Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi [1 ed.] 9786051068596 [PDF]

Imre Lakatos çağdaş bilim felsefesi literatüründe ayrıcalıklı bir yeri olan düşünürlerdendir. Lakatos’un bu kitaptaki ya

132 13 10MB

Turkish Pages 396 Year 2014

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Table of contents :
İÇİNDEKİLER
TÜRKÇE BASKIYA ÖNSÖZ, 9
ÖNSÖZ, 16
Giriş: Bilim ya da Sahte-Bilim ] 9
1 YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA
PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ
1. BİLİM: AKIL YA DA DİN 29
2. YANLIŞLAMACILIĞA KARŞI YANILABİLİRCİLİK 32
(a) Dogmatik (ya da doğalcı) yanlışlamacılık 35
(b) Metodolojik yanlışlamacılık: "Deneysel temel" 47
(c) Naif metodolojik yanlışlamacılığa karşı sofistike
yanlışlamacılık 65
3. BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARINA
İLİŞKİN BİR METODOLOJİ 88
(a) Olumsuz höristik: Programın "çekirdeği" 89
(b) Olumlu höristik: "koruyucu kuşak"ın inşası
ve kuramsal bilimin görece özerkliği 92
(c) İki örnek: Prout ve Bohr 96
(d) Can alıcı deneylere yeni bir bakış:
Anlık rasyonalitenin sonu 120
4. KUHNCU ARAŞTIRMA PROGRAMINA
KARŞI POPPERCI ARAŞTIRMA PROGRAMI 153
Şimdi Kuhn-Popper tartışmasını özetleyelim 153
EK: POPPER, YANLIŞLAMACILIK VE
"DUHEM-aUINE TEZİ" 157
2 BİLİM TARİHİ VE BİLİM TARİHİNİN RASYONEL
YENİDEN-İNŞALARI
GİRİŞ 170
1. BİLİMDE RAKİP METODOLOJİLER; TARİHE
KILAVUZ OLARAK RASYONEL YENİDEN-İNŞALAR 171
(a) Tümevarımcılık 172
(b) Uzlaşmacılık 175
(c) Metodolojik yanlışlamacılık
(d) Bilimsel araştırma programlarının metodolojisi
(e) İçsel ve dışsal tarih
2. METODOLOJİLERİN ELEŞTİREL
KARŞILAŞTIRMASI: KENDİ RASYONEL
YENİDEN-lNŞASİNIN BİR TESTİ OLARAK TARİH
(a) Bir meta-ölçüt olarak yanlışlamacılık: Tarih,
yanlışlamacılığı (ve diğer metodolojileri)
"yanlışlar"
(b) Tarihyazımsal araştırma programlarının
metodolojisi
(c) Metodolojiye apriorici ve kuramsal-karşıtı
yaklaşımlara karşı
(d) Sonuç
3 POPPER'IN SINIR KOYMA VE TÜMEVARIM
ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ
GlRİŞ
1. POPPER'IN SINIR KOYMA SORUNU ÜZERİNE
DÜŞÜNCELERİ
(a) Popper'm bilim oyunu
(b) Bilim oyununun kuralları nasıl eleştirilebilir?
(c) Popper'm sınır koyma ölçütünün
yarı-Polanyici bir "yanlışlaması"
(d) İyileştirilmiş bir sınır koyma ölçütü
(e) iyileştirilmiş bir meta-ölçüt
2. TÜMEVARIM SORUNUNA OLUMSUZ VE OLUMLU
ÇÖZÜMLER: ŞÜPHECİLİK VE YANILABİLİRCiLİK
(a) Bilim oyunu ve hakikat arayışı
(b) Bir parça "tümevanmcılık" için Popper'dan özür
4 NEDEN KOPERNİK'İN ARAŞTIRMA PROGRAMI
PTOLEMAİOSÇU PROGRAMIN YERİNİ ALDI?
GİRİŞ
1. “KOPERNİK DEVRİMİ"NİN DENEYCİ
ANLATIMLARI
2. YALINCILIK
3. POLANYlVE FEYERABEND'A GÖRE
KOPERNİK DEVRİMİ
4. BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ
METODOLOJİSİ IŞIĞINDA KOPERNİK DEVRİMİ
5. BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ
METODOLOJİSİNİN ZAHAR'IN MEYDANA
GETİRDİĞİ YENİ VERSİYONU IŞIĞINDA
KOPERNİK DEVRİMİ
6. BİLİM TARİHİ VE ONUN RASYONEL
YENİDEN İNŞALARINA SONSÖZ
5 NEWTON'IN BİLİMSEL STANDARTLARA ETKİSİ
1. PSİKOLOJİZME VE MİSTİSİZME GÖTÜREN
DOĞRULAMACI YOL
(a) Doğrulamacılık ve iki kutbu: Dogmacılık ve
şüphecilik
(b) Psikolojistik doğrulamacılık
(c) Doğrulamacı yamlabilircilik
2. NEWTONCI METODOLOJİYE KARŞI NEWTONCI
METOT
(a) Newton'in sorunu: Standartlarla başarılar
arasındaki çatışma
(b) Metafizik eleştiriye karşı Newtoncilar
(c) Newton'in deneysel kanıt fikri ve credo quid
absurdum'u
(d) Newtoncilar ve olgusal eleştiri
(e) Newton'in çifte mirası
KAYNAKÇA, 350
Lakatos Kaynakçası, 369
İsim Dizini, 373
Konu Dizini, 381
Papiere empfehlen

Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi [1 ed.]
 9786051068596 [PDF]

  • Commentary
  • Evrensel Kitaplık
  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

2561 I ALFA |BİLİM | 65

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

IMRE LAKATOS 1 9 2 2 -1 9 7 4 tarihleri arasında yaşamış olan Lakatos M acar b ilim v e m atem atik felsefecisidir. 1944'te D eb recen Ü n iver­ sitesind en m atem atik, fÎ2İk ve felsefe alanlarından m ezu n o l­ m uş, 1 9 6 1 ’de C am b ridge Ü niversitesin den Essays in the Logic o f Mathematical Discovery başlıklı teziyle doktora derecesini

almıştır. 1 9 6 0 ’tan ö lü m ü n e kadar olan 14 yıl boyunca L on­ d on S ch o o l o fE c o n o m ic s ’te görev yapan Lakatos, b u kitapta da bulunan “ Bilimsel Araştırma Programlanılın Metodolojisi" adlı yazısında kuramları yalıtılm ış olarak değil d e bir araştırma program ı için d e alm anın gerek liliğin den söz ederek “araştır­ m a program ı” kavramına ilişkin d eğerlen d irm eleriyle bilinir.

DUYGU UYGUN 1987 yılında Ankara’da d oğd u , lisans ve yü k sek lisans derece­ lerin i felsefe alanında B oğaziçi Ü n iversitesin den aldı. Çalış­ malarında m etafizik ve bilim felsefesi alanlarına ve b ilim -fe lsefe-tek n o lo ji ilişkisine yoğunlaştı. H alen aynı üniversitede doktora eğitim in i sürdürm ekte ve araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır.

B ilim sel A raştırm a Program larının M etodolojisi © 2012, A L F A Basım Yayım D ağıtım San. ve T ic . Ltd. Şti.

77ıe M etlıod ologyof S cicıılifıc Research Programmes © 1978, İmre Lakatos

Kitabın Türkçe yayın hakları Akçalı Ajans aracılığıyla Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.'ne aittir.Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında hiçbir yöntemle çoğaltılamaz.

Y a y ın c ı v e G e n e l Y a y ın Y ö n e tm e n i M . Faruk Bayrak G e n e l M ü d ü r Vedat Bayrak Y a y ın Y ö n e tm e n i Mustafa Küpıişoğlu D i z i E d itö r ü Kerem Cankoçak R e d a k s iy o n İskender C en g iz Özkan K a p a k T a s a rım ı B egüm Ç içekçi Sa yfa T a s a r ım ı M iirü vct D um a

IS B N 978-605-106-8S9-Û 1. Basını: Nisan 2014

Baskı ve C ilt M e lisa M a tb a a c ılık ÇiftclıavuzlarYolu A car Sanayi Sitesi N o : 8 Bayrampaşa-İstanbul Tel: 0(212) 674 97 23 Faks: 0(212) 674 97 29 Sertifika no: 12088

A lfa B a s ım Y a y ım D a ğ ıt ım San. v e T i c . L t d . Ş ti. Alem dar Mahallesi Ticarethane Sokak N o : 15 34410 Fatih-İstaııbul Tel: 0(212) 511 53 03 Faks: 0(212) 519 33 00 www.alfakitap.com - in fo@ alfakiu p.com Sertifika no: 10905

IMRE LAKATOS Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi

Çeviriler Duygu Uygun

A L FA 81b İl İm

İÇİNDEKİLER

TÜRKÇE BASKIYA ÖNSÖZ, 9 ÖNSÖZ, 16 Giriş: Bilim ya da Sahte-Bilim 1 YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ 1. BİLİM: AKIL YA DA DİN 2. YANLIŞLAMACILIĞA KARŞI YANILABİLİRCİLİK (a) Dogmatik (ya da doğalcı) yanlışlamacılık (b) Metodolojik yanlışlamacılık: "Deneysel temel" (c) N aif metodolojik yanlışlamacılığa karşı sofistike yanlışlamacılık 3. BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARINA İLİŞKİN BİR METODOLOJİ (a) Olumsuz höristik: Programın "çekirdeği" (b) Olumlu höristik: "koruyucu kuşak"ın inşası ve kuramsal bilimin görece özerkliği (c) İki örnek: Prout ve Bohr (d) Can alıcı deneylere yeni bir bakış: Anlık rasyonalitenin sonu 4. KUHNCU ARAŞTIRMA PROGRAMINA KARŞI POPPERCI ARAŞTIRMA PROGRAMI Şimdi Kuhn-Popper tartışmasını özetleyelim EK: POPPER, YANLIŞLAMACILIK VE "DUHEM -aUINE TEZİ"

2

BİLİM TARİHİ VE BİLİM TARİHİNİN RASYONEL YENİDEN-İNŞALARI GİRİŞ 1. BİLİMDE RAKİP METODOLOJİLER; TARİHE KILAVUZ OLARAK RASYONEL YENİDEN-İNŞALAR (a) Tümevarımcılık (b) Uzlaşmacılık

]9

29 32 35 47 65 88 89 92 96 120 153 153 157

170 171 172 175

(c) Metodolojik yanlışlamacılık (d) Bilimsel araştırma programlarının metodolojisi (e) İçsel ve dışsal tarih 2. METODOLOJİLERİN ELEŞTİREL KARŞILAŞTIRMASI: KENDİ RASYONEL YENİDEN-lNŞASİNIN BİR TESTİ OLARAK TARİH (a) Bir meta-ölçüt olarak yanlışlamacılık: Tarih, yanlışlamacılığı (ve diğer metodolojileri) "yanlışlar" (b) Tarihyazımsal araştırma programlarının metodolojisi (c) Metodolojiye apriorici ve kuramsal-karşıtı yaklaşımlara karşı (d) Sonuç 3

4

POPPER'IN SINIR KOYMA VE TÜMEVARIM ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ GlRİŞ 1. POPPER'IN SINIR KOYMA SORUNU ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ (a) Popper'm bilim oyunu (b) Bilim oyununun kuralları nasıl eleştirilebilir? (c) Popper'm sınır koyma ölçütünün yarı-Polanyici bir "yanlışlaması" (d) İyileştirilmiş bir sınır koyma ölçütü (e) iyileştirilmiş bir meta-ölçüt 2. TÜMEVARIM SORUNUNA OLUMSUZ VE OLUMLU ÇÖZÜMLER: ŞÜPHECİLİK VE YANILABİLİRCiLİK (a) Bilim oyunu ve hakikat arayışı (b) Bir parça "tümevanmcılık" için Popper'dan özür NEDEN KOPERNİK'İN ARAŞTIRMA PROGRAMI PTOLEMAİOSÇU PROGRAMIN YERİNİ ALDI? GİRİŞ 1. “KOPERNİK DEVRİMİ"NİN DENEYCİ ANLATIMLARI 2. YALINCILIK 3. POLANYlVE FEYERABEND'A GÖRE KOPERNİK DEVRİMİ

178 181 193

198

200 213

220 222

224 225 225 231 235 238 241 246 246 253

267 269 274 279

4. BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ IŞIĞINDA KOPERNİK DEVRİMİ 5. BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİNİN ZAHAR'IN MEYDANA GETİRDİĞİ YENİ VERSİYONU IŞIĞINDA KOPERNİK DEVRİMİ 6. BİLİM TARİHİ VE ONUN RASYONEL YENİDEN İNŞALARINA SONSÖZ 5

NEWTON'IN BİLİMSEL STANDARTLARA ETKİSİ 1. PSİKOLOJİZME VE MİSTİSİZME GÖTÜREN DOĞRULAMACI YOL (a) Doğrulamacılık ve iki kutbu: Dogmacılık ve şüphecilik (b) Psikolojistik doğrulamacılık (c) Doğrulamacı yamlabilircilik 2. NEWTONCI METODOLOJİYE KARŞI NEWTONCI METOT (a) Newton'in sorunu: Standartlarla başarılar arasındaki çatışma (b) Metafizik eleştiriye karşı Newtoncilar (c) Newton'in deneysel kanıt fikri ve credo quid absurdum'u (d) Newtoncilar ve olgusal eleştiri (e) Newton'in çifte mirası KAYNAKÇA, 350 Lakatos Kaynakçası, 369 İsim Dizini, 373 Konu Dizini, 381

283

292 299

305 305 308 312 317 317 319 327 336 345

TÜRKÇE BASKIYA ÖNSÖZ

Im re Lakatos çağdaş bilim felsefesi literatüründe bilimsel ilerlem enin rasyonel olarak açıklanabileceğini savunan bir düşünürdür. Bu kitapta yer alan yazılarında çağdaş bilim felsefesinde ortaya çıkan sorunları oldukça iyi bir analiz­ le ele alarak bilim felsefesini girdiği kimi çıkmazlardan da kurtarmaktadır. Lakatos'a göre bilim felsefesi için bilim ta­ rihini iy i bilmek gereklidir; ne var ki, bilim tarihindeki olgu­ ları iy i betimleyebilmek için de bilim felsefesinin bilim in ne olduğuna ilişkin analizi, yani bilim in bilim-olmayan diğer etkinliklerden ayrımına ilişkin ortaya koyduğu felsefi analiz gereklidir. Kant'm iyi bilinen b ir sözünü bilim felsefesi ile bilim tarihi arasındaki ilişkiye uygulayan Lakatos bu ilişk i­ yi şöyle dile getirmiştir: "Bilim tarihi olmaksızın bilim fe l­ sefesi boş, bilim felsefesi olmaksızın bilim tarihi kördür". Lakatos'un bilim felsefesi içindeki yerini ayırt etmek için çağdaş bilim felsefesinde ileri sürülen kimi bilim sellik ve rasyonellik ölçütleri ile bilim ve metot tasarımlarına kısaca değinmek gerekir. Bilim felsefesi 20. yüzyılda ortaya çıkan b ir disiplin olsa da bilim in ne olduğuna ilişkin, bilim le sahte-bilimi birbirine ayırmaya ilişkin sorun felsefe tarihi kadar eski sayılabilecek bir sorundur. Sokrates'ten beri b ilgi inanç ayınm ı üzerinden aklın inançla uzlaşmazlığı sürekli söylenegelmiştir. Felsefi düşünmenin odağının iman m eseleleri olduğu Ortaçağ dü­ şüncesi de, aslında akıl ile imam uzlaştırma çabalarından oluşur. Bu çabalar bile akim inançla bağdaşm azlığını gös­ termektedir. Ortaçağda çaba uzlaşmaz olanları uzlaştırmaya

9

çalışmaktır. Ortada b ir problem olmasaydı bu problem i çöz­ me girişim leri de olmazdı. Bu çaba en iyi "İnanıyorum, çünkü saçma" diyen Tertullianus'un sözlerinde dile gelmiştir. 18. yüzyılda David Hume da İnsanın A nlam a Yetisi Üzeri­ ne Bir Soruşturm a'sını "Bu ilkelere ikna olmuş olarak kütüp­ haneleri elden geçirsek nasıl da bir yıkım vermek gerekir? Elim ize bir cilt, söz gelişi ilahiyatla ya da skolastik m etafi­ zikle ilg ili bir kitabı alacak olursak şunu soralım: Sayı ya da nicelikle ilgili herhangi bir soyut akıl yü rü tm e içeriy or mu? Hayır. Varoluş ya da olgu d u ru m la rın a ilişkin deneysel akü yürü tm eler içeriyor m u? Hayır. Atm onu öyleyse ateşe, çünkü içinde safsata ve yanılsamalardan başka bir şey olam az"1di­ yerek bitirir. Humecu kitap yakma eylemine girişmeden önce bilim le m etafiziğin ayrılması için bir ölçüt gerekiyordu. Kant da S a f A klın Eleştirisi' nde böyle bir ölçüt sundu. Kant'ın m e­ tafiziğin bir bilim olam adığını ve neden olamadığım ortaya koyması da bu çabanın bir ürünüdür. Kant Prolegom ena'sm da doğa bilim i ve matematik ilerlerken m etafiziğin ortaya çıktığı andan beri tek bir adım atamamış olmasının nedenini onun henüz bir bilim olarak bile başlamamış olmasına bağ­ lar. Prolegom ena'da "Eğer Metafizik bir bilimse, nasıl oluyor da diğer bilim ler gibi genel ve sürekli b ir tasvip kazanmıyor? Yok, değilse, nasıl oluyor da bilim kisvesi altında, durmadan böbürlenerek insanın anlama yetisini İliç sönmeyen ama hiç de gerçekleşmeyen umutlarla oyalıyor?"2 derken aynı proble­ mi dile getirmekteydi. Epistemolojinin bu temel sorunu 19. yüzyılın sonlarından itibaren ve 20. yüzyılda doğa bilim lerinin büyük ilerlem eler kaydetmesiyle bilim felsefesi adında yeni b ir disiplin altın­ da tekrar söz konusu edildi. Bu sefer temel problem bilim ile metafiziğin, bilim ile bilim olmayanın ya da bilim ile sahte-bilim in ayırt edilmesi sorunuydu. Popper'den bu yana, b i­ lim ile sahte-bilimin arasına sınır çizmemizi sağlayacak bir 1

Hııme, D. (1999). A n E n q u iry con cern in g H u m a n U nd erstan d in g, N e w york: O xford U niversity Press, s. 211.

2

Kanı, I. (1983). Prolegom ena, (Çev.

,

i. Kuçuradi-Y. Örnek), Ankara; H acette­

pe Üniversitesi Y ayın lan , s. 3.

10

ölçüt bulma sorununa "sınır koyma sorunu" denilmektedir. Sınır koyma sorunu bilim felsefesinin temel bir sorunudur ve soruna yönelik çözüm önerileri bilim in ne olduğuna iliş ­ kin soruya yanıt verirken, bilim etkinliğinin bilim olmayan başka etkinliklerden farkını göstererek bunu yapma girişim i olarak karşımıza çıkmaktadır. Unutulmaması gereken nokta "sınır koyma" sorunu deni­ len sorunun bilim sel b ir sorun değil, bir felsefe sorunu o l­ duğudur. Bilim insanları arasında bilim de ortaya konulan kuramların bilim sel olup olmadığı, bilim sel ilerlemelerin rasyonel olup olm adığı konusunda b ir anlaşmazlık yoktur. Anlaşmazlık, daha çok, bilim sellik ya da rasyonellik ölçüt­ lerinin ne(ler) olacağı konusunda felsefeciler arasında çık­ maktadır; bu anlamda da sorun bilim in değil felsefenin bir sorunudur. Bu sorun bilim felsefesinin çözmek üzere ortaya koyduğu b ir problemdir. Felsefenin çoğu sorununda oldu­ ğu gibi bu problem de çözülmek üzere ortaya konulduktan sonra, ileri sürülen olanaklı çözümlerden her birinin ken­ di bakış açısına göre diğer çözümler problematik görünür. Lakatos bunu fart etmiş ve bu çıkmazı aşmak üzere yeni ve geliştirilm iş b ir çözüm önermiştir. Bu kitapta yer alan yazılarında Im re Lakatos bu temel sorunu tarihsel olarak ele alarak bütün bu düşüncelerde ek­ sik olan yanları vurgulamış ve bu soruna kendisi de olduk­ ça yerinde bir çözüm önermiştir. Lakatos'un yeni bilim sellik ölçütünün değerini ve kendisinden önceki görüşlere göre ortaya koyduğu ilerlem eyi anlayabilmek için bilim felsefe­ sinin içine girdiği çıkmaza getirdiği çözüme bakmak gerek­ lidir. Çağdaş bilim felsefesinin ortaya koyduğu bilim sellik ölçütleri bazı sorunlara yol açınca Feyerabend gibi kimi düşünürler ve kimi "postm odem " düşünürler bu sorunlar­ dan hareketle ortaya rasyonel ölçütlerin konulamayacağını vurguladılar. Bilim felsefesi bir anlamda çıkmaza girmişti. Üstelik bu eleştiriler postm odem yazında toptan b ir akıl eleştirisine dönüştü. Lakatos'un buradaki düşünceleri bü­ yük oranda bu postm odem eleştirilere b ir yanıt niteliğinde­

11

dir. Kuşkusuz Lakatos'u bilim felsefesinde öne çıkaran nokta Feyerabend'm "ne olsa uyar" ilkesi tarzı postm odem ilkelere ve Kuhn'un din değiştirmeye benzettiği bilim sel devrim g ö­ rüşüne getirdiği eleştiridir. Bilim le m etafiziği ayırma çabalarında ortaya ayırt edici b ir ölçüt koyan ilk felsefe anlayışı, doğrulamacı bilim sel­ lik ölçütü sunan Viyana Çevresi düşünürlerinin anlayışıdır. Buna göre deneysel olarak doğrulanabilir nitelikte olan her önerme bilimseldir. Mantıkçı Pozitivizm olarak da bilinen bu bilim sellik anlayışı bu ölçütü b ir anlamlılık ölçütü ola­ rak dile getirmiştir. Deneysel olarak doğrulanması olanaksız olan her önerme aynı zamanda anlamsızdır, saçmadır. Söz gelişi dünyanın bir ilk nedene dayandığı savı hiçbir şekil­ de deneyse] olarak doğrulanamayacağı için, üstelik olasılığı dahi gösterilemeyeceği için anlamsız olacaktır. Bu bilim sellik anlayışına karşı çıkan Popper, Lakatos'un da ifadesiyle "oldukça iyi b ir ölçüt" sunar: Deneysel olarak yanlışlanabilir olma. Popper'a göre mantıkçı deneyciliğin ölçütü kimi bilim sel kuramları bilim dışında bıraktığı gibi bilim sel olmayan ya da sahte-bilimsel, söz gelişi astroloji­ nin önermeleri gibi savlan da bilim selm iş gibi göstermede kullanılabiliyordu. Bu açıdan Popper haklıydı. Herhangi bir dizgenin bilim sel olması onun deneysel olarak test edilebilir olması demektir. Bu ölçüte göre astrolojinin önermeleri hiç­ b ir bilim sellik içermezler. Herhangi b ir kuram için doğrula­ yıcı yüzlerce hatta binlerce örnek vermek mümkündür, oysa tek bir yanlışlayım örnek b ir kuramı yanlışlamaya yetecektir. Bu da deneysel doğrulamanın bilim sellik için bir ölçüt ola­ mayacağını gösterir. Astroloji sürekli kendisini doğrulayan örnekleri aradığından, yanlışlayım örnekleri de görmezden geldiğinden bilim sellik taşımaz. Koyre'nin "bilim sel devrim" kavramından yola çıkan Thomas Kuhn bilim tarihinde büyük "paradigma değişim leri" olduğunu ve bu değişim lerin yalnızca Poppercı deneysel yanlışlamayla açıklanamayacağını, kuramsal yapıların det

ğişim lerinin daha çok din değiştirm e gibi büyük ve irras-

12

yönel değişim ler olduğunu ileri sürdü. Kuhn'un önerdiği bilim sellik ölçütü paradigmalar içinde çalışmaktır. Olağan bilim (n orm a l science) bir paradigma içinde bulmaca çözme etkinliğinden başka bir şey değildir. Bu anlamda dünyaya bakış açımız olarak kavramsal çerçeveler sunan paradigma­ lar dünya görüşü ya da inanç benzeri yapılardır. Kuhn’a göre bütün paradigma değişim leri akıl dışı olan kavramsal devrim lerdir ve Poppercı yanlışlama mantığı b ir paradigmanın reddedilmesi durumuna uygulanamaz3. Başka bir deyişle deneysel kanıt bir kuramı yanlışlamak için yeterli değildir. Gözlem lerim iz her zaman kuram yüklüdür, dolayısıyla bir kuramı yanlışlayacak b ir deney bu kuram içinde kalındığı sürece söz konusu değildir. Kuhn, bu durumu, kuramların doğrudan doğayla karşılaştırılm asının olanaksızlığı anla­ mında, paradigmaların eş ölçüye vurulamayacağım ifade etmek üzere ortaya koyduğu "ölçüş türülemezlik" kavramıy­ la açıklar. Lakatos Kuhn'un düşüncesini, farkında olmadan "dini fanatiklerin'M görüşünü haklı çıkardığını ileri sürerek eleştirir ve bilim sel devrimleri Kuhn'un yaptığı gib i irrasyo­ nel din değiştirm eler olarak değil, rasyonel ilerlem eler ola­ rak sunar. Feyerabend b ir yandan Poppercı deneysel yanlışlanabilirlik ölçütüne karşı çıkarken diğer yandan Kuhncu nor­ mal bilim anlayışım bilim sel tutuculukla eşdeğer görür. Feyerabend'a göre bilim ile sahte-bilim arasına sınır koymak için b ir ölçüt bulma sorununun kendisi sahte b ir sorundur. Feyerabend bilim ile sahte-bilimi birbirinden ayırmamızı sağlayacak nesnel ve rasyonel b ir ölçüt olm adığını söyleye­ rek modern aydınlanmacı akıl anlayışım eleştirir. Ona göre Batı tıbbim Çin tıbbmdan üstün görm em izi olanaklı kılacak hiçbir rasyonel açıklama yoktur. Aynı şekilde Ptolemaios sistemi bir inanç sistemidir, Kopernik sistemi de bir başka 3

Losee, J. (2008). Bilim Felsefesine Tarihsel Bir Giriş, (Çev. E lif Böke), Anka ra: Dost Kitabevi Y ayın lan , s. 246-247.

4

Lakatos, I. (1978). The M eth od ology o f Scientific Research Program m es, Vol. I, (Ed. J. W o rra )-G . Currie), N e w York: C am brid ge U niversity Press, s. 10 .

13

inanç sistem idir ve Ptolemaios sistemine karşı hiçbir üstün­ lüğü yoktur. Bu anlamda Kopernikçilerin kazandığı zafer bir propaganda zaferinden başka bir şey değildir. Oysa Lakatos Kopernik devriminin rasyonel olduğu gösterilebilecek şekil­ de açıklanabileceğini düşünür. Ona göre Kopem ik'in başarı­ sı hakiki bir ilerlemedir, çünkü Ptolemaiosçu programa göre fazladan öngörme gücüne, yeni olguların keşfine götürme gücüne sahiptir. Bu da onun önceline göre bilim sel açıdan üstün olduğunu gösterir. Lakatos bu bağlamda Feyerabend'ı yeni kuşkucu irrasyonalizm ve anarşizm dalgasının öncüsü olarak görür6. Kuhn gibi Feyerabend da kuramların hiçbir nesnel temelde saf dışı edilemeyeceklerini düşünür. Oysa Lakatos için bilim tarihi­ nin rasyonel olarak yeniden inşa edilmesi oldukça önemlidir. Eğer böyle b ir sağlam kurulmuş bir rasyonel yeniden inşa­ dan yoksun olursak ya Popper gibi bilim tarihinin yanlış bir okumasına sürükleniriz ya da Feyerabend gibi bilim tarihi­ nin irrasyonel b ir süreç olduğu yanılgısına düşeriz. Üstelik Feyerabend'a göre bilim sel rasyonaliteyi ortaya koyacak epistemolojik b ir kuram olm adığı gibi, aynı zamanda b ilim ­ sel rasyonalite diye bir şey de yoktur6. Oysa Lakatos'a göre, bilim tarihinde Kuhn ve Feyerabend'm irrasyonel değişim ­ ler gördükleri yerde tarihçi aslında rasyonel b ir değişim ol­ duğunu gösterebilir. Bunun için de bilim tarihinin rasyonel olarak yeniden inşa edilmesi gereklidir. Bu d a b ilim felsefesi olmadan Kuhn ve Feyerabend'm bilim tarihlerinin kör olma­ sı anlamına gelir. Lakatos Feyerabend'm eleştirilerine rağmen bilim ile sahte-bilim arasına b ir sm ır çizmenin masa başı felsefecile­ rinin hiç de önemsiz b ir meselesi olmadığını, etik ve politik içermeleri de olduğunu ileri sürer. Dolayısıyla bu sorunun çözülmesi bilim felsefesinin içinde olduğu rasyonellik bu­ nalımı açısından oldukça önemlidir. Aynca Lakatos'a göre bilim tarihi ne Popper'ı ne de Kuhn'u desteklemektedir. Hem s

A.g.e., s. 91, n. 1.

*

A .g.e. s. 130.

14

Poppercı can alıcı deneyler hem de Kuhncu devrim ler birer mitten ibarettir.7 Lakatos'un öncellerinden farkı, kuramların bilim sellik açısından değerlendirilmesinde göz önünde tutulması gere­ ken noktanın tek bir kuramın değil, kuramlar dizisinin de­ ğerlendirilm esi gerektiğine ilişkin düşüncesidir. Değerlendi­ rilmesi gereken bir kuram değil bir araştırma programıdır. Araştırma programları da yeni olguları öngörme güçlerine ya da fazladan deneysel içeriğe sahip olup olmadıklarına ve bu fazladan deneysel içeriğin b ir kısmının da deneylerle des­ teklenip desteklenmediğine bağlı olarak ilerletici ve yozlaş­ tırıcı araştırma programları olarak ele alınabilirler. Eğer bir araştırma programı yepyeni olguları önceden öngörüyorsa ilerleticidir, bunun yerine araştırma program ı yeni olgular öngörmek şöyle dursun, olgulara yetişmek için olguların ar­ kasından koşuyorsa yozlaştırıcı b ir programdır. Dolayısıyla Lakatos, bize, bilim felsefesinde yeni b ir ölçüt sunmaktadır. Bilim tarihine ilişkin yapılan değerlendirmelerin hangi ze­ minde yapılm ası gerektiğine, nelerin göz önünde tutulması gerektiğine ilişkin b ir ölçüt. Bu ölçüt bilim in ilerlemesinin rasyonel temelini ortaya koyacaktır. Böylece bilim sel rasyonalite sorununa da b ir çözüm sunulmaktadır. Bilim tarihi kimilerinin iddia ettiği gibi irrasyonel değildir, tersine bilim tarihinin yepyeni bir okumayla rasyonel olarak yeniden inşa edilmesi olanaklıdır ve yapılm alıdır da. Cengiz İskender Özkan Ocak,2014 Aydın

7

A.g.e., s. 6.

15

ÖNSÖZ

Imre Lakatos 1974 yılında vefat ettiğinde, birçok arkadaşı ve meslektaşı, yayımlanmamış makalelerinin kullanıma açık olması ümitlerini ifade etti. Bazıları aynı zamanda onun akademik yayınlarda çıkmış yazılarının ve konferans m e­ tinlerinin bir kitapta toplanmasıyla ilgiliydi. Imre Lakatos Appeal Vakfının idari kadrosunun isteği doğrultusunda, bu talepleri de karşılamak üzere seçilmiş makalelerden oluşan iki cilt hazırladık. İlk kez burada yayımlanan makalelerden hiçbiri Lakatos'u tamamen tatmin etmemişti. Bazıları başlangıç aşamasın­ da henüz daha taslak biçimindeyken, bazıları da yayımlan­ mamak üzere yazılm ış gibi görünmektedir. Lakatos'un en azından şu anki halleriyle basılmalarına izin vermeyeceği makaleleri de kitaba dahil ederek, epeyce özgür bir p o liti­ ka takip ettik. Önceden basılm ış makalelere gelince, onları da dahil etmenin lüzumsuz bir tekrara sebep olacağını dü­ şündüğümüz "Can Alıcı Deneylerin Bilimdeki Rolü" ve "Bi­ limsel Araştırma Programlarının Eleştirisi ve M etodolojisi" dışında kalan bütün makalelerini kitaba aldık. Ayrıca yakın zamanda kitap olarak piyasaya sunulmuş olan Proofs and R efutation s'ı da kitaba dahil etmedik. Kitabın I. cildi Lakatos'un bilim sel araştırma program ­ larının metodolojsini geliştirdiği en popüler makalelerini bir araya getirmekle birlikte Nevvton'm bilim sel başarısının etkileri üzerine bu güne kadar yayımlamadığı bir makale ve Kopem ik Devrimi üzerine halihazırda basılmış bir makaleye yazmış olduğu yeni bir "Sonsöz"den oluşuyor. Lakatos belki de fizik bilim leri üzerine felsefe çalışmala­ rıyla daha çok tanınmış olsa da, kendisini femelde bir mate­

16

matik felsefecisi olarak görüyordu. Kitabın 2. cildi matematik felsefesi üzerine makalelerin yanında çağdaş filozoflar hak­ kında eleştirel makaleler ve diğer şeylerin yanında etkileyici kişiliği hakkında da bir izlenim uyandıran, politik ve eğitimle ilgili meselelere yönelik ilgisini yansıtan kısa polemik bö­ lümleri içeriyor. H er makalenin başmda burada yayımlanan materyalin tarihi hakkında bilgi, tam tıcı dipnotlarla verilmiştir. Bun­ lar ve diğer editoryal dipnotlar, yıldızlarla belirtilm iştir (bu editoryal dipnotları özellikle de önceden yayımlanmış maka­ lelerde en aza indirmek için uğraştık.) Lakatos'un kütüphanesinde bulunan bazı makalelerin ayrıbasım lan el yazısıyla yapılmış düzeltmeler içeriyordu ve biz de bunları mümkün olan yerlerde cilde katmaya çalış­ tık. Daha önce yayımlanmamış m akaleleri basım için hazır­ larken, asıl metinde eksik veya yanıltıcı olduğu düşünülen yerlerin sunumunda bazı değişikliklerle metnin okunabi­ lirliğin i artırmaya yönelik bazı küçük değişiklikleri yapma cesaretinde bulunduk. Bu değişiklikleri yaparken haklı ol­ duğumuzu düşünüyoruz, çünkü Lakatos, yayımlanacağı ma­ teryalinin sunumunu çok önemseyen b ir insandı ve her daim basım öncesi bu materyallerin meslektaşları ve arkadaşları arasında dolaşımını sağlayarak yazılarını geliştirmek üze­ re onların eleştiri ve tavsiyelerini alırdı. Bu yeni basılmış makaleler şüphesiz bu değerlendirmeden geçirilir ve yeni değişim ler bizim sunmaya cesaret ettiğim izden çok daha kapsamlı olurdu. Köşeli parantez içinde verdiğim iz değişik­ likleri çevreleme aracımızın kolayca ve sorunsuzca işe yara­ dığı her yerde bunu kullandık (Ne var ki, diğer yazarlardan yapılan alıntılar içerisindeki köşeli parantezler Lakatos'un kendi girdileridir.) Şu anki ciltlerin her ikisinde de Lakatos bir makaleden söz ettiği yerlerde referans tarzı üzerinde değişiklikler yap­ tık. Yani örneğin "Lakatos [1970a]" "bu ciltte bölüm l"olurken "Lakatos [1968b]" ise "cilt 2, bölüm 8" haline gelmiştir.

17

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Bölüm 3 ("Popper'ın sım r koyma ve tümevarım üzerine görüşleri"), Profesör P. A. Schillip'in ve Open Court Publis­ hing Company'nin izniyle yeniden basılmıştır. Bölüm 4 ("Ne­ den Kopem ik'in araştırma programı Ptolemaios'un progra­ mının yerini aldı?"), Profesör Robert Westman ve Regents o f California University Press'in izniyle yeniden basılmıştır. Fritz Thyssen S tiftu n g tarafından yapılan cömert bağış, Lakatos’un makalelerinden oluşan ve bu ciltlerin basımı için hayati b ir ön hazırlık teşkil eden bir arşivin yaratılmasını mümkün kılmıştır. Nicholas Krasso'ya, Profesör Kilm işler ve Yourgrau'ya bazı kayıp referansları tedarik ettikleri için; aynı zamanda Alex Bellamy'e ve Allison Quick'e de dizinleri derledikleri için teşekkür etmek istiyoruz. Sandra M ichell'e yardımından, özellikle de bu cildin 5. bölümü için yaptığı araştırmalardan ötürü teşekkürlerimizi sunuyoruz. Editör­ lükle ilgili sorunlarımızdan birkaçını John Watkins’le ya­ pılan değerli görüşmeler sonucunda çözüme kavuşturduk. Gilliant Page'e Lakatos'un makalelerini kullanımımıza sun­ duğundan ve eksik etm ediği faydalı tavsiyelerinden ötürü özellikle müteşekkiriz. Bu iki cildin düzenlenmesi bizim için birçok yönden üzü­ cü ve moral bozucu bir deneyim olmuştur. Sürekli aklım ız­ dan geçen düşüncelerden bir tanesi ise, "keşke bunun üzeri­ ne Im re'yle konuşabilseydik" olmuştur. Yine de fikirleri onun zekâsı ve kişiliğinin derin etkisi altında kalmış olan insanlar olarak, Lakatos'un çalışm alarını daha geniş çapta kullanıla­ b ilir hale getirmenin mutluluğunu yaşıyoruz. John W orrall Gregory Currie

18

Giriş: Bilim ya da Sahte-Bilim ’

İnsanın kendine özgü özelliklerinin başında bilgiye olan saygısı gelir. Bilgi Latince'de scientia'dır ve bilim bilginin en saygıdeğer türünün adı olagelmiştir. Peki, bilgiyi batıl inançtan, ideolojiden ya da sahte-bilimden ayıran nedir? ö ğ ­ retilerinin sahte-bilimsel olduğu gerekçesiyle Katolik Kilise­ si Kopem ikçileri aforoz etmiş, Komünist Parti Mendelcilere eziyet etmiştir. Bilim ile sahte-bilim arasında sınır koyma yalnızca masa başında yapılan felsefenin b ir sorunu değil­ dir; sosyal ve politik açıdan can alıcı öneme sahiptir. Pek çok felsefeci sınır koyma sorununu şu şekilde çözme­ ye çalışmıştır: Bir önerme, yeterince çok sayıda insan yete­ rince güçlü b ir biçimde inanıyorsa bilgidir. Fakat düşünce tarihi pek çok insanın saçma inançlara tamamen bağlı kal­ dığını bize göstermektedir. Eğer inançların gücü bilgi için bir ayırıcı özellik olsaydı, iblislere, meleklere, şeytanlara ve cennet ile cehenneme dair bazı hikayeleri b ilg i olarak sın ıf­ landırmamız gerekirdi. Diğer taraftan bilim insanları en iyi kuramlarına bile oldukça şüpheyle yaklaşırlar. Newton'in evrensel kütleçekim kuramı bilim in şimdiye dek ürettikleri­ nin en güçlüsüdür, buna rağmen N ew ton cisimlerin birbirini uzaktan çektiklerine asla inanmamıştır. Dolayısıyla birta­ kım inançlara duyulan bağlılık derecesi ne olursa olsun, bu Bu m akale 1973'ün ba şın d a yazılm ıştır ve ilk olarak b ir radyo k o n u şm a ­ sı şeklinde sunulm uştur. 30 H a ziran 1973'te Open University tarafın dan yayını ya p ılm ıştır -e d .n .

19

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

onları bilgi yapmaz. Doğrusu, bilim sel tavır kendini, en göz­ de kuramlara bile b ir m iktar şüpheyle yaklaşmada gösterir. Herhangi bir kurama kör b ir şekilde bağlılık entelektüel bir değer değildir; entelektüel bir suçtur. Dolayısıyla bir önerme son derece "makul" olsa ve herkes ona inansa bile sahte-bilimsel olabilir ve kimsenin inanma­ dığı, inanması zor b ir kuram bilim sel açıdan değerli olabilir. Bir kuram, bırakın bin lerinin ona inanmasını, kimse onu an­ lamasa bile çok yüksek bilim sel değere sahip olabilir. Bir kuramın bilişsel değerinin, onun insanların zihinle­ rinde bıraktığı psikolojik etkiyle hiçbir ilgisi yoktur. İnanç, bağlılık, anlama insan zihninin halleridir. Oysa herhangi b ir kuramın nesnel, bilim sel değeri onu yaratan ve anlayan in ­ san zihninden bağımsızdır. Kuramların bilim sel değeri, yal­ nızca bu varsayımların olgular nezdinde sahip olduğu nes­ nel desteğe bağlıdır. Hume'un dediği gibi: Sözgelişi, elimize ilahiyat yazınından ya da mesela okul metafiziğinden herhangi b ir cildi alacak olur­ sak, soralım : N iceliğe ya da sayıya ilişkin herhangi b ir soyut akıl yürütme içeriyor mu? Hayır. Olgu d u ­ rum larına ve varoluşa ilişkin herhangi “b ir deneysel akıl yürütm e içeriyor mu? Hayır. Atm öyleyse ateşe; zira sofistlikten ve aldatm acadan başka bir şey içe­ riyor olamaz.

Peki "deneysel" akıl yürütme nedir? Eğer on yedinci yüzyıla ait geniş cadılık yazınını incelersek, dikkatlice yürütülmüş gözlem lerin raporları ve yeminli tanıklıklarla, hatta deney­ lerle dolu olduğunu görürüz. Royal Society'nin ilk dönem kraliyet felsefecisi Glanvill, cadılığın deneysel akıl yürütme­ nin en güzel örneği olduğunu düşünüyordu. Hume'un dediği gibi kitap yakmaya başlamadan evvel deneysel akıl yürüt­ meyi tanımlamamız gerek. Bilimsel akıl yürütme sürecinde, kuramlar olgularla kar­ şı karşıya getirilir. Bilimsel akıl yürütmenin temel şartla­ rından biri kuramların olgular tarafından desteklenmesidir. Peki, olgular b ir kuramı tam olarak nasıl destekleyebilir? 20

GİRİŞ: BİLİM YA DA SAHTE-BİLİM

Birbirinden farklı birkaç cevap ortaya atılmıştır. Newton kendi yasalarını olgularla kanıtladığını düşünüyordu. Salt hipotezler kullanmıyor olmaktan dolayı gururluydu; yal­ nızca olgularla kanıtlanmış kuramları yayımladı. Özellikle, yasalarını Kepler'in sunduğu "fenomenlerden" türettiğini id ­ dia ediyordu. Fakat böbürlenmesi boşunaydı, zira Kepler'e göre gezegenler elips çizerek hareket eder, oysa New ton'in kuramına göre gezegenler sadece birbirlerinin hareketleri­ ni etkilemiyorlarsa elipsler halinde hareket eder. Bu etki ise mevcuttur. Newton işte bu sebeple, hiçbir gezegenin elips çi­ zerek hareket etm ediği sonucuna götüren b ir sapma kuramı geliştirm ek zorunda kalmıştır. Bugün herhangi bir sınırlı olgu kümesinden bir doğa ya­ sası çıkarmanın geçerli b ir yolu olm adığı kolayca gösterile­ bilir; fakat halen olgularla kanıtlanan bilim sel kuramların hikayelerini okumaktayız. Peki, temel mantığa bu inatçı di­ renişim izin sebebi nedir? Son derece makul bir açıklama mevcut. Bilim insanları kendi kuramlarını sahici b ilgi anlamına gelen 'bilim ' ünvamnı elde edecek şekilde saygıdeğer bir hale getirmek istiyor. Halbuki bilim in doğduğu on yedinci yüzyılda, en anlamlı bilgi; Tanrı, Şeytan, Cennet ve Cehennem hakkında olandı. Teolojik b ir varsayımın yanlış olması durumunda, yapılan hatanın karşılığı ebediyen lanetlenmek idi. Teolojik bilginin yanılamaz olacak şekilde şüphenin ötesinde olması gerekirdi. Aydınl anmacılar ise bizim dini konularda cahil olduğumuzu ve yanılabileceğim izi düşünüyordu. Bilimsel teoloji olmadığı gibi, dolayısıyla teolojik b ir b ilg i de olamazdı. Bilgi, yalnızca doğa hakkında olabilirdi, ancak bu yeni b ilg i anlayışı tam da teolojiden alınmış olan standartlara göre yargılanmıştı; yani b ilg i şüphe bırakmayacak bir şekilde kanıtlanmalıydı, yani bilim teolojide kaçınılan bu tam kesinliği başarmalıydı. Bilim insanı sıfatını hak etmiş olan b ir kişinin tahminlerde bulunmaya hakkı yoktu. Kurduğu her cümleyi olgularla des­ teklemesi gerekiyordu. Bilimsel dürüstlüğün ölçütü buydu. Olgularla kanıtlanmamış bir kuram, bilim dünyasında gü­

21

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

nahkarlık olarak görülen bir çeşit sahte-bilim sayılıyordu. Ancak bu yüzyılda N ew tonci düşüncenin çöküşü, bilim insanlarının dürüstlük adına koymuş oldukları standartla­ rın

ütopik

olduğunun

farkına

varmalarını

sağladı.

Einstein'den önce çoğu bilim insanı, N ew ton'm tanrının n i­ hai yasalarım olgulardan hareketle kanıtlayarak çözdüğünü düşünüyordu. On dokuzuncu yüzyılın başlarında Ampère, elektromanyetizma üzerine olan spekülasyonlarının yer al­ dığı kitabına: M a th em a tical Theory o f E lectrod ynam ic Phe­ nom ena Unequivocally D educed fro m E xperim ent’ adını verme ihtiyacı hissetmiştir, fakat kitabın sonunda deneyle­ rin birkaçının aslında hiç yapılmamış olduğunu, hatta aslın­ da gerekli düzeneklerin bile kurulmadığını itira f etmiştir. Eğer bütün bilim sel kuramların kamtlanması aynı dere­ cede olanaksızsa, bilim sel bilgiyi cehaletten, bilim i sahtebilimden ayıran şey nedir? Bu soruya verilen yanıtlardan biri, yirminci yüzyılda "tü­ m evarım a mantıkçılar" tarafından öne sürülmüştür. Tüme­ v a rım a mantık birbirinden farklı kuramların olasılıklarım elde bulunan kanıtlar üzerinden tanımlamaya koyulur. Eğer b ir kuramın matematiksel olasılığı yüksekse, bilim sel ola­ rak değerlendirilir. Eğer bu olasılık düşük veya sıfır ise, b i­ limsel değildir. Dolayısıyla bilim sel dürüstlüğün emaresi en azından yüksek olasılık taşımayan hiçbir şey söylememektir. O lasılıkçılığın çekici b ir özelliği vardır. Bilim ile sahte-bilim arasında bir çeşit siyah-beyaz ayrımı koymaktansa, düşük olasılığa sahip zayıf kuramlardan, yüksek olasılıklı iyi ku­ ramlara kadar uzanan devamlı b ir tablo sunar. Ancak 1934'de, günümüzün en etkili filozoflarından Karl Popper, ister bilim ­ sel ister sahte-bilimsel olsun, bütün kuramların matematik­ sel olasılıklarının, eldeki kanıt miktarı kayda alınmaksızın, sıfır olduğunu söyler. Eğer Popper haklıysa, bütün kuramlar yalnızca aynı derecede kanıtlanamaz değil, aynı zamanda b ir o kadar da olasılıksızdır. Yeni bir sınır koyma ölçütüne Deneylerin Tartışmaya M ahal Verm eyecek Şekilde Ortaya K o y m u ş O ld u ­ ğ u Elektrodinam ik Fen om en lerin M atem atiksel Kuramı, -ç n .

22

GİRİŞ: BİLİM YA DA SAHTE-BİLİM

ihtiyaç vardı ve Popper de oldukça şaşırtıcı bir ölçüt öne sürdü. Bu ölçüte göre b ir kuram, onu destekleyen hiçbir ka­ nıt olmaksızın bilim sel sayılabilir ve aynı şekilde başka bir kuram, eldeki bütün kanıtlar onu desteklese bile sahte-bilim olabilir. Kısacası, b ir kuramın bilim sel oluşu veya olmayışı, olgulardan bağımsız olarak belirlenebilir. Eğer b ir kuram, onu yanlışlayabilecek can alıcı b ir deney veya gözlem orta­ ya atılabiliyorsa bilimseldir; bunun gibi b ir "olanaklı yan­ lışlayım " tümüyle reddediliyorsa, o kuram sahte-bilimseldir. Fakat bu durumda bilim sel kuramlarla sahte-bilimsel olan­ lar arasında sınır koymuş olmuyoruz. Daha ziyade, bilim sel yöntemle bilim sel olmayan yöntem arasında bir sınır çizmiş oluyoruz. Bir Poppercı için Marksizm ancak; Marksistlerin, gözlem lendiği takdirde Marksizmden vazgeçmelerini sağla­ yacak birtakım olgular belirlem eleri durumunda bilimseldir. Eğer bunu yapmayı reddederlerse, Marksizm bir sahte-bi­ lim haline gelir. Her zaman için bir M arksist'e ne çeşit bir gözlem lenebilir olay sonucunda M arksizm 'i bırakacağım sormak ilginç b ir olaydır. Eğer Marksizm 'e bağlıysa, onu b ı­ rakmasını sağlayacak bir durum belirtm eyi ahlakına karşı bulacaktır. Böylelikle bir önerme, bizim onu çürütebilecek gözlem lenebilir bir durum belirtebilecek olup olmayışımıza göre sahte-bilimsel bir dogma olarak taşlaşabilir veya ger­ çek b ir b ilgi haline gelebilir. Peki, Popper'm yanlışlanabilirlik ölçütü, bilim i sahte-bilimden ayırma sorununun çözümü müdür? Hayır. Popper'in ölçütü bilim sel kuramların inatçılığını hesaba katmıyordu. Bilim insanlarının derileri kalındır. Yalnızca olgularla çe­ liştiği için bir kuramdan vazgeçmezler. Genellikle basit bir aykırılık olarak açıkladıkları durumu açıklamak için ya kur­ tarıcı b ir hipotez ortaya koyarlar ya da aykırılığı açıklayamıyorlarsa, onu görmezden gelerek, dikkatlerini başka so­ runları çözmeye verirler. Bilim insanlarının çürütmelerden ziyade aykınklar, söz dinlemez durumlar hakkında konuş­ ması ilg i çekicidir. Tabii ki de, bilim tarihi can alıcı deney­ lerin kuramlan sözde nasıl öldürdüklerinin anlatımlarıyla

23

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

doludur. Fakat böyle anlatım lar kuramların terk edilm esin­ den yıllar sonra yazılır. Popper, Newtonci bir bilim insanına hangi deneysel koşullar altında Newton'ra kuramından va z­ geçeceğini sormuş olsaydı, bazıları tıpkı birtakım Marksistlerin durumunda olduğu gibi hayrete düşerdi. Peki, öyleyse bilim selliğin emaresi nedir? Yenilgim izi ka­ bullenip bilim sel bir devrimin yalnızca bağlılıkların akıl dışı bir değişimi, yani din değiştirm e gibi bir şey olduğunu kabul mü edeceğiz? Seçkin bir bilim felsefecisi olan Amerikalı Tom Kuhn, Popper'm yanlışlam acılığının saflık olduğu kanısına vardıktan sonra bu sonuca ulaşmıştır. Fakat Kuhn haklıysa, bilim ile sahte-bilim arasında belirgin bir sınır ve bilim sel ilerlem e ile entelektüel çürüme arasında herhangi bir ayırım ayrıca dürüstlük için de nesnel bir standart yok demektir. Peki, Kuhn, bu durumda bize bilim sel ilerlem eyi entelektüel çöküşten ayıracak nasıl b ir ölçüt sunabilir? Son yıllarda ne Kuhn'un ne de Popper'm çözebildiği so­ runların birkaçının çözülmesini sağlayan bir bilim sel araş­ tırma programı m etodolojisi geliştirm iş bulunuyorum. İlk olarak, büyük bilim sel başarıların tanım layıcı birim i­ nin yalıtılm ış tek bir hipotez yerine bir araştırma programı olduğunu iddia ediyorum. Bilim, yalnızca deneme yanılma veya b ir dizi kestirim ve çürütmeden ibaret değildir. "Bütün kuğular beyazdır" önermesi tek bir siyah kuğunun bulunma­ sıyla yanlışlanabilir. Fakat böyle önemsiz bir deneme yanıl­ ma örneği bilim sayılmaz. Örneğin Newtonci bilim, yalnızca üç mekanik yasası ve bir kütleçekim yasası olmak üzere dört kestirimden oluşan bir önerme kümesi değildir. Bu dört yasa önermesi Newton programının yalnızca çekirdeğini oluştu­ rur. Bu çekirdek de yardımcı hipotezlerden oluşan geniş bir "koruyucu kuşak" tarafından çürütmelere karşı korunmak­ tadır. Daha da önemlisi, bu araştırma programının, aynı za­ manda güçlü b ir sorun çözme makinesi olan bir "höristiği" vardır. Bu höristik, sofistike matematiksel teknikler sayesin­ de, aykırılıkları sindirir ve onları olumlu kanıtlara çevirir, örneğin eğer bir gezegen yapması gereken hareketleri aynen

24

GİRİŞ: BİLİM YA DA SAHTE-BİLİM

takip etmiyorsa, Newtonci bilim adamı, manyetik fırtınalar­ da ışığın yayılım ı üzerine, atmosferik kırılma üzerine kestiri mİ erini ve programın parçası olan diğer yüzlerce kestirimi kontrol eder. Aykırılığı açıklamak için o güne dek keşfedil­ memiş b ir gezegen icat edip onun yerini, kütlesini ve hızını bile hesaplayabilir. New ton'in kütleçekim kuramı, Einstein'm görelilik ku­ ramı, kuantum mekaniği, Marksizm, Freudçuluk; hepsi de araştırma programlarıdır, hepsi de inatla savunulan ka­ rakteristik b ir çekirdeğe, daha esnek b ir koruyucu kuşağa ve incelikli bir sorun çözme düzeneğine sahiptir. Hepsi de, gelişim lerinin her aşamasında çözülmemiş sorunlara, üste­ sinden gelemedikleri aykırılıklara sahipti. Bu açıdan bütün kuramlar, çürütülmüş bir şekilde doğup çürütülmüş b ir şe­ kilde ölürler. Fakat bu kuramların hepsi de aynı derecede iyi midir? Şimdiye kadar araştırma program larının nasıl oldu­ ğunu açıkladım. Fakat bilim sel ya da ilerletici olan bir prog­ ram sahte-bilimsel ya da yozlaştırıcı olan b ir programdan nasıl ayırt edilebilir? Popper'm düşündüğünün aksine, ayrım bazıları zaten çürütülmüşken bazılarının halen çürütülmemiş olması ola­ maz. Newton, P rin c ip ia 'sını yayımladığında, bunun ayın hareketini bile doğru düzgün açıklayamayacağı gibi genel b ir kanı vardı. Aslında ayın hareketi N ew ton'i çürütüyordu. Seçkin b ir fizikçi olan Kaufmann, yayım landığı yıl içerisin­ de Einstein'm görelilik kuramını çürüttü. Fakat saygı duy­ duğum tüm araştırma programlarının tek b ir ortak noktası bulunuyor. Hepsi de ya henüz akla gelmemiş ya da önceki veya rakip programların çeliştiği yeni olguları öngörüyor, örneğin Newton'm kütleçekim kuramını yayımlamış olduğu 1686 yılında göktaşlarıyla ilg ili iki kuram vardı. İkincisin­ den daha popüler olan ilk kuram, göktaşlarının, öfkelenmiş Tanrı tarafından felaketler yaratacağının uyarısı olarak gön­ derildiğini öne sürüyordu. Daha az bilinen bir kuram olan Kepler'inki de, onların düz çizgilerde ilerleyen gök cisim le­ ri olduğunu iddia ediyordu. Newtonci kurama göre bazıları

25

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

hiperboller ve paraboller çizerek asla geri dönmemek üze­ re ilerlerken, diğerleri elips şeklinde yörüngeler çiziyordu. N ew ton'm programında çalışan Halley, bir göktaşının yolu üzerindeki kısa b ir esnemeyi gözlem leyip 72 yıl sonra geri döneceğini söyledi. Gökyüzündeki kesin bir noktada tam olarak hangi dakikada görüleceğini hesapladı. Bu inanılmaz bir şeydi ve Halley kuyrukluyıldızı 72 yıl sonra, Newton ve Halley'in ölümünden uzun bir zaman sonra, tam olarak ön­ gördüğü şekilde geri döndü. Benzer şekilde, Newtonci bilim insanları henüz gözlemlenmemiş küçük gezegenlerin va rlık­ larını ve hareketlerini hesapladılar. Einstein'm programını ele alalım. Bu program iki yıldızın arasındaki mesafenin gece ve gündüz vakti (bir güneş tutulması sırasında görü­ nür olduklarında) ölçüldüğünde ayrı çıkacakları gibi şaşırtı­ cı b ir öndeyide bulundu. Einstein'm programından önce hiç kimse böyle bir gözlem yapmayı akıl edememişti, ilerletici olan bir araştırma programında kuramlar o ana kadar b i­ linmeyen yeni olguların keşfine götürürken, yozlaştırıcı olan bir programda kuramlar ancak bilinen olgulara uyum sağla­ mak için öne sürülür. Örneğin Marksizm şimdiye kadar hiç çarpıcı yeni bir olguyu başarılı bir şekilde öngörmüş mü­ dür? Asla! Birkaç tane ün kazanmış başarısız öndeyisi m ev­ cut. İşçi sınıfının tamamen fakirleşeceği öngörüsünde bu­ lundu. ilk sosyalist devrimin endüstriyel olarak en gelişmiş toplumda olacağını öngördü. Sosyalist toplumlarm devrim yaşamayacaklarım öngördü. Sosyalist ülkeler arasında hiç­ bir çıkar çatışması olmayacağını öngördü. Kısacası Marksizmin ilk dönemlerinde öndeyileri cesur ve çarpıcıydı ancak başarısız oldular. M arksistler bütün başarısız öndeyilerine açıklamalar getirdiler. İşçi sınıfının gitgide yükselen yaşam standartlarını b ir emperyalizm kuramı oluşturarak açıkla­ dılar. İlk sosyalist devrimin neden endüstriyel olarak geri olan Rusya'da gerçekleştiğine bile bir açıklama getirdiler. Berlin 1953'ü, Budapeşte 1956'yı, Prag 1968'i "açıkladılar." Rusya-Çin çatışmasını "açıkladılar." Fakat bütün yardımcı hipotezler, olaylar gerçekleştikten sonra,-Marksist kuramı

26

GİRİŞ: BİLİM YA DA SAHTE-BİLİM

olgulardan korumak için ileri sürüldü. Newtoncı program yeni olguların keşfine götürürken Marksizm olguların geri­ sinde kaldı ve onlara yetişebilmek için halen hızla koşuyor. Özetleyecek

olursak;

deneysel

ilerlemenin

belirleyici

özelliği önemsiz doğrulamalar değildir. Popper bunlardan m ilyonlarca var derken haklıdır. Taşların bırakıldıklarında yere doğru düştüklerinin ve bunun ne sıklıkta tekrarlandı­ ğının Newtoncı kuramın başarısı için hiçbir önemi yoktur. Bununla birlikte bütün araştırma program ları süreklilik gösteren b ir aykırılıklar okyanusunda olgunlaştıklarından, Popper'm iddiasım n tersine, sözde "çürütmeler" deneysel başarısızlık için belirleyici bir işaret sayılamazlar. Gerçek­ ten önemli olan şey dramatik, beklenmedik, hayret verici öngörülerdir: Bunlardan birkaçı dengeyi bozmak için yeterlidir. Kuramların olguların arkasından geldiği yerde, zavallı yozlaştırıcı araştırma program larıyla çalışıyoruz demektir. Peki, bilim sel devrim ler nasıl gerçekleşiyor? Eğer iki adet rakip programım ız varsa ve biri yozlaşırken diğeri ilerleme gösteriyorsa, bilim insanları ilerlemekte olan programa ka­ tılma eğilim inde olurlar. Bilimsel devrim lerin sebebi budur. Ancak kayıtları halka açık tutmak bir entelektüel dürüstlük meselesiyken, yozlaştırıcı olan bir program ı devam ettirip ilerletici b ir programa dönüştürmeye çalışmak dürüstlüğe aykırı değildir. Popper'ın düşüncesinin aksine, bilim sel araştırma prog­ ramlarının m etodolojisi ilk andan itibaren akla uygunluk beklemez. Yeni olgunlaşan programlara merhametli davran­ mak gerekir. Programların kendilerini toparlayıp deneysel gelişme gösterm eleri onlarca yıl alabilir. Eleştiri, çürütme yoluyla yapılan Poppercı hızlı bir infaz değildir, önem li eleş­ tiri her zaman yapıcıdır. Daha iyi bir kuram olmadan elde, b ir çürütmeden de söz edilemez. Kuhn, bilim sel devrimlerin görünürde gerçekleşen ani, akıldışı değişim ler olduğunu dü­ şünmekte haksızdır. Bilim tarihi ne Popper'ı ne de Kuhn'u desteklemektedir. Yakından bakıldığında Poppercı can alıcı deneylerin de, Kuhncu devrim lerin de birer m it olduğu anla­

27

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

şılır. Aslında gerçekleşen şeyse ilerletici olan bilim sel prog­ ramların yozlaştırıcı olanların yerini almasıdır. Bilim ile sahte-bilim arasında sınır koyma sorununun, eleştirinin kurumsallaşması için de oldukça önemli içerme­ leri vardır. Kopem ik'in kuramı 1616'da Katolik Kilisesi tara­ fından

sahte-bilim

olduğu

gerekçesiyle

yasaklanmıştır.

1820'de de olgular tarafından kanıtlandığı düşünülüp bilim ­ sel olduğuna karar verildiğinden dolayı Kilise tarafından In d ex 'ten’ çıkartılmıştır. Sovyet Komünist Partisi Merkezi Komitesi 1949'da Mendelci genetik bilim ini sahte-bilim ilan edip onu savunan akademisyen Vavilov gib i insanları topla­ ma kamplarında öldürtmüştür. Vavilov'un öldürülmesinden sonra Mendelci genetik bilim inin itibarı iade edilmiş, fakat Parti'nin neyin bilim sel olup yayımlanacağına ve neyin sah­ te-bilim olup cezalandırılacağına karar verme yetkisi devam etmiştir. Yeni ve liberal batının kuruluşu da, ırk ve zekâ üze­ rine olan münazaralarda gördüğümüz gibi, sahte-bilim ola­ rak değerlendiği şeylerin konuşulma özgürlüğünü ellerinden alma hakkını kullanmıştır. Bütün bu yargılar kaçınılmaz şe­ kilde b ir tür sım r koyma ölçütü üzerine temellendirilmiştir. Bu sebepten ötürü bilim ile sahte-bilim arasında sınır koy­ ma sorunu yalnızca masa başında yapılan felsefenin üste­ sinden gelmesi gereken bir sahte-sorun değildir, aynı za­ manda oldukça önemli etik ve politik içermelere de sahiptir.

Katolik K ilisesinin yasaklı k itap lar listesi.

28

1

Yanlışlama ve Bilimsel Araştırm a Program larının Metodolojisi*

1. BİLİM: AKIL YA DA DİN Yüzyıllar boyunca bilgi ya zihin gücüyle ya da duyuların ta­ nıklığıyla kanıtlanmış bilgi anlamına geldi. Bilgelik ve entellektüel bütünlük, kanıtlanmamış önermeleri bırakmayı ve düşüncede dahi spekülasyon ile yerleşmiş b ilgi arasındaki m esafeyi kapatmayı zorunlu kıldı. Zihnin ya da duyuların kanıtlayıcı gücü kuşkucular tarafından sorgulanalı iki bin yıldan fazla oldu, ne var ki, Newton fiziğinin görkemi kar­ şısında kuşkucular yılgınlık içinde kalakaldılar. Einstein'ın vardığı sonuçlar her şeyi yine tersine çevirdi ve bugün pek az sayıda felsefeci ya da bilim insanı halen bilim sel bilginin kanıtlanmış bilgi olduğunu ya da olabileceğini düşünüyor. Ne ki, çok azı, bununla entelektüel değerlerin bütün klasik yapısının harabeye döndüğünü ve değiştirilm esi gerektiğini fark ediyor: Kanıtlanmış hakikat ideali basitçe sulandırılıp, bazı mantıkçı deneycilerin yaptığı gibi, "olası doğruluk"1ide­ Bu m akale 1968-9'da yazılm ış ve Lakatos [19701 o la ra k basılm ıştı. O ra ­ da Lakatos makaleye, [1968bl tarihli eserinin "geliştirilm iş b ir versiyonu" ve b a şlam a yı hiç b aşaram ad ığı ta s a n aşam asındaki kitabı Bilimsel K eş­ fin Değişen M a n tığ ı'n m “kabataslak b ir versiyonu” olarak atıfta b u lu n ­ du. Takdim ve teşekkür olarak şu n ları yazar: "([1968b] tarihli eserimin) b a zı k ısın ılan Proceedings o f the Aristotelian S o c ie t/n in (Aristotelesçi Topluluğun R ap o rla n -ç n .) editörünün izniyle b u ra d a değiştirilm eksizin yeniden kullanıldı. Yeni versiyonun h azırlan m asın da Ih d Beckman, Colin H o w so n , Clive Kilmister, L arry Laudan, Eliot Leader, A lan M usgrave, M ic ­ hael Sukale, John W atkins ve John W o rrall'd a n çok yardım aldım " -en . 1

"O la sı doğru lu k " idealin in en önde gelen ç ağd aş savunucusu R u d o lf C am ap 'tır. B u görüşün tarihsel arka plan ı ve eleştirisi için, bkz. cilt 2, bölüm 8.

29

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ali haline ya da bazı b ilgi sosyologlarının yaptığı gibi, "(de­ ğişken) uylaşıma dayalı doğru"2 haline getirilemez. Popper’m ayırt edici özelliği tüm zamanların en çok desteklenmiş bilim sel kuramı olan Newton mekaniğinin ve Newton kütleçekim kuramının çöküşünün içerdiği sonuçları bütünüyle anlamış olmasında yatar. Ona göre erdem hata­ lardan kaçınmaktaki dikkatte değil onları saf dışı etmekteki acımasızlıkta yatar. Bir taraftan kestirimlerde cüretkarlık, diğer taraftan çürütmelerde katılık: İşte Popper'ın tarifi. Entelektüel dürüstlük b ir iddiayı kanıtlayarak (ya da olası olduğunu göstererek) sağlama alma ya da kabul ettirm e ça­ basından çok, bir iddiayı hangi koşullar altında savunmak­ tan vazgeçmek gerektiğini kesin olarak belirtm eye dayanır. Adanmış M arksistler ve Freudcular bu koşulları belirtm eyi reddederler; onlarm entelektüel dürüstlükten yoksun oluş­ larım karakterize eden budur. İnanç, eleştirinin kontrolün­ de tutulması gereken, ne yazık ki kaçmamadığımız b ir biyo­ lojik zaaf olabilir; fakat adanm ışlık Popper'a göre düpedüz suçtur. Kuhn'un görüşü farklıdır. O da bilim in ebedi hakikatle­ rin birikim iyle geliştiği fikrini reddeder.3 O da temel esinini Einstein'm Newton fiziğini alaşağı etmesinden alır. Onun ele aldığı temel sorun da bilim sel devrim dir. Fakat Popper'a göre bilim "sürekli devrim " anlamına gelirken eleştiriyse bilim sel

1

"U y laşım a dayalı doğru" idealin in en önde gelen ç ağd aş savun ucuları Polanyi ve Kuhn'dur. Bu g örü şü n tarihsel arka plan ı ve eleştirisi için, bkz. M u sg ra v e [1969a| ve M u sg ra v e |1969bl.

1

A s lın d a 11962] tarihli eserinin önsözünde bilim sel gelişm eye ilişkin 'b irikim li-gelişim ’ fikrine k a rşı çıkar. Fakat entelektüel açıdan P o p p e r'a oldu ğund an çok Koyre'ye borçludur. Koyre, fizik tarihi ancak birb iri ard ınd an gelen metafizik araştırm a p ro g ra m la n b a ğla m ın d a a n la şıla b ilec eğ i için pozitivizm in b ilim tarihçisi için kötü b ir re h be r olduğun u gösterdi; d o la ­ yısıyla bilim sel d eğ işim ler sarsın tılı metafizik devrim lerle bağlantılıdır. Kuhn, Burtt ve Koyre’nin bu m esajını g e liştirir ve kitabın ın geniş b a ş a rı­ sı kısm en d oğrulam am tarih yazım ının can alıcı, d olaysız eleştirisinden kaynaklanır. Bu eleştiri Burtt'un, Koyre'nin (ya da Popper'in) m e sa jla rı­ nın henüz ulaşm adığı sırad an b ilim a dam ları ve tarih çiler a ra sın d a he­ yecan uyandırdı. Fakat ne yazık ki, m esajı bazı otorite yan lısı ve akıldışı izler taşıyordu.

30

YANLIŞIAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

teşebbüsün özüdür. Kuhn'a göreyse devrim istisnai, hatta bilim -dışıdır, eleştiri de, "normal" bilim zamanlarında, afo­ roz edilmiştir. Aslında Kuhn eleştiriden adanmışlığa geçişin ilerlemenin ve "normal" bilim in başladığı nokta olduğunu savunur. Ona göre "çürütme"yle bir kuramın reddinin, terk edilmesinin talep edilebileceği fikri "n a if' yanlışlamacılıktır. Baskın kuramın eleştirisine ve yeni kuramlarm öne sürülme­ sine ancak ender ortaya çıkan "bunalım" anlarında izin veri­ lir. Kuhn'un bu son tezi yaygın bir şekilde eleştirildiği4 için tartışacağım nokta o olmayacak. Benim ilgilendiğim konu daha çok bilim sel gelişmenin akılcı açıklamalarını sunmak­ ta hem doğrulamacılığm hem yanlışlam acılığm başarısızlı­ ğa uğradığının farkında olan Kuhn'un şimdi son çare olarak akıldışı bir açıklamaya başvuruyor gibi görünmesi. Popper'a göre bilim sel değişim akılcıdır ya da en azın­ dan akılcı olarak kalkm dınlabilir ve keşfin m a n tığı alanına girer. Kuhn'a göre, bir "paradigma"dan diğerine geçiş olan bilim sel değişim akim kurallarıyla yönetilmeyen ve yönetilemeyen ve bütünüyle keşfin (sosyal) psikolojisi alanına giren m istik bir dönüşümdür. Bilimsel değişim bir çeşit din deği­ şimidir. Popper ile Kuhn'un aralarındaki çatışma yalnızca episte­ molojideki teknik bir nokta üzerine değildir. Temel entelek­ tüel değerlerim izle ilg ilid ir ve yalnız kuramsal fiziği değil, aynı zamanda az gelişmiş sosyal bilim leri ve hatta ahlak fe l­ sefesini ve politik felsefeyi de ilgilendiren içerm eleri vardır. Eğer bilim de bile b ir kuramı yargılamanın onu savunanla­ rın sayısını, inancını ve düşüncelerini duyurma enerjilerini değerlendirmekten başka yolu yoksa sosyal bilim lerde du­ rum daha da ileri olmalı: Doğruluk güçte yatar. Böylelikle Kuhn'un görüşü, şüphesiz, farkında olmadan çağdaş dini fa ­ natiklerin ("öğrenci devrimciler"in) temel siyasal inançlarını haklı çıkarmaktadır Bu makalede öncelikle Popper'ın bilim sel keşif m antığın­ da iki farklı görüşün bir araya getirilm iş olduğunu göstere*

Bkz. örneğin W atkin s [ 1970] ve Feyerabend (1970al.

31

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ceğim. Kuhn bunlardan sadece birini, "naif yanlışlamacılık"ı anlıyor (ben "n aif metodolojik yanlışlamacılık" terimini ter­ cih ediyorum). Buna yönelik eleştirisinin doğru olduğunu düşünüyorum, hatta bu eleştiriyi güçlendireceğim. Ne var ki, Kuhn, temeli 'n aif' yanlışlamacılık olmayan akılcılığın daha sofistike bir tutumunu anlamıyor. Bence Kuhn'un tenkitle­ rinden kaçmabilen ve bilim sel devrim leri din değiştirme değil rasyonel ilerlem e süreci olarak sunan bu daha güçlü Poppercı tutumu önce açıklamaya ardından güçlendirmeye çalışacağım.

2. YANLIŞLAMACILIĞA KARŞI YANILABİLİRCİLİK Çatışan savlan daha iyi görebilmek için "doğrulamacılık"ın çöküşünden sonra bilim felsefesindeki durumu olduğu gibi yeniden kurmak zorundayız. “D o ğ ru la m a cıla ra "g ö re bilimsel bilgi kanıtlanm ış öner­ melerden m eydana geliyordu. Sıkı mantıksal türetimlerin yalnızca çıkanm yapmaya (hakikati nakletmeye) olanak sağ­ ladığını fakat kamtlamaya (hakikati tesis etmeye) olanak vermediğini kabul ederek, doğruluğu mantık dışı yollarla kanıtlanabilen önermelerin (aksiyomların) doğası hakkında anlaşmazlığa düştüler. Klasik entelektüalistler (ya da teri­ min dar anlamıyla "akılcılar") çok çeşitli -v e güçlü- türlerde mantık dışı olan, vahiyden, entelektüel görüden, deneyimden elde edilmiş "kanıt"lara olanak tanıdılar. Bunlar, mantığın yardımıyla, her tür bilim sel önermeyi kanıtlamalarını müm­ kün kıldı. Klasik deneyciler aksiyom olarak sadece "değişmez olgul ar"ı ifade eden küçük b ir "olgusal önermeler" kümesini kabul ettiler. Bunların doğruluk değeri deneyle saptanmıştı ve bilim in deneysel tem elini oluşturuyorlardı. Bilimsel ku­ ram ları sadece dar deneysel temelle kanıtlayabilmek için, klasik entelektüalistlerin tümdengelimci mantığından çok daha güçlü bir m an tığa;"tüm evarım a, m a n tığ a " ihtiyaçları vardı. Entelektüalist ya da deneyci olsunlar bütün doğrulamacılar 'değişmez b ir olguyu' ifade eden tekil bir önermenin

32

YANLISLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

evrensel b ir kuramı çürütebileceğine katılıyorlardı5, fakat sadece az sayıda d oğru lam a « olgusal önermelerin sonlu bir birleşim inin tümevarım yoluyla evrensel bir kuramı k anıtla­ maya yetebileceğini düşünüyordu.6 Doğrulamacılık, yani bilginin kanıtlanmış bilgiyle özdeş­ leştirilm esi, çağlar boyu akılcı düşünce içinde egemen olan gelenekti. Kuşkuculuk doğrulam acılığı reddetmedi; yalnızca kanıtlanmış bilginin ve dolayısıyla herhangi bir bilginin o l­ m adığını ve olamayacağını iddia etti. Kuşkucular için "bilgi" hayvanca inançtan başka bir şey değildi. Böylelikle doğrula­ m a « kuşkuculuk nesnel bilgiyle alay ederek irrasyonalizıne, gizem ciliğe, batıl inanca kapı açtı. Bu durum, klasik akılcıların entelektüalizmin sentetik a p rio ri ilkelerini korumak, klasik deneycilerin de deneysel bir temelin kesinliğini ve tümevarımlı çıkarımın geçerliliğini korumak için sarf ettikleri muazzam çabayı açıklar. Çünkü tamamı için bilimsel dürüstlük, kanıtlanm am ış hiçbir şeyi ileri sürm em eyi talep ediyordu; lâkin ikisi de yenildi: Kant taraftarları Öklitçi-olmayan geometriye ve Newtoncı-olmayan fiziğe, deneyciler de deneysel bir temel oluşturmanın (Kant taraftarlarının belirttiği gibi olgular önermeleri kanıtlayamaz) ve b ir tümevarım mantığı kurmanın (hiçbir mantık yanlışa mahal vermeden içeriğini genişletemez) mantıksal olanaksızlığına yenildi. Bütün kuram ların eşit derecede ka­ nıtla na m a z olduğu ortaya çıktı. 5

D oğruiam acılar tekil olgusal önermeler ile evrensel kuram lar arasındaki bu asimetriyi defalarca vurguladılar. Bkz. örneğin Popkin'in Popkin [19681, s. 14'teki Pascal tartışması ve Popper'ın Logik d er Forschung'unun 1969'daki üçüncü Alm anca baskısının yeni moM osunda alıntılanan şekliyle Kant'ın aynı anlam a gelen ifadesi. (Popper'ın klasikleşm iş yapıtının yeni baskısına temel m antığın gelenekselleşmiş temel taşı olan bu ifadeyi motto olarak tercih etmesi onun temel kaygısını ortaya koyuyor: Bu asimetrinin önemini ortadan kaldıran olasıcılık ile savaşmak; çünkü olasılıkçılara göre kuram lar neredeyse olgusal önermeler kadar iyi tesis edilm iş olabilirler.)

"

A slında, bu az sayıda kişi içinden bile kim ileri M ili'in izinden giderek, çözüim ezliği b a riz (tikel önerm elerden evrensel önerm eleri) tüm evarım la kanıtlam a sorununu, çözüim ezliği daha az b a riz olan, tikel olgusal öner­ m eleri b a şk a tikel olg u sa l önerm elerden çıkarım la kanıtlam a sorunuyla değiştirdiler.

33

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Felsefeciler bariz nedenlerden dolayı bunu benimsemek­ te yavaş davrandılar: klasik doğrulamacılar, bir kez kuram­ sal bilim in kanıtlanamaz olduğunu teslim ettikleri takdirde onun safsata ve yanılsama olduğu, dürüstlükten uzak bir a l­ datmaca olduğu sonucuna da varmak zorunda kalacakların­ dan korktular. Olasıcılığın (ya da “yeni-d oğrulam acılığın ") felsefi önemi böyle bir sonucun zorunlu olduğunun reddet­ mesinde yatar. Olasıcılık, bilim sel kuramların aynı oranda kanıtlanamaz olmalarına rağmen eldeki deneysel kanıtla bağlı olarak fark­ lı olasılık derecelerine (olasılık hesabı anlamında) sahip o l­ duklarını düşünmüş bir grup Cambridgeli felsefeci tarafın­ dan geliştirildi7. Öyleyse bilimsel dürüstlük düşünülenden daha azın ı gerektirir; yalnızca olasılığı yüksek kuram ların dile getirilm esinden; hatta her bilimsel kuram için sadece kanıtın, bu kanıtın ışığında da kuram ın ola sılığının belir­ tilm esinden ibarettir. Tabi ki, kanıtın olasılık ile değiştirilm esi doğrulamam düşünce için büyük bir geri adımdı; lâkin bu geri adımın bile yetersiz olduğu ortaya çıktı. Kısa sürede çoğunlukla Popper'm ısrarcı çabalarıyla çok genel koşullar altında ka­ nıtlar ne olursa olsun tüm kuramların sıfır olasılığa sahip olduğu gösterildi; bütün kuram lar yalnızca eşit derecede kanıtlanam az olmakla kalmayıp aynı zam anda eşit derece­ de olasılık dışıydı da.8 Pek çok felsefeci hâlâ, tümevarım sorununa en azmdan olasılıklı bir çözüm elde etmedeki başarısızlığın bugüne ka­ dar bilim ve sağduyu tarafından bilgi olarak görülmüş ne­ redeyse her şeyin terkedilmesi anlamına geldiğini savunu­ yorlar.9Bu arka plan karşısında, yanlışlam acılığm kuramları

7

O lasıcılığın kurucu b a b a la n entelektüalistlerdi; so n raları C a m a p 'm o la ­ sıcılığın deneyci b ir m arkasını oluşturm ak için ç a b a la rı b a ş a n s ız oldu. Bkz. 2. Cilt, 8. Bölüm, s. 164; ayrıca s. 160, 2. dipnot.

0

Ayrıntılı b ir tartışm a için bkz. 2. Cilt, 8. Bölüm , özellikle de s. 154 ve de­ vamı.

1

R ussell [19431, s. 683. R u ssell'm d oğrulam acılığı üzerine tartışm a için bkz. 2. Cilt, 1. Bölüm, özellikle de s. 11 ve devamı.

34

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

değerlendirmede ve genel olarak entelektüel dürüstlüğün standartlarında meydana getirdiği çarpıcı değişim takdir edilmelidir. Yanlışlamacılık, bir anlamda, rasyonel düşünce için yeni ve dikkate değer bir geri adımdı. Fakat aynı zaman­ da ütopyacı standartlardan bir geri adım olduğu için, pek çok ikiyüzlülüğü ve kafası kanşık düşünceyi ortadan kaldır­ dı ve böylelikle, aslında bir ilerlem e sağladı.

(a) Dogmatik (ya da doğalcı) yanlışlamacılık Deneysel temel İlk olarak yanlışlam acılığm çok önemli bir türünü; dog­ matik (ya da "doğalcı")10 yanlışlam acılığı tartışacağım. Dog­ matik yanlışlamacılık kayıtsız şartsız tüm bilim sel kuramla­ rın yan ılabilir olduğunu kabul eder; fakat bir çeşit yanılmaz deneysel temeli muhafaza eder. Tümevarımcı olmadan katı bir biçim de deneycidir: deneysel temelin kesinliğinin ku­ ramlara taşınabileceğini reddeder. Böylelikle dogm atik yanlışlam acılık d oğrulam acılığın en z a y ıf türü dü r. B ir kuram karşısında (gü çlen d irilm iş) deneysel karşıkan ıtı n ih a i hakem olarak kabul e tm e n in b irin i d ogm a tik yanlışlam acı yapmaya yetm eyeceğini vurgu la m a k son de­ rece ön e m lid ir. Herhangi b ir Kantçı ya da tümevarımcı da böyle b ir hakemliği kabul edecektir. Ne var ki, hem Kantçı hem tümevarımcı, b ir yandan n egatif ca n a lıcı deneye' b o­ yun eğerken b ir yandan da çürütülmemiş b ir kuramın b ir diğerinden daha fazla nasıl kabul ettirileceğinin, sağlamlaştırılacağm ın koşullarını belirteceklerdir. Kantçılar, Öklit geom etrisinin ve New ton mekaniğinin doğruluklarının kesinlikle ortaya konduğunu savundular; tümevarımcılarsa olası olduğunu. Bununla birlikte, dogmatik yanlışlamacı için deneysel fcarşı-kanıt b ir kuramı yargılayabilecek tek hakemdir. Dogmatik yanlışlam acılığm ayırıcı özelliği bütün kuram-

10

Bu terim in açıklam ası için bkz. ilerde s. 14, n. Dipnot. C rucial experim ent ya da ex p erim en tu m cnıcis; rakip bilim sel kuram ­ lard a n d oğan hipotezleri aynı anda test eden deney -ç n .

35

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

larm aynı derecede kestirimsel olduğunun kabulüdür. Bilim hiçbir kuramı kamtlayamaz. Fakat bilim kanıtlayamasa da çü rü tebilir; "tam bir mantıksal kesinlikle, yanlış olanı11 yadsımayı (reddetme eylemini) yerine getirebilir," yani ku­ ramları çürütmek için kullanılabilecek son derece sağlam bir deneysel olgular temeli vardır. Yanlışlamacılar bilimsel dürüstlüğe ilişkin yeni, oldukça ılım lı, standartlar sağlarlar. Niyetleri, yalnızca kanıtlanmış olgusal önermeleri "bilim ­ sel" olarak kabul etmek değil, önerme yanlışlanabilirlikten, yani ileri sürüldüğü dönemde belirli önermeleri potansiyel yanlışlayıcılar olarak belirleyecek deneysel ve matematiksel tekniklerin mevcudiyetinden fazlasına haiz olmasa da onu "bilim sel" olarak kabul etmektir.12 Bilimsel d ürüstlük böylelikle, eğer sonucu kuram la çeli­ şirse kuram ın terkedileceği b ir deneyi önceden belirtm ek­ ten iba rettir.13 Yanlışlamacı, b ir önerme çürütüldüğünde herhangi b ir kaçamak olmaksızın önermenin koşulsuz red­ dini talep eder. Dogmatik yanlışlamacı yanlışlanamaz (totolojik olmayan) önermeleri ciddiye almaz; onları "metafizik" diye damgalar ve bilim sel konumlarını da yadsır. Dogmatik yanlışlam acılar kuramcı ile deneyci arasın­ da keskin b ir ayrım yapar: kuramcı önerir, deneyci, Doğa adına, düzenler. Weyl bu konudaki fikrini şöyle ifade eder: "kuramlarımızı kararlı bir Hayır ya da duyulmaz b ir EVet'le karşılamayı çok iyi bilen boyun eğmez b ir Doğa'dan yorum­ lanabilir olgular çekip alma çabasındaki deneycinin işleri­ ne duyduğum sınırsız hayranlığımı kaydetmek isterim ."14 Braithwaite'in görüşleriyse dogmatik yanlışlam acılığm po­ zisyonunu dikkate değer b ir ölçüde apaçık sergiler. Bilimin 11

M edavvar [1967], s. 144. Ayrıca bkz. ilerde s. 93, 2. dipnot.

13

Bu tartışm a k a n ıtlan abilir olgusal önerm eler ile kanıtlanam az kuram sal önerm eler arasın a sın ır koymanın dogm atik yanlışlam acı için yaşam sal b ir önemi olduğun u zaten göstermektedir.

13

“Ç ü rü tm en in ölçütü önceden belirlen m elidir: kararlaştırılm ası gereken g özlen ebilir durum lardır, eğe r gerçekten gözlenm işlerse b u kuram ın ç ü ­ rütülm üş olduğun u söylemeye g elir” Po pp er [1963a], s. 38, 3. dipnot.

14

Popper İ l 934], 85. bölü m d e P opper'in "tam a m ea katılıyorum " yorum uyla geçer.

36

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

nesnelliği problemini ortaya atarak; "belirlenmiş bilimsel tümdengelimli bir sistem ne ölçüde insan akimın özgür bir yaratım ı olarak görülm elidir ve ne ölçüde doğal olgulara nesnel açıklamalar getirdiği düşünülmelidir?" sorusunu so­ rar. Onun yanıtı şudur: Bilim sel b ir hipotez ifadesinin biçimi ve onun genel b ir önermeyi ifade etmedeki kullanımı, b ir insan ay­ gıtıdır; Doğa'dan kaynaklanan da bilim sel hipotezi çürüten ya da çürütemeyen gözlem lenebilir olgular­ dır... (Bilimde) olum sal olan en alt düzey sonuçlar­ dan birinin yanlış olup olm adığına karar verme işini Doğa'ya bırakırız. İnşasında büyük oranda özgürlü­ ğüm üz olan tümdengelimci sistemi tümdengelimci b ir bilim sel hipotezler sistemi yapan da bu nesnel yanlışlık testidir. İnsan b ir hipotezler sistemi önerir; D oğa onun doğru ya da yanlış olduğunu gösterir. İn­ san bilim sel b ir sistem icat eder, sonra onun gözlem ­ lenen olguyla uyum lu olup olm adığını keşfeder.15

D ogm atik yanlışlam acılığın m a n tığın a göre bilim, sarsıl­ m az olguların yardım ıyla kuram ların tekrar tekrar yıkılm a­ sı sayesinde ilerler. Örneğin bu görüşe göre, Descartes'm kütleçekim hakkındaki girdap kuramı, gezegenlerin Kartezyen çemberler değil elipsler çizerek hareket ettikleri olgusuyla çürütüldü ve sa f dışı bırakıldı; bununla beraber Nevvton'm kuramı o dönemde mevcut olguları, hem Descartes'm kura­ m ıyla açıklanmış olanları hem de onu çürütenleri, başarıyla açıkladı. Böylelikle Nevvton'm kuramı Descartes'ınkinin ye­ rini aldı. Benzer şekilde, yanlışlamacılarca görüldüğü şek­ liyle, Nevvton'm kuramı de sırası gelince Merkür'ün düzen­ siz günberisi tarafından çürütüldü, yanlışlığı kanıtlandı, Einstein'ınki ise bunu açıklıyordu, öyleyse bilim asla kanıt­ lanmamış hatta olası bile kılınmamış cüretkar spekülasyon­ 15

Braitlıvvaite 119531, s. 367-8. B raithw aite'ın gözlem lenm iş olgularının 'd üzeltilem ezliği' için bkz. onun [19381'ine. Alıntısı yapılan p arag ra fta Braithvvaite b ilim sel nesnellik sorun un a güçlü b ir yanıt verirken, başka b ir p a ra g ra fta "gözlem len ebilir olgu ların d ü rü st genellem eleri dışında... tam an lam ıyla çürütm e tam an lam ıyla kanıtlam adan daha fazla olanaklı d eğ ild ir" der (İ l 953], s. 19). A y n c a bkz. so n rasında, s. 29, n. 3. dipnot.

37

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

larla ilerler, fakat bu spekülasyonların bazıları daha sonra sarsılmaz nihai çürütmelerle sa f dışı edilerek yerini daha da cesur, yeni ve en azından ilk başta, çürütülmemiş spekülas­ yonlara bırakır. Bunlara rağmen dogmatik yanlışlamacılık savunulabilir bir görüş değildir; çünkü iki yanlış varsayıma ve bilim sel olan ile olmayanı ayıran çok dar b ir sınır koyma ölçütüne dayanır. İlk varsayım kuramsal ve kurgusal önermeler ile olgusal ve gözlemsel (ya da temel) önermeler arasında doğal, psikolo­ jik b ir sm ır çizgisi olduğudur. (Bu, tabi ki, bilim sel yönteme "doğalcı yaklaşım "ın bir parçasıdır.16) İk in ci varsayıma göre bir önerme olgusal ya da gözlem ­ sel (ya da temel) olmanın psikolojik ölçütünü yerine getirdiği takdirde doğrudur; bu durumda önermenin olgularla k a n ıt­ land ığı söylenebilir. (Buna gözlemsel (ya da deneysel) kanıt d o k trin i diyeceğim .17) Bu iki varsayım dogmatik yanlışlamacmm öldürücü çü­ rütmeleri için test edilen kurama tümdengelimli mantıkla kanıtlanmış yanlışlık taşıyabilen deneysel bir temeli güven­ ce altına alır. Bu varsayım lar bir s ın ır koyma ölçütüyle tamamlanır: yalnız belirli gözlem lenebilir olgu durumlarını yasakla­ yan ve böylece olgusal açıdan çürütülemez olan kuramlar "bilimsel"dir. Ya da, b ir kuram deneysel b ir temele sahipse "bilim sel"d ir.ıs Ne var ki, her iki varsayım da yanlıştır. Psikolojinin tanık­ 10 17

Bkz. Po pp er 11934], 10. bölüm . Bu va rsa yım la r ve eleştirileri için bkz. Po pp er [1934J, 4 ile 10. bölüm ler. Bu varsayım d an ötürü yan lışlam acılığm bu türüne, P o pp er'ı izleyerek 'd o ğ alc ı' diyorum . P opper'ın "temel önerm eler"i b u bölüm d e ele alınan temel önerm elerle k arıştırılm am alıd ır; bkz. a şa ğıd a s. 22,6. dipnot. Bu iki varsayım ın yan lışlam acı olm ayan çok sayıda doğrulam am ta ra fın ­ d an da pay laşıldığın ı vu rgulam ak önem lidir: B u n la r deneysel kanıtlara K a n tin yaptığı g ib i "görüsel kanıtlar"ı ya da M ill'in yaptığı g ib i "tüm ev a n m lı k a n ıt la r i ekleyebilirler. Yanlışlam acım ız ise yalnızca deneysel kanıtı kabul edecektir.

18

B ir kuram ın deneysel temeli onun olanaklı ya n lışteyıcılann ın küm esidir; yani kendisini çürütebilecek gözlem sel önerm eler kümesidir.

38

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

lığı birincinin, mantığın tanıklığı İkincinin aleyhindedir ve nihayet, m etodolojik yargının tanıklığı sınır koyma ölçütü­ nün aleyhindedir. Bunları sırayla ele alacağım. (1)

Birkaç tipik örneğe şöyle bir bakmak zaten ilk varsa­

yım ın tem elini yıkar. Galileo ayda dağlar ve güneşte lekeler "gözlem leyebildiğini" ve bu "gözlem lerin" nesillerdir kabul edilen gök cisim lerinin kusursuz kristal küreler olduğu ku­ ramını çürüttüğünü iddia etmişti. Fakat "gözlem leri" çıplak gözle gözlemlenmiş olmak anlamında "gözlemsel" değildi: gözlem lerinin güvenilirliği çağdaşlarınca şiddetli biçimde sorgulanan teleskobunun ve teleskoba ilişkin optik kuramı­ nın güvenilirliğine bağlıydı. Durum Galileo'nun saf, kuram­ sal olmayan gözlem lerin in Aristotelesçi kuram ın karşısına çıkmasından çok, Galileo'nun optik kuramı ışığında yap ıl­ mış "gözlem lerinin" Aristotelesçilerin kendi gökyüzü kuram­ ları ışığında yapılmış "gözlemlerinin" karşısına çıkm asıydı19. Bu durum b izi ilk bakışta eşit değerde görünen birbiriyle tutarsız iki kuramla baş başa bırakıyor. Bazı deneyciler bu noktayı teslim edip Galileo'nun gözlem lerinin sahici göz­ lem ler olmadığma katılabilirler; fakat yine de sahici, "do­ laysız" bilgiyi oluşturan yegane şey olarak, duyularca ara­ cısız olarak boş ve edilgin bir zihine sokulmuş ifadeler ile sa f olmayan, kuramla belirlenmiş duyumların akla getirdiği ifadeler arasında "doğal bir sınır" olduğunu savunurlar. As­ lında, doğrulamam bilgi kuramlarının duyulan bilginin bir kaynağı (belirli b ir kaynağı ya da tek kaynağı) olarak kabul eden tüm türleri b ir gözlem psikolojisi içermek zorundadır. Bu tür psikolojiler kendileriyle hakikati olduğu gibi gözle­ dikleri "doğru", "normal", "sağlıklı", "önyargısız", "dikkatli" ya da "bilim sel" duyu durumlarını ya da daha çok bir bütün ola­ rak zihin durumunu belirler. Örneğin Aristoteles ve Stoacılar, doğru zihnin tıbben sağlıklı zihin olduğunu düşündüler. M o­ dern düşünürler doğru zihin durumu için "sağlıktan" daha fazlasının gerekli olduğunun farkına vardılar. Descartes'm 19

Bu arad a, G alileo, optiğinin yardım ıyla, ayın kusursuz b ir kristal küre olm ası durum unda görülem ez olacağını d a gösterm iştir (G alileo 11632!).

39

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

doğru zihinden anladığı, cogitom ın nihai yalnızlığından başka geride b ir şey bırakmayan skeptik şüphe alevinde dö­ vülerek çelikleşmiş; üzerinden egonun yeniden kurulabildi­ ği ve Tanrı'nın yol gösteren eliyle hakikatin keşfedilmesine yarayan zihindir. M odem doğrulamacılığm bütün okullan, zihnin, m istik birleşme sürecinde kanıtlanmış doğruluğa ka­ vuşma lütfuna mazhar kılmak üzere tasarlandığı belirli bir psikoterapi üzerinden karakterize edilebilir. Özellikle, klasik deneyciler için doğru zihin, bütün kökensel içerikten arın­ mış, kuramın getireceği her türlü önyargıdan uzak bir tabu­ la rasadır. Fakat Kant'm ve Popper'm ve onlardan etkilenen psikologların, çalışmalarından böyle bir deneyci psikoterapinin asla başarılı olamayacağı belli oluyor. Çünkü beklen­ tiyle yüklenmemiş duyumsama diye bir şey yoktur, olamaz da; bu yüzden de gözlemsel ve kuramsal önerm eler arasına koyulabilecek doğal (yani psikolojik) bir s ın ır yoktur.20 (2)

Böyle b ir doğal sınır koyma olsaydı bile yine de man­

tık dogmatik yanlışlam acılığm ikinci varsayımını yıkardı. Çünkü "gözlem sel" önermelerin doğruluk değerine tartışm a­ ya mahal bırakmayacak şekilde karar vermek mümkün de­ ğildir: H içbir olgusal önerm e deneyle kanıtlanam az, öner­ m eler ancak başka önermelerden çıkarılabilir, olgulardan çıkarılamaz: tümceler deneyimle kanıtlanamaz; yumruğunu masaya vurmakla ne kadar kanıtlanabilirse ancak o kadar başarı sağlanabilir21. Bu temel mantığın başlangıç noktala­ rından biridir, fakat bugün bile görece az insan tarafından anlaşılmıştır.22 20

Doğru, doğrulam acı duyum culuk düşüncesine karşı tutum alan pek çok psikolog her türden nesnel bilginin olanağım yadsıyan W illiam Jam es gibi pragm atist filozofların etkisi altında kalarak böyle yaptı. Am a böyle olsa bile Kant'm O sw ald Külpe, Franz Brentano üzerinden yaptığı etki ile Popper'ın Egon Brunsw ick ve D on ald Cam pbell üzerinden yaptığı etkinin m odern psikolojinin şekillenm esinde önem li b ir yeri oldu. Psikoloji p sik o ­ lojizmin her zam an hakkından gelecekse de, bunu Kant-Popper ana çizgi­ sindeki nesnelci felsefenin artarak an laşılm asın dan dolayı yapacaktır.

21 22

Bkz. Po pp er 119341, 29. bölüm . Görünen o ki, bunu vurgulayan ilk felsefeci I837|de Fries old u {Bkz. Pop­ p e r 11934], 29. bölüm , 3. dipnotl. Açık ki bu m antıksal ola n a k lıbk veya tutarlılık g ib i m antıksal ilişkilerin

40

YANLIŞIAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Olgusal önermelerin kanıtlanması olanaksızsa, bu, yanı­ labilir" olduklan anlamına gelir. Eğer yanılabilirlerse, ku­ ramlar ve olgusal önermeler arasındaki çatışmalar "yanlışlamalar" değil yalnızca tutarsızlıklardır. Hayal gücümüzün "kuramların" oluşturulmasında "olgusal önermelerin" oluş­ turulmasına nazaran daha büyük rolü olduğu söylenebilir23, fakat iki önerme türü de yamlabilir. Dolayısıyla kuram ları ne kanıtlayabilir ne de çürütebiliriz. Zayıf, kanıtlanmamış "kuramlar" ile sarsılmaz, kanıtlanmış "deneysel temel" ara­ sında gerçek b ir sınır koyma yoktur: Bilimin tüm önermeleri kuramsaldır ve kaçınılmaz olarak yanılabilirdir.24 (3)

Son olarak, gözlem tüm celeriyle kuramlar arasında

doğal b ir ayrım olsaydı ve gözlem tümcelerinin doğruluk de­ ğeri tartışm asız biçimde saptanabilseydi bile dogmatik yanlışlam acılık bilim sel kabul edilen kuramların en önemli sını­ fın ı sa f dışı bırakmak için yine de işe yaramayacaktı. Çünkü deneyler deneysel raporları kanıtlayabilseydi bile çürütme güçleri yine de acınası biçimde kısıtlı olacaktı; eksiksiz bi­ çim d e en hayranlık uyandıran bilim sel kuram lar bile her­ hangi bir gözlemsel olgu d u ru m u n u yasaklamayı tam am en başaramazlar. Bu son fikri desteklemek için önce tipik b ir hikaye anlata­ cağım ve ardından genel bir argüman ileri süreceğim. önerm elere karşılık geld iği genel savının özel b ir durum udur. Böylece ör neğin "d o ğa tutarlıdır" önerm esi y an lıştır (ya da isterseniz anlam sızdır), çünkü doğa b ir önerme ya da önerm eler birleşim i değildir. F allib le -ç n . a

Bu arad a , bu savın kendisi de so rgu lan abilir. Bkz. s. 42 ve devamı.

14

Kant ve onun İn giliz takipçisi W h e w e ll a priori de olsa a posteriori de o l­ sa bütün bilim sel önerm elerin aynı ölçüde kuram sal olduğun un farkına vardılar. N e v a r ki, h er ikisi de bu önerm elerin aynı ölçüde kan ıtlan abilir olduğun u ileri sürdüler. R an tçılar b ilim in önerm elerinin b o ş b ir zihnin tabula rasası üzerine d uyu m lar a rac ılığ ıy la yazılm adığı, üstelik böyle ön erm elerden de türetilm ediği ya da elde edilm ediği anlam ında kuram ­ sa l o ld uğun u açıkça gördüler. O lgu sa l b ir önerm e yalnızca özel türden b ir ku ram sal önermedir. Bu konuda Po pp er dogm atizm in deneyci uyar­ lam asın a karşı Kant'tan yana tavır aldı. N e v a r ki, Po p p e r b ir adım daha ileri gitti: Ona göre bilim in önerm eleri yalnızca k uram sal değildir, aynı zam anda y a n ıla b ilird ir de; h er zam an kesıirim seldirler.

41

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Hikaye gezegenlerin yanlış hareketiyle ilg ili hayali bir durum hakkındadır. Einstein öncesi dönemde b ir fizik­ çi Nevvton'ın mekaniğini ve kütleçekim yasasını (W), kabul edilen başlangıç koşullarını (7), alır ve bunların yardımıyla yeni keşfedilen b ir gezegenin p yörüngesini hesaplar. Fakat gezegen hesaplanmış yörüngeden sapar. Nevvtoncı fizikçimiz sapmanın Nevvton'ın kurammca yasaklandığını ve dolayı­ sıyla bu sapma bir kez ortaya konduktan sonra N kuramını çürüttüğünü düşünür mü? Hayır. Nevvtoncı fizikçim iz p'nin yörünge hareketini bozan, o zamana dek bilinmeyen başka bir p ' gezegeni olması gerektiğini ileri sürer. Bu varsayımsal gezegenin kütle yörüngesi vb hesaplar ve deneysel bir ast­ ronomdan hipotezini test etmesini ister. Gezegen p ' o kadar küçüktür ki, mevcut teleskopların en büyüğüyle bile gözlem ­ lenebilmesi olanaksızdır: deneysel astronom daha da büyü­ ğünü yapmak için bir araştırma ödeneğine başvurur.25 Üç yıl sonra yeni teleskop hazırdır. Meçhul p ' gezegeni keşfedildiği takdirde bu, Nevvtoncı bilim in yeni bir zaferi olarak alkışla­ nacaktır. Fakat bu gerçekleşmez. Bilim insanımız Nevvton'ın kuramını ve hareketi bozan gezegen fikrini terk edecek m i­ dir? Hayır. Bir kozmik toz bulutunun-gezegeni görm em izi en­ gellediğini ileri sürer. Bu bulutun konumunu ve özelliklerini hesaplar ve hesaplamalarını test etmek amacıyla b ir uydu göndermek üzere bir araştırma ödeneği ister. Uydunun ay­ gıtlarının (az test edilmiş b ir kurama dayanan muhtemelen yeni aygıtlar) varsayımsal bulutun varlığını kaydetmeleri halinde sonuç Nevvtoncı bilim in bir zaferi olarak alkışlana­ caktır. Fakat bulut bulunamaz. Bilim insanımız Nevvton'ın kuramını, hareketi bozan gezegen ve onu gizleyen bulut fikir’a

E ğer bu minik v arsayım sal gezegen olanaklı en büyük optik teleskopun bile erişebileceği sın ırla rın ötesinde olsa, deneysel astronom bu geze­ geni gözlem lem eyi olanaklı kılm ak üzere radyo teleskop gibi tam am en yeni b ir aletle, yani ancak dolaylı b ir yoldan olsa bile doğaya bu geze­ gen hakkında b ir soru so rabilm esin i olanaklı kılacak yeni b ir aletle b u ­ nu deneyebilirdi. (Bu yeni ‘gözlem sel’ kuram bırakın ciddi b ir biçim de test edilmeyi, d oğru b ir biçim d e ifad e edilm em iş bile olabilir, am a bu G alileo'nu n um urunda old u ğ u n d a n daha fazla tım unında olm ayacaktır Nevvtoncı fizikçimizin).

42

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

leriyle beraber terk edecek midir? Hayır. Evrenin o bölgesin­ de uydunun aygıtlarını bozan bir manyetik alan olduğunu ileri sürer. Yeni bir uydu gönderilir. Manyetik alan bulunur­ sa Nevvtoncılar bunu sansasyonel b ir zafer olarak karşılaya­ caklardır. Fakat manyetik alan bulunamaz. Bu Nevvtoncı b ili­ min çürütülmesi olarak mı görülür? Hayır. Gerekirse yaratıcı başka bir yardımcı hipotez daha oluşturulur ya da... bütün hikaye süreli yayınların tozlu ciltlerine gömülür ve bir daha da bahsi açılmaz.26 Bu hikaye Nevvton'm dinamiği ve kütleçekim kuramı gibi çok saygı duyulan bilim sel b ir kuranım bile gözlem lenebilir herhangi bir olgu durumunu yasaklamakta başarısız olabile­ ceğini sağlam bir biçimde ortaya koyar.27 Aslında, bazı bilim ­ sel kura m lar belirli b ir sonlu uzay-zaman bölgesinde m eyda­ na gelen bir olayı (ya da kısaca "tekil bir olayı") ancak başka hiçbir fa k tö rü n (evrenin uzak ve belirsiz başka bir uzay-zamansal köşesinde saklı olabilecek) bu olayın üzerinde etkisi olm am ası d uru m u nd a yasaklarlar. Fakat böyle kuram lar tek başlarına asla “tem el" bir tüm ceyle çelişmezler; olsa olsa yalnızca uzay-zamansal açıdan tekil b ir olayı betimleyen te­ mel bir tümce ile bu olayla ilgili başka hiçbir nedenin evrenin herhangi bir yerinde işlerlikte olmadığını söyleyen varlıksalolmayan’ tümel b ir tümcenin birleşim iyle çelişirler. Ayrıca dogmatik yanlışlamacılar da varlıksal-olmayan tümel öner­ melerin deneysel temele ait olduğunu, yani gözlem lenebildi­ ğim ve deneyle kanıtlanabildiğim iddia edemez. 26

En azından yeni b ir araştırm a program ı önceden b u söz dinlem ez feno­ m eni açıklayan N ew to n 'ın program ın ın yerini alan a k a d ar ba h si a çılm a ­ yacaktır. Bu durum da, fenom en g öm üld üğü yerden çıkarılacak ve ‘can alıcı b ir deney’ olarak b a ş tacı edilecektir; bkz. ilerde sf. 68 ve devamı.

37

Po p p e r ne türden klinik tepkilerin analistin yalnızca belirli b ir tanıya değil, aynı zam an da psikoaııalizin kendisine ilişkin tatminini de ç ü rü ­ teceğini so ra r ([1963], s. 38, 3. dipnot). Aynı şekilde, ne tür b ir gözlem in Nevvtoncı b ilim in sanının kuram ın yalnızca be lirli b ir versiyonuna değil, Nevvtoncı kuram ın kendisine ilişkin tatm inini de çürüteceği sorulabilir. ‘V arlıksal-olm ayan tümel önerm e’: Yokluk b ild ire n öneım e; bu tür öner­ m eler b e lirli b ir olgu durum unun va rold u ğ u n u ileri süren varlık sal ön erm elerin tersine, olgu durum ların ın v a r olm ad ığını ileri sûren, yani y a sa k la m ala r koyan tümel ön erm elerdir -ç n .

43

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Bunu ortaya koymanın başka b ir yolu bazı bilim sel ku­ ramların çoğunlukla ceteris paribus bir koşul içerdikleri şeklinde yorumlanmalarıdır:28 böyle durumlarda spesifik bir kuram hep, çürütülebillir olan bu koşulla birlikte bulu­ nur. Fakat böyle bir çürütme test edilen spesifik kuram için önemsizdir, çünkü testler ne derse desin ceteris paribus ko­ şulunu başka bir koşulla değiştirmek suretiyle spesifik ku­ ram daima muhafaza edilebilir. Durum buysa, dogmatik yanlışlam acılığın amansız çürüt­ me prosedürü, m odus tollens oku için bir fırlatm a rampası hizm eti görmek üzere sağlam bir şekilde kurulmuş deneysel b ir temel olsa bile böyle durumlarda çöker; asıl hedef umut­ suzca elden kaçar.29 Gerçekte olan ise, ilk bakışta çürütülemez görünen böyle kuramların tam olarak bilim tarihinin en önemli, "olgun" kuramları olmasıdır.30Dahası, dogmatik yanlışlam acılığm standartlarına göre tüm olasılıkçı kuramlar bu nitelemeye tabidir; çünkü sınırlı hiçbir öm ek kümesi asla tümel olasılıkçı b ir kııramı çü rü tem ez?1olasılıkçı kuramlar, ceteris paribus koşulunu içeren kuramlar gibi, deneysel b ir temelden yoksundur. Fakat böylelikle dogmatik yanlışlamacı, kendi kabulüne göre en önemli bilimsel kuramları, kendi standartlarına göre kanıtlama ve çürütmelerden oluşan ras­ yonel tartışmanın içinde yer almadığı metafiziğe havale eder; çünkü metafizik bir kuramın kanıtlanması ya da çürütülmesi mümkün değildir. Bu sebeple dogmatik yanlışlam acılığın sınır koyma ölçütü hâlâ güçlü bir şeklide karşı-kuramsaldır. (Dahası, ceteris paribus koşullarının bilim de istisna de­

JB

Bu ‘ceteris pa ribu s' koşulun genellikle ayrı b ir öncül olarak yo ru m lan ­ m am ası gerekir. Bunun hakkında b ir tartışm a için bkz. ilerid e s. 98.

25

B u rad a söylem ek gerekirse, dogm atik yan lışlam acıyı ileri sü rd ü ğü sınır koyma ölçütünün çok n a if b ir yanlış olduğu konusunda ikna edebilirdik. O bun d an vazgeçerek iki temel varsayım m ı m uh afaza ettiği takdirde ku ­ ra m ları bilim den men etm iş olacak ve bilim in ilerlem esini kanıtlanm ış önerm elerin birikim i olarak ele alacaktır. A slın d a bu, klasik deneyciliğin olgu ların kuram ları kanıtlayabileceği ya da en azından çürütebileceği um udunun uçup gitm esinden sonra gelen en son aşam asıdır.

30

B u b ir te sa d ü f d eğildir; bkz. A şağıd a, s. 88 vd.

31

Bkz. Popper (1934), bölüm v m .

44

YANUŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ğil, kural olduğu da kolaylıkla iddia edilebilir. Nihayetinde bilim, içinde eğlenceli, yerel ya da kozmik garipliklerin sergi­ lendiği bir antikacı dükkanından ayrılmalıdır. "Tüm Britanyalılar 1950 ile 1960 arasında akciğer kanserinden öldüler" iddiası mantık açısından olasıdır, hatta doğru bile olabilirdi. Fakat bu önerme, olasılığı çok küçük bir olayın vuku bulma­ sını ifade etmekten ibaret olsaydı, sadece çatlak bir olgukoleksiyoncusunun merakını celbederdi, sadece kasvetli b ir eğlence unsuru olurdu, fakat hiçbir bilim sel değeri olmazdı. Bir önermenin bilim sel olduğunun söylenebilmesi için, bir nedensellik ilişkisi belirtm eyi amaçlaması gerekir; Britanyalı olmakla akciğer kanserinden ölmek arasında böyle bir nedensellik ilişkisinin olduğunun tasarlanması bile müm­ kün değildir. Aynı şekilde, "bütün kuğular beyazdır," doğru olduğu takdirde, kuğu olmanın beyaz olmaya neden olduğu ileri sürülmedikçe bir merak unsuru olmaktan ibaret kalırdı. Fakat nedensellik ilişkisi kurulduğu durumda da siyah bir kuğu bu önermeyi çürütmeyecektir; çünkü sadece eş zamanlı olarak işlerlikte olan başka sebeplere işaret edebilir. Dolayı­ sıyla "tüm kuğular beyazdır" ya bir gariplikten ibarettir ve kolayca çürütülebilir ya da ceteris paribus koşulu taşıyan bilim sel bir önermedir ve bu sebeple çürütülmesi mümkün değildir, öyleyse deneysel kan ıt karşısında bir kuram ın d a­ yan ık lılığın ı oluşturan şey, bu kuram ın bilimsel old u ğun un kabul edilm esinin karşısında olm aktansa lehte b ir kanıt olacaktır. "Ç ürütülem ezlik" b ilim in ayırdedici özelliği ola­ caktır.32) özetlem ek kanıtlanmış

gerekirse:

Klasik

doğrulamacılar yalnızca

kuramları, neo-klasik

doğrulamacılar olası

olanları kabul ettiler; dogmatik yanlışlamacılar ise iki du­ rumda da herhangi b ir kuramın kabul edilebilir olmadığını fart ettiler. Kuramları, sınırlı sayıda gözlem le çürütülebilir oldukları takdirde kabul etmeye karar verdiler. Fakat böyle, sınırlı sayıda gözlem lenebilir olguyla çelişebilecek, çürü­ tülebilir kuramlar olsa bile bunlar yine de deneysel temele 32

Çok dah a güçlü b ir örnek için, bkz. aşağıda, kısım 3.

45

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

mantıksal olarak fazla yakın olacaklardır. Örneğin dogmatik yanlışlamacınm koşullarına göre, "Tüm gezegenler b ir elips boyunca hareket eder" gibi bir kuram beş gözlem le çürütüle­ bilir; dolayısıyla dogmatik yanlışlamacı için böyle bir kuram bilimseldir. "Bütün gezegenler bir çember boyunca hareket eder" gibi b ir kuram dört gözlem le çürütülebilir; dolayısıyla dogmatik yanlışlamacı için daha da bilimseldir. B ilim sel­ liğin zirvesi "Bütün kuğular beyazdır" gibi b ir kuram ola­ caktır, çünkü tek bir gözlem le çürütülebilir. Diğer taraftan dogmatik yanlışlamacı tüm olasılıkçı kuramları Nevvton'm, M axwell'in, Einstein'ın kuramlarıyla beraber bilim sel olm a­ dıkları gerekçesiyle reddedecektir, çünkü hiçbir sınırlı göz­ lem kümesiyle çürütülmeleri mümkün değildir. Dogmatik yanlışlam acılığın sınır koyma ölçütünü ve o l­ guların "olgusal" önermeleri kanıtlayabileceği düşüncesini kabul edersek, bilim tarihi boyunca ileri sürülmüş kuramla­ rın, hepsinin değilse bile çoğunun metafizik olduğunu, kabul edilm iş ilerlemenin, tamamının değilse bile büyük b ir kıs­ mının sahte ilerleme, yapılm ış işlerin, hepsinin değilse bile çoğunun akıldışı olduğunu beyan etmek zorundayız. Fakat dogmatik yanlışlam acılığın sınır koyma ölçütünü kabul et­ mekle beraber olguların önermeleri kanıtlayabileceğini red­ dedersek, kendimizi kesinlikle bütünsel bir kuşkuculuğun içinde buluruz; bu durumda bütün bilim, şüpheye yer bı­ rakmayacak şekilde akıldışı m etafiziktir ve reddedilmelidir. Bilimsel kura m lar yalnızca eşit derecede kanıtlanam az ve eşit derecede olasılık dışı olmakla kalmazlar, aynı zam anda eşit derecede çürütü lem ez de olurlar. Fakat bilim de yalmzca kuramsal olanların değil, tüm önermelerin yanılabilir oldu­ ğunu kabul etmek, dogmatik doğrulam acılığın tüm biçim le­ rinin bilim sel rasyonalite kuramları olarak toplu çöküşünü de beraberinde getirir.

(b ) Metodolojik yanlışlamacılık: "Deneysel tem el" Dogmatik yanlışlam acılığın yanılabi^irci argümanların ağırlığı altında çökmesiyle tekrar ilk kareye dönüyoruz. Tüm

46

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

bilim sel önermeler yanılabilir kuramlarsa, onlan sadece tutarsızlık açısından eleştirmek mümkündür. Peki, öyleyse bilim ne anlamda deneyseldir? Bilimsel kuramları ne kanıt­ lamak, ne olası olduklarını göstermek ne de çürütmek müm­ künse, kuşkucular nihayet haklı görünüyorlar: Bilim boş spekülasyondan başka bir şey değildir ve bilimsel bilgide ilerlem e diye b ir şey yoktur. Kuşkuculuğa karşı hâlâ argü­ man üretebilir miyiz? Bilimsel eleştiriyi yanılabilircilikten k u rta ra bilir m iyiz? Yanılabilirci bir bilim sel ilerleme kura­ mı mümkün müdür? Özellikle, bilim sel eleştiri yanılabilirse, hangi temel üzerinde bir kuramı sa f dışı edebiliriz? M etod olojik yanlışlam acıhk çok ilgi çekici bir yanıt su­ nuyor. M etodolojik yanlışlamacıhk uzlaşmacılığın bir türü­ dür; dolayısıyla onu anlayabilmek için ilk önce genel hatlan yla uzlaşmacılığı tartışm alıyız. "Pasifist" ve "a ktivist" bilgi kuram ları arasında önemli bir ayrım vardır. "Pasifistler"e göre doğru b ilgi tamamıyla etkin olmayan bir zihinde Doğa'nın bıraktığı iz d ir zihinsel etkinlik sadece önyargı ve bozulma getirebilir. En etkili pa­ sifist ekol klasik deneyciliktir. "Aktivistler" Doğa'nın kitabım zihinsel etkinlik olmaksızın, beklentilerim izin ve kuramla­ rım ızın etkisinde onu yorumlamaksızm okuyamayacağımızı savunurlar.33 M uhafazakar "aktivistler"e göre temel beklen­ tilerim izle doğarız; onlarla dünyayı "kendi dünyamız"a dö­ nüştürürüz, fakat böylelikle sonsuza kadar kendi dünyamı­ zın zindanında yaşamak zorundayızdır. Kendi "kavramsal çerçevemizin" zindanında yaşayıp öldüğümüz fikri esas ola­ rak Kant tarafından geliştirildi; kötümser Kantçılar bu zin­ dan sebebiyle gerçek dünyanın daima bilinem ez olduğunu düşünürken, iyim ser Kantçılar Tanrı'nm kavramsal çerçeve­ m izi dünyaya uyacak şekilde yarattığı fikrindeydiler.34 Fakat “

Bu ayn ının -v e term in olojin in - kaynağı Popper'dır; bkz. özellikle [193-4] tarihli eserinde kısım 19 ve 11945J tarihli eserinde b ölü m 23 ile ve bölüm 25'ıeki 3. not.

M

M u h a fa z a k a r aktivizmin, Nevvton'ın kütleçekim kuram ının neden ta ­ m am en çürütülem ez olm ası gerektiğini açıklayan b ir versiyonu yoktur; Kantçılar kendilerini Öklit geom etrisinin ve N ew to n m ekaniğinin vazge-

47

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

d evrim ci aktivistler kavramsal çerçevelerin geliştirilebilece­ ğine ve hatta yeni, daha iyi olanlarıyla değiştirilebileceğine inanırlar; "zindanlarım ızı" yaratan bizleriz ve onları, eleşti­ rel biçimde, yıkmamız da mümkündür.3S Whewell, ardından Poincare, Milhaud ve Le Roy muha­ fazakar aktivizmden devrimci aktivizme doğru yeni adım lar attılar. W hewell kuramların, "tümevanmsal çağların baş­ langıçlarında," deneme yanılmayla geliştirildiğini savundu. Bunların arasından en iyileri "tümevanmsal çağlar" sırasın­ da kendisinin "ilerletici görü" olarak adlandırdığı uzun, te ­ melde a p rio ri b ir düşünme yoluyla "kanıtlanmış" olanlardır. "Tümevanmsal çağlar"ın akabinde destek kuramlarının birikimsel gelişimi olan "tümevanmsal çağlann devamı" gelir.36 Poincare, Milhaud ve Le Roy ilerletici görü ile kanıt fikrine pek sıcak bakmadılar ve Nevvtoncı mekaniğin süregelen tari­ hi başansını bilim insanlan tarafından alman bir m etod olo­ jik kararla açıklamayı tercih ettiler: başlangıçtaki makul bir deneysel başan döneminin ardından bilim insanlan kura­ mın çürütülmesine izin vermeme karan alabilirler. Bu karan b ir kez aldıktan sonra, görünürdeki aykırılıklan yardımcı hipotezlerle ya da başka "uzlaşımçı taktikler"le37 çözerler

çilm ezliğinin açık lam asıyla sınırladılar. N ew to n 'm kütleçekimi ve optiği (ya da bilim in d iğ er k o lla n ! h ususun d a net olmayan ve yer yer türaevan m cı b ir pozisyonları oldu. 55

H e g el'i devrim ci a k tivisü e r sın ıflan d ırm asın a dah il etmiyorum; çünkü Hegel'e ve takipçilerine göre kavram sal çerçevedeki değişim , önceden belirlen m iş ve bireysel ya ra U cılığ ın ya d a rasyonel eleştirinin a sli b ir rol oynam adığı kaçınılm az b ir süreçtir. Bu "diyalektikte" öne a tılan lar da geride kalan larla aynı derecede h atalıdırlar. Zeki insan d ah a iyi b ir "zindan" yaratan ya da eskisini eleştirel biçim de yıkan değildir, ad ım la n tarihinkilerle daim a uyuşandır. D olayısıyla diyalektik değişim i eleştiri­ den bağım sız b ir şekilde açıklar.

36

Bkz. W h e w e ll'in [1837], [1840] ve 11858] tarihli eserleri.

37

Bkz. özellikle Poincare'nin [1891] ve [1902] tarihli eserleri; M ilh a u d 'nun 11896] tarihli; Le Roy'un [1899] ve [19011 tarihli eserleri. U zlaşım cılan n en önem li felsefî m eziyetlerinden biri, ilg iy i her kuram ın "uzlaşıracı taktikler"le çürütülm ekten kurtulabileceği olgusu na çekmekti, ("uzluşmacı taktik" terimi Po pp er'a aittir; bkz. [19341 tarihli eserindeki, özellik­ le kısım 19 ve 20'deki, Poincare'n in uzlaşm acılığı hususundaki eleştirel tartışma.

48

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

(ya da gözden kaybederler). Bu m uhafazakar uzlaşım cılığın, yine de bir kez deneme yanılma periyodu bittikten ve karar alındıktan sonra bizi kendimizi mahkum ettiğim iz zindan­ lardan çıkmak konusunda aciz bırakmak gibi bir dezavanta­ j ı vardır. Uzun b ir süre boyunca galip gelmiş kuramları saf dışı etme problemini çözemez. Muhafazakar uzlaşımcılığa göre, deneylerin gücü genç kuramları çürütmeye yetebilir, fakat eski, yerleşmiş kuramları çürütmeye yetmez: Bilim ge­ liştikçe, deneysel kan ıtın gü cü azalır.38 Poincare'yi eleştirenlerin onaylamayı reddettikleri fikir; her ne kadar bilim insanları kendi kavramsal çerçevelerini inşa etseler de bir zaman gelip bu çerçevelerin yıkılm az zin­ danlara dönüştükleri idi. Bu eleştiriden iki rakip d evrim ci uzlaşım cılık ekolü doğdu: Duhem'in yalıncılığı ve Popper'm m etodolojik yanlışlamacılığı.39 Duhem uzlaşımcıların hiçbir fizik kuramının asla sade­ ce "çürütmelerin" ağırlığı altında parçalanmadığı görüşünü kabul eder, fakat yine de "kurtyenikli kolonlar” "sarsılmakta olan binayı” artık taşıyamayacak duruma geldiğinde, "de­ vam lı tam irlerin ve arapsaçına dönmüş destek unsurlarının”

30

Poincaré uzlaşım cıh ğı ilk önce sadece geom etri konusunda detaylandırd ı (bkz. (18911 tarihli eseri). D ah a sonra M ilh a u d ve Le Roy Poincaré'nin fikrini k abul edilen fizik kuram ının tüm kolların ı kapsayacak şekilde genellediler. Poincaré'nin 11902] tarihli eseri, kendisine karşı geometri ve m ekaniğin dışınd a kalan tüm fiziğin deneysel (y an lışla n a b ilir ya da 'tüm evarım sal') karakterini savun an Bergso n cu Le R oy'un güçlü b ir ele ş­ tirisiyle başlar. Duhem de P o incaré’yi eleştirdi: ona göre N ew ton m eka­ n iğinin bile a laşağı edilm e ihtim ali vardı.

34

Loci classici (Klasik örnek p a s a jla r -ç n .) D uhem 'in (19051 ve P opper'm (19341 tarihli eserleridir. Duhem istik rarlı b i r devrim ci uzlaşım cı değildi. W h e w e ll’e çok benzer b ir şekilde, k avram sal değişim lerin sadece, uzakta da olsa, nihai “doğal sınıflan dırm a"ya hazırlayıcı nitelikte olduğun u d ü ­ şünüyordu. "B ir kuram ne k a d ar m ükem m elleştirilirse, aynı oran da onun deneysel yasaları düzenlediği m antıksal düzenin, ontolojik b ir düzenin y an sım ası olduğunu fark e d e riz .' Duhem . özellikle, NewLon'in m ekan iği­ ni fiilen “parça lan ır” vaziyette görm eyi reddetti ve Einstein'ın görelilik kuram ını, "fiziği m antığın yolunu kaybettiği ve sağduyunun korku içinde kaçtığı gerçek b ir kaosa dönüştüren” "yeni b ir fikrin peşinde çılgın ve ateşli b ir yarışın " tezahürü şeklinde n iteledi. ((1905) tarihli eserinin ikin ­ ci edisyonuna, 1914'te yazılm ış, önsöz.)

49

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ağırlığı altında parçalanabileceğin! iddia eder;40 bu nokta­ dan sonra kuram başlangıçtaki basitliğini yitirir ve yerini bir başkasına bırakması gerekir. Fakat yanlışlama o durum­ da öznel zevke ya da en iyi ihtimalle, bilim sel modaya bırakı­ lır ve gözde bir kurama dogmatik biçimde tutunmaya olanak sağlayacak çok fazla hareket alanı bırakılmış olur.41 Popper daha nesnel ve daha cem alıcı bir ölçüt bulmak için yola çıkmıştır. Duhem'in yaklaşımına bile içkin olan, deneyciliğin hadım edilişine razı gelemezdi ve deneylerin "olgun" bilim de bile gücünü korumasına izin veren bir m e­ todoloji önerdi. Popper’m m etodolojik yanlışlam acılığı hem uzlaşımcı hem de yanlışlamacıdır, fakat Popper "mutaba­ katla ulaşılan önermelerin [uzay-zamansal açıdan] tümel değil, [uzay-zamansal açıdan] tekil olduğunu savunmasıy­ la [muhafazakar] uzlaşmacılardan ayrılır";42 onu dogmatik yanlışlamacıdan farklı kılan ise böyle önermelerin doğruluk değerlerinin olgularla kanıtlanamayacağmı, fakat bazı du­ rumlarda, mutabakatla belirlenebileceğini düşünmesidir.43 Duhemci muhafazakar uzlaşımcı (ya da dilerseniz "m e­ todolojik doğrulamacı"), açıklayıcı gücü, basitliği ya da güzelliğiyle sivrilen bazı (uzay-zamansal açıdan) evrensel kuramları fia t buyruğuyla yanlışlanamaz kılar. Poppercı d e vrim ci uzla şım cım ız (ya da "metodolojik yanlışlamacımız") bazı (uzay-zamansal açıdan) tekil önermeleri fia t buyruğuyla yanlışlanamaz kılar; bu önermelerin ayırdedici özelliği ortaya atıldıkları dönemde, "kabul edilebilir" olduk­ larına karar vermek için "öğrenmiş olmanın" yeteceği bir "ilgili tekniğin" mevcudiyetidir.44 Böyle b ir önerme ancak tır­

m

Duhem [1905], bölüm VI, kısım L0.

41

U zlaşım cılık konusunda d ah a detaylı b ir tartışm a İçin, bkz. aşağıda, s.

42

Po p p e r [19341, kısım 30.

42

Bu kısımda P op p er'ın m etod olojik yanhşlam acılığının “n a if"b ir türü n ü

96101.

tartışıyorum : dolayısıyla bu kısım boyunca "m etodolojik yanlışlam acılık " terim i “n a i f m etodolojik yanlışlam acılık"an lam ın a geliyor; bu "n a iflik" hakkında, bkz. aşağıda, s. 31. 44

Po pp er [1934], kısım 27.

50

*

YANUŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

nak için d e "gözlem sel"ya da "tem el” b ir önerm e sayılabilir.45 Aslında, tam da bütün bu önermelerin seçimi salt psikolojik nedenlere dayanmayan bir karar sorunudur. Bu kararı daha sonra kabul edilm iş temel önermeler kümesini geri kalanlar­ dan ayırma hususunda ikinci bir tür karar takip eder. Bu iki karar dogmatik yanlışlam acılığm iki varsayım ına karşılık gelir. Fakat arada önemli farklar vardır. Hepsinden önemlisi, m etodolojik yanlışlanm a doğrulamacı değildir, "deneysel kanıtlar" hakkında yanılsamaları yoktur ve karar­ larının yanılabilirliğinin ve aldığı risklerin farkındadır. Metodolojik yanlışlamacı bilim insanının "deneysel tek­ niklerinin" olguları yorumlamasını sağlayan yanılabilir ku­ ram lar içerdiğinin46 bilincindedir. Buna rağmen bu kuram­ ları "uygular," onları verili durumda test edilen kuramlar değil, "kuramı test ederken (geçici olarak) sorunsuz kabul ettiğim iz" sorunsuz arka p la n bilgisi olarak görür.47 Bu ku­ ramları ve onların ışığında doğruluk değerine karar verdiği önermeleri, "gözlem sel" olarak adlandırabilir; fakat bu sade­ ce doğalcı yanlışlamacılıktan miras aldığı bir konuşma tarzı olacaktır.48 M etodolojik yanlışlamacı en başarılı k ura m ları­ m ızı a lgıla rım ızın uzan tıları olarak ku lla n ır ve test ederken uygulanabilecek kuramların kapsamını dogmatik yanlışlamacının salt gözlem sel kuramlarının kapsamının çok ötesin­ de genişletir. Örneğin büyük bir radyo-yıldızın, onun yörün­ gesi etrafında dönen radyo-yıldız uydularından oluşan bir sistem içinde keşfedildiğini farzedelim . İlgilenm ek için mü­ him bir konu olabilecek bu gezegen sistemi üzerinde bir kütleçekim kuramını test etmek istiyoruz. Farzedelim ki Jodrell Bank gezegenlere ait, kuramla tutarsızlık gösteren b ir takım uzay-zaman koordinatları sunmakta başarılı olmuş. Bu te­ 45

A.g.e., kısım 28. Bu m etodolojik açıdan "tem el" önerm elerin temel o l­ m ayışları hakkında, bkz. e.g. Popper [19341 m u h telif yerlerde ve Popper [1959aJ, s. 35, n. *2.

46

Bkz. Popper İ1934], kısım 26'nın sonu ve 11968c] tarih li eserinden s. 291 -

41

Bkz. Po pp er [1963J, s. 390.

44

A slın d a, Popper "gözlem sel" kelimesini dikkatle tırnak içine alır; bkz.

2.

[19341 tarihli eseri, kısım 28.

51

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

mel önermeleri yan lışlayd ılar olarak kabul edeceğiz. Tabi ki bu temel önermeler alışılagelm iş anlamıyla "gözlemsel" değil, sadece "'gözlem sel'"dir; bu temel önermeler ne insan gözünün ne de optik aygıtların ulaşabildiği gezegenleri ta rif eder. Doğruluk değerlerine bir "deneysel teknik" a racılığıy­ la ulaşılır. Bu "deneysel teknik" kanıtlarla desteklenmiş bir radyo-optik kuramının uygulaması üzerine bina edilmiştir. Bu önermeleri "gözlem sel" olarak adlandırmak, metodolojik yanlışlamacınm probleminin bağlamında, yani kütleçekim kuramımızı test ederken, m etodolojik yanlışlamacı radyooptiği eleştirel olmayan b ir biçimde, "arka plan bilgisi" ola­ rak kullanır demenin farklı b ir yolundan başka b ir şey de­ ğildir. Test edilen kuram ı sorunsuz arka plan bilgisinden ayırm ak için karar almaya duyulan ihtiyaç m etodolojik yanlışlam acılığın bu tü rü n ü n tipik b ir ö zelliğid ir ,49 (Bu du­ rum Galileo'nun Jüpiter'in uydularını "gözlemlemesinden" pek de farklı değildir; dahası, bazı çağdaşlarının belirttiği gibi Galileo, aslında var olmayan ve günümüz radyo-optiğine nazaran o dönemde yeterince pekiştirilmemiş, hatta yeterince seçik olarak dile getirilm emiş bir optik kuramını dayanak alıyordu. Öte yandan, insan gözünün bildirdiklerini "gözlem sel" olarak adlandırmak sadece insanın görme y eti­ si üzerine belirsiz b ir fizyoloji kuramına “dayandığımızın" göstergesidir.)50 Bu bakış açısı b ir kurama belirli bir bağlamda (meto­ dolojik açıdan) "gözlem sel" statüsü atfetmede rol oynayan uzlaşımsal unsuru gözler önüne serer.51 Aynı şekilde, hangi "gözlem sel kuram"ı uygulayacağımıza karar verdikten sonra kabul ettiğim iz temel önermelerin gerçek doğruluk değerle­ rine ilişkin verilecek karar, dikkate değer oranda uzlaşımsal bir unsur içerir. Tek bir gözlem basit bir yanlışın tesadüfi 49

Bu ayrım m etodolojik yan lışlam acınm k ararların ın hem ilk hem de d ör­ d ü n cü tipinde rol oynar. ID ördü n cü k a ra r hakkında, bkz. aşağıda, s. 26.)

50

M uhteşem b ir tartışm a için, bkz. Feyerabend 11969a].

51

D oğalcı yan lışlam acılığın term inolojisinden aynlıp.jgözlem kuram ların ı 'm ih enk taşı kuram lar’ olarak yeniden a dland ırm an ın daha iyi olup o l­ m ayacağı merak konusudur.

52

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

sonucu olabilir; bu tarz riskleri azaltmak için, metodolojik yanlışlamacı bir güvenlik kontrolü tavsiye eder. Böyle bir kontrolün en basit şekli deneyi tekrarlamaktır (kaç kez tek­ rarlamak gerektiği b ir uzlaşı konusudur); böylece olanaklı yanlışlayıcıyı "desteklenmiş b ir yanlışlayım hipotezle" güç­ lendirm iş oluruz.52 M etodolojik yanlışlamacı aynı zamanda, esasen, bu uzlaşıların kurumsallaştığını ve bilim sel topluluk tarafından onaylandığını belirtir; "kabul edilm iş" yanlışlayıcılar listesi deneysel alanda çalışan bilim insanlarının hükmüyle belir­ lenir.53 M etodolojik yanlışlamacı, "deneysel temelini" böyle ku­ rar. (Tırnak işaretini terime ironik vurgu katmak için kul­ lanır.54) Bu "temeT'e doğrulamam standartlara göre "temel" demek zordur; hiçbir noktası kanıtlanmış değildir, "batak­ lığa çakılmış kazıklar"dan55 başka b ir anlama gelmez. As­ lında, bu "deneysel temel" bir kuramla çelişirse, kuramın "yanhşlandığı” söylenebilir, ama bu yanlışlanma çürütülme anlamına gelmez. Metodolojik "yanlışlama" dogmatik yanlışlamadan oldukça farklıdır. Bir kuram yanlışlanmışsa, yan­ lışlığı ispatlanmıştır; "yanlışlanmışsa," hâlâ doğru olabilir. Bir kuramın fiilen "saf dışı edilmesfi'yle gerçekleşen bu tarz b ir "yanlışlama" prosedürü izlersek, kendim izi doğru b ir ku­ ramı saf dışı etmiş ve yanlış b ir kuramı kabul etmiş halde bulabiliriz (eski moda doğrulamacıya son derece korkunç gelecek bir ihtimal). Metodolojik yanlışlamacı yine de yapılması gerekenin tam da bu olduğunu söyler. M etodolojik yanlışlamacı, yanılabilircilik ile (doğrulamacı olmayan) rasyonaliteyi uzlaştır­ mak istiyorsak bazı kuramları sa f dışı etmenin b ir yolunu 51

Bkz. Po pp er 11934], kısım 22. Pek çok felsefeci Popper'ın temel b ir öner­ m enin kuvvetlendirilm iş b ir yanlışlayım hipotezle desteklenm ediği s ü ­ rece herhangi b ir şeyi çürütecek gücü o lm ad ığın a d air koşulunu gözard ı etmiştir.

53

Bkz. Popper [1934]. kısım 30.

M

Po p p e r (1963a], s. 387.

65

Po pp er [1934]. kısım 30; ayrıca bkz. kısım 29: "Temel önerm elerin görece­ liliği."

51

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

bulmak zoru n d a old u ğum uzun farkındadır. Başarılı ola­ mazsak, bilim in gelişmesi sadece büyüyen kaostan ibaret olacaktır. M etodolojik yanlışlamacı, şu halde sa f dışı etme yoluyla bir seçme yöntemi uygulamak istiyorsak ve sadece en uy­ gun kuramların hayatta kaldığından emin olmak istiyorsak, kuramların hayatta kalma çabalarının çok sert koşullarda geçmesi gerektiğini savunur.56 Alman riske rağmen b ir ku­ ram b ir kez yanlışlandıktan sonra, sa f dışı bırakılm alıdır: "Kuramları sadece testler karşısında dayanıklı oldukları sü­ rece kullanırız."57 Kuramların sa f dışı edilmesi m etodolojik açıdan geri dönülmez olm alıdır: "Genelde özneler arası test edilebilir b ir yanlışlamayı nihai kabul ederiz... Daha sonra gelen deneylerle desteklenmiş bir değerlendirme... deney­ lerle olumlu derecede desteklenmiş olma durumunu olum­ suz derecede desteklenme durumuna çevirebilir, fakat tersi gerçekleşmez."58 M etodolojik yanlışlamacı batağa saplan­ maktan nasıl kurtulduğumuzu böyle açıklar: "Bizi hiçbir yere gitmeyen bir izi takip etmekten kurtaran daima deneydir."59 Dogmatik yanlışlamacımn birleştirdiği ç ü rü tm e ile red­ detm eyi

m etod olojik

yanlışlam acı birbirind en

ayırır,.60

Metodolojik yanlışlamacı bir yanılabilircidir fakat yanılabilirciliği onun eleştirel duruşunu zayıflatmaz: Yanılabilir 56

Po pp er (1957b],'s. 134. Popper, b a şk a yerlerde, b u metodun en uygun o la ­ nın hayatta kalm asını "garan ti edem eyeceğini" vurgular. D oğal seçilim kötü so n u çla n a b ilir ve can ava rla r hayatta kalırken en uygun o la n la r yok olabilir.

57

Po pp er [1935].

58

Popper [19341, kısım 82.

59

Popper 11934], kısım 82.

®

Bu tarz b ir m etodolojik "y an lışlam a,“ dogm atik ya n lışlam ad an (çürütm e­ den) farklı olarak pragm atik, m etodolojik b ir fikirdir. Fakat b u durum da yan lışlam ad an ne anlayacağız? P opp er'm , benim b ir kenara b ıra k a c a ­ ğım, yanıtı m etodolojik "y an lışlam am n " işaret ettiği şeyin "y an lışlanm ış b ir hipotezi dah a iyi b ir hipotezle acil olarak değiştirm e ihtiyacı" (P opper İ1959al, s. 87, n. *1) olduğudur. Bu, benim 11963-4) tarihli eserim de ta rif ettiğim, eleştirel tartışm anın başlan gıçtaki soru n u eski terimleri d e ğ iş­ tirm eden başka b ir yere k aydırdığı sürecin lıarikp b ir örneklem esidir. Böyle süreçlerin yan ürünleri anlam değişiklikleridir. D aha detaylı b ir tartışm a için, bkz. aşağıda, s. 37, n. 5 ve s. 70, n. 4.

54

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

önermeleri ödünsüz bir politika için bir "temele" dönüştürür. Buna dayanarak yeni b ir sınır koyma ölçütü önerir; sadece belirli "gözlem lenebilir" olgu durumlarını yasaklayan ve do­ layısıyla "yanlışlanabilen" ve reddedilebilen kuramlar, yani "gözlem sel" olmayan önermeler, "bilim seldir"; ya da, kısaca, b ir kuram "deneysel tem ele"sahip old uğu d uru m d a "b ilim ­ seld ir" (ya da "kabul edilebilir"). Bu ölçüt dogmatik ve m e­ todolojik yanlışlamacılık arasmdaki farkı keskin bir şekilde gözler önüne serer.61 Bu m etodolojik sınır koyma ölçütü dogmatik olana naza­ ran çok daha fazla özgürlük alanı tanır. Metodolojik yanlışlamacılık yeni eleştiri alanlan açar; daha fazla sayıda ku­ ram "bilim sel" sıfatını haketme şansma kavuşur. Daha önce gözlem sel kuramlara oranla daha fazla "gözlem sel" kuram olduğunu görmüştük,82 dolayısıyla temel önermelere oranla daha fazla "temel" önerme vardır.83 Dahası, bu şekilde olası­ lıkçı kuramlar "bilim sel” olarak nitelenecek yeterlilikte ola­ bilirler; yanlışlanabilir olm asalar da ilave bir (üçüncü tip) kararla kolayca "yanlışlanabilir" hale getirilebilirler. Bilim adamı böyle bir kararı, istatistik açıdan yorumlanmış kanıtı olasılıkçı kuramla "tutarsız" hale getiren birtakım reddetme kuralları belirlemek vesilesiyle alabilir.64 01

D ogm atik yan lışlam acının sın ır koyma ölçütü şöyleydi: B ir kuram d e ­ neysel temele sah ip se “bilim seld ir" Ibkz. yukarıda, s. 16).

62 63

Bkz. yukarıda, s. 14-15. Popper, tesadüfen, [19341 tarihli eserinde bu noktayı açıkça görm üş g i­ b i görünm üyor. Şöyle yazar. “Kabul etmek gerekir ki, gözlem len ebilir olay kavram ım psikolojik a n lam da yorum lam ak m ümkündür." Ben bu kavram ı "iri ölçekli fiziki cisim lerin konum ve hareketlerini içeren b ir olay" ((1934), kısım 28.) ifad esiyle yer değiştirm esi m üm kün olacak b ir a n lam da kullanıyorum . Tartışm am ızın ışığın d a, örneğin b ir W ilso n o d a ­ cığından t0 anında geçen b ir pozitronu, pozitron un iri ölçekli olm ayan karakterine rağm en "gözlem len ebilir” b ir olay olarak görebiliriz.

M

P o p p e r [19341, kısım 68. A slın d a, bu m etodolojik yanlışlam acılık m odem istatistikteki pek çok ilginç gelişm enin felsefi temelidir. N eym an-Pearson yaklaşım ı tamamen m etodolojik y an lışlam acılığa dayanır. Ayrıca bkz. B raith w aite [1953), bölüm VI. (Ne yazık ki, Braithw aite Po pp er'm s m ır koyma ölçütünü, bilim sel önerm eleri bilim sel olm ayanlardan ayır­ mak yerine an lam lı önerm eleri anlam sız o lan lard an ayırdığı şeklinde yeniden yorum lar).

55

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Bu üç karar bile beraberinde bir ceteris paribus koşulu taşımadan "gözlem lenebilir" hiçbir şeyi açıklayamayan bir kuramı "yanlışlamamıza" olanak sağlamaya yeterli d eğil­ dir. 65 Böyle bir kuramı "yanlışlamaya" yetecek hiçbir sınırlı "gözlem ” kümesi yoktur. Peki, durum buysa, "doğa yasaları­ nı ya da kuramları... haklarında kısmen karara varılabilen, yani mantıksal sebeplerle, doğrulanamayan fakat asim et­ rik b ir şekilde yanlışlanabilen önermeler... olarak yorum la­ ma" iddiasında olan b ir m etodoloji makul bir şekilde nasıl savunulabilir?66 New ton'ın hareket ve kütleçekim kuramı gibi kuramları, haklarında “tek taraflı karar verilebilir" ku­ ramlar olarak nasıl yorumlayabiliriz?67 Böyle durumlarda, "test sonucunda yanlışlandığı takdirde bir kuramı reddet­ mek için, onun zayıf noktalarını bulmak amacıyla yanlış kuramları temizlemek konusunda samimi bir çabayı" nasıl gösterebiliriz?68 Onları rasyonel tartışma düzlemine nasıl çekebiliriz? M etodolojik yanlışlamacı problemi (d ö rd ü n ­ cü tip) bir karar daha alarak çözer: Ceteris paribus koşulu taşıyan bir kuramı test edip bu birleşim in çürütüldüğünü gördüğünde, bu çürütmeyi spesifik kuramın da çürütülmesi olarak kabul edip etmemeye karar vermek zorundadır. Ör­ neğin Merkür'ün "aykırı" günberisini Nevvton'm kuramının, bilinen başlangıç koşullarının ve ceteris paribus koşulunun üçlü birleşim i olan, JV^'ün çürütülmesi olarak kabul edebilir. Sonra başlangıç koşullarını "ciddi bir şekilde"69 test eder ve onları sorunsuz ardalan bilgisine havale etmeye karar vere­ bilir. Bu karar Nevvton'm kuramı ile ceteris paribus koşulu­ nun ikili birleşim i olan, JV2'nin çürütülmesini içerir. Şimdi metodolojik yanlışlamacı can alıcı karan vermek zorunda­ dır: Ceteris paribus koşulunu da "sorunsuz ardalan bilgisi" havuzuna havale edecek midir, etmeyecek midir? Eğer ceteris 65

Bkz. yukarıda, s. 18-20.



Po pp er 119331.

C7

Po pp er [1933].



Po pp er [1957bl, s. 133.

65

Poppercı m etodolojinin bu önem li kavram ına ilişkin b ir tartışm a için, bkz. cilt 2, bölüm 8. s. 185 vd.

56

YANLIŞIAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

paribus koşulunun oldukça iyi b ir şekilde desteklenmiş o l­ duğu sonucunu bulursa böyle yapacaktır. Bir ceteris paribus koşulunu ciddi b ir şekilde test etmek nasıl mümkün olabilir? Etki eden başka faktörler de old u ğu­ nu varsayarak, böyle faktörleri belirterek ve bu belirli var­ sayımları test ederek. Bunların çoğu çürütülmüşse, ceteris paribus koşulu oldukça iyi bir şekilde desteklenmiş olarak görülecektir. Bununla birlikte, beraberinde getirdiği ağır sonuçlar sebebiyle b ir ceteris paribus koşulunu "kabul etme" kararı oldukça risklidir. Eğer kabul edilmesine karar verilirse so­ runsuz ardalan bilgisine dahildir. Merkür'ün günberisini N2 deneysel temeli üzerinden betimleyen önermeler Nevvton'm özgün kuramı JV/in deneysel temeline ve daha önce N t ile ilişkisinde sadece "aykırılık" olarak görülen şey de bu yeni durumda ona karşı can alıcı bir kanıta, onun yanlışlamasma dönüşür. (A önermesinin betim lediği b ir olayı, A önermesi K kuramı ile bir ceteris paribus koşulunun birleşim inin po­ tansiyel bir yanlışlayıcısı ise, "K kuramına ilişkin bir aykı­ rılık " olarak adlandırabiliriz; fakat bu olay, ceteris paribus koşulunu "sorunsuz ardalan bilgisine" havale etmeye karar verdikten sonra K kuramının kendi başına potansiyel bir yanlışlayıcısm a dönüşür.70 Acımasız yanlışlamacımıza göre yanlışlamalar metodolojik açıdan geri dönülmez olduğu için,71 bu nihai karar Nevvton'm kuramının metodolojik açı­ dan elim ine edilmesi anlamına gelir ve bu kuram üzerinde yapılacak daha sonraki çalışmaları irrasyonel kılar. Bilim insanı, "belki de, geri dönülm ez şekilde ç ü rü tü lm ed iği süre­ ce başarılı bir sistemi savunmanın kendi işi olduğuna ina­ narak" böyle cesur kararlar almaktan geri durursa "asla de­ neyimden faydalanamayacaktır."72 Bu durumda bilim insanı yozlaşarak, "deneysel sonuçlarla kuram arasında varolduğu iddia edilen uyuşmazlıkların sadece görünüşte olduğunu

70

G eliştirilm iş b ir "açıklam a” için, bkz. aşağıda, s. 72, n. 3.

71

Bkz. yukarıda, s. 24, text to nn. 5 ve 6.

77

Po pp er 119341, kısım 9.

57

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ve kavrayışım ızın gelişm esiyle yokolacağım " daima iddia edebilen bir savunucuya dönüşecektir.73 Fakat yanlışlamacıya göre bu, "bilim insanına yakışan eleştirel tavrın tam tersidir"74 ve buna müsaade edilemez. Metodolojik yanlışlamacınm en sevdiği ifadelerden birini kullanmak gerekirse; kuram "kellesini koltuğuna almaya zorlanmalıdır." M etodolojik yanlışlamacı, mesele sorunlu olan ile olm a­ yan arasına simi1koyan çizginin nereden çizileceğine karar vermeye geldiğinde, sınırları çok iyi çizilmiş bir bağlamda olsa dahi, çok zor bir durum içindedir. Ceteris paribus ko­ şullarına ilişkin karar vermek zorunda kaldığında, yüzlerce "aykırı fenomen" içinden birini "can alıcı deney" statüsüne terfi ettirmesi ve böyle bir durumda deneyin "kontrollü" ol­ duğuna karar vermesi gerektiğinde içinde bulunduğu durum en zor halini alır.76 Böylece bu dördüncü tip kararın yardımıyla,76 m etodolo­ jik yanlışlamacımız Nevvton'm kuramı gibi kuramların bile "bilim sel" olduklarını söyleyebilmekte nihayet başarılı o l­ muştur.77 73

A.g.e.

74

A.g.e.

75

“Kontrollü d en e yler'le ilgili .problem in, bu tarz kararların içerdiği ris ­ ki en aza indirecek şekilde deneysel k o şu lla n düzenlem e problem in den ba şk a b ir şey olm adığı söylenebilir.

76

Bu k a ra r tipinin ilk kararla aynı kategoriye ait olm ası önem lidir: Zira sorun lu b ilg iy i so run suz oland an ayınr. Bkz. yukarıda, s. 23, not 3'e ait metin.

77

Açıklam am ız, b ir kuram ın 'd en ey sel içeriğini,” yani potan siyel yan lışlay ıcıla n n ın küm esini tanım lam akta gerekli olan k a ra rların k arm aşık lığı­ nı açıkça gösteriyor. "Deneysel içerik ' hangi "gözlem sel k u ram la rı" k ul­ lan acağım ıza ve h an gi aykırılıkların karşı örnekler olarak seçileceğine ilişkin vereceğim iz karara bağlıdır. H an gisin in "daha bilim sel" olduğunu görm ek için fark lı bilim sel k uram ların deneysel içeriklerini k a rşıla ştır­ maya girişilirse, o n la n n “görece atomik önerm eler" sınıflarına ve b u n ­ ların "u ygulam a a la n la n "n a ilişkin son derece karm aşık ve dolayısıyla tamamen keyii k a ra r sistem lerine göm ülm ek kaçınılm azdır. (Bu teknik terim lerin a n la m la n için, bkz. Popper 119341, kısım 38.) Fakat böyle b ir karşılaştırm a ancak b ir kuram diğerini hüküm süz kıld ığın da m üm kün­ d ü r (bkz. Popper I1959al, s. 401. n. 7). O durumd^ı bile bazı zorluklarla k a rşıla şıla b ilir (yine de geri dönüşü olm ayan "ölçüştürülem eziik" d u ru ­ m uyla sonuçlanm ayacaktır).

58

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Aslında, bu metodolojik yanlışlamacım ızın b ir adım daha atmaması için hiçbir sebep yoktur, öyleyse bu dört kararın bile deneysel olarak yanlışlanabilir b ir kurama dönüştürem ediği bir kuramı, önceden bilim selliği tem ellendirilm iş ve iyice desteklenmiş b ir başka kuramla ters düştüğü durumda neden yanlışlanmış kabul etmeyelim ki?78 Nihayetinde, gözlemsel bir kuramın ışığında potansiyel yanlışlayıcılanndan birinin doğru olduğunu gördüğümüzde bir kuramı reddediyorsak, sorunsuz ardalan bilgisine havale edilebilecek bir kuramla d oğrud an doğruya çelişki içinde olduğunda neden reddetmeyelim ki? Bunu yapmak, beşinci tip b ir kararla "sentaktik açıdan metafizik" kuramları, yani "tüm -bazı"' ile başlayan önermeler ya da sadece varlık b il­ diren önermeler78 gibi m antıksal fo rm la rı sebebiyle uzayzamansal açıdan tekil potansiyel yanlışlayıcılan olmayan kuramları bile sa f dışı etmemize olanak sağlar. Özetlemek gerekirse: Metodolojik yanlışlamacı, yamlabilircilikle sıkı eleştiriyi birleştirm e sorununa ilginç bir çözüm önerir. Yanılabilirciliğin dogmatik yanlışlamacmın ayağını kaydırmasından sonra yanlışlamaya felsefi bir te­ mel sağlamakla kalmaz, aynı zamanda böyle bir eleştirinin kapsamını da önemli ölçüde genişletir. Yanlışlamayı yeni bir bağlama taşıyarak, dogmatik yanlışlamacınm çekici ahlaki kurallarını kurtarır. Buna göre bilim sel dürüstlük, sonuçlan kuramla çeliştiği takdirde kuramın terk edilmesini zorunlu kılacak b ir deneyi peşinen belirtmekte yatar.80 M etodolojik yanlışlamacılık hem dogmatik yanlışlamacılığın hem de muhafazakar uzlaşmacılığın ötesine geçen dik­ kate değer bir ilerlem e sağlamıştır. Riskli kararlar alınması­ nı salık verir. Ne var ki, bu riskler tedbirsizce bir cüretkarlık

78

Bunu öneren J. 0. W isd om 'd ir; bkz. [1963) tarihli eseri. Tüm el önerm eler ve tikel önerm eler -ç n .

18

Örneğin; "Tüm m etallerin b ir çözücüsü v a rd ır"; ya da "Tüm m etalleri a ltı­ na dön üştürebilen b ir m add e vard ır." Böyle kuram lara d air b ir tartışm a için, bkz. özellikle W atkin s [19571 ve W atkin s [19601. Fakat bkz. aşağıda, s. 42-3 ve s. 95-6.

60

Bkz. yukarıda, p. 12.

59

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

gerektirir ve bunları azaltmanın b ir yolunun olup olm adığı merak edilir. Gelin ilk önce söz konusu bu risklere yakından bakalım. K a rarlar bu metodolojide, uzlaşım cılığm her türünde o l­ duğu gibi, can alıcı bir rol oynar. Ne var ki, bizi feci halde yanlış yollara sürükleyebilecek olan da yine bu kararlardır. Bu noktayı ilk kabul eden m etodolojik yanlışlamacıdır. Buna rağmen, der metodolojik yanlışlamacı, aldığım ız risk, ilerle­ me ihtim ali için ödemek zorunda olduğumuz bedeldir. M etodolojik yanlışlam acım ızm gözü kara tavrım takdir etmek zorundayız. O kendini, felakete götüren iki alternatif karşısında, ikisinin m eziyetlerini soğukkanlılıkla kıyasla­ yarak daha az kötücül olanını seçme cesaretini gösterm iş bir kahraman gibi hisseder. İki alternatiften b iri "her şey uyar" tavrıyla, tüm entellektüel standartlan ve dolayısıy­ la bilim sel ilerlem e fikrini iç karartıcı biçim de terkeden kuşkucu yanılabilircilik idi. H içbir şeyin doğruluğu kabul edilemez, hiçbir şey reddedilemez, hatta hiçbir şey anlatı­ lamaz: Bilimin gelişm esi kaosun, gerçek bir kargaşanın bü­ yümesidir. İki bin y ıl boyunca, bilim insanları ve bilim sel düşünmeye yatkın felsefeciler bu kabustan kaçabilmek için birtakım doğrulamam yanılsamayı seçtiler. B azıla n tü m e ­ v a rım a d o ğ ru la m a a lık ile irrasyonalizm arasında b ir ter­ cih yapılm ası gerek tiğin i savundu: "Tümevarım ilkesini ya da bunun bir dengini b ild iğim izi ileri süren dogmatik bir savdan farklı herhangi bir çıkar yol göremiyorum; bunun dışında kalan tek alternatif, bilim in ve sağduyunun bilgi olarak gördüğü neredeyse her şeyden vazgeçmektir."81 M eto­ dolojik yanlışlam acım ız böyle bir kaçışı gururla reddeder: Yanılabilirciliğin tam etkisinin gerektirdiği niteliklere uy­ gun olma cesaretini gösterirken, aynı zamanda dogma içer­ meyen cesur ve riskli b ir uzlaşım cı politika izleyerek kuşku­ culuktan kaçınır. Risklerin tamamen farkındadır fakat b ir tü r m etod olojik y an lışla m a alık ile irrasyonalizm arasında b ir tercih yapılm asının zo ru n lu olduğu görüşünde diretir. 81

R ussell İ l 943], s. 683.

60

YANUŞIAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Kazanma şansının çok az olduğu b ir oyuna davet eder fakat oynamanın vazgeçmeye nazaran yine de daha iyi olduğunu savunur.82 Aslında, hiçbir alternatif eleştiri metodu önermeyip n aif yanlışlam acılığı eleştirenler kaçınılmaz bir şekilde irrasyonalizm e sürükleneceklerdir. Örneğin Neurath'm, yanlışlamanın ve hipotezlerin bu şekilde sa f dışı edilmesinin aslında "bilim in gelişmesini engellemiş" olduğunun ortaya çıkabi­ leceği şeklindeki83 açıklıktan yoksun argümanı, Neurath'm önerdiği görünen tek alternatif, kaos olduğu sürece hiçbir önem arz etmez. Hempel "bilim in, ziyadesiyle onaylanmış b ir kuram ile tesadüfen ortaya atılmış uyum göstermeyen bir deneysel önerme arasında doğan b ir çatışmanın, birin­ cinin kurban edilmesi yerine İkincinin hükümsüz kılınması yoluyla çözülebildiği pek çok örnekle dolu olduğunu" vurgu­ lamakta kuşkusuz haklıdır.84 Buna rağmen n a if yanlışlamacılığm kinden farklı hiçbir "temel standart" öneremeyeceğini kabul eder.85 Neurath ve görünüşe bakılırsa Hempel, yanlışlam acılığı "sahte akılcılık" olduğu gerekçesiyle reddeder;86 fakat "gerçek akılcılık" nerededir? Popper 1934'te, Neurath'm aşırı hoşgörülü olan m etodolojisinin (ya da metodoloji yok­ sunluğunun) bilim i deneysel olmayan, dolayısıyla da akıldışı 82

Em inim ba zıları m etodolojik yan lışlam acılığı ’varoluşçu' b ir bilim fe ls e ­ fesi olarak görm eye istekli olacaktır.

63

N eu rath [1935], s. 356.

84

H em p el (1952], s. 621. A gassi, [19661 tarihli eserinde N eu rath ve H em p el’i takip eder, özellikle s. 16 vd. A g a ssi’nin, m eram ını izah ederken “bilim in m etod lan n a ilişkin üretilm iş tüm y a z ıla n la r la kavgaya tutuşm aya h a ­ zırlan dığın ı düşünm esi oldukça komiktir. A slın d a, pek çok bilim in sanı k uram larla olg u ların karşılaşm asına içkin zorlu k ların tam am en farkındaydılar. {Bkz. Einstein [1949], s. 27.) Yanlışlam a c ılığa sıcak bak an birtakım felsefeciler "bilim sel b ir hipotezi ç ü rü t­ m e sürecinin ilk bakışta görün d üğün den dah a karm aşık old uğun u" v u r­ g u la d ıla r (Braithvvaite [19531, s. 20). Buna karşın sadece Popper yapıcı, rasy on el b ir çözüm önerdi.

85

H em pel [1952|, s. 622. H em pel'in deneysel kesinlik üzerine taze ve yeni tezleri N eu rath 'm ve Popper'ın eski a rgü m an ların ı (ban a göre C a m a p ’a karşı) cilalayıp yeniden sunm aktan başka b ir şey yapm az; fakat yazık ki ne kendinden öncekilerden ne de rakip lerind en söz eder.

86

N eu rath [1935).

61

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

bir hale getireceği konusunda çoktan uyanda bulunmuştu: "Bir protokol önermesini 'silmenin' (ya da 'kabul etmenin') keyfiliğini sınırlayacak bir takım kurallara gerek duyanz. Neurath böyle kurallar sunmayı başaramaz ve dolayısıyla farkında olmadan deneyciliği terk eder... Sorun yaratan bir protokol önermesini kolayca 'silm e' izni verilirse (Neurath’m görüşüne göre herkese bu izin verilebilir) her sistem savunu­ la b ilir hale gelir."87 Popper tüm önermelerin yanılabilir oldu­ ğu hususunda Neurath'a katılır; fakat bu önermeler çatıştıklannda bize rehberlik edecek sağlam b ir rasyonel strateji ya da metodumuz olm adığı takdirde ilerlem e kaydedemeyeceğimizi özellikle vurgular.88 Ne var ki, şimdiye dek tartıştığım ız metodolojik yanlışlam acılık türünün katı stratejisi fazlasıyla katı değil mi? Sa­ vunusunu yaptığı kararlar fazlasıyla keyfi olmaya mahkûm değil mi? M etodolojik yanlışlam acılığı dogmatik olandan ayıran tek unsur olarak, birincinin yam labüirciliğe sözde bağlılık gösterm esi olduğu bile iddia edilebilir! Bir eleştiri kuramını eleştirmek genelde çok zordur. Do­ ğalcı yanlışlam acılığı çürütmek nispeten kolaydı, çünkü de­ neysel bir algı psikolojisine dayanıyordu: doğrudan doğruya yanlış olduğu gösterilebilirdi. Ne var ki, metodolojik yanlış­ larca nasıl yanlışlanabilir? H içbir felaket asla, doğrulamacı olmayan bir rasyonalite kuramını çürütemez; dahası, epistemolojik bir felaketi fark etmek nasıl mümkün olabilir? Ba­ şarılı kuramlarımızın doğruya yakınlıklarının" artışını ya da azalışını değerlendirecek hiçbir yolumuz yoktur.89Bu aşama­ da bırakın rasyonalite kuramlarım, bilim sel kuramlar için bile genel bir eleştiri kuramı geliştirm iş değiliz;90 dolayısıy­ 87 88

Popper (1934), kısım 26. NeurathTn [19351 tarihli eseri Popper’ın b a sit argüm anını h içb ir zam an anlam am ış olduğun u g ö zle r önüne serer. Verisim ilitude -ç n .

88

"D oğruya yakınlık” tabirin i Popper'ın kullanm ış old uğu anlam da; yani b ir kuram ın d oğruluk içeriği ile yan lışlık içeriği arasın dak i fark a n la ­ m ında kullanıyorum . D oğruya yakınlığı kestirmenin barın d ırd ığı riskler hakkında, bkz. cilt 2, bölüm 8, özellikle s. 183 vd.

88

[197la l ve [1971c] tarihli eserlerim de ve bölüm 3'te böyle b ir genel eleşti-

62

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

la metodolojik yanlışlam acılığı yanlışlamak istiyorsak bunu, nasıl yapacağım ız konusunda bir kurama kavuşmadan önce başarmak zorundayız. En meşhur can alıcı deneylerin tarihsel ayrıntılarına baktığımızda, bunların ya herhangi bir rasyonel sebebe da­ yanmaksızın can alıcı olarak kabul edildiğini ya da kabul edilişlerinin temelinde yatan rasyonalite ilkelerinin az önce tartıştıklarım ızdan tamamıyla farklı olduğunu görürüz. Yan lışlam acımız, her şeyden önce, inatçı kuramcıların deneysel hükümlere sıklıkla meydan okumaları ve onlan tersine de­ ğiştirm eleri olgusundan müteessir olmalıdır. Betim lediği­ miz bilim sel "yasa ve düzeıı"e ilişkin yanlışlamacı anlayışta böyle başarılı cazibelere yer yoktur. Bir ceteris paribus koşu­ lu eklenen kuramların yanlışlanmasında başka zorluklar da baş gösterir.91 Onların tarihte gerçekleştiği şekliyle yanlışlanm alan, yanlışlamacımızın standartlarına göre ilk bakışta irrasyoneldir. Bu standartlara göre, bilim insanları sıklıkla irrasyonel b ir yavaşlık gösterirler; örneğin ceteris paribus koşulu da yeterince desteklendiği halde, Merkür'ün günberisinin bir aykırılık olarak kabul edilm esiyle bunun Nevvton'ın kuramının yanlışlanması olarak kabul edilmesi arasında seksen beş y ıl geçti. Diğer taraftan, bilim insanlarının sık­ lıkla irrasyonel b ir şekilde acele hareket ettikleri görünür; örneğin dünyanın dönmediğine işaret eden pek çok kanıt o l­ duğu halde Galileo ve öğrencileri Kopem ikçi güneş merkezli gökyüzü mekaniğini kabul ettiler ya da Bohr ve öğrencile­ ri ışığın yayılımına ilişkin bir kuramı, M axw ell'in yeterince desteklenmiş kuramına ters düşmesine rağmen kabul ettiler. Dogmatik yanlışlamacılıkta ve metodolojik yanlışlamacılıkta ortak olup bilim in gerçek tarihiyle uyumsuz iki can alıcı özelliği fark etmek aslında hiç de zor değildir: (1) Bir ri kuram ı geliştirm eye çalıştım . 1,1

K uram ların yan lışlan m ası ceteris paribus koşulunun yüksek desteklen­ me oran ın a b a ğlıd ır; fakat böyle b ir desteklenm e çoğunlukla söz konusu değildir. İşte bu sebeple m etodolojik yan lışlam acı "bilim sel içgüdüm üze" (P op p er 11934), kısım 18, n. 2) ya da "önsezim ize" (Braithw aite 119531, s. 20) güvenm em izi salık verebilir.

63

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

test, kuram ile deney arasındaki, nihai karşılaşmada sade­ ce bu ikisinin birbiriyle yüzleşeceği, iki taraflı b ir d övüştür ya da o hale g e tirilm e lid ir; (2) böyle bir yüzleşmenin tek ilgi çekici sonucu (geri dönülm ez) y a n lışla m a d ır;"[yalnızca ger­ çek] keşifler bilimsel hipotezlerin çürütm elerid ir."02 Lâkin bilim tarihi (1') testlerin rakip kuramlar ve deney arasında, en azından üç taraflı dövüşler olduğunu ve (2') en ilgi çekici deneylerden bazılarının, ilk bakışta, yanlışlama yerine onay­ lamayla sonuçlandığını gösterir. Eğer bilim tarihi bilim sel rasyonalite kuramımızı des­ teklemiyorsa ki durum öyle görünüyor, iki alternatifim iz var. İlki, bilim in başarısına rasyonel bir açıklama getirm e çabasından vazgeçmek. Bunun yaptığım ız takdirde, b i­ lim sel kuramların ve ilerlem e ölçütlerinin rasyonel değer­ lendirmesine ilişkin disiplin olarak bilim sel m etot (ya da "keşfin mantığı") yok olur. "Paradigm alar"daki d eğişim leri sosyal psikolojinin term inolojisini kullanarak açıklamak şüphesiz hâlâ mümkündür.93 Bu Polanyi'nin ve Kuhn'un yo­ ludur.94 Diğer altern atif ise yanlışlam acılıktaki uzlaşımcı unsuru en aza ind irgem eye çalışmak (tamamen yok etm e­ miz mümkün değildir) ve m etodolojik-yanlışlam acılığın (1)



A gassi (1959); P o pp er'ın bilim görüşün ü ‘scientia n ega tiva ' (O lum suz b i­ lim -ç n .) olarak a d la n d ırır (A gassi 119681).



Kuhncu kuşkucunun hâlâ “bilimsel kuşkucunun ikilem i" olarak a d la n ­ d ıracağım ikilem den m uzdarip olduğunu bu ra d a belirtm ek gerekir: H er­ han gi b ir bilim sel kuşkucu her şeye rağm en inançlardaki değişim leri açıklam aya çalışacak, kendi psikolojik kuram ının ise b a sit b ir inançtan d ah a fazlası olduğunu, b ir anlam da “bilim s e ]” olduğun u düşünecektir. Hume, öğrenmeye ilişkin uyarıcı-tepki kuram ının yard ım ıyla bilim in sadece b ir in an ç la r sistem i olduğun u gösterm eye çalışırken, öğrenm e kuram ının kendi öğrenm e kuram ı için de geçerli olup olm adığı s o ru s u ­ nu asla sorm adı. Ç ağ d aş term inolojiyle şu şekilde sorabiliriz: K uhn'un felsefesinin p op ü lerliği in san ların onun d oğru lu ğu n u n fark ınd a o ld u k ­ ların a mı işaret eder? E ğer böyleyse çürûlülecektir. Yoksa bu popülerlik in sanların ona yeni, çekici b ir m oda gözüyle baktığını mı gösterir? Bu durum da "doğrulanacaktır." Fakat acaba Kuhn bu “doğrulam ayı" sever miydi?

M

Popper'ın fikirlerinin yayılm asına muhtemelen herkesten fazla katkıda bu lun m uş olan Feyerabend şim di karşı cepheye geçm iş görünüyor. Bkz. 11970b] tarihli etkileyici eseri.

64

YANUŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ve (2) numaralı tezlerle karakterize edilen n a if biçim lerini, yeni b ir yanlışlama tem eli sunarak m etodolojiyi ve b ilim ­ sel ilerlem e fikrini kurtaracak sofistike b ir biçim le değiş­ tirmektir. Bu Popper'ın yoludur ve ben de bu yolu izlem e niyetindeyim .

(c) Naif metodolojik yanlışlamacılığa karşı sofistike yanlışlamacılık İlerletici ve yozlaştırıcı sorun-değişiklikleri Sofistike yanlışlamacılık naif yanlışlamacılıktan lıem ka­ bul kuralları (ya da "sınır koyma ölçütü") hem de yanlışlama ya da saf dışı etme kuralları bakımından farklıdır. N a if yanlışlamacıya göre deneysel olarak yanlışlanabildiği söylenebilen her kuram "kabul edilebilir" ya da "bilim seldir."95 Sofistike yanlışlamacıya göre bir kuram an­ cak kendisinden önceki kuramlara (ya da rakip kuramlara) kıyasla desteklenmiş fazladan deneysel içeriğe sahipse, yani yeni olguların keşfedilmesine yol açıyorsa "kabul edilebilir" ya da "bilim seldir." Bu koşulun, analiz edildiğinde iki mad­ deden oluştuğu görülür: Yeni kuramın fazladan deneysel içeriği vardır (“kabul e d ile b ilirlik ") ve bu fazladan içeriğin bir kısmı doğrulanmıştır (“kabul ed ilebilirlikj'). İlk madde a p rio ri mantıksal analizle anında96 kontrol edilebilir; ikinci sadece deneysel olarak kontrol edilebilir ve bu kontrolün ne kadar süreceği belirsizdir. N a if yanlışlamacıya göre bir kuram onunla çelişen (ya da n a if yanlışlamacmın kuramın onunla çeliştiği şeklinde yorumlamaya karar verdiği) ("güçlendirilm iş")97 bir "gözlem" önermesi tarafından yanlışlanır. Sofistike yanlışlamacıya göre bilim sel b ir kuram olan K ancak ve ancak başka bir K ' kuramı şu niteliklerle ileri sürülmüşse yanlışlanır: (1) K ' K 'ya nazaran fazladan deneysel içeriğe sahiptir; bu da yeni olguları, yani fTm n olasılık tanımadığı, hatta yasakladığı 85

Bkz. yukarıda, s. 25.

06

Lâkin bkz. aşağıda, s. 69-70.

87

Bkz, yukarıda, s. 24, n. l 'e ait metin..

65

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

olguları öngördüğü anlamına gelir;38 (2) K', JC’nın önceki ba­ şarısını açıklar, yani K'nın çürütülmemiş içeriğinin tamamı (gözlemsel hata sınırları içerisinde) İT tarafından da içerilir; ve (3) 12"'nün fazladan içeriğinin bir kısmı desteklenir." Bu tanım lan değerlendirebilmek için arka planlarındaki sorunları ve ortaya çıkardıkları sonuçları anlamak zorun­ dayız. tik önce, uzlaşım cılann hiçbir deneysel sonucun bir kuramı öldüremeyeceğine dair metodolojik keşfini hatırla­ mamız gerekir: Birtakım yardımcı hipotezler yardımıyla ya da terimlerinin uygun bir şekilde yeniden yorumlanmasıyla bir kuram karşı örneklerden korunabilir. N a if yanlışlamacılar can alıcı bağlamlarda, yardımcı hipotezleri sorunsuz ardalan bilgisi alanına havale ederek, böyle hipotezleri test durumuna ilişkin tümdengelimli modelden çıkararak, böy­ lelikle de seçilen kuramı, içinde test deneylerinin saldırılan için bir hedef haline geldiği mantıksal izolasyona zorlaya­ rak bu problem i çözdüler. Ne var ki, bu işleyiş bilim tarihi­ nin rasyonel bir şekilde yeniden-inşası için uygun bir rehber olmadığından, yaklaşım ımızı tamamıyla yeni baştan göz­ den geçirebiliriz. Neden bedeli ne olursa olsun yanlışlamayı amaçlayalım ki? Neden, bunun yerine, bîr kuramı kurtarmak için yapılabilecek kuramsal düzenlemelere belirli standart­ lar şart koşmayalım? Aslında, bu tarz bazı standartlar yüz­ yıllardır bilinmektedir; ad hoc açıklamalara, boş kaçamak ifadelere, vaziyeti kurtarmak için yapılan dilsel numara­ lara karşı yapılmış asırlık esprilerde böyle standartların ifadesiyle karşılaşırız.100 Duhem'in "yalınlık" ve "sağduyu" 88

“Öngörü" kelim esini "geçm işe yönelik so n g ö rü ’yü (postdiction -ç n .) de içeren geniş b ir an lam da kullanıyorum .

38

Bu kabul ve red d etm e kuralları hakkında detaylı b ir tartışma ve P o p p er'm çalışmasına referanslar için . bkz. c ill 2, bölüm 8, s. 170-81. (Düzenleyici ilkeler olarak süreklilik ve tu tarlılığa ilişkini birtakım nite lem eler için, bkz. aşağıda, s. 46-47 ve 55-60.

,0°

Örneğin M olière Hastalık Hastası'ndn. afyonun neden uyuttuğu s o ru s u ­ n a afyonda virtus d orm itiva (Uyutucu güç -çn .) old uğu şeklinde cevap veren doktorlarla d alga geçm işti. Hatta N ew ton 'in m eşhur hypothèses n on fin g o (Hipotezleri u yd u rm u yoru m . N ew ton 'in Principia'n ın İkinci b a sk ısın a eklediği G eneral Scholium m akalesinde geçen ünlü b ir ifad e ­ sid ir -çn .) deyişinin aslın da a d hoc açıklam aları h edef ald ığın ı söylem ek

66

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

terim leriyle bu tarz standartlara gönderme yaptığını gör­ müştük.101 Peki, kuramsal düzenlemelerin koruyucu kuşa­ ğında "yalınlık"tan yoksun olma durumu ne zam an kuramın terkedilmesini zoru n lu kılacak düzeye ulaşır?102 Örneğin Kopem ik'in kuramı ne anlamda Ptolemaios'unkinden "daha yalın" idi?103 Duhem'in "yalınlık"a ilişkin belirsiz tasarımı, naif yanlışlamacının haklılıkla savunduğu gibi, kararı bü­ yük oranda zevke ve modaya bırakır.104 Duhem'in yaklaşımı geliştirilebilir mi? Popper bunu yaptı. Onun, metodolojik yanlışlamacılığm sofistike bir versiyonu olan, çözümü hem daha nesnel hem de daha kesindir. Popper, yardımcı hipotezler yardımıyla kuramlarla olgu önermele­ rinin bağdaştırılmasımn daima mümkün olduğu görüşünde uzlaşımcılara katılır; bilimsel düzenlemeler ile sahte-bilimsel düzenlemeler arasında, kuramın geçirdiği rasyonel ve irras­ yonel değişimler arasında nasıl sınır çizileceği sorunu konu­ sunda da aynı düşünceyi paylaşır. Popper’a göre bir kuramın iyi

ta n ı m l a n m ı ş

birtakım koşulları yerine getiren yardımcı hi­

potezlerle kurtarılması bilimsel ilerlemedir; fakat böyle şart­ ları yerine getirmeyen yardımcı hipotezlerle kurtarılması yoz­ laşmadır. Popper bu tarz, kabul edilemez yardımcı hipotezleri ad hoc hipotezler, yalnızca dilsel aygıtlar, "uzlaşımcı hileler" olarak adlandırır.105Ne var ki, herhangi bir bilimsel kuram, ne dahi müm kündür, fakat kendinin kütleçekim g ü çle ri ile ilgili yaptığı esir-m odeli açıklam ası da Kartezyenlerin itirazla rın ı karşılayabilm ek için üretilm iş b ir ad hoc hipotezdi. 101 Bkz. yukarıda, s. 21. 102 Bu arad a, Duhem, fizyolojide yanlızca deneylerin, yalınlık gözetilm eksi­ zin. kuram ların kaderini belirleyebileceği d ü şü ncesin de B e m a rd ’a k a tıl­ m ıştı. Fakat fizikte deneylerin bu güce sah ip olm ad ığını savun du ([1905], b ölü m VI, kısım I.). 1(0 K oestler K op em ik'in kuram ının dah a yalın old u ğ u efsanesini yaratanın yalnızca G alileo olduğunu haklı olarak ortaya koyar (Koestler 119591, s. 476.); aslın da "dünyanın hareketinin eski kuram ları yalm laştırm aya hizm et letmediğil söylenebilir, çünkü tartışm a yaratan denge noktaları (equant -ç n .) kaybolsa b ile sistem hâlâ yardım cı çem berlerle doluydu" (Dreyer [1906], bölüm XIII). 1M Bkz. yukarıda, s. 22. 104 Popper [1934], kısım lar 19 ve 20. Böyle hileleri "canavar-engellem e" (M onster-barring. Lakatos'un türettiği, istenmeyen karşı örnekleri berta-

67

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

tür bir değişiklikle ortaya çıktığını görebilmek için yardımcı hipotezler, başlangıç koşulları, vb özellikle de kendinden önce gelen kuramlarla bir arada değerlendirilmelidir. Bu durumda, tabi ki, değerlendirdiğimiz şey yalıtılmış kuram lardan çok kuram dizileri olacaktır. Sofistike metodolojik yanlışlamacılığın kabul ve red ö l­ çütlerini neden o şekilde formüle ettiğim iz şimdi kolayca an­ laşılabilir.106 Fakat bu ölçütleri kuram d izileri bakımından açık bir şekilde ifade ederek kısmen yeniden formüle etmek­ te fayda var. Bir kuram dizisi, K t, K2, K3,... alalım. Birbirini izleyen her kuram, bir aykırılıktan kaynaklanan uyumsuzluğu gidermek maksadıyla, bir öncekine yardımcı koşulların eklenmesi so­ nucu (ya da bir öncekinin semantik yeniden-yorumlamaya tabi tutulmasıyla) oluşturulmuş olsun ve her bir kuram en az kendinden önce gelen kuramm çürütülmemiş içeriği ka­ dar içeriğe sahip olsun. Diyelim ki böyle bir kuram dizisi, eğer her yeni kuram kendinden önce gelene nazaran fa zla ­ dan deneysel içeriğe sahipse, yani umulmadık, yeni bir olgu öngörüyorsa kuramsal açıdan ile rle ticid ir (ya da “kuramsal açıdan ilerletici b ir sorun-değişikliği teşkil eder"). Kuramsal açıdan ilerletici bir kuram dizisinin, eğer fazladan deneysel içeriğin b ir kısmı da desteklenmişse, yani her yeni kuram bizi gerçekten yeni bir olgunun keşfine götürüyorsa deney­ sel açıdan da ilerletici olduğunu söyleyelim (ya da “deney­ sel açıdan ilerletici bir sorun-değişikliği teşkil e ttiğ in i").107 Sön olarak, b ir sorun-değişikliğine eğer hem kuramsal hem ra f etmek için b ir hipotezi rafine etmek anlam ında b ir terim -çn.l, "istisna-engellem e" (E xception-barring. Teorem için güvenli b ir geçerlilik alanı oluşturm ak am acıyla istisnaların sıralanm ası -ç n .l. “canavar-düzenlem e" başlıkları altında biçim sel olmayan, yan-denevsel matematikte karşım ıza çıktığı şekliyle detaylı olarak tartıştım; bkz. [1963-41 tarihli eserim. 106 Bkz. yukarıda, s. 31. 107 E ğer P (: “A kuğusu b e y a zd ır'ı zaten biliyorsam , Pw: "Tüm k u ğ u la r beyaz­ d ır" herhangi b ir ilerlem e teşkil etmez, çünkü tek fay dası P2: “B kuğusu beya zd ır“ gibi başka ben zer olguların keşfedilm esine yol açm ak olacak­ tır. Sözde "deneysel genellem eler“ hiçbir ilerleme teşkil etm ez, yeni bir olgu önceki bilginin ışığında olasılık dışı, hatta blanaksız olmalıdır. Bkz. yukarıda, s. 31 ve aşağıda, s. 69 vd.

68

YANUŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

deneysel açıdan ilerletici ise ilerletici, değilse yozlaştırıcı diyelim .108 Sorun-değişikliklerini "bilim sel kabul etmemiz" için en azından kuramsal açıdan ilerletici olm alan gerekir; değillerse "sahte-bilimsel" oldukları gerekçesiyle "reddede­ riz." İlerleme, bir sorun-değişikliğinin ne derece ilerletici olduğuyla, kuram dizilerinin bizi ne oranda yeni olguların keşfine götürdüğüyle ölçülür. Dizideki bir kuram yerini ken­ disinden daha fazla desteklenmiş içeriği olan bir kurama b ı­ raktığında "yanlışlanmış" demektir.109 İlerletici ve yozlaştırıcı sorun-değişiklikleri arasındaki bu ayrım bilimsel (ya da, daha çok, ilerletici) açıklam aların değerlendirilmesi konusuna yeni b ir ışık tutar. Eğer daha önceki b ir kuram ile b ir karşı-örnek arasındaki çelişkiyi gi­ dermek için bir kuram ortaya attığım ızda, yeni kuram içerik-genişletici (bilimsel) b ir açıklam a getirmek yerine sa­ dece içerik-daraltıcı (dilbilim sel) b ir yeniden yorum lam a sunuyorsa, çelişki yalnızca semantik, bilim sel olmayan bir şekilde çözülmüş olur. Belirli bir olgu, ancak yeni b ir olgu da onunla birlikte açıklanıyorsa bilim sel olarak açıklanm ış d em ektir.110 Dolayısıyla sofistike yanlışlamacılık, problemi, kura m ­ ların nasıl değerlendirileceğinden kuram d izilerin in nasıl değerlendireceğine kaydırır. Yalıtılm ış b ir kuram ın değil, ancak bir kuram dizisinin bilim sel olduğu ya da olmadığı "Sorun -d eğişikliği" terim inin sorun d izileri yerine kuram dizileri için u y ­ gu n lu ğu sorgulan abilir. Bu terimi seçm em in sebebi kısmen daha uygun b ir terim ("kuram -değişikliği" kulağa b e rb a t geliyor) bulam am ış olm am , kısm en de kuram ların hep so run lu o lm a la n , çözmeye niyetlendikleri soru n la n n h iç b ir zam an tam am ını çözm em eleri Yine de makalenin ikinci kısm ında, dah a d oğal b ir terim olan "a ra ştırm a p rog ra m ı" en uygun b a ğ ­ lam la rd a "soru n -d eğişik liği" terim inin yerini alacak. 109 Dizinin içinde b ir kuramın "yanlışlanm ası"na karşılık belirli kuram dizileri nin ("araştırm a program larının") "yanlışlanm ası” için, bkz. aşağıda, s. 29 vd. 110 A slın d a, cilt 2, bölüm 8'in orijinal elyazm asında şöyle yazm ıştım : "B ir kuram fazlad an desteklenm iş değilse fa z la d a n açıklayıcı gücü yoktur; dolayısıyla P opper'a göre, ilerlem e teşkil etm ez v e bu sebeple ‘bilim sel’ değildir; dolayısıyla bu kuram ın açıklayıcı g ü c ü n ü n olm ad ığını söyle­ mek gerekir" (s. 178). Cüm lenin italik olarak yazılm ış ikinci kısmını m es­ lektaşlarım ın kulağa çok tuh af geld iğin i söylem eleri üzerine çıkardım . Şim di bunu yaptığım a pişm anım .

69

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

kabul edilebilir: "Bilim sel" terimini tek bir kurama ilişkin kullanmak bir kategori yanlışıdır.111 Bir kuramın tatmin edici olmasının eskiden beri başvu­ rulan deneysel ölçütü gözlenmiş olgularla uygunluktu. Bir kuram dizisi için bizim deneysel ölçütümüz yeni olgular üretmesidir. Gelişme düşüncesi ile deneysel nitelik kavram ı aynı potada eritilm iştir. Metodolojik yanlışlam acılığm revize edilmiş formunun pek çok yeni özelliği vardır. İlk olarak, "bilim sel bir kuram konusunda kararımızın deney sonuçlarına bağlı olduğunu reddeder. Eğer bunlar kuramı onaylarlarsa, daha iyisini bu­ lana kadar kuramı kabul edebiliriz. Eğer kuramla çelişirlerse kuramı reddederiz.”112 "Nihai olarak kuramın kaderini belir­ leyen şeyin bir testin sonucu, yani temel önermeler konu­ sunda bir anlaşma, olduğunu" reddeder.113 N a if yanlışlamacılığm aksine, h içbir deney, deney raporu, gözlem önerm esi ya da çokça desteklenmiş alt düzey yanlışlayıcı hipotez tek başına yanlışlamaya yol açm az.u* Daha iyi b ir kuram or­ taya çıkm adan h içbir yanlışlama gerçekleşmez.115 Fakat bu 111 Popper'ın "k uram lar" ile "kuram dizilerin i" m etinde b ir a ra d a k u lla n ­ m ası onun sofistike yan lışlam acılığm temel fikirlerini dah a b a ş a n lı b ir şekilde İletm esine engel olm uştur. Bu be lirsiz kullanım "[B ir 'araştırm a prog ra m ın ın ' ya da b ir kuram dizisinin çekirdeği olarak) M arksizm çürütülemez" gibi, aynı zam an da da "Ibu çekirdek ile birtakım yardım cı h ip o ­ tezlerin, b a şlan g ıç koşullarının ve b ir ceteris paribus koşulunun özel b ir birleşim i olarak] M arksizm çürütülm üştür" g ib i kafa karıştırıcı ifadelere yol açmıştır. İBkz. Popper [1963a].) Tabi ki, yalıtılm ış tekil b ir kuram kendinden öncekine kıyasla b ir iler­ leme teşkil ediyorsa "b ilim se ld ir" demekte yanlış b ir şey yoktur, yeter ki b u ifad ed e kuram ı b e lirli b ir tarihsel gelişim in sonucu olarak (ve belirli b ir tarihsel gelişim b a ğla m ın d a ) d eğerlen dirdiğim izin fark ınd a olalım . 111 Popper [1945], cilt 2, s. 233. "Som ut ve pratik so n u çlar deney yoluyla d a ­ ha d olaysız b ir şekilde test edilebilir" (a.g.e., italikler b an a ait) sözün de Popper’ın dah a sofistike tavrı su yüzüne çıkar. 113 Po pp er[l 934], kısım 30. ,M

M etodolojik "y an lışlam an ın ” pragm atik karakteri hakkında, bkz. yu k arı­ da, s. 25. n. 2.

,ıs

"Ç oğu d urum da b ir hipotezi yan lışlan ıad an önce elim izde b ir yenisi bu lu n u r" (Popper [1959a], s. 87. n. *1). Argüm an ım ızın gösterd iği gibi, elim izde mutlaka b ir hipotez olm alıdır. Ya d a'F ey erab e n d ’ın b elirttiği gibi: "En iyi eleştiriyi, ortad an k aldırdıkları rakiplerinin yerini alabilen

70

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

dununda n a if yanlışlam acılığm göze çarpan olumsuz ni­ teliği kaybolur; eleştiri daha zor ve aynı zamanda olumlu, yapıcı hale gelir. Fakat yanlışlama daha iyi kuramlann or­ taya çıkmasına, yeni olgulan öngören kuramlann buluşuna bağlıysa, yanlışlama sadece bir kuram ile deneysel temel arasındaki b ir ilişkiden ibaret değil demektir; daha ziyade rekabet eden kuramlar, başlangıçtaki "deneysel temel" ve re­ kabetten doğan deneysel gelişme arasındaki çoklu bir ilişki­ dir. Dolayısıyla yanlışlamamn bir "tarihsel karakteri" olduğu söylenebilir.“ 6Dahası, yanlışlamayı doğuran kuramların bazılan , çoğunlukla "karşı kanıttan" sonra ileri sürülürler. N a if yanlışlamacılık aşılanmış kişüere bu durum paradoks gibi gelebilir. Aslında, kuram ile deney arasındaki ilişki hakkında bu epistemoloji kuramı, n aif yanlışlam acılığm epistemoloji kuramından keskin bir şekilde ayrılır. Hiçbir deneysel sonuç doğrudan doğruya karşı kanıt olarak yorumlanamayacağı için "karşı kanıt" teriminin kendisi terkedilmek zorundadır. Eğer hâlâ bu geleneksel terim i kullanmak istiyorsak onu şu şekilde yeniden tanımlamalıyız: “K t'in karşı kamt"ı, ya K /le tutarsız ya da üj'den bağım sız olan K 2'yi destekleyen bir ör­ nektir (K2'nin, fC/in deneysel başarısını tatmin edici biçimde açıklayan bir kuram olması koşuluyla). Bu durum gösterir ki; “can alıcı karşı kanıt" (ya da 'can alıcı deney') ancak orta­ ya atılan yeni b ir kuramın ışığında, geriye dönük bir incele­ meyle, çok sayıda aykırılık arasına yerleştirilebilir.“ 7 k u ram lar sa ğ la r" ((19651, s. 227). Feyerabend bazı d u ru m la rd a 'a lte rn a ­ tiflerin çürütm e am acı için vazgeçilm ez ola c a ğ ın ı’ be lirtir (a . g . e s. 254). Fakat argüm anım ıza göre bir a ltern a tif olmaksızın çü rü tm e yalnızca hayal g ü c ü m ü z ü n kurtarıcı bir hipotez su n m a k konusundaki fakirliği­ ni gösterir. Ayrıca bkz. aşağıda, s. 37. n. 1. ,w

Bkz. cilt 2, b ölü m 8, s. 178 vd.

117 N a i f yan lışlam acılığm çarpık gösteren ayn asınd a eski, çürütülm üş ku­ ra m la n n yerine geçen yenileri çürütülm em iş olarak doğarlar; dolayısıyla n a if ya n lışlam a c ılar a y k ın lık la r ile can alıcı karşı kanıt arasın d a dikkate değ e r b ir fark old uğun a inanm azlar. O n lara göre aykırılık karşı kanıt te­ rim ini örtm ek için kullanılan dürüstlükten uzak b ir lıüsn ütabirdir; fakat gerçek tarih yeni k u ram lan n çürütülm üş olarak d oğd u k lan n ı gösterir: Yeni k u ram lar eski kuram ın pek çok a y k ın lığ m ı m iras abrlar. Dahası, "eski" a y k ın lık la r "yeni” a ykırılıklar olarak pekala kalabilirken, çoğun

7!

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Yanlışlamaya ilişkin can alıcı unsur yeni kuram ın ken­ dinden öncekine kıyasla yeni, fazladan malumat sunup sun­ m adığı ve bu malumatın desteklenmiş olup olmadığıdır. Doğrulamacılar bir kuramı "onaylayan" örneklere değer ve­ rirken, n a if yanlışlam acılar "çürüten" örnekleri vurguladılar; metodolojik yanlışlamacı!ara göre can alıcı olanlar görece nadir olsa da fazladan malumatı destekleyen örneklerdir. Bütün dikkati bunlar toplar. Artık binlerce önemsiz doğru­ layan örnekle ya da elim izin altındaki yüzlerce aykırılıkla ilgilenmiyoruz: Belirleyici olan az sayıda, can alıcı fazladan bilgiyi doğrulayan örneklerd ir.1™ Bu anlayış şu eski atasö­ zünü yeniden yorumlayarak kullanıma sokuyor: Exem plum docet, exempla obscurant.' N a if yanlışlanm ak bakımından yanlışlama(desteklenmiş karşı kanıt) belirli bir kuramı saf dışı etmek için yeterli bir koşul değildir; bilinen yüzlerce aykırılığa rağmen elim izde daha iyisi olana kadar belirli b ir kurama yanlışlanmış (yani saf dışı edilmiş) gözüyle bakmayız.119 N a if anlamıyla "yanlışlama," sofistike anlamıyla yanlışlama için zoru n lu d eğil­ dir: İlerletici b ir sorun değişikliği "çürütmelerle" dolu olmak zorunda değildir. Bilimin gelişmesi için "çürütmelerin" yol göstermesi gerekmez. N a if yanlışlamacılar bilim in çizgisel bir şekilde geliştiğini savundular; .onlara göre kuramları, onları saf dışı eden güçlü çürütmeler izliyordu, bu çürütlukla, kendinden önceki kuram ın aleyhinde can alıcı karşı kanıt işlevi görecek olguyu şaşırtıcı b ir biçim de öngören yalnızca yeni kuram dır. Bütün b u n la r “araştırm a p ro g ra m ı” fikrini tartışm aya b a şlad ığ ım ız d a dah a iyi anlaşılacaktır: Bkz. aşağıda, s. 50 ve 89 vd. Sofistike yan lışlam acılık yeni b ir öğrenm e kuram ı ima eder: bkz. aşağı da, p. 38. Tek b ir örnek öğretir, pek çok örnek anlaşılm az h ale getirir -çn . 119 Açıktır ki, ikisi de çürütülm üş olsa bile K ' kuram ı d iğer b ir K kuram ına n azaran fazla d an deneysel içeriğe sah ip olabilir. Deneysel içeriğin d o ğ ­ ruluk ya da yan lışlıkla h iç b ir alakası yoktur. Desteklenm iş içerikler çü ­ rütülm üş içerikten bağım sız olarak karşılaştırılabilir. Böylece Nevvton'ın kuram ının E instein'm kuram ı lehine s a f d ışı edilm esindeki rasyonelliği, E instein'ın kuram ıda (Nevvton'ınki gibi) “çürütü lm ü ş” d oğd u ğu söylenebilse de, görebiliriz. H atırlam am ız gereken sadece "niteliksel onaylam anın'’"niceliksel çürütm e"yi örtmek için kullanılan b ir h ü sn ü ta b ir olduğu dur. {Bkz. cilt 2, b ö lü m 8, s. 176 8).

72

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

melerin peşinden de yeni kuramlar geliyordu.120 Kuramların n'incinin çürütülmesi sadece (n+l)'incinin desteklenmesi olarak görünebileceği bir hızla birbiri ardına ilerletici ola­ rak ileri sürülmesi tamamen olasıdır. Bilimin problem ateşi, karşı örnekler ya da aykırılıklardan çok rakip kuramların ço­ ğalm asıyla yükselir. Bu da bize, kuram ların çoğalm ası sloganının sofistike yanlışlam acılık için n a if yanlışlam acılığa nazaran çok daha önemli olduğunu gösterir. N a if yanlışlamacıya göre bilim, de­ ney yoluyla kuramların tekrar tekrar alaşağı edilmesi saye­ sinde gelişir; kuramların bu şekilde "alaşağı edilmelerinden" önce ortaya atılan yeni rakip kuramlar gelişmeyi hızlandıra­ bilir, fakat mutlak surette gerekli değildirler;121 kuramların düzenli bir şekilde yayılması tercihe bağlıdır, fakat zaruri değildir. Sofistike yanlışlamacıya göre kuramların yayılması, kabul edilmiş kuramlann "çürütülmesini" (ya da onları sa­ vunanların Kuhncu bir güven bunalımına düşmelerini) bek­ leyemez.122 N a if yanlışlamacılık “yanlışlanmış bir hipotezi daha iyisiyle değiştirmenin önceliğini" vurgularken,123 so­ fistike yanlışlamacılık herhangi bir hipotezin daha iyisiyle değiştirilm esinin önceliğini vurgular. Yanlışlama "kuramcıyı 120 Bkz. Po pp er (1934J, kısıra 85, 1959 tarih li İngilizce çeviride s. 279. 121

R akip k u ram lan n b e lirli b ir şekilde çoğalm asının, yan lışlam ad a raslan tısal b ir höristik (Heuristic: “Bu lgu sal'' şeklinde Türkçeleştirilerek de k ullanılm aktad ır -çn.) rolü oynam asına izin verild iği doğrudur. Pek çok d u ru m d a yan lışlam a yeterince çok sayıda ve “yeterince farklı kuram ın ortaya atılm ası" [koşuluna] höristik olarak b a ğ lıd ır (Popper [1940]). Ö rne­ ğin elim izde görün ürd e çürütülm em iş olan b ir K kuram ı varken, yeni ve K ile tutarsız b ir K ' kuram ının m evcut o lg u la rla aynı derecede uyum lu olm ası m üm kündür; a ra la n n d a k i fa rk la r gözlem sel h ala kapsam ından küçüktür. Böyle b ir durum da, tutarsızlık bizi "deneysel tekniklerim izi" geliştirm eye, d olayısıyla da "deneysel temeli" Jî'nın ya da K "ın (ya da, tesadüfen, ikisinin bird en ) yan lışlan m asın a olanak sağlayacak ölçüde düzeltmeye yöneltir. "Eski kuram ın h atalı olup olm adığını öğrenm ek için yeni [bir) kuram a ihtiyacım ız vardır"; (Popper [1963al, s. 246). Fakat bu yayılm anın rolü rastlantısal olm uştur; çünkü deneysel temel b ir kez d ü ­ zeltildikten sonra savaş, bu düzeltilm iş deneysel temel ile test edilen K kuram ı a rasın dad ır; rakip K ' kuram ı ise, yanlızca katalizör görevi gör­ m üştür. (Ayrıca bkz. yukarıda, s. 35, n. 41.

122 Ayrıca bkz. Feyerabend [1965], s. 254-5. 122 Po p p e r [1959a], s. 87, n. *1.

73

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

daha iyi bir kuram aramaya zorlayam az";'M çünkü yanlışlama daha iyi kuramdan önce gelemez. N a if yanışlamacılıktan sofistike yanlışlamacılığa doğru gerçekleşen sorun-değişikliği semantik bir zorluk içermek­ tedir. N a if yanlışlamacıya göre "çürütme," kendi kararlarının zorlaması sayesinde test edilen kuramla çatışma sağlayan deneysel b ir sonuçtur. Fakat sofistike yanlışlamacılığa göre sözümona "çürüten olay," yeni ve daha iyi b ir kuramı onayla­ yan olay haline gelmeden böyle kararlar alınmamalıdır. Do­ layısıyla "çürütme", "yanlışlama", "karşı örnek" gibi terim leri her gördüğümüzde, bu terimlerin naif yanlışlamacmın mı yoksa sofistike yanlışlamacmın mı kararları yoluyla kulla­ nıldığına dikkat etmemiz gerekir.125 Sofistike m etod olojik yanlışlamacıhk

entelektüel dü­

rüstlüğe ilişkin yeni standartlar ortaya koyar. Doğrulamacı dürüstlük sadece kanıtlanmış şeylerin kabul edilm esini ve kanıtlanmamış her şeyin reddedilmesini talep ediyordu. Yen i-d oğru la m a cı dürüstlüğün talep ettiği mevcut deneysel kanıt ışığında herhangi b ir hipotezin olasılığının belirlen­ mesi idi. N a if yanlışlam acılığın dürüstlük anlayışı yanlışla­ nabilir olanın test edilmesi, yanlışlanamaz ve yanlışlanmış olanların reddedilmesini içeriyordu. Son olarak, sofistike yanlışlamacı dürüstlük şeylere farklı bakış açılarından bak­ mayı, yeni olgular öngören yeni kuramlar ileri sürmeyi ve kendinden daha güçlü kuramlar tarafından yerinden edilen kuramların reddedilm esini talep etti. Sofistike m etodolojik yanlışlamacıhk birkaç farklı gele­ neği harmanlar. Deneycilerden, öncelikli olarak deneyim ­ den öğrenme kararlılığını miras aldı. Kantçılardan b ilg i kuramına aktivist yaklaşımı aldı. Uzlaşım cılardan m etodo­ lojide kararların önemini öğrendi. '*•

Popper 11934], kısım 30.

m

Bkz. Ayrıca yukarıda, s. 25. n. 2. Tıpkı “tüm evanm sal (ya da deneysel) ka­ nıt" benzeri terimleri terkettiğim iz gib i gelecekte bu terim lerin tam am ını terketmemiz muhtem elen d ah a iyi olacaktır. O zam an (naif) “çürütm eleri" aykırılıklar, (sofistike biçim de) yan lışlan m ış kuram ları da "geçerliği k a l­ m am ış" kuram lar olarak ad la n d ırab iliriz. "G ünlük" dilim izin içine sadece “tü m e v a rım a " dogm atizm değil, aynı zam anda y&nlışlam acı dogm atizm de işlemiştir. Reform yapm anın vakti geçmiştir.

74

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Burada sofistike m etodolojik deneyciliğin b ir başka ayırdedici özelliğin i vurgulamak istiyorum: Fazladan des­ teklenmenin can alıcı rolü. Tüm evarım cıya göre yeni bir kuram hakkında bilgi sahibi olmak onu ne kadar onaylayıcı kanıtın desteklediğini öğrenmektir; çürütülmüş kuramlar­ la ilg ili öğrenilecek hiçbir şey yoktur (nihayetinde öğren­ me, kanıtlanmış ya da olası bilgi inşa etmektir). Dogmatik yanlışlam acıya göre b ir kuram hakkında b ilg i sahibi olmak, onun çürütülmüş olup olm adığını öğrenmektir; onaylan­ mış kuramlarla ilg ili öğrenilecek hiçbir şey yoktur (bir şeyi kanıtlamak ya da olasılığını gösterm ek mümkün değildir), çürütülmüş kuramlara ilişkin yanlışlıklarının kanıtlandı­ ğı öğrenilebilir.126 Sofistike yanlışlam acı için, b ir kurama ilişkin b ilgi sahibi olmak öncelikli olarak öngördüğü yeni olgular hakkında bilgi sahibi olmaktır: Aslm da, benim de savunduğum türden Poppercı deneyciliğe göre, konuyla alakalı tek kanıt b ir kuramın öngördüğü kanıttır ve deney­ sellik (ya da bilim sel karakter) ile kuram sal ilerlem e ay rıl­ m az b ir b içim d e b a ğ la n tılıd ır,127 Bu düşünce tamamıyla yeni değildir. Örneğin Leibnitz 1678'de Conrig'e yazdığı ünlü mektubunda şöyle yazmıştı: "Bir hipotez için en büyük onur ([kanıtlanmış] doğruluktan sonra), onun yardımıyla denenmemiş deneyler ya da feno­ m enler hakkında bile öngörüde bulunulabiliyor olm asıdır."126 Leibnitz'in bakış açısı bilim insanları arasında geniş kabul görmüştür. Fakat Popper'dan önce bilim sel bir kuramın de­ ğerlendirilm esi onun doğrulanma derecesinin değerlendi­ rilmesi anlamına geldiği için, bazı m antıkçılar bu durumun savunulamayacağını düşündüler. Örneğin Mili, 1843'te kor­ IM

“Deneyim den öğrenm ek" kuram ının savunm ası için, bkz. A g a ssı (19691.

127 Bu görü şler gösteriyor ki "d en eyim d en ö ğren m ek ” n o rm a tif bir fikirdir; dolayısıyla salt "d en ey s el"ö ğ ren m e kuramları s oru n u n özü nü ıskalıyor­ lar. 128 Bkz. Leibnitz (16781. Parantez içindeki ifad e L eibn itz’in bu ölçütün en iyi ikinei ölçüt o ld uğun u ve en iyi kuram ların da kanıtlanm ış kuram lar o l­ d uğun u düşü ndüğün ü gösterir. D olayısıyla L eibnitz'in pozisyonu |Whevvell'inki g ibi) olgun laşm asın ı tam am lam ış sofistike yanlışlam acılıktan çok uzaktır.

75

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

kuyla şundan yakmıyor: "Görünen o ki bir hipotez... o ana kadar bilinen tüm olguları açıklamasının yanında, deneyin daha sonra doğrulayacağı başka olguların öngörülmesine ve kestirilmesine de olanak sağlıyorsa bu hipotezin daha da fazla ilgi görmesi gerektiği düşünülüyor."129 M ill'in hak­ lı olduğu bir nokta var: Bu değerlendirme hem doğrulamacılıkla hem de olasıcılıkla uyuşmazlık içindeydi: Neden bir olay, kuram tarafından öngörüldüğü takdirde, önceden za­ ten bilindiği duruma nazaran daha çok şeyi kanıtlıyor o l­ sun ki? Bir kuramın bilim sel karaktere sahip olmasının tek ölçütü kanıt olduğu sürece Leibnitz'in ölçütünün mevzuyla bir alakası yoktu.130 Ayrıca kanıtın mevcudiyetinde b ir kura­ mın olasılığının, Keynes'in belirttiği gibi, kanıtın ne zam an üretildiğinden etkilenmiş olması mümkün değildir: Kanı­ tın mevcudiyetinde b ir kuramın olasılığı sadece kurama ve kanıta bağlı olabilir,131 kanıtın kuramdan önce mi sonra mı üretildiğine bağlı olamaz. Bu ikna edici doğrulamacı eleştirinin aksine, ölçüt en ba­ şarılı bilim insanlarının bazıları arasında yaşamaya devam etti; çünkü "[açıklamayı amaçladıkları] olguları gerçekten ifade etmelerine rağmen başka hiçbir fenomen tarafından onaylanmayan", salt ad hoc açıklamalara karşı duydukları nefreti formüle ediyordu.132 Ne var ki, ad hoc hipotezlere ilişkin birkaç antika, üstün­ körü yorumla görkemli doğrulamacı b ilgi felsefesi arasında­ ki görünürdeki tutarsızlığın, doğrulam acılığı yıkıp bilim sel kuramları değerlendirmekte kullanılacak yeni, doğrulama-

128 M ili i l 8431, cilt n , s. 23. 130 Bu. J. S. M ill’in argü m an ı id i {A.g.e.I. Bu argü m an ın lıedef a ld ığ ı kişi W h ew ell'd i. W h e w e ll "tüm evarım ların birlik teliğin in " ya da u m u lm a­ dık olayları b a ş a n y la ön görebilm esin in b ir kuram ı d o ğ ru la d ığım (ya­ ni kanıtladığını) düşünüyordu. (W h ew ell [18581, s. 95-6.) Şüphesiz hem D u h e m 'in hem d e W hew ell'in bilim felsefesin in tem el hataları, ö n görü d e bu lu na bilm e gü cü yle kanıtlanm ış doğru lu ğu bir arada kullanmaları idi. P opper bu ikisini ayırmıştır. 131 Keynes 11921], s. 305. Fakat bkz. cilt 2, bölüm 8, s.,183. U2

Bu. W h e w e ll'in , N e w t o n ’m ışık kuram ındaki ad hoc b ir yardım cı h ip ote­ ze ilişkin eleştirel yo rum ud ur (W h ew ell [18581, cilt II, s. 317).

76

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

cı olmayan ve ad hoc olmama tem eli üzerine bina edilmiş ölçütler ortaya atarak çözülmesi gerektiğini sadece Popper fark etmişti. Gelin birkaç örneği inceleyelim. Einstein'm kuramının Nevvton'mkinden daha iyi olmasının sebebi Einstein'ınkinin aksine Nevvton'mkinin çürütülmüş olması değildir; Einstein'm kuramında bilinen pek çok "aykırılık" vardır. 1916'dan bu yana Einstein'm kuramı Nevvton'm kuramından (yani Nevvton'm hareket yasaları, kütleçekim yasası, bilinen başlangıç koşulları kümesi; Merkür'ün günberisi gibi b i­ linen aykırılıklar listesi "olmadan") daha iyid ir (yani Newton'm kine kıyasla ilerlem e teşkil eder); çünkü Nevvton'm ku­ ramının başarıyla açıkladığı her şeyi açıklamanın yanında bir dereceye kadar bilinen aykırılıkları da açıklamıştır ve buna ek olarak ışığın büyük kütlelerin yakınında doğrular halinde yayılması gibi Nevvton'm kuramının hakkında hiçbir şey söylemediği fakat o zamanın çokça desteklenmiş başka bilim sel kuramlarının izin verdiği olguları yasaklamıştır. Dahası, Einstein'm kuramının beklenmedik fazladan içeri­ ğinin en azından bir kısmı gerçekten kanıtlarla (örneğin tu­ tulma deneyleriyle) desteklenmiştir. Diğer taraftan, bu sofistike standartlara göre Galileo'nun yeryüzündeki nesnelerin doğal hareketinin dairesel olduğu­ na ilişkin kuramı hiçbir ilerlem e teşkil etmemiştir, çünkü ilerisine geçmek istediği kuramlann (yani Aristotelesçi fizi­ ğin ve Kopem ikçi göksel kinematiğin) yasaklamadığı hiçbir şeyi yasaklamamıştır. Bu kuram dolayısıyla ad hoc idi, bu yüzden de (höristik bakış açısına göre) değersizdi.133 Popper'm ilerlem e ölçütünün sadece ilk kısmını (fazla­ dan içerik) yerine getirip ikinci kısmını (desteklenmiş fa z­ ladan içerik) yerine getirmeyen bir kurama güzel bir örnek Popper'm kendisi tarafından verilm iştir: 1924'te ortaya a tı­ 133 [1968b] tarihli eserim de kullan d ığım term inolojiyle, b u kuram "a d h oc ,” idi [bkz. cilt 2, bölüm 8, s. 180, n. 1); değerli b ir ad hoc kuram ın p a r a d ig ­ m a sı olarak örneği ba n a başlan gıçta Paul Feyerabend tavsiye etmişti. Fakat bkz. aşağıda, s. 56, özellikle n. 4.

77

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

lan Bohr-Kramers-Slater kuramı. Bu kuram yeni öngörüleri­ nin tam am ın d a çürütülmüştür.134 Son olarak da, gelin sofistike yanlışlamacılıkta ne kadar uzlaşımcılık kalmış olduğunu değerlendirelim. Kesinlikle n aif yanlışlamacılıkta olduğundan daha az. Daha az sayıda metodolojik karara ihtiyacım ız var. N a if versiyon için asli olan "d örd üncü tip ka ra r"135 tamamen lüzumsuz olmuştur. Bu noktayı göstermek için tek farkına varmamız gereken şey, eğer birLakım "doğa yasalarından", başlangıç koşullarından, destek kuramlarından {bir ceteris paribus koşulu taşıma­ yanlardan) meydana gelen bilim sel b ir kuram birtakım olgu­ sal önermelerle çatışıyorsa hangi (açık ya da "gizli") parçayı değiştireceğim ize karar vermek zorunda değiliz. H erhangi bir parçayı değiştirm eyi deneyebiliriz ve ancak b ir miktar içerik-genişletici değişim (ya da yardımcı hipotez) yardım ıy­ la aykırılığın b ir açıklamasına denk geldiğim izde, doğa da bunu desteklediğinde, "çürütülmüş" kompleksi saf dışı etme aşamasına geçebiliriz. Dolayısıyla sofistike yanlışlama n aif yanlışlamaya kıyasla daha yavaştır fakat muhtemelen daha güvenli b ir süreçtir. Bir örneği ele alalım. Varsayalım ki bir gezegenin izledi­ ği rota öngörülenden farklılık göstermiş olsun. Bazıları bu durumun uygulanmış olan hareket ve kütleçekim kuramla­ rını çürüttüğü sonucuna varır: Başlangıç koşullan ve cete­ ris paribus koşulu ustalıkla desteklenmiştir. Başkalan bu durumun hesaplamalarda kullanılan başlangıç koşullannı çürüttüğü sonucuna varır: Hareket ve kütleçekim kuramla­ rı son iki yüzyıl içinde muhteşem şekilde desteklenmiş ve işlerlikte olan başka etkenlere ilişkin tüm öneriler başarı­ sızlıkla sonuçlanmıştır. Bir diğer grup bu durumun, hesaba katılanlar dışında hiçbir etkenin işlerlikte olmadığına dair temel varsayımı çürüttüğü sonucuna vanr: Bu kişilerin, her­ 134 (1968b) tarih li eserim de kullandığım term inolojiyle, bu kuram "a d h o c " değildi, fakat “a d h o c “ idi tbkz. cilt 2, bölüm 8, s. 180, n. 1). Yalın fakat ya ­ pay b ir örneklem e için, bkz. a.g.e. s. 179, n. 1. LAd hoc] için, bkz. aşağıda, s. 88, n. 2.) 135 Bkz. yukarıda, s. 26.

78

YANLIŞIAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

hangi tekil bir olayın değerlendirilmesine içkin etkenlerin sonsuz karmaşıklığı sebebiyle tüm açıklamaların yalnızca tahmini olduğuna dair metafizik ilkeden yola çıkmış olm a­ ları muhtemeldir. İlk tipi ''eleştirel'' olduğu için övmeli, ikinci t ip i" niteliksiz" olduğu için azarlam alı ve üçüncü tipi savun­ ma pozisyonuna geçtiği için suçlamak mıyız? Hayır. Bu tarz "çürütme"ye ilişkin hiçbir sonuç çıkarmak zorunda değiliz. Belirli b ir kuramı hiçbir zaman sadece buyrukla reddetme­ yiz. Bahsedilen tarzda b ir tutarsızlık varsa, kuramın hangi bileşenlerinin sorunlu hangilerinin sorunsuz olduğuna ka­ rar vermek zorunda değiliz: Çelişen, kabul edilmiş temel önermenin ışığında tüm bileşenleri sorunlu görürüz ve ta ­ mamını değiştirmeye çalışırız. Bazı bileşenleri "ilerletici" b i­ çimde değiştirebilirsek (yani eskinin yerini alan başlangıçtakinden daha fazla desteklenmiş deneysel içeriğe sahipse), onu "yankşlanmış" sayarız. N a if yanlışlamacmın beşinci tip kararına136 da ihtiya­ cım ız yoktur. Bu noktayı açıklamak için (sentaktik açıdan) metafizik kuramların değerlendirilmesi sorununa (ayrıca onların muhafaza edilmesi ve saf dışı edilmesi sorununa) yeniden bakmamız gerekiyor. "Sofistike" çözüm barizdir. Sen­ taktik açıdan metafizik b ir kuramı, sorunlu durumları ku­ rama ilave edilmiş yardımcı hipotezlerdeki içerik-genişletici değişim lerle açıklayabildiğim iz sürece muhafaza ederiz.137 Örneğin Kartezyen metafizik /C'yı ele alalım: ''Tüm doğal sü­ reçlerde (a priori) canlandıran ilkeler tarafından düzenlenen otomatik bir mekanizma vardır." Bu sentaktik açıdan çürütülemez b ir kuramdır; çünkü hiçbir (uzay-zamansal açıdan tekil) "temel önerme"yle çatışması mümkün değildir. Tabi ki N: “Kütleçekim uzaktan etki eden, f m ^ J r ^ y e eşit b ir k uv­

IM

Bkz. yukarıda, s. 28.

1,7 B u koşulu yalnızca § 3'te açıklanacak olan araştırm a p rogram larının m etodolojisi üzerinden çarpıcı b ir açıklıkla form üle edebiliriz: Sentaktik a çıdan metafizik b ir kuram ı, kuram ın olum lu höristiği, yardım cı h ip o ­ tezlerin o luşturd uğu "koruyucu kuşak ta' ilerletici b ir so ru n -değişikliği m eydan a g etird iği sürece b ir araştırm a p rogram ın ın çekirdeği olarak m uh afaza ederiz. Bkz. aşağıda, s. 51-2.

79

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

v e ttir" gibi çürütülebilir bir kuramla çatışabilir. Fakat N, K ile ancak "uzaktan etki etmek" ifadesi harfi harfine yorumla­ nırsa ve ayrıca daha da derin bir başka nedene indirgenemeyecek nihai bir doğruyu yansıttığı düşünülürse çatışacaktır. (Popper bunu "özcü" bir yorum olarak adlandırırdı.) Alterna­ tif olarak "uzaktan etkiyi" dolaylı bir neden olarak göreb ili­ riz. Böyle yaptığım ız takdirde "uzaktan etki etmek" ifadesini mecazi bir ifade olarak yorumlar ve gizli bir dokunmayla etki mekanizmasının sembolik ifadesi olarak görürüz. (Bunu "nominalist" bir yorum olarak görebiliriz.) Bu durumda JV'yi K ile açıklamaya kalkışabiliriz; Nevvton'ın kendisi ve 18. yüz­ yılın birkaç Fransız fizikçisi bunu yapmaya çalıştılar. Eğer bu açıklamayı (ya da, dilerseniz, "indirgemeyi") yapan bir yardımcı kuram yeni olgular üretirse (yani "bağım sız şekilde test edilmesi" mümkünse), Kartezyen metafizik iyi, bilimsel, deneysel, ilerletici bir sorun-değişikliği yaratan bir metafizik olarak görülmelidir. İlerletici bir (sentaktik açıdan) m etafi­ zik kuram yardımcı kuramların koruyucu kuşağıyla korunan kesintisiz bir ilerletici değişiklik üretir. Kuramın "metafizik" çerçeveye indirgenmesi yeni olgular şöyle dursun, yeni de­ neysel içerik üretmezse, o zaman indirgeme yozlaştırıcı bir sorun-değişikliği belirtir, yalnızca dilsel b ir alıştırmadan ibaret olur. Nevvtoncı kütleçekimi açıklayabilmek için Kar­ tezyenlerin "metafiziklerini" güçlendirme çabaları bu tarz salt dilsel indirgemenin göze çarpan bir örneğidir.138 Bu sebeple, naif yanlışlam acılığm salık verdiği üzere (sentaktik açıdan) metafizik bir kuramı çokça desteklenmiş bilim sel b ir kuramla çatışıyor diye saf dışı etmeyiz. Eğer uzun vadede yozlaştırıcı bir değişiklik meydana getirirse ve onun yerini alacak daha iyi bir rakip metafizik varsa sa f dışı

n"

Bu fenom en W h e w e ll tarafın d an çok güzel b ir m akalede 118511 betim len m iştir; fakat W h ew ell bu fenomeni metodolojik açıdan açıklam ayı ba şaram am ıştır. Yozlaştırıcı Kartezyen p ro g ra m a karşı ilerletici Nevvtoncı program ın zaferini tanım ak yerine, bun un yan lışlığa karşı kanıtlanm ış doğruluğun zaferi olduğunu düşünm üştür. İlerletici indirgem e ile yoz­ laştırıcı indirgem e arasın daki ayrım hakkında1 genel b ir tartışm a için,

bkz. Po p p e r [1969a]. 80

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ederiz. "Metafizik" bir çekirdeği olan b ir araştırma program ı­ nın metodolojisi, "çürütülebilir" b ir çekirdeği olan b ir araş­ tırma programının metodolojisinden farklılık göstermez; sadece programın itici gücü olan tutarsızlıkların mantıksal seviyesi farklılık gösterebilir.139 (Yine de belirtilm elidir ki bir kuramın ifade edileceği mantıksal biçimin bizzat seçimi büyük ölçüde metodolojik kararımıza bağlıdır, örneğin Kartezyen m etafiziği bir "tümbazı" önermesi şeklinde formüle etmek yerine bir "tümel önerme" olarak form üle edebiliriz; "tüm doğal süreçler oto­ matiktir." Bununla çelişen bir "temel önerme" şöyle olabilir: "a doğal bir süreçtir ve otomatik değildir." Mesele dönemin "deneysel tekniklerine" ya da yorum layıcı kuramlarına göre "x otomatik değildir" önermesinin "tesis edilip edilemeyece­ ğidir." Bu sebeple bir kuramın formunun rasyonel bir şekilde seçilmesi b ilgi durumumuza bağlıdır; örneğin bugünün m e­ tafizik olan bir "tüm-bazı" önermesi gözleme dayalı kuram seviyesindeki değişime bağlı olarak yarının bilim sel olan bir "tümel önermesi" olabilir. Kuramların değil, sadece kuram dizilerinin bilim sel ya da bilim sel-değil diye sınıflandırıl­ ması gerektiğini daha önce belirtm iştim ; şimdi, bir kuramın mantıksal biçim inin bile yalnızca içine gömülü olduğu araş­ tırma programının durumunun eleştirel bir değerlendirmesi temelinde rasyonel olarak seçilebileceğini ifade ettim.) N a if yanlışlam acılığın ilk, ikinci ve üçüncü tip kararla­ rından140 kaçınmak yine de mümkün değildir; fakat ileride göstereceğim iz gibi, ikinci karardaki (ve üçüncüdeki) uzla­ şmacı unsur b ir miktar zayıllatılabilir. Hangi tür önermelerin "gözlemsel", hangilerinin "kuramsal" olacağına dair karar vermekten kaçmılamaz. Bazı "gözlem sel önermelerin" doğru­ luk değeri hakkında karar vermekten de kaçmılamaz. Bir sorun-değişikliğinin deneysel açıdan ilerletici mi yozlaştırıcı mı olduğu hususunda karar verebilm ek için bu tip kararlar

135 Bkz. yukarıda, s. 41, n. 2. 140 Bkz. yukarıda, s. 22 ve 25.

81

BlllMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

hayatidir.141 Fakat sofistike yanlışlamacı ikinci kararın rastgeleliğini b ir itira z prosedürüne imkân tanımak suretiyle en azından hafifletebilir. N a if yanlışlam acılar böyle bir itiraz prosedürü orta­ ya koymazlar. Temel bir önermeyi çokça desteklenmiş bir yanlışlayım hipotez destekliyorsa kabul ederler142 ve her ne kadar aldıkları riskin farkında olsalar da bu hipotezin test edilen kuramı geçersiz kılmasına izin verirler.143 Fakat yan­ lışlayım b ir hipotezi (ve desteklediği temel önermeyi) yanlış­ lanmış hipotez kadar sorunlu görmememiz için hiçbir sebep yoktur. Temel bir önermenin sorunlu olduğunu tam olarak ne şekilde açığa vurabiliriz? "Yanlışlanmış" kuramı savunanlar hangi gerekçeyle itiraz edip kazanabilirler? Bazıları, temel önermeyi (ya da yanlışlayım hipotezi) "tümdengelimle çıkarılan sonuçlar''a dayanarak sonunda bir anlaşmaya varılana kadar test etmeye devam edebileceğim i­ zi söyleyebilir. Bu testi gerçekleştirirken, aynı tümdengelimli model içerisinde ya test edilen kuramın ya da sorunsuz ol­ duğunu düşündüğümüz başka bir kuramın yardımıyla temel önermeden daha fazla sonuç türetiriz. Bu prosedürün "doğal bir sonu olmasa da" artık daha fazla anlaşmazlığın kalmadı­ ğı bir noktaya her zaman varırız.” 4 Ne var ki, kuramcı deneycinin hükmüne itiraz ettiğin­ de, itiraz m ercii normalde temel önermeyi dolaysız yoldan sorgulamak yerine, temel önermenin doğruluk değeri hangi yorum layıcı kura m ın ışığında saptandıysa o kuramı sorgu­ lama yoluna gider. Başarılı b ir itiraz dizisinin tipik bir örneği Proutçularm aleyhlerinde bir deneysel kanıta karşı 1815'ten 191 l'e dek vermiş oldukları savaştır. On yıllar boyunca Prout'un kura­ mı K ("tüm atomlar hidrojen atomu bileşikleridir ve dolayı­ sıyla kimyasal elementlerin 'atom ağırlıkları' tam sayı ola­ rak ifade edilebilmek zorundadır") ve Stas'm "çürütmesi" Ç H1

Bkz. yukarıda, s. 33.

142 Po pp er [1934), kısım 22. 143 Bkz. Örneğin Po p p e r (1959a|, s. 107, n. *2. Ayrıca bkz. yukarıda, s. 28-30. 144 Popper (19341, 29. kısım da bu noktayı ileri sürm üştür.

82

YANLIŞLAMA VE BİtlMSEl ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

("klorun atom ağırlığı 35,5'tir") gibi yanlışlayım "gözlemsel" hipotezler karşı karşıya geldi. Bildiğim iz gibi sonunda K, Ç'ye karşı galip geldi.145 Bilimsel bir kurama getirilecek ciddi bir eleştirinin ilk aşaması kuramın mantıksal tüm dengelim li ifadesini yeni­ den inşa etmek, geliştirmektir. Bunu Stas'ın çürütmesi kar­ şısında Prout'un kuramına uygulayalım. Her şeyden önce biraz önce alıntıladığım ız formülasyonda K ve Ç'nin tutarsız olm ad ıkla rın ı fark etmemiz gerekiyor. (Fizikçiler kuramları­ nı nadiren, eleştiren kişinin yakalamasına yetecek açıklıkta belirtirler.) Tutarsız olduklarını göstermek için onları aşa­ ğıdaki biçim de ifade etmemiz gerekiyor. K: "Tüm saf (homo­ jen) kimyasal elementlerin atom ağırlıkları hidrojenin atom ağırlığının katlarıdır" ve Ç: "Klor sa f (homojen) b ir kimyasal elem enttir ve atom ağırlığı 35,5'tir." Son ifade yanlışlayım b ir hipotez biçim indedir ve iyice desteklendiği takdirde şu biçimdeki temel önermeleri kullanmamıza imkân sağlaya­ caktır: B: "Klor X sa f (homojen) bir kimyasal elementtir ve atom ağırlığı 35,5'tir." Burada X, uzay-zaman koordinatları üzerinden tanımlanmış bir klor "parçasının" özel ismidir. Peki Ç ne kadar iyi desteklenmiştir? İlk bileşeni Çt\"Klor X saf b ir kimyasal elementtir" ifadesine dayanır. Bu, dönemin "deneysel tekniklerinin" titizlikle uygulanmasının ardından deneysel kimyanın verdiği hükümdür. Ç/in ince-yapısına daha yakından bakalım. Aslında Ç, daha uzun iki önermenin, K t ve K/nin birleşim ini temsil edi­ yor. İlk önerme, Kj, şu olabilir: "17 kimyasal arıtma prosedü­ rü p , p 2...pl7 bir gaza uygulanırsa, geriye kalan klor olacak­ tır." Bu durumda K2 şöyle olur: "17 prosedür p It p 2- . p l7 X'e uygulanmıştır." Dikkatli "deneycim iz" 17 prosedürün tama­ mını dikkatle uygulamıştır; artık K 2 kabul edilebilir. Fakat bu sebeple kalanın saf klor olma zoru n lu lu ğu sadece K/den 143 A g a ssi b u örneğin "bilinen o lg u la r k arşısın d a, kuram ın kendini olgu lara değil, o lg u ların kendini kuram a u y d u rac a ğı üm idiyle hipotezlere b a ğ lı k a labild iğ im izi" gösterdiğin i ileri sü rer (11966], s. 18). Fakat o lg u lar nasıl "kendilerini uydurabilirler?" Kuram han gi özel k o şu llar altında kazan m alıdır? A gassi h içbir cevap vermez.

83

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

dolayı "sarsılm az bir olgudur." Deneysel kimyacımız K 'yı test ederken K t'i uygulamış, K /in ışığında gördüklerini y o ru m ­ la m ıştır ve sonuç Çt olmuştur. Yine de test d u ru m u n u n tekkuram h tüm d en gelim li m odelinde bu yorum layıcı kuram h içbir suretle görünm üyor. Peki ya yorumlayıcı kuram K ; yanlışsa? Neden K t yerine K 'yı "uygulayıp" atom ağırlıklarının tam sayı olm ak z o ru n ­ da old uğunu iddia etmeyelim? Böyle yaptığım ız takdirde bu, ITnın ışığında "sarsılmaz bir olgu" olacaktır ve K t ala­ şağı edilecektir. Belki de ilave yeni arıtma prosedürleri icat edilm eli ve uygulanmalıdır. 0 zaman sorun, ne zaman b ir "k u ra m " karşısmda “bilinen o lg u la rı" tutmamız ve ne zaman bilinen olgular karşısında bir kurama sadık kalmamız gerektiği değildir. Sorun "ku­ ramlar” ile "olgular" çatıştığında ne yapacağımız değildir. Böyle bir çatışmayı öneren yalnızca "tek-kuram lı tü m d en ­ gelim li m odeldir." Bir test durumu bağlamında bir önerme­ nin bir "o lg u " mu yoksa bir “k u ra m ” mı olduğu metodolojik kararımıza bağlıdır. "Bir kuramın deneysel tem eli" tekkuramlı b ir kavrayıştır, tek-kuramlı bir tümdengelimli yapı­ ya bağlıdır. Onu ilk tahmin olarak kullanabiliriz; fakat ku­ ramcı "itiraz" ettiği takdirde çoğulcu bir m odele geçmek zorundayız. Çoğulcu modelde çatışma "kuramlar ile olgular arasında" değil, üst düzey iki kuram arasındadır: Olguları sağlayan bir yorum layıcı kuram ile bu olguları açıklayan bir açıklayıcı kuram. Yorumlayıcı kuram neredeyse açıklayıcı kuram kadar üst düzeyde olabilir. Bu durumda, çatışma ar­ tık mantıksal açıdan daha üst düzey bir kuram ile daha alt düzey bir yanlışlayım hipotez arasında değildir. Sorun, bir "çürütmenin" gerçek olup olmaması bakımından ortaya kon­ mamalıdır. Sorun, test edilen "açıklayıcı kuram" ile (gizli ya da açık) "yorumlayıcı" kuramlar arasındaki tutarsızlığın na­ sıl giderileceğidir; ya da, dilerseniz, sorun hangi kuram ın "sarsılmaz o lg u la rı"s u n a n yorum layıcı kuram, hangisinin olguları "geçici ola rak" açıklayan açıklayıcı kuram olarak görüleceğidir. Tek-kuramlı bir modelde "daha üst düzey ku"m onoteorik" karşılığı -ç n .

84

YANUŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

rama (otoriter deneysel araştırmacı tarafından) dışarıdan getirilen “olgular"la yargılanacak açıklayıcı bir kuram gö­ züyle bakarız; bir çatışma durumunda açıklamayı reddede­ riz."'0 Çoğulcu bir modelde, alternatif olarak, daha üst düzey kuramı dışarıdan getirilen "olguları"yargılayacak y orum la­ y ıcı b ir kuram olarak görmeye karar verebiliriz; eğer bir ça­ tışma doğarsa "olguları" "ucubeler" olarak görüp reddedebi­ liriz. Çoğulcu bir test etme modelinde, az çok tümdengelimli şekilde düzenlenmiş, birkaç kuram birbirine lehimlenmiştir. Sadece bu argüman daha önceki farklı bir argümandan çıkardığım ız sonucun; yani deneylerin kuramları alaşağı etmediği, hiçbir kuramın önceden b elirtileb ilir bir olgu du­ rumunu yasaklamadığı fikrinin doğruluğunu göstermeye ye­ terdi.147 Durum, bizim bir kuram ileri sürmemiz ve Doğanın H A Y IR diye haykırabilmesi değildir; daha ziyade bir kuram labirenti ileri süreriz ve Doğa T U T A R S IZ diye haykırır.148 Sorun dolayısıyla eski b ir sorundan yeni bir soruna; "olgular" tarafından çürütülmüş bir kuramı bir başkasıyla değiştirm e sorunundan birbiriyle yakından ilişkili kuram­ lar arasındaki tutarsızlıkların nasıl çözüleceği sorununa kaymıştır. Birbiriyle tutarsız kuramlardan hangisi saf dışı edilm elidir? Sofistike yanlışlamacı bu soruyu kolayca cevap­ layabilir: Önce ilkini, sonra ikicisini, sonra belki de ikisini 1,6 Tek-kuram lı b ir m odel kullanm a kararı, açıkça, n aif yan lışlam acım n b ir kuram ı sa lt deneysel kanıt tem elinde red ded ebilm esi için hayatidir. Bu gereksinim bilim in b ü tü n ü n ü , en a zın d a n bir test d u ru m u n d a , sorunlu v e soru n su z olarak keskin bir şekilde ikiye bölm e zoru nlu lu ğu yla aynı d o ğru ltu da d ır. (Bkz. yukarıda, s. 23.) Tüm dengelim li eleştiri m odelinde, sadece sorunlu olarak g örm eye karar verdiği kuramı dillendirir. 147 Bkz. yukarıda, s. 16. 144 B u rad a m uhtem el b ir itirazı cevaplayayım : "Kuşkusuz, D oğanın b ir ku­ ra m la r küm esinin tutarsız olduğunu söylem esine ihtiyacımız yok. Tu tarsızlık, yan lışlığın aksine D oğanın yardım ı olm adan tespit edilebilir.” Fakat D oğanın gerçek "H A Y IR 'ı, tek-kuram lı b ir m etodolojide gü çlen d i­ rilm iş b ir "potansiyel yanlışlayım ", yani bu konuşm a tarzında, Doğanın söylem iş o ld uğun u iddia e lliğ im iz ve ku ram ım ızın değillemesi olan b ir cüm le halini alır. Doğanın gerçekteki "T U T A R SIZ L lK "ı tek-kuram lı b ir m etodolojide, D oğan ın söylem iş o ld uğun u id dia ettiğim iz ve ileri sü rd ü ­ ğüm üz k uram lara eklendiği takdirde tutarsız bir sistem m eydana g etire ­ cek, ilgili k u ram lardan birin d e gizlenen "o lgu sal" b ir önerme halini alır.

85

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

birden değiştirmeyi, sonra da desteklenmiş içerikte en bü­ yük artışı yaratan, en ilerletici sorun-değişikliğini sağlayan yapıyı tercih etmeyi denemek gerekir.'49 Kuramcı bilim insanının, deneysel bilim insanının olum ­ suz hükmünü sorgulamak istediği takdirde, izleyebileceği bir itiraz prosedürünü böylece tesis etmiş olduk. Kuramcı, deneysel bilim insanından "yorumlayıcı kuramını"150 belirt­ mesini talep edebilir, sonra, deneysel bilim insanını kızdır­ mak pahasına, onu, başlangıçta "çürütülmüş" olan kuramı­ nın daha olumlu bir şekilde değerlendirilmesini sağlayacak daha iyi bir kuramla değiştirebilir.151 Bu itiraz prosedürü bile uzlaşımcı kararı ertelem ek­ ten başka bir şey yapmaya yetmez; çünkü itiraz m erciinin hükmü de yanılmaz değildir. Yeni olguları üretenin "yorum ­ layıcı" kuramın mı yoksa "açıklayıcı" kuramın mı bir baş­ kasıyla değiştirilm esi olduğuna karar verdiğim izde, temel önermelerin red ya da kabul edilm esi konusunda yine b ir 140 M esela, d ah a önceki örneğim izde (bkz. yukarıda, s. 23 vd.) b a z ıla rı kütleçekim kuram ını yeni b ir kuram la değiştirm eyi, d iğerleri radyo-optiğin yerine b ir b a şk a sın ı koymayı deneyebilir: Biz dah a görkem li gelişm eyi, d ah a ilerletici so ru n -d eğ işik liğ in i sağlayan i tercih ederiz. 155 Eleştiri, tamamen, açıklıkla ifad e edilm iş tüm denğelim li b ir yapı sureti ne girm ez; Bu yapıyı kendi yaratır. (Tesadüfen, bu benim [1963-4] tarihli eserim in ana m esajıdır.!. m

Bu sırala m an ın klasik b ir örneği N e w to n ’in ilk Kraliyet Astronom u F lam steed’le olan ilişkisidir. Örneğin 1 E ylül 1694'te N ew to n tüm zam a­ nını aya ilişkin kuram ı üstünde çalışarak geçirirken ilk kez F lam steed ’i ziyaret etmiş, ona kendi kuram ıyla tutarsızlık içinde olan bazı v e rile ­ rini değiştirm esin i söylem iş ve bunu nasıl yap acağın ı tam olarak ta r if etmiştir. Flam steed N e w to n ’in dediğini yapm ış ve ona 7 Ekim'de şöyle yazm ıştır: "Siz eve döndükten sonra, dünyanın yörün gesine ilişkin en büyük denklem leri belirlem ek için yapm ış olduğum gözlem leri incele­ dim ve ayın fark lı za m an lardaki pozisyonlarını h esab a katarak... fark ettim ki (eğer, im a ettiğin iz gibi, d ün ya ayın o za m a nk i tarafına m e ­ yil ediyorsa) o n d a n yaklaşık 2 0 " eksiltebilirsin iz." N ew ton bu şekilde F lam steed'in gözlem kuram ların ı sürekli eleştirdi ve düzeltti. Örneğin N ew ton Flam steed'e atm osferin kinci gücüne ilişkin dah a iyi b ir kuram öğretti; F lam steed b u n u kabul edip ilk "verilerini" düzeltti. Bu büyük gözlem cinin, (kendi itirafın a göre) h içbir gözlem yapm ayan bu adam ta ­ rafınd an verilerinin sürekli eleştirilip düzeltilm esi sonucu yaşad ığı s ü ­ rekli a şa ğıla n m a h issi ve artan öfkesi an laşılabilir. Belki de nihayetinde kötücül b ir kişisel çekişmeye yol açan bu hislerdi.

86

YANLIŞ LAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

karar vermek zorunda kalırız. Bu durumda karan yaln ız­ ca ertelem iş (belki de geliştirm iş) oluruz, karar vermekten kaçınmış olm ayız.152 "N ail" yanlışlamacınm deneysel teme­ le ilişkin karşılaştığı zorluklardan "sofistike" yanlışlamacı da azade değildir. Bir kuramı "olgusal" olarak görüyorsak, yani (Feyerabend'ın ifadesiyle) yavaş işleyen ve sınırlı ha­ yal gücümüz ona b ir altern atif üretemiyorsa bile en azından zaman zaman ve geçici olarak, kuramın doğruluk değerine ilişkin karar vermek zorundayız. O za m a n bile deneyim hâlâ, c id d i anlam da, bilim sel anlaşm azlıkların "tarafsız hakem idir.”'*3 Deneyimden öğrenmek istiyorsak "deneysel tem el" sorunundan kurtulamayız;154 fakat öğrenmeyi daha az dogmatik (fakat aynı zamanda daha az hızlı ve daha az çarpıcı) hale getirebiliriz. Bazı gözlem kuramlarını sorunlu olarak görmekle m etodolojim izi daha esnek hale getireb ili­ riz; fakat tüm "ardalan b ilgisin i" (ya da "ardalan b ilg is iz li­ ğini?") dile getirm em iz ve eleştirel tüm dengelim li m odeli­ m ize dahil etmemiz mümkün değildir. Bu süreç parça parça ilerlem eye mahkumdur ve belirli zamanlarda uzlaşımsal bir çizgi çizilm ek zorundadır. Metodolojik

yanlışlam acılığın

sofistike

versiyonunun

bile Duhemci "yalıncılığa" bir miktar taviz vermeden yanıtlayamayacağı b ir itiraz vardır. İtiraz sözümona "eklenti paradoksu"dur. Yaptığım ız tanımlamalara göre, b ir kurama tamamen alakasız alt düzey hipotezler eklemek bir "ilerletici değişiklik" meydana getirebilir. Bu tarz geçici değişiklikleri, ilave ifadelerin başlangıçtaki ifadeyle salt birleşmeden daha yakın bir ilişki içinde olma zorunluluğunu talep etmeden ortadan kaldırmak zordur. Elbette bu, b ir sorun-değişikliği meydana getirdiğini söylediğim iz kuram dizilerinin sürek­

m

Bu, üçüncü tip k a ra r için de geçeriidir. E ğ e r stokastik b ir hipotezi sadece onun yerini ald ığın ı d üşü nd üğüm üz b ir ba şk a hipotez için reddedersek, "reddetm e k u rallarının" tam biçim i daha az önem li hale gelir.

153 P o p p e r [ 1945], cilt II, bölüm 23, s. 218. 114 A g a ssi d olayısıyla "gözlem rap orların ın ya n lışlığ ın ın kabul edilebileceği, dolayısıyla da deneysel temel so ru n u n d an bu şekilde kurtulunacağı" te­ zin d e haksızdı lAgassı |1966), s. 20).

87

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

liliğini garanti altına alacak olan b ir tür yalınlık koşuludur. Bu durum bizi başka sorunlarla karşı karşıya getirir; çünkü sofistike yanlışlam acılığm hayati özelliklerinden biri, keşif mantığının temel kavramı olarak kuram kavramının yerine kuram d izileri kavramını koymasıdır. B ir kuram d i­ zisi b irb irin i takip eden kuram lardan oluşur; bilimsel ya da sahte-bilimsel olarak değerlendirilebilecek belirli b ir kuram değildir. Bu kuram dizilerinin elemanları genelde, onları birbirine lehimleyerek araştırm a program ları haline getiren dikkate değer bir süreklilikle bağlıdır. Bu (Kuhncu "normal bilim "i andıran) süreklilik bilim tarihinde hayati bir rol oy­ nar; keşif mantığının temel sorunlarının araştırm a p ro g ­ ra m la rın ın m etod olojisi çerçevesi dışında tatmin edici bir şekilde tartışılması mümkün değildir.

3. BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARINA İLİŞKİN BİR METODOLOJİ Bilimsel gelişmeye ilişkin nesnel değerlendirme sorununu bilim sel kuram dizilerinde ilerletici ve yozlaştırıcı sorundeğişiklikleri bağlamında tartıştım. Bu tarz dizilerin bilim ­ sel gelişme açısından en önemli olanları, üyelerini birbirine bağlayan belirli b ir süreklilikle karakterize edilmişlerdir. Bu süreklilik daha en başından taslağı çizilm iş halis b ir araş­ tırma programından evrilir. Program m etodolojik kurallar­ dan oluşur; bu kurallardan bazılan hangi araştırma yolla­ rından kaçınmamız gerektiğini (olum suz höristik), diğerleri de hangi araştırma yollarını izlememiz gerektiğini söyler (olu m lu höristik).155 Popper'm üstün höristik kuralı ışığında bilim in tamamı bile devasa bir araştırma programı olarak görülebilir: "Ken­ dinden öncekilerden daha fazla deneysel içeriği olan tah­ ıss

O lum suz ve olum lu h örisliğin , "kavram sal çerçeve'nin (ve d olayısıyla di lin) k abataslak (örtük) b ir tanım ını yaptığı belirtilebilir. Bilim tarihinin k uram lard an ziyade araştırm a p rog ra m ların ın tarihi old uğu düşüncesi bu sebeple, bilim tarihinin kavram sal çerçevelerin ve b ilim sel dillerin tarihi old uğu görüşün ün ta ra fg ir b ir savun usu olarak görülebilir.

88

YANIIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

minlerde bulun." Bu tarz metodolojik kurallar, Popper'ın işa­ ret ettiği gibi, metafizik ilkeler olarak formüle edilebilir.155 Örneğin istisna-engellemeye karşı evrensel karşı-uzlaşımcı kural metafizik ilke olarak ifade edilebilir: "Doğa istisnalara izin vermez." Bu sebeple Watkins bu tarz kuralları "etkili m e­ tafizik" olarak adlandırmıştır.157 Öncelikli olarak göz önünde bulundurduğum bir bütün olarak bilimden ziyade, "Kartezyen metafizik" olarak bilinen araştırma programı gibi belirli araştırma programlarıdır. Kartezyen metafizik, yani mekanik evren kuramı -bu kura­ ma göre evren devasa b ir mekanizmadır (ve b ir girdaplar sistemidir) ve hareketin tek nedeni itm edir- güçlü bir höristik ilke işlevi görür. Bu ilke, kuramı kendisiyle tutarsız -Nevvton'ın uzaktan etki kuramı (bu kuramın "özcü" versiyo­ nu) g ib i- bilim sel kuramlar üzerinde çalışmaktan caydırdı (olum suz höristik). Diğer yandan, kendisini (Kepler'in elips­ leri gibi) apaçık karşı kanıtlardan kurtarabilecek yardımcı hipotezler üzerinde çalışmaya teşvik etti (olu m lu höristik).158

(a) Olumsuz höristik: Programın "çekirdeği" Tüm bilim sel araştırma program lan "çekirdek'leri üze­ rinden karakterize edilebilir. Programın olumsuz höristiği m odus tollensi bu "çekirdeğe” yöneltm em izi engeller. Bunun yerine, bu çekirdeğin etrafında bir koruyucu kuşak görevi gören "yardımcı hipotezler" dile getirmek, hatta icat etmek için yaratıcılığım ızı kullanmamız ve m odus tollensi bunlara yönlendirmemiz gerekiyor. Testlerin ağırlığını yüklenmesi ve tekrar tekrar düzeltilerek, hatta başkalanyla değiştirilerek böylelikle-güçlendirilm iş çekirdeği koruması gereken işte Po pp er 119341, kısım lar 11 ve 70. "M etafizik" terimini n aif yan lışlam acılığa ait teknik b ir terim olarak kullanıyorum : O lum sal b ir önerm enin h iç b ir "potansiyel yan lışlayıcısı" yoksa "metafızik"tir. 157 W atkin s [1958]. W atkin s "m etafizik-m etodolojik a lan da önerm eler ile yönergeler arasın daki m antıksal a yn lığın , (metafizik) b ir öğretinin olgu b ild ire n biçim in i reddedip yönerge sunan versiyon un a katılm anın m üm ­ kün olm ası durum uyla örneklendiğine" dikkat çeker tA.g.e. s. 356-7). 168 Bu Kartezyen araştırm a p rogram ı için, bkz. Po pp er (1960b) ve W atkins (19581, s. 350-1.

89

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

bu yardımcı hipotezlerin oluşturduğu koruyucu kuşaktır. Bütün bunlar ilerletici b ir sorun-değişikliği meydana g eti­ rirse araştırma programı başarılıdır; yozlaştırıcı bir sorundeğişikliğine yol açarsa başarısızdır. Başarılı

bir

araştırma

programının

klasik

örneği

N ewton'in kütleçekim kuramıdır: Muhtemelen gelmiş geç­ miş en başarılı araştırma programı odur. İlk üretildiğinde, b ir "aykırılıklar" (ya da, dilerseniz, "karşı örnekler"159) okya­ nusuna batmış durumdaydı ve bu aykırılıkları destekleyen gözlem kuramları aleyhindeydi. Fakat Newtoncilar, büyük b ir azim lilik ve marifetle, her şeyden önce bu "karşıt kanıt"ın kurulmasını

sağlamış

başlangıçtaki

gözlem

kuram ları­

nı alaşağı ederek, karşı olayları birbiri ardına destekleyen olaylara dönüştürdüler. Bu süreçte kendileri yeni karşı ör­ nekler üretip daha sonra bunları yine kendileri ortadan kal­ dırdılar. "Her yeni zorluğu programlarının yeni bir zaferine dönüştürdüler."160 N ew ton'm programında olumsuz höristik bizi, m odus tollensi N ew ton'm üç hareket yasasından ve kütleçekim ya­ sasından başka yere yönlendirmeye zorlar. Bu "çekirdek" onu savunanların verdiği m etodolojik kararla "çürütülemez": ay­ kırılıklar sadece yardımcı "gözlem "hipotezlerinin "koruyucu" kuşağında ve başlangıç koşullarında değişikliğe götürm eli­ dir.161 İlerletici b ir Newtonci sorun-değişıkliğinin uydurma bir mikro-örneğini daha önce verdim .162 O örneği analiz edersek, bu alıştırmada her ardışık halkanın yeni b ir olgu öngördü­ ğü; her adımın deneysel içerikte b ir artışı yansıttığı ortaya çıkar: Örnek devam lı olarak ilerletici b ir kuramsal değişiklik oluşturur. Ayrıca ardı ardına gelen üç durumda anlık olarak 150 “Karşı örnek" ve "aykırılık" k avram ların ın netleştirilm esi için, bkz. yu k a ­ rıda, s. 26 ve özellikle aşağıda, s. 72, text to n. 3. 100 L ap la ce (1824], kitap IV, bölüm II. 161 B ir p ro g ra m ın asıl çekirdeği Athena'nın Zeus'un ba şın d an çıktığı gibi tam am en silah lan m ış b ir biçim de ortaya çıkmaz. Uzun, hazırlayıcı n i­ telikte b ir deneme yanılm a süreciyle yavaş yavaş gelişir. Bu yazıda bu süreç tartışılm am ıştır. IK

Bkz. yukarıda, s. 16-17.

90

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

"çürütülmüş" gibi görünmüşlerse de, her öngörü sonunda doğrulanır.183 "Kuramsal ilerleme" (burada betimlenen anla­ mıyla) hemen doğrulanabilirken18“*, "deneysel ilerleme" için aynı durum söz konusu değildir ve b ir araştırma program ın­ da yaratıcı ve şanslı içerik-arttırıcı yardımcı hipotezler b ir yenilgiler zincirini geriye dönük bir biçim de, ya bazı yanlış "olgular"ı gözden geçirmek ya da yeni yardımcı hipotezler eklemek suretiyle bir başarı hikayesine dönüştürene kadar, uzun b ir "çürütme" dizisi bizi hayal kırıklığına sevkedebilir. Öyleyse b ir araştırma programının her aşamasının kesinti­ siz biçimde içerik-arttırıcı olmasını; her aşamanın kesinti­ siz olarak ilerletici bir kuramsal sorun-değişikliği meydana getirmesini talep etmek zorunda olduğumuzu söyleyebili­ riz. Buna ek olarak tek ihtiyacım ız olan, içerikteki artışın en azından arada sırada geriye dönük olarak desteklenmiş görünmesidir: Bir bütün olarak program aynı zamanda ara­ lıklı olarak ilerletici bir deneysel değişiklik meydana getir­ melidir. Her b ir aşamanın hemen, gözlenm iş yeni bir olgu ortaya koymasını talep etmiyoruz. “A ralıklı olarak" ifadesi ilk bakışta "çürütmeler" karşısında programa dogmatik bir bağlılık göstermeye yetecek rasyonel olanağı tanımaktadır. Bilimsel bir araştırma programına ilişkin "olumsuz höristik" tasarımı klasik uzlaşım cılığı önemli oranda rasyonel kı­ lar. Yardımcı hipotezlerin koruyucu kuşağının desteklenmiş deneysel içeriği artmaya devam ettiği sürece, "çürütmelerin" yanlışlığı çekirdeğe iletmesine izin vermemeye rasyonel ola­ rak karar verebiliriz. Fakat bizim yaklaşımımız Poincare'niıı doğrulamacı uzlaşım cılığm dan farklıdır: Poincare'nin aksi­ ne, eğer program artık yeni olgular öngöremez duruma ge­ lirse, çekirdeğinin terkedilmesi gerekebilir; yani bizim çe­ kirdeğimiz, Poincare'ninkinin aksine, belirli koşullar altında parçalanabilir. Bu anlamda, böyle bir olasılığın önünün açılması gerektiğini düşünmüş olan Duhem'e yakınız;185 fa ­ ,M

“Ç ürütm e” h e r seferinde b a ş a rıy la "gizli ön sa v la r”a; yani adeta ceteris paribus koşulun dan doğan ön savlara yönlendirilm iştir.

,M

Fakat bkz. aşağıda, s. 69-71.

165 Bkz. yukarıda, s. 22.

91

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

kat Duhem'e göre bu parçalanmanın sebebi tamamen estetik iken,166 bize göre esas olarak m antıksal ve deneyseldir.

(b ) Olumlu höristik: "koruyucu kuşağın"inşası ve kuramsal bilimin görece özerkliği Araştırma programları, olumsuz höristiklerinin yanında, olumlu höristikleriyle de karakterize edilirler. En hızlı ve kesintisiz olarak ilerletici olan araştırma program lan bile "karşı kanıt"ı parça parça sindirebilir­ ler: aykırılıklar hiçbir zaman tamamen tükenmezler. Fa­ kat henüz açıklanmamış aykınlıklann (Kuhn'un deyimiyle "bulmacalar'ün) rastgele alındığı ve koruyucu kuşağın seçmeci b ir biçimde, önceden tasarlanmış b ir düzenden yoksun kurulduğu düşünülmesin. Düzenin nasıl olacağına genelde kuramcı bilim insanının odasında, bilinen aykırılıklardan bağım sız olarak karar verilir. Bir araştırma programına bağ­ lanan kuramsal oryantasyonlu çok az bilim insanı "çürütmelere" zamansız b ir ilgi gösterir. Bu bilim insanlarının, bu çürütmeleri öngören uzun soluklu bir araştırma politikaları vardır. Bu araştırma politikası ya da araştırma.düzeni (az ya da çok ayrıntıyla) araştırma programının olu m lu höristiği içinde düzenlenmiştir. Olumsuz höristik prpgramm, onu sa­ vunanların metodolojik kararıyla "çürütülemez" olan "çekir­ değini" belirler. Olumlu höristik ise, araştırma programının "çürütülebilir olan değişik biçim leri"nin nasıl değiştirilece­ ği, geliştirileceği ve "çürütülebilir" koruyucu kuşağın nasıl düzeltilip sofistike hale getirileceği konusunda kısmen d il­ lendirilm iş bir öneriler ve ipuçları kümesinden oluşur. Programın bu olumlu höristiği bilim insanını aykırılıklar okyanusunun yaratacağı kafa karışıklığından korur. Olumlu höristik, gerçeği simüle eden hep daha karmaşık modeller zinciri listeleyen bir program ortaya koyar: Bilim insanının dikkati programının olumlu kısmında ortaya konan yöner­ geleri takip ederek modellerini inşa etmeye yoğunlaşmıştır.

106 A.g.e. 92

YANLIŞLAMA v e BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Gerçek olan karşı örnekleri, mevcut "veriler"i gözardı eder.167 Newton programını ilk olarak, güneş gibi sabit bir nokta ile gezegen gibi tek bir noktadan oluşan bir gezegen sistemi üze­ rinde çalışarak düzenledi. Kepler'in elipsi için kendi ters kare yasasım çıkardığı model buydu. Ne var ki, bu model bizzat Newton'm dinamiğinin üçüncü yasası tarafından yasaklan­ mıştı; dolayısıyla model, hem güneşin hem de gezegenin kendi ortak kütleçekim merkezleri etrafında döndükleri bir modelle değiştirilmek zorundaydı. Bu değişikliği gerektiren herhangi bir gözlem değil (veriler burada bir "aykırılığa" işaret etmi­ yordu), programın geliştirilm esi sırasında karşılaşılan ku­ ramsal bir zorluktu. Durum üzerinde çalışarak, sanki hiçbir gezegenler arası kuvvet yokmuş, varolan kuvvetler yalnızca güneş-merkezli olanlarmış gibi programı daha çok gezegen içerecek şekilde düzenledi. Sonra çalışmasını sürdürerek gü­ neşin ve gezegenlerin kütle-noktalan değil de kütle-topları olduğu bir durum tasarladı. Yine, bu değişim için bir aykırılık gözlemine gerek duymadı; sonsuz özkütle (dillendirilmemiş) mihenk taşı bir kuram tarafından yasaklandığından geze­ genlerin yer kaplaması zorunluydu. Bu değişiklik Newton'm çalışmalarını engelleyen önemli matematiksel zorluklar içe­ riyordu ve P rin cip ia 'nın basımını on yıldan fazla geciktirdi. Bu "bulmaca"yı çözdükten sonra dönen toplar ve onların salınunlan üzerine çalışmaya başladı. Daha sonra gezegenler arası kuvvetleri kabul etti ve yörünge sapmaları üzerine ça­ lışmaya başladı. Bu noktada olgulara daha bir endişeyle yak­ laşmaya başladı. Bu model (niteliksel açıdan) olguların pek çoğunu çok güzel bir biçimde açıklarken birçoğunu da açık­ lamıyordu. Küre biçim li gezegenler yerine yanal genişlemiş gezegenler üzerinde çalışmaya o zaman başladı, vb.

187 E ğer b ir bilim insanının (ya da matem atikçinin) b ir olum lu h öristiği v a rsa , gözlem yapm aya sürüklenm eyi reddeder. "Kanepesinde uzanıp gözlerini kapatacak ve verileri boş verecektir" {Bkz. böyle b ir p rogram la ilgili detaylı b ir vaka çalışm ası içeren 11963-41 tarihli eserim, özellikle s. 300 vd.) Kuşkusuz, yeri geld iğind e D oğa'ya zekice b ir soru soracaktır; o zam an D oğa'n ın E V ET'in den cesaret bulacak, fakat H A YtR 'ıyla şevki kırılmayacaktır.

93

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Newton, Hooke gibi, ilk olarak n aif bir modeli tesadüfen bulan, fakat onu geliştirerek bir araştırma programına dö­ nüştürecek azme ve yeteneğe sahip olmayan, ayrıca b ir ilk versiyonun, kendi başına bir "keşif' oluşturduğunu düşünen insanları hor görürdü. Programı dikkate şayan bir ilerletici değişikliğe erişene kadar basımını geciktirdi.168 Birbirinin yerini alan b ir dizi yeni değişm elere yol açan New ton "bulmacalar''mm, hepsi değilse bile çoğu, N ew ton'in ilk n a if m odeli üzerinde ça lışıld ığı sırada tahmin ed ileb ilird i ve şüphesiz New ton ve m eslektaşları gerçekten de onları tahmin ettiler: Newton, programının ilk değişm e­ lerinin bariz yanlışlığının tam amıyla farkında olm alıydı. Bir araştırma program ının olumlu bir höristiği olduğunu hiçbir şey bu olgudan daha net gösteremez; tam olarak bu sebeple araştırm a program larında "m odeller"den söz edilir. "M o d e l" dediğim iz şey, program geliştikçe değiştirilm ek z o ­ run d a olduğu, hatta aşağı yukarı, nasıl değiştirileceği dahi bilinen bir başlangıç koşulları küm esidir (muhtemelen bu kümeye bazı gözlem kuramları da dahildir). Bu durum bir araştırma program ında herhangi bir spesifik değişmeye ilişkin "çürütmeler" in ne kadar konuyla ilg isiz olduğunu bir kez daha gösterir: Çürütmeler tamamen tahmin dahi­ lindedir, olumlu höristik bunları hem öngörmek (üretmek) hem de sindirmek için bir strateji olarak orada mevcuttur. Aslında, olumlu höristik ayrıntıyla açıklanırsa, programın

m

Reichenbach, C ajori'nin y a p u ğ ı gibi, N ew ton 'in Principia ’nın basım ını neden geciktirdiği h ususun a farklı b ir açıklam a getirir; “N ew ton gözlem sonuçların ın kendi h esap lam a larıyla uyuşm adığını hayal kırıklığıyla fark etti. N e k a d ar güzel o lu rsa olursa olsun herhangi b ir kuram ı olgu lardan önce ileri sürm ektense, N ewton, kuram ının elyazm asını çekmece­ sine yerleştirdi. Yirm i yıl sonra, Fran sızların yaptığı b ir k e şif gezisiyle dünyanın çevresinin yeni ölçüm lerinin yapılm asın ın ard ın d an N ew ton, testini üzerine bin a ettiği şekillerin yanlış olduğun u ve yeni g eliş tiril­ miş şekillerin kuram sal h esap lam alarıyla uyuştuğun u gördü. Ancak bu testten sonra yasasını yayım ladı... N ew to n ’m hikayesi m odem bilim in metodunun en çarpıcı örneklerinden b irid ir“ (Reichenbach (1951). s. 101 2). F eyerabend R eichenbach'ın açıklam asını eleştirir (Feyerabend 119651, s. 229), fakat a ltern atif b ir izah ortaya koymaz.

94

YANLIŞIAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

güçlükleri deneysel olmaktan çok matematiksel olur.169 Bir araştırma programının "olumlu höristik''i "metafizik" b ir ilke olarak formüle edilebilir. Örneğin Nevvton'ın prog­ ramını şu şekilde formüle etmek mümkündür: "Gezegenler özleri itibarıyla kütleçekimle hareket eden, kabaca küresel b ir şekle sahip topaçlardır." Bu fikir asla katı bir şekilde sa­ vunulmadı: Gezegenler sadece kiitleçekimsel değildir, hare­ ketlerini etkileyebilecek, örneğin elektromanyetik özellikleri de vardır. Dolayısıyla olumlu höristik genel olarak olumsuz höristikten daha esnektir. Dahası, ara sıra gerçekleştiği gibi, bir araştırma programı yozla ştırıcı bir safhaya girdiğinde, olumlu höristiğinde küçük bir devrim ya da bir yaratıcı de­ ğişiklik meydana gelmesi onu tekrar ileri götürebilir.170Dola­ yısıyla "çekirdeği", ondan daha esnek olan, olumlu höristiği ifade eden metafizik ilkelerden ayırmak daha iyi olacaktır. Yukarıdaki değerlendirmemizin gösterdiği gibi olumlu höristik "çürütmeler"e neredeyse hiç kulak asmadan hızla ilerler: Gerçeklikle temas noktalarını sağlayanın çürütmelerden ziyade "d oğru la m a la r",?1 olduğu izlenim i oluşabilir. Programın (n+1 Kinci versiyonunun her "doğrulan ma"sının «'in c i

versiyonun

çürütülmesi

olduğunu

belirtmek

ge­

rekse de, takip eden versiyonların bazı yenilgilerinin da­ ima önceden bilindiğini reddedemeyiz: İnatçı durumla­ rın varlığına rağmen, programın devam lılığını sağlayan "doğnılam alar"dır. Araştırma programlarım, "saf dışı" edilmelerinden sonra bile höristik güçleri açısından değerlendirebiliriz: Kaç yeni olgu ürettiler, "gelişim leri sırasında kendi çürütmelerini açıklama kapasiteleri" ne kadar genişti?172 Bu nokta hakkında, bkz. Truesdell 119601. 170 Soddy'n in Prout'un p rogram ın a ya da Pauli'nin Bohr'unkine (eski kuan tunı kuram ı) katkıları böyle yaratıcı değişikliklerin tipik örnekleridir. 171 “D oğrulam a", genişleyen p rogram d a fazla d an içeriğin desteklenm esidir. Fakat b ir “d oğ ru la m a" elbette b ir program ı doğrulam az; sadece onun h ö­ ristik gücünü gösterir. ,n

Bkz. [1963-4] tarihli eserim, s. 324-30. Ne yazık ki 1963-4 yılların d a ku ra m lar ile araştırm a p ro g ra m la n a rasın d a henüz net b ir term inolojik ayrım yapm am ıştım ; b u da biçim sel olm ayan, yarı-deneysel matematikte

95

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

(Onları aynı zamanda matematiğe yaptıkları uyarıcı etki açısından da değerlendirebiliriz. Kuramsal oryantasyonlu bilim inşam için asıl zorluklar, aykırılıklardan ziyade programın m atematiksel zorluklarınd an doğar. Nevvton'm programının büyüklüğü kısmen, başarısının can alıcı b ir ön­ koşulu olan klasik sonsuz küçükler analizinin Nevvtoncılar tarafından geliştirilm esinden ileri gelir.) öyleyse, bilim sel araştırma programlarının m etodolo­ jisi, kuramsal b ilim in görece oton om olm asını açıklar: Bu otonomi, daha önceki yanlışlamacılar tarafından rasyonalitesi açıklanamamış b ir tarihsel olgudur. Güçlü araştırma programlarında çalışan bilim insanlarının rasyonel olarak hangi problem leri seçtikleri, psikolojik açıdan üzüntü verici (ya da teknolojik açıdan aciliyeti olan) aykırılıklardan ziyade programın olumlu höristiği tarafından belirlenir. Aykırılık­ lar listelenir, fakat zamanı gelince programı destekleyen un­ surlara dönüşecekleri umuduyla bir kenara bırakılır. Yalnız­ ca, deneme yanılma alıştırm alarıyla uğraşan173 ya da olumlu höristiğinin gücü tükenmiş b ir araştırma programının yoz­ laştırıcı safhasında çalışan bilim insanları dikkatlerini ay­ kırılıklar üzerinde yoğunlaştırmak -zorunda kalırlar. (Bütün bunlar, bir kuram bir kez deneyle (on la rın kural kitaplarına göre) "çürütüldükten" sonra onu geliştirm eye devam etmenin irrasyonel (ve dürüstüğe aykırı) olduğunu; eski, "çürütülmüş" kuramın yeni, çürütülmemiş bir kuramla değiştirilm esi ge­ rektiğini düşünen n a if yanlışlamacılara muhakkak itici ge­ lecektir.)

(c) İki örnek: Prout ve Bohr Bir araştırma programında olumlu ve olumsuz höristiklerin diyalektiği en iyi şekilde örneklerle aydınlatılabilir. Bu sebeple şimdi, büyük başarı elde etmiş iki araştırma progra­ mının birkaç özelliğini kısaca betimleyeceğim: Tüm atom la­ rın hidrojen atomlarının birleşm esiyle oluştuğu fikrini temel b ir araştırm a p rogram ın a ilişkin açıklam am ı zayıflattı. 173 Bkz. aşağıda, s. 88.

96

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

alan Prout'un program ı174ile ışık-yayılımının, atomların içe­ risinde elektronların bir yörüngeden diğerine sıçramaların­ dan kaynaklandığı fikrini temel alan Bohr'un programı. (Tarihi bir vaka çalışm asını yazarken izlenmesi gereken prosedür, bence şudur: (1) Rasyonel olarak yeniden inşa etnıek; (2) bu rasyonel yeniden-inşam n gerçek tarih ile karşı­ laştırılm ası ve hem rasyonel yeniden-inşam n hem de gerçek ta rih in eleştirilm esi; b irin cin in tarihsellik yoksunluğu, İk in­ cin in ise rasyonellik yoksunluğu açısından. Dolayısıyla her tarihsel çalışmayı önceleyen b ir höristik çalışma olm alıd ır: Bilim felsefesi olm adan bilim tarihi kördür. Bu yazıda ikinci aşamaya cid d i biçim de eğilm eyi düşünm üyorum .) (c 1) Prou t: A ykırılıklar okyanusunda ilerleyen b ir araş­ tırm a p rogram ı Prout, 1815'te yazdığı isim siz b ir yazıda, sa f kimyasal ele­ mentlerin tamamının atom ağırlıklarının tam sayı olduğunu iddia etti. Aykırı durumlara çokça rastlandığını iyi biliyor­ du, fakat bunların görülmesinin sebebinin doğada kimyasal maddelerin s a f halleriyle bulunm am aları olduğunu söyledi: Yani o dönemde mevcut olan ilg ili "deneysel teknikler" gü­ venilir değildi ya da bizim term inolojim izle söylemek gere­ kirse, kuramının temel önermelerinin doğruluk değerlerinin saptanmasında başvurulan çağdaş "gözlem " kuramları yan­ lıştı.175 Prout'un kuramının savunucuları bu sebeple, büyük b ir maceraya atıldılar: Kendi tezlerine karşı-kanıt sunan kuramları alaşağı etmek. Bunu yapabilmek için dönemin yerleşmiş analitik kimyasında köklü değişiklikler yapmak ve buna uygun olarak saf elementlerin aynştırılacağı de­ neysel teknikleri yeniden gözden geçirmek zorundaydılar.176 174 Yukarıda ba h si geçmişti, s. 43-4. 'n

N e yazık ki, tüm b u n la r gerçek tarihten ziyade rasyonel yeniden-inşadır. Prout h erh angi b ir aykırılığın varlığını reddetti. Örneğin klorun atom a ğırlığın ın tam olarak 36 olduğun u id d ia etti.

,,t

Prout kendi program ın ın temel m etodolojik özelliklerinden b a z ıla r ı­ nın farkındaydı. 11815] tarihli eserinin ilk satırların ı alınU layalım : "Bu m akalenin yazarı onu halka sunarken büyük b ir çekingenlik içindedir... Buna rağm en, önem inin a n laşılacağın a ve ba zıların ın onu incelemeye g i­ rişm ek su reliy le vard ığı sonuçları d oğrulayacaklarına ya da çürütecekle

97

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Prout'un kuramı, aslında, kimyasal maddelerin saflaştırıl­ masında daha önce uygulanan kuramları birbiri ardına yen­ di. Buna rağmen bazı kimyagerler araştırma programından bıkarak çalışmaktan vazgeçtiler; çünkü elde edilen başarılar hâlâ nihai bir zafere ulaşmaktan uzaktı. Örneğin uyum gös­ termeyen, boyun eğmez olaylar sebebiyle hüsrana uğrayan Stas, 1860'ta Prout'un kuramının "temelsiz" olduğu sonu­ cuna vardı.177 Fakat başka kimyagerler tam b ir başarı elde edilememiş olmasından yılmak yerine kaydedilen ilerlem ey­ le daha fazla cesaret buluyorlardı. Örneğin Marignac cevap vermekte hiç gecikmedi: "Her ne kadar Mösyö Stas'm deney­ leri tamamen isabetli olsa da, onun sonuçlarıyla Prout'un yasasının gerektirdikleri arasında gözlenen farkların deney­ sel metotların kusurlu oluşuyla açıklanamayacağma ilişkin b ir kanıt yoktur."178 Crookes'un 1886'da dediği gibi: "Burada [Prout'un kuramında] hakikatin bir ifadesi olduğunu, fakat bunun henüz saf dışı etmeyi başaramadığımız, bazı tespit edilememiş ya da ikincil fenomenler tarafından maskelen­ miş olduğunu düşünen saygın kimyagerlerin sayısı hiç de az değildir.''179 Yani kimyasal saflaştırma işleminde uygulanan "deneysel teknikler"in üzerine bina edildiği ve atom ağırlık­ larının hesaplanmasında başvurulan "gözlem" kuramların­ da başka bir yanlış gizli varsayım olmalıydı. Crookes daha 1886'da "mevcut bazı atom ağırlıklarının yalnızca ortalama bir değer belirttiğini" düşünüyordu.180Aslında Crookes orada bırakmayarak bu fikri bilimsel (içerik-artıncı) b ir formda ifa ­

rine güvenmektedir. Hatalı olduklarının ortaya çıkm ası halinde, yine de incelem e yeni o lg u la r ortaya çık a rab ilir ya da eski olg u ların yeri sağlam laşabilir; fakat d oğ ru la n d ık la rı takdirde kimya bilim in in tam am ına yeni ve ilgi çekici b ir ışık tutulm uş olacaktır.” 177 Clerk M a x w e ll Stas’m tarafın ı tutuyordu: İki tip hidrojen olm asın ın o la ­ naksız o ld uğun u düşünüyordu, çünkü "eğer b a zı m oleküllerin kütlesi d i­ ğerlerinden b ir m ik tar dah a büyük olsaydı, elim izdeki ola n a k la rla farklı kütlelere sahip, biri diğerinden daha yoğun olan m olekülleri ayrtştırabilirdik. Bu y ap ılam ad ığın a göre, [hepsinin aynı old uğun u] kabul etmek zorundayız” (M a x w e ll 118711). 178 M arign a c [1860]. 178 Crookes [1886]. 180 A.g.e.

98

YANLIŞIAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

de etti: Somut yeni "başkalaşma" kuramları; yeni b ir "M ax­ w ell şeytanı" ortaya attı.18' Fakat ne yazık ki, yeni gözlem kuramları cüretkarlıkları ölçüsünde yanlış çıktılar ve hiçbir yeni olgu öngöremedikleri için (rasyonel olarak yeniden-inşa edilmiş) bilim tarihinden saf dışı edildiler. Oysa b ir kuşak sonra, araştırm acıları başarısızlığa uğratmış olan çok temel bir gizli varsayım olduğu ortaya çıktı: îki sa f elementin k im ­ yasal metodlarla ayrılabileceği varsayımı. İki farklı saf ele­ mentin tüm kimyasal tepkimelerde tamamen aynı davrana­ bileceği, fakat fiziksel m etotlarla ayrılabilecekleri fikri "saf element" kavramında bir değişim, bir "esneme" gerektiriyor­ du ve bu da araştırma programının kendisinde bir değişim, bir kavram-esneten genişlem e anlamına geliyordu.182 Bu oldukça devrimci yaratıcı değişiklik sadece Rutherford'un Okulu tarafından benimsendi; 183 sonrasında "pek çok deği­ şikliğin ve son derece ikna edici bariz çürütmelerin ardın­ dan, Edinburghlı fizikçi Prout'un çok ciddiye almadan orta­ ya attığı hipotez 1815'te, b ir yüzyıl sonra, atom yapılarına ilişkin m odem kuramların mihenk taşı haline geld i."184 Gelgelelim bu yaratıcı adım farklı, aslında, uzak b ir araştırma programında kaydedilen ilerlemenin tâli bir sonucu olmak­ tan ibaretti; Proutçular, bu dışsal teşvikten yoksun oldukları için, hiçbir zaman elementleri ayrıştıracak güçlü santrifüj makineleri yapmaya çalışmak gibi şeyleri hayal etmediler. (Bir "gözlem" kuramı ya da "yorumlayıcı" bir kuram nihayet saf dışı edildiğinde, ıskartaya çıkarılmış çerçevenin içerisinde gerçekleştirilmiş "hassas" ölçüm ler-(geriye dönüp bakıldığın­ da)- biraz aptalca görünebilir. Soddy “deneysel hassasiyetle onun iyiliği için dalga geçer: "Çağdaşlarının haklı olarak, tam bilimsel ölçümün mükemmelleştirilmesinin ve en yüksek for­ 181 Crookes 11886], s. 491. 182 "K avram -esnetm e" için, bkz. [1963-4] tarihli eserim , parça IV. 183 Bu değişiklik C rookes'un 11888] tarihli muhteşem eserinde ön görülm üş­ tü. Bu eserde Crookes çözüm ün "fizikse]1' ile "kim yasal" a rasın d a yeni b ir s ın ır çizilm esi gerekliliğinden geçtiğine işaret etmişti. Fakat öngörü fe l­ sefi olm anın ötesine geçemedi; onu, 1910'dan sonra, geliştirerek bilim sel b ir kuram haline getirmek R u th erford ve Soddy'ye kaldı. 184 Soddy [1932], s. 50.

99

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

munun temsilcileri olarak gördükleri on dokuzuncu yüzyıl kimyagerlerinin seçkin galaksisinin hayatlarını adadıkları çalışmaların yazgısında, daha öte olmasa bile kesinlikle tra­ jediye yakın bir şey vardır. Zorluklarla elde edilmiş sonuçla­ rı, en azmdan şu an için, bazısı dolu bazısı aşağı yukarı boş şişelerin toplamının ortalama ağırlığını belirlemek kadar az öneme sahip görünüyor ve o kadar da az ilgi uyandırıyor."185) Burada ileri sürülen araştırma programları m etodolojisi­ nin ışığında, Prout'un programını s a f dışı etmek için hiçbir zaman rasyonel b ir sebep olm adığını vurgulayalım. Aslında program, arada sırada önemli aksamalar olduysa da güzel, ilerletici bir değişiklik meydana getirdi.188 Yaptığımız özet, b ir araştırma programının nasıl kabul edilmiş, hatırı sayılır b ir bilim sel bilgi yığınına meydan okuyabileceğini göster­ mektedir: Adeta düşman bir çevrede ekilmiş bir bitki gibi adım adım bu çevreye baskın gelerek onu dönüştürecektir. Ayrıca Prout’un programının gerçek tarihi, bilim in iler­ lemesinin doğrulamacılık ve n a if yanlışlamacılık tarafından nasıl aksatılıp yavaşlatıldığını çok iyi örnekler. (On dokuzun­ cu yüzyılda atom kuramının ikisi tarafmdan da beslenmesi­ nin tersine.) Kötü m etodolojinin bilim üzerindeki bu etkisini detaylandırmak, bilim tarihçisi için tatminkar b ir araştırma programı olabilir. (c 2) Bohr: Tutarsız tem eller üzerinde ilerleyen b ir araş­ tırm a p rogram ı Bohr'un ışık yayılım ını araştıran programının (kuantum fiziğinin başlarında) kısa b ir taslağını vermek, tezim izi biraz daha örneklendirmemize -v e hatta genişletm em ize- olanak sağlayacaktır.187 185 A.g.c. 188 Bu a k sa m ala r kaçınılm az şekilde pek çok bilim insanını program ı ra ­ fa kaldırm aya ya da tam am en b ir kenara atmaya ve olum lu höristiğin o sırad a dah a ucuza b a ş a n su nduğu başka araştırm a p ro g ra m la n n a k a ­ tılmaya sevk eder: Bilim tarihini kitle psikolojisi olm aksızın tam am en anlam ak mümkün değildir. (Bfez. aşağıda, s. 90-93.) 187 Bu kısım , tarihçiye yine b ir taslaktan çok b ir karikatür gib* gelebilir; yine de am acına hizmet edeceğini umuyorum. IBkz. $lik a n d a , s. 52.) B azı ifad eler ciddi oran d a kuşkuyla karşılanm alıdır.

100

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Bohr'un araştırma programının hikayesi şunlarla karakterize edilebilir: (1) Başlangıçta ele aldığı problem; (2) olumsuz ve olumlu höristiği; (3) gelişim i sırasında çözmeyi amaçladığı sorunlar; (4) yozlaşma noktası (ya da, dilerseniz, "doyma noktası"); son olarak da (5) onun yerini alan program. Arka plandaki sorun Rutherford atomlarının (yani elekt­ ronların p o zitif yüklü bir çekirdek etrafında döndüğü küçü­ cük gezegensel sistemler) nasıl kararlılıklarını koruyabildiği bilmecesiydi; çünkü yeterince desteklenmiş MaxwelI-Lorentz elektromanyetizma kuramına göre çökmeleri gereki­ yordu. Fakat Rutherford'un kuramı da yeterince desteklen­ mişti. Bohr şim dilik bu tutarsızlığı görmezden gelmeyi ve bilinçli b ir şekilde, "çürütülebilir" yorumları M axw ell-Lo­ ren tz kuramıyla tutarsız olan b ir araştırma programı geliş­ tirmeyi önerdi.188 Programının çekirdeği olarak beş postüla ortaya koydu: "(1) [Atom içerisindeki] enerji ışınımı, alışıla­ gelmiş elektrodinamiğin farz ettiği gibi devamlı bir şekilde yayılm az (ya da soğurulmaz), tersine yalnızca sistemlerin farklı "kararlı" haller arasındaki geçişlerinde gerçekleşir. (2) Kararlı haldeki sistemlerin dinamik dengesi alışılagel­ miş mekanik yasaları tarafından yönetilir, fakat bu yasa­ lar sistemlerin farklı haller arasındaki geçişleri için geçerli değildir. (3) Bir sistemin b ir kararlı halden diğerine geçişi sırasında yayılan ışınım homojendir, bununla beraber fre­ kans v ile yayılan toplam enerji m iktan E arasındaki ilişki, h'nin Planck sabiti olduğu E=hv eşitliği üzerinden sağlanır. (4) P o zitif yüklü bir çekirdek ile onun çevresinde dönen bir elektrondan oluşan basit bir sistemin farklı kararlı halle­ ri, biçimlenme düzeninin oluşumu sırasında yayılan top­ lam enerji ile elektronun dönüş frekansı arasındaki oranın l/2h'nin tam katı olması koşuluna göre belirlenirler. Elekt­ ronun yörüngesinin dairesel olduğunu varsayarsak, bu var­ sayım çekirdeğin çevresindeki elektronun açısal momen188 Bu argüm an, elbette, J. O. W isd o m ’in metafizik k u ram ların on larla çatı­ şan yeterince desteklenm iş bilim sel b ir k uram la çürütülebilecekleri te­ zine k arşı b a şk a b ir a rgü m an d ır (W isd om 119631.) A y n c a s. 27, n. 7 ve s. 42.

101

bkz. yukarıda,

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

tumunun h/2n'mn bir tam katma eşit olduğu varsayımıyla eşdeğerdir. (5) Bir atomik sistemin "kalıcı" hali, yani yayılan enerjinin maksimum olduğu hal, yörüngesinin merkezi çev­ resindeki her elektronun açısal momentumunun h/2n‘ye eşit olması koşuluna göre belirlenir."189 Prout ile Bohr'un program larının yarattığı tu tarsız­ lıklar arasındaki can alıcı m etodolojik farkı anlamamız gerekir. Prout'un araştırm a program ı döneminin anali­ tik kimyasına savaş açm ıştı: Program ın olumlu höristiği onu alaşağı edip yerini almak üzere tasarlanm ıştı. Fakat Bohr'un araştırm a program ı böyle b ir plan içermiyordu: Bu program ın olumlu höristiği, tamamen başarılı olsa dahi, M axw ell-Lorentz kuram ıyla arasındaki tu ta rsızlı­ ğı çözülm eden bırakacaktı.190 Böyle b ir fikri ortaya atmak Prout'unkinden de büyük b ir cesaret gerektirirdi; aynı fikir Einstein'm da aklından geçm işti, fakat o bunu kabul ed ile­ mez bulmuş ve reddetm işti.191 Aslında, bilim ta rih in in en ö n e m li ara ştırm a p ro g ra m la rın d a n bazıları kendileriyle b ariz b ir şekilde tu ta rs ız ola n eski p ro g ra m la rın üzerin e aşılanarak ortaya çıkm ışlard ı. Örneğin Kopernikçi ast­ ronomi Aristoteles fiziği üzerine, Bohr'un- program ı Maxw ell'in kinin üzerine "aşılanm ıştı." Bu tarz "aşılam alar", tu­ tarsız tem eller üzerinde gelişm eyi onaylam aları olanaksız olan doğrulam acıya ve n a if yanlışlam acıya göre irrasyo­ neldir. Bu sebeple -G alileo'nun dairesel eylem sizlik kura­ mı ya da Bohr'un karşılık gelme, daha sonra da, tam am ­ layıcılık ilkesi g ib i- genelde tek amacı "kusur"u saklamak olan ad hoc taktiklerle g izlen irler.192 Aşılanarak meydana gelm iş yeni program güçlendikçe, barışçıl bir arada yaşam sona erer, ortak yaşama rekabetçi hale g elir ve yeni prog­ ,M

B ohr (1913a), s. 874.

100 Bohr o dönem de M ax w e ll-L o re n tz kuram ının eninde so n u n d a yerini b ir b a şk a kuram a bırakm ak zo ru n da kalacağını düşünüyordu. (Einstein'm foton kuram ı çoktan bu ihtiyaca işare t etmişti.) 101 H evesy 11913); bkz. ayrıca yukarıda, s. 50, n. l 'e ait metin. 1,2

Bizim m etodolojim izde bu tarz koruyucu ad hoc taktiklere ihtiyaç yok­ tur. Fakat öte yandan, bu taktikler çözüm olarak d eğîî açıkça sorun o la ­ rak görüld ükleri sürece zararsızdırlar.

102

YANL1ŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ram ın destekleyicileri eski program ı tamamen yerinden etmeye çalışırlar. Bohr'u yanıltıp, araştırma programlarındaki bu kadar temel tutarsızlıklara ilkece hoşgörü gösterilebileceğine ve gösterilm esi gerektiğine, bunların ciddi bir sorun teşkil et­ m ediklerine ve tek yapılması gerekenin onlara alışmak ol­ duğuna inanmaya itenin kendi "aşılanm ış" programının" başarısı olması pekala mümkündür. Bohr 1922'de bilim sel eleştirinin standartlarını aşağı çekmeyi denedi; iddiası şuy­ du: “Bir kuramdan [yani programdan] beklenebilecek şey en fazla , [kuramın oluşturduğu] sınıflandırmanın yeni feno­ menler öngörmek üzerinden gözlem alanına katkı yapabile­ cek kadar ilerletilm esinin mümkün olm asıdır."193 (Bohr'un bu ifadesi d'Alem bert'in sonsuz küçükler kura­ mının temellerindeki tutarsızlıklarla yüzyüze geldiğindeki ifadesine benzer: "Allez en avant et la f o i vous viendra.'nm Margenau'ya göre, "elde ettiği başarıyla heyecanlanan in­ sanların kuramın mimarisindeki b ir hatayı gözden kaçır­ mış olmaları anlaşılabilir; zira Bohr'un atomu klasik elekt­ rodinamiğin Gotik kaidesi üzerine oturmuş barok bir kule gibiydi."195 Fakat doğrusunu söylemek gerekirse "hata" pek de "gözden kaçmış" değildi; herkes farkındaydı, sadece prog­ ramın ilerlem e aşamasında -kim i daha çok kimi daha az olmak ü zere- bunu inkar ettiler.198 Araştırma program lan m etodolojim iz bu tavrın rasyonelliğini gösterir, fakat aynı zamanda ilerlem e aşaması bittikten sonra hâlâ bu "hata"lan savunmanın irrasyonelliğini de gösterir. Burada, otuzlu ve kırklı yıllarda Bohr'un "yeni fenomen­ ler" talep etmekten vazgeçtiğini ve "bu yeni bilgi alanını keş­ federken atom hakkmdaki fenomenlere ilişkin günden güne birikmiş çok çeşitli kanıtın düzenlenmesi işine aceleyle baş-

10

B olır 11922], italikler b a n a ait.

m

İlerleyin, inanç size yetişecektir -ç n . M arge n a u 11950], s. 311.

’*

Sommerfield Bohr'a nazaran daha fazla inkar etti: Bkz. aşağıda, s. 63, n. 7.

103

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

lamaya" hazır olduğunu söylemek gerekir.197 Bu durum gös­ teriyor ki Einstein alaycı b ir üslupla "sembolleri uygun bir şekilde gözlenmiş niceliklerle ilişkilendirildiği takdirde her kuramın doğru olduğu" görüşünde ısrar ederken Bohr o güne kadar "fenomenleri kurtarmaya" başvurmuştu.198) Fakat tutarlılık -terim in güçlü anlam ıyla199- (ilerletici sorun-değişikliğinin gerektirdiklerine ek olarak) ön em li b ir d üzenleyici ilke olmaya devam e tm e lid ir ve tutarsızlıklar (aykırılıklar da dahil) m utlaka sorun olarak görülm elidir. Sebep basittir. Bilim hakikati amaçlıyorsa, tutarlılığı amaç­ lamak zorundadır;

tutarlılıktan

vazgeçerse, hakikatten

vazgeçer. "Taleplerim izde m ütevazi olmamız gerektiğini"200 -ku vvetli ya da z a y ıf- tutarsızlıklara katlanmak zorunda olduğumuzu iddia etmek m etodolojik bir ahlaksızlıktır. Öte yandan, bu demek değildir ki b ir tutarsızlığın (ya da b ir ay­ kırılığın) keşfi program ın gelişim ini derhal durdurmalıdır; tutarsızlığı geçici, ad hoc b ir karantinaya almak ve p rog­ ramın olumlu höristiğiyle devam etmek rasyonel olabilir.

*“7 Bohr (1949), s. 206. " la Schrödinger [1958], s. 170'ten a lın tılan m ışım 109 İki önerm enin birle şm e sin in h iç b ir m odeli yoksa, yani ön erm elerin betim leyici terim leri birle şim in d o ğ ru olm asın ı sa ğ la ya c ak şekilde y o ru m lan am ıyo rsa, bu ö n erm eler tutarsızdır. Fakat enform el sö y le m ­ de form el söylem de k u lla n d ığ ım ız d a n dah a fazla biç im len d iric i terim kullanırız; b a zı betim leyici terim lerin değişm ez y o ru m la rı vardır. Bu enform el an lam da, be lirley ici bazı terim lerin stan d art y o ru m la n v e ­ rild iğ i takdirde, k asti olm ayan b ir yorum la b iç im se l açıd a n tutarlı o la b ils e le r b ile iki önerm e a ra s ın d a (zayıf) tu tarsızlık o la b ilir. Ö rn eğin elektron sp in in e ilişkin ilk kuram lar, "sp in " (“kuvvetli") stan d art şe k ­ liyle y o ru m la n d ığ ı ve böylece b iç im len d iric i terim m uam elesi g ö rd ü ğ ü tak d ird e özel g ö re lilik k u ram ıy la tu tarsızdı; fakat "sp in " y o ru m la n m a ­ m ış betim leyici b ir terim o la ra k a lın ırsa tutarsızlık o rtad an kalkar. S tan dart yo ru m ları neden kolayca terk etm em em iz gerektiğin in se b e b i, terim lerin a n la m la rın ın yu m u şa tılm a sın ın p rog ra m ın olum lu h öristiğ i ü zerin de de ben zer b ir etki y a ratabilecek o lm a sıd ır.lD iğ er taraftan , b a zı d u ru m la rd a b u tarz an lam değişiklikleri ilerletici o la b ilir: Bkz. yu k arıda , s. 41.1 Enform ei konuşm ada biçim len dirici ve betim leyici terim ler arasın d a k i değişken ayrım için, bkz. (1963-41 tarihli eserim, 9(6), öiellik le s. 335, n. 1. 200 Bohr 119221, son p aragraf.

104

YANUŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Aynısı matematikte bile yapılm ıştır; erken dönem sonsuz küçükler hesabı ve n aif kümeler kuramı bunu gösterir.201 (Bu bakış açısından Bohr'un "karşılık gelme ilkesi", prog­ ramında ilginç bir ikili rol oynamıştır. Bir taraftan, birçok yeni bilim sel hipotez ortaya atan önemli b ir höristik ilke iş­ levi gördü; bu hipotezler de özellikle spektrum çizgilerinin şiddeti alanında yeni olgulara götürdüler.202 Diğer taraftan aynı zamanda b ir savunma mekanizması işlevi gördü; bu savunma mekanizması birleştirilm iş bir programın aciliyetini vurgulamak yerine "klasik mekanik ve elektrodinamik kuramlarının kavramlarından, bu kuramlar ile eylem kuantumu arasındaki karşıtlığa rağmen, azami ölçüde fayda­ lanmaya çalıştı."203 Bu ikinci rolüyle programın sorunluluk seviyesiyesini düşürdü.204) Tabi ki kuantum kuramının araştırma programı bütünsel olarak "aşılanmış bir program" idi ve dolayısıyla Planck gibi oldukça muhafazakar görüşleri olan fizikçilere zıttı. Aşılan­ 201

N a i f y a n lış la m a c ıla r bu se rb e stç iliğ i akla karşı işlen m iş b ir s u ç o la ­ rak g ö rm e e ğilim in d e d irler. B a şlıc a a rg ü m a n la rı şu n u n g ib id ir: "E ğer ç e liş k ile r k a b u l edilecek olsay d ı, her ç eşit b ilim s e l etkinlikten v a z ­ geçm em iz g erek irdi; çünkü bö y le b ir d u ru m b ilim in tam am en çök ­ m esi a n la m ın a g elird i. B u nu a çık la m a k için, çelişen iki ö n erm ey i kabul e tliğ im iz tak d irde n e olursa olsun h er ö n e rm e y i kabul etm ek z o r u n d a o ld u ğ u m u z u k an ıtlam am ız y e te rlid ir; çünkü b ir ç ift çelişen ö n erm ed en h er ön erm e g eçerli b ir şe k ild e ç ık a rıla b ilir... D o la y ısıy la çelişki içeren b i r kuram , b ir kuram olarak tam am en iş le v siz d ir" (Popp e r [194011. P o p p e r’a k a rşı a d il olm ak a d ın a , b u ra d a tu ta rs ız lığ ın b ir erd em h a lin i a ld ığ ı H e g elc i d iyalek tik a le y h in d e k o n u ştu ğu n u v u rg u la m a lıy ız ; ayrıca bu d urum u n y a ra ta c a ğ ı tehlik elere iş a re t etmekte tam am en h ak lıd ır. Fakat P opper, tu ta rs ız te m elle r ü ze rin d e den eysel (ya d a d en eysel olm ayan) ilerlem en in b iç im le rin i h iç b ir zam an a n a ­ liz etm em iştir; d o ğ ru s u n u söylem ek g e re k irse [1934] ta rih li eserin in 24. k ısm ın d a tu ta rlılığ ın ve y a n lış la n a b ilirliğ in h e r b ilim s e l kuram ın m u tla k a yerine getirm esi gereken ş a r t la r o ld u ğ u n u ileri sürer. Bu so ­ run u 3. b ö lü m d e d ah a d etaylı ta rtışac a ğım .

202 Bkz. örneğin Kram ers [19231. 203 B ohr [19231. 204 B o m [19541 tarih li eserinde, karşılık gelm e ilkesinin b u ikili d eğerlen ­ dirm eyi kuvvetle destekleyen etkili b ir açıklam asını sunar: "K lasik fo r­ m üllerden ayrılan, yine de o n la n b ir sın ır durum u olarak içeren doğru form ülü bulm a sanatı m ükem m ellik derecesine ulaştırılm ıştır."

105

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

mış bir programa ilişkin aşırı ve eşit derecede irrasyonel iki pozisyon vardır. M uhafazakar pozisyon yeni programı, eski programla arasmdaki temel tutarsızlık b ir şekilde çözülene kadar dur­ durmaktır; zira tutarsız tem eller üzerinde çalışmak irrasyo­ neldir. "Muhafazakarlar" yeni programın postülalannı eski program üzerinden (yaklaşık olarak) açıklamak suretiyle tu­ tarsızlığı gidermeye yoğunlaşacaklardır; onlara göre bu tür­ den başarılı bir indirgem e yapılm adığı sürece yeni progra­ ma devam etmek irrasyoneldir. Planck kendisi bu yolu seçti. Bu yönde yürüttüğü on yıllık sıkı çalışmaya rağmen başarılı olamadı.205 Dolayısıyla Laue, Planck'ın 14 Aralık 1900'deki konuşmasının "kuantum kuramının doğum günü" olduğunu söylerken pek haklı sayılmaz: O gün aslında Planck'ın indir­ geme programının doğum günüydü. Geçici olarak tutarsız temellerle ilerlem e kararı 1905'te Einstein tarafından alındı, fakat o bile 1913'te, Bohr yine ileri atıldığında bocaladı. Aşılanmış programlara ilişkin anarşist pozisyon, tem el­ lerdeki anarşiyi b ir erdem olarak yüceltmek ve Bohr'un ta­ kipçilerinden bazılarının yaptığı gibi, [zayıf] tutarsızlığı ya doğanın temel bir özelliği ya da insan bilgisinin en son sının olarak görmektir. Rasyonel pozisyon en iyi, bahsi geçen duruma bir ölçüde benzeyen bir durumla karşı karşıya kalmış olan Newton'm kiyle karakterize edilir. New ton'in programının başlangıç­ ta üzerine aşılanmış olduğu Kartezyen itme-mekaniği ile N ew ton'm kütleçekim kuramı arasında (zayıf) bir tutarsız­ lık vardı. Newton hem olumlu höristiği üzerinde (başarıyla) hem de indirgemeci bir program üzerinde (başarısız olarak) çalıştı ve ne "anlaşılmaz" b ir program üzerinde çalışmanın vakit harcamaya değmeyeceğini düşünen, Huyghens gibi 505 Hayal kırıklığına yol açan b u uzun ba şa rısızlık serisin in etkileyici h i­ kayesi için, bkz. W hittaker 119531, s. 103-4. Planck kendisi de o yılla rın dram atik b ir tasvirini yapar: "Temel eylem kuantum unu klasik kuram la uyum lu hale getirmek konusundaki boşu n a ç a b a la n ıp yıllarım ı a ld ı ve b a n a epey b ir em eğe m aloldu. M eslektaşlarım ın birçoğu bu çabad a tra ­ jed iye yaklaşan b ir durum görd ü ler" (Planck (19471).

106

YANUŞLAMA VE BlllMSEl ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Kartezyenleri ne de tutarsızlığın bir sorun olmadığını düşü­ nen Cotes gibi bazı aceleci öğrencilerini tasvip etti.206 D olayısıyla, "aşılanmış" programlara ilişkin rasyonel tutum böyle programların üzerinde geliştiği temele ilişkin kaosu kabullenmeden onların höristik gücünü kullanmak­ tır. Her şey hesaba katıldığında bu tavır eski, 1925 öncesi kuantum kuramına egemendir. Yeni, 1925 sonrası kuantum kuramına "anarşist" tutum egemendir ve "Kopenhag Yorumu"yla birlikte modem kuantum fiziği, felsefi gericili­ ğin başlıca bayraktarlanndan biri haline gelmiştir. Yeni ku­ ramda Bohr'un kötü şöhretli "tam am layıcılık ilkesi" [zayıf] tutarsızlığı doğanın temel nihai bir özelliği olarak göklere çıkarmış ve öznelci pozitivizm i, mantık karşıtı diyalekti­ ği ve hatta gündelik dil felsefesini kutsal olmayan b ir itti­ fakta birleştirm iştir. 1925'ten sonra Bohr ve iş arkadaşları bilim sel kuramların eleştirel standartlarını yeni ve benzeri görülmemiş b ir biçimde düşürdüler. Bunun modern fizikteki sonucu aklın yenilgisi, anarşist ve akıl ermez b ir kaos kültü oldu. Einstein "Heisenberg-Bohr'un sakinleştiren felsefesi (ya da dini mi demek gerek?)- öyle incelikle uydurulmuştur ki, şimdilik, gerçek inanan için yumuşak bir yastık sunuyor" diyerek buna itiraz etti.207 öte yandan Einstein'm Bohr mo­ delini ve dalga mekaniğini keşfetmesini (ya da belki sade­ 2116 T abi ki, indirgem eci b ir program ın bilim sel olm asın ın koşulu am aç la ­ d ığ ın d a n dah a fazlasın ı açıklam asıdır; aksi h ald e indirgem e bilim sel d eğildir ibkz. Po pp er (19691). E ğer indirgem e, yeni o lg u la r söyle dursun, yeni deneysel içerik üretmezse, o zam an indirgem e yozlaştırıcı b ir soru n -d eğişik liği belirtir, salt d ilsel b ir alıştırm a olm uş olur. N ew tonci kütleçekimi açıklayabilm ek için Kartezyenlerin metafiziklerini güçlen ­ dirm e ç a b a la rı b u tarz sa lt d ilsel İndirgem enin göze ç arp a n b ir örneği­ dir. Bkz. yukarıda, s. 41, n. 3. m

Einstein

(1928].

Kopenhag

"an arşizm "ini

eleştirenler

arasm du

-E in s te in 'm y a n ın d a - Popper, Lande, Schrödinger, M argen au , Blokhinzer, Bohm, Fenyes ve Jânossy gib i isim leri de saym am ız lazım . Kopenhag yorum unun b ir savun usu için, bkz. H eisen berg [19551; yakın tarihli güç­ lü b ir eleştiri için, bkz. Popper 119671. Feyerabend [1968 ve 1969] tarihli yazıların d a Popper, Lande ve M arge n a u 'n u n B o h r’a k arşı eleştirel yak­ laşım larım çarpıtıyor, Einstein'm itirazına yeterli vu rgu yapm ıyor ve ön ­ ceki bazı m akalelerinde kendisinin bu konuda Popper'dan dalıa Poppercı o ld uğun u tam am en unutm uş g ib i görünüyor.

107

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ce Yayımlamasını) engelleyen pekala da kendi fa zla yüksek standartlan olmuş olabilir. Einstein ve müttefikleri savaşı kazanamadılar. Fizik ders kitapları şim dilerde şunun gibi ifadelerle dolu: "îki bakış açısı, kuantum alan şiddeti ve elektromanyetik alan şiddeti, Bohr'un kullandığı anlamda tamamlayıcıdırlar. Bu tamam­ layıcılık doğa felsefesinin en büyük başarılarından biridir; kuantum kuramı epistemolojisine ilişkin Kopenhag yorumu, ışığın parçacık ve dalga kuramlan arasındaki asırlık çatış­ mayı çözmüştür. İskenderiyeli Heron'un MS birinci yü zyıl­ daki yansıma ve doğrusal yayılım özelliklerinden, Young ve M axw ell'in on dokuzuncu yüzyıldaki girişim ve dalga özel­ liklerine kadar bu ih tilaf çok şiddetli devam etmekteydi. Iş ı­ nımın kuantum kuramı son yarım yüzyılda çarpıcı, Hegelci bir biçimde bu dikotom iyi tam am en çözmüştür."208 Şimdi eski kuantum kuramının keşif mantığına dönelim, özellikle de, olu m lu höristiğine yoğunlaşalım. Bohr'un planı ilk hidrojen atomu kuramını geliştirmekti. İlk modelinin te­ melinde sabit bir proton çekirdeği ve dairesel b ir yörüngede hareket eden bir elektron olacaktı; ikinci modelinde sabit bir düzlem üzerinde elips şeklinde bir yörünge hesaplamayı istedi; sonrasında sabit çekirdek ve sabit düzlem gibi ba­ riz bir şekilde yapay kısıtlam aları kaldırmak niyetindeydi; bundan sonra elektronun olası dönüşünü hesaba katmayı düşündü,209 programını da karmaşık atom ve moleküllerin yapışım ve elektromanyetik alanların onlar üzerindeki etki­ sini içine alacak şekilde genişletm eyi umdu, vb. Bütün bunlar

208 Pow er İ1964], s. 31 (italikler b an a ait). “Tam am en” burada kelimenin düz anlam ıyla kullanılmıştır. D oğa 222, 1969 s.l034-SI'te yazdığı gibi: "Kura­ m ın [Kuantuml herhangi b ir asli unsurunun yanlış olabileceğini d ü şü n ­ mek saçma olur... Bilimsel so n u çlan ıl daim a geçici olduğu argüm anı ge­ çerli olamaz. Geçici olan felsefecilerin m odem fiziği algılam a biçim leridir, çünkü kuantum fiziğinin keşiflerinin epistemolojinin bütününü ne derece derinden etkilediğini henüz fark etmediler... Gündelik dilin fiziksel betim ­ lemenin belirsiz olm am asının nihai kaynağı olduğu iddiası kuantum fizi­ ğindeki gözlem koşullarıyla şüpheye yer bırakm aksızın doğrulanm ıştır." 2m Bu rasyonel yeniden inşadır. A slında, B o h r bu fikri yalnızca |1926)’sınd a kabul etti.

108

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

en başından planlanmıştı: Atomların gezegensel sistemlere benzediği fikri uzun, zor fakat iyim ser b ir program izlenimi veriyor ve araştırma politikasını gösteriyordu.210 "0 zaman­ lar, -1913 yılın d a - spektrumlann gerçek anahtarı bulun­ muştu, gizem lerini tamamen çözmek için zamandan ve sa­ bırdan başka hiçbir şeye gerek yokmuş gibi görünüyordu."21' Bohr'un 1913 tarihli meşhur makalesi araştırma progra­ mının ilk adımım içeriyordu. Daha önce hiçbir kuramın ön­ görm ediği olguları; hidrojenin yaydığı çizgi spektrumunun dalgaboylarını halihazırda öngörmüş olan ilk modelini (bu modele M ( diyeceğim) kapsıyordu. Bu dalgaboylannın bazı­ ları 1913'ten önce de biliniyor olsa da -Balm er dizileri (1885) ve Paschen dizileri (1908)- Bohr'un kuramı bilinen bu iki di­ ziden çok daha fazlasını öngörüyordu. Testler kısa zamanda kuramın yeni içeriğini destekledi: 1914'te Lyman, 1922'de Brackett ve 1924'te Pfund birer yeni Bohr dizisi keşfettiler. Balmer ve Paschen dizileri 1913'ten önce bilindikleri için, bazı tarihçiler hikayeyi Baconcı "tümevarımlı yükseliş"in bir örneği olarak sunarlar: (1) Spektrum çizgilerinin kaosu, (2) bir "deneysel yasa" (Balmer), (3) kuramsal açıklama (Bohr). Bu kesinlikle W hewell'in üç "kat"ına benziyor. Fakat bu İs ­ viçreli okul öğretmeninin övgüye değer deneme yanılmala­ rı olmasaydı da bilim in ilerlemesi pek gecikmezdi: Planck, Rutherford, Einstein ve Bohr’un cüretkar spekülasyonlarıyla 110 Bu benzerlik fikrine ek olarak Bohr'un olum lu h öristiğin de b ir başka temel fikir dah a vardı: "Karşılık gelm e ilkesi." D ah a !913’te b u ilkenin işaretlerin i verm işti ibkz. yu karıd a alıntılan an B o h r'u n beş p osıü lasm dan İkincisi s. 56), fakat bunu geliştirm esi dah a sonrasının (kutuplaşm a şidd etleri ve halleri g ib i) sofistike m odellerin in so run ların ı çözm ede yol gösterici b ir ilke olarak kullanm asın a k a d ar bekleyecekti. Olum lu höristiğinin b u ikinci kısm ının tuhaflığı Bohr'un onun metafizik versiyonuna in an m am ası idi; B ohr onun, klasik elektrom anyetiğin (ve muhtemelen m ekaniğin) lerkedilm esine kad ar kullanılacak geçici b ir kural olduğunu düşünüyordu. 2,1

D avisson [1937]. 1748’de N ew ton 'in program ı karşısın d a M ac L au rin ben zer b ir coşku hissetm işti; N ew ton 'in “deney ve ispat üzerinde tem ellen­ dirilm iş felsefesinin, akıl ya da şeylerin doğası değişene ka d ar b a ş a rıs ız ­ lığa u ğram ası mümkün değildir... [N ew ton l gelecek kuşak lara gökyüzünü gözlem lem ekten ve onun m odellerine göre h esap lam a lar yapm aktan b a ş ­ ka pek b ir iş bırakm am ıştır" (M acL aurin (17481, s. 8).

109

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ileri taşman bilim in spekülatif ana hattı Balmer'ın sonuçla­ rını onun sözde "öncülüğü" olmadan da, kendi kuramlarının test-önermeleri olarak tümdengelimli şekilde ortaya koyar­ dı. Bilim in rasyonel yeniden-inşasmda "naif kestirim lerin” kaşiflerinin çabalan için çok az ödül vardır.212 Doğrusunu söylemek gerekirse Bohr'un sorunu Balmer ve Paschen dizilerini değil, Rutherford atomunun paradoksal kararlılığım açıklamaktı. Üstelik Bohr makalesinin ilk versi­ yonunu yazdığında bu form üllerden habersizdi.213 Bohr'un ilk modeli M/in yeni içeriğinin tamamı des­ teklenmiş değildi. Örneğin Bohr'un M/i hidrojenin yayılım spektrumundaki tüm çizgileri öngördüğünü iddia ediyordu. Fakat deneysel kanıt Bohr'un M/ine göre var olmaması gere­ ken bir hidrojen dizisinin varlığını gösteriyordu. Aykırı olan dizi Pickering-Fowler ultraviyole dizişiydi. Pickering bu diziyi 1896'da Ç Pupa takım yıldızının spektrumunda keşfetti. Fow ler ilk çizgisini 1898'de güneşte de keşfettikten sonra bütün diziyi içerisinde hidrojen ve hel­ yum bulunan b ir deşarj tüpünde üretti. Bu ucube-çizginin hidrojenle ilgisi olm adığı pekala söylenebilir; nihayetinde güneş ve t Pupa pek çok gaz içeriyor ve deşarj tüpünde bir de helyum vardı. Aslında, çizginin içerisinde sadece h id ­ rojen bulunan bir tüpte üretilm esi mümkün değildi. Fakat Pickering ve Fow ler'm Balmer yasasını yanlışlayan bir hipo­ tez sağlayan "deneysel tekniği", çok sıkı test edilmemiş olsa da makul bir kuramsal arka plana sahipti: (a) D izileri Balmer dizileriyle aynı yakınsama numarasına sahipti, dolayısıyla 2,2

“N a if keslirim " ifadesini b u ra d a (1963-4) tarihli eserimdeki anlam ıyla tek­ nik b ir terim olarak kullanıyorum . Bilim in (doğa bliim i ya da matematik) "tüm evarım lı temeli" mitinin vaka çalışm ası ve ayrıntılı b ir eleştirisi için, bkz. a.g.e., kısım 7, özellikle s. 298-307. O rada Descartes'ın ve E u ler'in tüm çok yüzlü cisim ler için V-E+F=2 old uğun a dair "n a if keslirim "in daha so n ­ raki gelişm eler açısından ilgisiz ve gereksiz olduğunu gösterdim : daha fazla örnek verm ek gerekirse, Bohr ve takipçilerinin p v = R T eşitliğini tesis etme çabalarının (bazı deneysel tekniklerin geliştirilm esi hariç) dah a son raki gelişm elerle ilgisi yoktu, aynı şekilde N ew ton 'm kütleçekim kuram ı açısuıdan Kepler'in üç yasası belki de gereksizdi. Bu h ususta d ah a fa z la tartışm a için, bkz. aşağıda, s. 86.

213 Bkz. Jam m er 119661, s. 77 vd.

110

YANIIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

da bir hidrojen dizisi olarak kabul edildi ve (b) Fowler diziyi helyumun meydana getirmiş olmasının neden mümkün o l­ madığını makul b ir şekilde açıkladı.21'1 Gelgelelim Bohr "otoriter" deneysel fizikçilerden pek de etkilenmiş sayılmazdı. Onların "deneysel kesinliklerini" ya da "gözlem lerinin güvenilirliğini" sorgulamıyordu, sorgula­ dığı gözlem kuramları idi. Aslında, b ir alternatif ortaya attı. Öncelikle araştırma programının yeni bir m odelini (M2) ge­ liştirdi: Bir çift proton etrafında dönen bir elektrondan olu­ şan iyonize helyum modeli. Bu model iyonize helyum spektrumunda Pickering-Fowler dizisiyle örtüşen bir ultraviyole dizi öngörüyordu. Bu, rakip bir kuram meydana getiriyordu. Daha sonra can alıcı b ir deney önerdi: Fowler'm dizisinin, muhtemelen daha da güçlü çizgilerle, içerisinde helyum ve klor karışımı bulunan b ir tüpte üretilebileceğini öngördü. Dahası Bohr, aygıtlarına bile bakmadan, deneysel araştırma­ cılara Fow ler'm deneyinde hidrojenin ve önerdiği deneyde klorun katalitik rolünü açıkladı.215 Gerçekten de haklıydı.216 Dolayısıyla araştırma programının görünürdeki ilk yenilgisi, ses getiren bir zafere dönüşmüş oldu. Ne var ki, bu zaferin sorgulanması hiç gecikmedi. Fowler kendi dizisinin hidrojen değil, bir helyum dizisi olduğunu

Fow ler[1912].Fovvler'ın "gözlem ” kuram ını tesadüfen R yd berg'in kuram ­ sa l a raştırm a ları ortaya koymuştu; F ow ier’a göre bu a raştırm a lar "kesin deneysel kanıtın yokluğunda [kendi deneysel] sonucunu d oğruluyordu" (s. 65.) Fakat kuram sal bilim in şam olan m eslektaşı. P ro fesö r Nicholson, üç ay so n ra Fovvler'ın bu lg u ların d a n "R yd berg'in kuram sal in d irgem e­ sinin labo ra tu va rd a doğrulan m ası" olarak bahsetti (N ich olson 1191311. Bu küçük hikaye, bence, çoğu bilim in sanının bilim den, ba lık ların hid rodinam ik bilim in d en a n ladığın d an b ira z dah a fazla a n ladık ların a d air biricik tezimi doğruluyor. Kraliyet Astronom i Kurum unun doksan üçüncü Y ıllık Genel Buluşm ası Konseyi R a p o ru 'n d a Fovvler'ın "fizikçilerin ç a b a la n n ın uzun sü red ir ya ­ kalam ayı ba şa ram a d ığ ı" yeni "hidrojeu çizgilerini lab o ra tu v a r deneyle­ riyle gözlem lem esi", “son derece ilgi çekici b ir ilerlem e" ve "isabetli d e ­ neysel çatışm anın zaferi" olarak değerlendirildi.

,l» Bohr |1913b]. 210 E van s [1913]. B ir k uram sal fizikçinin çürütm e-heveslisi b ir deneysel araştırm acıya -o n u n (deneysel araştırm acın ın !- gerçekle ne gözlem lem iş olduğun u öğrettiği benzer b ir öm ek için, bkz. s. 45, n. 5.

111

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

kabul etti. Fakat Bohr'un canavar-düzeltmesinin217 yine de başansız olduğuna dikkat çekti: Fowler dizisindeki dalga boyları, Bohr'un M isinin öngördüğü değerlerden önemli ö l­ çüde farklı idi. Dolayısıyla dizi M j i çürüf.mese de M 2yi çü­ rütüyordu ve M, ile M 3 arasındaki yakın ilişki sebebiyle de M t'in altını oyuyordu!218 Bohr Fowler'm argümanını başından savdı: Tabi ki il^'nin çok da ciddiye alınacağım düşünmemişti. Kendi değerle­ ri sabit bir çekirdeğin yörüngesinde hareket eden elektro­ nu temel alan kabataslak hesaplamalara dayanıyordu; fa ­ kat tabi ki elektron ortak ağırlık merkezinin yörüngesinde hareket ediyordu; tabi ki iki cisimli sorunlarda olduğu gibi kütlenin yerine indirgenmiş kütlenin konması gerekiyordu: me.=me/[l+(m ı/mn)].219Bu düzeltilmiş model Bohr'un M3'üydü. Fowler'in kendisi de Bohr'un bir kez daha haklı olduğunu ka­ bul etmek zorunda kaldı.220 M2nin bariz bir şekilde çürütülmesi M 3için bir zafere dö­ nüştü; ayrıca şu açık ki M 2 ve M3 -hatta belki M a ya da M 2g- , gözlem ya da deney h içb ir şekilde harekete geçirici rol oyna­ madan da araştırma programı içerisinde geliştirilebilirlerdi. Einstein tam da bu aşamada Bohr’un kuramına ilişkin "En büyük keşiflerden biridir" dedi.221 Bohr'un araştırm a program ı bu noktadan sonra plan­ landığı şekilde ilerled i. B ir sonraki aşama elips şeklin­ !n

Canavar-düzeltm esi: B ir karşı-öm eği yeni b ir kuram ın ışığında b ir örneğe dönüştürme. Bkz. 11963-41 tarihJi eserim, s. 127 vd. Fakat Bohr'un "canavar-düzeltm esi” deneysel açıdan “ilerletici” idi: Yeni b ir olgu (içerisinde hidrojen bulunm ayan tüplerde 4686 çizgisinin görünmesi) öngörüyordu.

I1S F ow ler [1913a], Jlu

Bohr 11913c). B u canavar-düzeltm e de “ilerletici” idi: Bohr, F o w ler'in gö z lem lerinin bir m iktar isabetsiz olm uş olması ve R ydberg "sa biti"nin in ce bir yapıya sahip olması gerektiğim ön görm ü ştü .

aa

F ow ler (1913b], F ow ler yine de kuşkucu b ir şekilde B o hr'u n program ının henüz iyonize olm am ış, sırad a n helyum un spektrum çizgilerini açıkla m am ış olduğun u belirtti. Buna rağm en kısa sü re so n la kuşkucu tavrını b ir kenara bırak ıp Bohr'un araştırm a p rogram ın a katıldı (Fow ler (19141).



Bkz.

H evesy

11913]:

"Ona

F ow ler

spektrum undan

bahsettiğim de

Einstein’ın büyük gözleri dah a da büyüdü ve hana şöyle dedi: 'Ö yleyse bu en büyük keşiflerden birid ir.'"

112

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

deki yörüngeleri hesaplamaktı. Som m erfeld 1915'te bunu gerçekleştirdi, fakat (beklenmedik) b ir sonuç ortaya çıktı; o lası düzenli yörüngelerin sayısındaki artma olası ener­ ji seviyelerinin sayısını a rtırm ıy o rd u , dolayısıyla eliptik ve dairesel yörüngelere ilişkin kuram lar arasında b ir can a lıcı deney olanağı görünmüyordu. Ancak elektronlar çe­ kirdeğin yörüngesinde öyle yüksek hızla döner ki, E ins­ tein m ekaniği doğruysa ivm elendiklerinde kütlelerinin fark ed ilir ölçüde değişm esi gerekir. Hakikaten de göre­ lilik uyarınca bu tarz düzeltm eler yaparak Som m erfeld yeni b ir enerji seviyeleri d izisi ve dolayısıyla spektrumun "ince-yapı"sın ı elde etti. Bu yeni göreli model ilk modellerin geliştirilm esi için ge­ rekenden çok daha fazla matematiksel beceri ve hüner ge­ rektiriyordu. Sommerfeld'in başarısı öncelikli olarak mate­ m atikseldi.222 Gariptir ki hidrojen spektrumunun İkilileri 1891'de zaten Michelson tarafından keşfedilm işti.223 M oseley Bohr'un ilk yayınının hemen ardından, onun "her spektrumda bulunan ikinci daha zayıf çizgiyi açıklamayı başaramadığına” dikkat çekti.224 Bohr buna pek üzülmedi; programının olumlu höristiğinin, za m a nı gelince, Michelson'ın gözlem lerini açıkla­ yacağına, hatta düzelteceğine güveni tamdı.225 Beklediği gibi de oldu. Sommerfeld'in kuramı, gayet tabi, Bohr'un kuramı­ nın ilk versiyonlarıyla tutarsızdı; ince-yapı deneyleri -eski gözlem lerin düzeltilm esiyle!- onun lehindeki can alıcı kanıtı sağladı. Sommerfeld ve onun Münih Okulu Bohr’un ilk mo­ dellerinin pek çok yenilgisini Bohr’un araştırma programı­ nın zaferlerine dönüştürdü.

222 A raştırm a program ların ın son derece önem li matem atiksel yönü hakkın­ da. bkz. yukarıda, s. 52. 253 M ichelson (1891-2), özellikle s. 287-9. M ichelson Balm er'dan bahsetm ez bile. 224 M oseley (1914). 222 Som m erfeld [1916], s. 68.

113

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

İlginçtir ki tıpkı Einstein'ın 1913 itibarıyla, kuantum fi­ ziğinin görkemli ilerlem esinin ortasında sıkıntı çekmesi ve yavaşlaması gibi, 1916 itibarıyla Bohr da aynı şekilde sıkın­ tıya düştü ve yavaşladı. Bununla beraber Bohr nasıl 1913 itibarıyla inisiyatifi Einstein'dan aldıysa, Sommerfeld de 1916 itibarıyla inisiyatifi Bohr'dan aldı. Bohr'un Kopenhag Okulu ile Sommerfeld'in Münih Okulu arasındaki fark bariz­ di: "Münih'te daha somut formülasyonlar kullanılıyordu ve dolayısıyla daha anlaşılır olunuyordu; spektrumlann siste­ matik hale koyulmasında ve vektör modelinin kullanımında başarılı olunmuştu. Bununla beraber Kopenhag'da yeni fe­ nomenleri ifade etmeye yeterli b ir dilin henüz bulunmadı­ ğına inanılıyordu, fazla kesin formülasyonlann karşısında susuluyor, kendini ifade etmek ancak daha dikkatli bir şekil­ de ve daha çok genel hatlar itibarıyla mümkün oluyordu ve dolayısıyla anlaşılmak çok daha zordu."226 İlerletici bir sorun-değişikliğinin tutarsız bir programa na­ sıl itibar -ve bir gerekçe- kazandırabileceğini kısaca tarif et­ tik. Born, Planck'ı anma yazısında bu süreci etkili bir biçimde betimler: "Tabi ki sadece eylem kuantumunun ortaya konması henüz esaslı bir Kuantum Kuramının tesis edildiği

a n la m ın a

gelmez... Köklü klasik kurama eylem kuantumunun tanıtılma­ sının başından beri karşılaştığı zorluklar zaten açıkça belir­ tilmiştir. Bu zorluklar gitgide azalmak yerine arttılar; ayrıca araştırma ilerleyişi sırasında bazılarının üzerinden atlayıp geçmiş olmasına rağmen, kuramda yine de giderilemeyen boş­ luklar dürüst kuramsal fizikçi açısından daha kaygı vericidir. Doğrusunu söylemek gerekirse Bohr'un kuramında eylem ya­ salarının temeli, bir kuşak önce şüphesiz her fizikçi tarafından 226 H u n d [1961]. Bu m evzu ayrıntılı b ir şekilde Feyerabend [1968-9], s. 837'de tartışılm ıştır. Fakat Feyerabend'm yazısı önem li oran d a ön y a rg ı­ lıdır. Yazısının temel am acı Bohr'un m etodolojik anarşizm inin önem ini a zaltarak onun yeni (1925 sonrası) kuantum p rogram ın ın Kopenhag yo­ rum una karşı o ld u ğ u n u göstermektir. Bunu yapabilm ek için Feyerabend b ir taraftan eski (1925 öncesi) kuantum program ının tu tarsızlığın dan B ohr’un duyd uğu m utsuzluğun çokça üzerinde dururken, d iğer taraftan da Som m erfeld'in B o h r'a nazaran eski program ın soruıilu lu ğun u dah a az önem sem esi olgu su n u fazlaca abartır.

114

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

açıkça reddedilecek belirli birtakım hipotezlerden oluşur. Ato­ mun içinde birtakım nicemlenmiş’ (yani kuantum ilkesi üzerin­ den ayırt edilmiş) yörüngelerin özel bir rolleri olduğu pekala kabul edilebilirdi; kabul edilmesi o kadar kolay olmayan, bu eğrisel yörüngelerde hareket eden ve dolayısıyla ivmelenmiş elektronların hiç enerji yaymadıkları varsayımı idi. Fakat ya­ yılan bir ışık kuantumunun keskin bir şekilde tanımlanmış frekansının, onu yayan elektronun frekansından farklı olacağı fikri klasik okulda yetişmiş bir kuramsal bilim insanına anor­ mal ve hatta neredeyse akıl almaz gelirdi. Lâkin kararı veren sayılardır [ya da, daha ziyade, ilerletici sorun-değişiklikleridir] ve neticede akıntı tersine çevrilmiştir. Başlangıçta mesele ço­ ğunlukla oturmuş gözüyle bakılan mevcut bir sisteme yeni ve garip bir unsuru mümkün olan en az zorlukla dahil etmek iken, işgalci, em in bir mevzi kazandıktan sonra, saldırıya geçmiş­ tir ve şimdi bir noktada eski sistemi havaya uçuracağı kesin görünüyor. Şimdi tek sorun bunun hangi noktada ve ne ölçüde gerçekleşeceğidir."227 Araştırm a

program larını

inceleyerek

öğrenilebilecek

şeylerin en önemlilerinden biri, görece az sayıda deneyin gerçekten önemli olduğudur. Kuramsal fizikçinin testlerden ve "çürütmelerden" aldığı höristik rehberlik genelde o de­ rece önem sizdir ki geniş-ölçekli testler yapmak hatta hali­ hazırda eldeki verilerle çok fazla ilgilenm ek pekala zaman kaybı olabilir. Çoğunlukla kuramın acilen değiştirilm esi gerektiğini fark etmek için çürütmelere ihtiyaç duyulmaz; programın olumlu höristiği zaten b izi ileri götürür. Aynca bir kuramın yeni filizlenm eye başlayan b ir versiyonunu sert bir "çürütülebilir yoruma" tabi tutmak tehlikeli b ir m etodo­ lojik gaddarlıktır. İlk versiyonlar sadece var olmayan, "id e­ al" durumlar için geçerli bile olabilirler; ilk yeni olgulara ulaşmak yılların kuramsal çalışm asını gerektirebilir; ayrıca çürütmelerin artık sadece program ın ışığında öngörülemediği aşamada araştırma program larının ilg i çekici b içim d e Q uantized -ç n . 07

B o m [19481, s. 180, italikler b a n a ait.

115

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

test ed ilebilir versiyonlarına ulaşmak daha da çok zaman alabilir. Öyleyse, araştırma programlarının diyalektiği spekülatif kestirimler ve deneysel çürütmelerden oluşan değişken bir dizi olmak zorunda değildir. Programın gelişim iyle deneysel kontrollerin ilişkisi çok çeşitli şekillerde olabilir; tam olarak hangi yolu izleyeceği tarihsel tesadüflere bağlıdır. Burada t i­ pik olarak üç değişik biçimden bahsedelim. (1) B irbirini takip eden ilk üç versiyonun, HJt H2, H3, her birinin bazı yeni olguları başarıyla öngördüklerini, diğer­ lerinde başarısız olduklarım ve dolayısıyla her versiyonun hem desteklenmiş hem de çürütülmüş olduğunu farz ede­ lim. Nihayetinde birtakım yeni olgular öngören fakat en sert testler karşısında yılmayan H i ortaya atılır. Sorun-değişikliği ilerleticidir ve ayrıca elim izde Popper tarzı kestirim ler ile çürütmelerin birbirini izlediği güzel bir örnek va rd ır.228 İn ­ sanlar kuramsal ve deneysel çalışmanın yan yana ilerlem e­ sinin klasik bir örneği olarak buna hayranlık duyacaklardır. (2) Başka bir sıralama Bohr'un yalm z başına (muhtemelen kendinden önce Balmer gelmeden) H{, H2, H3, H/ü hazırlama­ sı fakat özeleştirisini yaparak H/e dek bir-şey yayımlama­ ması olabilirdi. Daha sonra H, test edilir; tüm kanıtlar H/ü, yayımlanan ilk (ve tek) hipotezi, destekler. Burada masasının başındaki kuramsal bilim insanının deneysel araştırm acı­ nın çok ilerisinde çalıştığını görürüz; kuramsal ilerlemenin görece otonom olduğu b ir dönem vardır. (3) Şimdi bu üç sıralamada bahsedilen deneysel kanıtın ta m a m ın ın H t, Hy H3, H/ün oluşturulması sırasında mevcut olduğunu farz edelim. Bu durumda HltH2, Hv H4deneysel açı­ dan ilerletici bir sorun-değişikliği belirtmez, dolayısıyla da, her ne kadar tüm kanıtlar kuramlarını desteklese de, bilim insanı programının bilim sel değerini ispatlamak için daha çok çalışmak zorundadır.228 Bu şartlar ya daha (H(,

Hv

228 İlk üç sıralam aya deneysel b ilim in sanların ın hükmüne karşı b a şa rılı itira z la r gibi k arm aşıklık ları dah il etmiyoruz. m

Bu durum gösterir ki. tam olarak aynı kuram lar ve âynı deneysel k a­ n ıt rasyonel biçim de farklı zam an dilim lerinde yeniden inşa edilirlerse

116

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

H 'e yol açan başka bir p ro gra m ın m eydan okuduğu) eski b ir araştırma programının bütün bu olguları zaten üretmiş olması ya da ortalıkta bol miktarda devlet ödeneğinin bu­ lunması sebebiyle para için alelade işler yapan kimselerin tesadüfen spektrum çizgilerine ilişkin tüm verileri bulmuş olm asıyla gerçekleşebilir. Lâkin ikinci durum hiç de olası değildir, çünkü Culien'm demiş olduğu gibi "dünya sahte o l­ gularla doludur ve bunların sayısı yanlış kuramların sayı­ sından çok çok daha fazladır.''230 Böyle durumların çoğunda araştırma program ı eldeki "olgularla" çatışacak, kuramsal bilim insanı deneysel araştırmacının "deneysel tekniklerini" inceleyecek ve onun gözlem kuramlarını alaşağı edip değiş­ tirdikten sonra olgularım düzeltecek, bu sayede yeni olgular üretmiş olacaktır.231 Bu kısa m etodolojik gezintinin ardından Bohr'un prog­ ramına geri dönelim. Olumlu höristik ilk tasarlandığında programdaki bütün gelişm eler öngörülmüş ve planlanmış değildi. Sommerfeld'in sofistike m odellerinde garip boşluk­ lar ortaya çıktığında (öngörülmüş çizgilerden bazıları hiç görülmedi) Pauli, bilinen boşlukları açıklamakla kalmayıp elementlerin periyodik sistemine ilişkin kabuk kuramını ye­ niden şekillendiren ve o dönemde henüz bilinmeyen olgular öngören derin b ir yardımcı hipotez (Pauli'nin "dışlama ilke­ si") ortaya attı. Burada Bohr'un programımn gelişim inin ayrıntılarına girmek istemiyorum. Fakat bu programın metodolojik bakış ilerletici ya da yozlaştırıcı sorun -d eğişiklikleri m eydan a getirebilirler. A y n ca bkz. cilt 2, bölüm 8, s. 178. Bkz. M cC u lloch [1825J, s. 19. Böyle b ir düzenin ne derece im kansız olduğu hakkında güçlü b ir argü m an için, bkz. aşağıda, s. 70. 231 M an ik h ald e veri toplam anın -v e “a ş ın " k e sin liğ in - B alm er'm k i g ib i n aif "deneysel" hipotezlerin bile oluşturu lm asını en gellediğin den bahsetm ek gerekli olabilir. B alm er M ich elson 'm in ce-spek tru m lan n ı bilm iş olsaydı form ülün ü bulm ası mümkün o la b ilir miydi? Ya da Tycho Brahe'nin veri­ leri d ah a kesin olsaydı Kepler'in eliptik yö rün geler yasası hiç ortaya atı­ la b ilir miydi? Aynı duruın genel g a z yasasının n a if ilk versiyonu vb için de geçerlidir. Çökyüzlüler üzerine D escartes-E u ler kestirim i veri yeter­ sizliği olm asaydı hiç yap ılm am ış o la bilird i; bkz. [1963-4] tarihli eserim, s. 298 vd.

117

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

açısından ayrıntılı b ir şekilde incelenmesi gerçek b ir altın madenidir: -Tutarsız tem eller üzerinde!- hayranlık uyan­ dıracak derecede hızlı ilerleyişi nefes kesiciydi; parlak ve neredeyse dahi bilim insanları tarafından ileri sürülmüş yardımcı hipotezlerin güzelliğinin, özgünlüğünün ve deney­ sel başarısının fizik tarihinde eşi benzeri görülmemişti.232 Zaman zaman programın bir sonraki versiyonu, kütlenin in ­ dirgenmiş kütleyle değiştirilm esi gibi önemsiz bir geliştir­ meden fazlasını gerektirmemişti. Gelgelelim zaman zaman yeni versiyonu oluşturmak çoklu cisim sorununun matema­ tiğ i veya sofistike yeni yardımcı fizik kuramları gibi yeni, so­ fistike matematik gerektirmişti. İlave matematik ya da fizik ya mevcut bilginin (görelilik kuramı gibi) b ir bölümünden içeri sürüklenmiş ya da (Pauli’nin dışlama ilkesi gibi) icat edilm işti. İkinci durumda olumlu höristikte bir yaratıcı-değişiklik meydana gelmiştir. Ne var ki, bu büyük program bile olumlu höristiğinin gü­ cünün tükendiği bir noktaya geldi. Ad. hoc hipotezler çoğal­ dı ve içerik-artırıcı açıklamalarla değiştirilemedi. örneğin Bohr'un moleküler (bant) spektrumlar(ı) kuramı çift atomlu moleküller için şu formülü öngördü: v = h [( m + l)2-7n2]/8>T27

Gelgelelim formül çürütüldü. Bohrcular m 2 terim iyle m (m + 1) değiştirdiler; bu sayede olgulara uydu ama ne yazık ki ad hoc idi. Daha sonra alkali spektrumlanndaki bazı açıklanmamış İkililer sorunu ortaya çıktı. Lande bunları 1924'te ad hoc b ir "göreli bölünme kuralı"yla, Goudsmit ve Uhlenbeck ise 1925'te elektron spiniyle açıkladı. Lande'nin açıklaması ad hoc olsa da, Goudsmit ve Uhlenbeck'inki özel görelilik ku­ 3X1 "B oh r'un büyük üçlem esinin 1913'te ortaya çıkışıyla 1925'te d a lg a m eka­ niğinin gelişi a rasın da B o hr'u n fikirlerini, etkileyici b i r atom fen om enle­ ri kuram ı haline getiren çok sayıda m akale yayım landı. Bu ortak laşa b ir çabaydı ve katkıda bulun an fizikçilerin isim lerinden azam etli b ir liste oluşuyordu: Bohr, Born, Klein, R osseland, Kram ers. Pauli, Som m erfeld, Planck. Einstein, Enrenfest, Epstein, Debye, Scharzschild, W ilso n " (Ter H a a r [1967], s. 43.)

118

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ramıyla da tutarsızdı: Büyükçe elektronun üzerindeki yüzey noktalan ışıktan daha hızlı gitmek ve elektron atomun ta­ mamından da büyük olmak zorundaydı.233 Dolayısıyla orta­ ya atmak cesaret işiydi. (Kronig'in aklına bu fikir daha önce gelm işti fakat kabul edilemez bulduğu için yayımlamaktan kaçınmıştı.234) Ne var ki, ortaya yola gelm ez tutarsızlıklar atmadaki gözü peklik daha fazla ödül toplamadı. Program "olguların" keşfedilm esinin gerisinde kalmıştı. Ortalık sindirilm em iş aykırılık kaynıyordu. Daha da verim siz tutarsızlıklar ve sayıca daha da artan ad hoc hipotezlerle araştırma p rog­ ram ının yozla ş tın c ı safhası başladı: Program -P opper'm sıkça tercih ettiği ifadelerden birini kullanmak gerekir­ se- "deneysel karakterini yitirm eye" başladı.236 Ayrıca ted irgiler kuramı gibi pek çok sorunun program içerisinde çözülmesi beklenem ezdi bile. Bir rakip araştırma program ı çok geçmeden ortaya çıktı: Dalga mekaniği. Yeni program, ilk versiyonunda bile (de Broglie, 1924), yalnızca Planck'ın ve Bohr'un kuantum koşullarını açıklamakla kalmadı, aynı zamanda heyecan verici yeni b ir olgunun, Davisson-Germer deneyinin ortaya çıkmasını sağladı. Sonraki, daha sofistike versiyonlarında Bohr'un programının erişim inin tamamen dışında kalan sorunlara çözüm ler önerdi ve Bohr'un prog­ ramının sonraki ad hoc kuramlarını yüksek m etodolojik standartlan yerine getiren kuramlarla açıkladı. Dalga me­ kaniği kısa sürede Bohr'un programına yetişti, onu yendi ve onun yerini aldı. 233 M akaledeki b ir dipnot şöyle: '‘[kuram ım ıza görel elektronun çevrel h ızı­ nın ışık hızını önem li oran da geçm esi gözlenm elid ir" (Uhlenbeck ve Goudsm lt [1925)). Jam m er [1966], s. 146-8 ve 151. 236 B o hr'u n p rogram ın ın b u yozlaştırıcı safh asın ın canlı b ir tasviri için, bkz. M a rg e n a u (1950), s. 311-13. B ir araştırm a program ın ın ilerletici sa fh a sın d a temel höristik uyarıcı olum lu höristikten gelir; a ykırılıklar büyük oran d a görm ezden gelinir. Y ozlaştırıcı sa fh a d a program ın höristik gücü tükenir. Rakip b ir p ro g ­ ram ın yokluğunda b u durum , bilim in sanların ın psik olojisinde aykırı­ lıklara k arşı a ş ın d uyarlılık ve b ir Kuhncu "bu n alım durum u" h issiyle kendini gösterir.

119

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

De Broglie'nin makalesi Bohr'un programı yozlaştırıcı safhasındayken geldi; fakat bu tamamen tesadüftü. Eğer de Broglie makalesini 1924 yerine 1914'te yayımlasaydı ne olur­ du merak etmemek elde değil.

(d) Can alıcı deneylere yeni bir bakış: Anlık rasyonalitenin sonu Bir araştırma program ını höristik gücünün tamamı tü­ kenene kadar sürdürmek gerektiğini, yozlaşma noktasına muhtemelen ulaşıldığına herkes kani olana kadar ortaya rakip bir kuram atılm amasının çok daha iy i olacağını dü­ şünürsek yanılmış oluruz. (Bununla birlikte bir araştırma programının ilerletici safhasının ortasında, hiçbir deney­ sel ilerlem e sağlamayan b elirsiz metafizik kuramların ya­ yılm ası durumuyla karşı karşıya kalan fizikçinin duydu­ ğu rahatsızlık anlaşılabilir.236) Bir araştırma program ı bir W eltanschauung" haline gelm em elidir; ya da başka b ir deyişle, nasıl matematiksel katılık kendisini neyin ispat olup neyin olm adığına hükmeden b ir hakem konumuna koyarsa b ir araştırma program ının kendisini aynı şekilde neyin açıklama olup neyin olm adığının hakemi konumu­ na koyan b ir çeşit bilim sel katılığa dönüşmesine, asla izin vermemek gerekir. Ne yazık ki Kuhn bu pozisyonu savun­ ma eğilim indedir; aslında "normal bilim " diye adlandırdığı şey tekel haline gelm iş b ir araştırma programından başka b ir şey değildir. Fakat doğrusunu söylemek gerekirse, araş­ tırma program ları tam anlam ıyla tekel haline çok nadiren gelm işlerdir; bunu başardıklarında da bazı Kartezyenlerin, N ew toncilann ve Bohrcuların çabalarına rağmen bu durum görece kısa süreli olmuştur. B ilim ta rih i birbiriyle rekabet halindeki araştırm a p ro g ra m la rın ın (ya da, dilerseniz, "p a ra d ig m a la rın ") ta rih id ir ve öyle de o lm a lıd ır; n o rm a l b ilim d ö n e m le rin in b irb irin i izlemesi d e ğ ild ir ve o hale gel­ m em elidir. Rekabet ne kadar erken başlarsa o kadar iyidir. m

K artezyenlerin

"kuşkucu

biçim de

kuram lar

y a y la la r ı"

N ew ton 'i en çok rahatsız eden şey bu olm uş olm alı. Düuya görüşü -çn .

120

d urum unda

YANLIŞIAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

"Çoğulcu kuramsallık" "tekçi kuramsallık"tan daha iyidir; bu noktada Popper ve Feyerabend haklıdır ama Kuhn hak­ sızdır.237 Birbiriyle rekabet halindeki araştırma program lan fik­ ri bizi şu soruya götürür: Araştırm a p ro g ra m la n nasıl sa f dışı edilirler? Önceki tartışmalarımızdan belli olmuştur ki yozlaştırıcı bir sorun-değişikliği, bir araştırma programını saf dışı etmek için eski moda "çürütmeden" ya da Kuhncu bir “bunalımdan" daha yeterli bir sebep değildir. B ir p rog­ ram ı reddetm ek için, yani çekirdeğini ve koruyucu kuşağı oluşturm a p ro g ra m ın ı s a f dışı etmek için (sosyo-psikolojik sebeplere karşıt olarak) nesnel b ir sebep ola b ilir m i? Cevabı­ mız, özetle, bu tarz nesnel bir sebebin, rakibinin daha önceki başaınsmı açıklayan ve daha fazla höristik gü cü olduğunu göstermek suretiyle onun yerine geçen rakip bir araştırma program ı tarafından sağlandığıdır.233 Gelgelelim "höristik güç" ölçütü büyük oranda “olgusal yenilik"i nasıl yorum ladığım ıza bağlıdır. Şimdiye dek yeni b ir kuramın yeni bir olgu öngörüp öngörmediğinin anında tespit edilebildiğini varsaydık.239Halbuki b ir olgu önerm esi­ n in yeniliği genellikle, ancak uzun bir süre geçtikten sonra görülebilir. Bunun böyle olduğunu gösterebilmek için söze bir örnekle başlayacağım.

u '!

Yine de b ir araştırm a program ın ı "doym a noktasına" ula şa n a k a d ar terketmeyen en azın dan bazı k işiler için de söylenebilecek b ir şey var: Böyle b ir d urum da eskisinin ba şa rısın ın tam am ını açıklam ası için yeni p ro g ­ ram a m eydan okunur. R akip p rogram ın ilk ortaya a tıld ığın d a ilk p ro g ra ­ mın tüm ba şa rısın ı h alih azırd a a çık lam ış olabileceği, bu söylediğim ize karşı b ir argü m an olam az; b ir a raşU rm a p rogram ın ın n asıl gelişeceği önceden kestirilem ez - öngörülem eyen önemli kendi yardım cı hipotez­ lerinin ortaya çıkm asını teşvik edebilir. A y n c a P, araştırm a p ro g ra m ı­ nın A n versiyonu, rakip b ir Pt p rogram ın ın A m versiyonuna m atem atiksel olarak eşitse, ikisini bird en geliştirm em iz gerekir; çünkü höristik güçleri yine de çok fark lı olabilir.

îM

B u ra d a "höristik g û t f terimini, b ir araştırm a program ın ın g elişim i sıra sm d a k uram sal olarak yeni o lg u la r öngörm e gücünü karakterize eden teknik b ir terim olarak kullanıyorum . Elbette “açıklayıcı g ü ç " terimini de ku llan abilird im : Bkz. yukarıda, s. 34, n. 4.

250 Bkz. yukarıda, s. 31, n. 4’e ait m etin ve s. 49, n. 2'ye ait metin.

121

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Balmer'm hidrojen çizgilerine ilişkin formülü, Bohr'un kuramının mantıksal bir sonucuydu.240 Bu yeni bir olgu muy­ du? Böyle olduğunu reddetme eğilim i aklımızı çelebilir, ni­ hayetinde Balmer'm formülü herkesçe biliniyordu. Fakat bu sadece kısmen doğrudur. Balmer yalnızca B/i, yani hidrojen çizgilerinin Balmer fo rm ü lü n e tabi olduğunu "gözlemledi." Bohr B/yi, yani fa rk lı yörüngelerdeki hidrojen elektronunun enerji seviyelerindeki fa rk la rın Balm er fo rm ü lü n e tabi old u ­ ğu n u öngördü. Öyleyse, B/in B/nin salt gözlemsel içeriğinin tamamını zaten içerdiği ileri sürülebilir. Fakat bunu söyler­ ken kuramla kirlenmemiş ve kuramsal değişime kapalı, saf bir "gözlem seviyesi" olabileceğini varsaymış oluruz. Doğru­ sunu söylemek gerekirse B/in kabul edilmesinin tek sebebi, Balmer'm uyguladığı optik kuramlarının, kimyasal kuramla­ rın ve diğer kuramların yeterince desteklenmiş olması ve yo­ rumlayıcı kuramlar olarak kabul edilmiş olmasıydı, ayrıca bu kuramları sorgulamak da daima mümkün olabilirdi. B/i bile kuramsal önkabullerinden anndırabileceğim iz ve Balmer'm gerçekte ne "gözlemlemiş" olduğuna ulaşabileceğimiz iddia edilebilir. Balmer'm gözlemi daha mütevazı bir iddia olan B0'la, yani belirli tüplerde, ayrın tılı biçim de belirlenmiş olan durum larda (ya da bir "kontrollü deney" sırasında241) yayı­ lan çizgilerin Balmer fo rm ü lü n e tabi olduğu şeklinde ifade edilebilir. Popper'ın bazı argümanları bu yolla herhangi bir "gözlemsel" olan sağlam zemine asla varamayacağımızı gös­ terir; B/ın "gözlem" kuramları içerdiği kolaylıkla gösterile­ bilir.242 öte yandan uzun bir ilerletici gelişmenin ardından 240 Bfcz. yukarıda, s. 61. w î4’

Bkz. yukarıda, s. 27, n. 4. P opper'ın argü m an ların d an b iri özellikle önem lidir: “'B urad aki m asanın beyaz olduğun u görüyoru m ' önerm esinin 'B u rad ak i m asa b eyazd ır' öner­ m esine oran la epistem olojik açıdan derin b ir avantajı old uğu konusunda yaygın b ir inanç vardır. Fakal olanaklı nesnel testlerini değerlendirm e açısından benden bahseden ilk önerme, buradak i m asadan bahseden ikinci önermeye n azaran d ah a güvenli görünm üyor" (t 1934], kısım 27.) N eurath bu p asaj üzerine tipik biçim de ahm akça b ir yorum yapar: “Bize göre b u tarz protokol önerm eleri dah a istikrarlı olma avantajına s a h ip ­ tirler. 'Gökyüzünde ateşlen kılıçlar va rd ı' ifadesinin üstün ü çizerken '16. yüzyılda in sa n la r gökyüzünde ateşten k ılıç lar gö rd ü le r’ ifadesini m uha-

122

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Bohr'un programının höristik gücünü göstermiş olduğu göz önünde tutulursa, programın çekirdeğinin kendisi yeterince desteklenmiş olacaktı243, dolayısıyla da bir "gözlem" kuramı ya da yorumlayıcı bir kuram niteliğine erişecekti. Fakat o za­ man B, yalnızca B2'nin kuramsal olarak yeniden yorumlan­ ması değil, kendi başına yeni bir olgu olacaktır. Bu görüşler, değerlendirmelerimizdeki geriye dönük unsu­ ra yeni bir vurgu yapar ve standartlarımızın daha da serbest hale getirilmesine olanak sağlar. Rekabete henüz katılmış yeni bir araştırma programı işe "eski olguları" yeni bir şekilde açıklamakla başlayabilir fakat "gerçekten yeni" olgular üret­ mesi çok uzun zaman alabilir, örneğin kinetik ısı kuramı on yıllarca fenomenolojik kuranım sonuçlarının gerisinde kalır gibi görünürken 1905'te Brovvncu harekete ilişkin EinsteinSmoluchovvsi kuramıyla birlikte sonunda onu yakalayıp geç­ ti. Bunun ardından, önceden (ısı vb hakkında) eski olguların spekülatif b ir yeniden yorumu olarak görülmüş olan kuramın, (atomlara ilişkin) yeni olguların keşfi olduğu ortaya çıktı. Bütün bunlar gelişmekte olan b ir araştırm a p ro g ra m ı­ n ı yalnızca g ü çlü b ir rakibi geçm eyi daha başaramadı diye gözden çık a rm a m a m ız gerektiğini gösteriyor. R akibinin olm ad ığı d u ru m d a ilerletici b ir sorun-değişikliği oluştu­ racaksa, p ro gra m ı terk etm em eliyiz.244 Ayrıca a m a tör olgu to p la y ıcıla rın ın küstah öncelik id d ia la rın ı göz ard ı ederek, yeni y orum lanm ış b ir olguya kesinlikle yeni bir olgu gözüyle bakmalıyız. Gelişmekte olan bir araştırm a p rogra m ı ilerle­ tic i b ir sorun-değişikliği şeklinde rasyonel olarak yeniden inşa edilebildiği sürece güçlü, yerleşmiş b ir rakipten b ir m üddet k o ru n m a lıd ır,24S faza etmek m ü m k ü n d ü r''(N eu rath [19351, s. 362.) 10

B u arad a , bu yorum araştırm a program ların ın çürütülem ez çekirdekleri ne ilişkin b ir "desteklenm e derecesi" tanım lar. Nevvton'ın kuram ının (tek başın a) deneysel içeriği yoktu, bu n a rağm en bu anlam da önem li oranda desteklenm işti. Bu arad a , a ra ş u rm a p rogram ların ın m etodolojisinde [b ir program ı! “reddetm e"nin pragm atik anlam ı tamamen belirgin leşir; on u n ü zerind e çalışmayı bırakm a karan anlam ına gelir. Bazıları korum a altında geçen b u gelişim dönem ini -tem kin li b ir şekil-

123

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Buraya kadar m etodolojik toleransın önemini vurgu­ lamaya çalıştık ve araştırma programlarının nasıl sa f dışı edildikleri sorusuna halen bir cevap vermedik. Okuyucu yanılabilirliğe bu kadar vurgu yapmanın standartlarımızı, elim izde radikal kuşkuculukla kalacak derecede serbestleş­ tirdiğinden ya da, daha ziyade, yumuşattığından şüphelene­ bilir. Meşhur “can a lıcı deneylerin" bile bir araştırma prog­ ramını alaşağı edecek gücü olmayacaktır; ne olsa gider.246 Gelgelelim bu şüphe temelsizdir. Bir araştırma programı içerisinde birbirini takip eden versiyonlar arasında “küçük can alıcı deneylere" oldukça sık rastlanır. Deneyler rc'inci ve (n-t-l)'inci bilim sel versiyonlar arasında kolayca "seçim" ya­ pabilirler, nihayetinde (n-t-l)'inci n'inciyle sadece tutarsız ol­ makla kalmaz, aynı zamanda onun yerini alır. Eğer (n + l)'in ci versiyon aynı programın ve yeterince desteklenmiş aynı gözlem kuramlarının ışığında daha fazla desteklenmiş içeri­ ğe sahipse, saf dışı etmek görece rutin b ir hadisedir (yalnız­ ca göreceli olarak; çünkü burada bile bu karar itirazla karşı karşıya kalabilir). İtiraz süreçleri de zaman zaman kolaydır; pek çok durumda sorgulanan gözlem kuramı iyice destek­ lenmiş olmaktan uzak olup, aslında dillendirilmemiş, nail', "gizli" bir varsayımdır. Bu gizli varsayımı ortaya çıkaran, dillendirilm esini, test edilm esini sağlayan ve çöküşüne se­ bep olan yalnızca bu meydan okumadır. Ne var ki, çoğu kez gözlem kuramlarının kendileri b ir araştırma programına gö­ mülüdürler ve bu halde itiraz süreci iki araştırma programı arasında bir çatışmaya yol açar. Böyle durumlarda bir "b ü­ yük can alıcı deneye" ihtiyacım ız olabilir. İki araştırma program ı rekabet içinde olduğunda, bu programların ilk "ideal" m odelleri genelde alanın farklı yön­

d e - bilim -öncesi (ya da "k uram sal") b ir dönem olarak görebilir, ancak "gerçekten yeni" olg u la r üretm eye b a şlad ığ ın d a da hakiki bilimsel (ya da "deneysel"! karakterini tak d ir etmeye h azırlık lı o la b ilir - fakat o d u ru m ­ da takdirleri geçm işi kapsam ak zorun da olacaktır. !46

Bu arada, yanılabilirlik ile eleştiri arasındaki bu çatışm an ın , bilgi k u ­ ra m ın d a Poppercı araştırm a prog ra m ın ın temel soru n u - v e itici g ü c ü olduğu haklılıkla söylenebilir.

124

YANLIŞIAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

leriyle ilgilen irler (örneğin Nevvton'm kısmi-parçacık optiği ışık-kırılm asım betim ledi, Huygens'in dalga optiğinin ilk modeli de ışık-girişimini). Rakip araştırma program ları ge­ nişledikçe aşamalı olarak birbirlerinin alanlarına sokulur­ lar. Birincinin n'inci versiyonu İkincinin m’inci versiyonuy­ la apaçık, çarpıcı bir biçimde tutarsız olacaktır.247 Bir deney defalarca tekrarlanır, sonuçta da ilk program bu m uhare­ beyi kaybederken İkincisi kazanır. Fakat savaş bitmemiştir; her araştırma programının böyle birkaç kere yenilmesine izin vardır. Eski gücünü tekrar elde etmek için bütün gere­ ken (n+1). (ya da (n+fc).J içerik-artıncı versiyonu meydana getirmek ve yeni içeriğinin bir kısmını da doğrulamaktır. Aralıksız çalışmaların ardından böyle bir geri dönüş ger­ çekleşecek gibi değilse, savaş kaybedilm iştir ve başlangıç­ taki deneyin, geriye dönük b ir değerlendirm eyle, "can alıcı" olmuş olduğu görülür. Fakat özellikle mağlup program genç, hızlı gelişen bir programsa, ayrıca onun "bilim -öncesi" başa­ rılarının hakkını yeterince vermeye karar verirsek, iddia edi­ len can alıcı deneyler bu programın ileri hücumu sonucunda birbiri ardına çözülürler. Mağlup program eski, yerleşmiş ve "doğal doyma noktasına" yaklaşmış "yorgun" bir program olsa dahi,248 uzun bir süre direnebilir ve deneysel başarıyla ödüllendirilm eseler bile içerik-artıncı yaratıcı yenilikler or­ taya koyabilir. Yetenekli, hayal gücü kuvvetli bilim insanla­ rı tarafından desteklenen b ir araştırma programını yenmek 247 Bu tarz b i r rekabetin özellikle ilginç b ir örneği rekabetçi ortak yaşam dır. Bu d urum d a yeni b ir program kendisiyle tutarsız eski b ir p rogram ın üzerine aşılanm ıştır; bkz. yukarıda, s. 57. 244 Doğal "doym a n oktası” diye b ir şey yoktur; |1963-4] tarihli eserim de, özellikle s. 327-8'de dah a H egelci idim ve bunun o ld uğun u düşünüyor­ dum; şinıdi bu ifadeyi ironik b ir vurguy la kullanıyorum . İn sanın hayal gücünün yeni, içerik-artın cı k u ram la r icat etm esini ya da "aklın hilesi­ nin" lList d e r Vern u nft1 bu k uram lan, yanlış o ls a la r ya da yeni kuram kendinden öncekine n azaran -P o p p e r'ııı ku llan d ığı a n la m d a - gerçeğe dah a yakın olsa b ile deneysel b a ş a n y la ödüllendirm esini olanaksız kıla­ cak önceden k e stirilebilir ya da a n la şıla b ilir h iç b ir sın ın yoktur. (M u h ­ temelen bugün e dek ortaya atılm ış bü tü n bilim sel k u ram la r yan b ş çıka caklar; b u n u n la b e ra b e r deneysel b a ş a n y la öd ü lle n d irile b ilirle r ve hatta giderek d oğruya yaklaşıyor olabilirler.)

125

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

çok zordur. A lternatif olarak, mağlup programın inatçı müdafileri deneylere ad hoc açıklamalar getirebilirler ya da ka­ zanan programı kaybeden programa ad hoc biçimde akıllıca indirgeyebilirler. Fakat bu tarz çabaları bilim sel olmadıkları gerekçesiyle reddetmek zorundayız.249 Yaptığım ız akıl y ürü tm eler neden can alıcı deneylerin ancak onlarca yıl sonra can alıcı olarak görü ld ü klerin i açık­ lar. Kepler'in elipslerinin Nevvton'm lehinde ve Descartes'ın aleyhinde can alıcı kanıt olarak kabul edilmesi Nevvton'm id ­ diasından ancak yüz yıl kadar sonra gerçekleşti. Merkür'ün günberisinin aykırı davranışı onlarca yıl boyunca Nevvton'm programının içerdiği henüz çözülememiş birçok zorluktan biri olarak biliniyordu; fakat yalnızca Einstein'ın kuramının onu daha iy i açıklaması, sönük b ir aykırılığı Nevvton'm araş­ tırma programının parlak bir "çürütme"sine dönüştürdü.250 Young 1802'de gerçekleştirdiği çift yarık deneyinin optiğin parçacık ve dalga program ları arasında belirleyici olan bir can alıcı deney olduğunu iddia etti; fakat iddiası ancak çok daha sonra, Fresnel'in dalga programını çok daha "ilerle­ tici" b ir şekilde geliştirm esinin ve Nevvtoncıların onun höristik gücüne erişemeyeceklerinin anlaşılmasının ardından takdir edildi. Onlarca y ıld ır bilinen aykırılık onurlu çürüt­ me unvanını alırken, deney de b ir "can alıcı deney" olarak anılma onuruna erişti; fakat bu ancak iki rakip programın inişli çıkışlı, uzun gelişim dönemlerinin ardından gerçek­ leşti. Brovvncu hareket, fenomenolojik araştırma programını yendiği görülene ve savaşı atomcuların lehine çevirene ka­

M!> B ir örnek için, bkz. yukarıda, s. 41, n. 3. 260 Dolayısıyla b ir araştırm a program ın da ki bir aykırılık, program a d aya ­ narak açıklanm ası gerektiğini d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z bir fe n o m e n d ir. Daha genel olarak, K u h n 'u n

izin d en , “bulm acalar"dan bahsedebiliriz: Bir

program daki bir “bu lm a ca ", o p rog ra m ın ö n ü n e konm uş zorlu bir g ö ­ rev gözü yle baktığım ız b ir sorundur. B i r "bu lm a ca " ü ç şekilde ç ö zü m e kovuşturulabilir: başlangıçtaki p rogram içerisinde çözülerek ibu d u ­ ru m d a aykırılık bir örn eğe d ö n ü şü r); etkisiz hale getirilerek, yani farklı, bağım sız bir program içerisin de çözülerek (aykırılık ortadan kalkar); ya da, son u n cu olarak, rakip bir program içerisinde çözülerek (aykırılık b ir karşı-örneğe dönü şür).

126

YANIIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

dar neredeyse bir yüzyıl muharebe alanmın ortasındaydı. M ichelson'm Balmer dizilerini "çürütmesi", Bohr muzaffer araştırma program ıyla ona destek çıkana kadar bir kuşak boyunca göz ardı edildi. "Can alıcı" karakterleri ancak geriye dönük bir değerlen­ dirmeyle meydana çıkan deneylerin bazı örneklerini detaylı olarak tartışmak faydalı olabilir. İlk olarak 1887'de yapilan ve esir (ether) kuramını yanlışladığı ve "görelilik kuramına yol açtığı" iddia edilen ünlü Michelson-M orley deneyini ele alacağım. Ardından klasik ışınım kuramını yanlışladığı ve "kuantum

k u r a m ın a

yol açtığı" iddia edilen Lummer-Pring-

sheim deneyini tartışacağım.251 Son olarak pek çok fizikçinin korunum yasalarına karşı bir sonuç doğuracağını sandığı ama nihayetinde bu yasaların zaferini çok büyük bir başa­ rıyla desteklediği anlaşılan b ir deneyi inceleyeceğim. (d 1) M ichelson-M orley deneyi Michelson Helmholtz'un Berlin enstitüsüne 1881'de yap­ tığı ziyareti sırasında, ilk olarak dünyanın hareketinin esir üzerindeki etkisi hususunda Fresnel'in ve Stokes'un birbiriyle .çelişen kuramlarını252 test etmek amacıyla bir deney düzenledi. Fresnel'in kuramına göre dünya hareketsiz bir esir maddesinin içinden geçiyordu, fakat dünyamn içeri­ sindeki esir maddesi kısmen dünyayla birlikte taşmıyordu; dolayısıyla Fresnel'in kuramı dünyanın dışındaki esir mad­ desinin dünyaya göre hızının p o zitif olmasını gerektiriyordu (yani Fresnel'in kuramı bir "esir rüzgârının" varlığına işaret ediyordu). Stokes'un kuramına göre esir dünya tarafından sürükleniyordu ve dünyanın yüzeyinin tam hizasında esirin hızı dünyanın hızına eşitti; dolayısıyla esirin göreli hızı sı­ fırdı (yani yüzeyde esir rüzgârı yoktu). Stokes başlangıçta iki kuramın gözlem sel açıdan eşdeğer olduğunu düşünüyordu. Örneğin uygun yardımcı varsayımlar yardımıyla iki kuram da ışık sapmasını açıklıyordu. Fakat Michelson 1881'de yap­ JS1 Bkz. Popper 11934], kısıra 30. Bkz. Fresnel (1818), Stakes [1845] ve [1846]. M ükem m el b ir kısa anlatım için, bkz. Lorentz 11895].

127

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

tığı deneyin iki kuram arasında belirleyici bir can alıcı deney olduğunu ve Stokes'un kuramını kan ıtlad ığın ı iddia etti.2s3 Esire göre dünyanın hızının Fresnel'in kuramının izin verdi­ ğinden çok daha az olduğunu iddia etti. Aslında, deneyinin [hareketsiz esire dair] "hipotezin hatalı olduğu sonucunu zo­ ru n lu olarak d oğurd uğu" kararına vardı. "Bu sonuç sapma fenomeninin... esir hareketsizken dünyanın onun içerisin­ den geçtiğini varsayan açıklamasıyla doğrudan çelişir”25*. Sıkça olduğu gibi, bunun üzerine b ir kuramsal bilim insanı deneysel araştırmacı Michelson'a bir ders verdi. Dönemin önde gelen kuramsal fizikçisi Lorentz, Michelson'ın daha sonra "bütün deneyin... keskin b ir analizi" diye tarifleyeceği şekilde,255 Michelson'ın olguları "yanlış yorum ladığını" ve gözlem lediği şeyin aslında hareketsiz esir hipoteziyle çelişm ediğini gösterdi. Lorentz Michelson'ın hesaplamala­ rının yanlış olduğunu; Fresnel'İD kuramının Michelson'ın hesapladığı etkinin yalnızca yarısını öngördüğünü gösterdi. Lorentz Michelson'ın deneyinin Fresnel'in kuramını ç ü rü t­ m ediği ve Stokes'un kuramını da kesinlikle kanıtlamadığı sonucuna vardı. Lorentz burada kalmayarak Stokes'un kura­ mının tutarsız olduğunu göstermeye girişti: Kuram, dünya­ nın yüzeyinde esirin dünyaya göre hareketsiz olduğunu var­ saymış ve göreli hızın bir potansiyeli olmasını gerektirmişti; fakat bu iki koşul birbiriyle bağdaşmıyordu. Michelson b ir hareketsiz esir kuramını çürütmüş olsaydı dahi, programa hiçbir zarar gelmezdi; esir programının esir rüzgârlarına ilişkin çok küçük değerler öngören pek çok başka versiyo­ nu kolayca üretilebilirdi ve Lorentz'in kendisi hemen böyle b ir versiyon üretti. Bu kuramın test edilm esi mümkündü ve Lorentz onu gururla deneysel araştırmacının hükmüne sun­ du.256 Michelson, M orley ile birlikte, meydan okumayı kabul etti. Dünyanın esire göre hızı yine sıfır olarak görünüyor­ 213

Bu görüş, dolaylı olarak (18811 tarihli eserinin sonuç bölüm ü nden çıkar. M ichelson 11881), s. 128, italikler b an a ait.

155 M ichelson ve M orley 11887), s. 335. Lorentz [1886). Stokes'un kuram ının tutarsızlığı hakkında ay n ca bkz. 11892b].

128

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

du; yani sonuç Lorentz'in kuramıyla çatışıyordu. 0 zamana kadar Michelson verilerini yorumlamada daha dikkatli hale geldi, hatta güneş sisteminin bütününün dünyanın yönünün tersine hareket etmiş olabileceği ihtim alini bile düşündü; bu sebeple deneyi "üç ay arayla tekrarlamaya ve böylece her tür­ lü belirsizlikten sakınmaya" karar verdi.257 Michelson ikinci makalesinde "zorunlu sonuçlardan" ve "doğrudan çelişkiler­ den" daha fazla bahsetmez. Yalnızca, kendi deneyi üzerinden "bu noktaya kadarki her şeyin m akul b ir kesinlikle gösterdi­ ği gibi, dünya ve ışık saçan esir arasında herhangi göreli bir hareket varsa bunun, Fresnel'in sapma konusundaki açıkla­ masını tamamen çürütmeye yetecek kadar küçük olması ge­ rektiğinin anlaşıldığını" düşünür.258Dolayısıyla bu makalede Michelson Fresnel'in kuramını (ve aynı zamanda Lorentz’in yeni kuramını) çürüttüğü iddiasm ı sürdürür; fakat 1881'de ortaya attığı, "hareketsiz esir kuramım" genel olarak çürütttüğü iddiasının hiç lafını etmez. (Doğrusunu söylemek gere­ kirse bunu yapabilmek için esir rüzgârını yüksek rakımlarda da, "örneğin ıssız bir dağ tepesinde", test etmesi gerekeceği­ ne inanıyordu.259 Bazı esir-kuramcıları -Kelvin g ib i- Michelson'm "deney yapma becerisine”250 güvenmezken, Lorentz Michelson'm n a if iddiasına rağmen, yeni deneyinin bile "üzerine aldı­ ğı soruna yönelik hiçbir kamt sunmadığına" işaret etti.261 Fresnel'in kuramını olgular tarafından çürütülebilir olmak­ tan çok, olguları yorumlayan, yorum layıcı bir kuram olarak 157 M ichelson ve M orley (18871, s. 341. Fakat Pearce VVilliams’m işaret ettiği­ ne göre bunu hiç yapm adı. (Pearce VVilliams [19681, s. 34.) 7m A.g.e., s. 341, italikler bana ail. 757 M ichelson ve M orle y |1 887). Bu açıklam a g österiyor ki M ichelson 1887’de yaptığı deneyin d ah a yüksekteki b ir e sir rü z gâ rıy la tamamen tutarlı ol d uğun u fark etmiştir. M ax B o m [1920] tarihli eserinde, yani otuz yıl son ­ ra, 1887 deneyinden "esir rüzgârın ın v a r olm ad ığı sonucunu çıkarm am ız gerektiğini" ileri sürm üştü (italikler b an a ait). 2X1 Kelvin 1900'deki U lu sla rarası Fizik Kongresinde 'Tesire ilişkin) kuram ın b errak sem asındaki tek bulutun M ich elson -M orley deneyinin değersiz sonucu old u ğ u n u " söyledi (bkz. M ille r 119251) ve orad a bu lu n an M orley ile M iIIer'ı deneyi tekrarlam aya hemen ikna etti. 281

Lorentz [1892a].

129

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

görmek pekala mümkündür. Lorentz gösterdi ki MichelsonM orley deneyinin önemi, bize boyutlardaki değişim lerle il­ gili b ir şeyler öğretebilecek olmasında yatar:262 Cisimlerin boyutları esir içerisindeki hareketlerinden etkilenmektedir. Lorentz, Fresnel'in programı içerisindeki bu "yaratıcı deği­ şikliği" büyük b ir yaratıcılıkla açtı ve böylelikle "Fresnel'in kuramı ile Michelson'm sonucu arasındaki çelişkiyi orta­ dan kaldırmış olduğunu" iddia etti.263 Fakat "moleküle iliş ­ kin kuvvetlerin doğası bizce tamamen meçhul olduğu için hipotezi test etmenin olanaksız olduğunu" kabul etti;264 en azından şim dilik herhangi bir yeni olgu öngöremezdi.265 Bu sırada,

1897'de, Michelson

dağ

tepelerinde

esir

rüzgârının hızını ölçmek için uzun zamandır planladığı de­ neyi gerçekleştirdi. H içbir şey bulamadı. Daha önce, daha yüksekte bir esir rüzgârı öngören Stokes'un kuramını ka­ nıtlam ış olduğunu düşündüğü için şaşkınlığa düştü. Eğer 262 A.g.e., italikler b a n a ait. 263 Lorentz |1895|. 2M Lorentz 1189261. 265 Fitzgerald aynı anda, Lorentz'den b a ğım sız olarak, bu "yaratıcı d eğişik li­ ğin " test e d ile b ilir b ir versiyonunu üretti; fakat bu versiyon Trouton'un, R ayleigh'ın ve Brace'in deneyleriyle kısa zam an da çürütüldü; K uram sal açıdan ilerleticiydi fakat deneysel açıdan öyle değildi. Bkz. W hittaker [19471, s. 53 ve W h itta k er [1953], s. 28-30. F ilzgerald'ın kuram ının a d hoc olduğu yönünde yaygın b ir kanı vardır. Kuram ın a d hoc3 {bkz. yukarıda, s. 40, n. 1.) olduğun u söylediklerinde ç ağd aş fizikçilerin kastettiği şey kuram lehine "bağım sız [olum lu] hiç­ bir kanıt olm ad ığı” idi IBkz. örneğin L arm o r [1904), s. 6241. D ah a sonra, Po pp er’ın etkisi altında, “ad h od ' teriminin kullanıldığı b a şlıc a anlam a d hoc,, yani on a uygulanabilecek hiçbir bağım sız test olm adığı oldu. N e v a r ki, çürüten deneylerin gösterdiği üzere, Po pp er’ın yaptığı gibi Fitzgerald'ın kuram ının ad hoc. olduğun u iddia etmek h atad ır {bkz. P o p ­ per [1934[, kısım 20.) Bu du ru m a d h oct ile a d hoc} ’yi birb irin d e n ayırm a­ nın ne k a d ar önem li o ld uğun u b ir kez daha gösterir. G rün baum [1959a] tarihli eserinde Popper'ın yaptığı hataya işaret etti­ ğinde Popper kabul etti, fakat Fitzgerald'ın kuram ının Eiııstein'm kine nazaran kesinlikle daha ad hoc old uğun u (Popper [1959b]); bun un da “‘ad hoeluk derecelerine' ve kitabının temel tezlerinden birin e - adhocluk derecelerinin test edilebilm e ve anlam lılık dereceleriyle (tersin­ den) ilişkili old uğu tezine h arika b ir örnek" olduğun u söyleyerek cevap verdi. Fakat farklılık sadece, test edilebilirlik le ölçdlebilen tek b ir ad hoeluk dereceleri meselesi değildir. Ayrıca bkz. aşağıda, s. 88.)

130

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Stokes'un kuramı hâlâ doğruysa esirin hızının eğimi çok kü­ çük olmak zorundaydı. Michelson "dünyanın esir üzerindeki etkisinin dünyanın çapı kadar mesafelere uzandığı" sonu­ cuna varmak zorunda kaldı.266 Bunun "ihtim al dahilinde o l­ mayan" bir sonuç olduğunu düşündü ve 1887'de deneyinden yanlış bir sonuç çıkardığına kanaat getirdi: Reddedilmesi gereken Stokes'un kuramı, kabul edilmesi gereken de Fresnel'inkiydi. Lorentz'in 1892 tarihli kuramı da dahil olmak üzere bu kuramın kurtulmasını sağlamak için makul her­ hangi b ir yardımcı hipotezi kabul edeceğine karar verdi.267 Ş im d i Fitzgerald-Lorentz daralmasını' tercih eder görünü­ yordu ve 1904 itibarıyla Case'deki meslektaşları bu daral­ manın farklı maddelerle değişiklik gösterip göstermediğini bulmaya çalışıyorlardı.268 Fizikçilerin çoğu Michelson'm deneylerinin esir progra­ mı çerçevesinde yorumlamaya çalışırken Einstein, M ichel­ son, Fitzgerald ve Lorentz'den habersiz olarak ama m otivas­ yonunu başlıca Mach'm Nevvtoncı mekanik eleştirisinden alarak yeni b ir ilerletici araştırma programı oluşturdu.269 Bu yeni program M ichelson-M orley deneyinin neticesini "ön­ görmekle" ve açıklamakla kalmadı, aynı zamanda daha önce akla hayale gelmeyecek bir dizi olgu öngördü ve bu olgular etkileyici biçim de desteklendiler. A ncak o zam an, yirm i beş y ıl sonra, M ichelson-M orley deneyi "bilim tarihinin en bü­ yük olumsuz deneyi" olarak görülmeye başlandı.270 Fakat bu hemen görülemedi. Deney olumsuz olsa bile bu açık değildi, ™

M ichelson 11897], s. 478.

2,7 Lorentz hemen yorum da bulun d u: “IM İchelson] dünyanın etkisinin bu derece uzağa yayılm asının ihtim al dah ilin de olm a d ığım düşünürken, ben, tersine bun u u m m a lıyım " (Lorentz 11897], italikler b a n a ait). Loren tz-F itzG erald d aralm a hipotezi: uzayda hareket eden cisim lerin h ızların a göreli olarak hareket yönü d oğru ltu su n d a b o y u tla n n d a m ey­ d an a gelen kısalm a -çn. 268 M orley ve M ille r [1904]. 205 Bu ifadenin yanlış çıkm asına olanak sağlayabilecek E instein ’ın k u ram ı­ nın tarih sel-höristik arka planı hakkında dikkate d eğ e r oran da tartışm a oldu. Bern al [1965], s. 530. Kelvin'e göre, 1905'te, deney sadece "berrak sem a­ daki b ir bu lu t" idi; bkz. yukarıda, s. 74, n. 6.

131

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

tam olarak neye karşı olumsuz? Dahası, Michelson 1881'de deneyin olu m lu olduğunu da düşünmüştü: Fresnel'in ku­ ramını çü rü ttü ğ ü fakat Stokes'un kuramını d oğrulad ığı görüşündeydi. Michelson'm kendisi, daha sonra da Fitzgerald ve Lorentz, deneyin sonucunu esir programı içerisinde olu m lu olarak da açıkladılar.271 Bütün deneysel sonuçlarda olduğu gibi, eski programa karşı olumsuzluğu ancak daha sonra, yozlaşmakta olan eski programın onu açıklamak için geliştirdiği ad hoc çabaların yavaş birikim iyle ve içerisin­ de olumlu bir olay halini aldığı yeni, ilerletici bir m uzaffer programın aşamalı olarak yerleşm esiyle kabul edildi. Fakat "yozlaşmakta olan" eski programın kısmen güçlendirilmesi ihtim ali asla rasyonel olarak dışarıda bırakılamaz. Bir araştırma programını rakibinin yerinden edecek şe­ kilde tesis etmek aşın zor ve belirsiz uzunlukta bir süreç­ tir ve "can alıcı deney" terimini kullanmakta da çok aceleci davranmak akıllıca olmaz. Bir araştırma programının ken­ dinden önce gelen program tarafından yok edildiği görülse bile onu yok eden "can alıcı" bir deney değildir; dahası, daha sonra şüphe içinde böyle bir deney aransa bile yeni araş­ tırma programı eski program güçlü bir ilerletici yükselme göstermedikçe durdurulamaz.272 Michelson-Morley deneyi­ nin başlıca olumsuzluğu -v e önem i- güçlü bir destek verdiği yeni araştırma programındaki ilerletici değişiklikte yatar ve "büyüklüğü" de ilg ili iki p rogra m ın büyüklüklerinin sadece bir yansımasıdır. 271 A slında, Chvvolson, 1902'de, şah an e fizik ders kitabında e sir h ipotezi­ nin olasılığın ın kesinliğe çok yakın old uğun u söylemişti. (Bfcz. Einstein fi 909], s. 817.) m

Polanyi, M ille r'ın

1925'te Am erikan Fizik Topluluğun da yaptığı b a ş ­

kanlık konuşm asında M ichelson ve M orley'n in rap orla rın a rağm en b ir esir-akm tısı o ld u ğ u n a ilişkin "çok güçlü k a n ıtlan " old u ğ u n u n a s ıl ilan ettiğini ve dinleyenlerin yine de nasıl E instein ’m kuram ın a b a ğ lı k al­ dıklarını zevkle anlatır. Polanyi h içbir "'n esnelci' çerçevenin" b ilim in ­ sanının kuram ları red ya da kabul etmesini açıklayam ayacağı sonucunu çıkarır (Polanyi (1958], s. 12-14). Fakat benim gerçekleştirdiğim yenideninşa, Einsteincı araştırm a p rogram ın ın id d ia edilen karşı kanıt k a rşısın ­ daki direncini tam am en rasyonel b ir fenomen haline getirir ve böylece Polan yi’n in"p ost-k ritik "-m istik m esajının altını oyar.

132

YANLIŞLA MA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Esir kuramının solmakta olan bahtında rol oynayan ra­ kip iki değişikliğin detaylı b ir analizini yapmak ilg i çekici olurdu. Fakat M ichelson'ın "can alıcı deneyinin" ardından esir kuramının son derece ilg i çekici yozlaştırıcı safhası n a if yan lışlam acılığın etkisi altında pek çok Einsteincı ta ­ rafından göz ardı edilm iştir. Bunlar b ilg isizce tutuculuk­ larının inadı yüzünden M ichelson-M orley deneyinin, esir kuramını tek başına yendiğine inanırlar. Öte yandan, esir kuramının M ichelson-sonrası dönemi, kuramın herhangi b ir başarısızlığa uğram adığını düşünen Einstein karşıt­ ları tarafından eleştirel b içim d e dikkatle incelenmemiştir. Einstein’ın kuramında iy i olan ne varsa esasen Lorentz'in esir kuramındaydı; Einstein'ın zaferinin tek sebebi pozitivis t modadır. Fakat aslında, M ichelson'ın 1881'den 1935'e kadar süren ve esir kuramının birb irin i takip eden versi­ yonlarını test etmek am acıyla yürüttüğü uzun deneyler di­ zisi y ozlaştırıcı b ir sorun-değişikliğinin şahane b ir örneği­ ni teşkil eder.273 (Fakat araştırma program lan yozlaştırıcı düşüşlerden kurtulabilirler. Loren tz'in esir kuramının, il­ ginç b ir anlamda, Einstein'ın esirin olm adığını ileri süren kuramına eşdeğer hale gelecek şekilde güçlendirilm esinin mümkün olduğu iy i bilinm ektedir.271 Esir, büyük b ir "yara­ m

B ir prog ra m ın yozlaşm asının bu m akalede tartışılm ayan tipik b ir em a ­ resi çelişkilt “olguların" çoğalmasıdır. Yanlış bir k uram ı yorum layıcı bir kuram olarak kullanmak suretiyle -h erh a n g i b ir "den eysel hata" ya p­ m a d a n - çelişkili olgu önerm eleri, tutarsız deneysel sonu çlar elde ed ebi­ lir. En so nu na ka d ar e sir konusuna b a ğ lı ka lan M ichelson en çok, son de­ rece kesin ölçüm leriyle v a rd ığ ı"o lg u la n n " tutarsızlığı sebebiyle hüsrana uğram ıştı. 1887'de yaptığı deney dünyanın yüzeyinde e sir rü z g â n olm a­ d ığ ım "gösterirken", sap m a tersini "gösterm işti." D ah ası, 1925'te kendi yaptığı (ya hiç b a h s i geçmeyen ya da, Jaffe [1960]'ta old uğu gibi, yanlış anlatılan ) deney de rüzgârın va rlığım "kanıtlıyordu" (bkz. M ichelson ve G ale [19251; keskin b ir eleştiri için de, R unge İl 925)).

274 Bkz. örneğin Enrenfest (1913), s. 17-18, D orlin g'in [1968] tarihli eserin­ de a l ı n t ı l a n m ış ve tartışılm ıştır. Fakat unutm am ak gerekir ki iki spesifik kuram ın m atem atiksel (ve gözlem sel) açıdan eşd eğer olup, aynı zam an ­ da fark lı rakip araştırm a p rog ra m ların a göm ülü olm ası m üm kündür ve bu p ro g ra m la rın olum lu höristik güçleri pek ala fark lı olabilir. Bu nokta b u ta rzd a eşitlik k a n ıtlan (iyi b ir örnek Sch röd in ger'in kuantum fiziğine yaklaşım ı ile H eisen berg'in ki a rasın d a eşdeğerlik old uğu kanıtıdır) orta-

133

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

tıcı değişiklik" bağlam ında, hâlâ geri dönebilir.27*) Deneyleri değerlendirmek için geriye dönük bir inceleme­ ye ihtiyacımız olması, 1881 ile 1886 arasında Michelson'ın deneyinin literatürde neden adının bile geçmediğini açıklar. Doğrusu Fransız fizikçi Potier, Michelson'ın 1881'de yaptığı hataya işaret ettiğinde, Michelson b ir düzeltme notu yayımlamamaya karar verdi. M art 1887'de Rayleigh'a yazdığı bir mektupta bu kararı neden verdiğini açıklar: "Bilim insanı arkadaşlarımın ilgilerini bu deneye çekmeye boş yere defa­ larca çalıştım ve düzeltmeyi asla yayımlamamış olmamın sebebi (itira f etmeye utanıyorum ki) çalışmanın çok az ilgi uyandırmış olmasından dolayı cesaretimin kırılm ış olması ve buna değeceğini düşünmememdi.''276Bu arada, söz konusu mektup, Rayleigh'ın Michelson'ın dikkatini Lorentz'in m a­ kalesine çeken b ir mektubuna cevap niteliğinde yazılmıştı. Bu mektup 1887 tarihli deneyi tetikledi. Fakat 1887'den ve hatta 1905'ten sonra bile Michelson-Morley deneyi henüz esirin varlığını çürüttüğü konusunda genel bir kabule eriş­ miş değildi ve bunun da haklı sebepleri vardı. Bu durum Michelson'ın (1907'de) Nobel ödülünü neden "esir kuramım çürüttüğü için" değil de "duyarlı optik aygıtları ve onların yardımıyla gerçekleştirdiği spektroskopik ve metodolojik incelemeler sebebiyle" aldığını277, ayrıca M ichelson-M orley deneyinin sunum konuşmalarında neden adının bile geç­ m ediğini açıklayabilir. Michelson Nobel Konuşm asında bu deneyden bahsetmedi. Aslında, aygıtlarını başlangıçta ışığın hızını isabetli b ir biçimde ölçmek için geliştirm iş olmasına rağmen, bazı spesifik esir kuramlarını test etmek amacıyla onları geliştirm ek zorunda kaldığı ve 1887 tarihli deneyinin "isabetliliğinin" başlıca sebebinin Lorentz'in kuramsal eleş­ ya a tan lar ta ra fın d an göz ardı edilm iştir. Ay n ca bkz. yukarıda, s. 69, n. 1. m

Bkz. örneğin D irac [1951İ: "Bugünkü b ilg ile r ışığın d a mesele yeniden ele alın ırsa, esirin artık görelilik ta ra fın d an hüküm süz kılın m adığı g ö rü lü r ve bugün a n ık esirin v a rlığın ı öne sürm ek için iyi nedenler ortaya atı­ labilir." Ay n ca bkz. R ab i'n in [19621 tarihli eserinin sonuç p a ra g ra fı ve Prokhovnik 11967].

270 Shankland [1964], s. 29. 277 İtalikler bana ait.

134

YANLIŞIAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

tirisi olduğu konularında sessiz kaldı. Bu son olgudan çağ­ daş literatür asla bahsetmez.27® Son olarak, M ichelson-M orley deneyi b ir "esir rüzgârı" gösterseydi bile Einstein'ın programının yine de muzaffer olabileceğini unutma eğilim indeyiz. Klasik esir programının coşkulu b ir savunucusu olan M iller273, Michelson-Morley deneyinin özensizce yürütülmüş olduğuna ve gerçekten bir esir rüzgârının var olduğuna dair sansasyonel iddiasını ya­ yım ladığında, Science'ın haber muhabiri "Profesör M iller'in sonuçlan görelilik kuramını temelden dağıttı" şeklinde bö­ bürlendi. Gelgelelim Einstein'a göre M iller gerçek duru­ mu rapor etmiş olsaydı bile "(sadece] görelilik kuramının m evcut fo r m u ” terk edilmek zorunda olacaktı. 280 Doğrusu Synge, M iller'm sonuçlanmn, göründüğü gibi kabul edildiği takdirde dahi, Einstein'ın kuramıyla çatışmadığını; sadece M iller'in onlara ilişkin yorumunun bu kuramla çatıştığını belirtti. Hâlâ baki olan yardımcı katı cisim ler kuramının ye­ rine yeni b ir kuram, Gardner-Synge kurammı kolayca koy­ mak mümkündür ve böylelikle M iller'in sonuçlan Einstein'ın programı tarafından tamamen sindirilmiş olur.281 [d 2) Lum m er-Pringsheim deneyleri Gelin b ir başka sözümona can alıcı deneyi tartışalım. Planck, yüzyılın başında W ien'in ve Rayleigh'm ışınım yasalannı "çürütmüş" olan Lummer ve Pringsheim'm deney­ lerinin kuantum kuramına "yol a çtığ ın ı" -"hatta doğurdu-

l™

Einstein kendisi M ich elson 'm girişim ölçerini Fresnel'in kuram ım test et­ mek am acıyla tasa rlad ığ ın a inanm a eğilim indeydi İBkz. Einstein [1931].) Bu arad a, M iclıelson'ın spektrum çizgileri üzerine -[18 81-2] tarihli eseri g i b i - ilk dönem deneyleri de o günün e sir k u ram larıyla ilişkiliydi. M ich elson "h a ssa s ölçüm lerdeki" ba şa rısın ın önemini, ancak onların k u ­ ra m larla bağlan tısın ı değerlendirm edeki b a şa rısız lığ ı sebebiyle hayal k ırıklığına u ğ radığın d a vurguladı. İsabetlilik için isabetlilik fikrinden hoşlanm ayan Einstein, ona bu konuda neden bu denli çab a h arcadığını sordu. M ich elson 'm cevabı “b u n u eğlenceli bu ld u ğ u " idi. [Bkz. Einstein [19311.1

3,11 1925’te. 390 Einstein [1927], italikler b an a ait. m

Synge 11952-41.

135

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ğunu"- iddia etti.282 Fakat yine bu deneylerin rolü çok daha karmaşıktır ve bizim yaklaşımımızla aynı doğrultudadır. Durum yalnızca Lummer'in ve Pringsheim'm deneylerinin klasik yaklaşıma son verm eleri değildir, aynı zamanda kuantum fiziği tarafından da güzel bir şekilde açıklanmalarıdır. Bir yandan, kuantum kuramının Einstein tarafından gelişti­ rilen bazı erken dönem versiyonları Wien yasasını gerek tirir ve bu sebeple Lummer'in ve Pringsheim'm deneyleri klasik kuramı çürüttükleri kadar kuantum kuramının bu ilk versi­ yonlarını da çürütürler.283 Diğer yandan, Planck formülünün çeşitli klasik açıklamaları ileri sürülmüştür. Örneğin Bri­ tanya Bilimsel İlerlem e Kurumunun 1913'teki toplantısın­ da başkalarının yanı sıra Jeans, Rayleigh, J. J. Thompson, Larmor, Rutherford, Bragg, Poynting, Lorentz, Pringsheim ve Bohr gibi isim lerin katıldığı, ışınım üzerine özel b ir oturum gerçekleştirildi. Pringsheim ve Rayleigh kuantum kuramına ilişkin spekülasyonlar hususunda kasti olarak tarafsız ka­ lırlarken Profesör Love "eski görüşlerin tem silciliğini yaptı ve kuanta kuramım benimsemeksizin ışınımla ilg ili olguları açıklama olasılığını savundu. Kuantum kuramının kısmen dayandığı, enerjinin eş-bölüşümü kuramının uygulanışını eleştirdi. Kuantum kuramı lehine en ciddi kanıt, Planck'ın kara cisimlerin yayma kuvvetine ilişkin formülünün deneyle uyumluluğudur. Matematiksel açıdan, deneyle aynı derece­ de uyumlu pek çok başka formül olabilir. Geniş bir alanda sonuçlar veren ve A. Kom 'un çabalarına borçlu olduğumuz bir formül vardı ve bu Planck'ın formülü kadar deneyle iyi bir uyumluluk gösteren bir formüldü. Alışılagelm iş k uram ın kaynaklarının tükenm em iş olduğu başka bir çekişmede, ince bir plakanın yayma kuvvetine ilişkin Lorentz'in yaptığı hesaplamaları başka durumlara da genişletmenin mümkün 282 Planck 11929]. Po p p e r 11934], kısım 30’da ve Gam ov (19661 (s. 37)'de bu ifade tarzını benim serler. Tabi ki, gözlem önerm eleri özgün b ir şekilde belirlen m iş kuram lara "yol açm azlar.” 285 Bkz. T er H a a r l l 967], s. 18. Gelişmekte ola n b ir araştırnja program ı gen el­ de zaten çürütülm üş "deneyse] y a sa ları” açıklam akla işe ba şlar; b u da, benim yaklaşım ım ın ışığında, rasyonel olarak b a ş a n diye görülebilir.

136

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

olabileceğine işaret etti. Bu hesaplamanın yapılabilmesini sağlayacak, bütün dalga boylan için sonuçlan yansıtan ba­ sit bir analitik ifade yoktur. Genel olarak, tüm dalga boylanna uygulanabilecek basit b ir formülün olmaması da pekala mümkündür. Planck'ın formülü, gerçekte, deneysel bir formülden daha fazlası olmayabilir."284 Callender klasik açıklamaların bir örneğini sunmuştu: "W ien’in tam ışınım­ da enerjinin bölüşümüne ilişkin meşhur formülünün deney­ le uyumsuzluğu, onun iç eneıjiyi yansıttığını varsaydığım ız takdirde kolaylıkla açıklanır. Buna karşılık gelen basınç de­ ğeri, Lord Rayleigh'in işaret ettiği gibi, Cam ot'un ilkesine referansla kolayca çıkarılabilir. îleri sürdüğüm formül (Phil. Mag., Kasım 1913) yalnızca bu şekilde elde edilm iş basınç ve enerji-yoğunluğunun toplam ıdır ve hem ışınım hem de özgül ısı için deneyle oldukça tatmin edici b ir uyumluluk içinde­ dir. Bu formülü Planck'ınkine tercih etmemin sebebi (diğer sebeplerin yanında), onun formülünün klasik termodinamik­ le uzlaşmasının mümkün olmaması ve k ua ntum ya da bö­ lünmez eylem birim i gibi bir kavram muhteva etm esidir ki, böyle bir şey düşünülemez. Benim kuramımda buna karşılık gelen, başka b ir yerde ısı molekülü olarak adlandırdığım fi­ ziksel büyüklüğün bölünemez olması zorunlu değildir, fakat bir atomun özgül enerjisiyle çok yalın b ir ilişkisi vardır; ış ı­ nımın özel durumlarda belirli bir büyüklüğün katları olan atomik birim ler halinde yayılması olgusunu açıklamak için bu özgül enerjiden başka hiçbir şey gerekli değildir."285 Bu alıntılar sıkıcılık derecesinde uzun olmuş olabilir fa ­ kat en azından derhal düzenlenen can alıcı deneylerin olm a­ yışını ikna edici bir biçimde tekrar gösteriyorlar. Lummer'in ve Pringsheim 'm çürütmeleri ışınım sorununa klasik yakla­ şımı sa f dışı etmediler. Planck'ın başlangıçtaki -Lumm er'in ve Pringsheim 'm verilerine uyan (ve onları düzelten)- "ad hoc” formülünün288 yeni kuantum kuramı program ı içeri­ 291 N a tu re [1913-141 s. 306, italikler b an a ait. 285 C alle n d a r [1914]. 286 Planck’ın form ülün ün Planck [1900a['da olan şeklini kastediyorum . Bu­ ra d a Planck uzun b ir süre “W ien yasasının m utlaka doğru olm ası gerek-

137

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

sinde ilerletici biçimde açıklanabileceğine,287 fakat buna karşılık ne “ad hoc" formülünün ne de onun "yarı-deneysel" rakiplerinin klasik program içerisinde yozlaştırıcı bir so­ run-değişikliği yaratmadan açıklanabilmelerinin mümkün olduğuna işaret edersek bu durumu daha iyi betim leyebi­ liriz. "İlerletici" gelişme tesadüfen bir "yaratıcı değişikliğe" dayanıyordu: (Einstein tarafından) Boltzman-Maxwell ista­ tistiğinin Bose-Einstein istatistiğiyle değiştirilm esi.288 Yeni gelişmenin ilerleticiliği fazlasıyla açıktı: Planck'm versiyo­ nunda Boltzman-Planck sabitinin değerini başarıyla öngö­ rürken Einstein'ın versiyonunda daha başka bir dizi çarpıcı yeni olgu öngördü.289Fakat eski programda yeni -fakat ne ya­ zık ki ad h o c - yardımcı hipotezlerin icat edilmesinden, yeni programın gözler önüne serilmesinden ve yeni programdaki ilerletici bir sorun-değişikliğine işaret eden yeni olguların tiğini" kanıtlam ak için uğraştıktan so n ra "yasanın" çürütü ldüğün ü kabul etmiştir. D olayısıyla yüksek evrensel y a sa la r ortaya koym aktan vazgeçip "tam am en keyfi ifad eler inşa etmeye" dönm üştür. Fakat tabi ki d o ğ ru ­ lam am stan d artla ra göre her fizik kuram ı "tam am en keyfidir." D oğru su Planck'ın keyfi form ülü çağd aş deneysel kanıtlarla çelişm iş - ve o n la n b a ş a n y la düzeltm iştir (Planck hikayenin bu kısm ım bilim sel o to b iy o g ra ­ fisinde anlatm ıştır.). Kuşkusuz, önem li b ir anlam da, Planck'ın b a ş la n g ıç ­ taki ışınım form ülü "keyfi", "form el” ve "a d hoc" idi; b ir araştırm a p ro g ­ ram ının parçası olm ayan oldukça ayrık b ir form üldü. (Bfcz. aşağıda, s. 88, n. 2.) Kendi ifadesiyle: "Işın ım form ülün ün geçerliliği m utlak surette kesin kabul edilse b ile sadece şan slı b ir sezgi sonucu açığa v uru lm u ş b ir yasa slatüsüııün e sah ip old uğu sürece, form el b ir önem den dah a fa z ­ lasın a haiz olm ası beklenem ez. Bu sebeple, b u yasayı form üle ettiğim gün kendimi ona gerçek b ir fiziksel anlam vermeye adad ım " 1(1948]. s. 41.). Fakat -zo ru n lu lu k la “d oğru b ir fiziksel anlam " olm asa b ile -"fo rm ü le fiziksel b ir anlam verm enin" ba şlıc a önemi, böyle b ir yorum un sıklıkla vaatk ar b ir araştırm a p rogram ın a ve gelişm eye yol açm asıdır. 287 tik olarak bizzat Planck ta ra fın d an kuantum kuramı araştırm a p ro g ra ­ mını "tem ellendiren" (1900b) tarih li eserinde. 288 Planck bun u çoktan yapm ıştı, fakat k a sıl olm aksızın, sanki b ir hata s o ­ nucuym uş gibi. Bkz. Ter H a a r (19671, s. 18. D oğrusunu söylem ek gerekirse Pringsheim 'ın ve Lum m er'in sonu çların ın oynadığı rollerden b iri k u an ­ tum ışınım kuram ında yapılm ış form el olm ayan çıkarım ların eleştirel analizi konusun da m otivasyon verm esiydi. Bu çıkarım lar ancak gelişim in ileriki a şa m ala rın d a ifad e edilen çok önem li "gizli yardım cı önerm eler­ le" doluydu. Bu "ifade etme sürecinin" çok önem li b ir adım ı Enrenfest'in |19H| tarihli eseriydi. 289 Bkz. örneğin J offe'nin 1910 tarihli listesi (Joffe (1911), s. 547.

138

YANIIŞLAMA VE BİLİMSEI ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

keşfedilmesinden

önce Lummer-Pringsheim

deneylerinin

nesnel anlam lılığı çok kısıtlıydı. (d 3) K oru n u m yasalarına karşı Beta-bozunum u Son olarak, "bilim tarihinin en büyük olumsuz deneyi" ol­ maya çok yaklaşmış fakat tam olarak olmamış bir deneyin hikayesini anlatacağım. Hikaye yine deneyimden tam olarak ne öğrendiğim ize, deneyimin neyi "kanıtladığına" ve neyi "çürüttüğüne" karar vermeye ilişkin zorlukları örnekliyor. İnceleyeceğim iz deneyim Chadwick'in 1914'te beta bozu­ numunu "gözlemlem esi" olacak. Hikaye b ir deneyin nasıl ilk önce b ir araştırm a programı içerisindeki rutin b ir bulmaca ortaya attığının düşünüldüğünü, sonra neredeyse can alıcı deney konumuna terfi ettirildiğini ve sonra yine (yeni) bir rutin bulmaca ortaya atma noktasına düşürüldüğünü gös­ teriyor; bütün bunlar tamamıyla değişen kuramsal ve de­ neysel ortama bağlı gerçekleşiyor. Çoğu uzlaşımcı yaklaşım bu değişim ler sebebiyle afallam ıştır ve tarihi yanlışlamayı tercih eder.290 Chadwick radyoaktif beta-yayılımımn

süreğen spekt-

rumunu keşfettiğinde, hiç kimse bu merak uyandıran feno­ menin korunum kurallarıyla bir ilişkisi olduğunu düşün­ memişti. 1922'de biri L. Meitner diğeri C. D. Ellis tarafından birbirine rakip iki yaratıcı açıklama öne sürüldü; ikisi de o günün atom fiziği çerçevesindeydi. Bayan Meitner'e göre elektronlar kısmen çekirdekten gelen birincil elektronlar, kıs­ men de elektron kabuğundan gelen ikincil elektronlardı. Bay Ellis'e göre tamamı birincil elektronlardı. İki kuram da sofis­ tike yardımcı hipotezler içeriyordu, fakat ikisi de yeni olgular öngördü. Öngörülen olgular birbiriyle çelişiyordu ve deney­ ler M eitner'e karşı Ellis lehine şahitlik etti.291 Bayan Meitner itiraz etti; deneysel "itiraz mercii" onu desteklemeyi reddeti,

290 Pauli'nin açıklam asın ın dikkate değer b ir kısm i istisn a d ır (Pauli [1958]). Takip eden kısım da hem Pauli'nin hikayesini düzeltm eye hem de yaklaşı­ m ım ızın ışığın d a rasyon elliğinin kolayca görü lebileceğin i ortaya koym a­ ya çalışacağım . 221

Ellis ve W o o ste r (1927i.

139

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

fakat Ellis'in kuramındaki can alıcı bir yardımcı hipotezin reddedilmesine karar verdi.292 Rekabet berabere sonuçlandı. Bohr ve Kramers tam da E llis-M eitner itila fı sırasında tutarlı b ir kuramın geliştirileb ilm esi için tekil işlem lerde enerjinin korunumu ilkesini reddetm eleri gerektiği fikrine varmamış olsalardı yine hiç kimse Chadwick'in deneyinin enerjinin korunumu yasasına karşı geldiğini düşünme­ yecekti. 1924 tarihli hayranlık uyandırıcı Bohr-KramersSlater kuramının temel özelliklerinden biri, klasik enerjinin korunumu ve momentumun korunumu yasalarının ista tis­ tiksel olanlarla değiştirilm esiydi.293 Bu kuram (ya da, daha ziyade, "program ") hemen "çürütüldü" ve sonuçlarından hiçbiri desteklenmedi; doğrusu hiçbir zaman beta-bozunumıınu açıklamaya yetecek kadar geliştirilm em işti. Fa­ kat bu program ın (sadece Compton-Simon ve Bothe-Geiger deneyleri tarafından "çürütülmesi" sonucu değil, güçlü bir rakip olan Heisenberg-Schrödinger program ı ortaya çıktı­ ğı için234) ani terk edilişine rağmen, Bohr istatistiksel o l­ mayan korunum yasalarının er ya da geç terk edilmesi ge­ rekeceğine ve bu yasalar başkalarıyla değiştirilene kadar beta-bozunumu aykırılığının asla açıklahamayacağma dair inancını sürdürdü; o zaman beta-bozunumu korunum yasa­ larına karşı can-alıcı bir deney olarak görülecekti. Gamow bize Bohr'un yıldızlardaki görünüşte sonsuz enerji üretim i­ ne ustaca bir açıklama getirm ek295 için nasıl beta-bozunu282 M eitner ve Orthm ann [1930). 283 Slater korunum yasasının k u rban edilm esinde pek de gön üllü olm adan iş b irliğ i yaptı. 1964'te van d er W ae rd e n 'e şöyle yazdı: "Şüphelendiğin g i­ bi. eneıjinin ve m om entum un istatistiksel korunum u fikri kuram a B ohr ve K ram ers ta ra fın d an benim m uhalefetim e rağm en kondu." Van der W aerden Slater'ın yanlış b ir kuram dan sorum lu tutulm ak g ib i korkunç b ir suçtan aklanm ası için elinden geleni eğlenceli b ir biçim de yaptı (van der W aerden [1967], s. 13.) 2J*

Popper bu kuram ın a la şa ğ ı edilm esi için bu “çürütm elerin” yeterli o ld u ­ ğunu ileri sürmekte hatalıydı. (P opper [1963al, s. 242.

285 G am ow [19661, s. 72-4. B ohr kuram ını h iç b ir zam an yayım lam adı (mevcut haliyle test edilem ez b ir kuram dı) fakat "öyle görün üyordu ki" -d iy e ya ­ za r G a m o w -"s a n k i d oğru olsaydı çok şaşırm ayacaktı."‘G am ow b u yayım ­ lanm am ış kuram ın tarih lerini vermez, fakat muhtemelen 1928-9 y ılla rın ­ da, G am ow Kopenhag'da çalışıyorken, B o h r onun üzerine düşünüyordu.

140

YANLIŞLAMA VE BİLİMSE! ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

munda enerjinin korunmadığı fikrini kullanmaya çalıştığını anlatır. Sadece Pauli,Tanrı'yı reddetmek için duyduğu şey­ tanca arzuyla, m uhafazakarlığını korudu296 ve 1930'da beta-bozunumunu açıklamak ve enerjinin korunumu ilkesini kurtarmak için nötrino kuramını tasarladı. Fikrini şakacı b ir mektupla Tübingen'deki b ir konferansa iletti - kendi­ si b ir baloya katılmak için Zürih'te kalmayı tercih etti.297 Ondan ilk defa 1931'de Pasadena'daki b ir konferansta bah­ setti, fakat "emin olm adığını" hissettiği için konferansın yayımlanmasına izin vermedi. Bohr o sırada (1932'de) hâlâ -e n azından nükleer fizikte; "enerji dengesi fikrinin kendi­ sinden vazgeçilm esi" gerekebileceğini düşünüyordu.298 Pauli nihayet 1933'le Solvay Konferansında nötrino üzerine yaptığı konuşmayı, "iki genç fizikçi dışında konferanstaki herkes fikre kuşkuyla yaklaşmış" olsa da, yayımlamaya ka­ rar verdi.299Fakat Pauli'nin kuramının birtakım m etodolojik m eziyetleri vardı. Sadece enerjinin korunumu ilkesini değil, aynı zamanda spinin ve istatistiklerin korunumu ilkelerini de kurtardı; yalnızca beta-bozunumu spektrumunu değil, aynı zamanda "azot aykırılığını" da açıkladı300. W hewellci standartlara göre bu "tüm evarım ların birliği"n in Pauli'nin kuramının saygınlığını tesis etmeye yeterli olması gerekir­ di. Fakat bizim ölçütlerim ize göre yeni birtakım olguların başarılı b ir şekilde öngörülmüş olması lazım dı. Pauli'nin kuramı bunu da yerine getiriyordu; çünkü Pauli'nin ku­ ramının gözlem lenebilen ilginç bir sonucu vardı: Eğer bu doğruysa, p-spektrumlarının belirgin b ir üst sınırı olması

29G Bkz. 1932'de Bohr'un enstitüsünde üretilen eğlenceli T a u s t " oyunu; Gam ow ta ra fın d an 119661 tarihli eserinin eki olarak yayım lanm ıştır. 237 Bkz. Pauli (1961J, s. 160. 298 B ohr [19321. Enrenfest de nötrinoya karşı kesin olarak B o h r’dan yana ta ­ v ır aldı. Chadvvick'in 1932'de nötronu keşfetmesi m uhalefetlerini çok az sarstı; ne yükü ne de muhtemelen, (durgun) kütlesi olan, sadece “cisim siz” b ir sp in i olan parçacık fikrinden hâlâ korkuyorlardı. 299 W u 119661. 200 Beta bozunum un un ve azot aykırılığının o n a y a koyduğu açık so ru la r üzerine şah an e b ir tartışm a için, bkz. B o h r’un Pauli'nin çözüm ünden önce okunan fakat sonra yayım lanan 1930 tarihli F araday Konuşm ası (Bohr (19321, özellikle s. 380-3).

141

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

gerekirdi. 0 dönemde bu soru muallaktaydı, fakat Ellis ve M ott konuyla ilgilenm eye başladıktan kısa süre sonra,301 Ellis'in öğrencisi Henderson deneyin Pauli'nin programını desteklediğini gösterdi.302 Bohr bundan etkilenmemişti. B i­ liyordu ki eğer enerjinin istatistiksel korunumu tem eli üze­ rine dayanan büyük b ir program başlamış olsaydı büyüyen yardım cı hipotezlerden oluşan kuşak, olumsuz-görünen ka­ nıtların çoğunun icabına bakardı. Doğrusunu söylemek gerekirse, o yıllarda önde gelen fi­ zikçilerin çoğu nükleer fizikte enerjinin ve momentumun korunumu yasalarının çöktüğünü düşünüyordu.303 Bunun sebebi, yenilgiyi ancak 1933'te kabul eden Lise Meitner tara­ fından açıkça belirtilm işti: "Enerjinin korunumu yasasının tekil işlem lerde de geçerliliğini muhafaza etmeye yönelik bütün çabalar [beta-bozunumunda] ikincil bir işlem gerek­ tiriyordu. Fakat böyle bir işlem bulunamadı;"304 yani çekir­ değe ilişkin korunum programı deneysel açıdan yozlaştırıcı b ir sorun-değişikliği gösteriyordu. Süreğen beta-yayılımı spektrumunu b ir "hırsız parçacık" varsaymadan açıklama­ ya yönelik birkaç girişim oldu.305 Bu girişim ler büyük ilgiyle tartışıldı,306fakat ilerletici b ir sorun-değişikliği meydana ge­ tirmeyi başaramadıkları için terk edildiler. Bu noktada, sahneye Fermi çıktı. 1933-4'te beta-yayılımı sorununu yeni kuantum kuramının araştırma programı çerçevesinde yeniden yorumladı. Böylece küçük, yeni b ir nötrino araştırma program ı başlattı (bu program daha son­ ra za y ıf etkileşim ler program ına evrildi). Birtakım kabatas­

a°>

E llis ve M ott [1933].

302 H enderson [19341. 103 M ott [1933], s.823. H eisen berg proton-nötron çekirdek m odelini ortaya attığı m eşhur [1932] eserinde, "beta-bozu n u m u n da eneıjinin korunum unun çökm esi sebebiyle, nötronun içerisinde elektronun bağla n m a enerji­ sinin tek b ir tanım ını verm enin olanaksız olduğun u" belirtti (s. 164). 304 M eitner 11933], s. 132. 300 Ö rneğin Thom son [1929] ve K udar [1929-30]. *“

,

Son derece ilg i çekici b ir tartışm a için, bkz. R utherford, C hadw ick ve E llis [19301, s. 335-6.

142

YANUŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

lak başlangıç m odelleri tasarladı.307 Kuramı henüz hiçbir yeni olgu öngörmemesine rağmen, bunun sadece biraz daha çalışma m eselesi olduğuna açıklık getirdi. İki y ıl geçmesine rağmen Fermi henüz sözünü yerine ge­ tirmemişti. Fakat yeni kuantum fiziği programı en azından nükleer-olmayan fenomenler söz konusu olduğu ölçüde hızlı gelişti. Bohr, Bohr-Kramers-Slater programının başlangıçta­ ki temel fikirlerinden bazılarının şimdi yeni kuantum prog­ ramı içerisinde sarsılmaz bir yere sahip olduğuna ve yeni programm, eski kuantum programının yapısal kuramsal so­ runlarını korunum yasalarına dokunmadan çözdüğüne ikna oldu. Dolayısıyla Bohr Fermi'nin çalışmasını sempatiyle iz ­ ledi ve 1930'da, alışılm ışın dışında bir olaylar dizisi içeri­ sinde, onu, bizim standartlarımıza göre zamanından önce, açıktan açığa destekledi. 1936'da Shankland, foton saçılmasına ilişkin rakip ku­ ram lar için yeni b ir test tasarladı. Görünüşe göre sonuçları, terk edilen Bohr-Kramers-Slater kuramını destekliyor ve on yıldan fazla b ir zaman önce onu çürütmüş olan deneylerin güvenilirliğinin altını oyuyordu.308 Shankland'ın m akale­ si sansasyon yarattı. Yeni akıma m uhalefet eden fizikçiler Shakland'm deneyini coşkuyla karşıladılar, örneğin Dirac “çürütülmüş" olan Bohr-Kramers-Slater program ını derhal yeniden benimsedi, "sözde kuantum elektrodinam iği" aley­ hinde son derece sert b ir yazı yazdı ve "güncel kuramsal fikirlerde, tatmin edici b ir göreli kuantum m ekaniği elde etmek için korunum yasalarından vazgeçilm esini de içeren b ir değişim in" gerekliliğini vurguladı309. Makalede Dirac beta-bozunumunun korunum yasalarına karşı can alıcı bir kanıt olabileceğini yine öne sürdü ve "bazı araştırm acı­ lar tarafından, enerjinin korunumunu dengeyi sağlayacak gözlem lenem eyen b ir parçacık varsaymak suretiyle şekilsel olarak muhafaza etmek için özel olarak ortaya atılmış

307 Fermi [19331 ve [1934]. 306 Sh an kland 11936]. 309 D irac [1936].

143

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

yeni, gözlem lenem ez parçacık nötrino"yla dalga geçti.310 Hemen ardından Peierls tartışm aya dahil oldu. Peierls Shankland'ın deneyinin enerjinin istatistiksel korunumunu bile çürütebileceğini ileri sürdü. Şöyle ekledi: "Ayrıntılı korunum bir kez terk edildikten sonra, bu da tatmin edici görünür."311 Bohr'un Kopenhag Enstitüsünde Shankland'ın deneyleri derhal tekrarlandı ve gözden çıkarıldı. Bohr'un çalışma ar­ kadaşlarından biri olan Jacobsen bunu N a tu re'a yazdığı bir mektupta aktardı. Jacobsen'm sonuçlarına, asilere sabırla karşı koyan ve Heisenberg'in yeni kuantum programını sa­ vunan Bohr'un kendi yazdığı b ir mektup eşlik etti. Özellikle, Dirac'a karşı nötrinoyu savundu: "Atom çekirdeklerinden ya­ yılan p-ışınları sorununda korunum yasalarının kesin geçer­ liliğine ilişkin ciddi şüphelerin temelleri, şimdilerde p-ışını fenom enleriyle ilgili hızla artan deneysel kanıt ile Fermi'nin kuramında dikkat çekici biçimde geliştirilen Pauli'nin nötrino hipotezlerinin sonuçları arasındaki vaatkar uyum saye­ sinde büyük oranda ortadan kaldırılm ıştır."312 Fermi'nin kuramı, ilk versiyonlarında dikkat çekici bir deneysel başarı elde etmedi. Aslında mevcut veriler bile özel likle de beta yayılım ı araştırmasının o zam anlar merkezinde olan RaE* durumunda, Fermi'nin 1933-4 tarihli kuramı ile kesin olarak çelişiyordu. Bunların üstesinden makalesinin ikinci kısmında gelmeyi düşünüyordu, fakat bu kısım hiç ya­ yımlanmadı. Fermi'nin 1933-4 tarihli kuramı esnek bir prog­ ramın ilk versiyonu olarak yorumlansa bile 1936'ya kadar ilerletici b ir değişikliğin ciddi herhangi bir emaresini a lgıla ­ mak mümkün değildir.313Fakat Bohr Fermi'nin Heisenberg'in 310 D irac [1936]. 311 Peierls [19361. 312 Bohr [1936]. R adyum E -ç n . 313

1933 ile 1936 y ılla n a rasın d a birk aç fizikçi Ferm i'nin kuram ına a ltern a ­ tifler ileri sü rd ü le r ya da kuram da a d hoc d eğişiklikler önerdiler; bkz. örneğin Beck ve Sitte [19331, Betlıe ve Peierls [ 1934), Konopinski v e U h len beck [19341. W u ve Moszkovvski 1966’da "Fermi |Jı-bozunum u kuram ının [yani program ınınl artık, hem p bozunu m oranı ile p arça lan m a eneıjisi

144

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

yeni büyük programını çekirdeğe uygulayan cesur girişi­ minin arkasına otoritesini koymak istedi; bununla beraber Shankland'm deneyi ile Dirac'm ve Peierls'in saldırılan beta-bozunumunu yeni büyük programın eleştirisinin odağına yerleştirdiği için, hassas bir boşluğu doldurmayı vaat eden Fermi'nin nötrino programını haddinden fazla övdü. Şüphe­ siz sonraki gelişm eler Bohr'u büyük bir utançtan kurtardı: Korunum ilkelerine dayanan program lar ilerlerken rakip kampta b ir ilerleme kaydedilmedi.314 Bu hikayeden çıkanlacak ders yine bir deneyin "can alıcı" olma statüsünün, dahil olduğu kuramsal rekabetin statüsü­ ne bağlı olduğudur. Rakip kampların bahtları açılıp kapa­ nırken, deneyin yorumu ve değerlendirmesi değişebilir. Gelgelelim, anlık rasyonalite kuram ları bilim sel geleneği­ m izin için e işlemiştir. Betimlediğim hikaye çoğu anlatımda yanlışlanmış ve yanlış birtakım rasyonalite kuramları üze­ rinden yeniden inşa edilmiştir. En popüler anlatımlar bile bu tarz yanlışlamalarla doludur. îki örnekten bahsedeyim. B ir makalede beta-bozunumuyla ilg ili şunu öğreniyo­ ruz: "Bu durumla ilk kez karşı karşıya kalındığında, alter­ natifler korkutucu göründü. Fizikçiler ya enerji korunumu yasasının çöküşünü kabul etmek zorundalardı ya da yeni ve görülm emiş b ir parçacığı varsaym aları gerekiyordu. arasın dak i ilişkiyi hem de |5-spektrumlaruıın şeklini dikkat çekici b ir isabetlilikle ön gördüğü bilinm ektedir" diye yazar. Fakat şunu v u rg u la r­ lar: "Ferm i kuram ı m a ale se f d ah a en ba şın d a n adil olmayan b ir teste tabi tutulmuştur. Yapay radyoaktif çekirdekler b o l m iktarda üretilmeye b a şla n a n a kadar, spektrum şeklinin incelenm esi için b ir p kaynağı o la ­ rak R a E pek çok deneysel talebi güzel b ir şekilde karşılayan tek adaydı. Spektrum u ancak şim dilerde an laşılm ış olan R aE'nin fi-spektrum unun yalnızca, özel b ir durum olduğunu o sırad a nereden bilebilird ik. Kendine özgü eneıji b a ğım lılığ ı F erm i’nin yalın

ß bozunu m u

kuram ından bekle­

neni aştı ve kuram ın lyani p rogram ın l b a şlan gıçtak i ilerlem esinin hızına büyük ölçüde ket vu rd u " (W u ve M oszkow ski 11966], s. 6). ,M

Ferm i'nin n ötrino p rogram ım n 1936 ile 1950 y ılla rı a rasın da b ile ilerle­ tici mi yozlaştırıcı mı old uğu oldukça şü ph elidir; 1950'den sonra hüküm halen kesinleşm iş de değildir. Fakat bun u b a şk a b ir fırsatta ta rtışac a ­ ğım. (Bu arad a, Schrödinger yeni kuantum fiziğinin gelişim in de oynadığı hayati role rağm en korunum ilkelerinin istatistiksel yorum unu savundu; bkz. [1958] tarihli eseri.)

145

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Nötronun parçalanması sırasında proton ve elektronla bir­ likte yayılan böyle b ir parçacık, enerji kaybını ortadan kal­ dırmak suretiyle fiziğin tem el dayanağını kurtarabilirdi. Bu 1930'ların başının m eselesiydi ve o yıllarda yeni b ir par­ çacık ortaya atmak bugünkü gib i sıradan bir olay değildi. Yine de küçücük b ir tered d ü d ü n ard ınd an , fizikçiler ikinci alternatifi seçtiler."315 Tabi ki, tartışılm ış olan alternatifler bile ikiden çok daha fazlaydı ve "tereddüt" hiç de "küçücük" değildi. Tamnmış bir bilim felsefesi ders kitabından şunları öğ­ reniyoruz: (1) "Enerjinin korunumu yasasına (ya da ilkesine), beta-ışım bozunumu üzerine yapılan, sonuçlan inkar edile­ meyecek deneylerle ciddi biçim de meydan okunmuştur"; (2) "yine de yasa terk edilm em iştir ve yasayı deneysel verilerle uyumlu hale getirmek için ("nötrino" denen) yeni bir tür var­ lık kabul edilm iştir" ve (3) "bu varlığın kabulünün gerekçesi, korunum yasasınm reddinin fiziki bilgim izin büyük bir kıs­ mını sistematik tutarlılıktan yoksun bırakacak olmasıdır."316 Fakat üç nokta da yanlıştır. (1) yanlıştır çünkü hiçbir yasa­ ya sadece deneylerle "ciddi biçim de meydan okunamaz"; (2) yanlıştır çünkü yeni bilimsel hipotezler sadece verilerle ku­ ram arasındaki boşlukları yamamak için değil, yeni olgular öngörmek için varsayılırlar; son olarak (3) yanlıştır çünkü o dönemde, sadece korunum yasasının reddinin fiziki b ilg i­ mizin "sistematik tutarlılığını" güvenceye alacağı düşünül­ müştü. {d 4) Sonuç: Sürekli gelişim in gerekliliği Can alıcı deney diye b ir şey yoktur, en azından bununla bir araştırma programını an ın d a yıkıp alaşağı edebilecek bir deney kastediliyorsa durum böyledir. Aslında, b ir araş­ tırma programı yenilip yerini bir başkasına bıraktığında, bir deneyin muzaffer programa çarpıcı b ir destekleyici olay sağladığı ve mağlup programa (mağlup program içerisinde

515 Treim an 11959], italikler ba n a ait. 310 N a g e l[1 9 6 1 ],s . 65-6.

146

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

hiçbir zaman "ilerletici biçim de açıklanmamış olmak" ya da, kısaca, "açıklanmamış olmak"317 anlamında) yenilgi getirdiği anlaşılırsa -geriye dönük bir yorum lam ayla- o deneyin can alıcı olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bilim insanları, tabi ki, höristik durumları her zaman doğru yargılamazlar. Aceleci b ir bilim insanı deneyinin b ir programı mağlup ettiğini id ­ dia edebilir ve bilim camiasının bir kısmı, aceleyle, bu id d i­ ayı kabul edebilir. Fakat "mağlup" kamptaki bir bilim insa­ nı birkaç y ıl sonra sözümona "can alıcı deney''e, sözümona mağlup program içerisinden (ya da onunla tutarlı) bilimsel bir açıklama getirirse, onu rlu statü geri a lın a b ilir ve “can alıcı deney" program için yenilgiden yeni b ir zafere d ön ü ­ şebilir. Örnek çoktur. On sekizinci yüzyılda, tarihsel-sosyolojik bir olgu olarak, Galileo'un serbest düşme yasası ile Nevvton'ın kütleçekim yasası aleyhinde "can alıcı" kanıt ola­ rak yaygın biçim de kabul görmüş pek çok deney vardı. On dokuzuncu yüzyılda ışık hızının ölçümüne dayalı, parçacık kuramını "çürüten" ve daha sonra görelilik kuramı ışığında yanlış oldukları ortaya çıkan birkaç "can alıcı deney" vardı. Bu "can alıcı deneyler" daha sonra utanç verici dar görüşlü­ lük, hatta kıskançlık örnekleri olarak görülüp doğrulamam ders kitaplanndan çıkartılmışlardır. (Yakınlarda bazı yeni ders kitaplarında tekrar belirdiler. Bu sefer kitaplara kon­ malarının amacı bilim sel m odalann kaçınılmaz irrasyonalitesi idi.) Gelgelelim, görünürde "can alıcı deneylerin" daha sonra hakikaten programın mağlup olm asıyla teyit edildiği durumlarda, tarihçiler bu deneylere direnenleri aptallık­ la, kıskançlıkla ya da mevzubahis araştırma programının babasına gerekçesiz b ir hayranlık duymakla suçladılar. (Revaçta olan "bilim sosyologları" -ya da "bilim psikolog­ la rı"- alman konumlar gerçekten rasyonalite ilkeleriyle be­ lirlenm iş olduğunda, bu konumlan salt sosyal ya da psiko­ lojik terim lerle açıklama eğilim indedirler. Tipik bir örnek, Einstein'ın Bohr'un tam amlayıcılık ilkesine karşı çıkışını 317 Bkz. y u k an d a , s. 34, n. 4.

147

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

"1926'da Einstein 47 yaşındaydı. 47 hayatın en güzel döne­ mi olabilir, fakat fizikçi için değil" diyerek açıklamaktır.318) Yaptığım incelemelerin ışığında anında rasyonalite çok ütopik görünebilir. Fakat bu ütopik fikir, epistemolojinin çoğu niteliğini karakterize eden özelliktir. Doğrulamacılar bilim sel kuramların yayımlanmalarından bile önce kanıt­ lanmış olmalarını istediler; olasılıkçılar kanıtın verili o l­ duğu durumda bir makinenin, bir kuramın değerini (onay­ lanma derecesini) anında gösterebildiğini hayal ettiler; n aif yanlışlam acılar kuramın sa f dışı edilmesinin, en azından de­ neyin hükmünün anlık sonucu olmasını umdular.319Umarım bütün bu anında rasyonalite -v e anında öğre n m e - kura m ­ la rın ın başarısız old u ğun u gösterebilmişiındir. Bu kısımda ele aldığım örnek durumlar, rasyonalitenin insanların çoğu­ nun zannettiğinden çok daha yavaş işlediğini ve işlediğinde de hata yapabilmesinin daima mümkün olduğunu gösterir. Minerva'm n baykuşu alacakaranlıkta uçar.’ Ayrıca umarım, bilim de sürekliliğin, bazı kuramların d iren cin in , belirli bir 319 Bernstein (19611, s. 129. Rakip sorun-değişikliklerindeki ilerletici ve yoz la ş ıın c ı u n su rları değerlendirm ek için bu sorun değişikliklerinde içe­ rilen fikirleri anlam ak gerekir. Fakat bilgi sosyolojisi sıklıkla cehaleti örtm ek için k ullanılan b a şa rılı b ir k ılıf görevi görür: Bilgi so sy o lo g ları­ nın çoğu bu fikirleri a n la m azla r - h alta u m u rsam azlar bile; d avran ış şe ­ killerini sosyo-psikolojik açıdan izlerler. Po p p e r bilim in sa n la rın ın gru p d av ran ışım inceleyen b ir "sosyal psik olog". Dr. X, hakkında b i r hikaye anlatırdı. Dr. X bilim p sik olojisi çalışm ak için b ir fizik sem inerine gider. "B ir liderin d oğuşunu", ba zıla rın d a "etrafın a toplanm a etkisini", d iğ erle ­ rinde "savunm a-tepkisini"; yaş, cinsiyet ve a g re s if d avran ış arasın daki k arşılıklı ilişki v b gözlemler. (Dr. X m od em istatistiğin bazı sofistike küçük-öm eklem tekniklerini kulland ığın ı iddia eder.) Hevesli açıklam anın sonunda Po pp er Dr. X ’e şunu sorar: "G rubu n tartıştığı soru n neydi?" Dr. X şaşırm ıştır: "N ed en sordun? Söylenenleri dinlem edim ! H er neyse, b u ­ n u n b ilim psikolojisiyle ne a lak ası var?" 319 T abi ki, n a if ya n lışlam a c ıların "deneyin hükm üne" u la şm a sı b ira z zam an a la b ilir; deneyin tekrarlanm ası ve eleştirel olarak değerlendirilm esi g e ­ rekir. Fakat tartışm a b ir kez u zm a n la r a rasın d a b ir anlaşm aya v a rılm a ­ sıyla sonuçlandıktan, d olayısıyla b ir "temel önerm e" "kabul edildik ten 've han gi spesifik kuram ın deney ta ra fın d an za ra r görd üğün e karar veril dikten sonra, n a if yan lışlam acının h âlâ "la fı d o la n d ıra n la ra " k arşı pek sa b rı olmayacaktır.

.

H egel'in Philosophy o fR ig h t'la , tarih sel b ir dönem ancak sona erdiğinde a n la şıla b ilir anlam ında kulland ığı m e ta fo r-ç n .

148

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

miktar dogmatizmin rasyonalitesinin, bilim i, ancak ayrı ba­ şına kuramların değil araştırma programlarının muharebe alanı olarak yorum ladığım ız takdirde açıklanabileceğini gösterebilmişimdir. Bilimsel bilginin b ir parçasına örneği­ miz "Tüm kuğular beyazdır" gibi ayn başına, büyük bir araş­ tırma programına dahil olmadan her şeye mesafeli duran b ir kuram olduğunda, bilim in gelişimi çok az anlaşılabilir. Benim açıklam am araştırm a p rogra m la rın d a n oluşan “ol­ gu n b ilim " ile sadece yam am a bir denem e yanılm a örün tüsünden oluşan "olgunlaşm am ış b ilim " arasında yeni bir s ın ır koyma ö lçü tü n e işaret ediyor.320 Örneğin b ir kestirimsel varsayım çürütülüp daha sonra da, önceden tartışmış o l­ duğumuz anlamlarda ad hoc olmayan b ir yardım cı hipotezle kurtanlabilir. Yeni olgular öngörebilir, hatta bu olguların bir kısmı desteklenmiş olabilir. 321 Ancak böyle bir "ilerlemeye" bağlantısız kuramlardan oluşan yamalı, rastgele bir kuram­ lar dizisiyle de ulaşılabilir. îy i bilim insanları böyle derme çatma bir ilerlemeden tatmin olmayacaklardır; hatta haki­ katen bilim sel olm adığı gerekçesiyle onu reddedebilirler. Bu tarz yardımcı hipotezleri sadece "biçimsel", "keyfi", "deney­ sel", "yan-deneysel", hatta "ad hod' olarak adlandıracaklardır.322 320 Çizilen bu sın ırın sonraki iki p arag ra fta k i detay lan dın lraası, 1969'da M in n eap o lis'te Paul M eehl ile yapılan çok kıymetli tartışm aların a rd ın ­ dan b a sk ıd a geliştirilm iştir. ”*

D ah a önce, 11968b] tarihli eserim de (cilt 2, bölüm 8) Popper'ın izinden a d hoc olm anın iki ölçütünü b irbirin d e n ayırm ıştım . K endilerinden ön ­ ceki kuram lara (ya da rakiplerine) kıyasla fazla d an içeriği olm ayan, yani yen i olgu öngörmeyen kuram ları ad hocl olarak adland ırdım . Yeni olgu öngören fakat tam am en b a şa rısız olan, yani fazla d an içeriğinin hiçbiri desteklenmeyen kuram ları da a d hoc3 olarak ad la n d ırd ım (ayrıca bkz. yukarıda, s. 40. n. 1 ve 2.).

m

P lanck'ın -[19 00a] tarihli eserinde v e rile n - ışınım form ülü iyi b ir örnek­ t i r Bkz. yukarıda, s. 80, n. 2. A d hoct ya da a d hoc3 olm ayan, fakat yine de m etinde belirtilen anlam da tatm in edici olm aktan uzak hipotezleri ad hoc3 olarak a d la n d ırab iliriz. A d hoc terim inin -d a im a alçaltıcı o la n - bu üç kullan ım ı Oxford İngilizce Sözlük'e tatmin edici b ir g ird i sunabilir. “D eneysel" ve "biçim sel" ifadelerinin ad hoc3'üm üzle eşanlam lı olarak kullan ılm ası ilg i çekici b ir noktadır. Meehl 11967] tarihli b a ş a rılı eserinde, ç ağd aş psikolojide -ö zellikle sos-

149

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Olgun bilim , sadece yeni olguların değil, önem li b ir m a­ nada, yeni yard ım cı kura m ların da öngörü ld üğü araştır­ m a p rogra m la rın d a n oluşur; olgun bilim -a ğ ır ilerleyen denem e-yanılm anın aksine- “höristik güce" sahiptir. Güçlü b ir programın olumlu höristiğinde daha en başından, p rog­ ramın koruyucu kuşaklarının nasıl inşa edileceğinin ana batlarının mevcut olduğunu hatırlayalım: Bu höristik güç kuramsal bilim in o ton om isin i meydana getirir.323 Sürekli gelişm enin bu gerekliliği, benim, bilim in "birliği" ya da "gü zelliğ in in yaygın kabul görmüş gerekliliklerini ras­ yonel olarak yeniden-inşa etmemdir. Bu gereklilik, kuramsallaştırmanın iki -görünüşte çok fa rk lı- tipinin zayıflıklarının altını çizer. İlk olarak, şüphesiz, "bütünlüklü" olan, aykırılık­ ları sindirmede ne tür yardımcı kuramlar kullanacaklarının geniş b ir eskizini sunan, fakat gerçek yardımcı kuramları­ nı daima olguların ardından gelecek şekilde, aynı zaman­ da başka olgular öngörmeksizin tasarlayan Marksizim ve Freudçuluk gibi programların zayıflıklarım gösterir. (Mark­ sizm 1917'den bu yana hangi yeni olgulan öngördü'!) İkinci olarak, örneğin modem sosyal psikolojide, sıkça rastlanan yamalı, hayal gücü kıt, ağır ilerleyen "deneysel" uyumlulaştırma dizilerine darbe vurur. Bu tarz uyumlulaştırmalar, sözümona "istatistiksel teknikler" yardımıyla birtakım yeni öngörülerde bulunabilir, hatta onların içerisinden alakasız ufak bir gerçeklik payı çıkarabilirler. Fakat bu tarz kuramsallaştırm alar bütünleştirici bir fikirden, höristik güçten, süreklilikten yoksundurlar. Hakiki b ir araştırma programı oluşturmazlar ve genellikle değersizdirler.324 yal p sik o lo jid e - pek çok sözüm ona "araştırm a program ın ın " gerçekte bu tarz a d hoc3 taktik zincirlerinden oluştuğun u belirtir. 30

Bkz. yukarıda, s. 52.

32‘

M eehl (19671 ve Lykken U 9 6 8 l’i okuduktan sonra, so sy al b ilim le rd e is ­ tatistiksel tekniklerin b a şlıc a işlevin in sahte desteklem eler m eydana getirm ek böylece de, ortad a sah te-en tellektüel çöplüğü n b ü y ü m e s in ­ den b a şk a b i r şey o lm am asın a rağm en b ir "b ilim se l ilerlem e" görün tüsü verm ek için b ir m ekanizm a sa ğ la y a bilm e k olup to lm ad ığın ı m erak etm emek elde değil. M eeh l "d o ğ a bilim le rin d e , deney dizayn ın da, araçgerecinde ya d a verilerin sa y ısa l kütlesinde b ir gelişm en in a lışılm ış

150

YANLIŞLAMA v e BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Bilimsel rasyonaliteye benim getirdiğim açıklama, Popper'mkinin üzerine bina olmuş olsa da, onun genel fikirleri­ nin bazılarından ayrılır. Bir dereceye kadar hem Le Roy'un kuramlar hususundaki uzlaşım cılığını hem de Popper'ın te­ mel önermeler hususundaki uzlaşım cılığını kabul ediyorum. Bu açıdan bilim insanları (ve gösterdiğim gibi, aynı zamanda m atematikçiler de325) karşı örnekleri göz ardı etme eğilim in­ de olduklarında veya onları "uyum göstermeyen" ya da "ar­ tık" olaylar olarak nitelemeyi, sorunların sırasını programın olumlu höristiğinin önerdiği şekilde izlem eyi ve kuramlarını onlardan bağım sız olarak detaylandırmayı -y a da uygula­ m ayı- tercih ettiklerinde irrasyonel değildirler.326 Popper'ın yanlışlamacı ahlakınnı tersine, bilim insanları sıklıkla ve rasyonel b ir şekilde "deneysel sonuçların güvenilir olm adı­ ğını ya da deneysel sonuçlar ile kuram arasında var oldu­ sonu cun un , ilg ilen ilen fizik kuram ın ın b a ş a rıy la aşm a sı gereken "g ö z­ lem sel e n gellerin " zo rlu ğu n u n artırılm a sı o ld uğun u; bu n u n la b e ra b e r p sik olojid e ve ba zı a k ra b a d avran ış b ilim le rin d e , deneysel kesinlikte böyle b ir gelişm en in a lışılm ış etkisinin, k u ram a a şm a sı için dah a kolay b ir engel sunm ak old u ğ u n u " söyler. Ya da, Lykken'in d ed iği gibi; "(Psikolojidekil istatistiksel a nlam lılık, iyi b ir deneyin belki de çok az önem e sa h ip ö z elliğ id ir; bu da, b ir kuram ın k u lla n ışlı b ir şekilde d esteklen di­ ğini, a n la m lı b ir deneysel olgun un sa p ta n d ığ ın ı ya da b ir deneysel r a ­ p o ru n yayım lan m ası gerektiğin i id d ia etmek için h iç b ir zam an yeterli b ir koşul değild ir." B a n a öyle g eliy or ki, M ee h l ve Lykken ta rafın d an kın anan k u ru m sa lla ştırm a la rın çoğu a d hoc3 ola bilir. D olay ısıyla a r a ş ­ tırm a p ro g ra m la rın ın m etodolojisi, endüstriyel ve trafiğe b a ğ lı k irlili­ ğin fiziksel çevrem izi yok etm esinden bile önce kültü rel çevrem izi yok edebilecek bu entelektüel k irliliğin önünü kesm ek için y a s a la r o lu ştu r­ m akta bize ya rd ım c ı olabilir. 355 Bkz. [1963-41 tarihli eserim. MC D o la y ısıy la tüm el ve tekil ön erm eler a ra s ın d a k i m etod olo jik asim etri o rtad a n kalkar. U z la ş ıy la ik isin i de b e n im sey ebiliriz: "Ç ekirdekte" tü ­ m el, "d eneysel tem elde" tekil ön erm eleri "k ab u l etm eye" k a ra r veririz. T üm el ve tekil ön erm eler a rasın d a k i m antıksal a sim etri yalnızca, sıkı deneyim ve m antık d ışın d a b a şk a h iç b ir şeyden öğrenm ek istemeyen d ogm atik tü m evan m cı için ölüm cüldür. U zlaşım c ı, tabi ki, b u m a n tık ­ sal asim etriy i "k a b u l e d e b ilir”; aynı za m an d a tü m e va n m c ı olm asın a (o la bilm esin e rağm en ) gerek yoktur. Bazı tümel ön erm eleri "k abul eder", fa k a t bunu y a p m asın ın se b e b i o n la rı tekil ön erm elerden ç ık a ra ­ b ile ce ğin i (ya d a tekil ön erm elerden tüm e v a ra b ile c e ğ in i) id d ia etm esi d eğildir.

151

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ğu iddia edilen tutarsızlığın sadece görünüşte olduğunu ve kavrayışımız geliştikçe ortadan kalkacağını" iddia ederler.327 Bunu yaparken "bilim insanı için en uygunu olan... eleşti­ rel tavrın tam tersini benimsiyor" olm ayabilirler,328 Doğrusu, Popper "Bir kurama mümkün olduğunca uzun bir süre dog­ matik b ir şekilde bağlı kalmanın oldukça anlamlı" olduğunu söylerken haklıdır. Bu olmasaydı b ir kuramın içeriğini asla keşfedemezdik; ne kadar güçlü olduğunu bulmak için ger­ çek bir fırsat ele geçmeden kuramı terk etmemiz gerekirdi; sonuç olarak da hiçbir kuram asla dünyaya düzen getirme, b izi gelecek olaylara hazırlama, aksi halde asla gözlem leyemeyeceğimiz olaylara dikkatimizi çekme rolünü yerine getirem ezdi."329 Dolayısıyla "normal bilim in" "dogmatizmi" Popper'ın kabul ettiği gibi iyi, ilerletici normal bilim ile kötü, yozlaştırıcı normal bilim olduğunu akıldan çıkarmadı­ ğımız, ayrıca da nesnel şekilde tanımlanmış koşullar altında bazı araştırma programlarını saf dışı edecek k ararlılığı mu­ hafaza ettiğim iz sürece gelişm eyi engellemez, ilerletici b i­ lim de -durağan dönemleri açıklayabilecek- dogmatik tavır Kuhn tarafından "normal bilim in" en önemli özelliği olarak betimlenmiştir.330 Fakat Kuhn'un bilim de süreklilik ile ilgilenmekte kullan­ 321 Po pp er [1934i, kısım 9. :m

A.g.e.

329 Po pp er (1940), ilk dipnot. Po p p e r (1963a) s.49’da da ben zer b ir görü şle karşılaşırız. Fakat b u g ö rü ş le r [ 19341'teki görüşlerinden b a z ıla rıy la (y u ­ k a rıd a alıntılanm ıştır, s. 27.) ilk b a k ışta çelişkili görünüyor; d olayısıyla da, sadece, Popp er'ın kendi araştırm a p rogram ın daki sindirilm em iş b ir aykırılığın gittikçe d ah a çok fark ına varm asın ın işaretleri olarak yorum ­ lanabilir. 330 Aslında, benim olgun bilim ile olgun laşm am ış b ilim arasın d a sın ır koy­ ma ölçütüm Kuhn'un [olgun) b ilim in ayırt edici özelliği olarak "n o rm al­ lik" fikrinin Poppercı düşünceye katılm ası olarak yorum lanabilir; aynı zam anda, y a n lışla n a b ilirliğ i çok yüksek önerm elerin son derece bilim sel görülm elerini eleştirdiğim önceki argü m an ım a destek s a ğ la r (Bkz. yu k a ­ rıda, s. 19). Bu arad a , olgun bilim ile olgu n laşm am ış bilim a rasın d a böyle b ir sın ır koyma, birinciyi "tüm dengelim li tahm in”, İkinciyi “n a if den em e-yan ılm a” olarak a d la n d ırd ığım [1963 -4] tarih li eserim de zaten Vardır. (Bkz. ö rn e­ ğin 11963-4], kısım 7(c): "N a if tahm ine karşı tüm dengelim el tahm in.”)

152

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

dığı kavramsal çerçeve sosyo-psikolojik, benimki ise nor­ matiftir. Ben bilim de sürekliliğe "Poppercı gözlüklerle" ba­ kıyorum. Kuhn'un "paradigmalar" gördüğü yerde, ben aynı zam anda rasyonel "araştırma program ları" görüyorum.

4. KUHNCU ARAŞTIRMA PROGRAMINA KARŞI POPPERCI ARAŞTIRMA PROGRAMI Şimdi Kuhn-Popper tartışmasını özetleyelim Kuhn'un n aif yanlışlamacılığa karşı çıkarken ve bilimsel gelişmenin sürekliliğini, bazı bilim sel kuramların d iren cini vurgularken haklı olduğunu göstermiştik. Fakat Kuhn, n aif yanlışlamacılığı gözden çıkarırken bu sayede yanlışlamacığın tüm türlerini gözden çıkardığını düşünmekte hatalıdır. Kuhn, Poppercı programın tamamına karşı çıkar ve bilimsel gelişmenin rasyonel yeniden-inşasma h iç ihtimal vermez. Hume, Camap ve Popper'ı kısaca karşılaştıran Watkins, b i­ limin gelişiminin Hume'a göre tümevanmlı ve irrasyonel, Camap’a göre tümevanmlı ve rasyonel olduğunu, Popper'a göre ise tümevanmlı olm adığı ve rasyonel olduğunu belir­ tir.331 Watkins'in karşılaştırması, Kuhn'a göre bilim in gelişi­ minin tümevanmlı olmadığını ve irrasyonel olduğu eklenerek genişletilebilir. Kuhn açısından keşfin m antığı değil, sadece psikolojisi olabilir.332 Örneğin Kuhn'un anlayışına göre aykınlıklar, tutarsızlıklar bilimde daim a bol miktarda vardır, fakat "normal" dönemlerde baskın paradigma b ir gelişim çiz­ gisi tutturur ve bu gelişim nihayetinde bir "bunalım"la son bulur. Kuhn tarzı bir "bunalımın" ortaya çıkması için belirli bir rasyonel sebep yoktur. "Bunalım" psikolojik bir kavram­ dır; bulaşıcı bir paniktir. Daha sonra, kendinden öncekiyle ölçüştürülemeyen yeni bir "paradigma" belirir. Paradigma­ ların kıyaslanmalarını olanaklı kılacak rasyonel standartlar yoktur. Her paradigma kendi standartlarını içinde banndıwı

W atkin s 119681, s. 281.

33:1 Kuhn 11970]. Fakat b u tavır Kuhn'un (19621'sinde zaten im a edilm iştir. b a n d w a go n effect -ç n .

153

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

nr. Bunalım sadece eski kuramları ve kuralları değil, onlara saygı duymamızı sağlayan standartları da ortadan kaldırır. Yeni paradigma tamamen yeni bir rasyonaliteyi de berabe­ rinde getirir. Paradigmalar-üstü standartlar yoktur. Değişim çoğunluk etkisiyle' gerçekleşir. Dolayısıyla Kuhrı'a göre bi­ limsel devrim irrasyoneldir, bir kitle psikolojisi meselesidir. Bilim

felsefesinin

bilim

psikolojisine

indirgenmesi

Kuhn'la başlamadı. Daha önceki bir "psikolojizm" dalga­ sı doğrulam acılığın çöküşünü izlemişti. Pek çoklarına göre doğrulamacılık, rasyonalitenin mümkün olan tek formunu temsil ediyordu: Dolayısıyla doğrulam acılığın sonu, rasyo­ nalitenin sonu demekti. Bilimsel kuramların kanıtlanabilir, bilim in ilerlemesinin birikimsel olduğu tezinin çöküşü doğrulamacıları paniğe şevketti. Eğer "keşfetmek kanıtlamaktır" görüşü doğruysa, fakat hiçbir şeyin kanıtlanması mümkün değilse hiçbir keşif mümkün değildir, sadece keşif-iddiaları olabilir. Bu sebeple hayal kırıklığına uğramış doğrulamacılar -eski-doğrulam acılar- rasyonel standartlan ayrıntılandırmamn umutsuz bir girişim olduğunu ve yapılabilecek yegane şeyin, ünlü bilim insanlannda örneklendiği şekliy­ le Bilimsel Zihni incelemek -v e taklit etm ek- olduğunu dü­ şündüler. Newton fiziğinin çöküşünden sonra Popper yeni, doğrulamam olmayan eleştirel standartlar geliştirdi. Doğ­ rulamam rasyonalitenin çöktüğünü zaten duymuş olanlar­ dan bazıları şimdi, büyük oranda söylenti yoluyla, Popper'ın n a if realizmi aşılayan renkli sloganlarını duydular. Bunlan savunulamaz bulup, n a if yanlışlam acılığın çöküşünü rasyo­ nalitenin sonuyla b ir tuttular. Rasyonel standartların ayrıntılandırılm ası yine umutsuz b ir girişim olarak görüldü; yapılabilecek en iyi şeyin Bilimsel Zihni incelemek olduğunu tekrar düşündüler.333 Eleştirel felsefenin yerine Polanyi'nin "eleştiri-sonrası" felsefe olarak adlandırdığı şey geçecekti. Fakat Kuhncu araştırma programının yeni bir özelliği vardır: 333 Bu arad a , önceki bazı e sk i-d o ğru lam a cıla r n asıl kuşkucu irrasyon alizm d alg asın a öncülük ettilerse, aynı şekilde şim di bazı eski-yan lışlam acılar yeni kuşkucu irrasyon alizm ve anarşizm d algasın a öncülük ediyorlardı. Bunun en iyi örneği Feyerabend [1970b]’dedir.

154

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Birey olarak bilim insanının zihnini değil, Bilim Topluluğu­ nun zihnini incelememiz gerekir. Bireysel psikolojinin yerine sosyal psikoloji, büyük bilim insanlarını taklit etmenin yeri­ ne de topluluğun müşterek bilgeliğine itaat etmek geçti. Fakat Kuhn Popper'ın sofistike yanlışlam acılığını ve baş­ latmış olduğu araştırma programını gözden kaçırmıştır. Popper klasik rasyonalitenin esas sorununu, eski temeller sorununu, yeni yanılabilir-eleştirelgelişim sorunuyla değiş­ tirdi ve bu gelişim in nesnel standartlarını ayrıntılandırmaya başladı. Burada bu programı b ir adım daha ileri götür­ meye çalıştım. Bu küçük gelişim in Kuhn'un eleştirilerinden kaçmaya yeteceğini düşünüyorum.334 Bilimsel ilerlemenin rakip araştırma program larıyla iler­ letici ve yozlaştırıcı sorun-değişikliklerinin çoğalması olarak yeniden-inşası, bu ilerlemenin cüretli kuramların ve onların çarpıcı bir şekilde alaşağı edilişlerinin birbirini izlemesi olarak yeniden-inşasımn çizdiği resimden pek çok açıdan farklı bir bilim sel girişim resmi ortaya koyar. Temel yönleri Popper'ın fikirlerinden, özellikle de "uzlaşımcı", yani içerik azaltıcı taktiklere koyduğu yasak üzerinden geliştirilm iştir. Popper'ın başlangıçtaki versiyonundan temel farkı, bence, benim görüşümde eleştirinin Popper'ın hayal ettiği kadar hızlı öldürmemesidir; ve öldürmemesi gerektiğidir. “Ç ürüt­ me" ya da b ir tutarsızlığın gösterilm esi gibi, salt olumsuz, 331 A slında, d ah a önce de bahsettiğim gibi, ben im “araştırm a program ı" kavram ım , K u h n 'u n sosyo-psikolojik "p a ra d ig m a " k a vram ının nesnel, “ü ç ü n c ü -d ü n y a “da gerçekleşen bir yen id en -in şa sı olarak yoru m la n abi­ lir. D olayısıyla Kuhncu "G eştalt değişim i", Poppercı gözlükleri çıkartm a­ dan da gerçekleştirilebilir. (Kuhn ve Feyerabend'ın, rakip "k uram ların ” ölçüştürülem ezliği" se b e b iy ­ le kuram ların h içbir nesnel temelde s a f dışı edilem eyecekleri id d iasıy la ilgilenm edim . Ölçüştürülem ez kuram lar ne b irb irle riy le tu tarsızd ır ne de içeriklerinin kıyaslanm ası olanaklıdır. Fakat b ir sözlük yardım ıyla, onları tutarsız, içeriklerini de k ıy aslan abilir hale g etirm em iz mümkün dür. B ir p rogram ı s a f dışı etmek istiyorsak, b ira z m etodolojik k ararlılığa sah ip olm am ız gerekir. Bu k ararlılık m etodolojik yan lışlam acılığın özü­ dür; örneğin istatistiksel örneklemenin h erh angi b ir sonucu istatistiksel b ir kuram la h iç b ir zam an tutarsız değildir, m eğerki Poppercı reddetm e ku ralların ın yard ım ıyla on la n tutarsız hale getirm iş olalım , bkz. yuka­ rıda, s. 25.)

155

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

yıkıcı eleştiri b ir p ro g ra m ı s a f dışı etmez. B ir p rogra m ın eleştirisi uzun ve sıklıkla hayal kırıklıklarına yol açan b ir sü reçtir ve gelişmekte olan b ir program a yumuşak davran­ mak gerekir.335 Bir araştırma programının yozlaşması tabi ki gösterilebilir, fakat sadece yapıcı eleştiri, rakip araştırma programlarının da yardım ıyla, gerçek bir başarı elde edebi­ lir ve dramatik, görkemli sonuçlar ancak geriye dönük bir bakışla ve rasyonel yeniden-inşayla görünür hale gelirler. Kuhn bilim psikolojisinin önemli ve aslında üzücü ger­ çekleri ortaya çıkarabileceğini kesinlikle gösterdi. Fakat bilim psikolojisi otonom değildir; çünkü b ilim in -rasyonel olarak yeniden inşa e d ilm iş - gelişim i esasen düşünceler dünyasında, P la to n 'u n ve Popper'm "üçüncü-dünya"sm da, bilen öznelerden bağım sız olan ifade edilmiş bilgilerin dün­ yasında vuku bulur.336P opper'ın araştırm a p ro gra m ı bu nes­ nel bilim sel gelişim in bir betim lemesini yapmayı amaçlar.337 Kuhn'un araştırma programı, ("normal") bilim sel zihindeki (ister bireysel isterse ortak olsun) değişim in b ir betim lem e­ sini yapmayı amaçlar.338Üçüncü-dünyanın bireyin zihninde­ 335 Ekonom istlerin ve sosyal bilim cilerin Popper'ın m etodolojisini k abul etmekteki isteksizlikleri, kısm en n a if yan lışlam acılığın gelişm ekte olan a raştırm a p ro g ra m la n üzerindeki yıkıcı etkisi olm uş olabilir. 338 tik dünya m addesel dünya, ikinci dünya bilin ç dünyası, ilçü n cü -d ü n y a d a önerm elerin, hakikatin, stan d artla n n ; yani nesnel bilgin in d ü n yası­ dır. Bu konu üzerine klasik olm uş m odern p asajla r Po pp er (1968a) ve P opper [1968b)'dir; ay n ca bkz. Toulm in’in 119671 tarihli eserinde b e lirt­ tiği etkileyici program . B u ra d a Po pp er [1934]'teki ve hatta [1963a]'daki pek çok pasajın, kulağa Eleştirel A k ıl ile Tüm evanm cı Akıl arasın daki psikolojik k arşıtlığın tarilleri g ib i geldiğinden bahsetm ek gerekir. Fakat Popper'ın psikolojik terim leri, büyük oranda, üçüncü-dünya terim leri olarak yeniden yo rum lan abilir: Bkz. M u sg ra ve (1974]. 331 A slın d a, Po p p e r’m p rogram ı bilim in ötesine uzanır. ‘’İlerletici" ve "y oz­ laştırıcı sorun -d eğişiklikleri kavram ları, kuram ların çoğalm ası fikri, her tür rasyonel tartışm aya gen ellen ebilir ve böylece genel b ir eleştiri kura­ mı için araç görevi görürler; bkz. aşağıda, bölüm 2 ve 3. ((1963-4) tarihli eserim deneysel olm ayan, ilerletici b ir araştırm a program ı hikayesi o la ­ rak g örülebilir; cilt 2, bölüm 8'de, tüm evarım m antığının deneysel olm a yan yozlaştırıcı p rogram ın ın hikayesi vardır.) 333 Zihinlerin, in an çların vb gerçek d urum ları ikinci dünyaya aittir; norm al zihin d u ru m ları ise ikinci ve üçüncü arasın daki arafa. Gerçek b ilim sel zihnin incelenm esi psikolojiye aittir; "n orm al" (ya da "sağlıklı" vb.) zih-

156

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

ki, hatta "normal" bilim insanlarının zihnindeki yansıması genelde aslının bir karikatürüdür; bu karikatürü üçüncüdünyadaki aslıyla ilişkisini kurmadan betimlemek pekala karikatürün karikatürüyle sonuçlanabilir. Bu üç dünyanın etkileşimini hesaba katmadan bilim tarihini anlamak müm­ kün değildir.

EK: POPPER, YANLIŞLAMACILIK VE "DUHEM-QUINE TEZİ" Popper 1920'lerde ilk olarak dogm atik yanlışlam acıydı; fa ­ kat çok geçmeden bu pozisyonun savunulmasının mümkün olm adığını fark etti ve m etod olojik yan lışla m a cılığı bulana kadar hiçbir şey yayımlamadı. Bilim felsefesinde bütünüyle yeni b ir fikir olan m etodolojik yanlışlam acılık açıkça, onu dogmatik yanlışlam acılığm sorunlarına b ir çözüm olarak ileri sürmüş olan Popper'la birlikte başlar. Aslında bilim in hem eleştirel hem de yan ılab ilir olduğu tezleri araşmdaki çatışma, Poppercı felsefenin tem el sorunlarından biridir. Popper dogm atik yanlışlam acılığm tutarlı b ir formülasyonunu ve eleştirisini sunmuş olmakla beraber, n a if yanlışlam acılık ile sofistike yanlışlam acılık arasında hiçbir zaman keskin b ir ayrım yapmamıştır. Daha önceki bir makalede339 üç farklı Popper tanımladım: Popperg, Popper t ve Popperr Popper0 b ir kelime bile yayımlamamış dogm atik yanlışlamacıdır; ilk olarak Ayer tarafından yaratılm ıştır; ve "eleş­ tirilm iştir", sonrasmda da pekçoklan Ayer'i izlem iştir.340 nin incelenm esi ise psikolojistik. (Psikolojik olm ayan o lg u ları psikoloji üzerinden açıklam a eğilim inde olan -ç n .) b ir bilim felsefesine. İki tür psikolojistik bilim felsefesi vardır. B ir türe göre b ilim felsefesi olam az; sadece birey olarak bilim in sanların ın psik olojisi olabilir. D iğer türe g ö ­ re "b ilim se l”, “id e al” ya da “n orm al” zihnin p sik olojisi vard ır; bu psikoloji, b ilim felsefesin i bu ideal zihnin psikolojisine d ö n ü ştü rü r ve bu n a ek o la ­ rak, zihni ideal zihne dönüştürm ek için b ir psikoterapi önerir. Bu ikinci tü r psikolojizm i ba şk a b ir yerde detaylı olarak tartışıyorum . Kuhn bu ayrım ın fark ın a varm ış g ib i görünmüyor. 538 Bfcz. 11968c) tarihli eserim. M

Ayer P o p p e r'a dogm atik yan lışlam acılığı atfetm iş ilk kişi g ib i görünüyor. (Ayer, ayrıca Po pp er'a göre “b e lirli çü rü tü lebilirlik ”in b ir önerm enin sa-

157

BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

Bu yazı, umarım, bu hayaleti nihayet öldürecektir. Popper, n a if yanlışlamacı, Popper2 sofistike yanlışlamacıdır. Ger­ çek Popper yirm ili yıllard a görüşünü m etodolojik yanlışlam acılığın dogmatik versiyonundan n a if b ir versiyonuna doğru geliştirdi; e llili yıllarda sofistike yan lışla m a cılığm "kabul k ura llarına " vardı. Bu geçişi belirgin hale getiren, başlangıçtaki test ed ileb ilirlik koşuluna "ikinci" olarak "ba­ ğım sız test edilebilm e" koşulunu341 ve "üçüncü" olarak bu bağım sız testlerin bazılarının desteklenmeleri koşulunu eklem esiydi.342 Fakat gerçek Popper önceki (naif) yanlışlama k u ra lla rın ı hiçbir zaman terketmedi. Bugüne dek, şunu talep etti: "Ç ürütm e ö lçü tle ri önceden ortaya konulmalıdır; hangi gözlem lenebilir durumların, gerçekten gözlem len­ dikleri takdirde, kuramın çürütülmesi anlamına geleceği hususunda anlaşılm alıdır."343 Halen "yanlışlam a"yı kuram ile gözlem arasındaki b ir düellonun sonucu olarak yorum ­ lar; başka, daha iy i b ir kuramın bu çatışmaya dahil olm ası zo ru n lu d eğild ir. Gerçek Popper bazı "kabul edilm iş tem el önermelerin" sa f dışı edilm esine yol açabilecek itiraz p ro­ sedürünü hiçbir zaman ayrıntılarıyla açıklamadı. D olayı­ dece deneysel değil, aynı zam an d a anlam lı karakterinin de ölçütü old u ğ u m itini de yaratm ıştır: Bkz. [19361 eseri, ikinci baskıd a bölüm 1, s. 38.) Bugün bile pek çok felsefeci {bkz: Juhos [1966] ya da N ag e l [1967] hayali Popper0'ı eleştirm ektedirler. Medavvar, [1967] eserinde dogm atik yan lışlam acılığı, Po p p e r’ın m etodolojisindeki "en güçlü fikirlerden b iri" olarak adland ırdı. N a g e l M edavvar'ın kitabın ı inceledikten sonra, M edavvar'ı kendinin de “P o pp er'ın id d ia la n " olduğun a in an dığı fikirleri desteklediği için eleştirdi (N a ge l [1967], s. 70.) N a g e l'in eleştirisi M edavvar’ı “y a n lışlam a edim inin insan h atasınd an m u a f olm ad ığın a” ikna etti (Medavvar [19691, s. 54.1 Fakat Medavvar ve N a g e l Po pp er’ı hatalı okurlar; Logik d er Forschung dogm atik yan lışlam a c ılığa getirilm iş en güçlü eleştiridir. Medavvar’ın hatasını h oşgörü lebilir; çünkü yan lışlam acılığm , dogm atik form un da dahi, sp e k ü la tif yeteneklerine tüm evarım lı k e şif m antığının U ranlığı a lım d a ket vuru lm u ş parlak bilim in sa n la n üzerinde m uazzam b ir özgürleştirici etki yaratm ası kaçınılm azdı. (M edavvar’a ek olarak b ir başka N o b e l'li olan Eccles Popper'dan, başlan gıçtaki u yarısın ı cüretkar, y a n lışla n a b ilir sp ekülasyon la değiştirm eyi öğrendi; bkz. Eccles [1964), s. 274-5.) 341 Popper (1957a). M!

Po pp er [1963a], s. 242. vd.

343 Po pp er [1963a), s. 38, n. 3.

158

YANLIŞLAMA VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROGRAMLARININ METODOLOJİSİ

sıyla gerçek Popper, Popper2'nin bazı unsurlarıyla beraber Popper,'den meydana gelir. Bu yazıda tartışıldığı şekliyle ilerletici sorun-değişiklikleri ile yozlaştırıcı sorun-değişiklikleri arasında sınır koy­ ma, tem elini Popper'm çalışmasından alır; aslında bu sınır, Popper'm bilim ve metafizik arasındaki meşhur sınır koyma ölçütüyle neredeyse aynıdır.344 Popper'm

akimda

başlangıçta

sorun-değişikliklerinin

yalnızca kuram sal yönü vardı; bu yöne [1934] eserinin 20. kıs­ mında üstü kapalı değinmiş, [1957a] eserinde de bunu geliş­ tirm iştir.345 Sorun-değişikliklerinin deneysel yönüne ilişkin bir tartışm ayı ancak daha sonra, [1963a] eserinde ekledi.346 Gelgelelim, Popper'm "uzlaşımcı taktikler" üzerindeki yasağı bazı açılardan fazla sert, diğer açılardan fazla zayıftır. Fazla serttir, çünkü Popper'a göre, ilerletici bir programın yeni bir versiyonu, b ir aykırılığı sindirmek için asla içerik-azaltıcı b ir taktik benimsemez, asla "on yedi aykırı cisim haricinde­ ki tüm cisim ler Nevvtoncı kurallara tabidir" gibi şeyler söy­ lemez. Fakat açıklanmamış aykırılıklar daima bol miktarda mevcut olduğu için, ben bu tarz formülasyonlara izin veriyo­ rum; b ir açıklama, kendinden önceki kuram tarafından "bi­ M

E ğer okuyucu Po p p e r'm sın ır koyma ölçütünü yeniden form üle edişim in a slın a uy gun luğun dan şüphe ediyorsa, Po pp er [1934]'ün ilgili bö lü m le ri­ n i M u sg ra v e |1968|'in rehberliğin de tekrar okum alıdır. M u sg ra v e (19681 eserini, yukarıda, s. 25’te form üle edildiği şekliyle n a if yan lışlam acılığm sın ır koym a ölçütünü 11968] eserinde yan lışlık la Po p p e r'a atfetm iş olan B arley'e k arşı yazmıştır.

345 119341 eserinde Popper esas olarak gizli kapaklı ad hoc düzenlem elere b ir yasak koym akla ilgileniyordu. Popper (Popper,) olum suz olan olan ak­ lı b ir can alıcı deneyin kuram la birlikte ta sarlan m asın ı ve dah a sonra deney jü ris in in kararın ın alçak g ön üllü lü kle k a b u l edilm esini talep eder. D olayısıyla hüküm den kaçmak için, hüküm den sonra başlan gıçtaki kuram d a geriye dönük b ir değişiklik yapan uzlaşım cı taktiklerin üstü kendiliğinden çizilm iş olur. Fakat çûrütm eyi kabul edip so n rasın d a ku­ ram ı ad hoc b ir taktik yardım ıyla yeniden form üle edersek, o zam an onu "y en i" b i r kuram olarak kabul edebiliriz; eğer kuranı bun un la b e ra b e r test e d ile b ilir b ir kuram sa, Popper, ona yeni b ir eleştiri getirilebileceğini savunur: "B ir sistem in uzlaşım cı b ir taktikle kurtarıldığın a şahit o ld u ­ ğ um uz h er an, onu yeniden test edeceğiz ve d u ru m la r öyle gerektirirse kuram ı reddedeceğiz" (P opper [1934], kısım 20). M