elektronunun, klor atom unun 3 p düze­ yindeki boş bir yere geçmesi sonucunda gerçekleşir. Ters işaretli iyonlar arasındaki elektro­ statik çekim, ısıl çalkalanm aya karşın, hem kristalin yapışm a gücünü sağlar, hem de karşıt işaretli komşu iki iyonu den­ ge uzaklığında tutar; bu sonuncu olguda elektrostatik çekimi, atomların ara geçişi­ ne engel olan itici bir kuvvet dengeler. Sodyum klorür (NaCI) için denge uzaklı­ ğı, komşu Na„ve Cl çekirdekleri arasında yaklaşık 2,8 A 'dür. Öte yandan bir dizi benzer ölçüm den iyon yarıçaplarının kü­ resel olduğu sonucuna varılmıştır. iyonlar arasındaki bağ, iyon kristalinin erimesiyle oluşan sıvıda ve sulu çözelti­ de değişm ezliğini yitirir. Bu sıvı ve iyon çözeltisi, hem elektrik akımını iletir, hem de elektrolizlenebilir. iyon bağı, güçlü bir bağdır ve yüksek bir bağ enerjisi taşır: bir mol NaCI için bu enerji 750 000 joule'dür (ya da 180 kcal).

bağ iyon bağının belirli bir yönü yoktur; elektrostatik çekim iyon merkezinden başlayarak her yönde eşit bir kuvvet uy­ gular. Bir iyon bileşiğinde, belirli işarette­ ki bir iyonun çevresinde kümelenen ters işaretli iyonların sayısı ve düzenlenişi bu iyonların büyüklüklerine ve bütünü içinde yansız bir bileşik oluşturmalarına bağlıdır. • Ortak-değerlik ya da atom bağı. Sıvı ya da çözelti halinde elektrik akımı ileten, elektrolizlenebilen iyon yapılı bileşikler dı­ şında. aynı halde olmalarına karşın elek­ trik akımı iletmeyen ve elektrolizlenemeyen bileşikler de vardır. Bu bileşiklerin ay­ nı ya da farklı atomların birleşmesinden doğm uş yansız moleküllerden oluştuğu kabul edilir. Bu molekülsel yapılanm aya hem katı, hem de gaz halinde rastlana­ bilir. "A to m " y a d a "ortak-d e ğ erlik" ba­ ğı adı verilen bu bağ ilkesini öne süren G.N. Levısoldu (1916): çokatomlu bir iyo­ nun ya da bir m olekülün iki atomu ara­ sındaki bağ, bir elektron çiftinin ortakla­ şa kullanımı sonucunda doğar; çiftte yer alan elektronlardan her birini bağlı atom ­ lardan biri verir. Bağlı atomların her biri için dış elektron sayısını sekize tam am la­ m a sonucunu doğuran bu ortak kullanı­ m a sık sık rastlanır; nitekim Cl atomu için dış elektron biçimlenmesi aşağıdaki şe­ kilde verilir:

t i

î i î i t

Cl2 m olekülünde ortak-değerlik bağının kurulması sonunda iki atomun 3 p ’deki iki elektronu eşleşerek bir gözü, yani ortak bir yörüngeyi doldurur; böylece atom lar­ dan her biri için sekizli tamamlanır.

3p

Ortak-değerlik bağı genellikle bir çizgi ile gösterilir:

- C l. H-

- H, O

'

^C l

■ N — Cl.

\c f

Bir ortak-değerlik bağı, yalnızca bir elektron çifti (yalın bağ) ile değil, aynı za­ m anda iki ya da üç elektron çifti ile de olu­ şabilir; dolayısıyla bu bağlar etilen ve ase­ tilende olduğu gibi ikili ya da üçlüdür: H2C = C H 2,

H—C = C— H

Ortak-değerlik bağlarına "yankutuplu" ya da “ eşkonum " adı verilen bir bağı da eklem ek gerekir: bu ortak-değerlik bağı­ nın oluşumunda iki elektronu, "verici" de­ nilen bir atom sağlar. “ Alıcı" adı verilen bir başka atom ise, elektron çiftine serbest bir alan oluşturur. Altı dış elektronu bulu­ nan oksijen atomu doğal olarak alıcıdır; klor,azot, fosfor ise vericidir. Bir kez oluş­ tuktan sonra, yarıkutuplu bir bağın, ger­ çekte olağan ortak-değerlik bağının be­ lirgin bütün niteliklerini taşıdığını belirtmek gerekir. O rtak-değerlik bağı, iyon bağın­ dan daha kısadır; nitekim klorür iyonunun iyon yarıçapı 1,8Â iken, klor atomlunun ortak-değerlik yarıçapı yalnızca 1 Adür. O hak-değerlik bağı çok güçlüdür ve yük­ sek bir bağ enerjisi içerir: bir mol Cl2 için 58 kcal. A yrıca iyon bağının tersine, ortak -değerlik bağının belirli bir yönü vardır; bu durum , hem belirli bir atomun çevresin­ de yer alabilen atomların sayısını sınırlar, hem de iki ya da daha çok atom içeren iyon ya da molekül demetleri için belirli bir yapı oluşturur. Nitekim kuvantum fizi­ ği, bu bağın sağlamlığı konusunda tutar­ lı bir açıklam a yapılmasını sağlamıştır. iki atom arasında kararlı, kimyasal bir bağın oluşumu, bu iki atom un çok uzak

konumlardan çekimle birbirine yaklaşma­ sı ve dolayısıyla toplam enerjilerinin azal­ ması sonucunda gerçekleşir. Bununla bir­ likte bu enerji çekirdeklerarası itme nede­ niyle bir m inim um dan geçer ve ço k kısa uzaklıklarda egem en değerler alır. Ola­ ğan bağ uzaklığı, enerjinin bu m inimum değerine denk düşer. Deneyler, hidrojen m olekülü için çekirdekler arasında 0,74 A’lük bir uzaklık bulunduğunu ve b irb i­ rinden maksimum uzaklıkla ayrılmış iki H atomu için 4,5 eV’un altında bir enerji ge­ rektiğini göstermiştir; bu enerjiye bağ enerjisi denir (103,5 kcal/mol,). Kuvantum fiziği böyle bir bağın varlığını ve nitelikle­ rini benimser: bir molekülde elektronların deviniminin betimlenmesi, Schrödinger denklem inin çözüm üne bağlıdır Bu denklem in çözüm ü içinse, yaklaşıklık yöntemlerini kullanmak gerekir; bu yön­ temler arasında örneğin 1927’de Heitler ve London'un tasarlayıp geliştirdiği mezom erlik yöntemi ya da Hund ile Mulliken'in "m olekül yörüngeleri yöntem i" sa­ yılabilir Bu yöntemlerde, kimi temel var­ sayımlardan yola çıkılarak, Schrödinger denklem inin yaklaşık çözümü, •* dalga fonksiyonunun bir biçimi olarak verilir Bu­ nunla birlikte temel bir ilkeye, özdeş par­ çacıkların,yani elektronların ayırtedilmezlık ilkesine uymaK gerekir ^fo n k s iy o n u , olaya bağ elektronlarının spini katılarak tamamlanır; atom lar arasında bir bağın kurulması için elektronların terskoşut ol­ ması zorunludur. Enerji gerçekte aşağı­ daki iki büyüklüğün toplam ıdır: birincisi klasik elektrostatik C oulom b enerjisidir; bu kavram tek başına bağın kararlılığını ve kuvvetini açıklam ak için yeterli değ il­ dir; değişim enerjisi denilen ve klasik fi­ zikte henüz bilinm eyen ıkincisı ise, elek­ tronların atomlar arasında değiştirilebilme­ lerinden ve devinimleri sırasında atom lar­ dan birine ya da ötekine bağlanabilm e­ lerinden kaynaklanır; bu enerji toplam enerjiye etki ederek temel bir rol oynar: koşut spinler konum unda sürekli pozitif işaretli (çekirdeklerin uzaklığı küçüldüğün­ de) ve itme kuvvetine eşdeğerdir; tersko­ şut spinler konum unda ise, çekirdeklerin belirli bir uzaklığı için çok belirgin bir m i­ nimum değer (negatif) taşır; dolayısıyla kararlı bir bağın oluştuğunu gösterir. U ygulam alarda atom bağının belirgin nitelikleri, molekül yörüngesi kavramı kul­ lanılarak çok uygun ve değişik bir biçim ­ de açıklanabilir: bu açıklam ada iki çekir­ değin bileşke manyetik alanında bağ elektronlarının deviniminin açıklanmasın: sağlayan Schrödinger denkleminin çözü­ mü, "^fonksiyonu ile gösterilir. Ancak bu çözüm e genellikle kaba bir yaklaşıklıkla ulaşılabilir; Hund ve M ulliken’in "m olekül yörüngeleri" yöntem inde aşağıdaki sav öne sürülür: bu çözüm, bağ elektronlarının az çok biçim değiştirm iş atom yörünge­ lerinin doğrusal ve belirli bir bileşimi ola­ rak elde edilebilir. Bu bileşimde, atom fonksiyonlarının toplamı ya da farkı göz önüne alınabilir; dolayısıyla göz önüne alı­ nan kavrama göre iki halle karşılaşılır: ko­ şut spinlere denk düşen birinci halde el­ de e d ile n m o le k ü l y ö rü n g e s i “ b a ğ la nm a zlık" yörüngesidir; çünkü atomların itme halini karşılar ve iki çekir­ d ek arasında bağ elektronlarının bulun­ m a olasılığı ya sıfırdır ya da çok zayıftır. Bu halde atom yörüngelerinin birbirini it­ mesinden söz edilir. Terskoşut spinler ko­ numuna uyan öteki halde ise, molekül yö­ rüngesi “ b a ğ la yıcıd ır denir; çünkü atom ­ ların çekm e haline ve bir bağın oluşum u­ na denk düşer; dolayısıyla çekirdekler arasında bağ elektronlarının bulunma ola­ sılığı çok yüksek değerlere ulaşır. Bu hal­ de bir çekim in varlığı ve atom yörünge­ lerinin kaynaşması sözkonusudur. Öte yandan tam am lanm am ış iki atom yörün­ gesinin kaynaşması, eşleşik iki elektron içeren doym uş bir molekül yörüngesi oluşturur. Bir bağın kararlılığı, atom yö­ rüngelerinin kazanım derecesiyle ölçülür. Atom yörüngelerinin kazanımıyla olu­

şan bağ kavramı, çok geniş yorum lar sağlar. Bu kavram, özellikle bir atomun birçok bağ kurması halinde, bu bağlar için göreli bir yönlenm enin varlığını ve dolayısıyla bir molekül yapısının oluşumu­ nu somut biçim de gösterir. Nitekim su ör­ neğinde oksijen atomu, maksimal ve ek­ senel bir kazanımla 2p yörüngesini iki hid­ rojen a to m u nu n lsyö rü n ge leriyle birleşti­ rerek iki bağ oluşturur. Su m olekülünün deneyle doğrulanan dirsekli biçimi, b öy­ le bir kazanm adan kaynaklandığı kanısı­ nı verir. Benzer bir açıklam a NH3 m ole­ külü için de yapılabilir; bu m olekülde te­ pe noktası N olan bir üçgen piramit biçi­ mi görülür.

B ununla birlikte atom bağı, yalnızca atom yörüngelerinin kazanılmasıyla elde edilmez; nitekim, metan (CH4) örneğin­ deki gibi kimi bileşiklerin molekül yapıları bunu kanıtlar: C atomu, düzgün dörtyüz­ lünün m erkezinde bulunur ve H atomları bu dörtyüzlünün köşelerinde yer alır. Bu nedenle C— H bağları, kendi araların­ da 109° ve 2 8 ' ’lik bir açı yaparak uzay­ da dört yöne dağılır. Oysa daha düşük enerji halinde (temel hal) C atom unun elektron biçimlenmesi aşağıdaki şemayla gösterilir:

ti

î i

Ts2

2s2

2p2

Bu şema, karbonun iki değerli olduğu ka­ nısını uyandırır; oysa karbonun, m etanda ve organik bileşiklerde genellikle dörtdeğerli olduğu göz önüne alınırsa, bir elek­ tronun her bağdan önce 2 s düzeyinden 2 p düzeyine "atladığım " ve böylece uya­ rılmış dörtdeğerli bir hal edindiğini kabul etm ek gerekir.

İs 2

2S

2p3

Bununla birlikte temel hal yerine uya­ rılmış halin göz önüne alınması, C atom u­ nun dört değerli olduğu kanısını doğursa bile, CH 4 m olekülünün bakışımlılığını yorum lam aya yetmez: 2s yörüngesinin küresel bakışımlı olmasına karşılık, 2p yö­ rüngelerinden her birinin bir eksene g ö ­ re eksenel bir bakışımı vardır; böylece üç eksen kendi aralarında bir dik açı oluştu­ rur. Atom yörüngelerinin melezleştirilmesi işte bu aşamada sözkonusudur: C atomu yörüngelerinin yeniden düzenlenmesi m etandaki C-—H bağlarının oluşum un­ dan önce gelir. Eşdeğer olmayan dört yö­ rüngeden (bir s yörüngesi, üç p yörünge­ si) eksenel bakışımlı, dört eşdeğer melez yörünge kümesi oluşur ve düzgün bir dörtyüzlünün m erkezinden köşelerine doğru dört yön alır. Matematiksel kuram, arı yörüngelerin doğrusal bileşimiyle me­ lez yörüngelerin oluştuğunu varsayar. Yö­ rüngelerin göreli yerleşimleriyle kusursuz bir bağın kazanılması, daha kararlı, d o ­ layısıyla daha düşük enerjili bir m olekü­ lün oluşmasını sağlar. Yukarıdaki örnek­ te de görüldüğü gibi bir s ve üç p yörün­ gesinin melezleşmesine " s p 3 türü” denir. Bununla birlikte gerek C atomu, gerekse d iğer atom lar için pek ço k melezleştirme türü vardır. Örneğin formülü C2H4, m ole­ külü bakışımlı ve düzlem olan etilende ol­ duğu gibi, C atom larından her birinin

1187

oluşturduğu üç bağ (bir karbon-karbon, iki karbon-hidrojen), sp 2 melezleşmesiy­ le elde edilir. Bunların eksenleri aynı düz­ lem de yer alır ve aralarında 1 2 0 °'lik bir açı vardır. Böylece her C atom u üzerin­ de, ekseni molekül düzlemine dik olan bir 2pz yörüngesi (melezleşmemiş) kalır. Bu iki atom yörüngesinin yanal kazanımıyla C atomları arasına ikinci bir bağ kurulur. Eksenel kazanımla elde edilen diğer m o­ lekül bağlarının tersine bu yeni bağın iki bakışım düzlem i vardır. Ayrıca bu bağ, yanal kazanma nedeniyle daha zayıftır ve " 71- türü” bağ adını alır; öteki molekül bağ­ larına ise " a tü rü ” bağ denir. Etilenin C = C biçim indeki “ çift b ağ ı", gerçekte, bir a bağı ve bir -w bağından kaynaklanır. Aynı şekilde asetilen (C2 H2) molekülünün oluşması bir sp melezleşmesinin sonucud u r ; C = C " ü ç lü b a ğ " ise gerçekte bir a bağı ile iki t bağından oluşur.

• Yöreli bağlar, yöresız bağlar. Bir mole­ külde bir atom, öteki birçok atomla ortak -değerlik bağı değiştirirse, bu bağlar bir­ birlerine etki eder; ancak ilk yaklaşımda farklı bağların bağımsız olduğu kabul edi­ lir ve bu bağların her birinin ilgili iki atom arasına yerleştiği varsayılır. Bu yerelleş­ me her bağa belirli bir enerji ve belirli bir uzaklığın verilmesini sağlar; bu değerler bileşikten bağımsız olarak bağı niteleyen büyüklüklerdir; örneğin bu büyüklüklerin değerjeri, C— H bağı için 87 (kcal/mol) ve 1,06 (A),yalın C— C bağı için 59 ve 1,54 C = C b a ğ ı için 100 ve 1,33,C = C ba­ ğı için de 123 ve 1,20'dir. Bununla birlik­ te birinci yaklaşımda bile böyle bir yerel­ leşmenin benimsenemeyeceği haller var­ dır. Ö rneğin benzenin hali bu türe girer. Düzlem olan benzen molekülü, 6 karbon atomlu bir halkadan oluşur; karbon atom­ ları bir yandan bir o bağı ile birbirine; öte yandan bir başka o bağı ile de hidrojen atom una bağlanır. Her karbon atom un­ d a sp 2 m elezliğiyle elde edilen 3 a bağı vardır. Bütün karbon atomlarının dördün­ cü yörüngeleri, kazanımla halkanın bütü­ nüne yayılan ve dolayısıyla yöresız olan bir m olekül yörüngesi oluşturur.

• M etal bağı. Metal bağı, çok ileri ölçü­ de, yani kristalin bütününe yayılan bir yöresizleşmenin örneğini oluşturur: bir me­ talin ısıl ya da elektriksel iletkenlik taşıması ve ısıl-iyon yayması, her zaman az sayı­ da olan değerlik elektronlarının, kristal ör­ güsü düğüm lerini oluşturan katyonların alanında oldukça serbest biçimde yer de­ ğiştirmelerini sağlar. Bununla birlikte bu elektronların katyonlarla etkileşimi krista­ lin yüksek yapışma gücünü doğuran et­ kendir. “ Serbest elektronların" gaz m o­ leküllerine (elektron gazı) benzetilmesi, metal bağın açıklanmasında İlk yaklaşımı oluşturur. Ne var ki kuşaklar kuramı bu alanda çok daha doyurucudur. • Gerçek bağ. Kimyasal bağların farklı türler biçim inde sınıflandırılması (ortak -değerlikli, yarı-kutuplu, iyon) tüm üyle şe­ matiktir. Bir bağın, iyon ya da ortak ^değerlik türüne tüm olarak uyması çok ender görülür. Nitekim çok sık karşılaşı­ lan, farklı iki atom un bağlanması halinde

daha elektronegatif olan atom, bağ elek­ tronlarına ötekinden daha büyük bir çe ­ kim uygular; örneğin HCl'in H ve Cl atom­ ları arasında Cl daha elektronegatiftir ve daha güçlü bir çekim doğurur. Bağlı iki atom arasındaki elektronegatiflik farkı bü­ yüdükçe, bağ ortak-değerlık bağından uzaklaşır ve iyon bağına yaklaşır. Bir ortak-değerlik bağının az da olsa iyon ba­ ğı niteliği, pek çok bileşikte, bağın dipolar elektrik mom enti ölçülerek belirlenir. Ö rneğin HCI'te bu bağın, % 17 oranın­ da iyon bağı olduğu kabul edilir. • Za yıf kim yasal bağlar, iyon, ortak -değerlik ve metal bağları, kuvvetli bağ ­ lardır. Bağlı elementlerin türüne göre bu bağların enerjileri çok farklı düzeyler gös­ terir ve çoğu kez 100 kcal/m ol'ü geçer. Bununla birlikte, enerjileri genellikle 5-10 kcal/mol arasında değişen, zayıf kim ya­ sal bağlar da vardır. Bunlar Van d e r Y/aals kuvvetleri bağı ile hidrojen bağı' dır. • Van d e r VVaals kuvvetleri bağı. Gazla­ rın deneysel incelenmesi, moleküllerarası bir çekim kuvvetinin varlığını ortaya çı­ karmıştır. Bu kuvvetlerin etkisiyle, bir ga­ zın basıncı, ideal gaz olması halinde ala­ cağı değere oranla daha düşük olur Olağan basınçlı gazlarda daha zayıf olan "V an der VVaals” kuvvetleri, moleküllerarası uzaklıkların küçülmesi nede­ niyle derişik gazlarda büyük önem kaza­ nır. Dolayısıyla m oleküller arasında Delil bir yapışma doğuracak büyüklüğe ulaşır. Bu tür molekül birleşmeleri, belirli bir ka­ rarlılık gösterebilir. Van der VVaals kuvvetleri, yönelme, da­ ğılm a ve kutuplanm a gibi birçok kuvvet türünden oluşur. Moleküilerarası kuvvet­ ler, genellikle bu ü ç tü r kuvvetin bir bileş­ kesidir; bunların göreli büyüklüğü tasar­ lanan molekül birleşmesine göre Çok değişir. Bütün bu küvetlerin ortak yanı, etki ya­ rıçaplarının kısa olmasıdır; potansiyelleri

lardan destek alan kam alam a yöntem iy­ le tutulur. Yapısı çok bozuk olan araziler­ de bağlar bitişik konum a gelene dek şık­ laştırılabilir. Yuvarlak ağaç direklerle yapılan kla­ sik bağ, üç direkli yamuk biçimindedir: bir sarma iki yan direği tutar. Metal bağlar da yam uk kesitli olabilir, ancak bunlar genel­ likle kemerlidir; metal bağlar yuvarlak ya da kemerli bir tavan kesiti sağlayarak da­ yanımı önemli ölçüde artırır. Çok baskı ya­ pan ya da oynak arazilerde, basınç etki­ siyle kayabilen metal öğelerden oluşmuş sıkışabilir bağlar ya da öğeleri küre maf­ sallar çevresinde dönebilen eklem li bağ­ lar kullanılır. Bir başka bağ türünde yan direkler, bir öğeyle taban altından birbirine bağlanır. Bunlar genellikle çem ber ya da elips bi­ çim inde metal bağlardır; kimi kez arazı çok kuvvetli şişme gösterdiğinde çok sa­ yıda ağaç direk de kullanılır. Bir işletme şantiyesinin tahkimatı, kon­ tak taşlarına dik iki ya da gereğinde üç dikmeyle desteklenen ve tavana dayanan bir sarm adan oluşmuş bağlarla gerçek­ leştirilebilir: böyle şantiyelere bağlarla tah­ kim edilm iş şantiye denir.

BAĞ KOŞNİLİ a. Asmalara dadanarak hastalık yapan eşkanatlı böcek. (Bil. a. Pulvinaria vitis; kabuklubitgiller familyası.)

BAĞA a .(esk.türkç.öağa). 1. Kimi hay­

vanlarda bedenin tümünü ya da bir bö­ lüm ünü koruyan iskeletimsi dış örtü. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Kimi kaplum bağaların sedefçilik ve kakmacılıkta kullanılan kabu­ ğu. — 3. Kaplum bağa. — 4. Yörs. Bede­ nin herhangi bir yerinde görülen ur. şiş­ lik. • sıf. Kaplum bağa kabuğundan yapı­ lan eşya için kullanılır: Bağa gözlük. Ba­ ğ a tarak. Bağa fincan. (Bk. ansikl. böl Süslem sant.) —ANSİKL Bağa terimi yalnızca kaplum ­ bağaların ve tatuların (memeli) örtenekleri için kullanılır Bunların dışındaki bütün —-r- biçim inde verilir ve dolayısıyla uzak­ hayvanlarda dış iskelet özel adlar alır: Ka­ b u k (kabuklular, protistler, derisidikenlilığa göre nızla değişir ler),kavkı (yum uşakçalar ve kolsuayaklı• H idrojen bağı. Bir m olekülde hidrojen, lar), kutikula (böcekler ve çokayaklılar). çok kuvvetli elektronegatif bir elementle • Kaplum bağalar. Bağa, belli bir düzen­ (O.F.N) bileşirse, bu element H elementi de dizili levhalardan oluşan ve sayı ve bi­ ile olan bağın elektronlarını kuvvetle ken­ çim bakım ından deri levhalarıyla hiçbir dine çeker ve pozitif ucu H olan bir dipol bağlantısı bulunmayan boynuzsu m adde­ doğurur; bu pozitif uç da bir başka dipoden pullarla kaplı kemiksi bir kalkandır. lün negatif ucunu elektrostatik bir bağla Ö nde baş ve ön ayaklar için, arkada ar­ tutar: buna hidrojen bağı denir ve olağan ka ayaklar için iki delik bırakarak bırbırıykimyasal bağdan ayırm ak için noktalarla le kaynaşmış iki parça halindedir: sırt kal­ gösterilir: —A — H ... B— . kanı ve karın kalkanı. Ankylosaurus far Genellikle m oleküller arasında, bazen (dinozorlar öbeğinden fosil sürüngen) ve molekül içinde görülen hidrojen bağı, bu­ G lyptodon’lar gibi fosil sürüngenlerin ba­ har yoğunluğu ile kaynam a noktası (su) ğası da kaplum bağanınkine benziyordu sapmalarından, buharlaşma ısısı ve akış• Tatular. Bu hayvanlarda bağa, kalın ve mazlık (glikol, gliserol) artışından, kımı boynuzsu bir deriyle örtülü kemikten bir kristallerin (buz) yapışma gücünden so­ levhalar bütünüdür. En önemli üç levha rum ludur. Biyokim yada, hidrojen bağı, (baş, om uz ve leğen), esnek bölüm lerle proteinlerin çeşitli molekülleri arasındaki ya da hayvana tostoparlak olm a olanağı birleşm ede — C O — N H — peptıdık bağ veren, değişik sayıda boynuzsu esnek grupları aracılığıyla önemli bir rol oynar. pul kemerleriyle birbirinden ayrılır Daha — Kad. doğ. G öbek bağı. Gebeliğin son küçük başka kemiksi levhalar bedenin evresinde şişkin, sarmal bükülü, beyazım­ başka bölüm lerini örter sı ve parlak görünüm dedir. Uzunluğu or­ talama 50 cm, çapı 1,5 c m ’dir. içinde ok­ 1 — Süslem. sant. Zanaatçılar tarafından yeğlenen bağa türü, kiremitli* kaplum ba­ sijenli kanla dolu göbek toplardamarı bu­ ğadan sağlanır; rengi siyahtır, sarı ya da lunur; ayrıca dölütün oksijensizleşmiş ka­ açık kahverengi lekeleri vardır. Bu bağa, nını plasentaya götüren ıkl tane de küçük kaynar suda yumuşatıldıktan sonra, bi­ atardam ar vardır. Bu üç damar, Wharton çim lendirilm ek üzere bakırdan kalıplara peltesi denilen süm üğüm sü bir m adde yerleştirilir. XIX. y y.1ın ortasından bu ya­ içinde bulunur. Göbek bağının kendisinin na. yüksek basınç altında birbirine kay­ ne damarı, ne lenf damarı, ne de siniri naştırılan yumuşatılmış bağa kırpıntıları da vardır. Soğurma yoluyla beslenir. G öbek kullanılmaktadır. bağı çok kısa olabilir, o zam an çocuğun Eskiler bağadan çok yararlandılar; lir­ doğmasını engelleyerek plasentanın ye­ lerin gövdesi, içi boşaltılmış kaplum bağa rinden kopm asına neden olabilir; çok kabuğundan yapılırdı. Vergılıus, Ovıdıus, uzun da olabilir ve çocuğun boynuna ya Juvenalis, bağa kakmalı m obilyalardan da kol ve bacaklarına sarılabılır (dolan­ söz ederler. U zakdoğu'da kullanılan bu ma), hatta su keselerinin patlamasından teknik, portekizlı denizciler tarafından XV. sonra dölütten önce çıkabilir (göbek ba­ yy. da A vru pa ’ya da tanıtıldı. Fransa kralı ğı sarkması). Louis XIV dönem inde, m obilya süsleme­ —Mad. oc Bağlarla yapılan tahkimat ara­ ciliğinde bağa kullanımı özellikle bağanın lıklıdır; arazilerin türüne göre bağların ara­ kalay ve bakır gibi yum uşak madenlerle lığı 0,50 m ile 1,50 m arasında değişir. ; birlikte işlenmesini sağlayan Boulle ile Bağlar arasında kalan araziler, yine b ağ ­

önemli oranda gelişti. XVIII. yy.’ın sonu­ na kadar, büyük abanoz ustaları (Jacob, Montigny, Levasseur) bu yöntemi sürdür­ düler. İkinci imparatorluk dönem inde ba­ ğa yeniden yaygınlaştı, ancak, bağayı oluşturan öğelerin bükülm e eşitsizliğin­ den ileri gelen kırılma niteliği nedeniyle kakmacılık yerini sedefçiliğe bıraktı; se­ defçilikte, M adagaskar’dan, Seychelles adaları’ndan ya d a Venezuela’dan getir­ tilen bağa, küçük yüzeyler biçim inde kul­ lanılmaktadır: bağadan, sigara içenlerin kullandıkları eşyaların, fırça çerçeveleri­ nin, pudra kutuları kapaklarının, tarakla­ rın, yelpazelerin yapım ında yararlanılır, ancak bağa yerine taklitlerinin (selüloid, plastik m addeler) kullanımı gün geçtikçe artmaktadır. Türk sanatında, XVII. y y .’dan başlaya­ rak, özellikle ahşap kakma işlerde, cam i­ lerin kapı ve ahşap bölümlerinin bezen­ mesinde, sedef, fildişi, kemik, vb. malze­ meyle birlikte bağa da kullanılıyordu. Ay­ rıca bağadan tespih, fincan zarfı, küçük tabak, kâse, enfiye kutusu, tabaka, kaşık, baston başı, tarak yapılıyordu.

BAĞAN

-B A Ğ A N A .

BACANA ya da BAĞAN a. Yörs. 1 . Ölü doğan kuzunun kürkü; astragan. — 2. Zam anından önce, ölü doğan cenin; d ü ­ şük. — Kam. mal. Bağana resm i, eskiden ast­ ragan kürkten alınan vergi. (Bağan, bağ an e ya da bağnak resm i de denir.) BAĞARASI, Aydın'ın Söke ilçesine bağlı bucak; 18 752 nüf. (1990); 20 köy. Merkezi Bağarasr, 9 205 nüf. (1990).

BAĞARASI, İzmir'in Foça ilçesi mer­ kez bucağında belde; 2 556 nüf. (1990). BAĞASIZKAPLUMBAĞAGİLLER a Deniz kaplumbağası familyası. (Deniz kaplum bağalarının en irisi ve familyanın tek türü olan dev deniz kaplumbağası [Derm ochelys coriacea] 3 m boyunda ve 500 kg ağırlığında olabilen ve balıkla besle­ nen bu hayvanın temel özelliği, kalın bir deri tabakası altında bulunan küçük ke­ miksi levhalardan oluşan yassı bağasıdır. Bil. a. Derm ochelyidae.)

BAĞAT çoğl. a. (fars. b a ğ 'ın ar. çoğl. bâğât). Esk. Bağlar, üzüm bahçeleri. BAĞBAN a. (fars. bağbari). Esk. Bahçı­ van, bağcı: "Suya versün bağbân gülzârı zahm et çe km esü n " (Fuzuli, XVI. yy.). bağbanli â ş ik — M u s t a f a B a ğ b a n li.

M ustafa

BAĞBAŞI, esk

Bağlarbaşı, K oho, Erzurum'un Tortum ilçesi, Şenyurt buca­ ğına bağlı belde; 3 075 nüf. (1990). Be­ lediye. PTT. Hıristiyanlığın ilk dönemle­ rinden kilise kalıntısı.

BAĞBAŞI, esk. E ğişte, Konya’nın Ha­ dım ilçesi, merkez bucağına b ağ lf bel­ de; 4 071 jnüf. (1990), BAĞBOĞAN a. Küsküt bitkisine halk arasında verilen ad.

BAĞBOZUMU a. 1. Bağda ürünün top­ lanması. — 2. Üzüm toplam a mevsimi. — ANSİKL. Bağbozum u üzüm tam olgun­ laştığı zam an yapılır; o zaman üzümde katı m addelerle sıvı m addeler tam bir dengededir. Bu dönem de, üzüm suyu­ nun bileşenleri arasında, özellikle şeker miktarı ile asit miktarı arasında uygun bir denge bulunmaktadır. Bağdan zaman zaman alınan üzümler üzerinde yapılacak analizle olgunlaşmanın gelişimi izlenerek bağbozum u tarihi saptanabilir. Bağcılığın çok gelişmiş olduğu ülkelerde son yıllar­ da bağbozum u makineyle de yapılm ak­ tadır. BAĞCI a 1 . Üzüm üreten, geçimini bağ­ cılıkla sağlayan kimse. — 2. Halk. Biçilen ekinleri bağlayan kimse. BAĞCIK a. Bir şeyi bağlam aya ya da toplam aya yarayan şerit biçimindeki bağ: A yakkabı bağcığı.

—Semeiol. Bağcık belirtisi, dirsekten yu­ karıda bir yerden kolu bir bağla sıkarak toplardam arda kan akışını 5 dakika dur­ durmayı öngören ve böylece kılcal damar direncini ölçmeye yarayan deney. (Dirsek kıvrımında kırmızı noktaların belirmesi kıl­ cal damarların zayıflığına işarettir.)! Aya/tkabı bağcığı belirtisi, kişi öne eğildiği za­ man m idenin üst bölüm ünde duyulan yanma. (Yem ekborusunun geçtiği diyaf­ ram deliği hizasında m ide fıtığı olduğuna işarettir.)

BAĞCILAR, İstanbul’da, Avrupa ya­ kasında, büyükşehir sınırları içinde semt ve ilçe; 142 623 nüf. Bakırköy ilçesine bağlı geniş bir semt iken, 1992 yılında Bakırköy’den ayrılarak ilçe yapıldı. Bağcılar ocağı,

O s m a n lIla r d a saray bahçelerinin bakım ından sorumlu ocak. (Bostancı ocağı’nın bir kolu olarak bostancıbaşına bağlıydılar. Silahtar ağa da na­ zırları olurdu. Yeniçeri ocağı ile birlikte kal­ dırıldı.)

BAĞCILIK a. Bağ yetiştirme işi. —ANSİKL. Bağ, yam açlarda düz yerlere göre daha iyi ürün verir ve en iyisi yam a­ cın d oğuya ya da güney-doğu'yabakm asıdır; soğuk ülkelerde güneye bakan ya­ m açlar daha uygundur, batıya bakanlar da genellikle iyidir. Bağ, tuzlu ya da çok nemli topraklar dışında her türlü toprak­ ta yetişir; bununla birlikte, kireçli, kumlu, killi-kumlu topraklar bağ için daha elve­ rişlidir. Aşılı çu bu k dikilecek bağlar için, toprağın yapısına uygun (özellikle kireç oranı bakımından) anaçlar seçm ek gere­ kir. Bağlarda üzüm asmasının (Vitis vinifera) pek çok çeşidi yetiştirilir. Bağlar, önceden kirizma yapılmış to p ­ raklarda kurulur; fidanlıktan alınan köklü asma çubukları hazırlanan yerlere dikilir. Asmalar çelikleme, daldırm a ve aşılama yöntemleriyle çoğaltılır. Bu yöntem lerden en çok kullanılanı aşılamadır. Seçilen as­ m a çubuğu (amerikanasması ya da m e­ lez asma) istenilen üzüm çeşidinin asm a­ sıyla aşılanır; aşı yeri uygun bir şekilde bağlanır; aşılı fidan fidanlıkta köklendik­ ten sonra bağa dikilir. Bağda yerinde de aşı yapılabilir. Bunun için bağa köklü aşıanaçları dikilir, ertesi yılın baharında bun­ lar yere yakın bir noktadan kesilerek aşı­ lanır. Bağlarda yapılacak bakım iki türlüdür: dış sisteme (omca, sürgün, yaprak ve meyve) yapılacak bakım ve köke yapıla­ cak bakım, ilk yapılacak bakım budam a­ dır ve asmanın yerde, herekte ya da ça r­ dakta bulunm asına göre değişir. Biçim­ lendirm e ve meyveye yatırma amacıyla vapılan kış budaması sonbaharda ya da kışın bitkinin dinlenm e dönem inde yapı­ lır. Bu budam a, asma canlanm aya baş­ ladığı zaman yeşil budam ayla tam am la­ nır (tepe alma, göz alma, filiz alma, uç al­ ma). Yaprak, dal ve meyveyle ilgili bakım­ lar şunlardır: hastalıklara, asalaklara, asa­ laksız afetlere karşı ilaçlama (küllem eye karşı kükürtleme, m ildiyuya karşı göztaşı atma, gri küfe ve salkım kurtlarına karşı ilaçlam a).

aşı v e d o ld u rm a

Toprağın işlenmesine gelince, bağcılık­ ta yapılanlar sürüm (kış ve yaz sürümü) ve çapalamadır. Günümüzde toprağı sür­ m eden de, gene ot öldürücü ilaçlar s e r­ perek bağ yetiştirilebilir: yıllık asalak bit­ kilere karşı daha onlar çıkmadan önce ya­ pılan ilaçlama ve çokyıllık yabancı otlara karşı önleyici ilaçlama. Ot ilaçlarının kul­ lanılması bağda verimi düşürmez, ama toprağı çıplak bırakarak aşınmayı kolaşlaştırabilir. Türkiye’de bağcılık alanları ülkenin her yerinde aynı yoğunlukta değildir. En çok bağ yetiştirilen yerler G üney A nadolu’da­ dır (Adana, Antalya, Burdur, Hatay, İspar­ ta, İçel, Kahramanmaraş). İkinci büyük bölge Batı Anadolu'dur (Aydın, Denizli, İz­ mir, Manisa, Muğla). Yalnız bu bölge ku­ ru üzüm üretim inde birincidir. Ayrıca İz­ mir, Manisa ve Denizli’nin çekirdeksiz üzümleri ünlüdür. Üçüncü sırada Afyon, Kayseri, Konya, N evşehir ve Niğde illeri yer alır. D ördüncü ve beşinci sırayı Güney- D oğu Anadolu' bölgesi (Diyarbakır, Gaziantep, Muş, Siirt, Urfa) ve Marm ara bölgesi (Bursa, Balıkesir, Edirne, İstanbul, Kırıklareli, Kocaeli, Sakarya ve Tekirdağ) tutar. Bağcılık tekniği (bağların kurulması, amerikanasması ya da yerli asma kulla­ nılması, asmaya biçim verme, budam a yöntemleri, gübrelem e ve hastalıklara karşı savaş) her bölgeye göre az çok de­ ğişiklik gösterir. Türkiye’de bağ alanı 1928'de 135 000 ha, 1945’te 325 000 ha, 1965’te 800 000 ha, 1988'de 590 000ha'dı.

BAĞCIRCIRI a. Soluk renkli, ince ba­ caklı, büyük kanatlı, küçük cırcırböceği. (Daha çok gece dolaşır; ağustos-eylül ay­ larında birçok bitkinin kuru saplarının içi­ ne yumurtalarını bırakır. Bil. a. Oecanthus p ellucens; Oecanthidae familyası.) BAĞÇE a. Esk. 1. Küçük bağ. — 2. Bah­ çe.

kırmızı bağa zemin üzerine bakır marketrili "küçük mazarin" yazı masası özel kol.

bağcılık kâse (baş) budamasının ilkeleri: 1. Toprağın analizinden sonra (toprağın türü, pH'si, besin noksanlığı) bir köklü aşıanacının dikimi, 2. Ertesi baharda, seçilmiş üzüm çeşidi ile aşılama; 3. ilk yılda budama: bir sürgün, 2-3 büyük göz bırakarak kesilir (bu kesim, kâse biçimi verebilmek için

4. ikinci yılda budama: üç sürgün alıkonur (iki gözün üstünden budama), öbürleri dipten kesilerek atılır; 5. Üçüncü yılda budama; 6. Dördüncü yılda omcanın (asma kütüğü) görünümü

Bağçesaray 1190

BAĞÇESARAY - B A H Ç E SA R A Y . BAĞDA a. Yörs. 1. Bağdaş kurarak otur­ m a — 2. Çelme; güreşte bacak atma. — 3. (Bir kimseye) bağda atmak, ona çel­ me takmak; güreşte rakibin bacağını ken­ di bacağıyla sarmak.

BAĞDADİ a. (öz. a. Bağdat'tan), inş. Ta­ şıyıcı ahşap direkler üzerine çakılan çıta­ lar ya d a kamışlar üzerine sıva vurularak yapılan duvar ya da tavan. || B a ğ da d i çı­ tası, bu teknikle yapılan duvar ya da ta­ vanda kullanılan çıta. (Eşanl. BAĞDADİ­ LİK.) [B ağdadi çıtaları 1 cm kalınlıkta ve 2-3 cm genişlikte olur. Bağdadilik diye ad­ landırılan çivilerle taşıyıcı direkler üzerine ça kılır] ♦ sıf. Kâğ. san. B a ğ da d i kâğıt ya da B a ğ da t kâğıdı, eskiden Bağdat'ta yapı­ lan bir tür iyi cins kâğıt. (794'te B a ğ da t’ ta kurulan kâğıthanede, Semerkand ör­ neklerine uygun değerli kâğıtlar üretilirdi. Moğol istilasından sonra [1258] kâğıt ya­ pımı Tebriz, Şam ve Mısır’a kaydı.)

BAĞDADİ (Ebu Mansur Andülkahır [ya da Abdülkahir] bin Tahir E L -), arap fıkıh, kelam ve matematik bilgini (Bağdat ? - Esferayin 1038). Öğrenim ini babası tarafın­ dan gönderildiği Nişapur’da yaptı. On ye­ di kadar bilim dalında derin bir bilgiye sa­ hip olduğu söylenir. Horasan’daki birçok bilgin, onun öğrencisi olmuştur. Başlıca yapıtları, İslam fırkalarından söz eden Kitâb Cıl-fark beyne'l-tırak; çeşitli mezhepler nakkında bilgi veren el-Milel ve'n-Nihel; m atem atikle ilgili et-Tekmile ve el -im an' dır. BAĞDADİ (A b d ü lk a d ir) BİN Ö M E R EL-BAĞDADİ.

ABDÜLKADİR

BAĞDADİ, türk halk şairi (XVIII. yy.). Ya­ şamıyla ilgili bilgi yoktur. Şiirlerinden Bağ­ datlı olduğu, İstanbul'a gelerek sarayda görev aldığı ve Selim lll'ü n huzuruna çık­ tığı anlaşılmaktadır. Bir şiirinde Topkapı sarayı'nı, kimi bölüm lerinden söz ederek över. BAĞDADİLİK a. B A Ğ D A D İ' Ç lT A S l'n ın eşanlamlısı. — Bu çıtaları taşıyıcı direkler üstüne çakm aya yarayan çivi.

BAĞCALAMAK g. f. Spor. B ir kimseyi bağdalam ak, güreşte, bacağını bacağı­ na sararak rakibini yere yıkmak

BAĞDAMAK g. f. 1. iki ya da daha çok şeyi birbirine geçirerek bağlamak; kenet­ lemek. — 2. Bir sorunu içinden çıkılmaz durum a sokmak; kördüğüm etmek.

BAĞDAMLARI, Muğla'nın Milas ilçe­ si, merkez bucağına bağlı köy; 1 340 nüf. (1990). BAĞDAŞ a. (b ağdam ak'tan). 1. Sağ ayağını sol, sol ayağını sağ uyluğunun al­ tına alarak oturm a biçimi. — 2. Bağdaş kurmak, bu biçim de oturmak. BAĞDAŞ sıf. Müz. Biri majör, öbürü mi­ nör olmakla birlikte, donanımları aynı olan ve eksenleri arasında küçük üçlü aralık bulunan iki tonalite arasındaki ilişkiyi be­ lirtir.

BAĞDAŞIK sıf. Parçaları, öğeleri birbiriyle bağdaşan, uyuşan bütün için kulla­ nılır; homojen. — Bilş. Büyük bir sistemde birbirinin yeri­ ni alabilen ya da arayüz gerektirmeksizin biri, diğerini kullanabilen iki bilgisayar, iki çevre birimi ya da iki program için kulla­ nılır. — Ceb. Bağdaşık denklem sistemi, çö ­ züm kümesi boş olmayan denklem siste­ mi. || Bir iç yasayla bağdaşık bağıntı, x :R y ve x ' y ' ise (x T x ') ‘R (y T y ’ ) olmak üzere bir T iç yasayla donatılmış bir E kü­ mesi üzerinde tanımlanmış :R bağıntısı. (Bu durum da E/R bölüm kümesi üzerinde xTy = xTy ile bir iç bileşim yasası tanımlanabilir.) i| Soldan (aynı biçimde sağdan) bağ ­ daşık bağıntı. x ,'R x ' =>- (y T x ) di (y T x j (aynı b iç im d e x ,'R x '= M x T y ) t f t ( x 'T y j )

gerçekleyen bir T iç yasasıyla donatılmış bir E kümesi üzerinde tanımlanmış İR ba­ ğıntısı. — Küm. kur. BirfR eşdeğerlik bağıntısıy­ la bağdaşık P özelliği, bir x elemanı P özelliğini gerçekliyorsa ve bir y elemanı­ na (m odülo :R) eşdeğerse, y nin de P özelliğini gerçeklediği özellik. (Her özel­ lik, bir eşdeğerlik bağıntısı olan = [eşit­ lik] ile bağdaşıktır.) — Mant. ve Mat. Bağdaşık önermeler, karşıt olmayan ya da ortak sonuçları kar­ şıtlık doğurm ayan önermeler. || Bağdaşık özellikler, aynı nesnenin ya da aynı nes­ neler sisteminin aynı zam anda yerine ge­ tirdiği özellikler. — Metalürj Bağdaşık çökelti, ana meta­ lin tane ağıyla süreklilik içinde bir kristal ağı sunan bir bileşiğin nanom etre düze­ yindeki çok ince parçacıklarının tümü. (Bu tür parçacıkların dağılımı, alaşımın esnek­ lik sınırını oldukça artırır.) — Olasıl. 3ağdaşık olaylar, aynı evrenin, ortak olasılıkları olan ve bu yüzden aynı anda gerçekleşebilen olayları. — Opt. Bağdaşım özelliği gösteren bir ışı­ ma için kullanılır. |j Bağdaşık optik, optiğin, bağdaşık ışımaları inceleyen bölümü. ■ — Polim. iyi bir karışabilirlik gösteren polim erler için kullanılır.

BAĞDAŞIKLAŞTIRMAK g f Bağda şık durum a getirmek; homojenleştirmek. BAĞDAŞIKLIK a. Bağdaşık olm a d u ­ rumu, bu durum daki şeyin niteliği; hom o­ jenlik. — Bilş. iki bilgisayarın, çeviri ya da yeni­ den yazılım gerektirm eden birbirinin programını yürütebilme özelliği. — Birçok program ın ya da fişliğin, bir araya getiril­ diklerinde tutarlı bir işlem kümesi oluştur­ malarını sağlayan nltel'ği. (Bk. ansikl. böl.) — Ceb. Bir doğrusal denklem sisteminin bağdaşıklık koşulları, sistemin en az bir çözüm kabul etmesi için gerek ve yeter koşullar. (Bk. ansikl. böl.) — Küm. kur. B ir özelliğin b ir eşdeğerlik bağıntısıyla bağdaşırlığı, bir eşdeğerlik bağıntısıyla bağdaşır bir özelliğin karak­ teri. — Mant. Bir belitler sisteminin bağdaşırlığı, bu sistemin özyeterliliği. — ANSİKL. Bilş. Bilgi işlem aygıtlarının, do­ nanımları, işletim sistemleri ya da prog­ ram lam a dilleri düzeyindeki bağdaşıklığı ço k değ e r verilen bir yetenektir; çünkü, bir donanım ya da sistem değişikliği d u ­ rumunda tüm çalışmalara ilişkin program ­ ları yeniden elden geçirm e zorunluluğu ortadan kalkar. Bilgisayarlar artan güçle­ rine göre sıralandığında, bağdaşıklık aşa­ ğıdan yukarı doğru sözkonusudur, yani belli bir bilgisayar için yazılmış prog ra m ­ lar, dizideki daha güçlü bir bilgisayarda kullanılabilir; bunun tersi ise ister istemez geçerli değildir. Bir bilgisayarın diğerini öykünmesi ve uyarması için kullanılan tek­ nikler, donanımlar arası düzenleme ve ya­ pı uyuşmazlıklarını programlar düzeyinde giderm eye yarar; am a bu teknikler yetkin­ liklerin azalmasına da yol açar. Çevre bi­ rimlerinin dallanma ağında, bağdaşık arabağlantıların kullanımı, bilişim alanında­ ki değişik rakip firmaların yazılım ve d o ­ nanımlarından yararlanma olanağı verir. —Ceb. Bir doğrusal denklem sistemi 7 ,(x ) = ö .

fn l* ) = b n ile tanımlanır; burada /,, f2,..., f„ bir K -vektör uzayı üzerinde tanımlanmış n ta­ ne doğrusal biçim ve D ,, b2 ö „ de K nin n tane elemanıdır, n tane f2,..„ t, biçimi doğrusal olarak bağımsızsa ve her i e [z + 1 ;n ] değerinde - «yıf ı + ■■■+ aj , f r ise, sistemin en az bir çözüm ü olması için her j s [ r + 1 ,n] değerinde b, = a ;1b , + .. .+ aırb r

olması, gerek ve yeter koşuldur. Bu d u ­ rum da sistemin çözümleri, UM = ö ,

W = b r sistemiyle aynıdır, b. leri b v b 2... ,b, lerin fonksiyonu olarak gösteren n - r bağıntıya sistemin bağdaşıklık koşulları adı verilir.

BAĞDAŞILMAK - B A Ğ D A ŞM A K BAĞDAŞIM a Bir bütünün parçaları ya da öğeleri arasındaki uygunluk, tutarlılık ilişkisi; insicam. — Dilbil. işlevsel açıdan farklı dilsel birim ­ lerin tek bir biçim altında karşımıza çık­ malarını sağlayan olay. (Türkçede hem çekim eki hem de yapım eki işlevlerinde kullanılan kimi ekler bağdaşım özelliği ta­ şır. Ö rneğin SU D A N çıkm ak [çekim eki]; SUD AN sebep [yapım eki]). — istat. Nicel ya d a nitel iki ya da daha çok özellik arasında bulunan bağımlılık ya da bağımsızlık derecesi. — Bir bağlılaşım­ da karşılaştırılan değişkenler arasında iliş­ ki. —Opt. Bir optik ışımanın, belli koşullarda girişim olaylarına yol açm a özelliği. (Eşanl. KOHERENTLİK.) [Bk. ansikl. böl.] — Parf. iki ya da daha çok kokulu m ad­ denin ölçülü oranlarda karışımından do­ ğan koku uyuşum u. (En başarılı bağda­ şımlar, deneyim siz bir kimsenin bileşen­ lerden hiçbirini ayırt edem em esi halinde görülür.) — ANSİKL. Opt. Optik bir ışımanın (ya da optik bir kaynağın) bağdaşım ı kavramı, bu ışımanın, üst üste gelen birçok dem e­ te bölünm esi sırasında (Young delikleri deneyi, M ichelson girişimölçeri) girişim olayları elde etme olanağını betimler. Uzay bağdaşımı ve zam an bağdaşımı birbirin­ den ayrılır. Uzay bağdaşımı, doğrudan kaynağın geom etrik boyutlarına bağlıdır ve kaynak büyüdükçe, girişim saçakları­ nın kontrastı artar. Zaman bağdaşımı ise, değişik dem etleri (bağdaşım uzunluğu) oluşturan ışık dalgası dizilerine bağlıdır. Dem etlerce katedilen yollar arasındaki taık, bu bağdaşım uzunluğu düzeyinde olursa, girişim olayları etkili olm aktan çı­ kar. Laserler, üstün nitelikte uzay ve za­ man bağdaşımları gösteren kaynaklardır.

BAĞDAŞMAK gçz. f. 1. Bir ya da daha çok A n a d o l u - b a ğ d a t

de ­

m ir y o l u .

BAĞDAT HATUN, Emir Ç oban’ın gü­ zelliğiyle ünlü kızı, Ebu Sait Bahadır Han’ın , eşi (XIV. yy.). Bağdat egem eni Şeyh Ha­ şan Celayir ile evliydi. Kendisine âşık olan ve ‘Cengiz yasasına dayanarak eşinden ayıran ilhanlı hüküm darı Ebu Sait Baha­ dır Han ile evlenm ek zorunda kaldı. Bu evliliğinde başkadınlığa yükselen ve dev­ let yönetim inde de etkili olan Bağdat Ha­ tun, Ebu Sait Bahadır H an’ ın ardılı Arpa Han tarafından Ebu Sait'i zehirlemekle suçlanarak boğduruldu. ■Bağdat Hatun, G üngör Dilm en'in ta­

g 3 is L) ;| ®

rihsel oyunu (1974). Güzel, aynı zam an­ da hırslı ve zalim bir kadın olan Bağdat Hatun, çeşitli entrikalarla altı kardeşini ve babasını öldürtür. Bahadır Han ile evlenerek büyük güç sahibi olduktan sonra, ye­ ğeni D ilşad’ı seven kocasını zehirler. Fakat ço k geçm eden kendisi de öldürülür. iktidar tutkusunu gerçekleştirm ek için hile ve kötülük yoluna sapanların er geç ce­ zasını bulacakları temasını işleyen oyun, 1974’te Devlet tiya tro su ’nda, ayrıca 1980'de yine Devlet tiyatrosu tarafından Alm anya ve Yugoslavya’da sahnelendi.

Bağdat kâğıdı - • BAĞDADİ kâğıt. ■ Bağdat köşkü, İstanbul'da Topkapı sarayı içinde köşk.N aim a ta rih i’ne göre Murat IV’ün isteği üzerine Bağdat seferi anısına yaptırılmış ve bir yılda tam am lan­ mıştır (1639). Dördüncü avluda yer alan yapı, Boğaziçi’nden Haliç’e kadar uzanan geniş bir alanı görebilecek biçim de konumlandırılmıştır. Sekiz köşeli orta mekân d ört eyvanla genişletilmiştir, iç mekânın duvarları, dönem in en zengin örneklerini oluşturan çinilerle kaplıdır. Duvarların dış yüzeylerinin de boş bırakılmamasına özen gösterilmiş, alt bölümler mermer, üst bölümler çiniyle kaplanmıştır. Bunların ya­ nı sıra yapıyı çevreleyen revak düzenle­

mesi, çift cidarlı kubbe uygulaması, köş­ kün anıtsal etkisini güçlendirir. XVII. y y.’ın mimarlık ve bezeme özelliklerini büyük öl­ çüde yansıtan bu yapının benzeri, gene Murat IV'ün yaptırdığı Revan köşkü’dür. Abanoz kapılar, pencere ve dolap kapak­ ları fildişi, sedef ve bağa kakmalı beze­ m eleriyle dönem in ahşap işçiliğini yansı­ tır,

Bağdat paktı, Türkiye, Irak, Ingiltere, İran ve Pakistan arasında kurulan ortak savunm a ve bölgesel işbirliği örgütü. Türkiye ile Pakistan arasında 2 nisan 1954’te imzalanan anlaşmada “ bir saldırı d urum unda ne şekilde işbirliği yapılabi­ leceğinin incelenm esi" hükm ünün yer al­ ması, paktın kurulm asına yönelik ilk ge­ lişmeydi. Bir yıl sonra, 24 şubat 1955’te Türkiye ile Irak BM antlaşmasının bölge­ sel anlaşmalarla ilgili 51. m addesi uyarın­ ca “ karşılıklı işbirliği anlaşması” nı imza­ ladılar. Anlaşma, bölge barışı ile ilgili bü­ tün devletlere, Türkiye ve Irak tarafından tanınmış olmaları koşuluyla, açıktı. İngil­ tere pakta 4 nisan 1955’te; Türkiye ve Irak’ ın çağrısı üzerine Pakistan 23 eylül­ de, İran da 3 kasımda katıldı. ABD 19 ka­ sım da bir açıklam a yaparak pakta göz­ lemci göndereceğini bildirdi. Daimi kon­ sey 21 kasımda Bağdat’ta toplanarak ça­ lışmalarına başladı. 1956 Süveyş bunalı­ mı paktın ilk ciddi sarsıntıyı geçirm esine neden oldu. B ağdat paktı, arap devletle­ rinin bağımsızlık yanlısı siyasal tutumlarıy­ la çelişkiye düşüyordu. Kuruluşundan kı­ sa bir süre sonra, 14 tem m uz 1958’de Irak’ta krallığın devrilmesi, paktın gelece­ ğini tehlikeye düşürdü, bununla birlikte 28 temmuz 19 58 ’de Londra’da toplanan zir­ vede paktın varlığını sürdürmesi kararlaş­ tırıldı. ABD ile ayrı ayrı güvenlik anlaşma­

larının imzalanması da karara bağlan­ dı. Bu toplantıya Irak katılmadı; 24 mart 1959’da da pakttan çekildiğini resmen bildirdi Paktın adı Merkezi antlaşma ör­ gütü (Central Treaty Organisation — CENTO olarak değiştirildi ve Ankara, ör­ gütün merkezi oldu. ( *• CENTO.) [-» Kayn,]

Bağdat seferi, Murat IV’ün Safeviler’e karşı Bağdat üzerine yaptığı sefer (1638). Osm anlılar'ın 12 o cak 1624'te Safeviler’ in eline geçen B ağdat’ı geri alma girişim­ leri (1625 ve 1630’daki kuşatmalar) ba­ şarısızlıkla so n u çla n m ıştı. 8 m ayıs 1 638’de Bağdat seferine çıkan Murat IV, 15-16 kasım gecesi Bağdat önlerine ge­ lerek kenti kuşattı. Kaleye yapılan şiddetli hücum lar (bunlardan birinde sadrazam Tayyar Paşa şehit oldu) sonunda, safevi kale komutanı Bektaş Han aman dilemek zorunda kaldı ve İranlIlar ın kaleden ser­ bestçe çıkabilm elerine izin verilmesi ko­ şuluyla kaleyi teslim etti (24 aralık 1638). Bektaş H an’ın yaptığı anlaşmayı kabul et­ meyen bir bölüm İranlInın kente giren Osm anlılar’a karşı “ Narın ka le" adı verilen iç kaleye çekilerek sürdürdükleri direniş de kırıldı. İmzalanan Kasrışirin antlaşma­ sı (17 mayıs 1639) ile Osmanlı-iran savaş­ ları son buldu.

BAĞDATLI İSM AİL PAŞA -* İSMA­ İL PAŞA Bağdatlı.

BAĞDATLI RUHİ, asıl adı O sm an, tü rk şair (Bağdat ? - Şam 1605). Bağdat valisi Ayas Paşa’nın yanında bu kente ge­ lerek yerleşmiş rumelili bir askerin o ğluy­ du. iyi bir öğrenim gördü; hurufi inancını benim sedi. Sipahi olarak savaşlara katıl­ dı; Şam valisi Osman Paşa’nın hizmetindeyken öldü. D ivan'ında halk söyleyişin­ den yararlanan, deyim ler ve atasözlerine geniş yer veren ustalıklı gazelleri yer alır. Bu şiirlerde geleneksel sevgi teması ya­ nında, şairin orduda geçen yaşamından izler de vardır. En tanınmış yapıtı ise on yedi bentlik Terkib-i b e n d ’idir. Tasavvuf anlayışından kaynaklanan, divan ede b i­ yatının geleneksel mey-meyhane-saki m otiflerine dayanarak gelişen bu şiir, ta­ şıdığı toplumsal eleştiri öğesiyle dikkati çeker; gösteriş için ibadet edenleri, çıkar­ cıları, ikiyüzlüleri, bilgiçliktaslayanları, ka­ ba sofuları eleştirir; dünya nimetlerinin g eçiciliğ ini vu rgu la yara k sona erer. Terkib-i b end'e birçok nazire yazılmıştır. Ziya Paşa’nın naziresi, içlerinde en ünlü­ südür. ( -> Kayn.)

BAĞDERE, esk. Başnik, Diyarbakır’ın Silvan ilçesine bağlı bucak; 8 287 nüf. (1990); 11 köy. Merkezi Bağdere (esk. Basnik). 711 nüf. (1990). BAĞDOKU a. İçinde çeşitli görünüşte lif­ ler ve hücreler bulunan bir ana m adde­ den oluşan dokuların genel adı. (Eşanl. BAĞDOKUSU.) —ANSİKL. Bağdoku adıyla anılan dokular gerek morfoloji, gerek işlev bakımından çok çeşitlidir, ama hepsinin kökeni ıjıezanşimdir. “ B ağ” terim i, öteki dokuları birbirine birleştirme anlam ına gelir. Ger­ çekten de bağdoku basit bir dolgu doku­ su olabildiği gibi, başka işlevleri sağlamak üzere esaslı değişimlere de uğrayabilir. B ağdoku, hücrelerden, liflerden ve bir ana m addeden oluşur. Bağdoku hücreleri, gerektiğinde her bi­ çim e girebilen esnek ve çeşitli işler göre­ bilen yapıcı hücrelerdir. Yapıcı nitelik ta­ şıyan fibroblast, fibrosit ve yağ hücreleri gibi bir kısım bağdoku hücreleri sabittir, am a organizm anın savunm a sistemini oluşturan, yer değiştirm e yeteneğine sa­ hip bağdoku hücreleri hareketlidir. Bağdoku lifleri, kolajen liflerden, ağsı lif­ lerden ve esnek liflerden oluşur. A na m adde, liflerle hücreler arasında yer alan camsı, saydam bir çeşit peltedir. Başlıca bileşenleri, su, proteinler, mukopolisakkaritler, madensel tuzlar ve çeşitli m etabol itlerdir. Bağdoku her biçim e girebilen çok es­

nek ve bu nedenle çok önemli bir d oku ­ dur. Doldurm a, birleştirme, beslenm e iş­ levlerini o yerine getirir. Çünkü kan ile do­ kular arasındaki alışverişi sağlayan hüc­ re dışı sıvıların dolaşımı bağdoku içinde gerçekleşir. Bağdoku vücudun savunma mekanizmalarına katılır. Taşıma ve destek göreviyse organlar ve epitelyum lar için ço k önemlidir. Bağdokular m orfolojik açıdan içinde­ ki öğelerin oranına göre sınıflandırılır: gev­ şek bağdoku, zarsı doku, yapraksı doku, yağsı doku, pigm entli doku, ağsı doku, kirişsi doku, elastiki doku, aponevroz do­ ku, vb.

BAĞFİİL a. Bir yan tüm ceyi belirteç iş­ leviyle temel tüm ceye bağlayan fiilimsi. [Eşanl. ZARFFİİL, ULAÇ ) —ANSİKL. Kişi ve zamana bağlı olmayan bağfiiller, fiil kök ve gövdelerine bağfiil ekleri getirilerek oluşturulur. Bu ekle­ rin işlevlerine göre bağfiiller, bağlama, za­ man, durum belirtirler. -ıp, -ip, -up, -üp ekiyle oluşan bağfiiller, bağlandığı yan tüm cenin tümel tüm ceye eşdeğerli oldu­ ğunu, iki eylemin art arda, aynı zam an­ da yapıldığını belirtir. “ V e " bağlacı yeri­ ne kullanılır (örn. A lıp gitti. Aldı ve gitti.; Sorup öğrendim . Sordum ve öğrendim . vb.). ■ınca, -ince, -unca, -ünce ekiyle kurulan bağfiiller, kendilerinden sonra gelen eyle­ min zaman yönünden kendisini izlediği­ ni, ardından yapıldığını, yapılacağını gös­ te rir (örn. Gelince bana uğrasın.). -alı, -eli ekf, Türkiye türkçesi’ nde, -den b eri anlamını verir; başlama ve süreklilik belirtir (örn. Yurt dışına çıkalı Peri haber alamadık.). -madan, -m eden eki eski türkçede -madın, -medin biçimindeydi; öteden beri olumsuz belirteç yapan bir bağfiil ekidir. Ek, kendisinden sonra gelen yüklemin ya­ pılma zamanını belirtmede kullanıldığı gi­ bi (örn. Ben gelm eden başlamayın.), ne durum da, nasıl yapıldığını^, yapılacağını d a belirtir (örn. O kum adan imzalamam.). -ken (-iken) eki, bugün belli durum larda ekleşmiş olan " i- ” fiilinin bağfiil işlevinde kullanılan biçim idir. Diğer bağfiil eklerin­ den ayrı bir özellik gösterir’. Fiillerin zaman eki almış biçim lerine (örn. Tam karar ver­ m işken vazgeçtim.) yâ da bir ad tüm ce­ sine (örn. A ğ a ç yaşken eğilir.) eklenir. -ken ekiyle kurulan bağfiiller bir durum u da belirtebilir (örn. Koşarken düştü.), -ken eki ses uyum una uymaz. -a, -e eki yinelenerek kullanılır (örn. Ko­ şa koşa geldi. Seve seve yaparım.). A yrı­ ca -a, -e eki ve eskiden bağfiil oluşturm a­ da kullanılan -ı, -i, -u, -ü eki iki fiili bağla­ yarak bileşik fiil oluşturur (örn. bak-a bilmek, gez-e-durmak,bak-ı-vermek,düş -ü-verm ek vb .).[ —^ -A, -E. j -arak, -erek ekiyle oluşturulan bağfiiller durum bildirdikleri (örn. A ğ layarak anlat­ tı.) gibi, bağlam a işlevi de görürler (örn. O daya girerek kitaplarını aldı.). Ayrıca öteki fiilimsilere eklenen kimi eklerle be­ lirteç işlevinde kullanılan bağfiiller de var­ dır. -an, -en sıfatfiil eki üzerine gelen bulun­ m a ekiyle oluşmuş -anda, -ende ekiyle ku­ rulan bağfiiller, kendi ardından gelen e y­ lemin zaman yönünden kendisini izledi­ ğini belirtir (örn. Yaz g ele n de çıkam y a y ­ la başına.). -d ik 'lı sıfatfiillere -ça, -çe eki getirilerek oluşturulan bağfiiller temel cüm lede be­ lirtilen eylem in bağfiil eyleminin yinelen­ mesiyle gerçekleşeceğini belirtir (örn. Yo­ lun buraya düştükçe bize uğra.). -mak, -mek adfiillerine -sız yokluk eki ve -ın araçlık eki getirilerek oluşturulan b a ğ ­ fiiller temel cümledeki eylemin nasıl yapıl­ dığını gösterir (örn. Konuşmaksızın otur­ d u ). B A Ğ G Ö Z E , Siirt’in Eruh ilçesine bağlı bucak; 12 812 nüf. (1990); 30 köy. Mer­ kezi Bağgöze (esk. Ayni, Lodi); 839 nüf: (1990).

BAĞI a Esk. Büyü, arpağ, efsun.

Bağ-ı Ferah -> BEYLERBEYİ* SARAYI. BAĞICI sıf. Esk. Büyücü, baştan çıkarı­ cı kimse için kullanılır. BAĞIÇ a. (b a ğ 'dan). Esk. Çadırı bağla­ maya yarayan ipler.

BAĞIL sıf. GÖRECE’ nin eşanlamlısı. —Arit. Z ya da D küm esinin elemanı. (Eşanl. BAĞIL SAYl.)|j B ağıl ondalık, onda­ lık sayıların D küm esinin elemanı. || B a­ ğ ıl sayı, BAĞiL’ın eşanlamlısı. |j Bağıl tam sayı, Z kümesinin elemanı.

BAĞILDAK -> BAĞIRDAK. B A Ğ I L L I , İsparta’nın Gelendost ilçesi, m erkez bucağına bağlı belde; 2 250 nüf. (1990). Belediye. PTT.

BAĞILLIK a. Bağıl olm a durum u ve bu durum daki şeyin niteliği. — Fiz. GÖRELİLİK’in eşanlamlısı. BAĞIM a. (bağ 'dan). Bir kimsenin, bir yetkenin, bir gücün ya da herhangi bir şe­ yin etkisi altına olm a durum u; tabiiyet. BAĞIMLAMAK g f. B ir şeyi bağımlamak, onu bağım altına sokmak. BAĞIMLAŞIM a Karşılıklı olarak birbi­ rini etkileme, birbirine bağımlı olm a d u ­ rumu.

BAĞIMLAYAN a. Dilbil. Bir bağımlılık ilişkisi kuran sözcük ya da sözcüklrüm esi. (Bağımlılık bağlaçları, ilgi adılları, soru adılları birer bağım layandır.)

BAĞIMLI sıf. 1. (Bir kimseye, b ir yö ne ­ time, b ir topluluğa) bağımlı, onun yetkisi, denetimi, yönetim i altında olan topluluk ya da-şey için kullanılır: Yan bağım lı b ir beylik. Dışa bağım lı b ir politika. — 2. (Bir kim seye) bağımlı, m addi ya da manevi yönden bir kimsenin etkisi altında olan; bağımsızlığı, eylem özgürlüğü olm ayan ya da bunu Vitirmiş olan kimse için kulla­ nılır: H iç kimseye bağımlı olmamak. M ad­ di açıdan kocasına bağımlı olmayı istemi­ yor. — 3. Bir ideolojiye, inanca, akıma, eğilime bağlanan kimse ya da etkinlik için kullanılır: Bağımlı b ir yazar. Bağımlı ede ­ biyat. — 4. Tütüne, alkole, esrara bağım ­ lı, onun bağımlılığı akında olan kimse için kullanılır. — C e b .ıD oğrusal olarak bağımlı, bağlı. — D ilbil..Bağımlı tümce, bir bileşik cüm ­ lede bağımlılık ilişkisiyle bir diğer tüm ce­ ye bağlı bulunan tümce. (Bk. ansikl. böl.)