Motiflerin Dili [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

MOTiFLERiN DiLi .

.

.

.

��

�---­ -- -....�=-'=�,, .. .

_....__. _ __,._. ___ , ___ . .... ·--

=== ·. -

--�·-·

İstanbul Halı İhracatçıları Birliği

DHG NiMnmk. Mezoı>oL�ıya. i.Ö.2700. (745)

26

Hl. Muhammeı'e k·eııı pL1m gelireıı melek. ı5.yy. TSW.

27

KABE İslam dünyasında kutsal mekan ve merkez simgeselliğinin benzersiz ömeğini Kabe oluşturur. Bazı yorumculara göre, yeryüzü suların üzerinde yüzen bir adacık biçimindeki bu merkezden başlayarak yaratılmış ve temelleri dağlarla sağlamlaştırılmıştır. Kur'an'da kentlerin anası (ümmel-kura) adıyla geçen (En'am 6/92, Şura 42/7) Mekke kenti dünyanın göbeği (omphalos) olarak

kabul edilir. Kabe yeryüzünün oluşmasında bir temel taşı görevini üstlendiğinden evrenin merkezi yerine geçer. Kutupyıldızı da bu evrensel (cosmique) merkezi belirtmek için tam olarak onun üzerinde parıldar. Yeryüzünün en yüksek noktası konumundaki bu göbek yukarı ve aşağı bölgelerin doğrudan iletişim içinde bulunduğu yerdir. Mekke'de Harem-i Şerifin ortasında yer alan

a 1

,.

.

..,,....

. .

..

r'-16'---··5--� ,.

13

3

Kabe, "Beytullah" "Allah'm evi diye adlandınlır. Küb biçimindeki yapıyı çevreleyen kutsal alana ise Mescidi-Haram adı verilir. Kur'an'da buranm insanlar için inşa edilen ilk tapmma evi olduğu bildirilir (Ali inu·an 3/96). Kabe'nin ilk kez Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafmdan yapıldığı söylense de bazı ayetlere dayanarak (Bakara 2/125,127, Hac 22/26) daha önce de var olduğu ileri sürülmektedir. Efsaneye göre bir melek, Hz. Adem ya da oğlu tarafmdan inşa edilmiştir. Nuh tufanı sırasmda ise ilk Kabe'nin Tanrı tarafmdan gökyüzüne çekildiği söylenir. İnanca göre, gökyüzünün yedinci katmdaki Firdevs cennetinde, Beytu'l Mamur denilen (52/4) meleklerin Kabe'si bulunmaktadır. Yeryüzü Kabe'si de gökyüzünde bulunan bu ilk örneğe (prototipe) benzer biçimde inşa edilmiştir. Ayrıca onun izdüşümünde yer almaktadır. Bu nedenle burası gökyüzüne açılan bir kapı, bir pencere görevini de üstlenmiştir. Namaz sırasmda bu merkeze yönelenler, tavaf sırasmda onun etrafmda dolananlar bu kapı (geçit) aracılığıyla simgesel olarak tamısal makama ulaşmaya çalışırlar. Bilindiği gibi, tavafa başlama göstergesi olarak kullanılan, Kabe'nin doğu köşesindeki taşa hacerülesved adı verilir. Allah'm sağ eli (Yeminü'llah) diye anılan bu taşın, Müslümanlarca cennetten indiğine inanılır. Kabe'nin biçimi ile Süleyman Mabedi'nin en önemli bölümü olan "kutsallarm kutsalı" (Kudüsülakdes) arasmda büyük bir benzerlik vardır. Tamısal varoluşu simgeleyen her iki yapı küp biçimindedir. Birincisi dört ana yöne bakan kare bir mekanı temsil ederken, Kabe'nin ise dört köşesi dört yöne sabitlenmiştir.

11

10

Kat.e'ıtiıı simgeselliği. ( 115-330) 1- Nuh, 2- İbrahim, 3- Musa,4- isa, 5- Muhaııımeı, 6- Hasan, 7- Hüseyiı� 8- Ali, 9- Su, !O-Toprak, 1 l- Hava, 12- Aıeş, 13- Evrensel Akıl, 14- Evrensel Madde, 15- Evrensel Doğa, 16- Evrensel Rı:h

Kabe resmi 19.yy. Bursa Ulu Cami 29

KUTSAL MERKEZE YÖNE

LME

l�, dua, Çok eski çağlard�n b�ri, i?�anlar tapm� . . leştuu·ken gelışı "lü gömme gibi bellı ayınlerını gerçek llU: �aşıyan bir üzel değil de, kendilerine göre kutsa . b�ıne farklı bır Her şlardır. yapmı k yöne doğru dönere bır sıralama anlam yüklendiğinden yönler arasında söz konusudur. Bir yöne dönerek dua etmek, saltık gerçeğe ya da Tanrı' ya yönelı:ne��. eşdeğerdir: . Bu bağlamda kuts:1 �ek�� nıteligı taşı�a?- rrun:an yapıların çoğunlugu bu· yone bakacak bıçımde ınşa edilmiştir. Bir dinsel kural olarak ortaya çıkan yönelme geleneklerine birçok toplumda rastlarız. Eskiden Sami kökenli boylar güneşin doğduğu yönü kutsal saydıklarından tapınmalarını doğuya dönerek gerçekleştiımişlerdir. Anadolu'daki Efes ve Sardes Aıtemis tapmakları ile Pessinus'teki Kybele tapınağı gföi birçok dinsel yapı da doğuya dönük olarak inşa edilmiştir. Buna karşın Süleyman Tapınağı'nın kapıları doğuya açılırd1 Dünyanın değişik bölgelerinde bulunan sinagoglar ise Kudiis'e bakacak biçimde yönlendirilmiştir. Hıristiyan kiliselerine gelince, bu yapılar ela doğuya (ab orientem) yöneliktir. Bu nedenle, her birine bu yönü belirtmesi için bir absit

eklenmiştir. İnanışa ·göre, kıyamet günü yapının doğusundaki soyut simgesel kapılar açılacak, Hz. İsa' da bu yönden insanları kurtarmaya gelecektir. Eski Türkler de doğunun Tanrı'ya en yakın bölge olduğuna inandıklarından bu yöne kutsallık yüklemişlerdir. Bu inançtan ötüıü çadırın kapısı her zaman bu tarafa açılmaktadır. Bilindiği gibi İslamiyet'te ise kutsal yön Kabe tarafıdır. Bu nedenle tüm cami, mescit ve türbeler kıbleye dönük bir biçimde inşa edilmişlerdir. Hz. Muhammet ve ilk Müslümanlar namazlarım, önceleri, Kudüs'e dönerek kılmışlardır. Söylentiye göre Hicret'ten on altı ay sonra, topluluk Bani Salima mescidinde öğle namazının (farzının) iki rekatını Kudüs'e doğru kıldıktan sonra, vahiy geldiğinden diğer iki rekatı için de Kabe yönüne dönmüşlerdir (Bakara 2/144). Bu olayın anısına bu mescide Mescid al-Kıblatayn (İki Kıble Mescidi) ad,ını vermişlerdir. Müslümanlık'ta kıbleye yönelmek yalnızca namaza özgü değildir, ihrama girerken, kurban keserken, ölüyü toprağa verirken de bu kurala uyulur. Kabe'ye doğıu dönmek, kutsal merkeze yönelmenin en tipik örneklerinden birini oluşturur.



o

• • •







--

-

• •

• •















• •





• ..



o a c

ıı ��

• • •











-



















ö ô































Doğuya açılaıı Afrodit laı>nıağı (İ.Ö. l .yy) iizeriııe iıışa edilnıiş Hıristiyan kilisesi (İ.S. 5.yy). Afcodisyas. Aydııı ( 147-132)

Al>sidle doğuya sonra nıihrapla Kal>e'ye yöııleııdirilnıiş tapnıak Ayasofya 31

HALI VE KUTSAL MEKAN İLİŞKİSİ Buhari'nin aktardığı bir hadiste «Nerede ibadet saatine yetişirsen, namazını orada gerçekleştiımen gerekir ve bu yer bir mesciddir». denmektedir (90-409). Bu durumda hadisteki buyruğa göre namaz halısı da bir mescit olma niteliğini yüklenmiş oluyor. Üstelik her namaz vakti bu "gezici" mescit Kabe'ye yöneltilerek her kez yeniden "kutsal mekan" kurulmuş olur. Anadolu'da namazlık ve seccade diye adlandırılan halılar, gerçekte, kutsal mekan anlayışının ilerki devirlerde kazandığı biçim değişikliğinden başka bir şey değildir. Bu yaygılar hem düşünce, hem dinsel uygulama ve hem de bezeme özellikleri açısından tam bir tapınma yeri (mabed, templum) dir (31-4/262). Böylece namazlık bir toprak parçasının, bir sınırlı yerin namaz gereği kutsal kılınmasının en belirgin örneklerinden biri olmaktadır. Ancak burada kutsallık geçici bir süre için olduğundan bir süreklilik sergilemez. Bir Karapıımr hahsnııLı üsı iisle yiikseleıı mihrapLır.. (3-148)

Kal>e l>eıimi içereıı mihraplı hah. TIEM 0287 32

33

••

..

)

,, : �··

Tuba ağacı dallarından oluşmuş mihrap

34



'

�·

;·•-·• ;� :

·'·

•• j

!

MİHRAP Evrensel bir mimari öğe olan mihrap hiçbir kültüıün kendine özgü bir özelliği ya da yaratması değildir. B içimsel açıdan bir mağarayı anımsattığı için mihrap ve mağara arasında bir dinsel ilişki kuran bilim adamlarına rastlanmaktadır. Çok eski tarihlerde bu doğal oyukların kutsal bir mekan özelliğini yüklendiğini arkeolojik kaynaklardan öğreniyoruz. Paleolitik dönem insanı için mağaralar içinde yaşanılan, bir bölümü ayinin gerçekleştiği bir tapınak, diğer bir tarafı da gömüt olarak kullanılan kutsal kılınmış kaya kovuklarıdır. B u nedenle mağaranın en eski mihraplara bir ilk örnek olma görevini üstlenmiş olduğunu ileri sürenler vardır. Hiç kuşkusuz bir mimari öğe niteliğindeki ilk mihrap örnekleri neolitik dönem tapınaklarında ortaya çıkar. Neolitik Anadolu'nun en eski kentlerinden Nevali Çori tapınağının bir duvarında "kült yontusu" barındıran ilk mihraplardan biri ile karşılaşırız. B u mihrap tüıünün uzantısını sonradan Çatalhöyüğün (Konya) bir ev tapınağında buluruz (95-9). Bunları izleyen dönemde, İ.Ö. 2200'lerde Lagaş kenti kralı Gudea yeni yaptırdığı tapınak duvarının mihrabına diyorit taşından yapılma baş tanrı ve eşinin heykellerini yerleştirir (38-253). Dağlara dinsel bir anlam yükleyerek onları birer

MİHRAPLI HALILAR Kutsal mekall anlamı ile yiiklii aym zamanda bir mescit işleJJ!· gören 11amazl!klarda modelin ana te111as1111 bir mihrap Fe 011t111 içerdiği motifler oluşturur. Bımlarm her biri merkez simgeciliğliıi çözebı!memize yard11ncı e11 önemli öğe!erdir.

Mihrapta Frig Ana Tanrıçası Kybele. i.ö.6.yy. Ankara

Yer ve göğün bütünlüğünü simgeleyen milmıp

(2-1 99). 35

Mihrnı> l>içiminde k ayaL1rn oyulmuş "Taıın Haldi kaı>ısı". İ.Ö.8.yy. Vatı

Kayaya oyulnıuş mihmı>la tanrıça Kyl:>ele ve aslanlar. İ.Ö.6yy. AsL11ık aya. Afyoıı.

tapınağa dönüştürmenin ya da tanrıları dağlarla özdeşleştirmenin kökeni oldukça eskidir. Bir "tanrı evi1' olarak algılanan dikme taşların ilk örneklerine de neolitik dönemde rastlarız. Yalnız dağlar değil taşlar da yüklendikleri kutsallık nedeniyle bir tanrı barınağı yerine geçer. Kronolojik bir sırada ilerlersek dağların ve kayalıkların kutsallığına inanan doğu Anadolu ve kuzey Mezopotamya halkı Huıriler İ.Ö. 15.yüzyıldan başlayarak Hititleri arkasından Urartulan da büyük ölçüde etkilemişlerdir {104-421). Bu iki toplumda dağların bir tanrı evi olarak algılandığına ilişkin birçok örneğe rastlarız. Bu düşüncenm sonradan Frigler gibi birçok Anadolu ve Ortadoğu toplumu tarafından da benimsendiğine tanık oluruz. Hurriler'den başlayarak Bizans dönemine kadar Anadolu'nun doğusundan batısına kadar olan geniş bir alanda dağlara ve sarp kayalara sayısız tapınak girişi oyulmuştur. Tapınak girişi olarak kabul edilen, mihrap biçimindeki oyuklara eskiden olduğu gibi bugün de

"kapı" adı veıilmektedir {95-3). Genelde basamaklı üç pervazın çerçevelediği dikdörtgen biçimindeki tapınak kapıları görünüş olarak dinsel mimari yapıların cephelerini kopya etmektedir. Urartu dönemine . {İ.Ö.8.yüzyıl) ilişkin bir çiviyazısı yazıtta bu boş mihrapların anlamı açıkça verilmiştir. «İspuini ve oğlu Menua bu kapıyı tanrı Haldi için yaptılar» {39-234). Tanrı Haldikapısı diye adlandırılan ve hiçbir imge içeımeyen boş mihrapların doğrudan tanrı evine açıldığı düşünülmüştür. İ.Ö. 14.yüzyıla ait bir Hitit örneğinde {Sipylos=Manisa dağı) ve Fıigya bölgesindeki kabartmaların bir kısmında Ana Tanrıça ya da Kybele sanki bir kapı eşiğinde durur gibi betimlenmiştir {15268). Bunlara be:nzer sayısız örnek, sonuçta, dağların yamaçlarına oyulmuş mihrap biçimindeki kapılann dinsel işlevini ortaya çıkaımaktadır. Artık tartışmasız bir biçimde mihrap "tanrısal görünüm"ün {epiphanie divine) yeri niteliğini kazanmış olmaktadır. Bu temel anlam geçen çağlara, değişen inançlara karşın binlerce yıl korunarak neolitik dönemden günümüze ulaşmıştır. 36

İSLAM 'DA MİHRAP Mihrap, Kabe yönünü bel_irtmek amacıyla, mescit, cami ve türbelere eklenen hücre ya da oyuk biçiminde bir �mari öğedir. En erken mescitlerde mihrap yoktlL Islamiyet'in ilk yıllarında namazın yönü duvara k��ulan bir renk� taş ya ?a çizile� bir çizgi ile gösterılıyordlL Abbası halıfesı el-Walıd döneminde, Müslümanlann ilk mescidi olan Mescid-i Nebevi'ye bir mihrap inş� edilir. Hicretten neredeyse bir asır sonra (707-709}, Islam dünyasında ilk mihrap ortaya çıkar. Bu tarihlerde aynca ilk kez mimber ve minare de, dinsel mimaride, kullanıma girer. Mihrap çok geçmeden mescidin en şerefli ve ayrıcalıklı yeri olma özelliğini kazanır. Arap sözlükbilimcilere (lexicographes} göre, mihrap kavramı bir anlam bütününü dile getirir.

Arapça'da en şerefli yer, secdeye varılan yer, yükseltilmiş yer gibi anlamlara karşılık gelir (175-60}. Kur'an'daki biçimiyle daha da dinsel bir içerik kazanır. Hı. Zekeriya'nın tapındığı yer (Ali İmran 3/39} ve Hı. Meryem'in içlııde yaşadığı tapınaktaki kutsal bölümü belirtir. Hıristiyan inancına göre, genç Meryem Kudüs Tapınağı'nın en önemli yeri olan "Kutsalların kutsalı" olan bölüme çekilip bir süre orada yaşamıştu. Bu konumuyla mihrnp, evrensel tanınuna uygun olarak, tanrısal bel:irimiiı yeri anlamına gelmektedir. Bu anlam Kur'an'daki diğer bir ayetle de (Nur 24/35} doğrulanmaktadır. Böylece sözcüğün, İslamiyet'te de, eski anlamına sadık kaldığı gözlenmektedir.

Kutsallarıll kutsah1ta çekilmiş Hz. Meryem'e yiyecek getiı·eıı melek. Kariye Miizesi, İsL1ııl:>ul

37

DAÖ

Gökyımmii taşıymı Hifıt dag • taıınsı. (2-6) ··

··

Erciyes dnğı. Knyscri

KUTSAL ve EVRENSEL DAG Evrensel dağ (cosmic mountain) düşüncesi aşağı yukarı ttim yeryüzüne yayılmıştır. Birçok toplum evreni setler biçiminde ytikselen olağanüstü btiytiklükte bir dağa benzetir. Evrensel dağın zirvesi yer ve göğüı:ı birleştiği bir yer olarak düşünüldtiğünden burası evrenın en yüksek noktasını oluşturur. Gökyüzüne ulaşacak kadar yüksek olma, enginlik, yücelik gibi nitelikleri barındırmak insan durumunu aşmayı diğer bir deyişle aşkın olmayı dile getiril'. Bu konumuyla evrensel dağ hem kendiliğinden bir kutsallık kazanır hem de "merkez olma ayrıcalığını" paylaşır. Gökle yeıin birleştiği bu merkez aynı zru:?anda yaratılışın gerçekleştiği yerdir. Bu bağlamda dag ın doruğu Tanrı (tanrıların) görünüş alanına çıktığı bölge olarak dinsel bir değer ytiklenir (57-54). Böylece evrensel dağ çift yönlü bir kutsallığa bürtinmüş olur.

Evrensel dağ özelliklerini içeren Hint Meru dağı dünyanın merkezinde yükselir. Sina ve Tabor Yahudiler için en değerli dağlardandır. Süleyman tapınağının (Beyt Ha-Mikdaş) üzerine yapıldığı Moria tepesi kutsaldır. Bu türden dağların başında gelen Golgota Hıristiyanlar için büyük önem taşır. İran inançlarına göre de kutsal Haraberazaiti (Elbruz) dağı, dünyanın merkezinde bulunur ve orada gökyüzüne bağlanmıştır. Japon Şinto dininde kutlu dağlar yeryüzünü doldurmuş olup, en değerlisi Fujiyama'dır. Çin geleneğinde ise Kouen-louen dağı Tao istlerce kutsaldır. Kutsal dağın yeryüzünün en yüksek yeri olduğu düşüncesi yalnız dinler tarihinde görülmez. Çin resminde de dağın doruğu göğe değer gibi resmedilir. Günümüzde kartpostallarda görülen, zirvesi karlarla 39

Tanrılaştırılmış daği.va basan Fır�ııa Tanrıs1 Teşup ve eşi Hepal. Yazılıkaya lapmağı. Boğazköy. (2-454).

kaplı, iri boyutlu,yüce, heybetli ve simetrik bir

anlam ve kutsal bir nitelik verilmemektedir. Yalnız

belleğine yerleşmiştir. Ağrı, Erciyes, Olimpos gibi

kazanmakta ve her biri kutsal bir yer olarak kabul

Sina ve Hira dağı vahiy nedeniyle bir değer

görünüme sahip bir dağ imgesi, asırlar boyu insan dağları anımsatan bu imge değişik devir

edilmektedir.

betimlemelerinde karşılaştığımız "kutsal dağ"

Bütün bunlara ek olarak bazı kutsal kentler

motifidir. Dorukları gökleri deler gibi yükselen ve

bir kısım yerler yeryüzünün en yüksek yeri kabul ediler

Tanrı ile iletişime geçip, O'nunla konuşur gibi

göre Filistin acunsal (kozmik) dağın zirvesine yakın bir

yol olarak kabul edilmişlerdir.

İşte bu nedenle Kudüs ve Siyan dağı Tufan sırasında

aldığı Hira dağı ile bir ziyaret yeri olan Cebel-i Rahme

göre de dünyanın en yüksek yeri Kabe olduğundan,

evrensel dağın doruğuyla bir tutulmuştur. Yahudiler'e

tepeleri bulutlar içinde kaybolan bu dağlar, sanki

yerde bulunduğundan dünyanın en yüksek ülkesidir.

görünmüşlerdir. Bu nedenle Tanrı'ya giden en yakın İslam geleneğinde ise Hz. Muhammet'in ilk vahiyi

sular altında kalmamıştır. Öte yandan İslam geleneğine o da tufan sulanndan etkilenmemiştir

büyük önem taşır. Kuran'da dağlara pek özel bir

40

(57-53).

1

Mihrap içinde dağ l>etirııL Keçimus 41

Bir Bergaıım halısmda dağ betimi. Halı (64·150) 42

Diiııyaıuıı rnerkeziııdeki dağnı Uzcriııdc laıınça. i.ö. 2.biıı Girit. (48-144)

DAG EVRENSEL EKSEN

DAGTANRI MAKAl\11 ve TANRININ TAHTI

Genellikle, evrensel dağın Kutupyıldızına kadar yükselerek gökyüzünde onunla birleştiğine inanılır. Dünya dağının Kutupyıldızı ile böylesine bir bağlantı içinde olması onu evrensel eksen olarak algılanmasına yol açar. Dolayısıyla gökyüzünde bulunan bu "buluşma", "birleşme" noktasına, "tannların kapısı" ya da "göklerin kapısı" adınının

Birçok değişik kültüre özgü söylencede tanrılar dağlarda yeryüzüne indikleri için dorukları "tanrıların makamı" olarak kabul edilmiştir. "Tarın makamı (yeri)" imgesi mimaride anlatımını "Tanrı evi" (tapınak) biçiminde bulur. Taşıdığı anlam nedeniyle tapınak birçok dinde ya Tanrı'nın görünüş alanına çıktığı yer ya da tanrıların konutu olup, onların barınmasına ayrılmıştır. Eski bir Anadolu dili olan Luvi dilinde "pama" "ev" ve özellikle "tann'nın evi" yani "tapınak" anlamındadır (129-1/69). Dolayısıyla eski Helen dünyasının "parnassos" sözcüğü Anadolu kökenli olmaktadır. Dünyanın çok çeşitli kültür ortamında karşılaşılan tapınak, kutsal kent, imparator sarayı kutsal dağ imgesinin yansımasından başka bir şey değildir. Bunlardan her biri dünyanın bir betimi ya da imgesi (imago mundi) ni oluşturur. Bunun yanında, hepsinin ortak özelliği, merkez denilen bir yerde bulurunalarıdır. Bunları örneklemek istersek; Sümerliler'e göre, ilk kaosun sularından yükselen dünya dağının tepesinde tanrı En-lil taht kurmuştur. Yunan söylencebiliminde ise tanrıların oturduğu yer Olimpus dağıdır. Tapınak kutsal kabul edilen bir dağa inşa edildiği gibi, dağ kendiliğinden de tapınak yerine geçebilir.

verildiği görülür. Bu kapıdan geçerek, tanrılar eksen boyunca yeryüzüne inmekte, karşı yönde ise insanlar

da eksen boyunca yükselerek Tanrı ya da tanrılarla iletişime geçerler. Bununla ilgili en ilginç örnek Yahudiliğin kutsal kitabında bulunur. «Ve Rab Sina dağı üzerine, dağın tepesine indi ve Rab Musa'yı dağın tepesine çağırdı; Musa da çıktı» (Çıkış 19/20). Benzer bir anlatım Hitit metinlerinde geçer. Kral güneş tanrısı ve fırtına tanrısı ile konuşmak için dağa çıkacağını bildirir. Burada "iniş", "çıkış" ya da Tanrı

katına "yükseliş" simgeleri devreye girmektedir. Sonuçta dağın tepesinde Tanrı'nın belirmesi ile dağ

kutsal mekan olma niteliği kazanıyor. Doğrusu Tanrı da bunu belirtmekte ve «Sakın dağa çıkmayın yahut onun kenarına dokunmayın» (Çıkışl9/12) diye insanları uyarmaktadır. Burada aynca, bir bölgeden ya da bir düzeyden başka bir düzeye geçiş dile getirilmektedir. Dağların doruğu insanlar için en yüksek yer olmasına karşın,

tanrılar için ise en alt noktadır. Dinler tarihinde dağlar bir karşılaşma ve buluşmanın gerçekleştiği yerdir.

43

..,.

Kubbefü's Salıra betimli bir ıninyaliir. 16.yy. TSM 1812 44

DAG DÜNYANIN GÖBEGİ (OMPHALOS) Evrensel dağın doruğu yalnız yeryüzünün en yüksek noktası olmayıp, aynı zamanda yeryüzünün göbeği,yaratılışın başladığı yer olarak kabul edilir. Filistin'deki Gerizim tepesi de aynı biçimde yeryüzünün göbeği diye adlandırılır. Hıristiyan'lara göre Golgota tepesi evrensel dağ ile özdeşleştirildiğinden dünyanın merkezi sayılır. Burası,ayrıca, Hz. İsa'nın çaımıha gerildiği Adem'in yaı·atıldığı ve gömüldüğü yerdir (54-316). Hıristiyanlık inancından çok önce Mezopotamya'da da ilk insan dünyanın göbeğinde yaı·atılmıştı. Antik gelenekte ise "omphalos" sözcüğü göbek (ombilic) anlamına gelir. Yunanca omphalos ve Latince umbilicus sözcükleri aynı kökün basit bir değişime uğratılmasından türetilmişlerdir. Sıradan anlam bakımmdan özellikle Delf tapınağındaki omphalos bilinmektedir (84-51 ) . Ancak buna Claı·os ve Didim tapınaklarını eklemekte yarar vaı·dır. Yunan tapınaklarındaki omphalos, kaostan ortaya çıkan kutsal dağı temsil eden bir yükseklik biçiminde taşa yontulmuştur. Dünyanın merkezini belirten bu "göbek taşı" çok yönlü bir simgesellik içerir. Bir İbrani söylencesine göre yaı·atılış sırasında Tamı tahtından kaos sulaıma değerli bir taş ataı·. Taş suda tamamen batmaz ve bir bölümü dışaı·ıda kalır. Bütün dünya suda yüzen bu paı·çadan başlayaı·ak yaı·atıldığı için bu taşa "şetiyya" ya da "yeryüzünün temel taşı" adı verilir. Bu kutsal taş Talmut ve mişnalarda "even şetiyya" adı altında geçer. Eski Ahit'te sözü edilen (Eyup38/6) "dünyanın temelindeki köşe taşı"nın büyük olasılıkla "even

1



, .. .

"-;

Delf tapmağnıdaki kutsal taş (omphalos)

45

Şifalı tas içiııde ilksel dağı simgeleyeıı şişkiıılik

Bunlarddan her biri kaos (kargaşa) sularından yükselen dağ imgesini çağrıştırır. Osmanlı İmparatorluğunda tahta çıkma ve padişahın egemenliğini tanıma (biat) törenine cülus adı verilirdi. Geleneğe göre tören Topkapı Sarayı'nın en kutsal bölümü olarak kabul edilen üçüncü avlunun kapısı "Babüssade" önünde gerçekleşirdi. Padişah müneccimbaşı tarafından saptanan en uygun saatte gelir, oraya konulmuş altın tahta otururdu. Kapının karşısına gelen tören yerinin tam ortasında mermer taştan yapılma bir tümsek bulunur. Bu güne kadar anlamını çözmekte zorlandığımız bu meımer tümseğin kutsal dağ anlayışı ile ilgisi olsa gerek. Bilindiği gibi eski Türk geleneğine göre tahta çıkma evrensel dağın tepesinde bir kutsal ağacın yanında gerçekleşirdi. Tören yerinin hemen yanında oldukça yaşlı bir ağacın bulunması bu görüşün doğrulandığı izlenimini vennektedir. Bunu anımsatan bir törene İsrail oğullan geleneğinde rastlanır. Yahudi krallarının, Kudüs tapınağında bulunan bir taşın yanında ya da üzerinde taç giydikleri söylenir. Bu kutsal taş (Betyle), gerçekte, Yakub'un uyumak için başının altına koyduğu taştır (Tekvin 28/ 1 1 ). Günümüzde ise İngiliz kralları, Kudüs'ten Westminister Abbey'e getirilen bu taşın (Scone Taşı) üzerinde taç giymektedir.

şetiyya" olması gerekir. Yeryüzünün göbeği (umbilicus tenae) ya da temel taşı olarak kabul edilen Kudüs'teki kutsal kaya da Süleyman Mabedi'nin en önemli bölümü olan "debir"in temelini oluşturur. Üç dinin ortaklaşa kutsal saydığı bu kayaya Arapça "Hacer-i Muallak" adı verilmiştir. "Bir yere dayanmadan boşta duran taş" anlamına gelen bu deyim dilbihmsel açıdan İbrani söylencesini doğrulamış olur. Müslümanlar Miraç sırasında Hz. Muhammet'in Burak'a binerken ayağını "Hacer-i Muallak'ın üzerine bastığına inanırlar. Hıristiyan kiliselerinin tam merkezinde bulunan kutsal sunağın (aharın) biçimi de şetiyya taşını öykünür. Musevi inancına göre de Adem dünyanın göbeği olan Kudüs'te biçimlendirilmiştir. Oldukça yaygınlık gösteren evrenbilimsel ve metafizik anlamlarla yüklü göbek taşı anlayışını Frigya'da yapılmış maden kaplarda da saptarız. Kökeni Frigya dönemine kadar uzanan, somadan Osmanlı şifa tasları ile günümüz hamam taslarının ortasında bulunan yuvarlak şişkinlik, sözü edilen, omphalos'u temsil eder. Anadolu'ya özgü bir geleneğin 2800 yıldan beri hiç değişmeden bugüne ulaşmış olması ilgi çekicidir. Bu örnekler dışında Türk hamamlarında bulunan göbek taşları ile "even şetiyya" taşı arasındaki ilişkiyi yatsımak olanaksızdır.

' . .

.

�··

. Kenarbrı ana yönlere dönük oLırak inşa edilmiş piramitler. Mısır. 46

.

. . ,.

""

. ': ,

'=:,_

.

".

-

...

. . ��i ...



...".; _� " ""'

.

Kral Zozer'o yaptırmış olduğu Satkımı' daki basamaklı pil'aoliı.

YAPAY DAGLAR Kutsal bir anlamla yüklü doğada varolan dağlar yanında yapay bir dağ görünümünde, insanlar tarafından inşa edilmiş yapılar da vardır. Birçok toplum, evrensel dağ anlamını içeren, bu yapılar aracılığıyla tanrılarla iletişime geçmeyi amaçlamıştır. Mezopotamya zigguratlan, Mısır piramitleri, Anadolu tümülüsleri, Asya ve Anadolu "oba"ları, Çin pagodalan, Endonezya'daki Borobodur Budist tapınağı, Orta Amerika'daki Maya ve Aztek piramitleri bunlarla ilgili verilebilecek en çarpıcı öıneklerdir. Bu mimari yapıtlar bir çok amaca hizmet etmekteydi. Bir yandan insanların tamılarla bağ kwmasına olanak sağlıyor, öte yandan mezar anıtı, gözlem evi ya da tapınak olarak kullanılıyordu. Bazı yörelerde de tannyı temsil ediyordu. Bu çok amaçlılık bunların özelliği olarak belirir. Sözcük olarak ziggurat hem dağ tepesi hem de basamaklı yapı anlamına gelir. Sümerliler bu amaçla kademeli biçimde yükselen devasa zigguratlar inşa ettiler. Bu yapılardaki yedi kat, yedi gezegene, yedi gök katına karşılık geldiği gibi, yedi ayrı renkte gökyüzünün yedi rengini simgeliyordu. Rahip ziggw·atın çevresinde dolanarak yükselen merdiven !er aracılığıyla yedinci kata tıımanırken simgesel olarak gökyüzüne ulaşmaktaydı. Bilinen en e��� piramit olan Mısır'daki Sakkara piramiti de (l.0.298 0) basamaklı olarak yapılmıştır. Yazılı kaynaklar kralın göge çıkabilmesi amacıyla bir ''merdiven" yapıldığını bildirir (21-86). Aztek ve Maya piramitlerine gelince, bu anıtsal yapılar da evrensel dağa eşdeğer olarak düşünüldüklerinden k�t kat basamaklı olarak inşa edilmişlerdir. Bu pıramitlerden her birinin dört kenarı ana yönlere bakar.

Hindistan'da birçok tapınak karlarla kaplı kutsal Himalayalar'ı anımsatmak amacıyla beyaza boyanmıştır. Hindu stupasının doruğunda yer alan "sikhara" ya da kule "dağ tepesi" anlamına da gelir (21 -88). Budist tapınağı gibi zigguratın da en yüksek yeri simgesel olarak kutsal dağların tepelerine ya da doruklarına eş değerdeydi. Tevrat'ta adı geçen Babil Kulesi görkemli yapılar olan zigguratlardan esinlenmiştir. Ziggurat imgesinin yansıması yalnız Babil Kulesi öyküsünde görülmez. Asırlar sonra inşa edilen SamaıTa'daki (Irak) (S.276) minaı·ede bu imgenin değişik bir biçimi ortaya çıkmaktadır. Bu da insanı minaı·e-ziggurat aı·asında bir mimari ilişki olup olmadığı konusunda düşünmeye zodaı·. Benzer özellik taşıyan yapay dağlaı·a bir ömek de tümülüslerdir. Anadolu'da Sardes antik kenti yakınında, bugün Bin Tepe diye anılan yerde, Lidya kraliyet nekropolünde, Hierapolis'te (Pamukkale), Trakya, Kapadokya, Kayseri bölgelerinde toplamda yüzlerce tümülüs bulunmaktadır. En önemlilerinden iki tanesi; Gordion (Polatlı) kentinde kral Midas'a ait olduğu sanılan tümülüs ile Nemrnt dağı tepesindeki Commagene tümülüsüdür. Dünya dağını temsil eden ve "oba" ya da "obo" adı verilen yapma tepecikler Asya'daki Şamanist Türk ve Moğol boylaı·ı arasında çok yaygındır. Her boy ya da oymak kendine ait topraklaı·da, bir oba yapaı·. Küçük taş parçalaı·ının üst üste yığılmasıyla oluşturulan oba bir yerde boyun tapınağı yerine geçer. Bw·ada kurban kesilir, dini törenler yapılır. Bunlaım benzerlerini Türkiye Yörükleri de kuIIanırlaı·. 47

.. il. Şehname TSM H 2l53 fol. 2J Z.Aıta'ıwıt k .Z.ıı,.ı Kafdağı'ııa götilmş .

48

KAFDAGI Kafdağı İslam dünyasında görülen bir evrensel dağ motifidir. Eskiden Araplar da eski Yunanlılar gibi yeryüzünü dümdüz kurs biçiminde bir kara parçasından oluştuğunu düşünüyorlardı. Bu yuvarlak dünyanın etrafı al-Bahr al-Muhit ya da Ukiyanus (okyanus) denilen bir su kütlesi ile çevrelenmişti. Burası gemilerin geçemediği, tümü ya da bir bölümü karanlığa gömülü, kimsenin kıyısını göremediği bir deniz olarak kabul ediliyordu. Hz. Muhammet bu bölgenin yürüyerek ancak dört ayda geçilebileceğini söylemiştir. İşte bu aşılması çok zor, sularla kaplı bölgeyi bir kuşak gibi çevreleyen Kafdağı, aynı zamanda dünyayı da sınırlamış olur. Arap yazarlarından Kazvini bu dağın yeşil zünu·ütten oluştuğunu ve gökyüzünün rengini onun yansımasından aldığım ileri sürmüştür. Kafdağı'nı oluşturan kayalık Tanrı tarafından yeryüzünün dayanağı olarak yaratıldığından "el-vatad" (kazık) adını almıştır. Bazı kimselere göre dünya kendi başına duramaz, bu nedenle böyle bir destek ve dayanağa gereksinimi vardır. Dünyanın desteği ve Kafdağı'nın çıkış noktası olduğu düşünülen bu kaya kütlesi ile İbrani söylencesinde geçen "even şetiyya" (göbek taşı) arasında bir benzerlik olduğu ortaya çıkmaktadır. Burada dünya ekseni, evrensel dağ, yeryüzünün göbeği anlamlarını içeren merkez simgeciliğinin İslam kültüründeki bir çeşitlemesi ile karşı karşıya bulunuyoruz. Geleneğe göre bu dağa ne karadan ne de deniz yoluyla erişmek olası değildi. İnsanlar tarafından aşılmasına olanak olmayan Kafdağı dünyanın sonu olarak kabul edilmiştir. Kafdağı görünen ve göıünmeyen dünyalar arasındaki bir sınırdır.

Arka bölgesi öteki dünyaya ait bir ülkedir. Burada Yecuc ile Mecuc, cinler ve periler yaşar, doruğunda Simurg'un yuvası bulunurmuş. Kral İskender bir set inşa ederek Yecfi.c ve Mecfic'un ön tarafa geçmesini engellemiş. Kafdağı'nın yakınında Zulmet adı verilen bölgede "abı hayat'' kaynağı varmış . . Kafdağı'na ilişkin İslam görüşü gerek geniş, gerek dar anlamıyla İranlılar'dan alınmadır. Bu toplumda evrensel dağın adı Alburz (Elburz) olup, eski Farça'da Hara-berezaiti yani yüksek dağ diye geçer. Avesta'daki betimlemeye göre Haraberezaiti dünyadaki dağ sisteminin bel kemiğidir. Diğer dağlar yer altındaki kollar aracılığıyla ona bağlıdır. Aynı oluşum Kafdağı için de geçerlidir. Söylencesel özellikler sergileyen Elburz dağı, aynca, kuzeydeki Kafkas dağlan bir tutulmuştur. Bu görüşü paylaşan İslam dünyasında da Kafdağı, Kafkas dağları ile benzer kılınmıştır (98-6/60). Kafdağı'nın adı Binbirgece masallarında ve Arap yazınında sık sık geçer. Anadolu masallarında ise Ala Geyik bu dağda oturan Tepegöz'ün kızıdır. Bununla birlikte güney Sibirya ve Altay söylencelerinde geçen Demir dağın karşılığıdır. Kafdağı 13. ve 14. yüzyıl bezeme sanatlarında daha çok Uygur üslubunda betimlenmiştir. 1 l .yüzyıldan başlayarak Hint Meru (Sumeru) dağı öyküleri ile Yakındoğu'nun İran kökenli Kafdağı anlayışı arasında bir kaynaşma olmuştur. Özellikle Moğol çağı yeni kültürel sentezlerin ortaya çıktığı bir dönemdir. Sonuçta Meru, Kafdağı ve Kafkas dağları iç içe geçerek özdeşleşirler. Bu etkileşimin izlerini Selçuklu ve Osmanlı minyatürlerinde saptamak olanaklıdır.

49

49

--

---

,,

.

-

f

Tapmak duvarında yanardağ t.elimi. i.ö. 7.t.in ÇalaBıöylik. Konya (2-24).

ESKİ ANADOLU'da DAG Kutsal dağ konusunu Anadolu kültür alanına taşıdığımızda çok zengin verilerle karşılaşırız. Yüksek ve ulu dağların bu ülke insanının inançlarında yer aldığım gösteren sayısız belge vardır. En eski bulgulardan biri Çatalhöyük'te (Konya) J.Mellaart tarafından ortaya çıkarılmıştır. İ.Ö.7000 yıllarına kadar inen bu yerleşmeye ait bir kutsal alanda, duvara resmedilmiş bir yanardağ betimi bulunmuştur. Bir volkanik dağın püskürmesini gören ve resmeden insanların, dağı tamı görüntüsü olarak algıladıkları ve kutsal saydıkları sanılmaktadır (165-9). Neolitik dönemde Çatalhöyük'te ortaya çıkıp binlerce yıl varlığını sürdüren Ana Tannça inancı, kutsal dağ ya da dağ tamı kavramı ile iç içedir. İlk dönemlerdeki adını saptama şansından yoksun olduğumuz Ana Tannça somadan çeşitli yöre ve kentlerde değişik adlar almıştır. İ.Ö 2.binin başlarındaki bir yazılı kaynaktan adının Kubaba olduğunu öğreniyoruz. "Dağların kenti" Kargamış'ta, prens Kamanes tanrıçanın dört yol ağzındaki (evrensel dağdaki) evini inşa ettiğini bildirir (95-2). Bu yazılı belge Kubaba'nın bir dağ tannçası olduğunu kanıtlamış olur. Bu tapınımın batıya yayılmasıyla Kubaba adı Lidya'da Kybebe'ye, Frigya'da ise

Kibele'ye dönüşür. Kybele inancı ile geç Hitit tanrıçası arasında oldukça önemli bağlar vardır. Tanrıça için kullanılan Kibele adının yapılan epigrafik çalışmalardan "dağ" anlamına gelen "Kubileya" sıfatından türetilmiş olduğunu öğreniriz (1 52-83). Yakarmalarda ona "Dağın Anası" diye seslenilirdi. Tamıça ayrıca "meter oreie" dağlarda oturan diye anılmıştır. Bazı kutsal dağlar eskiden Kibele'ye tapınılan dağlardı. Bunlardan biri antik adı Sipylos olan Manisa dağıdır. Sipylos'un yamacında kayalara oyulmuş bir milu·ap içinde bir tanrıça yontusu görülür. Özellikle Frigya bölgesinde (Eskişehir Afyon arası) kayaya oyularak yapılmış birçok tapınak tanrıçayı simgeler. Ana Tamıça ile dağın eşdeğer kılındığı ömeklere eski Yunanistan'da da rastlarız. Girit adası Miken dönemine ait bir buluntu bu özdeşleştirmenin en ilginç kanıtını oluşturur S.43. Tanrıça dağın tepesinde gösterilirken, dağ doğrudan ·tanrının kutsallığını paylaşır. "Dağın hanımı" Unvanına bir çok gelenekte rastlanır. Baal'ın eşi "Dağın Hanımefendisi" diye anılır. Sümer Ana Taımça'sı Nina'nın Unvanı "Dağın Saf Hanımı"dır. Kibele sözcüğü ise Arapça'da Cebel olur. Ana Tanrıça dışında Zeus'un da dağlarla 52

1'ı>dhafö l\l'iiıı mührii (İ.Ö. 1250-1220). (133-24)

Abd döııemı dağ taıınsL Mezopoıamya tö. 2340-2200 Mnıeııod'daıı (8-559).

özdeşleştirildiği görülür. Kutsal dağların doruğu, onun evi ya da tahtı olarak kabul edilir. Anadolu'da Grekler öncesi dönemde bir çok dağın adı Olimpus'tur. Bunların tümü Zeus'a adanmıştır. Yunanistan, Kıbrıs ve Girit'te de bu adla anılan dağlar çoktur. Genellikle yliksek, ulaşılması zor, üzerinde tanrı sarayları bulunan yüce dağlara Olimpos adı veri l miştir Bu sözcüğün Anadolu kökenli olduğu saptanmıştır. Kaz Dağı diye tanınan İda dağına gelince burada Kybele ve Zeus'a tapınılırdı. Doruğunda Zeus için Yapılmış bir sunak ve bir de kutsal alan vardu·. Bu kutsal dağ onun hem doğum yerlerinden biri hem de evidir. Kuşkusuz ömekler bunlarla sınırlı değildir. Anadolu ve Yunanistan'da Zeus ile bağlantı

Birçok kabartma ve mühür üzerinde Futına Tanrısı Teşup ile eşi Hepat başlarını öne eğ miş ilci dağ tanrısının sırtına basar durumda betimlenmiştir. Hititler'de de dağlar buralara egemen tanrıların tahtları olarak görülmüştür. Bu kutsal yerlerin tepesinde tarın evleri ve kutsal alanlar (huvasi) bulunmaktadır. Belgeler "Hisuva" adını alan kaya tahtların kutsandığını ve buralara ekmek ile ciğer bağışlandığını bildiriyor (41-30). Bazı Hitit dağlarının Roma çağında bile aynı anlam ve kutsallığı korudukları saptanmıştır. En çarpıcı ömeği Kayseri'deki Erciyes dağı oluşturur. Dağın adı bir Hitit yazıtında "Tanrı Dağ Harhara" olarak geçmektedir . Ayrıca Hititçe'deki "hursag" ya da "harga" sözcükleri "beyaz dağ", "akdağ" anlamına gelmektedir. Helenistik ve Roma çağında ise dağın adı "Argaios" olur. Bu kez "argaios" sözcüğünün Y unanca'daki karşılığı ise "beyaz ve parıltılı dağ11 anlamındadır. Bu noktadan yola çıkarsak Hitit Hargas dağı ile Grek Argaios dağı aynı dağ olmaktadır (1 7-74). Bunun uzantısında dağın adı Arapça Arcis, Türkçe'de ise Erciyes'e dönüşür. Böylece dinsel inanç yanında göstergebilimsel . (semiotik) açıdan da bir süreklilik gözlenmektedır.

.

kwulmamış dağ yok gibidir.

Kutsal dağın "dağ tanrısı" biçiminde kişileştiıilmesi

�ezopotamya'da İ.Ö.3 binde görülür. Hitit sanatında

ıse en eski dağ tanrısı betimleri

i.ö. 1 3 yüzyılda ?rtaya çıkar (41- 172). Hitit toplumunun dinsel ınançları nda dağların taşıdığı anlam çok belirgindir. Tuthaliya, Amuvanda gibi dağ adlarını kralların kendileıine ad olarak seçmiş olması ilgi çekicidir. Tuthaliya IV'ün koruyucusunun dağ tanrısı Şan·uma olması konunun boyutlarını genişletir.

53

Kutsal dağ gibi betınıleıvuiş ot.ığ-ı hl\mayuıl 1IL Alwueı Sunıa.nesı TSM A 3593- l IOb

ESKİ TÜRKLER'de DAG İMGESİ Evrensel dağ, kutsal dağ ve dağın tanrı makamı

önem taşıyorsa, batı Türkleri için ise Tanrı dağları o derece kutlu sayılır.

olduğu anlayışına eski Türkler'de de rastlamaktayız. Bu inanç çok eskilere gitmektedir. Oıta Asya

Choular'dan önce Çin'de gök dini etkindi. Bu gök tann inancının İç Asya göçebe dünyasından geldiği ve bu kültüre dayandığı söylenmektedir. Bu gök tanrı inancında gök ayini önemli bir yer tutar. Bu dinsel

dağlarının çoğu Türkçe ve Moğolca kutlu, kutsal, büyük ata, büyük hakan anlamlarına gelen sıfatlarla anılır. Her boyun ve oymağın kendine ait yerel kutsal (iduk) dağı bulunduğu gibi, boylardan kurulan büyük

törende dağlar göğün doruğundan "yer-su" yun

birliklerin de ortak bir kutlu dağı vardı (97-49). Göktürk (550-745), Uygur (745-1212) ve diğer Türk

dibine varan birer eksen gibi görülerek, gök ile yeri birleştiren birer tapınma yeri (tapmak) olarak

kullanılıyordu . Tahta çıkan her yeni hükümdar bu

hükümdarlarının kutsal bir dağı, çoğunlukla bir "yış"ı (oımanlı dağı) kendilerine makam tuttukları bilinir. Bir taht makamı olan "Ötüken- yış"m döıt yönün

ayini düzenliyor, kendi sülalesine ait kutsal ağacı

dağın doruğuna dikiyordu. Bu merkez konumundaki

kavşağı yani evrenin merkezinde yer aldığına

dağda bulunan hükümdar makamı, gökteki tanı1

makamının yeıyüzündeki karşılığı idi. Bu kutlu

inanılmıştır. Göktürk devleti zamanında "Ötüken" Oıta Asya'nm en kutsal dağlarının bulunduğu

dağda ölümsüzlük simgesi kimi efsanevi hayvanların yaşadığı düşünülürdü (65-35).

bölgedir. Yazılı kaynaklarda buranın kutsallığından

Eski Orta Asya söylencelerinde geçen dünya dağı bir kutsal dağ olup dünyanın tam oıtasında bulunur.

söz edilir. Hun devletinin, Uygur kağanlığının,

Cengiz Han imparatorluğunun başkenti hep burada

kuıulmuştur. Doğu Türkleri için Ötüken ne kadar

Yeryüzünün merkezini Kutupyıldızma bağlayan 54



başka bir �dt Lr. Bur�sı aynı •dem ir dağ"da onun . . . y r zü ı e ılış�ı kurdu� bır zamanda ta�·ının � � . e yuklenır. Bu dag dünya eksenı görevını v Akdag adı altında geçer. ag, d söylencelerde Altın-göre Altın dağm tam Bazı Oıta Asya topluluklarına tepesinde, tanrının altın .tahtı .bulun�ı._ Altındağ .Altay yaratılış destanında şöyle bvetıml e�tr: «Başı, ay ıle . güneşe değiyoımuş. Bu dagda, (büyük tanrı) Ulgen





Kutsal dağ ve dünyanın merkezi inancı Türkler'in İslamiyet'i kabulünden sonra da devam etti. Bunun izlerine Er-Töştük destanında da rastlamaktayız. · 1 1 . Yüzyılda Kaşgarh Mahmut "putperest Türkler" gözlerine yüce gözüken herşeye "tengri"(tanrı) derler diye bize bazı bilgiler aktarmaktadtr. Yazar "yüce dağlar" derken, bu kutsal dağ düşüncesinin varlığını kanıtlamış oluyor.

otuıurmuŞ» (1 34-434 ).

Orta Asya, Göktürkler'den sonra 745 ve 1212 yıllan arasında Uygur devleti egemenliği altına girer. Buda ve Mani dinleri etkisine girmiş Uygurlular'da eski Türk-Çin inançları ile büyük dinlerin söylem.-eleri arasında bir kaynaşma olup (67- 169) tam bir bağdaştıımacıltk (syncr6tisme)

gerçekleşecektir. Budist Türk çevresinde, aıtık, gök taımsının en yüksekteki yeri Buda'ya verilir. "Tengri"dağının Budist evrenbilimindeki karşılığı Altın dağdır. Altın dağ ya da diğer adıyla Sumeru'nun kökeni Hint Meru dağıdır. Yukarıda sözü edilen dini inançlarda geçen evrensel dağ, dünyanın merkezi ve ekseni düşüncesi kendini mimari yapıların tasarımlarında da gösterir. Dağ imgesi kendisini setler üzerinde bir höyük gibi yükselen Ming t'ang mimarisinde de belli eder. Ming t'ang'ın özelliklerinden ileri bölümlerde daha geniş bir biçimde söz edilecektir.

O(lnya dağı Uzermde aj!ay. lvaııov'dan. (134-\04)

Erzurum kilimi şeması. Halı (28-24).

Berg,'Vlıa

55

lıa�sı şeması. (3-96)

l< ı�ehır halısmda dağ betimi. 56

Bunlar dışında bazı kişilerin toplumdan uzaklaşarak dağlara çekildiği ve orada aydınlanmaya erdiği daha çok Asya ve Uzakdoğu dinleri ve inançlarında görülen bir özelliktir. Taoist azizleri gibi Buda, Hz. Muhammet ve Hz. Musa da dağa çıkıp bir süre burada kalmışlardır. "Zahit olma" ancak dağlara çekilme ile olanaklıdır. Benzer biçimde Hacı Bektaşı Veli de Orta Anadolu'daki Hırka dağı'na çekilmiştir . Bursa'daki Keşiş dağına, acaba bu olgunun anısına mı bu ad verilmiştir? Kutsal ve evrensel dağ inancı ile ilgili motifler, Bektaşi menakıbnamelerinde, İslami dönemde yazılan bazı metinlerde, destanlarda da geçer. Gerek ad ve gerek konu bakımından dağ ve dağlarla ilgili romanlar, şarkılar ve türküler de vardır.

Dağ betimi ve kutsal yazı içeren kumaştan yııpılmış başlık. TSM

GÜNÜMÜZ ANADOLUSU'NDA DAG Kutsal dağ konusunu günümüz Türkiye'si sınırlan içinde irdelemeye çalışırsak; Anadolu insanı için de dağlar kutlu yerlerdir . Ulu dağlara, yüksek tepelere Yöıük ve Türkmenler de saygı ile bakarlar. Evvelce tanrılar ile özdeşleştirilen ya da tanrıların oturdukları yerler olarak düşünülen dağlar, İslamiyet etkisi ile olsa gerek tanrısal niteliklerini kaybetmişlerdir. Günümüzde bunun yerini evliyalar ve yatırlar "ruhu" almıştır ( 149-164). Kutsal dağ, kutsal mekan inancı bugün "yatır" adıyla tanınan Erenler ve Veliler türbeleri biçimine dönüşmüştür( 182-18 ) . Ülkemiz insanı için bu yerler kutlu makamlardır. Hemen her dağda, tepede, dağ geçidinde birer yattr bulunması bunu gösterir . Türkiye'nin bir çok dağ ve tepesinde yüzlerce yatır bulunur. Sarıkız (Kazdağı-Edremit), Katıns Baba (Erzurum), Yuşa Tepesi (İstanbul), Şeyhin Mezarı (Topuzdağ-Ürgüp), San Dede (Bergama) bunlardan bazılarıdır. Anadolu'nun birçok yerinde, tepelerinde yatır olduğuna inanılan dağlar halen bir ziyaret yeridir. Buraları ziyaret edenler orada dua eder, dilekte bulunur, şifa diler, adaklan için kurban keser, kutsal sudan içer ve ağaçlara çaput bağlarlar .

Renkli katmanlar biçiminde betimleıımiş bir dağ. TSM H 1608

'V

AGAÇ

Yaşam ağacı ile bezeli çini pano. Hnrem dairesi. TSM

Kut.sal ağaç motifi l7eme11 hemen biitiin dinlerde, halk i11(1!1çlarmda, gizemcilikle, ilkel meıtlfizikte, .söylence/erde, masallarda, .sanaıırı

11e daha birçok

akmda karşmuza çıka11 eJ11·e11.sel bti' .simgedir. Ağaç, iÇ"inde sakit bulu11a11 "giicii" daha doğrıt.su i11.sa11iistii

bir

':gerçeği" ortaya çıkmdığı için kutsa/ilk kaza111mşt1r (54-232). Bu durumda ağaç

''kut.sal" o!amn gô'riiniiş tı!amna çıktığı i br olarak din.sel bir değer yiiklenir.

ne.s11e

EVRENSEL AGAÇ Ağaç yapraklarını kaybedip bir süre sonra elde etmesiyle, kendini sayısız kez yenilediğinden bitmez tükenmez yaşamın kaynağl olarak kabul edilir. Burada yapraklarını kaybetme bir ölüm yeniden kazanmak ise bir dirilme (yeniden doğma) ' ı olgusuna karşılık gelir. Benzer biçimde, evı·�n de çevrimsel (devri = cyclique) olarak kendini yenıl�Y_en "canlı bir organizma"dır. Bir ağaç nasıl, ıçerdığı gücü dışa vurduğunda kutsallaşıyorsa, evrensel ağaca (arbre cosmique) dönüşmesi için de

Döşeınealtı lıaltsmdakutsal ağaç.

evrenin ortaya koyduğu özellikleri tekrar etmesi gerekir (54-233). Bu bağlamda dünyanın dönemsel 59

Mil�s lıalısııııfa evreııscl ağaç. 19.yy. TIEM 1516

60

AYİNSELAGAÇ

ve evrensel kutsallığının 'cıdical) yenilenmesini si "evrensel ağaç" ya da imge q>e11 ini gösteren ağaç . alır. · . . a ağacı" adını esı olan evrensel sımg enın lenın yeni Sürekli bir Y bu unur. ezind merk � �r�ünün. � a"aç dünyanın _ ü ve elik govdesı, en guçl en, rinliklerine dalan kökl evre sel bitki bu ğen yapraklarıyla !1 t:pesinde göğe ?� ın nsel arda agac uml evre topl ı Baz r. ştırı birle bölgeleri i adan da (yed ya tabak kat ç birka yerden yükselerek aşar� tanrısal makam_a dokuZ) oluşan gökyüzünü _ . lemelere, evrem bır betim ulaşnğı düşünülür. En eski merliler'de rastla!1ır. y ağaç biçiminde tasarl� �,- su. n tasarımlarda agacın ılışkı sıne bölge Mezopotamya gibi gök cisimlerinin güneş ve ay iki yanına özellikle konulması onun evrensel anlanunı vurgulamak içindir. Dünya ağacı düşüncesi Veda dönemi Hindistan'mda da görülür. Asyalı toplumlardan bazıları dünya ağacım duruma göre yedi ya da dokuz dallı olarak betimlemişlerdir. Burada görülen dal sayıları, farklı gezegenlerin bulunduğu gök katlarım belirtmek için kullanılmıştır. Sonuçta dünya ağacı da evrensel ağaç gibi evrenin bir imgesi, kopyası olmakta ve onun yerine geçmektedir. Çin söylencebiliminde evrensel ağaç Kien-mou mükemmel başkentin bulunduğu yer olan evrenin merkezinde yükselmektedir. Cermen ve İskandinav söylencebiliminde geçen Yggdrasil ağacı da evrensel ağacın başka bir örneğidir. Eski Anadolu geleneğinde de evren ağaç biçiminde düşünülmüştür. Bu görüş «Ağaç oldu bu alem. Meyvesi oldu Adem.» dizeleri ya da «Bir gövdeden, bir kökteniz. Şol ağacın dallarıy�Z>> deyişiyle Ahi Evren'in şiirinde dile gelir. Birçok Islam düşünürü ve sufi de evreni bir ağaca benzetmiştir.

�=

Dinler tarihinde karşılaşılan "ayinsel" ağaçların çoğunluğu dünya ağacının bir benzeri ya da kopyasıdır. Saygı gösterilen bu ağaçların yanında yemin ve dua ediliı', kurban kesilir, kutsal danslar yapılır. Evrensel ağaç ile yapılan özdeşleştiıme Asya şamanizminde daha belirgin bir durumdadır. Kamın böyle.�ir ağaca tırmanması onun gökyüzüne yüce tanrı Ulgen'in makamına çıkışını simgelemektedir. Bu gizemci yolculuk yedi ya da dokuz basamaklı kutsal direk üzerinde gerçekleşir. Ayinsel direk, burada, bir merdiven görevini üstlenir (57-56). Çin'deki Kien-mou ağacı da, benzer biçimde, hükümdarın dallarına basarak göğe inip çıkmak için kullandığı evrensel eksendir (80441 ). Örnekleri çoğaltırsak "dar-ı Mansur"a kadar ulaşabiliıiz.

l

DÜNYA AGACI ve EVRENSEL EKSEN Dünya ağacı kökleri ile yeraltını, gövdesi ile yeryüıünü, dallan ile gökyüzünün değişik katlarını, te�i. ile göğün zirvesini iletişime soktuğundan evrenın ekseni görevini üstlenir. Evrensel ağaç, aynca, �ünyanın dayanağı yerine de geçer. Eski doğu rk topluluklarında ve Choular'da, ağaçlar ve As'!a Tü d�ğlar, göğün en tepesinden ''yer-su''yun dibine varan bırer eksen gibi görülürdü. Altaylılar'a göre tanrılar takım yıldızlarının (burçlar) etrafında döndüğü bu �vren l direğe atlarını bağlar. Aynı tür düşünceyi � andinav topluluklarında da bulmaktayız. Onların � 11��mcında Tanrı Odin atım benzer biçimde Yggdrasil agacına bağlar. B iı· eksen görevini yüklenen evrensel ağaç, aynı zamanda iki ucu ile yer altını güneş ya da Kutupyıldızma birleştirmektedir. Orta Asya Türkleri Kutupyıldızını göğün merkezi olarak kabul etmişler ve Yerın gökle bu noktadan başlayan bir "Demir azık"la bağlandığına inanmışlardır. Yerden kalkarak utupyıldızına uzanan demir kazık, bu topluluklar tarafından bir dünya ağacı gibi görülmüştür ( 135-172).



Gaziaıııep halıseıda ilslıpt4mış yaşam ağa� ( 3- 190) 61

Ya}ım ağacı

ile beıeli Şelrzade kaf1am TSM 13/96?

YAŞAM AGACI ve BİLGİ AGACI yaşam ağacının kaynaşıp birleşerek tek bir görünüme kavuşması olgusu, dünyanın her tarafında rastlanan evrensel bfr temadır. Dinsel düşüncede "mutlak gerçeklik" simgesel olarak "mucizevi meyve" ile de gösterilebilir. Bu simge aynı zamanda ölümsüzlüğü, her şeyi bilmeyi sunan, mutlak gücü veren ve insanları Tanrı haline dönüştürebilen meyvedir. Bu da yalnız ağaçta bulunur. Ağaç imgesi yalnız evreni simgelemek için

Evrensel ağaç "bitmez tükenmez yaşamın" simgesidir. Bitmez tükenmez yaşamda ölümsüzlükle eşdeğer olduğuna göre evrensel ağaç imgesi başka bir düzlemde "ölümsüz yaşamın" ağacı niteliğini kazanır. Aynca arkaik varlıkbiliminde (antolojide) bitmez tükenmez yaşam "mutlak gerçeğin" bir anlatım biçimidir. Böylece ağaç hangi ad ile adlandırılırsa adlandırılsın mutlak gerçeğin bir simgesi konumuna yükselir (54-234). Evrensel ağaç ile 62

seçilmemiştir. Bununla birlikte yaşamı, gençliği, ölümsüzlüğü, bilgeliği vurgulamak için de kullanılmıştır. Bu bağlamda yaşam ağacı ölüleri diriltir, hastaları iyileştirir, i ir, üretkenlik ve verimliliği sağlar, gençleştr şans getirir. Tek Tamı'lı dinlerin kutsal kitaplarında benzer olan yaratılış (Tekvin) öyküsünde Adem ile Havva cennette yaşamaktadırlar. Tekvin(2/9)'e göre; Aden bahçesinin ortasında yaşam ağacı ve iyiyle kötüyü bilme ağacı bulunmaktadır. Tamı yarattığı ilk çifte bahçeden her istediklerini yeme izni vermişti, tek

bir ağacın meyvesi dışında. «Ey Adem!

�inle birlikte Cennet'te otuıun, buradaki nimetlerden bol bol yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşıp zalimlerden olmayın» (Bakara 2/35) .

Kuran'da cinsini saptamakta zorlandığımız

ağaç, Eski Ahit'te oldukça belirgindir. Tekvin 2/17'de belirtildiği gibi Tamı Adem'e Bilgi Ağacı'nın meyvelerinden yemeyi yasaklar. Bu olayda ön plana çıkan yılan da onlara bu ağacın meyvelerinin ölümü değil tanrısallığı getireceğini söyler (Tekvin3/4-5). Meyveyi yiyerek Tanrı gibi olacak insan sonunda yaşam ağacının yerini öğrenecek ve sonsuz yaşama kavuşacaktır (Tekvin 3/22). Buyıuğa uymayarak Tanrı'ya eşdeğer ve ölümsüz olmaya

Çini pano iherinde kutsal ağaçlar. Sünnet odası �si.16.yy. TSM

1:Jlışan insan, ilk günahı işlediğinden cezalandırılır.

lam'a göre yeryüzüne indirilir, Hıristiyanlığa göre de ��nndten kovulur. Olümsüzlüğü, mutlak gücü veren ve her şeyi bilmeyi sunan "mucizevi meyve"ye Eski Ahit ve uran dışında, diğer inanç sistemlerinde de rastlarız. u �ge Hesperitler. bahçesi altın elmaları, Si-wang maunun şeftalileri, Iskandinav söylencelerinde

(grifon) gibi gerçek ya da efsanevi hayvanlarla korunmaktadır. İnsanoğlu binbir zorlukla yanına ulaşabilse bile, üzerindeki ölümsüzlük sunan "mucizevi meyve"yi (leri) toplayabilmesi için, onu bekleyen canavar bekçiyi alt etmesi gerekir. BUl'adaki gizli anlam şudur: Ölümsüzlük kolay elde edilem ez yolu zorluklarla doludur. Genellikle ejder biçiminde beliren efsanevi hayvan ile yapılan savaşım bir "sııTı" öğrenmeye karşılık gelir. Ölümsüzlüğü elde etme

Değişik inanç ve geleneklerde gördüğümüz yaşam agacı Yılan, aslan, boğa, ejder, kartal başlı aslan

"kanıtlaması" bekçi hayvanı yenerek kahraman olması gerekir (54-250).

,



tanrılarm yedikleri elmaları da içerir.

hakkma sahip olabilmek için insanın kendini



63

Yeni ipek Herckebalısııld.ı vazodaıı yllksdeıı 1.-ırts.ıl ağaç.

64

I

Osokıııh kadııı giysisi (biııdallı) ii2eriııdevnıo ve ynşmn ağacı. ı9.yy.

Me2ürtaşmdn vnıodnnçıkaıı yaşam ağacı. 19.yy.

VAZO İÇİNDE YAŞAM AGACI

Y�am ağacı simgesi, çoğu kez bir vazo ya da

adını alır. Vazodan çıkan yaşam ağacı motifi İslam sanatında oldukça yaygındır. Aynı tema Hıristiyan sanatının da kilise bezemelerinde terk etmeden

kupa ıle birleşıü-ilmiştir. Bu plastik anlatımda dolu ya da sular belirmemiş olanı, tohumları, yaşamı

vazo

baş.latan her tür biçimlenmeyi dile getirir. Ağaca gelınce o da biç1mlenmiş ve beliımiş olanı anlatmaya yarar. V azo ve ağacın birlikteliği, aynca, yeniden oğuş, sonsuz yenilenme ve verimliliği belirtmek için �lla�ılmıştır. Böylece bitkilerin en yetkin ömeği agaç . ıle suya özgü simgesel anlamlar bir araya . �t�tılerek bir anlatım zenginliği yaratılmıştır. Kutsal

günümüze kadar kullandığı bir motiftir. Bu betimleme biçimine ülkemizdeki bir çok yapıtta da rastlamaktayız. Topkapı Sarayı, Erzuıum Çifte Minare, Divriği Ulu Camii, İshak Paşa Sarayı, camilerdeki çini kompozisyonlar, halılar, işlemeler, mezar taşları ve daha nice yapıt bu zarif motifle bezenmiştir.



su

ıle dolu vazo imgesi Hindistan'da "puma-ghata"

65

TERS AGAÇ Hint geleneği, en eski metinler olan Vedalar'dan beri evreni dev bir ağaç biçiminde betimlemiştir. Upanishad'lara göre ise evren kökleri gökyüzüne uzanan ve dallarını yeryüzününe yayan ters bir ağaçtır. Bu tasanın biçimi ile güneş ve ışığın insan yaşamındaki önemi vurgulanmak istenmiştir.

Tuba ağ acı ile birlikte sekiz kallı, sekiz kapılı bir yapı olarak t.1sarlanmış cemıet imgesi. Muhammediye 19.yy.

Kabalislik yaşam ağacı ve sefirotlar.

66

Hint düşüncesine göre yaşam canlılara yukarıdan gelir, onlar da aşağıda bunu içselleştirmeye çalışır. Bu açık anlamıyla fiziksel, maddi dünyada güneşin yaşamsal gücünü anlatırken, örtük anlamıyla da kutsal ışık yardımıyla tinsel boyutta gerçekleştirilecek bir gelişmeyi (aydınlanmayı) belirtir. Baş aşağı ağaç aynı zamanda yaratılışın aşağı doğıu inen bir devinim olarak açığa vum1asını dile getirir. Bu alt üst olmuş, tersine dönmüş ağaç imgesini İbrani düşüncesinde de buluyoruz. Vedalara benzer anlatıma Yahudi kültür ortamında da rastlamaktayız. Bu benzerliği kabala'ya ait, 1 3 yüzyılda yazılmış Zohar kitabında şu cümlede buluyoruz: «Yaşam ağacı yukarıdan aşağıya doğı·u uzanır ve her şeyi aydınlatan güneştir». Baş aşağı durumdaki kabalistik yaşam ağacı, T�nn'ya özgü niteliklerin insanların göıünür dünyasındaki beliımeleıini temsil eder (60-41). Evrensel yaşam ağacı, Yahudi mistik öğı·etisinde gerçekleştirilen içselleştirme uygulamalarının temel taşı olup, bir çok anlamla yüklüdür. Bir yanda tanrısal birliğin, diğer yanda hem evrenin hem de Adom Kadmon (yetkin insan)ın imgesi yerine geçer.

bitmiş bu ağaç aşağı doğru sarkarak dallarıyla sekiz cenneti birden saımıştır. Marifetnamede; arşın altında ve cennetlerin üstündeki beyaz inci benzeri boşluk Tuba'nın beslendiği yer olarak gösterilir. Yunus Emre'de «Cennet'te Tuba ağacı kökü arştan aşağı» dizeleriyle bu görüşe katılır. Bazı yorumcular cennetin Sidretül Münteha adlı bölümünde bulunan ve dallan tüm cenneti gölgeleyen bir ağaç olarak betimlemişlerdir. Dört ıımağın Tuba'nın dibindeki kaynaktan çıktığı söylenir. Aşağı doğru sarkan

ının varlığını Una Holmberg, ters ağaç inanc inde de saptamıştır. bilim Finlandiya ve İzlanda halk toplulukl.aımda da Bu motife Laponlar ve Avustralya 'nin 1'Ilahi cesini Dante düşün ağaç Ters rastlanır. kitabın Cennet Konu z. buluyoru de Konıedi11sinde undan «Doruğ bölümü 28,9 satırlarında geçer. beslenen ağaç. Her zaman meyve verip, asla y aprağını dökmez» . . Tuba ağacı da bu imgenin Islam dünyasındaki karşılığıdır. En yüksekteki Adn cennetinin ortasında

))l

.

�t f'

r ·t- t ���--



- · ��·

. ı .. . ' ( ��: ) A�,(rf l)

.��"' . . (��,�,. �r J ��1\{l ��

"'

� ,'

1\ '

(1

.

'

J



7

Tuba ağ aç11n ile bezeli Valide Milırişah Sultan çeşmesi. 19.yy. Küçüksu İstanbul.

67

�, rıs ve Giril ökenli k arkeolojik l>ultmıularda göıiilen l>oğaya sıçrama ya da boğa güreşi salmeleri. a- 1:Sipahi, I>- O.Collon, d- J.G. Yoımger, e- A.Evaııs,f- E.Porada'daı\ (160- 121,125).

ıoı

Boğa üzeriııde Hiıiı Fırııııa ıaıırısı. i.ö.2.l>iıı. J.Garsıaııg'daıı. (29-!>2)

Boğ aya l>iıınıiş �1nrı heykelciği. i.ö.7.l>iıı. Çaıalhöyük. J. Meföarı'ımı. (120-76)

taştan boynuzlar ve içerideki bölümlerde "kutsal boğa" betimleri bulunmuştur. Günümüze kadar ulaşan fresklerde boğanın üzerinde takla atan atletl r görülmektedir. Dinsel amaçlı "boğa güreşi" olarak yorumladığımız sahneleri arkeologlar ''boğaya sıçrama" (bull leaping) diye tanımlamışlardır. 1 997 yılında Sungurlu (Türkiye) yakınlarındaki Hüseyindede tepesinde bulunan ayinsel amaçlı bir vazonun Knossos sarayındaki "boğaya sıçrama" konusunu tekrar ettiği görülür (160-121). En son arkeolojik araştıımalara göre bu dinsel tema İ.Ö. 2 binli yıllarda Anadolu, Suriye, Mısır ve Girit'te görülen ortak bir uygulamadır. Boğanın çevresinde yer alan müzisyen, dansçı ve akrobatlara göre bunun Hitit bahar bayramı ile ilişkisi vardır. Törenin bu bölümü boğanın kurban edilmesiyle son bulur.

güreşi, bir çatışma ya da kutsal bir av sahnesi olabilir. Bu sahnenin bir boğa güreşi olduğu düşüncesi yakın yıllarda doğrulanmıştır. Anadolu'nun neolitik yaşam biçimi İ.Ö 4 binden başlayarak değişik aralıklarla Girit, Yunanistan ve Balkanlar yoluyla orta Avrupa'ya taşınır. Göç eden topluluklar beraberlerinde Ana Tanrıça inancı, boğa tapınımının en önemli öğelerinden boğa güreşi ile kutsal boynuzları ve daha birçok nesneyi Batı'ya götürürler. Anadolu'nun kültürel etkisi altında kaldığı kanıtlanan Minos uygarlığı (İ.Ö.2bin) kalıntıları içinde çok sayıda Ana Tanrıça heykelciği, boynuz ve boğa başları bulunmuştur. Girit adasında da boğa ileri derecede yüceltilerek bir tanrısal varlık olarak algılanmıştır. Bir tapmak niteliğindeki Knossos sarayı önündeki sunakta, merdiven korkuluklarında

Boyııuzlu l>aşhkla t.eıinılemııiş Hiıiı Fırıma ımırısı. i.Ö.8.yy. Thureau-Daııgiıı'deıı. (2 -IS6)

Boyııuzlıt l>aşhğı ile giiııeş ıaıınsı. Mezopoıanıya. ( 138-lev 100) 102

nde düııyayı ıaşıyaıı boğa başlı adamL1r. (5-43) Elleıi üstü

B öylece Girit ve Çatalhöyük arasındaki halkalar birbirine bağlanmış olmaktadır. Neolitik dönemde ortaya çıkan ayinsel nitelikli boğa güreşi teması, sonradan Girit aracılığıyla Akdeniz'in diğer ucuna yayılmıştır. "Kutsal boğa"nın dinsel simgeselliği yalnız Girit'e değil, İ.Ö.3. binde Hindistan'a da aktarılmıştır. Boğa güreşi bu tarihten günümüze kadar Dekkan bölgesi ve Güney Hindistan'da varlığını sürdürmektedir (54-84). Bununla birlikte bu çağdan başlayarak Hint-Akdeniz bölgelerinin gök ve fırtına tanrıları boğayla özdeşleştirilmiş ve onun biçimini almışlardır. Farklı yapıtlarda baş tanrı bir boğa üzerinde ve elinde göstergesi olan yıldırımları tutar biçimde betimlenmiştir. B oğa üzerinde bir erkek ya da bir tanrı betiminin en eski örneği, i.ö. 7. bine ait olup,

Futıııa

103

. ·• c1·· )· i ·ö ·lb�ı · AMM 157-30-67 aL1rı Hurrı (gece) ve Sem· (guıı uz taıırısıııııı kutsal boğ

"boynuzlu çocuk", "boynuzlu tanrı" diye anılınnış. Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde ise, bu imge gücu simgelediği gibi kutsal ışık anlamına da gelmektedir Bu nedenle Mikelanj ünlü Hz. Musa heykelin� onun Tanrı ile buluşmasından dolayı boynuzlu olarak yapmıştır. Hz. Musa, Dionysos gibi Büyük İskender'de boynuzlu olarak betimlenmiştir. İskender Mısır'ın baş tanrısı Amon'un oğlu olduğunu ileri sürdüğünden ' kendisinde tanrısal bir güç bulunduğuna inanılırdı. İslam yazınında Büyük İskender'e hem doğuyu, hem batıyı fethettiği için "iki boynuzlu" anlamına gelen Zu'l-karneyn takma adı verilmiştir. Kuran'da üç yerde (KehflS/83-94) geçen Zu'l-karneyn adının peygamberlerden ya da erenlerden biri olduğu söylenir. Her ikisinin aynı kişi mi, yoksa ayn kişiler mi olduğu uzun tartışmalara neden olmuştur. Fuat Köprülü, ortaçağ Anadolu'sunda İslam Sufi tarikatlarında Türk-Moğol Şamanlığı'nın etkilerini incelerken Baraki tarikatının kurucusu Barak Baba ve müritlerinin iki boynuz tutturulmuş keçeden serpuşlar giydiğinden SÖZ ooer. Bu bağlamda iki boynuzlu başlıkların şamanlıkta taşıdığı önemi beliıtir (109-150}. Hangi inanç dizgesinde olursa olsun, bir hayvandan

-='DD0000 n r

o

o

o

rı �

·

o o

Silindir miilıiir iizerinde göriilen boynuzlu ıapmak. Susa. i.Ö.3300 (7 -36)

Çatalhöyüğün VI. katında bulunmuştur. Bu kutsal hayvan ileride fırtına tanrısının bir temsilcisi (avatarı) olmaktadır. Fırtına tanrısı bulunduğu bölgeye ve döneme göre adı değişmiş Enlil, Bel, Teşup, El, Baal, Hadad, Zeus, Jupiter, Jupiter Dolichienus olmuştur. Bunların uzantısında, İ.Ö.3 bin civarında Mezopotamya'da boynuz tanrısallık göstergesi olup, tanrısal gücü simgeler. Artık göksel varlık olarak düşünülen diğer tanrılar da bu simgeyi kullanırlar. Her biri başında birkaç boynuz bulunan bir başlıkla betimlenmiştir. Taçlardaki boynuz sayısı Sümer panteonundaki önem sırasını (hiyerarşiyi) belirtmektedir. Kısa zaman sonra, Sargan döneminden başlayarak, kralların tanrı vekili oldukları düşüncesinin yaygınlaşması hatta "kralın tanrıyla özdeştirilmesi" nedeniyle, hükümdarlar da tanrılar gibi boynuzlu serpuşlar giymeye başlar. Bundan böyle, "tanrısal gücü" simgeleyen boynuz krallık erkinin (iktidarının) de göstergesi olmuştur. İ.Ö 2.600 yılında Akad'lı Naramsin ordusunun başında boynuzlu bir miğferle betimlenmiştir (129-Il/691). Hititler de Mezopotamya örneğinde görüldüğü gibi kabartma ve heykellerde tanrılarını boynuzlu sivri bir başlıkla resmetmişlerdir. Benzer biçimde Urartu tanrıları da boynuzlu olarak betimleniyordu. Hititler'de fırtına tanrısı Teşup somut bir gerçeklik olarak kabul edildiğinden betimi insan ya da hayvan biçimini almıştır. Bu yüce varlığın "rython"u (kutsal içki kabı) bir çift boğadır. Aynı zamanda gece ve gündüzün göstergesi olan her iki boğaya Serri ve Hurri adı verilmiştir. İnanışa göre, fırtına tanrısı bu iki boğanın çektiği arabasıyla gökyüzünde dolaşırmış. İleri tarihlerde Mitra'nın tacında, yer ve ay tanrısı Men' in omuzlarında yine çift boynuz ya da ayça motifleri görülür. Çift boynuzun ayçaya benzetilmesi boğanın ay ile ilişkisini belirtir ve verimliliği simgeler. Yaşanı ve verimlilik tanrısı Dionysos

Obruk kiliminde boynuz motifleri. (108-357) 104

ij ir.

n,

m

ve .r

O). n

Bo)'llıuız motifli Konya halısı 17.yy TİEM 105

Hitit Bereket tanrısı giysisinde tıoyııuz motifi. lvriz kaya kal>aıtıırnsmdan ayrıntı. l.ö. 730. �EM 7869

elde edilen bir parça on unla özdeşleşme ya da onun gücünden yararlanma amacmt güder. Tarihin derinliklerinden gelen, eski inanç ve geleneklerin izinde, günümilzde de değişik türden (boğa, koç, geyik) boynuzlar evlerin çatı ahnlıklarına, kapı söve ve başhklarına tarlalara, ağaçlara takılmaktadır. Bununla ilgili örneklere Anadolu'nun birçok yöresinde rastlamaktayız. Sözü edilen örnekler dışında birçok halıda görülen mihrap motifleri tepe noktasında bir çift boynuzla sona ermekte, ayrıca zemindeki bezemeler arasında da boynuz motifleri bulunur.

Bu alınlıklara boynuz takma alışkanlığı neyin göstergesidir? Çok eski dönemlere ilişkin mimari yapıların neredeyse tamamının yıkılmış olması nedeniyle, elimizdeki kanıt sayısı oldukça sınırlıdır. Bu sayısal yetersizliğe karşın Mezopotamya kökenli bazı eski buluntular bize yeterli bilgileri sunarlar. Bunlardan ilki El§m'ın başkenti Susa'nın en alt tabakalarının birinde bulunmuştur. İ.Ö 3300 civarına tarihlenen bu buluntuda, bir set üzerinde yükselen tapınağın her iki yanında üç çift boynuz görülmektedir. Böylece, ilk kez, bir dini yapının dışarıdan boynuzlarla bezenmesi olgusu,

v -v

T'!"nak anlamına gelen idcogrnııwn arkaik !>içimi. (Yücel Ecevit)

Yahya Tepe ve Kimı:ıoı lcvhal:ınnda görülen boyııuzkı ziggurntLır (183.48). 106

-- _lmı JJJ_ _

ır

K•içiik Yrıztltkaya11 krı.yrı rımtt cephesi. i.ö.6.yy. Midas Esktşehir. (2-428)

-

__

-

........

Eski Midas kenti 1 N olu kaya amit cephesi. i.ö.6.yy. Esktşehir (161)

Bir Likya mezart cephesi. Puıara Antalya. ( !3-78)

asılan boynuzların, yukarıda sözü edilen, çok eski bir mimari gelenekten kaynaklandığı apaçık ortadadır. Bu yapıtların arasında binlerce yıldır süregelen, inançlara dayalı bir bağ bulunmaktadır. Mimar, ev ustası, dökümcü, halı dokuyucusu gibi toplumun değişik kesimlerinden olan bir çok kişiyi, aralarındaki zaman, kültür, eğitim, ortam

Elam özelliği olarak ortaya çıkmaktadır. Tapınak mimarisine eklenen büyükçe boynuzlar, Pierre Amiet'ninde ileri sürdüğü gibi, tanrısal gücü simgelemektedir. Boynuzlu tapınakların varlığını kanıtlayan birkaç önemli belge daha vardır. Birincisi; Susa kentinin yağmalanmasını övünçle anlatan Assurbanipal1in sözleridir. «Lapis-lazuli tuğladan yapılma Susa Zigguratını yıktım; parlak bakırdan dökülmüş boynuzlarını kırdım» İkincisi: yine Susa'da yapılan kazılarda taştan yapılma, her biri 1 m'den �üyük iki boynuz kalıntısı ortaya çıkarılmıştır. Uzerlerinde neo-elamit bir yazıt bulunmaktadır (183-47). Bunlar dışında Yahya Tepe ve Kirman 'da bulunmuş plakalarda tepelerinde boynuzla retimlenmiş zigguratlar görülmektedir. Başka ilginç bir belgeyi de eski bir ideogram oluşturur. Mezopotamya'ya ait dillerde tapınak kavramını belirten ideogramın arkaik biçimine bakıldığında aıkeolojik verilerin yazı dili ile bütünleştiği görülmektedir. İdeogramın çizimi Yahya Tepe, Kirman plaketleri ile şaşırtıcı bir benzerlik g�sterirken, silindir mühürlerdeki tapınak ya da zıggurat betimine tam tamına uygun düşmektedir. Eski Anadolu mimarisinde ilk kez çatı örtülü ?�ap yapı tipini getiren Frig'lerin İ.Ö 6.yüzyıla ilışkın, tapınak cephesi biçimindeki kaya kabartmalarının alınlık tepelerinde, boynuz türünde cami alemlerinden hiç farkı olmayan alemler görülür (62-1 14) . . Konutların cephesine boynuz takma ya da binaların tepelerine boynuz biçimli alem koyma geleneği; ülkemizde Selçuklu ve Osmanlı dönemi �ap ılarında da, İslamiyet'e rağmen aynı biçim, aynı ışJ��l� yaşamaya devam etmiştir. Türbe, cami gibi gışık yapıların kubbe ve minareleri üzerinde Y�_uz, ayça biçiminde alemler görülmektedir. Bugun Anadolu'da görkemli evlerin cephelerine

-

:

Çift boynuzla son bulan bir cami alemi. (l 08-295) 107

Çifl l>oyııuz nıoliOeriyle l>ezeli Yahyalı halısı 108

Kokmda bereteı boynuzu ıaşıy:ın şaı\S ve k.ıder ıaıuıç.ısı (fylı:lıe). i.S. 2.yy. i Bolu. İAM 4410T Üskiibi

farklılıklarına karşın aynı türde bir betimlemeye yönelten, oldukça güçlü bir gelenek söz konusudur. Esk i Ahit'te geçen kurban ve buhur sunaklarını Tanrı boynuzlu olarak yapılmasını buyurur (Çıkış Tl/2, 30/1-3). Sunağın köşelerine konulan boynuzlar �nn'nm ezeli gücü (kadirliği)nün göstergesi olarak .ort ana yönü belirtir. Yapılış ve biçim olarak Kenan bölgesi yapıtları ile benzerlik gösteren �unağın, kökende İ.Ö.2.binde Girit'te yapılan eski . kl�rle büyük bir ilişkisi vardır. Aynca Efes temıs ta ınağında "Keratino Bonos" denilen ? � bo Ynuzıu bır sunak vard1. Hattı güneş kursları adı

altında tanıdığımız madenden alemlerin bir bölümünde de boynuz motifi kullanılmıştır. Boynuz genellikle eril hayvanların başında bulunduğundan, aynca erkeklik gücünü ve üretkenliği simgeler. Anlambilimsel (semantik) inc�lemeye göre boynuz sözcüğü Latince, Sanskritçe ve Ibranice'de güç ve erk anlamına gelir. Bu imge, yalnız gücü çağrıştıran biçimi ile değil, ayrıca doğal �şlevi gereği de güçlü bir silah görünümündedir. Oldürülen hayvandan alınan boynuz en değerli ganimettir, çünkü hayvanın gücünün toplandığı yerdir. inanca göre, o güçlü varlığı alt eden yiğit kişi

J

zıe

109

Çifı l>erekeı boynutlu merıı.er ı>laka. Roma döııem.i, Arrodisyas Aydın.

ister bir tılsım görevini üstlenmiş olsun her zaman verimliliği, bolluğu, doğurganlığı arttırıcı, nazara ve büyüye karşı bir koruyucu nesne olarak kullanılmıştır. Binlerce sene verimlilikle iç içe olan boynuz, keçi Amaltheia söylencesinde, Zeus'un bolluğu bağışlamasıyla "bereket boynuzu" biçimini alır. İçi, tepeleme, tahıl taneleri ve meyveyle dolu nesne , Bacchus, Ceres, Irmak ve Fırtına tanrılarının göstergesi yerine geçer. Yunan ve Roma söylencebiliminde bolluk, verimlilik, zenginl ik biçiminde insanlara sunulan karşılıksız tanrı bağışlarını simgeler.

�oynuzlan almakla onun gücünü sahiplenmiş olmaktadır. işte bu nedenle, Naram-sin'i anımsatırcasma, Kelt ya da Romalı asker miğferine bir "corniculum" eklemişti. Bu simgesel sahip çıkma olgusu, nazarlık ya da tılsımın da işlevini açıklamış olmaktadır. Her zaman boynuzlu hayvandan alınan böylesin bir ganimet savaşçının gücüne güç katar. Sonuçta tanrı başlıklarına, zigguratlara, tapmaklara, camilere, minarelere, türbelere ve mihraplara takılan boynuzlar tanrısal gücü simgelediğinden bunların kutsal niteliğini ön plana çıkarır. Bunun yanında evlere, tarlalara, ağaçlara, kulaklara, miğferlere takılan ve boyuna asılanlar ise ister bir nazaralık

ııo

--

Bereket l>oy11uzL1rı ile !>ezeli l>ir "Hilye-i Saadet" 1834. TİEM 2857 ili

HALININ SINIRI

"Çul>uk" diye adla11dırı�111 iııce şeritlerle çevrili l>ir Kula lı,1hsı. 19.yy. TIEM 0821

HALiNiN SINIRI Tarihi süreç içerisinde karşılaştığımız uygulamalarda, kutsa m �n kendisini çevreleyen bölgeden bir duvar, bır çıt ıle ayrılır. Bazen duvar yerine, Mekke örneğinde olduğu gibi "harem"in sınff noktalan, aleniler v e taş yığınları ile gösterilmiştir. Herhangi bir halıyı da çepeçevre bir geniş şerit (bordür) ile kuşatmak, kutsal alam bir sınır ile çevlıme düşüncesinden kaynaklanır. Gerçekte sınırın en belirleyici işlevi nitelikçe farklı iki bölgeyi bi'birinden ayırmaktır. Türdeş olmayan iki mekanın ayrılığını vurgulama anlayışına halılar dışında bil'çok yapıtta rastlarız. Sınırın taşıdığı "ayırt edici" v e "karşıtlık" özellikleri halı kenarlarında kullanılan motiflerle anlatılmak istenmiştil'. Bu bezemelerden çoğu evrenbilimsel anlayışlarla ilişkilidir. Oldukça eski evrenbilimsel düşüncelere göre yeryüzünün sonsuz bir deniz ya da ondan sonra gelen sıradağlar ile son bulduğuna inanılıyordlL Bu sonsuz denizi belirtmek için sarmallar dışında kanca görünümündeki motifler de kullanılnuştır. Genelde kanca, tırnak diye adlandırılan bu betiler, gerçekte, suyun hareketlerini anlatan dalgalardır. Bilindiği gibi sanat tarihinde bu desenlere "kyma" adı verilmektedir. Dalga anlamına gelen Grekçe kökenli "kyma" sözcüğü de bu görüşü

doğıulamaktadır. Bu su kütlesi bazen bir yılan daha doğıusu bir kaos canavarı biçiminde betimlenmektedir S.133. Sıradağlara gelince, bunlar da almaşık üçgenler ya da kırık çizgiler (zik zaklar) biçiminde gösterilmiştiı·. Bu dağlar çeşitli kültür ortamlarında dünyanın kuşağı olarak kabul edilir. İslam evrenbilimine göre Kafdağı tek bir dağ olmayıp, dünyayı çeviren birkaç sıradağına karşılık gelmektedir. Bazı ülkelerde ise, oradaki sıradağların bu kuşakla özdeşleştirildiği görülür. Bu nedenle Ruslar Ural dağlarına "zemnoy payas" yani "yer kuşağı" adım vermişlerdir. Eski Türk ve Fin toplulukları da bunları dünyanın kuşağı olarak kabul etmişlerdir. Gördes, Kula, Kırşehir halılarının kenarlarında göıiilen ince şeritlerin bu anlayış doğrultusunda tasarlannuş oluğunu düşünebiliriz. Şaman davulları, Keltlere ait taş oymalar ve birçok yapıtta .larık çizgilerin iki evrensel bölgeyi birbirinden ayırmak için kullanıldığı görülür. Biri ters, biri düz almaşık desenler kullanma geleneği neolitik döneme kadar geriye gittiğini arkeolojik buluntular üzerinde saptamak olasıdır. Her kez karşıtlık anlamını içeren, biri ters biri düz, güneş ve ay (su), açık ve koyu tarzda motifler kullanarak farklı iki bölgenin başladığı izlenimi yaratılmaya çalışılmıştır.

� :1
azıları. (3-72) 1 13

IÇ IÇE MIHRAPLAR •





"Naiskos"ta oturan Ana Tanrıça betimi. i.ö. 6.yy. Kymc luııir. IAM ı2T

abrı. i.ö.9-8.yy. (156-223) Thıırıça Astırıe imgesiyle ikoııik beıimlemeye koııu olmuş la{>mak görihtliisii. Nimmd {>lak

İÇ İÇE MİHRAPLAR Tapınak mimarisi kutsal alanı yalnız sınırlandıımakla kalmaz, aynı zamanda, onu bir sınıflandırma ve derecelendiıme işleminden geçiı·ir. Özellikle Mısır, Mezopotamya, Yunan, Roma, Hint ve Yahudi tapınakları iç içe geçmiş ya da art arda sıralanmış bölümlerden oluşmuştur. En arka bölmeyi oluşturan en iç odada tanrı heykeli ile kutsal eşyalar bulunurdu. Yunan tapınağında adyton, Romalılar'da cella, Hindistan'da garbhagriha (rahim evi) adı verilen bu en kutsal bölüm sağır duvarlarla çevrili, penceresiz ve karanlık bir oda görümündedir. Süleyman Tapınağı'da kutsalların kutsalı adını alan bölüm Rabbin bulunduğu yeri simgelerdi. Gittikçe küçülen ve ardışık bölümlerden oluşan bu . üç aşamalı tapınak planının uygulanmasındaki amaç, k uts llığın dışarıdan içeriye girdikçe derece derece � arttıgını belirtmek içindir. Kutsal mekandaki derecelendinne anlayışına kanıt olabilecek en önemli elgeler Kitabı Mukaddes'te bulunur (Çıkış 26/33, _ .Krallar 6/19, lbraniler e 9/2-3). Burada aynca �uts �la doğrudan ulaşılamayacağı da anlatılmak te�ı�. Çü � her isteyen bu bölüme giremezdi . ..elır�ı bır dınsel yasak ve engel söz konusuydu. _ nıegın Süleyman Tapınağında insanlar toplumsal onu�larına göre kutsal yapının ancak belirli erlerıne kadar gidebilirdi. Kadınlar erkeklere göre !�ride kalırdı. Böylece dinsel yasak Kutsal'ın ıgı v � ::bütü lüğüne11 zara vere ilecek bir � k � 1? _ � ' en�eyı onlemış olurdu. Kılıselerın de plan ve d ���l ışleyişine baktığımızda aynı türden biı· d u şun · · · c· enın ızler ıne rastlarız.

Urartuların kullandıkları tapınak görüntüsündeki üç pervazlı mihraplar, gerçekte, İ.Ö.3 binli yıllarda Mezopotamya S.26 ve Mısır'da ortaya çıkan, İ.Ö. 1 binden başlayarak Anadolu, Ürdün, Suriye, Mezopotamya ve Kenan ülkesinde yaygınlaşan üç bölümlü tapınak planını özetler. Kayalardaki oyukları çevreleyen üç pervaz tapınağın üç bölümünü, mihrap ise tanrı evinin en kutsal yerini temsil etmektedir. Urartular'a komşu Nirnnıd (Kalah) kökenli (İ.Ö.9-8.yy) oyma fildişi plakalarda, yine üç pervazlı biı· mihrabın tanrıça Astarte (İştar) imgesini içerdiği görülür. Bu konuyla ilgili en çarpıcı örneklerden birini Neba dağındaki (Ürdün) bir kilisede bulunan mozaik bir bezeme oluşturur. İ.S.5.yüzyıla tarihlenen bu yapıtta Süleyman Tapınağı'nın ardışık üç bölümden oluştuğu görülmektedir.



� � � ah� : •

ı{>ıLırla taıırısal b�lirime yer vermeyeııbetimleme. Dnro-Euro{>ussiııagoğu. Ka{>alı k. ı.s. 3.;-y. Suriye;. ( 1 IO-le;v XVI) ıı 5

Peroeleriıı açılmasıy�1 t.uırısallığın aııikonik biçimde ortayaçıkışı• . İ.S. 6.yy. Ayasofya Miizesi.

........ ...................... .... ...

Bu yorumu destekleyen diğer betimlere de Filistin ve İsrail bölgesindeki eski sinagog kalıntılarında da rastlarız. Üç pervazlı kapı biçiminde bir mihrapla betimlenen tapınak görüntüsü zamanla çeşitlenerek Frig (İ.Ö.6.-5.yy) ve Roma döneminde (İ.Ö.2.yy­ İ.S.2.yy) iki ya da dört sütunun taşıdığı üçgen bir alınlık ile özetlendiği görülür. Bu şematik modelde derinlik verilmeyip yalnız cepheden görünüşle yetinilmiştir. Dört sütunun kullanıldığı betimlemeler de ise yan yana sıralanmış üç mihrap ortaya çıkar. Yan yana dizilmiş üç mihraplı modeller sonraki dönemlerde İslam ve Hıristiyan sanatının sıkça kullandığı bir tasarım biçimidir.

Süleyman Mabedi' uiıı iiç aşamalı plamııı gösteren mozaik betimleme. i.S. 5-6.yy. Nebo d.1ğmdaki Ttıeotokos kilisesi Ürdiiu. (43-159) 116

Yıııı yaııasıralanmışiiç milırap ve Kabe motifinden oluşan anikoııik betiınleme. 18.yy. halısL TİEM0760 117

İSLAM SANATINDA İÇ İÇE MİHRAPLAR Derece derece kutsallığın arttığı üç bölümlü bir mekanda ana eksen üzerinde ilerlerken basamaklar aracılığıyla yavaş yavaş bir yükseliş eylemi de (ascension) gerçekleşir. Anıtsal Sümer tapınaklaıına merdivenle çıkılan bir avludan girilirdi S.26. Taraçalar üzerinde yükselen bölümler diğerinden basamaklarla ayrılmıştı. Bunun anısını en güzel biçimde saklayan dinsel yapılardan biri camilerdir. Osmanlı Sultanlarının inşa ettirdiği anıtsal camilerde Kabe yönünde ilerlerken mihrap biçimli ardışık avlu kapılarından geçerek ana binaya ulaşılır. Dışarıdan binanın ana bölümüne doğru ilerlerken çıkılan her basamak, geçilen her kapı sanki derece derece bir bölümden diğerine geçişi vurgulamaktadır. Bu bir yerde yaşanılan ortamdan daha farklı, kutsallık yüklü evrenin merkezi Kabe'ye doğru ilerlemeyi dile getirir. Mihrapla son bulan ana eksen üzerinde gerçekleştirilen bu yürüyüş Beytullah'a (Allah'ın evine) doğru bir yöneliştir. Tannsal makama doğru yapılan bu mistik yolculuk simgesel olarak, yatay ve dikey olmak üzere iki boyut içerir. Bu simgesel anlatımlar, genelde, perspektif ilkesinin tam olarak uygulanmadığı halı modelleıine iç içe geçmiş ya da üst üste dizilmiş mihraplar biçiminde yansır. Yan yana sıralanmış üçlü mihraplar da bu anlatımın farklı bir çeşidini oluşturur. Sanat tarihinde çok ender rastlanan böyle bir tasanın düşüncesini halı ve kilim dünyasına taşıdığımızda çok ilginç örneklerin varlığına tanık oluruz. Anadolu kültür çevresinde iç içe geçmiş ve merdiven biçiminde yükselen mihraplar içeren birçok halı, kilim ve tülü ile karşılaşmak olasıdır. Bu tür kompozisyonlar daha çok Türkiye'nin orta bölgesinde özellikle Konya, Karapınar, Sivrihisar ve Sivas dolaylarında üretilen dokumalarda görülür. Asırlar boyu halılarda kullanılan bu tasarım biçimi anlam v� simgesel içerik açısından diğer yapıtlarla ayrılmaz bır bütünlük sergiler.

SiileymaııTapıuağı,ıuı planını aııuns.ıtaıı iç içe geçmiş mihrap1ır. Yatıyah lıal1SL (3-92)

Tinsel yiikselişi simgeleyen mihrap1ır. (3-148)

ııs

R

.r na

rde vlu n r

.e :u

ve

ine ıp1ar

nm

L

.olu

inde

.r

t ve

z

bir

119

Oçw mihrabın farkb bir tM.'lrımı. p i ek Hereken�

RE-ENTRANT MODELi •

Kabe ve "nıataf' alanım gösteren bir miııyatOr. TSM E H 1424 fol.15b

RE-ENTRANT (KEYHOLE) MODELİ Kabe'yi çevreleyen ve üzerinde tavafın yapıldığı bölüme mataf adı verilir. Eski fotoğraflara baktığımızda mermer döşeli tavaf alanını bir sütun sın5ının sınırladığını fark ederiz. Bab Beni Şayba denilen kapıdan başlayan 32 tane ince sütun Kabe'yi

çevrelerdi Bu alanın aydınlaulması sütunlar arasına � kandillerle gerçekleştirilirdi. M atafın girişini belirleyen kapıya bazen Babüsselam adının da

verildiği görülür. Sütunlar yanında aynca dört mezheple ilgili yapılar da bulunurdu. 1956 yılındaki manm ve genişletme çalışmaları sırasında bunların hepsi kaldırılarak Kabe bugünkü görümünü almıştır. Yazılı kaynaklar matafın Emevi döneminden beri var olduğunu bildirmektedir. Osmanlı dönemine ilişkin kutsal kentlerden söz eden kitaplarda, gravür, minyatür, çini ve halı gibi değişik yapıtlarda sayısız Kabe betimlerine rastlanır. Bun1ann çoğunda Kabe'nin Babüsselam tarafından olan görüntüsü verilmiştir. Osmanlı nakkaşları diğer yapıtların tersine, mataf alanını halılar üzerinde şematik bir biçimde betimlemişlerdiL Kabe'nin taşıdığı simgesel anlamları göz ardı eden yabancı uımanlar matafın göstergesi olan şematik girintiyi anahtar deliğine benzettiklerinden, bu modellere

re-entrant adını vermişlerdir. Oysa burada vurgulanmak istenen Beytullah'ın İslam dünyası için taşıdığı merkezi önem ve tavafın tanrısal makama

'Bır halı modclmdc"ma!af" alanının sekizgen girinti biçiminde gösferihnesi.

ulaşmadaki rolüdür.

121

Kal>e l>eliınli çini pano. Ak Ağalar Cami. TSM

122

"Matar' yeriııiıı vurgulaııdığı 1IS.yy alısı. TİEM 0725 123

EVRENBİLİM

. . Hiııd-i Garbi Beyaııı Kitaplığı istmıbııl Evrcıışemasnını yarısnıı göstereıı miııyalllr. Tarıhı . .

EV RENBİLİM Halıların simgeselliği evrenbilimsel anlayışlarla sıkı sıkıya bağlıdır. Modellerin çoğu bu anlayışlar doğrultusunda üreti.lrı:tiştir. Farklı d?n.emlerde gerçekleştirilen çeşıtlı tasarımların ıyıce anlaşılması için, ilk önce kaynaklandığı evrenbilimsel düşünceleri kısaca gözden geçirmekte yarar vardır. Geleneksel evrenbilim evrenin var oluşu, başlangıcı ve sonu, yapısı ve işleyişi ile ilgili temel soruları yanıtlamaya çalışır. Günümüz evrenbilimi ise araştırma alanını daha da genişleterek evrenin ortaya çıkış nedenleri, geleceği, sürekliliği, farklı galaksiler, güneş sisteminin kökenleri, evreni oluşturan maddeler ve onların nitelikleri gibi çok farklı konularla ilgilenir. Modem evrenbilimin doğuşu, 1916 yılında Einstein'ın genel görelilik kuramını açıklamasıyla gerçekleşir. Tarihi çok eski çağlara kadar inen ilk evrenbilimsel öğretilerin dinsel inançlar ya da söylencelerin etkisinde biçimlendiği gözlemlenir. Mezapotamya, Çin, Hint, Yunan, Hıristiyan ve İslam olsun tüm geleneksel öğretiler her zaman metafizik niteliklerin evrene uygulanması ilkesini ön plana çıkarmıştır. Her biri öncelikle "yaratılışı" ele aldığı için evrendoğum (cosmogonie) ile iç içedir. Tek tanrılı dinler insanın dışında gerçekleşen bu eylemi açıklayabilmek için sürekli olarak, bir "yüce varlığa" göndeımede bulunurlar. Bununla da yetinmeyip evrenin sona erişini ahiret inancı ile birleştirirler. Böylece yaratılış olgusu ile birlikte zaman başlamış ve mekan da ortaya çıkmış olur. Bunlara karşın, modem evrenbilim hiçbir metafizik kavram içermez. Kendi kuramını kurarken tanrısal bir varlığın yardımına gerek duymadığı için yaratılış eylemini bir başlangıç olarak ele almaz. skil rin sonlu, "kapalı" dünya anlayışını terk ederek � açık , sonsuz evren görüşünü geçerli kılar.

.....

Siimerlilere göre evreniıqeması. 1- İlksel deniı, 2- Gök ( An), 3- Yeryiizii okyanusu (Abzıı), 4- Yer (Ki), 5- Cehennem (Kur). (l l l -95)

MEZOPOTAMYA EVRENBİLİMİ Günümüze ulaşan en eski evrenbilimsel bilgiler Mezopotamya, Mısır, Çin ve Hint uygarlıklarına ilişkindir. Arkeolojik belgelere göre Mezopotamya uygarlıkları evreni tüm varlıkları içeren bir bütün olarak kabul eder. Bu öğretilerde; evrenin yer ve göğün birleşmesiyle bir bütünlüğe ulaştığı anlatılır. Söz gelimi Sümerce'de evreni belirtmek için kullanılan "an-ki" terimi sözcüğü sözcüğüne "gök-yer" anlamına gelir.



125

insan bedeni için de geçerlidir. Küçükevren diye adlandırılan insan bedeni büyük evrenin (macrocosmos) bir kopyası olarak kabul edilir, onun özelliklerini yansıttığından evrenin bir aynası yerine geçer. Sümer-Babil evrenbilimsel anlayışına göre, yuvarlak kurs biçimindeki yeryüzünü uçsuz bucaksız bir tuzlu deniz çevrelemektedir. Pek fazla ayrıntı içermeyen bu tabloyu üzerinde gezegenler ve yıldızlan taşıyan büyük bir kubbe görünümündeki gökyüzü tamamlamaktadır. Hiçbir zaman erişilemeyen gök kubbenin denizden sonra gelen sıradağlar üzerine oturduğu varsayılır. Bu yüksek dayanakların sayısı sonradan azaltılarak, simgesel açıdan dört dağ ya da sütuna dönüştürülür. Dört sütundan her biri dört ana yönü belirten birer gösterge yerine geçer. Gökyüzünün maviliğine gelince o da rengini yapısındaki değerli taşlardan alır. Benzer düşünceye daha sonra Eski Ahit'te rastlarız ( 1 53-41). Bazı betimlerde dünyayı çevreleyen acı su kütlesi yerine onu simgeleyen bir yılan imgesi (kaos canavarı) görülür. Böylesine ilgi çekici bir evren tasarımı yüzyılları aşarak Osmanlı ve Avıupa sanatına ulaşır S.133.

Soyut !>içimde evreııi l>etimleyeıı tat.ak. i.ö 4.l>iıı. &ısa Elmı döııemi (76-168).

Yazılı belgelerden, evrenbilimsel öğretinin yer ve göğün "benzeşimi" üzerine kurulmuş olduğunu ve yukarıda bulunmasından ötürü önceliğin gökyüzüne verilmiş olduğunu öğreniriz. Burası tanrıların egemenliği altında bulunduğundan kutsallık kazannuştır. Her tanrı ya da onu temsil eden bir gezegen göksel bölgenin farklı bir bölümünde etkinlik göstermekte ve orayı yönetmektedir. Bu görüşe göre her şey gerçek anlamda yalnız, gökte vardır. Yerdekiler ise yukarıdakilerin imgeleri ya da izdüşümlerinden başka bir şey değildir. Gökte bulunan herhangi bir şeyin, mutlaka yeryüzünde de bir "karşılığı° bulunur. Ayrıca yukarısı ile aşağının düzeni birbirine benzer. Bu benzeşim ve karşılıklılık anlayışı birkaç olgu ile sınırlı kalmayıp her iki bölgenin değişik boyutlarda sayısız ilişkiye girmesine de olanak sağlar. Sonuçta gök kubbenin hakimi tanrılar ya da gezegenler ile yeryüzündeki madenler, hayvanlar, bitkiler, taşlar başka bir deyişle renkli olan her şey ile mevsimler, yazgı ve doğum günü arasında büyülü ilişkiler söz konusudur. Bu nedenle aşağıda gerçekleşen bir olay ya da orada bulunan bir nesne her zaman gök yüzünde bulunan bir gezegenin etkisi altında kalmaktadır (58-38). Benzeşime ve karşılıklılığa dayalı düşünce sistemine eski Çin ve Hindistan'da da rastlamaktayız. Bu anlayış biçimi

Bal>illilere göre düııya haritas1 W. Horowitz'deıı (93)

126

İ � Ki YUNAN EVRENBİLİM Mezopotamya kökenli "kapalı" evren (le monde gelen toplumlardan Keldaniler clos) anlayışı arkadan da etkilemiştir. Homeros'ta yassı bir ve Yunanlılar'ı denilen kurs biçimindeki dünyayı okyanus (okeanus) göre enes'e Anaksim yineler. ini çevirdiğ kütlesinin ir. yüzmekted ÜZerinde yeryUZü su xe� ine havanın : Pithagoras (10.-580--500) daha farklı düşünerek yer ve göğün küre biçiminde olduklarım ileri sürer, ilk kez dünyaya cosmos adını verir. Daha sonra Platon (İ.Ö. 428-348)da Pithagorasçıların iki küreli evren anlayışını benimser. Oluşturduğu kuramı da Timaios adlı yapıtında anlatır. Bu düşünüre göre birisi idealar öbürü ise gölgeler olmak üzere birbirinden farklı iki dünya bulunur. Birincisi ancak akıl ile kavranabilir. Burası zihinde tasarlanabilir biçimler olan ideaların dünyasıdır. Bunlar d1:lrağan, değişmez ve metafizik nitelikli varlıklardır. Ikincisi .ise duyguların algıladığı şeylerin dünyasıdır. Burada bılunanlar sürekli değişen, karmaşık nitelikte ideaların kusurlu bir yansıması ya da gölgesi olan varlıklardır. Platon'un savında Sümer-Babil etkisini hissetmemek olanaksızdır. Arkasından Aristoteles (İ.Ö. 384-322) öğretmeni Platon gibi dünyanın evrenin tam ortasında devinimsiz bir biçimde durduğunu yineler. Yıldız ve gezegenleri taşıyan saydam kürelerden söz eder. Ard arda sıralanan eş merkezli kürelerden sonra gelen ve üzerinde durağan yıldızların bulunduğu küre ile evren son bulur. Bu kurama göre Aristoteles, evreni ay altı ve ay üstü adını verdiği iki farklı bölgeye ayırır. Dünyadan sonra gelen ay küresi, gezegenler arasında, bir sınır bölgesidir. Bu evren modelinde ay altı bölgesi oluş ve bozuluş (genesis, fthora) dünyası a ını alırken, ay üstü bölgesi de gerçek varlıkların dunyası olarak düşünülmüştür. Aristoteles'in sonlu anlayışı insan, evren ve diğer varlıklar arasında affiakıı bir bütünlük ilişkisini ortaya koyar. Daha sonra Arapların Batlamyus adını verdiği � nanlı bilgin Cla udius Ptolemaios (İ.S. 100-170) boyu kullanılacak olan yer merkezli o ���rik) evren modelini ortaya atar. Onun ileri dugu. kuramsal sisteme göre, evrenin merkezinde

su

Ptolemaios\nı evre11 modelL A-Yer(merkezde), 1- Ay, 2- Utarit (MerkOr). 3· Zitıre (�ııiis), 4- Giineş, 5- Merih (Mars). 6- Miişteri (Jupiter), 7- Ziihal (Satiim), 8- S.ıl>it yıldızlar.

bulunan yerin çevresinde, üzerinde gezegenlerin dolandıkları gök küreleri sıralanır. Bu küreler deyim yerindeyse bir soğanın katmerleri gibi üst üste dizilmiştir. Ptolemaios'un modelinde merkezde yer bulunur, arkasından 1-Ay, 2-Utarit (Merkür), 3-Zühre (Venüs), 4- Güneş, 5-Merih (Mars), 6-Müşteri (Jupiter) ve 7-Zühal (Satürn) olmak üzere diğer gezegenler gelir. Bu kurgu yıldızların asılı olduğu sekizinci küreyle sona erer. Roma döneminde ortaya çıkan bu tablo 16.yüzyıla değin geçerliliğini korumuştur.



�en �

r,uzyıll ar ���

127

128

ESKİ TÜRKLER'DE EVRENBİLİM cisimleri ve diğer ögeler arasında karşılıklı ilişki kurarak bir bütünlüğe ulaşan evrenbilim anlayışına Eski Türkler'de de rastlamaktayız. Yakut Türkleri ile birlikte Budist Uygurlar ve Altay Şamanizm'inde de evren gök, yeryüzü ve yer altı olmak üzere üç bölümden oluşur. Altaylı Şamanlara göre gök ve yer kendi arasında katlara bölünmüştür. Önceleri dokuz kat biçiminde ortaya çıkan bölünme sonralan yedi kat ile sınırlandırılır. Bu inanca göre evrensel bölgeler imgesel bir eksen ile sıkıca birbirine bağlanmıştır. Şamanlar göğe çıkma törenlerinde bu direkten yararlanır. Tören sırasında dokuz ya da yedi dallı bir ağaç göçebe çadırı içine dikilir. Kurgusal yapılanmaya göre göğün beşinci katında Kutupyıldızı ve göğün kapısı bulunmaktadır. Bu sınır (eşik) bölgesinden sonra ruhlar ve tanrılar dünyası başlar. Hangi evrenbilimsel anlayışta olursa olsun öncelik göğe verilmiştir. Burası en yüce bölge olarak nitelendirilir. Göğün yüceliği aynı zamanda Tanrı'nın yüceliğini de içerir. Bu anlayışa göre Tanrı ay, güneş ve yıldızların üstündeki bir bölgede bulunur. Burası yükseklerin yükseği ve daha ilerisi olmayan yerdir. Bu nedenle Eski Türkler bu sonsuz yüksekliğe 11üzeliksiz11 yani "daha yükseği bulunmayan sonsuzluk" adını vermişlerdir ( 135-161). Yakın zamanlarındaki tasarımlarda dünya bir boğa (öküz) üzerinde ya da birbiri üstüne binmiş hayvan yığını üstünde bulunmaktadır. Bu evren anlayışı sonradan İslam dünyasına geçmiştir. Asya kökenli olduğu sanılan bu betimde en altta bir balığın yer alması çok dikkat çekicidir.

Asya'da yaşayan Türk topluluklarının önceleri iki bölümlü evren anlayışını benimsedikleri ve uzunca bir süre bu tasarıma sadık kaldıkları görülür. Zamanla Hindistan'ın etkisinde kalarak üç bölümlü evren şemasını ya da Şamanizm'in geçerli olduğu bölgelerde çok katlı evren modellerini kullanmışlardır. Gerek Hunlar gerek Göktürkler'de de iki ögeli tasarıma rastlarız. Devasa bir göçebe çadırı (yurt)nı andıran evrende gök yeryüzünü bir kubbe gibi örtırektedir. Evrensel düzen iki bölgenin sergilediği birliktelik, iyi ilişkiler ve uyum aracılığıyla gerçekleşmektedir. Metinlere göre eski Türklerin töresi ve toplum düzeni de bu evrensel uyuma bağlıdır. Orhun yazıtlarında geçen "yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer" deyişi iki bölümlü evren anlayışını açığa vurur. Türk toplulukları arasında kullanılan 11Tengri11 Sözcüğü kültürel, dinsel ve evrenbilimsel düşüncenin en belirgin kavramlarından birini oluşturur. Tanrı anlamına gel.en Tengri sözcüğü başlangıçtan beıi gök kubbenin yetine kullanılmaktadır. Eski Türk düşüncesinde Tanrı ve gök arasında bir ayrılık gösteımek çok güçtür (135-147). Gök-Tanrı'nın temsilcisi sayılan hükümdar evrenbilimsel bir rol üstlenerek, Çin'de olduğu gibi yer ve gök arasında bir aracı yerine geçer. Evrenin dikey doğrultuda bölünmesi yanında bir Yat�� boyutta gerçekleşen bir sınıflandırmadan s�z edılır. Göktürkler yüzlerini güneşin doğduğu yöne doğru çevirdiklerinden "ön doğu, arka batı, sağ güney, sol da kuzey olmaktadır. Ayrıca Hunlar v� Orta Asyalı topluluklarda da her yön bir renk ile . . göstenlır. Sonuçta zaman, mekan, madenler, gök



'laik inaııeında evrenın ·

aı. TSM A3632 katmanları ve eıı isUe i dünyayı taşıyan melek. Acaibii'I Mah lıık 129

vurgu lamayı gerekli görürler (126-305). Her şey den . önce Islam evrenbilimi Kur'an vahyi ve tevhit (Tanrı'nın tekliği) ilkesini temel alır. Buna karşın kökleri Yunan felsefesinde geçen, metafizik kavraıtt ve ilkelerin derinliklerinde saklıdır. Aşağı yukarı bin yıllık bir süre içimde geçerliliğini yitirmeyen evrenbilimsel anlayışın çerçevesinde betimlenen evren şemaları önemli bir çeşitlilik sergiler. Bu tasarımların büyük bir bölümü Ptolemaios'un kuramını izleyerek Yer'i evrenin merkezine koyar. Yedi gezegeni de bu bilgin gibi sıralar ve sekizinci küreye de durağan (çakılı) yıldızları yerleştirir. Sabit İbn Kune (836-901) Batlamyus'un sekiz küreli evren modeline, ekinoksların salınımını açıklamak için "ilk haraket ettirici" (Primum Mobile) adını verdiği dokuzuncu bir küreyi ekler. Ortaya çıkan dokuz küreli evren tasarımı daha sonra İslam dünyasında hızla yayılmı ve kolayca benimsenmiştir (44-134 ). İslam evrenbiliminin oluşumunda özellikle Aristoteles ve Platon'un ileri sürdüğü görüşlerin büyük etkisi olmuştur. Bundan dolayı ay üstü böl� evrenin en mükemmel bölümüdür. Gök katları ötesi saf düşünce alanı olup gayp alemi adını alır. Ay altı bölgesi ise değişikliklerin gerçekleştiği oluşum ve bozulma dünyası (alem-i kevnu-fesad)dır. Çoğu Müslüman düşünür tasarladıkları bu şemaları melek bilim ile ilişkilendirir. Bu görüşe göre melekler evrenin korunması, gök katlarının yönetimi ve devinimi, gezegenlerin dolanımı ile ilgilenirler. İhvanı Safa okulu ortaya çıkan tabloyu Kur'an inancıyla bağdaştırmak için sabit yıldızların bulunduğu sekizinci küreyi "kürsi" ya da "kaide" dokuzuncu atlas gök katını ise "arş" ya da "taht" ile

İslam diiıtyasma özgii dokuı küreli evreıt şeması. ( 158-170)

İSLAM EVRENBİLİMİ İslam evrenbilim anlayışı el Kındi (796-873), Farabi (872-950) Ihvan-ı Safa okulu ( l Oyy.), el Biruni (973-1 0 5 1 ), İbn Sina (980-1037) gibi düşünürlerin görüşleri doğrultusunda bir anlatım biçimine kavuşmuştur. Onları izleyen bilim adamlarının da, ilerki yüzyıllarda, aynı anlayışı korudukları gözlemlenir. Yazarların tümü Tanrı tarafından yaratılan aşamalı bir evren modelini ön plana çıkarırlar. Tüm bileşenleri birbiriyle ilişki içinde olduğu bu evrende geçerli düzenin Tanrı ve onun temsilcileri olan melekler tarafından sürekli olarak belirlendiğine inanırlar. Şu ya da bu biçimde gök ve yeryüzü, insan ve evren arasında bir ilişki, benzeşim ve bağımlılık ilkesinin geçerli olduğunu

eşitler (126-89). Bazı kurgulara ahiret bilime (eschatologie) özgü bilgiler eklenmiştir. Ayrıca gezegenlerin, burçların, yıldızların özellikleri özeni� ele alınmış, gökcisimlerinin kokular, renkler, değerlı taşlar ve günlerin gizli bağlarla bağlandıklannı ileri sürenler olmuştur. Bir grup yazar evrendeki uyumu. Pisagor'u örnek alarak, sayı simgeselliği ile açıklamayı denemiştir. Zamanla bunlara esmayı hüsna'ya özgü ögeler, bir çok simge ve kavram eklenerek bir anlam zenginliği yaratılmıştır (125-31).

130

Dokuz gök k.ılı ve buıçLııdan oluş.ı>1 evıe•ti kışıya>1 sekiz melek. Z�bdelii'I Tevıırik. TİEM 1973.

131

:urgu.lamayı gere�l � g�rürler (126-3 �5). Her Şeyd . vahyı ve tevhit önce Islam evrenbılımı Kuran (Tanrı'nın tekliği) ilkesini temel alır. Buna karşın kökleri Yunan felsefesinde geçen, metafizik kavr ve ilkelerin derinliklerinde saklıdır. Aşağı yukarı bin yıllık bir süre içimde geçerliliğini yitirmeyen evrenbilimsel anlayışın çerçevesinde betimlenen evren şemaları önemli bir çeşitlilik sergiler. Bu tasarımların büyük bir bölil Ptolemaios'un kuramını izleyerek Yer'i evrenin merkezine koyar. Yedi gezegeni de bu bilgin gibi sıralar ve sekizinci küreye de durağan (çakılı) yıldızları yerleştirir. Sabit İbn Kurre (836-901) Batlamyus'un sekiz küreli evren modeline, ekinokslann salınımını açıklamak için "ilk ha.raket ettirici" (Primum Mobile) adını verdiği dokuzunc bir küreyi ekler. Ortaya çıkan dokuz küreli evren tasarımı daha sonra İslam dünyasında hızla yayılın ve kolayca benimsenmiştir (44-134 ). İslam evrenbiliminin oluşumunda özellikle Aristoteles ve Platon'un ileri sürdüğü görüşlerin büyük etkisi olmuştur. Bundan dolayı ay üstü bölg evrenin en mükemmel bölümüdür. Gök katları ötesi saf düşünce alanı olup gayp alemi adını alır. Ay aln bölgesi ise değişikliklerin gerçekleştiği oluşum ve bozulma dünyası (alem-i kevnu-fesad)dır. Çoğu Müslüman düşünür tasarladıkları bu şemaları melek bilim ile ilişkilendirir. Bu görüşe göre melekler evrenin korunması, gök katlarının yönetimi ve devinimi, gezegenlerin dolanımı ile ilgilenirler. İhvanı Safa okulu 011aya çıkan tabloyu Kur'an inancıyla bağdaştırmak için sabit yıldızların bulunduğu sekizinci küreyi "kürsi" ya da "kaide" dokuzuncu atlas gök katını ise "arş" ya da "taht" ile eşitler (126-89). Bazı kurgulara ahiret bilime (eschatologie) özgü bilgiler eklenmiştir. Ayrıca gezegenlerin, burçların, yıldızların özellikleri öz�nl� ele alınmış, gökcisimlerinin kokular, renkler, degerlr taşlar ve günlerin gizli bağlarla bağlandıklarını ileri sürenler olmuştur. Bir grup yazar evrendeki uyumu, Pisagor'u örnek alarak, sayı simgeselliği ile açıklamayı denemiştir. Zamanla bunlara esmayı hüsna'ya özgü ögeler, bir çok simge ve kavram eklenerek bir anlam zenginliği yaratılmıştır (125-31).

.�: t.!-�:1 ,� .

-



İsL1m diinyasuıa özgii dokuz kiireli evren�eıııası. (158-170)

İSLAM EVRENBİLİMİ İslam evrenbilim anlayışı el Kındi (796-873), Farabi (872-950) Ihvan-ı Safa okulu ( l üyy.), el Biruni (973-105 1), İbn Sina (980-1037) gibi düşünürlerin görüşleri doğrultusunda bir anlatım biçimine kavuşmuştur. Onları izleyen bilim adamlarının da, ilerki yüzyıllarda, aynı anlayışı korudukları gözlemlenir. Yazarların tümü Tanrı tarafından yaratılan aşamalı bir evren modelini ön plana çıkarırlar. Tüm bileşenleri birbiriyle ilişki içinde olduğu bu evrende geçerli düzenin Tanrı ve onun temsilcileıi olan melekler tarafından sürekli olarak belirlendiğine inanırlar. Şu ya da bu biçimde gök ve yeryüzü, insan ve evren arasında bir ilişki, benzeşim ve bağımlılık ilkesinin geçerli olduğunu

130

ki� melek. atı ve l>ıırç�ırdaıı ohıpıı evreııi kışıyaıı sc. Dokuz gök k Ziil>detil'tTevarih. TIE.M 1973. 131

Oüııyaııııı yedi iklim ve dört mevsim biçiminde bır beıııni. Beyıuni Thlıdit-u Nilıayati'l-Emakin. Falılı Kıtaplığı 3386

SELÇUKLU VE OSMANLI EVRENBİLİMİ Anadolu öncesi, Türk evrenbilimini incelediğimizde, ana çizgilerin Karahanlı yazınında belirlendiğini gözlemleriz. Bu bilgilerin büyük bir bölümü Dede Korkut, Kutadgu Bilig gibi yapıtlarda geçmektedir. Karahanlılar'ın daha çok İç Asya'dan miras aldığı Budist ve eski inançlar doğrultusundaki evren anlayışı ile eski Mezopotamya ile İran'a özgü birçok kavram İslam dininin etkisiyle yeniden biçimlendirilmiştir. Bu nedenle Selçuk�ular'ın Anadolu'ya taşıdığı bu yeni oluşumda Islam kültürü dışında farklı ögelere de rastlamak doğal sayılmalıdır. Gök katlarının dönüşü, eksen, kutup yıldızı ve merkeze ilişkin Türk sufilerinin kullandığı kavramların Yusuf Has Hacib'in düşüncelerine çok yakın olduğu görülür. Bu anlayışın etkileri Erzurum'lu İbrahim Hakkt'ya ( 18.yy) kadar sürer (70- 1 1 9).

Osmanlı dünyasına egemen olan evren anlayışı bir lı yandan Orta Asya ve Yakındoğu gibi farklı kaynak ögeler içerirken öte yandan İslam düşüncesine de sadık kalarak, bunların hepsini uzun seneler yaşamlı kılmıştır. Evrenbilimsel düşünceleri içeren birçok yapıt yanında önemli bir kaynağı da Osmanlı yazını oluşturur. Çeşitli şiir ve metinlerden derlenen sayısız örnek, o dönem insanının evreni nasıl . em algıladığını bize aktarması bakımından büyük ön taşır (167-133).

132

çevreleyen su kütlesi t>irbirine geçen HH mülıüı·ünde evren tasarımı. Dünyayı aııa veam yönler de sekiz çıkıntı ile gösterilmiş. L.Frobenius'L1n ( 76-169)

Bir Osmanlı minyalüriinde dlinyayı çevreleyen devasa yıL1nıu çizimi. Chester Beaıty Lit>rary, Dublin. 434

ç�ile��. B

EVREN ŞEMALARI Asırlar boyu çeşitli uygarlıklar farklı kuramlar oluşturarak evreni tanımlamaya çalışırken, imgelem gücünün de zenginliğinden yararlanarak çok ilginç modeller üretmişlerdir. Dinsel ve söylencebilimsel ögeler doğrultusunda betimlenen ilk evren tasarımları çoğunlukla basit bir şemaya indirgenmiştir. Bazı evrensel özellikleri belirtmeye yönelik bu çizelgeler pek fazla bilgi verme amacını taşımaz. Bunları bir yerde evrenin özetini sunmaya çalışan betimler olarak kabul edebiliriz. En eski evren tasarımları gök (yukarısı) ve yeryüzünden (aşağısından) oluşan iki ögeli, dikey bir yapılanmayı ortaya koyar. İki evrensel bileşenden (composante) oluşan bu tür düzenlemeler, aynı zamanda, evrensel bütünlüğü temsil eder. Mezopotamyalı'lar bu bütünlüğü simgesel olarak aynı merkeze sahip bir daire ve kare ile göstermişlerdir. Daire ile kare ya da bunların yerine küre ile küpün oluşturduğu evrensel birlik basit bir şema biçiminde cami ve kilise mimarisi, Çin ve Hint tapınak planında ya da bir mandala çiziminde karşımıza çıkabilir. Çok yaygın bir anlayışa göre daire ve kare zaman ve mekanı da belirtmeye yarar. Değişmez ortak bir merkeze sahip olmaları, ayrıca , onlara tinsel bir boyut ta yükler. Bazı durumlarda iki terimli (binome) bütünlük yerini yer altı bölgesinin eklenmesiyle üç bölümlü evren anlayışına bırakır.

OOııey Nijerya'yaail t>ir evren şeması. OrL1da yeryüzünü çeviren deniz yıbn !>içiminde t>etimlenrniştir. L.Frot>enius'L1n (76-168)

°'1adaır.aı

sarayı ile birlikte evrenin dörtlü yapısını sergileyen t>ir Çin aynası. (43-54) 133

DÖRTLÜ DÜZEN Evrenin bütünlüğü ya da birliği ilkesi geleneksel evrenbilimlerin ortak amacını belirler. Yaratılış nedeniyle evren bölünmüş ve farklı sınıflara ayrılmıştır. İnsanoğlu bölünmüşlüğü ortadan kaldırmak amacıyla birçok düzlemde evrenin bütünleştirilmesi girişimlerinde bulunur. Bu birliği oluşturmak için farklı sınıfları ilişkiye sokarak eşdeğer kılmaya çalışır. Bir çok kültür ortamında karşılaştığımız evren şemaları bu bütünleştirme girişimlerinin en anlamlı göstergeleridir. Bir evren şemasına temel alınan düzenleme, genelde, değişik bir sayının simgeselliğine dayandırılır. Dört sayısına ilişkin sistemde yalnız dünya değil zaman ve uzay da dörde bölünür. Evrenin dört bölgeye ayrıldığı kurgularda her bölgeye bir renk, bir yön, bir öge, bir zaman birimi, bir mevsim, bir yıldız, bir hayvan, bir nitelik karşılık gelir. Dünyanın yatay düzlemde dört bölüme ayrıldığı düşüncesi çok eski ve yaygın bir uygulamadır. Dört ana yön söz konusu olduğunda kare, bunlara ara yönler eklendiğinde ise sekizgen bir evren şeması ortaya çıkar. Kare örneğinde dünyayı merkezden ve kenarların ortasından geçen iki eksen dört eşit parçaya ayırır. İkincisinde ise ara yönlerden (köşegenlerden) geçen eksenlerin eklenmesiyle bu kez evren şeması sekize bölünmüş olur. Gerçekte bu tasarımın kökeninde dört sayısı ve onun türevine dayalı bir simgesellik yer almaktadır. Dört sayısı ortaya çıkış biçimi ne olursa olsun hep bir bütünlük, toplayıcılık ve tamlığa göndermede bulunur. Bir çok toplumda dörtlü sistem evrenin bütünlüğünü simgeler. Hindistan'da dört sayısı tamlık ile özdeşleştirilirken, dört çeyrek de bütünlük anlamı ile eşdeğer kılınmıştır. Eski Türk toplumları, Kolomb öncesi Amerika halkları, Çinliler, Hintliler, han, imparator ya da krallarını "dört denizin efendisi", "dünyanın dört bölgesinin sahibi" diye adlandırmışlardır (43-3 1 ) . Dünyanın bütünlüğünü anlatmak isteyen "dört bölgenin kralı" ünvanını ilk kez (İ.Ö 2600) Akkad kralı Naram-sin kullanmıştır. Dört sayısı, İslamiyet'te de evrensel düzeni belirtmek için kullanılır. En anlamlı örneği ise dört kenarlı yapısıyla Kabe'nin kendisi oluşturur. Evrenin merkezi olduğu var sayılan bu yapının köşeleri dört

ana yönden geçen eksenlerin üzerinde bulunur. Hacerülesved taşının bulunduğu köşe göz önü ne alındığında öncelik doğu yönüne tanınmıştır. Yeryüzünün kare bir düzey olarak kavranmas en çaıpıcı ömeklerine kutsal kitaplarda rastlanır. ınıq "Dünyanın dört bucağı" (Yeşaya 1 1/12), "ülkenin dört köşesi'' (Hezekiel 7 /2), ''yeryüzünün dört köşesinde duran dört melek gördüm" (Vahiy 7/1). Dört yan, dört köşe, dört taraf, dört kapı terimleri Göktürk ve Uygurlar'ın evrensel düzen, devlet düzeni, hükümdar ve yardımcılarından söz ederken sıkça başvurdukları deyişlerdir. Hunlular hükürn:lara "dört köşeler" adını vermişlerdir. Günümüz Türkçesi'nde geçen "dünyanın dört köşesi" ya da "dört bucağı" terimleri dünyanın tamamını beliıtm için kullanılır. Türkçe yazılmış bazı Budist metinlerde ise dünya dört ana yönlü (tört yungak) vo dört köşeli (tört bulung) olarak betimlenir. Her yöne bir tanrı (küzetkici), her köşeye bir cin (yek) karşılık gelmektedir (71-345). Burada Budist anlatım ile Vahiy 7/1 'de geçen betimleme arasında çok önemli . bir koşutluk olduğu görülür. Bu benzerliği Islam sanat yapıtlarında da saptarız. Dörtlü düzen, dörtlü diziliş bir toplumsal örgütlenme biçimi olarak da ortaya çıkar. Asya'da ve Anadolu'da bir göçebe birimi bir bölgeden göçüp başka bir yere vardığında, çadırlar bir daire oluşturacak biçimde kurulur. Oba başkanının "topak evi" (çadırı) merkeze yerleştikten sonra dört yöne karşılık gelen yerlere kimlerin çadırlarının kurulacağı törece belirlenmiştir. Bu nedenle eski Türkler'de boy örgütlenmesi, devletin kuruluş biçimi, ordunun yerleşim planı, her zaman dünya düzeni ile büyük bir benzerlik oluşturur. Böylesine eski bir boy örgütlenmesine Eski Ahiüe de (sayılar 2/1-3,10,18,25) tanık oluruz. Bu dörtlü diziliş Hz. Musa'nın kendi buluşu olmayıp yine Ta?n . tarafından kendisine bildirilmiştir. Kutsal bir nıtelık taşıyan İsrail oğullarının orduğahı ya da kamp .ikı. düzeni, aynca güneşin bir sene içinde dolaştığı on burç ile ilişkilendirilir. Bununla birlikte dört yöne bakan kutsal sunağının dört köşesinde boynuzlar bulunmakta ve merdivenler de doğu yönü nde yer almaktadır (Çıkış 38/1-7, Hezekiel 43/15-17).

134

. ,1 :�-"·r .rı\;? -,. �ı..,� .,

.



. .

. . ıdebeıiu;leıuşı. · · 19.yy. Osmaıılı işlemesL Evreııiıı balık iize(ınde duran lnsan biçmııı 135



MING T ' ANG

Miıtg taııg şenıasnıa göre t."\Seuzeşim (analogie) kuramı, eski Çi ıı'de karşılaştığımız düşüııce akmılannm biçimlenişinde de önemli bir rol oynamıştır. Bımım yamnda karşıt tike/er Yin ve Yang' m oluşturduğu smıflandırma sistemi de ikinci ortak özettiği oluşturur. B u iki kuroyaLır�ı gerçekleştirilmiş Kalac1ı:1kra Manda 158

159

Ortadaki dörtgeıı taımlar sarayııu çevreleyeu dört konıyııcıı çember. 1- Ateşçember� 2- E�ııas kuşağı, 3- Mezarlık adnn alau sum bölgesi,4- Lotus yapraklanııdau ohışau çember.

BETİM:LENİŞ BİÇİMİ İki boyutlu manadala üzerinde görülen ögeler, hem içerik hemde betimleniş açısından Tantrik Budizm'in belirlediği tasarım kurallarına uyar. Tanrı imgeleri, insanlar, doğa görüntüleri ve diğer nesneler sanki gerçekte yan yana ve üst üsteymiş gibi gösterilir. Ayrıca değişik imgelerden herbiri gözlemcinin karşısında bulunur biçimde önden resmedilmiştir. Mandalanın tam ortasındaki tanrı resimlerine baktığımızda ise aynı yatay düzlemde yer aldıklarını görürüz. Bu betimleniş biçiminde hem "önden" hem de "üstten" görünüş özellikleri ön plana çıkar (23-83). Üç boyutlu bir mandalayı ele aldığımızda doğudaki tanrı {öncelik bu yöne verilmişse) ve merkezdeki Buda imgesi dışında diğer tanrıları karşıdan görebilmemiz olanaksızdır. Burada önden görünüş ilkesi uygulanmış olsaydı, her birinin yandan ya da sırttan betimlenmiş olması gerekirdi. Bir mandala tasarımında, Budizm'de geçerli yücelik

sıralamasına göre ortadaki tanrının tahtı, her zaman, kendisini çevreleyen dört tarınınkinden daha yüksekte bulunur. Ancak bu kez üstten görünüş kuralı uygulandığından bir yabancı için bunu fark etmek çok zordur. Saraya gelince, ayrıntıların daha kolay algılanabilmesi için aynı ilke doğrultusunda, yapının yatay bir kesiti verilmiştir. Herhangi bir mandalaya bakan bir kişinin -alışkın olsun ya da olmasın- önden ve üstten görünüş özelliklerini göz önünde bulundurması gerekir. Bu kutsal yapıtları resimlendiren rahipler, dalıncı v� görselleştirmeyi kolaylaştırması açısından uzaydakl konum ve tüm görünümleri tek bir biçim altında vermeyi uygun 'görmüşlerdir. Sonuçta kullanılan bu yöntemle üç boyutlu görüntüler iki boyuta indirgenmiş olmaktadır. Bu nedenle mandalaları inceleyen bir gözlemcinin, bunların karmaşık . görünümünü çözebilmesi için Budist evrenbilimıne özgü üç boyutluluğu anımsaması gerekir. 160

MANDALAYA GİRİŞ Mandalaya giriş, belirli bilgiler dışında kişisel cıeneJimi de gerekli kılar. Dalınç uygulaması ya da kişi dış çevreden kalkarak erginlenme ayininde rn�anın meı:�ezine doğru ilerler. Budist . . evrenbilimine gore t�nnlar merkezde b�lun�ugu_ ıçın ilii.iyüŞ bu yöne dogru olmalıdır. Bu yonelim bır �erde çokluktan (pluralite) teke (unite) doğru olan haı.ekete karşılık gelir. Erginlenme ayininde çömez(ler) bir ııJhani öğretmenin gözetim ve rehberliğinde yavaş yavaş bir zihinsel eylem yardımıyla ortadaki tanrılar sarayına giımeye çalışır. Bu kutsal bölgeye ulaşmadan tkıce mandalayı kuşatan altı tane çemberi aşması gerekir. Sınır niteliği taşıyan bu koruyucu çemberlerin sayısı okul ve geleneğe göre farklılık gösterebilir. Acıların, yanılsamaların dünyasında bulunan kişi merkeze yönelmeden önce bilgisizliğin yanışını simgeleyen ateş çemberini geçer. Burası kutsal mekanı din dışı bölgeden ayıran ilk engeli oluşturur. Çömez Kalachakra mandalasmın sınır bölgesindeki engelleri tek tek aştıktan sonra tanrılar sarayının önüne vanr. Oldukça kaımaşık bir görünüm sergileyen saraya giriş uygulaması üç "büyük zamanda" gerçekleşir. Bunlardan birincisine "çocukluğun erginlenmesi" diğerlerine de "üreme" ve "tamamlanma"

aşaması adı verilir (24-36). Dalınca geçen kişi sarmal biçimindeki dolanma hareketi sırasında karşılaştığı imgeler üzerinde yoğunlaşarak onları görselleştirmeye başlar. Hemen arkasından da içselleştiımeyi dener. Yol boyunca uğradığı her durak ve yaşadığı her ruhbilimsel durum (hal) tinsel bir gelişmeyi içerir. Birinci büyük zamanın sonunda beden, söz ve ruhunu (tinini) arındırarak çocukluktan gençlik dönemine geçer. Bu bir yerde tinsel olgunluğa adım atması demektir (24-37). Belli bir aşama sırasına göre, saat yönünde, ilerlerken yalnız tanrı görüntülerini canlandırmakla kalmaz ayrıca belirli beden hareketlerini (mudraları) yerine getirir ve ezbere kutsal sözler (mantralar) söyler. BOylece mamaların okunuşuyla ses titreşimleri sürekli olarak biçim ve renk dünyası ile birleşir. Yolculuğun sonunda merkezdeki odanın önüne ulaşan çömez aynca üçüncü büyük zamanın kapısına kadar gelmiş olur. Bu son aşamada ise yüce varlığı içselleştirip onunla özdeşleşmeyi dener. Sonuçta mutlak gerçeklikte eriyerek onda yok olan kişi, benliğinden sıyrılarak, görüngüler dünyasının ötesine geçmiş olur. Sınıflandırmalar ve ikilikleri aşarak yüce mutluluğa erişmek bir özgürleşme ve aydınlanma olgusuna karşılık gelir.

1

1



Kalachakra cvreu anlayışı ve mandalası arasuıdakı kaqılıkı bağın!L 1- beden, 2- söz, 3- !in (24-45)

161

Beş Buda'ılm belimleıuşiJte bir örnek. 1- Vııirncaııa (merkez). 2- Akstıobhya (doğu), 3- Rafnasambtıava (güııey), 4-Amifablı.ı (balı), 5- Amoglıaslıiddlıi (kuz.ey) ( 169-66)

BEŞ BUDA ve BEŞLİ DİZİLİŞ � jina'dan her biri neredeyse "tıpa tıp benzer"

B�li düzenleme ve buna dayalı beşli diziliş ile

bir biçimde betimlenmiştir. Yalnız kendilerine özgü

ilgili en çarpıcı örneklerden biri mandalalardır. Budacılığın Mahayana ve Vacrayana kollarına özgü

renkleri olup, ellerinin duruş biçimi ve baktıkları yönler değişiktir. Bu her bir Buda'ya uzayda bir

mandalalann en ayırt edici özelliğini ortada görülen beş Buddha betimi oluşturur. Nepal'de Dhyani­ Budaları adı verilen bu beş imgeyi, bilindiği gibi

bölge, bir beden ve ellerin duruş biçimi (mudra) karşılık gelmesi dışında her birinin bir rengi, bir binek hayvanı, bir öz niteliği, savaşılacak bir tutkusu,

Tantrik Budizm beş "jina" ya da "tathagata" adı altında tanrılar topluluğu (panteon)nun başına yerleştirmiştir.

bir dağı, gizli bir hecesi, bir doğal ögesi, bir özel . duyu organı ve insan bedeninde bulunan simgesel yeri vardır Bu ayırt edici göstergeler yardımıyla her

bır

Tathagata Budaları'nın bir inanç sistemi içinde

bir Buda betisini tanımak kolaylaşır. Tüm evrenin beş jina'dan türemiş olduğu düşünülür. Bunlar ayrıca başka beşli guruplarla da ilişkilendirilir. Böylece . mandalanın geometrik yapılanması yanında bir sayı dizgesi de açığa çıkar. Budist evrenbilimine egemen bu beşli dizge anlayışına kutsal metinlerde

bir araya gelmesiyle belirginl�en beşli düzenleme, zamanla bir çok mandalaya model oluşturacak bir şemayı belirler. Bu türden bir düzenlemeye Borobudur tapınağında rastlarız. Tantrik okulların

beşlı

felsefi kurgularına bağlı olarak en orta yer Vairocana'ya ayrılmıştır. Bu merkezi yer en yüce varlığa ait ayrıcalıklı bir makamdır. İnsan biçiminde

de rastlanır.

Bazı tasarımlarda beş Buda'ya dört Bodisatva'n� da eklendiği görülür. Böylece beş sayısına dayalı dizge yerine dokuzlu bir sınıflandırma ortaya çık�·

resimlendirilmiş bu varlık aslında soyut bir kavrama

bır

göndermede bulunur. Gerçek Buda'nın bir görüntüsü olmayıp onun yerine} (alegorik) bir imgesidir.

162

Beşli ve dokııı\u düzenleme temel almarak lıaıırkııuııış ıııaııdakı

Beş Bııdn iıııgesiııe göre tasnrkıımuş nıandakı

bir biçimde birbirine yaklaştırması yanında, daha da önemlisi benzer kılar.

Bu düzenlemede ortada evrensel eksen olarak kabul edilen Vairocana, dört ana yönde birer Buda, ara

Gerçekte benzeşme diye tanımladığımız niteliklerin rastlantısal olmaktan öteye, çok eski ve

ymlerde ise birer Bodisatva betimi yer almaktadır. Evrensel bütünlüğü ya da zihinsel etkinlikleri belli

hem de epey yaygınlık kazanmış evrenbilimsel

��yıda ögelere, sınıflara ayırma ve arkasından onları llişkıye sokma yöntemi Budizm dışında çok eski Hint

düşüncelerle ilişkisi vardır. Bazı araştırmacılara göre mandala tasarımlarının ortaya çıkışında Çin ve

geleneklerinde de kullanılmıştır.

Mezopotamya kültürlerinin büyük etkileri olmuştur. Daire ve karenin oluşturduğu evrensel bütünlük ilkesini bu iki uygarlık dışında Vedik dönem de

MANDALA ve MİNG T1 ANG KOŞUTLUGU

buluyoruz. Bunun yanında bu evren betimlerinin kökeninde evrensel dağ anlayışı da yatmaktadır. Bilindiği gibi yapay dağ ziggurat gibi Hint Meru

S�uçta merkez ve dört ana yönden oluşan,

�v.renın beşli bir bölünme ya da sınıflandırma dizgesi

(Sumeru) dağı da evrenin merkezini vurgulamakta ve dört ana yönü göstermektedir. Bu bağlamda Budist mandalalar çoğunlukla ilksel okyanusun içinde yer alan söylencesel Meru dağı çevresinde dönen

Jçınde betimlenmesi aynen Ming t' ang'da olduğu gibi

� �

tnandalanın da şematik temelini oluşturur. Bunun anında ara yönlerin eklenmesiyle karşımıza çıkan 0kuzlu dizilişin beşli düzenlemenin bir türevi lduğunu iliyoruz. Böylece evrenin beşli ya da k ? uzlu b� dizge biçiminde düzenlenmesi her biri bır e vren ımgesi olan mandala ve Ming t'ang'ı ilginç

?

dünyayı betimler. Zamanla evrensel dağ, evrenin dört bölgeye bölünmesi, dört yön ve merkez ile beş öge kuramı iç içe geçmiştir. 163

Kare ve daire dışmda,4, 6.7,8 bölOındcn olıışaıı maııdala tiiründe sihirli kareler içeren tılsımlı gömlek. TSM IJ-1404 164

MANDALA ve MİMARİ Ke�tlerin,tapınakların ..ve �vlerin .evre�i . geleyen bir modele gore ınşa edılmesı gelenegıne . . � . rastlarız. Bu mımarı yapıtlar, yerın tundistan'da da

kare planın kenar ortaylarını izleyerek kentin dört kapısına ulaşır. Ara yollar da, seçilen mandalaya göre kenti farklı bölgelere ayırır. Bu bölünme sonucu

v.

ninden, yapt nın inşasına kadar Vastu Purusha seÇ�ıasımn şemasını izler. ·Burada geçen Purusha :�ramı bedeninden evrenin yaratıldığı ilk insana e bulunur. Mimaride Vastu Purusha, öndenned

ortaya çıkan bölgeler sonradan kastlar arasında bölüştürülür. Bu durumda mandala toplumsal bir örgütlenmeyi de belirlemiş olur. Ayrıca yıldızlar, burçlar ve güneşin dolanımı ile de ilişkilendirilir.

·

Pu �·us�� a�ı �la geçen bu kavr�- -ı, :iirrleumKavya - �ıb , kutsal sanatın bu� tun belırttıgı er'in �

Bu kez ise kare plan uzaysal yayılım kadar zamanın da bir anlatım aracı olmaktadır. Sözü edilen özellikler nedeniyle Hint mandalası ile Ming t' ang arasında bir iç içelik gözlemlenir. Vastu Purusha'nın ortasında görülen ve beş bölümden oluşan Brahma-sthana S. 153 ile Ming t'ang arasındaki benzerlik ortadadır. Bu nedenle komşu iki kültür ortamının kullandığı her iki sihirli karenin farklı oluşumlar olduğunu kabul etmek zorlaşmaktadır. Yalnız Hindistan'daki tasarımlar büyük bir zenginlik sergiler. Bunlarla birlikte Budist dönemde de mandala planında tapınak ve stupa'lar inşa edilmiştir. Günümüze kadar bozulmadan ulaşabilen en ilginç örnek Jawa adasındaki B orobodur tapınağıdır. Bu

B.Ba . biçimlerinde buluruz . ilk ınsanın kambur bedenı, dört yönün sınırla�ığı �iı: �areye sıkışt�:ıl�ı�tı.r. �� sihirli ka� Hint mımarısını� e:ı rensel olçiı bınmını oluşturur. Ideal evren �üzenını ya1s.ıtan mandala ! keşiş-mimara (sth�pat� ye� . ta�magı ınşa ed�rk�n . gereksinim duydugu tüm olçu ve oranları gızlı bır biçimde sunar. Vastu Purusha mandalası aynı zamanda evren ve insan bedeni arasındaki ilişkiyi de açığa vurur. Bu nedenle mandala mimaride de hem evrensel yasa hem de metafizik ilkelerin anlatım aracı olmaktadır. Genel mimari kitabı olan Vastu shastra'ya göre, Vastu Purusha mandalası otuz iki değişik biçimde çizilebilir. En basiti bir kare diğerleri de bir karenin

·

tapınakta dalınç daireleri taşın içine yerleştirilmiştir. Budist kişi değişik taraçalarda sıralanan heykeller yardımıyla aydınlanma yürüyüşünü gerçekleştirebilir. Eliade' ın deyişiyle "günlük okumaya" değil yalnız

4,9,16,25,36,49,64,81 .... 1024 hücreye bölünmesiyle elde edilir. Bir yaşam alanın ya da bir tapınağın

inşasını gerçekleştirmeden önce ona uygun mandalayı seçmek gerekir. Böylece her yapı evrensel ölçü ve yasalara uymuş olur (185-45). Bu şemaya uygun bir biçimde kurulmuş herhangi bir yerleşim yerinde, dört yöne uzanan iki ana yol

dalınca ayrılmıştır. Bunlar dışında Asya'nın birçok bölgesinde mandala planında inşa edilmiş kent ve yapılara da rastlarız.

Pllf'lİIJA

ııiçimde l>etinıleıınıiş çarkıfelekler. (4-224,228,252)

dokuzuncu katmanda ise hiçbir yıldız bulunmaz.

En dıştaki sonuncu gök tabakasına "felek-ül-azam" }'8 da "atlas feleği" adı verilmiştir.

!

tlan !yus dizgesinin doğrultusunda gelişen İslam ill�w ı :ıcesın e göre "atlas feleği" yirmi dört saatte bir, doğudan batıya doğru, dolanmasını tamamlar. Diğer kler ıse ters yönde batıdan doğuya doğru bir yol ��· En �ştaki atlas feleği diğer sekizini çevreleyip �ile aldıgından onları kendi yönünde dönmeye Bu zorlanma sonucu, doğal olarak yıldızların aral�rmdaki ve burçlara olan uzaklıkları sürekli d: �n � �ecektır. B nun dışında yıldızların insan yazgısı, � t...ııl.... h v� k�smetı üzerindeki etkisi ile ilgili inancın l"ll. eski bır geçmışı vardır ve Islam dünyasında da blduk a Yaygındı r. Tam bu noktada kendi doğal Yön İn.sanı ı dışında farklı bir dönüşe zorlanan sekiz felek, arın Yaşamı, şansı, yazgısı, refahı, mutluluğu



_

:::· �. 1

ı:

·.

·

189

ile kısmeti üzerinde istenmeyen ve olumsuz durumlar ortaya çıkarır. Yıldızların ve gezegenlerin konumlarını değiştirip duran atlas feleği oluşan her türlü kötülüğün, uğursuzluğun, felaketin sorumlusu olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle ondan, sürekli olarak "kahpe felek", "dönek felek" diye yakınılnuştır. Felek evrenin yaratıldığı andan beri sürekli döndüğü için, yaşlanmış ve kamburu ç1kmış bir ihtiyara benzetilmiştir. "Kambur felek" deyimi de bu benzetmeye dayanır. Felek zengin, fakir, genç ve yaşlı herkesi tedirgin eder. Halk arasında feleği suçlamak çok yaygın olup, ondan yakınına ve sızlanma ile ilgili bir çok ömeğe Türk yazınında rastlamak olasıdır. Özellikle divan yazınında insan kaderine egemen olan, bilinmeyen bir gücün göstergesi olarak kullanılmıştır. Halk dilinde ise Tanrı'ya yapılamayan yakınma ve

çarkıfelek motifleri. TSM 29/8 " çadı rın eteğinde yer alan . bır

paılişalıa aıt

Çarkıfelek diye adlandırılan bir işleme motifi. ( 107)

suçlam alar hep feleğe yöneltilmiş tir. Anadolu Türk k?Itüründe felekle ilgili anlayışların lirik ve estetik bır�r malze meden çok felsefi çıkarım durumuna . getır diği alan ise kuşkusuz tasavvu � ftur (30-96) . Dönen atlas feleği ya da diğerleriyle ilgili akınmalar, diğer Müslümanlar kadar, İran ve ap laı� arasında da Y Y ��nd�:� �ce! eri ya nız g �k . hbenın tekerlek gıbı _ � dondugunu . dıle getırmek ıçın Ullanılan "gök çark ı" deyi mi, "çark-ı felek" m amasına dönüşmesiyle anlam değişikliğine uğrar. at :ıny us kuramından kaynaklanan görüşe göre; agan yeı üzü y ile birlikte onun etrafında dönen yı . ızlaı., gezeg 1 enler ve gök katlarının tam anımı be ırı . . . 1, mek ıçın kullanılır . Böylece çark-ı felek ta m aın a�ı evrenin bir göstergesi yerine geçer. A �e ı�·anlı lar'ın kullandıkları "cerh-i felek" . çe,de Yımı Turk "çark-ı fele k" olur .

Çoğu zaman kendi çevresinde dönen bir çiçek imgesi gibi betimlenmiş olan çarkıfelek motifi işlemelerde, halılarda ve diğer dokumalarda bolca kullanılmıştır. Bu tasarım biçiminin diğer evren şemalarından pek farklı olmadan, sanat yapıtlarına daha şematize ve basite indirgenmiş bir bezeme olarak yansıdığını düşünmekteyiz. Bu düşüncemize çok yakın görünen bir başka örnek ise, eskiden şenliklerde yakılan, kat kat daire biçiminde olup yakıldığında kendi etrafında dönerek ateş ve kıvılcımlar püskürten "çarkıfelek" adındaki fişeklerdir. Bunları andırır biçimde etrafa sular saçarak dönen fıskiye fırıldaklarına da bu ad verilmiştir. İster bu fişekler ve fıskiyeler ister işlemelerdeki bezemeler olsun her biri evren şemasının küçültülmüş boyuttaki birer kopyası olmaktadır.

!

t

?

!

�: d �

d;ap

191

YIN YANG •

Ortada y\ice varlık Tai-ji'yi simgeleyen iç içe geçmiş Yin Yang oıoıifleriv e on11n çevreleyen sekiz ırigrnm

yiN YANG Çin düşünce sistemi içinde geçen en önemli simgelerden birini Yin Yang diye adland�r��an kaışıtlar çifti oluşturur. Neolitik dönem (I.O 4 bin) den reri arkeolojik buluntular üzerinde varlığı saptanan karşıt ilkeler, bir kuram olarak, daha çok Tao inancı aracılığıyla tanınmıştır. Çin düşüncesinin özü bir yerde Yin Yang'da saklıdır. Evrendeki hiçbir �y onlardan bağımsız yaşam bulamaz. Bu nedenle her bir varlık doğasında bir ölçü Yin ve onun ttmamlayan bir ölçü Yang barındırır. Böylece evren, yaşam, varoluş, tüm olay ve olguların oluşumu, evıim ve değişimi Yin ve Yang'ın uyumlu bir biçimde ard arda gelişiyle açıklanır. Başka bir deyişle onların ard arda değişimi evrenin ritmini oluşturur. Her şeyi iki ilkeye indirgeyen felsefi sistemde mekan ve zam.anda bunlardan payını almışlar ve iki karşıt bölüme ayrılmışlardır. Uzlaşmaz bir karşıtlık ve sırayla birbirinin yerini alma (altemance) anlayışı üzerine kurulu Yin Yang kuramı içinde denge, uyum, eşitliği de barındırır. Her ilcisi karşıt oldukları kadar tamamlayıcı (complementaire) ve bütünleyici olma (totalitaire) özelliğine de sahiptirler. Uzlaşmaz ve karşıt iki ��rense} ilke olan Yin ve Yang sürekli mücadele �yı��dir. Her ikisi de, diğerini etkisiz hale getirip ustun konuma geçmek ister. Ancak doğala11ndaki en lılsit �z�llikten dolayı bunu gerçekleştiremezler (14177). B ırı yükselip doruk noktasına ulaşınca, diğerinin

Tao ya da 01ıaözgii yaşamsal enerjinin akışuıı andıran bezeme. P. Rawson'dan ( 148-10)

193

eksilmesi tam olarak sona ermez. Biri diğerini tam olarak yok edemediğinden, diğerinin artmasına olanak tanıyacak biçimde gerilemeye başlar. Betimlerde görüldüğü gibi biri doruğa erişince diğeri nokta kadar küçük de olsa, diğerinin içinde oğulcuk (embryon) konumunda var olmayı sürdürür. İşte bu tohum kadar ufalmış evrensel ilke karşı yönde oluşacak değişimi ateşlemeye ve başlatmaya yeterlidir. Çizimlerde Yin siyah, Yang ise beyaz renkle gösterilir.

Çin 'd� snıfl3:11dın:n � sis �emi, ilk önce Yin ve y, . . lliklere göre � . ılkeler ının ıçerdik lerı oze gerçek leşir. . uygulamada varlıklar belırli ulamlara (kategorilere) ayrılmıştır. Bundan ötürü her bir varlık ait olduğu gruba özgü nitelik ve erdemleri paylaşır. Bu evrenbilimsel sınıflandırmada Yin dişilik, karanlık ' gölge, ıslak, ay, gece, kış, edilgen, emici, soğuk, vadi, kötülük, kuzey, yeryüzü, aşağı, ölüm ve sol gi niteliklerle ilişkilidir. Yang'ın ise eril, aydınlık, ışık kuru, güneş, gündüz, yaz, etkin, delici, sıcak, dağ, t



Kilimlerde görilleıı Yin Ya.ıg motifleri M.Erbek'ıen (&I)

194

g

iyilik, güney, gökyüzü, sağ taraf, yaşam, yukarısı ile ilgili olan özellikleri belirttiği düşünülür. Belirtilen bütün karşıtlıklar uzay ve zamana da bağlı kılınnuştır. Çin kültürünün en iyi bilinen bu simgesi "Yüce Mutlak" diye adlandırılan Tai .Ti (Tai Chi) den türediği varsayılır. Yin ve Yang aynı zamanda Yi .Ting (I Ching) denilen "değişimler kitabı"nda da geçerler. I Ching dünyanın en eski fal sistemlerinden biri olup, kendini bilme ve tanımayı amaçlar. Metinlerde kullanılan eril ilke Yang düz bir çizgi, dişil ilke Yin ise kesik bir çizgi ile gösterilir. 64 heksagramdan oluşan I Ching sonsuz değişimi temel olarak alır. I Ching'in özünü Yin ve Yang arasındaki çift yönlü etkileşimler oluşturur. Bu yapıt bir zamanlar sanattan devlet yönetimine kadar her konunun el kitabı olmuştur. Bu nedenle dinsel yaşam, felsefe, geleneksel tıp, kehanet (bilicilik) gibi birçok alanda ve sanatın bütün kollarında Yin Yang'ın büyük etkisi görülür. Betimleri incelediğimizde, Yin ve Yang'ın ard arda gelerek oluşturduğu değişmez (statik) birleşme en doğru anlatımına dama tahtasında ulaşır. En güzel hareket halindeki (dinamik) birleşme ise Yin Yang motifinin kendisinde ortaya çıkmaktadır. Burada S biçimli bir çizgi daireyi iki bölüme ayırır. Motifte görülen en ilginç özellik, daireyi bölen S çizgisinin uzunluğu çemberin yarısına, Yin ya da Y ang'dan her birinin çevresi ise ana çemberin uzunluğuna eşittir. Asya kökenli bu simgenin Çinliler'e komşu olan eski Türkler'deki adı "yaruk ve kararıg"dır. Her iki kültüre de Chou'lardan miras kalnuştır (68-1). I Ching'de geçen trigramlara göre (kua'lara) Türkler'de "ırk" adı verilir ve bunlar daha çok fala bakmak için kullanılmıştır. Bu kutsal bilicilik yöntemi, geç tarihlerde Arap kültürü etkisinde kalarak, Osmanlı döneminde "remil" (kumda fal bakma) biçimini alacaktır. Günümüz Türkiye'sinde, özellikle kilim ve halılarda rastladığımız Yin Yang motifine "kuzucuk" adı verilmiştir. Bu adlandııma anlamından çok şey yitirdiğini göstermektedir. Güran Erbek de büyük bir uğraş sonucu topladığı Yin Yang motiflerine, kendisine ait kilim kitabında yer vermiştir.

,j

Biçimi Yin ve Ymlg'ııı birliğini simgeleyen yeşim taşuıdml yapılmtş düz şişe 18 .yy. Gulbenkian Museum of Oriental Art. Durhanı. ( l 48-pl29)

!lir Aoladolu kiliminde Yin Yang motifleri

195

MUHR-U SULEYMAN • •

1

• •

• •

Hz. Silleynıaıı'ı ıahuyla taşıyan liç ciıı ve çok sayıda melek. Maınıtii\ Tayt. TSM EH 1512

MÜHR·Ü SÜLEYl\'IAN ateşi, eril ilkeyi, erkeklik organını, dışa açılma güçlerini belirtir. Tepe noktası aşağı doğru olan üçgen ise suyu, dişil ilkeyi, dişilik organını, doğumu, içe kapanan güçleri temsil eder. İki üçgenin altı kolu bir yıldız biçiminde birleşmesi ile evreni oluşturan dört ana öge ortaya çıkar. Burada görülen üçgenler ile Yin Yang arasında büyük bir benzerlik görülür. Bütün bu özellikleri dikkate aldığımızda simge karşıtların birliği ve evrensel bütünlüğün anlatımı olmaktadır. Mühür ayrıca insanlığa özgü bilgeliği (hikmeti) de simgeler. Bu motif doğu ve güneydoğu Asya'da Yin Yang'da olduğu gibi yer ile göğün birleşmesini temsil eder. İç içe geçmiş ters iki üçgen birçok Yantra'nın bezemesinde de kullanılmıştır. Hinduculukta Şiva (eril ilke) ve Şakti (dişil ilke), linga ve yoni, purusha ve prakriti'nin oluşturduğu karşıtlığı ya da onların birleşmesi (evliliğinden) doğan evrensel bütünlüğü simgeler. Heımetizm gibi içrek (batıni) çevrelerde ise, hermetik düşüncenin toplamını dile getirir. Bunlar dışında mühür numeroloji ve astrolojide de önemli bir yere sahiptir.

Hı. Süleyman İ.Ö. l O yüzyılda yaşanuş İsrail -0ğullannın en büyük hükümdarı Hz. Davut'un oğlu, bir hükümdar peygamberdir. Yaşanuyla ilgili bilgiler Eski Ahid ve Kuran'da bulunur. Kutsal kitaplara geçmeyen baz1 yönlerinden ise peygamberler tarihi (kısası enbiya)nde söz edilir. Kutsal kitapların bildirdiğine göre; (II.Tarihlerl/712 I Krallar 4/29-30, Sad 38/35-39, Enbiya 21{7982, Seb'e 34/12-13, Neml 27/15-19 ) Tamı cinleri ve ,

rtizgan onun emrine veımiş, ona kuşlar, karıncalar ile diğer hayvanların dillerini öğretmişti. Bununla yetinmeyip Hz. Süleyman'ı gizli bilgiler, ustalık (marifet), bilgelik (hikmet)le donatmış, egemenliğini ise lılimle güçlendirmiştir. O tam cin gibi bir hükümdar, "şeytanın gözü" bir kişiliktir. Tevrat'ta bir kral, Kuran'da ise bir peygamber olarak geçer. Bu peygambere ait yüzüğün üzerinde bulunduğu söylenen ve Davut'un Yıldızı (Magen David) denilen motifin Türkçe'deki adı Mülu·-ü Süleyman'dır. Bu motif iç içe geçmiş ya da üst üste gelmiş, ters iki üçgenden oluşan evrensel bir simgedir. Çizimlerde gö1üldüğü gibi, tepe noktası yukarıda olan üçgen

197

Tmırısal adm mılaumı oLııı dört harfle (tetrngram ile) bezenmiş biı· Yahııdi Mühr-ii Süleynımı'ı

AIL1h sözciiğiiııii içereıı bir örnek. Rufai ııevbesi (kiiçiik zilsiz davulıı). 19.yy Aııtalya Miizesi.

Hıristiymılar'uı kıılL111dığı bir simge.

Yahudi kültür ortamında ise "evrenin bir imgesi" olarak kabul edilir. Bu toplum arasındaki yaygın i inanca göre, altı köşeli yıldızın her bir ucunda Musa, Harun, Yakup, Davut, İshak ve İbrahin1 peygamberin adları kazılıdır. Süleyman peygamberin bu mühür yüzüğün gücüyle tüm yaratıkları buyruğu altına aldığına inanılır. Kabalaya gelince ucu yukarıda olan üçgen saltık varlığı, diğeri ise onun görünümü olan evreni temsil eder. Kabalistik yaşam ağacı üzerinde bulunan altıncı küre (sefirat) Süleyman makamına karşılık gelir Benzer bir dinsel deneyime Hint alanında da rastlıyoruz. Dalınç sırasında kalbe ait dördüncü Şakra'nın açılmasında Süleyman mührü ile karşılaşıyoruz. Altı köşeli yıldız gizemsel açıdan, Hindistan dışında diğer dinsel çevrelerde de aynı anlamda kullanılmıştır. Hıristiyanlıkta bu simge İnsan-ı Kamil (yetkin insan ) olarak kabul edilen

Hz. İsa'nın insansal yönü ve Tanrısal doğasının birleşmesini dile getirir. Aziz Thomas Aquin'in bağlı olduğu bir heımetik okula göre tepesi yukarı doğru olan üçgen tanrısal, diğeri ise insan doğasına karşılık gelir. İçrek (batıni) İslam anlayışında ise bu

karşıtlığa Lahut ve Nasut adı verilir (82-145). Aynı türden bir oluşum simya için de söz konusudur. Burada simyacının düşü çokluğun teke, eksik olanııl kusursuza indirgenmesidir. Bir söylentiye göre, Hz. Süleyman parmağında taşıdığı yüzük sayesinde sihir ve bilicilikte (kehanette) insan üstü bir güce sahip olmuştur. Halk arasındaki inanışa göre bu gücü yüzüğe kazılı Tamı'nın adından alıyormuş. Cinler, devler dışında

şeytanlar bile buyruklarını yerine getirirlenniş. B u peygamber-kral insanları, hayvanlar, cinlerl yönetmekle kalmamış, tahtını da rüzgarlara 1r taşıtmıştır. Yüzüğe sahip olmasıyla bir çok mucıre e .

198

Evrensel biitiinlUğU Miihr-ii Siileyrııao\ içio\de ay ve güneşin birleşmesi oLırak yoruınLıyaıı simyacı ao\layış

Thoist itıançla biiıih\leşmiş bir Miilır-ii Siileymaıı. Malatya kilimi. (61-84)

Hh\dıı ioıançı;ı tüm cao\lılano\ Şiva ve Şakti'>u•\ simgesi iki ilçgeııioı birleşmesiııdeıtorıaya çıktığına iıtaıulır.

kalkanındaki Magen David'den söz eden en eski metin 12.yüzyıla aittir. Bu asırdan 17. yüzyıla kadar Davut'un kalkanı ve Mühr-ü Süleyman terimleri ayırt edilmeden özellikle büyü metinlerinde

de göstenniştir. Tanrının ona yolladığı yüzüğü Cebrail bir cuma günü kendisine vemıiş. Diğer bir Söylentiye göre de Adem'in cennetten dünyaya &etirdiği beş nesneden biri olup, sonradan Süleyman peygamberin eline geçmiştir. Mü hr-ü Süleyman, ayrıca tılsım işlevini üstlenerek nazara (kem göze) karşı da kullanılmıştır. İşte bu nedenden silahlar, kılıçlar, kalkanlar, tüfekler, loplar, savaşta kullanılan tılsımlı gömlekler üzerine ��dilmiştir. Mühr-ü Süleyman tek başına

kullanılmıştır. Bununla birlikte altı köşeli yıldız,

bütün ortaçağ boyunca Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman ülkelere özgü yapıtlarda bir büyü ve bezeme motifi olarak geçer. Motif her ne kadar Arap ya da Yahudi geleneğine bağlı gibi görünüyorsa da, aslında kökeni çok eskilere inmektedir. "Magen David"de denilen bu altı uçlu yıldız, daha Bronz çağından itibaren bir olasılıkla süs, başka bir olasılıkla da büyü göstergesi olarak Mezopotamya ve İngiltere gibi birbirinden uzak ülkelerde kullanılmıştır. Demir çağına özgü örnekler Hindistan'dan İspanya'ya kadar bilindiğini gösterir. Ara sıra lamba ve mühürler gibi Yahudi sanat yapıtlarında, her hangi özel ve belirgin bir

betimlenmeyip yanına ayetler, büyülü sözler



Yaztlarak bu nesnelerin saldırı ve savunma gücünü �nnası istenmiştir. İslam dünyasında bu mühürle bu likt� be� köşeli yıldız ve el motifleri de b Yticülerın yanlarından eksik etmedikleri tılsımların aşın da o-elir 0 üyü gü tlnü taşıyan "Davut'un kalkanı" kavramı c ba ş rda bu simgeye bağlı değildi. Davut'un

t

199

Mülır-ü Süleyrnaı\ moıifleti ile bezeli bir kaflaıı. 16.yy. TSM 13121

200

-

Bir ulsuıılı gömlek üzerinde çifı Mühr-ü Süleyrnaı\ ve bUyUIU kareler. TSM 1311133.

201

bulunan Gül Cami oluşturur. Bu yapıtın iç duvar bezemelerinde başka bir öınekle karşılaştıramay kadar, çok sayıda Mühr-ü Süleyman motifi kullanılmıştır. Bunlar yanında Kapadokya bölgesi evlerinin cephelerinde, mushaf kapaklarında, ma kaplarda, mermer kitabelerde, tekke eşyasında, 1920 tarihinde dokunmuş ipekten bir kilim ile sayısız düz dokuma, işleme ve halılar üzerinde bu motifle karşılaşırız. Altı kollu yıldızın tam ortasına dek gelen yerde; genelde bir güneş ya da gül imgesi bulunur. Ger bu merkezi bölüm Tanrı'ya özgü bir göstergenin konduğu yercliı: Kimi zaman buraya, Allah sözcüğ' sayısal değerine karşılık gelen 66 sayısı konur ya d doğrudan Arapça ve İbranice Tanrı'ıun adı yazılır. Çok ender olarak da besmelenin yer aldığı görülür.

anlarru olmadan ortaya çıktığı görülür. En eski Yahudi örneği, Sidon'da bulunmuş LÖ 7. yüzyıla ait bir mühür üzerinde yer almaktadır. Bu topluluklarca kullanımı 13 ve 17. yüzyıllar arasında yaygınlık kazanır (131-531). Bu nedenle bu motifi İsrail oğullarına özgü bir imge olarak düşünmek yanlış olur. İsrail devleti bayrağında kullanımı ise yakın zamanlara ait bir olgudur. Anadolu'ya gelince epeyi yaygın bir biçimde kullanılmıştır. Hıristiyan özellikle Müslüman yapıtlarda sıkça resmedilmiştir. 1 1 . yüzyıla ait Ahlat'taki Selçuklu mezar taşlarında, Barbaros'un sancağında, Osmanlı dönemi camilerinin dış cephesinde, pencere parmaklıklarında ve iç bezemesinde bu motife sıkça rastlarız. En ilginç örneklerinden birini Cibali (İstanbul) semtinde

v

202

istaııb MUhr-ii Süleymanlar ile bezeli Gül Cuoı'ıi Cibali, Caı 203

• •

• •

• •

ZUMRUD-U ANKA

is reııtliyar'lll Ziimriitl-ii Aıı k a'yt tiltllirlişii. Şehnanıesi çevirisi. t ÜK T 6131

zöMRÜD� Ü ANKA Zümrüd-ü Anka Ön Asya söylencelerinde geçen, önemli bir efsanevi kuştur. Farsça adı

avlanamaz olması en büyük özelliklerindendir.

Bukrat (Hipokrat), Zulkarneyn gibi ünlü kişiler onun sırtına binerek yıldızlara ulaşırlar.

Simurg olup, Araplar buna Anka, Yunanlılar da Phoenix demişlerdir. Türkçe'de her iki sözcük birieştirilerek Zümrüd-ü Anka (Sim�rg'u Anka) adı

O olmadan Kaf

Dağ.ı'na ulaşmak olanaksızdır. Omrünün sonuna gelince kendi yaptığı yuvasında

oluşturulmuştur. Bu kuşun, aslında, Iran'lılardan

kanatlarını kuvvetlice çarpar ateş çıkarır, böylece

Arap1ara geçtiği sanılmaktadır. Bunun Avesta'daki

yuvası ile birlikte yanıp kül olur. Hemen arkasından

kökeni ise Seana Meregha'dır. İran'lılara göre Elbruz dağında, Arap1ara göre de KafDağı'nda yaşadığı var sayılan "adı var kendi

bu küllerden yeni bir Anka dünyaya gelir. Bu genç

dallarından, direkleri abanoz, sandal ve öd ağacından

Hıristiyan kilisesini de etkiledi Böylece uzun bir

kuş kuvvetlenince babasının küllerini Mısır'daki

Heliopolis'e götürerek güneş tapınağına bırakır.

yok" bir kuştur. Bu dağın tepesinde bahar ağacı

Bu yenilenme kavramı Yunanlılar, Romalılar gibi

yapılnuş köşk benzeri bir yuvada oturur. Çok iri bir bedeni olan Simurg'un uçtuğu vakit havayı

süre yaşadıktan sonra yanıp küllerinden yeniden

doğan Anka "yeniden doğuş" ya da "yenilenmenin"

karartacak kadar iri kanatları vardır. Asla yere

simgesi oldu. Bundan dolayı Hz. İsa'nın simgesi

konmayıp yükseklerden uçarken, gök gürültüsüne

yerine geçti.

benzer sesler çıkardığı söylenir. Boynu uzun olduğu için Anka, avlarını kapıp uzaklara uçtuğu için de

Taşıdığı bazı özellikler açısından Mezopotamya

kökenli "anzu" kuşu ile ilişkilendirilir. Anzu ve

Anka arasındaki en önemli ortak özellik, her ikisinin

"mugrip" adları verilmiştir. Kırmızı ve altın renkli tüyleri çok parlak olduğu için bakanın gözlerini

kanatlarının gökyüzünü kaplayacak kadar büyük olması

kamaştırır. Engin bir bilgi ve değişik hünerlere sahip

ve adları arasındaki benzerliktir. Kökenbilimsel

yi�itlere akıl verir. İnsan gibi düşünüp, konuşabilir. Bır yaranın iyileşmesi istendiğinde, herhangi bir tüyünü sürmek yeterlidir. Ele geçirilemez ve

boyun, boğaz uzun boyunlu ve gerdanlık takmak,

olup, kendisine baş vuran hükümdar, kahraman ve

olarak "ank" İbranice "anak" Akadça "unku" '

boğmak anlamlarına gelir

'

(180-3/200). Boynundaki

beyazlık bir gerdanlığa benzediği için Arapça'da

205

206

destanda önemli bir yeri vardır. Zarın babası Sam,

gerdanlık anlaı:nına gelen "Anka" adı kullanılmıştır. an ilişkisi çok daha gerilere Sümer Böylece Arap Ir

oğlu doğunca onun beyaz saçlı akşın (albino) olduğunu görünce, bu durumu bir uğursuzluk olarak

çağına kadar geriye götürülebilmektedir. Sonuçta

kabul eder. "Bu benim oğlum değildir" diye onu

Mewpotamya kökenli bir söylence !ran üzerinden Arabistan, Hindistan ve Asya ülkelerine kadar

reddeder. Çocuğu Elbruz dağına gönderip oraya

yayılmıştır eliyebiliriz. Köken olarak Mısır1a ilişki kuranlar da vardır. Bu

bıraktırır. Zal, orada Simurg denilen kuş tarafından büyütülür ve kendisine "Dastarı" adı verilir. Çocuk

döngüsel görüngülerin sorumlusu olarak kabul edilir. Çin'de bu kuşu Çin sülünü temsil eder.

verilmiş bir lakaptır. Sam epeyi bir zaman geçtikten soma yaptığından pişmanlık duyar. Oğlunu aramak

ülkede Ra ve Osiris1e bağlantılandırılarak, güneşin günlük devinimi ya da Nil ırmağının taşmaları gibi

çapar olarak doğduğu için Zal adını almıştır. Edebiyatta "zal-ı zer" de yine bu beyazlıktan dolayı

Türk söylencebilimi bu konuda İran'ınkinden oldukça etkilenmiştir. Bu kuş Anadolu halkbiliminde liıemli bir yer tutar, bir çok halk öykü ve masallarında geçer. Ülkemizde Zümrüd-ü Anka adıyla tanınan

için Elbruz dağına gider. Bunu gören Simurg da, Zal'i babasına geri verir. Simurg üzerine yazılmış en önemli yapıt

Feridettin-i Attar'ın Mantık al-Tayr adlı allegorik

mesnevisidir. Mantık al-Tayr "kuşların söyledikleri"

Simurg kahramanlara olduğu kadar daha çok

ya da "kuşların dili" anlamına gelir. Yapıtta geçen

Keloğlanın yardımcısıdır. Tasavvuf edebiyatında ise bir çok yapıtta sıkça geçer. Adı simgesel anlamda

öyküye göre; bir gün bütün kuşlar bir araya gelerek kendilerine bir padişah seçmek isterler. Bu

Mevlana tarafından da kullanılmıştır. Divan şiirinde 5e .Anka kuşu ile ilgili epeyi söz sanatı yapılmıştır. Islam sanatında Zümrüd-ü Anka en çok

toplantıda bulunan hüt hüt kuşu onlara «benimle

gelirseniz onu bulursunuz. O Kaf Dağı'nda yaşamaktadır, adı da Simurg'dUD> der. Ancak oraya

resmedilmiş bir kuştur. İran kökenli Şehname adlı

� tcau

ve Hanzate

ile Simırg öykülerini anla�ııı nııııyaıür. Zübdeıü'ıTevaril1 TİEM 1973

207

üzerinde yer alan tanrısal özü (zatı) hem de yaratıc olarak Tanrı'yı simgeler. Yolculuk temasına ge o da ruhW1 Tanrı'ya olan yolculuğW1u dile getirir. Yapılan sözcük oyunu ile ruhun "tanrısal öz ileö olduğu" belirtilmek istenmiştir. Bu Farsça mesneviden etkilenen Gülşehri 14. yüeyıl aynı adla benzeri bir yapıtı Türkçe olarak kaleme almıştır. Anadolu Türk kültür tarihinde böylesine önemli bir kuş imgesi, halılarda da yerini almıştır. 12.yüzyıldan başlayarak günümüze dek dokunan halılarda ya tek başına ya da ejderle savaşım halinde betimlenmiş bir çok halıya rastlarız. Eskileri arasın en ünlü örneği Berlin Staatliche Museen'de bulunan yapıt oluşturur. 20.yüzyılda Hereke halıları arasında: Zümrüd-ü Anka'yı mihrap içinde gösteren ve aynı adla anılan bir model vardır. Halılar dışında, özellikle Osmanlı minyatürlerine de konu olmuştur.

·

vaımak için yedi vadiyi aşmaları gerekmektedir. YolculuğW1 zorlu ve zahmetli geçeceğini öğrenince kuşlar önce bu işten vazgeçerler, fakat hüt hüt onları ikna ederek hep birlikte Simurg'u bulmak için yola çıkarlar. Bu zor ve çetin yolculukta, yüz binlerce kuştan bir çoğu değişik nedenlerden yolda ölür. Sonuçta otuz kuş hasta ve bitkin bir durumda varacakları yere ulaşırlar. Geldikleri yapıdan içeri girerler. İşte bu sırada Simurg belirir. Fakat gördükleri Simurg kendilerinden başka bir varlık değildir. Simurg da kendilerini kendilerinde Simurg'u (Si=otuz Mürg.=kuş)u görürler. Arkasından hepsi Simurg'da yok olur. Bir başka deyişle Tanrı'da yok olurlar. Yapıttaki ana düşünce, tasavvuftaki vahdet-i vücud (varlık birliği) öğretisine dayanır. BW1a göre evrende tek bir varlık vardır, o da Tanrı yani Mutlak Varlık'tır. Gerçekte Simurg hem yaratılmış düzenin

Z.Anka'ya biniı> ilaç almak için Kaf Dağı'na giden Hiı>okrnt. Palı�1me. TSM H 208

1163

EJDERHA

Cizre Ulu Cami kapı tokmagı. l 3.yy. TiEM 3749

EJDERHA kartal gibi hayvanların farklı niteliklerini gösteren organlarının birleşmesi ile oluşmuş doğa dışı melez bir varlıktır. Bu garip karışım, sanat yapıtlarında birbirinden farklı ilginç görünümler sergiler. Önceleri oldukça basit biçimde yılan gibi ayaksız ya da timsah gibi yere bağlı bir sürüngen olarak betimlendiği görülür. Sonraları tek ya da birçok (3-7-9-1000) başlı, öldürücü nefesli, uzun dilli, keskin dişli, korkunç bakışlı, ağzından ateş püsküren bir canavar olarak tasarlannuştır. Erkeği bıyıklı boynuzlu, dişisi ise boynuzsuz ve düz burunludur. Genelde kartal başlı ve gagalı, bazen deve başlı, inek kulaklı ve aslan gövdelidir. Yerde iken pullu ve kanatsız, gökyüzünde yaşarken pulsuz ve kanatlı, değişik sayıda (3-4-5) pençesi olan bir yaratık olarak sayısız kez farklı biçimde betimlenmiştir. Hemen aklımıza şu soru geliyor. Böyle bir canavar gerçekten insanlar arasında yaşadı mı? Kimine göre insan imgelem yetisinin bir ürünü, diğerlerine göre de geçmiş zamanlarda yaşamış bir varlık. Ejderhanın yaşamış olabileceğini savunan birkaç kişi dışında büyük çoğunluk onu gerçek dışı,

Ejderha; hemen hemen tüm ulusların söylence, masal ve destan dünyasında görülen, mimariden tiyatroya, şiirden seyirlik oyunlara, sinemadan halk danslarına, armacılıktan şövalye tarikatlarına, tasavvuf anlayışından taoist düşünceye, düşten yazına, İslam dünyasından Hıristiyan ve Yahudi inancına, erginlenme {initiation) ayinlerinden kapalı derneklere, karagöz göstermeliklerinden origamiye, mezar taşlarından imparator giysisine, değişik ermiş kişilerden Anadolu evliyalarına, Rig Veda'dan Kitab-ı Mukaddes'e, Saga'lardan Budizm'e, Marduk'tan Herakles'e kadar bir çok alan ve binlerce yapıtta yeri olan çeşitli tasarımlarla sunulmuş, olağanüstü güç ve niteliklerle donatılmış canavar biçiminde bir yaratıktır. .. O, pek çok hayvanın özellik ve niteliklerini kendi �unyesinde toplayarak, her toplumun hayal gücüne �agi.nation) göre biçimlenmiş melez bir yaratıktır. ��er a üzerine araştırma yapanlar bu yaratığın �ı �z�rinde epeyi durmuşlardır. Bir çok hayvana o�gu nıteliği kendinde barındırdığı için zengin bir sımgeselliğe konu olmuştur. Aslan, yılan, timsah,

� �



211

Firdevsi Şehllame'siıtiıı çevirisinde bir ejderim belimi. iüKT 6131

imgelem yetisinin bir yaratısı olarak görmektedir. Halen yaşayıp yaşamadığı tartışıla dursun C.G.Jung,

(ejderhayı) sindirip buyruğu altına alması gerekir. Bu nedenle insanlar yaşadıkça "bizdeki ejder"(ler)de

insanın hayal gücü aracılığıyla ejderhaları ve devleri sürekli sahneye sürdüğünü söylemiştir. Bu ünlü

yaşamayı sürdürecektir. Günümüz Türkçe'sinde ejderha ya da ejder olarak tanınan bu olağanüstü yaratığa Anadolu'da halk arasında evren ya da evran adının verildiği görülür.

ruhbilimciye göre; benlik (le moi), gölge ile sürekli çatışma durumundadır. Ejderha olarak gösterilen

. Ancak Farsça kökenli ejderha sözcüğüne karşılık eski Türkler evren terimini kullanmışlardır. Konuşma . . dilindeki kullanımm da ortaya koyduğu gibi, her ıkt

gölge; anne tarafından kontrol edilen, kişinin gelişmesini ve ruhsal bütünlüğe ulaşmasını

engelleyen bilinç dışının eksi ve karanlık yönüdür.

sözcüğün kavram ve düşünce açlSından İran

Kişi olgunluğa erişmek için bu karanlık tarafı

ııı

büyük

ıasıblııluıımuş bir lmyvaıılı halı parçasıııda Z.Aıılm ve ejderaı savaşımı. K.füdmmııı'daıı. (19G-27)

224

ak, z.

:ııtta . .dan

�ı klik

z.Anka ve epec mücadelesini konu alaıı bir Sındırgı 225

RENKLER

.J rs



. "Socıe "'ıe· Ottomııııe Ushıık" 'adlı kurul11Şirlıalı modeli

Müzesi olarak işlev gören yapının içinde yansı mavi yansı kırmızı çift sarmal motifleri bulunmaktadır. Bu bezemenin taşıdığı anlam ortadadır. Dünyada bu kadar yaygınlık kazanmış renk simgeselliğinden diğer dokumalar kadar halıların da kendine düşen payı almış olması doğaldır. Motifler yanında onların estetik değeıini arttıran renklerin de bir anlamı olması gerekir. Anadolu halılarında mavi ve kırmızı renklerin yaygın bir biçimde kullanılmış olması çok dikkat çekicidir. Bu renklendirme yönteminde evrenbilimsel düşüncelerin ön plana çıktığı görülür. Mavi ve kırmızı renklerin birlikte kullanılması bize hemen Gök ve Yerin oluşturduğu evrensel bütünlüğü ya da ikisinin "kutsal evliliği" (hieros gamos)ni anımsatır. Renkler aracılığıyla dile getirilen anlam değişik yollardan bir evren imgesi (imago mundi) olarak tasarlandığını saptadığımız

234

halıya hiç de aykırı düşmemektedir. Bu yoruma kanıt olarak Yaycı Bedir, Bergama, Balıkesir (Yüncü), Yahyalı, Karakeçili, Konya bölgesi ve daha birçok yöreye özgü halıları gösterebiliriz. "Simya, renkler ve renk simgeselliği arasındaki uyumda da özel bir rol oynar. Simyanın çeşitli renkler üzerindeki etkisi bilinmeksizin Timur dönemi camileri, Safevi halıları gibi renk senfonilerini kavramak olanaksız olurdu" (125-204). Bu sözlerin sahibi S.H.Nasr'ın görüşünü paylaşmamak elde değil. Sonuçta sanatın diğer kollarında olduğu gibi Türk ve İran halı sanatını� anlamını kavramada simgeler kadar renkler de bır anahtar işlevi görürler.

-204).

nın

bir 235

. Ya)'etbc Renk simgeselliğine ilginç bir örnek

GUNEŞ • •

Giineş Tanrıçası. Hitit döııemi. Çiftlik, Kayseri. KAM 71175

---- �

OmuzLırttıdaıı ışık saçıııı Akad döııemi Güııeş L-.ımsı. i.Ö. 2340. J.�lazeııod'daıı. (8-559)

GÜNEŞ Çok eski dönemlerden beri, hemen her kültür çevresinde güneş motifleri kullamlmasına karşılık, güneşe tapınmaya çok ender rastlanır. Güneş tapınımı daha çok eski Mısır, Asya, Avrupa, Peru ve Meksika ülkelerinde görülür. Bu bölgelerde ortaya Çıkışının nedeni, kent uygarlığı düzeyine erişmiş ve siyasal örgütlenmeye sahip halkların varlığıyla a?ıklaınr. Bazı toplumlarda gök taımsının giderek nıteliklerini güneş tanrısına devrettiğine tanık oluruz. tınıları bir soy ilişkisi sonucu güneş, gök tanrısı ile ozdeşleştirilir (54- 118). Bundan böyle güneş tanrısı merkezi bir konum kazanarak her şeye egemen olur. W:eş, yüceltilerek, tanrısallık aşamasına ulaşmasıyla likte evrenbilimsel, söylencebiliınsel, biyolojik üzere bazı düzlemlerde farklı anlamlar kazanır. ıı·çok uygarlıkta Utu, Şamaş, Apollon, Helias, u7,a Ra, Arinna, Mitra gibi değişik adlar altında �. r guneş tanrı söylencesi (miti)" ortaya çıkar.

Sonuçta bir anlam zenginliğine kavuşan güneş döllenme ve besin kaynaklarını dağıtma işlevini de üstlenir. Yaratıcı ilk ışık olması, dölleyici ve doyurucu nitelikleri nedeniyle tüm evrene yaşam verir. Bir çok toplum için güneş yaşam kaynağı olarak kabul edilir. Hem zamanı düzenler hem de dünyayı yönetir. Her şeye egemen evrenin yöneticisi olarak kabul edilir. Aynca evrensel zeka, ışık ve ateşi de temsil eder. Işınlarının sağladığı aydınlatma ya da diğer bir deyişle "aydınlanma" doğal ve tinsel olmak üzere ilci boyutta gerçekleşir. Tinsel aydınlanmaya (nurlanmaya) olanak sağladığı için bilgeliğin de kaynağıdır. Aklın bilgiye ve hikmete kavuşması neredeyse bütün uygarlıklarda ortak olarak güneş, ışık ve nur simgeleri ile belirtilir. "Güneşe ermek", ışığa kavuşmak, "nura gark olmak" aydınlanmak yani karanlıktan aydınlığa çıkmak olarak kullanılmıştır (20).



� �l�ak �

237

Öteki düııyada ölüye eııeıji vereıı Giiııeş Taıın Alon. Mısır papiriisü.

olur. Yanma yok olma, ölüm demektir. Sonuçta hem yaşam veren, hem de ölüm getiren karşıt iki anlam kazanır ve her simge gibi bir çift değerlilik (ambivalence) sergiler. Güneş her şeyi aynı ışıkla aydınlattığı ve fark edilir kıldığı için adaletin göstergesi yerine geçer. Bu bir yerde her şeyi görme ve onlara egemen olma düşüncesin.i de içerir. Güneş tanrıları, gökyüzünün. en yüksek yerinden her şeyi gören, buna göre her şeyı bilen varlıklardır. Bu nitelikleri yardımıyla bir . yandan her şeye egemen olup öte yandan dünyadakı adaletin güvencesi olurlar. Dolayısıyla bazı ı toplumlarda "adalet tanrısı", "yargının efendisi" �d�n alırlar. Hz. İsa Hıristiyanlar'a göre "bütün dünya ıçın parıldayan" adaletin ve doğruluğun güneşidir.

Güneş günlük çevrimi olan doğuş ve batışını kapsayan sürede önce üst dünyada dolaşır arkasından yer altına iner. Bir çok inanç dizgesinde karşılaştığımız bu düşünceye göre, ölüler krallığında süren gece yolculuğu sonsuz olarak yeniden ortaya çıkışıyla son bulur... Geceleyin karanlıklar ülkesinden, ayın aksine, biçim değişikliğine uğramadan geçip gelmesi onun ölümsüz olduğunun kanıtıdır. Aydan farklı olarak, ölüler ülkesinden eriyip, dağılıp bozulmadan geçmesi ona bir çift yönlülük kazandırır. Böylece karşıt iki anlamlı bir gösterge özelliğini yüklenir. Bu nedenle ölüm ve yeniden doğuşun almaşıklığını simgeler. Ayrıca yaşam verici niteliği yanında yakıcı olma özelliği kuraklığa, son aşamada ise fazla ateş yanmaya neden 238

lşmlararasillda beıirııleımıiş Pllltlotraıor (Evreııiıı Efeııdısi) isa. KMi

Bunlar yanında, etkin yaratıcı bir erke (enerj i)ye sahip olası, güneşin eril bir güç olarak algılanmasına Yol açmıştır. Bir yandan erillik özelliği öte yandan her �yi görme yeteneği, bazı toplumların tersine, orun erkek tanrı gibi betimlenmesini getirmiştir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde imparatorlar, krallar, kahramanlar, şefler, bazı aileler, doğrudan güneşin 8 �Yundan geldiklerini öne sürerler. Bununla birlikte guneşi atalan olarak kabul eden toplulukların sayısı az�sanmayacak kadar fazladır. Burada güneş tanrı ve �nsan soyu (seçkin sınıf) arasındaki ilişkiyi belırleyen bir "güneş söylencesi"nin önemini vurgulamakta yarar vardır. Bu nedenle hükümdarlara � ıkla "güneşin oğlu", "güneşin çocukları", guneşin torunları" adlarının yakıştırıldığı görülür.

�!

239

Genelde güneş tanrı inancı hükümdarlık kavramıyla özdeşle�tirildiği için, Çin1den Meksika ve Peru1ya kadar bır çok ülkede güneş siyasi yetkenin bir göstergesi olarak kullanılır. Fransız kralı XIV. Louis de ugüneş krat diye anılırdı. Gök tanrısından kut aldığı için Göktürk kağanı gibi çok sayıda hükümdar kendini güneşe . benzetıyordu. Kutadgu Bilig'de allegorik hükümdar kimliğinin adı "kün toğdı"dır ve güneşe benzetilir (68-76). Bu tür bir olgu Selçuklu ve Osmanlı imparatorları için de geçerlidir. İlk padişah Osman da "benim aslım güneştir" demişti. Divan edebiyatında . hükümdarı mutluluk güneşine benzetirler. Her şaırler sabah doğu yönünden yükseldiği için güneş doğu hükümdarı "hüsrev-i haver" diye nitelendirilir (166-62).

Işınlar saçarak mağaradıııı çıkan Amalerasu. Japancsc Oallery Lmıdon

doğduğu ülke" (anatolia) adı verilmiştir. Öldüğü zaman güneş tanrısı olan Hitit kralına yöneticiler sağlığında, "güneşim" "efendim" "majestem" diye hitap ediyorlardı. Güneşim sözcüğünün Hititçe karşılığı d UTU sı, Akadça'sı da "şamsı" dır. Bunun yanında kralın tören giysisi, başlığından, uzun cübbesine ve ucu kıvrık asasına kadar, her parçasıyla güneş tanrısının giyinişiyle tamamen · aynı. olduğu görülür. Arinna'nın Güneş Tanrıçası adıyla tanıdığımız tanrıçanın Hurrice karşılığı Hepatu'dur. Kral Mursili'nin yıllıklarında Hitit ülkesinin bu tanrıçaya ait olduğu söylenmektedir. Kanatlı güneş kursu, krallara özgü mühürlerde, hep ad yazılışlarının üzerinde betimlenir (6-20).

Osmanlı geleneğine göre tarihçiler, bilim adamları dönemin padişahını överken onun sık sık güneşe benzetmekte bir sakınca göımezler ( 1 37-108). Hint krallarına, İnka imparatorlarına "güneşin oğlu", Mısır firavunlarına da "Ra'nın çocukları" denirdi. Babil'de krallar güneş tanrısı Şamaş ile ilişkilidir. Ramses, sözcük olarak, "güneşten doğmuş" anlamına gelir. Bir çok efsane güneş kahramanlarından söz eder. Surya Hindu söylencebiliminde bir çok kahramanın babası olarak geçer. Peru'da hükümdar, güneş tanrısının bedenleşmiş biçiminden başka bir şey değildir. Japon imparatorluk ailesi de güneş tanrıçası Amaterasu'nun soyundan geldiğine inanır. Japonya'ya "doğan güneş ülkesi" (nihon) Anadolu'ya da "güneşin 240

Oı1asıııda giiııeş



rnoılfi iç er

ı Osmanlı Devlet Arması. Askeri Müze, isıanbul

da geçer. İbrahim Hakkı Marifetname'de Tann'mn güneş için yaptırdığı üç yüz altmış elmas kulplu arabadan söz eder. Güneşi taşıyan aracı melekler kul.planndan çekerek doğudan batıya getirirler (87-1 4). Islamiyet'te güneş Tanrı'mn simgesi olarak kullanılır. Tasavvuf ta ise Tann'mn zatını temsil eder. İbn Sina da her şeye biçim veren evrensel akıl

Çeşitli söylenceler, güneşin günlük çevrimsel devinimini bir güneş arabası ya da ışıldayan bir r�erlek biçiminde betimlemeye çalışır. Yunanlılar'ın guneş tanrısı Helios, her glin gökylizünde doğudan

b�tıya dört beyaz atın çektiği bir araba sürer. mdistan'da ise Surya (güneş) yedi atın ya da yedi aşlı tek bir atın çektiği arabaya binmiştir. �0norak'ta bu tanrıya adanan tapınak araba �Çim inde inşa edilmiştir. Cermen söylencesinde tek �: atın çektiği Trundholm'un arabası altından bir



olduğunu ileri sürer. Hz. Muhammet'in güneşle olan

ilişkisi bazı hadislerde ortaya çıkar. Aynca İslamiyet'in içrek (hatmi) ve metafiziksel öğretileriyle de bütünleşir. Zerdüşlükte doğrudan tanrı simgesi olarak kullamhr. Ok ve yayı ile birlikte Ahura Mezda betimleri, aynı silahları kullanan Babil güneş tanrısı Şamsı anımsatır. Hz. tsa'da güneşle



guneş kursu taşır. Benzer düşünceye Çin'de de

rastlanz. Bu kez arabaya koşulan hayvan at ve ej der karışımı dır. Helios'un arabası Yahudilik'te Yahve'nin

Bac�na, Hıristiyanlık'ta ise ruhu tanrıya ulaştıran z.

özdeşleşt irilir, bazı görünümleri Amaterasu'yu

Ilya'nı n arabasına dönüşür. Aym tema İslam'da 241

-

-

-

Del!işik ktıkeııli arkeolojik buluııtulnıdn görUlen gUııeş motifleı i. (34,

138, 162)

Bu güneş kurslarının hayvanlar, bitkiler glineş ve boynuzlarla birlikte evreni simgeleyen birer tas arım olma olasılıkları oldukça yüksektir. İkinci tür örnekleri de Hitit dönemi güneş kursları oluşturur. Bunlar birincilerin tersine, daha çok kanatlı olup

andırır. Buda, evrenin hUkUmdarı (çakravartin) niteliğiyle glineşle özdeşleştirilir ve öğretisinin simgesi de glineştir. Aslan, kartal, ZUmrUd-U Anka imgeleri sanatta, mimaride glineşin birer göstergesi olarak kullanılır. Aslan ağzından fışkıran sular, glineşten gelen yaşamı simgeler S.268. Aslan biçiminde

Mısır etkisinde yapılmışlardır. Kanatlı glineş kurslarının Orta Doğu'ya ilk kez İ. ö 1 7 . yüzyılda girdiği saptanır. Güneşe özgti grafiksel çizimler çok çeşitlilik. gösterir. En eski imgelerden bazıları yuvarlak bır . kurs, merkez noktası belirtilmiş bir daire, dik kesış� . iki (dört) çizgi, aynı noktayı gösteren dört ok betısı,

yontulara birçok çeşme ve pınarda rastlamak olasıdır.

TUrkiye'de güneş inancı ile ilgili en eski bilgiler farklı yerlerde yapılan arkeolojik kazılarda elde edilmiştir. En önemli buluntular Alacahöyük'te kral mezarlarından ve Hitit dönemi öncesine ait ye;�leşmelerden gün ışığına çıkarılan güneş kurslarıdır. I.O 25002000 seneleri arasına tarihlenen Alacahöyük yapıtlarının içinde, çizimlerde görüldüğü gibi, haç,

etrafına ışınlar saçan bir daire, daire içinde haç, güneş tekerleği, swastika ve tek başına bir haç

motifidir. Güneşin bir kurs ya da bir tekerlek olarak

swastika, boğa ve geyik motifleri bulunmaktadır.

242

Mezopoıarııya, Aırndolu ve Suriye kökeııli arkeolojik buluııtularda k.ullanılrııış

gUneş ya

dn kanatlı gUneş imgeleri.

(34, 48, 77, 138, 162)

�gılanması çok yaygın bir anlayıştır. Birincisi dingin

göstergesi yerine geçen Zümrüd-ü Anka gibi

Tekerlek ve onun bir ileri aşaması olan araba imgesi güneşin günlük yolculuğunu simgeler. Mezopotamya ve Anadolu'da bu güne kadar gerçekleştirilen kazılarda, dinsel inançlar tarihi açısından büyük bir fuem taşıyan mühürler ele geçirilmiştir. Bu yapıtlara kazınan güneş betilerinin sergilediği çeşitlilik karşısında şaşırmamak elde değildir. Geç miş dönemlere ilişkin bu mühürlerde karşımıza çıkan güneş imgeleriyle halı motifleri arasında bil yük benzerlikler saptanmaktadır. İlginç olan taraf, bazı güneş betilerinin binlerce yıldır anlam değişikliğine uğramadan, kesintisiz bir biçimde kullanılmış olmasıdır. Güneş imgelerinin, güneşin

olmaktadır. Ölüm ve yeniden doğuşun daha doğrusu

hayvanlar üzerine işlenmesi, bunun en önemli kanıtı

hır kursu diğeri ise dönen bir çarkı anımsatır.

motiflerinin, çift değerlilikle yüklü sınır çizgisi olan bordürlerde yer alması çok anlamlıdır. Bazı mühür tasarımlarında, yaşam (dünya) ağacının en tepesinde ya da tam ?.rtasında görülen güneş şemaları çok ilgi çekicidir. Oğle vaktini ya da merkezi belirtmek için yaşam ağacı üzerine konulan güneş imgeleri çok çeşitlilik . sergıler. Bu görünümüyle evrensel eksen yerine geçen yaşam ağaçlarının benzerlerinin mihraplar içine yerleştirilmiş olması oldukça önemlidir . Bunlar dışında bir çok Anadolu halısı üzerinde kullanılan haç motiflerinin güneşle olan ilişkileri ortadadır. karşıtların almaşıklığıru simgeleyen güneş

243

HAÇ

Pişmış topraktan biı kap üzerinde haç momda lıaç motifi. Haa�1r t, Burdur. ( 122-3%)

HAÇ Başka açıdan baktığımızda, haç motifi ana yönlerden

Haç motifi diğerleri gibi varlığı çok eskilere dayanan bir simgedir. Tarihi süreç içerisinde yerel

geçen iki eksenin kesişmesi ile ortaya çıkar. Bu

üzellikler kazanmasına karşın, daha çok evrensel bir �araktere bürünmüştür. Haç kare gibi dört sayısının sımgeselliğine katılır. Bu katılımda dört köşesinin

konumda dört ana yöne, iki eksenin kavşak noktası

Y�nlere uzanan kollan nedeniyle, tüm yönelim

merkezin de eklenmesiyle ilgili beş sayısı Çin

olan merkezi de eklediğimizde beş öğeli bir beti ile

karşı karşıya bulunuruz. Burada kavşak noktası

bulunması en önemli etken olarak görülür. Ana

beşinci bir boyutu devreye sokar. Dört yön ve

kültüründe haç ile özdeşleştirilir. Haçın ortasında yer

sımgelerinin temelinde yer alır. Bu yönelim uzaysal ve zamansal boyutları kapsadığından, haç bu k�n�muyla dünyanın bütünlüğünü simgeler. Burada o�u. edilen uzaysal yönelim en çizgesel biçimiyle ogu�batı, kuzey-güney, aşağı ve yukarıya doğru olandır . Ortaya çıkan oluşum daha çok üç boyutlu �vreye sokar. Bazı kültür çevrelerin�e haç, t� gıbı. yeryüzünü simgelediği de olur. Orneğin eskı. Mek sika'da evren haç biçiminde betimlenmiştir.

alan kesişme noktası merkez düşüncesi ile ilgili olup,



onun gizem ve önemini vurgulamak ister. Bu

yönüyle haç motifi kavşak kavramının simgesi yerine

geçer. Kimi zaman haçın dikey kolu etken, eril, gökle

:çı

ilgili güçlerin, yatay kolu de edilgen, yer, dişil

ilkenin göstergesi olur. Çember içine yerleştirilmiş haçın kollan merkezden

çıkan ışın olarak düşünülürse, bu durumda güneşin

245

Etrafı t>oyııuz motifleri ile !>ezeli t>ir haç imgesi. HacıL1r 1. (122-433)

anikonik (insan biçimsiz) bir betimi yerine geçer. Başlangıçta kendi ölüm ve acısının göstergesi iken, sonradan - yeniden dirilme olgusu nedeniyle - sonsuz yaşamı simgeleyen yaşam ağacı ile özdeştirilir. Hıristiyanlık'tan çok önceleri çeşitli haç biçimlerine rastlanır. Bunlar dinsel olduğu kadar başka amaçlarla da kullanılmıştır. Neolitik dönemden beri görülen haç imgelerine zamanla çok değişik biçimleri de eklenmiştir. Bunlardan başlıcaları şunlardır: dört kolu birbirine eşit "crux quadrata" ya da Yunan haçı, dikey kolu ötekinden uzun olan "crux immisa" ya da Latin haçı, Yunan harfi T (tau) biçimindeki Aziz Antonius haçı ya da "crux commisa", "crux gammata" olarak bilinen gamalı haç, adını romen rakamı decussis'ten (X= 10) alan

göstergesi olan tekerlek imgesi elde edilmiş olur. Hindistan'da bu aynı zamanda tanrısallığı anlatır. Böyle bir simgeye Asyalı ve Cermen toplumlarında da rastlanır. Haç karşıtların birliği ve bunlardan kalkarak bütünlüğün simgesi yerine geçer. Bu konumda Hint Guna'lan ve Çin geleneğinde Yin ve Yang'ın birliğini anlatan Koua ile eşdeğerdir. Eski Mısır'da görülen, kulp biçimindeki haça Ankh adı verilir. Tau harfini andıran motif "crux ansata" adı altında Kopt Hıristiyanlannın anıtlarında sıkça kullanılmış olup, sonsuz yaşamı simgelediği söylenir. Çoğu zaman da İsis düğümü ile karıştırılır. İsis1e özgü sonsuz yaşam simgesi, başka tanrıların elinde taşıdıkları bir amblem olarak betimlenmiştir. Bu durumda tanrısal yaşamın ya da tanrısallığın bir göstergesi olmaktadır. Ankh simgesine, Anadolu'da Hitit dönemi kabartmalarında da rastlanır. Hıristiyan inancına göre haç, Hz. İsa'nın üzerine gerildiği çarmıhı ve yaşamında çektiği acılan, bu bağlamda ölümüyle tüm insanlığı günahtan kurtarışını da simgeler. Dolayısıyla Hz. İsa'nın

"crux decussata" ya da Aziz Andreas haçıdır. Özellikle Orta Çağ'da kutsal yapılar inşa edilirk en haç biçimli, dört kollu plandan yararlanılmıştır. Yu!!-an haçı birçok Bizans, Suriye ve İtalyan kilisesinin planını oluştururken, Latin haçı da . Gotik kiliselerin biçimlendirilmesinde kullanılmıştır

246

;n. :ısuı

ıden

ya

au)

�ken

şur.

247

Orı.umda biı lıaç motifi ile dokınunuş 15.yy hal1$1. TiEM

Hnç motifleri ile bezeli Döşeıncnliı lınlısı. 24S

.. ..

. 1 1 1 111

.. .

. .. ..

1 11

. . .

D 111

.. .. .. -

1 1 11 1 11 1

.. .. .. ..

Kilimlerde ve halılarda kullaınlmış lıaç motifleri. MErberk'teıı. (61- 137)

bu kurslarda görülen değişik haç betisi güneşi temsil etmektedir. Bu dönemin hemen arkasından tarih sahnesine çıkan Asurlular da haçı güneşin göstergesi olarak kullanıyorlardı. Çoğu arkeolog ve araştırmacının görüşüne göre eski toplumlar güneşi betimlemede haç motifinden yaralanmıştır. Osmanlı dönemi tarikat taçlarını (başlıklarını) ele aldığımızda ise zengin bir çeşitlilik sergilediklerini gözlemleriz. Dört terk (parça) ten oluşan taçların, dört ana yön ve dünyanın merkezini anıştırdığı düşünülür. Buradaki dört bölmeli ve beş öğeli oluşuma bir haç motifi olanak sağlar. Bunun en güzel örneklerini Halveti, Nakşibendi; Kadiri ya da Ethemi taçları oluşturur. Günümüz Döşemealtı halılarına gelince; onların zemininde de belirgin bir biçimde haç motifine rastlanır. Bir çok dokumada ise mandala motifine bağlantılı olarak ortaya çıkar. Sayılarını kolaylıkla çoğaltabileceğimiz tüm bu örnekler, binlerce yıldır kesintisiz süregelen bir düşünce ve geleneğin tanığı olmaktadır.

Haç planlı düzenlemelerin dinsel mimari yanında şehircilikte de önemli bir yeri vardır, ayrıca Asya kaynaklı birçok mandalaya esin kaynağı olmuştur. Haç simgeselliği dışında, tılsım olarak kem gözün en tehlikelisi sayılan ilk bakışı kendi üzerine çekebileceği gibi gözden çıkan uğursuz enerjiyi dört yöne dağıtabilir. Evlerde yufka ekmeği yapılırken saçın ve yeni yapılan binaların kapıları üstüne bir haç resminin güney-doğu Türkmen'lerince çizildiğini de anımsayalım. İran'da İklid'de, nazarı def etmek için bağ ve bahçeleri çevreleyen duvarlar iizeıine yumurta biçiminde bir daire, içine de bir haç çizilir (129-II/758). Haç imgesi, yukarıda geçtiği biçimiyle ister tılsım amaçlı ister bir simge olarak, yüzyıllar öncesinden günümüze kadar kullanılmaya devam etmektedir. Anadolu alanında gördüğümüz en eski motifler Ne?litik döneme tarihlenir. İ.Ö.2000-2500 yıllarına tarıhlenen Alacahöyük kral mezarlarından çıkarılan bazı güneş kurslarının ana bezemesini haç motifi oluşturur. Bir evren imgesi olarak kabul ettiğimiz

249

GAMALI HAÇ

Gamalı haç motifi içereıı Osmaııh dönemi tas.ıruıı. TSM H 1956

Karşıt yönlerde döı\eıı iki gamalı lmç motifi.

GAMALI HAÇ (sinistrorsum) gamalı haç motifi güneşle ilgili olup onun günlük dönüşünü ve eril enerjiyi temsil eder. Tersi yönde yani sola doğru bir devinim (dextrorsum) oluşturan motif ise ayı simgeler. Tersine dönüş dişil enerjiye karşılık geldiği gibi olumsuz etki olarak yorumlanır. Aynı zamanda geceyi de belirtmeye yarar. Dönme yönleri arasında fark bulunan her iki imge arasında kesin bir ayının vardır. En güzel anlatımına da Hindistan'da kavuşur. Saatin yönünde dönen gamalı haça Sanskritçe'de "svastika", sola dönene ise "saustika" adı verilir. Dönme olgusu ve yönünü vurgulayan kolların sayısı her motife göre değişiklik gösterir Bir gamalı haç genelde eşit uzunlukta dört, ender olarak da üç

En genel anlamıyla gamalı haç güneşin simgesidir. Daire içinde bulunan bir haç imgesi değişmez (statik) güneşi belirtirken, buna karşın gamalı haç ise devinim halindeki (dinamik) güneşin yerine geçer. Dönme devinimi durağan bir merkez noktası etrafında kıvrılan kollar yardımıyla gerçekleştirilir. Poyranm etrafında yer alan kollar kendi aralarında, çoğu zaman dik, ender olarak da değişik açılar oluşturur. Bu görünümüyle motif bir tekerleği andırdığı için, onun simgeselliğini de içerir. Gerçekte gamalı haç güneşin dönme devinimini belirtmek için ortaya çıkmıştır. Kollarının ucundaki çıkıntılarla belirlenen dönme yönü ya sağa ya da sola doğru olur. Kollan saat yönünde dönen

251



1

1

-

1

oluşturduğunu saptarız. Bu konumda sarmal biçim su çevrintisi, burgaç, anafor anlamlarını tamamlayıp doğrulanmış olur. B öylece kendiliğinden saımal ve ' gamalı haç motifleri arasında bir "iç içe" olma olgusu ortaya çıkar. Bu gösterge Amiet'in deyişiyle yaşamdaki kesintisiz devinimi de anlatabilir. Hindistan ikonografisinde tekerlek yerine geçtiğinde şakralar

-

1



Bir Penı dokumasında değişik bir gamalı lıaç. Hah 32-94

ya da çok kollu olabilir. Üç kollu olanı "triskele" adını alırken, çok kollusu ise bir gülçe (rosace)ye dönüşür. Bunlar dışında Anadolu ve Kafkaslar'da görüldüğü biçimiyle, iki kol merkezden hafifçe uzaklaşarak değişik bir görünüm de alabilir. Kol uçlarına gelince bunlar düz bir biçimde y a da eğik olarak kıvrılmış olabilir. B azılarında ise uçların daha da kıvrıldığı ya da üç benek, ufak bir daire ve dörtgen ile sona erdiği görülür. Kuşkusuz her birinin farklı bir anlamı olması gerekir. Ne yazık ki bu güne kadar, bunu tam olarak yorumlayan olmamıştır. Ancak dört kollu olmasının, dört ana yön ile ilişkili olması büyük olasılık taşımaktadır. Simgeye verilen "dört rüzgar yönü" adı da bunu doğrular gibi görünmektedir. "Güneş", "güneşin gücü" anlamım taşıyan motif yaratılışa değin su çevrintisi anlamına da gelebilir. Bu konumunda motif daha çok bir gülçe (rosace) ya da fırıldak gibi bir burgaç (anafor) bezeğine dönüşür. Orta çağ Hz. İsa betimlemelerinde ise yaratılış çevrintisini anlatılır. Bazı betimleri incelediğimizde dört kolun en uç kısımlarında bir sarmal görüntüsü

Muıg dönemi fırç.ı kutusu üzerinde betimlenmiş evrensel ağaç ile güneş ve ayın sim!!l'si genekli çifı sarmal. Hah 34- 14

Oldukça s61ize olmuş sanml ve iiç !>enek motifleri. Cami minl>eri l>ezemeleri. Rize. (105-41)

Bir Peru giysisi üzerinde çifı sarmal ve üç !>enek. Troı>eıımuseıunAııısıerdam. Halı 40-47.

yaratıldı" diyen Orhun yazıtları da bu kutsal üçlüden söz etmektedir. Sonuçta Asya halklarına özgü bir düşünce biçimi ile karşı karşıya bulunmaktayız. Buraya kadar ortaya konulan üçlü gruplandırmalar arasında bir ilişki ya da koşutluktan (paralellikten) söz edilebilir mi? Trikaya öğretisi ve Hıristiyanlar'ın üçleme (teslis) kavramı, Budist sanatındaki üçlü Buda grupları ve bazı dinsel üçlüler arasında bir çok araştırma yapılmıştır. Bu farklı çalışmalarda ya bir benzerliği ön plana çıkaranlar ya da bu kavramların farklı oluşumlar olduğunu ileri sürenler olmuştur. Değişik görüşlere karşın üç benek motifinin çok eski

tarihlerden beri varlığını saptıyoruz. Bazı uzmanlara göre bundan yirmi bin yıl öncesine dayanmaktadır. Elimizdeki en somut örneklerden birini eski Çin'deki Yang-şao kültürüne ait, içinde ölü küllerinin saklandığı bir toprak kap oluşturur. İ.Ö iki binli yıllara tarihlenen bu gömüt küpü üzerinde bir çift sarmal ve her iki ucunda ise üç benek motifi görülmektedir S. 286. Bu ölü kabı üzerinde görülen çift sarmal karşıt iki ögenin uyumlu bütünlüğünü, üç benek de evrensel bütünlüğü simgelediğine göre ikisinin kaynaşmasından oluşan yeni motifin karşıt güçlerin 288

_J

Bazı dokıımaLırıfa görülen üç benekli çift sarmallar: a- "Tekke" hahsı bordüründe Ming t'ang motifleri ile birlikte kıılLınılmış b- c- Konya, Aksaray kilimleri. Halı 40· 13

evrensel birliğini vurgulamak istediği ortadadır. Levi-Straus çift ve üçlülerin eş yapılı olduklarını ve her birinin gök ve yer, doğum ve ölüm arasındaki aracılık görevini üstlendiklerini belirtir (1 1 6-248). Bunun yanında triratna, trikaya, üç benek çift ya da tek sarmal, çintamani, mitsutomoe arasında bir ikonografik paralellikten de söz edilebilir. Sonuçta yüzyıllar boyu süren karşılıklı etkileşimler düşünsel ve biçimsel benzerlikler oluşmasına yol açmıştır. Araştırma alanını genişlettiğimizde, uçlarında üç benek içeren çift saımallara yalnız Çin'de rastlamayız. Stilize edilmiş bir biçimde 1 7 . yüzyıla

ait bir Peru dokumasında, Türkmen halılarında, değişik dönemlere tarihlenen Anadolu halı, kilimleri ile tahta işçiliğinde karşımıza çıkar. İleri derecede stilize edilmiş tasarımlarda üç noktanın üç çizgiye dönüştüğü olur. Kelt sanatının çift ve tek sarmal motifleri yanında daire içinde yer alan sarmal biçiminde üç nokta bezekleri sıkça kullandığını biliyoruz. Bazı ortaçağ minyatürlerinde de üçleme (trinite) öğretisi ile ilişkilendirilmiş çift sarmal motifleri görülür. Böylece iç içe geçmiş bu iki simgenin zaman ve mekan içinde büyük bir yaygınlık kazandığını saptamış oluyoruz. 289

DOKUMACILIK

Erciyes Dağı etekleriııde ollayan koyun�ır. Kayseri.

DOKUMACILIK Türkiye, Mısır, Çin, Mezopotamya, Hindistan, Peru gibi dünyanın birbirinden farklı kültüre sahip bir çok ülkesinde gün ışığına çıkarılan arkeolojik buluntular, tekstil (dokuma) tarihini çok gerilere götürmektedir. Günümüze kadar ele geçirilen en eski dokuma parçalan Çatalhöyük (Konya) te bulunmuştur. Bu arkeolojik kanıtlar İ.Ö.6000 yıllarına tarihlenmektedir. Ancak elyafın hangi tarihlerde ilk kez eğirilerek iplik haline dönüştürüldüğü halen kesinlik kazanmamıştır. Bilindiği gibi neolitik dönem; insanlık tarihine damgasını vurmuş değişme, buluş ve gelişmelerin çağıdır. Bu buluşlardan biri de ipliğe dönüştürülen yün elyafın tarihte ilk kez kumaş (bez) yapımında kullanılmış olmasıdır. Ağırşak, kirmen, iğ, tezgah ağırlıkları gibi dokumacılıkla ilgili çeşitli araç gereçler ise daha ileri çağlarda ele geçirilmiştir. Bu aletler dışında, kazılarda ortaya çıkarılan kilden tablet, heykel ve kabartmalar da dokumacılık sanatının Anadolu'da binlerce yıldır bilindiği ve uygulandığını kanıtlamış oldular. Dokuma ürünler, en basit görünümüyle, iki ayrı "iplik dizisi"nin birbiri içinden dik açı oluşturacak

ya da çaprazlama geçiıilmesi ile elde edilen tekstil yüzeyler (dokular)dır. Bunların temelini oluşturan "ikili iplik sistemi" nde dikey (boyuna) ipliklere çözgü, yatay (enine) olanlara ise atkı ipliği adı verilir. Zamanla bu yöntemle yapılan bez, kumaş, kilim türünde düz dokumalara aynca bir hav eklenerek halılar üretilmeye başlanmıştır. Teknik açıdan halının havı, dokuma sırasında bir üçüncü iplikle çözgülükler üzerine bir sıra düğüm atılmasıyla elde edilir. Kuşkusuz düğümleme yöntemi dokumacılıkta kullanılan en önemli buluşlardan biri olup, halıları diğer ürünlerden ayıran en temel özelliktir. Dokumacılık, ortaya çıktığı ilk günden günümüze dek, çeşitli kültürlerde çok zengin evrensel, dinsel, söylencebilimsel, büyüsel kökenli bir çok simgesellikle yüklenmiştir. Bu simgesellikteki anlam zenginliği, yapısından üretilmesine oradan kullanılan aletlere kadar bir çok ögeyi içermektedir. Dokumacılığın başlangıç tarihi her ne kadar kesin olarak bilinmese de söylenceler bu etkinliğin insanlara Tanrı ya da tanrılar tarafından öğretilmiş olduğundan söz eder. İşin ilginç yanı bu etkinliğin

291

ı-

_ _,_ 1-f-+--+ -I ,_ _ _ .1ı.--ı--1 f -" ,,+ .l--Pı� ,ı , ---..- '· I '-� -ı-- ı ·'t-t--t-t-t--t- 1 ı---..'

bütünlüğü oluşturduğunu fark ederiz. Sonuçta, Tanrı evreni yaratır ve insana düşen ethos (ahlaki amaç) Tanrı'yı öykünmek (taklit etmek)tir (179-375). Hiçbir işlem uygulanmamış karışık durumda, biçim kazanmamış hammadde, ister yün ister pamuk olsun, yaratma öncesi durum olan kargaşaya (kaos'a) karşılık gelir. Karmakarışık haldeki elyafı ipliğe dönüştürerek arkasından bir dokunmuş ürün elde etme uğraşı evrenin yaratılması ile eşdeğerde bir eylem olmaktadır. Bu nedenle çok eski ya da gelenekçi toplumlarda yün eğirme ve dokuma sıradan bir iş olmayıp, bir dinsel eylem ya da bir tören (ritüel) özelliğine bürünür. Bazı kültürlerde evrenin yaratılışı dokuma eylemi ile simgelenmiştir. Bu anlayışa göre evren devasa



,

'

Türkiye halılarıınıo dokuıouşırnu betimleyeıo gravür, lRyy. il Direxit'teıı

her değişik ülke söylencesinde birbirini andırır biçimde dile getirilmiş olmasıdır. Yün eğirerek iplik elde etme ve arkasından dokuma işleminin uygulanması basit bir uğraş olmayıp, "tanrısal bir etkinlik" tir. Her hangi bir malzemenin işlenerek ondan bir ürün elde etme işi bir "yaratma ey lemi"