Neden Sosyalizm? Marksizmde Örgüt Sorunu: Leninist Parti Burjuva Modelinde Bir Örgüttür 9789750309100 [PDF]


143 115 8MB

Turkish Pages [366] Year 2011

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Table of contents :
SOSYALİST BİR BİLG E / Ahmet İnsel
.........................................................g
BİRİNCİ KİTAP
Neden Sosyalizm?
Ö
n s ö z ...
_________
_ __ ____ ...................................
B İR İN C İ BÖ LÜM
N e d e n S o s y a l îz m ?
ÇELİŞM İŞLER VE AZGELİŞM İŞLER.................................................................33
Kapitalizm........................................................................................„— .............39
Azgelişmişlere yardım...............................................
43
OSM ANLI DEVLETİ'Nİ ARKA KAPIDAN FETHEDEN KAPİTALİZM
45
OsmanlI'nın sonu-------------
-....... 55
Kurtuluş Savaşı..................................................................................................... 61
Bağımsızlıktan bağımlılığa
........
68
Truman Doktrini ve ABD ile antlaşma.....................
-......
71
Kırk yıl sonra karşımızdaki tablo----------------------------------------
72
Türkiye İşçi Partisi (TİP) —............. -....... ---------
74
Darbeli demokrasi / Borçlu ekonomi.................... _ ..........................
76
İKİN Cİ BÖL ÜM
NASIL BİR SOSYALİZM?
S o s y a l İz m B u y r u k l a K u r u l m
az
_ .........................
S5
Profesyonel devrimciler örgütü
............................................................. 88
Kestirme yolun bedeli.........................................................
Marx'in görüşü..................................................................................................... 92
Bürokrasi sosyalizmin yeni çocukluk hastalığı m ı?.......................................93
Devlet güçleniyor.........................................................
Egemen sınıf gibi.......................................................................... -...................... 95
Şiddetlenen sınıf mücadelesi
...................................
Aşağıdan yukarı
.......
_................................ 99
Kişi diktatörlüğü........................................................
İlişkiler
..........
._..........
103
Temel çelişki.......................................................................................................104
Sosyalizm ve polis.............................................................................................. 105
Kruşçev'in raporu..........................................................................................
105
Bürokrasinin koltuk değneği: Gizli polis....................................................... 108
Gerçeklerin bilinmesinde yarar v a r.................................................
109
Kaynağa dönüş................................................................
Marx bürokrasiyi anlatıyor.............................................................................. 112
Engels ne diyor?
................................. -................................................. 114
Sosyalizm emekçilerin iktidarıdır.............. _ ..............
116
Sovyetler'in akılcılığı.................
117
Yaraya parmak basmak.....................................................................................118
LENİN'İN PARTİ M O D E Lİ.................................................
Parti, devlet, toplum..........................................................................................130
Sovyet Devrimi sosyalizmin demokrasisiz
kurulamayacağını kanıtlamıştır
................................
Rosa Luxemburg'un kehaneti........................................................................
134
Örgütlenme biçiminin önemi: Kapitalist devlet...........................................138
Leninist parti ve sosyalist demokrasi............................................................. 143
Yanılmaz doktrin ve bilim................................................................................ 157
TÜRKİYE SOSYALİZM İ.................................................................................... 163
Gerçekçilik......................... _ .......
_ ...........
165
Tam bağımsızlık
..................................................
Emekçilerin söz ve karar sahibi olması
-.........
172
Yeni bir hümanizma.
...............
173
İnsan için kök insandır...............................................................
174
Dünyayı değiştirmek...............................
175
Gerçek hümanizma...............
176
Toplumun öznel varlığı
................................._ ...........................................178
Miras sorunu................................................................ ......... ........................... 179
İKİNCİ BASKIYA SO N SÖ Z._„......................................................................181
İKİNCİ
KİTAP
Marksizmde Örgüt Sorunu:
Leninist Parti Burjuva Modelinde
Bir Örgüttür
G İR İŞ .....................................
203
Bunalım, bürokratik sapma ve örgütlenme sorunu
.................
203
Marksizmin bir felsefe sistemine dönüştürülmesi— „ — ....................... 214
Ö
rgüt
S o
runu
.........................................................
233
Leninist parti modeli ve sosyalizm....................................
233
I
Örgütlenme, toplumun üretim tarzına sıkıca bağlıdır...............................234
Burjuva örgüt modeli.................... —
.........................................................23 7
Bürokrasi üzerine.............................................
239
II
Leninist parti modeli, burjuva modelinde bir örgüttür...
..................... 242
Sosyalist demokrasi neden kurulamıyor?..................................................... 244
Kautsky'den aktarılan teori................. ............. ............................— ..........24 7
III
Lenin'in devrim görüşü Marx'inkinden farklı mı?
......
249
Lenin'e gelince
.......................................................................... -............... 251
Marksist hümanizma......................
254
Bürokrasi üreten makine
......................... — .....
255
IV
Sosyalist örgüt modeli
,
-...............................
256
Marx ve özgürlük.............................................................................................. 259
Sosyalist örgütlenmenin anahtarı .........................
264
Stalinizm: Leninist örgütlenmenin son aşaması... ........................
..2 6 4
Hatası ve sevabı ile tarihe gömmek.............................................................. 2 6 7
Yeniden Marx'tan hareket etmek
..........................................
276
Avrupa komünizminin çıkmazı...............................................
279
İşçi sınıfının öz devinimi.....................................................................
280
Yanılmaz doktrin ve bilim...........................................
283
Marx ve olanaklı olan özgürlük
............................................................289
DOGMACILARA BEŞ YANIT
Tip Y a n li s i
Y ü r ü y ü ş e Y a n i t ............................................................ . 299
Cumhuriyette yazdıklarımın özeti
.......
300
Stalinci karalama yöntemi
................................................................... . 302
Yürüyüş yazarının talihsizlikleri......................................
303
T ep Y a n l is i B a ğ im s iz T ü r k İ y f y e Y a n i t ..
c.
.................309
Y e n İ Ü lk p y e Y a n i t .................................................................................... 317
Dogmacı baylar ve bilimsel tartışma..............................
317
Biz ne diyoruz, Ülke'nin yazarı neler diyor!..............
322
Aristoteles usta der ki............................................................................
326
Bilinç sorunu...................................................................................................... 334
Marx'in devrim anlayışı....................................
338
Örgüt sorunu nerede kaldı?............................................................................ 342
T İ k p Y a n l is i B o r a ' y a Y a n i t .......................................
345
T kp M er k e z K o m ît e s İ O
rgani
A t i lim 'a Y a n i t
..................... 351
K a yn a k ç a
............
,............... ........... ..... ................ 361
Papiere empfehlen

Neden Sosyalizm? Marksizmde Örgüt Sorunu: Leninist Parti Burjuva Modelinde Bir Örgüttür
 9789750309100 [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

Neden Sosyalizm ? (1 9 8 7 ), BDS Yayınlan M arksizmde Örgüt Soıvnu: Leninist Parti Buıjuva Modelinde Bir Örgüttür (1979)

İletişini Yayınları 1617 • Mehmet Ali Aybar Toplu Eserleri 1 ISBN-13: 978-975-03-0910-0 © 2011 İletişim Yayıncılık A. §. 1. BASKI 2011, İstanbul EDİTÖR Kıvanç Koçak KAPAK Suat Aysu KAPAK FOTOĞRAFI Ara Güler UYGULAMA Hüsnü Abbas DÜZELTİ Oben Üçke

BASKI ve CİLT Sena Ofset Litres Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 34010 İstanbul Tel: 212.613 03 21

İletişim Yayınlan Binbirdirek Meydanı Sokak İletişim Han No. 7 Cagaloglu 3 4 1 2 2 İstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58 e-mail: [email protected] • web: www.iletisim.com.tr

MEHMET ALİ AYBAR

Neden Sosyalizm? Marksizmde Örgüt Sorunu: Leninist Parti Burjuva Modelinde Bir Örgüttür

MEHMET ALİ AYBAR 1908 İstanbul doğumlu. Hareket Ordusu kumandanlarından Hüseyin Hûsntı Paşa ve matematikçi Gelenbevi İsmail Efcndi’nin torunu. Çocuk­ luğu, Cihangir, Yeşilköy ve Kuzguncuk'ta geniş aile çevresinde geçti. Yeşilköy'deki Fransız Okulu nu ve Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. 1939'da İstanbul Hukuk Fakülıe5İ’nde Devletler Hukuku doktoru iken, Paris’e Sorbtınne Üniversitesi’ne hukuk araşıırmalan yapmaya gitti. Fakat bir yılın sonunda İkinci Dünya Savaşı nın çıkma­ sıyla, kuzeni şair Oktay Rifaı ve birkaç arkadaşı ile beraber bisiklete atlayıp Paris'ten Lyon'a kaçtı, oradan da Türkiye’ye döndü. 1942'de Devletler Hukuku doçenti olduğu İstanbul Hukuk Fakültesi’ndcn 1946’da Vata» gazetesinde yazdığı “Milli $ e f İnönü rejimini eleştiren “Kâğıt Üzerinde Demokrasi” başlıklı yazı nedeniyle uzaklaşunldı. 1947-49 yıllan arasında, her ikisi de sıkıyönetimce kapatılan Hür ve Zin­ cirli Hürriyet gazetelerini çıkarttı. I949’da yine İnönü’ye yazdığı “Açık Meklup"tan dolayı “hakaret”ten hüküm giydi ve Paşakapısı Cczaevi'ne girdi. Burada, diğer şair kuzeni Nâzım Hikmet'le 1950 affına kadar yattı. 1962'de bir grup sendikacının kur­ duğu Türkiye İşçi Partisinin genel başkanlığı görevini kabul etti ve ömrü boyunca teorisyen ve bilim adamı olarak götürdüğü sosyalizm mücadelesinde; 1962-69 yılları arasında TIP’in başında lider ve eylem adamı kimliğiyle etkili oldu. 1965 yılında Türkiye’de ilk defa bir sosyalist parti, Aybar başkanlığında Meclis'c 15 milletvekili soktu. 1967’de ABD'yi savaş suçlusu olarak mahkûm eden Russell Mahkemesi üyesi olarak Vietnam’a gitti. Dünya sosyalizm tarihinde ilk defa Sovyetler’den bağımsız bir politika güden TİP'in başkanı olan ve “Türkiye'ye özgü, güleryûzlü sosyalizm” kavramının yaratıcısı olan Aybar, 1968’de Sovyeıler’in Çekoslovakya’yı işgaline sert bir tepki gösterdi. Bu, parti içinde hizipleşmelerin su yüzüne çıkmasına neden oldu. Aybar, 1969’da genel başkanlıktan, 1971'de de partiden istifa elti. 12 Mart dönemin­ de Meclis’teki tek sosyalist olan Aybar, dönemin baskılarına ve idamlara karşı tek başına mücadele etti. 1975’te, TIP'ten aynlan elli arkadaşı ile beraber, daha sonra Sosyalist Devrim Partisi adını alan. Sosyalist Parti yi kurdu. İlk defa bu partinin tüzü­ ğünde, genel başkan ve yöneticilerin üst üste iki dönem başa geçmelerini engelleyen ve yönetim kurulunun üçte ikisinin kol emekçilerinden oluşmasını öngören şartlar yer aldı. SDP, 12 Eylül cuntası ile kapatıldı. Bu tarihten sonraki yaşamında Aybar, parçalanan Türk solunun birleşmesi için inançla ve inatla çalışmalarını sürdürmüş­ tür. 1995 yılında 87 yaşında iken İstanbul'da ölen Mehmet Ali Aybar, bilim adamı ve lider olmanın yanı sıra ünlü bir atlet ve sporcudur. 100, 200 ve 400 metreleri koş­ muş, Türkiye ve Balkan rekorları kırmıştır. 1928 Amsterdam Olimpiyadan'na, 1930, ’31 ve '33 Atina Balkan Oyunlan’na katılmıştır. Edebiyata ve resme çok meraklı olan Aybar'ın kendi resim çalışmaları da vardır. Fakat çok genç yaşlardan itibaren bütün hayatını kapsayan uğraşı, yazı yazmak olmuştur. İstanbul Hukuk Fakültesi öğretim üyesiyken yayımlanan (1937-45) hukuk çalışmalarından sonra. Hür ve Zincirli Hürriyet gazetelerinde yayımlanan yazılarını, birçok dergi ve gazetelerdeki yazı ve makaleleri takip etmiştir. Yayımlanmış kitapları: Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm (1968), 12 Mart’tan Sonra Meclis Konuşmaları (1973), Marksizmde Örgüt Sorunu: Leninist Parti Duıjııva Modelinde Bir Örgüttür (1979), Neden Sosyalizm (1987), TİP Tarihi 1.11. III (1988), Sosyalizm ve Bağımsızlık - Uğıır Mumcu ile Söyleşi (1986).

İÇ İN D E K İLE R

SOSYALİST BİR BİLG E / Ahmet İnsel

.........................................................g

BİRİNCİ KİTAP

Neden Sosyalizm? Ö

n s ö z ...

_________

_ __ ____ ...................................

B İR İN C İ BÖ LÜM

N e d e n S o s y a l îz m ? ÇELİŞM İŞLER VE AZGELİŞM İŞLER.................................................................33 Kapitalizm........................................................................................„— .............39 Azgelişmişlere yardım...............................................

43

OSM ANLI DEVLETİ'Nİ ARKA KAPIDAN FETHEDEN KAPİTALİZM

45

OsmanlI'nın sonu-------------

-....... 55

Kurtuluş Savaşı..................................................................................................... 61 Bağımsızlıktan bağımlılığa

68

........

Truman Doktrini ve ABD ile antlaşma.....................

-......

71

Kırk yıl sonra karşımızdaki tablo----------------------------------------

72

Türkiye İşçi Partisi (TİP) —............. -....... ---------

74

Darbeli demokrasi / Borçlu ekonomi.................... _ ..........................

76

İKİN Cİ BÖL ÜM

NASIL BİR SOSYALİZM? S o s y a l İz m B u y r u k l a K u r u l m Profesyonel devrimciler örgütü

az

_ .........................

S5

............................................................. 88

Kestirme yolun bedeli......................................................... Marx'in görüşü..................................................................................................... 92 Bürokrasi sosyalizmin yeni çocukluk hastalığı m ı?.......................................93 Devlet güçleniyor......................................................... Egemen sınıf gibi.......................................................................... -...................... 95 Şiddetlenen sınıf mücadelesi Aşağıdan yukarı

................................... _................................ 99

.......

Kişi diktatörlüğü........................................................ İlişkiler

..........

103

._..........

Temel çelişki.......................................................................................................104 Sosyalizm ve polis.............................................................................................. 105 Kruşçev'in raporu..........................................................................................

105

Bürokrasinin koltuk değneği: Gizli polis....................................................... 108 109

Gerçeklerin bilinmesinde yarar v a r................................................. Kaynağa dönüş................................................................ Marx bürokrasiyi anlatıyor.............................................................................. 112 Engels ne diyor?

................................. -................................................. 114

Sosyalizm emekçilerin iktidarıdır.............. _ ..............

116

Sovyetler'in akılcılığı.................

117

Yaraya parmak basmak.....................................................................................118 LENİN'İN PARTİ M O D E Lİ................................................. Parti, devlet, toplum..........................................................................................130 Sovyet Devrimi sosyalizmin demokrasisiz kurulamayacağını kanıtlamıştır ................................ Rosa Luxemburg'un kehaneti........................................................................

134

Örgütlenme biçiminin önemi: Kapitalist devlet...........................................138 Leninist parti ve sosyalist demokrasi............................................................. 143 Yanılmaz doktrin ve bilim................................................................................ 157 TÜRKİYE SOSYALİZM İ.................................................................................... 163 Gerçekçilik......................... _ ....... Tam bağımsızlık

_ ...........

..................................................

165

Emekçilerin söz ve karar sahibi olması Yeni bir hümanizma.

-.........

172 173

...............

İnsan için kök insandır...............................................................

174

Dünyayı değiştirmek...............................

175

Gerçek hümanizma...............

176

Toplumun öznel varlığı

................................._ ...........................................178

Miras sorunu................................................................ ......... ........................... 179 İKİNCİ BASKIYA SO N SÖ Z._„......................................................................181 İKİNCİ

KİTAP

Marksizmde Örgüt Sorunu: Leninist Parti Burjuva Modelinde Bir Örgüttür 203

G İR İŞ ..................................... Bunalım, bürokratik sapma ve örgütlenme sorunu

.................

203

Marksizmin bir felsefe sistemine dönüştürülmesi— „ — ....................... 214 Ö

rgüt

So

runu

233

.........................................................

233

Leninist parti modeli ve sosyalizm.................................... I

Örgütlenme, toplumun üretim tarzına sıkıca bağlıdır...............................234 .........................................................23 7

Burjuva örgüt modeli.................... —

239

Bürokrasi üzerine............................................. II Leninist parti modeli, burjuva modelinde bir örgüttür...

..................... 242

Sosyalist demokrasi neden kurulamıyor?..................................................... 244 Kautsky'den aktarılan teori................. ............. ............................— ..........24 7 III Lenin'in devrim görüşü Marx'inkinden farklı mı? Lenin'e gelince

......

249

.......................................................................... -............... 251

Marksist hümanizma......................

254

Bürokrasi üreten makine

255

......................... — .....

IV Sosyalist örgüt modeli

,

256

-...............................

Marx ve özgürlük.............................................................................................. 259 264

Sosyalist örgütlenmenin anahtarı ......................... Stalinizm: Leninist örgütlenmenin son aşaması... ........................

..2 6 4

Hatası ve sevabı ile tarihe gömmek.............................................................. 2 6 7 Yeniden Marx'tan hareket etmek

..........................................

276

Avrupa komünizminin çıkmazı...............................................

279

İşçi sınıfının öz devinimi.....................................................................

280

Yanılmaz doktrin ve bilim...........................................

283

Marx ve olanaklı olan özgürlük

............................................................289

DOGMACILARA BEŞ YANIT

Tip Y a n li s i

Y ü r ü y ü ş e Y a n i t ............................................................ . 299

Cumhuriyette yazdıklarımın özeti Stalinci karalama yöntemi

300

.......

................................................................... . 302

Yürüyüş yazarının talihsizlikleri......................................

303

c.

.................309

T ep Y a n l is i B a ğ im s iz T ü r k İ y f y e Y a n i t ..

Y e n İ Ü lk p y e Y a n i t .................................................................................... 317 Dogmacı baylar ve bilimsel tartışma..............................

317

Biz ne diyoruz, Ülke'nin yazarı neler diyor!..............

322

Aristoteles usta der ki............................................................................

326

Bilinç sorunu...................................................................................................... 334 Marx'in devrim anlayışı....................................

338

Örgüt sorunu nerede kaldı?............................................................................ 342 T İ k p Y a n l is i B o r a ' y a Y a n i t ....................................... T kp M er k e z K o m ît e s İ O Ka yn a k ç a

............

rgani

A t i lim 'a Y a n i t

345 ..................... 351

,............... ........... ..... ................ 361

SOSYALİST BİR BİLGE A

h m et

İn sel

İletişim Yayınları, M ehm et Ali Aybar’ın eserlerini, onun siya­ sal faaliyetleri ve düşüncesi üzerine yapılm ış özgün çalışm a­ ları yayım lam aya devam ediyor: Aybar’m ölü m ünd en sonra arşivinde bulunan kitap çalışm asını Aylin Ö zm an yayına ha­ zırlam ış, M arksizm ve S osyalizm Ü zerin e D ü şün celer başlığıy­ la 2 0 0 2 ’de yayım lam ıştık. Aynı yıl, Aybar’m düşünsel ve s i­ yasal etkinliğini 1 9 4 5 ’ten 1995’te ölüm üne kadar geçen süre­ de dönem lendirerek inceleyen Barış Ünlü’nün, B ir Siyasal Dü­ şünür O la ra k M ehm et Ali A ybar başlıklı çalışm asını da okuyu­ cularım ıza sunm uştuk. Ardından, yine Barış Ü nlü’nün derle­ diği, 1 9 4 9 ve 195 0 ’da açılan iki siyasi davada Aybar’m yaptı­ ğı savunm alar ve 1 9 49-1961 arasında yazdığı m ektuplar, Meh­ met Ali A y b a r’m M ü dafaaları ve M ektupları (1 9 4 5 -1 9 6 1 ) başlı­ ğıyla 2 0 0 3 ’le kiıaba dönüşm üştü. Şimdi ise Aybar’m 1 979 ve 1 9 8 7 ’de yayım ladığı, içerik leri itibarıyla bir bütün oluşturan iki k itab ın ın tek bir kitapta toplanm asıyla olu şan elinizdeki kitabı yayımlıyoruz. Bunun yanında, ABD’nin V ietnam ’da işle­ diği savaş su çlarını araştırm ak ve dünyaya duyurm ak için Ber­ trand Russell önderliğinde kurulan Russell M ahkem esi için yaptığı Vietnam gezisinde aldığı notların derlendiği, daha önce yayım lanm am ış bir kitabın yayım hazırlıkları ilerliyor. Ö nü­ 9

müzdeki dönem de Aybar’ın diğer kitaplarının yeni baskıları­ nı da yayımlayacağız. Türkiye'de özgün ve yerli sol/sosyalist düşünce insanları ara­ sında ön sırada yer alan Aybar’m , M arksizm d e Ö rgüt Sorunu başlıklı kitabı, önce “Leninist Parti ‘M odeli’ ve Sosyalist Ö rgüt­ lenm e” başlığıyla 2 6 -3 0 Ağustos 1978 tarihleri arasında Cum ­ huriyet gazetesinde yayımlandı. Bu yazı dizisi, sosyalist örgüt ve çevrelerin çoğundan yoğun bir eleştiri bom bardım anına m a­ ruz kaldı. Ö zellikle, Leninist parti modeline yönelttiği eleştiri­ ler, o dönemde bu modeli gözü kapalı benimseyen ve yücelten Türkiye sosyalist hareketlerinin çok büyük bir kesimi için doğ­ rudan kendilerine yönelik, “hayati önem de” bir eleştiriydi. Aybar, bu eleştirilerden bazılarına verdiği yanıtlan, bir giriş yazısı eşliğinde, C um huriyet gazetesinde yayımlanan yazı dizisine ek­ leyerek, 1979’da M arksizm de ö r g ü t Sorunu başlığıyla kitaba dö­ nüştürdü. Kitaba Aybar’ın seçtiği alt başlık, Cum/ıuriyet’teki ya­ zı dizisinde ikinci yazının başlığıydı ve kışkırtıcıydı: “Leninist parti burjuva modelinde bir örgüttür." Elinizdeki kitabın ikinci bölümü, 1979 yayımlanan bu kitaptan oluşuyor. M arksizm de Örgüt Sorunu yayımlandığında, Türkiye’de son derece çatışm ak ve gergin bir siyasal-toplum sal ortam a g iril­ mişti. Bir yandan sosyalist hareketler devrim in elle tutulacak mesafede olduğu inancıyla mücadeleyi yükseltmeye çalışırlar­ ken, diğer yandan faşizan-m illiyetçi çevre ve örgütlerin k en ­ dilerine yönelik saldırılara karşı sokak sokak, m ahalle m ahal­ le direnme ve savunma çabasına enerjilerinin büyük bölüm ü­ nü hasretmek zorunda kalmaya başlamışlardı. 1 Mayıs 1 9 7 7 ’de Taksim ’de zirveye varan devletin gizli ellerinin provokasyonla­ rı kitlesel katliamlara dönüşüyor ve buna karşı sosyalist örgüt­ ler yeraltına çekilm eyi ve silahlı mücadeleyi bir gereklilik ola­ rak kabul ediyorlardı. Bu ortam , devrimci hareketin kadroları­ nın gözünde, ilk elde, Lenin’in Rusya Sosyal Dem okrat İşçi Partisi’ne 1 900’lerin başından itibaren yeni bir kişilik verdirm esi­ ne yol açan çetin mücadele koşullarına benziyordu. Dolayısıyla askeri disipline tâbi, m erkeziyetçi, m üm kün olduğu kadar pro­ fesyonel devrimcilerden oluşan, gizli örgüt m odelinin “burjuva 10

modelinde bir örgüt” olarak değerlendirilmesi ve eleştirilm esi­ ni kabul etm eleri pek müm kün değildi. M arksizm d e Örgüt Sorunu’nda Aybar'ın Leninist örgütlenmeye yönelttiği, “küçük bir azınlığın kocam an çoğunluklara egemen olm asını sağlayan oligarşik m akine” eleştirisi, giderek artan çatışm a ortam ında ke­ narda kalmaya mahkûmdu. Aslında o dönem de sosyalist örgütlerin önem li bir bölüm ü, Aybar’ın tarif ettiği “kaskatı m erkezci, dikeyine hiyerarşik, te­ peden inme disiplinli, kalımlı yöneticilere” dayanan bir örgüt­ lenmeye sahip değildi. Fiilen çok daha ademi m erkeziyetçi bir örgütlenm eye başvurm ak bir gereklilik olarak kendini dayatı­ yordu. TK P’nin dışında - o da k ısm en -, devrimci örgütlerin ba­ şında kalımlı sıfatını hak edecek yaşa gelm em iş genç yaşta in­ sanlar vardı. Ayrıca Sovyetler Birliği veya Çin eleştirisi, ait olu­ nan akım a göre, devrim ci mücadelenin bir tür am entüsü gibiy­ di. Ama “proletaryanın çelik disiplinine sahip öncü kadrolar”ın yönettiği devrim ideali sosyalist tahayyül dünyasında asli refe­ rans olmaya devam ediyordu. Aybar’ın eşitliğe aykırı, dolayı­ sıyla sosyalizme aykırı olarak tanımladığı örgüt m odelini tartış­ mak, o dönemde en hafifinden lüks olarak görülüyordu. Ya da yavaş yavaş başlayan Stalinizm eleştirileri de, Lenin’in savun­ duğu örgütlenm e modeliyle bağı kurulmadığı sürece sosyalist çevrelerin, ancak bir kısmında, tartışılabiliyordu. Halbuki Aybar, Stalinizmi ayırmıyor, Leninist örgütlenm enin ileri aşaması olarak tanımlayıp, eleştiriyordu. Çünkü Aybar’ın kelimeleriyle ifade edersek, “L enin’in yoğurt yiyişi, otoriter bir yoğurt yiyiş­ ti”,. Slalin ise kanlı b ir diktatördü elheue. Sovyetler B irligi’n d e, Ç in ’de ve diğer sosyalist devletlerde yaşanan büyük bunalım ın kaynağını anlam ak için M arx’in bü­ rokrasi, m ilitarizm ve yabancılaşma eleştirisine dönmeyi öne­ riyordu Aybar. Ve yeni bir hümanizmaya olan ihtiyacı M arx’a dayanarak vurguluyordu: Som ut insan sorunuydu sosyalizm. “K öktenci olm ak, her şeyi kökünden alm aktır. Oysa insan için kök, insanın ken d isid ir,” diyen M arx’a dönerek, som ut insa­ nın kurtuluşu nu günd em e alm ayı Aybar yeni b ir hüm anizma olarak tanım lıyordu. Türkiye’de o çatışm a ortam ında hü11

manizm a gibi eril tım lı olm ayan bir kavrama kulak k ab art­ mak maalesef pek m üm kün değildi. Aynı şekilde, “güler yüz­ lü sosyalizm ” çağrışm a da. Devrim ve sosyalizm ciddi, dolayı­ sıyla ağırbaşlı ve asık yüzlü işlerdi; hafifmeşrep ifadelerle ta­ rif edilemezdi. Türkiye İşçi Partisi nin 1960’lardaki mücadelesi de, 197 0 ’lerde devrimci hareketler tarafından, bugün olduğu gibi nostaljiy­ le pek anılmıyordu. Devrim ci hareketler için 1970’lerde Aybar saygın bir “burjuva dem okralı” idi artık. Ayrıca Sosyalist Dev­ rim Partisi’ncle, Aybar etrafında toplanan sosyalistler “yükselen devrim m ücadelesi” içinde sayısal olarak çok küçük bir çevre oluşturduklarından sosyalist “şefler” tarafından çok fazla dik­ kate alınm aları gerekm iyordu. M arksizm d e Örgüt Sorumı’nda dile getirilen eleştiriler, örgütlerin savunma am açlı karşı ya­ nıtlarının ardından, sosyalist hareketlerin kadroları tarafından “burjuva reform izm i” damgasıyla dağlanıp, bir kenara bırakıl­ dı. Bu “burjuva reform izm i” damgası yiyen tavrın aslında son derece radikal bir burjuva örgütlenm esi eleştirisi yaptığı hasır altı edildi. Halbuki Aybar, ısrarla, “Marx burjuva devleti yok edilm elidir derken, bürokratik ve m ilitarist m akinelerin orta­ dan kaldırılması gerektiğine işaret ediyordu”, diyordu. Dolayı­ sıyla “devrimin ilk hedefinin, bürokratik, militarist m akineler” olm ası gerektiğini söylüyordu. Daha önem lisi, Leninist mode­ lin, “tıpkı burjuva toplum larm daki gibi, buyuran-buyurulan ilişkilerini devam eıtird iği”ni ısrarla vurguluyordu. Belki Aybar’m eleştirisini duymamanın, duymak istememenin, duyun­ ca da kendisini suçlam anın nedenlerinden biri, buyuran-buyu­ rulan ilişkisini ısrarla eleştirm esiydi. Bir diğeri, sosyalist hare­ ket içindeki “öncü gençlik/aydın” hâkimiyetine karşı, şekilcilik sınırlarını zorlayan biçim de, 1 9 7 5 ’te kuruluşuna önayak oldu­ ğu Sosyalist Parti/Sosyalist Devrim Partisi’nin tüm yönetim ka­ demlerinde 2/3 işçi kotası pratiğini uygulamasıydı. Aybar, eşit­ liğin kendiliğinden hayata geçm eyeceğinin, bu konuda iradeci yöntem ler kullanılm ası gerektiğinin altını çiziyordu. O zam an­ lar “pozitif ayrım cılık ” kavramı ABD’den kıta Avrupası’na ve Türkiye’ye daha gelm emişti. Aybar, adını böyle koymuyor olsa 12

da, eşitliğe ulaşmak için bir pozitif ayrım cılık dönem inden geç­ m enin elzem olduğunu belirtiyordu. A ybar’a göre, Sovyet D evrim i’nden çık arılacak en önem li ders sosyalizmin demokrasisiz kurulamayacağının kanıtlanm ış olmasıydı. Bu görüş o dönemde Avrupa Komünizm i hareketi içinde dile getirilmeye başlanmasına rağmen, genel olarak sos­ yalist tahayyül dünyasında demokrasi ideali işlevsel bir yere sa­ hip olmaya devam ediyordu. Demokrasi^ sosyalist devrime gi­ den yolda binilecek ama belli bir ara durakta inilm esi gereken bir araçtı. D em okratlar devrimcilerin destek kıtaları olabilirler­ di ancak. Ama devrimcileri tanımlayan bir nitelik olamazdı de­ m okratlık. D evrim ciler “dem okratik m erkeziyetçiliği", aslın­ da doğrudan merkeziyetçiliği savunuyorlar, “dem okratik kitle örgütleri” sözcüğünden de bu örgütlerin dem okratik yöntem ­ lere dayalı işlem esini anlamıyorlardı. D em okrasi, burjuva dü­ zeninin devrim cilerin yararlanması gereken bir iç çelişkisiydi. Türkiye’de 12 Eylül darbesinin sosyalist hareketlerin tepesi­ ne bir balyoz gibi inm esini, dünyada o güne kadar iyi kötü bir referans olmaya devam eden sosyalist ü lkelerin yapısal buna­ lım ının bütünüyle ortaya çıkışı izledi. Aybar, 1978’de Cumhuriyei’teki yazı dizisine, “Sosyalizm bunalım içindedir,” cüm le­ siyle başlam ış, “bu bunalım ekonom ik tabanın sosyalleştirilm iş olm asından ileri gelm iyor”, diye devam etm işti. Aybar’a göre, kim i zorluklar olsa da sosyalist ekonom i düzenli biçim de ge­ lişiyordu. O na göre, “sıkıntı üst-yapılarda, bunalım politik ve hukuksal ilişkilerde” idi. Sosyalizm in bunalım ının yegâne ne­ d eninin Leninist örgütlenm e m odeli olm adığını, elbette çeşit­ li nedenleri olduğunu ama üzerinde durulmadığı için kendisi­ nin örgütlenm e sorununa daha fazla işaret elliğin i belirtiyor­ du. Sosyalizm in sadece SSCB’de değil, istisnasız bütün sosya­ list ülkelerde “bir moral bunalım ” geçirdiğini açıkça söylüyor­ du 1 9 7 8 ’de. O tarihte bunu söyleyen tek kişi değildi belki ama bunu bu vurgu ve ısrarla söyleyen ender sosyalistlerden biriy­ di Türkiye’de. Bu kitabın birinci bölüm ünü oluşturan N eden S osyalizm ? ise 1 9 8 0 ’lerin ikinci yarısında, Berlin D uvan’m n çöküşünden iki 13

yıl önce yayımlandı. Aybar’ın am acı, 12 Eylül darbesinin ya­ ralarının biraz olsun kapanmaya başladığı, toplumsal hareket­ lerin de buna bağlı olarak hareketlendiği bir dönem de, gene “sosyalist hareketlerin gene eski yanlışlarla hareket etmeye de­ vam edip, işçilerden, köylülerden daha da fazla tecrit olm aları­ nı" engellemekti. 1987’dc, yeniden silahlı mücadeleye ve şiddet yöntem lerine rağbet edilm eye başlanmasından endişeli oldu­ ğunu ve geçm iş dönem in başarısızlıklarından ders çıkarılm a­ masını belirtm ek ihtiyacı duyuyordu. Üstelik SSC B’de de bazı dogmalar açıkça sorgulanmaya başlamıştı. G orbaçov, aşırı mer­ keziyetçi sistemi yum uşatm ak amacıyla 1980 ortasında planlı ekonom ide reform ve “açıklık politikaları” başlatm ıştı. Aybar, bu reform girişim lerinin yetersiz olduğunu, Stalin eleştirisiyle yetinilem eyecegini, sıranın Leniıı ve Leninizm eleştirisine gel­ mesi gerektiğini söylüyordu. Buna ragmen, “reel sosyalizm de reform ” yapılabileceği beklentisi, 198 7 ’de bütünüyle hayalî bir beklenti değildi daha. Aybar, Neden Sosyalizm?’i yazma gerek­ çesini açıklarken, “karşımızda bir sosyalist toplum gerçeği var, hatalan ve sevaplarıyla... Haıa yapılmaması olanaksız... Hele ilk sosyalist devleti kuranların hala yapmış olabilm eleri kadar do­ ğal bir olay düşünülem ez,” derken, bu göreli iyim ser beklen­ tiyi de yansıtıyordu. İki yıl sonra, Berlin Duvaıı’nın ardından reel sosyalizm dünyası birkaç yıl içinde bütünüyle çöktü. Aybar’ın, 1987’de sosyalist devletlerde temel iki sorun olarak gör­ düğü totaliterlik ve bürokrasinin, özellikle totaliter yapının re­ form kaldırmadığı görüldü. * * * Neden S osy a liz m ?'de yer alan reel sosyalist devlet ve loplum larm eleştirisi, M arks'ızmde ö r g ü t Sorunu yani elinizdeki kita­ bın ikinci bölüm ünde yapılan değerlendirmeleri ister islem ez büyük ölçüde tekrar ediyor. İki metni aynı kitap içinde top­ larken, m etinlerin özgünlüğünü bozm am ak için bu tekrarları ayıklamadık. Bunun yanında, Neden S osyalizm ? genel bir Leni­ nizm, sosyalist devlet ve örgüt pratikleri eleştirisi yapmakla ye­ tinmiyor. Aybar, kitabın önsözünde ve daha sonra sonsöz ola­ 14

rak ikinci baskıya yaptığı ilavede, Türkiye’de sosyalistlerin bir araya gelip, farklı görüşlerini tartışmaları ve bir program etra­ fında birleşm eleriyle Türkiye sol harekelinin toplum da güçlü bir yankı uyandıracağı inancıyla kitabı yazdığını ısrarla belirli­ yor. “Ben bu kitapta som ut olarak önerilerim i gelirdim , herkes de önerisini getirsin, tartışalım ve bir örgüt çatısı altında birleşclim ,” diyor. U nutm ayalım ki, 1980’lcrin ikinci yarısında, Türkiye’de solun m akus talihinin esas ve belki yegâne nedeni­ nin bölünm e, hizipçilik vs... olduğu kanaati çok güçlüydü. Bu inanç 1990'larda da devam etti ve başanlı olamayan çeşitli giri­ şimlere yol açtı. Aybar için başarı modeli, doğal olarak, T İP ’in kuruluşunu izleyen yıllardaki sosyalist solun birliğiydi. Neden S o sy a liz m ?’de Aybar aynı zamanda “nasıl sosyalizm ?” sorusunu da yanıtlamaya çalışıyor. Bunu, Türkiye’de gelenek­ sel iktidar yapısının analizine dayanan bir sosyalist mücadele perspektifine dayanarak tarif ediyor. Aybar’ın Türkiye üzerine bu tespit ve önerilerinin, aradan geçen neredeyse çeyrek yüz­ yıllık dönemde Türkiye sollarının bir bölüm ü tarafından epey aşıldığı düşünülebilir. Bugün bu tespitlerin önem li bir kısm ını günümüz “ulusalcı so l” çevreleri benimsiyor. “Yeniden Kurtu­ luş Savaşı” çağrısı; sık kullandığı “tam bağımsız Türkiye” tema­ sı; laiklik konusunda benimsediği katı tavır; kalkınm acı yakla­ şımı; darbelere ve vesayete açıkça karşı çıkarken, 1961 anaya­ sası nedeniyle 27 Mayıs’ı gene de kollam ası; CHP’yi “bey takı­ m ının" partisi olarak Lanımlayıp eleştirirken Atatürk’le ilgili bir olumsuz değerlendirm e yapmamaya özen gösterm esi ve esas olarak İnönü eleştirisiy le yetinm esi... gibi ö rn ek ler Aybar’ın Türkiye’de 20. yüzyılın ilk yarısının sorunsalı içinde yetişmiş bir düşün adam ı olduğu gerçeğini bize hatırlatıyor. Bilim sel yönteme olan büyük güveni onu zaman zaman ekonom izm in sulanna doğru sürüklüyor. Ama unutmayalım ki, hem modernizm ideolojisinin hem de kapsamlı bir Kemalizm eleştirisinin yapılmaya başladığı dönem , 87 yaşında ölen Aybar’m hayatının son yirmi-yirmi beş yılına denk düşer. Aybar’ın kendisinin özel sohbetlerde sık sık dile getirdiği gibi, “düşman gem ilerinin Boğaz’a girişini gözünden öfke gözyaşları gelerek izlem iş” bir ku15

şagın m ensubudur o. Ama dem okrasi, özgürlükler, sosyalizm ideali ve ilkeleri konusunda kuşağının çok büyük çoğunluğu­ nun kat be kat ilerisinde olabilm eyi başarm ıştır. “Tü rkiye’de bir Kürt sorunu vardır” gerçeğini, lafı dolandırmadan her or­ tamda söyleyen ilk siyasetçilerden birisi, belki ilkidir. “Kapitalizm in insan olm aktan çıkardığı som ut insanı tüm olarak insanlığına kavuşturmak M arksizmin, sosyalizm in ama­ cıd ır,” diyen Aybar’la bugün aynı perspektifi paylaşmaya de­ vam ediyoruz. Bu perspektif içind e dem okrasiyi, özgürlüğü, özgürleşm eyi ön plana çıkarm aya çalışan Aybar, bizim için güncel bir yol gösterici olmaya devam ediyor. “Bizi bu am aca işçi sınıfı ulaştıracaktır,” derken ise 19. yüzyıldan geçen yüzyıla devrolan M ehdici devrim cilik söylem iyle bilim ciliğin sentezi­ nin izinden gitmeye devam ediyor Aybar. İşçi sınıfının kendisi­ nin de geleceğin kurucu gücü kendi olduğuna artık inanm adı­ ğı bir safhada, bu iddiaya inanm ak eskisi kadar kolay değil, işçi sınıfı kavramından ne anlaşıldığına göre bu inanç bugün kendi içinde çok büyük farklar içeriyor. Aybar, II. M eşrutiyet’in ilan edildiği yıl doğdu. Doğal olarak Cum huriyet’in kuruluşuna tanıklık etm iş bir kuşağın refleks­ leri içinde, özellikle İttihat ve Terakki geleneği olarak tanım ­ ladığı vesayetçi anlayışa karşı m ücadele etti. Kendisi “bey takım ı”m n bir üyesiydi ama bu, ona bey takım ını teşhir etm ek, eleştirm ek fırsatını da veriyordu. Ayrıca bu vesileyle, T ü rk i­ ye’de o zam anlar çev irileri olm ayan M arx’in , E n gels’in , Lenin’in m etinlerine Fransızca kaynaklarından ulaşan, bu anlam ­ da Marksizmi kulaktan dolma cüm lelerle bilmekle sınırlı olm a­ yan gerçek bir bilgisi vardı. Elinizdeki kitapta yaptığı alıntıla­ rın kaynakları bu açıdan dikkat çekici. Sanınm Aybar’ın özgün­ lüğünü ve değerini anlam ak için Türkiye’ye özgü bir özgürlük­ çü sosyalizm anlayışını geliştirm eye çalışma uğraşısını, verdi­ ği siyasal m ücadelelerde şaşm adan benimsediği dem okrasi ve özgürleşme ilkelerini, kuşağının diğer tem silcilerinin ezici ço ­ ğunluğunun bu konularda aldıkları tavırlarla kıyaslam ak ye­ terli olur. “Vesayet rejim i”, “vesayet güçleri” kavramlarının bu­ günkü kadar yaygın kullanılm adığı bir dönem de CHP’yi “ve16

şayet partisi”, “beylerin, paşaların partisi” olarak eleştiriyordu Aybar. Bir sosyalist olarak AP çizgisinin söm ürü ve baskı dü­ zenini teşhir etm ekten geri durmuyordu. 12 M art sonrası M eclis’te D eniz Gezm iş ve arkadaşlarının idamlarına karşı mücade­ le eden grubun başını çekiyor, bunu m eclis kürsüsünden di­ le getiriyor, 12 Eylül darbesini ve onu izleyen dönem i, Özal’mki dahil olm ak üzere, şiddetle eleştirm ekten geri kalmıyordu. “İnsan sosyalizm için değil, sosyalizm insan içind ir,” diye­ rek reel sosyalizmi can alıcı noktasından vurm aktan, Çekoslo­ vakya’nın Sovyetler Birliği tarafından işgaline yüksek sesle kar­ şı çıkm aktan, savaşı ve şiddeti ilkesel olarak her yer ve koşul­ da eleştirm ekten geri durmadı Aybar. 1960’lardan Berlin Duvarı’nın çöküşüne kadar, ne SSCB’nin ne Ç in’in ne de başka bir “sosyalist” devletin veya m erkezin kuyrukçusu oldu. Ö lüm ünün 100. yılında, Yıldırım Türker, “Foucault’nun ta­ nımıyla, dürüstlüğünün kanıtı cesareti olan bir hakikat anlatı­ cısı; Yunan felsefesinin adlandırmasıyla bir parrthesiastes’di,” diyerek onu selam lıyordu. Sosyalizm in insanlık idealine bü ­ tünüyle sahip çıkm ayı bir an dahi elden bırakm ayarak, "yok­ sa sosyalizm ”, 191 7 ’den yani “işin başından beri sihirli bir söz­ cükten mi ibaret kalm ıştır?” diye sorm a cesaretini bu toprak­ larda hem en herkesten önce gösteren bu hakikat anlatıcısının anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

17

BİRİNCİ

KİTAP

Neden Sosyalizm?

Sevgili S iret’e hasretle...

Ö

n sö z

Azgelişmiş ülke kapitalizmi ile bir yere varamayız, ilerlem iş ül­ keleri yakalayamayız. N itekim 200 yıldır bir yere varam adık, çem beri kıram adık. İlerlem iş ü lk elerle aram ız daha da a çıl­ dı. Üstelik bu düzende em ekçi halkımızın insanca yaşaması da olanaksız. Bir avuç insan, holdingleri ile, bir avuç insan da hol­ dinglerin koruyucusu olarak, bu dışa bağımlı söm ürü düzeni­ ni sürdürüyorlar. Ve de sen em ekçi arkadaş, her gün biraz daha ufalan ekm eğinle yaşamaya uğraşıyorsun, m ütevekkil... G ör­ müyor musun haksızlıktan? Görm üyor musun sırtından günü­ nü gün edenleri? Oysa 2 0 yıl önce bir um uı belirm işti: Senin gi­ bi em ekçi 12 kişi Türkiye İşçi Partisi’ni kurmuştu. Ve 1965 se­ çimlerinde bu parti M illet M eclisi’ne 15 m illetvekili sokm uştu. “15 kişi nedir?” dem e... Tüm öteki partileri hizaya getirm işti. Her konuşm ada, ilk kez sen vardın m eclis kürsüsünde. Senin dertlerin dile getiriliyordu... Tabii yasaları degiştiremiyordu bu 15 işçi tem silcisi. Ama haksızlıkları her vesileyle vurguluyor­ du. Besbelliydi ki, ileriki seçim de daha çok milletvekili çıkara­ caklardı... Yasayı değiştirdiler. Parasız bir partinin M illet M ec­ lisi’ne girm esini çok, ço k zorlaştırdılar. Ve 1 9 6 9 ’da TİP M eclis’e sadece 2 m illetvekili sokabildi. Partinin başını yem ek için uğraşılıyordu. Nihayet Anayasa M ahkem esi, Türkiye İşçi Parti­ 23

si’nin kapatılmasına karar verdi. 1975’te em ekçi halkın hakla­ rım savunan partiler gene kuruldu. Ve 12 Eylül darbesi bu par­ tileri de kapattı. M illet M eclisi’ni ve öteki partileri kapattığı gi­ bi... Ve ardından devrimci sendikalar (DİSK) hakkında davalar açıldı. Yöneticileri hapse atıldı. Yeni yasalar çıkartıldı. İşçi hak­ ları, özgürlükleri, toplantı ve gösteri hak ve özgürlükleri, dü­ şünce özgürlüğü iyice sınırlandınldı. Bu yok edilen özgürlük­ ler, aslında senin özgürlüklerindi em ekçi arkadaş. Senin h ak ­ larının savunulmasını hedef alan yasaklardı. Yani 12 Eylül dar­ besi aslında sana karşı yapılm ışlı. Ama generallerin gösterdiği gerekçe anarşi idi. Anarşiye dur demek için devlete el koym uş­ lardı. Öyle diyorlardı. Ama her yerde sıkıyönetim vardı. Neden anarşik olayların üzerine gidilm em işti? Neden anarşi ile gere­ ği gibi mücadele edilm em işti? Sanki 12 Eylül’e zem in ve gerek­ çe hazırlanıyordu. Ama asıl bir de şu dikkat çekiyordu: Kimse bu gencecik halk çocuklarının neden silahlı m ücadeleye kalkıştıklarını sorm u ­ yordu. Neden hayatları pahasına bu işlere girişmişlerdi? Ne idi onlan silahlı mücadeleye iten etken? Aradan yedi yıl geçti; as­ kerî m ahkem eler kuruldu. Bu gençler yargılandılar; b ir k ıs­ mı idam sehpalarında can verdi ve de bir kısmı hâlâ cezaevin­ de... Ama kim se bu gençlere neden silaha sarıldıklarını sorm a­ dı. Suçlan sabit görüldü ve 146. maddeyle ölüme ya da 141. ve 142. maddelerle ağır hapis cezalanna çarptırılm akla yetinildi. Kimse onlara “Anayasal düzeni zorla değiştirmeye neden teşeb­ büs ettiniz?” sorusunu yöneltm edi... Sen merak etm edin mi ne­ den sorulmadı em ekçi arkadaş? Sormadılar, çünkü yanıtın ne olacağını tahmin ediyorlardı, biliyorlardı. Zaten gençler savun­ malarında söylediler. O nları elde silah mücadeleye iteleyen ne­ den, senin kısıtlanm ış haklarındı em ekçi arkadaş. Ve senin ül­ ken olan geri kalm ış Tü rkiye idi. Sen insanca yaşam ıyordun; Türkiye geri kalmış, dışa bağım lı ülkem iz, savaşta ilk nükleer hedef olacak, yani on m ilyonlarca insanımız yok olacaktı. T ü r­ kiye, ABD’nin ileri karakolu idi... 27 Mayıs 196 0 ’tan 12 Eylül 1 9 8 0 ’e kadar, üçü başarılı ikisi başarısız, beş hüküm et darbesi. Yani silahlı kuvvetler, dört yıl­ 24

da bir darbe yapmış... Em ir ve kom uta zincirinin başında olan­ lar, durum değerlendirm esi yapıyorlar, “M üdahale etm em iz gerekiyor! ” diyorlar ve devlete el koyuyorlar. Devlet organla­ rı arasında, anayasa ve yasaların işbölüm ü yaptığı çağdaş bir toplumda, olacak iş değildir bu. Bu gibi durumlarda sözü edi­ len, İç Hizmet Yasası’mn ünlü 35. maddesine de aykırıdır üs­ telik. Çünkü Cum huriyeti kollama, korum a görevinin anaya­ sa ve yasalar çerçevesinde gerçekleştirileceği, 35. maddede pek açık olarak ifade edilmektedir. Başka bir yorumu olmaz. Ordu­ yu hakem yaparsanız, ne hukuk devleti kalır, ne hukukun üstünLügü ilkesi, ne de demokrasi... İngiltere’de IRA; Fransa’da KorsikalIlar, Basklar; Ispanya’da gene Basklar; Almanya’da Baader-M einhof; İtalya’da Kızıl T u ­ gaylar... Am erikan kom utanını öldürdüler, cesedini de bir oto­ nun bagajına koyup, telefonla, “filan sokakta” diye polise haber verdiler. Yani şiddet olayları, bir bizde değil, her yerde. Ama bu uygar ülkelerin hiçbirinde, ordu devlete el koym uyor, m ec­ lis ve partileri kapatmıyor, demokrasiyi askıya alm ıyor. Neden acaba? O ülkelerdeki generaller daha mı az yurtsever? E lbet­ te hayır. Sadece devlet içindeki anayasal işbölüm üne saygılılar. Bu parlam entonun, hüküm etin görevi diye düşünüyorlar, her­ halde. Ama m üdahale etm em elerinin asıl ned eni, halkın bu ­ na izin verm eyeceğini bilmeleridir. Batı dem okrasilerinde, de­ m okrasinin sahibi halktır. H içbir general halkın seçtiği m eclisi feshetmeye cesaret edemez. “Egem enlik ulusundur” ilkesi gös­ term elik bir ilke değildir. Faşist hareketler bile, halkın bir ke­ sim inin desteği ile iktidara gelm işlerdir. Kom ünist partiler de artık halkın oyları ile iktidar olacaklannı söylüyorlar. Kısaca­ sı oralarda dem okrasi var, bizde oralardaki dem okrasi yok... Halkımız ne tam bilinçli ne de örgütlü. Bu boşluğu generalle­ rimiz dolduruyor, demokrasiyi yola sokm ak, teröre dur demek için devlete el koyuyorlar. Ne var ki, tepeden inm e buyruklar­ la n e demokrasi rayına oturtulur ne de terör durdurulur. Nite­ kim olm am ıştır. 12 Mart’ta dem okrasinin yeşeren dallan kesil­ miş, 12 Eylül’de ise demokrasi kökünden sökülm üştür. Sosyal olayları değerlendirirken Türkiye’nin 1947’den beri bağımlı bir 25

ülke olduğunu, ülkemizde ABD’nin üsleri bulunduğunu, Ame­ rika’nın bir ileri karakolu haline geldiğimizi asla aklım ızdan çı­ karmayalım. 4 0 yıldır Am erika’ya bağlıyız. Ü lkem izd e Ame­ rikan misyonları var. Am erika’dan askerî, ekonom ik yardım ­ lar alıyoruz. Dış borç toplamı 35 milyar dolar. Amerika ile ikili anılaşmalar imzalandı. Başkomutanı Amerikalı olan NATO’ya girdik. Savaşta NATO planları uygulanacak ve herhalde anava­ tan topraklarının karış karış savunulması stratejisi, yani Ata­ türk’ün “hattı müdafaa yok, sathı müdafaa var’’ stratejisi uygu­ lanmayacak. Bunun böyle olacağını, NATO m anevralarının da­ ha çok çıkarma manevraları biçim inde olm asından da anlıyo­ ruz. Subaylarımız Amerika’da staj görüyorlar. V e herhalde sa­ vaştan önce, Türkiye’de ne gibi önlem ler alınması gerektiği de öğretiliyor subaylarımıza. Bu önlem lerden bir bölüm ünün de sol hareketlerin tasfiyesine ilişkin önlem ler olabileceğini dü­ şünm ek, acaba yanlış mı olur dersiniz? Pentagon’un dem okra­ tik özgürlükler yanlısı olduğunu sanmak safdillik olur. Aslın­ da Amerika, Türkiye’de demokrasinin gösterm elik olm asını is­ ter. Sosyalist bir partiye ise kesinlikle karşıdır. Hele bu sosya­ list parti TİP gibi, SDP gibi ikili anılaşmalara, NATO’ya kesin­ likle karşı bir parti olursa... Oysa NATO’dan çıkm ak, ikili ant­ laşmaları feshetmek, Türkiye için kaçınılm az bir zorunluluk­ tur. Ulusumuzun yaşaması, gelecek savaşta yansız, savaş dışı kalmamıza bağlıdır. Evet, solun karşısında, Silahlı Kuvvetler ve Am erika var. Her yola başvurulacaktır, sosyalist bir partinin yaşatılmaması için. Ama buna karşın gene de sosyalist parti kurulm alıdır. Çünkü em ekçi halkımızın hakları ancak sosyalist parti tarafından sa­ vunulur. Yurdu saran tehlikeleri aşmaya ancak sosyalist parti yardıma olur. Ancak sosyalist parti tezgâhlanan oyunları halka duyurur ve halkın politik bilinç düzeyinin hızla yükselm esini sağlayabilir ve halkı örgütlerse, tezgâhlanan oyunları bozabilir. Ama bunun için önce tüm sosyalistlerin bir çatı altında toplan­ maları gerektir. Türlü tehlikelerle sarılm ışız. İrtica, yani İslâm devleti dü­ şüncesi dolayında gelişen hareketler, gün g eçtik çe yaygınla­ 26

şıyor, güçleniyor. Bu teh like ile gerçekten kim savaşıyor? As­ lında hükü m etin savaşm ası gerek la ik (!) Türkiye Cumhuriyeti’nde. Ç ünkü laikliğin halka benim setilm esi bir eğitim sorunu­ dur. Ama başbakan resm î görevle gittiği Arabistan’da um re zi­ yareti yapıyor. Laik b ir cum huriyetin başbakanı, görev yaptığı sürece bu gibi dinî vecibeleri yerine getirem ez. Umreye resmî görevi sona erin ce gider. Laik Türkiye’nin cum hurbaşkanı, Ramazan’da halka hitap ederken susayınca, dinsel öğretiden kay­ naklanan bir gerekçe göstererek, “Biz seferi sayılırız,” diyemez. Bunlar k ü çü k iki ö rn ek ama anlam lı. M alûm, balık baştan ko­ kar. Ç ok parti rejim in e geçildiğinden beri, hüküm etler ve sağcı partiler, CHP dahil, laiklik ilkesinde taviz vermeye başlamışlar­ dır. İlk tavizleri D em okrat Parti verdi, ardından Halk Partisi ve ö tekiler... Ama b u ö d ü n ler h içbir dönem de 12 Eylül'den son­ ra ulaşılan boyutlara varm am ıştır. Başbakan ve bakanların iftar yem ekleri, cum a nam azları bir yana, din eğitim i devlet okulla­ rında zorunlu hale getirilm iştir, lm am -hatip okullarının sayısı hızla arttırılm ış; hacılara, hocalara, mahalle aralarında din der­ si veren yobazlara göz yum ulm uştur. Yani bir yandan Atatürk­ çülük iddialan sürdürülürken, bir yandan da Atatürk’ün baş il­ kesi olan laikliğe, çelm e üzerine çelm e takılmıştır. Biz herkesin dinî inançlarına içten saygılıyız. Çünkü insan haklarına saygılıyız. 4 5 yıldır dem okrasi için savaşıyoruz; de­ m o k rasin in so sy alizm d en ayrılam ayacağı b ilin ci içinde ola­ rak ... Am a laik bir d evlette, ve Tü rkiye C um huriyeti laik bir devlettir, cu m hu rbaşkanının, başbakanın, hüküm et üyelerinin, m illetvekillerin in ve tüm devlet görevlilerinin, her ne suretle olursa olsu n, dinsel gösteride bulunm alarının anayasayı çiğne­ m ek anlam ına geldiği inanandayız. Ç ok işim iz var ve ço k düşm anım ız var. Oysa biz sosyalist­ ler hâlâ birbirim izle uğraşıyoruz. M utlaka bir çatı altında top­ lanm alıyız. B ilim e inanıyoruz. Bilime inanm ak, farklı görüşle­ rin bilim sel yön tem lerle ortadan kaldırılm asını zorunlu kılar. Hem M arksistiz diyeceğiz, yani bir bilim adam ının öğretisini benim sediğim izi söyleyeceğiz hem de anlaşm azlıklarım ızı bi­ lim adamları gibi, onların uyguladığı yöntem le, yani görüşleri­ 27

mizi gerçeklerle karşılaştırarak çözmeye çalışmayacağız... O la­ cak şey, kabul edilecek şey değildir bu. Sosyalistlerin bir çatı al­ ımda toplanmaları için çağrıda bulunan bir arkadaşınız olarak, nasıl bir sosyalist parti düşündüğümü bu kitapçıkta açıklıyo­ rum. Görüşlerimi tartışmaya açıyorum . İlk sosyalist devrim, bi­ lindiği gibi, 1917 E kim i’nde gerçekleşti. 70 yılını doldurdu sos­ yalizm. Bugün dünyanın bir kesimi sosyalist yönetim ler altın­ da yaşıyor. Yani gözlerimiz önünde bir sosyalist uygulama ger­ çeği var. Bu uygulamalar M arksizm -Leninizm adı verilen öğ­ reti doğrultusunda. M arksizm -Leninizm bir dünya görüşü. Bu dünya görüşünün uygulamaya konulm ası belirli yöntem lerle ve özellikle belirli bir örgütlenm e biçim i ile oluyor. Bunu hatır­ da tutalım. Bir de karşımızda bir sosyalist toplum gerçeği var, hataları ve sevapları ile... Hata yapılmaması olanaksız. Herkes hata yapar. Hele ilk sosyalist devleti kuranlann hata yapmış ol­ maları kadar doğal bir olay düşünülemez. İlk sosyalist devleti kuranların yerine kendinizi koyun. Şaşkına döneriz. Lenin ve arkadaşları büyük iş başardılar, hiç kuşkusuz. Bu tartışılm az. Ama olumsuz sonuçlar m utlaka tartışılmalıdır. G erçekleri tar­ tışmazsak, sosyalizm bilim sel bir teori olmaktan çıkar, din ha­ line gelir. M utlaka tartışacağız. Tartışm ak, teorimizi yanlışlar­ dan arındırmak, devrim ciler olarak görevimizdir. Bu kitapçığı, bu tartışmayı gündeme getirmek için kalem e al­ dım. Sosyalist uygulamaların ortak bir hastalığı var: Totaliter­ lik ve bürokrasi... Bu nasıl olm uş? Nerede yanlış bir adım atıl­ mış da, sosyalizmle hiç mi hiç bağdaşmayan bir politik düzen ortaya çıkm ış? İşte bu kitapçıkta bu sorulara yanıt vermeye ça­ lıştım. Elbet vardığım sonuçlar kim i sosyalist arkadaşların ho­ şuna gitm eyecektir. Ama sorunum uz hoşa gidip gitm em e d e­ ğildir elbet. Sorun doğrunun yanlıştan arındırılm asıdır. Bunu yapmazsak sosyalizm zararlı çıkar. Ve farkında olmadan savun­ duğumuz teori, bir inanç sistem ine dönüşür. Hiç değilse T ü r­ kiye’de buna olanak verm em ek için önerilerimi tartışmaya açı­ yorum. Nedir eleştirilerim , nedir önerilerim , bunları bu kitap­ ta bulacaksınız. G örüşlerinizi, eleştirilerinizi bildirm enizi rica ediyorum. 28

Sözlerimi noktalam adan genç sosyalistlere seslenm ek istiyo­ rum: İşçi, köylü, öğrenci, genç sosyalistler! Umudumuz sizlersiniz. G erçek birer sosyalist devrim ci olun. G erçek çi ve akıl­ lı ve de yürekli. Dünyayı başka türlü değiştirenleyiz. Hele Tür­ kiye’yi. Türkiye sadece ekonom ik bakım dan iflas halinde de­ ğil, üstelik moral çöküntü içinde de. Tüm değer yargıları da if­ las etm iş ama kim se farkında değil. Ö zellikle bu ülkeyi yönet­ m ek için ortaya çıkanlar, akıllara durgunluk verecek bir boşluk içindeler. Paranın her şey olduğunu sanıyorlar ve Tü rkiye’yi bir para m akinesi olarak görmek istiyorlar. D üşünebiliyor mu­ sunuz, borca b alık Türkiye’nin para makinesi olm asını? Tü rki­ ye’de serbest ekonom i... Ve de avuç açan Türkiye... Başbakan ciddiyetle bunu savunuyor. Pahalılıktan yakınanlara verdiği yanıt: “Parası olan alır.” Kraliçe Marie A ntoinetıe’in ünlü yanı­ tına nazire sanki. O da halkın aç olduğunu söyleyen saray na­ zırına, “Ekm ek bulam ıyorlarsa, pasta yesinler,” demişti. Açlar, kraliçenin başını yediler. Bir azınlığın halkı söm ürm esine dayanan düzenler geçici ça­ relerle sürdürülem ez. Halk, em eğinin hakkını alm adığını so­ nunda mutlaka anlar. Sosyalistler bu süreyi kısaltmaya çalışır­ lar, halka gerçekleri anlatarak. Türkiye 196 0 ’lardan beri, bu sü­ reç içine girm iştir. Süreç 12 em ekçinin Türkiye İşçi Partisi’ni kurması ile başladı. Sosyalizme gidiş, ClA’n m çabalan ve Ame­ rika’nın yardımlarıyla da durdurulamaz. Gidişi sosyalistler hız­ landıracaktır. Akıllı, yürekli, bilim kafasıyla düşünen sosyalist­ ler, genç sosyalistler. G enç işçiler, genç köylüler, genç em ekçi­ ler, Türkiye sosyalizmini siz kuracaksınız. M e h m e t A li A yba r Bebek, 3 0 Tem m uz 1987

29

BİRİNCİ BÖLÜM N eden

s o s y a l İz m

?

GELİŞMİŞLER VE AZGELİŞMİŞLER

G ünüm üzün dünyası gelişm iş ve azgelişm iş ü lk ele r olarak ikiye ayrılıyor. Bir de Avusıralya y erlileri ve E skim o lar gibi ilkel denen topluluklar var. A zgelişm işlere eskiden söm ürge denirdi. Son zam anlarda azgelişm iş deyim inin yanı sıra Üçün­ cü D ünya ya da B ağ la n tısızla r deyim leri kullanılıyor. Böylece sorunun ek o n o m ik yanı da göze batm am ış olu yor. “Bağlan­ tısızlar” p olitik b ir deyim. Tıpkı NATO ve Varşova Paktı gi­ bi... NATO’ya üye devletler var; Varşova Paktı’na üye devlet­ ler var. Bir de bu ik i paktın dışındaki devletler var; yani bağ­ lantısızlar. Azgelişmiş ü lkeler, dünya nüfusunun 3/4’ünü oluşturuyor. Ama ekonom ideki ağırlıkları bununla orantılı değil. Azgeliş­ miş ü lkelerle gelişm iş ülkeler arasında kişi başına gelir farkı, 1950’de l ’e 9 ’du, 1 9 7 0 ’te l ’e 14 oldu. Bugün herhalde fark da­ ha da büyüdü. Elimde son istatistikler yok. İk in ci Dünya Savaşı’ndan sonra azgelişm iş ü lk eler sorunu uluslararası platform ların gündemine girdi. Araştırmalar yapıl­ dı, istatistik bilgileri elde edildi, kıyaslamalar oldu. Bu ülkelere nasıl yardım edilebileceği tartışılmaya başlandı. Doğrusu bu in­ sani yaklaşım insana bir tuhaf geliyor, çünkü sorun yeni değil. 16. yüzyılda dünya ikiye bölündü: Söm ürgeci devletler ve sö ­ 33

mürge halkları... Ama işte İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ge­ lişmiş ülkeler konuyla birden ilgilenmeye başladılar. Birleşm iş M illetler’de gelişmiş ülkelerin azgelişmişlere yardım etm esi ve ulusal gelirlerinden % 1 oranında bir meblağı bu ülkelere ayır­ ması karara bağlandı. Ama karar pek uygulanamadı. G ene Bir­ leşmiş M illetler’e bağlı kuruluşlar, örneğin FA O , Dünya Ban­ kası gibi kurumlar devreye sokuldu. FAO geri kalmış ülkeler­ de tarımsal üretim in arttırılm ası için kimi reform cu önlem ler almakla görevlendirildi. Dünya Bankası da yardım işini üstlen­ di. Ama ne hikm etse elle um dur bir sonuç alınamadı ve arada­ ki uçurum derinleşmeye devam etti. Derken ABD’nin inisiyatifi ile doğrudan yard ım f!) m ekaniz­ ması harekete geçirildi. Yardım sözcüğünün masum anlamı ar­ kasında yapılan iş, bu ülkelerin borçlandırılm ası idi. ABD ya da Dünya Bankası azgelişmiş ülkelere kredi açıyordu. Bunun ko­ şulları özel anlaşmalarla saptanıyordu. Bu da azgelişmiş ülkele­ rin hamle yapmasını sağlamadı. Tersine her borç yeni borçlan­ malara yol açtığından azgelişmiş devletlerin ekonom isi borç ve faiz yükü altında ezildi ve bunlar hızlı bir enflasyonun pençe­ sine düştüler. Şimdi bazı rakamlar verelim: 18. yüzyılın başla­ rında yani Sanayi Devrimi gerçekleştiği günlerde, en yoksul ül­ kenin yaşam düzeyi ile en zengin ülkenin yaşam düzeyi arasın­ daki fark l ’e 4 .idi. 1 9 0 0 ’de bu fark l ’e 20; 1 9 7 0 ’te ise, yardımlara(!) karşın, l ’e 70 olm uştur. Gelişm iş ü lkelerin yaşam dü­ zeyleri 2 0 0 0 yılında 15 kat; dış ticaret hacim leri 10 0 kat; sana­ yi malları üretimi ise 2 .0 0 0 kat yükselecektir. Azgelişmiş ülke­ ler ise sanayileşm em iş, sanayileşem em iş ülkelerdir. Bunların yaşam düzeyi hâlâ çok düşüktür. Bunca yardımdan sonra ger­ çek anlamda bir sanayi hareketine rastlanmıyor. G enel olarak tarım da ilkel yöntem lerle sürdürülüyor ve bu ülkelerin nüfu­ su büyük bir hızla artmaya devam ediyor. Enflasyon ikili-üçlü rakamlara ulaşıyor. Şimdi de kimi ekonom i uzm anlarının ilginç bir varsayım ı­ nı sunmak istiyorum . Bu varsayımla, azgelişm iş ülke sorunu­ nun çözülemeyeceği sergilenm ek islenm iş olm alı. Diyorlar ki. azgelişmiş ülkelerde kişi başına düşen gelirin, gelişmiş ülkeler­ 34

de kisi başına düşen gelirden l puan fazla olduğunu varsaya­ lım Azgelişm iş ü lk eler g elişm iş ülkelerle arayı ancak 2 7 0 yıl sonra kapatabileceklerdir! Yani gelişm iş ü lkeler 2 7 0 yıl azge­ lişmiş ülkelerden kişi başına 1 puan az üretim yapacaklardır. Olacak şey değil tabii. E vet, bu varsayım azgelişm işlerin kapi­ talist dünyanın bir parçası olarak asla gelişm iş ülkeler düzeyi­ ne ulaşam ayacaklarını kanıtlam aktadır. G ünüm üzde azgeliş­ miş ülkelerin yıllık gelir artışı % 2, kişi başına artış da % l ’dir. G erçek böyledir. Öyle ise neden azgelişm işlik sorunu hâlâ gündemde? Neden hâlâ gelişm iş ü lkeler, özellikle ABD, gelirlerinden küçük de ol­ sa bir bölüm ünü azgelişm işlere ayırıyorlar? Ve neden bu sorun İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gündeme geldi? Bu sorulara yanıt verm eden, azgelişmiş ülke sorunu üzerin­ de durm ak istiyorum . B ir nokta hem en dikkat çekiyor: Tarih bir yana bırak ılarak , bu ü lkelerin ekonom ik, dem ografik du­ rumları rakam a vuruluyor. Bu ülkeler sanayileşm em iş toplumlardır; tarım da kullanılan yöntem ler ilkeldir; ulusal gelirleri şu kadar, kişi başına gelirleri şu kadardır; ihracat şu kadar, itha­ lat bu kadardır, yılda artış ancak şu kadardır; okur-yazar sayısı şu kadardır; bunların nüfusa oranı şu kadardır; bilim teknolo­ ji yok denecek b ir düzeydedir... gibi isıatistiki bilgiler sergileni­ yor ve sorun bu biçim de ele alındıktan sonra, çözüm ister iste­ mez bu sayılan eksiklerin giderilm esi olarak ortaya çıkıyor. Bu da som utlaşınca azgelişm iş ülkelere para ve uzman yardımında bulunulm ası ön erisi ile noktalanıyor. Oysa so ru n tarih açısın d an ele alınıp değerlendirildiğinde, çok daha ilginç ve aydınlatıcı bir tablo ile karşılaşıyoruz; 18. yüzyılın başlarına g elin en e kadar Afrika'da, Asya’da, G üney Amerika’da yaşayan halkların yaşam düzeyleri ile Avrupalı ül­ kelerin yaşam düzeyleri arasındaki fark k orku nç değildi. 16. yüzyılda başlayan söm ü rgeci talana karşı Avrupalı devletlerin yaşam düzeyleri gene de mütevazı bir ölçüdeydi. Ü stelik Hint uygarlığı, Çin uygarlığı, Avrupa uygarlığından hiç de geri sayıl­ mazdı. Hatta kim i alanlarda üstün oldukları bile söylenebilir­ di. Ancak ateşli silah ların geliştirilm esi, pusulanın icadı, Avru35

pahlara başka kıtaları talan etme olanaklarını sağlamıştı. İngil­ tere, Fransa, İspanya, Portekiz başta olmak üzere Avrupa dev­ letleri denizaşırı topraklarda sömürgeler kurdular. Yerli halkla­ rı dize getirerek bu ü lkelerin zenginliklerini talan etmeye baş­ ladılar. G üdülen am aç altın, gümüş gibi değerli m adenler el­ de etmekti. Kısaca, azgelişm işlik sorununun kökleri 16. yüzyı­ la uzanmaktadır. Ama asıl macera 18. yüzyılda İngiltere’de Sanayi Devrimi’nin gerçekleştirilm esi ile başladı. Sanayi Devrimi İngiltere’den kıta Avrupası’na ve Kuzey Am erika’ya sıçradı. Sanayi Devrimi’nden önce tarımda da reformlar yapılmış, yeni araç ve gereçler kul­ lanılmaya başlanmış, tohum lar ıslah edilmişti. Bu ve buna ben­ zer önlem ler tarım da gelirin giderek % 5 0 artm asına yol a ç­ tı. Bu gelir artışı Sanayi Devrim i’nin finansm anına yarayacak­ tı. Ayrıca tarımda çalışan nüfus da bir ölçüde azalacak, köyler­ den kentlere akın başlayacak ve yeni kurulan fabrikalar böylece ucuza kol emeği bulacaklardı. Burada bir parantez açarak Sanayi Devrimi’nin işçi sınıfının nasıl insafsızca söm ürülm esi sonucunda gerçekleştiğini anım ­ satmak isterim. İngiltere’de Sanayi Devrimi, işçileri günde 1516 saat süreyle ve kadınlarla, çocukları düşük ücretlerle çalış­ tırarak gerçekleştirilm iştir. İngiltere’de 1835 yılında tekstil en­ düstrisinde çalışan işçilerin % 13’ü, 13 yaşından küçük ço cu k ­ lardan; % 4 2 ’si de 18 yaşından küçük g en cecik insanlardan oluşmaktaydı. Ç ocuk ve kadın çalıştırılm ası ücretlerin düşük düzeyde tutulm asına yol açıyordu. Aynca bir de işsizler ordu­ su vardı, ücretlerin son derece düşük seviyede tutulm asına ola­ nak veren. Çalışma süresi yukarıda belirtildiği gibi günde 1516 saat ve haftanın 6 gününü kapsıyordu. Böylece işçi, ortala­ ma olarak yılda 4 .7 0 0 saat çalışmaktaydı. Tarım da ise yılda sa­ dece 2 .5 0 0 -3 .0 0 0 saat çalışılıyordu. Çalışma süresinin sınırlan­ dırılm ası için 19. yüzyılın yarısına gelinm esini beklem ek ge­ rekmiştir. Ama bu da işçilerden yarısının gece çalışmaya m ec­ bur edilmesi sonucunu doğurm uştur.1 İşçilere, çocuklara, kadınlara kan kusturularak gerçekleşti­ 1

36

Paul Barioch, Le Tiers-Mondc dans l'lmpassc. Gallimard, L971, s. 108-111.

rilen Sanayi Devrim i, kapitalist Avrupa devletleri ile ABD’nin yepyeni bir söm ürü politikası ile dünyaya egem en olm alarına yol açmıştır. Azgelişmişler arasında paçasını kurtaran tek ülke Japonya oldu. Kimi araştırm acılar bunun nedenini ülkenin adalardan oluşmasında görm üşlerdir. M üm kündür. Ama asıl neden sa­ nırını, Japonların Avrupa’daki gelişmeleri erken izlemiş olması ve Sanayi Devrimi’ni 20. yüzyıldan önce gerçekleştirebilm esi­ dir. Böylece Japonya, Balı kapitalizminin söm ürü alanı olm ak­ tan hem yakasını kurtarm ış hem de Kore gibi, Çin gibi kom şu­ su Asya devletlerini söm ürm e olanakları bulabilm iştir. Japonya bilindiği gibi bugün ABD ve Sovyeller Birliği’nden sonra dün­ yanın üçüncü büyük devletidir. Ne var ki, yukarıda özetlenen g erçekler göz ardı edilerek, özellikle bizde, Japon örneği ele alınıyor ve geri kalm ışlıktan kapitalist yol izlenilerek kurtulm anın m ümkün olduğu ileri sü­ rülüyor. Sanırım sayın Özal’ın mantığı da Japon örneğine daya­ nıyor ve Türkiye’nin 20 0 0 yılma kadar dünyanın ileri ülkeleri arasına gireceğini savlıyor. Genel olarak yürütülen m antık şöy­ le: Bugünün gelişm iş ülkeleri de bundan 2 0 0 -3 0 0 yıl önce ge­ lişmemiş durumdaydılar; onlar kapitalist bir düzen içinde na­ sıl ilerlemişlerse, bugünün azgelişmiş ülkeleri de aynı yolu iz­ leyerek pekâlâ kalkınabilirler, ü stelik Türkiye sanayi alan ın ­ da küçüm senm eyecek adımlar anığı için elbet kısa süre sonra gelişmiş ülkeler arasında yer alacaktır. Ne var ki, bu biçim sel mantık gene tarihi unutuyor ve gerçekleri göz ardı ediyor. Ta­ rih ve gerçekler şöyle: Batı Avrupa ülkeleri sanayileşme devrimini gerçekleştirdikleri tarihte bu ülkelerin karşısında bir baş­ ka güç yoktu. Yani uluslararası pazara egem en olan, fiyatları ayarlayıp dayatan, uluslararası ve uluslarüslü bir güç; patentler, royalty’ler söz konusu değildi o tarihlerde. G ene o tarihlerde, güçlü ve güçlü olmayan kapitalist devlet aynm ı da yoklu. Üste­ lik bu devletlerden hiçbiri dış güçlerin açık pazarı durumunda da bulunmuyordu. Hepsi eşit koşullar içinde gelişm işlerdi. Sa­ nılanın tam tersine Ingiltere’nin Sanayi Devrimi’ni ilk geliştiren devlet olmasının verdiği avantajla kısa bir süre uyguladığı libe37

rai ekonom i politikası Avrupa’da ancak sözde kalmış ve Sana­ yi Devrimlerini gerçekleştiren tüm Avrupalı kapitalist devlet­ ler ekonom ilerini gümrük duvarları ile korum uşlardır... Tarihi gerçekler böyledir. Şimdi bu gerçekler karşısında 2 0 0 0 ’li yıllar­ da Türkiye’nin gelişm iş ülkelere ulaşacağı savını terazinin bir kefesine ve Türkiye’nin gerçek anlamda, yani üretim aracı üre­ ten, sanayi dallan kuramamış bir ülke olduğu; tanm reform u­ nun gerçekleştirilem ediği; hızlı nüfus artışının dizginlenem ediği; enflasyonun hâlâ iki rakamlı boyutlarda seyrettiği ve 3,55 milyon arasında bir işsizler ordusuna sahip bulunduğu; gelir dağılımı bakım ından dünyadaki en adaletsiz yedi ülkeden biri durumunda, borca batık bir ülke olduğu ve benzeri gerçekleri de terazinin öbür kefesine koyduğumuzda 2 0 0 0 yılında ilerle­ miş ülkelere yetişeceğim iz savının ya maksatlı ileri sürülen po­ litik bir sav ya da gerçeklerden habersiz bir insanın fantezisi ol­ duğu ortaya çıkacaktır. Kapitalizm, biraz sonra açıklanacağı gibi, azgelişm iş ülkele­ re geçil vermiyor. Azgelişmiş ülkelerin kalkınabilm ek, ilerle­ m ek için önce kapitalizm çem berini kırm ası gerekiyor. G öz­ ler önünde bunun bir de örneği var: 191 7 ’de, azgelişm iş Çar­ lık Rusyası sosyalizm yolunu izlemeye başladıktan kısa bir sü­ re sonra sanayi devleti haline geldi, sorunlarını çözm e yolun­ da hızlı adımlar attı. Bugün yani 1917 devriminden 7 0 yıl sonra Sovyeıler Dirliği dünyanın iki süper devletinden biridir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalizm yolunu tutan kimi Avrupa devletleri ile Asya’nın kimi azgelişmiş devletleri de kısa zam an­ da kapitalizmin çem berini kırm ışlar ve hızla sanayileşerek geli­ şen ülkeler arasına girmişlerdir. Biliyorum ; “Ama bu nlar diktatörlük” denecektir. Herde bu konuyu ele alacağım ve göreceğiz ki, sosyalizm d em o k rasi­ ye kapalı bir rejim değildir. Tam tersine insanların söm ürül­ mekten kurtulup, kişiliklerini tam anlamıyla buldukları, eşit­ lik ve özgü rlü k rejim id ir. Ama önce azgelişm işlik çe m b eri­ nin neden kapitalist yol izlenerek kırılam ayacağını açıklam a­ mız gerekiyor.

38

K a p ita liz m

Kapitalizm söm ürüye dayalı so sy o e k o n o m ik bir sistemdir. Bu üretim biçim i, feodalitenin yıkılışından sonra dünyaya egemen olm uştur. K ap italizm işçi sın ıfın ın söm ürülm esine dayalı bir düzendir. İşçilerin çalışarak yarattıkları d eğ erlere, yani malla­ ra burjuva sın ıfı sahip olur, işçinin em ek gücünün ürettiği de­ ğerler de ona aittir. O ysa patronun ödediği ücreti de işçi üretir. Çünkü işçiye öd enen ü cret, işçinin bir işgününde ürettiği top­ lam değerin b ir bölü m üd ü r. Patron, işçinin yarattığı değerden ücreti düşer, artı-degeri cebine indirir. Yani sermayeyi işçi ya­ ratır ama ona sahip olan işçi değil, patrondur. Em ekle sermaye arasındaki bu çelişk i, üretim in sosyal karakteri ile üretim araç­ larının özel m ülkiyet konusu olması arasındaki çelişkiden kay­ naklanm aktadır. Bu, kapitalist rejim in temel çelişkisidir. Yani kapitalist sistem içinde ortadan kaldırılması olanaksız, dolayı­ sıyla kapitalizm in er g eç tarih sahnesinden silinm esine yol aça­ cak olan esas çelişkidir. A zgelişm iş ü lk elerle gelişm iş ü lkeler arasındaki çelişki de, kapitalizm in tem el çelişkisin in bir uzantısıdır. Sömürüye daya­ lı bir üretim biçim i olarak, kapitalizm in bir dünya sistem i ha­ line gelm esi sonucund a ortaya çıkm ıştır. Azgelişmişliği kapita­ lizmden bağım sız b ir olgu gibi ele alm ak yanlıştır. Evet, kapita­ lizm çelişkili bir düzen: Tem el çelişki burjuva sınıfı ile işçi sını­ fı arasında. U luslararası alanda ise gelişm iş ü lkeler ile azgeliş­ miş ü lkeler arasında. D em ek oluyor k i, ne işçi sınıfının sömü­ rüsünü ne azgelişm işlik sorununu kapitalist sistem içinde çöz­ me olanağı yoktu r. Her iki çelişki de sosyalizm in, kapitalizmin yerine geçm esi ile ortadan kalkacaktır. Ve tıpkı kölelik gibi, de­ rebeylik gibi kapitalizm de tarihe karışacaktır. Kapitalizm in çelişk ilerin in sistem in doğasından kaynaklan­ dığını söylüyoruz. Bu n e d em ektir, kapitalizm in doğasından kaynaklanıyor d em ekle ne ifade edilm ek isleniyor? Kapitaliz­ min temel yapısı gereği belirli bir sermaye yoğunlaşır, büyür ve aynı zamanda m erkezleşir. Bu oluşum kapitalizm in temel yasa­ sıdır. Yoğunlaşm a yani belirli bir serm ayenin yuvarlanan karto­ 39

pu gibi büyümesi kapitalist gelişmeyi hızlandırır; kapitalist ge­ lişme de kapitalist birikim i hızlandırır. Demek ki, sermaye sü­ rekli büyüyor, yoğunlaşıyor. Ama serm aye kendiliğinden bü­ yümez. Bir kasaya 1 milyon lira koyalım , bir yıl sonra kasa açıl­ dığında 1 milyon lira, 1 milyon 1 lira olm am ıştır. Şu halde ser­ mayenin büyüm esini, yoğunlaşm asını sağlayan başka bir elken var. Bu etken işçilerin söm ürülen em eğidir; sermayeye dönüş­ türülen artı-degerdir... Bir yandan da sermaye az sayıda kişilerin elinde toplanır. Kü­ çük serm aye sahipleri, büyük serm aye sahiplerinin rekabeti­ ne dayanamaz. Bunlar ya iflas ederler ya da büyük sermayenin egemenliğine girerler. Ama her iki yol da serm ayenin m erkez­ leşm esini hızlandırır. Bu, yoğunlaşm adan, birikim den büsbü­ tün ayrı bir olgudur. Yoğunlaşma, serm ayenin oluşum sü reci­ dir. Yani işçilerin daha yoğun biçim de söm ürülm eleri, artı-degerin büyümesi olayı. M erkezleşm e ise oluşm uş küçük serm a­ yelerin büyük sermayeye boyun eğmesi, tekellerin egem enliği­ ne girmesi olayıdır. Kapitalizmin bu niteliği, yani büyük serm ayenin küçük ser­ mayeleri yu tm ası biçim inde beliren yapısal işleyişi, azgelişmiş ülkeler sorununa da ışık tutuyor. Şöyle ki: Kapitalizmi çok son­ radan benim sem iş, daha doğrusu benim sem ek zorunda bırakıl­ mış olan azgelişmiş ülkelerin sermaye varlığı, gelişmiş ülkeler­ le kıyaslanamayacak bir düzeydedir. Böylece azgelişmiş ülke ile gelişmiş ülke arasındaki ilişkilerde m erkezleşm e olgusu m etro­ pollerin yani gelişm iş ü lkelerin, zenginlikleri şu veya bu yol­ dan dünya kapitalizm inin egem enliğine girm ekledir. Bilindi­ ği gibi dünya kapitalizmi, ticaret kapitalizmi evresinden finans kapitalizmi evresine geçm iştir. Bu aşamada kapitalistin elinde biriken artı-deger, faiz oranları yeterli görülm ediğinden, daha yüksek faiz elde edilen ve sermayeye gereksinim i olan ülkele­ re, yani azgelişmiş ülkelere yönelir. Sermaye ihraç edilir. Böy­ lece kapitalizm, em peryalizm aşamasına girm iş olur. Sermaye ihracı dönemi ise 19. yüzyıl sonlarında başladı. Bu konuya iler­ de döneceğiz. Şimdi yukarıda sıralanan sorulara yanıt verm e­ ye çalışalım: 40

G elişm iş kapitalist devletler neden azgelişm işlere yardım edi­ yorlar? Ve azgelişm işlik olayı yüzlerce yıldır sürüp gittiği hal­ de neden soru n İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gündeme ge­ tirilm iştir? İkinci Dünya Savaşı sonrasını anımsayalım : Sovyetler Birliği, Avrupa’nın hem en yansına el atm ış; Almanya’nın da yarısını ele g eçirm iştir. Yalta ve Berlin konferanslarında ısrar­ la B oğazların statüsünün değiştirilm esini istem iştir. Türkiye’ye notalar verm iştir.2 SovyeLİer Birliği ayrıca dolaylı yoldan Tür­ kiye’n in kuzey doğusunda sınır düzeltmeleri de istem iştir. Sol­ cu Y unan b irlikleri Atina’nın varoşlarında savaşmaktadır. Ko­ re’de, V ietnam ’da savaş patlayacaktır. İngiltere, Fransa savaştan galip çıkm ışlar am a eski güçleri kalmamıştır. Sömürge impara­ torluklarının yerini, biçim sel olarak bağımsız devletler almıştır, Afrika’da Asya’da. Bunlardan kim isi sosyalist: Kuzey Kore, Ku­ zey V ietnam gibi. A frika’da kim i devletler sosyalist planlamayı denemeye hazırlanıyor, kısacası savaş sonrası durum kapitalist devletleri kaygılandırıyor. O rtadoğu, Uzakdoğu, Afrika hare­ ketli. Sosyalizm e kayabilirler korkusu var. ABD’nin Avrupa’da­ ki silahlı güçlerini geri çekm eye hazırlanması, W inston Churchill’i kaygılandırıyor. Yaşlı politikacı Amerika’yı uyarmaya ka­ rarlı. “Avrupa’n ın yarısı dem ir perde arkasında,” diyor, Ame­ rika’ya gidiyor. F u lto n ’da bir konuşma yapıyor: “Ingiliz İmpa­ ratorluğu artık eski gücünde değil: Avrupa’yı kom ünizm e kar­ şı savunam az. Ö zgür dünyayı korum a görevi - y a n i kapitalizm i karıtm a g ö r e v i- size yani Amerika’ya düşüyor.”... Savaşı kazanm ış, hoys’larına kavuşan Am erikan halkından olum lu yanıt çıkm ıyor. Trum an yönetim i de Avrupa’da kalma­ ya h iç istekli görünm üyor; geleneksel politikalarına dönm ek is­ tedikleri anlaşılıyor. Ne var ki, bu arada Dışişleri’nde Sovyet so­ runları uzm anı G eorge Kenan, Amerika’nın Sovyet yayılmacı­ lığı karşısında seyirci kalamayacağını ve uzun vadeli bir plan­ la bu yayılm anın durdurulm ası gerektiğini ısrarla savunmaya başlıyor; C hu rch ill’i destekliyor. Kennan, Sovyetlerin uzun va­ deli planlarının, kapitalizmi yeryüzünden silm ek olduğu nok­ 2

8 Ağustos 1946 vc 24 Eylül 1946 tarihli notalar, bkz. Feridun Cemal Erkin, Tüılt-Sovycı /U fkileri ve B oğazlar Meselesi, Ankara 1968, s. 414-440.

41

tasını vurgulayarak, Sovyetlerle dost olunamayacağını ileri sü­ rüyor. Bir an için Türkiye’ye dönelim . 1945 Martı’nda Sovyetler, 20 yıldır yürürlükte olan Türk-Sovyet dostluk ve tarafsızlık anlaş­ masını feshetmişlerdi. Yenilenm esi için ağır koşullar ileri sürü­ yorlardı. Türkiye yalnızdı. Ama belki Baıı-Sovyet ittifakının ba­ rışta da süreceğine ihtim al vermediği ve zaten başka bir seçe­ nek de olmadığı için İnönü, Sovyetlerin Boğazlar ve sınır de­ ğişikliği hakkındaki isteklerini kesin olarak reddetm işti. Belki de Türkiye’nin stratejik konum unun, yeni gelişm eler sırasın­ da Amerika’nın ilgisini çekebileceğini hesap ediyordu. Nitekim bir süre sonra, büyükelçi Ertegün’ün ölüsünü getiren M issou­ ri zırhlısının kom utanına: “Siz gelince kuzeydeki k arabulut­ lar dağılıyor,” diyecek; Türkiye’de ciddi bir kom ünizm tehlike­ si bulunduğu kanısını yaratmak için 4 Aralık 194 5 ’te Tan ola­ yını sahneletecektir. O gün İstanbul’da korkunç olaylar olm uş­ tu. Kom ünizm i lanetleme mitingi düzenleyen İstanbul Ü niver­ sitesi öğrencilerinin arasına karışan baltalı, balyozlu kışkırtıcı­ lar, gençleri BabIâli’ye yöneltm iş ve utanç verici olaylar başla­ mıştı. Tan m atbaasının makineleri kırılmış, gazetenin idareha­ nesi ve sol kitaplar satan kitapçılar talan edilm işti. BabIâli’den Beyoglu’na yönelen kalabalık L a Turquie gazetesini basan m at­ baayı da tahrip etmişti. Bu iğrenç bir tertipti. Ne Tan gazetesi­ nin arkasında gizli bir kom ünist hareket vardı ne de Tan gaze­ tesi kom ünizm propagandası yapıyordu. Öyle bir şey olsa he­ men 1 4 1 -1 4 2 işletiliverirdi. Evet, İnönü, C hu rch ill’den önce, Tan olayı ile A m erika’ya davetiye çıkarm ış, “Avrupa’dan ayrılm a; T ü rkiye’ye gel,” de­ mişti... C hurchill’in uyarıları, Kennan raporları ve Sovyetlerin Yalta ve Potsdam konferanslarında Boğazlarla ilgili talepleri, sonun­ da Am erikan yönetim ini harekete geçirdi: Başkan Trum an 12 Mart 1947 günü Kongre’ye sunduğu mesajda, Sovyet tehdidini vurgulayarak Türkiye ve Yunanistan’a askerî ve ekonom ik yardım da(!) bulunulm asını istedi. Her şey o günden sonra başladı: Türkiye’nin Amerika’nın ileri karakolu haline düşm esi, Mars42

hall planı, Berlin olayı, NATO ve Varşova paktları. Soğuk Sa­ vaş... Evet, her şey 12 M art 1947’de başladı...

A z g e liş m iş le r e y a r d ım

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gündeme gelen sorunlardan bi­ ri de, azgelişmiş ülkelere yardım konusudur. Bunun bir insan­ lık görevi olduğu söyleniyordu. Daha önce belirtildiği gibi Bir­ leşmiş M illetler’de bu konuda kararlar da alınm ıştır. Ama yar­ dımın borçlandırm a biçim ind e olm ası, in san lık görevi gibi ge­ rekçelerin altında hangi amacın yattığını anlam akta güçlük çe­ kenlere bile ışık tutm uştur sanırım. Birer birer siyasal bağım sızlıklarını elde eden bu geri kalmış, azgelişmiş ülkelerin sosyalizm e kaym aları olasılığı önlenm ek istenm iştir, Borçlandırm anın asıl nedeni budur. A ynca bunlara yoksun oldukları serm aye sağlanarak, gelişm elerine küçük öl­ çüde de olsa, yardım edilm iş olacaktı. Böylece kapitalizm le de kalkınmanın, gelişm enin olanaklı olduğu kanıtlanacaktı. Evet, sanırım yardım ın nedenleri bunlardı. Ancak sonradan, başlangıçta boyutları pek görülem em iş bir olayla karşılaşıldı: Borç ve faizlerin ödenm esinde zorluklar ortaya çıktı. Hatta ki­ mi borçlu ülkeler borç ve faiz taksitlerini ödeyemiyorlardı. El­ bet kötü yönetim lerin etkisi vardı bu sonuçta. Ama asıl neden, borçlandırm anın altında söm ürü am acının yatmasıydı. Kaldı ki, kimi hallerde azgelişm iş ülkelerin tasarruf kapasiteleri de aşılmış olduğundan, borçlandırm a fiyasko ile sonuçlanm ıştır. Bilindiği gibi sayıları hiç de az olmayan kimi azgelişmiş ülkeler borçlarını ödeyem eyeceklerini açıklamışlardır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra azgelişmişler arasında sade­ ce Güney Kore geri kalm ışlık çem berini kırm ayı başarmıştır. O da borçlandırm a ile ilgili olmayan politik bir nedenden ile­ ri gelm iştir. Kore Savaşı’ndan sonra ABD, G üney Kore’yi k o ­ münist kuzeye karşı, kapitalist yoldan kalkınm ış örnek bir ül­ ke yapmaya karar vermiştir. Güney Kore, Am erikan sermaye­ sinin ikinci anavatanı haline gelmiştir. Tabii buna dikta rejim i­ nin sağladığı avantajlar da, yani çalışkan Kore halkının aşın sö­ 43

mürülmesi de eklenince, G üney K o re m ucizesi diye adlandırılan sonuç ortaya çıkm ıştır. Bunun dışında borçlandırm a yoluyla kurtarılm ış başka hiçbir ülke yoktur. B ir koyundan iki post ç ık ­ m a z■Hem b o rç verip söm ürenin, hem borç alarak söm ürülenin birlikte kârlı çıkm aları olanaksızdır. Le M onde gazetesi IM F G e­ nel Müdürü ile yaptığı konuşm ayı yayımladı. G enel müdür, az­ gelişmiş ülkelerin gelişm eleri için yeni bir strateji uygulayacaklan n ı söylüyor. Bu bir itiraf: Bugüne dek başan sağlanam am ış­ tır. Yeni stratejinin de aynı başansızlığa uğrayacağı kuşkusuz. Nitekim L e M onde da aynı kanıda olacak ki, yayımladığı tablo­ ya “Borçlandırm anın Tuzağı” başlığını atm ış. Bu tabloya göre 1 9 8 0 -1 987 arası özel kaynaklardan alman borçlar, 3 0 0 milyar dolardan 5 8 0 milyar dolara, kamu kuruluşlarından sağlananlar da 180 milyar dolardan, 3 5 0 m ilyar dolara yükselm iştir. Buna karşılık, 19 5 7 -1 9 8 5 yıllan arasında, hammadde fiyallan göster­ gesi, 114’ten 6 0 ’a düşm üştür (1 9 5 6 -1 9 8 6 göstergesi 1 0 0 ). Dış satımdan sağlanan girdilerle ödem elerde artış görülüyor: Asya 1980 % 8, 1986 % 13; Ortadoğu 1980 % 4 , 1986 % 15; Afrika 1980 % 1 6 ,1 9 8 6 % 31 ; Latin Am erika 1980 % 3 3 ,1 9 8 6 % 4 6 ...3 Sonuç: G eri kalm ış ü lkeler için , kapitalist yoldan kurtuluş hayal! Borçlanm a ise tuzak!

3

44

1-e Monde. 9 Temmuz 1987.

A rka

OSMANLI DEVLETİ'Nİ K a p i d a n F e t h e d e n K a p İt a l İz m

Osm anlı Devleti’nde reform düşüncesi 18. yüzyılın ortaların­ da gerçekten gündem e geldi. Daha önce de kimi reform lar ya­ pılmıştı. Ama bunlar sistem in içinde kalan, sistem i iyileştirme adımlarıydı. Dam at İbrahim Paşa ve Lale Devri ile sistem in dı­ şına çıkılıyor, Avrupa örnek alınıyor, yeni bir yaşam anlayışı gündeme geliyordu. Bu başlangıç daha som ut hareketlere yol açtı: Nizam-ı Cedid, Tanzimat, Tanzim at’ın hızlandırılm ası için alman kararlar... Kuşkusuz aynı tarihlerde Avrupa’da da yeni adım lar atılıyor­ du. Kapitalizm, m erkantilist siyasetin sınırlarım aşarak, yepye­ ni bir döneme giriyordu. İngiliz W att, buhar m akinesini bir laboratuvar aleti olm aktan çıkarıyor, bir üretim aracı haline geti­ riyordu. Artık Sanayi Devrimi başlamıştı. Sanayi D evrim i ço k kısa zamanda İngiltere’den Avrupa’ya ve Am erika’ya sıçradı. Avrupa devletleri içinde Fransa, bilim ­ sel ve teknolojik birikim ine dayanarak m akineli üretim e ilk ge­ çen Avrupa ülkesi oldu. Böylece İngiltere ve Fransa’da kapita­ lizm yeni bir aşamaya ulaştı: Fabrikaların ü rettiği m allar için yeni pazarlar sağlamayı amaçlayan, yayılmacı bir politika izlen­ meye başlandı. O sm anlı Devleti geri kalmış geniş ülkesi ile ilk akla gelen pa­ 45

zarlardan biri oldu. Ne var ki, O sm anlı Devleti’nde kapitalist girişimler için öncelikle ilkel tarım ve el sanatlanna dayalı ka­ palı ekonom ik yapının değiştirilmesi gerekiyordu. Narh ve ge­ dik sistem leri yürürlükten kaldırılmadıkça, yani fiyatların ser­ bestçe oluşmadığı ve üretim in tekele bağlı bulunduğu bir ülke­ de, kapitalizmin kârlı işler çevirmesine olanak yoktu. Bir de H ıristiyan u yru kluların M üslüm anlarla eşit h ak la­ ra sahip olm aları konusu vardı. Hıristiyanların özellikle malmülk konularında güvenceye kavuşturulması gerekti. T an zi­ mat Ferm anı’nın perde arkasında bu sorun yalıyordu. İngiltere ile Fransa, hukuksal reform konusunda BabIâli’yi sıkıştırm aya başladılar. İngiliz ve Fransız elçileri, Reşit Paşa’ya geciktirilm e­ den siyasal, hukuksal, yönetsel reformlar yapılmasını öneriyor­ lardı. Kapitalizm için sorun sadece düşük güm rükle ve el tez­ gâhlarının rekabet edemeyeceği düşük fiyatlarla piyasaya mal sürm ekten ibaret değildi. Demiryolu gibi, vapur işletm eciliği gibi, m adencilik gibi, liman inşaatı gibi bir dizi işin tezgâhlan­ ması da gündemde idi. Kuşkusuz bu ve buna benzer iş projele­ ri açıklanmıyordu. Elçilerin talepleri insan hakları ile sınırlı gö­ rünüyordu. İnsan haklarını savunuyorlardı: Hırisıiyanlara eşit­ lik istiyorlardı. Ama bu gerekçelerin arkasındaki am aç, kapita­ lizme serbestçe gelişme olanakları sağlamaktı. Gülhane Ham Hümayunu 3 Kasım 1839 günü M ustafa Re­ şit Paşa tarafından okundu. İki bölüm den oluşuyordu. G iriş niteliğinde bir bölüm ve asıl m etin. Padişah, O sm anlı uyru­ ğunda olanların, M üslüm an-H ıristiyan ayrımı yapm adan, ya­ şam, onur, mal ve m ülklerini güvence altına alacağını; vergile­ rin bir sistem e bağlanacağını; askere alma işinde ve eğitim in­ de yeni yöntem ler uygulanacağını açıklıyordu. Bu işlerin yeri­ ne getirilmesi işi de, Babıâli’de kurulan M eclis-i Ahkâm-ı Adliye’ye veriliyordu. Bilindiği gibi G ülhane Hattı bir anayasa değildi. Padişahın verdiği bir sözden ibaretti. Ama gene de ön em li bir adım dı. Bundan böyle çıkarılacak yasalar birtakım ilkelere bağlanıyor­ du. Bunlar kalın çizgide, Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları D ek­ larasyonundan esinlenerek kaleme alınmış ilkelerdi. 46

Tanzim atçıların k işilik ve kariyerleri de önem lidir. Mustafa Reşit Paşa, İngiliz yanlısı idi. Londra’da büyükelçilik yapmış­ tı. Kırım Savaşı yıllarınd a ve daha sonra, Rusların kutsal yer­ ler konusunda istek lerin e karşı koym uş ve lngilizlerin deste­ ğini sağlam ıştı. Reşit Paşa’nm y etiştirm eleri olan Ali ve Fuat Paşalar Fran­ sa’ya y akın lık duym aktaydılar. Her ikisi de defalarca D ışişle­ ri Bakanlığı ve sadrazam lık (başbakanlık) görevlerinde bulun­ muşlardı. R eşit Paşa 1 8 5 8 ’de, Fuat Paşa 1 8 6 9 ’da, Ali Paşa da 1871’de öldüler. Dem ek ki, Mustafa Reşit Paşa’nın Dışişleri Ba­ kanlığı görevine atandığı 1837 yılından, Ali Paşa’nın ölüm tari­ hi olan 1871 yılına kadar, yani 34 yıl, O sm anlı Devleti’nin po­ litikası İngiltere ve F ran sa’ya yakınlıkları ile tanınm ış bu üç ki­ şinin elinde idi. İngiliz ve Fransız kapitalizm inin Osmanlı Devleti’nde egem enlik kurm ası da aynı zaman dilim inde olmuştur. Rastlantı da olsa ilginç b ir rastlantı. Soruna salt bu açıdan bakı­ larak araştırm alar yapılm ası yararlı olur sanırım. G ü lh ane H attı H üm ayunu’nun oku nm ası, eski k u ru m lan , eski gelen ek ve görenekleri ortadan kaldırm am ıştı. Dış ticaret müstem en adı verilen yabancılann elindeydi. Bir süre sonra Av­ rupa tüccarı denen gayrim üslim yerli tüccarlara da Avrupa ile ticaret yapma yetkisi tanındı. Ardından M üslüman tüccara da aynı hak verildi. B ö ylcce O sm anlı pazarlarını İngiliz ve Fran­ sız fabrika m alları kapladı. Bunun sonucunda, başla dokuma­ cılık olm ak üzere, çeşitli el sanatları art arda iflas etliler. Fabri­ ka m allan ile rekabet edem iyorlardı. Buna karşılık ticaretle uğraşanlann sayısı, hızla artırıyordu. Ö zellikle liman kentlerinde, bunlar genellikle yabancı ve gayn müslim lerden oluşan tüccar­ lardı. Köylerde yaşayanlar, kentlerde çeşitli m esleklerde çalı­ şanlar, hızla yoksullaşm aklaydı. Üstelik ticaretin gelişmesi dev­ letin vergi gelirlerini de görünür biçim de arttırm am ışıı. Devlet, ihtiyaçlarını karşılayabilm ek için kâğıt para basıyordu, bütçe açıkları bu yoldan kapatılıyordu. Ama h er ne o lu rsa o lsu n , G alata bank alarınd an sağlanan önem siz b o rçla r d ışınd a devlet henüz bo rç k ıskacın a girm e­ mişti. 47

Durum Kırım Savaşı’nda degişLi. Devletin normal gelirleri ta­ mam en harcandığı halde, bütçede büyük bir açık ortaya çıktı. Bilindiği gibi, İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’nin yanında, Rusya’ya karşı savaşa katıldılar. Bu savaş dolayısıyla, Osm anlı Devleti ilk kez dışarıdan borç aldı. Fransa ve İngiltere’nin aracılığı ile Londra’da Palmers Bank ası’ndan 3 m ilyon İngiliz lirası bo rç alındı. Kapı açılm ıştı. 1 855’te gene Londra’daki Rosehild Bankası’ndan 5 milyon İn­ giliz lirası borç alındı. Bu ilk b o rçla n hızla yeni borçlar izle­ di. Başlangıçta bütçe açıklannı kapatmak için borç alınıyordu. Sonraları borç ve faiz taksitlerini ödem ek için borç alınmaya başlandı. Hemen her yıl yeniden borçlanıyordu devlet. On yıl içinde (1 8 6 3 ) dış borç tutarı 1 m ilyar franka yükselmişti. 1875 yılına gelindiğinde devletin b o rç toplamı 5.5 m ilyar franktı. Oysa devletin tüm gelirleri bu borçların ancak faizlerine yete­ cek kadardı. Bunun ü zerine, beş yıl sü re ile faizlerin sadece yarısın ın ödenm esi için anlaşmaya varıldı. Ruslarla başlayan yeni bir sa­ vaş (1 8 7 7 -7 8 ) Osm anlı mâliyesi için ağır bir darbe oldu. Savaş sırasında basılan kâğıt paralara, bir de savaş tazminatı eklendi: Ruslara 8 0 0 milyon frank ödem ek durumunda kaldık. Kaçınılmaz olarak akla şu soru geliyor: Türkiye’nin sorunla­ rını yakından bilen İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’nin sü­ rekli borçlanm asına neden göz yummuşlardı? Bu soruya yanıt verm eden, İngiltere’nin 1861 yılında BabIâ­ li’ye yaptığı şu öneriyi açıklam ak istiyorum: 1- Tüm Osmanlı borçlarını birleştirerek bunlara özel bir ge­ lir sağlamak, 2- İm paratorluğun mâliyesi üzerinde uluslararası b ir k o n ­ trol kurmak. Bu iki maddelik önerinin ışığında, ilerideki tarihsel gelişm e­ leri hesaba katm asak bile, am acın ne olduğunu kestirm ek zor değildir. Hele kapitalizm in, ticaret kapitalizm i aşam asından mali kapitalizm aşamasına geldiği düşünülünce... Berlin Kongresi’nde (1 8 7 8 ) büyük devletler, O sm anlı Devleti üzerinde mali kontrollerini kurm ak yolunu her ne kadar gün­ 48

deme getirm işlerse de, İstanbul’da bir m aliy e kom isyonu kurul­ ması h akkınd aki önerilerini kabul ettirem ediler. M uharrem Kararnam esi diye bilinen belgenin borçlarla ilgi­ li bölüm ü şöyleydi: 1- O sm anlı borçları 5 .2 milyar franktan, 2.5 milyar franka in­ dirilm iştir; (Aslında gerçek borç bu kadardı.) 2 - F aizlerle, b o rç taksitlerinin ödenm esi için tuz, ispirtolu iç­ kiler, tütün, ipek, balık, pul ve damga vergileri karşılık olarak g österilm iştir. A yrıca O sm an lı egem enliğindeki k im i Balkan hüküm etlerinden alm an vergiler de karşılık olarak gösterildi. M uharrem Kararnam esi ile dünya kapitalizm ine bağımlılığın kurum laşm asına yol açılıyordu. Hüküm ete bağlı olmayan bir kurum devletin gelir kaynaklarının büyük bölümüne, el koyu­ yordu. D üyun-u U m um iye adını alacak ve yabancı alacaklıların haklarını korum akla görevli olan bu kurum ; mem urları, silah­ lı adam ları, k o lcu ları ile devlet içinde devlet olacaktı (1 8 8 1 ). Burada bir parantez açarak, 187 5 yılma gelindiğinde darbo­ ğazların daha da daraldığını ve bilançonun hiç de rahatlatıcı ol­ madığını vurgulam ak gerekir. Kötü mahsul alınması, açlık teh­ likesi yaratm ış olm asının yanı sıra vergi gelirlerinin de düşme­ sine yol açm ıştı. Oysa dış borç taksitlerinin zamanında öden­ mesi gerekiyordu. Dış borçlar 2 0 0 m ilyon İngiliz lirasını bul­ muştu ve yıllık giderler 12 m ilyon İngiliz lirasına yaklaşıyor­ du. 1 8 7 4 -7 5 bü tçesind e 22 m ilyon olarak hesaplanan genel ge­ lirlerden, borç taksitleri düşülünce geriye kalan m iktar devlet m asraflarını karşılam ıyord u. A yrıca 16 m ilyona yakın dalga­ lı b orçlar vardı. Avrupa’da O sm anlı Devleti’nin geleceği hakkında ciddi kay­ gılar belirm işti. K upon ham illerine zamanında ödem e yapıla­ mıyordu. Bunlar arasında kamu hizm eti gören yabancı şirket­ ler de bulunuyordu. Bu cid d i d u ru m u , A vrupalı alacak lılar açısından daha da ağırlaştıran olay, M ahm ut Nedim Paşa’mn sadrazamlığa atan­ ması old u . T a n z im a t’tan b eri devleti hep In g iltere ve F ra n ­ sa’ya sem patisi olan sadrazamlar yönelm işti. Oysa 187 5 Agustosu’nd a sadrazam lığa ik in ci kez atanan M ahm ut Nedim Pa­ 49

şa, Rusya yanlısı olarak tanınıyordu. Üstelik Rus elçisi Ignaıie fin etkisinde kaldığı da söyleniyordu. Borç taksitlerinin öden­ mesine böyle bir zamanda ara verilmesi kaygılan büsbütün art­ tırmıştı. O sm anlı hüküm eti 5 milyon liralık bütçe açığı karşı­ sında, vadesi gelm iş kuponlann ancak yarısını ödeyebileceği­ ni; geriye kalanları ise % 5 faizli tahvillerle 5 yılda ödeyeceğini açıklam ıştı (1 8 7 5 ). Avrupa serm ayesinin O sm anlı Devleti’ne g irişi hiç k u şku ­ suz kâr amacıyla olm uştur. Ama başka nedenler de vardı. T ıp ­ kı bugün olduğu gibi, o günlerde de devletin jeo p o litik konu­ mu önemli rol oynuyordu. Ö zellikle İngiltere’n in , Rusya’nın sı­ cak denizlere inme politikasına karşı Osm anlı Devleti’ni bir ile­ ri karakol olarak gördüğü ve bu bakımdan O sm anlı Devleti’nin bağım sızlığına önem verdiği anlaşılıyor. T ü rkiye’nin je o p o li­ tik ve stratejik konum u, büyük devletlerle ilişkiler söz konu ­ su olduğunda, öncelikle göz önünde tutulmalıdır. Ingiltere bu­ nun açık örneği. 20. yüzyılın başlarında ise Türkiye bu kez Al­ man em peryalizminin ileri karakolu oldu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra gene ileri karakol görevindeydik. Bu kez patron ABD idi. Bu konuya ileride döneceğiz. 1 8 7 0 -8 0 yıllarında Osm anlı Devleti mali zorluklarının yanı sıra, bir dizi olumsuz politik zorluklarla da karşı karşıya bulu­ nuyordu. im paratorluğun Avrupa’daki toprakları üzerinde is­ yanlar, savaşlar birbirini kovalıyordu. Bu olayların arkasında genellikle Rusya ya da Avusturya vardı: Hersek isyanı, Sırbis­ tan ve Karadağ savaşları. Bulgar ayaklamasından sonra 1 8 7 7 ’de Rusya ile savaş başlayacaktır. Bu olayların Osm anlı borçları bakımından olum suz gelişm e­ lere neden olduğu görülm ektedir. Rusya ile savaş talihsiz bir savaştır. Osmanlı orduları yenile­ cektir. Berlin’de toplanan kongrede (1 8 7 8 ) yenilginin m uha­ sebesi yanında, tahvil sahiplerinin iddiaları da gündeme gele­ cektir. Kongrede temsil edilen Avrupa devletleri borçlar konusun­ da bir kom isyon kurulm asını önerdiler. Bu kom isyon tahvil sa­ hiplerinin şikâyetlerini, O sm anlı Devleti’nin m ali durum unu 50

göz önünde tutarak, değerlendirecek ve etkin önlem ler alacak­ tır. Osmanlı Devleti delegeleri bu öneriye karşı çıktıkları halde, öneri onaylandı (XV1I1 sayılı protokol). Osm anlı Devleti bir kom isyon kurulm ası kararından haklı olarak tedirgindi. Bağım sızlıkla bağdaşmaz düşüncesinde idi. Borçların ödenmesi ile ilgili olarak Babıâli mali proje hazırladı: Osmanlı hüküm eti dış borçların ödenme biçim ini hüküm etle doğrudan doğruya görüşm ek üzere, tahvil sahiplerine çağrıda bulunarak, delegelerini atam alannı istiyordu. Delegelerin atan­ ması uzun sürdü. Sonunda İstanbul’a gelen delegelerle 2 0 Ara­ lık 1881’de bir anlaşm a im zalandı. Anlaşma, iç ve dış borçla­ rın azaltılması; konsolide edilen borçlarla bunların karşılanm a­ sı için gösterilen kaynakların saptanması; y ön elim kon sey i adı ile kurulan yürütme organının yetkileri gibi konulan içeren 21 maddeden oluşuyordu. Muharrem Kararnam esi olarak bilinen bir iç hukuk belgesi, böylece uluslararası boyutları olan bir anlaşmaya kaynaklık et­ miş oluyordu. Buna göre de devlet, gelirlerinden bir bölüm ünü borçların karşılanm asına ayırıyordu. Bu gelirler tuz, tütün te­ kelleriyle, damga resm i, alkol vergisi, balık vergisi ve ipek b ö­ ceği kozası vergisinden oluşuyordu. Böylece O sm anlı Devleti, toprakları üzerinde devlet yetkisi kullanan bir kurumu kendi­ si kurmuştu. Yani ilmeği elleriyle boynuna geçirm işti... Bu ko­ nuyu noktalamadan, bir başka ibret levhasını gözler önüne ser­ mek istiyorum. Osmanlı Devleti, Alman em peryalizminin buyruğunda sava­ şa gireli iki yıl olm uştu. İttih at ve Terakki Partisi iktidarda idi. Müslüman esnaf ve tüccarları bir çatı altında toplanm ası için Çalışmalar yapılıyordu. Partinin ileri gelenlerinden, genel m er­ kez üyesi Kara Kemal Bey’in başkanlığında bir kom isyon kurul­ muştu. Çalışmalar sırasında Kara Kemal Bey, İttihat ve Terakki’nin sınıfsal dayanağını açıklam ak gereğini duymuş ve şöyle konuşmuştu: “İttihat ve Terakki cemiyeti önce askere, sonra memurlara dayandı. Askerlerin siyasetle uğraşmasının doğru bir şey ol51

m adiği b ü tü n d ü n y aca söz götü rm ez b u lu nd u ğu nd an, b u n ­ dan er geç el çek ile ceğ i tabiidir. M em urlara g elin ce: onlara hangi parti bol aylık ve yü ksek m em uriyet vaad ederse o ta­ rafı tercih etliğ i görülüyor. A skerle m em ura dayanm anın sa­ kın caları b ö y lece an laşılın ca esn af cem iyetleri teşk ili ile o n ­ lardan kuvvet alınm ası düşünüldü. Ve gerçeklen bu cem iyet­ lerin başına getirilen soru m lu sek reter aracılığı ile esnafı arzu edilen tarafa y ö n eltm ek olanaklı ise de, bir ku ru kalabalıktan ibaret olan esn af an cak sokak nüm ayişlerinde işe yaram akta­ dır. Şu halde bunlardan da İttihat ve T erakki C em iyeti fayda­ lanam ıyor. Bundan d olayı başka uygar ülkelerde olduğu gibi yurdum uzda da b ir bu rju v a sınıfı vücuda g etirilerek , İttihat ve T erak k i C em iy eti’n in b u s ın ıf sayesinde varlığını sü rd ü r­ m esine çalışm ak g erek m ek led ir, ve bu am açla cem iyet, m il­ li şirk etler ku ru lm asın a, m illi bir banka açılm asına ve M üslü­ man esn af ve tü cca n n b ire r cem iyet halinde birleşm esin e gay­ ret e tm e k te d ir."1

İttihatçıların bir burjuva sınıfı yaratmayı am açlam aları, Ba­ tı örnek alınarak y enileşm e, m odernleşm e düşü ncesinin d o­ ğal uzantısıydı. Danıştay’ın , Sayıştay’ın aktarılm ası gibi bu rju ­ va sınıf da aktarılacaktı. Ama bu düşünce, İttihatçıların Batı’daki ekonom ik, sosyal gelişm elerden habersiz olduklarının da ka­ nıtıydı. Alman em peryalizm inin dümen suyunda ve de Alman generallerinin denetimi altında, evlatlarımız dört cephede kan­ lı savaşlar veriyordu, Kara Kemal Bey burjuva sınıfı yaratacağız dediği günlerde. Ellerindeki silahlar Alman yapısıydı. Kısaca savaşa nasıl girdiğimizi anımsatmak isterim. Alınacak pek çok ders var. Ingiltere, Fransa, Rusya ile Almanya arasında bir savaş çıkm asının kaçınılm az görüldüğü günlerde, iktidarda olan İttihat ve Terakki yöneticileri arasında Ingilizlerden, Fransızlardan yana m ı, Almanlardan yana mı olunması tartışma ko­ nusuydu. Başını Enver Paşa’nın çektiği askerler kesim i genel­ likle Almanya’yı yeğliyordu. Ama Cemal Paşa gibi İngiltere ve m üttefikleri ile anlaşmaya taraftar olanlar da vardı. Almanya ile 1

52

Osman Nuri (Ergin), Mecelle-1 Umur-i Belediye, c. I. Istanbul 1922, s. 869.

görüşmeler Başbakan ve Dışişleri Bakanı Sait Halim Paşa ile En­ ver Paşa tarafından yürütülüyordu. Savaş başladıktan kısa bir süre sonra im zalanan ittifak anlaşm ası (2 Ağustos 1 9 1 4 ) giz­ li tutuldu. H üküm etin tüm üyelerine bile açıklanm adı. Ve Osmanlı Devleti bir süre sonra bir oldu bitti ile savaşa sürüklendi. Akdeniz’deki iki Alman zırhlısı G öben ve Breslau, Çanakkale’yi geçerek İstanbul lim anına dem ir attılar. Ingilizler gem ilerin ka­ rasularımızdan çıkarılm asını ya da gemi personelinin gözaltı­ na alınm asını istediler. Osmanlı hüküm eti hiçbirini yapamaz­ dı. Almanya ile ittifak anlaşması imzalanmıştı. Kitaba uydurul­ du: Gem ilerin satın alındığı ilan edildi. Adları Yavuz ve Midilli oldu. Alman süvari Amiral Souchon’a, “Paşa” unvanı verilerek Osmanlı üniform ası giydirildi. İngiliz tezgâhlarına daha önce iki zırhlı sipariş edilm işti. Savaş çıkınca Churchill bu zırhlıla­ ra el koymuştu. Alman zırhlılarının O sm anlılaştırılm asıyla bu­ na da cevap verilm iş oluyordu. Hükümet üyelerinden pek çoğu savaşa girilm em esinden ya­ naydı. Ingiltere ile Rusya da Osmanlılarm savaşa katılm asını is­ temiyordu. Konuşm alar sürdürülüyordu. Hatta savaşa girmez­ sek kapitülasyonlar konusunda ödünler verebileceklerini bile söylüyorlardı. Enver Paşa ile arkadaşları ise Alm anlann yanında savaşa ka­ tılm am ız için u ğraşıyorlard ı. K ap itülasyon ların k ald ırılm a­ sı konusunda ısrarlıydılar. “Bu fırsat kaçırılm asın ,” diyorlar­ dı. Ağır bastılar: Kapitülasyonlar kaldırıldı. Ingilizler, Fransızlar bu tek yanlı karan tanımayacaklardı. Ama m üttefikim iz Al­ manya da mem nun olmamıştı. İşte o günlerde Amiral Souchon Paşa’nın kom utasındaki iki Alman zırh lısı (yeni adlarıyla Yavuz ve M idilli) K aradeniz’e açıldılar. Pruvalarında Türk bayrağı dalgalanıyordu. Olayı Talat Paşa'dan dinleyelim: “Arefe g ü n ü n d e, K aradeniz d o n an m asıy la A m iral S o u ch o n arasında bir m uharebe vuku bulduğu ve ‘G ö b cn ’in Rus sahille­ rini bom bardım an etliği haberini aldık. Bu hadiseden hiçbirim iz daha ö nceden m alû m atlar değil-

53

dik. Fakat herkes gibi ben de Enver Paşa’n ın haberi oldu ğu­ na kani idim. Sadrazam b ir karar verm ek m ecburiyetinde kaldı. Ve netice­ de harp haline geçm em izi tercih etti. Caviı de dahil olm ak üze­ re diğer nazırlar istifalan nı verdiler.”2

Savaşa sü rü k len iy o ru z; Başbakan’ın , Bahriy e B ak an ı’nın , içişleri Bakanı’nın olaydan haberi yok. Enver Paşa ile Amiral Souchon anlaşm ışlar. Almanya em ir vermiş... Şimdi de Almanya’nın yerinde Amerika var. G öben ve Bres­ lau zırhlılarının yerinde ABD üsleri var. Bunlara o rta k tesis di­ yor bizim kiler. Ama örneğin İn cirlik Ü ssü tek an ah tarlı. Ve anahtar Amerikalılarda. Amiral Souchon rolünü, bugün Am eri­ kalı üs kom utanı, hava pilot albay W illiam Douglass üstlenmiş. ABD savaşa karar verdiğinde İncirlik Hava Ü ssü’nden uçaklar havalanacak ve Sovyet k entleri bom balanacak. Bundan kim ­ senin kuşkusu olm asın. Türkiye’nin kaderini ellerinde tutan­ lar: “Biz izin verm ezsek havalanamaz uçaklar,” diyeceklerdir. Ama ABD karar verirse uçaklar havalanacaktır ve G öben, Bres­ lau olayı bir kez daha yaşanacaktır. Ne var ki, tarih aynen tek­ rarlanmadığından, Türkiye’nin mahvolması için Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi dört yıl beklenm eyecektir. Sovyetler’den yanıt hem en o anda gelecektir ve de belki 10 m ilyon yurttaşı­ mız yok olacak, en az bir o kadan da yavaş yavaş ölecektir. Sa­ vaşı Sovyeller açarsa gene aynı senaryo sergilenecektir. M illiyet muhabiri İncirlik Hava Üssü’nü gezmiş. “Pentagon­ dan izinsiz girilem eyen yerler var” diye başlık atm ış. Yazılan­ lardan anlaşılıyor ki, hiçbir şey yapılamaz. N ükleer bom balar onların elinde, uçaklar onlann uçakları. Biz sadece üste nöbet tutuyoruz, üssün güvenliğini sağlıyoruz. Ama İn cirlik Üssü bi­ zim güvenliğim izi sağlamıyor. Tam tersine bizim için bir gü­ vensizlik konusu. Düğmeye başkaları basacak. K onuyu ilerd e tekrar ele alacağız. Şim di d ö n elim B ir in ­ ci Dünya Savaşı’nın son yıllarına. O tarihte kim lere ne kadar borçlu olduğumuzu görelim: 2

54

Tevfik Çavdar, Talât Paşa, Dost Kitabevi Yayınlan, Ankara 1984, s. 367-368.

Fransa

% 6 0 .3

(Yaklaşık 2 .5 milyar frank)

Almanya

% 2 1 .3

(Yaklaşık 8 5 0 m ilyon frank)

İngiltere

% 14.3

(Yaklaşık 6 0 0 milyon frank)

İtalya

%

(Yaklaşık 120 m ilyon frank)

3

Osmanlı Devleti ile alacaklı tem silcileri arasında varılan an­ laşm a g ereği ( 1 8 8 1 ) b o rç la r 5 .2 m ilyar franktan 2 .5 m ilyar franka in d irilm işti (A slında O sm anlı D evleti'nin borcu da bu kadardı). D üyun-u U m um iye İdaresi’nin şubeleri Türkiye dü­ zeyine yayılm ıştı. A rkalarında O sm anlı Bankası vardı. Bu ban­ ka, F ran sız ve İn g iliz m ali gruplarınca kurulm uştu. Bir süre sonra, Alm an mali grupları da kendi bankalannı kuracaklardı. D em iryollarında h ükü m etlerin hisseleri ise şöyleydi: Türk H üküm eti

% 31

Almanya

% 3 6 .8

Fransa

% 21

İngiltere

% 10.5

Belçika

%

1.7

İk in ci sırada y er alan A lm anya bu yarışa sonradan katılmıştı. Almanya 1 9 1 4 yılında, yani savaştan hem en önce, Anadolu’da 4 .8 0 0 k ilom etre d em iryolu im tiyazına sahip bulunuyordu. Al­ manya’nın D oğu’ya uzanm a politikası anım sanınca, Basra Körfezi’ne doğru uzanan Bağdat dem iryolunun, ekonom ik ve siya­ sal önem i h em en ortaya çıkar. Bu im tiyazın sadece 1.8 0 0 kilo­ m etresi işletilm ek te idi. Haydarpaşa-Ankara dem iryolunun im­ tiyazı daha 1 8 8 8 yılında bir Alman grubu tarafından alınm ıştı. Ereğli h attın ın im tiyazı ise 19 1 2 tarihli idi.3

Osmanlı'nın sonu 1 9 1 8 y ılın d a itila f D ev letleri tüm cep h elerd e saldırıya g eç­ ti. İm paratorluğun sonu gelm işti. Avrupa kapitalizm i önce ti3

E.E. Adamof, Cihan Harbi Esnasında Avrupa Hükümetleri ile Türkiye, Anado­ lu'nun Taksim i. İstanbul 1926, s. 10-59.

55

caret sermayesiyle ülkeye girm iş, ardından borçlarla mali ser­ maye bizi dize getirm işti; son vuruşu da tngiliz, Fransız silah­ ları yapıyordu. Alman em peryalizm inin Doğu’ya açılm a politi­ kasına alet edilen asırlık koca im paratorluk, silahlarını bırakı­ yordu: M ondros Ateşkes Antlaşm ası, itilaf D evlctleri’nin işga­ li ve Sevr barışı... Yüzlerce yıldır süren çö k ü şe ilk tepki tabandan, halkın is­ yanından geldi: İzm ir’e çıkan Yunan kuvvetlerine halkın için ­ den çıkan sosyalist Haşan T ah sin ’in kurşunu yanıt verdi. Ha­ san Tahsin orada öldürüldü. Ama ulusum uz kurtulacak, ya­ şayacaktı. Sosyalist Haşan Tahsin, kurtuluş yolunu gösterm iş­ ti ölürken... Artık son yaklaşıyordu. Enver Paşa Doğu C ephesi’nin k o ­ mutanlığını, Cemal Paşa da Suriye kom utanlığını üstlendi. An­ cak Alman denetimi giderek ağırlaşıyordu. General Lim an Von Sanders’in başyardım cısı olan G eneral Von Seeckt, O sm anlı G enelkurm ay Başkanlığı’na getirilm işti. Von der G oltz da ön ­ ce Birinci Ordu Kom utanlığı’na, daha sonra M ezopotamya’da­ ki Altıncı Ordu Kom utanlığı’na atanmıştı. Von Falkenhayn, F i­ listin’deki kuvvetlerin kom utanı olmuştu. Ayrıca Milli Savun­ ma Bakanlığı’nda hareket, istihbarat, demiryolları, ikm al işleri, silah ve cephane, köm ür işleri hep Alman subaylarının kom u ­ tası altındaydı.4 Savaş kazanılsa da kaybedilse de O sm anlı Devleti’nin artık kaderi belliydi. Almanya’nın uydusu olacaktı... Ama bu arada kim i çık ışla r da yapılıyordu. Bunlardan bir kısm ının kaderi savaşın kaderin e bağlıydı. Hatta bu bile ke­ sin sayılm azdı. Ö rneğin k apitülasyonlar kaldırıldı. Bu kâğıt üzerinde kaldı. Buna k arşılık laiklik konusunda adım lar atıl­ dı. Şeyhülislâm kabineden çıkarıldı. Şeriat mahkem eleri Adalet Bakanlığı’na bağlandı. İttihat ve T erakk i’nin siyasal id eolojisi, devleti m aceralara sürükleyecek nitelikteydi. Kapitalizme özenmesi de onu T ü rk ­ çülük ideolojisiyle bağdaştırılması olanaksız bir kozm opolitli­ 4

56

Stanford J. Shaw, Osmanlı imparatorluğu ve Madeni Türkiye, c. 2, H Yayınlan, Istanbul 1982, s. 375-376.

ğe iteliyordu, ittih atçıların ekonom iye yaklaşım ı Kara Kemal Bey’in açıkladığı gibi bir burjuva sınıfı yaratıp işleri ona bırak­ maktan ibaretli. Oysa yaratılması düşünülen bu sınıfın önem ­ li bir kısmını oluşturan tüccar takımı (m üstem en, Avrupa tüc­ carı, Hayriye tüccarı) öteden beri, O sm anlı toplum unun m es­ lek gruplarından biri olarak varlığını sürdürm ekte idi. İttihat­ çıların görem edikleri, düşünemedikleri, Türk burjuva sınıfının dünya kapitalizm inin yurdumuzdaki uzantısı olacağı, T ü rk i­ ye’nin söm ürülm esine aracılık edeceği idi. Bunlar arasında imparatorluğun yazgısında en önem li yeri iş­ gal edeni kuşkusuz Enver Paşa’dır. Enver Paşa, 1910 -1 9 1 1 yıl­ larında askerî ateşe olarak Almanya’da bulunm uştu. Alman mi­ litarizm inin hayranlarındandı. İkin ci Balkan Savaşı’nda Edir­ ne’yi geri alan O sm anlı birliklerinin kom utanı olan Enver Pa­ şa, Babıâli baskını ile İttihat ve Terakki’nin güçlü adamı hali­ ne gelmişti. B irin ci Dünya Savaşı’ndan hem en ö n ceki yıllarda O sm anlı İm paratorluğu, M üslüm an olm ayan nüfusunun yaşadığı top­ rakları kaybettiğind en, İttihat ve T erakk i, O sm anlı id eo lo ji­ si yerine, Ziya G ökalp’in Türkçülük ideolojisini benim sem iş­ ti. Ne var ki, D urkheim sosyolojisinden kaynaklanan bu idea­ list ideoloji, ekonom ik gerçeklerin göz ardı edilm esine neden olmuştu. Böylece Alman emperyalizminin gerçek yüzü görüle­ memiş, Almanya’nın yanında savaşa katılmakla, Kızılelm a efsa­ nesinin gerçekleştirilebileceği sanılmıştı. II. M eşrutiyet’in ilanından önceki yıllarda, İttihat ve Terak­ ki umudu tem sil eden bir siyasal hareketti. G eleneksel yönetici kadrolardan gelm eyen genç insanların yönettiği yürekli bir giz­ li siyasal hareketti. İdeolojisi ne idi? İstibdada karşı savaştığı bi­ liniyordu. Bu da yetiyordu Abdülhamit’e karşı olanlara. ttıih at ve Terakki’nin m erkezi Selanik’te idi. id eolojisi, Abdülham it d önem inin yaygın id eo lo jisi p anislâm cılıgın karşı­ lı olan pantürkçü lü kıü . 19. yüzyıl Avrupası’nda gelişen m il­ let fikri O sm anlı aydınları tarafından da benim senm işti. Doğ­ rusunu isterseniz, çokuluslu bir imparatorluk için pek geçerli olmayacak bir ideoloji. Ama Osmanlı İm paratorluğu’nun ege­ 57

m en etnik grubunu oluşturan Türkler, devletin itici bir güce kavuşmasında bu ideolojinin olumlu bir elken olacağı in a n a n ­ daydılar. İttihat ve Terakki üzerinde durmamızın asıl nedeni, bu par­ tinin bir siyaset yöntemi getirmiş olmasıdır. Yani Avrupa’da ge­ çerli olan uygulamanın salt görüntülerini benim seyerek, tepe­ den inm eci, dikta rejim i uygulamasını gerçekleştirm eye çalış­ masıdır. Bu arada ekonom ik düzen olarak da kapitalizm e yö­ nelm işlerdir. Neden kapitalizm ? Çünkü Avrupa ü lkelerin in ekonom ik düzeni kapitalistti. Ama belki Selanik’te parti çevre­ sini oluşturanların önemli bir kesim inin tüccarlardan oluşm a­ sı da etken olmuştur. İzlenen politikalar bakım ından bu Batı tak litçiliğ in in b e l­ ki en hazin iki sonucu özgürlükçü düzen savlarının daima kâ­ ğıt üzerinde kalmış olması ve ekonom ik analizlere sırt çevril­ mesidir. Kara Kemal Bey’in burjuva sınıfı yetiştirm ek ve bu sı­ nıfa dayanmak konusundaki açıklam ası, ekonom i konusunda gereken titizliğin gösterilm em iş olduğunun açık bir örneğidir: B ir burjuva sınıji y etiştirm ek, sera d a kaktü s y etiştirm ek gibi bir şey sanılm ıştır. Oysa o tarihte yeni burjuva sınıfı em eklem e ça­ ğında da olsa, salt tüccarlardan da oluşsa, vardı. M üstem enler, Avrupa ve Hayriye tüccarları yerli burjuvazinin öncüleri değil miydi? Ama bu, Teşviki Sanayi Yasası ve daha başka yasalar­ la burjuvaziye devlet hâzinesinden kaynak sağlandığı gerçeği­ nin unutulması anlamına gelmez tabii. Bu yardımlar günüm ü­ ze kadar uzanm ıştır. Hele bir holdingin danışmanı olan sayın Özal’ın başbakan olm asından sonra bu yardım lar daha anlam ­ lı bir hal almıştır. Ancak dünya düzeyinde burjuva sınıfları arasındaki ilişkile­ rin, büyük balığın kü çü k b a lık la rı yutm ası gibi büyük serm ayele­ rin küçükler aleyhinde hızla yoğunlaşan büyüm esine, m erkez­ leşm esine yol açtığı, ü stelik siyasal bağım lılık da doğurduğu, pek çoğumuzun, özellikle halkım ızın bilmediği b ir gerçektir. Kara Kemal Bey’in ve arkadaşlarının iktidarda oldukları Bi­ rinci Dünya Savaşı yıllarını düşünelim : O sm anlı D evleti, Al­ manya’nın m üttefiki idi. İngiltere ile Fransa, O sm anlı Devle­ 58

ti’niıı Üçlü İttifa ka üye olm ak için başvurularına olumsuz yanıt verdikleri halde, neden Almanya bizim le ittifak anlaşm ası im­ zalamıştı? Herhalde Enver Paşa’nın Kayzer W ilhelm taklidi bı­ yıklarına hayran kaldıkları için değil. Almanya yanlısı, İttihat­ çı, bey ve paşalarımızın bu sorunu enine boyuna tartıştıklanm ve Alman em peryalizm inin, Doğu’ya uzanma politikasında Osmanlı Devleti ni bir araç olarak kullandığının bilincinde olduk­ larını sanm ıyorum . Hele burjuva sınıfı yaratma konusundaki kararlan anım sanınca bu bey ve paşalann ekonom iden ve dün­ ya kapitalizminin o günkü aşamasından habersiz olduktan or­ taya çıkıyor. Kapitalizm in, ona sonradan ayak uydurmaya çalı­ şan geri kalm ış ülkeler için bu yoldan kurtuluş olamayacağını İttihatçılar, yakın tarihim izi değerlendirebilm iş olsalardı m ut­ laka görürler, anlarlardı. Osm anlı Devleti’nin duraklama ve ge­ rileme tarihi ile kapitalizm in ortaya çıkışı ve dünya politikası­ na damgasını vuruşunun aynı tarihlere rastladığını görecekler­ di. Buna karşı denilebilir ki, görm üşlerdir ve kapitalizme yöne­ lerek bu tehlikeyi önlem eye çalışmışlardır. Burada İttihatçılara fazla yüklenm em ek gerektiğini söylemeliyim. Çünkü bu ana­ lizleri yapmak için M arksist ekonomiyi bilm ek gerekir. O tarih­ lerde ise M arx’in yapıtlarını bilen Türklerin sayısı herhalde bir avuç insanı geçm ezdi. Evet, İttihatçılara haksızlık etm eyelim , çünkü aynı şeyleri bugünün bey ve paşa takımı için de söyleye­ biliriz. Oysa aradan 80 yıl geçmiştir. Ve Türkiye yeniden dün­ ya kapitalizminin ağma düşmüştür. B ilinm esi gereken k im i bilim sel g erçek ler var bu konuda. Kapitalizmin hızla gelişm esi ve bir dünya sistem i haline gelme­ si, buhar m akinesinin bulgulanmasına ve Endüstri Devrimi’ne bağlıdır. Endüstri Devrimi daha önce belirtildiği gibi 18. yüz­ yılın sonlarında İngiltere’de gerçekleşti. M akineli üretim kapi­ talizme hızla büyüm e ve yayılma olanağını sağladı. Avrupa ka­ pitalizmi önce endüstri malları ihraç etti endüstrileşm em iş ül­ kelere, daha sonra da serm aye ihracına yöneldi, lıh alci ülkele­ rin dış ticaret ve ödem e dengeleri giderek artan açıklar vermeye başladı. Bunun üzerine kapitalist ülkeler mal akım ını sürdür­ mek için alıcı ülkelere borç vermeye başladılar, yani sermaye 59

ihraç ettiler. Kapitalist ülkeler böylece kârlarım katm erleştirm e olanağım buldular; sattıkları mallardan kâr ediyorlardı, ayrıca verdikleri borcun faizi olarak da kâr sağlıyorlardı. Çift kıskaç. Osmanlı Devleti bu operasyonun ekonom i kitaplarına geçm iş en güzel örneklerinden biridir. Bu koşullar altında geri kalm ış ülkelerin ilerlem esi, gelişm e­ si olanaksızdı. Üstelik ekonom i bakımından bağım lılık, sonuç olarak siyasal bağımlılığa da yol açıyordu. Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti bu çıkm az yolun en belirgin örneklerin­ den biridir. Bu kısır döngüyü bilim sel yönü ile de açıklam ak istiyorum: Kapitalizm bir ekon om ik-sosyal düzen, bir üretim biçim i. Bugün dünya kapitalizmi belirli aşamalardan geçerek em per­ yalizm denen ve sermaye ihracı biçim inde karşımıza çıkan bir noktaya gelm iştir. Bu aşamada kapitalizm, uluslararası m ono­ pollerin kurulmasına yol açm ıştır. Bu da dünyanın nüfuz böl­ gelerine ayrılmasıyla sonuçlanm ıştır. M onopoller kapitalizmi, kapitalizmin yeni bir türüdür. 1873 krizini izleyen ve uzun sü­ ren depresyonla birlikte, küçüklerin büyükler tarafından yu­ tulması sonucunda kapitalizm in m erkezleşm esi hızlanm ıştır. Bu tarihten sonra (1 8 7 3 krizi) ileri kapitalist ülkelerde hızlı bir monopolleşmeye tanık olunm aktadır. 1903 bunalımından son­ ra karteller, Avrupa ek o n o m ik yaşam ının bekçiliğin i olağan hale getirmiştir. Kapitalizm emperyalizme dönüşmüştür. Kimi rakam lar verelim : Kartel sayısı, Almanya’da 10 yılda 2 5 0 'den 3 8 5 ’e; ABD’de, 185’ten 2 5 0 ’ye yükselm iştir.5 Bir parantez açarak, son zam anlarda liberal ekonom i doğ­ rultusunda resm î ağızların yaptığı teşvik konuşm alarına de­ ğ inm ek isterim : K orum acı ön lem lere karşı çık ılıy o r; liberal ekonom i doğrultusunda alınan kararlar övülüyor. Liberal p o­ litikanın Tü rkiye’nin büyüm e hızını artırdığı ileri sürülüyor. Bu savın gerçeğe ne derece uygun olduğunu bir yana bıraka­ rak, söz konusu büyüm enin em ekçi halk yığınlarının gelirleri­ ne ne ölçüde yansıdığına bakm ak gerekir. Türkiye gelir dağı­ lımı bakım ından en adaletsiz durumda olan yedi ülkeden b i­ 5

60

Economic Politique, Ed. Social 1949, s. 275-302.

ridir. D em ek ki, büyüme eğer gerçekse, bu gelişm e em ekçile­ re yansım ıyor. Ö nem li olan büyüme hızının kişi başına düşen gerçek büyüklüğüdür ve bu oran sürekli korunduğu takdirde azgelişmiş ülkelerle gelişm iş ü lkeler arasındaki uçurum un ne ölçüde kapatılabileceğidir. “Dünya Bankası’nın verilerine gö­ re, Türkiye’nin 1977 yılında 1110 dolar olan kişi başına milli geliri 198 5 ’te 1 0 8 0 dolara düştü. Türkiye, Dünya Bankası’nm en yoksuldan en zengine uzanan kişi başına gayri safi milli ha­ sıla sıralam asında 1 9 7 7 ’de 70. sırada yer alırk en , 1 9 8 5 ’te 62. sırada yer aldı. Böylece Türkiye yoksulluk merdivenlerinde 8 basamak gerilem iş oldu.”6 Bu açıdan bakıldığında rakamların um ut verici olmadığı gö­ rülür. Bu görüşler bugün için. İttihat ve T erakk i dönem inde böyle rakamlar yoktu. Ama Almanya ile Türkiye’nin birlikte sa­ vaşa girm elerinden, savaş kazanılsa bile, bizim kazançlı çıkm a­ mız söz konusu değildi. Kara Kemal Bey’le yapılalı konuşm adan iki yıl sonra savaş kayb ed ilecektir ve Sevr A ntlaşm ası’m n ağır şartların ı kabul eden O sm anlı Devleti yaşamının sonuna gelecektir.

Kurtuluş Savaşı Kurtuluş Savaşı’na zor koşullarda başlandı. O günleri görenle­ rin sayısı ço k azaldı. G ençler o günleri kitaplardan öğreniyor­ lar. Her kitap da doğru değil. Hele ’50 ’li yıllardan sonra yazı­ lanlar, Kurtuluş Savaşı’nm niteliğini, herhangi bir savaştan onu ayıran temeldeki farkı vurgulamıyorlar. Bu savaşın tanı bağı msizlik için bir savaş olduğu ve asıl düşm anın Yunan kuvvetleri gerisindeki sömürü düzeni olduğu belirtilm iyor. Oysa o yıllar­ da savaşın bu özelliği her fırsatta açıklanır, emperyalizme karşı savaş verdiğimiz sık sık vurgulanırdı. Yalnız İstanbul hüküm e­ ti ve bağlı olanlar, bunu görmezlikten gelir ve işgal kuvvetleri ile hoş geçinm enin yolunu ararlardı. Kurtuluş savaşımızın başka, yepyeni bir savaş olduğunu dile getiren iki belge sunacağım: 6

Cumhuriyet, 1 Temmuz 1987.

61

Türkiye Büyük M illet M eclisi’nin 21 Ekim 1 9 2 6 tarihli b il­ dirgesinde şöyle denilmektedir. “(...) T ü rkiye Büyük M illet M eclisi, M illi hu d u tlar dahilinde hayat ve istiklâlini tem in ... ahdiyle teşek kü l etm iştir. B in ae­ naleyh hayat ve istik lâlin i, yegane ve m ukaddes em el bildiği Türkiye halkım , em peryalizm ve kapitalizm tahakküm ve zul­ m ünden kurtararak irade ve hakim iyetinin sahibi kılm akla ga­ yesine vasıl olacağı kanaatindedir. Türkiye Büyük M illet M eclisi, m illetin hayat ve istiklâline suikast eden em peryalist ve kapitalist d üşm anların tecavüzle­ rine karşı müdafaa ve bu m aksada aykırı harek et edenleri tedip azm iyle kurulm uş bir orduya sahiptir. E m ir ve kum anda salâ­ hiyeti Büyük M illet M eclisi’nin manevi şahsiyetidir. Türkiye Büyük M illet M eclisi, halkın öteden beri maruz bu­ lunduğu sefalet sebeplerini yeni vasıtalar ve teşkilat ile kaldır­ mak, yerine, refah ve saadet getirmeyi başlıca hed ef addeder. Bi­ naenaleyh toprak, maarif, adliye, maliye, iktisat ve evkaf işlerin­ de ve diğer m esel elerde sosyal yardımlaşma ve kardeşliği hakim kılarak, halkın ihtiyaçlarına göre yenilikler ve tesisler vücuda getirm eğe çalışacaktır. Bunun için de siyasi ve içtim ai [sosyal] um delerini [ilk elerin i] m illetin ruhundan alm ak ve tatb ik at­ ta m illetin tem ayüllerini ve ananelerini gözetm ek fikrindedir. Binaenaleyh, Türkiye Büyük M illet M eclisi m em lek etin ida­ ri, ik tisad i, içtim a i ih tiy a çla rın a m ü te allik h ü k ü m le ri peyd cr pey te tk ik ve k an u n şek lin d e tatb ik m ev kiin e koym ağa başlam ıştır.”7

Bir m illetvekilinin, “Bildirgede sözü edilen kapitalizm , kuş­ kusuz dış kapitalizm ” dem esi üzerine, kom isyon sözcüsü şu yanıtı vermişti: "Hayır: ayrım yapılm am ıştır. Biz kapitalizm in, em peryalizm in her şekline karşıyız.”

O günlerde, kapitalizm ve emperyalizm konusunda Mustafa Kemal Paşa da şöyle konuşuyordu: 7

62

TBMM Tutanakları, 21 Ekim 1336 (.1921) günkü toplantı.

“Fakat mesleki içtimai [sosyal öğreti, sosyoloji) itibariyle dü­ şündüğümüz zaman, biz hayatını, istiklâlini kurtarmak için çalışan erbabı sayız [emekçileriz|, zavallı bir halkız! Mahiye­ timizi bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışma­ ya mecbur olan bir halkız! Binaenaleyh her birimizin hak­ kı vardır. Salâhiyeti vardır. Fakat çalışmak sayesinde bir hak­ kı iktisab ederiz [elde ederiz). Yoksa arka üstü yatmak ve ha­ yatını saydan muarra [çalışmadan) geçirmek istiyen insanla­ rın bizim hayat-ı içıimaiyemiz içerisinde [toplumumuz arasın­ da) yeri yoktur, hakkı yoldur! (alkışlar) O halde ifade ediniz efendiler! Halkçılık, nizam-ı içtimaisini (sosyal düzenini) sayine [emeğine), hukukuna istinad ettirmek isleyen bir mesle­ ki içtimaidir [bir sosyal öğretidir|. Efendiler! Biz bu hakkımı­ zı mahfuz bulundurmak, istiklâlimizi emin bulundurabilmek için, heyeti umumiyemize, heyeti milliyemize bizi mahvetmek istiyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı, heyeti milliyece mücadeleyi caiz gören bir mesleği takip eden insanlarız. Binaenaleyh bu ve bu gibi teşvikatla ve izahat­ la hükümetimizin istinad ettiği esasın, ilmi içtimaiye müstenit (sosyal bilime dayalı) bir esas olduğunu bariz bir surette görü­ rüz! Fakat ne yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosya­ lizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş! Efendiler biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz. Çünkü biz bize benziyoruz efendiler! (alkışlar)”8 Verdiğimiz savaşın adı: Bağım sızlık Savaşı, Kurtuluş Sava­ şı idi. Kimden kurtulacaktık? Kim lerden bağımsız olacaktık? Emperyalizm ve kapitalizmden. Bu açık açık söyleniyordu. Atatürk ayrıca, yaşam ak, kurtulm ak için çalışan ve çalışmak zorunda olan em ekçi b ir halk olduğumuzu vurguladıktan son­ ra, çalışmadan yaşam ak isteyenlerin toplumumuzda yeri olm a­ dığını söylüyor ve “halkçılık, toplumun düzenini em eğe dayan­ dıran bir doktrindir,” diyordu. Emperyalizme, kapitalizme karşı savaşan ve toplum düzeni­ 8

Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 1, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınlan, İs­ tanbul 1945, s. 190-191.

63

ni em eğe dayandıran bir rejim sosyalist bir rejimdir. Ve de halk­ çı olduğu için de demokrasiye yönelik bir rejimdir. Atatürk, “ne demokrasiye ne sosyalizme benzemiyormuş” der­ ken de, Avrupa’daki rejimlere ve Sovyetler Birliği’ne benzemedi­ ğimizi belirtmek istiyordu herhalde. Çünkü açıklamalarını sos­ yal öğretiye, yani sosyolojiye dayandıran bir kişinin demokrasiyi, sosyalizmi yadsıması ters bir iş olur. Bence “biz bize benziyoruz” diyen Atatürk, dem okrasinin ve sosyalizmin bizim tarihsel ko­ şullarımız içinde biçim leneceğini ifade etmek istemiştir. Tartış­ masız olan yanı ise yukarıdaki alıntının Kurtuluş Savaşı yılların­ da Atatürk’ün emeğe dayalı; hakkın, hukukun çalışarak elde edi­ leceği ve de çalışmadan sırtüstü yatan insanlann içinde yer ala­ mayacağı bir rejim düşündüğüdür. Çıkan sonuç budur. Ama Türkiye C um huriyeti’nin tarihi ne yazık ki, bu çizgi­ de gelişmedi. Sırtüstü yatarak yaşamak isteyenler, zamanla kö­ şeleri tuttular ve çalışan insanlann, yani em ekçi halkın efendi­ si oldular. Atatürk sağken sadece tam bağımsızlık ilkesi, onun da sadece siyasal bağım sızlık ve buna doğrudan ters etki yapan konularda, derece derece bağım sızlık ilkesi uygulandı. Ve T ü r­ kiye adım adım kapitalizm e kaydı. Kara Kemal Bey’in ve İtti­ hatçıların hayal ettikleri burjuva sınıfı, yasalarla desteklenerek egem enliğini kurmaya başladı. Kurtuluş Savaşı T ü rk iy esi’n in tam bağım sızlık felsefesini Atatürk, en açık biçim de, F ranklin Borulleri’la yaptığı konuş­ ma sırasında dile getirmiştir. Bunu aynen aktarmayı yararlı gö­ rüyorum: “Â lim , cahil, m illetin bü tü n fertleri, hepsi, belki işin içindeki güçlükleri iyice kavram adıkça, bugün yalnız b ir nok ta etrafın­ da toplanm a ve sonuna kad ar kanını akıtm aya karar verm iştir. O nokta, tam bağım sızlığım ızın sağlanması ve sindirilm esidir. Tam bağım sızlık d em ek, elbette, politika, m aliye, ekonom i, adalet, ask erlik , kü ltü r g ibi h er alanda tam bağım sızlık , tam serbestlik dem ektir. Bu sayd ıklanm ın herhangi birinde bağım ­ sızlıktan yo ksu nluk, u lu su n ve ülkenin gerçek anlam ıyla bü ­ tün bağım sızlıktan yoksu nluğu dem ektir.

64

Biz bunu sağlamadan ve elde etmeden banşa ve esenliğe erişemiyecegimiz kanısındayız (13 Haziran 1921 )"9 Evci, tam bağım sızlık ilkesi böyle bir bütündür. Politika, ma­ liye, ekonom i, adalet, askerlik, kültür vb... alanlarda bağımsız olmaktan oluşan bir bütün. Ve bu bütünü oluşturan alanlar­ dan birinde bağımlı olm ak, bağımsızlığın tümüyle yok olm ası­ na yol açardı. Atatürk özellikle mali bağımsızlık üzerinde ısrar­ lıydı. Mali bağım sızlığın koca devleti nasıl çökerttiğini yakın­ dan görmüş, izlemişti. Atatürk şöyle diyordu: “Efendiler! Her şeyden evvel hayat ve istiklâlimizi teminden ibaret olan gayeyi milliyemize vusuldan [ulaşmaktan| baş­ ka bir şey düşünemeyiz: Binaenaleyh, bizce haizi ehemmiyet olan nokta, kudreti mâliyemizin buna kâfi olup olmayacağı­ dır. 1920 ve 1921 senelerinin fiili tecaribine [deneyimlerine) ve müspet hesabatına ve bugünkü ahvali dahiliye ve iktisadiyemizin bu geçen iki seneye nispeten, kıyas kabul etmez dere­ cede iyi bir halde bulunmasından hasıl olan kati ümitlere isti­ naden arz edebilirim ki, memleketimizin, menabii varidatı da­ vayı millimizin emniyetle istihsalini kafildir. Kuvvei mâliye­ miz bu güne kadar olduğu gibi, hariçten borç yapmaksızın da­ hi, fakirane olmakla beraber, memleketi idari ve gayesine isal edecektir (...) Efendiler! Bugünkü mücahedaıımızm gayesi is­ tiklâli tamdır. İstiklâliydin tamamiyeti ise ancak istiklâli ma­ li ile mümkündür. Bir devletin mâliyesi istiklâlden mahrum olursa, o devletin bütün şuabat-ı hayatiyesi [yaşamı, şubeleri] mefluç olur [felç olurl. Çünkü her devlet ancak mali güçle ya­ şar. Mali istiklâlin korunması için birinci şart, bütçenin iktisa­ di bünye ile mütenasip ve mütevazi [dengeli] olmasıdır. Bina­ enaleyh, bünye-i devleti yaşatmak için, dışarıya başvurmaksı­ zın, memleketin gelir kaynaklan ile idare, çare ve tedbirlerini bulmak lâzım ve mümkündür."10 (1 Mart 1922)

9

Ag.e., c. II, s. 457-458.

10 4 g .e .,c .l .s .2 2 2 .

65

K urtuluş Savaşı’n ın en hararetli g ü nlerind e A tatürk böy­ le düşünüyordu. Ama daha sonra aynı titizlik gösterilm emeye başlandı. “Köylü efendim izdir,” deniyordu am a toprak refor­ mu yapılmıyordu. “Sanayileşeceğiz,” deniyordu ama gelişigü­ zel, daha doğrusu tüketim e dönük fabrikalar kuruluyordu. Sa­ nayileşmenin, üretim aracı üreten sanayi dalları kurmak oldu­ ğu ya bilinmiyordu ya da bilm ezlikten geliniyordu. Zavallı bir halk olduğumuz ve çalışmadan, yani başkalarının sırtından yaşayanlara loplumumuzda yer olm ayacağı hakkındaki sözler iyice unutulm uş görünüyordu. Kaygan bir m eyil­ li satıh üzerindeydik arlık. İniyorduk ve hızlanarak iniyorduk. Nihayet İzmir iktisat Kongresi gelip çattı ve Atatürk açış ko­ nuşmasında yabancı sermayeye davetiye çıkardı. Ç iftçi, esnaf, sanatkâr, tüccar ve işçi tem silcileri önünde yap­ tığı konuşm ada A tatü rk, ekon o m in in ö n em in i vu rgu lu yor­ du. Ancak emperyalizme ve kapitalizme karşı ulusça savaşma­ nın zorunlu olduğunu vurgulayan eski konuşm aların çizgisin­ den farklı bir çizginin gündeme getirildiği gözden kaçm ıyor­ du. 1 9 2 0 -2 1 ’lerdeki konuşm alarda çalışan , ç a lış m a k zoru n d a olan zavallı b ir h a lk tık a n ca k çalışan ların h a k k ı vardı; sırtüstü y atıp çalışm adan y a ş a m a k isteyenlerin, bizim toplum um uz içinde y eri yoktu, h a k la n yoktu. Oysa bu konuşm asında Atatürk, sos­ yal gerçekleri değişik biçim de değerlendiriyordu. Bir yandan sosyal sınıfların varlığını kabul ediyor ancak bu sın ıflar ara­ sında çatışma bulunmadığını vurguluyordu. Şöyle konuşuyor­ du Atatürk: “Bizim halkım ız m enfaatleri yekdiğerinden ayrılır sınıflar ha­ linde değil, bilakis m evcudiyetleri ve m u hassalai m esaisi [ve çalışm asın ın son u cu ] yekdiğerine [biri ö te k in e ] lâzıın olan sınıflardan ibarettir. Bu dakikada sam ilerim [d in leyen lerim ] çiftçilerdir, sanatkârlardır, tüccarlardır ve am el elerdir [işçiler­ d ir]. B unlann hangisi yekdiğerinin m uarızı |karşı koyanı] ola­ bilir. Ç iftçinin sanatkâra, sanatkânn çiftçiye ve çiftçin in tücca­ ra ve bu n lan n hepsine, yekdiğerine ve am eleye [işçiye] m uh­ taç olduğunu kim in kâr edebilir. Bugün m ev cu t fab rik aları­

66

mızda ve daha çok olmasını temenni ettiğimiz fabrikalarımız­ da kendi amelemiz [işçimiz] çalışmaktadır. Müreffeh ve mem­ nun olarak çalışmalıdır ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın lezzeti hakikisini tadabilmelidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsin. Bina­ enaleyh programda bahsolundugu zaman, adeta denebilir ki, bütün halk için bir ‘Say Misakı Millisi’dir. Ve böyle bir say misakı millisi mahiyetinde olan program etrafında toplanmaktan hasıl olacak olan şekli siyasi ise, alelade bir fırka [parti] mahi­ yetinde tasavvur edilmemek lâzım gelir. Badessulh [barıştan sonra] vukua gelebilecek [oluşabilecek] olan böyle bir şekli si­ yasinin şimdiye kadar olduğu gibi milletin azmi ve imam ile ve vahdet [birlik] ve tesanııdün [dayanışmanın] birbirine mü­ zahir olmasıyla muvaffak olacağı hakkındaki kanaatim kavi­ dir ve tamdır.”11 Toplumsal sınıflar ve m eslek grupları hakkındaki bu değer­ lendirmeleri ele alm adan, aynı konuşmada Atatürk'ün yaban­ cı sermayeye ilişkin sözlerini de aktarm ak istiyorum . Atatürk şöyle konuşuyordu: “Sizler, memleketin ihtiyacını ve milletin kabiliyetini ve bu­ nun karşısında bütün dünyada mevcut olan çok kuvvetli ikti­ sat teşkilatını nazari itibara alarak, yapılması lâzım gelen ted­ birleri ve tatbiki elzem olan bütün yenilikleri kemali vuzuh­ la ifade etmelisiniz. (...) Efendiler, iktisadiyat sahasında dü­ şünürken ve konuşurken zannolunmasm ki, ecnebi [yaban­ cı] sermayesine hasım [düşman] bulunuyoruz. Hayır, bizim memleketimiz vasidir [geniştir]. Çok say [emek] ve sermaye­ ye ihtiyacımız vardır. Binaenaleyh kanunlarımıza riayetkar ol­ mak şartıyla ecnebi sermayelerine lâzım gelen teminatı verme­ ye her zaman hazırız ve şayâni arzudur ki, ecnebi sermayesi bizim sayimize [emeğimize] ve serveti sabitemize [doğal zen­ ginliklerimize] rağbet etsin. Bizim için ve onlar için faydalı ne­ ticeler versin; fakat eskisi gibi değil. Filhakika mazide ve bil­ hassa tanzimat devrinden sonra, ecnebi sermayesi memlekette 11 4 & c .,c . ll.s . 112.

67

m üstesna b ir m evkie m alik oldu. Ve ilm in m ânâsiyle d en ebi­ lir ki, devlet ve hü kü m et ecn ebi serm ayesinin jan d arm alığ ın ­ dan başka b ir şey yapm am ıştır. Artık her m edeni devlet gibi, yeni Türkiye dahi buna m uvafakat edem ez. Burasını esir ülke­ si yaptırm az.”12

Politika gerçeğe dayanır. Ö nce gerçek kabul edilir; sonra be­ lirli bir açıdan (ulus çıkarları ya da sınıf çıkarları açısından) bu gerçek değerlendirilir, yorum lanır. G erçek yadsınarak politika yapılamaz. Türkiye’de bu nokta sanıyorum hâlâ kavranmış de­ ğildir. Ö rneğin toplum umuzda çıkarları çatışan sosyal sınıflar bulunduğunu bir türlü kabul etmek istemeyiz. Toplum um uz­ da sınıflar var. Çıkarları çatıştığı için aralarında m ücadele sü­ rüp gidiyor; 1936’da yürürlüğe konan ceza maddelerine karşın. Türkiye’de kör-topal da olsa, ulusal çıkarlarım ıza ters de düşse kapitalizm uygulandığına göre işçi sınıfı da var, burjuva sınıfı da var ve sistem in doğası gereği, bu iki sın ıf birbirleriyle m üca­ dele halinde. Gelin görün k i, bu yalın gerçek kabul edilmiyor. Atatürk gibi bir seçkin zekâ bile, Türkiye’deki sınıfların çıkar­ larının çatışmadığını, tüm sınıfların birbirlerine karşı olm adık­ larını, tam tersine dayanışma içinde olduklarım söyleyebiliyor. G erçekler kabul edilm eden, ne sorunlara çözüm bulunabi­ lir, ne de uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin çıkarları başarıy­ la savunulabilir.

Bağımsızlıktan bağımlılığa A tatürk ölen e dek T ü rk iy e bağım sız b ir dış p o litika izledi. D ostluk ve saldırm azlık paktları imzalandı. Ö ncelikle kom şu devletlerle. Em peryalist büyük devletlerle ilişkiler uzun yıllar mesafeli olmuştu. İlk antlaşm a Sovyetler Birliği ile savaş içinde imzalandı (1 9 2 1 ).* G irişte şöyle deniyordu: “U lu slann kardeşliği ilk esin i ve kavim lerin kendi gelecekleri­ ni özgürce saptam ak hak kın ı tanım akla birleşm iş olan T ü rk i­ 12 Y.a.g.e., s. 108-109. (*) 16 Marl 1921'de imzalanan Moskova Antlaşması - e.n.

68

ye Büyük Millet. M eclisi H üküm eti ile Rusya Sovyetlcr Sosya­ list Federal C um huriyeti Hüküm eti genişlem e ve istila siyase­ tine karşı olan savaşım larındaki d ayanışm anın ve ik i ulustan birinin karşılaşacağı zorlukların ötekin in durum unu da ağır­ laştıracağını bilerek, aralarında her zam an dostluk ilişkilerinin ve her iki ulusun karşılıklı çıkarlarına dayanan sürekli dostluk bağlarının yerleşm iş olduğunu görm ek özlem iyle bir D ostluk ve Kardeşlik anlaşm ası yapmaya karar verm işler ve bu am açla yazılı yetkili tem silcilerini seçm işlerd ir."13

16 madde ve 3 ekten oluşan bu antlaşmada iki tarafın sınır­ larına ilişkin açıklam aların yanı sıra o güne dek Batılı devletler­ le yapılmış tüm antlaşm aların karşılıklı çıkarlarına uygun ol­ madığı da vurgulanmaktadır. Ayrıca Boğazlar statüsünün başta Türkiye’nin çıkarları olm ak üzere Karadeniz’de sahili bulunan devletlerin çıkarlarının da gözetildiği bir uluslararası sözleşm e­ ye bağlanacağı belirtilm ektedir. Antlaşmada kapitülasyonların geçersiz olduğu ilan edilm ek­ te ve 4 . maddede şu önem li açıklamaya yer verilmekteydi. “Bağıtlı taraflar, Doğu u lu slarının ulusal ku rtu lu ş harek etle­ ri ile Rusya işçilerinin yeni bir sosyal düzen için savaşım ı ara­ sınd aki yakınlığı gözlem leyerek bıı ulusların özgü rlük ve ba­ ğım sızlık h ak lan ve diledikleri hüküm et rejim i ile yön etilm ek haklarını açık ça belirtirler."

Böylece Sovyetler Birliğindeki sosyalist hareketle ulusal kur­ tuluş hareketlerinin birbirine bağlı olduğu konusu bir antlaşma metninde sanıyorum ilk kez vurgulanıyordu. Sovyetler Birliği ile dostluk ilişkilerinin sürdürülm esi Ata­ türk dış politikasının başlıca ilkesi olm uştur. 1921’de im zala­ nan antlaşma 192 5 ’te yenilenm iş; 1931’de iki yıl, 1 9 3 5 ’te de on yıl uzatılm ıştır. 194 5 ’te Sovyetler Birliği tarafından sona erdi­ rilmiştir. 1939 yılına kadar uzanan dönemde Türkiye dış politikası, iki­ li dostluk ve saldırmazlık antlaşmaları ve M illetler Cemiyeti’nin 13 İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Anlaşmaları, TTK, Ankara 1983, c. 1, s. 32.

69

kolektif güvenlik ilkesi ışığında yürütülen bir barış politikasıdır. Sovyetlerle dostluk ilişkilerinin sürdürülmesi, h iç kuşkusuz bu barışçı politikanın yürütülmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ne var ki, siyasal bağım sızlık, ekonom i ve mâliyede bağım ­ sızlığa yönelik adımlar atılmadan sonsuza dek korunam az. Bu da, ekonom ide yeni görüşlerin, yeni uygulamaların yakından izlenm esini, bilinm esini gerektirir. Oysa 193 0 ’lar Türkiyesi’nde sorunlara genellikle ideolojik açıdan bakılıyor, çözüm ler tepe­ den inme buyruklarla aranıyordu. Şef sistem lerinin bilançosu olum lu olm uyor, özellikle ekonom ide boşuna zaman yitirilm e­ sine yol açıyordu. Sovyetler’den özenerek beş yıllık planlar uy­ guladık. Ama geri kalm ışlık zincirini kırmaya yönelik rasyo­ nellikten yoksun planlardı bunlar. Siyasal bağımsızlığı koruya­ rak maddi bir temel oluşturulanıadı. Belki de “beylerin” böyle bir amacı yoktu. Atatürk ölm eden önce Fransa ve İngiltere ile ittifak görüş­ meleri başlatıldı (2 Ekim 1 9 3 8 ). Düşünebiliyor m usunuz. Kur­ tuluş Savaşımızın lideri ve başkom utanı, İngiliz ve Fransız em ­ peryalistleri ile aynı ittifak içinde yer alacaktı. Savaş kapıday­ ken biz İngiliz ve Fransızlarla el ele veriyorduk. 1 9 4 1 ’de ise Hitler Almanyası ile dostluk antlaşması im zalıyorduk. Sovyetler Birliği ile yirm i yıldır süren dostça ilişkilere kara gölgeler düşecekti. Sovyeıler, başta Hitler ile anlaşamıyordu. İk in ci kez M osko­ va'ya gelen Alman Dışişleri Bakanı R ibbentrof, M olotov’la Alman-Sovyet dostluk antlaşmasını imzaladı.* Sözlü bir protokol­ le bu iki devlet Polonya’nın aralannda bölüşülm esine karar ve­ riyorlardı. C hurchill’in Adana’ya kadar gelerek İnönü’yü sava­ şa girmesi için zorlam ası sonuç vermiyordu. Ü çlü İttifaka kar­ şın Türkiye savaşa girmiyordu. Hâlâ K urtuluş Savaşı ruhunun öldüğüne inanm ak istem e­ yenler vardı. Garp Cephesi Kumandanı ve Lozan Baş Delegesi İnönü'nün hesaplar yaptığı düşünülüyordu. Ama savaş bitince her şey çırılçıplak gözler önüne serilecekti. İnönü, Türkiye'yi (*) Molotov-Ribbentrop Paktı olarak da bilinen Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı (23 Ağustos 1939) - e.n.

70

Batı’yla bütünleştirm eye kararlıydı. Ö nce “T a n olayı” ile daveti­ ye çıkardı. Kabul edilm elidir ki, Sovyetler Birliği de İnönü'nün işini kolaylaştırmak için her şeyi yapıyordu. 1921'den beri yi­ nelenerek yürürlükte tutulan Türk-Sovyeı dostluk antlaşm ası­ nın yenilenm eyeceğini açıklıyor, önerileri geri çeviriyor, üste­ lik iki nota vererek Bogazlar’da üs istiyordu (8 Ağustos 1946 ve 2 4 Eylül 1946 tarihli n o talar).14 Ayrıca Sovyetler Birliği, do­ laylı biçim lerde, kimi doğu illerim iz hakkında isteklerde bulu­ nuyor; bunu Sovyet yazarlarının yayımladıkları kitaplarda ile­ ri sürüyorlardı.15

Truman Doktrini ve ABD ile antlaşma Milli Şef İnönü, Sovyet isteklerine karşı çıkm ıştı. Yıl 1945. Sovyetler’in iıiban ve gücü pek büyüktü. Avrupa’nın yansı Kızıl O r­ du’nun işgalinde idi. Türkiye yalnızdı. Amerika, Avrupa’daki as­ kerlerini geri çekiyor, Ingiltere ise güçsüz olduğunu itiraf edi­ yordu. Ama İnönü, Sovyetlere “hayır” dedi. Şu da var ki, ABD ve İngiltere’nin isteğine boyun eğerek Sovyetler, Kuzey İran’dan askerlerini geri çekm işti. Yani ABD ile karşı karşıya gelm ek is­ temiyorlardı. Churchill bunu sezmişti. Avrupa'yı Sovyetler’e bı­ rakmaması için ABD’yi zorluyordu. Ancak Fulton’da yaptığı ko­ nuşma Am erikan kam uoyunda beklenen ilgiyi bulam am ıştı. George Kennan’ın devreye girmesi durumu değiştirdi ve Başkan Truman Soğuk Savaşı başlatan açıklamayı yaptı (1 2 Mart 1947). Truman, Sovyetler’in tehdidi altında olan Türkiye ve Yunanis­ tan’a askeri ve ekonom ik yardımda bulunacağını söylüyordu. Bu demeç Türkiye’de bayram sevinci yarattı. İktidarı, m uha­ lefeti el ele kol kola idi. Dış politikada ayn gayrı olmayacağı, ik­ tidarın da muhalefetin de aynı çizgiyi savunacağı o günlerden sonra kural haline geldi. O günlerde İzm ir’de Zincirli H ü n iy et’i çıkarıyordum . İlk sa­ yısında, “Yardım aleyhinde bulunm ak her yurttaş için kutsal bir görevdir” diye yazdım. Amerika’nın Türkiye’yi bir ileri kaD H. Cemal Hrkin, Tûrk-Sovyct /Ufkileri ve Boğazlar Meselesi, s. 414. 15 Zeki Kuneralp. Sadece Diplomat. İstanbul 1979. s. 65-78,261-262.

71

rakol haline getirm ek istediğini, bizi Sovyetler’e karşı sıçram a tahtası olarak kullanacağını kaynak göstererek anlatmaya çalış­ tım. Zincirli H ürriyet sadece üç sayı çıkabildi. Güdümlü birta­ kım gençler Zincirli H ürriyet'in basıldığı matbaaya gelerek ga­ zetelere el koydular ve bunları Cumhuriyet Alam’nda yaktılar. K urtuluş Savaşı Tü rkiyesi’nin sonu gelm işti. ABD ile ilk iki­ li anlaşma 4 Tem m uz 1947d e imzalandı. İkincisi 12 Tem m uz 194 8 ’de. ABD görevlileri T ü rkiye’de yardımın kullanılm asını denetleyeceklerdi. Her istedikleri yere serbestçe girip çıkacak­ lar, her şeyi görecekler ve hüküm etlerine rapor vereceklerdi. D iplom atik d oku nulm azlıkları olacaktı. G üm rük indirim leri olacakü. Türkiye, verilen silahları, araç gereçleri yalnız ve yal­ nız Am erikalıların onayı ile kullanabilecekti.16 İlk yardım ve borcun tutan 100 milyon dolardı. Türkiye, Lo­ zan A ntlaşm ası gereğince, o sırada O sm anlı borçların ın son taksitlerini ödüyordu; borçlar 195 2 ’de bitecekti. Evet, bitecek ­ ti; ne var ki, bitm esine beş yıl kala Türkiye yeniden borç k ıs­ kacı içine girdi. Türkiye’nin dış borç toplamı bugün 55 milyar doları aşıyor ve Türkiye kişi başına gelir dağılımı bakımından dünya devletleri arasında sonlarda. Dünya Bankası’nın raporu­ na göre, Türkiye yoksullukta 70. sıradan 60. sıraya düştü. Ra­ pora göre, Türkiye’nin 1977d e 1.110 dolar olan kişi başına m il­ li geliri, 1985Te 1.080 dolara düştü. Yoksullukla Türkiye sekiz basamak geriledi. En büyük dert işsizlik: Her 100 kişiden 16’sı işsiz. Buna karşılık nüfus artışı yüksek: % 2, % 3... G elir düşü­ yor, nüfus artıyor, işsizler ordusu büyüyor. Özel sektöre ait 6 0 0 fabrikanın kapalı olduğu ileri sürülüyor. Yani gözler önüne se­ rilen tablo olumsuz...

Kırk yıl sonra karşımızdaki tablo Altmış yıldır istatistikler hep aynı alarmı veriyor. Ama işbaşı­ na gelen her hüküm et m ucizeler yarattığını ileri sürüyor. Re­ kor Ûzal’da. Oysa danışm anlığını yaptığı holdingler batıyor, kurtarılıyor, gene batıyor. V e Ûzal televizyonda nasıl bir hızlı 16 Bkz. Tarihi Belgeler, s. 80-81.

72

kalkınma içinde olduğumuzu anlatıyor. Hükümet sorum luları, enflasyonun korkulacak yanı olmadığını, çünkü aylık ve ücret­ lerin enflasyonun üzerinde olduğunu söylüyorlar. Oysa Özal hükümeti iktidara geldiğinden beri, aylık ve ücretlerin fiyatlar­ daki yükselmeyi geçtiği hiç görülm emiştir. Ü cretler ve aylıklar enflasyonun üzerine hiç çıkmamıştır. Cum huriyet kurulduğundan beri kalkınıyoruz, istatistikler öyle söylüyormuş. Kuşkusuz, kalkm an bir avuç insan var; ama işçiler, topraksız ya da az topraklı köylüler, gündelikçiler, m e­ murlar çok zor koşullarda yaşıyor. Gene de işleri olduğu için şükrediyorlar. Ve Türkiye hep azgelişmiş, borca batık bir ülke. Bir kez battı, Osmanlı Devleti iken. Şimdi ikinci kez batıyor. 2 0 0 yıldır Tü rkiye azgelişm iş bir ülke olarak Batılı olmaya çabalıyor. 2 0 0 yıl az değil elbet; Türkiye 200 yıl önceki düzey­ de değil ama hep azgelişmiş. Azgelişmiş ülkenin ne olduğu bili­ niyor. Azgelişmiş ülke, çağdaş araçlarla ve çağdaş nitelikte üre­ tim yapmayan ülke demektir. Azgelişmiş ülke, ulusal gelir da­ ğılımı kişi başına düşük olan ülke dem ektir. Azgelişm iş ülke, nüfusu çok hızlı artan ülke demektir. Türkiye 4 0 yılda ikinci kez borç tuzağına düşmüş, çabalayıp duruyor. Bu 4 0 yıl her yönüyle olumsuz değil elbet. O lum lu ge­ lişmeler de oldu. 1 9 4 6 ’da çok parti rejim ine geçiş, tarihimizde geriye dönüşü olmayan bir adımdır. Halkımız oy hakkına sahip çıkm ıştır. Kuşkusuz askerî darbelere karşı çıkam ıyor, ister iste­ mez boyun eğiyor. Ama seçim hakkının kendisinde olduğunu hiç unutm uyor. Bu önem li bir kazanç. G ene olum lu bir adım da 1 9 4 6 ’da sol partilerin su yüzüne çıkm aları. Esat Adil M üstecapltoğlu, Türkiye Sosyalist Partisi’ni kurdu. Dr. Şefik Hüsnü Deymer de Türkiye Sosyalist Em ekçi Köylü Partisi’n i... Bu iki parti de sıkıyönetim ce kapatıldı. Tarihin gelişm e doğrultusundaki adım ları darbelerle falan geriye çevrilem iyor. 1 9 5 0 ’den 1960'a kadar, on yıl D em okrat Parti iktidar oldu. Halk Partisi ilk kez m uhalefette kalıyordu. İdeolojileri bakım ından kıyaslanırsa hiç kuşkusuz Halk Partisi, programı ile halkın daha yakınındaydı. Dem okrat Parti, iş çev­ relerinin partisi olarak halka daha uzaktı. Ama halkın degerlen73

dirmesi öyle olmadı. Büyük çoğunluk dem okratlan tuttu; tam on yıl. Çünkü iş, programla bitmiyor. Halk tek partili M illi Şef rejiminden usanmıştı. D em okrat Parti iktidarı 27 M ayıs 1 9 6 0 ’ıa ask eri darbe ile devrildi. Bu klasik bir askerî darbe değildi. Çünkü 27 Mayıs or­ du içinde de darbe idi. Darbeyi üsteğmenler, yüzbaşılar, albay­ lar ve bir-iki de general yapmıştı. Yani em ir ve kom uta zinciri­ ne karşı bir darbe... Ü stelik 27 Mayıs darbesi şimdiye kadar yü­ rürlüğe konan anayasaların en dem okratik olanıru getirm işti, bir yıl içinde yeni seçim ler yapıınp iktidan bırakm ıştı. Ne var ki, 27 Mayıs da yüzyılların yönetim biçim i olan tepeden inm e­ ci bir girişimdi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) 27 Mayıs darbesini izleyen günlerde, bizde ilk kez tanık olu­ nan bir olay oldu: 12 halk çocuğu Türkiye İşçi Partisi’ni kurdu­ lar. Bu, aşağıdan yukarı kurulan ilk parti idi. Ayrıca TİP yerli ilk sosyalist parti idi. Olayları, eleştirel bilim düşüncesi ile de­ ğerlendiren M arksist bir parti idi. Amacı aşağıdan yukarı, yani em ekçi halkın hareketi ile Türkiye’de sosyalist bir düzen kur­ maktı. Parti tüzüğünün 3. maddesinde şöyle deniyordu: “Türkiye’nin ileri b ir toplum haline gelmesi işi ile em ekçi halk yığınlarının yurt işlerinde söz ve karar sahibi o lm alan , insanca yaşama şartlarına kavu şm alan işi b ir tek davanın birbirlerine bağlı bölüm leridir; biri gerçekleştirilm eden ö teki g erçekleşti­ rilmez. Ç ünkü em ekçi halk yığınlarının insanca yaşama şartlan n a kavuşm aktan doğan inançlı ve şevkli çabası sağlanm adık­ ça, Türkiye kalkınam az, çağdaş medeniyete ulaşam az."

Ekonom ide, sosyal ilişkilerde, eğilimde, çalışm a alanında, iç ve dış politikada gerçekleştirilecek temel reform lar sıralandık­ tan sonra, tüzüğün 3. maddesi şöyle bağlanıyordu: “Ve insanın insan tarafından söm ürülm esi sistem in e son verip, T ürkiye’yi, halkın artık yurt işlerinde g erçekten söz ve karar

74

sahibi olan ve kardeşçe dayanışarak, işbirliği ederek, hürriyet ve eşitlik içind e, h e r bakım dan insanca, dopdolu yaşayan, m e­ deniyeti ve kü ltü rü ileri, tam bağım sız, insanlığın hizm etinde, barışçı, tam d em okratik bir ıılke haline getirm ektir."

Türkiye işçi Partisi on yıl yaşadı. Dar, çok dar maddi olanak­ larla önce 51, daha sonra tüm illerde örgütlendi. 1965 seçim le­ rinde 3 0 0 bin dolayında oy alarak Millet M eclisi’ne 15 milletve­ kili soktu. Böylece tarihimizde seçim le parlamentoya giren ilk sosyalist parti oldu. Sosyalizmin gerçek yüzünü halka tanıtmak için uğraştı. Her şeyin insan için, dolayısıyla sosyalizmin de in­ san için olduğunu vurguladı, insan varlığının kendin de ve ken d i­ si için b ir d eğ er olduğunu ilan ed erek, sosyalizm i am acından sa p ­ tıran u ygu lam alara k a rşı çıktı. Tepeden inm eciliğin sosyalizmi amacından saptırdığına ina­ nan T İP , m erkezciliği, Siyasal Partiler Yasası’nın zorunlu sı­ nırları içinde kabullenm iş ama bunu organlarda kol em ekçile­ rine ağırlık vererek dengelem işti. Daha sonra kurulan Sosya­ list Devrim Partisi (1 9 7 5 ) de kol em ekçileri kontenjanını 2/3’e yükseltm iştir. İki yılda bir toplanan Büyük Kongre’den başka bölge toplantıları da öngörülm üş, tüm organlarda yöneticilerin iki kez üst üste seçilm eleri önlenm iştir. İşçi sınıfının, aydınla­ rın öncülüğüne ve vasiliğine ihtiyacı yoktur. SDP, “E m ekçile­ rin kurtuluşu doğrudan doğruya em ekçilerin eseri olacaktır,” diyen M arx’la aynı görüştedir. Sosyalist Devrim Partisi prog­ ramında bu konu enine boyuna işlenm ekte ve şöyle denm ek­ ledir: “E m ekçi yığınlar, örgütlenerek, b ilinçle, sosyalizm e sahip ç ık ­ m adıkça, ne silah lı ne silahsız devrim olur. K endilerini işçi sı­ n ıfın ın ö n cü sü o la ra k ilan eden b ir avuç bu rju v a ya da k ü ­ çü k burjuva k ö k en li kişinin başını çektiği hareketlerle sosya­ list devrim gerçekleştirilem ez. Sosyalizm yığınların davasıdır. D evrim hareketi b ir dip dalgasıdır ve yığınların hareketi oldu­ ğu için de ister istem ez d em okratik bir harekettir. Tepeden in­ me b ir harek etle sosyalizm kurulam az, nitekim kurulam am ış­ tır. ‘Ü n c ü le rin b ü ro kratik iktidarı sosyalizm i m utlaka yolun­

75

dan saptırır, sosyalizm etik eti altında bürokratik, totaliter bir dikta rejim i ku ru lu r.”17

Darbeli demokrasi / Borçlu ekonomi 27 Mayıs’tan sonra 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980'de gene as­ kerî darbeler oldu. G erekçe hep aynı: Demokrasiyi yoluna so k ­ mak... Türkiye, gerçeğe, akla ters düşen şeylerin, ciddiye alın­ dığı bir garip ülke. Belki de sadece ciddiye alınm ış gibi yapılı­ yor. Demokrasi, bilindiği gibi Yunanca “halk iktidarı” demek. Demos: halk; kralos: buyurma, iktidar... Bu Yunanca sözcüğün anlamı şu: Halkın, yani tabandakilerin iktidarı. Tarihe bakalım nasıl kurulmuş dem okrasi... H alkın savaşımları ile. Halk sava­ şarak, bey takım ının elinden haklarını koparıp almış. Fransız Devrimi ve onu izleyen devrim ler... Fransız Devrimi’nden önce İngiltere’deki kazanımlar, uygulamalar... G ünüm üzün d em ok rasileri tarihteki halk savaşım ların ın uzantıları. Demokrasi halkın kurduğu, halkın yönettiği bir re­ jim dir. Oysa bizim darbeciler, demokrasiyi tepeden inme buy­ ruklarla kurm a sevdasında. Kafalarındaki model em ir ve ko­ muta zinciri; yani yukarıdan aşağı bir model, yani dem okrasi­ nin tam tersi... So ru n u n b ir de şu yanı var: D arbeye teşeb b ü s ağ ır su ç. TC K'm n 146. maddesi şöyle der: “Türkiye C um huriyeti T eşk ilatı Esasiye K anunu’nun tamam ı veya bir kısm ını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanunla te­ şekkül elm iş olan Büyük M illet M eclisi’ni iskata veya vazife­ sini yapm aktan m en'e cebren teşebbüs edenler idam cezasına m ahkûm olu r.”

Devleti ele geçirm eden yakalanan darbeciler idam edilecek, devleti ele geçirirse suç ortadan kalkacak mı? Elbet şu yanı var işin: Devleti ele geçirenlere kim ceza verebilir ve cezayı uygu­ layabilir? Kamu gücü darbecilerin eline geçm iş bir kere. Ama bu suçluluğu ve suçu ortadan kaldırır mı ceza hukuku bakı17 Sosyalist Devrim Partisi Programı, 1979, s. 28.

76

mıııdan? Bu suçların zaman aşımı uzundur. İktidar el değişti­ rince darbecilerin yakasına yapışılabilir. Bunu önlem ek için ge­ nel af çıkarılır. A f yasası yalnız darbeciler için de çıkarılamaz. Genel nitelikte olu r ve m utlaka tüm darbeye teşebbüs suçlannı kapsar. Som ut bir örnek verm ek gerekirse, 12 Eylül darbesini gerçekleştiren beş sayın ( !) orgeneralin yanı sıra, silah zoruy­ la devleti ele geçirm eyi amaçlayan ve eylem e geçen sag-sol tüm eylemci gençlerin de af edilmeleri gerekir. 1 9 6 0 ’tan beri darbeler dönem inde yaşıyoruz. Her darbeden sonra Türkiye, ABD’ye daha bağımlı hale geliyor. Bu darbele­ rin üçü başarıya ulaştı. Yani darbeci askerler iki kez devleti el­ lerine aldılar, bir kez de hüküm et kurdurup istediklerini ona yapurdılar. Bu üç darbe dışında iki kez de başarısız darbe giri­ şimleri oldu. Yirm i yılda beş kez darbeye gerek duymuş Silah­ lı Kuvvetler... 7 0 ’li yıllard an bu yana g en cecik ço cu k larım ız da elde si­ lah, kelle koltukta, topluma yeni bir düzen getirm ek için eyle­ me geçmiş. Yüzlercesi bu yolda yaşamlarını yitirm iş. 12 Eylül 1980 ile 6 Aralık 1984 arasında 28 evladımız idam edildi. Dos­ yaları TBMM Adalet Komisyonu'nda sıra bekleyen, ölüm ceza­ sına çarptırılm ış evlatlanm ızın sayısı da 8 9 ... Sıkıyönetim As­ keri M ahkem elerinde yargılananların sayısı ise 4 .0 7 8 . Bunların 3 .6 4 0 ’ı solcu, 4 3 8 ’i sağcı...18 Bir yanda yaşını başını alm ış orgeneraller, öbür yanda gen­ cecik evlatlarım ız. Her ikisinin amacı da düzeni değiştirm ek. Gençler ellerinde silah, düzeni sola çekm ek istiyorlar. O rgene­ raller ise sağa. Her ikisi de totaliter bir düzen düşlüyor. Ama elbet aralarında gene de bir fark var. D üzeni sola çekm ek için gençler hayatlarını ortaya koyuyorlar. G enerallerin ise hiçbir rizikolan yok devleti ele geçirirken. II. M eşrutiyet ilan edilm e­ den öncelere kadar uzanalım. Türkiye bunalımda: Gizli cem i­ yetler, adam öldürm eler, dağa çıkm alar, darbeler, Kurtuluş Sa­ vaşı, ayaklanm alar, isyanlar, istiklâl M ahkem eleri, idamlar ve askerin sivil yönetim e üst üste el koyması... Gidişat bu, 100 yıl­ dır. Bir asırdır Türkiye bunalım da demek. Sanılıyor ki, buna18 Cumhuriyet, 30 Haziran 1987.

77

hm politik. Aslında bunalım yapısal. Türkiye, 2 0 0 yıldır yer­ leştirilm eye çalışılan, geri kalm ış ülke kapitalizm i içinde ar­ tık yaşayamaz. Başbakan Özal, “2 0 0 0 yılında ileri devletler ara­ sına gireceğiz” diyedursun, Türkiye yolun tıkalı olduğunu ar­ tık görmelidir. İleri ülkeler arasına girm ek! Sayın Özal ciddi olsun. T ü rki­ ye’nin rakamlara vurulm uş tablosu ortada. Rakamlardan önce gerçekler ortada: • Sanayi Devrimi hâlâ gerçekleştirilm em iş. Üretim aracı üre­ ten temel sanayi dalı kurulmamış. Cum huriyetten beri izlenen sanayileşme politikası çarpık, • Tarım ve toprak reformları yapılmamış, • Nüfus artışı ço k hızlı, • İşsizlik korkunç; her 100 kişiden 16’sı işsiz, • Enflasyon hâlâ % 4 0 ’larda, • Bütçe, ticaret ve ödem eler dengesi açık, • Dış borçlar 35 milyar dolar... Dünya Bankası’nın 1 9 7 9 ve 198 7 raporlarına göre: 1960-70 GYSH büyüme hızı Tarım kısmı

%

6.0 2 .4

Endüstri kısmı

%

9 .4

%

19 6 7 -7 7 7.4

1 9 8 0 -8 5 4.5

3.4

2.6

8.9

6.0

İmalat kısmı

%

10.7

Hizmetler kısmı Enflasyon

%

7.0

9.5

4.5

%

10.9

Özel tük. art.

%

5.5 6.7

5.3

37.1 3.6

İhracat

% %

1.6

0.8

25.3

5.5

13.1

10.1

İthalat

-

7.9

Tablolarla can sıkm ak niyetinde değilim. R akam lann üste­ lik, m ahir ellerde neler neler anlatabileceklerini de biliriz. Yıl­ lardır aynı masalı hep dinlemişizdir. Kalkm ıyoruz! Kalkındık! Yetişiyoruz! Yetiştik! Bu, kaplumbağa ile otom obilin yarışı. So78

run yeni teknolojiler üretm ek; teknoloji ithali değil. T eknoloji dc aslan ağzında. Eloğlu sana hep eskisini veriyor. ÜsLelik iLhal edilen her şeyin astarı yüzünden pahalı. Azgelişmişler için ka­ pitalist yol kısır bir döngüdür. Borç kıskacına kapılm ışsın; so­ nu yok, her gün daha çok borçlanıyorsun. Şöyle bir dünyaya bakın: Azgelişmiş ülkeler arasında borçsuz olanı, borcunu öde­ miş olanı var m ı? B orç için ve borçluyu denetlem ek için özel kurumlar kurulm uş: Dünya Bankası, IM F... Borçlandırm a dün­ ya kapitalizm inin tuzağı. Azgelişmiş ülkeleri borçla kapitaliz­ me bağladılar. Sosyalizm e geçm elerini önlediler, önlüyorlar... G eçen yıl D ünya B ankası’nın b ir uzm anı gelm işti. G azete­ ciler bu borçlar nasıl ödenecek diye sorm uşlar. Adamın yanıtı şöyle olmuş: “Sistem i yaşatm anın masraflar hanesine yazılır...” Başkalarını yaşatma aracı olmaktan kurtulmalıyız. Kendi yo­ lumuzu hem en, zam an kaybetmeden bulm ak zorundayız. As­ lında yol belli: Sosyalizm. Sorun, kapitalizmden kurtulm ak ve

kendi sosyalizm im izi hunnak... Em ekçilere em ekçilerden başka yar yok. E m ekçiler el ele verecekler, kendi partilerini kuracak­ lar. Bu partiyi kendileri yönetecek ve partilerini kendi oyları ile iktidara getirecekler. Elbirliği ile, geri kalm ışlık çem beri kırıla­ cak. Sosyalist Türkiye m utlu insanlar ülkesi olacak...

79

TARİH İ BELGELER: ABD İLE İM ZALANAN İLK İKİ ANTLAŞMA

12 Temmuz 1947 günlü İkili Antlaşma'nın belli başlı hükümleri

Amerikan hükümeti, Türkiye'de bir heyet bulunduracaktır. Bu he­ yet, yardımın antlaşma hükümleri gereğince kullanılıp kullanılma­ dığını kontrol edecektir. Türkiye hükümeti heyet başkanına isteye­ ceği her kolaylığı göstermek ve dilediği bilgileri vermek zorunda­ dır (madde 2). Türkiye hükümeti. Amerikan basın ve radyo temsilcilerine yardım, işlerini serbestçe gözetlemelerine ve elde ettikleri bilgileri serbestçe yayınlamalarına müsaade edecektir (madde 3). Türkiye hükümeti, Amerikan hükümetinin izni olmadan yardım olarak aldığı malları ve edindiği bilgileri başkalarına devredemeye­ cektir (madde 4). Türkiye hükümeti, yardımdan hasıl olan semereleri, yabancı bir devletten yaptığı istikrazın ne faiz ne de resülmalinin ödemesinde kullanamayacaktır (madde 5). Yardımı Amerikan Kongresi her zaman tek taraflı olarak kesmek salahiyetine haizdir (madde 6). Amerikan hükümeti, Türkiye'de Amerikan kanunları çerçevesin­ de yardım yapacak ve kanunlar değiştikçe yardımın şartları dahi de­ ğişecektir. Herhalde Türkiye hükümeti yapılan yardımı fiilen kulla­ nacaktır (madde 1).

80

4 Temmuz 1943 günlü İktisadi İşbirliği Antlaşması'nın başlıca hükümleri

Yardımın yerinde kullanılıp kullanılmadığını kontrol etmek üzere bir Amerikan heyeti bulunacaktır. Bu heyet üyeleri diplomatik masuni­ yetlerden faydalanacaklardır (madde 8). Türkiye hükümeti yardımın kullanılışı hakkında Amerikan hükü­ metine muntazaman bilgi verecektir (madde 6 ve 7). Türkiye hükümeti milli istihsalin bazı çeşitlerinin (maden kömü­ rü ve hububat gibi) Avrupa milletlerine, bazı çeşitlerini de (krom gi­ bi) Amerika'ya tahsis edecektir. Bu maddelerin istihsalini artırmayı ve Amerika'ya nakillerini kolaylaştırmayı Türkiye hükümeti taahhüt eder (madde 2 ve 4). Türkiye hükümeti, parasının kıymetine istikrar vermeyi, bütçesini denk getirmeyi, dahilde devlet mâliyesine karşı güven yaratmayı da taahhüt etmiştir. Amerikan hükümeti bu hususatı kontrol etmek sala­ hiyetini haizdir (madde 2). Türkiye hükümeti, Amerikalıların yahut Amerikan hükümetinin tensip edeceği şahısların Türkiye'den para çıkarmalarına müsaade edecektir (Bu husus adı geçen antlaşma imzalanmadan sağlanmıştır) (madde 3). Hükümet, yabancı sermayenin memlekete girmesini te­ min maksadı il, Türk parasının kıymetini koruma hakkındaki 13 sa­ yılı kararnamenin 31. maddesi ile yabancılara memleketteki kazanç­ larını ve sermayelerini, burada vücuda getirdikleri tesisleri serbestçe dışarı çıkarmak hakkını tanımıştır. Türkiye hükümeti resmî ve hususi teşebbüsler arasında rekabe­ ti takyîd, piyasalarda iştiraki tahdit veya inhisarcı kontrolleri teşvik edemeyecektir. Bir kelime ile devletçilik politikasından vazgeçecek­ tir (madde 2-d 3). Türkiye hükümeti milletlerarası ticarete engel olan resmî ve husu­ si maniaları azaltacaktır. Yani, yerli istihsalimizi himaye edemeye­ cektir (madde 2-d 1). Türkiye hükümeti yabancı memleketlerdeki fazla insan kuvvetleri­ nin Türkiye'de çalıştırılmasına mani olamaz (madde 2-d 2). Türkiye hükümeti, Amerikalı şahıslarla Türk hükümeti arasında çı­ kacak ihtilafları Amerikan hükümetinin Milletlerarası Adalet Mahketttesi'ne göndermesi halinde bu mahkemenin kaza salahiyetini şim­ diden tanır (madde 9).

81

İKİNCİ BÖLÜM

NASIL BİR SOSYALİZM?

S o s y a l İz m B u y r u k l a K u r u l m a z

“Başını iki kez aynı duvara vuranın aklından şüphe edilir.” Oy­ sa biz, Osmanlı Devleti’ni batıran dış borç kıskacına, bir kez da­ ha yakamızı kaptırdık. Ve bir başbakan çıktı, “on sente muhtaç Türkiye’yi, dilediği kadar borç alan bir ülke haline getirdik" diye övünmeye başladı. Bunlar rastlantı değil. Dünya kapitalizmine bağlı, azgelişmiş ülke olmanın alın yazısı... Bunu ancak sosyaliz­ me geçerek değiştirebiliriz. Ne var ki, bu kolay bir iş değil. Hele ABD'nin ileri karakolu durumundaki Türkiye’de büsbütün zor. Uzun vadeli bir iş bu. Emekçilerin gerçekleri görmelerine, düze­ ni değiştirmek için bir sosyalist partinin çatısı altında toplanmalanna bağlı. Sosyalizme giden tek yol bu. Kestirmesi yok. Çün­ kü halk sosyalizmi benimsem edikçe, sosyalizmi kurmak için ha­ rekete geçm edikçe, sosyalizmi kurmanın olanaksız olduğu artık •yice anlaşılmışur. Bir avuç devrimcinin devleti ele geçirmesinin sosyalizmi kurmaya yetmediğini tarih kanıtlamıştır. Sorunlar iç içe. ABD’nin ileri karakolu durumunda bir ülke olmamızın yarattığı sorunlar var. M arx’in tarih teorisine göre, sosyalizme g eçilebilm esi için, kapitalist üretim gücünün g elişem ez kale gelm esi, ay rıca sosyalizm in m addi y aşam koşu llarının d a ül­ ke içinde filiz len m iş olm ası gerekm ektedir. Marx teorisini, geçen yüzyılın ikinci yansında Batı Avrupa ülkelerindeki gelişm ele­ 85

ri gözleyerek kurm uştur. Yani kapitalist üretim biçim i artık ge­ lişem ez olacak ve böylece toplum devrim aşam asına girecek­ tir. Oysa sosyalizm için devrim, geri kalmış bir ülke olan Rus­ ya’da gerçekleştirildi. Bu olaydan yetmiş yıl sonra, bunalım lar­ dan geçm esine karşın, dünya kapitalizmi üretim tekniği bakı­ mından hâlâ lider durumunda. Yeni teknolojileri o üretiyor. Ama şu da var ki, kapitalizm in m utlaka sonunun geleceği­ ni kapitalistler de biliyor. İnsanların açlıktan öldüğü bir dün­ yada, bu azınlığın bir eli yağda, öteki eli balda yaşamasına ola­ nak yoktur. Yeni düzeni zorunlu kılan m addi y a ş a m k o şu lla ­ rının filizlen m esi koşulunu bu anlamda da düşünm ek sanırım ters olmaz. Evet, kurtuluş sosyalizmde. Başka kurtuluş yolu yok; ne bi­ zim için ne de başkalan için. Ama bugün sosyalist etiketli ül­ kelerin bir bunalım geçirdikleri de yadsınamaz. T ekn oloji ala­ nında ilerlem e yavaş, örneğin ABD’nin gerisinde. Sovyetler Birliği’nin ABD ile başa baş yarıştığı tek alan nükleer silah endüs­ trisi. E lbet bu da ço k önem li. Ö teki dallar aynı düzeyde de­ ğil. Sosyalist etiketli ülkelerin başarısı, gene de ekonom iyi hız­ la geliştirm iş olm aları. Bu ço k önem li; azgelişm iş ü lkeler için bir umut ışığı... Ama ekonom iden politika alanına geçildiğin­ de çok önem li bir sorun karşımıza çıkıyor: Sosyalist dem okra­ si hâlâ kurulamadı. Em ekçi halk yığınları hâlâ söz ve karar sa­ hibi değil. Sosyalist rejim ler, tepeden inm eci, totaliter düzen­ ler görünüm ünde... Oysa M arx, söm ürünün son bulması ile in­ sanın olanaklı en geniş özgürlüğe kavuşacağını; emeği ile artık ters düşm eyecek olan insanın, en üst düzeyde insanlığına ka­ vuşacağını söylüyordu... Tüm dünya em ekçilerinin sevinç ve umutla karşıladıkları Ekim Devrimi neden, nasıl işçileri, köylü­ leri yönetim dışında tutan, katı merkezî bir dikta rejim ine dö­ nüşmüştü? Bu acaba Rusya’nın henüz sosyalizm aşamasına gel­ m emiş, azgelişmiş bir ülke olmasından mı ileri gelm işti? Yoksa daha başka nedenler mi vardı? Aradan 70 yıl geçtiği halde reji­ min sertliğini korum ası ve aynı m erkezci yöntem lerin sosyaliz­ me geçen tüm ülkelerde karşımıza çıkm ası nasıl açıklanabilirdi? Slalin despotluğu nasıl açıklanabilirdi? Kruşçev’in söyledi86

gi gibi bir k iş ilik sorunu m uydu? Bu açıklam a nasıl kabul edi­ lebilirdi? Ve K ruşçev ney i değiştirebilm iş? Yıllar sonra Gorbaçov berraklıktan, d em okrasiden söz ediyor. İlk kez ço k adaylı seçimlerden söz edilm esinin önem li bir olay olarak karşılanm a­ sı ve G orbaçov’un başarılı olup olm ayacağının tartışılm ası sos­ yalizme geçişin, hele azgelişm iş toplum larda, h iç de kolay ol­ madığını kanıtlam ıyor m uydu? Kaş yapayım derken göz çıkanlmış olm asının nedeni ne idi? Bürokrasi, sosyalizm yoluna giren toplum lann ortak hasta­ lığı olarak görünüyor. T ü rkiye sosyalizm inin özelliklerini be­ lirtmeden ön ce bu konu yu ele alacağız. Ekim Devrimi’nden he­ men sonra beliren bu tehlikeye, Lenin başta, tüm liderler par­ mak basmış ve ön lem alm ak istem işlerdi. Hastalık önlenemedi. Bürokrasi nereden kaynaklanıyor? Sosyalizm e geçen toplum larda, am a istisnasız hepsinde, iş­ çi sınıtı adına hareket eden bir devrimci grubun (devrim ci par­ ti y ön eticilerinin) iktidara yerleştiğine ve egemen sın ıf yetkile­ rini kullanan b ir grupla birlikte yeni bir bürokrasinin doğdu­ ğuna tanık oluyoruz. Bu yeni bürokrasi parti yöneticilerinden, kom utanlardan, gizli polisten, yüksek memurlardan, ekonom i uzm anlarından, tek n isy en lerd en , aydınlardan ve daha başka meslek gruplarından oluşm akta. Bürokratlaşmaya paralel reji­ min statükocu bir n itelik aldığı, devrim ci coşkunun yok oldu­ ğu, sosyalist d em o k rasin in bir türlü kurulam adığı ve polisiye tedbirlerin, hatta zam an zaman düpedüz terörün hüküm sür­ düğü anlaşılm akta. Bu kaygı v erici d urum nasıl m eydana gelm iştir? Sovyetler Birliği’ndeki gelişm eyi kısaca izleyelim: Gerek Şubat, gerek E kim Devrimi öncelikle işçilerin, köylü­ lerin ve askerlerin başarısıdır. Lenin işçi, köylü, asker Sovyetle­ rinin her yerde kendiliğinden kuruluverdigini yazar. Bolşevik Partisi ise özellikle E kim Devrimi’ni tezgâhlayan ve gerçekleş­ tiren beyin olm uştur. Bundan sonra son derece zor günler ya­ şanılır. D urum özetle şöyledir: Em peryalist ordular dört yan­ dan saldırm aktadır. K o lça k la rın , D enikin’lerin, Vrangel’lerin komutasındaki karşı devrim ci kuvvetler de saldırm aktadır. Kıt­ 87

lık vardır. Fabrikaların çoğu kapanmıştır. İşçiler ya cephededir ya köylere göçm üştür. Pek çoğu da cepheden geri dönem eye­ cektir. Bolşevik Partisi’nin işçi üyelerinin oranı üçte birin altına düşmüştür. Ö teki sosyalist partilerde de durum aynıdır. Zaten bunlar kısa zamanda Bolşevik Partisi’nce kapatılacaktır. İşçi sı­ nıfının politik ağırlığı fiilen hemen hemen kalmamıştır. Lenin ve arkadaşlarının sırtına yüklenm işti her şey. Her şe­ ye çare bulm ak, dayanmak gerekti, dayanıyorlardı. Başlangıç­ ta devrimin Avrupa’ya yayılacağını ummuşlardı. Lenin özellik­ le Almanya'da devrim olacağını sanıyordu. G erçi patlamalar ol­ du, halta Bavyera’da M ünihli işçilerin ayaklanması sonucunda sosyalist bir hüküm et bile kuruldu. Berlin’de de işçiler ayaklan­ dılar. Alman açık deniz filosunda isyan çıktı. Fransızların Kara­ deniz’deki savaş gem ilerinde de ayaklanmalar oldu. Avrupa’yı geniş grev hareketleri sardı. M acaristan’da devrim oldu. Sovyetler hüküm eti kuruldu. Ama bu hareketlerden hiçbiri uzun ömürlü olm am ıştır. Hepsi de kana boğularak bastırıldı. Rusya yalnız kaldı. Ve ister istemez tek ü lkede sosyalizm e yöneldi. Bü­ tün umut Bolşevik Partisi’ndeydi, yani iktidarda olan bir avuç profesyonel devrimcide...

Profesyonel devrimciler örgütü Lenin, beş-on yıl önce çe tin m ücadeleler vererek, Rus Sosyal Demokrat Partisi’ne yeni bir kişilik kazandırmıştı. Ekim Devrimi’nin beyni ve dinam ik öğesi bu parti olmuştu. Şimdi dört yandan gelen saldırılara onun dayanması, devrimi onun kur­ tarması gerekiyordu. Bu parti, bilindiği gibi profesyonel dev­ rimcilerden oluşan, asker! disipline lâbi, m erkeziyetçi bir gizli devrim örgütü idi. Lenin, işçilerin örgütü ile devrim cilerin ör­ gütünün birbirinden kesinlikle ayrı olması inancında idi. Bol­ şevik partisini bu esasa göre örgütlemişti. “Devrim cilerin örgü­ tü, her şeyden önce ve sade, mesleği devrimci eylem olan in­ sanları kapsamalıdır (...) Böyle bir örgütün bu niteliği karşısın­ da, işçilerle aydınlar arasında ve tabiatıyla her birinin m eslek­ leri arasında her türlü ayrım kesinlikle silinm elidir. Bu örgü­ 88

tün çok geniş olmaması ve m ümkün olduğu kadar gizli olması gerektir.”1 Esasen, bir yığın partisi olmayan bu kuruluş yukarı­ da işaret edildiği gibi, işçi üyelerinin çoğunu savaşlar ve ekono­ mik durum yüzünden kaybedince, bürokratik bir kuruluşa dö­ nüşme tehlikesi ile karşılaşmıştı. Koca devlet çarkını çevirebil­ mek için Bolşevikler, üstelik sadakatlerine az çok güvendikle­ ri, eski rejim den kalma memurları da kullanmak zorunda kal­ mışlardı. Bu yüzden devrimci kararların ikinci, üçüncü derece­ de memurlar elinde, halka sem patik görünm eyecek biçim lerde uygulanması ve em ekçilerin, hele uzak illerde yaşayanların, is­ teklerini m erkezdeki yöneticilere her zaman ulaştıram amaları yöneticilerin gittikçe yalnız kalmalarına yol açm aklaydı. Bütün bunlar bürokrasinin serpilip gelişeceği bir ortam yaratıyordu. Ama asıl şu husus vardı: Ekonom i, devletin tekeline geçmişti. Yöneticiler devlete ait üretim araçlarının elbet sahibi değillerdi ama bunları kamu yararına kullanma yetkisini ellerinde tutu­ yorlardı. Çalışma koşullarını, ücretleri, yatırımları onlar saptı­ yorlardı. Böylece yöneticiler egemen yetkiler ile donanm ış bu­ lunuyorlardı. Bu da doğmakta olan yeni bürokrasiye ekonom ik bir dayanak sağlıyordu. Rusya’da devrimden hemen sonra bürokratlaşm a günün so­ runu haline gelm iştir. Tehlikeye sadece Lenin değil ileri gelen yöneticilerin hem en hepsi parmak basmıştır. Tabii değişik yön­ lerden. Lenin’e göre bürokratlaşmayı önlem enin çaresi emekçi yığınlarının devlet yönetim ini ele almalarıydı. Bu da işçilerin, köylülerin m eclisleri olan sovyetlerin geliştirilm esi ile gerçekleşirdi. Lenin, am açlarının, günlük çalışm aları bittikten sonra tüm em ekçilerin devlet işlerinin yönelim ine katılm alarını sağ­ lamak olduğunu söylüyordu. S ovyetler em ekçi halk yığınlarıyla kaynaştırılmalıydı. Tabanın denetimi gerçekten ancak bu yol­ dan sağlanır, b ü rokratlaşm a bu yoldan önlenirdi.2 Elbet işçilerle, k öylü lerle, em ekçilerle sağlam ilişk iler ku­ rulm ası, em ekçilere ağırlık verilm esi şarttı. Ama partiye iliş­ meden, partinin illegalite koşullarındaki özü, yeraltı çalışm a1

Lenin, Que Faire?, Ed. Soc., 1947, s. 113-114.

2

Lenin. (Euvrcs, c. 27. (28 Nisan 1918), Ed. Soc., 1974, s. 283.

89

ları için saptanmış esasları değiştirilmeden, bunu başarma ola­ nağı var mıydı? Hiç değilse Bolşevikler için böyle bir olanak var mıydı? Fırtınalar içinde tek sağlam dal parti idi. O nun o to ­ ritesini zayıflatacağım sandıkları bir çözüm e, B olşevikler n a­ sıl gidebilirlerdi? Oysa parti kanalıyla tüm iktidarları tekelle­ rinde bulunduran yöneticiler kadrosunun korunm ası, kaçınıl­ maz olarak bürokratlaşmaya yol açmaktaydı. Bunun görülm e­ miş, görülmüşse düzeltilm em iş olması Lenin ve arkadaşlarının affedilmez hatasıdır. işçi M uhalefeti liderlerinden bayan Kollontai öteki y önetici­ lerden işte bu noktada ayrılıyordu. Kollontai’ye göre bürokra­ si ile mücadele için parti tam bir işçi partisi haline getirilm eli, işçi olmayan üyeler partiden çıkarılmalıydı; yöneticiler tabana karşı sorumlu olmalı ve seçim le işbaşına gelip seçim le ıızaklaşlınlm alıydı; parti içinde tam bir düşün ve söz özgürlüğü olm a­ lı, organların toplantılan tüm parti üyelerine açık bulundurul­ malıydı.3 Ama Lenin’e göre kurduğu parti devrimi gerçekleşti­ ren örgüttü, ona dokunulamazdı. Kollontai’nin haklı olabilece­ ğini düşünemedi. Lenin’in ve partinin tepkisi, gecikmedi: Partinin 10. Kongre­ si işçi muhalefeti ile d em o kra tik m erkeziy etçilik m uhalefet grup­ ları başta olmak üzere her türlü m uhalefet örgütlerinin kapatıl­ masına, muhalefet propagandasına son verilm esine, parti için ­ de m uhalefet platform larının yasaklanmasına karar verdi. Bu vesileyle Lenin’in kongreye sunduğu karar tasarısında. “M arksizm, işçi sın ıfının öncülerini toparlam a, eğitm e ve ö r­ gütlem eye tek yetenekli organın parti olduğunu ö ğretir,” de­ niliyordu. Başka bir yazısında Lenin, toplumu ilgilendiren her konuda kesin karar veren bu partinin, 19 kişilik Merkez Kom i­ tesi ile lam bir oligarşi oluşturduğunu açıklıyordu.4 Demek parti yöneticileri bir oligarşi meydana getiriyorlardı. Lenin ve arkadaşlarının, iktidara geldikleri, devleti ele g eçir­ dikleri halde illegallikte geçen m uhalefet yıllannın kuşkuların­ dan büsbütün kurtulam adıkları anlaşılıyordu. Parti iktidarda 3

Kostas Papaioannou, Les Marxisms, Ed. J'ai Lu 1965, s. 416-420.

4

Lenin, La Maladie Infantile du Commuııisme, Ed. Soc., 1946, s. 26.

90

bulunduğu, koca bir orduya, polis teşkilatına dayandığı halde hükümet, m eclis, idare, kısacası devlet elinde bulunduğu hal­ de kendisini hâlâ bir bakım a illegalite koşullarında görm ektey­ di. Elinde tem erküz ettirdiği muazzam maddi güçlerin yanı sı­ ra kendisini böylesine bir yalnızlığa m ahkûm eden bir partinin bürokrailaşması kaçınılmazdı. Lenin ve arkadaşları, belki de geri bırakılm ış bir ülkenin iş­ çileri ve köylüleri ile devrimi başarmak zorunda olduklan için işçi sınıfına, em ekçi yığınlarına bir vasi gözüyle bakm ışlardı. Evet, yukarıda aktardığımız satırlarda olduğu gibi, Lenin’in iş­ çileri, köylüleri devlet yönetim ine katılmaya çağırdığı doğru­ dur. Ama bunu ilerde gerçekleşecek ideal bir durum gözüyle gördüğü de kuşkusuzdur. Çünkü Lenin kimi konuşmalarında, işçilerden hem en devleti yönetm esini istem enin, tatsız bir şaka olduğunu belirtm iştir: “...Y ön etm ek başka şeydir; bilgi ister, beceri ister. Ü çüncüsü yetenek. Y etenek olm adan, derin bilgi olm adan, idare hukuku bilgisi olm adan yön etm enin kabil olacağım m ı sanıyorsunuz? B u gü lü nç olur. ( ...) H er işçi devlet yönetm eyi b ecerebilir m i? Pratik insanlar bun un b ir m asal olduğunu bilirler.”5

Kestirme yolun bedeli Lenin ve arkadaşları, geri bırakılm ış bir toplumda sü b jektif et­ kenlere ağırlık vermiş, emperyalizmin en zayıf halkasının Rus­ ya'da olduğunu saptam ış ve zamanında harekete geçm işlerdi. Ne var ki, devrim bir sü reç, bir birikim işi olduğu için fazladan birtakım yükleri taşım aları, fazladan birtakım zorluklarla mü­ cadele etm eleri gerekiyordu, tç ve dış konjonktürlerin elveriş­ li olmasından yararlanm ışlar ve kurdukları disiplinli gizli par­ tiyi bir tramplen gibi kullanarak sıçramayı başarm ışlardı. Ama bu sıçram anın bedelini ödemek zorunluluğu vardı. Lenin ve ar­ kadaşları 192 0 ’lerde işte bu bedeli ödüyorlardı. Ağır koşulların üstesinden gelinebilm esi için em ekçi halk yığınlarının en ge­ 5

Lenin, CEuvres. c. 32. s. 3 6 .6 1 ; c. 36, s. 536-537.

91

niş ölçüde devrime ortak edilm esi, eleştiriye açık bir ortam ya­ ratılması, yani en geniş anlamda sosyalist demokrasinin uygu­ lanması gerekiyordu. Ne var k i, bürokrasi ile m ücadele edebilm ek için L en in ’in “sovyetleri em ekçi yığınlarıyla kaynaştırm ak, işçilerin, köylü­ lerin, çalışma saatleri dışında devlet işleriyle uğraşmalarını sağ­ lam ak” gibi uzun vadeli projeleri hiç uygulanmamış, Lenin öl­ dükten sonra büsbütün unutulm uştur. Oysa işçi sınıfının ikti­ dara yönelm esi için bu gibi girişim ler şarttı. Böylece yönetici kadro ve dolayındaki görevliler Stalin işbaşına geldikten sonra em ekçi yığınlarından iyice kopm uşlardır. Tüm yetkileri teke­ linde bulunduran, kendi içinde komuta zinciri ve iş bölüm üne bağlı yeni bir bürokrasi doğmuş ve hızla gelişip kök salmıştır.

Marx'in görüşü Bu manzara karşısında M arx'in işçi sınıfı, örgüt ve devrim hakkındaki görüşleri daha anlam lı hale geliyor. M arx için devrim in Laşıyıcısı da, devrim i g erçekleştirecek olan da işçi sınıfının kendisi idi. Hiç kimse onun yerini alamaz, devrimi onun yerine gerçekleştirem ezdi. “Şimdiye kadar,” di­ yordu M arx, “tüm sosyal hareketler bir azınlık tarafından ya da bir azınlık yararına g erçekleştirilm iştir. İşçi h areketi, uç­ suz bucaksız çoğunluk lehine, kendiliğinden oluşan (sponta­ ne). harekettir.”6 “Kuşkusuz işçi sınıfı, örgütlenecek, görev bö­ lümü yapacaktır. Ama bu, gene işçi sınıfının kendi içinde ger­ çekleştireceği bir iştir. Adeta işçi sınıfının büyüme ve olgunlaş­ masının doğal sonucu olacaktır örgütleme ve yönetici kadro­ larının çık ışı.”7 M arx’in görüşüne göre, devrimin taşıyıcısı ile gerçekleştiricisi özdeştir; bu, işçi sınıfıdır, işçi sınıfının kendi­ sidir, öyle kalmalıdır. M arx’in ve Engels’in anarşistlere, Blankistlere* kesinlikle karşı oluşları her şeyden önce, işçi sınıfını 6

Marx-Engcls, Le Mani/este Commımiste, Ricdcr, Paris 1925, s. 39.

7

A.g.t., s. 35-36.

(*) 1805-1881 yılları arasında yaşamış Louis-Augusle Blanqui'nin görüşlerini izle­ yenlere verilen ad - c.n.

92

devrimin biricik taşıyıcısı ve tek gerçekleştirici gücü saymala­ rından ileri geliyordu. Lenin ve arkadaşları ise Avrupa'nın sanayileşm iş toplum larındaki işçi sınıfının reform ist görüşlerin etkisi altında kaldı­ ğı, işçiler arasında bir ar istok rat tabakanın türediği, beri yan­ dan Rus işçi sınıfının olgunlaşm am ış olduğu görüşünden çıkış yaparak profesyonel devrimcilerden oluşan bir partinin gereği­ ne inanm ıştır. Devrim başarıldıktan sonra da parti, işçi sın ıfının öncüleri­ nin av an t-g ard e partisi olarak kalm ıştır. M arx’tan sonra, deği­ şen koşullarda devrimi Rusya’da gerçekleştirm ek için yapılan­ ların zorunlu olduğu hakkındaki tezi bir yana bırakıyorum . Ama rejim in bûrokratlaşm asında, profesyonel devrim cilerden, öncülerden oluşan merkeziyetçi, katı disiplinli bir partinin va­ roluşunun önem li bir rol oynadığına inanıyorum. Sosyalist b ir toplum da bürokratlaşm anın ek o n o m ik daya­ nağı var m ıdır? Varsa nedir? Bürokrasi bir sın ıf m ıdır? İşçi sı­ nıfının iktidarda ağırlığını duyuramayışı sosyalizm için ne gi­ bi tehlikeler doğurur? Bunlar ciddi araştırmaları gerektiren so­ runlardır.

Bürokrasi sosyalizmin yeni çocukluk hastalığı mı? Marksizme göre, “sosyalist devlet, egemen sın ıf olarak örgüt­ lenmiş proletaryadır." Ve bu devlet kurulur kurulm az erim e­ ye, yok olmaya başlayacaktır. Egemen sın ıf olarak devlet me­ kanizması em ekçilerin elinde bulunduğundan, devletin niteli­ ğini oluşturan cebir ve şiddetin öznesi de nesnesi de em ekçile­ rin kendileri olacaktır. Böylece devlet zoru dışarıdan dayatılmış bir şey olm aktan çıkararak, em ekçiler için kendi kendilerini sı­ nırlama niteliğini alacaktır. Devrimin başlarında, henüz söm ü­ rücü sınıf ve tabakaların karşı devrimci direnişleri devam eder­ ken, sosyalist devletin gücü sadece bunlar için dışarıdan gelen bir zor olarak görünecektir. Ama sosyalist düzenin özneleri ve aynı zamanda nesneleri olan em ekçiler için devlet zoru ken­ 93

di dışlarında olan bir şey değildir; çünkü egem en olan onlardır. Tarihsel gelişme sonunda sınıflar ortadan kalkınca, bir sı­ nıf tahakkümü aracı olan devlet de eriyip gidecek, ortadan kal­ kacaktır.

Devlet güçleniyor Oysa sosyalizmin uygulamasına geçileli yarım yüzyılı aşan bir zam an olduğu halde, sosyalist toplum larda d evletin eridiği­ ne değil, tersine güçlendiğine tanık olm aktayız. Em peryalist devletlerin varlıklarını sürdürdüğü bir dünyada durum un baş­ ka türlü gelişmesi düşünülemezdi. Devrimlerini korum ak için sosyalist devletler güçlü olm ak zorundaydılar. Zaten M arx ve Engels, devletin yok olm asını, sosyalizmin tüm ülkelere yayıl­ mış olm ası, hiç değilse belli başlı kapitalist toplum lann sosya­ lizme geçm iş bulunm ası şartına bağlamışlardır. Bu şart yerine gelmediğine göre, sosyalizm e geçm iş toplumlarda devletin za­ yıflayacak yerde güçlenm iş olm asını n onnal karşılam ak gere­ kir. Ancak bir nokta gözden kaçırılmamalıdır: Sosyalist devlet, örgütlenmiş em ekçilerin kendisidir. Devlet gücü aslında em ek­ çilere karşı değil em ekçilerin düşmanlarına karşı kullanılacak­ tır. İktidar fiilen em ekçilerin elinde bulunduğu takdirde, dev­ let gücünün em ekçilere uygulanması bir kendi kendini sınırla­ ma niteliği alır. Sınıf durumu ve sınıf çıkarları açısından cebir ve şiddetin öznesi ile nesnesi, ancak em ekçiler fiilen iktidan el­ lerinde bulundurdukları takdirde özdeşleşmiş olur. Gerçeklere sırt çevirmeden sorunu ele alacak olursak, sosya­ list toplumlarda işçi sınıfının, köylülerin, em ekçilerin fiilen ik­ tidarda bulunduklarını, devlet yönetim inde söz ve karar sahi­ bi olduklarını kabul edemeyiz. İşçiler, köylüler, em ekçiler adı­ na bürokrasinin devleti yönettiğini görürüz. Som ut gerçekler­ le ilişkisi kesilm iş genellem eler bir yana bırakılınca ortadaki manzara budur. Kuşkusuz iktidarı elinde tutan bu bürokrasi işçi sınıfının, köylülerin, em ekçilerin çıkarlarına hizmeti amaç bilmekte ve ilan etm ektedir. Ve gene hiç kuşku yoktur ki, bü­ rokrasinin ilk bakışta sınırsız gibi görünen yetkileri, sosyaliz­ 94

min genel çizgileri ile sın ırlı olduğundan başka, ayrıca bu yö­ netici tabakasını oluşturan çeşitli grupların (parti yöneticileri, ordu tem silcileri, gizli polis, ekonom i uzm anlan, teknisyenler, aydınlar vb.) çelişen çıkarları yönünden de sınırlıdır. Karşılık­ lı önerilerin uyum lu hale getirilm esi bakım ından da bir iç sı­ nırlamaya tâbidir bunlar. Su halde uyumlu hale getirilen bu çı­ karlar, bürokrasinin özel çıkartandır. Devletin güçlendirilm esi doğrultusundaki kararlar bu cümledendir.

Egemen sınıf gibi Böylece üretim ilişk ilerin in adeta ço k sın ıflı toplum lardakine benzeyen yanlar göstererek geliştiğine tanık olunmaktadır. Herhalde bürokrasinin, siyasal gücün ve ekonom ik gücün te­ kelini elinde bulundurduğu ve çalışma koşullannın, ücretlerin, yatırım tercihlerinin saptanm ası gibi hayati konularda egemen­ ce kararlar aldığı yadsınamaz. Bu ise egemen sın ıf olm anın ni­ teliğidir. G erçi burjuvazi yukarıdaki yetkilere paralel olan yet­ kilerini, üretim araçların ın özel m ü lkiyetin e sahip olm asına borçludur. Oysa sosyalist toplumlarda bu yetkiler devlet tekeli­ ne verilmiştir. Yani bürokrasi, burjuvazi gibi üretim araçlarının mülkiyetine sahip olm adan egemence davranmaktadır. Ö nem li bir fark kuşkusuz. Ne var ki, kullanma hakkı bakım ından esas­ la pek fark yoktur aralarında. Tabii burjuvazi, arlı-değeri dile­ diği gibi tasarruf ederken, bürokrasi buna gelir dağılım ını dü­ zenleyerek tasarruf etm ekledir... Evet, ekonom ik faaliyetlerin yürütümünü düzenlem ek açısından sosyalist toplum lann bü­ rokrasisi egemen bir sim/ görünüm ü içinde bulunuyor. Bu sa­ vın itirazlara yol açacağını biliyorum. Sosyal sın ıfları, kullanm a işlevini bir yana bırak ıp , sadece üretim araçlarının özel m ülkiyetine sahip olup olm am a esası­ na göre ya da m iras hakkı bakım ından tanımlarsanız, kuşkusuz sosyalist toplum lann bürokrasileri birer sın ıf sayılamaz. Ama kuru mülkiyet hakkının ancak kullanmayla, üretim ilişkilerin­ de aktif bir rol oynam a olanağı sağladığı düşünülünce, günü­ müzün sosyalist toplum lanndaki bürokrasilerin, sın ıf adı veril­ 95

mese de fiilen egemen sın ıf durumunda oldukları yadsınamaz. G ünüm üzün sosyalist loplum larınd a, işçi sınıfınd an kop­ muş, ona gerçekte hesap verm eyen, işçi sınıfınca iktidardan se­ çim le uzaklaştırılm asına gerçekte olanak bulunm ayan bir bü­ rokrasinin tüm devlet güçlerini lekelinde toplayarak varlığını uzun zam andır sürdürm esi, birtakım ters gelişm elere yol aç­ mıştır. Bizce bu ters gelişm elerin en tehlikelisi, devrimin asli ve biricik taşıyıcısı ve gerçekleştiricisi olan işçi sınıfının bir nesne durumuna getirilmiş olmasıdır. M arx, “Tüm üretici güçler için­ de en büyük üretici güç devrim ci sınıfın kendisidir,”8 der. Ger­ çekten de sosyalizm in ekonom isi ile, siyasası ile, kültürü ile, ahlâkı ile gerçekleşebilm esi için işçi sınıfının toplumda en bü­ yük üretici güç olarak tüm yaşam alanlarında yaratıcılık kay­ nağı olması gerekir. İşçi sınıfını çekip aldınız m ı, her şey bir­ den canlılığını kaybedip kalıplaşıverir. Sosyalizm, işçinin d in ­ deyken canlıdır, güzeldir, doğrudur ve yaratıcıdır. G eniş em ek­ çi yığınlarının aklını, sezgisini kimse, hiç kimse temsil edemez. Bugünkü duruma şöyle gelindi: Rus proletaryasının henüz olgunlaşmamış olduğu ileri sürülüyordu. G izlilik de dar kad­ royu gerektiriyordu. İşçi sınıfının, yani devrimin biricik taşıyı­ cısı ve gerçekleştiricisinin yerine profesyonel devrim ciler geçi­ rildi. Bolşevik Partisi bir öncüler örgütü haline getirildi. Öncü­ ler işçi sınıfı ile dirsek tem asını kesm eyecekti. Ama devrimin beyni işçi sınıfı değildi artık; işçi sınıfı adına düşünen, karar ve­ ren; onun adına ajitasyon, propaganda yaparak devrimi hazır­ layan bir avuç profesyonel devrimciydi. Lenin, gizlilik koşulla­ rı içinde etkin bir araç vücuda getirmişti böylece. 1917'n in ilk günlerinde geniş grev hareketlerinin b ir başlan öteki başa kap­ ladığı Rusya’da; işçilerin, köylülerin, askerlerin son derece ak­ tif bulundukları devrime gebe bu sosyal ortamda profesyonel devrimcilerden kurulu Bolşevik Partisi elbet etkili olm uştur. O sırada işçiler devrimin taşıyıcısı olarak dipdiri, hareketin için­ de ve başındaydılar. “Sovyetler, her yerde m antar gibi bitiveriyordu,” der Lenin. Sonra işçi sınıfı savaşta eridi ve onun adına hareket eden profesyonel devrim ciler işçi sınıfsız bir işçi ikti­ 8

96

Marx, M isire de la Phllosophirc, Ed. Soc 1947, s. 135.

darını tem sil eder oldular. Tabii devrimi yürüteceklerdi; yürüt­ tüler de. Ne var k i, sonradan yeni bir işçi stntfı yetiştiği halde, yarattıkları b ü ro kratik güçler işçi sınıfını bugüne dek iktidann dışında tutm uştur.

Şiddetlenen sınıf mücadelesi Kaldı ki, diyorlardı, em peryalizm in askerî gücünü arttırdığı ve sosyalist ülkeleri çepeçevre kuşattığı günlerde tecrübeli yöneti­ cileri bir yana itip, devlet işçilere teslim edilemezdi! Stalin, so sy a liz m in ku ru lu şu n da y o l a lın d ık ç a s ın ıf m ü cad e­ lesinin k e sk in leş ec eğ i h akkın d aki, bugün sosyalistler arasında çok eleştirilen teorisin i ortaya atacaktır. Stalin, parti kadrola­ rım uyanık olm aya çağırarak, devrilen burjuvazinin, dışarıda­ ki d osüannın yardım ı ile mücadeleyi sürdürdüğünü, sürdüre­ ceğini; em peryalizm in çem beri yarılm adıkça, sabotörler, casus­ lar ve yabancı d evletlerin yurdun ta içine soktuğu teröristle­ rin eksik olm ayacağım ; Troçkistlerin hâlâ direndiklerini, dire­ neceklerini haber vererek sın ıf m ücadelesinin şiddetleneceği­ ni ilan edecektir.9 Stalin’in, M erkez Kom itesi önünde yaptığı bu konuşm a, sı­ nıf m ücadelesinin keskinleşeceğini haber verirken; T roçkistlerle artık görüşlerini çürüterek değil, kökleri kazınarak müca­ dele edilm esi gerektiğini söylem esi, büyük tasfiyelerin zamanı geldiğine bir işaretti. O tarihlerde (Mart 1 937) Stalin’in açıkla­ dığına göre Bolşevik Partisi’nin tüm yönetici kadrolarının üye sayısı 135 binle 195 bin arasındaydı. Bunların sadece 3-4 bini yüksek y önetici durum undaydı. D oruktaki büyük yöneticiler­ se bir avuçtan ibaretli ve başlannda Stalin vardı. Görülüyor ki, Lenin'in 19 kişilik oligarşisi 10-11 yılda gelişm iş, dal budak sal­ mıştır. Bugün ise bürokratik oligarşinin daha da gelişm iş oldu­ ğunu görm ekteyiz... E lbet bürokrasi tabanını genişletirken işÇi sınıfından, köylülerden transferler yapmaktadır. Ama bunlar bürokratlaşm ış bir partinin üyesi olunca, kendileri de zaman­ la o havaya girm ekte, yeni bir kişiliğe bürünm ektedirler. He9

Sıalin, L'Hommc le Capital 1e Plus Prtcicux, Ed. Soc., 1947, s. 27.

97

le yönetici kadrolarına geçenler, işçi sınıfından büsbütün kop­ maktadırlar. G erçekten de işçi sınıfından, em ekçi yığınlarından kopmuş olm ak ama onlar adına devleti yönelm ek sosyalist etiketli ül­ ke bürokrasilerinin ortak niteliğidir. Bu durum, üretim nitelik­ lerinde bürokrasinin bir çeşit kapitalist sınıf gibi görülm esinin nedeni olmaktadır. Çünkü devlet yönetim inin dışında tutulan işçiler, çalışm a koşullarını saptayamadıkları gibi meydana ge­ tirdikleri artı-deger üzerinde herhangi bir tasarrufta da buluna­ mazlar. Bu konuda söz sahibi olan yalnız yüksek kademedeki yöneticilerdir. Demek ki, devlet mülkiyetinin işletilm esi konu­ sunda olduğu gibi, çalışma koşullarının saptanması ve yeni ya­ ratılmış değerlere toplum adına tasarruf etm e yetkileri de işçi sınıfı adına hareket eden ama işçi sınıfından kopm uş ve ondan bağımsız hale gelmiş olan bürokrasinin tekelindedir. Bu yetki­ lere, iç ve dış siyasaya ilişkin her türlü karan alm ak; toplumun ideolojisine, kültürüne, ahlâkına, sanat ve edebiyatına yön ver­ mek gibi çeşitli ve son derece önemli konularda da bürokrasi­ nin sahip olduğu etkiler bilahare eklenmelidir. Ama böyle bir uygulamaya girilmesi bürokrasiyi daha büyük yalnızlığa m ahkûm etm iştir. Bu da polis yöntem lerinin g ittik­ çe ağ ırlık kazanm asına ve dolayısıyla gerek yöneticiler arasın­ da, gerek em ekçiler arasında korku ve kuşkunun hüküm sür­ mesine yol açm ıştır. Sosyalist ü lkelerd e, en eskisi 70 yıla varan b ir uygulam a­ dan sonra, egem enliğin hâlâ işçilerin, köy lü lerin, em ek çile­ rin yani doğrudan üreticilerin elinde olmadığı, onlardan bağım ­ sız bir egemen sınıfın, bürokrasinin elinde olduğu, gerçeklere göz yumulmadıkça yadsınamaz. Devlet m ekanizm asını tekelle­ rinde bulunduranların işçi sınıfının öncüleri, (avant-garde) ol­ duğu ileri sürülerek, birazdan açıklanacak olan temel çelişki­ ler görm em ezlikten gelinemez. Öncü kavramı, sosyalizm e geç­ miş toplumlarda işçi sınıfı a k t if olduğu ve öncüler bu aktif var­ lığın iç hareketliliğinin bir ürünü olarak, onunla organik bağ­ larını yenilenerek sürdürdükleri zaman bir anlam taşımaktadır. Sosyalist toplum lardaki bürokrasilerin, işçi ya da köylü köken­ 98

li olduğu kabul edilse de, yıllardır yaşamlarıyla işçilerden, köy­ lülerden, kopm uş, bağım sızlaşm ış olan, şu halde yenilenm e­ yen bu bürokratları işçi sınıfının öncüleri olarak görmeye ola­ nak yoktur. Geri bırakılm ış toplumlarda, yani işçi sınıfının ya hiç bulunmadığı ya da her bakımdan çok zayıf olduğu bir or­ tamda M arksistlerin kendilerini öncü sayarak harekete geçm e­ leri; işçi sınıfının, em ekçilerin bilinçlenm e sürecini hızlandır­ maya, onları örgütlem eye uğraşmaları doğaldır. Lenin ö n cü ­ lere bu açıdan bakıyordu. Ama öncülerin işçi sınıfının yerine geçmesi; devrimin taşıyıcısı ve gerçekleştiricisi sayılm aları; iş­ çi sınıfının politika dışı pasif bir varlık haline getirilm esi ve gi­ derek öncülerin, yani bürokrasinin egemenliği altında bir sın ıf durumuna sokulm ası asla kabul edilem ez. Böyle bir duruma düşülmesi sosyalizm i tehdit eder. Öncü, tarihsel bir kavram ­ dır; yani işçi sınıfının gelişmesiyle içeriği değişmektedir ve gi­ derek ortadan kalkacaktır. Oysa sosyalizme geçeli yarım yüz­ yıl, çeyrek yüzyıl olmuş toplumlarda işçiler, köylüler, em ekçi­ ler öz em eklerinin ürünleri ve çalışma koşullan üzerinde ege­ menlik kurmuş değillerdir ve hâlâ işçi sınıfı, öncülerinin vesa­ yeti altındadır. Bu durum un sürüp gitm esi, kapitalist toplum lardakine benzer bu yu ran -bu yn ık a k ın d a olan ilişkilerinin doğ­ masına yol açm aktadır.

Aşağıdan yukarı Rusya’nın geri bırakılm ışlığm ın dayattığı koşullarda, sosyaliz­ me geçişin sü bjektif öğelerine Lenin’in nispî bir ağırlık verdiği ve profesyonel devrim cilerden, öncülerden oluşan m erkeziyet­ çi, kışla disiplinine tâbi yeni tip bir partiyi geliştirdiği bilinm ek­ ledir. Ancak Lenin, devrimci potansiyelin işçi sınıfında, em ekçi yığınlarında bulunduğunu unutm am ıştır. Lenin için sosyaliz­ mi gerçekleştirm enin yolu bu iki kutbun diyalektik birliğinden geçmekteydi. Hassas, in ce bir diyalektik siyasa işiydi bu... Le­ nin tehlikeleri seziyordu. Bu ince diyalektik siyasa uygulama­ sında kantarın parti yönüne kaymasından sürekli kaygı duyu­ yordu. Bunca gücü tekelinde tutanların yetkilerini o bjek tif öl­ 99

çüler içinde kullanam am alarından ve bürokratik bir devlet me­ kanizmasının em ekçileri ezm esinden korkuyordu: Bunun için ­ dir ki, iktidara geçişlerinden itibaren, sosyalizmin tepeden in­ me buyruklarla kurulam ayacağını, em ekçi yığınlarının inisiya­ tifi ile aşağıdan yukarı kurulacağını tekrarlayıp durmuştur. Da­ ha 1918’lerde, “O n m ilyonlarca y aratıcın ın aklı, en dâhice, en geniş tahminlerden kat kal üstün bir şey verir,,TT0 diyordu. Gene şöyle diyordu: “İşçi denetimini uygulamaya başladığımız zaman bunun kı­ sa bir süre içinde tüm Rusya’da yayılamayacağım biliyorduk Ama sadece bir tek yol tanıdığımızı, aşağıdan gelen dönüşüm­ ler yolunu, ekonomik sistemin yeni ilkelerinin, işçilerce taban­ da hazırlanması yolunu tanıdığımızı göstermek istiyorduk."11 İşçi d ev letin i b ek ley en te h lik e le re parm ak basan L en in . “D evletim iz, bü rokratik biçim sizleşm e gösteren b ir işçi dev­ letid ir... D evletim iz bugün o haldedir k i, tüm üyle ö rg ü tlen ­ miş olan proletarya, kendini savunmalıdır. Biz bu işçi örgütle­ rini, işçileri devletlerine karşı savunmak için ve işçilerin bizim devletimizi savunmaları için kullanacağız,”12 diye konuşuyor­ du 1 9 2 0 ’lerde. Lenin yaşam ının son yıllarını bürokrasiyi önleyecek geçer­ li tedbir aram akla g eçirm iştir ve hep tabana güvenm iştir. Halk M eclisleri (sov yetler), send ikalar gibi taban örgütlerinin bü ­ ro krasiyi yok ed eceğin e in an m ıştır. K alkınm a p la n ın ın bü ­ rokratik bir nitelikte hazırlam asından son derece kaygı duy­ m uştur. Hele Stalin’in genel sekreter olarak kalm asını ç o k sa­ kıncalı bulm uş, sonradan “vasiyetnam e” diye adlandırılan 8. K ongre'ye yazdığı m ektu p ta değiştirilm esini ve y erin e “da­ ha sabırlı, daha doğru, daha terbiyeli ve arkadaşlarla daha ya­ kından ilgilenen, daha az kaprisli” b ir kim senin getirilm esini ö n erm iştir.13 10 Lenin, CHuvres. c. 26, s. 496. 11 Ag.e., s. 489. 12 A.g.c., c. 32, s. 17. 13 A.g.e., c. 36, s. 605-610.

100

Kişi diktatörlüğü Ne çare ki, Stalin partiyi eline geçirm işti bile. A rtık Lenin’in ince diyalektiği yerini Gürcü diktatörün m ekanik bir diyalek­ tik kalıba zorla sokulm ak istenen kaba buyruklarına bırakm ış­ tı. Otuz yıl sosyalizm in bürokratik, dogm atik ve insana saygı­ sız m odeli; Slalin ’in gölgesinde ve işin korkunç tarafı bûrokratizm, dogmatizm ve insana saygısız tutum ve davranışlar söz­ de y erilerek , o r to d o k s sosyalizm in b iricik m odeli olarak gö­ rülmüştür. Bu satırlar bürokraılaşm anın kişilere göre açıklan­ ması olarak yorum lanm am alıdır. B ürokratik sosyalizm i han­ gi o b jek tif ve sü b jek tif etkenlerin doğurduğu daha önce açık ­ lanmıştı. Stalin dönem inde ağırlığını eklem ek gerekm iştir sa­ dece... Stalin genel sekreter olduktan sonra, parti örgütünde bürokratlaşm ayı hızlandıran gelişm eler görüldü: Eyalet ko­ miteleri sekreterleri m erkezce atanmaya başladı. Böylece par­ tinin içind e gid erek daha da g ü çlenecek ve adeta parti iç in ­ de parti h aline g elecek, m erkezde, daha doğrusu genel sek ­ reterliğe bağlı bir m em u rlar hiyerarşisi ortaya çıktı. Karşılaşı­ lan zorluklar, Stalin ağırlığındaki uygulamada, em ekçi yığın­ lardan gittikçe daha çok bağım sızlaşan bürokrasinin güçlen­ mesine yol açtı. Olaylar şöyle gelişti: Tarım kesiminde k o lektifleştirm e ve hız­ lı endüstrileşm e em ekçi yığınları ile devlet arasındaki uçurum u derinleştiren uygulamalara yol açarken, bir yandan da bürok­ rasinin Stalinci kanadını güçlendirdi. G erçekten Stalin bu vesi­ lelerle m erkez kom itesindeki rakiplerini tasfiye etm e fırsatını bulmuştur. Böylece parti içindeki son özgürlük halkası da, ye­ ni merkez kom itesinde çeşitli görüşlerin serbestçe tartışılması olanakları da tarihe karıştı. Tarım k esim inin k o lek tifleştirilm esi ve hızlı en dü strileşm e, köylülerle işçilere dayatılan ağır maddi fedakârlıklarla gerçek­ leştirilmiştir. Feodal mülkiyete son verilmesi üzerine köylüle­ re dağıtılan topraklar, küçük ve orta işletm eciliği yaygın ha­ le getirm işti. Köylüler yeni sahip oldukları topraklara bağlıydı­ lar. Ne var ki, tarım kesim inin endüstrileşm e hareketini finanse 101

edebilmesi ve hızla artan kentli nüfusu doyurabilmesi için ta­ rım kesiminde verimin arttırılm ası, bunun için de kolek tifleştir­ m eye gidilmesi zorunlu görülüyordu. K olektifleştirm e hareketi­ ne köylüler tepki gösterince bir duraklamadan sonra parti zor­ lu yöntem lere başvurdu. Yığınla sürgünler yapıldı. Kolhozların ürettiği m ahsuller çok düşük fiyatlarla satın alındı. Bu ade­ ta köylülerin sırtına yüklenen bir aynî vergiydi. Hızlı endüstrileşm e ham lesini, gerçek işçi ücretlerinin büyük ölçüde düşmesi ve gelirler yelpazesinde büyük farklılaşm alar izledi. 1930’dan sonra sendikalar, işçi kom iteleri gibi işçi kuru­ luşları, devrimle elde ellikleri özgürlükleri kaybettiler ve dev­ let çarkının sade b ir dişlisi durumuna geldiler. Tarım kesim i­ nin verimini arttıracak tedbirler alınmasın mıydı? Endüstrileş­ meye gidilmesin miydi? Bütün bu işler elbet yapılacaktı; ancak zor kullanılarak, em ekçi yığınlarına rağmen değil em ekçi yı­ ğınlarıyla el ele yapılacaktı. Çünkü yapılması gereken iş, aslın­ da em ekçi yığınlarının işiydi. Devrimin taşıyıcısı ve gerçekleş­ tiricisi onlardı. Tabandan kopm am ış bir yönetici kadro bu işi başanrdı kanısındayım. Başlangıçta Molotov’la birlikte ortayı temsil eden Stalin, Bu­ harin, Rikov, Tom ski ve daha başkalarından oluşan sağ kanat­ la birleşerek sol kanadı temsil eden T roçki, Zinoviyev, Kame­ nev ve arkadaşlarını yenilgiye uğrattı. Bir süre sonra T roçki partiden atıldı. Sürgüne gönderildi, sonunda Rusya’dan çık a­ rıldı. Solu dağıtan Slalin bu kez darbeyi sağa, Buharin ve arka­ daşlarına indirdi. Parti içinde yenilgiye uğratılan her iki kanat m ensuplan, bir süre sonra açılacak davalar sonunda fizikî ola­ rak da tasfiye edilecek ve koca bürokratik m akinenin başında Stalin kalacaktır... Artık Slalin, kendisine yüzde yüz sadık yöneticilerle birlik­ te partiye ve devlete egemendir. M erkezî, hiyerarşik ve disip­ linli bir bürokrasi ekonom iyi yönetme, siyasal gücü kullanm a. Marksizmi yorumlama ve ideolojiler imal etme yetkilerini teke­ linde bulundurmaktadır.

102

İlişkiler Simdi sosyalizm in bu yozlaşm ış bürokratik m odelinin üretim ilişkilerini ve tem el çelişk isin i daha yakından görm eye ça lı­ şalım: Üretim ilişkileri, sınıflı toplum ların ilişkilerini andırır. Üretim araçları özel m ülkiyet tekelinden çıkarılıp devlet m ül­ kiyeti lekeline sokulduğu halde işçi sınıfı, köylüler, em ekçiler, gerçekten iktidarda bulunm adıkları için devlet m ülkiyetinde­ ki üretim araçlarını işçi sınıfı adına hareket eden ama işçi sın ı­ fından, em ekçilerden bağımsız hale gelmiş bürokratik bir sos­ yal grup kullanmaktadır. Sosyalizme geçilm iş olm ası için üre­ tim araçlarının devlet m ülkiyetine verilmesi, hatta ekonom inin merkezî ve zorunlu bir plana bağlanması yeterli değildir. İşçi­ lerin, köylülerin, em ekçilerin, yani doğru dan ü reticilerin üre­ tim faaliyetlerinde ve ürettikleri şeyler üzerinde egemen olm a­ ları gerekir önce. Bu koşul yerine gelm ezse, üretim ilişkileri, üreticilerin buyruk altında tutulm aları biçim inde gelişir. Bü­ rokrasinin ıızun yıllardan beri iktidarda olm ası, bu sonucu do­ ğurmuştur. Beri yandan devlet m ülkiyelindeki üretim araçları­ nı işletm e, yeni yaratılan değerleri bölüştürm e ve üretim iliş­ kilerini değiştirme yetkilerini uzun yıllar tekelinde bulundur­ ma bürokrasiyi, egem en sm ıj; sın ıf terimi uygun görülm üyorsa, egemen so sy al gru p durum una getirm iştir. Bürokrasinin eko­ nomik alandaki yetkilerine siyasal gücü tekelinde tutm ası, kül­ tür işlerini yönetm esi, M arksizmi yorumlama ve ideoloji yarat­ ma tekeline sahip bulunm ası da eklenince egemen niteliği büs­ bütün ortaya çıkar. E kon om ik, politik, id eolojik, sosyal ve kül­ türel alanlarda buyurma lekeline sahip hiyerarşik ve m erkezi­ yetçi olan bu sosyal grubun temsil ettiği güç tek sözcükle kor­ kunçtur. Şim di bunun karşısına bürokrasinin, artı-degere ken­ di ad ve hesabına tasarruf etmediği gerekçesiyle çıkılm ası ba­ na biraz gerçeklere göz yum m ak gibi geliyor. Ç ünkü tüm güç­ leri tekelinde tutm anın sağladığı imtiyazlar, artı-degere kendi ad ve hesabına tasarruf etm enin sağlayacağı avantajlardan da­ ha az değildir.

103

Temel çelişki Gelelim temel çelişkiye: G enel planda temel çelişki sosyalizm ­ le emperyalizm arasındadır. Sosyalist yöneticiler bunu her vesi­ leyle tekrarlamaktadırlar. Ne var ki, bürokratik yozlaşma içer­ de, som ut planda üretim ilişk ilerin in (hükm ed en -h ükm ed ilen) biçim ini alm asına yol açm ıştır. Devletçi üretim ilişkilerin­ de, çalışma koşullarını, ücretleri saptayan; artı-üretim e tasarruf eden (belirli sınırlar içinde); yeni yaratılan değerleri üleştiren; üretim ilişkilerinde değişiklik yapabilen v.s. kısaca bir egemen sınıfm kine benzeyen yetkileri tekelinde tutan taraf olarak bü ­ rokrasi, işçi sınıfının, doğru dan üreticilerin karşısındadır. Kolay genellem eler ve soyutlam alar bir yana bırakılırsa, bürokrasinin işçi sınıfından bağım sızlaşm ış, kopmuş olduğu kabul edilir. İş­ çi sınıfının üretimde ve ürettiği şeyler üzerinde fiilen egemen olmasını engelleyen, bu yetkileri tekelinde tutan bürokrasidir. Şu halde içerde ve som ut planda temel çelişki işçi sınıfı ile bü­ rokrasi arasındadır. Devletin güçlenm esi her şeyden önce ekonom inin hızla bü­ yüm esine bağlıdır. D evletin güçlenm esi em peryalizm in g ü ç­ lü olduğu bu tarih dönem inde zorunludur. Ancak bu güçlen­ me aynı zamanda bürokrasinin de güçlenm esi dem ektir. Dola­ yısıyla bu, em ekçilerin v esayet altında tutulm asının sürüp git­ m esine yol açar, işçiler, köylüler, em ekçiler iktidarı fiilen el­ lerinde bulundurm adıkça devlet m ekanizm asının güçlenm e­ si, kendileri dışında bir güç olan devleti daha da y ab a n cılaştın r. Sosyalist adı verilen bir toplumda işçiler iktidarda değiller­ se, yani devlet gücünün hem öznesi hem nesnesi durumunda bulunm uyorlarsa, devletin güçlenm esine sınıfsal yapılan gere­ ğince karşıdırlar. Bunun doğal devamı olarak da, devlet ü reti­ mine, tıpkı özel sektör karşısında oldukları gibi, kayıtsızdırlar. Az zahm etle bir an önce işin bitm esini isterler... Plan norm la­ rının gerçekleştirilm esi, aşılm ası, hızlı ve verimli çalışm a, işçi­ ler için ancak kendileri iktidar olurlarsa bir anlam taşır. Böylece sosyalizmin bürokratik yozlaşmasında, tepeden inm eci yön­ temlerle sosyalizmi kurma çabaları, devlet gücünün em ekçile­ 104

re karşı kullanılm asını gerektirm ektedir. Bıı da polis yöntem ­ lerini gerekli kılar.

Sosyalizm ve polis Sosyalist devletin polisi olm ayacak m ı? O lacaktır elbet. Ama devlet, em ekçilerin devleti, yani nüfusun hem en hem en tümü­ nü olu ştu ranların devleti olu nca polise duyulan ihtiyaç çok, pek çok azalır. O ysa halen devletler azınlıkların hizm etinde­ dir. Polis bundan dolayı da çok gerekli oluyor. Sosyalizmin bü­ rokratik yozlaşmasında polis yöntem lerinin uygulanması (po­ lis m ekanizm ası kuşku üzerine kurulu olduğu ve kuşkuyu bes­ lemek polis için asli görev olduğu için) toplum un ruh sağlığı­ nı bozacak, doğrulukla bağdaşmayacak, ahlâk dışı işlerin yapı­ labilm esine elverişli bir ortam hazırlar. Stalin dönem indeki tas­ fiye davalarını ibretle hatırlam akta yarar var; Sovyeıler Birligi’nde ve halk dem okrasilerinde işçi hareketinin ünlü liderleri fa şiz m le işbirliği y a p m a k , em peryalizm in ajan ı olm ak , su ikastlar, sa b o ta jla r tertip lem ek gibi nice nice suçları işlem ekle su çlan ­ mışlar ve hem en hepsi idam edilmişlerdir. Oysa bugün ortaya çıkm ıştır ki, halk dem okrasilerinde görülen bu davalar düzme­ ce şeylerdi. Hain diye idam edilenlere resen iade-i itibar edil­ miştir. “Böyle şeyler burjuva toplumlarında da oluyor,” denm e­ sin. Burjuva toplum larında olm asına şaşılm az. Ama sosyalist bir toplum da, kendine sosyalist diyen kişilerin sosyalist arka­ daşlarım hayal! suçlarla, suçlayıp idam ettirm esi, vicdanın ka­ bul edeceği bir iş değildir. Ne çare ki, bürokratik yozlaşma sos­ yalizmi bu hale getirmiştir.

Kruşçev'in raporu Bürokratik sosyalizm yozlaşmasında gizli polisin gözü, kulağı, eli her yerde hazır ve nazırdır. Kimse, gizli polisin kendisi bile, gizli polise karşı güvencede değildir. Çünkü gizli polis suç ima­ linde de kullanılır. Tüm güçleri tekelinde tuttuğu sürece, sade­ ce lider ve güvendiği birkaç kişi güvence altındadır. Kuşkusuz 105

lider, arkadaşlarını her zaman tasfiye edebilir. Tabii bu kirli iş­ ler devrimin hainlere, em peryalist ajan ların a karşı korunm ası ge­ rekçesiyle yapılır. M erkezci ve tekelci sistemde tüm güçler bir­ kaç kişinin, Poliıbüro, yeni adıyla başbakanlık bürosu üyele­ rinin ve giderek tek bir kişinin, parti genel sekreterinin elinde toplanmış bulunduğundan izlenecek siyasayı onlar, daha doğ­ rusu son çözüm de genel sekreter belirler. Ve bu siyasaya kar­ şı çıkm ak ya da eleştirm ek ya da susulsa bile karşı olduğu sanı­ sını uyandırmak karşı-devrimci, hain, emperyalizm ajanı sayıl­ mak için yeter. İnanılır şeyler değil bu söylediklerim. Ne var ki, Sovyetler Birliği Kom ünist Parıisi’nin 20. Kongre’sindc (1 9 5 6 ) parti genel sekreteri Kruşçev’in okuduğu raporda o günlere ka­ dar gizli kalmış, inanılmayacak olaylar açıklanm ıştır. Buna gö­ re, K irov’un öld ürülm esind en sonra başta 17. Kongre d ele­ geleri ile m erkez kom itesi üyelerinin çoğunluğu olm ak üzere çok sayıda parti yöneticisi, militanı ve em ekçi yığınlarına m en­ sup binlerce kişi idam edilm iş, hapse atılmış, sürgün edilm iş­ tir. Kruşçev, Stalin’in ölüm ünden ve Beriya’mn m askesi düşü­ rüldükten sonra NKVD’nin (Rus Gizli Polisi) arşivlerine el ko­ nulduğunu, böylece partinin sadık üyelerine karşı tasfiye dava­ larının nasıl imal edildiğini belgeleriyle öğrendiklerini belirt­ tikten sonra, partinin 17. Kongresi’ne katılan 1.9 6 6 delegeden 1,1 0 8 ’inin karşı devrimci oldukları iddiasıyla tevkif edildikleri­ ni ve aynı kongrece seçilm iş olan 139 üyeli merkez kom itesinin % 7 0 ’inin, yani 98 m erkez komitesi üyesinin keza karşı devrim­ ci oldukları iddiasıyla tevkif edilip kurşuna dizildiklerini söy­ lem iştir.14 “Bu sözde casusların, bu sözde sabotajcıların dosya­ larını incelediğim izde,” diye devam ediyor Kruşçev, “açılan da­ vaların baştan sona düzmece olduğunu, itirafların, insanlık dışı korkunç işkencelerle koparılıp alındığını, dava senaryosunun sanıklara ezberlelild iğini ancak o zaman an lad ık .” Uydurma suçlam alar sonunda idam edilmiş ünlü parti yöneticilerinin ad­ larını ve öykülerini açıklayarak, Stalin’in ölüm ünden sonra bu dosyaların yeniden ele alındığını ve 7 .6 7 9 kişinin suçsuz olarak hüküm giymiş olduğunun böylece ortaya çıkarılm ış bulundu14 Kruşçev, Rapport Secret au XXe Congris du P.C. U.S., Ed. Corrco. 1960, s. 25-26.

106

gunu; nihayet Kirov’un öldürülmesi üzerine içişleri Kom iserligi’ne Yejov’un Stalin’in emri ile getirildiğini; bu zatın 1 9 3 7 -3 8 yılları arasında askerî mahkem ede yargılanacak kim selerin lis­ telerini hazırlayıp Stalin’e sunduğunu, onaylanan liste sayısının 383’e yükseldiğini belirterek Stalin’in gizli polisle işbirliği yap­ tığını Kruşçev belgeleriyle gün ışığına çıkarıyor.15 Sonradan bu gizli raporun C1A tarafından im al edildiği ileri sürülmüştür. Ne var k i, Stalin’in birtakım ağır hatalar yaptığı, sosyalist yasaları çiğnediği, kişisel yönetim e gittiği, 20. Kong­ re kararlarında resm en açıklanm ıştır. Aynı kongre kararlarında gizli polisin başı Beriya da yasadışı işler yapmakla suçlanm ıştır. Bütün bu açıklam alar gizli raporla aynı doğrultudadır. Kal­ dı ki, halk dem okrasilerinde ünlü yöneticiler, Rajık’Iar, Slanski’ler, Patrascanu’lar, G om ulka’lar, Kovtov’lar, K oci D odje’ler ve arkadaşları birbirini izleyen düzmece davalar sonunda em ­ peryalizm ajanı olarak hüküm giymişler ve b ir kişi dışında hep­ si de idam edilm iştir. Stalin öldükten sonra bu talihsiz devrim­ ciler resmen iade-i itibar ettirilm iş, hatta Rajık’m dul eşine ko­ casının sosyalizm davasına ettiği hizmetlerden dolayı nişan ve­ rilmiştir. Halk dem okrasilerinde olup bitenlere bakıp Sovyetler Birliği’nde de aynı şeylerin yapılm ış olduğu sonucunu ç ı­ karmak, bu ülkelerin Stalin dönemindeki ilişkileri bakım ından gerçeklere ters düşm ez sanırım . Bu nedenlerle Kruşçev rapo­ runda anlatılanları doğru olarak kabul edebiliriz. Ayrıca öm ür­ lerini sosyalizm davasına hizmetle geçirm iş, türlü belalara gö­ ğüs germ iş bu nca ünlü devrim ci liderin bird enbire ve toplu halde em peryalizmin hizm etine girivermesi aklın kabul edece­ ği bir iş değildir. T ro çk i’nin, Zinoviyev’in, Kam enev’in, Buharin’nin, Rikov’un hain oldukları, faşistlerle işbirliği yaptıkları, kapitalizmi yeniden kurm ak için sabotajlar tertipledikleri na­ sıl kabul edilebilir? Kuşkusuz yöneticiler içinden de hain çıka­ bilir. Ama on, yirm i, otuz, kırk, yüz yöneticinin, yüzlerce bin­ lerce yönetici ve m ilitanın hain olm asına olanak yoktur. Kesin­ likle yoktur.

*5 /l.g.c.. s. 34-36.

107

Bürokrasinin koltuk değneği: Gizli polis... Açıklanan ya da ima edilen tüm su çlan 20. Kongre Stalin’le Beriya’nm sırlına yükledi; bu sapmaları Stalin’in kuşkuculuğu, ih­ tirası ve gaddarlığı ile açıkladı. Rejim de bir sapma, bir yozlaş­ ma bulunup bulunm adığını araştırm ak gereğini duymadı. Oysa Stalin dönemi bir rastlantı sayılmazdı elbet; hele soruna Marksistçe eğilince... 20. Kongre’de Stalin’i suçlayanlar yıllarca Sta­ lin’in en yakın çalışma arkadaşları olmuşlardı. Stalin’in kim se­ ye danışmadan hareket ettiğini, uzun zaman merkez kom itesi­ ni toplamadığını söylüyorlardı. Parti statüsünün çiğnenm esine neden ses çıkarm am ışlardı? Ama asıl, ünlü parti yöneticilerinin birdenbire hain ilan edil­ meleri, polis terörünün gittikçe artması nasıl olmuş da dikkat­ lerini çekm em işti? Merkez kom itesi üyelerinin, Poliıbüro üye­ lerinin birbirlerine kuşku ile bakm alarını, herkesin korku için ­ de yaşamasını nasıl normal karşılam ışlardı? Oysa bütün bu n­ lar bürokratik yozlaşmanın kokuşm aya dönüştüğünün açık be­ lirtileriydi. Ama tüm yöneticiler aynı gemide idiler. Yaşantıları gemide kalmalarına ve gem inin yüzmeye devam etm esine bağ­ lıydı. Kimse sorunun üstüne yürümedi. Birtakım iç ve dış ne­ denler olmasaydı, belki bu açıklam a bile yapılmazdı. 20. Kong­ re Stalin’i, Beriya’yı suçlam akla yetindi, sosyalizmin bürokratik yozlaşmasına kimse ilişm edi. Stalin öldü ama Stalin yöntemleri ölmedi. Çünkü bürokratik sosyalizm yaşamaktadır. Parti yöne­ ticisi, ordu m ensubu, gizli polis şefi veya ajanı, teknokrat, m e­ mur, aydın yüz binlerce belki milyonlarca irili ufaklı bürokra­ tın yaşamı, kurulu düzenin olduğu gibi kalmasına bağlıdır. Gerçekten de Slalin yöntem lerini, yum uşatılm ış biçim de de olsa hâlâ devam ettiği görülüyor. Gizli polis gücünden bir şey kaybetmişe benzemiyor. Gene neyin doğru, neyin yanlış oldu­ ğunu söylem eye yetkili olan lar bir avuç kişi, belki de bir k i­ şi: Partinin yüksek yön eticileri, lideri... M arksizm i yorum la­ ma yetkisi onların tekelinde; işçilerin , köylülerin, m ilyonlar­ ca insanın yaşamına bu yorum lara göre yön veren onlar. Ça­ lışma koşullarını onlar saptıyor, em ekçilerin yarattığı ürünle­ 108

re onlar tasarruf ediyor, ulusal geliri onlar üleştiriyor. Nasıl dü­ şünülmesi gerektiğini onlar gösteriyor ve kalıpların, klişelerin dışına çıkanları ya da çıktığı varsayılanları onlar suçluyor. Sa­ dece bu işler Stalin dönem inde olduğu gibi artık gizli tutulamıyor. Bir de düzm ece tasfiye davaları tezgâhlanam ıyor artık. Evet, polis rejim i yumuşamışa benziyor ama olduğu gibi duru­ yor ve yarın şiddetlenebilir. Bu, koşullara bağlıdır ve polis reji­ mi, bürokratik yozlaşma devam ettiği sürece devam edecektir. Buyuran-buyurulan ilişkisinin sürdürüldüğü toplumlarda buyu­ ranların güçlü bir polis örgülüne dayanmaları kaçınılm az olu­ yor. Sosyalizm in bürokratik sapmasında üretim ilişkilerinin sı­ nıfsal karakter gösterdiğini, em ekçi yığınlarının devlet gücü­ nün nesnesi durumunda olduklarını söylem iştik. Polis rejim i, bu durum un (koralleri) gerekli sonucudur. Polis rejim i ve ya­ rattığı moral çöküntü ancak işçi sınıfının iktidara gelip devlet gücünün hem öznesi hem nesnesi durumuna yükselm esi sonu­ cunda ortadan kalkacaktır.

Gerçeklerin bilinmesinde yarar var G erçeklerin ortaya serilm esinde her bakımdan yarar var. Polis rejim i uygulayan sosyalist ülkeler için yarar var önce. Em ek­ çi yığınlarının bilinçlen m elerin e hizm et eden yolsuzlukların açıklanm ası ne kadar sansür edilse de, gerçekleri em ekçiler ge­ ne de öğrenirler; hiç değilse bunların bir kısm ını. Ayrıca yöne­ ticileri frenlem esi bakım ından da yarar var gerçeklerin açıklan­ masında. Y öneticilerin kendilerini savunma durumunda bıra­ kılm aları bunların iradesini bir ölçüde sınırlar. Dünya kam u­ oyuna hesap verme gereğinin duyulması em ekçiler için küçük de olsa bir güvencedir. Ama bu gerçeklerin açıklanm asından en ço k yararlanacak olanlar dünya sosyalistleridir: Bürokratik sap­ mayı doğuran nedenleri öğrenirler; bunlardan kaçınm a yolları­ nı daha m uhalefetteyken araştırma olanaklannı bulurlar. Her­ halde klişelerle hüküm vermeye alışmış kimi sosyalistlerin san­ dığının tersine, sosyalizmin dikensiz bir gül bahçesi olmadığını ve sürekli uğraş istediğini anlarlar bu vesileyle. 109

Buna rağmen bir kısım sosyalistlerin bürokratlaşmayı da, po­ lis terörünü de kaçınılm az dar boğazlar gözüyle gördüklerini sanıyorum. Bunlar am aç, a racı meşru kılar; am aç meşru ise a r a ç ­ la r da m eşıv say ılır sözde kuralı uyarınca düşünenlerdir. Bir k ı­ sım sosyalistler, bu ahlakdışı kuralı sosyalist m ücadelenin altın anahtarı olarak kabul ederler. D ava yolu n da h er şey y a p ılır di­ ye düşünenler vardır. D erhal kesinlikle söyleyeyim ki, sosya­ lizm böyle bir kural tanımaz. Düşmanla m ücadelede savaş hile­ lerine başvurmakla, özellikle sosyalistler arasında geçerli olm a­ sı gereken ahlâk kuralları birbirine karıştırılm am alıdır. Ö rne­ ğin tasfiye davaları bu sözde kurala dayanılarak meşru gösteri­ lemez. Sizin gibi düşünmeyenleri, bunların yanlış düşündükle­ ri varsayılsa bile, hain olarak damgalamanızı bu kurala dayana­ rak meşru gösterem ezsiniz. Böyle bir davranışı sosyalist ahlâk kesinlikle reddeder. Üstelik böyle bir davranış, etki tepki yasa­ sına göre, dava için kötü işler yapmayı alışkanlık haline getiren kişinin gerçekten kötü kişi olmasına yol açacağı için de redde­ dilmek gerekir. BürokraLik yozlaşma iç içe bir sürü sorunun ortaya çıkm ası­ na neden olmuştur. Bunların başında, sosyalizme geçm iş olan toplumlarda işçi sınıfının gerçekten iktidar olmadığı ve işçi sı­ nıfı adına bir oligarşinin iktidarı fiilen elinde bulundurm ası so ­ runu gelir. Bu oligarşinin dolayında, onu da kapsayan bir bü­ rokrasinin vücut bulması ve egemen bir sınıf ya da sosyal grup halinde oluşm ası sorunu gelir. Böylece bü rokratik sosyalizm yozlaşmasında, üretim ilişkilerinin sınıfsal bir karakter göster­ mesi ve sonuç olarak devlet gücünün em ekçilere karşı kulla­ nılması ve rejim in polis terörüne dayanması sorunu gelir. Ni­ hayet şevkli sosyalist çalışm a planında, edebiyat planında baş gösteren kalıplaşma sorunu gelir. Moral yozlaşma sorunu gelir. Ve giderek işçi sınıfının, em ekçilerin devlete, topluma karşı ya­ bancılaşması; kişiler olarak em ekçilerin yabancılaşması sorun­ ları gelir... Bu sorunların çözüm ü som ut tedbirlerin alınm ası­ nı gerektirmektedir. İşçi sınıfı adına hareket edenlerin işçi sını­ fı ile gerçek bağlarının bulunm ası ve bu bağların koparılm ası­ nın önlenm esi, partiden başlayarak devlete kadar tüm örgüıler110

de sağlanmalıdır. Kişinin sosyalist toplumdaki yeri M arx’m de­ yimiyle insan tabiatın a en y a ra şa n en uygıın biçim de saptanma­ lı ve kişinin bu statüsü yöneticilerce çignenem eyecek biçimde korunmalı, gerçek güvencelere bağlanmalıdır.

Kaynağa dönüş Batı’da M arksist d üşü ncenin hareketli bir dönem yaşadığın > tanık oluyoruz. Sıalin d önem inin şem atik d üşü ncesin e kar­ şı geniş bir tepki var. M arksist düşünürler sanki otuz yıl uyu­ tulmuş olm anın hırsıyla işe koyulm uşlar, her konuyu, her so­ runu yeniden ele alıp inceliyorlar. M arx’in, Stalin tarafından kesin y argılar haline g etirilen bilim sel ö n erm elerin i (enonct) gerçek çerçevelerine oturtuyorlar; nüansları belirtiyorlar. Marx’in, bu önerm elerin yeni bilim sel araştırm alara ışık tuttu­ ğu yolundaki uyarısını asla hatırdan çıkarm ıyorlar. Ayrıntıla­ ra girmeye olanak yok. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki, eski ve yeni tüm sorunlar otopsi masasına yatırılıyor; alt-yapı üst­ yapı ilişkilerinden kişiliğin teorisine kadar her soruna bilim sel çözüm aranıyor. Pratik sorunlar, özellikle yetm iş yıllık uygu­ lamanın ortaya çıkardığı sorunlar için de aynı yoldan çözüm ­ ler aranıyor. Bu hareket karşısında eskiyi savunanların, içi boş klişelere sarılanlann bulunduğu da bir gerçektir. Ama eski ne­ rede tutunabilm iş ki, yeninin teorisi olan M arksizm alanında tutunabilsin? Devletin eriyip yok olması teorisine daha önce değinmiştik. Buna şimdi biraz daha yakından bakalım. Bürokratik yozlaşma bu teoriyi de akla getiriyor. Yarım yüzyıl sonra sosyalist devlet­ le erime belirtileri yerine güçlülük göze çarpıyor. Malûm, em ­ peryalist kuşaım a, sın ıf m ücadelesinin hızlandığı vb. ama önce Marx’in bürokrasi hakkında görüşlerini aktaracağız. M arx, Hegel’in devlet felsefesini eleştirirken, “bürokrasinin, kendi dışın­ da bulunan bir içeriğin biçim ciliğinden ibaret olduğu”nu söy­ lüyor ve şöyle devam ediyor:

111

Marx bürokrasiyi anlatıyor “M adem ki, b ü ro k rasi, ö zü bakım ınd an (b içim c ilik olarak) d ev le n ir; am acı b ak ım ın d an da d ev lettir. Şu hald e devletin gerçek am acı, b ü rokrasiy e, devlete karşı bir am aç olarak g ö ­ rünür. Bürokrasinin ru hu, devletin biçim sel ruhudur. Şu hal­ de b ü ro k ra si, d ev letin b içim se l ru hunu ya da d evletin g e r­ çek ruh yokluğunu bir koşulsuz em ir haline getirir. Kendi gö­ zünde bürokrasi, devletin en son am acıdır. Bürokrasi, içeriği­ ni bu biçim sel am açlardan oluşturduğundan, her yerde gerçek am açlarla çatışm a halind ed ir. Bunun sonucu olarak bü rokra­ si, b içim seli içerik olarak, içeriği de biçim sel olarak sunm ak zorundadır. D evletin am açları büro krasin in am açlarına, b ü ­ rokrasinin am açları da d evletin am açlarına dönüşür. B ü ro k ­ rasi kim senin kaçam ayacağı bir çem berdir. Bu ‘hiyerarşi’ bir bilgi hiyerarşisidir. Baş, a y n n tıla n anlam a konusunu alı çem ­ berlere bırak ır, alt çem b erler de Baş'ın G enel’i anlayacak yete­ nekte olduğuna in an ır ve böylece karşılıklı birbirlerini aldatır­ lar. Bürokrasi, gerçek devletin yanında hayali devlettir, devle­ tin ruhçuluğudur. Her şeyin şu halde, iki anlatım ı vardır; biri gerçek, öteki bürokratik. Bilgi de ikidir; biri gerçek, öteki b ü ­ rokratik (Aynı şey irade için de söz konusud ur). Ama gerçek varlık, bürokratik varlığına göre, yani gerçek olm ayan, ruhsal varlığına göre ele alınm aktadır. B ürokrasi, devletin varlığını, toplum un ruhsal v arlığın ı elind e tutar, bu onu n özel m ü lki­ yetidir. Bürokrasinin genel esprisi gizliliktir, esrardır. Bu gizli­ lik, bu esrar bürokrasinin içinde hiyerarşi tarafından korunur; dışa doğru da, b ü rokrasin in kapalı bir korporasyon n iteliğ in ­ de oluşu sayesinde korunu r. Bu yüzden devlet siyasasının h e r­ kesçe bilinm esi ve kam uoyu, bürokrasiye, esranna ihanet ola­ rak görünür. Yetke (o u to rite ), bundan dolayı ilm in in ilkesidir ve yetkeye tapm a, tu tk u su d u r onun. Ama büro krasin in iç in ­ de ru hçuluk iğrenç bir m addeciliğe, yani pasif itaat m addecili­ ğine, yetkeye inan ve güvene, durağan biçim sel bir kıpırdanışın m ekanikliğine, durağan ilke, düşün ve geleneklere d ö n ü ­ şür. Kişi o larak b ü ro krata gelince, devletin am acı on u n özel

112

am acı olur. Yüksek m evkiler ardından koşm a vb. (...) Bürok­ raside devlelin ç ık a n ile kişisel özel am acın özdeşliği o biçim ­ de k o n u r k i, devletin çıkarı öteki özel am açlar karşısında ki­ şisel özel b ir am aç haline gelir. Bürokrasinin kald ınlm ası an ­ cak g en el çıkanrL g erçckten, öyle H egel'de olduğu gibi sadece düşünde, soyutta değil gerçekten* kişisel çıkar olm asına bağlı­ dır. Bu da ancak kişisel çık an n gerçeklen genel çık ar olm asıy­ la m ü m k ü n d ü r.”16

Devletin am acının bürokrasinin am acına dönüşm esi, hiye rarşi, m erkezcilik, bürokrasinin kapalı korporatif niteliği, işle­ rin gizlilik ve esrar perdesine bürünm esi, otoriter yönetim ve otoritenin bir tapma konusu haline getirilmesi günüm üzün bü­ rokratik yozlaşma içindeki sosyalist devletleri için yazılm ıştır Devlet tarih sahnesine çıktığından beri resmen toplum un tü­ münün çıkarlarını temsil etmiştir. M utlak hüküm darlıkları dü­ şünelim: Ö rneğin XIV. Louis’nin “Devlet benim ” dediği zaman­ ların devletini. Devlet o zaman da resmen tüm toplum u temsil etmekteydi. Ama aslında devlet sadece, egemen sınıfın çıkarla­ rını tem sil ediyordu. Çıplak gerçek buydu. Egemen sınıfın em­ rinde olduğu için tüm toplumun tem silcisi olarak görünm ek­ leydi. Asıl ödevi em ekçi yığınlarını baskı altında tutarak zama­ nın söm ürü düzenini kurm aktı... E m ekçilerin iktidarında ise devletin bu niteliği değişecektir: Devlet, em ekçi çoğunluğunun devleti olacağından çoğunluğun baskı altında tutulması artık söz konusu olm ayacaktır. Böylece devlet, toplum çıkarlarının artık gerçekten tem silcisi olacaktır. Ama aslında devlet, devlet olmaktan da çıkacaktır; baskı -ılımda tuiulacak bir em ekçi ço­ ğunluğu kalmadığından,, gereksiz b ir organ haline gelecektir. Kuşkusuz, em ekçiler iktidara gelir gelm ez devlet yok oluverm eyecektir Koşullara göre bir süre daha yaşayacaktır. Çünkü sınıf m ücadelesi devam edecektir. E m ekçi devletinin bu yüz­ den belki de güçlenm esi bile gerekecektir bir süre. Ama bir hu­ sus kesin olarak değişm iş olacaktır: Devlet artık em ekçilerin, yani büyük çoğunluğun devleti olduğundan, em ekçi çogunluİS Marx, (Buvres Philosophiques. c. İV, Ed. Cosıes, 1948, s. 101-104.

113

guna karşı bir baskı aracı olarak kullanılamayacaktır. 5u halde devlet bir süre güçlense de, aslında em ekçiler iktidar oldukla­ rı andan itibaren erimeye başlamış, yok olmaya yüz tutmuş bu­ lunacaktır.

Engels ne diyor? Engels’i okuyalım: “E m ekçiler devlet gücünü ele alırlar ve üretim araçlarını ö n ­ ce devlet m ülkiyetine geçirirler. Ama böylece em ek çiler olarak kendilerini ortadan kaldırırlar; böylece tüm s ın ıf ayrılıklarını ve karşıtlıkların ı ve keza devlet olarak devleti ortadan kaldınrlar. S ın ıf karşıtlıkları içinde devinen, hareket eden eski top­ lum un (...) söm ürülen sın ıfı, m evcut üretim tarzını (kölelik, serilik, ücretli em ek tarzını), istediği baskı koşullarında zorla tutm ak için kesinlik le devlete ihtiyacı vardır. (...) Ama nihayet tüm toplum un fiilen tem silcisi olm a d uru m u nun g erçek leş­ mesi üzerine (em ekçilerin iktidar olm ası) devlet, kendi kendi­ sini gereksiz hale getirir. B askı altında tu tu lacak s ın ıf kalm a­ yınca, sın ıf egem enliği ve üretim anarşisi üzerine dayalı kişisel varlık için m ücadele ile b irlik te çatışm alar ve bundan doğan aşırılıklar da ortadan kalkar. Bastırılacak, özel bir baskı gücü­ nü yani devleti gerek tiren h içb ir şey kalm am ıştır. Tüm top­ lum un tem silcisi olarak devletin varlığını belirttiği ilk eylemi (toplum adına üretim araçlarına sahip o lm ası), aynı zamanda onun devler karakteristiğini taşıyan şpn eylem dir. (...) Devlet ortadan kaldırılm am ıştır; eriyip gitm ekledir ^ ö lm ekted ir)."17

Bu, M arksizmin çok tartışılan bir tezi. Bu gibi tartışmalarda tez sahibinin ne dediğini gözden kaybetmemek gerekir. Yuka­ rıdaki satırlardan açıkça şu anlaşılıyor: İşçi sınıfı, em ekçiler, ik­ tidarı alınca ilk önce üretim araçlarını devletin m ülkiyetine ge­ çireceklerd ir. Böylece işçi sın ıfı, sın ıf olarak kendi yaşam ına son vermiş olacaktır. Çünkü üretim araçları özel kişilerin rnül17 Engcls. M. E. Diıhring Bouh’vcrse la Scicncc/Antl-Dülıring, c. III, Ed. CosR"’1946, s. 4647.

114

[diyetinden çıkartılm ış ve artık işçi sınıfının, em ekçilerin dev­ leti olan yeni devletin m ülkiyetine verilm iştir; dolayısıyla ö re­ lim araçları işçilerin, em ekçilerin malı haline geldiğinden işçi­ ler, em ekçiler em ek güçlerini ücret karşılığında satm ak zorun­ da bulunan kişiler olm aktan çıkm ışlardır. E m ekçiler, doğrudan üreticiler, üretim e ve üretim in ürünlerine kendi devletlerinin aracılığı ile artık egem en olm uşlardır. Bu nokta kesindir, açık­ tır. Ne diyor Engels? “Böylece em ekçiler olarak kendilerini or­ tadan kaldırırlar; böylece tüm sın ıf ayrılıklarını ve karşıtlıklannı ve keza devlet olarak devleti ortadan kaldırırlar!” Kuşku­ suz devlet yok olm am ıştır, vardır; ama artık eski burjuva devle­ ti değildir. Bu n itelik değişikliği iktidarın em ekçilere geçm esiy­ le o anda gerçekleşir. Yapılacak daha birçok iş vardır; birtakım devrimler yapılacaktır ve elbet bütün bu işler zaman alacaktır. Ama burjuva devleti yerini em ekçi devlete bırakm ıştır ve o an­ da niteliği değişmiştir. Çünkü artık devletin öznesi ile nesnesi emekçilerin sınıfsal kişiliğinde birleşmiştir. Bu iktidar değişikliği uzun bir sürecin sonucudur. Bir yan­ dan doğuma giden sosyal kuruluşun (kapitalist toplum un) tüm üretim güçleri sonuna kadar gelişmiş, üretim ilişkileriyle, üre­ tim güçlerinin çelişkisi had dereceye gelm iş, işçi sınıfı em ekçi­ ler bilinçlenm iş, çetin m ücadeleler vererek iktidara ulaşm ışlar­ dır. Ama devrim süreci bilm em iş, tam am lanm am ıştır, devam edecektir. Ne var ki, iklidar el değiştirdiği an em ekçi yeni hü­ kümetin ilk bildirisiyle devlet, burjuva devleti niteliğini kay­ betmiş, em ekçilerin devleti niteliğine bürünm üştür. Bu nitelik değişikliği, devletin, buyuran azın lık-buyu ru lan çoğunluk ilişki­ leri yerine, buyurun çoğunluk-buyurulan azın lık ilişkileri biçim i­ ne dönüşmesinde belirm ekledir. Bundan böyle devlet gücü ço ­ ğunluğu söm ürülm e koşullarında tutmak için bir baskı unsuru olarak kullanılam ayacaktır. Bu değişiklik kesindir. Devlet gücü ariık ancak devrime karşı çıkacak olanlara karşı kullanılacakür. Bu da kesindir. Devletin erimeye, ölm eye başlaması da keza iktidarı el değiş­ tirdiği anda başlar. Bu süreç de tüm üretim araçlarının toplu­ mun malı haline gelm esine değin devam edecektir. Sınıflar ta­ 115

rihe karışınca, baskıya gerek kalmayacağından devlet de tari­ he karışacaktır. Bu husus da yukarıdaki metinden açıkça anla­ şılmaktadır.

Sosyalizm emekçilerin iktidarıdır Şimdi bir noktaya dikkati çekm ek isterim. Buıjuvazi iktidardan uzaklaştırıldıktan sonra, devlet gücünün em ekçi yığınlarını bas­ kı altında tutmak için kullanılm asını hiçbir gerekçe mazur gös­ teremez. Bu bir sapma belirtisidir. Sosyalizme doğru gelişmenin esası, doğrudan üreticilerin kendi yaşam koşullanna gittikçe da­ ha egemen olmalarıdır, yani her şeyden önce üretim m ekaniz­ masına ve ürettikleri ürünlere hep birlikte egemen olmalarıdır. Bu kolektif egemenliğin gerçekleştirilm esi yollanndan biri ve başlıcası ekonom ik plandır. Doğrudan üreticiler bu egem enlik­ lerini, devlet m akinesi aracılığı ile fiilen kullanacaklardır. Sos­ yalizmin tem el koşulu budur. Doğrudan üreticilerin bu fiili ege­ menliği olmazsa, ne üretim araçlarının devlet m ülkiyetine ge­ çirilm iş bulunm ası ne ekonom ik plan, rejim in sosyalizm e yö­ nelmesini sağlayabilir. Devlet gücünü doğrudan em e k ç ile r adına kullanan öncülerin işçilerden, köylülerden, em ekçilerd en kopm ası, bağım sızlaş­ ması halinde ise sosyalizm yozlaşır, bürokratik bir nitelik alır. Hatta kimi M arksist yazarların iddialarına göre, bir yeni burju­ va sınıfı doğar ve rejim kapitalizme dönüşme tehlikesiyle kar­ şılaşır. D oğrudan ü reticilerin yeniden devletin sadece nesnesi durumuna düşmeleri ve ilişkilerin yeniden buyuran azın lık-buy u ru lan çoğun luk biçim ine dönm esi sosyalist gelişm eyi yalnız içerde değil, dışanda da, yani sosyalist devlet ve partiler arasın­ da da aksatacaktır. Nitekim aksatm ıştır. Sovyetler Birligi’ndeki bürokratik yozlaşma, yeni devlet biçim i olan sovyet sistem inin, yani işçilerden ve köylülerden oluşan m eclislerin devlet yöneli­ m indeki rolünü gittikçe zayıflatmış, sem bolik hale getirmiştir. Devrimden bu yana yetm iş yıl geçm iş olduğu halde işçiler, köy­ lüler, em ekçiler yaşam larının üretiminde hâlâ egemen değiller­ dir, hâlâ sosyalist dem okrasi boş bir sözden ibarettir. 116

Sovyetler'in akılcılığı Sosyalist devletler ve partiler arasındaki ilişk iler de kardeşçe bir dayanışma ve eşitlik içinde özgürce bir işbirliği m anzara­ sı gösterm ekten uzaktır. III. Enternasyonal, Rus Kom ünist Partisi’nin. dolayısıyla devlet olarak Sovyetler Birliği’nin ağır bas­ tığı, son sözü söylediği bir kuruluştu. Daha sonra kurulan Kominform da öyle idi (Belgeler, ünlü yöneticilerin anılan yayım­ lanmıştır). Bugün durum bir hayli değişm iştir. Sovyetler Birligi’nin ağırlığı (o da hepsinde aynı derecede olm am ak üze­ re) ancak halk dem okrasilerinde kendini gösterm ektedir. Sta­ lin dönem inin görünüşte kaya gibi sert birliğinden eser kalma­ mıştır. Çin bağım sız bir politika izlem ektedir, Sovyetler Birli­ ği ile ilişkileri son derece gergindir. Karşılıklı ağır suçlam alar yapılmaktadır. Batı ülkelerindeki kom ünist partilerinin de ba­ ğımsız davrandıkları görülm ektedir. Çekoslovakya’nın işgalini Italyan ve Fransız Kom ünist partilerinin sert bir dille kınadık­ ları bilinm ektedir. Yugoslavya kendine özgü bir yol izlem ekte­ dir. Ne var ki, dünyanın en güçlü iki devletinden birisi olarak Sovyetler Birliği, Doğu Bloku üzerinde hâlâ ağırlığını duyur­ maktadır. Ç ok daha sınırlı olm akla birlikte, bu ağırlığın Do­ ğu Bloku dışında da kendini duyurduğunun işareti sayılabile­ cek belirtiler vardır. Sovyetler Birliği’nin dünyanın en güçlü iki devletinden b i­ ri haline gelm iş o lm ası, yukarıda işaret edildiği g ibi, sosya­ list devletler ve partiler arasındaki ilişkileri olum suz yönde et­ kilemiştir. B ürokratik yozlaşma içerde nasıl doğru dan üretici­ lerin devlet yönetim i dışında kalm alarına yol açm ışsa, sosya­ list devletler ve partiler arası ilişkilerde de gerçek enternasyo­ nalizmi engellem iş; kapitalist devletler arasındaki ilişkileri an­ dıran, kuvvet esasına dayalı ilişkilerin kurulm asına neden o l­ muştur. Buyunm -buyurulan ilişkisi sade Sovyetler Birliği için ­ de yöneticilerle em ekçiler arasındaki ilişkilerin genel biçim i ol­ makla kalm am ıştır. Bu, aynı zamanda devlet olarak Sovyetler Birliği ile öteki sosyalist devletler arasındaki ilişkilerin ve Sov­ yetler Birliği K om ünist Partisi ile öteki kom ünist partiler ara­ 117

sındaki ilişkilerin de genel biçim i olmuştur. Bu durumun bü­ yük ölçüde bugün değiştiğini söylem iştik. Ama sosyalist dev­ letler ve partiler arasında bu tür bir ilişkinin kurulm uş, kurula­ bilmiş olm asının olumsuz dalgalanmaları hâlâ devam etm ekte­ dir. Gerek sosyalist devletler arasındaki ilişkilerde (tabii sosya­ list olmayan devletler arasındaki ilişkilerde de) gerek komünist ve sosyalist partiler arasındaki ilişkilerde bağımsızlığın esas ol­ duğu kuşkusuzdur.

Yaraya parmak basmak Kruşçev ünlü raporunu 1 9 5 6 ’da okum uştu. Aradan otuz bir yıl geçmiş. Bürokrasi olduğu yerde. Şimdi de Gorbaçov kolla­ rı sıvadı. Halkın, gençlerin ilgisizliğinden şikâyetle işe başladı. Sonra “açıklık, herraklık” dedi ve “demokrasi gerek” diye ekle­ di. Hem de öyle sosyalist demokrasi falan değil. Şu bildiğimiz burjuva dem okrasisinin çok adayla gizli seçim sistem i Gorbaçov’un sözünü ettiği dem okrasi. Arkadan ekonom ide m erke­ zin yetkilerini kısma ve işletm elerin merkezden bir ölçüde ba­ ğımsız olarak işlerini yürütm esine gidileceğini haber verdi. 2526 Haziran 1 9 8 7 ’de toplanan m erkez kom itesinde Gorbaçov. “Sovyet ekonom isinin yönetim inde radikal reform yapılması” konusundaki teklifini kabul ettirmeyi başardı. Ayrıca gelecek yıl toplanacak Parti K onferansı’nda “Partinin yavaş yavaş de­ m okratikleştirilm esi” konusu da ele alınacak. Partinin demok­ ratikleştirilm esi bakalım nasıl, ne biçim de ele alınacak? Acaba bu reform lar Leninist parti modelinin bırakılm asına kadar uza­ nacak mı? Evet, uzanabilecek mi? Çünkü şimdiye dek Gorba­ çov hep Stalin’e karşı Lenin’i ileri sürerek yürüdü. Ama parti­ nin d em okratikleştirilm esi Lenin’in devrim anlayışı ile çatış­ mayacak mı? Ö ncüler teorisinin bırakılmasına kadar gidilm esi­ ni gerektirm eyecek mi? Evet, sorunun can alıcı noktası burada. Çünkü bürokrasi, parti ve devlet yönetim inin belirli bir biçim ­ de yürütülm esinden ileri geliyor. Kısacası yetm iş yıllık m er­ kezci, tepeden inm eci yönetim biçim inden, yani Lenin’in pira­ m it biçim indeki örgütlenm e modelinden... Daha bir yıl var par­ 118

ti konferansının toplam ışına, bekleyeceğiz. Ama parti modeli­ nin değiştirilm esinin çetin, çok çetin bir sorun olduğu ortada­ dır. Çünkü tüm parti ve devlet kademelerinde görev yapanla­ rın yaşam koşullarıyla oynandığı kuşkusuzdur. Bu, egem en bir sım/tn yaşam ına son verm eyi amaçlayan bir girişim . Bürokra­ siden şikâyet etm ek, hatta bunun kim i yetkilerini kısm ak baş­ ka şey, bu sınıfı ortadan kaldıracak kesin önlem ler almak büs­ bütün başka bir şey... Lenin de bürokrasiden yakm m ıştır. Ama Lenin, bürokrasinin Çarlık rejim inden artakaldıgı in an an d ay ­ dı. Ancak yaşam ının sonlarında, bürokrasinin partiye de bu­ laştığını görm üş ve önlem olarak merkez kom itesine, o güne dek ne partide ne sovyetlerde görev alm amış işçi ve köylülerin atanmasını önerm işti. Ancak bunlann sayısı merkez kom itesi­ nin üye sayısının onda biri kadardı yanılmıyorsam. Bu yenili­ ğin uygulanıp uygulanm adığını da bilm iyorum . Dediğim gibi ölümünden kısa bir süre önceydi. Şimdi dilerseniz, şu Leninist model nedir, görelim.

119

LENİN'İN PARTİ M ODELİ

Lenin’in örgütlenm e üzerine iki kitabı var: Ne Yapm alı? ve Bir Adım İleri, İki A dım G eri... Ayrıca konuşm aları, m akaleleri de var. Yüzlerce sayfa eder. Ama buna karşın Lenin’in örgüt so ­ rununa teorik bir açıdan baktığı söylenem ez. Yani örgütlen­ me m odelinin, üretim tarzı ile ilişkisi üzerinde Lenin hiç dur­ mamıştır; belli ki böyle bir sorun olabileceğini bile düşünm e­ miştir. Lenin soruna pratik açıdan yaklaşmıştır. Çarlık polisine karşı etkili bir savaş örgütü kurmayı amaçlam ıştır. Ve talihsiz­ liğe bakın ki, bulduğu örgüt modeli burjuva toplum unun m i­ litarist, bürokratik m erkezci örgütü olmuştur. Aslında konuya teorik bir sorun olarak yaklaşmayan bir kim se için, örgütü salt bir savaş aygıtı olarak gören bir kişi için içinde yaşadığı bu rju ­ va toplum unun örgüt modelini benim sem ekten başka bir seçe­ nek yoktu zaten. Çarlığı devirmeyi, devleti ele geçirm eyi am aç­ layan, bunun için de bir savaş örgütü kurmayı düşünen Lenin, silahlı kuvvetlerin örgütlenm e biçim ini model olarak almıştır. Devletin ele geçirilm esine yarasa bile, böyle bir örgütle sosya­ lizmin kurulm asına gidilip gidilemeyeceğini, anlaşılıyor ki, hiç düşünmemiştir. Rus Sosyal Demokrat Partisi içinde Lenin’e karşı olanlar onu bir merkez diktatörlüğü hazırlamakla; Lenin de onları oportü­ 121

nizm ile, ekonom izm ile, reformizm ile suçlam ıştır. Karşılıklı suçlamaların arkası gelmeyecektir. Lenin’in yerini Stalin, onun yerini de başkaları alacaktır ama karşıtlarını ihanetle suçlayarak saf dışı etmek, solda kural haline gelecek ve M arksist oldukla­ rını ileri süren politikacıları gittikçe daha çok bilim çizgisinden uzaklaştırarak sonunda yobaz din adamlarına döndürecektir. Dinlerde olduğu gibi. M arksizm -Leninizm de d eL tartışma ko­ nusu yapılamayacak birtakım doğrular vardır. Bilimsel bir cid­ diyetle dîte geurııen ve basit şemalara, klişelere indirgenmiş, bu tartışılamaz d o gru ların (!), gerçekle ters düştükleri halde, ko­ m ünist dünyada doğru sayılmaya devam edildiği görülm ekte­ dir. Emperyalizmin can çekiştiği hakkındaki iddia bunun güzel bir örneğidir. Lenin bu görüşü 1916’da ileri sürmüştür. Birinci Dünya Savaşı’nm barut kokuları arasında acele verilm iş bir yar­ gı. Belli başlı kapitalist toplumların üretici güçlerinin bugünkü gelişme düzeyi 191 6 ’daki düzeyle kıyaslanamaz. Oysa M arx, da­ ha ileri bir üretim tarzına geçilebilmesi için eski toplumun üre­ tici güçlerinin gelişemez hale gelmesi gerektiğini söyler. Ayrı­ ca eski toplumda yeni üretici güçlerin yaşamasına olanak veren maddi koşullar da belirm iş olmalıdır der. G eçm iş üretim tarzlannm doğruladığı bir varsayım. Oysa günümüzde emperyalist devletlerin artan çelişkilere, bunalımlara karşın bilim de, tekno­ lojide hâlâ başı çektikleri yadsınamaz. “Emperyalizm can çeki­ şiyor!", “Emperyalizm kâğıttan kaplan!” gibi formüllerle yığın­ ların avutulmasına çalışılacak yerde 1916’da Lenin’in ölüm dö­ şeğinde gördüğü emperyalizmin, bugün hâlâ bilim de, teknoloji­ de birinci sırada olm asının nedenleri araştırılsa daha akıllıca bir iş yapılmış olmaz mı? Ama baştaki efendiler için sistem in sar­ sılmaz bilimsel doğrular üzerine oturduğu inancını korum ak ve böylece em ekçi yığınlarının itaatkâr yaşamlarının sürüp gitme­ sini sağlamak hikm et-i hükümetin vazgeçilmez koşuludur. Bu tartışılmaz doğrulardan biri ve belki de başta geleni, Leni­ nist parti modelidir. Leninist parti modeli belirli bir devrim ve yönetim anlayışının simgesidir. Lçnin, proletarya devrim ini. M arslın tersine, b ir askeri ope­ rasyon olarak görmüştür. Bir kurmay heyetinin yönettiği prole­ 122

tarya ordusunun disiplinli savaşıdır bu. Böyle bir savaşta, tıpkı devletler arası savaşlarda olduğu gibi, ka ıd in d en liğ e yer yoktur. Yığınların, haksızlığa, zulme, sömürüye dayanamayarak ayak­ lanması, bir dip dalgası gibi tüm üst-yapılan silip süpürmesi bi­ çiminde, aşağıdan yukarı bir hareket değildir devrim. Yığınların ken diliklerin den so sy a list bilin*'#* ulaşmaları olanaksızdır. Sos­ yalist bilinç işçi sınıfına dışarıdan götürülecektir, tıp k ı yöneti­ min bir merkezden, yukarıdan aşağı yürütüldüğü gibi... Bu gö­ revi profesyonel devrim ciler yapar. Böyle bir devrim anlayışının ve girişiminin özel bir örgüt modeli olması gerekir ve vardır. Bu örgüt modeli, profesyonel devrimcilerden oluşan, kalımlı yöne­ ticilerin buyruklarını eksiksiz, tastamam uygulatmaya yarayan, merkezci, dikeyine hiyerarşik, asker disiplinli Leninist partidir. Leninizm in tem el ilkelerinden biri, hatta diyebiliriz ki baş­ ta gelen ilkesi, profesyonel devrim cilerin yönettiği, m erkezci, dikeyine hiyerarşik, asker disiplinli örgütlenm enin proletarya devrimi için vazgeçilm ezliği ilkesidir. Anım sanacağı gibi, III. Entem asyonal'e kabul olunm anın ilk koşulu, partinin Bolşevik örneğinde örgütlenm iş olmasıydı (md. 22). Pek ço k eleştirm en Lenin’in M arksizme en büyük katkısının Leninist parti mode­ li olduğunu yazar. Bunlara göre Marksist işçi hareketini tek bir merkezin buyruklarına bağlı, disiplinli bir hareket haline getir­ miş olm akla M arksizm e iktidarın yolunu açm ıştır. Ama düşün­ müyorlar ki, iktidarı ele geçirmek sosyalizmi kurm anın birinci koşulu ise de, bu da birtakım koşullara bağlıdır. Toplum dışa­ rıdan değiştirilemez. Bu kesin. Toplum içerden kendini değiş­ tirir. Yani işçiler, tüm em ekçi katmanlar ve em ekten yana olan aydınların ortak ve aşağıdan yukarı, özgür, yani özdisiplinli ca­ kaları sonucunda toplum un yapısı sosyalist bir v aD iya dönü­ şür. Yani tabanın çabası ile maddi ve düşünsel bir birikim so­ nunda... Lenin’in bundan önce de sözünü ettiğim iz, “önce dev­ leti ele geçirir, sonra elbirliği ile (yani tepeden inm e bu y ru klar­ la) sosyalist kültüre sahip oluruz” görüşü doğru çıkm am ıştır. Evet, Leninist parti modelinin, söm ürücü ve baskıcı loplumlann örgütlenm e m odeli olduğu kim senin dikkatini çekm em iş­ tir. Daha doğrusu örgütlenm enin önem li b ir sorun olduğu ve 123

henüz işlenmediği görülm em iştir. Lenin’e karşı çıkan Martov, Axelrod ya da Luxem burg m erkezciliğe değil de, aşırı bürokra­ tik m erkezciliğe karşı çıkm ışlar, örgütlenmeyi üretim tarzına bağlı bir sorun olarak ele almamışlardır. Bugün bile her yönü ile incelenm iş sayılamaz. Ya da ben bilmiyorum. B ir Adım İleri, İki Adım G eri’de Lenin, önerdiği örgüt mode­ lini savunurken, sorunun aşağıdan yukarı mı, yukarıdan aşağı mı sorunu olduğunu açıkça ortaya koyar. En iyisi Leııin’in yaz­ dıklarını birlikte okuyalım: "Bugün M artov ve Axelrod yoldaşlar, birinci paragraf ü zerin­ deki önceki yan lışlarını g en işletiyor, d erin leştiriy or, ağırlaş­ tırıyorlar. G erçek ten , o p o rtü n istlerin örgüt konusund aki tu­ tum ları, birinci paragraf üzerindeki tartışm alarda zaten orta­ ya çık m ıştı: G evşek, b ü tü n lü k ten yoksun b ir parti ö rg ü lü n ­ den yana olm aları; parti kongresinden ve onun yarattığı orga­ nizm alardan hareket ed ilerek, yukandan aşağı bir parti ku ru l­ m ası düşüncesine ( “b ü rokratik” düşünceye) karşı bulu nm ala­ rı; aşağıdan, tabandan yukarıya gidilm esi eylem inde olm aları ve her profesörün, her ö ğren ci, her grevcinin parti üyesi oldu­ ğunu söylem esine izin v erm eleri; her parti üyesinin, partice ta­ nınm ış bir örgüte bağlı olm asını öngören “form alizm ”e karşı çıkm alan ; örgüı ilişkilerini sadece platonik olarak tanım a ey­ lem inde olan b urjuva ayd ını zihniyetine yakınlık duym aları; oportünist düşünce in celik lerin e ve anarşist tüm celere m eyilli olm aları; m erkezciliğe karşı özerkliğe yatkın bulunm aları; tek kelim e ile bugün Yeni Iskra’da bol bol çiçeklenen ve başlangıç­ taki yanlışı açıkça kanıtlayan her şey.”1

Lenin ve piram it biçim ind eki partisinin devleti ele geçirip, tepeden inm e buyruklarla sosyalizm kurm a g irişim lerind en yetmiş yıl sonra işçilerin, köylülerin söz ve karar sahibi olm a­ dıkları görülünce, gizlilik k oşu llan içinde bile olsa, profesyonel devrimcilerin birbirlerini denetlem eleri dışında, tabanı şu ya da bu biçim de devreye sokacak bir denetim mekanizması düşünü­ lebilirdi. Ama herhalde devrim başarıya ulaşır ulaşmaz bir avuç 1

124

Lenin, CHtıvres. c. 7, s. 2 1 1-2 1 5 .

profesyonel ihtilalcinin görevinin hemen sona ereceği, daha par­ ti kurulurken saptanm alı, tüzüğe yazılmalıydı. Aktarılan bu paragraf, Lenin’in tepeden inm ecilikten yana olduğundan başka birtakım özelliklerini de sanırım ortaya ko­ yuyor. Lenin, aydınlardan hoşlanmıyor. Burjuva aydım deme­ si gerçeği değiştirmez. Çünkü o günlerde tüm aydınlar burjuva aydını idi. Tabii sosyalist aydınların bir başka kültürün özlemi­ ni duyduklarını unutm uyorum . Ama eğilim burjuva eğitimiy­ di; devrimci g ençler yeni bir kültüre, sosyalist kültüre ne ka­ dar özenseler de burjuva kültürü ile yetişmişlerdi. Lenin de öy­ leydi. Bir sosyalist partiye giren burjuva aydınlan, hepsi de Le­ nin gibi, üç aşağı beş yukarı, sosyalist kültüre özlem duyan ki­ şilerdi; sosyalist gibi düşünm ek isteyen gençlerdi. Bundan do­ layı Lenin’in küçültücü bir terim olarak kullandığı burjuva söz­ cüğü istemese de Lenin’i de kapsamaktadır. Hal böyle olduğu için de Lenin'in genel olarak aydınlardan, yani kendisi ile eşit durumda olan kişilerden hoşlanmadığı anlaşılmaktadır. Lenin, partide tek aydın, daha doğrusu aydınların bir num aralısı ol­ mak istiyordu. Herkesin “evet” dediği adam... Bilm em biçim li­ liği (form alizm i) tutm asının bununla bir ilgisi var mıdır? Ama merkezci biçimciliğin, sonradan açıkça öveceği kişisel diktatör­ lüğe giden yol olduğu tartışılamaz. Ayrıca h er öğrenciden, h er grevciden küçüm seyerek söz etmesi de dikkat çekici. O nun is­ tediği öğrenci ve grevciler, kendisinin ve ona bağlı üç-beş kişi­ nin, parti adına verecekleri görevleri tartışmadan, körü körü­ ne yerine getirmeye hazır öğrenci ve grevcilerdir. Lenin h içbir zaman özgürlükçü olm am ışım Ö zgürlüklere her zaman kar­ sı çıkm ıştır. Demokrasiyi, buıjuva demokrasisi diye küçüm se­ yerek yüzyılların birikim i olan hukuksal ve politik güvencelere (seçim le iş başına gelinm esi ve seçilm eyenin iktidarı bırakm a­ sı gibi) daima karşı çıkm ıştır. Lenin, yakın çalışm a arkadaşla­ rının kendisine “Sindirme yollarına başvuruyorsun; bizi ürkü­ tüyor, sindiriyorsun,” dediklerini, kendisinin de “Ben sizin gibi bin bir beladan kurtulm uş Bolşevikleri nasıl korkuturum ?” di­ ye yanıt verdiğini yazar.2 ?

A.g.c., c. 32, s. 105. 125

B ir Adım İleri, İki Adım G eri’den yaptığımız alınlı, sosyalistler arasında düşünce ve görüş ayrılıklarının, suçlam alarla bir yana itilme alışkanlıklarının Lenin tarafından başlatılm ış olduğunu da ortaya koyuyor: Lenin, kendisi gibi düşünm eyen yoldaşla­ rı Martov ve Axelrod’u, oportünistlikle suçluyor. Yıllar geçtik­ çe karşı görüşle olanları küçültm eler, suçlam alar, hainlikle ka­ ralamaya kadar varacaktır. Bunlar kötü gelişmelerin ilk işaretleriydi. M erkezci örgütlen­ me modeli diktatörlüğün, bürokrasinin potası olm uş ve işin as­ lına bakılırsa, sosyalizm daha o yıllarda yanlış yola girm iştir. M arksizm , ta rih le b ir sorun o r ta y a ç ık ın ca , soru n u ç ö z e c e k ko şu lla r da o rta y a çık a r , der ve büyük adamlar konusunu bu görüşün uzantısı olarak ele alır. Elbet kişinin yapısını da göz önünde tutm ak gerekm ekled ir. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Lenin'in yoğurt yiyişi de otoriter bir yoğurt yiyişti. Ay­ rıca içinde yetiştiği toplum un, dem okratik geleneklerden yok­ sun ve şiddete dayalı oto k ratik bir toplum olu şu n u n etk ile­ ri yadsınamaz. Lenin. M arx’i kendisinden başka hiç kim senin doğru anlam adığına inanıyordu. L enin, M arx’i anlam ak için sözlerin ötesindeki asıl anlam ın, sorunun ruhunun kavranma­ sı gerektiğini söylemiştir. Bu ise dinsel bir yaklaşımdı. Yani Le­ nin, Tanrı M arx’m peygamberi olacaktı. Ve öyle de olmuştur. Bu, M arx’in öğretisinin, beyaz üzerine siyah yazılı olanın ge­ risinde birtakım anlam lar bulm ak dem ektir ki, yorum cunun kendi görüşlerinden başkası değildir. M arx, kapitalist üretim tarzının analizini yapm ış ve başta emek-deger yasası olm ak üzere birtakım yasalar ortaya koymuş­ tur. Bu analizin tarihe yansıtılmasının sonucu olarak, toplumlan n genel gelişme yasasını bulgulam ışım Buna göre insan toplu­ lukları en genel ve kalın çizgide birtakım aşamalardan geçmiştir denilebilir. Marx, bu bulgulara dayanarak, kapitalizmin iç çeliş­ kileri dolayısıyla er geç tarih sahnesinden silineceğini, daha ile­ ri bir toplum düzenine, sosyalizme ve komünizme yol açacağı­ nı söylemiştir. Ayrıca, özellikle üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet rejimiyle birlikte, insanlara iradeleri dışında dayatılan işbölümünün de ortadan kalkacağını ve böylece insanın gerçek 126

varlığına en üst düzeyde kavuşarak özgür olacağını, doğa ile ve hemcinsleriyle ilişkilerini akla dayalı, kardeşçe bir düzen içinde sürdüreceğini, bunun bir çeşit doğa yasasının gereği olduğunu yazmıştır. Yani M arx hiçbir yerde, “Size bir model veriyorum; sesimi duyanlar, kendilerini öncü ilan edip, tepeden inmeci bir konspiratif örgüt kurarak ihtilal çıkarsınlar,” dememiştir. Tam tersine, toplum lann doğa yasasının, buyruklarla ne geciktiri­ lebileceğini ne de hızlandırılabileceğini vurgulayarak, olsa ol­ sa doğum sancılarının kısalıılabileceğini söylemiştir. Marx, de­ mokratik gelenekleri, özgürlük yolunda uzun savaşımları olan Batı Avrupa kültürünün ürünüdür. Marx’m öğretisi, insanın sö­ mürü ve baskılardan kurtulacağına bilim in tanık ve destek ol­ duğunu ortaya koyma çabasıdır. Bundan dolayı M arx’in öğre­ tisinin, zorlam alar ve saptırm alar olmadan, despotik bir örgüt modeline ışık tuttuğu ileri sürülemez. Kaldı ki, M arx'ta böyle bir şey varsa, o zaman M arx’i da bir yana ilm ek gerekir. Biz, in­ sanların kurtuluşuna giden yol olduğu için s o s y a l is t i z ve Marx bilim açısından katkıda bulunduğu için Marksistiz. Lenin örgütlenm e üzerine yüzlerce sayfa yazm ıştır. Ö rgüt­ lenme ile doğrudan doğruya ilgili iki yapılı vardır: N e Y apm a­ lı? ve B ir Adım İleri, iki Adım G eri. Lenin örgütlenm e konusunu sadece etkili bir savaş örgütü yaratmak açısından ele alm ıştır. Çarlık Rusyası’nda solcular, çeşitli eğilimlerde ve bağımsız kü­ çük küçük kuruluşlarda çalışıyor; Çarlık polisinin çalışma yön­ temlerinden habersiz oldukları için de sık sık yakayı ele veri­ yorlardı. Üstelik bunlar, nihilist ve anarşistten Marksiste kadar her türlü sol eğilim içeren, geniş bir yelpaze oluşturmaktaydı­ lar. M arksist olan Rus Sosyal Demokrat Partisi de Leııin’e göre disiplinsiz, dağınık bir partiydi, işlere çeki düzen vermek için başta parti olm ak üzere, tüm bu sol kuruluşları tek bir merke­ zin otoritesi altında toplamak gerekti. Lenin’in sorunu buydu. Tüm Rus solunu tek b ir otorite altında örgütlem enin yanı sıra, tek bir öğretiye de bağlam ak olanağı bulunm azsa, devrim asla gerçekleşlirilem ezdi. Dem ek Lenin’in birbirine bağlı iki hede­ fi vardı: Ö rgüt ve öğreti birliğini sağlamak. Lenin, bunu ancak kendisinin başarabileceğine inanıyordu. 127

Her iki alanda da am ansız, vahşi bir savaşım verm iştir Le­ nin. Ünce Çarlık polisine karşı başarılı bir savaşım verebilm e­ nin son derece gizli ve m erkezci, dikeyine hiyerarşili, kışla di­ siplinli ve de profesyonel yöneticilerden oluşan bir öncü parti­ nin kurulm asına bağlı bulunduğunu anlatmaya koyulmuştur. Düşmana karşı savaşacak m üfreze ele geçm em elidir. Bunun için örgüte sadece ve sadece devrim cilik sınavını başarıyla ver­ miş ve geçici örgüt tarafından sağlanan profesyon el devrimciler alınacaktır. Bunlann seçim le atanması ve seçim le işten alınm a­ sı söz konusu değildir. Bu profesyonel devrim ciler tek bir m er­ keze bağlı ve merkezden aldıktan buyrukları harfi harfine yeri­ ne getirmekle görevlidirler. Yerel örgütler de profesyonellerden kuruludur, merkeze bağlıdır. Bu örgüt işçi sınıfının öncü örgü­ tüdür ama işçi sınıfını içeren bir yığın örgütü değildir. Tersine işçileri, köylüleri, em ekçileri dışlayan bir örgüttür. Lenin, “İşçi sınıfının öncüsü olan partinin, tüm işçi sınıfı ile karıştırılm ası­ na izin verilem ez,”3 diyor. Parti, öncü müfreze olarak işçi sını­ fının hem dışında hem üstündedir. Ama parti, yani merkezde­ ki bir avuç yönetici de partiyi oluşturan profesyonel devrim ci­ lerin üstündedir. “Partim iz,” diyor Lenin, “sadece devrim ci ör­ gütlerin değil, ama aynı zamanda tüm işçi örgütlerinin de bir hiyerarşisi olm alıdır.”4 Lenin, Ne Yapm alı ?’da işçiler örgülü ile profesyonel devrim­ ciler örgütünün görecekleri işler bakımından ayn şeyler oldu­ ğunu, ancak olabildiğince geniş, yaygın ve (izin olan ülkeler­ de) açık olması gereken sendikal ve diğer yığın örgütlerinin de profesyonel devrim cilerin örgütüne, yani partiye bağlı olaca­ ğını vurguladıktan sonra bunun pratikte hangi yollardan ger­ çekleştirileceğini de belirtiyor. Ayrıca eleştirilere bir bir yanıt­ lar veriyor. Bu yanıtlarda karşıtlarım bilgisizlikten ilkelliğe, üç­ kâğıtçılığa kadar türlü suçlam alarla karalamayı da ihmal etm i­ yor.5 Bu arada Lenin, Kautsky’den aktardığı “dışarıdan bilinç götürm e” teo risin i(!) de işliyor. “İşçi sınıfı kendiliğinden an­ 3

Lenin, Un Pas cn Avant, Deux Pas en arriere, CEuvres içinde, e. 7, s. 271.

4

A.g.c.. s. 281.

5

Lenin. Que Faire?, s. 112-143.

128

cak ekonom ik bilin ce ulaşabilir, politik bilince asla ulaşamaz; politik bilinç bilim işidir, bundan dolayı politik bilin ç işçi sı­ nıfına dışarıdan parti tarafından, yani m erkezdeki yöneticiler­ ce götürülecektir,” diyor Lenin.6 Böylece m erkez yöneticileri­ nin örgütsel buyurma tekellerine, bilim i söylem e tekeli de ek­ lenmiş oluyor. Hiç kuşkusuz Lenin’in çizdiği tablo bir dikta­ törlük örgütü tablosudur. Lenin, Çarlık polisinin eline düşül­ memesi için, devletin ele geçirilm esi için, bu biçim bir örgüt­ lenmenin zorunluluğunu anlatıyor sayfalar boyunca. Ama böy­ le bir örgüt modeli ile sosyalizmin kurulup kurulamayacağım hiç düşünmüyor. Örgüt m odellerinin toplumun üretim tarzına sıkı sıkıya bağlı olduğunu ve bunların tarafsız şeyler olmayıp, hangi amaca hizm et için vücuda getirilm işse, aynı amaca hiz­ met etmeye devam edeceğini hiç düşünmüyor. Lenin’in kullan­ dığı örgüt modeli burjuva toplum unun örgüt m odelidir. M er­ kezci örgütlenm e, küçük bir azınlık tarafından büyük çoğun­ luğun başkaldırmadan çalıştırılm asını ve söm ürülm esini sağla­ yan bir örgütlenm e modelidir. Bu örgütlenm e biçim i aynı za­ manda yöneticilerin tabandan kopması sonucunu da doğurur. Kararların oluşm asında tabanın söz ve karar sahibi bulunm a­ ması, yön eticilerin tabandan bağım sız davranm alarına ve gi­ derek, yukarıda M arx’in belirttiği gibi, kapalı bir korporasyon oluşturm alarına neden olur. Bu durumda, dem okratik m eka­ nizmalar da y ok ya da işlem iyorsa, üretim araçları da devlet­ leştirilmişse, yöneticiler, devlet eliyle üretim araçlarının kulla­ nımına sahip olduklarından er geç egemen sın ıf haline gelirler. Nitekim Sovyetler Birligi’nde ve öteki sosyalist etiketli ülkeler­ de böyle olm uştur. Ne sömürü son bulm uş ne de sosyalist de­ mokrasi kurulm uştur. .Sosyalist toplum un ö rgütlenm e m odeli piram it biçim inde olamaz. Çünkü söm ürü ve baskının ortadan kalkm ası için üre­ ticilerin, ü rettikleri değerlerin kullanım ını doğrudan doğruya kendilerinin belirlem esi, bunun için de toplum ve devlet işle­ rinde söz ve karar sahibi olması şarttır. M erkezci örgütlenm e modeli ise buna olanak vermez. Bunu ademi m erkeziyetçi, ya­ ® a.g.e., s. 41-45.

129

tay bir örgütlenm e modeli sağlar. Bu, her yönetim düzeyinde tabanın katılımı ile işleyen ve son sözün tabanda bulunduğu bir örgütlenme modelidir. Böyle bir modeli her toplum kendi ya­ şamının zengin deneyleri içinde bulgulayıp m ükem m elleşıirecektir. Teorik açıdan m erkezci, dikeyine hiyerarşili, kışla disip­ linli bir örgütlenm e m odelinin sosyalizme ters düştüğünü ve bu modelde bir örgütlenm e ile sosyalizmin kurulamayacağını söyleyebiliriz. Sosyalist örgütlenme modelinin bunun tam ter­ si, yatay, iç içe halkalar biçim inde bir örgütlenm e modeli olabi­ leceğini ileri sürebiliriz. Ayrıntılara giremeyiz. Çünkü ayrıntı­ ları pratik belirleyecektir.

Parti, devlet, toplum Lenin’in parti m odeli, yeraltı savaşının sürdürüldüğü yılların örgütü olarak, iktidar ele geçirildikten sonra bir kenara atıl­ madı. Devlet de bu modele göre örgütlendi. Daha doğrusu Rus devleti zaten merkezci ve despotik bir örgüttü. Bolşevikler ye­ ni bir anayasa ile bu m erkezî polis devletini daha da güçlendir­ diler. Devlet, hüküm et, partiye bağlıydı; parti de Lenin’in ger­ çek bir oligarşi olduğunu söylediği merkez kom itesine ve onun organizasyon bürosu ile Politbüro’ya bağlıydı. Bu oligarşinin onayını alm adan, hüküm et ya da bakanlıklar hiçbir karar ala­ maz, der Lenin.7 Ama Lenin bu konuda daha da ileri giderek proletarya diktatörlüğünün, kişisel diktatörlükle bağdaşabile­ ceğini ileri sürecektir.8 Böyle böyle Stalin’in kanlı diktatörlüğü­ ne gelinmiştir. M erkezci, hiyerarşili örgütlenm e m odelinin, he­ le toplumda dem okratik gelenekler ve frenler yoksa doğal so­ nucudur diktatörlük. Lenin, bilindiği gibi Sovyet devletinin bürokratlaşmasından ilk yakınanların başındadır. “İşçi devletimiz bürokratik biçim ­ sizleşm e içine girm iştir,” diyen Lenin, bunun nedenlerini artizanal üretim in yaygınlığında, tarımla endüstri bağlantısının kurulm am ış olm asınd a, yığınların yoksullu ğu ve ceh aletin ­ 7

Lenin, La Maladic infantile dit coınmunismc, s. 26.

8

Lenin, CEuvrcs. c. 30, s. 319-320, 488-489, 517, 524. 525.

130

de, Çarlık Rusyası’ndan miras kalan yönetim m ekanizm aların­ da, iç savaş koşullarında görüyordu.9 Çareyi işçilerin, köylüle­ rin haklarına sahip çıkm alarında gördüğü halde, bunu engelle­ yenin kendi kurduğu parti olduğunu hiç aklına getirmemiştir. Ölümünden az öncedir ki, partide de bürokratlara rastlandığını söylemiş, merkez kom itesine bir m iktar işçi ve köylünün alın­ masını önermişLir. Ayrıca Stalin’in genel sekreterlikten uzak­ laştırılmasını da istem iştir. Devrimin ilk yıllarında bir İşçi ve Köylü G özelim Halk Ko­ miserliği kurulm uştu am a hemen hiçbir iş görm em işti. Yaşa­ mının sonlarında Lenin, devletin bürokratlaşm asına karşı, İşçi ve Köylü G özetim i’ni canlandırmayı düşünmüştür. Hasta yata­ ğından yazdığı m ektuplar bir sonuç verm em iştir.10 Lenin, son günlerini yaşarken gözlerini, bunca yıl yönetim den istem li bir biçimde uzak tutulan işçilere, köylülere çeviriyordu. Basit iş­ çilerin, köylülerin devlet dairelerini dolaşm asını, işlerin yürü­ tülüşünü yerinde görerek çareler önerm esini istiyordu. Ayrı­ ca yukarıda belirttiğim iz gibi, merkez kom itesine bir m iktar iş­ çi ve köylünün atanm asını öneriyordu. Bunların basit işçi ve köylüler olm asında ısrar ediyordu. G enel sekreter olarak Sta­ lin’in elinde büyük yetkiler toplanm ıştı; “kaba ve hoyrat olan Stalin’in bu yetkileri her zaman ölçülü biçim de kullanam am a­ sından korkulur,” diye yazıyordu Kongre’ye mektubunda. Sta­ lin’in yerine daha munis bir yoldaşın seçilm esini istiyordu.11 Bunlar güzel şeylerdi kuşkusuz. Ama hastalığın köküne inildiği, hastalığın nedeninin açıkça anlaşıldığı söylenem ez. Has­ talığın, partinin örgütleniş biçim inden ileri geldiği görülm e­ miştir. Ama Lenin'in bu çabalan gene de anlamlıdır: işçilerin, köylülerin, yönetimden uzak tutulmasının yanlış olduğu anla­ şılmıştır (hiç değilse Lenin tarafından); genel sekreterin elin ­ de çok büyük yetkilerin toplandığı görülmüştür. Lenin’in hasta yatağında gördüğü bu gerçekler, bilinemez onun hasta beynin­ de ne gibi çağrışımlara yol açm ıştır. Ama bunların, örgüt üze­ 9

d-g.e., c. 32. s. 374-375.

10 A.g.e., c. 42, s. 459-466. A-g.e., s. 605-610.

131

rindeki görüş ve eleştirilerim izde, bize cesaret verdiğini belirt­ meliyiz: Leninist parti m odeli ile sosyalizm kurulamaz. Burada bir kaygımı dile getirm ek isterim. Bilim ve teknoloji­ deki gelişmeler, bilgi ve teknokratlann toplum hiyerarşisi için­ deki ön em lerinin, dolayısıyla da güçlerinin artm asına neden oluyor. Beri yandan bilim ve Leknoloji, halkın kavrama gücü­ nü çok aşıyor. Bunları kavramak özel bir eğitim istiyor. Bu du­ rum gerek kapitalist ülkelerde gerek sosyalist etiketli ülkelerde merkezciliğin güçlenm esine neden oluyor. Sosyalizmin gelece­ ği bakımından bu gidişi kaygı verici buluyorum.

Sovyet Devrimi sosyalizmin demokrasisiz kurulamayacağını kanıtlamıştır Bize göre Ekim Devrimi ve sonraki gelişm eler sosyalizme nasıl geçilebileceğini değil, nasıl geçilemeyeceğini gözler önüne ser­ miştir. Lenin’in savaş örgütü Çar iktidarını yıkm ış ama sosya­ lizme giden yolu da tıkam ıştır. Konuya, salt burjuva iktidarının devrilmesi ve devlet ele geçirilince üretim araçlarının kamulaş­ tırılmasından ibaret bir reçete ile her işin kendiliğinden yoluna gireceği düşüncesi ile yaklaşması yanlış olmuştur. Sosyalizmin bir kültür birikim i olduğu unutulm uş, unutulm am ış olsa bile önem senm eyen bir nokta olarak kabul edilmiştir. M arx soruna bir insan sorunu olarak yaklaşm ıştır: Yaban­ cılaşm a ve “tüm el in sa n ” teorisi h ü m anist b ir yaklaşım dır. Marx’m burjuva toplum undan daha ileri üretim ilişkilerine ge­ çiş hakkında K a tk ı’ya yazdığı önsözdeki açıklamaları da (maddi koşullar ortaya çıkmadan daha ileri bir üretim tarzına geçilem e­ yeceğine dair sözleri) sosyalizme geçiş için bir birikim in var ol­ masını önkoşul olarak gördüğünü belirliyor. Biz, M arx’m, “da­ ha ileri üretim ilişkilerinin yaşaması için gerekli maddesel ko­ şulların eski toplum un bağrında belirm esi” diye dile getirdiği ön koşu llar içinde sosyalist ideolojinin işçiler, köylüler, em ekçi­ ler tarafından benim senm esinin de bulunduğu inancındayız. İŞ' çi sınıfının kendisi için sın ıf haline gelmesi, yani devrimin ger' çekleştiricisi olması iledir k i, devrimci sosyal güç doğmuş olur. 132

Bu, bir sü reçtir, bir birikim dir. İşçi sın ıfın ın ortaya çıktığı Batı toplum ları in celen in ce şöyle bir gelişm e olduğu görülü­ yor: Serm ayenin m erkezleşm e ve yoğunlaşma hareketine para­ lel olarak burjuvazi siyasal örgütlenm esine m erkezci, dikeyine hiyerarşik bir biçim verm iştir (Aslında ele geçirdiği devlet ör­ gütü m erkezciydi. Buıjuvazi bu m akineyi, daha rasyonel bir bi­ çime sokm uştur). Feodaliteye karşı mücadelesinde em ekçi hal­ kı da arkasına alan burjuvazi, feodalitenin ayrıcalıklarına kar­ şı insan haklarını savunm uştur. İktidara gelince insan hakla­ rı bildirisini ilan ederken, devleti tam m erkezci bir aygıt hali­ ne getirm iştir (Fransa’da Jakoben lerleJiron d en lerin mücadele­ si). Ne var ki, burjuvazinin gelişmesi işçi sınıfının da gelişm esi­ ne yol açm ıştır ve m erkezci harekete karşı işçi sınıfının m üca­ delesi m erkezkaç harekelin dogmasına neden olm uştur. İşçi sı­ nıfı hareketi burjuva devletinin dışında ve devlet burjuvazinin aracı durumunda olduğu için ona karşı bir hareket olarak ge­ lişmiştir. Batı’da bu ikilik insan haklarının, dem okrasinin gü­ vencesi olmuştur. Bu birbirine karşıt iki hareketin siyasal alan­ da dengelenmesi, ulusal egemenlik kavramını, dolayısıyla bur­ juvazinin biçim sel olarak tabana dayalı, yani halkın onayı ile iktidar olm ası esasını gelirm iş ve böylece m erkezcilik yum u­ şamıştır. M erkezci burjuva devleti genel seçim ilkesinin kabul edilmesi ile dem okratik bir görünüm kazanm ıştır. Bu küçüm ­ senmemeli. G enel seçim ler dolayısıyla burjuvazinin merkezci iktidarının değişm esi, totaliter bir iktidar olm aktan çıktığı gi­ bi, giderek iktidarın em ekçilere geçmesi olasılığı da belirmiştir. Hiç değilse teorik olarak bir olanak ortaya çıkm ıştır. Bir yan­ dan kapitalizm in tem el çelişkisi em ekçi yığınların örgütlene­ rek bilinçlenm esine yol açtığından iktidar değişikliği olasılığı ber gün biraz daha gerçek olmaya yüz tutmuştur. Böylece işçi sınıfının sosyalizm için mücadelesi, dem okrasi m ücadelesi ile iç içe yürütülmüştür. Kapitalist temel bir yandan burjuva ideo­ lojisine ve devletine can verirken, bir yandan da sosyalist ideo­ lojiye ve burjuva devletine karşı bir harekete de can vermiştir. Böylece kapitalist toplumda, kapitalizmin yerini alacak sosya­ list ilişkilerin ideolojisi doğmuş ve burjuva m erkezciliğine kar­ 133

şı olan işçi hareketi aynı zamanda sosyalist örgütlenm enin te­ orik esaslannı da kendi içinde taşımaya, hatta biçim lendirm e­ ye başlam ıştır (I. Enternasyonal ve Rus Sosyal Dem okrat Par­ tisi içindeki örgütlenm e üzerine tartışmalar). Lenin’in talihsiz başarısı, sosyalist hareketin merkezci ve tepeden inm eci bir yol tutmasına neden olmuştur.

Rosa Luxemburg'un kehaneti Söz dem okrasi ile sosyalizm in birbirini tamamlayan bütünlü­ ğüne gelm işken, Rosa Luxemburg’u, Kayzer yanlısı subaylar ta­ rafından öldürülen bu yürekli devrimciyi hatırlamamak müm­ kün mü? Lenin’in tepeden inm eci uygulamalarına karşı çıkan ve yeni değerlerin ancak tabanın hareketlendirilm esi ile kök sa­ lacağım ileri süren Rosa, Rus Devrimi adlı kitabında bu konu­ da şunları yazıyor: “Sosy alizm in u y gu lan m ası, yü zyıllard ır bu rju v a egem enliği altında yozlaşm ış olan yığınlarda bir dizi d ü şü nsel dönüşüm oluşturulm asını zorunlu kılar. Bencil içg ü d ü ler yerine sosyal içgüdüler, boyu n eğm e alışkanlığı yerine yığınların inisiyati­ fi, tüm acıların ü stesind en gelecek bir özv eri, b ir idealizm ... H iç kim se bütü n bun ları L en in ’den daha iyi bilem ez, ondan daha güçlü olarak dile getirem ez, ondan daha büyük bir inat­ la asla tekrarlayam az. Ne var ki, Lenin bu konud a uygulanm a­ sı gereken yöntem lerde kesinlikle ve tüm den aldanıyor: Buy­ ruklar, em irnam eler, fabrika d en etçilerin in d ik tatörce yeıkileri, ağır ve keyfi cezalar, teröre dayalı uygulam alar... Hiçbiri on para etm ez. Yeniden doğuşa giden tek yol, halk yaşamının okuludur, en geniş ve sınırsız dem okrasidir, kam uoyudur. Te­ rör sadece ve sadece halkın m oralini bozar, şevkin i kırar... Bü­ tün bunlar yok edilince elde ne kaldı? L en in ve T ro çk i, halkın oylanyla seçilm iş m eclisler yerine, işçi sın ıfın ın tek ve gerçek tem silcisi olarak sovyeıleri getirdiler. Ama ü lked e politik yaşa­ m ı boğarsanız, ister istem ez sovyetler de felçli durum a düşer. G enel seçim ler olm adan, sınırsız basın ve toplanm a özgürlü-

134

gü olm adan, inan çlar arasında serbest m ücadele olm adan tüm kam u kuruluşlarında yaşam ölm eye başlar, gösterm elik bir ya­ şama dönüşür. Ve bu ortam da bürokrasi tek ak tif varlık hali­ ne gelir. Bu, kim senin kaçam ayacağı bir yasadır... Kamu yaşa­ mı yavaş yavaş uykuya dalar; tükenm ez en erjili ve sınırsız ide­ alist b ir-ik i düzine parti şefi halkı yönetir ve hüküm et eder; as­ lında gerçek iktid ar m üstesna kafalı o n iki k işin in elindedir. Ve arada sırada işçi sınıfının seçkin tem silcileri, bu yöneticileri d in lem ek ve alkışlam ak ve sunulan karar taslaklan nı oybirliği ile onaylam ak için toplantılara çağrılır. K uşkusuz bu bir dikta­ törlü k tü r ama proletarya diktatörlüğü değil tabii! Bir avuç po­ litikacın ın , burjuva anlam ında ja k o b e n tahakküm anlam ında diktatörlüğü... ( ...) L en in -T ro çk i teorisinin tem el yanlışı, tıpkı Kautsky’nin yanlışı gibi, diktatörlükle dem okrasiyi karşı kar­ şıya getirm eleridir. “Ya d iktatörlük, ya dem okrasi’, Bolşevikler o lsu n , K autsky olsu n sorunu böyle koyuyorlar. K autsky de­ m okrasiyi yeğ liyor, yani burjuva d em okrasisini. Ç ü nkü sos­ yalist devrim in h e r şeyi altüst etm esine karşı alternatif olarak d em okrasiyi öneriyo r. L en in -T ro çk i ise tam tersin i, yani de­ m okrasiye karşı d iktatörlü ğü tutuyorlar. Yani b ir avuç insa­ nın d iktatörlü ğü nü, yani burjuva modeli diktatörlüğü... Birbi­ rine karşı olan bu iki kutbun her ikisi de, gerçek sosyalist po­ litikadan aynı uzaklıktadır. Proletarya iktidara geldiğinde, Ka­ utsky’n in ö ğ ü tlerin e uyarak, yani ‘ü lke henüz olgunlaşm adı' diyerek, sosyalist dönüşüm lerden vazgeçerek salt d em okrasi­ ye sarılacak olursa, hem kendisine hem E nternasyonal’e hem ihtilale ihanel etm iş olur. Proletaryanın görevi, vakit kaybet­ m eden, hem en , en e n e ıjik , en acım asız, en sert biçim d e, sosya­ list önlem ler alm ası, yani d iktatörlük yapm ası olacaktır. Ama bu bir s ın ıf diktatörlüğüdür; b ir partinin ya da bir avuç insa­ n ın , bir kliğin diktatörlüğü değildir. S ın ıf d iktatörlüğü, yani sı­ nırsız bir açık lık halinde, halk yığınlarının en yaygın ve etkin katılım ı sağlanarak, yani her şeyin sınırsız bir dem okrasi için ­ de yapılm asıd ır. ( ...) Proletaryanın tarihsel m isyonu , iktid a­ ra geldiğinde burj uva dem okrasisi yerine sosyalist dem okrasi­ yi uygulam aktır; yoksa dem okrasiyi tüm den yok etm ek dcğil-

135

dir. (...) Sosyalist dem okrasi, sın ıf tahakküm ünün yıkılm ası ve sosyalizm in inşasıyla ayn ı zamanda başlar. Yani sosyalist parti­ nin iktidarı aldığı anda başlar. Sosyalist dem okrasi, proletarya diktatörlüğünden başka b ir şey değildir. Evet, evet: D iktatör­ lük! Ama bu d iktatörlü k, dem okrasinin uygulanış biçim inden ibarettir. D em okrasinin ortadan kaldırılm ası asla değildir. Sos­ yalizm i ku rm ak için , b u rju v a toplum u e k o n o m ik k o şu lları­ nın tem elden d eğiştirilm esi, yani burjuvazinin kazanılm ış hak saydıkları kim i kon ulard a en erjik m üdahaleler yapılm ası zo­ runludur. Ama bu m üdahaleler işçi sm ıfının eseri olacaktır, iş­ çi sınıfı adına hareket ettik lerini iddia eden kü çü k b ir yönetici azınlığın değil. Yani sosyalist değişim ler, yığınların aktif katılı­ mı ile gerçekleşecek, onların etkisinde yol alacak, tüm halkın denetim ine bağlı ve yığınların artan politik eğitim inin ürünü olacaktır. (...) Rusya’daki olaylar açıklanabilir. K açınılm az ne­ den ve son u çlar zin cirin in hareket ve vanş noktaları şudur: Al­ m anya proletaryasının görevini yapamaması ve Rusya'nın Al­ man em peryalizm i tarafından işgal edilm esi. Bu koşullarda Lcniıı ve arkadaşlanndan d em okrasilerin en güzelini yaratm ala­ rını, ö rn ek bir proletarya diktatörlüğü kurm alarını ve eksiksiz, dört başı m am ur b ir sosyalist toplum örneği verm elerini iste­ m ek insan gücünü aşan b ir şey istem ek olur. (...) A ncak tehli­ ke şu noktada başlıyor: L en in ve arkadaşları, içinde bulunduk­ ları ç o k olum suz koşullarda yaptıkları işleri teori haline getire­ rek, enternasyonal proletaryaca örnek alınm ası, taklit edilm e­ si gereken bir sosyalist taktik modeli olarak sunuyorlar. A yrı­ ca bu biçim de davranm akla kendi kişiliklerini de ters bir ışık altında göstererek, gerçek ve yadsınam az, tarihsel değerlerini, zorunlulukların dayattığı yanlışların gölgesi altına sokuyorlar. Rusya’da çaresizlik karşısınd a işledikleri hataların - k i bunlar son tahlilde bu savaşta dünya sosyalizm inin iflâsının uzantıları sa y ılır-, yolunda bunca m ü cad eleler verdikleri, bunca ıstırap çektikleri dünya sosyalizm ine, yeni bilgilerm iş gibi sunulm ası, aslında sosyalizm e kötü b ir hizm et olm uştur.”12

12 Rosa Luxemburg, L a Revolution cn Rtıssif, Maspero, 1964 s. 64-70.

136

Rosa L uxem burg Rus Devrim i’ni h apisle yazdı. Kitap ölü ­ münden üç yıl sonra Alman Kom ünist Partisi’nden ihraç edi­ len Paul Levi tarafından yayımlandı. Ve ne yazıkur ki, böylece Rus D evrim i sosyal dem okratların Sovyet Rusya’ya karşı saldırı­ larında belli başlı kaynaklardan biri olarak kullanıldı. Ama ger­ çek gerçektir. Rusya’da olup bitenler gerçekti. Rosa’nın eleşti­ rileri de doğruydu, gerçekti. Ö nem li olan bundan 6 9 yıl önce bir gerçek devrim cinin bunlara sıcağı sıcağına parmak basarak ve tepeden inıııe buyruklarla sosyalizme geçilem eyeceğini ile­ ri sürm üş olmasıdır. Sosyalizm e geçişin koşu llarını, bildiğim iz gibi M arx şöyle açıklar: Ü retim ilişkileri, üretim güçlerinin gelişm esini engel­ leyecek; ileri toplum düzeninin maddi yaşam koşulları orta­ ya çıkacak. Bu saplam alar, sanayileşmiş Batı Avrupa toplundan özellikle Ingiltere ve Fransa göz önünde tutularak form üllendirilm işli. Oysa bugün azgelişmiş denen ülkeler var, sosyalizm e geçmeye aday. Bunların çoğu henüz sanayileşm em iş, işçi sınıfları dola­ yısıyla ya hiç yok ya da oluş halinde. Ama bir başka gerçek var karşımızda: Azgelişmiş ülkeler, kapitalist çem beri yarıp, sosya­ lizme geçme yoluna girmeden artık yaşayamazlar. M arx’in ön­ gördüğü koşullar bunlar için geçerli olmayacak mı? Elbet ola­ cak, ama farklı biçim de. Bu gibi ülkelerin geleneksel üretim güçleri kapitalizm , emperyalizm, bu ülkelere el attığından beri sahneden ya büsbütün silinm iş ya da can çekişiyor. Tarım , ilkel yöntem lerle yapılıyor; geleneksel el san allan ölüyor. End üs­ tri, ticaret, dışa bağımlı. Böylece üretim ilişkileri, üretici güç­ lerin gelişm esini engelliyor. Ama bu çelişki aslında dış kapita­ lizm, emperyalizmle yerli em ekçi halk yığınlan arasında. Böy­ lece ulusal bağım sızlık ve de ülke halkının yaşam ını sürdürm e­ si için sosyalizm gündem e geliyor... G ündem e geliyor da, peşinden şu kaybı da getiriyor: Azge­ lişm iş ülkelerde em ekçi halk yığınlarının bir sosyalist örgüt­ ten, çoğu ülkelerde yoksun olm ası, böyle bir örgütün varlığı halinde de, bunların Sovyet m odeline yakın kişilerin yöneti­ minde bulu nm ası, sosyalizm in bu ülkelerde de b ir avuç ö n ­ 137

cünün buyruğunda kurulm aya kalkışılm ası teh likesin i yara­ tıyor. Bu geniş parantezi burada kapatarak asıl konum uza dönelim.

Örgütlenme biçiminin önemi: Kapitalist devlet Tarihle ne kadar gerilere gidilirse gidilsin, toplum sal yaşam, örgütlü bir etkinlik olarak görünür. Başta üretim olm ak üze­ re, insanlar çeşitli alanlarda işbirliği, işbölümü yaparlar. Dola­ yısıyla örgütlenirler. Bakınız Marx ne diyor bu konuda: “İster çalışarak yaşam ı sürd ürm ek b içim ind e o lsu n , ister döl vererek başkalarını dünyaya getirm ek biçim ind e o lsu n, yaşa­ m ın üretilm esi, - b i r yanı ile doğal bir ilişki, b ir yanı ile de sos­ yal bir ilişki o la ra k - bize hem en ikili bir ilişki o larak görünür. Şu anlamda sosyal: Koşullar, tutulan yol, am açlanan hedef ne olursa olsun, bu h er zam an birço k kişinin işbirliği yaptıklarını ifade eder. Dolayısıyla belirli bir üretim biçim in in ya da belirli bir endüstri düzeyinin, her zam an belirli bir işbirliği ya da be­ lirli bir sosyal düzeye bağlı olduğu ve her işbirliğinin kendisi­ nin de bir "üretici güç’ olduğu ve de insanların erişebilecekle­ ri çeşitli ürelici gü çlerin sosyal durum u belirlediği göz önünde tutularak, ‘insanlık tarihinin’ m utlaka endüstri ve değiş-tokuş tarihi ile bağlantılı olarak incelenm esi, irdelenm esi gerek ir.”1

Marx gene şöyle diyor: “Şu da açık tır ki, büyük endüstri ülken in h e r yöresinde aynı gelişm e düzeyine ulaşam az. A ncak bu proletaryanın sın ıf ola­ rak hareketini durdurm az, büyük end üstrinin yarattığı prole­ terler (işçile r), bu hareketin başına geçerek yıg m lan sürü kler­ ler, çü nk ü büyük end üstrinin dışladığı em ek çiler, büyük en­ d üstri dolayısıyla, büyük endüstri işçilerin d en ço k daha kö­ tü durum dadırlar. Aynı zamanda büyük end ü strin in geliştiği

13 Marx, CEuvres Philosophiques-ldiotogic Allemandc, c. VI, Costes. 1937, s. 167168.

138

ü lkeler end ü strileşm em iş ülk eleri, dünya ilişk ileri dolayısıy­ la, evrensel rekabet savaşım ına sürü klend ik leri ölçü d e az ya da çok etkilerler. Bu değişik biçim ler, aynı zamanda çalışm a örgütü biçim leri, dolayısıyla da m ülkiyet b içim lerid ir."14

Toplumsal yaşamda örgütlenm e öylesine doğal ve toplumsal yaşamdan ayrılmaz bir olgudur ki, toplum un, kendisini örgüt­ lenerek gerçekleştirdiğini söylem ek yanlış olmaz. Aslında ör­ gütlülük topluma özgü bir olay da sayılmaz; canlı, cansız tüm varlıklar son çözüm de örgütlenm iş birim ler olarak karşım ı­ za çıkar. Her biri m olekülsel ve atom sal bir örgütlenm e düze­ ni gösterir. Toplum da bu olgu hem istencim iz dışında (üretim tarzmtn dayattığı toplum sal iş bölüm ünün sonucu olarak) hem istencimizle oluşur. Ö rgütler, içinde doğdukları toplum un hu­ kuksal ve/veya siyasal ü st yapılarıyla toplum sal pratik arasın­ da bir köprü görevi yaparlar ve toplum un egem en id eolojisi­ ni yansıtırlar. Toplum sal işbölümünün bir uzantısı olan örgüt­ ler, başta devlet aygıtı olarak, egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eder. Toplum un üretim tarzı ile uyumlu ilişkiler üreten örgüt­ lerin yansız m odeller olmadığı kuşkusuzdur. Ö rneğin, söm ü­ rüye dayalı toplum larda örgütlerin işlevi, em ekçilerin itaatli yı­ ğınlar olarak çalışm alarını sağlamaktır. Kapitalist toplum u ele alacak olursak, devletten başlayarak tüm örgütlerin, kapitalist üretim ilişkilerinin sürm esine hiz­ met ettiği, bunun için de sermayenin yoğunlaşm a ve merkez­ leşme hareketiyle uyum lu olarak ekonom ik ve politik iktida­ rın burjuvazinin tekelinde toplanmasını sağladığı görülür. Ser­ mayenin yuvarlanan bir kartopu gibi büyümesi ve en güçlü ka­ pitalistlerin elinde toplanm ası, işçi sınıfının gittikçe daha çok söm ürülm esine ve güçsüz kapitalistlerin saf dışı edilm esine yol açar. Bu, güçlü bir avuç kapitalistin ekonom iye, politika­ ya, hukuka, yönetim e, bilim ve sanala, kültüre egem en olm a­ sına; m erkezci, dikine hiyerarşili, kışla disiplinli burjuva örgüt modeli aracılık eder: Egemen burjuvazi ile em ekçi yığınları ara­ lat A.g.r., s. 219-220. 139

sında yöneten-yönetilen ilişkileri kurarak ve bu ilişkileri sürdü­ recek bürokrasiyi üreterek. Burjuva örgüt modelinin işlevi budur. Bu biçim bir örgütlenm e daima küçük bir azınlığın büyük çoğunluğa egemen olmasını sağlar. Burjuva toplumunda mer­ kezleşme temel yasadır. M arx der ki: “Burjuvazi, üretim araçlarının, m ülkiyetin ve nüfusun ufalan­ m asına, giderek engel oldu. N üfusu toparlayıp bütünleştirdi, üretim araçlarını m erkezleştird i, m ülkiyetin b ir avuç insanın elinde toplanm asını sağladı. Bunun kaçınılm az sonucu politik m erkezcilik olm uştur.”1s

Kapitalist üretim biçim i, para oligarşisine hizmet eden bir ör­ gütlenme biçimi yaratmıştır. Bu örgüt modeli merkezdeki yöne­ ticilerin buyruklarını, yetki-görev basamakları ile tabana indi­ rerek em ekçi yığınlarının m erkezin buyruklan doğrultusunda davranmalarını sağlayan bir aygıttır. Yöneten-yönetilen ilişkisi, efendi-köle ilişkisini andıran, yönetilenin buyruklarına uyması esasına dayalıdır. Merkezin kararları yukandan aşağı tüm organ­ ları ve yönetilenleri bağlar. Yönelim yukarıdan aşağıdır. Yöneti­ lenlerin, yönetimde gerçekten söz ve karar sahibi olm alan söz konusu değildir. Bu, ulusal egemenlik kavramı, vekalet ve temsil gibi hukuksal varsayımlarla kâğıt üstünde sağlanır. Bu varsayımlar, bu /iclioııs’lar, gerçekte yönetilenleri yöne­ timden uzak tutar. Vekalet ve temsil ilişkilerine az çok gerçek­ lik kazandırabilecek em redici v ek alet (m andat im peratif) sistemi çağdaş devlet hukukunda uygulanmıyor. Oysa seçm enler tem­ silcilerini belirli konularda görev vererek seçecek olurlar ve bu görevleri yerine getirm eyen tem silciyi düşürürlerse, yönetim e bir ölçüde katılm ış sayılırlar. Devlet işlerinin önceden kestirilemeyeceği gerekçesiyle, burjuva hukukçuları em redici vekaleti reddetmişlerdir. Böylece vekalet ve temsil, seçm enlerin vekille­ rine açık bono verm eleri biçim inde uygulanıyor. Beri yandan yöneticilik, sosyal iş bölümünün gereği olarak, burjuvazi ile bürokrasinin tekelinde bir meslek haline gelm iş­ tir. Seçilebilm ek için öngörülen koşullar (öğrenim ve kimi ül­ 15 Marx-Engels, Manifcstr Communiste, s. 27.

140

kelerde uygulanan belirli bir m iktar vergi ödeme zorunluluğu ya da sadece seçim propagandasının m asrafları), em ekçilerin aday olm alarını engellemektedir. Burjuva kamu hukukunun devlet ve ulusal egem enlik üzeri­ ne ortaya attığı teoriler kimi yönleriyle gerçeklerin olduğu gibi görülmesini engellem ekte, yönetilen halkın sanki yönetim e ka­ tıldığı sanısını yaratmaktadır. Halkta çarpıtılm ış bir bilinç ya­ ratılır: Devletin, ulusun örgütleniş biçim i olduğu ve egem enli­ ğin ulusta bulunduğu varsayımlarından hareket edilerek, yöne­ tilenlerle yöneticiler arasındaki gerçek ilişkiler ve varsayımla­ rı doğrulamadığı halde, yöneticilerin buyrukları yönetilenlerin iradesi olarak gösterilir. Demek ki, burjuva örgüt modeli, ger­ çek olmayan ilişkileri gerçekm iş gibi göstererek burjuvazinin sömürü ve baskıyı sürdürmesini sağlayan bir m akinedir. Bu ay­ gıt, burjuvazi adına ve onun çıkarları doğrultusunda y ö n eli­ mi fiilen üstlenen bir profesyonel yönetici kadrosunu da üretir. Mesleği yöneticilik olan bu kadro bürokrasidir. Bürokrasi onu yaratan örgütsel aygıtla bütünleşm iş, özdeş­ leşm iştir. M arx’a göre: D evlet, bü rokrasinin özel m ülküdür. Bürokrasi kendi yargılarına göre devletin son hedefidir. Böylece devletin am açlan, bürokrasinin amaçları haline gelir. Her şe­ yin biri gerçek, biri bürokratik iki anlamı olur. Bürokrasi için gizlilik esastır. Kendi içinde gizliliği hiyerarşi sağlar. Dışa doğ­ ru gizlilik, bürokrasinin kapalı bir korporasyon olması ile sağ­ lanır. Bundan dolayı devletin ne olduğunun, ne yapıldığının bi­ linm esi, bürokrasiye kendi sırlarının açıklam ası gibi görünür ve onca ihanet sayılır. “(...) O torite, nüfuz ve egem enlik, devletin, dolayısıyla bürokra­ sin in temel ilkeleridir. Otoriteye tapma onun en köklü duygu­ sudur. Devlet bürokratlaşır, tüm ilişkiler, üst-ast ilişkisi biçim i­ ni alır. Üst basamakta olan buyurur, alt basam akta olanlar itaat eder. G erçek olan her şey boş görünür ve tersine dönüşür: G er­ çek yaşam ın yerini, bürokratlann kafasındaki yaşam alır; ger­ çek bilim de gerçekdışı bürokratik bir bilim e dönüşür. (...)’’16 16 Marx, CEuvres Philosophiques, c. 4, s. 101-103 (özetlenmiştir).

141

Yarattığı bürokrasi ile özdeşleşmiş olan bu devlet, herhangi bir devlet değil, burjuva devletidir. Yani m erkezî, dikeyine hi­ yerarşik, kışla disiplinli bir aygıt olan kapitalizm in devletidir. Yani tabanı oluşturan em ekçilerden kopuk, onları itaate zor­ layarak süren devlettir. Ne var ki, Baü’da bu örgütlenm e biçi­ minin sertlikleri dem okratik mekanizmalarca yum uşaülm ıştır. Kuşkusuz sosyalizm e g eçilince öncelikle devlet değişecektir. Hatta ekonom ik temel tümüyle henüz değişmeden, üretim he­ nüz artmadan ve kapitalizmin kalıntıları henüz tümüyle temiz­ lenmeden devlet aygiü değişecektir. Devlet, bir azınlığın buy­ ruğunda, korkutan, ezen bir makine olmaktan çıkacak; em ek­ çilerin yani tüm ulusun gerçekten çıkarları için işleyen bir m a­ kine haline gelecektir. Devlet ile ulus gerçekten bütünleşecek, insanların hizm etine girecektir. Sosyalist devlet halk egem en­ liğinin aygıtı haline gelecek, dem okratik bir yapıya kavuşacak; merkezci, dikeyine hiyerarşik karakterini yitirecektir. Dem ok­ rasi, sosyalizme geçiş dönem inin vazgeçilmez yönetim biçim i­ dir. Üretim araçlarının özel kişilerin malı olm aktan çıkarıld ı­ ğı ve üreticilerin ortaklaşa işletm esine verildiği bir toplumda, devlet yönetim inin halkın elinde olması doğaldır. G eçiş döne­ minde uygulanacak dem okrasi, en ileri bu ıju va dem okrasile­ rinden daha yaygın, daha ileri olacaktır. Burjuva devleti konusunu noktalarken, Baıı’m n endüstri ül­ kelerinde dem okrasi uygulamaları hakkında daha önce söyle­ diklerim izi hatırlatm ak isteriz. Ç eşitli nedenler bu ülkelerde, burjuvazinin çıkarlarına hizmet eden bir m akine olan devletin tepeden inme karakterini yumuşatmıştır: Felsefede ve bilim de­ ki ilerlem eler, kom ünler. Katolik Kilisesi'nin devletten ayrı bir kuruluş oluşu, üniver­ sitelerin özerkliği gibi olaylar henüz bu rju vazinin eline g eç­ meden devletin, doğu ülkelerindeki anlamda m utlak bir ikti­ dar odağı olm asını önlem iştir. Ayrıca burjuvazinin, feodalite­ ye karşı açtığı mücadelede halkı yanma alm ış ve insan hakla­ rını bu m ücadelenin bayrağı haline getirmiş olm ası, hem gele­ cek burjuva iktidarının sınırlanm asına hem halk yığınlarının politikaya karışmasına yol açmışLir. Daha sonra halk hareketi­ 142

nin öncülüğü işçi sınıfına geçm iştir. İşçi sınıfının, önce ekono­ mik haklan, daha sonra politik haklar için yürüttüğü mücade­ le, burjuva devlet aygıtının sınırlanm asına ve işleyişinde belir­ li demokratik kurallara uymasına neden olm uştur. İnsanlık ta­ rihinde ço k önem li bir aşama olan işçi hareketi, doğuşunda bü­ yük ölçüde rol oynadığı böyle bir ortamda gelişm iştir. Yani iş­ çi hareketi dem okrasi ile beraber büyümüş, dem okrasinin sos­ yal bir içerik kazanm asında etm en olm uştur. Sosyalizmi bu ge­ lişme dışında düşünemeyiz. Devlet m akinesinin tepeden inm e­ ci yöntem lerden sıyrılarak işlemesi ve kendi içinde totaliterli­ ği önleyecek frenlerle donatılm ası sosyalizme geçiş döneminin başlıca özelliği olm ak gerekir. Ayrıca işçi hareketinin de, burju­ va toplum undaki dem okratik kazanım lannı koruyarak demok­ rasinin daha yüksek basam aklarına tırm anm ası gerektir. Bur­ juva dem okrasisinin uzun bir tarihsel sü recin ürünü olduğu ve bunda işçi hareketinin büyük katkıları bulunduğu düşünü­ lünce burjuva dem okrasinin küçüm senem eyeceği ortaya çıkar. Batı ülkelerinde uygulanan dem okrasi, insan haklan bildirileri ve demokrasi felsefesi, insanlığın kazanımları arasındadır. Sos­ yalist rejim lerde bu kazanım lar bir yana atılamaz. Sosyalist de­ mokrasi bunlar üzerine kurulacaktır.

Leninist parti ve sosyalist demokrasi Lenin, yüzyılımızın başlarında, demokratik yolda serpilip geli­ şen işçi hareketine bir dem ir korse giydirdi. Rus Sosyal Dem ok­ rat Partisi ikiye bölündü. Lenin, ilk bakışta makul görünen ge­ rekçeler sıralıyordu. H areketin dağınıklığına son verecek mer­ kezci bir örgütlenm enin üsLelik Çarlık polisi ile etkili biçim ­ de mücadele edilmesi için de zorunlu olduğunu ileri sürüyor­ du. Pratiğe ilişkin bu gerçeklerin yanı sıra, kimi teorik görüş­ ler de ileri sürm ekteydi, işçi sınıfına dışarıdan bilinç götürül­ mesi, profesyonel devrim cilerin harekete öncülük etm esi, önce devletin ele geçirilm esi, kültürel kazanım lann sonra elde edil­ mesi vb. gibi... G enellikle yeni parti modeli ve buna bağlanan teorik öneri­ 143

le r, e m p e r y a liz m ü z e r in d e k i d ü ş ü n c e le r iy le b ir lik te , L e n in ’in M a rk siz m e e n ö n e m li k a tk ıs ı o la r a k g ö s te r ilir . Ö z e llik le y en i p a rti m o d e lin in d e v rim in b a ş a r ıy a u la ş m a s ı iç in v a z g e ç ilm e z b ir a ra ç o ld u ğ u ile ri s ü rü lü r.

Bilindiği gibi Lenin’in yeni parti modeli, profesyonel devrim­ cilerden oluşan kadrosu ve kalımlı yöneticileriyle katı merkez­ ci, dikeyine hiyerarşik ve asker disiplinli gizli bir örgüttür. G iz­ lilik, parti ile öylesine özdeşleşm iştir ki, devlet ele geçirildikten sonra da etkisini sürdürm üştür. Devrimden beri 70 yıl geçmiş olduğu halde yönetim e hâlâ koyu bir gizlilik egemendir. Yöne­ timde gizlilik ise demokrasiye ters düşer. Tabii parti kuruldu­ ğu yıllarda gizlilik, Çarlık polisinden korunm ak için zorunlu bir önlem olarak savunulm uş ve iktidara geçilince bırakılaca­ ğı söylenm iştir. Ne var ki, yöneticiler uzun yıllar gizlilik içinde çalışınca ve hele parti gizlilik esas alınarak örgütlenm iş olu n ­ ca, parti ve parti modelinde kurulan devlet, gizlilik ilkesine gö­ re işleyen aygıtlar olarak kalıyor. Lenin’in m erkezci parti modeline, gerek Rus Sosyal Dem ok­ rat Partisi içind e gerek dışında karşı çık an lar çoktu . Bunun m erkezin diktasına hatta tek kişinin diktatörlüğüne yol aça­ cağı söylenm iştir. 1903Ye Londra’da toplanan Rus Sosyal Dem okraıları’nın 2. Kongresi’nde, Lenin’in görüşleri kıl payı bir çoğunluk sağladı; 2 0 ’ye karşı 2 4 oyla kabul edildi. Bu bile an­ cak 7 anti-lskra’cının salondan ayrılması ile elde edilebilmiştir. Bu olaydan 14 yıl sonra Bolşeviklerin iktidan ele geçirm eleri ve sosyalist bir cum huriyet kurm aları, tüm kuşku ve kaygıları sü­ pürüverdi. A rtık yeni parti m odelinin iktidar yolunu açan en etkili silah olduğu hem en herkesçe kabul edildi. Dünya işçi hareketi içinde, II. Entem asyonal’in Kautsky gibi düşünen liderleri bir yana bırakılırsa, Bolşeviklen alkışlayanlar çoğunluktaydı. Lenin ve arkadaşlarının Çarlığı devirerek sos­ yalizme giden yolu açm ış olm alan öyle bir umut ve heyecan ya­ ratmıştı ki, olaylar yansız bir gözle görülemiyor, akılcı eleştirel bir yaklaşım içine girilem iyordu. Ekim Devrimi’ni yapanların bu işi ne zor koşullar içinde başardıklarını gören, Lenin ve ar­ kadaşlarının başansını yürekten alkışlayan, gerçekleri gözden 144

k a ç ırm a y a n , s o s y a liz m in g e le c e ğ i b a k ım ın d a n k a y g ı v e re n g e ­ lişm e le re p a rm a k b a s a n d e v r im c ile r p e k a z d ı. B u n la r ın b a ş ın d a , P rusyalı s u b a y la r ın ö ld ü rd ü ğ ü R o sa L u x e m b u r g g e lir. L e n in ile T ro ç k i’n in d e m o k r a s iy e k a r ş ı o ld u k la r ın ı g ö r e n v e “G e n e l s e ­ çim siz, ö z g ü r b a s m s ız , ta rtış m a s ız , to p la m ış ız b ir o r ta m d a , k a­ mu k u r u lu ş la r ın d a y a ş a m ö lm e y e m a h k û m d u r ; b ir g ö r ü n tü y e d ö n ü şü r ve b ü r o k r a s i te k a k tif e le m e n t h a lin e g e lir ,” d iy e n R o ­ sa. k a y g ıla rın ı a ç ığ a v u ru y o rd u .

Luxemburg'un uyarıları büyük yankılar uyandırmadı. O da reformizmle suçlandı. Sosyalizm bu gibi suçlamalardan çok za­ rar görm üştür. Sovyet m odelini eleştirm ek dünya kom ünist partilerinin gözünde ihanet sayılmış, Sovyet sistem ini eleştir­ meye cüret edenler burjuvazinin ajanları olarak tanıtılm ıştır. Rosa Luxem burg gibi dava yolunda can vermiş, halis bir dev­ rimci bile yoldan sapmış olmakla suçlanm ıştır. Ölüm ünden şu kadar yıl sonra, Türkiye İşçi Partili gençlere, Luxem burg’un ki­ taplarını da okum alarını söylemem, Rosa’nın bir kez daha su ç­ lanmasına neden olmuştu. Böyle bir öneride bulunduğum için ben de eleştirilm iş, suçlanm ıştım . Karalansa da, suçlansa da Rosa’nın söyledikleri doğruydu. Ekim D evrim i’ne kadar ısrarla savundukları kurucu m eclisi, Lenin ve arkadaşlarının iktidara gelir gelm ez g erici b ir m ec­ lis olduğunu ileri sürerek dağıtm aları, aslında bunların taba­ nın oylarına değer verm ediklerini, dem okrasiye karşı olduklannı kanıtlam aktaydı. A çıktır ki, gerici olduğu ileri sürülerek dağıtılan kurucu m eclisin yerine yeni bir m eclis seçtirilebilirdi. Ekim Devrimi’nin yarattığı umutlu ortamda, yeni seçim le­ rin olum lu sonuçlar vermesi kuvvetli bir olasılıktı. Ama Lenin ve arkadaşları bu yolu tutmam ışlar; bir süre sovyetlere dayan­ dıktan sonra bu halk m eclislerinin de yetkilerini sınırlayıp sovyetleri bir onaylama makinesi haline getirmişlerdir. Böylece işÇİ sınıfı diktatörlüğü adı alımda bir avuç yöneticinin diktatör­ lüğü yürütülm üştür. Halkın oylarıyla işbaşına gelm e, halka hesap verme gibi de­ mokratik kurallara Lenin hiç önem vermemiştir. Parti gizli ol­ duğu yıllarda, "devrim cilerin birbirine sınırsız güvenm eleri ve 145

sorum luluklarının bilincinde olm aları, bunların, dem okratik kuralların uygulanmasından ço k daha sıkı bir biçim de denet­ lenmelerini sağlar," diyor.17 Ama Lenin’in dem okrasiyi küçüm seyen tulum unda, Bolşevikler iktidarı ele geçirdikten sonra da bir değişiklik olmadı. Gizlilik koşullarında demokrasiye yer olmadığı m azereti artık ileri sürülemezdi. Lenin^Sovvetler Birliği’ni bir oligarşinin yö­ nettiğini açıklarken, M arx’in “Proletaryanın ilk İSİ» dem okra­ siyi fethetmek olacaktır." dediğini unutmuş görünüyordu. Le­ nin’in oligarşi konusundaki sözleri aynen şöyle: “Partiyi K ongre’de seçilm iş 19 kişiden oluşan m erkez kom ite­ si yönetir. (...) G ü nlük işlerin yûrütüm ü için M oskova'da gö­ rev yapan ve m erkez k o m itesin in tüm ü y e le rin in h azır bu ­ lunduğu b ir toplantıd a seçilen beşer üyeli Ö rg ü tlem e B ü ro ­ su ile P olitik Büro vardır. Böylece b ir oligarşi ortaya çıkm ak­ tadır. Cum huriyetim izin hüküm et organlarından h içbiri, m er­ kez kom itesinin direktifi olm adan önem li herhangi bir kon u­ da karar alam az.”18

Lenin, devrimi de, sosyalizme geçişi de, M arx’tan farklı dü­ şünüyor sanırım . M arx, işçi sınıfını devrimi taşıyan ve devrim yapıp sosyalizmi kuracak biricik güç olarak görür: “Proletaryanın h areketi, koskoca çoğunluğun, koskoca çoğun­ luk çıkarlan için kendiliğinden hareketid ir.”19

Lenin ise bu görevi profesyonel devrimcilere veriyor. Bunlar işçi sınıfı adına hareket eden öncülerdir. Parti de onların par­ tisidir. Yığın partisi değildir. Lenin, B ir Adım ileri İki Adım Geri’de şöyle y a z a r : “İşçi sınıfının öncüsü olan partinin tüm sınıfla karıştırılm asına gerçeklen izin verilem ez.”20

17 Lenin, Que Faire?, s. 141. 18 Lenin, La Maladie Infantile dit Canunuııismc, s. 26. 19 Marx-Engels, Le Mani/este Gmmmmsfc, s. 39. 20 Lenin. Oucvres, c. 7, s. 2 7 1.

146

Ne Y apm ah'da ise işçilerin örgütü ile devrim cilerin örgütü­ nün birbirinden kesinlikle, ayrı olması gerektiğini vurgulaya­ rak şunları söyler: “İşçilerin örgütü, birincisi meslek örgütü olmalıdır; İkinci­ si, olanağınca yaygın olmalı; üçüncüsü, olanagmca açık, ya­ ni gizli olmamalıdır. Tersine, devrimcilerin örgülü, öncelik­ le ve özellikle mesleği devrimcilik olan insanlardan oluşmalı­ dır. Tüm örgüt üyelerine ortak olan bu nitelik dolayısıyla işçi ve aydınlar arasındaki ayrım kesinlikle silinmelidir; öncelikle üyelerin mesleklerine göre ayırt edilmesi söz konusu olmama­ lıdır. Bu örgüt elbette çok yaygın olmamalı ve olanagmca giz­ li olmalıdır. (...) iddia ediyorum ki, işin sürekliliğini sağlayan bir kalımlı yöneticiler örgütü olmadıkça sağlam bir devrim ha­ reketi olamaz. (...) Böyle bir örgüt, özellikle mesleği devrimci­ lik olan insanlardan oluşmalıdır.'’21 Bu alıntılar çoğaltılabilir. Hiç kuşku yoktu ki, Lenin, devri­ mi, profesyonel devrim cilerin tezgâhladığı, zam anını, zem inini onların saptadığı ve onların yönettiği bir girişim olarak görü­ yor. İşçi sınıfı bu kurm aylar heyetinin kom utasındaki ordudur. Lenin, işçi sınıfının kendisinin devrim yapabileceğine inanm ı­ yor. Çünkü devrim, sosyalist bilince sahip olanların başaraca­ ğı bir iştir! Oysa işçi sınıfı kendi haline bırakılırsa sosyalist bi­ lince asla ulaşamaz; cahildir. Şu halde ona bilinç dışandan, sos­ yalizmi bilen aydınlar tarafından, yani profesyonel devrim ciler aracılığı ile götürülecektir. B ilincin dışarıdan götürülm esi teo­ risini Lenin, Kautsky’den aktarm ıştır.22 İşçi sınıfını vesayet altına alm anın yöntem idir bu bilin ç gö­ türme teorisi. Aynı zam anda işçi sınıfına inançsızlığın, güven­ sizliğin de işaretidir. Hayır, işçi sınıfını tanrılaştıranlardan de­ ğiliz. Sosyalizmin teorisini işçiler öğreneceklerdir elbet, okum a yazma öğrendikleri gibi, hesap öğrendikleri gibi. Ama Kautsky ve Lenin’in dışarıdan bilinç götürm e önerisi, başka bir şeydir. Sosyalizmi öğretm ekten ibaret değildir. Ö ğretm enin, öğrenciyi Lenin. Que Faire?. s. 113. 22 Y.a.g.c., s. 41-43.

147

vesayetine alarak onun adına politik eylemde bulunması proje­ sidir bu. İşçi sınıfını sosyalizm bilim i adına pasifleştirmek, poli­ tika dışı tutmak girişimidir. Dışarıdan bilinç götürm e teorisi, yukarıda sözü geçen öncü­ lük teorisi ile birlikte ele alınm ak gerekir. Devrimi gerçekleş­ tirecek olan profesyonel devrim ciler, işçi sınıfının öncüleridir (av an t-garde). Kim verm iştir onlara bu hakkı? İşçiler mi? Ha­ yır. Seçim le filan geçm em işlerdir başa. Bunlar sosyalizm e gö­ nül vermiş burjuva aydınlarıdır. Çeşitli kollara ayrılırlar: Üreti­ ci sosyalistler, anarşistler, M arksistler ve daha başka fraksiyon­ lar. Burada sözü edilen öncüler M arx’in öğretisinden yola çıkan Lenincilerdir. Rus Sosyal D em okrat hareketi içinde bunlar, Len in ’in önerdiği yeni partinin yöneticileri olarak kendilerini iş­ çi sınıfının öncüleri ilan etm işlerdir. Bu, onlara tarihin verdiği bir görevdir. Tarih insanlara nasıl görev verebilir? İnsan toplu­ luklarının zaman içindeki gelişm esi; M arx’in bu gelişmeyi, top­ lumun üretim güçlerini belirli üretim ilişkilerinin karşıladığını, bu iki olgu arasında neden-sonuç ilişkisi bulunduğunu ortaya koyması üzerine insan topluluklarının bilimi anlamında tarih, Lenincilerin dilinde adeta tanrılaşmıştır. Bilim ve tanrı! Terazi­ nin aynı kefesine konamazsa da, M arx’in bilimsel öğretisi poli­ tikacıların eline düştükten sonra bir çeşit din haline gelmiştir. Evet, bu bilim sel dinin papazları olan profesyonel devrimciler, işçi sınıfının öncüleri olarak devrimi tekellerine ve işçi sınıfını vesayetlerine almışlardır. Bu projeyi g erçek leştirm ek için, özel bir araca gereksinim duyulmuştur. Bu araç Lenin’in kalımlı yöneticiliği, son derece m erkezci, dikeyine hiyerarşik, askeri disiplinli ve salt profesyo­ nel devrimcilerden oluşan yeni partisidir. İşçi sınıfının bilinç­ li öncü m ü frezesi olan ve toplum sal gelişm enin ve sın ıf müca­ delesinin yasaları ile donanm ış, silahlanmış olan parti, devrim hareketinin biricik şaşmaz ve yanılmaz yol göstericisidir. Par­ ti, Lenin’e göre bundan ibaret de değildir. Parti, aynı istenç, ay­ nı etkinlik, aynı disiplinle birbirine bağlı ve proletaryanın cn ucunda savaşan ve henüz partileşm em iş işçi yığınlarına ö r g ü t ve disiplin fikirlerini aşılayan örgütlü devrimcilerin öncü müf­ 148

rezesidir. Böyle bir parti ancak merkezcilik ilkesine göre işleye­ bilir (M erkezcilik, legal çalışm a koşullarında, dem okratik-m erkezcilik ilkesine dönüştür). M erkezcilik şu dem ektir: Partinin statüsü, disiplini ve yönetim organı bir tanedir. Şu anlamda ki, Politbüro ve örgüt bürosunun önerisi ile m erkez kom itesince listeye alınm ış adaylar, parti kongresinin onayı ile yeni merkez komitesini oluştururlar. Bu üst organ kendi içinden Politbüro ve Örgüt Bürosu’nun üyelerini seçer; ayrıca bir de genel sekre­ ter seçilir. Partiyi bu merkez yönetir. Azınlığın çoğunluğa itaat etmesi esastır. Alt organlar üst organlara, yerel örgütler de m er­ keze bağlıdır. M erkezin kararlarına, buyruklarına, yukarıdan aşağı tüm basam aklar ve tüm üyeler kesinlikle itaat eder. Parti disiplini, m erkezin buyruklarına ve bu buyruklara göre alı or­ ganların aldıkları tüm kararlara itirazsız, harfi harfine herkesin uyması dem ektir. Aday listelerinin merkezde hazırlanması, ka lım lı yöneticilik ilkesinin gereğidir. Hem seçim hem de kalım lılık, ancak m er­ kezce saptanm ış aday listesinin sandığa atılm ası ile sağlanır. Komünist partilerinde ve sosyalist ülkelerde uygulanan sistem aşağı yukarı hep aynıdır ve budur. D em okratik m erkeziyetçilik de aynı anlayıştan ve sistem ­ den kaynaklanır. Kararların önce taban tarafından tartışılm ası­ nı öngören bu yöntem şöyle uygulanır: M erkez saptadığı kong­ re tezlerini, hücrelerden başlayarak yukarıya doğru parti kade­ melerinde tartışmaya açar. Bu tartışmalar, üst düzeyde bir so­ rumlunun, genellikle m erkezin atadığı bir yöneticinin katıldı­ ğı toplantılarda yapılır. Bu yetkili merkezin görüşlerini açıklar ve konuşm acılara bu görüşleri benimsetir. Masum istekler ta­ banın görüşü olarak merkeze yansıtılır ve çoğu kez m erkezce kabul edilerek tezlere eklenir. Böyle bir yöntem le, m erkezcili­ ğin demokrasiye dönüşmeyeceği açıktır. Bunun kanıtı, bugüne dek bütün kongrelerde m erkezce hazırlanm ış tezlerin karara bağlanmış olmasıdır. Başka türlü olduğu görülm üşse, bu, parti içinde b ir bunalım işareti olmuştur. Ekim Devrimi’nden sonra yeni devlet, parti ilkeleri örneğin­ de örgütlenm iştir. SSCB federal bir devlettir. Devlet organları 149

SSCB’nin g ö k s e k Sovyeti (iki m eclisli parlam ento); SSC B’nin Yüksek So,vyel Başkanlıgı-Bakanlar Kurulu; çeşitli bakanlıklar­ dır. Yerel c:u m huriyet ve yönetim ler de aynı biçim de örgütlen­ m iştir. Y ü k «ek Sovyet’i oluşturan em ekçi m illetvekilleri, emek­ çilerin gizl^- e?il ve doğrudan oyları ile seçilir. Kâğıt üzerinde bir burjuv;3 federal devletinden farksızdır. Hatta seçm enlerin milletvekilHer' n' geri çekm e yetkileri gibi kim i önem li çarklar dolayısıyla1- kâğıt üzerinde burjuva devletinden daha demokra­ tik bir kur'ulu$lu r- Ne var ki, bu sadece kâğıt üzerinde böyledir. Çünkü’1 Parli gibi merkeziyetçi bir örgüt olan Sovyet devle­ ti, partiye, daha doğrusu parti oligarşisin e bağlıdır. Lenin’in bu konudaki açıklam asını bir kez daha anımsayalım: “C u m h uriyetim izin , politikaya ve örgütlenm eye ilişkin önemli hiçbiir sorunu , h içbir hüküm et organı, parti m erkez kom itesi­ nin yön ergesi (d irektifi) olm adan karara bağlanam az.”23

Bu, partİnin öncülüğü ilkesiyle m erkeziyetçi doğal sorunu­ dur. N itek irn upkı parti içi seçim lerde olduğu gibi, genel se­ çim lerde d e sandığa partinin saptadığı aday listeleri atılır. Halk da, parti tabanını oluşturan üyeler de söz ve karar sahibi değil­ dir. Her ik )s i de Lenin’in deyimiyle, parti oligarşisinin buyruk­ larına bağl'- itaatkâr em ekçi yurttaşlardır. Aslında devlet eriyip yok olma ( d eperissem en t) sürecine girmeden y ok olm uştur; sa­ dece adı ve parti oligarşisine bağlı çeşitli organlar kalm ıştır or­ tada. Ne g,ariptir ki, parti oligarşisini açıklayan L en in , D ev­ let ve thtilcd adh kitabında, sosyalizm e geçiş dönem inde dev­ letin bird enb ire yok olm ayacağını, çünkü söm ürücü artıkla­ rına karşı Şiddet m akinesinin işletileceğini ancak em ekçilerin geniş bir dem okrasi düzeni içinde yaşayacaklarını uzun uzun anlatm ak gereğini duymuştur. Lenin’de bu gibi çelişkilere çok rastlanır. Aslında Lenin, tarihin kendisine bir görev, bir m is­ sion yüklem iş olduğuna inandığı için dem okrasi, özgürlük fa­ lan gibi ilk-eler ve görüşlerle ellerinin bağlanm asından hoşlan­ maz. DemPbrasi ile başı hoş değildir; öteden beri gizlilik ko­ şullarım ilPri sürer. Parti yer altındayken de iktidar olduktan 23 Lenin La Maladie Infan(ile du Communismc, s. 26.

150

sonra da, işçilerin yönetim i üstlenecek bilgilerden yoksun ol­ duklarını bahane eder. Ö rneğin Rusya Sendikaları M erkez K ongresi’nde, işçilerin yönetime katılm alarını savunan Lozovski’ye verdiği yanıtta Lenin’in şöyle konuştuğuna tanık oluyoruz: “İşçi sın ıfın ın ege­ menliği anayasadadır, m ülkiyet rejim indedir ve işleri bizim yürütmemizdedir.” Lenin işleri parti oligarşisinin yürütm esini iş­ çi sınıfının egemenliği olarak görüyor. Öncü teorisine göre öyle ama teorinin gerçekle ilgisi ne? Lenin, konuşm asını şöyle sür­ dürüyor: “Ama yö n etim , o b aşka bir iştir; bilg i isteyen , b eceri isteyen b ir iştir. Burjuvazi bunu pek iyi kavram ıştı am a biz hâlâ kavra­ yam adık. (...) Y eterlik olm adan, derin bilgi olm adan, yönetim bilgisi olm adan, yönetim yapılabileceğine inanıyor m usunuz? Bu gülünç olur! (...) Yönetm ek için işini bilm ek ve çok iyi bir yön etici olm ak gerekir. Bunun için k o lektif yönetim in gerekli olduğunu nereden çıkarıyorsunuz? Tam tersine: Tecrü beli k i­ şilerim iz az olduğu için , k o lektif yönetim kabu l ed ilem ez."24

Bir başka konuşm asında da şunları söyleyecektir: “H er işçi, devleti yön etebilir m i? Pratik insanlar b u n u n b ir m a­ sal olduğunu, sen d ikalar içinde örgütlü m ilyonlarca işçim izin az ö n ce sözü nü ettiğim iz dönem i geçirdiklerini, yani sendikalan n kom ünizm ve yön etim in okulu olduğunu bilm ektedirler. (...) Y önelim e kaç işçi katılm ıştır? T üm Rusya'da b irkaç bin, o kadar. E ğer sen d ikaların ad aylannı parti yerine ken d ilerin in göstereceğini ve kendi kendilerini yön eteceklerin i kabul eder­ sek, belki bu pek d em okratça b ir gidiş olu r ve bize oy da ka­ zandırabilir am a uzun zaman için değil. Proletarya d iktatörlü­ ğünün sonu o lu r."25

İşçisiz bir işçi diktatörlüğü! Sanıyorum Lenin’in devrim an­ layışı budur. Yaşam ının sonlarında ise aynı Lenin, Parti Merkez Komitesi’ne bir m iktar sade işçi ve köylü alınm asını önerecek­ 24 Lenin, CEııvres, c. 3 6 , s. 536-537.

A.g.t-., c. 32, s. 56.

151

tir. Alınacak işçilerin Sovyeller’de uzun süre staj görmüş olan­ lar arasından seçilm elerini, ayrıca işçilerin karşı çıkılm ası gere­ ken kimi gelenekler yarattıkları, kimi önyargılara sahip olduk­ ları düşünülerek bunlara köylüleri de katmak gerektiğini yazı­ yor.26 Bir süre önce sendikaların yönetim ine seçilm elerine, bil­ gisizliklerini ileri sürerek karşı çıktığı işçilerin, hem de taban­ daki sade işçi ve köylülerin m erkez kom itesine alınm asını has­ ta yatağında önerm esi Lenin’in öncülere eski güveninin kalma­ dığı biçim inde yorum lanabilir mi? Bu konuya ileride dönece­ ğiz. Şimdi Lenin’in, devletin eriyip yok olması sorunu üzerin­ deki görüşlerini ele alm ak istiyorum. Lenin, önce şu önem li noktaya parmak basıyor: “Devletin erimeye, yok olmaya başlam ası kapitalist toplumda düşünüle­ m ez,” diyor ve Engels’den alıntılar yaparak erim enin, proletar­ ya diktatörlüğünün kurulm asından sonra başlayacağını vurgu­ luyor. Ve bir yerde devletle birlikte demokrasinin de eriyeceği­ ni yazıyor. Sözü Lenin’e bırakalım : “Bu ‘erim e’ ya da daha sivri ve renkli b ir deyim le, bu ‘uyku­ ya dalış’, E n gels’de, gayet açık ve kesin olarak ‘d evletin üre­ tim araçlanna toplum ad ına ‘el koym ası’ ile birlik te başlar, ya­ ni sosyalist devrim le b irlik te. Hepim iz biliyoruz ki, bu dönem ­ de devletin p olitik b içim i tam bir dem okrasi olacaktır. Ama, M arksizm i hayasızca yozlaştıran oportünistlerden hiçbiri E n ­ gels’de söz konusu olan 'erim e’nin, dem okrasinin ‘uykuya dalış’ı ve ‘eriyiş’i olduğunu akim a getirm iyor. İlk bakışta bu garip görünüyor. Ama bu sadece, dem okrasinin de devlet olduğunu d üşünm em iş olanlara ters gelebilir. Devlet yok o lu n ca, elbet dem okrasi de yok o lacak tır.”27

D em okrasiyi sadece b ir devlet biçim i olarak görürsek, Le­ nin’in mantığı kusursuzdur. Ne var ki, demokrasi bir devlet bi­ çim i olmadan önce bir yaşam felsefesi olarak ve Avrupa’da dev­ letten kaynaklanm ayan hatta komün hareketlerinde görüldü­ ğü gibi kazandığı özgürlükleri devlete karşı koruyan kim i top26 A.g.e., c. 36, s. 609. 27 Lenin, L"Etal ct la Revolution, Ed. Soc., 1947, s. 21-22.

152

luluklann yaşam düzeni olarak ortaya çıkm ıştır. Hatla denile­ bilir ki, devlete demokrasiyi sivil toplum dayatmıştır. Burjuva devrimlerinden sonra devlet aygıtının bir işleyiş biçim i olarak resmiyet kazanan dem okrasinin kökleri yine sivil toplumdadır. Sivil toplum deneylerinden geçm em iş bir ülkenin evladı olan Lenin’in demokrasiyi sadece bir devlet biçim i ve burjuva aldat­ macası olarak görm esi, hele profesyonel devrim cinin elini aya­ ğını bağlayacağı kaygısı içinde oluşunu fazla yadırgamamak ge­ rekir. Ama Lenin’in proletarya diktatörlüğünü, yalnız burjuva kalıntılarını ezen bir şiddet rejim i biçim inde uygulamakla kal­ mayıp dem okrasiyi, yukarıdaki satırlardan anlaşılm ış olacağı gibi, em ekçilere de çok gördüğü unutulm am alıdır. Evet, Dev­ let ve D evrim 'de Lenin, kom ünizm e geçiş dönem inde proletar­ ya diktatörlüğünün ilk kez halk için, çoğunluk için bir dem ok­ rasi kuracağını, aynı zamanda söm ürücü azınlığı da ezeceğini yazıyor.28 Ne var ki, bunları yazan Lenin uygulamada em ekçi­ lerin, değil devlet yönetim inde, sendikalarda bile söz ve karar sahibi olm asına asla izin vermemiştir. Lenin’in devrimden son­ ra ço k az yaşadığı ileri sürülebilir. O labilir. Ama getirdiği ör­ gütlenme biçim i ile demokrasiye, sosyalizme asla geçilem eye­ ceği, nitekim bugün de geçilemediği bir gerçektir. Stalin, “Sos­ yalizm kuruldukça sınıf çatışması hızlanır,” diyerek, devletin, geçiş dönem inde erimeye, yok olmaya başlayacağı hakkındaki teoriye, açıkça söylemeden karşı çıkıyor, içerde ve dışarıda düşman güçlerin, açık ya da gizli saldırısı karşısında bulunan Sovyet devletinin güçlenm esi gerektiği görüşünü savunuyordu. Stalin dönem inde devlet bir terör aygıtı haline gelmiştir. Bu devlet terörünü haklı gösterm ek için Stalin, Leninizm in tikele­ ri adlı kitapçığı ile yeni bir inanç sistem i yaratmaya çalışm ış­ tır. B ilim adına yürütülen öncülük bilim adam larının eline bı­ rakılam azdı. P artin in başı aynı zamanda bilim sel kehanetle­ rin de başpapazı olmalıydı. M arksizm-Leninizm adı verilen ve Marx’tan ama daha çok Lenin’den aktarılan, çoğu kez yazının bütününden koparılm ış tümcelerden oluşan bir felsefe sistemi, “bilim ler bilim i” olarak tanıtılm ak istenm iştir. Bilim dili ve bi­ 28 A.g.c., s. 82.

153

limsel yöntemler kullanıldığı kanısı yaratan bu yeni öğreti, tüm komünist partilerin kutsal kitabı olmuştur. Böylece tam anlamıyla totaliter bir sistem doğmuştur. M os­ kova’daki oligarşi, egemenliğini ülkesinin sınırları dışına da ta­ şımış, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Japon Denizi'nden Av­ rupa'da Doğu Almanya’ya kadar uzanan bir im p aratorlu k vücu­ da getirmiştir. M oskova’nın denetim inden kurtulm aya, kendi ülkelerinin koşullarına uygun ve halk isteklerini göz önünde tutan bir sosyalizm uygulamaya kalkışanlar iş başından uzakTaştınlmıştır; Sovyet Silahlı Kuvvetleri bu ülkeleri işgal etmiş, hajka ateş açıldığı görülm üştür. Poznan, Polonya, M acaristan, ^.t^kostovakya, Afganistan... T ek kurtulan ülke Yugoslavya’dır. bunun gibi dünya işçi hareketi de M oskova’nın hegemonyası altına alınmak için 111. Enternasyonal Kom inform adlı uluslara­ rası örgütler yaratılm ıştır. Bunların görevi dünya kom ünist ha­ reketini tek elden yönetm ektir. III. Enternasyonal, ulusal hare­ ketleri tek otorite altında toplayan dünya çapında bir partiydi. Kararlar M oskova’da, Enternasyonal’in tcra K om itesi’nde alı­ nırdı. Bunlar Sovyet politikası doğrultusunda idi. Dünya sendi­ kal hareketi de Dünya Sendikalar Federasyonu adındaki örgüte bağlanmak istenm iştir. Tüm bu girişimlerle birbirine bağlı ko­ caman bir m erkezci örgüt oluşmuştur. Devletin erim esi bir süreç işi; uzun sürecek bir iş. Ama dev­ rimle birlikte ilk sonuçlandırılacak sorun em ekçilerin d em o k ra ­ siyi feth etm elerin e engel olan m erkezci örgütlenm e biçim inin derhal yok edilmesidir. Sosyalist devrim, yani üretim araçları­ nın özel mülkiyet konusu olmaktan çıkarılm ası burjuva devle­ tinin yaşamına son verecektir. Bu, kuşkusuz burjuvazinin ege­ menliğine son vermek demektir. Ama butjuvazi bu egem enli­ ği devlet aygıtıyla sürdürm ektedir. Devlet ise burjuvazinin, ya­ ni bir azınlığın kocaman çoğunluğu, yani em ekçi yığınlarını sö­ mürmesi ve baskı altında tutmasını sağlayan b ir makinedir; bu iş için yaratılm ış bir aygıttır. Kapitalist üretim tarzının yarattığı ve sömürü düzenini sürdüren bir aygıttır. Ö rgütlenm e m odel­ leri yansız şeyler değildir; üretim tarzının ürünüdür. Bundan dolayı sosyalist devrimin ilk işi m erkezci örgüt biçim ini yok et­ 154

mek olm alıdır. Burjuva devletinin yok edilm esi bu demektir. Ekim Devrimi bu sonucu vermedi. Lenin, “Devletin m erkezci iktidarı burjuva toplum una özgüdür,”29 dediği halde, merkez­ ci örgüt modeli kullanıldığı takdirde aynı tablonun ortaya çıka­ cağını görm em iştir. M erkezci örgüt sınıflı loplum ların örgütle­ me biçim idir. Bu m odeli kullanırsanız, bir azınlığın çoğunluk üzerinde egem enliğine yol açarsınız. Ne var ki, 1903’te profes­ yonel devrim cilerle devrim yapma tutkusu Lenin’i bu burjuva modelini benim sem eye itelemiştir. 14 yıl öncü teorisine inan­ mış, m erkezci partinin başında iyi ve kötü günler yaşamış, dev­ rimi bu m erkezci parti sayesinde başarm ış olduklarına inan­ mış liderlerin bvj m odeli devrim müzesine kaldırmaları olanak­ sızdı. Bunca yıldır her biri m erkezcilikle içli dışlı olm uşlar, öz­ deşleşmişlerdi. Ü stelik sanıyorum örgüt modeli ile üretim tar­ zı arasındaki neden-sonuç ilişkilerinin sonuç-neden ilişkileri­ ne dönüşebileceğini de düşünmemişlerdir. Şunu söylem ek is­ tiyorum: M erkezci örgütlenm e biçim i, serm ayenin yoğunlaşıp m erkezleşmesi hareketine paralel olarak burjuvaziye hizmet et­ miş, burjuvazinin egem enliğini sağlamış bir aygıttır. Bürokra­ si üreten bir m akinedir. O bürokrasi ki, onu üreten bu m aki­ ne ile bütünleşm iş ve burjuvaziye körü körüne hizm et etm iş­ tir. Şimdi bu örgüt m odeli, sosyalist devrim yapmaya hazırla­ nan bir parti tarafından benim senir ve devrimden sonra, üre­ tim araçlarını d evletleştiren bu parti, ele geçirdiği devleti de buyruğu altında m erkezci bir aygıt olarak örgütlerse - k i örgüt­ le r- parti yöneticileri ekonom i ve politikadan başlayarak sanat ve bilim dahil, tüm toplum yaşamına egemen bir oligarşi oluş­ tururlar, Lenin’in itiraf ettiği gibi... Ve sömürüye dayalı üretim tarzlarının, özellikle kapitalist üretim tarzının ürünü olan mer­ kezci örgütlenm e biçim i sosyalist bir toplum kurm a girişim in­ de kullanılacak olursa, partiyi ve devleti yönetenlerin kullanı­ mına girmiş olacağından, bir azınlık, em ekçi yığınlarının oluş­ turduğu koca çoğunluğa hükmeder. M erkezci örgütün yönet­ tiği yeni bürokrasi, egem en sın ıf durumuna gelir ve ne sömürü ne de baskı kalkar. Böylece sosyalizm dogmadan yozlaşır. Bur29 A.g.e.. s. 31.

155

juva toplumunda kapitalist üretim tarzına bağlı, onun bir so­ nucu olan merkezci örgüt modeli bu kez neden rolü oynar ve sosyalizmin, kurulmadan bürokratik bir yozlaşma içine girm e­ si sonucunu doğurur. Ö rgütlenm e modelleri yansız aygıtlar de­ ğildir. Merkezci örgütler nerede olsa bürokrasi üretir. Len in ’in m erkezciliğe ne gibi koşullarda geldiğini bilm ek gerekir. Sosyalist harekete m erkezciliği ilk Lenin sokm uştur. Blanqui, Lenin’den yıllar önce m erkezci-kospinalip bir örgüt­ lenme biçim ini savunmuş; Rusya’da Pierre-Tkachev (1 8 7 5 ) Le­ nin'den önce ama onunkinden hem en hemen farksız görüşler ileri sürmüştü. Tkachev’e göre, bir avuç kararlı devrimci asker! bir örgüt kurmalı ve bu m erkezci, disiplinli örgüt darbe ile dev­ leti ele geçirmeliydi. 18 7 0 ’lere gelindiğinde Rusya’da devrim peşinde bir sürü ay­ dın grubu vardı: T op ra k ve Ö zgürlük, H alkın isten ci bunların en ünlüleri idi. Lenin’in ağabeyi Aleksandr llyiç de bu sonun­ cusuna üye idi. Çar Aleksandr’a yapılan suikast sonunda idam edilmişti. Benzeri örgütler yurtdışına kaçm ış devrimciler tara­ fından kuruluyordu. 188 3 ’le Zasulich, Plehanov, Axelrod, Leo D eutsch C enevre’de Em eğin K u rtulu şu ’nu kurdular. Yüzyılın başında bu gruplar çoğalm ıştı. Her üniversitede denilebilir, öğ­ renciler işçilerle ilişki kuruyor; gizli kulüpler oluşturuyorlardı. Lenin, Marov Petersburg’da; T ro çki, Riazanov, Nikolaiev Odessa’da bu gibi gruplar içinde çalışıyorlardı. Aynı günlerde Staliıı de Tiflis’te çalışıyordu devrim yolunda. Lenin sürgünden döndükten sonra Avrupa’ya kaçmış, Avru­ pa’nın çeşitli ülkelerine dağılmış Rus inteligensiasına katılmıştı. M ünih’te Plehanov, Axelrod, Zassovlitch’le birlikle Iskra’yı çı­ karmaya başladı. Rus Sosyal D em okrat Partisi’nin 2. Kongresi 1 9 0 3 ’te toplanacaktı. 1902’de Ne Y apm alı?’yı yayımladı Lenin. Bu kitapta Rus Sosyal D em okratlan’na düşen görevler anlatılı­ yor ve en başta devrimi başarabilecek m erkezci, askerî disip­ linli gizli bir örgütün meydana getirilm esi, yani Rus Sosyal De­ m okrat Partisi’nin sırf profesyonel devrimcilerden oluşan böyle bir partiye dönüşmesi öneriliyordu. N e Yapmalı?, Rus devrim ­ cileri arasında sıkı ve heyecanlı tartışmalara yol açtı. Çalışma156

lanna Brüksel’de başlayan Kongre, Londra’ya taşınm ak zorun­ da kaldı. Tartışm aların ağırlık m erkezi Lenin’in savunduğu gö­ rüşler oldu. Profesyonel devrimcilerden oluşan m erkezci, diki­ ne hiyerarşili, askerî disiplinli parti modeli hararetli hatta par­ tizan tartışm alara yol açıyor, delegelerin çoğunluğu kâh filan konuşm acıya kâh falan konuşm acıya meyil ediyordu. A slın­ da m erkezciliğe karşı olan yoktu. Martov, Axelrod, Troçki de merkezciliği savunuyorlardı. Ancak bunlar, Lenin’i bu konuda çok hırslı buluyor, onun bu kararlı tutum unun arkasında kişi­ sel bir iktidar hırsı sezinliyorlardı. Lenin’i Jak o b en lik , bü rok­ ratlıkla suçluyorlardı. Rosa Luxemburg’da bunlara katılıyor, o da L en in ’in savunduğu m erkezciliğin henüz genç bir hareket olan Rus işçi hareketinin, aydınların kaprislerine boyun eğme­ sine ve bürokratik m erkezciliğin dem ir cenderesi içinde boğul­ masına neden olacağını ileri sürüyordu. Kongrede Lenin ve ondan yana olanlar, ik i üç oy farkla gö­ rüşlerine zafer sağladılar am a Sosyal D em okrat Parti de ikiye bölündü: B olşev ikler, M enşevikler... Evet herkes m erkezcilikten yanaydı; Martov, Axelrod, T ro ç­ ki ve yandaşlan da. Sadece “Lenin m erkezciliğinin” b ü rokratik olduğu görüşünde idiler. Ama kimse bü rokrasiyi m erkezciliğin, m erkezciliği de bürokrasinin yarattığım düşünmüyordu. Daha doğrusu kimse örgütlenm e konusunun teorik bir so n ın olduğu­ nu ve ona öyle yaklaşmak gerektiğini görmüyordu.

Yanılmaz doktrin ve bilim Lenin’in yazdıkları, söyledikleri, ciltler halinde yayımlandı. Ar­ tık her so n ın için bunlara başvuruluyor, her konuşm acı söz­ lerinin doğruluğunu Lenin’den alıntılar yaparak kanıtlıyordu. Lenin, em peryalizm dönem inin teorisyeni olarak ilan edildi ve teorisine - k i bu teori SLalin tarafından açık lan acaktır- Leni­ nizm adı verildi. Daha sonra bu bilim ler bilim inin adına, M ar k sizm -Leninizm dendi. Sonradan buna Stalin’in adı da eklenerek Marksizm -L en in izm -S talin izm oldu. M arx’m , E ngels’in, Lenin’in, Stalin’in y a n ılm a z doktrini de deniliyordu. Böylece M arx’tn, ye­ 157

ni irdelem eler için bir ipucu olarak nitelendiği bilim sel teori­ si, y an ılm az bir doktrin e dönüşmüş oldu. İşin ilginç yanı bu ya­ nılmaz doktrinin aynı zamanda bir dogma olm adığının, som ut durum tahlilleri yapılması gerektiğinin de söylenmesiydi. Ama gerçekte bu doktrinin bir virgülünü bile değiştirmeye hiçbir bi­ lim adamı yetkili değildi. Bu da Stalin’in tekelinde bulundurdu­ ğu yetkiler arasındaydı. Doktrin açısından neyin doğru olduğu­ nu, neyin doğru olmadığını ancak o söyleyebilirdi. Tek-partinin, yani Bolşevik Partisi’nin, her konuda yol göste­ rici olduğu ve yanılmazlığı kabul edilince, Stalin’i ve Stalinizmi yaratan m erkezci, dikeyine hiyerarşik ve tepeden inm e disip­ linli bu partide politika gibi, ekonom i gibi bilim in, ideoloji ve sanatın da diktatörün tekeline geçm em esi olanaksızdı. Stalinizmin, sosyalizm dünyasına egemen olduğu yıllarda, MarksizmLeninizme neyin uygun, neyin uygun olmadığını hep M osko­ va, yani Stalin söylerdi. Stalin’e önce Tito başkaldırdı, bilindi­ ği gibi. Bu bir politik başkaldırı idi. Ama M arksizm -Leninizme göre bilimsiz politika yapılamayacağı için bu başkaldırı ay­ nı zamanda Stalin’in yorum larına karşı da bir başkaldırı biçi­ m ini alm ıştır. Tito ve arkadaşları, M arx’i ve Lenin’i kendileri­ ne göre yorumladılar. Ve tabii hem en afaroz edilerek. Ameri­ kan emperyalizminin ajanı olmakla suçlandılar. Stalin ölünce. M alenkov’dan sonra genel sekreter olan Kruşçev, Stalin’i suçla­ dı. Sosyalist yasaları çiğnediği, namuslu birtakım kom ünistle­ rin yok edilmesine göz yumduğunu, hatta bu cinayetlere doğ­ rudan doğruya karıştığını açıkladı. Böylece partinin y a n ılm a z ­ lığı ilkesine, m erkezcilik ilkesine de gölge düşm üş oluyordu. Ama her halde Stalin zamanında Marx, Engels, Lenin ve Slalin'in y an ılm az doktrini adı verilen bilim sel ve politik çizginin yanıl­ dığı ortaya çıkıyordu. Zaten bilim de bir teorinin bir süre sonra nerelerde yanılm ış olduğunun mutlaka ortaya çıkacağına ina­ nır. Yani bilim , yanılmayı önceden kabul eder. Bulguladığı ger­ çeğin göreli bir gerçek olduğunu bilir. Bilimde yanılmaz dok­ trin yoktur. Demek ki, M arksizm -Leninizm e yanılm azlık sıfauntn yakıştınlm ası Stalinizm ’in bilim le bir ilişkisi olmadığının itirafı idi aslında. Ama o tarihlerde M arksistler bu basit gerçe158

gi göremediler. G özlerinde, Sovyet Devrimi bir perde oluştur­ maktaydı. Stalin’in ölüm ünden sonra Sovyet im paratorluğu sarsıntılar geçirmeye başladı; yerel koşullar ağır basmaya başladı. M aca­ ristan ayaklanması, Polonya gerginliği, Çin’le anlaşm azlık, Ar­ navutluk’tın Sovyet sistem inden kopması, Romanya’nın Çin’le Sovyetler arasında yansız bir politika izlemesi ve sonunda Çe­ koslovakya olay ı... İtalyan Kom ünist Partisi’n in, daha sonra Fransız Kom ünist Parıisi’nin Sovyetler’den bağımsız bir yol iz­ leme kararları... İlişkilerde yerellige doğru gelişm e, sosyalizm ­ de de yerelliğin ağır basmasına yol açtı. Dolayısıyla MarksizmLeninizm i yorum layan lid erlerin sayısını arttırd ı: M ao k en ­ di yorum unu getirdi. M ao’nun ölüm ünden sonra post kavga­ sı başladı. Ve tabii bu kavga ideolojik bir kılıfa büründürüldü. Koltuğa oturanlar yenik düşenleri gene hain olarak ilan ettiler. Mao’nun dul eşi ve arkadaşlan Mao’nun görüşlerini saptırm ak­ la suçlandılar. Derken Ç in’in yeni liderlerinin Ûç Dünya T eori­ sin e, Çin’in sadık m üttefiki Enver Hoca karşı çıktı; yeni lider­ leri revizyonist olm akla suçladı. Bu karşılıklı suçlam alar, cephe alışlar hep sosyalist teorinin saflığını korum ak iddiasıyla yapılıyordu. H erkes M arksizm Leninizm e sarılıyor, onu kendisinin sadakatle savunduğunu, karşısındakinin M arksizm -Leninizm e ihanet ettiğini ileri sü­ rüyordu. G erçek şudur ki, Sovyetler de, Çin de, Yugoslavlar da, Arna­ vutluk ve öteki sosyalist devletler de kendi uluslarının çıkarla­ rını savunmak zorundadırlar. Sosyalizm bir dünya sistem i ola­ rak henüz sorunlarını çözm üş olmadığı için, sürtüşm eler, çe­ kişmeler, hatta ne yazık ki düşmanlıklar olm asını doğal karşı­ lamak gerekiyor. Proletarya enternasyonalizm i, Sovyetler Birliği’nin elinde ideolojik bir silahken, az çok geçerliliği olan, da­ yatma anlam ında ve Sovyeller’e hizm et anlam ında geçerliliği olan bir kavramdı. Bugün bu kavrama daha gerçekçi bir göz­ le bakabiliyoruz. Proletarya enternasyonalizm i, tüm sosyalist devletlerin ve tüm işçi partilerinin belirli konularda serbestçe anlaşmaları halinde ancak geçerlilik kazanabilir. Sosyalizm adı­ 159

na hiçbir devlet, h içbir parti başkalarına buyurm ak, herhangi bir konuyu dayatmak hakkına sahip değildir. Bizce örgütlenme biçim i; işçileri, köylüleri, iktidardan uzak tutan merkezî, dikeyine hiyerarşik, tepeden inme disiplinli, Le­ ninist parti m odeli sosyalist dünyanın bugün düşman kamplara ayrılmış olm asın da büyük sorum luluk payı taşıyor. Sosyaliz­ me geçen her ülkede halktan kopuk bir bürokrasinin dogması­ na ve ülkeyi bir diktatörün yönetm esine yol açan bu örgütlen­ me m odeli an laşm azlık tohum larını beraberinde taşıyor. Burju­ va m odeli örgütlenm eler, burjuva toplum larına özgü, yani ç ı­ kara dayalı sürtüşm elerin, anlaşm azlıkların çıkm asının başlı­ ca nedenlerinden biri oluyor. H er sosyalist toplum da, bu ör­ gütlenme biçim i yüzünden, buyuran-bııyurulan ilişkileri sürüp gittiğinden, sosyalist toplum lar arasındaki ilişkiler de bir türlü kardeşçe dayanışma biçim ini alam ıyor, hegemonya kurma mü­ cadeleleri kaçınılmaz hale geliyor. Nereden bakılırsa bakılsın, L eninist örgütlenm e m odelinin artık tarihin yaprakları arasına göm ülm esi zam anının çoktan geldiği anlaşılmaktadır. Yüzyılım ızın başlarından beri dünya iş­ çi hareketinin kendi içinde karşılaştığı belli başlı engellerin son çözümde bu ters örgütlenm e biçim i ile ilgili olduğu görülm ek­ tedir. Sosyalist devrim işçilerin, köylülerin, em ekçilerin işidir. Devrim bir dip dalgası halinde gelecek, burjuva toplum unu her şeyi ile aşacaktır. Bu dip dalgası koşullara göre aniden bastırabileceği gibi, az ço k zaman alacak bir aşındırma biçim inde de olabilir. Ama hangi yolu izlerse izlesin işçiler, köylüler ha­ reketin başında olmadan sosyalist devrim olmaz. İşçileri, köy­ lüleri araç olarak kullanan bürokratlar, tepeden inme kararlar­ la üretim ve değiş-ıokuş araçlarını kam ulaştırabilirler ama halk yığınları başı çekm eden, sosyalizm in insancıl değerlerini as­ la gerçekleştiremezler, yani gerçekte devrim başarılmış olmaz. M arx’a dönülm elidir. M arx’in bilim sel öğretisine dönülm e­ lidir. Marx’tn koca yapılı en küçük ayrıntılarına kadar içerden irdelenmeli ve M arx:ın bilim sel yöntem i ile günümüzün sorun­ larına, Marksizmin insancıl am açlarını gözden kaçırmadan çö ­ zümler aranmalıdır. Sosyalizm ciddi bir bunalım geçiriyor. Bu­ 160

nalım, sosyalizmin m oıal değerleri bir yana itilerek sosyalizmi gerçekleştirm eye kalkışılm ış olmasından doğm uştur. Ûst-yapılar, b ir çeşit gölge-olgu gözüyle görülm üştür. Daha kötüsü, sosyalizmi kurmaya çalışan ülkelerde, üst-yapılar biçim olarak alt-yapı ile uyumlu hale getirilmiş; pratikte ise sosyalist hukuk, sosyalisL politika kağıt üstünde kalmıştır. Alt-yapı, üst-yapı iliş­ kileri teori ve pratikte ivedi olarak ele alınm alı, M arksist devlet teorisi yaratılm alıdır. Devlet, egem en sınıfların b ask ı a ra cıd ır gi­ bi aslında doğru ama yetersiz yargılarla yetinilemez. Kamu gü­ cünün kaynağı, uygulamadaki biçim leri, kendi içinde ve dışın­ da diyalektik bir tüm olarak sınırlanm ası gibi teorik sorunla­ ra Marksizm açısından çözüm ler getirilm elidir. M arksist dev­ let, burjuva devlet m odelinin bir kopyası elbet değildir, olamaz. Böylece örgüt sorununa gelinmiş olacaktır. Engels, bilindiği gibi, g eçiş dön em i p ro letary a devletinin ku­ rulması ve kam ulaştırm aların gerçekleştirilm esi ile birlikte eri­ meye, yok olm aya başlayacağını söyler. Stalin bunun ancak sosyalizm tüm dünyada ya da dünyanın önem li bir bölüm ünde uygulanmaya başlandıktan sonra gerçekleşebileceğini ileri sür­ müştür.30 Kurulduğu andan itibaren erimeye, yok olmaya baş­ layan bir devlet! Bu devlet proletarya diktatörlüğünün aracıdır. Yok olm aya başlayan odur. Bu devlet nasıl bir örgütlenm e bi­ çimi gösterecektir? Proletaryanın aracı olan bir devlet m akine­ si m erkezci, dikeyine hiyerarşik, tepeden inm e disiplinli olabi­ lir mi? Bu devlet kalım lı yöneticilerden oluşan organlara sahip olabilir m i? M erkezcilik, kalım lı yöneticilik, dikeyine hiyerar­ şi ve tepeden inm e disiplin devletin erim esini önlem ez, devle­ ti kalım lı hale getirm ez mi? Böyle bir devlet bir bürokrasi ya­ ratmaz ve bu bü rokrasinin egem en sın ıf durum una gelm esi­ ne yol açm az mı? G ücünü yitirmeyen, tersine güçlenen bu ka­ lımlı devlet, em ekçi yığınlarından kopuk bürokrasisi ile prole­ taryaya karşı, em ekçilere karşı bir devlet haline gelmez mi? Bu devletin parti ile, her konuda son sözü söyleyen ve yol gösteri­ ci olan b ir parti ile ilişkileri ne olabilir? Üstünlük partide olun­ ca devlet, devlet olm aktan çıkm az mı? Sovyetler Birligi’ndeki ^0 Stalin. Les Questions du Lininisme, c. 2, Ed. Soc.. 1947, s. 301.

161

60 yılı aşkın uygulamalar, bu konularda ciddi bunalım lar ol­ duğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca bir de sosyalist demokra­ si sorunu var. Bu da hem devlet hem parti sorunu ile sıkı sıkı­ ya bağlı bir sorun. Aslında bunların her üçü de bir örgütlenme sorunu; sosyalist örgütlenm e modeline bağlı olarak çözülecek sorunlardır. Proletarya devrim i ile doğacak yeni toplum yeni ilişkileri, yeni üst-yapıları, yeni bir kültürü de beraberinde getirecektir. Proletaryanın başını çektiği o koskocam an em ekçi yığınlar ço­ ğunluğu, bir dip dalgası halinde, yaratıcılığını yitirm iş eski top­ lumu kaplayacak, suya gömülen eski toplum un yerini yeni top­ lum alacaktır. Ama yeni toplum eskinin içinden çıktığı için onu özümleyip aşan bir hareketin ürünü o lacaktır. D evrim , ken­ di aşamalı hukuksal, siyasal üsl-yapılarım, kendi aşamalı kül­ türünü getirecektir. Bu aşamalı dönüşüm, çağımızda, yani işçi sınıfı ortaya çıktığından beri, istençlerim izin büsbütün dışın­ da olmuyor. Üretici güçlerle, üretim ilişkileri arasındaki çeliş­ kinin aşılmasında işçi sınıfının bilinçli m üdahalesinin tarihsel süreci hızlandırabilecegi biliniyor. Peki işçi sınıfı, tarihin akışı­ nı nasıl, hangi araçla etkileyecektir? Hiç kuşkusuz örgütü, ör­ gütlü eylemi ila Marx bu örgütü, işçi sınıfını tümüyle, tümüy­ le olmasa bile en büyük çoğunluğu ile kapsayan bir örgüt ola­ rak düşünmüştür.

162

TÜRKİYE SOSYALİZMİ

Sosyalizm, insan topluluklarının geçirdiği tarihsel evreler için ­ de, kapitalizmden sonra gelen evrenin adıdır. Bu anlamda sos­ yalizm bir tanedir. Ama h er toplumun gelişme düzeyi aynı ol­ madığı ve sosyalizm e farklı zamanlarda ve farklı yollardan geç­ tikleri için uygulamada sosyalizm farklı biçim ler alm ıştır. Gü­ nümüzün sosyalist ülkeleri, M arksizm -Leninizm i benim sedik­ leri, yani teorik temelleri aynı olduğu halde, gene de farklılık­ lar gösterm ektedirler. Bizim sosyalizm im iz, yukarıda açıklanan nedenlerden dola­ yı Leninist parti m odelini reddettiği için, uygulamada daha da farklı bir yol izleyecek; dolayısıyla kurulacak düzen günüm ü­ zün sosyalist rejim lerinin bir kopyası olm ayacaktır. Aynı bilim ­ sel teoriden hareket ettiğim iz, yani M arksizmden yola çıktığı­ mız için nihai amacımız ve bu amaca ulaşmak için genel çizgi­ de alacağımız önlem ler aynı olacaktır. Ö rneğin söm ürüye son vermek tüm sosyalistlerin ortak amacıdır. Ama bu amaca ulaş­ mak için biz halkın sosyalizm i benim sem esi gerektiğine ve sos­ yalizmin tepeden inm e buyruklarla kurulam ayacağına, kestir­ me yol olmadığına inanıyoruz. Leninistler ise b ir avuç devrim­ cinin iktid arı ele g eçirip sosyalizm i k u racakların a inanırlar. Oysa Ekim Devrimi’nden yetm iş yıl sonra sosyalist demokrasi 163

bakımından sonuç hiç de parlak değil: Em ekçilerin yönetimde bir ağırlıkları yok; parti yöneticileri ve bürokrasisi söz ve karar sahibi. Sosyalist ülkeler diktatörlükle yönetiliyor ama bu pro­ letaryanın diktatörlüğü değil, parti yöneticilerinin diktatörlü­ ğü. Sosyalizm bir yaşam düzeni olduğundan insan, yaşayan in­ san, bir an olsun gözden uzak kalmamalıdır. D üzenlem eler bu perspektifle ve ülkenin insanları ile birlikte yapılmalıdır. Amaç insanın olanaklı olan en geniş özgürlüğe kavuşmasıdır. Sosya­ lizm bir hütnanizmadır. T ek n ik düzenlem eler bu am aca ulaş­ mak için kullanılan araçlar... Gorbaçov m erkezciliğe, gizliliğe savaş açarken dileriz bu yaklaşım içinde olsun. Bizim sosyalizmimiz insan içindir, insanlar içindir. Ve bizim sosyalizm im izi, bizim insanlarım ız kuracaklar; gerekecek fe­ dakârlıkları ortaklaşa paylaşarak. Bunun için toplum daki ku­ rum laşm anın bu am aca h izm et edecek biçim de olm ası gere­ kir. Buna k im senin itirazı y ok tu r sanırım . Sosyalist toplum ­ da örgütlenm e biçim i elbet kendine özgü olacaktır. Yani sos­ yalist üretici güçlerin uyum halinde bulunduğu üretim ilişkile­ ri ile eklemli olarak, em ekçilerin söz ve karar sahibi olmalarına elverişli bir örgütlenm e m odeli yaratacağı kuşkusuzdur. Eğer bu eğilim engellenm ezse tabii. 1 9 1 7 ’de en gellenm iştir örne­ ğin. Tüm dem okratik gelişm eler noktalanır, basın hizaya geti­ rilir ve özgürlükler yok edilirken devlet, resm î, gayriresmî tüm kurumlar partinin yüksek denetim inde, koca sosyal piramidin basam aklan olarak örgütlenm işlerdir. Bu tepeden inm e talihsiz biçim lem enin sosyalizmle bağdaşmayan ürünleri ile karşı karşıyayız bugün. Bu her şeyi merkezden yönetm ek tutkusu, avu­ cum uzun içinde olm azsa, bize karşı çıkarlar korkusu nerden kaynaklanıyor acaba? Acaba Lenin ve arkadaşlarının yıllarca, illegalite koşularında her şeye kuşkuyla bakmayı adet edinmiş olm alanndan mı? Kim bilir, belki... Biz T ü rkiye sosyalistleri tarihten ço k şeyler öğrenebiliriz; eğer tarihe bilim adamının yansız: gözleri ile b a k a b ilirsek . Yetmiş yıllık sosyalizm denem eleri sosyalizmin nasıl kurulamayacağı­ nı sergiliyor. Nasıl kurulacağını ise biz bulacağız. Nasıl bir yol izleyeceğimizi, ana hatlan ile açıklamaya çalışacağım. 164

Gerçekçilik Politikacıyız. Politika yapıyoruz. İktidarda sosyalistler politika yapacaklardır elbet. Politikamız gerçeğe dayanacaktır. Gerçeği görmeden ya da görüp de yok varsayarak politika yapılmaz. Po­ litika gerçeği yorumlama sanatıdır. Tabii gerçeği yorum larken de gerçeklere dayanılacaktır. Ulusun ya da işçi sınıfının politi­ kası ancak gerçekçilikle savunulabilir. G erçekçi olmayan poli­ tikaya iki örnek vereceğim Türkiyem iz’den. Kürt Sorunu: Kimi güney ve güneydoğu illerim izde yaşayan yurttaşlarım ızın önem li bir bölüm ü Kürt. A nadilleri K ürtçe. Tıpkı kim i yurttaşlanm ızın anadilinin Arapça, kim inin Rumca, kiminin Erm enice, kim inin tbranice, kim inin G ürcüce, kiminin de Ç eıkezce, Lazca veya Abazaca olduğu gibi... Kasım 1956 ta­ rihli A ylık istatistik Bülteni 118. sayfasında yurttaşlarımızın ana­ dillerine göre dökümü yapılmış. Anadili Kürtçe olan yurltaşlanmız, anadili T ü rkçe olanlardan hem en sonra ikinci sırayı iş­ gal ediyor. Yani otuz yıl önce olaya daha gerçekçi ve uygar bir açıdan bakılıyormuş. Ne var ki, o günlerde de Kürtler, Ermeniler gibi, Rumlar gibi, Yahudiler gibi azınlık haklarından yararlanamıyorlardı: Örneğin ne kendi okulları vardı ne de gazeteleri. Ama hiç değilse anadillerinin Kürtçe olduğu resmen tanınıyor­ du. Sonra hüküm etlerin konuya yaklaşımı değişti; asinıiîusyon yanlıları herhalde ağır bastı. Kürtler resmî literatürde Doğulu yurttaşlarım ız; resmî literatür dışında ise Kürt M emet nöbete. Do­ ğunun yoksulluğu, ihmali de sürüp gitti... Nihayet geldik bölü ­ cü eşk ıy a hikâyesine. Eşkıya diye, kırsal kesimlerde adam soyan, köy basan silahlı soygunculara denir. Türk Dil K urum u’nun sözlüğünde “eşkıya” maddesi, bizim açıkladığımız anlamda ta­ nımlanıyor: 1- Haydutlar, kır uğrulan. 2- Haydut, kır uğrusu. “Haydut” sözcüğü de kır hırsızı, yol kesici diye açıklanıyor. Uğ­ ru, hırsız dem ek... Gelelim bölücüye. Elimdeki sözlükle “bölü­ cü” sözcüğü yok. Ama bölm ek sözcüğü var: 1- Özel b ir maksat gözetilerek bütünü iki veya daha çok parçaya ayırmak. 2- Mat. Bir niceliği iki veya daha çok eşit parçaya ayırm ak... Bölücü t fk ıy a terimi haydutların soygun sonrasında para ve m alları bö­ 165

lüştükleri anlamına gelebilir. Oysa resmî çevreler bölücü eşkı­ ya terimini yurdu bölm eyi amaçlayan kişiler anlam ında kulla­ nıyorlar. Öyle ise onlara eşkıya denmez. Zaten onlar da kendi­ lerini Kürdistan davasının silahlı m ilitanları olarak tanıtıyorlar. Dünya da onları öyle tanıyor. Nitekim L e M onde gazetesi Gü­ neydoğu olaylarıyla ilgili bir başyazısında K ü rdistan ’dcı K atliam başlığını atm ıştır (2 3 .0 6 .1 9 8 7 ). Sorun budur. Kelim e oyunları ile gerçek değiştirilmez. Türkiye’yi yönetenler Türkiye’nin kar­ şısında böylesine ciddi bir sorun olduğu idraki içinde konuyu ele alm ak zorundadırlar. Bunlar alelade eşkıya ise zaten dün­ yayı ilgilendirmez. Bizim iç sorunumuzdur. Oysa köy ve mez­ ra baskınları, masum insanların öldürülmesi, resm î çevrelerce uluslararası platformlara götürülüyor. Bunlara eşkıya demekle sorun çözümlenmez. Kaldı ki onlar, olayları savaş olarak nite­ liyorlar ve “savaşta siviller de öldürülür” diyorlar. Ve baskınla­ rı sürdürüyorlar. Her gün bir köy, bir mezranın basıldığını; şu kadar kişinin öldürüldüğünü, şu kadarının da kaçırıldığını öğ­ reniyoruz. Ve sayın Başbakan, “3 .4 9 6 kişi idiler, 1 .5 2 6 kişi kal­ dılar, yakında kökleri kazm acaktır,” diyor. Böylece koca dev­ letin 1.500 kişi ile baş edemediğini itiraf etm ekle de kalmayıp, bölgedeki 12 ilde Olağanüstü Hal Yasası uygulayacak bir süper vali atıyor. 1.526 kişi için Olağanüstü Hal Yasası ve de bir sü­ per vali... Bekleyelim , göreceğiz. Yılların yanlış politikaları ve ihm alleri ile büyüyen çok ciddi bir sorun var Türkiye’nin kar­ şısında. Bu yarın daha ciddi, daha büyük bir sorun halini ala­ caktır. 191 5 ’te Türklerle Erm enilerin birbirlerini kitlece öldür­ dükleri de kabul edilmez. Oysa Talat Paşa (o tarihlerde İçişle­ ri Bakanı) ve M ithat Şükrü Bey (İttihat ve Terakki Genel Sek­ reteri) olayın nasıl oluştuğunu ayrıntılarıyla anlatmaktadırlar. Tekrar ediyorum: Gerçeği görm ezlikten gelerek politika yapıl­ maz. Çünkü politika çözüm getirm ek demektir. Çözüm getir­ mek için de gerçeği kabul etm ek gerekir. Türkiye sosyalistleri gerçekleri görmeye çalışarak politika yapacaklardır. G erçeği görm ek şarttır. İşim iz zor. G erçekler uzun vadede bizden yana. Düzenin temelindeki çelişkiler Tür­ kiye’yi sosyalizm e sürüklem ektedir. Ama kısa vadede bu sü­ 166

rüklenişi durdurmak, hiç değilse yavaşlatmak için dışa bağım­ lı kapitalistler ve koruyucuları tarafından alınacak önlem ler işi­ mizi zorlaştıracaktır. Kaldı ki, bizim de kusurlarım ız var: Ö rne­ ğin bir çatı altında toplanamıyoruz. G ene de denem ekte yarar var. Belki bir gün toparlanırız. Şimdi geliyorum bizim savundu­ ğumuz sosyalizmin ilkelerine, özelliklerine.

T a m b a ğ ım s ız lık

Biz Türkiye sosyalistleri, Kurtuluş Savaşı Türkiyesi’n in uzantısıyız. Benim yaşım da olan lar o karanlık günleri hatırlarlar. Kurtuluş Savaşımızın kaygılı, acılı günlerini de, zaferin sevin­ cini de unutamazlar. Tam bağımsızlık bizler için bir ilkeden de öte yaşamın bir parçasıdır. Bir genç yazarla bağım sızlık konusunda söyleşiyorduk. Şöy­ le bir m antık yürüıerek, “ABD ile Türkiye bağım sız iki devlet olarak masa başına olurdular ve antlaşmalar imzaladılar. Ame­ rika kimi taahhütlerde bulundu, Türkiye de buna karşılık ki­ mi taahhütlerde bulundu. Kimse karşısındakine bir şey dayat­ madı, zorla kabul ettirm edi. Tutturm uşsunuz bağım sızlık di­ ye. İkili antlaşm alar iki egemen varlığın eseridir. Türkiye, Sovyetler'in tehdidi altındayken Amerika askerî ve ekonom ik yar­ dım vaadinde bulundu ve bu yardımları hem en yaptı. Bunun bağımsızlığımızla bağdaşmayan yanı nerede?” diye sordu. So­ run soyut mantıkla ele alınacak bir konu değildir. Kaldı ki, so ­ yul m antık bile gerçeklerden hareket edilerek yürütülür. T ü r­ kiye, ABD ile terazinin aynı kefesine konamaz. ABD bir süper güçtür; Türkiye azgelişm iş bir ülke. Ama herhangi bir azgeliş­ miş ülke değil. Stratejik, jeo p o litik önem i büyük bir azgelişmiş ülkedir Amerika için. D em ek ki, hiç de eşit durumda değiller. Devletler H ukuku’nda bu gibi antlaşm aların gerçekte eşit du­ tumda olmayan varlıklar arasında imzalandığı kabul edilir. Ta­ rihimizden bir örnek vereyim: Kapitülasyonlar adından da an­ laşıldığı gibi bu tür bağıtlardı. Evet, 194 7 ’den beri Türkiye ile ABD arasında im zalanan ikili antlaşmalar eşil durumda olm a­ yan varlıklar arasında im zalanm ıştır. Bu antlaşm aların T ü rki­ 167

ye’ye yüklediği ödevlerle, ABD’ye yüklenenler arasında, ne ni­ celik ne nitelik bakım ından eşitlik bulunm adığı pek açık bir gerçektir: Bu antlaşmalar gereği Türkiye’de bir dizi ABD askerî üs kurulmuştur. Bu üslerde nükleer silahlar depolanm ıştır. Bu silahları ABD dilediği zaman kullanabilir. Bunun bir de örne­ ği yaşanmıştır. 1960 Mayısı’nda İncirlik Hava Üssü’nden hava­ lanan bir ABD uçağı Sovyet toprakları üzerinde düşürülmüş ve pilotu canlı olarak ele geçirilm işti. Sovyeıler Birliği uçağın T ü r­ kiye’den havalandığını açıklayınca hiçbir şeyden haberi olm a­ yan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü, iddiaları kesinlikle reddetmiş ama ertesi gün Amerikalı pilotun sağ olduğu ve uçağın İncirlik Üssü’nden havalandığını onun söylediği anlaşılınca Fatin Rüştü’ye susmaktan başka çare kalmamıştır. Evet, Türkiye dışa bağımlı bir azgelişmiş ülkedir. Ve T ü rki­ ye bu antlaşmaları feshedene kadar bağımlılığı sürecektir. Siz bakmayın Tü rk hüküm etlerinin arada bir seslerini yükselttik­ lerine... İsm et Paşa da bu yolu denemişti. Simdi de Amerika’nın sadık bir m üttefiki olan sayın Ûzal başkaldıran pozunda. Ama her şey yoluna girecek ve sayın Özal sadık müttefik rolünü oy­ namaya devam edecektir. Türkiye’yi bağımsızlığına ancak sosyalist bir iktidar kavuşturabilir. Hem Amerika’dan, hem Rusya’dan aynı uzaklıkta bir dış politika izlemesini savunan ve id eolojik bağım sızlığın, ulusal bağımsızlık kavramının vazgeçilmez bir öğesi olduğunu vurgu­ layanlar yalnız Türkiye’ye özgü sosyalizmi savunanlardır. Türkiye İşçi Partisi’nin program ında bağım sızlık konusun­ da şöyle deniyordu: “( ...) K u rtuluş Savaşı daha önce verdiğim iz savaşlardan h iç ­ birine benzem ez. Bu savaşın hedefi anayurdu düşm an istilâ­ sından kurtarm aktan ibaret değildi. Asıl hedef, halkım ızın sö ­ m ürgeci ve söm ü rü cü lerin boyunduruğundan ku rtu lm ası, ba­ ğım sız Türkiye’nin kurulm asıydı. ‘İstiklâlim izi em in bulundu­ rabilm ek için heyeti um um iyem izce, heyeti m illiyem izce bi­ zi m ahvetm ek isteyen em peryalizm e karşı ve bizi yu tm ak is­ teyen kapitalizm e karşı heyeti m illiyece savaşmayı uygun gö­

168

ren bir d oktrini izleyen insanlarız' diyordu M ustafa Kemal Pa­ şa, (1 A ralık 1 9 2 1 ) ve biz o yolda savaşm ıştık. (...) K urtuluş Savaşı felsefesinin gerçek m irasçısı olan T ü rkiye İşçi Partisi dış politikad a ve m illi savunm a politikasınd a aşağıdaki esas­ ları savu nu r.”1

Sosyalist Devrim Partisi programı da, A tatürk’ün 1 Aralık 1921 günü Türkiye Büyük M illet M eclisi’ndeki konuşm ası ile başlar ve ulusal savunma ve tam bağımsızlık hakkında şu gö­ rüşler savunulur. M ) U lusal Savunm a: Ulusal savunm am ızda, çağım ızın ulusal kurtuluş savaşı felse­ fesine dayalı y ö n tem ler göz önü nd e b u lu n d u ru lacaktır. Sal­ dırgan üstün güçteki düşm ana karşı, yurdunu savunan halkın savaşı üstünlüğünü ortaya koym uştur. N izam i ordu yanında halk savaşı yöntem leri de geliştirilm elidir. Bizim gibi m odern silahlarını ken d isi yapam ayan devletler için h alk savaşı yön­ tem leri hayati b ir zorunluluk taşım aktadır. B ir yandan da sa­ vaş sanayim izi m odern silahlan yapacak düzeye getirm ek için ciddi çaba harcanacaktır. Bu alandaki girişim ler ekonom ik ve sosyal kalkınm am ızla uyum lu olacak, genel gelişm e ve büyü­ meyi aksatm ayacaktır. N ) E m p ery alist D ev letlerle, Büyük D ev letlerle B ü tü n leşm e, A skeri İttifak Yok: E m p e ry alist d ev le tle rin , bü y ü k d ev le tle rin ö n d e rliğ in d e k i ekonom ik, siyasal, parasal, ticari, kültürel bütünleşm eyi am aç­ layan sözleşm elere; askeri ittifak ve bloklara girilm esine kesin­ likle karşıyız. Bu gibi birleşm elerde her bakım dan güçsüz olan kü çü k devletler zararlı çıkarlar. Büsbütün bağım lı duram a dü­ şerler. Sosyalist Devrim Partisi iktidara gelir gelm ez bu gibi sözleşm e ve antlaşm aları hem en feshedecektir. Avrupa O rtak Pazar sözleşm esi, NATO ittifakı, A m erika ile im zalanm ış iki­ li antlaşm alar, C EN TO ittifakı feshedeceğim iz uluslararası bel­ gelerin başında gelm ektedir. 1

Türkiye lf (i Partisi Programı, İstanbul 1964, s. 157-166.

169

Büyük devletlerle askeri ittifaklar imzalamak bize her zaman pahalıya mal olm uştur. Tarihim izden gereken dersi almalıyız. İttihat ve T erakk i’nin ileri gelenleri, O sm anlı devletini, Birin­ ci Dünya Savaşı’na Alm anların bir oldu bittisi sonunda sok tu ­ lar. Alman em peryalizm inin çıkarları uğrunda dört yıl savaş­ tık; kuşaklar tükettik ve bir im paratorluğu yitirdik. Buna rağ­ men İkinci Dünya Savaşınd an hem en önce İngiltere ve Fransa ile üçlü ittifakı imzaladık. Buna göre kim i koşullar gerçekleşir­ se, bu sefer de onların safında savaşa girecektik. Bereket versin koşullar gerçekleşm edi de em peryalistlerin buyruğunda sava­ şa katılmadık. İkinci Dünya Savaşı’ndan hem en sonra, Sovyeıler’in kim i isteklerinden telaşa kapılan zam anın hüküm eti T ü r­ kiye’yi A m erikan em peryalizm inin kucağına atm ıştır. A m eri­ ka’ya Türkiye’de askeri üs kurm a ve askerî personel bulundur­ ma hakkını tanıyan ve daha başka ödünler veren ikili antlaşm a­ lar im zalandı. Kimi sosyalistler bu durum u o tarihte protesto ettiler, bunun tehlikelerini ortaya koydular. Ve yıllar sonra M il­ let M eclisi’nde T İP adına yapılan ilk konuşm ada, ikili antlaşm a­ larla A m erika’ya tanınan ödünlerin ulusal bağım sızlığım ızla as­ la bağdaşmadığı, üstelik Türkiye’yi bir nükleer hed ef haline ge­ tirdiği açıkland ı. O tarihte büyük tepkilere yol açan bu konuş­ manın, aradan on yıl geçtikten sonra kısm en de olsa yetkili bir ağızdan doğrulandığına tanık oluyoruz: 12 M art M uhıırası’na imza koyan kom utanlardan biri, A m erika’nın yardımı kesm e­ si ve silah sevkiyatm a am bargo koyması üzerine tesislerden en fazla A m erika’nın, daha sonra N ATO ’nun, en az da Türkiye'nin faydalandığını açıklam ış ‘bu tesisler nükleer ve konvansiyonel savaşlar için ilk hedeftir ve Türkiye için tehlike teşkil etm ekte­ dir’ dem iştir (0 9 .0 2 .1 9 7 5 günlü gazeteler). Biz ilke olarak büyük devletlerle askeri ittifak im zalanm a­ masını, ülkem izde üs ve yabancı askeri personele ödün veril­ memesini savunuyoruz. B an ş zam anında bu gibi ittifaklar as­ la yapılm ayacaktır. U lusal bağım sızlığım ızı, ü lke bü tü n lü ğ ü ­ müzü korum ak için girişeceğim iz bir savaşta, koşullar bir bü­ yük devletle ittifak etm em izi zorunlu hale getirebilir. Böyle bir zoru nlulukla karşılaşıld ığında da yukarıdaki ilke ışığında ve

170

ulu sal b ağım sızlığ ım ızı güvenceye alarak, silah lı kuvvetleri­ miz yabancı kom utanlar em rine verilm eden sınırlı bir işbirli­ ğine gid ilebilecektir. O ) Tam Bağım sız Dış Politika: Dış politikada lam bağım sızlık ülke bütünlüğü, eşitlik, içişle­ re karışm am a, karşılıklı çıkar ve saygı esaslarına titizlikle bağlı kalınacaktır. Bu, K urtuluş Savaşımızda izlediğim iz antiem peryalist çizgi doğrultusunda ve o tarihten bu yana geçen olaylar­ dan ders alınarak uygulanacak olan bir politikadır. Dış politi­ kam ız, ulusum uzun meşru haklan ve çıkarları göz önünde tu­ tularak saptanacaktır. Em peryalizm in boyunduruğundan ku r­ tulm aya çalışan m azlum uluslarla, halklarla dayanışm aya ve işbirliğine gereken önem verilecektir. Sosyalist Devrim Partisi ulusal bağım sızlığın kazanılm ası ya da korunm ası için em per­ yalizm e karşı girişilen kurtuluş savaşlannı haklı ve meşru sa­ yar. Bağım sızlığı ve ülkesi çiğnenen ulu slann yanında yer alır; saldırganı protestodan başlayan tüm uluslararası müeyyideler zin cirin i, gü nü n gereklerin e göre h arekete g eçirm ek için ça­ ba harcar. T ü rk iy e ’n in h iç b ir d evletin toprağınd a gözü yok tu r. S o s­ yalist D evrim Partisi yukarıda sayılan esaslar dairesinde tüm d ev letlerle norm al ilişk iler ku rm ak ve sü rd ü rm ek ister. An­ cak her zam an em peryalizm in dünya ve T ü rkiye için ne kor­ ku nç b ir afet olduğu bilinci içinde hareket eder. Uluslararası anlaşm azlıkların barışçı yollardan çözü lm esind en yanadır; sal­ d ın savaşı hazırlan m asını ve açılm asın ı insanlığa karşı işlen­ miş b ir su ç sayar. Ve N urenberg M ahkem esi kararlan ışığında, sald ırı savaşı hazırlam ak, açm ak ve y ü rü tm ekten su çlu olan devlet adam larının yargılanm ası gereğine inanır. Dünya barı­ şının gerçek tem eller üzerine oturtulm ası için uğraşır; nü kle­ er ve konvansiyonel silahların uluslararası denetim altında sı­ nırlan dırılm asın ı ve giderek kesin silahsızlanm aya ulaşılm ası­ nı dış p o litikasın ın ana hedefleri arasında görür. Atom e n e ıjisin in b a n şçı am açlarla insanlık yararına kullanılm ası için ge­ rekli girişim lerde bulunulm asını; nü kleer enerjid en tıım ulus-

171

ların yararlanm asını sağlayacak uluslararası b ir örgütün vücu­ da getirilm esini zorunlu görür. Sosyalist Devrim Partisi, dün­ ya ticaretinin em peryalist devletlerin egem enliğinden ku rtarıl­ ması ve yoksul halkların soyulm asına son verilm esi için yok­ sul devletler arasında işbirliği yapılm ası gereğine inanır. Y o k ­ su llara d ayatılan fiyatların k ırılm a sın ı am açlayan te d b irle r alınm asını ister.2

Emekçilerin söz ve karar sahibi olması Sosyalizm işçilerin, köylülerin, em ekçilerin egemenliğinde ger­ çekleşir. Çünkü sosyalizm onların düzenidir. Bu düzeni bilim ışığında em ekçiler kuracaktır. Bu gerçekten sağlanmazsa sosya­ lizm kurulamıyor. 70 yıllık uygulamalar bunu kanıtlıyor. Bun­ dan dolayı Türkiye sosyalizmi em ekçileri işlerin başına getir­ meye özel bir önem gösterm iştir. Bunun yolu önce em ekçile­ rin kendi partileri içinde dizginlere sahip olanlarından geçer. Bu da ko! em ekçilerine parti organlannda çoğunluk verilmekle gerçekleştirilir. Evet, basit işçiler, basit köylüler ve de_emekçiler partinin en alt düzeyindeki yönetim kurulundan en üst düzey­ deki merkez kom itesine kadar her yönetim organında çoğun­ lukta olacaklardır. Bu ilke Leninist örgüt modelinin yadsınma­ sıdır. Örgüt m odeli bölümünde ayrıntılı olarak açıklandı: Ülke­ nin kaderine bir avuç profesyonel devrimcinin egemen olması Lenin’in umduğunun tam lersini verm iş ve sosyalist etiketli tüm ülkeler birer diktatörlük olmuştur. Leninist örgüt modeli dikta­ törlük ve bürokrasi üretmiştir. Türkiye sosyalizminin başta ge­ len özelliği, öncüler yönetim ini yadsıması ve bu yönetim in pira­ mit biçimindeki örgüt modeline karşı çıkmasıdır. Bu ilke ilk kez Türkiye İşçi Partisi’nde uygulandı. Tüzüğün 2. maddesinde şöyle denilm ektedir: “T ü rkiye işçi Partisi, T ü rk işçi sınıfının ve onu n dem okratik öncülüğü etrafında toplanm ış bütün em ekçi sın ıf ve tabakalan n (...) kanun yolundan iktidara yürüyen siyasi teşkilatıd ır.” 2

172

Sosyalist Devrim Partisi Programı, İstanbul 1979, s. 67-71.

3. maddede ise şunlar vurgulanıyor: “T ürkiye'nin ileri bir toplum haline gelm esi işi ile, em ek çi halk yığınlarının yurt işlerinde söz ve karar sahibi olm alan , insanca yaşama şartlarına kavuşm alan işi bir ek davanın birbirine bağ­ lı bö lüm leridir; biri gerçekleştirilm eden öteki gerçekleştirile­ mez. Ç ünkü em ekçi halk yığınlarının insanca yaşam a şartlan na kavuşm aktan doğan inançlı ve şevkli çabası sağlanm adıkça Türkiye kalkınam az, çağdaş m edeniyete ulaşam az.”

Ve bunun kâğıt üzerinde kalmaması için tüzüğün 53. mad­ desinde partinin tüm organlannda görevli bulunanlardan yarı­ sının kol em ekçileri arasından seçilm esinin gözetileceği yazıl­ maktadır. Sosyalist Devrim Partisi tüzüğünde ise kol em ekçi­ lerinin ağırlığı artınlarak işçilerin, köylülerin, em ekçilerin yö­ netimde 2/3 oranında temsil edilecekleri hükme bağlanmıştı. Böylece sosyalist iktidarın yönetici kadrosunun em ekçi nite­ liği şimdiden hazırlanıyordu. SDP tüzüğü ayrıca hiçbir yöneti­ cinin üst üste iki kez seçilm em esi ilkesini de getirm iştir. Böyle­ ce eskidikçe değiştirilm eleri daha da zorlaşan yöneticilerin bir çeşit tekel kurmaları önlenm iştir. Em ekçileri doğrudan doğru­ ya iktidara getirm e çabası sadece bürokratik sapmaları önleme kaygısından ileri gelm em iştir. Bu çaba aslında yeni bir insan, yeni bir toplum yaratma çabasıdır. Bir yeni insanlığa yöneliştir.

Yeni bir hümanizma Sosyalist toplum da kişi olarak işçinin, em ekçinin yeri nedir? T eorik ve pratik planda somut insanın yeri nedir? Hayatî önem ­ de b ir sorun. Ç ünkü işçiler, em ekçiler için önem li olan üre­ tim araçlannın devletin mülkiyetine geçirileceği vaadi değildir. Ö nem li olan kapitalist toplumda işçilere dayatılan gayriinsani yaşam koşullarının değişmesi, söm ürünün, baskının son bul­ masıdır. Sosyalizm, eğer kimi M arksistlerin ileri sürdüğü gibi, insanın kurtuluşunu amaçlamıyorsa em ekçi yığınlarının sosya­ lizme umut bağlamalan için bir neden kalmaz. İşçilerin, em ek­ çilerin ilgisi kesilince de sosyalizmin gerçekleşm esi iyice tehli­ 173

keye düşer. Çünkü kapitalizm aşamasından sosyalizm aşaması­ na geçilmesi, her ne kadar objektif maddi bir sürecin ifadesi ise de, sın ıf mücadelesi bu sürecin bir öğesi bulunduğundan, sos­ yalizme geçiş aynı zamanda işçilerin, em ekçilerin, kurtuluşları­ nı onda görmelerine; onu, sömürüye, baskıya son verecek, insa­ nı insanlığına kavuşturacak, doğru ve özgür bir düzen olarak ta­ nımlayıp, sosyalizmi kurm ak istemelerine ve bu yolda mücadele etmelerine bağlıdır. İşçiler, em ekçiler sosyalizmde um duklarını bulamayacakları kanısına varırlar ve uzunca bir zaman mücade­ leden vazgeçerlerse Lenin’in deyişi ile “tarih kokuşabilir”. Yani tarihsel zorunluluk kapitalizmin çelişkilerinin ancak sosyalizm­ le aşılabileceğini anlatır. Ama bu aşamayı insanlar gerçekleştire­ ceğinden söz konusu zorunluluk tabiat bilim lerindekinden baş­ ka türlü tecelli eder: İnsanlar tarihlerini kendileri y ap a rla r.

İnsan için kök insandır Somut insan sorunu bizce Marksizmin temel sorunlarından biri­ dir. Marx, “Köktenci olmak, her şeyi kökünden ele almaktır. Oy­ sa insan için kök insanın kendisidir.”3 der. Marx’in öğretisi; ister gençlik yapıtları, ister olgunluk çağı yapıtları olsun, somut insa­ nın kurtuluşuna yönelikür. Yabancılaşma teorisini fetişç ilik adıy­ la ve yer yer yabancılaşma olarak K a p ita ld e de bulursunuz. Ad değişmiştir ama espri aynıdır: İnsanın insanla ilişkileri, iş bölü­ mü üretim ve degiş-tokuş mekanizmasının araya girmesiyle in­ sancıl ilişkiler olma niteliğini kaybetmiştir. İnsan insandan kop­ muş, birbirine yabancılaşmıştır. İnsanlar arasındaki ilişkiler üre­ tim ve değiş-tokuş koşulu haline gelmiştir. “Yabancılaşma, hem benim geçimimin başkasının olmasında hem isteğimin konusu­ nun başkasının erişilmez malı bulunmasında hem her şeyin ken­ disinin başka bir şey olmasında ve nihayet -b u , kapasiteler için de böyled ir- gayriinsani gücün insani güce baskın çıkmasında görünür,” diyor Marx. O nun, idealist felsefe ile ilişkilerini kes­ mesi, politik ekonom iye sarılm ası M arx’i filozof olm aktan ç ı­ karmamıştır. O , yeni tür bir felsefenin temelini atmıştır. Kuşku­ 3

174

Marx, CEııvres Philosophiques. c. 1, s. 96.

suz politik ekonomiye geçen Marx artık bir bilim adamı kişiliği­ ne bürünmüştür. Ama o, emekçilerin ve giderek tüm insanlığın kaderini değiştirmeyi başlıca görev bilen bir mücadele adamı, bir bilgin-filozoftur aynı zamanda. “Filozoflar dünyayı çeşitli biçim ­ de yorumladılar; onu değiştirmek gerek,” diyen Marx, genellikle bilimi, özellikle politik ekonomiyi ve işçi hareketini dünyayı de­ ğiştirmeye yarayan bir levye olarak kullanmıştır.

Dünyayı değiştirmek Bilindiği gibi yukarıdaki sözler F eu erbach Ü zerine T ezler'in on birincisidir. D ünyanın değiştirilm esi gereğini ilan eden Marx bunu kim ler yararına yapmayı tasarlamaktadır? Bu soruya veri­ lecek karşılık üzerinde tereddüt edilebilir mi? Karşılığını Marx, öğretisi ve baştan sona mücadele ile geçen yaşantısı ile açık ve kesin biçim de vermiştir. Gayriinsani güçlerin insani güçleri ez­ diği, egemen olduğu dünyamız insani güçleri egemen hale ge­ tirmek için, yani söm ürülen, baskı altında tutulan em ekçileri ve giderek tüm insanları kurtarmak için değiştirilecektir. Üre­ tim araçlarının sosyalleştirilm esi kendinde bir anlam taşımaz, eğer aynı zamanda insanın kendini bulması ve gerçekleştirm esi amaç alınmamışsa. Kuşkusuz bu amaç, idealist felsefenin deneyüstü düşünler âlem inden esinlenilerek saptanm am ıştır. İçin ­ de yaşadığımız koşulların dayattığı ve yarını içinde taşıyan bir çözüm dür bu amaç. Evet, üretim araçları özel mülkiyet konusu olm aktan çıkar­ tılıp devlet m ü lkiyetine geçirilm elidir ama bu, yaşamı irade­ lerim iz dışında y a b a n cı güçlerin egem enliğinden, baskısından kurtarmak için atılması zorunlu olan bir ilk adımdır, insan ko­ şullara tâbi bir varlık olarak yaşamaktan kurtulm alı, koşullara egemen olan bir varlık haline gelm elidir. İnsanın insanla iliş­ kisi ve insanın kendi kendisiyle ilişkisi kendi insan tabiatın a en y araşa n , cn uygun biçim de belirlenm elidir. Bunun için de her şeyden önce doğru dan ü reticilerin , yani işçilerin, em ekçilerin iktidar olup üretim işlerini, tüm toplum işlerini özgür üreticiler olarak elbirliği ile yürütmeleri gerekmektedir. İnsan, insan ta175

biati, özgürlük, yabancılaşma gibi kavramları olgunluk çağı ya­ pıtlarından kovduğu iddia edilen Marx, son ve en büyük yapıtı K apital’de, bakınız neler yazıyor: “Özgürlüğün yurdu, gerçek olarak ancak dışarıdan dayatılm ış bir zorunluluk ve uygunlukla çalışm anın son bulduğu yerde başlar; şu halde özgürlüğün ülkesi, tabiatının gereği olarak, asıl maddi üretim çevresin in ötesinde bulunur. Nasıl ilkel in­ san ihtiyaçlarını karşılam ak, hayatta kalm ak ve çoğalm ak için doğaya karşı savaşmak zorundaysa, uygar insan da toplum un yapısı, üretim tarzı ne olursa olsun, aynı şeyi yapm ak zoru n­ dadır. Onun gelişm esi ile birlikte doğal zorunluluğun alanı da yaygınlaşır, çünkü ihtiyaçlar artar ama aynı zam anda bu n la­ rı karşılamak için üretim gü çleri de gelişir. Bu alanda, o lan ak­ lı biricik özgürlük sosyal insanın, ortak üreticilerinin doğa ile alışverişlerini akla uygun olarak düzenlem eleri, doğanın kör gücüne boyun eğecek yerde onu elbirliği ile denetlem eleri ve bu alışverişi en az em ekle ve kendi insan tabiatlarına en yara­ şan, en uygun koşullarda yerine getirm eleridir. Ama bu uğraş hep zorunluluk ülkesini oluşturacaktır. Kendinde am aç olarak insan güçlerinin gelişm esi, özgürlüğün gerçek 'u fk esi - k i an­ cak öteki ülkeye, öteki tabana, zorunluluk tabanına dayanarak açılır, g e lişir- bunun ötesinde başlar. Bu gelişm enin esas koşu­ lu iş gücünün azaltılm asıdır.”4

Gerçek hümanizma Marx’in insan anlayışı, kişiyi toplumla bir bütün olarak kavrar. Bu, toplumun kişiye eklendiği ya da kişinin topluma indirgen­ diği anlamında değil elbet. Her kişi başka kişilerle olan ilişki­ leri ve daha önceki kuşaklardan devralman üretim gücü mira­ sı ortamında insanlığını kazanır. “İnsancıl öz,” diyor M arx, “ıs­ sız kişinin içinde olan bir soyutlama değildir. G erçekte bu, sos­ yal ilişkilerin tümüdür.”5 4

Marx, Le Capital, c. 3, Ed. Soc., Paris 1948-1978, s. 198-199.

5

Marx, CEuvres Philosophiques, Theses sıırFeuerbach, c. VI, Costes, Paris 1937, s. 143.

176

Bilindiği gibi idealisı felsefe insanı tüm doğruların ve tüm değerlerin ilkesi olarak alır. Ve kritik felsefe oku lları b irb ir­ lerinden m ihenk olarak ele alınan insan hakkındaki görüşle­ riyle ayırt edilirler. Oysa M arx, maddeci diyalektik felsefesin­ de ne kişiden ne de deney dışı öznedenden hareket etm ekle­ dir. O nun için insan tarihsel, sosyal, çalışan bir varlıktır. İnsan­ cıl özü sosyal ilişkiler oluşturduğuna göre, insan, M arx’m fel­ sefesinde, insanın geçm işidir, bugünüdür, yarınıdır, kısacası insanın tarihi ve geleceğidir. Marx'in diyalektik hüm anizması -ken d i deyimiyle gerçek hüm anizm ası-, tarihsel koşulların ger­ çeği ile bu gerçeğin içerdiği değişme, yenilenme olanaktan ara­ sındaki çelişkinin bilinçle kavranmasına dayanır. M arx, zaman içinde değişmeyen, başsız sonsuz bir insan kavramından hare­ ket ederek, gerçeği buna göre eleştirmez. O hümanizmasmı, be­ lirli bir toplumda som ut insanlann yeteneklerini geliştirmeleri­ ne yararlı olabilecek olanaklann gerçekleşmesini engelleyen ko­ şullarla mücadeleye yöneltmiştir. Toplum gerçeklerinden çıkan Marksist hüm anizm a toplumun değiştirilm esinin araçları ara­ sındadır. Söm ürünün, baskının son bulması isteği deneyüstü bir ahlâk kuralının emri değildir Marx için. Kapitalist toplumun çe­ lişkilerinin hazırladığı bir gelişme olanağıdır. Bu olanaklardan yararlanılıp gerçekten sömürüye, baskıya son verilmesi em ekçi­ lerin iktidar olmalarına bağlıdır. Yani gerçek bir sürecin sonucu olan söm ürü, kendisinin yok edilmesini hazırlayan koşullan da embriyon halinde beraber taşır. Ve gene gerçek bir süreç sonun­ da söm ürü pratikte ortadan kalkar. İnsanlık tarihinin maddi, gerçek oluşumu; sömürülen, baskı altında olanların iktidannda, engelleri aşa aşa, dışandan dayatılmış zorunluluk ve uygunlukla çalışmaya son verip özgürlük ülkesine kavuşmaktır. “İnsanların sosyal tarihi, sadece insanlan n kişisel gelişm eleri­ nin tarihidir; bunun bilin cin e varsalar da, varm asalar da. İn­ sanların maddi ilişkileri, tüm ilişkilerinin esasını oluşturur. Bu maddi ilişkiler insanlan n maddi ve kişisel faaliyetlerinin için­ de gerçekleştiği zorunlu biçim lerden ibarettir.’’6 6

Marx, “Lettre d Annenkov", CEuvres Choisies, c. 1. Gallimard 1963, s. 165-168.

177

Toplumun öznel varlığı M arx bize y en i b ir in san kavram ı sunu yor. İnsan , o n u n felsefe­ sin d e so y u l, m etafizik b ir kavram o lm ak tan çık m ış, belirli bir toplum un som u t ilişk ile ri içind e so m u t kişi kavram ına d ö n ü ş­ m ü ştü r. S o m u t in san , em eğ e d ayalı b ir kavram dır; d iy alek tik ve tarih sel b ir kav ram d ır; in sa n la rın doğa ve top lu m la ilişk i lerin e paralel o larak içeriği değişen b ir kavram dır. “İn sa n .” di­ y or M arx, “ne d erece özel b ir kişi olursa olsun ve insanı kişi ya­ pan, gerçek o rtak kişisel v arlık yapan o n u n bu özelliği olduğu hald e, o aynı zam anda tü m dü r, ideal tüm dü r, toplum un kendi için d ü şü nü lm ü ş ve d uy u lm u ş öznel varlığıdır. G e rçe k te , so s­ yal v arlığın in sa n cıl e sp risi, sezg isi ve aynı zam anda yaşam ın in san cıl ifadesinin tüm ü olarak da var olduğu hald e.”7 A lm an id e o lo jis i'ııd e M arx’la E ngels, işbö lü m ü n ü n çalışm ayı benliğ in b ir ifadesi o lm ak tan nasıl çıkard ığını ve b u rju v a toplum u nd a işb ö lü m ü n ü n in san ların bü y ü k çoğ u n lu ğu n u n y aşam ­ larını gerçek içeriğin d en nasıl yo k su n bırak tığın ı, aşılm ası o la­ naksız bir d erin lik te anlatıyo rlar. Ve gid erek üretim araçların ın som u t g elişm esi son u cu n d a k işilerin olanakların ı so n u n a kadar g eliştirm elerin in zo ru n lu hale geld iğ in i b elirttik ten so n ra işçi sın ıfın ın “k işilerin , tüm g elişm iş eksiksiz kişiler haline g e le ce k ­ leri” yeni b ir to p lu m u n k u ru cu su olacağını yazıyorlar.8 Bu b ö lü m e son v erirk en şu n u b ir kez daha vurgulam ak iste ­ rim : Her ü lke için g eçerli olan bir sosyalizm m odeli y o k tu r. Ne var k i, bu te o rik g e rçe k , kitaplard a tekrarlan ad u rsu n, u y gu la­ ma bam başka o lm u ş ve Sovyet m odeli ö n ce III. E nternasyonal aracılığı ile, İk in ci D ünya Savaşında ise Sovyetler’in işgalindeki ü lk elere d ayatılarak g erçek leşen b iricik m odel haline gelm iştir. Bugün tüm k o m ü n ist p artilerce kabul edilen ö rg ü tlen m e m o ­ d eli p iram it b içim in d e k i L e n in ist m od eld ir. İzlen en p o litik a ­ lar da M oskova d oğru ltu su nd ad ır. İtalyan ve Fransız K om ü nist Partileri gibi g ö reli b ir ö ze rk liğ e sah ip olan p artiler d ışın d ak i tüm kom ü n ist p artiler B ü y ü k K a r d e ş ’in özlediği yolu iz le m e k ­ 7 8

178

Marx, CEuvres Philosophiqucs, c. 6, s. 28. A.g.e.,c.4, s. 168-212.

tedirler. Son zamanlarda bu partiler yeni genel sekreterin açık­ lık, dem okratlaşm a ve m erkezciliğin yum uşatılm ası politikası­ na ayak uydurmaya çalışıyorlar. Bir süre önce Brejnev çizgisin­ de olanlar şimdilerde büyük bir rahatlıkla G orbaçov’un çizgisi­ ni benim siyorlar. Teorik yanlışlığını bir yana bırakalım . Kom ü­ nist partilerinin bu kuyrukçuluğu insana hüzün veriyor. Üzer­ lerine varırsanız, “Ö zeleştiri yaptık” diyorlar. Şöyle düşünüyorum bu konuda: Gorbaçov, Büyük K ard eş ro­ lüne son verdiğini açıklasa ve kom ünist partileri M oskova’ya bağlayan manevi bağların da kesildiğini ve h er partinin bu n ­ dan böyle gerek teoride gerek politikada tamamen özgür oldu­ ğunu ilan etse dünya sosyalizmine yeni bir ufuk açılacaktır. Bu elbet yukarıdaki gibi formüle edilmez. Kadifeden bir üslûp kul­ lanılır. Em in olun o zaman dünya sosyalist hareketine yeniden canlılık gelecektir. Ve her ülkede sosyalistlerin aynı çatı altında toplanm aları, her ülkenin gerçeklerinden kaynaklanan özgün programların hazırlanması olanaklı olur.

Miras sorunu Bir de sosyalist mirasa sahip çıkm a sorunu var. Sosyalist mira­ sı reddedenler varm ış. M iras sorununu ortaya atanlardan so ­ rulm alı: Stalinizm de bu m irasa dahil mi? “D ah ild ir” d erler­ se, Kruşçev’in 20. Kongre’deki açıklam alarından sonra Stalin’in mirasına kim sahip çıkabilir? Demek ki, her terekenin bir ak­ tifi bir de pasifi olduğu gibi, dünya sosyalizm inin de bir aktifi, bir de pasifi vardır. Aktifi benim sem ek ve pasifi reddetm ek ge­ rekir. Hem bu yol tutulmazsa şu kutsal eleştiri ve özeleştiri neye yarar? Bakınız Kruşçev’den sonra Gorbaçov da m irasın pasifi­ ni reddediyor. Ç ocukça benzetmelerden vazgeçelim. Sosyalizm adına pek çok yanlış işler, hatla suçlar işlenm iştir. Sosyalizme hizmet, aktifi pasiften ayırt ederek, yalnız aktife sahip çıkm akla olur. Ü stelik aktifi de bilim sel eleştiriden geçirerek... Ç ocukça işleri çocuklara bırakıp, ciddi işlerle uğraşalım. Bu kitapçığı yeni bir çağrı ile noktalam ak istiyorum : 1980’den önceki partiler, gençlik hareketleri, işçi sendikaları, 1 9 8 0 son­ 179

rası yeni akım lar, aralarından üçer kişi seçsinler. Ve bu temsil­ ciler bir araya gelerek bir sosyalist programın genel çizgilerini saptamaya çalışsınlar. Her görüş böylece gündeme gelir ve tar­ tışılır. Uzlaşma olan n oktalar belirlenir; uzlaşmaya varılama­ yanlar da... Bundan kaçınılm am ası gerek. Teorim iz bilim sel de­ ğil mi? Bilim sel teoriler gerçeğin m ihenginde eleştirilir, yanlış doğrudan böylece ayırt edilir.

180

İKİNCİ BASKIYA SONSÖZ

Kitabı ikinci baskı için gözden geçirirken gördüm ki, sosyaliz­ min karşısına dikilen engellerden, hele Türkiye’deki engeller­ den hem en hiç söz edilmemiş. Oysa söylemeye bile gerek yok, bunlar çok önem li. Bunların kimi yapısal, toplum un ideolojik yapısından ileri geliyor; kimi de sonradan konm uş politik, ya­ sal engeller. Bizim bey takım ı çayı görmeden paçalan sıvayacak kadar kurnaz; henüz işçi sınıfı em eklem e çağındayken, duvar­ lar çekm işler sosyalizm in önüne. Burada bunların neler oldu­ ğunu, kısaca belirtmeye çalışacağım. Geleneklerim iz tutucu. Diyeceksiniz ki, gelenekler dünyanın her yerinde tutucudur. Doğru elbet. Ama Batı'da Rönesans’la başlayan hareketler toplumsal yaşamın çeşitli alanlarında derin değişmelere neden olmuştur. Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi ise yeni sosyal sınıfları tarih sahnesine çıkarm ıştır. Bu dev ha­ reketler tutucu gelenekleri de elbet etkileyecekti. Nitekim etki­ lemiştir. Oysa Türkiye bu gelişmelerin yüzyıllar boyunca dışın­ da kaldı. Bilimsel sosyalizm ise tüm bu gelişm elerin uzantısı... D olayısıyla azgelişm iş, sanayileşm em iş ü lkelerd e, yani işçi sınıfının henüz em eklem e çağında olduğu toplum larda sosya­ list görüşlerin yayılması, kök salması çok zordur. Ü stelik bu gi­ bi ülkelerin egemen sınıfları, açıkça ya da kapalı biçim de, tu­ 181

tucu geleneklerden yararlanm aktadırlar. Hele işçiler, em ekçi­ ler uyanmaya başlam ışlarsa, bu bayların hırçınlıkları büsbütün artm akta ve geleneklere, dinsel inançlara sarıldıkları, bunlara yeşil ışık yaktıkları görülm ekledir. Türkiye’de bunun pek çok örneği var: Çok partili rejim e geçilip de sosyalist partiler, sendi­ kalar da kurulunca bir yandan laiklik ilkesinden ödünler veril­ meye başlandı, bir yandan da Ceza Yasası’nın 141. maddesine ölüm cezası da kondu. M iting alanlarında konuşm acılar artan bir şevkle dini propaganda malzemesi haline getirdiler. Halkın dinî inançlan sosyalizme karşı kalkan yapıldı. Ayrıca kamuoyu sürekli sola karşı yönlendirilm ektedir. Yıl­ lardır bu böyle sürüyor. Solcu kom ünisttir; kom ünist ise Sovyet ajan ıdır. Halka bu telkin ediliyor. Bu da sosyalizm in önüne di­ kilen ciddi bir engel. Egem en çevrelerin sosyalizm i önlem ek için piyasaya sürdükleri bu suçlam alar, Kurtuluş Savaşı yılla­ rında başlam ıştır. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının alçakça öl­ dürülmesi olayında ve daha sonra kurulan sosyalist ve kom ü­ nist partilerin kamuoyunda kirletilm esi olaylarında hep bu if­ tira işletilmiştir. 1 9 4 7 ’de Amerika’n ın güdümüne girilmeye hazırlanıldığı günlerde aynı iftira Am erika ile im zalanan ikili anı­ laşmalara karşı çık an sosyalistleri k irletm ek için de kullanıl­ m ıştır. Türkiye İşçi Partisi’ne karşı da aynı suçlam alara baş­ vurulmuştur. Yurt içinde yaptığım ız ilk gezilerde, daha sonra M eclis’te Adalet Partili m illetvekilleri T İP 'lilere saldırırlarken küfürler arasında M oskov a sözcü ğü çeşitli biçim lerd e sık sık geçerdi. Bugün artık eski hızını kaybetm iş o la r r a ja n lık suçla­ ması bir sosyalist parti kurulursa korkarım gene su yüzüne çı­ kacaktır. İkinci Dünya Savaşı’ndan hemern sonra Tü rkiye’nin Am eri­ ka ile yardım (i) antlaşmaları im zalam ası, NA TO ’ya girm esi ve giderek, Sovyetler’e karşı Am erika’n ın bir ileri karakolu hali­ ne gelmesi, tam b ağ ım sızlık ilkesinin rafa kaldırılm asına yol aç­ tı. Bugün hangi devlet adamımız, h em de A tatürkçü oldukları­ nı tekrarlayıp duran siyasetçilerim izden hangisi tam bağ ım sızlık sözcüğünü ağzına alıyor? H içbiri... T ü rkiye’de kırk yıldır tam bağ ım sızlıktan sadece biz sosyalistler söz ediyoruz. T ü rki­ 182

ye’nin ikili anılaşm aları feshetm esini, NATO’dan çıkm asını ve bloklar dışı, yansız bir politika izlem esini bizler savunuyoruz. “Savaşı ister Sovyetler, ister Amerikalılar başlatsın Türkiye ilk nükleer hedeflerden biri olacak ve m ilyonlarca insanım ız öle­ cektir” diyen biziz. Bu tutumumuz da, dünya kapitalizm inin Türkiye’deki maşalarına bize saldırmaları, bizi Türkiye’yi savu­ nuşuz bırakm ayı am açlam akla suçlamaları için fırsat sağlıyor. Oysa savaşın daha ilk dakikalarında, ülkemizdeki 17 Amerikan üssünün 5’inde nükleer silahlar depolanmış olması dolayısıyla (bu bilgiyi son aylarda Amerikan Kongresi’nde bu konuda ceTeyan eden konuşmalardan edindik), Türkiye’nin atom lanm ış, yanmış radyoaktif bir toprak parçası haline dönüşeceği açık bir gerçektir. Sosyalistler, ABD üslerine karşı çıktıkları için de ege­ men çevrelerce boy hedefi haline getirilmektedir. Ayrıca yüzyıllar boyunca, bey ve paşa takım ının buyrukla­ rına boyun eğm iş olm anın halkım ızda, nasıl desem , b ir çeşit aşağılık kom pleksi yarattığı görülm ektedir. Ö rnekler pek çok. Bunların en göze batanları halkın askerî d arbeler karşısında suskun kalm akla yetinm eyip iradesini hiçe saymış olan paşa­ lara alkış tutmasıdır. G erekçesi ne olursa olsun askerî darbeler ulusal egem enliğin inkârıdır. Çünkü halkın seçtiği iktidarı, de­ mokraside ancak halk değiştirir. Silahlı kuvvetlerin halkın yeri­ ne ve onun adına hareket ettiği kabul ediliyorsa, o zaman halk egemen değildir, ulusal egemenlik boş bir sözdür. Dolayısıyla da dem okrasi yoktur. Bir de tarihim izin sergilediği şu gerçek var: M utlakıyetten M eşrutiyet’e, M eşru tiyet’ten Cum huriyet’e g eçişler, Kurtuluş Savaşı’nı başlatan ilk silahlı direnm eler istisna edilirse, hep yu­ karıdan aşağı, yani bey takım ınca g erçekleştirilm iştir. Bu da son derece önem li. Sosyalizm ise işçiler ve em ekçiler tarafından kurulur. Yani aşağıdan yukarı bir harekettir. Halkın başlangıçta desteği de olm uş olsa, bir parti tarafından, yani devrim ci öncü­ lerin buyruğunda kurulan sosyalist etiketli rejim lerde hâlâ iş­ çiler, köylüler söz ve karar sahibi değiller. Söz ve karar sahibi olanlar partinin üst düzeydeki yöneticileri. Bunları ise halk ne işbaşına getirm iştir ne de görevden alabilir... M arx’m düşündü183

gü sosyalizm herhalde bu değildi. Bu konuya ilerde tekrar dö­ neceğiz. Evet, sosyalistlerin karşısında çeşitli engeller var. Bizim bey takımı hiçbir konuda uzağı görem ezken, sırf bu konuda, ya­ ni bir gün nasıl olsa uyanır düşüncesiyle işçilerin grev yapma­ larını daha 19. yüzyılın başlarında yasaklam ıştır.1 Bey takımı bu konuda son derece hassastır. Ortada fol yok yumurta yok­ ken grevi yasaklam ış ve yıllar sonra, ik in ci M eşrutiyet’in ilk yıllarında gerçekten grevler patlayınca işçilerin üzerine asker sevk etmiştir. 192 5 ’te Takrir-i Sükûn Kanunu’yla bir dizi yasak arasında işçi hareketleri de yasaklanm ıştır. 1936'da faşist İtal­ ya’dan Ceza Yasamıza 141. ve 142. maddeler alınm ıştır. 141. madde şöyle diyor: “Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üze­ rinde tahakkümünü tesis etmeğe veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya veya m em leket içinde müesses iktisadi ve sosyal te­ mel nizamlardan herhangi birini devirmeğe m atuf cemiyetleri her ne suretle olursa olsun, kurmaya tevessül edenler veya ku­ ranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim edenler yahut bu hu­ suslarda yol gösterenler 8 seneden 15 seneye kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılırlar. Bu kabil cem iyetlerin birkaçını ve­ ya tamamını sevk ve idare edenler hakkında ölüm cezası hükm olunur.” Buyurun cenaze namazına! Yanlış anlaşılmasın: De­ m okrasinin cenaze namazına! İşte bizim bey takım ının dem ok­ rasisi... Faşist yasa ile dem okrasi olmaz! “Sol partiler, her eği­ limdeki sendikalar, dem ekler olmadan demokrasi olm az!" der­ seniz, “Ben yaptım oldu,” diyecek... Çok engel var karşımızda. Cayacak mıyız? Asla! Yola devam. Ama mayınlı b ir tarlada yürüdüğüm üzü akıldan çıkarm adan her adımda dikkat kesileceğiz. Sosyalizm zor, hele Türkiye'de büsbütün zor. Türkiye İşçi Partisi ispatlamıştır ki, yol açılabi­ lir, aklımızı kullanır ve de el ele verirsek. Ne yazık ki, aynı çatı altında omuz omuza vermemiz uzun sürmedi. 1968’de Çekos­ lovakya’nın işgalinden sonra, bu bir rastlantıdır her halde, sol yine bölünm eye başladı. Asker müdahale etti 12 Mart 1 9 7 1 ’de. Sıkıyönetim M ahkem eleri, ölüm cezalan, yıllarca mahpusluk.. 1

184

Lülfi Erişçi, Türkiye'de İşçi Sınıfının T arihi. İstanbul 1951.

Genel afla özgürlüğe kavuşanlar gene bölük bölük, gene elde silah m ücadeleye yeniden başladılar. Ve 12 Eylül 1 9 8 0 ’de Si­ lahlı Kuvvetler yönetim e gene el koydu. Gene ölüm cezalan, gene m ahpusluk. Ve yedi yıldır solda ne bir ses ne bir nefes. Gene sol bölük pörçük; fraksiyonlar yaşam larını sürdürüyor­ lar. G ene sol, solla kavgalı. Gene pankartlar asılmaya başlandı; gene silahlı eylem denemeleri. Ve de gene polisin ağına düşme­ ler... Ne zaman bu yolun çıkmaz yol olduğunu göreceğiz? Ne zaman? Ne zaman çevremizde ajanların dolaştığını fark edece­ ğiz? Ne zaman? Aynı oyun üçüncü kez sahneleniyor. Silahlı ey­ lem in, hele Türkiye gibi Amerika’nın ileri karakolu durum un­ da olan bir ülkede, silahlı eylem lerin halkı uyandırmaya, hare­ ketlendirmeye hiç mi hiç yaramadığını, tersine yeni askerî mü­ dahalelere ortam hazırladığını, Amerika’nın ekm eğine yağ sür­ düğünü ne zaman anlayacağız? Ne zam an?... Solun bu bölünm üşlüğü başlı başına bir engel. Etim iz ne, bu­ dumuz ne! Bir de bölününce, solun gücü daha da a z a l ıy o r . Üs­ telik halk solu ciddiye almamaya başlıyor. Sosyalizm adına bir­ birini suçlayan insanlan n, “K urtuluş sosyalizm de” dem esine kim kulak asar? Yoksa bu işin halksız başarılacağına inanan­ lar m ı var aramızda? İşçiler, köylüler sosyalizme sahip çıkm a­ dan bir yere varılamaz. O halde bir araya gelip, aramızdaki gö­ rüş ayrılıkları ne ise ortaya koyup, doğru ile yanlışı ayırt et­ mek için bilim adamları gibi tarihsel gerçeklerin ışığında tar­ tışmalıyız. Yıllardır süren bölünmüşlüğe m utlaka son verilme­ lidir. Neden bu bölünm üşlük? Nerden kaynaklanıyor? Bilim ­ sel sosyalizm adı üstünde bilim sel bir teori. Ne olduğunu bi­ liyoruz. Bilmediğimiz yanlan varsa öğrenebiliriz: Kitaplar var. Yaşadığımız toplum un sorunları da karşımızda. Gruplara ayrıl­ mış olm am ız ya teorik görüş ayrılıklarından ya tarihsel gerçek­ leri farklı değerlendirmemizden ya da her ikisinden kaynakla­ nıyor. Eğer iyi niyetle yaklaşılırsa konuya, anlaşm azlıkların or­ tadan kaldırılm ası pekâlâ olanaklıdır. Bilimsel sosyalizm poli­ tik b ir ideoloji haline gelince, ne yazık ki, bilim le giderek ilişki­ si zayıfladı ve sonunda tamamıyla kesildi. Bir dogmaya dönüş­ tü. Hele Sovyetler Birliği’nin siyasal felsefesi olunca, her ne ka­ 185

dar eleşıiriye açıktır falan da dense Marksizm, Sıalin dönem in­ de M arksizm-Leninizm adı altında sözde bilim sel, gerçekte ta­ mam en donm uş, dondurulm uş bir siyasal öğreti haline geldi. Stalin dönem inde yazılm ış bir felsefe sözlüğünde, M arksizm Leninizm şöyle tanımlanıyor: “Doğa ve toplum un gelişm e yasalarının b ilim i, ezilen ve sö ­ m ürülen sınıfların d evrim inin bilim i, tüm ülkelerde sosyaliz­ min zaferinin ve K om ü nist toplum un kuruluşunun b ilim i.”2

Bilindiği gibi her bilim dalı gözleme, deneyime dayanır. Bul­ guladığı yasalar deneyimin hakem liğinden geçm iş ve her an ye­ ni deneyimlerden geçirilm eye açıktır. Sovyet sözlüğünde tanım ise ciddi değil. Yasaların bilim i ise bilim değil, felsefenin bir da­ lı olan m etodoloji ya da epistem olojidir. Bilim yasaları bulgudur. Bunun için belirli yöntem lerle olay­ lar arasındaki sürekli ilişkileri, neden-sonuç ilişkilerini saptar. Yani bilim lerin görevi gerçeğin hareketini yasalarla açıklam ak­ tır. Yasaların bilgisi ise bilim değil epistem olojidir. Epistem olo­ j i de felsefenin bir dalıdır. Sovyet sözlüğündeki M arksizm -Le­ ninizm tanımı ise ancak bu anlamda doğrudur. Uygulama da bu doğrultuda oldu. Sovyet yöneticileri buyruklarını böylece bilim e dayandırmak olanağını buldular, yani siyasal felsefele­ rini diledikleri gibi yorumlayarak dikta rejim leri kurdular. Ö r­ neğin Stalin mareşal üniform ası ile kâh ekonom i bilgini kâh dil bilgini olarak karşımıza çıkm ıştır. Sosyalizmi işçiler, köylüler kuracak ve işçiler, köylüler yö­ nelecektir. Sosyalist aydınlar da yardımcı olacaklar... Ağırlığın aydınlardan yana geçm esi, yetm iş yıllık uygulamaların ortaya koyduğu gibi totaliter yönetim lerin ortaya çıkm asın a ve yeni bir bürokrasinin dogm asına neden oluyor. Bu da söm ürünün sürm esine yol açıyor. Bugün sosyalist etiketli rejim lerin h içbi­ rinde sömürü ortadan kalkm am ıştır. Çünkü artı-degere tasar­ ruf edenler işçiler, köylüler değil, Komünist Parlisi’nin üst dü­ zeydeki yöneticileridir. Bu rejim leri görmüş olsalardı M arx ve 2

186

Pelit Dictıonnaire Philosaphique. Ediüons en Langucs Etrangires, Moskova 1955. s. 355-360.

Engels’in, “İşte düşlediğimiz sosyalizm ,” diyeceklerini hiç san­ mıyorum. O nların hayallerindeki modele Paris Kom ünü, Sov­ yet m odelinden çok daha yakındı. Paris Komünü hakkında ne­ ler yazm ışlar bir göz atalım . Ö nce M arx’in F ra n sa ’d a tç Savaş 1871 adındaki kitabına, Engels’in yazdığı önsözden kim i bö­ lümler sunacağım. Engels, Parisli işçilerin çoğunlukla Blankist olduklan halde bu görüş doğrultusunda hareket etm ediklerini vurgulayarak şunları yazıyor: “B lan k istlerin duru m u da daha parlak olm ad ı. G izlilik o k u ­ lunda yetişm iş ve bunun gereği olan en katı disiplinle birbiri­ ne bağlı olan B lankistler bilindiği gibi kararlı ve iyi örgütlem iş bir avuç insanın fırsat kollayarak devleti ele geçirdikten son­ ra hiç kim senin gözünün yaşma bakm adan ve kim seye aman verm eden uzunca bir süre iktidarı ellerinde tuttukları takdirde halk yığınlarını k ü çü k gruplarının ardından ihtilale sürükleye­ ceklerin i ileri sürüyorlardı. Bunu başarm ak için de her şeyden önce tüm egem enliğin en sert biçim de, m erkezci bir diktatör­ lük biçim inde ihtilalci hüküm etin elinde toplanm ası gerektiği­ ni savunuyorlardı. Ama çoğunluğu B lan kistlerd en oluşan K o­ m ün ne yaptı? Fransız halkına her çağrısında, tüm Fransız ko ­ m ü nlerinin özgür bir federasyon oluşturm ak için Paris’le bir­ leşm elerini istedi. (...) Kom ün ilk iş olarak şunu vurguladı: İk­ tidara gelen işçi sınıfının eski devlet m akinesi ile işleri yürü­ tem eyeceğini, yeni ele geçirdiği egem enliği kaybetm em ek için bir yandan o güne d ek kendisine karşı kullanılan o eski şiddet ve baskı m akinesini bir yana bırakacağını, bir yandan da ken­ di tem silcilerine m em urlarına karşı kendini güvence altına al­ m ak için bunların istisnasız hepsinin, her an değiştirebileceği­ ni karara bağladı. (...) Bugüne dek tüm devletlerde kaçınılm az olarak, devletin ve devlet organlarının toplum un h izm etkân olacak yerde efendisi haline gelm esine karşı Kom ün şu yanılt­ maz iki önlem i aldı. Birincisi, yönetim , yargı ve öğretim kurullannd aki tüm m em u rlu klan n halk oylam ası ile seçilm elerini ve her an geri alınabilm esi esasını getirdi. İkin cisi, her ne dü­ zeyde görev yaparlarsa yapsınlar, yani ister yü ksek görevli, is­

187

ter kü çü k m em ur olsu nlar işçilerin aldıkları ücret kadar ücret alacaklarını karara bağladı.”

Ve Engels, Marx’tn kitabına yazdığı bu önsözü şöyle noktaladı: “Dar kafalı sosyal d em okrat, proletarya diktatörlüğü sözcüğü­ nü duyunca bir kez daha kutsal bir hiddete kapılıyor. Pekâlâ baylar, bu d ik tatörlü ğü n ne olduğunu, neye benzed iğin i öğ­ renm ek mi istiyorsunuz? Paris K om ünü’ne bakınız. O bir pro­ letarya diktatörlüğü idi.”3

Marx’a gelince, az önce belirttiğim gibi, bu ilk işçi devrimini sevinçle karşılıyor. Ö zellikle Parisli işçilerin yönetim i doğ­ rudan doğruya ele alm alarını, seçim le işbaşına gelm elerini ve her an görevden alınabilm elerini; hem yasama hem yürütme yetkilerini elinde tutan bir M eclis oluşturm alarını ve Paris Komünü’nün örnek alınarak Fransa’nın tüm kom ünlerinde işçile­ rin, em ekçilerin yönetim i ele geçirip bir federasyon oluşturm a­ ları konusundaki çağrısını son derece önem li bir tarihsel olay olarak değerlendiriyor. Paris Kom ünü’nü, aynı Engels gibi, o da proletarya dik tatörlü ğü nü n ilk örneği olarak selam lıyor. Marx’tan da bir ik i alıntı yapalım: “G ün ağarırken 18 M art'ta, Paris şu gök gü rü ltü sü ile uyan­ dı: Yaşasın K om ün! N edir öyleyse bu K om ün, burjuva kafası­ nı böylesine altüst eden bu sfen ks?” “M erkez kom itesi, 18 M art günlü m anifestosunda egem en sı­ nıfların aczi ve ihanetleri karşısında Paris proleterleri kam u iş­ lerinin yönetim ini ele alarak durum u ku rtarm alan için saatin geldiğini anlam ışlard ır... Proletarya anladı ki^ahnyazılannı el­ lerine alm ak ve zafere ulaşm ak için iktidarı ele geçirm ek kaçı­ nılmaz görevleri ve m u tlak haklarıdır." “Ama işçi sınıfı sadece devlet m akinesine el koyup onu ken d i­ sinin am açlan için kullanm akla yetinem ez.” [Spekülasyonlara neden olan bu tüm ceyi ilerd e ele alacağız - M.A.A.] 3

188

Marx, La Guerre Civile en France 1871/La Commune de Paris, Engcls'in Önsö­ zü, Ed. Soc., 1946, s. 17-19.

“M erkezci devlet iktidarı, organları ile her yerde hazır ve n a­ zırd ır: S ü rek li ord u, p o lis, b ü ro k rasi, d in ad am ları sın ıfı ve yü ksek görev liler sın ıfı, ö zellikle h âk im ler sın ıfı, sistem li ve hiyerarşik bir işbölüm ü planından kaynaklanan ve kökü m ut­ lak m onarşi rejim inde olan tüm bu organlar, önceleri yeni do­ ğan burjuva toplum unu n feodaliteye karşı savaşım ında gü ç­ lü b ir silah görevi yapm ışlardır. (...) G iderek çağdaş endüstri­ nin gelişm esi, kapital ile em ek arasındaki antagonizm ayı, kar­ şıtlığı geliştirm ekte, genişletm ekte ve şiddetlendirm ekte oldu­ ğundan devlet iktidarı, kapitalin em ek üzerindeki ulusal ik ti­ darı karakterini, niteliğini gittikçe daha çok üstlenm ekte, sos­ yal köleleştirm eyi sağlayan düzenli bir kam u gücü haline gel­ m ekte, b ir sın ıf despoıizm ası aracına dönüşm ekteydi. Sın ıf sa­ vaşım ında daha ileri birer aşama olan her ihtilalden sonra dev­ letin sadece baskıcı ve b astın cı bir güç oluşturduğu daha açık­ ça ve hayasızca ortaya çıkıyordu .”

M arx, 1 8 3 0 Ihtilali’nin, iktidarın büyük toprak sahiplerin­ den burjuvaların eline geçmesi sonucunu doğurduğunu ancak Haziran olaylarında işçileri kılıçtan geçiren burjuvaların sahne­ yi en gerici unsurlardan kurulu düzen partisine bırakarak artçı görevi üstlendiklerini; Louis Bonaparte’ın başkanlığını yaptığı P arlam en ter C um huriyet döneminde işçi sınıfına karşı açıkça te­ rör uygulanarak işçi sınıfının sindirilmeğe çalışıldığını; bunun için de Millet M eclisi’nin hüküm ete gittikçe daha geniş yetki­ ler tanıdığını ve sonunda bir hüküm et darbesi ile M eclis’i da­ ğıtan N apoleon’un, Ü çüncü Bonaparı unvanıyla imparatorluk ilan ettiğini; hüküm et etme işini ona bırakan burjuvazinin bu dikta rejim inde söm ürüyü görülm em iş boyutlara ulaştırarak, endüstri ve ticarette büyük gelişmeler sağladığını; ancak bu ge­ lişm elere paralel lüks, sefahat ve işçilerin sefaletinin de gözle­ ri kör edecek boyutlara ulaştığını; serüvenin Prusya süngüsü ile son bulduğunu anlatır. Fransa tarihinin en ilginç 4 0 yılını (1 8 3 0 -1 8 7 1 ) büyük bir ustalıkla iki sayfada gözler önüne ser­ dikten sonra Marx sözü Paris Kom ünü’ne getirir. M arx da, En­ gels de Kom ünü sevmişlerdir. Paris Komünü kafalarındaki pro189

leıarya diktatörlüğünün ilk som ut örneğidir. M arx'in eleştirile­ ri bile bir babanın şefkatli sözlerini andınyor. Ö rneğin Versay üzerine yürüyüp T h iers ve adam larının işini bitirm em elerini eleştirirken yüreğinin sızladığı seziliyor. Nasıl sevm esinler? Pa­ ris Komünü ilk işçi devrimi ve ilk işçi iktidandır. İlk proletar­ ya diktatörlüğüdür. Hem de tam tasarladıkları gibi demokrasiyi fetheden ve uygulayan bir diktatörlük: İşçiler tem silcilerini se­ çimle ve görevden alma yetkisini ellerinde tutarak Paris Beledi­ ye M eclisi’ne gönderm işler ve işçi ücreti kadar aylık almalarına karar vermişlerdir. Marx, Komünü şöyle anlatıyor: “K om ün, im paratorluğun doğrudan doğruya anti-tezi olm uş­ tur. Paris proletaryasının ‘Sosyal Cum huriyet’ çığlıkları ile ilan olunan Şubat thtilalind e, hem en hem en belirsiz b ir dilek olan cum huriyet, im paratorluğun sadece m onarşik biçim d eki sınıf tahakküm üne son verilm esini deği, ama sın ıf tahakküm ünün kendisinin ortadan kald ın İmasını ifade ediyordu. E ski ikü d an n hüküm et m erkezi, aynı zam anda Fransız işçi sınıfının da sosyal kalesi olan Paris, T hiers ve köylü lerin im pa­ ratorluktan m iras kalan eski hüküm et iktidarını sürdürm e gi­ rişim lerine karşı silah la ayaklanm ıştı. Alm an ku şatm asından yararlanan Paris d irenebiliyordu; orduyu dağıtm ış, yerine ço ­ ğunluğu işçilerden oluşan b ir ulusal m uhafız gücü kurm uştu. Bu ad ınım artık ku rıım laştırılm ası gerekiyord u. K om ü n, ilk kararnam esind e nizam i ord unun d ağıtıld ığ ın ı, yerine silahlı halk birlik lerinin kurulduğunu ilan etti. K om ü n, k en tin d eğ işik b ö lgelerin d e gen el seçim le b e lir­ lenm iş ve kısa sürede görevden alınabilecek, sorum lu beled i­ ye m eclisi üyelerinden oluşm aktaydı. Ü yelerinjçogunlugu pek labii işçilerd en ya da işçi sın ıfın ın tanınm ış tem silcilerin d en oluşuyordu. K om ü n, parlam ento niteliğinde b ir organ değil­ di; hem yasama hem yürütm e görevi yapan b ir organdı. Polis, m erkezî hüküm etin ajanı, m em uru durum unda bir örgüt ola­ rak kalam azdı; tüm p o litik yetkileri hem en elin d en alındı ve K om ünün her an görevden alınabilen sorum lu bir ajanı haline getirildi. Aynı hüküm ler, yönetim in değişik dallarında görevli

190

olanlara, m em urlara da uygulandı. Kom ün üyelerinden en kü­ çü k görevliye kadar kam u hizm eti gören herkesin aldığı aylık, işçi ücreti kadardı. Devletin yü ksek görevlilerine çeşitli adlar­ la öd enen tazm inat ve ödenekler, bu yü ksek 'zevatın' kendileri ile birlik te ortadan kalktı. P olitik görevler, m erkezi hüküm etin kuklalarına ait b ir özel m ülk konusu olm aktan çıkarıldı. Sade­ ce belediye görevlileri değil, o güne dek devletin elinde bulu­ nan tüm yetkiler. K om ünün eline verildi. E sk i h ü k ü m etin fizik gü cü nü tem sil ed en ord u ve p olis­ ten ku rtu lan K om ün, baskıcı m anevi gü ce, papazların gü cü ­ ne el attı: M ülk sahibi varlıklar olarak tüm kiliselerin görevle­ rine son verdi m allarına el koydu. Papazlar, özel yaşam ın sü ­ ku netine kavuşturuldu ve öncü leri, havariler m isali, inanan­ ların sadakası ile geçinen kişiler haline geldiler. T üm öğretim k u ru m lan , K ilise’nin ve devletin etkisind en çıkarılarak , hal­ ka ücretsiz hizm et gören kuruluşlar haline getirildi. B öylelik­ le eğitim in h erkese açık olm ası sağlandığından başka bilim de, sınıfsal ön y argılan n ve hüküm et gücünün bilek lerine vurdu­ ğu prangalardan kurtarıldı. (...) Her kam u hizm etlisi gibi yar­ gıçlar da seçim le atanan, sorum lu, görevden h er an alınabilen kişiler durum una getirildiler. K uşkusuz P aris K om ünü, F ran sa’n ın tüm bü y ü k endüstri m erkezlerince ö rn ek alınacaktı. Kom ün rejim i Paris’le ve ikin ­ ci d ereced eki m erkezlerde yerleşince, eski m erkezci hüküm et taşrada da işçilerin özyönetim ine boyun eğm ek zorunda kala­ caktı. K om ünün hazırladığı ama geliştirm eye vakit bulam adığı ulusal ö rgütlen m e taslağında kırsal bölgelerin en kü çü k köy­ lerinde bile p olitik örgütlenm e biçim inin K om ün olacağı, ayrı­ ca kırsal bölgelerde nizam i ordunun yerini ço k kısa hizm et sü­ reli ulusal m ilisin alacağı belirtilm ekleyd i. H er bölgenin Köy K om ünleri, ortak işlerini m erkez ildeki delegeler m eclisi ara­ cılığı ile yü rü tecekler; bölge m eclisleri de tem silcilerin i, yani m illetv ekillerin i, Paris’teki U lusal D elegasyon’a gön d erecek­ lerdi. Her delege h e r an görevden alınabilecek ve kendisini gö­ revlendirm iş olanların ‘em redici vekaleti’ doğrultusunda görev yapacaktı. M erkezî hüküm ete bırakılan az sayıda ama önem li

191

)revler ise kasıtlı ve yanlış olarak ileri sürüldüğünün aksine, nadan kaldırılm ayacak, bu görevler K om ün ajanların ca, yani tizce sorum lu kişiler tarafından yerine getirilecekti. Ulusun ırligi parçalanm ayacak, tersine K om ün A nayasasınca düzennen bir gerçek haline gelecekti. Bunun için ise bağım sız ıılıııl birliğin cisim leşen, üstün biçim i olduğu ileri sü rü len , oysa nun sadece asalak bir uru niteliğinde olan devlet iktidarının rtadan kaldırılm ası gerekm ekteydi. Eski hüküm et iktidarının ılt baskıcı organları yok edilecek; hüküm etin m eşru görevleise bunları gasp ederek toplum un üstünde egem enlik kuran ir otoritenin elinden alınarak, toplum un sorum lu ajanlann a ■slim edilecekti. Ü ç ya da altı yılda bir yönetici sınıfın hangi yelerinin halkı parlam entoda tem sil edeceğine karar verilm e­ yenine genel seçim artık Kom ün biçim inde yapılanm ış hala hizm et edecekti. (...) Beri yandan, tepeden inm e atamaların enel seçim in yerini alm ası kadar h içbir şey K om ünün ruhua daha ters düşem ezdi. (...) Kom ün Anayasası, toplum un s u ­ ndan geçinen, toplum un serbestçe hareket etm esini e n g e lk ­ en parazit devletin o güne dek gasp ettiği tüm güçleri topluıa geri verecekti. (...) Sadece bu olay, Fransa’nın yeniden canınmasmı sağlayacaktı.”4

EviMarx işçi sınıfının devleti ile geçirm ekle yetinm eyece­ ğini çileli değiştireceğini söylüyor ama bu değişikliğin neden gereltini ve ne yolda olacağını da söylüyor. Devletin em ek­ çi yığlarım ezmeye, baskı altında tutmaya yarayan bir makine olmatn çıkarılacağını, başta polis ve ordu olm ak üzere tüm merkci şiddet öğelerinin yok edileceğini yazıyor. Devrimden sonraenel seçim sistem inden vazgeçilm esinin ve yerine tepedemmeci, hiyerarşik bir iktidar kurulm asının asla söz ko­ nusu amayacagmı vurguluyor. Devrimden sonra devlet kalacakııDevlet tarihsel süreç içinde erimeye, yok olmaya başla­ yacak. İşçilerin, em ekçilerin oylarıyla göreve getirilen işçi ve emek yöneticiler m eclisin büyük çoğunluğunu oluşturacak­ lar veer an seçm enlerce görevden alınabileceklerdir. Proletar4

192

M;, a.g.c., s. 16-19, 4 9 -5 4 .

va diktatörlüğü, işçiler ve em ekçiler demokrasisidir. Engels’in, •‘Proletarya d iktatörlüğü, Paris Kom ünü’d ür,” dediğini unut­ mayalım. M arx da M anifesto'da şunu der: "İşçi devrim inin ilk işi proletaryayı egem en sın ıf haline getirm ek ve dem okrasiyi fethetmek olacaktır. Proletarya siyasal üstünlüğünden yararla­ narak, burjuvazinin elindeki tüm sermayeleri azar azar kopara­ rak devletin elinde, yani egemen sınıf olan proletaryanın elin­ de toplayacaktır.”5 Bu işçi sınıfının, tüm em ekçilerin, yani bü­ yük çoğunluğunun iktidandır. İşçilerin ve em ekçilerin iktida­ ra gelişleri hangi yoldan olursa olsun, em ekçi iktidarı dem ok­ ratik bir rejim olacaktır, genel seçim sistem i hilesiz işleyecek­ tir; Paris Kom ünü nde olduğu gibi... Ve asla tepeden inm e buy­ ruklarla atam alar biçim ini almayacaktır. Paris Kom ünü ile ilgi­ li yukarıdaki tahliller, M arx’m em ekçi iktidarı hakkm daki gö­ rüşlerinin bu merkezde olduğunu ortaya koymaktadır. Ve dev­ let, böyle bir dem okratik ortamda giderek eriyecek, zamanla ta­ rihe karışacaktır. Lenin farklı g örü şler savunuyor. A ncak bu nları M arx’tan kaynaklanan ama Rusya'nın içinde bulunduğu koşulların et­ kisiyle yeniden biçim lenm iş uzantılar olarak sunuyor. Marx’m Paris Komünü hakkm daki görüşlerinin Lenin tarafından nasıl yorumlandığı, sanıyorum en açık biçimde, Devlet ve Devrim ad­ lı kitapta görüyoruz. Fırtına, devlet m akinesinin tahribi ve ku­ rulacak yeni devletin niteliği, biçim i üzerinde kopuyor. Lenin, M arx’m Paris Komünü üzerindeki değerlendirmelerine bunla­ rın anarşistler ve sosyal-dem okraılarca nasıl saptırıldığını an­ latarak başlıyor. Lenin de, temsil sistem inin ve genel seçim le­ rin ortadan kaldırılmasının söz konusu olamayacağını vurgulu­ yor.6 Keza M arx’in burjuva parlamentarizmine kesinlikle kar­ şı çıktığını da defalarca belirtiyor. Ve geliyor burjuva devletin yok edilmesi ve yenisinin kurulması sorununa. M arx’tan, Engels’den alıntılarla tem ellendirilm eye çalışılan bu konuda ki­ mi kavramlara ağırlık verildiği, toplum ların tarihçe biçim lendi­ rilm iş farklılıktan vurgulanarak, kimi yeni yorum lar getirildi5

Manc-Hngcls, L t Muni/esfc Communisic.

6

Lenin. L'lıtat et la Revolution, s. 46.

193

gi gözden kaçmıyor. Bunlar hep öncüler partisi düşüncesi dola­ yında anlamlanan yorumlardır: “Biz ütopyacılar değiliz. Bir ham lede tüm yön etim lerd en, tüm bağım lılıklardan ku rtu lu nabileceği ‘rüyası’ görm üyoruz. Pro­ letarya diktatörlüğü rolünün kavranm am asından kaynaklanan bu gibi anarşist rüyalar M arksizm e yabancıd ır ve sadece sosya­ list devrim in insanların değişecekleri güne dek ertelenm esine yol açm aktadır. Biz bugünün insanlan ile sosyalist devrini is­ tiyoruz; bağım lılıktan, ‘tâbi’ olm aktan, kon trold en, denetleyi­ cilerden ve m uhasebecilerden vazgeçm eyen bugünün insanlan ile... Ama bu, tüm söm ürülenlerin, tüm em ekçilerin ‘silahlı öncülerine’ bağım lı olm ak, boyun eğm ek dem ektir. Yani pro­ letaryaya bağım lılık. ( ...) Biz kendim iz, işçile r, sıkı bir disip­ lin, dem ir gibi b ir disiplin kurarak ve bu d isiplini iktidar olan silah lı işçile rle sü rd ü rerek, kap italizm in y arattık larım hare­ ket noktası yaparak, büyük üretim e geçeceğiz. Ve devlet me­ m urlarını düşük ü cretli, her an azledilebilir ve bizim direktif­ lerim izin basit icracılan , ‘denetim ci ve m uhasebecileri’ olarak kullanacağız.”7

Burada duralım. Lenin hayalci olm adıklarını, insanların bir anda değişm eyeceğini; em ir alm aktan, bağım lılıktan, tâbi ol­ maktan, kontrolden, denetim ci ve m uhasebeciden vazgeçme­ y ecek lerin i söylüyor. A yrıca kim e bağım lı olu n acağ ın ın da ön em li olduğunu vurgulayarak; “tüm sö m ü rü len le rin , tüm em ekçilerin silah lı ön cü lerine, proletaryaya tâbi olunacak, ita­ at ed ilecektir” diyor. T abii hem en akla şu soru geliyor: Tüm em ekçilerin, tüm söm ürülenlerin öncüleri olduğu söylenen ve silahlı öncüsü adı verilen bu kişiler em ekçileri tem sil yetkisi­ ni kimden alm ışlardır? Lenin bu soruya Ne Y apm alı? adlı kita­ bında çok açık bir yanıt verir. İşçilerin örgütü ile devrim cile­ rin örgütünün, ayrı şeyler olduğunu söyleyen Lenin’iıı görüş­ lerini daha önce anlattığım ız için tekrarlamayacağım. Ama so­ runun can noktasının burada olduğunu bir kez daha vurgula­ mak isterim. Ekim Devrimi’nden yetm iş yıl sonra sosyalist eti­ 7 194

Lenin, L'Ctat et la Revolution, s. 49.

ketli devletlerin tüm ünde manzara şu: Hepsinde kom ünist par­ tileri, daha doğrusu bu partilerin merkez yürütme kom itesinin yöneticileri ama asıl parti genel sekreterleri egem enliğin mut­ lak sahipleridir. Bu kim seler genel seçim le işbaşına gelm edikle­ ri ve görevden uzaklaştırılm adıkları için bu ülkelerde Paris Komıınü’nde olduğu gibi bir işçi iktidarından söz edilemez. Oy­ sa Marx ve Engels’in düşledikleri p ro letary a diktatörlü ğü Paris Komünü idi. Lenin’in m odeli ile Marx ve Engels’in m odeli fark­ lı şeylerdir. Komün, işçi dem okrasisi konusunda önem li bir olaydır. Ör­ gütlenm e konusunda da önem lidir. Yukarıda açıklandığı gi­ bi Komün yönelim i, yerel Kom ünlere dayalı, yerel K om ünle­ rin tem silcilerinden oluşan bir merkez iktidarı tasarlamaktay­ dı. Tabana dayalı ve tabanın sesini duyurduğu bir yapılanma. Bunu gerçekleştirm eye vakit bulamadı. Ancak üç ay yaşayabil­ di. Ama işçilerin Paris’te nasıl bir yönetim kurduklarına bak­ mak yeliyor: Paris K om ünü gerçek bir işçi iktidarı idi, yani doğrudan doğruya işçi tem silcilerinin yönettiği bir politik ya­ pılanma modeli... Oysa Ekim Devrimi’nde Lenin ve arkadaşla­ rının gerçekleştirdiği model bambaşkadır. Bu modelde, iktidar gerçeklen işçilerde değil, işçiler adına savaşan, p rofesy on el dev­ rim cilerdedir. Ekim Devrimi’nden hemen sonra Bolşevikler, Kurucu M ec­ lisi dağıtm ışlard ır. O ysa iktid ar ele geçirm eden ö n ce K uru­ cu M eclis’in hem en toplanm asını istiyorlardı. İktidara gelin­ ce Lenin ve T roçki, Kurucu M eclis’in gereksizliğini savunmaya başlamışlardır. Orada da kalmayarak genel seçim lerin ve ulu­ sal temsil m ekanizm asının gerçekte bir değer taşımadığını sa­ vunmuşlardır. Troçki işçilerin hızla bilinçlendiklerini, oysa de­ mokratik kuram ların yavaş işleyen m akinesinin buna ayak uy­ duramadığını ileri sürm üştür. Yani seçim lerle kurulan m eclis­ ler bir süre sonra değişen, yenileşen kamuoyunun gerisinde ka­ lır. Oysa m illetvekillerinin kamuoyuna ayak uyduracakları bi­ linen bir gerçekli. Besbelliydi ki, Lenin ve arkadaşlan dem ok­ ratik kuram ları tasfiye etmeye karar vermişlerdi. Nitekim Ku­ rucu M eclis’in dağıtılm asını öteki dem okratik kuram ların or195

ladan kaldırılması izledi. Basın hizaya getirildi, m uhalif partiler kapatıldı, gösteri ve toplantılar yasaklandı. Kamuoyu artık te­ peden inm e buyruklarla biçim lendirilecekti. Bu girişim ler bel­ ki yöneticileri rahatlatıyordu. Ama sosyalist heyecanı, yaratıcı­ lığı yok ediyordu. Oysa sosyalizm , hele Rusya gibi geri kalmış bir toplumda, ancak em ekçi halk yığınlarının gönüllü özverisi ile kurulabilirdi. Sosyalizm derken toplumun yeniden yaratıl­ masını düşünüyorum. Bu ancak yığınların cöm ertçe harcayaca­ ğı, gönüllü çabası ile gerçekleşebilir. Çünkü toplumun temel­ den değişmesi sadece yeni fabrikalar, yeni yollar, yeni limanlar, yani kısacası maddi başarılardan ibaret değildir. Bu en başta in­ sanların değişmesi dem ektir. Ve bu değişim ancak halkın sos­ yalizmi benim sem esi ve bu yolda severek yürümesi ile gerçek­ leşir. İnsanlar tarihin karanlıklarından bu yana edindikleri ben­ cil duygulardan sıyrılacaklar, yepyeni erdemlere sahip olacak­ lardır. Bu buyrukçu bir rejim de olmaz. Oysa Lenin oldum olası devleti ele geçiren bir avuç öncü­ nün buyruklarla toplumu değiştirebileceğine inanıyordu. Pro­ fesyonel devrim ciler kavramı bu inancın ürünüydü. Bu inancı gerçekleştirm eye hizm et edecek bir de parti icat edilm işti: Pi­ ram it biçim inde bir ö n cü ler partisi... Böylece p r o le ta ry a d ik ­ tatörlüğü bu partinin diktatörlüğüne dönüşüyordu. Oysa par­ tinin bir işçi partisi olm adığını Lenin'in kendisi vurgulayarak belirtm iştir.8 Parti bir avuç devrimci öncünün partisidir; işçile­ rin örgütü sendikalardır, sendikaların dizgini ise partinin elin­ dedir. Böylece p r o le ta ıy a diktatörlü ğü kavramı içerik değiştiri­ yor: İşçi sınıfı adına öncü lerin diktatörlüğü anlam ında kulla­ nılıyordu. Ama Lenin daha da ileri gidecek ve kişi diktatörlüğünün pro­ letarya diktatörlüğüne ters düşmediğini, onunla bağdaşabilece­ ğini ileri sürecektir. Bolşevik Partisi’nin 29 M art-5 Nisan 1920 gü nlerind e, M oskova’da toplanan 9. K ongresi’nde, L en in ’in sunduğu E kon om ik Y apılanm a hakkındaki konuşm asını okuya­ lım. Konuşm asının bir yerinde Lenin şöyle diyor:

8

196

Lenin, Quc Faire?, s. 112-128.

“M erkez icra K om itesi'nin iki yıl önce aldığı b ir kararla res­ men onaylanm ış olan bir konuyu biz sadece tekrarlam akla ye­ tiniyoruz. M erkez İcra K om itesi'nin çoktan çözüm lediği, kes­ tirip attığı ve aydınlattığı bir konuda; Sovyet sosyalist d em ok­ rasisinin kişisel iktidar ve diktatörlükle asla çelişm ediği, hatta kim i zam an bir d iktatörün tek başına bir sınıfın iradesini ger­ çekleştirm ed e daha çok iş gördüğü ve çoğu zam an daha yarar­ lı olduğunu vurguladığı konusunda şim di bizi geriletm ek isti­ yorlar. H erhalde bizim kolektif ve kişisel yönetim hakkm daki ilkesel tutum um uz öteden beri bellidir. Ayrıca bu konu M er­ kez İcra K om iıesi'nce karara da bağlanm ıştır.”9

Lenin bu konu şm ayı, besbelli işçilerin şevkle çalışm aları üzerine yapmış. 1920’nin zor günlerinde. “Herkes var gücüy­ le kaytarm adan çalışacak ,” dese olmaz mıydı? Ne gerek var­ dı proletarya diktatörlüğünden söz etm eye? Proletarya d ik­ tatörlüğü işçilere karşı değil, burjuvalara karşı uygulanır. Ve M arx’tn M anifesto'da vurguladığı gibi, “Proletaryanın hareke­ ti kocam an çoğunluğun, kocam an çoğunluk yararına, kendi­ liğinden hareketid ir.” Proletarya diktatörlüğü ile kişisel dik­ tatörlüğün bağdaşması asla mümkün değildir. Koca çoğunlu­ ğun, kişisel iktidar ve diktatörlükle yönetilm esi ancak bu rju ­ va anlam da bir diktatörlüktür. Bunun proletarya diktatörlüğü ile h içbir ilişkisi yoktur. Çünkü kişi diktatörlüğü dem ek, ço ­ ğunluğun bir yana itilerek, tek bir kişinin egem en olması de­ m ektir ki, proletarya diktatörlüğü kavramının yadsınması an­ lamına gelir. Lenin ciddiye alınam ayacak sözde teorik açıkla­ malar yapacak yerde, “üretimdeki aksamalar karşısında önlem alm ak zorundaydık” demiş olsaydı, kim itiraz edebilirdi. Ama hazret, tutum unu teorik bakım dan haklı gösterm eye kalkışı­ yor. Engels’in Paris Kom ünü olarak açıkladığı proletarya dik­ tatörlüğünü kişisel d iktatörlükle bir tutm ak bağışlanm az bir gaftır. Ama L en in’in kalem inde şaşılacak bir yanı da yoktur. Çünkü Lenin oldum olası, devrimin profesy on el dev im ciler ta­ rafından, yukarıdan aşağı gerçekleştirileceğini inanm ıştır. Bu9

Lenin, CEtmes, c. 30, s, 488-489.

197

nun içindir ki, piram it biçim inde örgütlenm e m od elini, gizli çalışm anın dayattığı bir zorunluluk olarak değil iktidarı ele ge­ çirdikten sonra sosyalizm in kuruluşu için de kullanılacak bir m odel olarak kabul etm iştir. Ama sosyalizm de, dem okrasi de buyrukla kurulam ıyor. Aradan yetm iş yıl geçtiği halde Sovyeıler Birliği’nde ne sosyalizm ne sosyalist dem okrasi kurulabil­ miştir. Ve bugün Lenin’in koltuğunda oturan G orbaçov, açılı­ lık p olitika sı ile d em o k ra siy e yönelerek, m erkezci sistem i yu­ muşatmaya çalışıyor. Slalin’i eleştiriyor. Oysa kişi diktatörlü­ ğüne yeşil ışık yakan Lenin’dir. Elbet Lenin’in eleştirisine de sıra gelecek bir gün. Evet, çeşit çeşit engeller var karşım ızda: Faşist yasalardan, sosyalizm hakkınd aki çelişen görüşlere dek, türlü zorluklar var önümüzde. Oysa hepimiz Türkiye için tek kurtuluş yolu­ nun sosyalizm olduğunu biliyoruz. 1968’den bu yana tezgâh­ lanan oyunlardan hâlâ gerekli dersi almış görünmüyoruz. Ç ık­ maz olduğu kanıtlanm ış yolları, hâlâ denemeye kalkışan evlat­ larım ız var. A m erika’nın m üttefiki T ü rk burjuvaları yeniden başlayan silahlı eylem denem elerini alaycı bir tebessüm le izli­ yorlar herhalde... Aynı senaryoyu başka aktörlerle oynamaya devam edemez sosyalistler. Sosyalistler, öncelikle yıllardır süren şu bölünm üş­ lüğe, son vermenin yolunu bulmalıdırlar. Bir araya gelip bilim adam lan gibi tartışmalıdırlar. M arx’in teorisi bilim sel bir teori. Her bilim teorisi gibi o da eleştiriye açıktır. Eleştirisiz bilim ol­ maz. Çünkü bilim i ancak eleştiri ile ve yeni buluş ve görüşle­ ri gerçeklerin m ihenginde değerlendirerek ilerletebiliriz. T ü r­ kiye’nin sosyalist yolunu, biz Türkiyeli so syalistler bulgula­ yacağız. Değişik görüşlerim izi, inançlarım ızı tartışarak... Bu­ nun için en kısa zamanda bir masa etrafında bir araya gelm e­ liyiz. Türkiye’de sosyalistlerin fazla bir ağırlıkları yok. Bölün­ müşlük bizi daha da etkisiz hale getiriyor. Bu duruma son ver­ mek hepimizin görevidir. Bunu başaramazsak ilerde çok suçla­ nacağız hepimiz. Bu kitapta sosyalizm anlayışım ız açıklan ıyor. B un lar tüm sosyalistlerin eleştirisine açık. Bir araya gelelim, isterseniz işe 198

bu görüşlerin eleştirisinden başlayalım. Böylece sizlerin görüş­ lerini de bizler öğrenm ek ve gerekiyorsa eleştirm ek olanağını bulmuş oluruz. Ve en doğru çizgide birleşm enin yolunu ara­ rız, belki de buluruz. M e h m e t A li Aybar Beb ek, 22 Eylül 1987

199

İKİNCİ

KİTAP

Marksizmde Örgüt Sorunu: Leninist Parti Burjuva Modelinde Bir Örgüttür

GİRİŞ

Bunalım, bürokratik sapma ve örgütlenme sorunu Bu kitapçık, geçen yıl Cum huriyet gazetesinde yayımlanan Le­ ninist örgütlenme konusundaki incelem elerle,1 M oskova ve Pe­ kin yanlısı dergilerin saldırılarına verdiğim yanıtlardan oluşu­ yor. Bunlan yeniden yayımlarken, kimi bölümleri genişlettim. Ö rgü tlenm e, so syalist uygulam anın tem el soru nu olduğu halde, bildiğim kadarı ile Marksizmde teorik bir sorun olarak ayrıca ele alınm am ıştır. Toplum ların üretim tarzı ile örgütlen­ me biçim i arasındaki ilişkiler üzerinde ne Marx ne Engels dur­ m uştur. Konuyla L en in ilgilenm iş, ancak o da soru na sade­ ce pratik açıdan yaklaşm ıştır. Önerdiği m erkezci, dikeyine hi­ yerarşik, asker disiplinli parti modelini savunmak için yüzler­ ce sayfa yazmış olduğu halde bu örgütlenm e biçim inin, sosya­ lizmle bağdaşıp bağdaşmadığını hiç düşünm em iştir. Sosyaliz­ min uygulanmasında ciddi sorunlar ortaya çıktığı halde, bugün bile, bunların bir ters örgütlenmeden ileri gelebileceği, olum ­ suz etm enler arasında sosyalizmle bağdaşmayan bir örgütlen­ me biçim ine sanlınm ış olmasının da rol oynayabileceği teorik 1

26-30 Ağustos, i 1978 - c.n.l

203

bir sorun olarak ele alınm ıyor. Oysa birbirinden Farklı sosyo­ ekonom ik yapılara sahip olan ve farklı tarihsel koşullarda sos­ yalizme geçm iş loplumlarda aynı rahatsızlıkların belirm esi or­ tak bir nedenin araştırılm asını gerekli kılmaktadır. Yarım yüzyılı aşan uygulama sosyalizmin derin bir bunalım içinde olduğunu gösteriyor. O layları, “sosyalizm in yükselen bayrağı!” falan gibi sloganlarla örtbas etm ek olanaksızdır. Sovyetler Birligi’nde bir Stalin dönemi yaşanmıştır. Otuz yıl süren kanlı bir diktatörlük. 20. Kongre’de Kruşçev bu kanlı iktidarı örten giz perdesini araladı: Halkların yığınlar halinde yaşadık­ ları bölgeden başka bölgelere sürülm esi; işçilerin, köylülerin öldürülmesi; kanlı polis operasyonları; siyasal rakiplerin düz­ mece davalarla yok edilm esi... Benzer olayların sosyalist etiketli öteki ülkelerde de cereyan ettiği biliniyor. Kruşçev sosyalizm ­ le asla bagdaştırılamayacak olan bütün bu olayları, Stalin’in sır­ tına yüklemiş ve bu olguyu tümü ile “kişinin putlaşm ası” ola­ rak nitelemişti. Ne var ki, sosyalizme ters düşen olaylar 20. Kongre’den son ­ ra da devam etm iştir; işçiler, köylüler gene sistem li biçim de ik­ tidardan uzak tutulm aktadır. Hiçbir konuda gerçekten söz ve karar sahibi değillerdir. Sosyalist dem okrasi gene askıdadır. Muhalifler öldürülm üyorlarsa da, gene susturulm aktadır. Gene özgürlük yoktur. Gene iktidar küçücük bir azınlığın, bürokra­ sinin tekelindedir. Sovyetler Birliği, dünya kom ünist hareketi­ ni gene hegemonyası altında tutma çabaları içindedir: M acaris­ tan’ı, Çekoslovakya’yı ordularına işgal ettirm iş, sadakatlerine güvendiği kim selerden oluşturduğu hüküm etleri iktidara ge­ tirmiştir. M acaristan Kom ünist Partisi Birinci Sekreteri ve ülke­ nin başbakanı Imre Nagy’yi gizlice öldürtmüştür. Bunlar 195 6 ’ların, 196 8 ’lerin olayları. Ama sosyalist etiketli dünya hâlâ rayına oturm am ıştır. 1948’de, Yugoslavya’nın Stalin’e rest çekişinden sonra, 1 9 6 0 ’lardan sonra Sovyet-Ç in an­ laşmazlığı iyice su yüzüne çıkm ıştır. Sosyalist etiketli dünya­ nın bu iki devi giderek birbirlerini sosyalizme ihanetle su çla­ maya, sınır bölgelerinde silahlı çatışmalara girişmeye başlam ış­ lardır. Bugün ise bu iki dev, Güneydoğu Asya’da, üçüncü dev­ 204

letler aracılığı ile savaşmaktadırlar: Sovyet yanlısı Vietnam , Çin yanlısı Kam boçya’ya saldırm ış, Pol-Pot hüküm etini devirmiş, Vietnam yanlısı bir kukla hükümet kurdurmuşum. Buna karşı­ lık Çin de Vietnam ’a saldırmış, Çin Silahlı Kuvvetleri Hanoi’ya yaklaşm ış am a dünya kam uoyunun tepkisi karşısın d a, Çin kuvvetleri Vietnam topraklarını boşaltm ıştır. D ikkat çekicidir ki, bu olayda her iki taraf da hareketin bir “cezalandırm a” ha­ rekeli olduğunu iddia etmişlerdir: Vietnam , Kamboçya’yı ceza­ landırdığını söylem iş; Çin de Vietnam’ı cezalandırm aktan söz etmiştir. Sanki sosyalizmde bir sosyalist devletin bir başka sos­ yalist devleti cezalandırmaya hakkı varmış gibi... Stalin dönem ini ve daha sonraki ters olayları bir yana bırak­ sak bile -b ırak ılacak şeyler değil e lb e t- sadece Kamboçya, Vi­ etnam , Çin arasındaki savaşlar sosyalizmin derin bir bunalım içinde olduğunu kanıtlar. Çünkü sosyalizm savaşı yadsıyan bir düzen vaat eder. Eğer sosyalist etiketli iki devlet birbirleriyle savaşıyorlarsa bu, sosyalizmin çok ciddi bir rahatsızlık geçir­ diğini gösterir. Kaldı ki, ters uygulamaların, Lenin zam anında başladığı da artık bugün biliniyor: Lenin, devrimden hemen sonra işçilerin fabrikaları işgal etm esine, işçi kom iteleri kurup yönetim i elleri­ ne alm alarına şiddetle karşı çıkm ış, fabrikalarda yönetim in es­ ki patronlarda kalm asını savunmuştur. Gene Lenin, ulusal eko­ nom inin sendikaların yönetim ine bırakılm asına da karşı çık ­ mıştır. M arksizmin, “ortak üreticilerin, ürettikleri ürünler üze­ rinde ortaklaşa söz ve karar sahibi olm alann ı" öngören temel ilkelerinden birini savunan “İşçi M uhalefeti”ne gene Lenin kar­ şı çıkm ış, Kollontai ve arkadaşlarını anti-M arksisı bir çizgi iz­ lem ek ve Kronstad Ayaklanması ile ilişkili olm akla suçlayarak “İşçi M uhalefeti” ile birlikte parti içi ve dışı tüm sosyalist mu­ halefet grup ve partilerini yasaklamıştır. Partinin 10. Kongresi’nde alınan bu kararlarla, düşün ve basın özgürlüklerini orta­ dan kaldıran tüm kararlar devrimin o tarihte noktalandığının a çık kanıtlandır. Bu olaylar, düşünebilen M arksistlerin kafasında soru işaret­ lerinin belirm esine neden olmuştur: Proletarya diktatoryası ne­ 205

den, nasıl, em ekçileri dışlayan bir bürokrasinin ve onun başın­ daki “güçlü” adamın em ekçilere karşı kanlı iktidarına dönüştürülebilmiştir? Nasıl, neden işçiler, köylüler, buna göz yumm uş­ lardır? Yoksa proletarya diktatoryası işin başından beri sihir­ li bir sözcükten ibaret m i kalm ıştır? Burjuva ideologları ise bu olayları M arksizmin iflası olarak yorumluyor, M arksizm in öz­ gürlükle bağdaşmadığı sonucunu çıkarmaya çalışıyorlar. Bun­ lara susturucu yanıtlar verm ek zor değildir. M a rx in bilim sel ve politik m ücadelesi tümüyle işçilerin, em ekçilerin kurtuluşu için özgürlük için ödünsüz bir savaştır. Yapıtları bunun en can­ lı kanıtıdır. Bunların içinden buraya aktaracağım ız şu satırlar, bu yakıştırmaları kökünden çürütm eye yetecektir. M arx, K api(ai’de şöyle yazar: “O lanaklı olan b iricik özgürlük, sosyal insanın, ortak ü retici­ lerin, doğa ile alışverişlerini, akla uygun o larak düzenlem eleri, doğanın kör gücüne boyun eğecek yerde, elbirliği ile onu de­ netlem eleri vc bu alışverişi en az em ekle ve insan doğasına en yaraşır, en saygın b ir biçim d e gerçekleştirm elerid ir.”2

Marx’in öğretisi, bilim ışığında kurtuluşu, özgürlüğü bulma m ücadelesidir. M arx, yukarıya aktardığım ız satırlarda, ortak üreticilerin elbirliği ile insan doğasına en yaraşır ve üretim in en az em ekle sağlanmasını gerçekleştirecek olan b ir sosyal düzen kurmalarını ve elbirligi-üf"yönetip denetlem elerini önerm ekte­ dir. Kaldı ki, Marx’in bu önerisi henüz çalışm anın zorunlulu­ ğunu koruduğu geçiş dönem i içindir. Sınıfsız toplum da insan, kendi varlığının bilincine en üst düzeyde erişerek, tüm yaban­ cılaşmalardan kurtulm uş, tam anlamıyla özgür bir varlık ola­ caktır. Burjuva ideologlarının, M arksizmin özgürlükle bağdaş­ madığı hakkındaki iddialan dayanaktan yoksundur ve sınıfsal bir körlük örneğidir. Ama yukarıya sıralad ığ ım ız so ru lar y anıtsız bırakılam az. Y an ıtların “ip u ç la rı” y u karıd aki satırlard a g izlid ir. O laylar bu satırlar ışığında değerlendirilirse, yanıtlar ortaya çık acak ur. 20. Kongre’den beri bu sorular benim kafam da da yer et­ 2 206

Marx, Le Capital, c. 3. s. 198-199.

mişti. Kruşçev’in “kişinin pullaştırılm ası” biçim indeki açıkla­ ması pek çokları gibi beni de hiç doyurm am ıştı. Çünkü sorun zaten bu “pu tlaşm anın ” nasıl olduğu idi. Sovyet Devrim i ye­ ni bir bürokrasinin oluşm asına yol açm ıştı. Bunların bir kısmı Çarlıktan miras kalm ıştı. Ama önem li bir kısm ı da devrimden sonra ortaya çıkm ıştı. Lenin kendisini, arkadaşlarını, yani par­ tiyi, bürokrasinin dışında görüyor ve bürokrasi ile m ücadele­ yi partiden bekliyordu. Bürokrasinin doğuşunu, Rusya’nın ge­ ri kalm ışlığı ile artizanal üretimin yaygınlığı, köy-kent ayırımı ve ulaşım zorluğu gibi etm enlerle açıklıyordu. Oysa zam an­ la bu etm enler ortadan kalktığı halde, bürokrasi Lenin zama­ nına kıyasla ço k daha büyük boyutlara ulaşm ıştır. Dem ek ki, bürokrasi olgusunun bir başka nedeni vardı. Ayrıca bürokra­ si tepeden inm eci totaliter rejim in birlikte geliştiği ve aynı ol­ guların, bam başka tarihsel koşullar içinde bulunan, farklı sosyo-ckonom ik yapılara sahip olan toplumlarda da aynen görül­ mesi dikkat çekiyordu. Ö rneğin Çekoslovakya ileri bir sana­ yi toplumuydu sosyalizm e geçtiği tarihte ama geri kalm ış Rus­ ya’daki gibi onda da tepeden inm eci, totaliter bir rejim kurul­ muş, em ekçilerd en k op u k bir bürokrasi türem iştir. Bu göz­ lemler, aynı hastalığı yaratan bir virüsün aranm ası gereğini an­ latıyordu. Sovyetler Birliği’nde ve onu m odel alm ış ülkelerde aynı yozlaşmayı doğuran bir virüs. Sovyetler Birliği’ne ve öte­ ki sosyalist ülkelere ortak olan bir ters yapı, bir ters davranış vardı mutlaka. İlk olarak göze çarpan yönetici kadro ile em ekçi yığınların birbirine yabancılaşm ış olmasıydı. Tıpkı burjuva toplum lanndaki gibi, yöneticilerle em ekçi halk arasında aşılmaz bir mesa­ fe vardı. Burjuva toplum larma göre burada bu mesafe daha da çoktu. Dem okratik burjuva toplumlarmda yönetici halka yakın görünm ek gereğini duyar. Oysa buradaki mesafe, adeta bir sı­ nıf farkından doğan bir yaşantı uçurumu idi. Üstelik bu mesafe, tüm yetkilerin yöneticilerin tekelinde toplanmış olmasıyla bir kat daha uzam aktaydı. “Buyuran-buyurulan” ilişkileri devam ediyordu, tıpkı burjuva toplum larındaki gibi. Bu, çok ters bir şeydi. Sosyalist toplum un özgürlükçü, eşitçe ilişkileri kurula­ 207

mamıştı. Parti yöneticileri, yük sek memurlar, ordu ve polis ör­ gütü m ensuplan, bilginler, sanatçılar, teknokratlar, işletm eci­ ler, sporcular ve aileleri kendi içinde hiyerarşik bir sosyal sınıf oluşturm uşlardı; çalışm a koşullarını saptayan ve ulusal geliri bölüştüren egemen bir sosyal sınıf... Bunların karşısında işçiler, köylüler ikinci sınıf vatandaş durumundaydılar. Hiçbir işte söz ve karar sahibi değillerdi. Ü stelik sömürü cle son bulm am ıştı: Çalışma günü gene ikiye bölünüyor; işçiler, köylüler “toplum için çalışm a’’ adı verilen ve karşılığında ücret almadıkları çalış­ ma saatlerinde gene bir artık-deger üretiyorlardı. Bu artık-değeri, üretenler değil, yönetici kadro bölüştürüyor, bu bölüştür­ mede bürokrasi doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak en bü­ yük payı alıyordu. Bu terslikler “Sovyet m odeli”nde bir sosya­ lizm uygulayan tüm ülkelerde görülmekteydi. Bu ülkelerin bir ortak yanlan daha vardı: M arx’m bilim sel öğretisi, hepsinde aynı felsefe sistem ine, bir çeşit varlık bilgi­ sine, "otıtologie^ye dönüştürülm üştü. M arksizm -Leninizm adı verilen bu siyasal id eoloji bir bilim ler bilim iydi. Doğanın ve toplum un gelişm e yasalarını açıklayan bu felsefe sistem i ile geçm işin d e, yarının da, bu gü nün de sırları çözülm ekteydi. Tüm yetkileri tekellerinde toplamış olan yöneticiler bu yeni di­ nin de başrahipleri durum undaydılar: M arksizm -Leninizm de neyin doğru neyin yanlış olduğunu y a ln ız ın la r, daha doğrusu başrahip durumunda olan Stalin söylerdi. Sosyalizme ters düşen bu yola nasıl, neden girilmişti? M arx’a göre devrimin taşıyıcısı ve gerçekleştiricisi olan işçi sınıfı n a­ sıl pasifleştirilebilm iş, bir kenara itilm işti? Bürokratlaşm a ne­ den oluyordu? Bürokrasinin egemenliğini sağlayan ne idi? Sta­ lin nasıl putlaşabilm işti? İlişkileri ters yollara yönelten bir araç, bir makine mi vardı? Evet, soru lar bu noktada düğümleniyordu. Sosyalist etiketli ülkelerin hepsinde, Çin dahil, siyasal makine aynı biçim de ku­ rulmuş ve aynı biçim de işliyordu. Tüm yetkileri merkezde top­ layan bir m akine... Lenin, Komünizmin Ç ocu klu k H astalığı adlı kitabında her şeye 19 kişilik m erkez kom itesinin egemen oldu­ ğunu yazıyor ve bu 19 kişinin gerçek anlamda bir oligarşi oluş208

ııırduklanm yazıyordu.3 Oysa proletarya diktatoryası bir o li­ garşinin iktidarı dem ek değildi. Demek ki, bozukluk buraday­ dı; ‘‘o lig a rşi”yi yaratan makinedeydi. Lenin, N e Y apm alı?, B ir Adım Heri İki Adım Geri. Bir Y oldaşa Ö rgütlenm e G örev lerim i­ ze D air M ektup adlı yapıtlarında bu m akinenin yapısını, işleyi­ şini uzun uzadıya açıklar. Bu, kü çü k bir azınlığın kocam an ço ­ ğunluklara egem en olm asını sağlayan bir m akinedir. Kaskatı merkezcidir, dikeyine hiyerarşilidir, tepeden inm e disiplinlidir bu m akine. Baştakiler, ilke olarak kalım lı yöneticilerdir. Bun­ lar işçi sınıfının “öncü ”leri olma iddiasındadır ama kendileri iş­ çi kökenli olm ayabilirler; öncülükleri de işçi sınıfının herhangi bir irade beyanına dayalı değildir. Ö ncülükleri, sosyalist b ilin ­ ce sahip oldukları hakkmdaki iddialarından kaynaklanm akta­ dır. Lenin defalarca tekrarlam ıştır ki, “öncüleri ve öncü ”lerden oluşan partiyi, işçi sınıfı ile em ekçi yığınlarla asla karıştırm a­ mak, b ir tutmam ak gerektir. Bilindiği gibi bu örgütlenme biçim i, önce Rus Sosyal Dem ok­ rat Partisi’nce benim senm iştir. Devrimden sonra. III. Enternas­ yonal aracılığı ile tüm kom ünist partilerine dayatılm ıştır. Za­ ten bu partiler, m erkezi M oskova’da bulunan Kom ünist Enter­ nasyonalin birer şubesi durumundaydılar. Giderek tüm sosya­ list etiketli devletler de kaskatı m erkezcilik esasına göre kurul­ dular. M erkezci, dikeyine hiyerarşili, tepeden inm e disiplinli ve yöneticilerin kalımlı olduğu “Leninist örgütlenm e m odeli”, bir­ birine düşman kamplara ayrılmış da olsalar, tüm kom ünistlerin benimsediği ve politik ideolojilerinin ayrılmaz bir öğesi olarak gördükleri, biricik örgüt biçimidir. Oysa bu örgüt biçim i, sosyalizm e ters düşm ekledir. Sosya­ lizm, eşitliği ve kardeşçe dayanışmayı öngörür. Bundan dola­ yı, küçük bir azınlığın, yığınlar üzerinde egem enlik kurm ası­ na yol açan Leninist örgütlenm e modeli ile sosyalizm bağdaş­ maz, bağdaştırılmaz. Aslında Leninist örgütlenm e m odeli, bur­ juva toplum lannın örgütlenme biçim idir. Örgütlenm e biçim i toplum lann üretim tarzına sıkıca bağlıdır. Yanlış adım, kapitalizme özgü bir örgütlenme modeli ile sosya3

Lenin. La M aladie infantile du communisme. s. 26.

209

lizm kurmaya kalkışılmış olmasmdaydı. Marksizmde, bu soru­ na teorik açıdan yaklaşılmadığı için, hâlâ örgütlenm enin yansız bir iş olduğu sanılmaktadır. Oysa insanların işbirliği etmelerini, bir işi birlikte başarmalarını sağlayan örgütlenm enin, her şeyden önce üretim in gerçekleştirilm esi için zorunlu olduğu açık bir gerçektir. Dolayısıyla örgütlenm enin üretim tarzına, bu üretim tarzına bağlı üretim ilişkilerine göre bir biçim aldığı da açık bir gerçektir. Örgütlenm e modelleri, içinde doğdukları toplumun hukuksal ve/veya siyasal üst-yapılarının bir parçasıdır ve esas olarak toplumun egemen sınıfına hizmet eden makinelerdir. Ör­ neğin kapitalist toplumda örgütlenme biçim inin merkezci, dike­ yine hiyerarşili tepeden inme disiplinli oluşu bir rastlantı değil­ dir. Bunu, sermayenin merkezleşme ve yoğunlaşma harekeli zo­ runlu kılmıştır. Sermayenin giderek küçük bir azınlığın tekelin­ de toplanması, yönetim in de aynı ellerde bulunm asını zorunlu kılar. Em ekçi yığınlarını disiplinli bir çalışma rejim i içinde tut­ mak için ordudaki komuta zincirine benzer bir örgütlenme bi­ çiminin uygulanması gerekmiştir. M erkezci örgütlenm e biçimi toplumda “buyuran-buyurulan” ilişkileri üreten bir makine ola­ rak doğmuştur. Her makine gibi bu da nerede olursa olsun aynı biçimde işler, aynı ilişkileri üretir. Burjuva devleti böyle bir ma­ kinedir; partiler, şirketler, sendikalar, dem ekler, burjuva toplumunda hep merkezci örgütlerdir. Oysa böyle bir örgütlenme bi­ çimi sosyalist üretim tarzına da, sosyalizmin insanları tüm ya­ bancılaşmalardan kurtarm ak, gerçekten özgür varlıklar haline getirmek olan asıl amacına da uymaz, ters düşer. Örgüt, insanlar arasında, örgüt statüsünün belirlediği ilişki­ leri meydana getirir. Bunlar toplumda egemen olan ideolojiyihukuk ve siyasa anlayışını yansıtır ki, bu da ekonom ik yapıca belirlenm iştir. Ö rgütlenm enin teorik bir sorun olarak ele alın­ ması konunun bu açılardan irdelenm esini gerektirir. Oysa daha önce de değindiğim gibi, bildiğim kadarı ile M arksizmde teorik bir sorun olarak incelenm em iştir. Marx ve Engels, egem en sı­ nıfların çıkarlarına hizmet eden bir araç, bir makine olduğunu söylem işler, tarih sahnesine çık ışın ı incelem işler ama genelde örgütlenmeyi ne devlet ne de herhangi bir başka örgütle irdelc210

y em işlerdir. Ö rgütlenm enin, tarih görüşleri içindeki yerini bi­ le saptanmamışlardır. “M arx bize bir siyasa teorisi bırakm adı,” diyenler, sanırım bu boşluğa işaret etm ek istiyorlar. K o n u n u n ö n em i g id erek g örü lm ey e b a şla n m ıştır. K im i M arksistler, kom ü n ist partilerinin örgütlenm e biçim in e par­ mak basıyorlar. Ama bunu teorik bir sorun olarak değil de pra­ tik birtakım önlem ler olarak ele alıyorlar. Bu yazarlardan biri de A lthusser’dir. G eçen yıl Le Monde gazetesinde Fransız Ko­ münist Partisi üzerine bir yazı dizisi çıktı. Sonradan bunlar ki­ tap olarak yayım landı. Yazar, örgütlenm e sorununu yüzeyde kalan bir kıyaslam adan öteye götürmüyor. Ü stelik sadece Fran­ sız Kom ünist Partisi’ne özgü bir sorunm uş gibi sunuyor. Alt­ husser, Fransız Kom ünist Partisi’nin burjuva parlam enter dev­ leti örneğinde ve ordu komuta zinciri biçim inde örgütlenm iş olduğunu ileri sü rm ekle yetiniyor. Partiyi bir baskı m akine­ si olarak niteliyor. Bunların değişmesi gerektiğini söylüyor. Ve tahmin edin bakalım ne öneriyor? Leninist ilkelere göre işleti­ lecek olan d em okratik m erkezciliği... Sanki bu noktaya Leni­ nist d em okraıik-m erkezcilikle gelinm em iş gibi... Yani Althus­ ser Leninist örgütlenm e modeline ilişm eden bir şeyler söyle­ meye çalışıyor. O lacak şey değil tabii. Leninist parti modeli ele alınmadan, filan ya da falan kom ünist partisinin çalışm a b içi­ mini eleştirm ek filin kuyruğunu avuçlayıp fil hakkında fikir sa­ hibi olmaya çalışan körün durumundan farksızdır. Alıhusser’in bu davranışı, belki kim i politik nedenlere dayanır: Çizmeden yukarı çık ıp , şim şekleri üzerine çekm em ek kaygısı gibi. Ama ne var ki, örgütlenm e sorunu en geniş biçim de teorik bir sorun olarak ele alınıp irdelenm eden, ne teker teker kom ünist parti­ lerinin 11e de sosyalizmin geçirm ekte olduğu bunalım ın asıl ne­ denlerine inilm iş olm az.4 İspanyol Kom ünist Parti üyesi Manuel Azcarate, “Lenin mi diyorsunuz?” başlığını taşıyan bir yazıda örgütlenm e sorunu­ na da değinm iş.5 Bizce Azcarate’nin tutumu Althusser’in tutu­ 4

Louis Althusser, Cc