Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

www.cizgiliforum.com enginel

Ruşen Eşref Ünaydın'ın Mustafa Kemal Paşa'yı Türk hasmında ilk tanıtan yazısı olan "Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat" 1918 yılında Mütareke'den az önce Yeni Mecmua'da yayımlanmış, büyük yankı uyandırmıştır. Bu konuşmasında Mustafa Kemal Paşa, Ruşen Eşref Ünaydın'a Çanakkale Savaşı'nın çeşitli cephelerdeki durumunu anlatmış, çatışmalarla ilgili bilgiler vermiş, açıklamalarda bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa'nın bu konuşmasında özellikle Conkbayırı ile ilgili açıklamaları çok ilgi çekicidir. Bu açıklamalar, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla gerçekleşmesinin, bir anlamda temelini oluşturur. Bu tarihsel konuşmayla ilgili olarak Ruşen Eşref Onaydın şunları söylemiştir: "Bu mülakat, kahramanın kendinden o vakit dinlediğim askerî, vatanî bir menkıbedir. Bu sade ve asil hikâyede Çanakkale'nin ve Mustafa Kemal'in büyüklüğü yan yana duruyor." Bu ilgi çekici tarihsel konuşmayı 'Çanakkale Zaferi'nin yıldönümünde okurlarımıza sunmaktan büyük kıvanç duyarız.

ANAFARTALAR KUMANDANI

MUSTAFA KEMAL İLE MÜLAKAT

Nurer U Ğ U R L U başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.

Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Mart 1999

ANAFARTALAR KUMANDANI

MUSTAFA KEMAL İLE MÜLAKAT RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN

Cumhuriyet GAZETESININ OKURLARıNA ARMAĞANıDıR.

Anafartalarda Miralay Mustafa Kemal Bey

BAŞLARKEN Bundan on iki yıl evvel Çanakkale muharabelerindeki hatıralarını anlatmasını Büyük Kumandan dan ri­ ca

etmiştim. Bu mülakat, kahramanın kendinden o vakit dinledi­

ğim askeri, vatani bir menkıbedir. Bu sade ve asil hikâ­ yede Çanakkale 'nin ve Mustafa Kemal 'in büyüklüğü yan yana duruyor. O ana dek eşi görülmedik en korkunç ölüm vasıtaları ile, sayıları bizimkilerden kat kat çok ve arzın beş

kıtasından

devşirilme

hücum

alayları

ile saldırıp

karşıdan bir göz alimlik bir yarımadayı aylarca müddet gece gündüz, göğü ateş, yeri ateş, suyu ateş, ufku ateş bir cehenneme çevirdikleri o imtihan meydanında dev çe­ likler aşındırarak, haşmetli inatlar kırarak Çanakkale 'ye "Bir gün Türkler bu geçidi tuttular, dünyayı buradan öte aşmaya bırakmadılar "gibi ölmez bir mana kazandırmak ne yüce himmettir! 7

Yalnız o harbin kahramanı kalmak bile bir kuman­ dan için öyle büyük bir şandır ki onunla hem kendi, hem milleti, hem de tarih iftihar duyar. Halbuki azmi bir va­ tan kurtarıp yeni baştan bir devlet kuran Büyük Adam 'ın yaratıcı eseri önünde

Çanakkale muzafferiydi ancak bir

dibace (başlangıç) kaldı, ne anlı dibace! Gazi Mustafa Kemal'in

hizmet ve eserine ait her

merhaleyi kendi millifahır (övünç) ve gururlarının höcceti (belgesi) olmak üzere arayıp toplayacak şimdiki ve yarınki Türk nesilleri için bu hatıralar, uzun ve çetin bir müdafaanın ve usanmayan şuurlu bir iradenin safhala­ rını gösterir bu hatıralar çok değerlidir. Bu sebeple on­ ları sadece bir mecmua veya gündelik gazete yaprakla­ rında bırakmayarak kitap halinde bastırmak istedim. Büyük Adam 'ın yüksek huzuruna sonsuz sevgi ve saygımı takdim ettikten sonra muhterem karii (okuyucu), asırların hiç şüphesiz imrenerek dinleyeceği o eşsiz ve salâhiyettar şahsiyetin sözleri

ile baş başa bırakıyorum.

1930 RUŞEN EŞREF

8

BİRİNCİ SAFHA

9

Hayır efendim, düşünüyorum, size ne söyleyebili­ rim! Çünkü, bakın, bütün bu yığınlarla evrak hep o gün­ lerin hatıralarım ihtiva ediyor. "Buyurun bir sigara... Bir şey yaparız." Büyük kutuda bulunan Baframaden sigaralarından bir tanesini aldım. Paşa küçük bir masanın üstünde du­ ran çıngırağı bir iki defa çevirdi. Derhal kapının önünde şık bir nefer, mahmuzlarını birbirine vurarak kumanda­ nın emrine muntazır (hazır) olduğunu vaziyetiyle anlat­ tı. - Çocuğum bize iki kahve, sobanın da ateşine bakın. Biraz sonra bize hitaben: - Bu defterleri kurcalayacak olursak içinden çıkama­ yız, isterseniz sizinle bir hülâsa (özet) yaparız, bu ancak böyle olur! Hakikatte defterler o kadar çoktu ki onların arasın­ da insan kendini Çanakkale harp tarihini yazmak için bir evrak mahzenine dalmış sanabilirdi. Dedim: - Paşa Hazretleri! Şüphesiz ki Çanakkale harbi bu memleketin çocuklanndaki fedakârlığı, vatan toprağını yabancıya vermemek için bir saadete koşar gibi ölüme atıldığını göstermek itibarıyla tarihimizde unutulmaz bir kahramanlık merhalesi vücuda getirmiştir. Bu hamaset (kahramanlık) günleri artık silinmemek üzere cihan ta­ rihinde lehimize iki üç sahife daha ilave etti. Sir Hamil11

www.cizgiliforum.com enginel

ton bile, Türkçeye tercüme edilmiş raporunda okudum, bizim cesaretimizdeki, bizim fedakârlığımızdaki ulvi­ yeti (yüceliği) kendi aleyhlerine kaydediyor. Bütün Fran­ sız mecmua ve gazeteleri, Çanakkale'de dövüşmüş za­ bitlerin, kumandanların, oraya uğramış muharrirlerin ve gazetecilerin hatıralarını, makalelerini yazdılar. Halbu­ ki şimdiye kadar biz henüz bir şey yapamadık. Yeni Mec­ m u a ' m n son kıymettar teşebbüsü bana o gazâ yerlerini görmüş olanlarla konuşmak fırsatını verdi. Bu hususta tabii zatıâlilerini ihmal edemezdim. O muharebelerin her gününe büyük bir faaliyetle iştirak ettiniz. Vaziyeti tama­ mıyla biliyorsunuz... Kimbilir ne kadar çok hatıranız var­ dır, îşte müsaade buyurursanız eğer, bugün zatıâlinizden onları dinlemek için geldim. Paşa bu sözleri ciddi bir tebessümle telâkki ediyor­ du (karşılıyordu). Cumba tavanlarına ve pencere kenarlarına varınca­ ya kadar kanepeleri koltuklan bile halılar, seccadeler ve kilimler altında koyulaşmış, bu çok gölgeli geniş odada Mustafa Kemal Paşa'nın siması Rambrandvarî bir tablo mevzuunu andırıyordu. Genç bir simada bu kadar engin bir mana gördüğümü hatırlamıyorum: Işıklarla gölgele­ rin dalgalan arasında sebat, tevekkül, tevazu, vekar, mülâyemet (uysallık), huşunet, saffet (temizlik), zekâ... Bü­ tün bu zıt şeylerin toplandığı sanşm ve gayet sevimli bir yüz... 12

Çekmekte olduğu doksan dokuzlu necef tespihi ma­ sasının üzerine bırakarak: - O halde, derhal başlarız, dedi. Ve kimi yerde, kimi yazıhanenin üzerinde, kimi kö­ şede buzcamlı koyu renk dolapta, kimi İngilizlerden zaptolunma koca bir makineli tüfek önündeki koyu renkli çi­ ni sobanın üzerinde bulunan defterlerden, müsvedde ve tebyizlerden (temize çekilmiş kâğıtlardan) süzülen Ça­ nakkale menkıbesinin hülâsasmı (özetini), bu sabırlı ve temkinli kumandandan üç gün ve her mülakat on iki sa­ atten aşağı sürmemek şartıyla, üç gün dinledim. Başlamazdan evvel dedi ki: - Tabii esrarı askeriyeye temas eden noktalan size söylemeyeceğim. Bunlar ne sizi alâkadar eder, ne de okuyanlara bir fayda temin eder. Bunlar sanat adamları içindir ki tarih hepsinden bahsedecektir. - Elbette Paşam. Maksadım, o günlerin vakalarını bizzat zatıâlinizden öğrenmektir. Askerliğe temas eden noktalan ben de anlamam. Bunun üzerine paşa izaha başladı. Evvela Sofya sefareti ataşemiliterliğinden buraya çağnlmış ve Tekirdağ'da 19'uncu fırkayı teşkile memur edilmiş ve bu kuvvetle Eçe limanı, Seddülbahir ve Mor­ to limanı arasındaki sahilin muhafazasına memur olmuş. Esasen Balkan harbinden beri bu araziyi iyice tamrmış. Dedi ki: 13

- Benim kanaatime göre düşman ihraç teşebbüsün­ de bulunursa iki noktada teşebbüs ederdi: Biri Seddülbahir, diğeri Kabatepe civan... Ve benim noktai nazanma göre düşmanı karaya çıkartmadan bu sa­ hil parçalarını doğrudan doğruya müdafaa etmek müm­ kündü. Binaenaleyh alaylanmı, böyle sahilden müdafaa edecek surette yerleştirdim. Bu vaziyet takriben Şubat 1330(1914)... Mustafa Kemal Paşa, kendisinin Maydos Mıntıkası Komutanlığı esnasında cereyan eden mühim vakalan şu suretle hülâsa etti (özetledi): Düşman bir defa Seddülbahir'e ve Kumkale'ye asker çıkarmak teşebbüsünde bu­ lunuyor. O zaman, hep ağızlarda işitip okuduğumuz bir Mehmet Çavuş çıkıyor, toprağımıza ayak basan düşma­ nı tekrar denize atıyor. - Düşman bu karaya asker çıkarmak teşebbüsünü neden denedi? - Bu hareket bir keşif olarak kabul edilebilir. Bir de malûm olan 5 Mart vardır. - Ki asıl bizi alâkadar eden de odur, Paşa Hazretle­ ri. - Fakat bu tamamen bahrî (denizle ilgili) bir hare­ kettir. Sahil müdafaası Cevat Paşa Hazretleri'nin tahtı emrinde bulunuyordu. Benim bu hareketle alâkam, dolayısıyladır. Yalnız 5 Mart gününün sabahı Cevat Paşa Hazretleri... Maydos'ta bulunan karargâhıma gelmişti. 14

Kendisine Seddülbahir sahil mıntıkasındaki tertibatı (dü­ zeni) göstermek üzere beraber Kirte 'ye gittik. Oraya var­ dığımız zaman, düşman donanmasının Kirte ve Alçıtepe istikametlerinde açtığı ateşin altında kaldık. - O vakit ne yaptınız efendim? - Bunun üzerine bendeniz... - Estağfurullah... - Mezkûr (adı geçen) mıntıkanın muhafazasına me­ mur 26'ncı alay kumandanına icap eden talimatı şifahi yemi (sözlü olarak) verdim. Ve Cevat Paşa ile birlikte va­ zife başında bulunabilmek için Maydos'a döndük. Düş­ manın mağlubiyetiyle neticelenen bu 5 Mart muharebe­ yi bahriyesinde (deniz savaşında) kara mıntıkasının mu­ hafazası benim uhdemde (sorumluluğumda) idi. O gün, düşmanın bazı gemileriyle sahili ateş altında bulundur­ muş olmasından başka zikre şayan (söylenmeye değer) hiçbir şey vuku bulmamıştır. O gün sahil bataryalarımız­ da bulunan askerler, zabitler ve kumandanlar cidden şa­ yanı takdir bir fedakârlıkla, hani cesaretin, tevekkülün haddi azamisiyle sonuna kadar toplarını kullanmışlar, vazifelerini ifa etmişlerdir (yerine getirmişlerdir). Düşü­ nün ki birçok çökmeler, infilâklar, yangınlar, zayiat ara­ sında, daimi ateş karşısında, muharrip endahtlar (savaş ateşleri) altında bunlar hiç titremeden vazifelerini yap­ mışlardır. Düşmanın mağlubiyetiyle kapanan bu hadisei bah15

riyeden (deniz olayından) sonra, Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin, Fransızların boğazı yalnız donanmaları ile zorlayarak bir maksat elde etmekten ümidi kestiklerine hükmediyor ve mutlak tekrar sahile adam çıkarmak te­ şebbüsünde (girişiminde) bulunacaklarına ihtimal veri­ yor. Bunun için maiyetindeki kıtalara "teyakkuzda" bu­ lunmalarını emrediyor. Kuvvetinin arttırılması için lazım gelen yerlere resmi müracaatlarda bulunuyor. Kuvveti­ ni arttırıyor. Ve o mıntıka kumandanlığına Halil Sami Bey isminde diğer bir zat tayin olunuyor! O zaman kay­ makam (yarbay) rütbesinde bulunan Mustafa Kemal Bey de kumanda ettiği fırka ile icabında Gelibolu civarına, icabında Anadolu cihetine (yönüne) harekete müheyya (hazır) bulunmak üzere, "ihtiyatı u m u m i " olarak terkediliyor. Rumeli sahili mıntıkası muhafazasına yalnız o miralay (albay) beyin fırkası tahsis ediliyor. Bu sıralarda, yani mart içinde Mustafa Kemal Bey'in fırkasından bir alay, Çanakkale'ye geçiriliyor; fakat ge­ ne iade ediliyor. Mustafa Kemal Bey de bütün fırkasını Bigalıköyü civarında bulundarmayı muvafık (uygun) gö­ rüyor. Fırkası beşinci ordunun ihtiyatı umumisi olarak Bigalıköyü ve bunun cenubuşarkisindeki (güneydoğu­ sundaki) Maltepe, Mersintepe civarında bulunan konak­ larla ordugâhlarına yerleşiyor. Kumandan aldığı emir mucibince (gereğince) icabında Bolayır'a hareket etme­ ye, Çanakkale cihetine vapurla geçmeye müheyya bir 16

halde bulunuyor. Emre intizaren (emir bekleyerek) bü­

*

tün kıtalarını talim ve terbiye ile iştigal ettiriyor. - İşte o günlerden birinde, on iki nisan sabahı idi ki A n b u r n u ' n d a bir hadise cereyan etmekte olduğu, işiti­ len gemi toplarının sesinden anlaşılmıştı. Bütün fırka kı­ taatının harekete hazırlık derecesi tezyit edildi (arttırıl­ dı). Bir taraftan Maydos Mıntıkası Kumandanlığı'ndan malûmata intizar etmekte (beklemekte) idim, diğer taraf­ tan da ya kolordunun veya ordunun emrine... Yalnız fır­ kanın süvari bölüğüne -istihsali malûmat (bilgi sağla­ mak) için- Kocaçimen istikametine hareket etmesi em­ rini verdim. Bu sırada idi ki Üçüncü Kolordu Kumandanı Esat Paşa Hazretleriyle Gelibolu'dan telefonla görüşülmüştür. Müşarünileyh de henüz cereyanı ahval (durumlar) hak­ kında vazıh (açık) malûmat edinememiş olduğunu bil­ dirmiştir. Öğleden evvel saat altı buçukta idi, Halil Sa­ mi Bey'den vürut eden (gelen) bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor ve buna karşı benden bir taburun mezkûr (adı geçen) düşmana karşı şevki is­ teniyordu. Gerek bu rapordan, gerek Maltepe'de icra et­ tiğim hususi tarassudat (gözetleme) neticesinde bende hasıl olan kanaati kat'iyye (kesin kam), öteden beri ima­ li fikir ettiğim gibi, düşmanm Kabaktepe civarında mü­ him kuvvetle karaya çıkmaya teşebbüsü, demek ki, vu-

17

kubuluyordu (gerçekleşiyordu). Binâenaleyh bu işin için­ den bir taburla çıkmak mümkün olamayacağından, her­ halde evvelce tahmin ettiğim gibi bütün fırkamla düşma­ na incizabın (düşmandan geri çekilmenin) gayri kabili iç­ tinap olduğunu takdir ediyordum. Artık hiçbir şeye inti­ zar etmeyerek (bakmayarak), karargâhımın bulunduğu Bigalıköyü'nde ikamet eden birinci piyade alayı ile ce­ bel (dağ) bataryasının derhal harekete geçmek üzre ama­ de (hazır) bulundurulmalarını, kumandanlarının da emralmak üzre yanıma gelmelerini bildirdim. Yapraklarım muttasıl (durmadan) ağır ağır çevir­ mekle meşgul olduğu defterinin sahifelerine, dudakların­ da tüten cıgara dumanlan arasından bakarak: - Altı maddelik bir emir not ettirdim, dedi. Bu emir maiyet (içerik olarak) cüzütam (bölük) kumandanlığına da tebliğ olunacaktı. Bundan başka üçüncü kolordu ku­ mandanlığına da telefonla arzedilmek üzre bir rapor yaz­ dırdım. Vaziyeti ve vaziyetimi ve teşebbüsümü anlattım. Büyük bir hareketin inkişaf etmekte (gelişmekte) olduğunu, memlekete Çanakkale Harbi'nde unutulmaz hizmetler eden, muhakemesi süratli, kararlan kat'i genç bir kumandanın bütün kıtalanyla tehlikeye atılmaya mü­ heyya (hazır) vaziyeti karşımda, bu anda sakin sakin kâğıtlanriı çeviren, içinden bana verebileceği notlan mü­ lâhaza ile (düşünerek) seçen kumandanın yüzünde ve sözlerinde o kadar'Vuzuhla (açıklıkla) seziliyordu ki... 18

Türkiye'nin mukadderatını tayin edecek boğuşmaya doğ­ ru gittiğimizi heyecanla duyuyordum. - Bundan sonra kıtalarını yürüyüşe müheyya (hazır) olarak içtima ettirmiş bulunduran 57'inci alay, -meşhur bir alaydır bu, çünkü hepsi şehit olmuştu- kumandanla­ rı ve sertabip (baştabip) ve bir yaverimle bir emir zabi­ tim beraber olduğu halde içtima mahalline gittim. Basit bir tertiple Bigalıderesi boyunca giden yol üzerinde ala­ yı bizzat yürüyüşe geçirerek Kocaçimen Tepesi'ne tev­ cih ettim (yönelttim). Yolda giderken kumandanlara olsun, sertabibe olsun şifahî izahatı lâzıme (gerekli açıklamayı) veriyordum. Ta­ kip ettiğimiz dereden bizi Kocaçimen'e isal edecek (ulaştıracak) muayyen bir yol olmadıktan başka Kocaçi­ m e n ' e varmak için atlamaya mecbur olduğumuz saha da pek ziyade fundalık, sa'bülmürur, kayalıklı derelerle ma­ li (dolu) idi. Bir yol bulup kıtayı şevke delalet etmesi (yol göstermesi) için topçu taburu kumandanını tavzif et­ tim (görevlendirdim). - Zatıâliniz ne ile gidiyorsunuz efendim? - Ben? Atla!.. Bu kumandanlar da atlarının üzerin­ de tabii... Biz hepimiz kıtanın başında gidiyoruz. Onlar yaya gidiyorlar. Bu zat kayboldu. Ondan soma batarya kumandanı­ nı memur ettim. Bu dabaşnı alıp Kocaçimentepesi'ne ka­ dar gitmiş, delaletinden istifade edilemedi. 19

- Yani müşkülât (zorluk). Muharebenin kurşunlar­ dan, güllelerden evvelki sıkıntıları? - Evet. Bizzat yol bulmak ve müfrezeyi oradan sevk etmek suretiyle Kocaçimentepesi'ne muvasalat edildi (varıldı). Şimdi Kocaçimentepesi'ni tasavvur buyurun. Kocaçimen şibihcezirenin (yanmadamn) en yüksek tepesidir. Fakat A n b u r n u noktası zaviyei meyyite (çok za­ yıf) içinde kaldığından buradan görülmüyor. Şimdi şu ha­ ritadan bakm. , Sir Hamilton'un raporunda bulunan haritalardan bi­ rine baktık. Bu vaziyeti pek etraflı anlatamıyordu. Paşa çıngırağı gene çaldı. İki dakika soma kapının yanmda bir mahmuz şıkırtısı... asker, Paşa'nın askerî ceketindeki cepten haritayı alması için emir telakki etti (saydı). Beş on dakika soma girdi. Bulamamış. Paşa gülümseyerek müsaade istedi. Bizzat gitti. Yalnız kaldığım müddetçe odayı seyrettim. Duvar­ da hep asker resimleri, Balkan muharebesinin, Trablus muharebesinin, Hareket Ordusu yürüyüşünün, mektebi harbiye talebeliğinin hatıraları asılı idi. Bir kelebek şek­ linde açılmış şal örtünün altında Paşa'mn genç Kazak za­ bitlerini hatırlatan kalpaklı ve haşin bakışlı bir agrandis­ manı (büyültülmüş fotoğrafı) vardı. Yazıhanesi üzerin­ de bir Çerkez kamasının yanı başında Balzac'm Kolonel Şaber'i (Colonel Chabert), M o p a s a n ' m (Maupassant) Bul dö Süif'i (Boule de suif), Lavedan'ın Servir'i, du20

www.cizgiliforum.com enginel

ruyordu. Şüphe yok ki paşa, sükûnetti dakikalarının boş­ luğunu edebiyatla dolduruyor. Zira harp sahasında kalın paltolarla kaba çizmelerin içinde uykusuz üç dört gece geçiren bu zat salonlarda pek mahirane vals edermiş; tanıyanlar Mustafa Kemal Paşa'yı yalnız gözü yılmaz bir kumandan diye değil aynı zamanda salonlarda pek lezzetle aranan nazik, terbiyeli ve zeki bir kavalye diye anıyorlar. Büyük bir aynanın yanı başında asılı duran bir fo­ toğrafı nazarı dikkatimi celbetmişti (ilgimi çekmişti). Ona bakıyordum: Yeniçeri kılığında Mustafa Kemal Pa­ şa. Tam o esnada kendisi, elinde haritalar, içeri girdi. Ve ona baktığımı görünce gülümsedi. Kalın ve azimkar sesiyle: - Evet Sofya da bir balkostüme hatırası, dedi. Gene şal örtülü masanın başına geçtik. Ve 12 Nisan Muharebesi'ne avdet ettik (döndük). Paşa: - Binaenaleyh, diye başladı, anlıyorsunuz ki, orada denizde bulunan gemilerden ve zırhlılardan başka hiçbir şey görmedim. Düşmanın karaya çıkmış piyadesinin he­ nüz oradan uzak olduğunu anladım. Efrat (erler) o müş­ kül araziyi bilâ tevakkuf (durmaksızın) kat'etmek yüzün­ den yorulmuş ve yürüyüş umku (derinlik) pek ziyade de­ rinleşmişti. Alay ve batarya kumandanına efradı tamamen toplayıp küçük bir istirahat vermelerini söyledim. Deniz­ den mestur (gizli) olarak on dakika kadar tevakkuf ede21

çekler (dinlenecekler), sonra beni takibedeceklerdi. Ben de,\prada bir Aptalgeçidi vardır, o Aptalgeçidi'nden Conkbayırı'na gidecektim. Yanımda yaverim, emir zabi­ tim ve sertabip ile oralarda tekrar bulduğumuz fırka cebeltopçu taburu kumandam olduğu halde evvela atlı ola­ rak yürümeye teşebbüs ettik, fakat arazi müsait değildi. Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conkbayırı'na vardık. Şimdi burada tesadüf ettiğimiz sahne en enteresan bir sahnedir. Ve vakanın en mühim am bence budur. Paşa tekrar bir sigara yakıyor ve birkaç yaprak da­ ha çevirdekten sonra, haritasını alıp şöyle izah ediyor: " B u esnada Conkbayın'nm cenubundaki (güneyin­ deki) 261 rakımlı tepeden sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda bulunan bir müfreze efradının Conk­ bayırı'na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Size şu muhavereyi (karşılıklı konuşmayı) aynen okuya­ cağım! Bizzat bu efradın önüne çıkarak: - Niçin kaçıyorsunuz? dedim. - Efendim düşman! dediler. - Nerede? - İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepe­ ye yaklaşmış ve kemali serbestiyle ileriye doğru yürü­ yordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırak­ mıştım, efrad on dakika istirahat etsin diye.. Düşman da bu tepeye gelmiş... Demek ki düşman bana benim asker22

lerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum ye­ re gelse kuvvetlerim pek fena bir vaziyete duçar olacak­ tı (düşecekti). O zaman artık bunu bilmiyorum, bir muhakemei mantıkiye midir, yoksa sevkı tabii ile midir, bil­ miyorum. Kaçan efrada: - Düşmandan kaçılmaz dedim. - Cepanemiz kalmadı, dediler. - Cepaneniz yoksa, süngünüz var dedim. Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatır­ dım. Aynı zamanda Conkbayırı'na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efra­ dının " m a r ş marş "la benim bulunduğum yere gelmele­ ri için yanımdaki emir zabitini geriye saldırdım. Bu ef­ rat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yat­ tı. Kazandığımız an bu andır. Bir koca muharebenin ufacık bir lahzaya (ana) bağ­ lı olduğunu, hatta bir memleket hayatının fena kullanıl­ mış bir an yüzünden tehlikeye düşebileceğini, burada ol­ duğu gibi iyi kullanılmış bir anın ise bir muharebenin ve bir vatanm mukadderatını iyileştireceğini o dakikayı gö­ rür gibi canlanmış bir ifade ile duymak insanın tüyleri­ ni ürpertiyordu! Mustafa Kemal Paşa dedi ki: - Kolun başında bulunan bölük yetişti. Bu bölüğe cepanesiz bölüğü takviye ederek ateş açmasını emrettim. 23

Yanıma gelmiş olan alay 57 tabur 2 kumandam Yüzbaşı Ata Efendi'ye bütün taburlanyla bu bölüğü takviye ede­ rek 261 rakımlı tepe üzerinden düşmana taarruz etmesi­ ni emrettim. Cebel bataryasına Suyatağı'nda mevzi aldı­ rarak düşman piyadesi üzerine ateş açtırdım. Dereye sap­ tığından biraz geciken diğer bir taburu, kumandam üze­ rinden açılarak taarruza iştirak etti. Bundan sonra idi ki alay kumandanına bütün alayı ile benim tevcih ettiğim is­ tikametlerde düşmana taarruz etmesini emrettim. - Zatıâliniz o esnada nerede bulunuyordunuz? - Ben de bataryanın yanında idim. - Bizim o ilk alay saat kaç sularında taarruza başla­ dı. - 57'nci alayın taarruza başlaması... durun size söy­ leyeyim... (defterine baktı ve) öğleden evvel saat on rad­ delerinde idi. O esnada 9 'uncu fırkaya mensup süvari zabitanmdan mülâzımievvel (asteğmen) Mehmet Salih Efendi yanıma geldi. Ve 27'nci alayın Kocadere garbmdaki sırtlardan Kemalyeri üzerinde düşmanla muharebe­ ye başladığını haber verdi. O zabitle mezkûr (adı geçen) alay kumandanına, düşmanın sol cenahına (yanma) ta­ arruz etmekte olduğumu, 27'nci alayın da karşısındaki düşmana taarruz etmesini, henüz Bigalı civarında bulu­ nan 19'uncu fırka kısmı küllisini (büyük bölümünü) Ko­ cadere istikametine celbedeceğimi (getireceğimi), bu emri kendisine isal eden süvari mülâzimi Salih Efen-

24

i'yi tekrar nezdime iade etmekle beraber benimle da­ ima irtibatı (bağlantıyı) muhafaza etmesini, muharebe­ yi Conkbayın'ndan idare edeceğimi emrettim, bildir­ dim. Bigalı'da bulunan fırka erkânı-harbine de emir at­ lısı ile bir emir gönderdim. Dedim ki: İzzettin Bey (rahmetli Gn. İzzettin Çalışlar): Alay 72 Maltepe'ye takarrüp etmesin. Sıhhiye bölüğü Kocadere'ye gelsin (hepsi). Alay 77 Kocadere şarkına takarrüp etsin (yaklaşsın). Ve bu raporu üçüncü kolordu kuman­ danına veriniz. - O raporu, askeri bir mahzur (sakınca) görmüyor­ sanız, istinsah edebilir miyim (yazabilir miyim)? Çünkü harp meydanında hemen o müthiş vakalar cereyan et­ mekte iken şiddet ve heyecanla yazılmış canlı ve kıymet­ li bir harp tarihi vesikası olurdu. - Hayhay, bunu verebilirim, yazınız. Üçüncü kolordu kumandanlığına Arıburnu şimalindeki sırtlar. Saat dakika 12 Nisan 10 24 evvel Düşmanm karaya çıkmış bulunan piyadesi Arıbur­ nu ile Kabatepe arasında bir buçuk kilometre kadar bir cephedeki sırtlan işgal etmiştir. 27'nci alay düşmanı şark cephesinde sekiz yüz metre mesafede işgal ediyor. Düş­ manın tamamen sol cenahında, altı yüz metre mesafeden taarruza başladım. Yalnız piyadeden ibaret olan düşma25

nı bir alay tahmin ediyorum. Muharebe devam ediyor. Bir saat kadar ateş muharebesinden sonra düşmanın 261 ra­ kımlı tepeye kadar ilerlemiş olan kıtaatının ricate (geri­ lemeye) başladığı görüldü. İşte raporun size verebileceğim kadar kısmı bu. Yi­ ne hikâyemize devam edelim, olmaz mı? 57'nci alay, verdiğim emir üzerine şiddetle takip ediyordu. 27'nci alay kumandanından emrimin alınıp alınmadığına dair bir haber gelmedi. Bununla beraber gerek bizzat benim, gerek yanımdaki zabitlerden tarassut için ileri gönder­ diklerimin neticei tarassudumuzdan bu alayın da taarruz etmekte ve ilerlemekte olduğunu anladım. - Pek iyi Paşa Hazretleri, böyle bu kadar şiddetle hü­ cum eden düşmanı bu kadar süratli bir surette ricate (çe­ kilmeye) mecbur eden amiller (etkenler) nedir? - Evet, bu suali sormakta hakkınız var. Arzedeyim: Şimdi saat on bir buçuk evvelden sonra vaziyet bence şu idi: Düşmanın karaya çıkmış olan kuvveti, sekiz tabur­ dan fazla idi. Şimdi bu sekiz taburluk kuvvet kendisiyle gayrimünasip (uygun olmayan) gayet geniş bir cephe üzerinde " 2 6 1 "e kadar şimalen (kuzeyden), ve Kemalyeri'nin bulunduğu sırtların garp (batı) yamaçlarına ka­ dar şarktan (doğudan) ilerleyebilmişti. Fakat bu uzun cephe hattı, ziyade manialı birtakım derelerle kesik bu­ lunuyordu, bu sebeple düşman kendi cephesinin hemen her noktasında zayıf idi. Conkbayın şimalinde mevzi 26

alan 19'uncu fırkanın seri cebel bataryası Anburnu ih­ raç noktasını ateş altına aldığı için düşmanın henüz ih­ raç etmeye devam ettiği kıtaatın ihracı hem müşkülâta, h e m de teahhura (gecikmeye) uğradı. 57 'nci alayın Conkbayın ve Suyatağı hattından " 2 6 1 " istikametinde ve dar cephe ile kesif (yoğun) olarak düşmanın pek nazik ve mü­ him olan sol cenahına yüklenmesi iki taburdan ibaret olan 27'nci alayın da Merkeztepe istikameti umumiyesinde geniş cephe ile düşmana atılması düşmanı ricate (geri çekilmeye) mecbur etmiştir. Fakat bence bu tabiye vaziyetinden daha mühim olan bir amil vardır ki o da herkes öldürmek ve ölmek için düş­ mana atılmıştı. Bu öyle alelade bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek azmiyle harekete teşne olduğu bir ta­ arruzdur. Hatta ben, kumandanlara şifahen verdiğim emirlere şunu ilave etmişimdir: - Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyoum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimi­ ze başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir. Bu sözler Paşa'nm göğsünden o kadar azimle çıkı­ yordu ki, muhakkak, kumandan o günü hayalinde tekrar yaşatıyordu. Bunları duydukça muharebe vasıtaları ne kadar ilerlerse ilerlesin, her şeyin fevkinde (üstünde) ge­ ne ruh azminin, bir gaye uğruna fedakârlık etmenin bu­ lunduğuna inanıyordum. 27

- Şimdi bu böyle, efendim? Fakat akşama kadar da­ ha çok zaman vardı. Bu sıralarda idi ki 9'uncu fırka ku­ mandanından haber getiren bir zabit, düşmanın Kumte­ pe'ye kuvvet ihracına (göndermeye) başladığını ve ora­ da kuvvetimiz bulunmadığını, 19'uncu fırkaca bu cihe­ tin nazarı dikkate alınmasını, 9'uncu fırka kumandanı­ nın tekmil (bütün) kuvvetleriyle Kirte'ye gittiğini bildi­ riyordu. Kumtepe, Kilidülbahir'e en yakın ve pek müessir bir noktadır. Burasını müsamaha etmek bütün maksatları zı­ yaa (kayba) uğratabilir. Binaenaleyh derhal hatırana ge­ len şey, Arıbürnu'nda muharebeye iştirak eden kuvvet­ leri taarruza devam ettirmek ve fırka kısmı küllisiyle bizzat Kumtepe'ye yetişmek oldu. Buna dair icap eden emirler verildi. Fakat bizzat fırka kısmı küllisine mülâ­ ki olmayı (kavuşmayı) tercih ettiğim için hemen hareket ettim. Kumandan hemen hareket ediyor. Ve Kocadere'den 77'nci alaya, ondan soma da... inci alaya mülâki oluyor. Öğleden soma saat bir raddelerinde (sıralarında) Malte­ pe'ye yaklaştığı sırada bazı seslerin kendi ismini çağır­ makta olduğunu işitiyor. Seslerin geldiği tarafa yaklaşı­ yor. Bakıyor ki kolordu kumandanı Esat Paşa ve maiye­ ti erkânı harbiyesi... Mustafa Kemal Bey, müşarüniley­ he gelmiş olan son raporu okuyor. Ve görüyor ki bu ra­ por aynı zamanda kendisine de aitti ve biraz evvel gelip 28

düşmanın Kumtepe'ye çıktığını haber veren zabit, bu ra­ porun mealini (sonucunu) söylemiştir. Halbuki okudu­ ğu tahrirî (yazılı) rapora nazaran düşmanın Kumtepe'ye çıktığı doğru değildir. - Bakınız bu raporun şifahen tebliğinde bir " K u m ­ tepe'ye asker çıktı" cümlesinin ilavesi bütün tetkik ka­ rarlarını değiştirebiliyor, iş bu suretle anlaşıldıktan son­ ra kolordu kumandanı paşa hazretleri kararımı sordular. Mustafa Kemal Bey de tekmil kuvvetle Arıburnu'ndaki düşmana taarruza devam edeceğini arzediyor. Kolordu kumandam paşa kabul ediyor ve Mustafa Ke­ mal Bey derhal yanından ayrılıyor, muharebe meydanı­ na geliyor. 77'nci alayı 27'nci alayın solundan düşman sağ cenahı aleyhine taarruza geçiyor. İhtiyatlarını, sah­ ra bataryasını lazım gelen yerlere yerleştiriyor. Kendi de sağ cenaha gidip oradan muharebeyi idare ediyor. Bizimkiler o kadar ilerlemişler ki düşman ricatine devam ediyor, hatta kısmen sandallara binmekle bile iş­ tigal ediyormuş (uğraşıyormuş). Fakat akşam olmuş. Ge­ cenin hululüne (gelişine) kadar muhtelif emirlerle hücu­ ma sevk edilmiş olan cüzütam kumandanları, fırka ku­ mandanının ısrarı üzerine, ta ki düşman tamamıyla tardedilsin diye savletlerine devam etmişler ve pek de mu­ vaffakiyetli hücumlarda bulunmuşlarsa da düşmanı ka­ milen (tam olarak) sürememişler. Gece de pek ilerle­ yince muharebe kesilmiş. Bu anî sükûnet fırsatında düş­ man karaya yeniden asker çıkarmakta devama başlamış. 29

www.cizgiliforum.com enginel

Paşa: - Demek ki, dedi 12/13 gecesi vaziyet hakkında hiç­ bir taraftan sahih malûmat (doğru bilgi) alamıyorum. Gece karanlığından dolayı manzarai harbi (savaşın man­ zarasını) gözümden kaybediyorum. Ve vaziyeti etrafıy­ la anlayabilmek için sabaha kadar cepheyi bizzat dola­ şıyor, oradan, telefon merkezi yapılmasını emrettiğim Kocadere'ye geliyorum. Orada vâkıf olduğum yeni va­ ziyete göre sağ cenahtaki ihtiyat (yedek) kuvvetlerini alıp merkeze ve sol cenaha yaklaştırıyorum. Kendim de bilâhare (daha soma) Kemalyeri unvanını alan merkez­ den muharebeyi idare ediyorum. Muharebenin yalnız bir gününü dinlemek insanın içine helecanlar, coşkunluklar, her adımda bir fışkıran binlerce beklenmedik zorlukların ağırlığını dolduruyordu. Sordum ki: - Anburnu vakayii (olayı) yalnız bundan mı ibaret­ tir? Paşa ruhumda dehşetler uyandıran o boğuşma sah­ nelerini, o kan ve barut kokan manzaraları keşfetmiş tec­ rübeli bir adam temkiniyle gülümsedi: - Ne o, yoruldunuz mu? Daha bu, vakanın başlangı­ cıdır. Benim A n b u r n u ' n d a 12 Nisan dahil gününden 4 Mayıs dahil gününe kadar 23 günlük "Anburnu kuvvet­ leri" kumandanlığım ve ondan soma da bütün cephenin sağ cenahında tekrar yalnız 19'uncu fırka kumandanlı30

ğım vardır. Bu müddet zarfında birçok vakayii harbiye cereyan etmiştir. Biz yalnız en mühim günleri işaret ede­ biliriz. Ve önünde duran sigara paketini uzattı. İkimizin de küllüğü dolmuştu. Paşa çıngırağı çaldı. Arkamızdaki mahmuz şıkırtısına: - Çocuk, bize iki kahve daha yapın, sonra şu soba­ nın ateşi sönmesin, dedi. - Başüstüne Paşam. Ve yine çalışmaya başladık: Düşman 13 Nisan'da, yani geceden beri ihracına de­ vam ettiği kuvvetlerle yeniden birinci hattını takviye edi­ yor, evvela sol cenahla merkezde bulunan kıtaatımıza fa­ ik (üstün) kuvvetlerle taarruza geçiyor. Fakat kıtaatımız faik düşman kuvvetinin süngü hücumundan kendini ko­ rumak şartıyla arada bir mesafe muhafaza etmek üzere mağlubiyetten sıyanet ediliyor (korunuyor). İşte bu su­ retle 13 Nisan günü, mağlup olmadan kazanılıyor. Paşa dedi ki: - Bu, askerimizin en mühim surette fedakârlığı, kah­ ramanlığı demeyim -çünkü Türklerin bundan daha faz­ la fedakârlık gösterdikleri günleri hatırlıyorum- herhal­ de sebat (direnme) ve metaneti (dayanması), zabitlerimi­ zin olsun, kumandanlarımızın olsun cesareti, azmi saye­ sinde kazanılmış mühim bir gündür. Diyebilirim ki be­ nim en nümüsait (uygun olmayan) vaziyetim 13 Nisan 31

günü idi. Çünkü beş İngiliz livasına karşı duran kuvve­ tim dünkü, yani 12 Nisan günkü, şanaver şedit (sert) sav­ let (hücum) ve taarruzlarla zayiata uğrayan 57'nci alay­ dan, ikişer taburlu olan 27 ve 77'inci alaylarla, gayri ka­ bili istifade (yararlanılması olanaksız) bulunan 72'nci alaydan ibaretti. Hakikaten 12 Nisan muharebesiyle Anburnu cephesi muvaffakiyetinin temelini kuran, İngi­ lizlerin bu cephede azmini kırıp planını mahveden, bu kuvvetti. 14 Nisan günü daha iki alay kuvvetin tahtı em­ rime gireceği anlaşıldı. Bunun üzerine düşmana tekrar taarruza karar verdim. 13-14 Nisan gecesini Kocadere köyünde geçirmiş­ tim. Kat'î kararımı fecre (sabaha) yakın bir zamanda ver­ dim. O zamanda ki düşman Kabatepe istikametinden Kocadere köyünü donanmasıyla ateş altına almıştı. İşte icap eden taarruz emri bu ateş altında yazılmıştır. Bu emir, emiratlılan ile cüzütam kumandanlarına gönderil­ di. Sonra ben de bizzat Kemalyeri'ne gittim. Saat yedi ile sekiz arasında sol cenah ve cephede ta­ arruza başlandı. Bundan soma idi, sağ cenahta da kıta­ larımızın taarruz hareketlerini görüyordum. Taarruz bü­ tün cephe üzerinde muvaffakiyetle devam ediyordu. Düş­ m a n Kanlısırt'ta firar suretinde ricate başlamıştı. Kırmızısırt'ta da ricate başladı. Saat 10'dan soma sağ cenahı­ mız da düşmanı tazyike (baskıya) başladı, ricate mecbur etti. Ve takibe koyuldu. Zeval sıralarında idi iki düşma32

nm Kanlısırt'ta ricat eden aksamından baki kalmış olan­ lar Kırmızısırt'ta da en son ricat ettikleri avcı hendekli mevziinde tüfeklerini bırakarak hemen heyeti kâmilesiyle siperlerinin önüne çıkmış, şapka, beyaz mendil bay­ rak sallayarak teslim olmak istiyorlardı! Bütün bu man­ zaraları Kemalyeri'nden ben ve tekmil maiyetim dürbünsüz olarak seyrediyorduk. Bu aralık gerek fırka erkânı harbi İzzettin Bey'den aldığım raporlardan, gerekse bizzat müşahedelerimden anlıyordum ki düşmanın Anburnu şarkmdaki sırtlarda hiçbir faaliyeti kalmamıştır. Sağ cenahımız karşısında düşman efradı sahile iltica etmiştir. Yalnız ricat noktasına uzak kalan düşmanlar Kanlısırt'la Kırmızısırt'taki vaziyetlerinden dolayı, Merkeztepe'de kalmış olan aksamı da sağ cenahımızın Kömürkapıderesi ve Bombasırtlan'na kadar ilerleyerek bilhassa Yükseksırt'ta aldıkları hâkim vaziyetten dolayı çekilmi­ yorlar, ister istemez sebat gösteriyorlardı. Düşmanın asıl sebatı Yükseksırt'm garbında ve Haintepe'de görülüyordu. En nihayet gece hulul edince, kı­ taatın fevkalade yorgun olduğu da anlaşılınca kazanılan muvaffakiyetle iktifa olundu. Muharebe tevkif edildi, tu­ tulan, kazanılan hatlarda tahkimat icra etmeleri emri ve­ rildi. 15 Nisan günü görülen vaziyet şu: Düşman sağ cenahımız karşısında Yükseksırt'm sa­ hile müteveccih (yönelik) kısmında, Kömürkapıderesi 33

içinde yamaçlara tutunmuş bir halde, buna mukabil (kar­ şılık) bizim kıtalarımız Cesarettepedeki düşman hattı bâ­ lâsında (üstünde), bunun karşısındaki kıtalarımız da Edirnesırtı'nda Kırmızısırt ve Kanlısırt'ta imiş. Hattı bâlâ tek­ rar tekrar düşman tarafından işgal edilmiş ve buna mu­ kabil kıtalarımız mezkûr (adı geçen) hattı bâlânın şarkın­ da ve karşısında mevki tutmuş. Düşman gündüz de ihra­ ca devam ediyormuş. Karaya çıkarılan düşman kuvvetle­ ri ileriye sevkedilerek ön hatlar takviye ediliyor, hatlar tak­ viye edildikçe de umumi vaziyetini tashih edebilmek (dü­ zeltebilmek) için cephenin bazı noktalarında faaliyette bu­ lunuyormuş. Bu faaliyetler sırasında, Kanlısırt cihetinden (yönünden) düşman sol cenahımızı sabahtan beri tazyik etmekte imiş. Bu taarruzu tevkif edilmiş. O gün düşma­ nın dokuz nakliye gemisinden karaya dökülen askerinden başka sekiz nakliye gemisinin daha ufuktan kıyılara doğ­ ru yaklaşıp büyümekte olduğu görülüyormuş. Bizim bi­ rinci hattımız düşmanın iki yüz, üç yüz metre karşısında bulunuyormuş. Bu suretle gittikçe tekasüf eden (yoğun­ laşan) düşmanın karşısında beklemektense kat'î neticeyi kazanmaya kifayet edecek (yetecek) kadar kuvvet celbi için Mustafa Kemal Bey mafevk (üst) kumandanlara ma­ ruzatta bulunmuş. İstediği kuvvetleri alınca cephesi ge­ nişlediğinden muhtelif kumandanlarla daimi münasebet­ te bulunmak zorlaşmış. Onun için cephesini muhtelif mıntıka kumandanlıklarına ayırmış. 16 Nisan:

34

Düşman sağ cenahımıza taarruz teşebbüsünde bu­ lunmuşsa da durdurulmuş. 17 Nisan: Sağ cenahımızdaki siperlerimize düşman taarruz et­ miş, fakat kıtalarımızın mukabil süngü hücumları ile ge­ ri püskürtülmüş: Fakat tamamıyla yerleşen düşmanın ye­ niden mühim bir hücuma kalkışacağını muhtemel gören Mustafa Kemal Bey taze kuvvetlerle düşmandan evvel düşmana vurmayı kararlaştırılmış. O zaman mıntıka ku­ mandanlarını Kemalyeri nezdine celbedip şifahi talimat­ ta bulunmuş.: O gün maiyetinde bulunan erkâna karşı söylediği sözlerden bazı kısımlarını bize vermesini kumandandan rica ettim ve şunları aldım: Zira taarruz emri vermeden evvel Mustafa Kemal Bey ruhlarına hitap etmekten pek kuvvetli neticeler bekliyor. Onun için diyor ki: "Düşmanın altı gündenberi iki defa taarruz ederek sarstığımız ve arazinin menaatinden dolayı neticeye ka­ dar şiddetli takip edememek yüzünden bannabilen ak­ samı himayesinde çıkarmakta olduğu ve fakat şimdiye kadar mahvettiğimiz kuvvetlerinin iki fırkadan fazla ol­ duğu anlaşılmıştır. Seddülbahirde Kumkale cihetinde de hal hemen aynı olmuştur. Karşımızda bulunan düşmanı bire kadar hepimiz ölerek behemehal denize dökmek lazım olduğu kanaati vicdaniyesindeyim. Vaziyetimiz düşmana nazaran (gö35

re) zayıf değildir. Düşmanın kuvvei maneviyesi tamamen mahvolunmuştur. Mütemadiyen siper yapmakla kendi­ sine bir melce (sığınacak yer) aramaktadır. Siperleri ci­ varına birkaç mermi düşmekle derhal kaçtığım kendi gözlerinizle gördünüz. Düşmanı büsbütün kaçırmamak için daha çok teem­ müle (düşünmeye) lüzum yoktur. İçimizde ve kumanda ettiğimiz askerlerde Balkan hacaletinin (utancının) ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kat'iyyen kabul etmem. Şayet böyleleri olduğunu hissederse­ niz derhal onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim. Şimdiye kadar ihraz ettiğimiz (elde ettiğimiz) mu­ vaffakiyeti tamamlamak için emrime verilen taze kuv­ vetler hattı harbe vasıl olmaktadır (ulaşmaktadır)." Ve ruhları bu hitapla dolan kumandanlara, edecek­ leri taarruz hakkında lazım gelen emirleri veriyor, terti­ batını (düzenini) da kolordu kumandanlığına arz ediyor. Karan oraca da tasvip görüyor. Bunun üzerine 18 Nisan taarruzu vukubuluyor ki onun neticesinde husule gelen vaziyet, Paşa'ya nazaran o günden sonraki hareketlerin hiçbirisiyle "kabili tebed­ dül olmayan (değişmeyen) vaziyeftir. Şöyle ki: "Saat beş evvelden itibaren bir taraftan topçularımızın ateş açması ile diğer taraftan müteakiben (daha soma) yeni gelmiş olan 14'üncü alayın Boyun ve 36

Merkeztepe'ye doğru ilerlemeye koyulmasıyla bütün cephe üzerinde topçu ve piyade muharebesine başlamış oluyoruz." Düşmanın karada yalnız bataryası varmış. Kıtalarımızla düşman hatları arasında mesafe pek az ol­ duğu için düşman bataryaları piyademiz üzerine hiçbir tesir yapamıyorlarmış. Yalnız düşmanın harp gemileri, bilhassa Kabatepe cihetinden muharebe harlarımızın gerilerini şiddetli ve devamlı ateşler altında bulundurmaktan bir an hali (uzak) kalmıyormuş. Paşa'dan kendisinin bu muharebeyi nereden idare et­ tiğini sordum: - Ben bu muharebeyi Kemalyeri'nden idare ediyo­ rum, dedi. Çünkü o yerden bütün düşman mevzilerini, sağ ce­ nahtaki bazı kısımlar müstesna olmak üzere bütün düş­ man mevzilerini soma da hemen bütün kıtalarımızın ha­ reketlerini gözaltında bulundurabilmesi mümkünmüş. Paşa dedi ki: "Düşmanın şiddetli piyade ve mitralyöz ateşleri karşısında 14'üncü alayın taarruzu bataetle (ağırlığıyla) ilerlemekte idi. Yalnız cebelden ibaret olan topçumuz düşman siperleri üzerine endaht (ateş) ederek piyademizin ilerlemesini himaye hususunda (koruma ko­ nusunda) pek ziyade (çok) amma fevkalâde ziyade ça­ lışmakta idi. Sol cenah kuvvetlerimizin taarruzları da goraYmey e\>aşWû. 'Saat 6 A5 e\rv \