Medeniyet ve Kapitalizm [PDF]


144 64 43MB

Turkish Pages [239]

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Table of contents :
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_001
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_002
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_003
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_004
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_005
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_006
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_007
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_008
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_009
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_010
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_011
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_012
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_013
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_014
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_015
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_016
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_017
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_018
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_019
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_020
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_021
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_022
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_023
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_024
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_025
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_026
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_027
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_028
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_029
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_030
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_031
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_032
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_033
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_034
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_035
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_036
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_037
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_038
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_039
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_040
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_041
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_042
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_043
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_044
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_045
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_046
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_047
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_048
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_049
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_050
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_051
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_052
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_053
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_054
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_055
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_056
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_057
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_058
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_059
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_060
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_061
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_062
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_063
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_064
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_065
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_066
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_067
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_068
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_069
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_070
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_071
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_072
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_073
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_074
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_075
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_076
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_077
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_078
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_079
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_080
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_081
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_082
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_083
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_084
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_085
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_086
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_087
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_088
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_089
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_090
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_091
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_092
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_093
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_094
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_095
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_096
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_097
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_098
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_099
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_100
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_101
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_102
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_103
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_104
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_105
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_106
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_107
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_108
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_109
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_110
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_111
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_112
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_113
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_114
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_115
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_116
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_117
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_118
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_119
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_120
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_121
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_122
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_123
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_124
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_125
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_126
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_127
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_128
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_129
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_130
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_131
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_132
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_133
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_134
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_135
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_136
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_137
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_138
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_139
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_140
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_141
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_142
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_143
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_144
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_145
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_146
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_147
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_148
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_149
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_150
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_151
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_152
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_153
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_154
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_155
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_156
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_157
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_158
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_159
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_160
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_161
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_162
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_163
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_164
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_165
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_166
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_167
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_168
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_169
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_170
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_171
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_172
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_173
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_174
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_175
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_176
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_177
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_178
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_179
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_180
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_181
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_182
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_183
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_184
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_185
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_186
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_187
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_188
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_189
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_190
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_191
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_192
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_193
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_194
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_195
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_196
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_197
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_198
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_199
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_200
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_201
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_202
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_203
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_204
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_205
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_206
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_207
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_208
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_209
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_210
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_211
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_212
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_213
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_214
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_215
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_216
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_217
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_218
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_219
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_220
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_221
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_222
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_223
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_224
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_225
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_226
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_227
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_228
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_229
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_230
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_231
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_232
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_233
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_234
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_235
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_236
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_237
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_238
Medeniyet ve Kapitalizm_Sayfa_239
Papiere empfehlen

Medeniyet ve Kapitalizm [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

Medeniyet ve Kapitalizm ------

Fernand Braudel



İçindekiler

Sunuş: Braudel'i Niçin Okumalıyız?/Mustafa Özel Birinci Bölüm

Maddi Medeniyet ve Kapitalizm Üzerine Düşünceler 1. Maddi Hayat Üzerine Düşünceler 21 2.

Piyasa Ekonomisi ve Kapitalizm 45

3. Kapitalizm ve

Dünyayı Taksim Etmek

78

İkinci Bölüm

Medeniyet ve Kapitalizm 4. Sayılann Ağırlığı 5. Para 6. Borsa

108

109 115

7. Piyasa ve Kapit alizm

128-

8. Üç Kelimenin Serüveni: Kapital,

Kapitalist, Kapitalizm

185

9. Medeniyetler Sadece Savaşmazlar

155 -

7

10. Hıristiyanlık ve Ticaret: Riba Üzeri ndeki Kavga 163 ll. Püritanizm Eşittir Kapitalizm mi?

169

12. Tatminkar Bir izah: Geriyedönük Co�fya 13. Kapitalizm Eşittir Rasyonalizm mi?

181

14. Quattrocento Floransa'sı:

Yeni bir Yaşama Sanatı 191 15. Avrupa Dışmda Kapitalizm:

Çin ve Japonya

197

16. Sanayi Devrimi ve Büyüme

213

Üçüncü Bölüm

Braudel Üzerine 17. Braudel ve Yeni TarihiPeter Burke

223

18. Braudel'in Kapitalizm Tahlili: Herşey

Tepetaklakllmmanuel Wallerstein 236

176

� Sunuş

Braudel'i Niçin Okumalıyız? MUSTAFA ÖZEL

Akdeniz'i ilitirasla seven bir köylü, şair ve tarihçi. Adı­ Cemil Meriç'ten duymuştum önce; Umrandan Uygarlı­ ğa'nın "Medeniyetlerin Ölümü" bahsi onunla taçlanıyordu. Sonra Ömer Lütfi Barkan'ın Boğaziçi'ndeki dersleri (197778). Lüks karton kapak içindeki iki ciltlik Akdeniz'i satın alamamıştun. Meriç'in Fransız Ansiklopedisi'nden aktar­ dığı sekiz sayfalık metin medeniyetler tarihine, dolayısıy­ la insanlığın geleceğine ışık tutan bir evrak-ı metruke. Ya­ zıda dikkatimi ilk çeken nokta, üstadın "'topyekUn. tarih" anlayışıydı: nı

İster medeniyet veya medeniyetler, ister kültür veya kül­ türler tarihi diyelim, bu özel tarih bir özel tarihler korteji veya orkestrası: Dil, edebiyat, ilim ler, sanat, hukuk, mües­ seseler, hassasiyet, ıidetler, teknikler, batı] inançlar, iti­ katlar, dinler, gündelik hayat ve bunlann tarihi. Bu alt­ bölgelerden her birinin kuraJlan, hedefleri, dili, akışı var kendine göre. Bunlan umumi tarihle nasıl uzlaştıracatız? Ritimleri farklı, ama hepsi de birbirine bqh. Medeniyet 7

başka bir tabirle, topyek1ln ta­ ayınnak mümkün mü? Medeniyet tarihi, sahnenin önüne reelin bazı cephelerini yani bazı hakikatlan iterek, bütünü izah etmek istiyor. Yani daima bütün söz konusu, derinliki ve her cephesiyle bütün. ı tarihini umumi tarihten, rihten

Braudel, Annales Iancasının diğer iki üstadından (Bloch ve Febvre) daha sistemli b içimde, geleneksel anla­ yışla siyasi, iktisadi, kültürel... alt-bölümlere ayn l an tari­ hi 'topyekün' bir toplum t arihi ne dönüştünDe peşindeydi. Hedefi, insanoğlunun geçmişinin bütün veçhelerini biribir­ leriyle bütünleştinnekti: ağırl ığı sıradan insanın ve bir bü­ tün olarak toplumun değişen çevresine ve hayat tarzına kaydıran bir entegrasyon. Histoire euenementielle ile, siya­ si hadi seleri onlan kuşatan ve şartıandıran fiziksel ve top­ lumsal çevreden soyutlanmış olarak ele alan tarihle ilgi­ lenmiyordu. Bu, Annales oku l unun temel yaklaşımıydı as­ lında. "Hiç kuşkusuz, siyasetle, sanatla ve fikirlerle ilgile­ niyorlardı, zira bunlar önemli beşeri faaliyetlerdir ve tarih her şeyden önce bir beşeriyet (insanlık) bilimi dir Ancak bu faali yetl er, bütün diğer beşeri faaliyetler gibi, zaman ve mekan taraôndan şartlandınlmaktadır. Bir çağda ve yer­ de düşünülebilir olan bir düşünce, bir diğer çağ ve yerde düşünülemezdir ve tarihçinin (tarihçi sıfatıyla) iş levi böy­ le bir düşün ce nin nesnel doğruluğunu veya yanlışlığını ilan etmek değil {zira tarihsel terimler her zaman için mutlak değil, görelidirler), aksine, be lirli bir çağda onlan d üş ünülebilir kılan şartlan belirtmek veya önermektir". 2 .

Bir çeşit topl umsal determinizm karşısındaymışız gibi geliyor insana. Ama beşeri hayatiyeti (vitality) tamamen kabul eden ve toplumsal determinizmi onunla sınırlayan bir anlayıştır bu. Kökenieri ve ilham kaynaklanyla Fran� sız olan bu tarihçiler, Trevor-Roper'in yerinde tesbitiyle, 8

şimdi artık uluslararası bir elit meydana getirmektedirler: Ayn ve belirgin bir felsefe, ortak bir sadakat, edebi bir \is­ lup. (Braudel'in kitaplannı -ne yazık ki İngilizce çevirile­ rinden- okuyuncaya kadar, ifadesindeki şiiriyeti Cemil Meriç'e atfediyordum. Okudu� metin iki şairin vusla­ tıymış meğer.) Annales lonc asını n sadakati, birbirinin ha­ lefi olan üç kurucu 'baba'yadır: Marc Bloch, Lucien F�bv­ re, Fern an d Braudel. Bu üçlünün arkasında ise onlan et­ kileyen veya yol gösteren daha eski hocal ar : Kurumsal ta­ rihte Fustel de Coulanges , iktisadi tarihte François Simi­ and, sosyolojide Emile Durkheim, coğrafyada Vidal la Blache ve pek azı tariçi o la n daha birçoklan. Çünkü Anna­ les zanaatçılan ilhamlanm tarihçiler kadar tarihçi olma­ yan düşünürlerden de alageldiler; onlannki bütün sınırla­ n çiğneyen ve bütün teknikleri kullanan bir tarih türüdür. Ama hangi tarih-dışı kaynaklar onu beslemiş olursa olsun, okulun kendisi es as olarak tarihseldir. Kurucu babalann başansı coğrafya, sosyoloji, hukuk ve fikirleri geniş tarih ırmağına katmış ve böyle yapmakla -en azından bazı ba­ Jomlardan tehlikeli biçimde kurumakta olan- ınnağın su­ yunu tazelemiş, beslemiş ve güçlen� olmaktır. 3 Üç Katlı Tarih Köşkü Braudel'e göre, dün, bugün ve yann birarada ele alın­ madıkça anlaşılamazlar. "Bugünü anlamak için bütün ta­ rihi seferber etmek zorundayız". Bu seferberlik sürecinde tarihi, farklı kademelerde oldukça farklı hızlada ilerleyen eşzamanlı süreçlere göre yeniden tasnif ediyordu. Bu çeşit­ li yönelimler üç ana kadernede meydana geliyor, tarihsel değişim süreçleri adeta üç katb bir binaya benziyordu: En alt katta, insanoğlunun tanmsal, 'denizsel' ve demografik çevresindeki ağır, uzun-vadeli değişmeler yer alıyordu. Ara katta, binlerce yıl boyunca değil de bir veya iki yüzyıl 9

içinde vuku bulan orta-vadeli iktisadi ve kültürel kayma­ lar bulunuyordu. Üst kata ise bütün kısa-vadeli dalgalan­ malar ve geleneksel anlamdaki 'hadiseler' yerleşiyordu. "Tarihe bu nevzuhur yaklaşım Braudel'in ikinci büyük eserinde daha da geliştirildi. Maddi Medeniyet ue Kapita­ lizm, genel ol arak Orta Çağiann sonlanndan Sanayi Dev­ rimine kadar dünya ekonomisi ve dünya to pl umunun evri­ mini ele alan bir ş aheserdi r. To plu msal de ğişmenin belirle­ yicileri olarak maddi faktörler üzerindeki ısranna ve Marx' tan ödünç kavramlar almadaki rahatlığına rağmen, Braudel'in sistemi -sınıf çatışmasına hiçbir merkezi rol vennediği için- esas olarak Marxist geleneğin o l dukça dı­ şında kalmaktadır." "

Braudel'in dili, tıpkı muhayyilesi gibi, özel liği olan bir dildir. Akdeniz'in iki cildi içinde zavallı Il. Filip'e ancak sı­ nırlı bir rol verilirken, Maddi Medeniyet ve Kapitalizm'de neredeyse gerçek ki şil er yoktur. Dramm kahramanlan

buğday, pirinç, veba, para,· kambiyo senedi, teknoloji ve ta­ bannma, giyim eşyası, vesairedir: "Buğdayın af­

şımacılık,

fedilmez kusuru, düşük verimiydi"; "Pirinç gaddar ve insa­ nı kö lele ştiren bir üründür". 15 Braudel, her şeyden önce tarihle sos;Yolojiyi birl eştirip bir tek düşünsel serüvene dönüştürmek istiyordu; bunlar "'aynı kumaşın tersi ve yüzü deği l , bizzat o kuma'ın mad­ desi, ipliğinin tüm cevheri" idiler. Böyle bir iddia tartışma­ lı ve söze sığmaz olsa bile, bir a rzuy u , değişik beşeri bilim­ ler arasındaki birliği gözl eyen mütehakkim bir arzuyu ye­ rine getirmekle, bu bilimlerin kendilerini ortak bir pazar­ dan ziyade ortak bir sonınsala arz etmelerini sağlamakta , onları sahte meselelerden ve işe yaramaz bilgi yılınlann­

dan kurtarmaktadır.6

10

Tefekkür

Kaynağı Akdeniz

Braudel'in ilk aşkı, Akdeniz.

Karşı

kıyıdan (Ceza­

yir'den), tepetaklak seyredilen Akdeniz. "Ömrümün o yıl­

iannda (1930 dolaylan) gözlerimin önündeki toplumsal, si­ yasal ve kolonyal dramı anlamıyordum. Vicdan azabı ora­ ya yirmi yıl sonra gelecekti. 1930 dolayında, Benjamin Cremieux ders vermek için Cezayir'e ayak bastığında, Rudyard Kipling'e telgraf çekiyordu: "Cezayir'e vasıl ol­ makla, Fransa'yı anlamaya başladım". Kipiing ve İngilte­ re Hi ndistan'a sahiptiler ve duru bir vicdana. Ve İngilte­ re için varlığının izahıydı Hindistan.''7 -

Akdeniz'i esir kam pın da yazar Braudel; önce Mainz'de­ dir (1940-42), sonra Lübeck'te özel bir kam pta (1942-45). İspanyol arşivlerinde otuzlu yıllar boyunca "kilometrelerce mikrofilm çekmiş" ve bunl an zihnine kazımıştır. "Hapis­ hane iyi bir okul olabilir; sabır ve hoşgörü öğreten bir okul." O uzun yıllar boyunca Braudel'e yoldaşlık eden, "ke­ limenin hakiki e ti moloji k anlamıyla, zihnini başka şeylere vermekten alıkoyan", Akdeniz olmuş. Defter üstüne defter doldurup Lu ci e n nbvre'e göndermiş. "Eğer mahpusluğum olmasaydı, muhakkak ki çok değişik bir kitap yazmış olur­ dum•. Floransalı gen ç bir felsefeci Akdeniz'in yazdış hikAye­ sini öirenince şaşkınlığını gizleyememiş: "O kitabı hapis­

hanede mi yazdınız? Ah, demek bu yüzden beni hep bir te­ fekkür kitabı olarak etkiliyordu.• Evet, diyor Braudel, "za­ man

ve

mekAnda benden çok uzaklarda da olsa, yıllar yılı

Akdeniz'i düşündüm, başbaşa yaşadım onunla. Tarih görü­

şüm kesin biçimini ben tam anlamıyla farkında olmaksı­

zın aldı: Kısmen, hakkındaki hiçbir geleneksel tarihi açık­ kuşatıcı görünmediii Akdeniz'e doğrudan düşünsel bir cevap olaM. kısmen de içinden geçmekte ol-

lamanın bana

ll

duğum trajik zamanlara doğrudan varolu1f8al bir cevap olarak.."B ll. Filip Döneminde Akdeniz

ve

Akdeniz Dünyası önce

1947 yılında doktora tezi olarak savunuldu ve iki yıl sonra yayımlanarak ya zanna kısa zamanda haklı bir şöhret ka­ zandırdı. Gözden geçiri lm iş ve önemli ölçüde genişletilmiş ikinci baskısı 1966'da yayımlanan bu m ua zzam. çalı ş ma da Braudel, Akdeniz top lumunun XVI. yüzyıldaki inhitatını ve bu gerneyişin sonuçlarım inceleyerek, iktisadi, demog­ rafik, kültürel ve siyasal v eril erin ve b unlann yorumunun eşsiz bir sentezini yaptı . Kırk yıl aradan sonra, Türkçeye kazandınlan bu abidevi esere (Barkan hocanın 195l'de yazdığı değerlendirmeyle beraber) sahip olduğumuz için9, sözü uzatınadan ikinci büyük çalışmaya geçiyorum.

Dünyayı Tartan Bir Kitap Maddi Medeniyet

re

ve

Kapitalizm, 1952'de Lucien Febv­

tarafından Braudel'e •ısmarlanan' bir çalışma.

"Başlan­

gıçta nasıl sonugelmez bir serüvene atılmakta oldu ğum a

bir fikrim yoktu. Benden beklenen, sanayi-öncesi Av­ rupa'nın i ktisadi tarihi üzerine yapılmış çalışmalann bir özetini sunmaktı. Ancak dönüp dönüp kaynaklara geri git­ me ihtiy acım duymakla kalmadım, itiraf ed erim ki ne ka­ dar arqtırdıysam, XV-XVUI. yüzyıllar arasınd aki iktisa­ di gerçeklikleri doğrudan gözlemekle o kadar canı sıkkın h8.le geldim. Sıkıntımın s ebebi , gözledi!im gerçekliklerin, olan biten hakkınd aki klasik ve geleneksel teorilere ya uy­ madıiı ya da onlara tamamen ten düş tüğüyd ü : S öz kon u­ su teoriler ister Werner Sombart'm, ister Jo se f Kulisc­ her'in olsun; hatta, ekonomiyi, bağiamından meşru biçim­ 'de kopaniabilen ve k endi başma ölç üle bilen (çünkü hiçbir şey istati stiğe dökülmeden anlaşılabilir dejildir!) homojen dair

12

bir gerçeklik o larak görmeye meyyal iktisatçılann görüşle­

rine de ters düşüyordum. •ıo

1952'de tasari anınaya başlanan eser 1979'da tam amla ­ rup yayımlanabildi. Çeyrek yüzyıllık disiplinlerarası yo­

ğun bir ç abayla ortaya çıkan kitap üç

ciltten oluşuyor:

ı. Günlük Hayatın Yapıları: Mümk.ünün Sımrları; 2. Tica­ retin Tekerleri; 3.

Dünyanın

Görünüşü. Braudel'in ifade­

az açık sözlüdürler

ve tematik araştırma adına layıktırlar.

siyle, üçüncü cilt uluslararası eko nominin biçiml eri

ve bir­ biri ardınca gelen üstünlük e ği liml erinin kronolojik ince­ lenm esidir. Tek kelimeyle, tarihtir. İlk iki cilt ise ç ok daha İlk cilt bir çeşit 'dünyanın tartılması'dır ( Pierre Chaunu): Sanayi-öncesi dünyada

mümkün olanın sımrlarının değer­

lendirilmesi. Bu sınırlardan biri o çağlar boyunca 'maddi hayat' tarafından işgal edilen m uazzam mekAndır.

İkinci cilt piyasa ekonomisi ile kapitalizmi karşılaştırmaktadır. Bu iki üst katmanı birbirinden ayınnak ve onları biribirle­ riyle alakalan çerçevesinde, hem çakıştıkları hem de ayrıl­ dıkları yer lerde açıklamak

son derece önemlidir.

Eğer kapitalizm ile piyasa ekonomisi arasında umumiyet­ hiçbir aynm yapılmıyoras, bu her ikisinin de Ortaçağ­ lardan bugüne aynı hızla Ileri doğru gitmelllnden ve kapi­ talizmin çoğu kez iktiB&di ilerlemenin güdüleyici kuvveti yahut çiçeklenmesi olarak sunulmasındandır. Gerçekte, herşey maddi hayatın o geniş sırtı üzerinde duruyordu; maddi hayat genişlediği zaman. heı,ey ileri doğru gidiyor­ du, piyasa ekonomisi de hızla genitleyerek maddi hayat le

pahasına mesafe katediyordu. ıı

Braudel,

kapitalizmin

temel

niteliği

h u sus un d a

Schumpeter'in kanaatini paylaşmaktadır: o bir aile servet-­

leri medeniyetidir. Kapitalizm, piyasa ekonomisi al eyhine 13

işleyen, rekabeti mümkün olduğunca ortadan kaldıran bir rejimdir. Bunu da, her zaman olmasa da, çoğu kez devletin katkısıyla başanr. "Kapitalizm ancak devlet ile özdeş hAle geldiği zaman, kendisi devlet olduğu zaman muzaffer olur."12 Max Weber kapitalizmin ruhunu Reformasyona ham­ lediyordu, Werner Sambart Rönes ansa. B raudel, bu tartış­ manın temelsizliğini ortaya ko yuy or. Max Weber için 1904'te ve Werner Sombart için 1912'de Avrupa'nın dünyanın, bilimin, aklın ve mantığın zorunlu

merkezi oldu�nu hissetmek tamamen normaldi. Ama biz o eski nefs emniyetini ve üstünlük kompleksini yitirdik.

Öyle ya, bir medeniyet bütün zamanlar için bir diğerinden

niçin

daha kavrayışh ve rasyonel olsun?ı3

Weber ve Sambart için, hemen hemen tü m Batılı çağ­ daşlan gibi, kapitalizmin tabiatma dair izahlar "Batı kafa­ sı"nm tartışılmaz yapısal üstünlüğü ile alakab olmak zo­ rundaydı. Weber için bir zirveydi kapitalizm, terakkinin son safhasıydı. Üçüncü dünyanın "Batıcı" aydınlan (İslam modemİstleri dahil) çoğunlukla Weber ile aynı çizgideydi­ ler; hem pi yasa ekonomisiyle kapitalizmi bir sayıyor, hem bu ikincisini hiçbir zaman nazik ve mu hte m el en geçici bir rejim ol arak gönnüyorlardı. Braudel ise son derece taraf­ sız ve soğukkanlıdır: Bugün kapitalizm dediğimiz ol guda ölüm ve her h alüklir­

da dönüşüm serileri artık o kadar ihtimal dışı gözükmü­ yor. Onlann gözlerimizin önünde meydana gelmekte ol­

duklannı görebiliyoruz. Kapitalizm her halükarda bize ta­ rihsel evrim içinde son söz olarak gözükmüyor artık. 14

14

Batımn

İslim'a Borcu

Braudel'e göre, medeniyet "biriken ve m iras bırakılan irfan•dır. Hem sürekli, hem detişmekte olanı bünyesinde banndınr; kültürel mallan hem ithal hem ihraç eder. Ve "'batı kapitalizminde ithal kökenli ne varsa, mahreci is­ lam'dır." Kambiyo senedi (süftece), commenda adıyla bili­

nen sermaye ortaklığı (mudaraba), önden satış (m.ohatra); kAğı t, pamuk, Arap rakamları, abaküs, İsli.m vasıtasıyla keşfedilen Yunan bilimi, barut, pus ula...

piri n ç, ipek, şeker kamışı,

Bu ödünçlerin varlı� kabul etmek Batı tarihinin, Batımn rasyon aliteye doğru giden yolda tekbaşına yürü­ yen öncü dahi ve hocasız m uci t olduğu tarzındaki gel ene k­ sel izahlarma sırtımızı çevirmek demektir. İtalyan şehir­ devletlerinin modern ticaret hayatının araçl arını icat et­

miş olduklan iddiasını reddetm ek demektir. Ve bu, mantı­ ken, Roma İmparatorluğu'nun ilerlemenin beşie-i olm a ro­ lünü reddetme nokta sına kadar gider·l6

İslam bir ticaret medeniyetiydi. "Müslüman tacirler en eski devrilerden itibaren, Avrupa'da nadiren görülen bir itibara sahiptiler." Ama İslam da, tıpkı Hıistiyanlık gibi, riba duvarına çarpıyordu: "Madeni paranın dol anımıyla

bulaşan ve her tarafa yayılan bir hastalık olan riba". İslam dünyası dinar (altın p ara) ve dirhem (gümüş para)leriyle üstün bir iktisadi konumdaydı ve adeta sonraki asırların Avrupa ekonQ.misini haber veriyordu. "Erken dönem Avru­ pa kapitalizminin uzu n mesafeli ticareti Roma İmparator­ lu ğu'n un mirası değildi. Onbir ve onikinci yüzyıllardaki büyük

İslam çağından devralmdı". Braudel, Avrupa'nın çı­

raklıktan k urtu lma tarihi olarak 1252'yi veriyor: B atı'nın yeniden altın para dar betmeye

başladıA'ı yıl. 15

Hatime Braudel'in tarih yöntemi ne ölçüde ikna edicidir? J.l. Israel'in belirttiği gibi, ilk eserindeki bazı zaaflar ikinci eserinde daha da belirginleşmiş durumdadır. Aynntıların daha az emin şekilde kavranması, veri olarak kullanılan olgular ve bu ol gulan n yorumlannda düşülen sık hatalar ve genelde çok daha az ikna edici deA'erlendinneler ikinci eserin değerini ciddi ölçüde azaltmaktadır. Siyasetin, as­ keri gücün ve 'hadiseler'in sosyo-ekonomik gelişme üzerin­ deki etkileri bu derece küçümsenebilir mi? Bu küçümseme kaçınılmaz surette yanılgı ve çarpıtmalara yol açmaz mı? Braudel'in şakirtleri şimdi bu sorulara mümkün cevaplar bulma yolunda seferber olmuş durumdadırlar. Kulaklann­ da 'baba1annın unutulmaz öğüdü: "Tarihçiler için, bütün di�r sosyal

bilimciler için ve bütün nesnel bilimciler için

keşfedilecek yeni bir Amerika her zaman olacaktır".

1. Femand Braudel.

"Medeniyetler Tarihi:

Bugünü

Aydınlatan

Dün,• Fransız Anaiklopedisi, XX. cilt, V. bölüm. Aktaran: Cemi)

Meriç, Umrundan Uygarlıla, İstanbul, 1979

(3.

basla), a. 104·

112. 2. H.R. Trevor-Roper, MFemand Braudel, the Annales, and the Me· diterranean," JournaL

3. Ag.m.,

a.

of Mockrn History,

Vol. 44 (1972),

469.

468.

4. J.L Iarael, �emand Braudeı•, The

Social

Science

Ed. A and J. Kuper, RKP, London, 1984, s. 78-79. 5.

a.

En.cyclopedio.,

Braudel'den nakleden Olwen Huftoa, •Femand B raudel ," Past

and PresenJ, 112 (Auguat 1986),

s.

211.

6. Femand Braudel, On History, tr. S. Matthewa, University of Chi­ cago Press , 1980,

B.

69.

7.

Femand Braudel, "Personal Thstimony,• Journal ofMockrn Hu­ tory, Vol. 44 (1972), a. 451.

8.

A.g.m.,

16

B.

453-4.

9.

F.

Braudel, Akdeniz

ı.ıe

Aluleraiz

Darıyosı, Çev.

M. Ali Kılıçbay,

Eren Yay., İstanbul, 1989-90. 10.

F.

Braudel, Ciuilizotiorı and Copitolillm, tr. Sian Reynolds, Fon­

tana,Londra, I981,ciltl,8.23.

ll. F.

Braudel, A{lertlwughts orı Moteritıl Ciuilizotiorı orıd Copito-

lism,

tr. P.M.

12. A.g.e., 8.

13. F.

Ranum, John Hopkin8 Unv. Preu, 1977,

8.

63.

M.

Braudel, Ciuilizotiorı, cilt Il,

8.

581.

14. Ag.e., 8. 581.

15. Ag.e., 8. 556.

17

BİRİNCİ BÖLÜM

Maddı Medeniyet ve Kapitalizm Üzerine Düşünceler

1 �

Maddi Hayat Üzerine Düşünceler

Bu uzun ve cüretkar görev üzerinde

ilk defa yıllar

ön­

ce, 1950'de düşünmeye başladım. O zaman bu konuyu ba­ na, bir genel tarihi çalışmalar dizisi, Destins du Monde, tasariarnaya henüz başl amış olan Lucien Febvre önermiş, daha doğrusu yüklemişti ( editörünün 1956'da ölümüyle di­

ziyi sürdürme zorlu görevi bana verildi). Lticien Febvre be­

nim kitabıma eşlik etmek ve onu tamamlamak üzere Wes­

tern Thought and Belief. 1400-1800 başlıklı bir kitap yaz­ mayı tasarlıyordu. Maalesef, kitabı hiçbir zaman yayun­ lanmayacak. Benim eserim ise böylece bu ilave boyuttan telafi

edilemez biçimde yoksun kaldı.

Bununla beraber esas olarak iktisadi tarihle sınırlı ol­ . sa da, Civilisation Materielle et Capitalisme bana birçok so­ runlar çıkardı. Gözden geçirilmesi ve anlqılması gereken muazzam miktarda belge vardı; kOnu tartışma doğuruyor, yavaş yavaş ve bazan loskanarak da olsa diğer sosyal bi­ limleri kendine eklernlemesi gereken sürekli gelişim halin­ deki tarihyazımı durmaksızın güçlükler çıkanyordu.

durmaksızın

Hiç

gelişen ve bir yıldan diğerine hiçbir zaman kalmayan bu tarihy a..zıımna anCak koşarak ve rutin görevlerimizi ihmal etme pahasına, kendimizi, iyi ya da köaynı

21

tü, sürekli değişen talep ve baştançıkannalara u y ariaya­ rak ayak uydurabiliriz. Sirenierin çağnama kulak verdi­

ğim için çok mutluyum. Ve t>u minval üzere yıllar ge li p geç­ ti. Limana hiçbir zaman erişerneme umutsuzluğuna kapıl­ dım. La Mediterranee* üzerinde yirmi beş yıl çalıştım; bir

o kadar da Civilisation Matirielle et Capitalisme** üzerin­ de. Hiç şüphesiz çok uzun bir zaman bu. Henüz

gelişimini sürdüren

bir alan olan iktisadi tarih

paldır küldür önyargılara çarpmaktadır. Soylu yahut haki­

mıine, yani haşmetli tarih değildir o. Soylu tarih Lucien Febvre'in inşa

etmekte

o ld ugu gemiydi: J aco b Fugger'in

değil, Martin Luther ve François fıa belais 'i n yer aldığı t a­ rih. İster soylu ister değil, yahut diğer tarih biçimlerinden daha az haltimane olsa da, iktisadi tarih gene de tarihçi­ nin zanaatında içkin sorunların tümünü içine almaktadır: Belirli bir görüş açısından görülen , insanoğlunun

topye­

kün tarihi. Hem büyük aktörler -Jacque s Coeur veya John Law- diye gördüğümüz kişilerin, hem büyük hadi­ selerin tarihidir. ,.Conjonktürlerin"*** ve iktisadi krizierin {•) La M�diterranee et lee monde miditerram!en ci l'ipoque de Philip­ pe

ll.

!İkinci Filip Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası), 1949, Gözden geçiıilmiş ve genişletilmiş ikinci baskı, 1966. İngilizce çevıri, 1972 (Siin ReynoldsJ. Türkçe Çeviıi: Mehmet Ali Kıhçbay, Eren Yay. is­ tanbul, 1989-1990)

(Maddi Medeni­ Önceden 1967'de yayımlanan ve 1973'te Capitnli:ım and Mater�al Life, 1400-1800 başh!ıyla Miriam Koçhan tarafından İngili.zceye çevrilen eııerin tamamı 1981-84 ara­ suula Siin Reynolds tarafından Ciuili�ation and capilali.sm: 15th1Bth aıntury bqhğıyla ingilizeeye çevrildi (3 cilt). Civilization materielle et capitalisml!, 1400-1800 yet

ve

Kapitalizm, 1400-1800), 1979.

Bu terim

dine bakınız, 165-171.)

22

için,

s.

SiAn Reynold's'an Akdeniz çevirisinin

892-900.

(Kılıçbay'ın Türkçe çevirisinde,

ikinci cil­ cilt., s.

ll.

tarihidir, çok, birçok yıllar boyunca evrilen geniş ve yapı­ yüz­

sal tarihtir. Hatta, mesele bundan ibarettir, zira dört yıl boyunca bütün

dünyayla uğraştığımız

zaman, böyle bir

olgular ve açıklamalar dosyasını nasıl düzenleyebiliriz? Seçmek zorundayız. Ben de uzun-vadeli dengeler ve den­ gesizliklerle uğraşmayı seçtim. Bana

göre,

sanayi-öncesi

e ko n om inin temel özelliği h8la ilkelliğini sürdüren

bir eko­ nominin karakteristiği olan esneksizlik, atalet ve ağır i şle­ yişin, modem büyümenin karakteristiği olan yönelimlerle -sınırlı ve azınlıkta da olsa, etkin ve güçlü yönelimlerle­ beraber yaşamasıdır. Bir

d eyse özerk bir biçimde,

yanda ,

köylüler köylerinde nere­

hemen hemen

bir otarşi içinde ya­

şarken, diğer yanda, piyasa-yönlü bir ekonomi ve genişle­

m�kte olan bir kapitalizm yayılmaya başlıyordu; tedricen içinde yaşamakta olduğumuz dünyayı inşA eden ve o erken �hte bugünkü dünyamızı canlandıran bir ekonomi ve kapitalizm. Böylece iki evrene, biribirine yabancı, ama herbirinin

bütünü diğerini açıklayan iki

hayat biçimine

sahip olmaktayız. İşe ataletler (inertia) ile başlamak istiyordum -ilk

ba­

kışta, bu oyunda bir aktör olmaktan çok figüran olan insa­ noğlunun açık biçimde farkedemeyeceği kadar gerilere gi­ den oldukça belirsiz bir tarih türü. 19()7'de yayı m l anan eserimin birinci cil di n d e açıklamaya giriştiğim buydu ; 1973'teki İngilizce baskının başlık sayfası altbaşlığı atla­

"Mümkün ve Mümkün Olmayan: Günlük Hayatla­ nyla Yüzyüze İnsanlar." Öyle sanıyorum ki, "Günlük Ha­ yatın Yapılan" demem daha iyi olurdu. Önemli değil. Araş­ tırınanın ken d isi öngörülemez olduğunu, boşlukl ar, tuzak­ lar ve muhtemel yanlı ş anlamalarla dolu olduğunu ortaya koyuyorduysa da, araştırmarnın amacı açıktı. Hatta, kul­ landığım bütün anahtar kelimeler -yapı, şuursuzluk, mıştı:

günden-güne-lik, derinlik- bizzat belirsizdirler. Ve her ne 23

kadar psikanalitik şuursuzluk biçimi de devreye giriyor ve her ne kadar varlığı Cari Gustav Jung'a öylesine işkence çektiren kollektif şuursuzluk da tanımlanma, keşfedilme ve tamamlanma ihtiyacı gösteriyorsa da, psikanalizin "şu­ ursuzluk" kavramını kasdetmiyoruın. Ama bu muazzam genişlikteki konu bölük pörçük edilmeden nadiren ele alı­ nabilmektedir. HaJa tarihçisini bekliyor. Kendimi maddi (dokunulabilir) ölçütlerle sınırladım. Günlük hayatla, hayatın, varlıklannın farkında bile değil­

ken bizi denetim altına alan veçheleriyle başladım: Alış­ kanlıklar yahut daha doğrusu rutin- kişinin bir karar bi­ le vermeden çiçeklenen ve olgunlaşan o binlerce eylem, tam anlamıyla farkında bile almadığımız eylemler. İnsa­ noğlunun günlük rutine belden yukan daldığını düşünü­ yorum. Tevarüs ettiğimiz sayısız eylemler, birikmiş ve bu­ güne değin birbiri ardınca tekrarlanmı ş öte-beri (fikir ve hareketler) alışkanlık haline gelirler: Yaşamaımza destek olan, bizi mahpus eden ve ömrümüz boyunca bizim namı­ mıza karar veren alışkanlıklar. Bu eylemler, düşünebilece­ ğimizden daha sık bir biçimde insanlık tarihinin başlangı­ cına geri giden teşvikler, genel eğilimler, modeller ve etki­ me ve tepkimelerdir. Kadim olmakla beraber haJa canlı olan bu yüzyıllar süren geçmiş, Amazon Nehri'nin dalgalı sulannın büyük selini Atiantik Okyanusu'na dökmesi gibi bugüne akmaktadır. Bütün bunlan uygun fakat kusurlu "maddi hayat" baş­ lığı altında zaptetmeye teşebbüs ettim (çok geniş bir anla­ ma sahip bütün kelimeler kusurludurlar). Şüphesiz bu, in­ sanın faal hayatının bir veçhesidir yalnızca, zira alışkanlı­ lım kölesi olduğu kadar derin biçimde yenilikçidir insan. Araştırmaının başlannda bu yaşanmaktan çok maruz ka­ lman hayatın nerede üstün geldiğini ve nerede gözden kaybolduğunu belirlemekle ilgilenmiyordum. Bu umum.i'24

yetle pek zayıf farkedilen kayıtsızca-yaşanan tarih kütle­ sini gönne k ve başkalannın görmesini sağlamak istiyor­ dum. Ona dalmak ve onunla aşina olmak istiyordum. Son­ ra, ve ancak sonra, sudan çıkma zamanım gelecekti. Bu çe­

şit bir skuba-dalış seferini tamamladıktan hemen sonra, dalgıç kadim sularda olduğu derin izlenimini ediniyor: Bir anlamda yaşı olmayan bir tarihin ortasında sondaj yap­ maktadır, iki, üç, hatta on asır önce de karşılaşabileceği ve burada yinninci yüzyılda zaman zaman kısa aralıklarla gözüne ilişen bir tarih. Anladığım biçimiyle bu maddi ha­ yat, insanoğlunun önceki tarihinin seyri boyunca bizzat kendi varlığının bir parçası kıldıp, bir şekilde bedeninin içine aldığı, geçmişin deneylerini ve caniandıncı tecrübele­ rini günlük, banal zaruretlere dönüştüren hayattır. Onun için artık kimse onlara yakından dikkat etmemektedir. ı. Birinci

cildimin bölümlerinin temas1 budur.

başlıklan içeriklerini açığa vunn aktadır,

bütününü işleyen

Bölüm

maddi hayatm

ve ileri d� iten müphem kuvvetlerin

aynntıh bir listesi, ve maddi hayatın ötesinde yahut üs­ tünde, topyekün insanlık tarihi.

Birinci bölümün başlığı ..Sayılann Ağırbğı"dır. En ka­ tıksız biçimiyle biyolojik düıtü insanoğlunu diğer bütün canlı yaratıklar gibi (kendini) yeniden üretmeye mecbur etti - Georges Lefebvre'nin eskiden dedi� gibi, bahar doğrulumu (tropism). Ama başka doğrulumlar, başka de­ terminizm (belirleyicili.k)ier de vardır. Bireylerin kendileri olan-bitenin farkında olmasalar da, daimi hareket halin­ deki bu insanlık insanoğlunun kader yolunun büyük bir bölümünü kontrol etmektedir. Belirli genel şartlar verilin­ ce, ellerinde mevcut kaynaklara ve yapılacak iş miktanna göre, insanlar ya çok sayıya ulaşırlar veya yeterince sayı25.

da olmazlar: demografik mekanizm anın dengeele

kalması

gözetilir, ama denge nadiren başanhr. Avrupa'da

insania­

nn sayısı 1450'den sonra hızla arttı, çünkü Kara Ölüm'ün (Veba) ardından insanlık biP önceki yüzyılda utradığı bü­ yük h ayat kayıplannı dengelerneye zorlandı ve buna güç yetirdi. Bu nekahet sonraki büyük düşüşe (c ezir) kadar de­ vam etti. Sanki planlanmış gibi -yahut tarihçitere öyle geli yor yek dilerini izl eyerek bu cezir ve medler onseki­ zinci yüzyıla kadar işlemelerini sürdüren uzun-vadeli yö­ nelimlerin kurallannı göstermektedirler. Onsekizinci yüz­ yıldan önce, imkinsızın sınırlan aşılmış ve o zamana ka­ dar aşılamaz olan nüfus tavanı delinmiş d eğildi O zaman­ dan beri, nüfus bir mola verme veya tırmanışte geriye dön­ -

.

me olmaksızın sürekli olarak yükseldi. Böyle bir ters dön­ menin gelecekte wku bulması mümkün olab ili r mi? Onsekizinci yüzyıla kadar nüfus neredeyse ele gelmez

bir d ai re içinde mahpustu. Ne zaman dairenin çevresine kadar genişlediyse, neredeyse derhal kısa keser ve sonra geri çekilirdi. Dengeyi d üzeltme yollan ve fırsatlan da ek­ sik değildi: aşın yoksulluk, kıtlık, açlık, her günkü zor ya­ şama şartlan, savaş ve son -ama en önemli- olarak da

sürekli bir hastalık akıntısı. Bu hastalıklara bugün de hA­ lA rastlanmaktadır, ama dün bunlar birer kıyamet alanıeti afet idiler: onsekizinci yüayıla kadar Avru pa yı yaygın (epi­ deınic) boyutlarda düzenli biçimde silip süpüren veba; Na· polyon ve ordusunu Rusya içlerinde felce uğratmak için kıt ile el ele veren tiflis; belirli bölgelerde her zaman görülen (endeınic) tifo ve çiçek; kırsal kesimlerde erken bir tarihte ortaya çıkan ve ondukuzuncu yüzyıl dalaylannda şe hirleri '

silip süpürerek seçkin

romantik

hastalık

haline gelen

ve­

rem; ve zührevi (ciruıel i�kiyle bulaşan) hastalıklar, özel­ likle, Amerika'nın keffinden sonra yeniden dotan - daha dotrusu,

26

mikrobun çetiıleri bir araya gelince patlayan-

frengi (syphilis). Zayıfhıfzıssıhha ve mikrop bulaştıran iç­ me suyu her şeyin üstüne tüy dikiyordu. Doğduğu andan itibaren o kadar nazik olan insanoğlu bütün bu saldırılardan nasıl sakınabilirdi? Bugün ve dün belirli azgelişmiş ülkelerde olduğu gibi, çocuk ölümleri aşı­ rıydı ve genel olarak sağlık istikrarsızdı. Onaltıncı yüzyıla kadar uzanan yüzlerce otopsi kaydı bugüne ulaşmış bulu­ nuyor, dehşet veren otopsiler. Sakatlıklann, bünyeyi zaafa uğratan hastalıkların, deri hastalıklanmn, akciğer ve ba­ ğırsaklardaki anormal ölçüde geniş parazit kolonilerinin bu tasvirleri yinninci yüzyıl doktorunu hayrete düşürür. Böylece, yakın zamanlara kadar insanoğlunun tarihi amansız biçimde kötü sağlık şartlan tarafından idare edi­ le geldi. "Kaç insan vardı? Ne gibi hastalıkları vardı? Bu talihsizliklerden sa'kınabilirler miydi?" diye sorduğumuz zaman bunu aklımızda tutmalıyız. Maddi Hayat'm müteakip bölümlerinin ortaya attığı sorular arasında şunlar var: İnsanlar ne yiyorlardı? Ne içi­

yorlardı? Nasıl giyiniyorlardı? Evleri neye benziyordu? Münasebetsiz sorular, zira homo historicus ne yer ne de içer. Ama, çok zaman önce birileri "Der Mensch ist was er isst; demişti: "İnsanoğlu ne yiyorsa odur." Belki aslında Alman sözdiziminin mümkün kıldığı cinas zevki için söy­ lenıniş bu söz. Ama gene de büyük bir sayıdaki yiyecekle­ rin ortaya çıkışım sadece menkıbe kabilinden tarih olarak t.elakki edebileceğimizi sanmı yorum. Şeker, kahve, çay ve alkolün her birinin tarih üzerinde uzun-vadeli ve çok önemli etkileri vard1. Her ışey bir yana, tahılın, geçmişte yiyecek sağlayan temel bitkilerin muazzam önemini &bart­ mak imkansızdır. Buğday, pirinç ve mısır çok uzun zaman önce yapılmış üç kesin seçimi göstermektedirler. Bir mede­ niyette bir tahılın üstünlüğü, yüzyıllar süren bir dönem boyunca meydana gelen "birikintilerin,. {Fransa'nm en bü27

yük coğrafyacısı Pierre Gourou'nun i fadesidir bu) sonu­ cunda bütün diker alternatifleri tedricen tasfiye eden sayı­ sız deneyierin peşpeşe gelmesinin neticesidir.

Avrupa, toprağı yutan ve onu düzenli biçimde dinleo­ meye zorlayan buğdayı seçti; bu seçim hayvancıhğı içer­ mekte ve

ona imkAn vermekteydi. İmdi, kim Avrupa tari­

hini öküz, at, saban ve at arabasız tahayyül edebilir? Bu seçimin bir sonucu olarak Avrupa her zaman tanm ile hay­ vancılığı birleştirdi. Her zaman için et-obur idi. Pirinç bir

bahçecilik bi çimi nden gelişti, insanın hayvaniara hiç bir yer ayıramayacağı derecede yoğun hir tanm. Bu durum pi­ rinç-yetiştiren bölgelerde etin niçin günlük yiyeceAUı kü­ çük bir kısmını oluşturduğunu açıklamaktadır. Mısır eki­ mi insanın •günlük ekmeğini• elde etmesinin muhakkak ki en basit ve en uygun yoludur. Çok hızlı büyür ve pek az bakım is ter Tahıl olarak mısırın seçilmesi boş zaman ya­ rattı, cebri köylü emeğini ve muazzam Amerikan yerli ta­ pmaklannı mümkün kıldı. Thplum, toprağı sadece ara sı­ ra işleyen bir emek eücünü bu işe tahsis etti. .

Bu bitkilerin temsil

ettikleri k.alori sayısım ve çağlar

boyunca günlük besindeki yetersizlik ve de�şmeleri de tartışabiliriz. Bu sorular V. Charles'ın imparatorluğunun kaderi kadar yahut xıv. Louis saltanatı sırasındaki sözü­ mona Fransız üstünlükünün ömürsüz ve tartışmalı ihtişa­ mı kadar heyecan verici değil midirler? Bunlar muhakkak Iri geniş kapsamlı sonuçlan olan sorulardır. Eski uytıttu­ nıculann, alkol ve tütünün tarihi ve özellikle yıldınm hı­ zıyla yerküreyi dolaşma ve dünyayı fethetme tarzı , değişik ama efit ölçüde tehlikeli olan bugünün uyuşturuculan

hakkında bir uyarıcı hizmeti göremez mi?

Benzer gözlemler teknik hünerler için de geçerlidir. Ta­

rihleri hakiketen hayret vericidir ve insanotlunun çalış-

28

ması ile, onun dış dünyaya karşı ve kendine

karşı günlük

mücadelesindeki a� ilerleme ile el ele gitmektedir.

Ta baş l angı çtan itibaren her şey teknik bilgi gerektire geldi: Hem insanoğlunun şiddetli gayreti hem onun sabır

ve tekdüze çabaları , alet veya silah yapmak için bir taşa, bir odun parçasına veya demire biçim vermesi hep teknik

bilgi içeren şeylerdi. Burada çok somut ve esas olarak mu­ hafazakAr bir faaliyet karşısındayız, a� a� değişen ve

üzerine yavaşça (bu teknik hünerlerin

olan)

geci kmiş

üstyapısı

bir b i li m tabakası konmaktadır, konuyars a eğer.

Bü­

yük iktisadi temerküz, yoğun teknik hünerleri ve teknolo­ jinin gelişmesini gerektirir: onbeşinci yüzyıl Venedik'inde , onyedinci yüzyıl Hollanda'sında veya onsekizinci yüzyıl İn­ giltere'sinde Tophaneyi (veya askeri teçhizat deposunu) alalım. Her seferinde, ke ke me ve belirs i z olsa da, bilim çehresini göstermektedir. Oraya cebren götürülmüştür. En erken çağlardan beri, teknik hünerlerle bilim unsu­ ru biribirine kan.şa ve dünyaya yayıla geldiler; s ürekli bir

yayılım (diffusion) ola ge ldi . Ancak, yayılma birkaç birle­ şik teknik başarırnın özümsenmesini gerektirdiği zaman, zayıf kalıyord u . Açık denizlerdeki gemicil iği ve onu müm­

kün kılan hünerleri alalım : Kıç düm eni , bindirmelerle in­ şa e dil en gemi teknesi , gemi bordasındaki top ve diğer si­ lahlar. Yahut, aynı zam anda kestirme yolların, prosedürle­ rin, alışkanlık ve başanmlann bir toplaını olan kapitaliz­ mi alalım. Avrupa'yı üstün kılan derin-su ıemiciliği miydi, yoksa kapitalizm mi? Zira her biri için, sadece birçok bile­

tenlerinden bir kaçı yayılmış bulunuyordu.

Ama

soracaksınız, "Neden son iki bölümünüz para ve

vehirlerle ilgili?•

Bu

konulan bir sonraki ciltten önce yolu­

rn un üstün d e n kaldırmak istediğimi inkar edemem, ama

bu onlan ilk cilde

koymarnın tek sebebi değildi ve olamaz­

dı. Hakikat tu ki para ve şehirler her zaman günlük ruti29

nin bir parçası

ola geldiler, ama modern dünyada da mev­

cutturlar. Eğer mübadeleyi }uzlandıran her aracı o isim al­ tında toplaraak,

para

çok eski bir icattır. Ve mübadele ol­

madan hiçbir toplum olamaz. Şehirler de tarihöncesi çağ­

lardan beri

varola geldiler. En olağan hayat biçiminin, öm­

rü yüzyıllar süren yapılandır onlar. Ama aynı zamanda ço­ ğaltandırlar: Değişime

uyarianma

ve onu meydana getir­

meye yardımcı olma istidadı olan çopitanlar. Şehirlerin

ve paranın modemliği yarattıtı söylenebilir; ama ters ta­ rafınd an , Georges Gurvitcb'in

karşılı.klJJ* (mütekabiliyet) hıiyatl anmn değiş­ (nüfuzunun) genişlemesini

yasasına göre, modemlik -insanlann

mekte olan kütlesi- paranın

teşvik ederek şehirlerin büyüyen tiranlığına yol açtı . Şe­ hirler ve para aynı anda hem motor hem göstergedirler; değişimi kışkırtır ve ona işaret ederler.

n.

Bütün bunlar alışılmışın, nıtinin geniş dünyasının -tarihteki o büyük absentee 'nin- sınırlarını tanımlama­ nın kolay olmadığı aniamma gelmektedir. Gerçekte, alı şı l­

mış (Adet) insanoğl unun tüm hayatını kaplamakta, a k ş am gölgesinin manzarayı renklendirmesi gibi ona nüfuz et­

mektedir. Bu gölge içinde, bu hafıza ve vu zu h yokluğu

için­

de, bazıları diğerlerinden daha az bazılan daha fazla ışık almaktadır. Işıkla gölge, rutinle şuurlu kararlar arasın da­

ki sının tarif edebilseydik çok önemli bir iş yapmış olur­ duk. Eğer bu sınırı işaretleyebilseydik, gözlemcinin sağına

yahut soluna, veya daha iyisi, altına ve üstüne düşen şey­ leri ayırdedebileeektik. O halde, verili bir bölgede bütün basit pazar-yerleri ta­ rafından, çoğu kez sadece mütevazi bir miktarda emtia içe­ ren dan

30

pazarlan

temsil eden küçük noktalar bulutu tarafın­

oluşturulan

geniş tabakayı tahayyül edin.

Bu

sayısız

başlama noktalanyla bizim mübadele ekonomisi dediğimiz şey başlamaktadır: Bir yanda, üreticinin geniş dünyasıyla, diğer yanda tüketicinin aynı ölçüde muazzam dünyası ara­ sı n d a uzanan mübadele ekonomisi. Ancien �gime asırlan sırasında, 1400- 1800, bu mübadele ekonomisi hiilA eksik bir ekonomiydi. H�r ne kadar çok e�ki zamandan beri mev­

cut idiyse de, toplant üretimle toplam tüketimi birleştirme­ de başanlı olam adığı muhakkaktı , zira üretimin muazzam bir böl üm ü kendine-yeterli aile veya köy tarafından masse­ diliyor ve piyas a çevrimine girmiyordu. Her ne ka da r mübadele ekonomisi biçimi kusurlu i diy­ se de, piyasa ekonomisi

sürekli ilerleme göstere rek , üreti­

min örgütlenmesine ve tüketimin yönlen di ril me ve denet­

verecek yeterlikte, pazar k as ab a ve kent­ lerini biribirine b ağla dı. Bu süreç hiç ku ş ltu yok yüzyıllar sürdü; ama bu iki dünya -her şeyin imal edildiği üretim ile her şeyin kullanıldığı tüketim- arasın d a piyasa ekono­ misi ba ğl an tı işlevini, itici kuvvet işlevini görüyordu: Teş­ vikin, eneıjinin, yeniliklerin, te�e bbüsün , yeni bilincin, bü­ yümenin ve hatta ilerlemenin kendi sinden aktığı sınırlı fa­ lenmesine imkAn

kat hayati bölge. Kendisiyle tam olarak uyuşmasam da, Cari Brinkman'ın gözle mine hayranım: İktisadi tarih, k�. kanl eri n den muhtemel akibetine kadar, piyasa ekonomisi­ ne indirgenebilir.

Onun için, e ri ş ebildiğim o basit piyasal an gözlemeye, tasvir etmeye ve onlara hayat vermeye ciddi zaman harca­ dım. Bir cephe oluşturur bunlar, alt bir ekonomi sımn. Pi­ yasanın dışındaki her şeyin sadece "kullanım değeri" var­ dır; pazar-yerine giden dar kapıdan geçen herhangi bir şey ise �übadele değeri"

kazanır. Ancak sının geçip basit pa­

zara ayak attığı zaman birey, yahut mübadeleye dahil olan "fail", benim iktisadi hayat dediğim alandadır: bu ayınmı, iktisadi hayatın maddi hayatla karşıtlığını göstermek ve

31

aynca onu kapi talizm den ayırdetmek için yapıyorum (bu­

nu ileride tartışacağız).

Çok mütevazi bir tüketici olmakla beraber, pazar kuru-

181)1 yerleri kasab a kasaba dolaşıp yetersiz

hizmetlerini

(koltuk ka pl ama yahut baca temizleme) sunan gezgin za­ piyasa dünyasına mensuptur; o dünyanın kendine günlük ekmeğini satlamasını beklemektedir.

naatçı gene de

Eğer kendi yerli

(kırsal) çevresiyle bağlannı sürdürüyorsa

hasat zamanı ve bağ bozumunda köyüne geri d ön üp tekrar

bir köylü olacaktır;

piyasa sınının bir kez daha geçec�ktir, ama bu sefer ters yönde. Köyl ün ün bizz at kendisi , hasadı­ nın bir kısmını düzenli ol arak satıp alet ve giysi aldığı za­ man, piyasanın bir parçası olmuştur zaten. Ama eter pa­ zar kasabasına, onunl a vergisini ödeyeceği veya saban de­ miri satınalac ağı bir kaç kuruş elde etmek için üç be ş par­ ça eşya yumurta ya da tavuk- satmak üzere geliyorsa, pazaryerinin penceresinden bumunu gösteriyordur sade­ ce. Kendine-yeterliğin geniş dünyasında ka lm aya devam -

etmektedir. Alıp sattığı şeyler ve yaptığı hesaplar ne kadar mütevazi olursa olsun, sokakta yahut köy köy d o l a şı p kü­ çük miktarlarda eşya s atan çerçi mübadele dünyasının, hesap dünyasının, borç-alacak dünyasının bir parçasıdır.

DükkAncı, piyasa ekonomisinin tam bir etkeni ( agent: fail) dir. Ya kendi imal ettiği şeyleri satar ve bir zanaatçı-dük·

k.Ancı k ab ul edilir, ya başkalannın ürünlerini satar ve bir tacir sayılır. Dükkin her zaman açık olu p m ü badele -ve dedikodu- için kesintisiz bir imkan sunmanın avan taj ını taşırken, pazar haftada ancak bir veya iki gün yapılmak­

tadır.

1\vrıca, dükka n krediyle bağlantılı alı şveri ş sağla­

maktadır, çünkü dülekAncı emtiasını ödünç alıp ödünç sat­ maktadır. Burada b ütün bir borç-alacak ar�ık.lığı müba­ deleye dahil olmaktadır. Pazarların ve mübadeleye katılan en

32

temel faillerin

üstündeki bir kade rn ed e daha önemli olgular olan borsa ve panayırlar vardı (birincisi hergün açık olur, diğeri ise be­ lirli tarihlerde bir kaç gün yapılır, u zun aralardan sonra tekrar edilirdi). Her ne kadar panayırlar genel bir durum olarak küçük satıcılara ve orta-çapiı tüccara açık idiyse de, tıpkı borsa ftibi onlara da, perakende satışla pek az alaka­ sı olan (ve kısa zaman sonra kendilerine toptancı denecek) büyük tacirler ege mendi .

Piyas a ekonomisi ve kapitalizmle uğraşan ikinci cildin ilk bölümlerinde, piyasa ekonomisinin bu çeşitli bileşenle­

uzadıya tasvir ediyor, meselelere mümkün olan bi çim de bakmaya çalu;ıyorum. Bu ayn.ntı l ar­ dan fazlaca zevk almış olabili rim ve bazı okuyucular da be­ ni biraz Aydın-havası çalıyar bulabilirler. Ancak, tarihi n, daha önce benimsenmiş çok sayıda fikirlere kapılmadan, her ş eyden önce bir tasvir, basit bir gözlem, dikkatli bir araştırma, bir sınıflama olması kendisi için iyi bir şey de­ �� midir? Görmek ve göstermek tarihçinin görevinin yarı­ sıdır. Mümkünse, bi zzat ken d i gözleriyle görmek. Zi ra sizi temin ed ebilirim ki bugün Avrupa'da CABD'yi dahil etmi­ yorum burad a ) bir be l ediye semt pazamu gözlemekten, ya­ hut eski -tarz bir dükkAnı, bemencecik seyahatlerini anlat­ maya koyulan bir gezgin satıcıyı (çerçi ), yahut bir fuar ve­ ya borsayı gözlernekten daha kolay bir teY yoktur. Brezil­ ya'ya gidin, gerilerdeki B ahi a ülkesine, yahut Kabylia ve­ ya alt-Sahra Afrika'sına gidin, en eski piyasa biçimini bur­ nunuzun dibinde hAlA i ş liyor bulacakSinız. Dahası, eğer okuma zahmetine katlaruraanız dünün mübadelelerinden sözeden binlerce belge vardır: Belediye arşivleri, noterli k rini uzun

en ayn.ntıh

kayıtlan, idari nn

kayıtlar; ressamlar şöyle dursun, seyyahla­

çok sayıdaki beyan ve izahatlan.

Örnek olarak Venedik'i alalım. Artiv ve müzelerdeki bir gezintinin ardından bu inanılmaz ölçüde bozulmamış

33

şehirde yürürseniz, kafan1zda geçJIÜ4ten

sa hne ler can lan·

dınn anız ın neredeyse mümkün oldu�nu görürsünüz. Ve­

nedi k'te panayırlar, en a zın dan ticari olanlan , yoktu.



A�stos ortalannda Göğe Yükselme bayramı o arak kutla­ nan Sen s a , satıcı standlanmn Piazza di San Niccolo'da

ku·

rulduğu bir festivaldi: Maskeler, müzik ve Düka i le Kili· se'nin San Niceola ·civarındaki gözalıcı evlenme töreni. Pi­

azza di San M area'da iki üç p azar kuruluyordu, özellikle kıymetli taşlar ve aynı derecede kıymetl i

k ürkl er için. An·

cak, dün olduğu gibi bugün de, en büyük ticari manzara,

bugün şehrin ana postanesi olan Fondaco dei Tedeschi ile Rialto Köprüsü'nün karşısındaki Rialto meydanında görü­ lüyordu. 1530 dolaylannda, evi Büyük Kanal'ın üzerinde

karpuz dağlanyla yük­ lü teknelerin lagoon adalanndan bu Venedik'in ..mide"sine gelişini seyretmekten zevk ahrdı; Rialto Nuovo ile Ri alto Veeebio'nun oluşturduğu çifte Rialto Meydanı büyük kü· olan Pietro Aretino, meyvelerle ve

çük bütün mü badelelerin, bütün işleri n "mide"si ve kalbiy­ di. Bu çifte m ey d anın gürültülü küçük dükk anianndan bir kaç a dı m ötede şehrin büyük toptaneılan 1455'te ku rulan Loca'lannda -handiyse Borsa'tannda diy eb il i ri z- bulu­

şuyor, her sabah mahrem biçim de işlerini, deniz sigortala­ nnı ve yüklemelerini tartışıyorlardı. Mal alıyor, mal satı­

yor ve bi ribi ri yle veya Venedik'in dışından gelen tacirlerle sözl�me)er yapıyorlardı . Biraz uzakta daracık dükkAnl a­ nndaki banchieri vardı: fınans işlemlerini bir

hesaptan di­

ğerine yaptıkJan fo n transferleriyle hemencecik halletme­

ye hazır bankerler. Yine pek yakmda -ki bugün

hili bu­

lundukları yerdeler- Herberia ("sebze pazarı•), Pescheria ("balık pazarı•) ve birazcık daha ileride, yaşlı ca• Querini boyunca, San Matteo kasaplar kilisesi civarında (ondoku­

zuncu yüzyıl sonlanna kadar tahrip edilmemişlerdi) Bec­ carie ("kasap dükkAnl an•) vardı. 34

Onyedinci-yüzyıl Amsterdam Borsası'nın gürültüsünde kendimizi biraz yabancı hissedebilirdik. ama Jose de la Ve. ga'nın hayret verici kitabını (Confusi6n de Confusiones, 1 688) tesadüfen okuyan günümüzün bir sarrafı, sahip olunmayan hisselerin satılması ve tekrar satılmasına da­ yanan modern vadeli yahut opsiyonlu satış prosedürlerinin kullanıldığı bu karmaşık ve ince oyunda, öyle sanıyorum ki, kendini evinde hissedecektir. Londra'ya yapılacak bir seyahat ve Change Alleyin meşhur kahvehanelerinde veri­ lecek bir mola aym dolap ve cambazlıklan ortaya koyar. Bu kadar tasvir yeter. Daha önce, piyasa ekonomisini meydana getiren kadernelerin şematik bir resmini çizmiş­

tim : Pazarlar, dükkıinlar ve gezgin satıcılar (çerçiler} den oluşan bir alt kademe ve panayırlarla borsalan içine alan bir üst kademe. Şimdi ortaya iki soru atmak istiyorum. Mübadelenin kullandığı bu araçlar -pazarlar, dükkani ar, gezgin satıcılar, panayırlar, borsalar- Avrupa ekonomisi­ nin Ancien Regime sırasında, 1400'den 1800'e kadar, ma­ ruz kaldığı değişimierin genel bir açıkbunasını yapmada bize nasıl ya rdı m c ı olabilirler? Ve bu araçlar, ya benzerlik­ ler veya karşıtlıklar marifetiyle, ancak son yıllarda anla­

maya başladığımız Avrupa-dışı ekonomilerio mekanizma­ lannı bize açıklayabilirler mi? Bu bölüm sona ermeden ele

almak istediğim bu iki sorudur. m.

İlk önce, onbeş, onaltı, onyedi ve onsekizinci yüzyıllar­ da Batı'daki gelişmeleri gözden geçinneme izin verin. Onbeşinci

yüzyıl, özellikle 1450'den sonra, ekonominin

şehirler lehine genel olarak iyileşmesine tanık oldu: "Ta­ nmsal" fiyatiann durgun veya düşmekte olduğu bir za­

manda yükselen "endüstriyel" fiyatlar şehirlerin kırsal ke-

35

simden daha }uzlı büyümesine yardım etti.

O zaman dili­ dükkani annın veya, daha doğrusu, şehir pazarlannın itici kuvvet olduğuna hiç şüphe yok. Bu pa­ zarlar diğerlerine kendi anulannı empoze ediyorlardı. Bu bakı mdan iyileşme iktisadi hayatın "zemin katında" gözle­ nebilmektedir.

minde zanaatçı

Onaltıncı yüzyılda -onanlan mekanizm anın , sadece eski hızını tekrar kazanmış olm a sından

(Kara

Ölümden

önceki onüç ve andördüncü yüzyıllar serbest ruzlanm a dö­ nemleri olmuştu) ötürü değil , aynı zamanda Atıantik eko­ nomisi genişlediği için d� daha kannaşık hale geldiği za­ manda - itici kuvvet uluslararası fuarlar düzeyinde işli­ yord u : Antwerp, Bergen op Zoom, Frankfurt, Medina del Campo ve

-bir an

için Batı'nın tam merkezi ol an- Lyons

panayırtan ve daha sonralan Besançon fuarlan (bu sonun­ cular nihayette Piacenza'da kurulur oldular). Bunlar, para

ve kredi işlemleriyle sınırlı aşın ölçüde sofistike toplanma­ lardı . En az kırk yıl ( 1579-1621), uluslararası finansın tar­ tışılmaz ustalan olan_ Cenovahlann aleti olarak hizmet gördüler. Doğuştan ihtiyatlı ve kendini geneliemelere kap­ tınnoyan Raymond de Roover onaltıncı yüzyılı büyük pa­ nayırlann zirvesi olarak tavsif etmekte tereddüt göstenne­ di .

Son tahlilde, bu çok faal yüzyıl eanasındaki büyüme bi­

naya bir çeşit çekme kat, bir üstyapı olarak, dolayısıyla bu üstyapıdan kaynaklanan şişme, tam da o zaman Ameri­ ka'dan değerli madenierin vanşı ve bir senetler ve borçlar kütlesinin }uzlı dolanımına yol açan change et rechange*

(•l B i r mali piyasa veya fuardan digerine baslt bir para transferi için kambiyo senedi kul lanmak yerine örtülü Lir kreda biçi mi lwJlanıl­ maktaydı-riba ithamından eakmabilmek için örtıi lü. Senet (mek­ tup) uç aylık bir dönem için geçerliydi, ilave bir üç ay için yapdan Jıer yenileme (faizi temsilen ) trir liat artaşı içeriyordu. S\ireç kesintiaiz olarak kredi mıktan ödeni neeye kadar devtim ederdi. Cİ.ng. Çev. ) 36

sistemi tarafından daha da şişirilmesi olarak görülebilir. Cenovalı bankacılann o nazik şaheseri Besançon fuarları 1620'lerde eşzamanlı o l ara k meydana çıkan çok sayıda se­ bep yüzünden çökecekti. Akdeniz egemenliğinden kurtulunca, onyerlinci yüzyı­ lın faal hayatı Allantik Okyanusu'nun geniş etki alanla­ n n d a gelişti . Onyedinci yüzyıl çoğu n l ukl a bir iktisadi geri ­ lerne yah u t durgunluk dönemi olarak tanımlana ge l di ; an­ cak, bazı şartlar var sırada. Zira, her ne ka d ar onaltıncı yüzyılın hız kazandıncı kuvveti İ talya ve başka yerlerde inkar edilemez biçimde d u rd u ys a da, Amsterdam'ın acayip yükselişi bu i k ti sa d i durgunluğun bir parçası sayılamaz. Her halükarda, tari hçilerin hepsi bir hususta uyuşrnakta­ lar: Hangi ikti sadi faal i yet sürdürülürse sürdürülsün, mal mübadelesine kesin bir dönüşe, diğer bir deyişle, eleman­ ter bir mübadele bi ç imi n e dayanıyordu -hepsi de Hollan­ da'ya, donanmasına ve Amsterdarn'daki Borsaya yarayan mübadeleler. Aynı zamanda, panayırlar borsa ve ticaret merkezlerinin** gölgesinde kaldılar; şehir pazan sırad an bir dükkiina göre ne idiyse, bunlar da fuarlara kıyasla öy­ lesine üstündüler, aralıklarla m eyd an a gelen buluşmaia­ nn yerine geçen sürekli bir akım oluşturuyorlardı. Bu aşi­ na ve ge l enekse l tarihtir. Ama s adece borsa üzerinde du­ rup kalmamalıyız. Amsterdam'ın görkemi bizi daha sıra­ dan başanlara karşı kol ayca körleştirebilir. Hakikatte, on­ yedinci yüzyıl aynı zamanda mu azz am bir dükkan artışı meydana getirdi: sürekliliğin diğer bir zaferi. DükkAni arın ve mübadele merbzi, aanalla n, umumiyetle bir borsası oJaıı Amstel'dam veya Londra benzeri bir tehirdir. Kambiyo senetleri bu merkezlerin birin­ den dileri ne, bir fuardan digerine veya bir fuardan bir ticaret mer­ kuine, ticaret merkezinden de fuara göıı d erilebiliyordu_ Daha ltüçWı şehirler döviz loırlan belirleyemiyor, kaınblyo aeoedi (önderemiyor veya kabul edemiyorlanh. (İıı g. çev. )

(••) Place marcJı.ande veya ticaret para piyasalan

ve

37

sayısı bütün Avrupa'da çoğalarak sıkı ye nide n dağıtım al­ lan yarattı. Lope de Vega 1607'de Altın Çağ Madrid'inde "Todo se ha vuelto tiendas: olduğunu söylüyordu: "Herşey dükkAniara dönüştürüldü. • -

Genel bir ikttsadi hızl anm a çağı olan on s eki zinci yüz­ yılda, mübadelenin hizmetindeki tüm araçlar mantıki bir tarzda kull aruma sokuldular: Borsalar faaliyetlerini geniş­ letiyorlardı; Londra, o sıralarda büyük bir uluslararası sarraflık (ödünçverme) merkezi olarak. uzmaniaşmaya başlamakta olan Amsterdam'ı taklit edip onun yerine geç­ meye çalışıyordu ; Cenova ile Cenevre, Amsterdam'ın risk­ li oyunl anna iştirak ediyorlardı ; Paris uyanıp kendini ayarlamaya başlıyordu; para ve kredi bir ticaret merkezin­ den diğeri ne serbestçe akıyordu. Bu çevre içinde fuarl ar doğal olarak telef oldular. Geleneksel mübadele türünü, di­ ğer faydalan arasında, onlara vergi avantaj lan sağlamak suretiyle kolayl aştınnak için kurulan fuarlann, kolay bir mübadele ve kredi döneminde ' artık herhangi bir varlık se­ bepleri kalmıyordu. Bununla beraber, her ne kadar hayat akışının hızlandığı yerlerde çökmeye başladalarsa da , daha geleneksel ekonomi türünün halA görüldüğü yerlerde fuar­ lar yayıldı ve varlıklannı sürdürdüler. Bu bakımdan, onse­ kizinci yüzyıldaki faal fuarlannı sıralamak Avrupa ekon� misinin marj inal bölgelerine işaret etmekle eştir: Fran­ sa'da, Beaucaire fuarl an bölgesi; İtalya'da, Alplerin Bolza­ no bölgesi veya Mezzogiomo; ve özellikle de Balkanlar, Po­ lanya, Rusya ve batıya dotru , Adaritik'in ötesinde, Yeni Dünya. Belirtmeye gerek yok ki bu artan tüketim ve mübade· le dönemi sırasında, temel şehir pazarlan ve dükkanlan her zamankinden canhydılar. Her şey bir yana, düll Anl ar köylere kadar yayılmıyorl ar mıydı? Çerçiler bile daha faal oldular. Sonunda, İngiliz tarihyazımının öul piycıscı diye

38

adlandırdığı pazann gelişimi vuku buldu,

kamu piyasa­

sı'nın a ks ine mağrur devlet memurl annı n gözetim veya

denetimine tabi ol mayan özel piyasa. Onsekizinci yüzyıl­ dan çok önce,

İngiltere'nin

her yanında özel piyasa, üreti­

cilerden do�dan ve çoğu kez önceden ayarlanmış alımla­ n örgütlameye başl amıştı :

Yün, b uğday ve kum aş gibi mal

kalemlerini dolaysız olarak çiftçiden satınalıyorlardı. Di­

ğer bir

deyişle, geleneksel denetim altındaki piyasaya

kar­

şıt olarak, ö z el piyasa serbest hareket eden ve aynca bu

serbesti de n kazanç sağlam ak hakkında hiçbir şüpheye yer zi n­ cirler verimli oldukları, o.,..du, un yahut geniş b aşken tl erin i htiyaç duyduklan mua z z am iaşenin teminini mümkün kıldı klan için kabul görüyorlardı. Sözün kısası, Lond­ ra'nın "midesi" ve Paris'in "midesi" devrimciydiler. On se ki­ zinci yüzyıl Avrupa'sı karşıpiyaşa dahil herşeyi geliştirdi. Bütün bu gözlemler Avrupa için geçerlidir. Gerçekte şu

vermeyen çok uzun, ö z erk ticari zi n ci rl er tesis etti . Bu

ana kadar sadece Avrupa'yı ele aldı m . Her şeyi Avrupa'nın ke ndine özgü hayat biçimine göre, aşın basitleştirilmiş,

Avrupa-merkezli bir görüş açısından görmek istediğim için

deği l , sadece tarihçinin zanaatı Avrupa'da geliştirildiği ve tarihçi ler kendi geçm işlerine alak.a duydukları için (böyle

yapıyorum). Son bir kaç onyıl içinde bu durum değişti.

Hindistan, Japonya ve

Türkiye hakkı ndaki be lgel er sis­ bizler de bu ülkel erin tarihini

temli biçi mde incelendi ve

eski seyahatnamelerden veya Avrupalı tarihçi­ lerio yazdığı kitaplardan başka kaynakl ara dayan ara k öğ­ renmeye başlıyoruz. Şu soruyu sormak için yeterince şey alı şı l agelen

biliyoruz artık:

Eğer şu ana kadar Avrupa için tasvir etti­

ğim mübadele mekanizmalan Avrupa dışında mevcut idiy­

seler -nitekim Çin, Hindistan, Japonya ve İslam dünya­

smda

mevcuttular-, karşılaştırmalı bir tabiilde kullanıla­ çalışmanın maksadı, eğer mümkün-

bilirler mi? Böyle bir

39

se, Avrupa-dışı ülkelerle Avrupa'nın kendisi arasında kaba

bir karşılaştırma yaparak bu iki d ünya araStnda on doku­

zuncu yüzyılda açılan geniş uçurumun acaba Sanayi Dev­ riminden önce de görülebilir olu p ol m a d ı ğını ve Avrupa'nın gerçekte n dünyanın geriye k a l an bölümleri nin ilerisinde

olup olmadığını görm ekti r. Bir ilk gözl e m : Piya sal ara her yerde ra stl anı r,

Alt-Sah­

ra Afrika'sı veya Amerikan kızılderililer medeniyeti gibi en ilkel toplu ml ard a bile. Bu bakımdan, daha karmaş ık ve gelişmiş t o plurolann küçük piyasatarla gerçekten muaın­ may a dönmeleri makul sebeplere dayanır. Pek az çaba ile onlan göz l eyeb ili r yahut ye n i de n kurabiliriz. İslam dünya­

sınd a , tıpkı Avrupa'da olduğu gibi, şe hirle r tedricen kırsal kesimdeki pazarlan yutup köyl eri pazarlanndan mahrum

ettiler. Bu pazariann en büyüğü koca ınan şehir k apılan n­ dan başlayıp ne köy ne de şehir olan , şehirli ile köylünün tarafsız bir zeminde buluşabildikleri bir alan boyunca ya­

yıhrdı . Civar pazarlar ne yapıp edip, daracık sokak ve mey­ danlanyla şehrin kendisine kapak

atmaya beceriyorlardı.

Orada müşteri taze ekmek, sınırlı bir miktarda ticaret eş­ yası ve, Avrupa adetlerinin hilafına, çok sayıda pişirilmiş yemek -köfteler, pişmiş koyun kel lesi, b öre k ve pasta­

lar- bulabiüyordu.

Pazarlann, dükkaniann ve Avrupa'da

görüleniere b en zer kapalı çarşılann b i r kombinezonu olan ana ticaret merkezleri

bul'un

fondulelar ve bazaarlar idi, İstan­

Bezistan'ı (Bedesten) gibi.

Hind pazarlannın ken d i l erine has bir özelliği vardı:

Tek

tek

her köyün kendi pazan bulunuyordu; bu durum

Büyük Hüküındara yahut sarayındaki beyl ere ödeme-}'a­ pabilmek için banyan tüccannı köy topluluğu içinde alınan

ayni ödemeleri paraya çevirecek bir aracı olarak kullanma zoruıiluluğundan kaynaklanıyordu. Hindistan'daki köy

40

pazarlannın bu

sürü halinde kaynaşmasım şehirlerin öne

geçmesini engelleyen bir çatlak olarak mı gönneliyiz? Ya­ hut, tam aksine, banyan taeirini üretimi kaynağında, biz­ zat k öyd e denetim altına alan bir çeşit "özel piyasa"da iş yapıyor olarak mı düşünmeliyiz?

Basit piyasamn en hayrete şayan örgütlenınesi mu­ hakkak ki Çin'inkiydi : Orada piyasa kesinlikle, nere deyse matematiksel olarak, coğrafyaya dayanıyordu. Bir pazar kasabası veya küçük şehir için, kağıt üzeri ne bir nokta ko­ yun. Bu noktanın çevresini köyleri temsilen altı d an ona kadar te krar noktalayın: Köylerin şehire uz akl ığı köylü­ nün aynı gün içinde şehire gidip dönmesine imkan verecek ö lç ü de olmalıdır. Ortada bir nokta ve çevresin d e on nokta­ dan oluşan bu geometrik gruplama, Fransa'da bizim kan­ ton diyebileceğimiz, bir pazar kasabasının nüfuz al anı dı r. Uygulamada bu pazar kasabanın sokak ve meydanlanna göre bölümlere aynlırdı: Heme n yanıbqımızda faizciler, katipler, ikinci el dük,kanlar, küçük lokantalar, çayhane ve birahaneler vardı. G. William Skinner haklı: Kırsal Çin'in dölyatağı köyün kendisi değil , bu k.antonal mekandı . Bu d uru m d a , pazar kasabasının da bir şehrin uydul arı oldu­ ğunu kabul etmek kolay olmalı : Şehri uygun bir mesafe­ den çevreleyen, ona yiyecek temin eden, ve onlann uzak ti­ caret yollanna ve o mahalde imal edi l meyen emtiaya bağ­ lantı larını saitlayan uydular. Hatta, pazar kasabaları ile şehirlerin bir tek sistem oluşturdukları, her birinin tak­ vimlerinin programda herhangi bir çatışmaya yer verme­ y ecek şekilde ha z ırl and ığı gerçeğiyle de kanıtl anın aktadır. Çerçi ve zanaatçılar bir pazardan di� pazara, bir pazar kasabasmdan diğerine mütemadiyen taşınıyorlardı , zira Çin'de zanaatçuu n dükkanı portatifti (taşınabilir) ve hiz­ metleri pazaryerinde sunuluyordu. Demirci yahut berber işlerini müşterinin evinde görürlerdi. Sözün k:ısası, devasa 41

Çin ülkesi, he psi bi rbi riyle bati antılı ve hepsi y akın dan gözeti m altında tutulan düzenli pazar zincirleriyle kaplı ve onlar tarafından canlı tutulmaktaydı. DükkAn ve çerÇiler de mebzuldu Çin'de; ama mekaniz­ manın en ince diş lileri olan fuar ve borsalar yoktu; bir k aç fuar mevcuttu, ama onlar da ikincil öne m deyd iler ve Mo­ ğolistan sınınnda yahut Kanton'da, bu yolla gözetim altm­ da tutu lan yabancı taeirierin fayd ası için kurulmaktaydı­ lar. Bu b akı m d a n , şu iki faktörden birinin s ö zko nu su olma­ sı lazım : Ya Çin hükümeti bu yüksek mübadele b içi m leri­ ne düşmandı, yahut da b as it (elemanter) p iyasa nı n ince sistemi yete rl iydi ve Çin ekonomisinin büyük ticaret ka­ n al l arı na ihtiyacı yo k tu . Bu iki sebepden biri veya he r iki­ si yüzü nden , Çin'de m ü ba d e l enin neredeyse boynu vurula­ rak kesildi; i l eriki bir bölümde bunun Çin kapitalizminin geli şmem e sinde çok çok öne mli bir faktör olduğunu göste­ receiim. Mübadel e nin yükse k b i ç i m leri , bir b üyük taeider ağı­ nın çok iyi örgütlendiği Ja ponya'd a daha ileri ölçüde geli ş ­ ti l er. Bunlar, düzenli biçimde kurulan panayır ve borsala­ nyla eski bir tüccar kavşağı ol an Insulinde'de* ayrıca iyi gelişmişlerdi - eğer borsa terimi, �nbeş ve onaltıncı yüz­ yıl Avrupa'sında olduğu gibi, önemli taeirierin belirli bir yerdeki topl antı l an anlammda kullanılabilirse. Mesela, Java adasının uzun zamandan beri en faal şehri ol an Ban("'> lanaliade değişik biçimlerıle adlaodınlcb: Malezya. Malay 'nOO ­ madalan, Hind 'Ialamadalan, Dotu Hindler veya Endonezya. Bu te­ rim Bunda Adalan'nı (en önemlileri Java, Borneo ve Sumatra), Ml)­ luldtılla r veya Baharat A.tala nnt, Yeni Gine ve Filipinleri içine al­ makta, ama Andaman-Nicobar grubunu dapnda bu-akmalrtadtr. (İng.çev ) 42

tam'da 1619'da, Batavia'nın kuruluşundan sonra bile, pa­ zann kapanınasına doğru taptancı tacirler şehir meydan­ lanndan birinde hergün toplanırlardı. Hindistan bir panayıtlar ülkesinin en iyi ömeğidir; her i kisi de genell ikle hac yerlerin de yapılmakta ol duğund an , dini ve ticari bu l u ş ma l a r orada birleştirilmekteydi. Bütün yanmada bu devasa topl anınalarla harekete geçiriliyordu. Her yerde mevcut olmalanna ve büyüklüklerine hayran olmamak elde d eği l ; ancak b unl ar bazı bakımlardan geç­ mişe od a k l an a n geleneksel bir ekonominin işaretleri d eğil­ ler miydi? Aksine, İslam dünyasının her yanı n da panayır­ lar mevcut olmakla beraber, Hindistan'dakiler kadar çok sayıda ve geniş deği ldiler. Mekke panayırtan gibi örnekler sadece kai deyi bozmayan istisnalardır. Hatta, aşıngelişkin ve aşındinamik Müslüman şehirleri yüksek mübadele dü­ zeyinin mekanizma ve araçlanna ağırlık veriyorlardı. Po­ liçeler Hindistan'da görülen yaygınlıkla dolanımdaydı ve nakit kullanımıyl a el ele gidiyorlardı. Tüm bir kred i ve ti­ cari organizasyon ağı Müslüman şehirlerin Uzak Dolu ile bağl antısını kuruyordu. Hindler'den 1759'da dönen ve Basra üzerinden İstanbul'a karayoluyla geçmek ü zere olan bir İngiliz seyyah parasını Surat'daki Doğu Hind Şirke­ ti'ne yatırmayı arzu etmezdi. İki bin lirasını ( piasters) na­ kit olarak Bı;ısra'daki bir bankere yatırarak ondan Ha­ lep'teki bir bankere hitaben "lingua Cranca" ile yazılmış bir mektup alırdı. Teorik olarak bir kir sağlaması gerekir­ di, ama olması gerektiği kadar kazanmazdı. Kimse her za­ man kazanmaz.

Hülasa, d ünyanı n diğer ülkelerinin ekonomileriyle karşılaştınldığında, üstün enstrüman ve araçlanndan -borsalar ve çe şitli kredi biçimleri- ötürü Avrupa ekono­ misi daha fazla gelişmiş gözükmektedir. Fakat mübadele­ nin tüm mekanizma ve kolaylıklan istisnasız olarak Avru43

pa dışında da görülebilir. Ancak, bu tür mekanizmalar de­ ğişen derecelerde geliştirip kullanıldı, öyle ki bir hiyerarşi görülebilsin: En tepede Japonya, belki Insulinde, ve İslam; çok gerilerde kalmayan ikinci kademede, banyan tüccan­ nın geliştirdiği kredi ağı , çok yüksek derecede spekülatif girişimler için ödünç verme uygulaması, ve deniz sigortası ile Hindistan; s on olarak, en altta, binlerce ilkel ekonomi­ nin hemen üzerindeki Çin. Dünya ekonomilerinin bu biribiriyle karşılaştırmalı sı­

ralaması önemsiz değildir. Gelecek bölümde, piyasa ekono­ misi ile kapitalizmin işgal ettikleri konumlan değerlendir­ meye giriştiğimde bu hiyerarşiyi aklımda tutacağım. Hat­ ta, bu dikey sıralama analizimin sonuç vermesini

müm­

kün kılacaktır. Muazzam günlük hayat kütlesinin üstün­

de, piyasa ekonomisi ağlannı gerdi ve işleyişi canlı tuttu. Ve umumiyetle bizzat piyasa eko nomi sinin üstünde kapi­

talizm serpilip gelişti . Diyebiliriz ki tüm dünyanın ekono­ misi, yii kseklikleri gösteren bir haritada olduğu gibi , deği­ şik irtifalann ardarda gelmesidir.

2 � Piyasa Ekonomisi

ve

Kapitalizm

Birinci bölümde geniş bir iktisadi sektörün plamm çı­

kardım. Onbeşinci yüzyıldan onsekizinci yüzyıla kadar kendine yeterlik ile tavsif edilen bu sektör esas olarak mü­ badele ekonomisinin dışında

la ve

kalıyordu.

Onsekizinci yüzyı­

ötesine kadar, Avrupa'mn en gelişmiş yöreleri bile

altkıtanın genel hayatına nadiren katılan ve soyutlanmış­ lıklan içi nde inatla kendi ayakları üstünde varlıkl arını sürdüren, hemen hemen tamamen kendi içlerine kapan­

nu ş gediklerle muammaya dönmüştü. Şimdi hem piyasa ekonomisi hem de kapitalizm diye

adlandırdığım mübadele ilişkilerini tartışmak istiyorum. Bu i kili

isim

benim bu iki sektör

arasında

bir ayırım yap­

makta o l d u ğumu göstennektedir ve ben bunların aynı şey­ ler olmadığına inanmaktayım. Tekrar etmeme müsaade

Onsekizinci yüzyıla kadar bu iki tip faaliyet -pi­ yasa ekonomisi ve kapitalizm- sadece bir azınlığı etkili­ yorrlu ve insanlık kütlesi maddi hayatın geniş alam içinde buyurun.

mahpustu. Her ne kadar piyasa ekonomisi genişliyor ve

her ne kadar daha o zamandan

geniş alanlan kapsıyor ve

zaman zamwı muazzam ölçüde başanlı oluyor idiyse de,

45

hAli

ç oğu durumda geni ş likten yoksundu. Ve benim doiru

kapitalizm adını verdiğim Ancien Re­ o ol gul an parlak, sofi stike ama sımrlı bir tabaka­

veya yanlı ş biçim de

gime'in

mn ese riydi ; bu tabaka ikti sa di hayatı bütün olarak kap­ samıyar ve mu htem el en kendi tohumunu atan, ke n di ne ait bir "üretim biçiini" yaratmıyord u (burada istisnalar kuralı

bozmamakta, teyit etmektedir). Hatta, u mumiyetl e tüccar kapitalizmi denen bu kap i t ali zm piyasa ekonomisini (böy­

le bir ekonomi

onun zorunlu önşartı o l s a da) bir bütün ola­

rak ko ntro l etmek veya yönlendirmekten çok uzaktı.

Ama gen e de kapitalizmin ulusal, uluslararası ve dünya­ çapındaki rolü ş im diden açıktı .

ı. Tasvir edegeldiği m hAliyle piyasa ekonomisi b i rka ç mü phem l ik.le karşımı za çıkmaktadır. Hatta, tari hçi le r onu

sahnenin ortasına yerleştirdiler. Hepsi de onun birincil önemde olduğunu düşünmektedirler. Piyasa ekonomisine

kıyasla,

üretim ve tüketim nice} araştırmamn n a diren in­

celediği dünyalar, ancak şim dil e rde gel işe n alanl ardır.

Bu

geniş alanlan anl am a k kol ay değildir. Aksine, piyasa ekonomisi

sürekli bir

sohbet konusu­

dur. Şehir arşivlerinde, tüccar ailelerinin özel arşivlerinde,

mahkeme ve i dare arşivlerinde, ticaret odalan tartışmal a­ nnda ve noterlik kayıtlannda sayfa üstüne sayfa doldurur. Bu bakımdan, o na dikkat ve alaka göste rm ekt en kendimi­ zi nasıl alabiliriz ki? Her an için günd e mde dir o. TehJike, aşiltir olarak sadece

piyasa e konomisini gör­

mekte, gerçekte onun geniş bir bütünün sadece bir bölüınü olduğu bir zamanda kuş atıcı, sürekli bir varlığı ol duğunu hatıra getiren bir ayrıntı

yatmaktadır. 46

Zira bizzat

bolluğu

ile onu tammlamakta

tabiatı gereği, piyasa ekonomisi

üretimle tüketim atas ınd a bir bağlantı rol ünü oynamaya indirgenmektedir; o nd oku zunc u yüzyıla kadar piyasa eko­

nomisi, o n un altında uzayıp giden günlük hayat okyanusu ile on u bir de fa d a n fazla yukandan yönl en diren kapitalis­ tik mekanizma arasında -aşağı yukarı kalın ve esnek,

ama bazan da çok ince- bir tabakaydı sadece.

Hakiki rol ü bizzat bu sınırlama ile belirti len ve tamm­ lanan piya sa ekonomisinin bu sınırlı işlevini pek az tarih­ çi vazıh ol arak kavradı . Wıtold Kula, fiyat eğrilerinin üst ve alt noktalannın, krizl erin , uzak korelasyonlarm ve pi­ y as a nın birleştirici yönelimlerini n- ya ni , ticaret hacmin­ deki düzenli artış l an elle tutulabilir kılan her şeyin, gö­ rüşlerini bulanıklaştınnasına izin verm eye n birkaç ilima­ damı arasındadır. Onun mec a zl arın dan birini kullanırsak, aşağıya kuyunun içine, derin suya bakmalıyız: Piyasa fi­ yatl anyla alakah ol a n ama her zaman on l a r d an etkilan­ meyen veya onlar tarafından değiştirilmeyen maddi haya­ ta. Dolayısıyla, iki düzeyde -kuyunun kenan ve suyun derinlikleri düzeyinde- ya zıl m ay an herhangi bir iktisadi tarih dehşetli bi çimde eksik olm a riskini taşır.

Bununla beraber, onbeşinciden onsekizinci yüzyıla ka­ dar piyasa ekonomisinin canlı dünyasını olu şturan alanın sürekli olarak genişlediği açıktır. Bunun habercisi ve kanı­ tı dünya genelinde piyasa fiyatlanndaki domino taşı ben­ zeri değişmelerdir. Zira fiyatlar bütün dünyada dalgalan­ dı: J a p o nya ve Çin'de, Hindistan'da ve İslam dünyasın d a

(mesela Osmanlı

İmparatorluğu'nda), ve Amerika'nın al­

bir rol oynadığı kısımla­ nnda - yani, Yem İs panya , Brezilya ve Peru' da. Bütün bu tın ile gümü.şün erken bir tarihte

fiy atl ar aşağı yukan biribirleriyle alakalıydı ve değişen za­

man

aralık.lanyla birbiri ardınca değişiyorlardı. Bu za­

biribirierine yakından bağ­ lantılı olduğu Avrup a 'd a nadiren hissedilebiliyordu, oysa

man-aralığı, ekonomilerinin

47

Hindistan'a en az yirmi yılda ulaşıyor, onaltıncı yüzyı l ı n sonlanyla onyedinci yüzyılın başianna kadar Qrtaya çık­ mıyordu . Sözün kısası, iyi yahut kötü, bir çe şit ek ono mi çeş i tli

dünya pazarlarını birbirine bağlamakta ve bu ekonomi pe­ şisıra pek az lüks emtia ve ayrıca kıymetli madenieri sü­

rüklemektedir: Evvelce zaten düny a turlan

y a p m akta

olan birinci sınıf seyyahlara day ana n bir ekonomi. Ameri­ kan güm üş ün den darbedi len İspanyol do l arl an Akdeniz'i geçerek Osmanlı İ m paratorlu ğu ve İran ü zerin d en Hind ve Çin'e ulaştı . 15 7 2 'd e n itibaren de, Manila'daki bir fasıla­ d an sonra, Amerikan gümüşü Pasi fi k'i aşıp bu yeni yol üzerinden te krar Çin'e uzandı. Bu

bağlantılar, bu zincirler, bu mübadeleler, bu

elzem

geli ş ve gidişler tarihçileri n asıl olur da cezbetmezdi? Bu

tür görülmeye

d �ğe r m anzaral ar, çağlannın i nsanlannı

tarihçileri de büyülemektedir. Ancak, en erken dönemin iktisatçıları bil e , eğer piyasada­ ki arz ve talebi değilse, gerçe kte neyi ineeledil er? Eğer söz­ konusu şehirler piyasalannın denetim, depolama ve fiyat­ lanyla utraşmıyor i diyseler, iktis at politikalan ne idi? Ve hükümdarlann iradeleri (resmi emirleri) i kt i sat politika­ sıyla alakalanmaya b aş l a dığı nd a , bu alaka ul usal pazan -ve dolayısıyla ulusal bayrağı- korumak, iç ve dış piya­ satarla bağlantılı ul usal sanayileri teşvik etmek için değil miydi? Piyasanın bu sınırlı ve hassas alanı içindedir ki mantıksal eylem mümkün olmaktadır. Böylece işi n sonun· da insanlar, doğru veya yanlış, m üba de lelerin (piyasa ve borsalann) dengeteyiri bir güç olarak önemli bir rol oyna­ dığına, rekabet marifetiyle eşitsiz noktalan düzelttikleri­ ne ve piyasanın gizli ve cömert bir tann, Adam Smith'in "görünmeyen el"i olduğuna inandılar: Bu piyasa laissez frı· ire, laissez passer (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinbüyüledikleri gibi, modem

48

İer)e yapışıldığı sürece, ondokuzuncu yüzyılın kendi kendi­ ni d üzenleye n piyasasıydı ve ekonominin kilit taşıydı. Bunun böyl e olmasında bir hakikat

unsuru, bir bozuk ve bir nebze de kendi kendi ni aldatma var­ dır. Piyasamn kaç kez saptınldığım yahut çarpıtıldığını, fi­ yatların kaç kez fiili yahut kanuni tekellerce keyfi olarak belirlendiğini unutabilir miyi z? Her şey bir yana, rekabet­ çi piyasanın ( O skar Lange'ye göre, "insanın sahip ol duğu inanç unsuru

bu ilk biJgisayar"m) erdemlerini kabul etmek bile, bir de­ en azı ndan üre­ tim ile tüketim arasında kusurlu bir bağ ol duğu nu belirt­ mek zorundayız. Eksik (veya kusurl u) kelimesinin 8ıtım

receye kadar eksik kaldığından bile olsa,

çizmeme izin verin.

Gerçekte, piyasa ekonomisinin erdem­

lerine ve önemine inanıyorum , ama bu ekonominin bütün diğer e ko nomi biçimlerini dışlarlığını sanmıyorum. Bunun­

la beraber, çok

yakın zamanlara kadar

kemelerini yalnı zca

piyasa

iktisatçılar

muha­

ekonomisinin model ve dersl e­

rine dayandınyorlardı. 1\ırgot için, "dolaşım" iktisadi ha­ yatın tamamını oluşturuyordu. Aynı biçi m de , çok sonrala­ n David Ricardo piyasa ekonomisinin dar fl;lkat hızla akan ırmağı nı görebiliyordu sadece. Ve her ne kadar iktisatçılar,

elli yıldan fazla bi r zaman önce laissez (aire'in otomatik erdemlerini savunmaya son verdiyseler de, b u mit kamu oyundan veya çağdq si� tartışmalar­ tecrübenin ışığında ,

dan henüz tardediimiş değildir.

n. Nihayet, kapitalizm

kelimesini

ringe fırlatıp da onu,

onun bizzat mevcudiyetinin her zaman kabul edilmediği bir yüzyıla uyguladığım zaman, oldukça farklı iki faaliyeti isimlendirrne k için piyasa ekonomisı"nden ayn bir terime ihtiyaç duydujumdan böyle yaptım. Muhakkak ki kurdu koyun

sürüsünün üzerine saldırlmak niyetinde değildim. 49

Tartışmalı teri m kapitalizm'in müphem o l d uğunun , çağ­

daş ve muhtemelen anakronistik çatı"ışımlarla yüklü oldu­ ğunun gayet iyi farkındayım (tarihçi l er haklı olarak bunu birçok kez tekrarladılar). Eğer ihtiyatı e l d en bırakıp keli­ meyi buyur ettiysem, bi r takım sebepleri vardı bunun. Herş eyd e n önce, onbeş ve onsekizinci

yüzyıllar arasm­

da ortaya çıkan belirli mekanizmalar ken di l erin e ait bir

isim için haykırıp dunnaktalar. Onlara yak ın dan baktığı­ mızda, onlan olağan piyasa ekonomisi içinde bir deliğe uy­ durm anın hemen hemen abesle iştigal

ol d uğu n u görürüz.

Bir kelime kendiliğinden takılır aklımıza: Kapitalizm . İr­ ki l m i ş vaziyette onu k a pı dışan ederiz, ama h e m e n pence­

reden içeri d al ar o. Bu kelimenin yerine ikame edilebilecek

hiçbir yeterli kelime yoktur ve b u gerçek tekb aşı n a araz

belirtisidir.

Amerikalı iktisatçı

Andrew Shonfıeld'in söyle­

bu l u n u rs a bulunsun, kapita­ lizm kel imesini kullanmanın en iyi gerekçesi hiç kimsenin ondan daha iyi bir kelime bulamamış olmasıdır. Hiç şt.ıp­ hesiz sayısız ihtilaf ve tartışmalan peşi nden sürükleme diği gibi , kaç kişi aleyhinde

dezavantajına sahiptir. Ama ihtilaflar -kıymetleri ne o l urs a olsun- sakınılmaz

şeylerdir, tartıı,malan s ürd ürüp Daha da büyük bir de­

i htilaf yokmuş gibi davranamayız.

z av a nt aj kelimenin günümüzde kazanılmış anlam larla

yüklü olduğudur. Çünkü en geniş anlamıyla kapitalizm

yirminci yüzyı lın başlanndan kalmadır. Biraz gelişigüzel bir tavırla bu k el i m en i n Werner Sombart'ın ünfü Der Mo­

derne Kapitalismus'unu yayınladığı 1902 yılı n da kullanıl·

edebilirim. Marx kelimenin he­ men hemen farkında değildi hiç. Bu bakımdan dotnıdan

maya başlandığını ifade

doğruya

günahlarıo eo kötüsüne, anakronizm

günahına

s a pl aruna tehlikesi içindeyim. Sanayi Devrimi'nden öıice

kapitalizm yoktu, diye bağınyordu hilA genç bir tarihçi bir

gün : "Kapital , evet; kapitalizm, hayır!" 50

hatta çok uzak geçmiş ile kopuş, mutlak bir süreksizlik yahut, arzu ederseniz, hiç bul uşmama- hiçbir zaman ol­ m adı . Geçmiş tecrübeler bugüne devam ederek ona eklen­ mektedir. Onun içindir ki birçok tarihçiler -ve en iyile rin­ den birkaçı- şimdi Sanayi Devrimi'nin onsekizinci yüzyıl­ dan çok önce çehresini göstermekte olduğunu keşfetmekte­ ler. Bunun belki de en iyi kanıtı b ugün kendi Sanayi Dev­ Bununla beraber, geçmiş ile,

bugün

arasmda

tam bir

rimlerini gerçekleştirmeye teşebbüs eden belirli azgelişmiş ülkeler tarafından sunulmaktadır: Bizzat gözlerinin önün­

d e başarılı l- i r modele s ahi p olmalaona rağmen, baş an sız olmaktadırlar. Sözün kısası, sürekli sorgulanagelen bu di­ yalektik -geçmiş, bugün; bugün, geçmiş- peka.Ia bizzat tarihin kalbi, tarihin varlık seb ebi olabilir. III. Kapitalizm kelimesi ancak ona anlamını veren iki ke­ lime (kapital ve kapitalist) arasına dikkatlice yerleştiril­ rnek suretiyle denetim altına alınabilir, tanı ml anabilir ve tarihsel araştırmalarda kullanılabilir. Kapital elle tutula­ bilir bir gerçekliktir, daima işler halde olan, kolayca teşhis edilebilir bir mali kaynaklar yıtını; kapitalist, her toplum için m u ka d d er olan fasılasız üretim s üre ci ne sermaye ek­ leme işine nezaret (veya riyaset) eden y ahut etme teşebbü­ sünde bulunan kişidir; kapitalizm ise, kabaca (ve sadece kabaca) üade edersek, um umiyetle pek diğergam (özgeci) sebeplerle yapılmayan bu sürekli ekleme faaliyetinin ya­ p ılm a tarzıdır. Anahtar kelime kapital (sennaye) dir. İktisatçtiann eserlerinde ona daha özgül olarak serm aye mallan anlamı verilegeldi; s ade ce

para birikimlerini değil, aynı zamanda daha �nce yapılmış bütün işlerin kull anılabilir ve kulla nıl­ mış ürünlerini de ifade etm ektedir. Bir ev sermayedir; de51

potanmış buA'cfay sennayedir; bir gemi yahut karayolu eer­ Ancak seı:m aye mallan sadece yenilenen üretim sürecinin bir parçası iseler o isme hak kazanırlar; kullanıl­

mayedir.

mayan bir hazinedeki para artık sermaye değildir, işlen ­ meyen bir orman da. Hal böyleyken, eşya biriktirmeyen,

sermaye m al l an biriktirmeyen, onlan düzenli olarak işle­ rinde k ul l anm ay an , onlan çalışma marifetiyle yeniden

ya p m ayan ve meyve vermelerini sağlamayan bir tek top­ lum adı söyleyebilir miyiz? O nb eş i n c i yüzyıl Batı dünya­ sındaki en küçük köyün yollan , taşl ardan temizlenmiş tar­ l a l an , sürül m üş topraklan , sistemli biçi mde idare edilen

or m a nl an , çitleri, meyve b a hçel eri , değirmen çarkl an ve

Ancien Regime* iktisatı için y apı la n hesaplamalar bir yıllık gayn safi milli hasıla ile (Fransız­ lann patrimoine dedikleri) topl am sermaye mal l an arasın­ da bire üç veya dört bir oran göstermektedir. Bu, Keyn es 'i n ta hı l ambarlan vardı.

yirminci yüzyıl toplumlan için kabul

hemen aynısıdır.

ettiği oranın hemen

O halde, her toplum bir araya getirilmiş

bir rezerv sürdürebil·

çalışmalannın üç veya dört yıllık değerine eşit arzıyla desteklenmekte ve üretimini başaoyla

rnek için bu rezervleri kullanmaktaydı ; çünkü "patrimony"

bu maksatla sadece kısmen -hiçbir zaman tamamen de­

ğil, kısmen- kullanılmaktaydı pek tabii. Sizin de benim kadar aşinası olduğunuz

bu sorunlar­

dan gelin uzaklaşahm . Gerçekte okuyucuianma s adece bir açıklama boreuro var:

kapitalizmi, piyasa ekonomisinden

itibar edilecek bir tarzda n ası l ayırdedebiliyorum? Ve piya­ sa ekonomisini de

kapitalizmden? Lütfen suyun altta kal­

dığı, y$n ise yü z eye çıktı� biçimde açık bir ayırım yap­ (fiili) iktisadi durum hiçbir za­

mamı beklemeyin. Gerçek

man basit temeller üzerine kurulmaz. Ancak, piyasa

(•) 52

1789 öncesi,

Kadim Rejim.

eko-

nomisi denen olgunun en az iki mümkün biçimini n (A ve B) olduğu yolundaki ifadenin kabul edilmesi çok zor olma­ malı: Meydana getirdikleri beşeri, iktisadi ve toplumsal ilişkiler aracılığıyla da olsa, biraz dikkat ile farkedilebile­ cek iki biçim.

A kategorisine hemen günlük piyasa mübadelelerini ve ya kı n d aki bir kente gönderilen buğday ve odun gibi yerel

veya görece yerel örnekleri koyuyorum. Düzenli, öngörüle­ bilir,

rutin

ve hem küçük hem büyük taeiriere açık olduğu

m üddetçe daha geniş bir ölçekteki ticareti bile buna dahil

ediyorum; mesela , o nyedinci yüzyı l d a Baltık

tahılının

Danziç'ten Amsterdam'a ge miyle yollanması veya güney ve kuzey Avru pa a ras ınd aki yağ ve ş arap ticareti (bu ör­ nekte her yıl Istria'dan b ey a z şarap getirmek üzere Al­

m a nya 'dan yo l a

çıkan at

arabası konvoylannı düşünüyo­

rum). Hiçbir sürpriz i çenneyen , tarafi a nn kuralları ve elde

edecekleri sonucu ön ce de n

bildikleri

ve her biri için mute­

dil karlann önceden kabaca hesaplanabil di� bu •sayd am• mübadele yerlerinin iyi bir örne� küçük bir kasahada ku­ rulan pazardır. Böyle bir pazar esas olarak -köyl ü erkek

kadınlarla zanaatkarlardan oJufan- üreticilerle, bazı­ lan bizzat paz arı n kurulduğu kasabadan bazılan da civar ve

köylerden gelen müşterileri biraraya getirmektedir. Za­

man zaman

fazla üç klşi işin içine girmektedir; yani müşteri ile üreticinin arasında üçüncü adam olarak bir en

aracı görünmektedir. Bu aracı yeri geldiğinde mal

yığarak

piyasayı bozabi lir, piyasaya hakim olabilir veya fiyatlan

bir perakendeci bile yasayı dele­ gi rme k üzere iken köylülerin mallannı ueuı bir fiyattan kapatıp, sonra onları p azard a satabilir. Yasa çiğnemenin basit biçimi olan mal kapatmaya her kasaba etkileyebilir; h atta küçük rek kas ahaya

pazarının çevresinde ve hatta daha ileri bir ölçüde şehir

53

çevrelerinde rastlanınaktadır; ve eğer sözkonusu taraflar anlaşmalı iseler fiyatıann yükselmesine sebep olabilirler. Bu bakımdan resmetmekte oldufum, ticaretin denet­ lendiği, yasaya bağlandığı, saydam oldugu -"göz göze ve el ele," diyor Almanlar- pi yasa kasabası mode lin de bile, saydamlık ve den eti m den kaçan B kategorisine ait müba­ deleler tamamen yok değildir. Aynı şe kil de , Baltık'tan ge­ miyle yapılan büyük buğday yükl em eleri n den doğan dü­ zenli ticaret de s ay dam ticaretti: Kalkış noktasındaki (Danzig) fiyat eğrileriyle vanş noktasındakiler (Amster­ dam ) eşanlıydı, karlar ise hem kesin hem mutedil (orta öl­ çüde) idiler. Ama Akdeniz'de bir kıtlık ol m ay a görsün mesela 1 590'lardaki gibi bir kıtlık,- başlıca m üşterileri temsil ed e n uluslararası tacirler bütün gemilerin rotala n­ nı değiştirip yüklerini nonnal fiyatın üç veya dört misline satılmak üzere Livomo veya Canova'ya taşıtırlardı . Bunda da gene A ekonomisi B ekonomisinin ön ü n de dize gelebilir­ di.

Ancak, bir kez mübadele hiyerarşisini yukan do� it­ tipi ekonomi egemen olur ve gözlerimizin önünde A kategorisinin ol uştu rm uş oldu­ ğundan açıkça farklı bir "dolaşım alanı" oluşturur. Bir İn­ giliz tarihçi onbeşinci yü zyıld a geleneksel h a l k pazanna meye başl a dı k mı, ikinci yahut B

özel pazar diye adlandınlan bir olgunun eşlik ettiğini gös­ terdi. ( Ben, aradaki farkiann altını çizmeyi ve bu ikinciye karşıpazar demeyi tercih ediyorum). Zira, bu özel piyaaa kendini geleneksel piyasaya empoze edilen kurallardan kurtarmaya

ça lışmıy or muydu? (Aşınhklan yüzünden ço­

fu kez felce uğratan kurallar). Emtiayı toplayıp biraraya getiren seyyar satıcılar üreticilerin evlerine giderlerdi. Köylüden yün, kenevir,

canlı hayvan, deri, arpa veya bq·

day ve kümes hayvanları, yahut bunlan, kırkılmamıt yün

ve toplanmamış 54

buğd ay olarak, daha elde edilmeden bile

satın alabiliyorlardı. Köydeki handa veya bizzat çiftlikte imzalanan basit bir kAğıt pazarlığı mühürlüyordu. Ondan sonra satınaldıklan mallan atlı yük arabası, at sırtında veya küçük gemilerle başlıca büyük şehirlere yahut sahil limanianna yollarlard.ı . Bu tür faaliyetin örnekleri dünya­ nın her yanında göze çarpıyordu, Paris ve Londra civann­ da, Segovia'da (yün), Napoli civannda (bu�day), Apulia (ya�) ve Insulinde'de (karabiber). Bizzat çiftli�e gitmed.iği zaman, aracı tacir pazaryerinin dışında, pazann kuruldu­ ğu meydanın dış sınırlannda buluşmalan ayarlar veya ço­ ğu zaman bir handa işini görürdü, çünkü hanlar posta du­ rağı ve nakliye bürolan vazifesini görürlerdi. Bu mübadele tipi normal kollektif piyasanın yerine geçti ve onun yerine işe dahil olan bireylerin karşılıklı du­ nımlanna göre değişen gelişigüzel mali düzenlemelere da­ yanan bireysel işlemleri ikame etti. Bu olgu satıcılann im­ zaladığı kıiğıtlann yorumu üzerine İngiltere'de sık sık ya­ pılan davalarda açık biçimde görülmektedir. AşikArdır ki burada rekabetin -sözümona piyasa ekonomisinin bu te­ mel yasasının- pek az yer tuttuğu eşitsiz mübadelelerle uğra.şmaktayız; aracının iki kozu vardır burada: Üretici ile son kertede emtiayı teslim alan kişi arasındaki ilişkileri kesmiştir (zincirin her iki ucundaki piyasa şartlannı ve dolayısıyla beklenen kii n sadece aracı biliyordu), ve onun başlıca müttefiki olan nakit parası vardır. Böylece, üretim ile tüketim arasında uzun tüccar zincirleri yer alıyordu ve -özellikle büyük şehirlere mal tedarikinde- kabul gör­ melerine sebep olan ve otoriteterin gözlerini yumma lanna yahut en azından denetimleri gevtetmelerine vol 1!-,Ç� şey muhakkak ki bunlann etkin oluşlanydı.

İmdi, bu zincirler ne kadar uzarsa, kendilerini alışala­

ve denetimlerden kurtarmada o kadar başantı olmaktadırlar ve kapitalistik süreç o ölçüde vu-

gelen düzenleme

55

zuhla ortaya çıkmaktadır. Uzun-mesafeli ticarette,

onu en

üstün ticari faa liyet saymada Alman tarihçilerinin yalnız kalm adı klan Fernhandelde bu süreç çarpıcı biçim de aşi­ kar olmaktadır. Fernhandel serbest i şle m l eri n en mükem­ mel olduğu bir al a n dı : Alışılmış gözetim d e n onu koruyan veya onun bu tür gözeti mleri yönlendirmesine fırsat veren mesafeler üzerin den iş y a pan bir alan; Coromandel S a lı i ­ li'nden veya Bengal kıyı l an n dan Amsterdam'a ve AIDster­ dam'dan İran, Çin veya Japonya'daki perakendecilere ka­ dar uzanıyor olabil irdi . Bu devasa işlemler bö l ge si nd e Fernhandler (tacir) seçmeye m uktedi rdi ve kannı en yük­ sek düzeye çıkaracak olanı seçiyordu o da: Antiller'le tica­ ret mütevazi karların ü s t ün de bir kazancı sona mı erdirdi? Dert etme, b u arada böl ges el ticaret• yahut Çin ticare ti iki misli daha karlı hale gelmiştir. Sadece gernilerin kaptania­ nna rotalannı aksi yöne çevirmelerini buyurmak zorunda­ sınız, o kadar. _

Özellikle uzun mesafeli ticaret sadece bir avuç i�san tarafı nd an yapıldığı içi n, böylesi büyük karl ar muazzam sermaye birikimleriyle sonuçlandı. Öyle herhangi bir kim­ se grub a dahil olamazdı. Bunun a ksi n e , yerel a l

ı şveri ş çok

s ayıda insan arasında bölünmekteydi. Mesela,

onaltıncı yüzyıl da Portekiz iç ticaretinin topla m tahmini parasal de­ ğeri, bir bütün o l arak alındığında , karabiber, baharat ve uyuşturucu ticaretinden kat kat yüksekti. Ama bu iç tica ­ ret çoğu kez takas biçimini, kull anım değeri biçimini a l ı ­ yordu. Baharat ti careti parasal ekonominin ana hattının bir bölümünü oluşturuyordu. Ve ancak büyük tacirler bu

tür ticareti yürütebilİyor ve bu ticaretten ellerine anormal

(•) -ı.e commerce d'lnde en Inde", onsekizinci yüzyıl ingiliıtce terimi karışıbtulır. Uuk Doaıı'daki yenıl ticaret anlamına gelmektedir, mesela Malabar Sahih ile Benp.l ve Hind ile Çin arasında (İng. Çev.J

olan country ıra� in Fransızca

56

ö l çü de büyük kArlar geçerek temerküz ediyordu . Aynı şey D ani e l Defoe'nun çağı olan erken onseki zinci yüzyılda İn­ giltere için de geçerlidir.

Bütün dünyada, büyük taeirierden oluşan bir grubun sıradan satıcılar kitlesin de n açık biçimde ayrılıp göze çarptığı ve bu grubun bir yandan çok küçük ol du ğu , diğer yandan da -b a ş k a faaliyetleri arasında- her zaman için uzun mesafeli ticareıle bağlantılı ol duğu rastlantı değildir. Bu olgu ondördüncü yılzyıla doğru Almanya'da, onüçüncü yüzyıla doğru Paris'te ve onikinci yüzyıla doğru ve hatta muhtemelen d aha önce İtalyan şehirlerinde görülebilmek­ tedir. Hatta i l k taeirierin Batı'da ort aya çıkmasından önce, İ slam dünyasında bir ithalatçı-ihracatçı ol an ve acentalar­ la faktörleri evinden yöneten tayir vardı (burada daha o zamandan sabit bir mekanda iş yapmayı görüyoruz). Bu­ nun, pazar yerinde (suk/çarşı) iş yapan dükk4ncı (hawan­ ti) ile hiçbir ortak yanı yoktu. 1 640 dolaylarında halil bü­ yük bir şehir olan Hindistan'ın Agra şehrinde bir seyyah Sogador ünvanının "İspanya'da mercader denen" kişilere verildiğine

dikkat çekiyordu, "ama bazılan özel

olan Katari

bir ünvan

ile böbürleniyorlar; ülkede ticaret sanatına

hak iddia edenler arasındaki

en

yüksek ünyandır bu ve

'büyük krediye (itibara) sahi p en zengin tacir' anlamına gelmektedir." Batı'da kullamlan

lar

sözlük de benzer farklılık­

göstermektedir. Negocuınt yahut

taptancı tacir Fran­

sa'run Katari'si idi; negociant kelimesi onyedinci yüzyılda ortaya çıktı. İtalya'da mercante a taglio ile negociante ara­ smda büyük bir fark vardı; İ n gi l tere 'de tradesman yahut satıcı ile İngiliz limanlannda oturan ve esas olarak ihracat ve uzun-mesafeli

ticareıle uğraşan merchant arasında, Al­

manya'da bir yanda Kramer ve diier yanda Kau{man veya Kau(herr arasında benzer farklar vardı. Bu kapitalistlerin, hem İslam hem de Hnstiyanlık ille-

57

minde, hüküındann dostlan

ve devletin deste kçi yahut is­

tismarcılan (onu kullananlar) olduğunu belirtmeme bil­

mem i htiyaç var mı? Çok erken bir tarihte , itin ta başın­ dan b aş l ayarak, "ulusal" sırurlann ötesine taşıyor

ve ya­

bancı ticaret merkezlerindeki tacirlerle temasa geçiyorlar­

dı. Bu adamlar i şl e ri

kendi l ahl e ri ne

çevirmenin binbir yo­

lunu biliyorlardı : Kredi manipülasyonu ve karlı para oyun­ lan , iyt ve kötü paraJann yerin e göre kull anılması:

"iyi"

gümüş veya altın paralann Sermaye yığmak için büyük iş­ l e m l erd e , "kötü" bakır pa ra l a n n ise en düşük maaşl arda bir deyişle Emek karşılığı ola­ rak kull anılm ası . Üstün bir bilgi, zeki ve kültüre sahi pti­ ler. Ve çevrelerinde almaya değ'er ne varsa e l e geçiriyorlar­ dı - toprak, arsa ve toprak kiraJan. Bu kapitalistlerin emirlerinde tekeller olduğundan yahut on seferin doku­ zunda rekabeti aradan çıkarmak için gerekli güce sahip ol­ duklanndan kimin şüphesi ol ab i lird i? Bordeaux'daki tica­ ve günlük ücretlerde,

başka

ri müttefiklerinden birine yazarken, bir Felemenk taeiri

planlarının gizli tutolmasını öğütlüyordu; aksi ha lde , diye

i l ave ediyordu, "bu iş de diğer birçoklan gibi tersine döne­ cek, bir kez işe rekabet kanştı mı, kar yapm a k için hiçbir ,ans kalmayacaktı . • Son olarak, sa dec e sermayelerinin bü­ yüklüğü kapitalistlere aync al ık lı konumlannı koruma ve zamanın büyük ul uslararası işlemlerini kendilerine ayır­

yandan, bu du rum şu sebeple aşın derecede atır taşımacılık döneminde,

ma imkAnı veriyordu. Bir mümkündü: o

büyük-ölçekli ticaret, sermayenin geridönüşünde uzun ge­ cikmeler gerektiriyordu; yatınlan paranın kinyla artm.ıt

olarak

geri dönmesi aylar, bazan da yıllar alıyordu. Diğer

yandan, büyük tacir genellikle kendini sadece sennayeaiy­

le sınırlamıyordu; krediye, bqka inaaniann parasına baş-­ vuruyordu . .Aynca, sermaye meye 58 .

ve

kredi çevrede hareket et­

muk.tedirdiler. Floransa civarındaki

Prato'nun

bir

taeiri olan Francesko di Marco Daıini'nin evrakı andör­

düncü yüzyılın sonlanna doğru kambiyo se netlerinin

İtal­

yan şehirleriyle Avrupa kapitalizminin en aktif merkezle­

ri · arasmda gidip geldiklerini göstennektedir: Barcelona, Montpelier, Avignon , Paris, Londra ve Bnıges. Ama bu tür

m an i pül asyonl ar sıradan ölürnlülere, Basel'in Banque des Reglements lnternationaux 'ımn süpergizli ince h es apl an bugün sokaktaki insana ne kadar yabancıysa o kadar ya­ bancıydılar. Bu bakımdan, ticaret yahut mübadele dünyası bir hi­

dünyasıydı, en mütevazi görevlerden -hamal­ lar, istifçiler, arabacılar, ve gemiciler- b aşlayarak kasa­

yerarşiler

dar, dük.kancı, çeşitli simsarlar ve tefeci lere doğru yükse­ lerek nihayet taeiriere

ulaşırdı. İlk b a kı şta şu ol gu şaşırtır

bizi : Piyasa eko nomi si nin getirdiği terakki ticaret toplu­ munu

bir bütün olarak etkiledikçe, uzmaniaşma ve iş bö­

lümü artmakta, sadece zirve, tüccar-kapitalistler ka de me­

si bunun dışında kalmaktadır. Ve böylece bu, işlevleri bir­ kaç küçük parçaya ayınna süreci, bu modernleşme süreci ilk önce sadece piramidin tabanmda görülmekteydi: Dük­ kAnlar ve gezgin satıcılar uzmanlaşmaya başlıyorlardı. Uzmaniaşma piramidin tepesinde meydana gelmedi, zira ondokuzuncu

yüzyıla kadar

üst-düzey tacir hemen hemen

hiçbir zaman kendini bir tek faaliyetle sınırlamıyordu. Ta­ bii ki, bir taeird i o, ama hiçbir zaman sadece bir mal ile uğ­

şartlar yönlendirdiğinde aynı şekilde gemi­ lere erzak tedarikçisi, sigortacı, kreditör, kredi müşterisi, fınansör, bankacı vey a hatta "'imalatçı" yahut çifı.lik yöne­ ticisi ol a bilirdi Onsekizinci yüzyıl Barcelona'smda pera­ kende san, yapan dültkincı yahut botiquer her zaman bir raşmıyordu ve

.

uzmanlığa

sahipti; ya keten (çamaşır/kumaş) veya yünlü

giysiler veya baharat, v.s. satardı. 'Thptancı olabilmeye ye­

Uırli serveti

biriktirdiği gün, hemen uzmanlıktan uzman59

O andan itibaren "uzmanlığını• ol uştururdu.

olmamaya (nonspecialization) geçerdi. elinin erdi4i her kazançlı işlem

Bu a norm alli k üzerine sık sık yorumlar yapılageldi, ama kulağımızın alıştığı açıklama yetersizdir. D e niyor ki, tacir risklerini s ını rl am ak için faaliyetlerini çeşitli sektörlere bölmekteydi ; . eğer kırmız i ş i n de kaybettiyse, baharattan kazanabilirdi. Eğer bir ticaret işini bozmuşsa, döviz hadle­ rinden yararlanarak veya bir köylüye yıllık gelir sağlamak

üzere borç vererek başabaş gelebilirdi . Sözün kısası, bütün

yumurtalannı bir sepete koymamasını öğütleyen atasözü­ nü taki p ederdi . inanıyorum ki, evvel emirde, tacir, yapması mümkü n ticaret dallarından hiçbiri onun tüm

eneıjisini massedecek

kadar gelişmiş olmadığı için uzmanlaşmıyordu. Geçmişin

kapitalizminin sermayeden yoksun oldu� için küçük kal­ dığı öteden

açması

beri

kabul edile gelmiştir; kapitalizmin

çiçek

için yeterli sermayeyi biriktirnıek uzun bir zaman

almıştır. Gerçekteyse, taeirierin mektuplan

ve

oda· gözleyen

ticaret

lannın muhtıralan yatınlmak için beyhude yol

muazzam sermaye yek\lnlannı açığa çıkarmaktadır. Yatı­

nm için başka ve daha ki.rlı yerlere sahip olmayan kapita­ list toprak almaya teşvik edilmiş olurdu; bu

lumsal itibar sağlayan

bir

emin

ve top­

yatınmdı , ama bazan modern

tarzda işlenebilecek ve iyi bir gelir kaynağı olabilecek top­

ve başka arsa spekü­

raklan da satın alırdı, İngiltere, Venedik devleti yerlerde olduğu gibi. Yah ut tacir, şehirl erdeki lasyonuna kaptınrdı kendini.

Yahut, sanayi

sektörüne ba­

siretli ve tekrarlanan dalışlar yapardı; mesela onbeş onaltıncı yüzyıllardaki madencilik muhtemel

istisna

işi

ve

gibi. Ancak, bir iki

ile, tacirin (kapitalistin)

üretim sistemi·

ne hiçbir alaka göstermettiği ve, putting-out sistemi aracılt· ğlyla, zanaata dayalı

üretimi (bu üretimin ticarileşmesini

satlamak için) denetlemekle yetindiği önemlidir. Zanaat ve

60

putting-out (fason i mal at ) sistemi ile karşılaştınldığında, mamul mallar ondokuzuncu yüzyıla kadar toplam üreti­ min sadece çok küçük bir bölümünü temsil etmekteydiler.

İkinci ol arak , eğer büyük tacir faaliyetl erini o kadar sık deği.� tiriyor idiyse, bunun sebebi yüksek k Arl arı n bir se ktörden diğerine sürekli olarak kayıyor olm asıydı . Ka pi­ talizm esas olarak konjonktüreldir, yani iktisadi d uru m d a­ ki değişmalerin buyruklarına göre serpili p ge li şir. Bugün bile kapitalizmin en büyük kuvvetlerinden biri uyarianma ve değişme yeteneğidir.

Üçüncü olarak, ticaret h ay atında bir uzmaniaşma türü bazan gel işme istidadı gö steriyord u : para ticareti . Ama ha­

şansı hiçbir zaman uzun s ünn üyord u , iktisadi yapı ekono­ minin bu yüksek noktasına yeterli besin pompalayamıyor­

du sanki. Kısa süren ihtişamım takiben, Floransa bank.a­ cıhğı, Bardi ve Peru zzi aileleriyle beraber andördüncü yüz­ yılda ve tekrar Medicilerle onbeşinci yüzyılda çöktü. 1579'dan sonra Canova'nın Piacenza fuarları hemen he­

men tüm Avrupa ödemeleri için takas (kliring) sistemi ha­ line geldi, ama bu Cenovalı bankerterin olağanüstü serü­ veni elli yıldan az sürdü, 162l'e ka d ar. Onyedinci yüzyıl da Avrupa kredi ağına parlak biçimde egemen olma sırast

bu tecrübe de takibeden yüzyılda ba­ sona erdi . Mali kapitalizm ancak ondokuzuncu yüzyılda, 1830-60 döneminde, bankaların sanayi ve ticaret dahil herşeyi ele geçirdiği ve ekonominin genelde bu yapı­ yı sürekli olarak destekleyecek kadar güçlü ol du ğu bir u­ manda başarılı oldu . Amsterdam'a geldi ;

şansızlıkla

Özetlersek, i ki tür mübadele vardır: Biri makul, reka­ bete dayalı ve hemen hemen saydam olandır; daha yüksek

bir biçim olan diğeri ise ineeliidi ve tahakkümcüdür. Bu iki tür faaliyeti ne aynı mekanizmalar ne de · aynı fall ler (agents ) yönetmektedir, ·kapitalist alan ise yüksek biçim

61

içinde yer almaktadır. Becerikli ve yaman bir takunyalı

köy kapitalistinin muhtemel varlığım inkAr ediyor deği­ lim. Moskova'dan Profesör Vıktor Dalin'in bana söylediği­

ne göre, Lenin sosyalist dünya içinde bile köy pazannın, bir kez özgürlüğünü y e niden kazanınca, eksiksiz kapita­ lizm ağacını p ek alii yeniden yeşertebileceğini ifade etmiş­

ti. Aynı zamanda, dükluin sahipleri arasında bir mikroka­ pitalizm mevcut olduğunu da inkar etmiyorum; Alexander Gerschenkron hakiki kapitalizmin ora d a doğduğunu dü­ şünmektedir. Kapitalisti k sürecin altında yatan, partner­

Ierin temel eşitsizliği toplumsal hayatın her kademesinde görülebilmektedir. Ama sonunda, kapitali zm toplumun ta

zirv!!sinde i l k defa yayıldı , gücünü kanıtiadı ve kendi ni açığa vurd u . Araştırmamızı sürdürmemiz gereken ve kapi­

talizmi keşfetme· şansımızın olduğu düzey Bardi1er, Jac­ ques Coeur'lar, Jacob Fugger1er, John Law1ar veya Nec­

ker'ler düzeyidir.

Eğer kapitalizm

ile piyasa ekonomisi arasında umumi­

yetle hiçbir ayınm yapılmıyorsa, bu her ikisinin

de

Orta­

çağlardan bugüne aynı hızla ileri doğru gitmesinden ve ka­

pitalizmin çoğu kez iktisadi ilerlemenin güdüleyici kuvve­

ti yahut

çiçeklenmesi olarak sunulmasındandır. Gerçekte,

her şey maddi hayatın o çok geniş

sırtı

üzerinde duruyor­

d u ; maddi hayat genişlediği zaman, her şey ileri doğru gi­

diyordu, piyas a ekonomisi de hızla genişleyerek maddi ha­

yat

pahasına mesafe katediyordu. imdi , kapitalizm bu tür

genişlemeden her zaman yararlanır. Joseph Schumpeter'in müteşebbisi bir çeşit

haklı

ckus

ex

machina

telakki ederken

olduğuna in anmıyorum. Belirleyici faktörün bir bü­

tün olarak hareketin kendisi olduğu ve herhangi bir kapi­ talizmin genişliğinin temeldeki ekonomi ile doğru oranbit olduğu yolundaki inancımda ısrar ediyorum.

62

ıv.

Küçük azınlığın koroluğu olan kapitalizm, toplumun aktif s u ç ortaklığı ol m aksı zı n düşünülemez. Zorunlu ol a­

rak toplumsal düzenin bir gerçekl iği, siyasal düzenin bir gerçekliği ve hatta m e deniyetin bir gerçekliğidir. Çünkü belirli bir tarzda, toplum bir bütün o l a rak aşağı yukan bi­ linç l e kapitalizmin d eğe rl erini kabul etmek zorundadır. Ama bu her z am an vuku bulmaz. Herhangi bir fazlaca gelişmiş

toplum b irka ç " p arçaya"

bölünebilir: Eko n omi, siyaset, kültür ve toplumsal hiyerar­ ş i . Ekonomi ancak d iğe r "parça l ar a " dayanarak anlaşılabi­ lir, zira hem kendini çevreye yayar hem de kendi kapılan­ nı komşu lan na açar. Eyl e m ve etkileşim vardır ortada. Ka­ p italiz m denen, ekonominin o b i ra z özel ve kısmi biçimi ancak bu bitişik "parçalann" ve onlann uzanımlannın ışı­ ğı n da tam olarak açıklanabilir; ancak o zaman h a kiki çeh­ resini gösterir;

Bu bakımdan, kapitalizmi yaratmayan ama o n u teva­ rüs eden (miras alan) modern devlet bazan onun lehine ba­ zan da aleyhine hareket eder; bazan kapitalizmin ge ni ş l e­ mesiıle fırsat verir, b aş ka zamanlarda da onun ana kayna-

. ğını yokeder. Kapitalizm a ncak devlet ile özdeş h8le geldi­ ği zaman, kendisi d evl et olduğu zaman muzaffer olur. İlk büyük merhalesi olan İtalyan 'ehiMievletleri (Venedik,

Cenova ve Floransa) merhalesinde, iktidar paralı seçkinle­ rin ellerindeydi. Onyedinci yüzyıl Hollanda'sında Nai bler aristokrasisi ülkeyi işadam l annın, tüccar ve tefeciterin çı­ karlarına, hatta buyruklarına göre yönetiyordu. J\ynı şe­ kilde, İngiltere'de Muhteşem 1688 Devrimi U, çevrelerinin Hollanda'dakine benzer yükselişine işaret ediyord u . Fran­ sa yüzyıldan fazla bir zaman geride kaldı; ancak 1830 Ha­ ziran Devrimi ile ticaret bwjuvazisi rahat bir biçi md e yö­ netime yerleşti. 63

O halde devlet kendi dengesine ve ayaklan

üstünde

du rabil me kabiliyetine göre finans dünyasının ya lehin­

deydi veya ona düşmandı. Aynı şey kültür

ve din için de ge­

ç er liydi. Kuramsal olarak, muhafazakar bir kuvvet olan

din piyasa, para, spekülasyon ve riba ihtiva eden yenilik­ lere hayır diyordu. Ama Kilise finans dünyasıyla bir anlaş­

maya vardı. Hayır d em eye devam ediyordu, ama nihayet­ te asnn karşıkonulmaz zaruretlerine boyun eğdi. Uzun sö­ Vatikan'dan sonra uydurulan bir ifadeyi kul­ lanacak olursak, bir aggiornamento veya eskiden "modern­ lik" denen şeyi kabul etti. (Augustin Renaudet, Saint Tho­ zün kısası, II.

mas Aquinas ( 1 225-74 )nın bir gün başanya ermesi mukad­ der olan ilk modernizmi nasıl formüle ettiğini anlatıp dur­ du.)

Ancak, her ne kadar din, ve dolayısıyla kültür, bu tür nispeten erken bir tarihte aradan çıkardıysa da,

engelleri

Kilise bu işlere ilke olarak muhalafet etmeye devam etti, özellikle riba olarak

suçlanan faizli borçlar sözkonusu ol­

duğunda. Hatta, biraz aceleci bir tavırla, bu tereddütler

ancak Reformasyon tarafından giderildi ve bu kapitaliz­

min kuzey Avru pa ülkelerindeki gelişiminin hakiki açıkl a­ masıdır. Max Weber için, kelimenin modern anlamıyla ka­ pitalizm Protestanlığın yahut,

daha kesin söylersek, Püri­

tenciliğin l!serinden başka bir şey değildir. Bütün tarihçiler, her ne kadar ondan nihai olarak ku.-. tulmayı becerame se l er de, bu ince (yüzeysel?) teoriye kar­ şı çıktılar. Ancak açık biçimde yanlış bir teoridir bu. Kuzey ülkeleri, daha önce Akdeniz'in eski kapitalist merkezleri­ nin o kadar uzun zaman ve o kadar parlak biçimde işgal ettikleri yeri ele geçirdiler. Ne teknolojiele ne de iş idare­

si nde hiçbir şey icat etmediler. Amaterdam Venedik'i taklit etti, sonradan Londra'nın Amsterdam'ı taklit ettiği ve New York'un bir gün gelip de Londra'yı

taklit edeceği (ettiği) gi·

bi. Her seferinde vuku bulan, dünya ekonomisinin yerçe-

64

kim merke zini n kayışıydı: Kapitalizmin temel yahut gizli tabiatıyla hiçbir alakası olmayan iktisadi sebeplere daya nan bir kayış. Onaltıncı yüzyılın sonlannda Akdeniz'den Kuzey Denizi'ne doğru kesin kayış yeni bir bö lgen in eski bir bölge üzerindeki z aferi ni gösteriyordu. Atiantik'in yeni yükselişinin verdiği destekle ge nel ekonomi, ticaret ve hat· ta para arzı genişledi. Ve bir kez daha -Amsterdam'daki randevusuna sadık kalan- piyasa ekonomisinin hızlı bü­ yümesi kapitalizmin genişleyen yapılarını o geniş sırtı üzerinde taşıdı. Her şey göz önüne alındığında, Max Wa. her'in hatasının esas olarak onun kapitalizmin modern dünyanın teşvi kçisi olmadaki rol ünü abartmasından kay· naklandığına inanıyorum . ·

Ancak temel sorun orada yatmamaktadır. Hatta, kapi­ talizmin gerçek kaderi onun toplumsal hiyerarşilerle çar­ pışması tarafından belirlendi. Gelişen her toplum bir

kaç hiyerarşiyi birleştirir, bun­

lara nüfus kütlesinin -Werner Bombart'ın Grundvolk'u­ bitedurduğu zemin kattan çıkışı sağlayan merdivenler di·

yelim: Dini bir hiyerarşi , askeri bir hiyerarşi ve çeşitli ma· li hiyerarşiler. Yüzyıla ve bul unulan mekAna b ağlı olarak, aralannda muhalefetler, uzlaşma ve ittifaklar ge li şme kte ve zaman zaman bi rleşiyor gibi bi l e gözükmektedirler.

ünüçüncü yüzyıl Roma'sında siyasi ve dini hiyerarşiler

birleşti , ama şehir çevresinde toprak ve hayvancılık büyük soylulardan ol uşan

tehlikeli biT sımf yaratıyor, Kilise hü­ kümetinin Sienalı bankacılan çok yükseklere tırmanışla· ' rım sürdürüyorlardı. Geç-ondördüncü-yüzyıl Floransa'sında, eski feodal soy­ burjuvazi bir olarak, mantıklı bir tarzda siyasi denetimi ele geçirmeye girişen para babası bir elit ohışturdular. Ancak, başka toplumsal bağlamlarda, siyasi bir hiyerarşi bütün diğer hiyerarşileri ezmek zoru n lularla yeni tüccar üst

-

65

daydı;

Ming ve Mançu Çin'inde durum b uyd u . Biraz daha

tarzda olsa da, Ancien Regi.me'in monarşik Fransa'sı için de durum buydu: Ehem­ az doğrudan ve daha az tutarlı bir

miyetli s oyl ul ar hiyerarşisini ön sıraya i terken uzun za­ man tacirleri, zengin olanlannı bile, itibardan yoksun bir rol oynamaya zorluyord u . ünüçüncü Louis idaresindeki Fransa'da i ktidara giden yol krala ve saraya yakın olmak­ tan geçiyordu. Luçon'un önemsiz piskoposluk rütbesine sa­

hip Richelieu'nün kariyerinde yukan doğru ilk gerçek adım ana Kraliçe M ari e de Medicis'in yardım d�ğıtan me­ m uru olması ve bu suretle saraya kabul edilip id a rec i leri n

sınırlı çevresine ginnesi idi.

Her toplum, bireyse l tutkulann b aş anya ul aş a bi l eceği kendi öz kanal lanna sahiptir. Her toplumun kendi başan

türü

vardır. Batı'da, her ne kadar bireysel başanlar end er

değiidiyse de, tarih mükerrer biçimde 'u dersi

tür başanlar hemen hemen her

zaman,

öğretti:

Bu

servet ve nüfuzla­

veren uyanık, dikkatli ailelerce yığılan mal varlığı na (aktiflere) atfedilmelidir. Tutkulan sabır ile elele gidiyordu; uzun-vadeli bir tutku

nru azar azar arttırma mücadelesi

çeşidiydi. O

halde uzun zaman yaşayan ailelerin, silsilele­

rin faziletlerine övgüler mi dizmeliyi z? Böyle yapmak, Ba­ tı

sözkonusu

o ld u � n d a, gevşek

bir dönemde kullaruma juvazi tarihi

vazi, yani

bir şe ki l d e -oldukça geç giren bir terimi kullarursak- bur­

d enen şeye yıldızlık tevcih etmek

olur; buıj u­

kapitalistik süreci sırtlananlar, kapitalizmin

belkemiğini oluşturacak olan katı bir h iye rarşi yi yaratan

veya kullananlar. Zira servet ve gücünün temellerini sağ­

lam atmak için, kapitalizm peşpeşe veya esaslı olarak ye­ rel ticarete, ribaya, uzun-mesafeli ticarete, rüşvetle satı­ nalınabilir idareye, toprağa �min bir yatınmdı to prak ve

aşikir bir itibar, düşünebileceğimizden daha fazla itibar sağlıyordu- ve bizzat toplumun ken dine bağımlıyayrıca

66

dı. Eğer bu uzun aile zincirlerine ve mülklerle teriiierin ağır ağır birikmesine yakından bakacak olursak, Avru­ p a'da feodal rejimden kapitalist rejime geçiş hemen hemen anlaşılır olur. Feodal rejimden senyör aileleri yararlaru­ yordu , zira temel servet olan toprağı dağıtan sağlam bir bi­ çim idi feodalizm. Diğer bir deyişle, e s asta istikrarlı bir toplumsal rejim yaratıyordu. Yüzyıllar boyunca "buıjuva­ zi" bu ayncalıklı sınıfa yapışan bir parazitti, onunla yanalt ya n ağa yaşıyor, onun hatalarından, lüks aşkından, tem­ beJliğinden ve ihtiyatsızlığından yararl anara k sahip o l du ­ ğu şeyleri -çoğu zaman riba sayesinde- ele geçiriyor ve ni hayette asalet s afl a n n a kayıyordu. Ancak, saldınyı ye­ ni lemek ve eski mücadeleye yeni baştan başlamak için b a şk a buıjuvalar da va rdı. Tek kelimeyle, u z u n vadeli bir asalaklıktı bu : Buıjuvazi kendi iştihasım tatmin için yöne­ tici sınıfa durmaksı zın tahrip ediyordu . Ama buıjuvazinin yükselişi y a v a ş ve sabırlıydı ve tutkusu sürekli ola r ak ço­ cuklanna ve torunlanna geçiyordu. Ve bu durum tekrarl a­ rup duruyordu. Feodal to pl u mdan türeyen ve kendisi hAla yarı feodal olan b u toplum tipi, mülkiyet ve toplumsal ayncalıkların görece korunduğu , ailelerin -mülkiyet k utsal olduğundan veya öyle olması istendiğinden- göreli sükünete sahip olabildikleri, ve her bireyin aşağı yukarı kendi yerinde kal­ dığı bir toplumdur. imdi, eğer birikim meydan a gelecekse, eğer aile silsiteleri büyüyüp sürdürülecekse, eğer para eko­ nomisi sonunda kapitalizmin dotıDasına yardımcı ol acak­ sa, sakin yahut nispeten sakin toplumsal sulara . ihtiyaç vardır. Süreç içinde, kapitalizm üst tOplumun bel i rli tab­ yalannı tahrip eder, ama bunu kendi yaranna eşit d erece­ de sağlam ve dayanıklı tabyalar inşa etmek için yapar.

Aile servetlerinin, bir gün parl ak bir ba şanyla sona eren bu uzun ge bel i k dönemleri hem geçmişte hem de bu-

67

gün

bize o denli

aş m adı rl ar

temel bir özelliği olduğunu

ki bunun B atı topluml annın

farketmek

bizim için güç ol­

maktadır. Bu olguyu ancak Batı'dan ayrılıp Avrupalı olma­

to p l um lan n sunduğu değişik m anzarayı gözledi�miz zaman hakikaten farke deri z . Bu toplumlarda, benim kapi­ talizm dediğim -yahut demek istediğim- olgu a tlan m ası güç veya imkansız topl u msa l engel l erl e karşılaşmaktadır. iro n i k olarak, bizzat bu engeller genel bir a çıkl ama i çin

yan

ipuçlan

sağlaınakta'dır.

J a pon toplumu bu b ak ı m d an ati piktir, zira orada süreç kabaca Avrupa'da olduğu gi biydi : F e od a l b ir topl u m yavaş yavaş b o z ul d u ve k a pi ta l i zm sonunda fışkı nverdi (J apon­ ya tüccar haneqanlannın en uz u n ömürlü oldu klan ülkey­ di , zira o nyed inc i yüzyıl a kadar uzanan bazı a i l ele r bugün hala gelişmektedir). Fakat m ukayes e li toplumsal tarih ça ­ lışmalan feodal düzenden parasal düzene hemen hemen kendi momentumlanyla geçen toplurolara örnek olarak

y a l nız ca bu iki toplumu

-Batı ve

Japon- sunabilmekte­

dir. Başka yerlerde devl etin , mertebeye d ay a l ı imtiyazın ve

servete dayalı i mtiyazın kon uml a n

çok farklıydı ve ben

bu farklardan bir ders çıkarmaya çalışacağım.

Çin'i veya İ s l a m 'ı gö z önüne alın. Ç i n ' de eldeki eksik is­ tatistik ler di key toplumsal hareketliliğin (mobility) orada Avru pa 'da n daha fazla ol d u ğu izlenimini vermektedir. Ay­ ncal ı kh kişilerin sayısı görece daha fazla d e ğil di , sadece Çin top l u mu Avrupa toplumundan çok d aha az istikrarhy­ dı . Açık ka pı , açık hiyerarşi ma ndarin rütbesi için sınav biçimini alıyordu. Her ne kadar bu ttir sınavlar her zaman mutlak dürüstlük içinde yapılmıyorduysa d a , kuramsal olarak bütün toplumsal gru plar için gi rilebilir idiler: Her hal ükıirda ondokuzuncu yüzyılda Batı'nın büyük üniversi­

telerinde olduğundan sonsu zca daha ileri bir ulaşılabilir­ lik. Mandarinin yüksek rütbelerine ulaşmayı sağlayan sı-

68

navlar fiiliyatta toplumsal oyunda kullanılan kAğıtlann yeniden kanştınlmasına, sürüp giden bir "yeni anlaş­ ma"ya baliğ oluyordu. Ne var ki, zirveye ulaşanlar b u nu ancak güvensi z bir tarzda yapıyor, bir çeşit ömürboyu-sü­ recek ünvan kazanıyorlardı. Ve bu vesilelerle biriktirdikle­ ri servetler Avrupa'da grandes familles ("büyük a i l e l er" ) diye bilinen ol gun u n temellerini atmaya p e k az yanyord u. Ayrıca , çok zengin ve çok güçlü aileler il ke olarak devletin şüphesini çekiyorlardı; d evlet tekbaşına toprağa sahipol­ ma ve köylüleri vergiye bağlama hakkına sahipti; maden­ cilik, sanayi ve ticaret işletmelerini yak ı n d an gözetim al­ tında tu t uy ordu . Taeirierin yerel düzey d eki su ç ortaklığına ve yolsuzluk yapan mandariniere rağme n , Çin devleti ka­ pitalizmin yayılmasına sürekli düşmanlık gösterdi . Kapi­ talizmin elverişli ş a rtl ar yüzünden genişlediği her sefe rde , hem en hemen totaliter (bu kelimenin gün ü m ü z d e ki tüm küçültücü anl a mlannı bir yana koyuyorum) bir devlet ta­

rafından n ihayette deneti m al tına al ınıyordu. Hakiki Çin­ li kapitalizmi anca k Çin dışında mevcut oldu-mesela, Çin

lüccannın tam bir özgürlük içi nde işini sürdürdüğü ve kendi alanını tesis ettiği Insulinde'de olduğu gibi.

İslam'ın

de onsekizinci yüzyı l öncesinde, toprak sahipliği geçiciydi, çünkü ora d a, Çin'de olduğu gibi, toprak huku ken hükümdara aitti. Av­ ru pa Ancien Regime'nin terminol ojisini kullarursak, tarih­ çiler bu tür m ü l kle re , ail e fieflerine karşıt olarak, Mnefice lar (yani, birine ömürboyu tahsis edilen m ül k ) diyebilirler. Başka bir deyişle, senyörlükler -yani araziler, köyler ve toprak kiralan- (eski Karolenj devletinin uyguladığı usu­ lü hatırlatan bir tarzda) devlet tarafından dağıtılıyorrlu ve bundan faydalanan öldüğü zaman bir kez daha (başkası­ na) verilme imkAnı hasıl ol uyord u . Hükümdar için bu du­ rum piyade ve süvarilere hizmetlerinin karşılığını ödemeengin d ü nyası nda, özellikle

69

yi ve onlann gelecekteki sadakatierinden

emin olmayı sai­ lıyordu. Bey öldüğü zaman, senyörlüğü ve sahip olduğu her şey İstanbul Sultanı'na yahut Delhi'nin Büyük Hü­ kümdan 'na iade olunuyordu . Şu hususa i şare t edilmelidir ki, otoriteleri sürdüğü müddetçe bu büyük hükümdarlar yönetici topl umun, se ç kinl er sınıfının bi l eş i mi ni -gömlek­ lerini değiştirir gibi- değiştirebiliyorlardı ve bunu yap­ mada da tereddüt göstermiyorlardı. Böylece, toplumun zir­ vesi sık sık yenileniyor ve aileler sağlam biçi mde kök sal­ maya muktedi r olamıyorlardı. Andre Rayni.ond'un onseki­ zinci yü zyı l Kahire'sine dair yakın zamanlardaki çalı şm a­ sı oradaki büyük taeirierin konumlannı bir ne sil d e n fazla sürdürmeye nadiren muktedir ol duklannı göstermektedir. Siyasi toplum tarafından yutuluyorlardı. Eğer Hind tücca­ nnın hayatı biraz daha emniyetli idiyse, piramidin tepe­ sindeki istikrarsız toplumun içinde deği l de, tüccar ve ban­ kacılık kastlannın koruması d ahi l i n de geliştiği içindi. Önerdiğim gayet basit, imkan d ahi li ndeki teorini n şu ana kadar anlaşılmasının kolayiaşmış ol m as ı lazım: Kapi­ talizmin büyüme ve başansı belirli toplumsal şartlar ge­ rektirmektedir. Toplumsal düzende beli rli bir süku net (is­ tikrar) ve devlet tarafından belirli bir nötrlük (tarafsızlık) veya zayıflık veya lütufkirlık gerektirmektedir. B atı 'da da değişen derecelerde ortay a çıktı; esas ol arak toplumsal ned'enlerden, kökü geçmişin derinliklerinde ya­ tan nedenlerden ötürüydü ki Fransız ulusu her zaman için kapitalizme, diyelim İngi ltere'nin olduğundan, daha az müsait olmuştu. lütufkarlık

Bu hususta ciddi itirazlann olmayacağını sanıyorum. Ama şimdi yeni bir sorun ortaya çıkmaktadır. Ka pitaliz. min hiyerarşiye ihtiyacı vardır. Ama, hepsi de hiyerarşile­

de zirvelerinde iktidar sahibi bir avuç ayrıcalıklı birey bulunan yüzlerce toplumun oluşu-

re sahip ol a n , hepsinin

70

munu zihninde canlandırabilen bir tarihçi için hiyerarşi . tek başına ne ifade eder? Hiyerarşiler geçmişte mevcuttu, onüçüncü yüzyıl Venedik'inde , Ancien R�gime sırasında Avru p a'da, Thi ers Fr ansa's ın d a yahut pop ül er sloganiann iktidardaki "200 aile"yi itharn ettikleri 1936 F ransa'sı nda . Ama hi yerarş iler aynı z am anda Japonya'da, Çin'de, Os­ manlı'da ve Hindistan'da da mevcuttu. Ve bugün hala mevcutturlar,

Amerika Birleşik

Devletleri'nde

bile.

Kapi­

talizm piyasayı, üretimi yahut tüketimi i c at etm ediği gibi, h iyerarş i l eri de icat et m e z ; sadece kullamr onlan. Tarihin uzun oluşumunda, ka p i tal i z m geç gelen bir olgu dur. Her­ şeyin hazır olduğu bir anda gelmektedir. Diğer bir deyişle, ö zgül hiyera rş i s orun u

kapi t ali z m i n

ötesine gitmekte, onu aş m akta , onu önceden (a priori)

kontrol etmektedir. H eyh at , ka pital ist olmayan toplumlar

da hiyerarşileri bastıramadılar. Kitabıma dahil ettiğim uzun ayrıntılara kapı açan, ancak hiçbir sonuca varmayan

topl u m l ar. Bu muhakkak ki anahtar m esel ed i r, meselele­ rio meselesidir. Hiyerarşi , bi r i nsanın di ğeri n e b ağı m l ı l ı ğı , yok 'edilmeli m i dir? "E vet, " diyordu Jean-Paul Sartre 1968'de. Ama böyle bir şey gerçekten mümkün müdür?



3 � Kapitalizm

ve

Dünyayı Taksim Etmek

İlk iki bölümde bilmecenin tüm parçalannı önünüze yaydım, bazan ayn ayn, bazan gelişigüzel bir tarzda grup­ l an mı ş olarak, yapmakta olduğum açıklamaya en uygunu

hangisi görünüyorsa öyle. Başlığı tam da maksadımı açığa vuran bu bölümde bilmeceyi çözmeye çahşacağıın : Maksa­

dım kapitalizm, kapitali zmin geli şmesi ve hareket tarzı ile genel bir dünya tarihi arasındaki bağiantıyı kurmak. Bir tarih : Biçim

ve

deneyimlerin kronolojik ardışıklığı.

Bütün dünya : onbeş ve onsekizinci yüzyıllar arasında bi­ çimlenen ve müterakki şekilde ağırlığını beşer hayatının her veçhesinde ve yerkürenin her toplum , ekonomi ve me­ deniyetinde hissettiren birlik. Bu dünya kendini bir eşitsizlik atmosferinde açığa rur. ·Bugünkü imaj

-

vu

­

zengi n ulusl ara karşı azgelişmiş

olanlar- onbeşinciden onsekizinci yüzyıla kadar, mutadis mutandis, vukubulan durumdu zaten. Şüphesiz Jacques Coeur'un zamanından Jean Bodi n'e, Adam Smith'e ve ta

Keynes'e kadar uzanan zaman diliminde zengin ve yoksul ülkeler sürekli olarak aynı ülkeler değildi; tekerlek dönü­ yordu. Fakat dünyayı idare eden yasa pek az değişti; dün73

ya yapısal olarak varlıklı olanlarla ol mayanlar arasında taksim edilmeye devam ediyor. Bir çeşit dünya toplumu

mevcuttur, olağan hiyerarşileştirilmiş topl um u n çok geniş­ l etil mi ş ama hala tanınabilen bir versiyonu. Mikrokozm ve makrokozm, ama ikisi de aynı ku maştan kesi l me . Ni çi n?

Bunu ce va pl an dırm aya çalış acağı m, ama başaramayabili­ rim. Tarihçi nasıllan görmekte niçinleri gö rm ekten daha az gü çl ük çeker ve b üyük m esel el eri o so nu çl anın kökenie­

rinden dah a vazıh olarak ayı rdedebi li r. Hele hele, o nu bu denli rutin tarzda yanıltan, ona mütemadiyen nanik ya­ pan bu kökenieri ke ş fetm e hususunda h eyeca nlanm a s ı ye­ ri n d ed ir. I.

Bir kez daha i şe yarar bi r sözlük geliştinneliyiz. Haki­ katte, iki teri m kullanılmalıdır: ikincisi daha önem l i ol­ mak ü zere, dünya ekonomisi ve dünya-ekonomi. Dü nya ekonomisinden (economy of the world) bir b ü tü n olarak dünya ekonomisi ni kasdediyorum, Sismondi'nin ifad esiyle "kainat piyasası"nı. Dünya-ekonomi ( world-economy)

-

Weltwirtschaft kelimesini örnek alarak benim uy­ durduğum bir kelime- ile de, ekonomik bir bütün ol u ştur­ duğu ölçüde, ge ze ge ni m i z i n sadece bir bölümünün ekano­

Alman

mui ni k as d ediyo ru m . Çok önceleri onaltıncı yüzyıl Akde­

Welıwirtschaft, bir d ünya-ekono­ mi, yahut başka bir Almanca ifadeyi kullanırsak, "eine "elt {ür sich, kendi içi n bir dünya olduğunu yazmıştım.

niz'inin kendi içinde bir



Bir düny a-e konomi üç yönlü o larak tasvir edilebilir:

1. Veri bir co�afi

mekAnı işgal

etmektedir; bu bakım­

dan onu ayıran sınırları vardır ve bu sınırlar, biraz yavaş

olmakla

beraber,

değişmektedir. Kopuşlar zam an zaman

kaçınılmaz olarak.

74

görülmektedir,

ama

uzun aralıklarla;

mesela, geç o nbeşinci yüzyılın Keşifler Çağı'm takiben, ya­ h ut 1689'da Büyük Petro Rusya'yı Avrupa ekonomisine aç­ tığı zaman. Sovyet ve Çin ekonomisinin serbest, topyekün

ve kesin bir dışa açılışı vuku bulursa, bugün tanıdığımız haliyle Batı'da görülecek kopuşu vann tahayyül edin.

2. Bir dünya-ekonominin her

zaman, başat

bir şe hirle

temsil ed i l en , bir kutbu veya merkezi vardır: geçmişte bir

şehir-devlet, gü n ümü zde büyük bir şehir-yani, iktis adi bir b aş ke nt , Washington D.C.'den ziya de New York. Daha­ sı, bir tek d ünya-ekono mi içinde iki merkez e ş anh olarak ve uzunca bir dönem varolabilirler, Kayzer Augustus, Ant· hony ve Kl eop atra yönetimindeki Roma ve İskenderiye gi­ bi; C hi oggi a savaşında n ( 1 378-8 1 ) önceki Vene d i k ve Ceno­ va gibi; y a h u t onsekizinci yüzyılda, Holl anda'nın kesin ol a­ rak dıştanması ndan önceki Londra ve Amsterdam gibi. Zi­ ra bu iki merkezden biri her zaman sonuçta tasfiye edil­ mektedir. Bu bakımdandır ki 1 929'da, biraz tered d ütte n sonra , dünyanı n merkezi su götürmez şekilde Londra'dan New York'a kaydı.

Her dü nya-ekonomi birbiri peşi nden gelen bölgelere taksim edilmektedir. Ortada kalp vardır, yani merkezin 3.

çevresindeki ( yakınındaki } bölge - onyedinci yüzyıl d a Arneterdam dü nyaya egemen iken Birleşi k Eyaletler (ama hepsi deği l >; yahut 17801erden sonra Londra kesin ol arak Amsterdam'ın yerine geçtiği zaman İngiltere (ama İngilte­ re'nin de bütünü değil ). Son olarak, çok geniş periferyal (çevresel) al a nlar vardı: dünya-ekonominin vasfı ol an iş böl ılınünde hakiki katılımcilar

deAü de tabi

olanlar. Bu pe­

riferyal b ö lge l e r dahilinde hayat çop z am a n Arata, hatta cehenneme

be n ze mekte dir. Oolann yal nızca coğrafi ko­

numları bunu yeterince açıklama.ktadır.

.

.

Bu aceleye gelmiş gözlemler, yonını ve kamtl arla des­

teklenmelidir; bunları Maddi Medeniyel

ve

Kapitalizm'in 75

3. cildinde sunacağız. Meselenin güzel bir tasviri Immanu­ el Wallerstein'in yakınlarda

Mockrn World-System)

yayımlanan ki tabı nda (The hususlarda ve

bulunabilir. Belirli

bir veya iki gene konum hakkında yazarla uyuşmadığım önemli

değildir. Görüş

açılanmız temelde özdeştir: Wal­

lerstein sanki biricik dünya-ekonominin, onaltıncı yü zyı l a

kadar kurulmamış olan Avrupa ekonomisi olduğuna ina­

nı rken , ben Orta Çağiara

kadar

ve hatta antik d ünyada ,

Avrupaltiann dünyayı topyekun tanımalanndan çok çok

önce , yerkürenin aşağı yukan merkezileşmiş ve aşağı yu­

kan iç tutarWığı olan iktisadi bölgelere, yani , yanyana

mevcut o l an birkaç dünya-ekonomiye bölünmüş o l d u ğu na inanıyorum. Kendi aralannda çok çok sınırlı sayıda mübadele ger­ çekleştiren bu yanyana yaşayan ekonomiler, gezegenin

m eskıln alanlannı taksim ederek oldukça geniş sınır (ser­

hat) bölgeleri meydana getiriyorlardı : bir kaç istisna ile, ti­

caretin onlan aşmada pek az yarar gördüğü sınır bölgele­

ri. Büyük Petro'ya

kadar Rusya (kesin söylersek, Moskova)

esas olarak kendi kendine ve kendi i çi n yaşayan bu kendi­

ne-yeterli dünya-ekonomilerden biriydi. Muazzam Os m an­ h İmparatorluğu da, onsekizinci yüzyılın sonlanna kadar,

bir dünya-ekonomiydi .

ne rağmen,

Diğer yand an ,

muazzam genişliği­

V. Charles veya ll Philip'in İmparatorluğu

böyle değildi; başlangıcından itibaren e8ki ve

faal bir Avru­ ağın parçasıydı . Zira , Kristof Kol nmb'un 1492'deki seyahatinden çok önceleri, Avrupa ile ( aitte nleri Uzak Doğu'ya yönelmiş) Akdeniz bir dünya-ekonomi olu ş­

pa-tem elli

turuyorlardı: o çağda Venectik'in ihtişamı çevresinde dön­ mekte olan bir dünya.akonomi. Bu dünya-ekonomi Keşif­ ler Çağı sı ra sı nda genişledi . Atlantik'i, Atıantik ada ve sa­ hil şeritlerini ve nihayet Amerikan kıtasının iç bölgelerini içine ald1 ; bu iç bölgeler ancak çok sonralan ele geçirildi. 76

Bu dünya-ekonomi aynı zamanda diğer hAlA-özerk dünya­ ekonomilerle bağlannı sıklaştırdı: Hind-Insulinde ve Çin. Bu arada, (bu dünya-ekonominin) yerçekim merkezi Avru­ pa içinde güneyden kuzeye kaydı , önce Antwerp'e ve sonra Amsterdam'a; İspanyol ve Portekiz imparatorluklannın merkezleri olan Seville yahut Lizbon'a değil. Bu bakımdan dünya tarih harit asının üzerine b i r kop­

ya kağıdı koyup herhangi bir veri dönemde görülebilecek

dünya-ekonomilerio kabaca anahatlanru çizmek müm­ kündür. Bu ekonomiler ağır ağır değiştiklerinden, dünya­ da her zaman onlan incelemek, onlan hareket halinde gözlernek ve etkilerini tartmak zorundayız. Dış hatlanm değiştirmede yavaş davranan bu ekonomiler temelde ya­ tan bir dünya tarihinin varlığını izhar ederler. Bu çok de­ rin tarihi ancak hissettirebilirim, zira buradaki biricik amacım peşpeşe gelen Avrupa-temelli dünya-ekonomilerin nasıl kapitalist süreci ve genişlemesini izah ettiklerini ya­ hut edemediklerini göstermektir. Bu tipik dünya-ekonomi­ lerin Avrupa ve a k a bi nde düny a kapitalizmini doğuran rabimler olduğunu işin başında dile getirmekte tereddüt etmiyorum. Her halükarda, kendisine doğru dikkatle ve ağır ağır ileriediğim izah budur. IL

Derin, dipsiz bir tarih. Bu tarihi ben keşfetmedim; sa­ dece önemini belirtmek ve Lucien Febvre'in diline yakışır bir ifadeyle "onu şerefyılb kılmak" istiyorum. Bu kadan büyük bir iştir zaten. Dünya-ekonomilerio merkezinde -merkezsizleşmelerind� görülen değişimler üzerinde ve ardından her dünya-ekonominin bir-ortak-merkezli (con­ centrik) alanlara bölünmesi üzerinde biraz uzunca dunır­ ken sizi ikna edeceğimi um uyorum. 77

Merkezsizleşmenin vuku buldultı her defasında bir ye­ nimerkezleşme meydana gelir, sanki dünya-ekonomi bir yerçekim merkezi, bir kutup olmadan yaş ay aın azm 14 gibi .

Bu merkezsizleşme ve yenimerkezleşmeler (decenterings and rece nterin gs) çok sık meyd an a gelmediklerinden, öne m l eri daha da artmaktadır. Avrupa ve ele geçirdiği böl­

gel er bahsinde, 1 380'de bir merkezl e ş m e görüldü ve Vene­

dik'e avantaj s a ğl a dı . 1500 dal ay l ann da Venedik'ten Ant­ werp'e ani ve devasa bir k.ayış ol d u ; sonra 1 550-60 dönemi Akdeniz'e bir dönüş geti rdi , ama bu sefer Cenova lehine; ve nihayet 1590- 1 6 1 0 dalayl annda merkez Amsterdam'a kaydı ve Avrupa bölgesinin i ktis a di merkezi orada hemen hemen iki yüzyıl sabit kaldı. 1 780 ile 1 8 1 5 ara sı nda Lond­ ra'ya geçti ve 1 92 9'd a Atlantik'i aşarak New York C i ty'ye

yerleşti. Böylece Avrupa saati mukadder vakti beş d e ği ş ik vesi­ leyle çaldı ve her defasında kayma mücadeleler, çarpışma­

lar

iktisadi bunalımlar arasında vuku bu l d u . Bir el verişsiz i ktiaadt şartlar son u n d a , zaten tehlikeli bir konu ma yuvarlanmış ol an eski merkezi n ölüm ve ciddi

çok durumda

çanını çalıyor ve yeni bir merkezin doğuşunu teyit ediyor­ du. Doğallıkla, büt ün bunlar herhangi bir m ate ma t iks el düzenlilikten yoksun olarak meydana geliyordu; uzun sü­

ren bir iktisadi bu nalım bir sınav ol m a kta d ı r: Güçlüler

ayakta kalır,

zayıflar batar. Bu bakımdan, iktisadi güçlük­

Ierin ortaya çıktığı her seferde merkez çökmez. Aksine , on­ yedinci yüzyılın bunalunlan genellikle Amste rdam 'a yara­

dı. Son bir kaç yı ldır biz de, ciddi

ve uzun ömürlü

ol du ğu

her bilinden belli olan bir dünya bunalımından geçmekte­ yiz. Sanmıyorum ama, eRer New York b atacak olsaydı, dünya yeni bir me rkez bulmak veya yaratmak zorunda ka­ lacaktı; eğer, muhtemel olduğu üzere, Amerika Birleşik Devletleri direnebilirse, sınavı geçtiği için daha d a güçle78

nebilir, zira diğer ekonomiler yaşamakta olduttımuz elve­ rişsiz iktisadi durumun sonucunda Amerika'dan daha faz­ la zarara uğrayabilirler. Her halükarda, merkezleşıne, merkezsizleşme ve yeni­ denmerkezleşme bir bütün halinde değerlendirildiğinde genel ekonomideki uzun bunahmlarla b ağla ntı l ı gözük­ mektedir. Bu bakımdan, dünya tarihini tersi� çeviren bu mekanizmalann zor olan incelemesinde bu iktisadi bula­ mmlann hareket noktamız olması gerektiği aşikAr görün­ mektedir. Bir örneğe yakı ndan bakış bu hususta aşın tar­ tışm alardan sakınınama imkan verecektir. Bir dizi çalkan­ tıdan, siyasi kazalardan sonra, ve dünyanın merkezinin Antwerp'te sabitleşememesinin sonucu olarak. tüm Akde­ niz onaltıncı yüzyılın ikinci yansında intikamını aldı. Amerikan maden ocaklanndan devasa miktarlarda gümüş geliyordu. O zamana kadar gümüf Atiantik yolunu izleye­ rek İspanya'dan Fl«tnders'e vanyordu; ama U568'den son­ ra, Akdeniz'e doğru çarketmeye bqladı ve Cenova on\ln yeniden dağıtıldağı merkez ol du. O noktada Akdeniz, Cebe­ litank Bağazı'ndan Levant sulanna (Doğu Akdeniz) kadar, bir çeşit iktisadi rönesans yaşadı. Ama bu -Cenova Yüzyı­ lı u zun sürmedi. Durum bozuldu ve neredeyse elli yıldır Avrupa iş hayatının büyük kJiring sistemi olagelen Ceno­ va'nın Piacenza fuarlan 162 1'den sonra artık öııcü rolünü oynamayamaz oldu. Bu Keşifler-ıiollJ'ası dönem sırasında, umu.lacağı üzere, Akdeniz bir defa daha ikinci dereceden bir bölge oldu ve istikbalde mun zaman öyle kaldı. ..

Kolomb'dan bir asır sonra, dolayısıyla müthiş ve hay­ ret verici bir ümit döneminin sonunda Akdeniz'in çöküşü yıllar önce yayınladığım ve Akdeniz mek!nıyla alakah ko­ caman ciltlerin ortaya attığı çetin meselelerden biriydi. Bu gerile m e için hangi tarihi belirlemeliyiz: 1610, 1620, 1650? Herşeyden önce, hangi süreçte kabahat aran.malı? Bu ikin79

ci ve daha önemli soru çok yakınlarda parlak bir bi çi mde -ve bana göre doğru olarak- cevaplandınldı {Richard T. Rapp tarafından, 1975 yılında yazılan bir makaleyle). Bu yazıya son on yılda okudukum en güzel makalelerden biri demekte tereddüt

etmiyorum. Makale 1570'den

sonra Ak­

deni z dünyasının kuzeyli gem il er ve tacirler tarafından bi­ zar edildiğini, zorbalığa uğradığını ve . yağm ala n d ı ğı m ve bu taeirierin başlangıç serm aye l eri ni Hind şirketlerinden yahut Yedi Denizler'deki riskli gi ri şi m l erde n kazanmadık­ lannı i s p at etmektedir. Akdeniz çevresinde hazır bul u n an

servetin üzerine kondular ve, s aygı n yahut rezil,

kıvırabil­

dikleri her yolla onu ele geçirdiler. M ü kemm e l güney ku­

maşlannın ustaca taklitleriyle bö l geyi istila ettiler, o ka­ dar ki alışılagelen Vened i k pazarlannda o " etiket" altında satmak için Jru maşlannı

dünyaca

ünlü Venedik mühürle­

riyle işaretlediler. Sonuçta :Akdeni z sanayii hem

müşteri­

şöhretini yitirdi. Yeni ulusl ann yirmi, otuz l veya kırk yıl ık bir dönem iç inde, ürünlerini "M ade in lerini hem de

U.S.A"

etiketi altında satmak suretiyle, Birleşik Devletle­

rin dış -hatta iç- pazarlannı ,

malan

düzenli

biçi mde baltala­

durumunda ne olacağını bir ta h ayyül edin. Uzun

sözün kısası , kuzeyliler üstün

ticari dir ay e tl eri

yüzünden

veya doğal endüstriyel rekabet süreci sonucu olarak zafe­

re ulaşmadılar (gerçi Ku zey'deki d ü şük ücret ödemeleri muhakk ak ki faktörlerden biriydi ); zaferleri Reformas­

yon'dan yana olmalannın bir ürünü de değildi. Politikala­ rı sadeee önceki galiplerin yerini almakb ve şiddet bu oyunda herşey d i . Bu oyun kuralının hdlA yürürlükte oldu­

ğunu belirtmeye gerek var mı? Dünyanın 1. Düny a Savaşı

sırasındaki, Lenin'in haber verdiği şiddetli bölünümü,

onun du şundüğü kadar yeni değildi. Bugün hala hayatı n bir gerçe� değil mi o? Merkezde bulunan yahut merkeze yakın

80

olanlar o payeyi başkalanna verebil irler.

Bu bizi benim ikinci noktama götürür: her dünya-eko­ nominin

birleşikmerkezli alanlara bölünmesi.

İhtişam, servet ve z evk içinde yaşama dünya-ekonomi­ nin merkezi ci vannda , onun tam kalbinde toplanır. Oraya

tarihin günışığı parlak renkleri taşır; orada yüksek fiyat­ lar, bankacılık, lüks emtia, kirlı sanayi ler ve kapitalist ta­ nm aşikardır; uzun-mesafeli ticaretin çıkış ve vanş nokta­ lan ,

değeıli madenierin akışı, m uteber paralar ve kredi mektuplan orada görülür. Orada ekonomik modernliğin erken gelişmiş her biçimi uygulanır; onbeşinci-yüzyıl Ve­ nedik'ini veya onyedinci-yüzyıl Arnsterdam'ını veya onse­ ki nci-yüzyı l Londra'sını yahut yirminci -yüzyıl New York'unu gözleyen yolcu bu gerçeği n farkındadır. En son teknik hün erl er ve onlara eşlik eden temel bilimsel b ilgil e r de umumiyetle o rad a görülebilir. Orada '1ıürriyetler" kök salar ve her ne kad ar tamamen mitik (efsanevi) d eği l seler de, tamamen gerçek de değildirler. "Venedik'te hayat hür­ riyeti: veya Felemenk h ürriyetleri , veya İııgilı4- !ıürri.>·��o­ lcri ile ne kasdedildiğini bir düşünün. Ara ül kelere , merkezi ,; ı�.-..... �ııı:ıı ı . haıımı ve rakibi olan

ülkelere vard ığı mı z da, bu hayat standardı bir gömlek aşa­

ğl iner. Orada azsayıda hür köylü, azsayıda hür insan, iyi

iJilemeyen borsalar, kusu rl u bankacılık, çoğun l u kl a dışan­ dan idare edilen finans kuruluşlan ve görece geleneksel sanayiler görürüz. Onsekizinci-yüzyıl Fransa'sı zarif görü­ nebilse de, hayat standardı İngiltere'ninkiyle kabil-i kıyas değildir. O şişko et-obur John Bull ayakkabı giye rdi ; ama onun Fransız taydaşı (counterpart) Jacques Bonhomme çelimsiz,

soluk beniıli, erken yaşianan bir

reneli ve ayaklanna takunyalar

ekmek-kemi­

geçirirdi .

Ama çevre bölgelere ulaştığımız zaman Fransa ne ka­ dar uzak görünür. 1650'yi örnek alahm : dünyanın merkezi minnacı k Hollanda'ydı, yahut daha kesin olursak, Amster81

dam. Ara yahut ikincil alanlar Avrupa'nın geriyekalan o faal bölümüydü, yani, Baltık ve Kuzey Denizi devletle­ ri, İngiltere, Almanya'nın Ren ve Elbe bölgeleri, Fransa, çok

Portekiz, İs pa nya ve Roma'nın kuzeyindeki İtalya. Çevre ülkeler ise şunlardı: İskoçya, İrlanda ve kuzeye doğru İs­ kandinavya; artı Hamburg'tan Venedik'e uzanan hattın doğusunda kalan tüm Avrupa; Rom a 'n ı n güneyindeki İtal­ ya (Nopoli ve Sicilya); ve son olarak Atiantik'in ötesi, Av­ rupahlaş(tınl)mış Amerika, periferilerin en ş a ha nesi . Ka­ n ada ile Amerika'daki genç İngiliz kolonileri bi r yana, tüm Yeni Dünya kölelik üzerine kurulmuş bir dünyaydı. Aynı şekilde, Orta Avrupa'nın Polanya ve ötesine uzanan dış alanlan bir ikinc� serflik bölgesiydi ; serfli k, Batı'da olduğu

gibi orada da hemen hemen ortadan kalknuşken, onaltın­ cı

yüzyılda yeni den tesis edildi . Kısacası , 1650'de Avrupa dünya-ekonomi toplumlann

bir yanyanalığı, daha o zamandan kapitalist Hollanda'dan

merdivenin alt basama�nda sertlik yahut köleliğe daya­ nanlara kadar uzanan toplurolann bir birarada mevcutlu­

ğu idi. Bu {'lfZamanlılık, bu senkroniım bir kez daha bütün meseleleri tartı şma alaruna çeker. Çünkü bu katmanlaş­ ma kapitali zme hayat vermektedir: Dış alanlar, arada

olanlan ve hepsinden önce merkezi beslemektedir. Ve mer­ kez eğer zirve değilse, tüm binanm kapitalist üstyapısı de­ ğilse, nedi r peki? Görüş açılan mütekabil olduğundan,

eğer merkez yiyecek arzı için çevreye ba�mlıysa, çevre de merkezin onu denetleyen ihtiyaçlanna bağı mlı dır. Ne de olsa, Batı Avrupa kadim kölelik uygulama5ını Yeni Dün­ ya'ya nakletti -hak.i katte onu ye nide n ic:at etti- ve yeni serfli4i iktisa·�i zorun luluklann bir sonucu olarak Doğu Avrupa'da "te�k etti". Bu durum WaBerstein'ın i ddiası na ağırlık kazandırmaktadır: Kapitalizm dünya eşitsizliğinin bir eseridir; gelif!Oesi için uluslararası ekonominin suç or82

taklığına ihtiyacı vardı . Kapitali z m çok geniş bir bölgenin otoriter örgütlenmesinden doğdu . Sınırlı bir iktisadi alan­

da bu kadar sağlam bünyeli ol am azdı ve eğer ucuz emek mevcut olmasaydı hiç gel�meyebilirdi. Bu teori kullanılagelen ardı şı k modelden çok farklı bir açıklama sunmaktadır: Kölelik, feodalizm , ka pitaliz m . ka d ar alışılmamış bir eşzamanlılık,

bir

O

se nkronizm öner­

m ektedir ki çok büyük ö nem e sahip olsa gerek. Fakat her şeyi açıklamamaktadır; her şeyi açıklayamaz. Herş eyden önce, m ode rn kapitalizmin kökeni için asli öneme sahip oi­ d u ğun a inand ığım bir hususu açı kl ayamamaktadır; bu­ nunla, Avrupa dünya-ekonominin sınırlannın ötesinde ne­ lerin vuk u bu lduğunu kasded.iyoru m.

Gerçekte, on s ekizinci yüzyı lın so nun a ve · hakiki bir dünya-çapında ekonominin zuhuruna kadar, Asya iyi-ör­

gtitlenmiş ve etkin dünya-ekonoiJlilere sahip olagclmişti: Çin, J a pony a , H ind-Insul i n de bloku ve İslam dünyası. Bu ekonomi lerle Avru pa ekonomileri arasındaki ticaret ilişki­

lerinin yüzeysel olduğunu, maderü para karşılığı m übad e­ le edi len bir kaç lüks m addeyi -karabiber, baharat ve özellikle de i pek- içerdiğini, ve bir bütün o l arak o ekono­ milerle karşılaştınldığında tüm bunların pek az öneme sa­

hip olduğunu söylemek mutat -ve doğru - bir tavırdır. Bu hiç şüphesiz doğrudur, ama Avru pa'da, aynı şe ki l d e As­ ya' da, zengin kapitalistler bu birkaç sözümona yü zeysel

mübadele üzerinde tekbaşianna kontrol sağladılar; bu bir tesadüf değildir ve olamaz. Hatta şuna inanm a noktasına

ge l di m ki, her dünya-ekonomi birçok durumda dışandan yönlendirilmektedir. Avrupa'nın büyük tarihi hadiseleri bunu ısrarl a İffa eder ve hiçkimse Vasco da Gama'mn 1498'de Kalküta'ya vanpna, Comelis de Houtman'ın bü­ yük Java (Endonezya) kenti Bantarn Jimanına girişine ve Robert Clive'in Bengal'i İngil tere'ye kazandıran 1757'deki 83

Plessey zaferine beş yıldız vermekte bir yanlışlık görmez. Kader yedi fersahlık pabuçlar giyer ve çok uzun adımlar atabilir.

D.

Dünya-ekonomileri yaratan ve onlara hayat veren, bi­ ri dikerinin yerine geçen merkezleri tartışırken Avrupa'da­ ki dünya-ekonomilerio peşpeşe gelişlerine atıfta bulun­ dum. 1 750 dolayianna kadar egemen merkezlerin her za­ m a n şehirler, şehir-devletler olduğuna işaret edilmelidir. Zira, onseki zi nci yüzyıl ortalan nda iktisadi dünyaya .hala egemen olan Arn s te rd a m 'a haklı olarak şehir-devletlerin sonuncusu, tarihin son polis'i denebilir. Onun arka sın d a , Birleşik Eyaletler bir gölge hükümetten başka bir şey de­ ğildi. Amsterdam tek başına h ü kümrandı , Karaibierden Japon sahillerine kadar bütün dünyaca görülebilen parlak bir projektör ışığı. Ne var ki , Aydınlanma asnnın ortalan­

doğru yenı bir devir başladı . Yeni hükümran Lond ra bir şehir-devlet değil , İngiliz Adalan 'n ı n başkentiydi : Ona bir ulu sal pa zar'ın karşıkonulmaz glic\inü veren bir konum. O halde iki aşamadan söz ed iyoruz: Şehir dünyaları ve dominyonları ve "'u lusal " dünya ııe dominyontar. Tüm b u n­ lara burada sadtıce öylesine bir bakış atacağız.; bu ü nlü gerçekl erin bildik olmasından veya onları zaten tartışmış ol mamdan ötü iii deği l , bu bi ldik gerçekleri n ancak bir bü­ tün halinde ele alındıklan zaman önemli olduklannı dü­ na

şündüğümden ötürü. Zira kapitalizm meselesi ancak bü­ tün le alakası bakımından ortaya kanabilir ve üzerine yeni bir ışık serpilebilir. O

hal de, 1 750'ye kadar Avrupa, oynadıklan rolün bir

sonucu olarak kendilerine yıldız konumu verilen bir dizi önemli şehir etrafında dönüp durdu: Venedik, Antwerp, 84

Cenova ve Amsterdam. Oysa, onüçüncü yüzyılda,

bu

ç�it

hiçbir ş e hi r iktisadi hayata egemen deği l di henüz. Bu, Av­ rupa'nın he nü z planlı ve örgütlü bir dünya-ekonomi olma­ dı ğın dan ötürü

deği l d i . Bir Müslüman egemenliği d öne­ bir kez daha Hnstiyandı ve Levant

minden sonra, Akde ni z

(Doğu Akdeni z ) ticareti Batı'ya, onsuz dünya-ekonomi ad ı­

hiçbir ek on omi nin mevcut ola m ayacağı o uzun­ ve muteber a nteni sunuyordu. İki öncü bölge açık biçimde diğerlerinden ayrı duruyordu: Güneye doğru İtal­ ya ve kuzeye doğru Hollanda. Ve bütünün yerÇ e ki m mer­ kezi ikisi nin ortası n d a bir yerde, Champagne fu arl an nd a na layık roenzilli

kuruldu: h e men

ikinci

dereceden

hemen büyük bir şehir -Troyes- ile üç kente -Provi ns, Bar-sur-Aube,

eklenen yapay şehirlerin meydana getirdiği fuar­ lar. Bu yerçekim merkezinin bir boş luğa (vakuma) yerleş­ tirildiğini söylemek meseleyi fazla zorlamak o lur, zira Pa­ ris'ten fazl a uzak değildi: IX. Louis saltanatnun ihtişamı­ Lagny-

nın ve üniversitesinin

olağanüstü şöhretinin t adı nı çıka­

bir ticaret merkezi olan Paris. Hümanizm tarihçisi Gi­ useppe Tofl'anin, davetkAr Il seeola senza Roma (Roma'sız ran

asır) başlığını taşıya n ki ta bınd a bu gerçeğin farkındadır; Roma'sız asır,

yani

Paris tarafından el e

Roma'nın

kültürel hükümranlığının

geçirildiği

onüçüncü

dönemde Paris'in i h tişamımn,

yüz)rıl. Ancak, o

neredeyse kesintisiz

faali­

yet içindeki uluslararası bir buluşma yeri olan, gürültü ve

telaş dol u Cham pagne fuarlanyla bir ölçüde bağl antı lı ol­ duğu aşikardır. Kuzeyden - kelimenin geniş anlamıyla

Hollanda'dan, Marne ile Zuider Zee ara sı ndaki nehir boy­ lannda yün, kenevir ve keten imal eden aile atölyelerinin oluşturduğu ge ni ş bir nebula olan Hollanda'dan- gelen

yünlü k u m aş

ve ketenler; karabiber, baharat ve İtalyan ta­

cir ve tefecilerinin paralanyla müb adel e ediliyordu. Lüks

mamüllerin bu sınırlı değiş-tokuşu gene de ticaret, sanayi, 85

taşımacılık ve krediyi ihtiva eden muazzam bir aygıtı

ha­

rekete geçinn eye ve bu fuarlan o günün Avrupa'sının ikti­

sadi merkezi yapmaya yetiyordu. Champagne onüçüncü yüzyılın sonlannda çeşitli se­ beplerle çöktü: 1297'de Akdeniz ile Bruges arasında dojnı­ dan bir

denizcilik bağının kurulmasıyla deniz karaya üs­

tün geldi; Simplan

ve Saint Gotthard geçitleri üzeri n den

Alman şehirlerini kuzeyden-güneye geçen yolun geliştiril­ mesi ve şimdi artık k u z ey d e n ithal edilen ham yünlüleri

boyarnakla yetinmeyi p kendi yünlerini e�ren, böylece Flo­

ransa'da arte della lana'ya hız kazandıran İtalyan şehirle­ rinin sanayileşrnesi. Fakat hepsinden öte, kısa zaman son­ ra Kara Ölüm

trajedisinin

iştirak edeceAJ Champagne

pa­

olan İtalya bu sın avdan mu­ İtalya, Avrupa iktisadi hayatının tartışılmaz

zarlanndaki en güçlü partner zaffer çıktı.

merkezi oldu , daha do�su bir kez daha bu konumu ele geçirdi . Kuzey ile güney arası ndaki tüm mübadeleler İtal­

ya'nın denetimine girdi; aynca, Basra Körfezi, Kı zı l Deniz

ve Doau Akdeniz kervanlan üzerinden

Uzak

Doğu'dan

İtalya'ya ulaşan ticari emtia İtalya'ya tüm Avrupa pazar­ lanfta otomatik olarak ulaşma imkiuu veriyordu.

Fiiliyatta bu İtalyan üstünlüğü uzun

güçlü tehir arasında

bir

zaman

dört

bölünecekti: Venedi k, Milan, Fl oran­

sa ve Cenova. Ancak Cenova'mn 1382'deki yenilgisinden

sonradı r ki Venedik'in uzun, ama her z am a n aükılnet için­ de geçmeyen hükümranlığı başladı. Ne var ki, bir asırdan

fazla . sürec:ekti bu hükümranhk; Venedik. Doğu Ak.deniz"in ticaret merkezlerine ürünlerinin birinci el dağıtıcısı olma­ yı sürdürdükçe bu hükümranlık devam edecekti. Onaltın­ cı yüzyılda

Antwerp, Azjz Mark'ın

şehrinin yerine geçti, zi­

ra Portelti�'in Atıantik üzerinden ithal ettlği büyük mik­ tarlardaki karabiber için depo oldu, öyle ki Escaut'daki li­ man Atiantik ve Kuzey Avrupa ticaretine egemen devasa 86

bir

merkez haline geldi. Sonra, burada açıklanamayacak çok kann aş ık ve İspanyolların Hollanda 'da· sürdür­

kadar

dukleri savaştarla alakah çeşitli siyasi sebeplerle egemen

şehir konumu Cenova'ya geçti. Aziz _ George'un şehrinin zenginliği Doğu Akdeniz1e ticarete değil, Yeni Dünya ile ti­ carete dayanıyordu , Seville ile ticarete ve Cenova'mn Av­ ru pa dağıtıcısı olduğu Amerikan ocaklanndan akan gü­

müş seline d ay anıyord u . Amaterdam sonunda tilrtışmaya ımn verdi ve yü zelli yıldan fazla bir zaman kendi üstünlü­ ğtinün Baltık'tan Levant'a, oradan Moluccas'a kad� hisse­ dilmesini s ağl adı . Bu durum esas olarak onun bir yandan kuzeyin ticari emtiası üzerinde, diğer yandan tarçın ve ka­ ranfil gibi "saf baharatlar" üzerindeki tartışmasız deneti­ minden kaynaklanıyordu, zira Amsterdam bu baharatıa­ nn Uzak Doğu kaynakl anm hızla kapıvermişti Bu yarı­ tekeller ona hemen hemen her yerde başarılı olma (yol unu

bulma) imkanı

veriyordu.

Ama gelin bu şehir-imparatorluklan ardımızda bırakıp büyük meseleye geçelim:

miler meselesine.

Ulusal pazarlar ve ul usal ekono­

Ulusal ekonomi, iktisadi: hayatın ihtiyaç ve yenilikleri­

nin bir sonucu olarak devlet tarafından , kombine faaliyet­ leri aynı yöne yönelebilen ahenkli , birleşik bir iktisadi: me­

mekAndır. Bu kullanımı er­ ken bir tarihte sadece İngiltere başarabildi. Devrim (revo­ lution) terimi İngil tere'ye atıfta tekrar tekrar karşımıza çı­ kar: tanmsal, siyasal, finansal ve endüstriyel devrimler. Bu listeye -o na dilediğiniz adı verebileceğiniz- İngilte­ re'nin ulusal p azarını yaratan devrim ilave edilmelidir. Ot­ kAna dönüştürüten siyasi bir

to Hintze, Sombart'ı elettirirken, bu c:Wnüşümün önemini vurgulayan ilk dlifünürlerden biriydi; dönüşüm ol dukça sınırlı bir bölge içindeki ta.ıpma araçl anru n görece bollu­ ğundan kaynaklanıyordu: Nehir ve kanallann yolun aiJy-

87

la, sayısız araba ve yük atlannın yerine geçen sahil gemi­ Londra ortada ( arabul ucu) olmak üzere, İngiliz kent­ leri, özellikle İngiltere iç gümrükleri çok erken bir tarihte kaldırdığı için, ürünlerini mübadele ve ihraç ediyorl ardı . İlave olarak, İngiltere 1707'de İskoçya ve 180l'de İrlan da

ciliği.

ile

birleşmeyi baş ardı .

Birle­ şik EyaJetler (United Provinces) tarafından da sağlanmış olduğu düşünülebilir, ama onlar kendi nüfusunu besleme­ ye yeterli olmayan çok küçük bir toprak parçasını işgal edebilmişlerdi . Bu iç piyaaa, sadece dış piyasaya alaka du­ yan Hollanda kapitalistlerinin tasanlannda küçük bir yer tutuyordu.

Öbür yandan,

Bu

istifadenin dah a önceleri

çok sayıda engelle karşılaşıyor­ du� iktisadi yavaşlığı, görece geniş alam, düşük kişi b aşı n a geliri ve ülke dahilinde haberleşme ve ulaştırmanın güçlü­ ğü. Bu bakım da n Fransa o günün taşımacılığı i çi n çok bü­ y\ik geliyordu, çok çeşitli ve çok örgütsüz. Yakın zamanda yayı nlanan ve çok tartı şi lan kitabmda, Edward Fox ortada iki Fransa 'nın olduğunu göstermekte zorlarupıyordu : Can­ h, esnek, onsekizinci yüzyılın iktisadi büyümesine yetişen, hinteriandı (anakarası) ile pek az bağlantılı ve s a dece sı­ nırlannm ötesine bakan denizcilik Fransa'sı; bir de top­ rak-yönlü, muhafazakar, yerel ufuklanna abşkın ve ulus­ lararası ·kapitalizmin iktisadi avantajlanndan bihaber kı­ ta Fransa'sı. Bn ikinci Fransa devamlı ve tutarlı b i çi md e siyasi iktidan kontrol ediyordu . Paris her ne kadar Fran­ sa'nın yönetim merkezi idiyse de, bir bütün olarak ülkenin iktisadi başkenti değildi; fuarlannın 146 l'de kurulmasın­ dan sonra. o rol uzun zaman Lyons tarafından oynandı. Onaltmcı yüzyılın sonlannda, Paris lehine bir kayma vaki olacak göründü, ama hiçbir zamao gerçekleşmedi. Ancak Samuel Bemard'm 1 709'daki ifl�ı ndan sonra Paris Fran­ sız piyasasının iktisadi merkezi oldu ve ancak Paris Borsa88

Fransa

sı'run 1 724'teki reorganizasyonundan sonra bu piyasa ro­

lünü ifa etmeye başladı. Ama o zamana kadar i'

işten geç­

mişti, ve her ne kadar XVI. Louis saltanatı sırasında mo­

tor yanşa başladıysa da, tüm Fransız topraklarım teşvik etmeyi ve denetim altına alınayı başaramadı. İngiltere'nin kader yolu çok daha basitti. Orada bir merkez -Londra-

vardı sadece: ta onbeşinci yüzyılda ik­ tisadi ve siyasi merkez konumunu hızla kazanan, İngiliz pazannı o arada Londra'nın ihtiyaçlann a, yani, büyük ye­ rel taeiri eri n çıkarianna göre biçimlendiren bir merkez. Aynca, İngiltere'nin bir ada oluşu da bağımsız kalma­

sına ve yabancı kapitalistlerin mübahelesinin engellenme­ sine yardımcı oldu. Thomas Gresham 1558'de Kraliyet

Borsası'nı (Royal Exchange) kurduğu zaman Antwerp bir (ait accompli (emrivaki , oldubitti) karşısında kaldı. Stalhof 1 597'de kapatılıp da önceki "konuklanrun• ayncalıklan ortadan kaldınldığında Hansa şehirleri bir (ait accompli karşısında kaldtll\f. Ve Amaterdam 1 6 5 1 'de ilk Denizcilik Kanunu'n da bir (ait accompli ile karşılaştı . O sıralarda Amaterdam Avrupa ticaretinin büyük kısmına egemendi. Ancak İngiltere bir baskı uygulama aracına sahipti: hü­ küm süren rüzgar şartl annda, Hollanda gemileri çoğu kez İngiliz limanianna ginneye mecburdular. Bu durum Hol­ land a'nın, başka

ülkelerden kabul etmediği

korumacı ted­

birleri niçin İngiltere yaptığında .kabul ettiğini açıklayabi­ lir. Her hal ükirda, İngiltere ulusal pazanru ve yeni geli­

bir Avrupa ülkesinden daha ba­ bir şekilde korumayı becerdi. Kendini hissettirmede yavaş olsa da, İngiltere'nin Fran8a üzerindeki zaferi erken (fikrime göre 1 7 13'teki Utrecht Antiaşması'na uzanacak kadar erken bir tarihte) başladı, Eden [Aucklandl tarafın­ şen sanayileri ni herhangi şanh

dan 1 786'da müzakere edilen antl aşma ile dışanya fışkır­

dı ve 1 8 15'te kesinleşti.

89

Londra'mn iktidara yükselmesiyle, Avrupa ve dünya

tarihinde

bir

yaprak

kapandı,

ma İngiltere'nin iktisadi

üstünlükünün tesisi ve ardından

onun siyasi liderlikteki

üatünlüğü yüzyıllar süren bir devrin sonunu işaret ediyor­ du� bir şehir-yönlü ekonomiler devri olduğu kadar, aynı za­ manda, Avrupa'nın eneıji ve açgözlülüğüne ratmen, yer­ kürenin geriyekalan bölümlerini kendi sınırlan dahilinde denetleyemeyen

bir

dünya-ekonomiler devri. İnglitere'nin

Amsterdam aleyhine baş annayı becerdiği

miş başanlan te krarl a m ayı

şey

sadece geç­

içermiyordu; onl an aşmak

m inasına geliyordu. Yerkürenin bu şekilde fethi zordu ve olaylarla, trajik hadiselerle kesiliyordu , fakat İngiltere üstünlüğünü sür­

dürdü ve y ol u nu n üzerindeki engelleri aştı . İlk defa olarak

-bütün dünyaya yayılan ve

diğer

ekonomileri bir yana

iten- Avrupa ekonomisi tüm dünyanın ekonomisini kont­ rol etmeye ve ônun yerküre üzerindeki tecessümü olmaya

göz

dikti�

İngilizler, sonra da Avru­ aşama. Bu 19 14'e kadar do�

Bütün engellerin önce

palılar önünde çöktüğü bir

çıktı. 1875'te doğan Aneiri Siegfried yinn i nci yü zyıl .başla­ dığında yirmibe' yaşındaydı. Çok sonralan, sınır engelle­ riyle kaplanan

bir

dünyada, bir zamanlar s adece bir kim­

lik parças1yla, yani kartvizitiyle! dünyayı dolqtığım zevk­ le hatırlardı. Pru Britannica'nın bir mucizesi. Aşikar ki,

belirli bir sayıda

insan da bu banşm bedelini ödemek

zo­

rundaydılar. ıv. Henüz şu ana kad� tartışmadığım İngiliz Sanayi Dev­ rimi adamn üstünl üğüne yeni bir hayat kazandırdı; İngil­

tere ile iktidar arasında akdedilen bir sözleıı me oldu. Me­

rak

etmeyin: gerçekte bugün bile devam etmekte ve bizi

kuşatmakta ol an bu muazzam tarihi meseleye başaşağı

90

dalacak değilim. Hill devrimci ve hAlA tehditkAr olan sa­ bizi her yandan kuşatmaktadır hAlA. Meraklanma­ yın: sizlere sadece bu muazzam hareketin bqlangıcından b a hsedecek ve önce Anglo-Saxon tarihçilerinin daldığı, sonra diğer tarihçileri de yanian n a çektikleri o canlı tar­ tışmalara boğulmamaya özen göstereceğim. Ayrıca, benim­ nayi

ki sınırlı bir meseledir: İngiliz sanayileşmesinin sundo­

ğum örnek ve model i ere ne ölçüde uydu ğun u ve o zamana kadar bir çok sansasyonel gelişmelere tanık ola n kapitaliz­

min genel tarihinin hangi öl çüde bir parçası o ld uğunu gös­

termek istiyorum.

işaret etmeme izin verin: Devrim kelimesi her zaman

gibi burada da bir y anl ı ş adlandınnadır. Etimotojik olarak söylersek, devrim dönmekte olan bir tekerleğin ve­ ya dönen bir gezege ni n yaptığı harekettir; hızlı bir hare­ ket, bir kere başladı mı muhakkak ki gayet çab u k bir şe­ ki ld e durur. Ancak Sanayi Devri mi başlangıçta pek az dik­ kat çeken yavaş bir hare ketin mükemmel ömeğidir. Adam Smith bu devrimin ilk harikalan (veya acibeleri) ortası nd a olduğu

yaşadı

ama

onu farketmedi. Bugünün tecrübesi devrimin

çok yava,, dolayısıyla güç, dolayısıyla karmaşık olduğunu ifşa etmiyor mu? Bizzat gözlerimizin önünde, Üçüncü Dünya'nın bir parçası sanayileşmekte, ancak den

ünce anormal

b aş a gelm e­ sa­

gözüken duyulmadık güçlüklerle ve

yısız başansızhklarla karşılaşmaktadır. B8Z1 durumlarda

tanm modernleş.meye ayak uyduramamakta, vasıflı emek bulunmamakta yahut iç pazann talebi yetersiz kalmakta­

dır; b� ka durumlarda yerel kapitalistler kArlı dış yatınm­ lan yerel olanlaJ:ına tercih etmekte, devl et müsrif veya sahteluir çıkmakta, ithal

teknolojinin ya uygonsuz

veya

çok maliyetli olduğu ve üretim maliyetlerini yükselttiği or­

taya çıkmakta , ihracat

zorunl u ithalatı ka.rşılamamakta,

yahut fU veya bu sebeple

uluslararası

pi)'aaa �üşman çık91

makta ve bu düşmanlık son sözü söyleme ktedir. İmdi, bu avatarlar devrimin çoktan icat edilmiş olduğu, modellerin herkesin elinde bul un du ğu bir zamanda vuku bulmakta­

dır. A priori olarak herşeyin kolay olması

bir şey yolunda gitmemektedir.

Fiili ol arak,

gerekirken,

hiç­

bütün bu ülkelerdeki durum İngiliz tecrü­

besi nden önce meydana gelenleri, yani, teknoloji sözkonu­ su

olduğu

kadanyla, potansiyel olarak gerçekleşebilir

k adar çok sayıda

önceki

l ann ı akla geti rm iyor mu? Batlamyus'un

gücünü biliyor ama onu sadece

yordu Roma dünyası büyük bir .

ne

o

devrimierin başansı zh ta uğrama­ Munrı

buhar

eğlence niyeti ne kul lanı­

hüner ve teknoloji bütünü­

sahipti ve birden çok kere erken Orta Ç ağlar boyunca

varlığını sıkıntısızca sürdürdü ve onikinci, onüçüncü yüz­ yıllarda ye ni d en kullanıma sokuldu . Bu yenidendoğuş asırl annda, Avrupa enerji kaynaklannı fa ntastik derecele­ re çıkardı ve kadim Roma'da kullanılanlara benzer bir çok su dol aplan ve yel değirmenleri i�a etti: bu bir sanayi devrimi teşkil ediyordu zaten. Çin kok kömürü ile maden eritmeyi andördüncü yüzyılda keşfetmiş gözüküyor, ama

bu potansiyel devri m i n

arkası gelmed i . Onaltı ncı yü zyı l da

derin maden ocakl an için çekme , pompalama ve altıtma­ mn

tüm bi r sistemi geliştirildi,

ama btiyıtk

mi ktarda ser­

maye yatınmı nı gerektiren bu ilk modern manüfaktürler, bu olgunlaşmamış fabrikalar kısa zaman içinde az al a n ge­

tiriler yasasırun kurbanı oldular. Onyedinci yü zyı l d a İngil­

tere'de odunkömürü kullanımı arttı ; yayı lma ve büyük ka­ nşıklıklara yol açma ilıtidadı gösteremeyen bir d evri m ol­ makla beraber, J.U. Nef buna ilk İngiliz sanayi devrimi de­ mekte hakhydı. Fransa'da, endüstriyel ilerlemenin işaret­ leri onsekizinci yüzyılda belirgindi, teknolojik icatlar biri­ birini kovalıyordu ve temel bilimler orada da en az Kanal boyunca olduğu kadar parlaktı. Fakat sonunda İngiltere 92

önemli (gidişatı belirleyen) adımlan attı. Herşey orada oto m ati k olarak, doğal olarak vuku bulmuş gözükmekte­ dir; ve b ura d a dünyadaki ilk sanayi devriminin, modem tarihteki bu en büyük kopuşun ortaya çıkardığı heyecan verici me sel eyl e karşılaşmaktayız. Niçin İngiltere? İngiliz

tarihçiler bu meseleleri o k adar aynntılı incele­

yegeldiler ki başka u lu s lara mensup tarihçiler, ayn ayn anladıklan ama bi ra raya getirilince açıklamayı b a sit l eş­ tirmede işe yaramayan mün ak aşal ar a rasın d a yo l l an nı kolayca kaybetmektedirler. Tek muhakkak şey ş u dur ki ko la y ve ge l en e k se l izahlar bir yana atıldı. Sanayi Devri­ mini kapsam l ı bir olgu olarak, sonuçta uzak

ve derin kö­

ke n l er i çeren ağır ağır ge l i ş en bir olgu olarak görme eğili­ mi

giderek yayı lmaktadır. Çağdaş d ü nyamızın

hAla azgelişmiş bölge l erini n yaşa­

dığı büyüyen zorl u ve kaotik acılarla karşılaştınldığında, İngiliz teknolojik d evri mi n i n bir parçası ol an "(iktisadi) patl ama"nın, dünyanın ilk kütlesel üretimini oluşturan "boom"un, onsekizinci yüzyılın sonlanndan ondokuzuncu yüzyıla doğru gelişebi l mesi , motorun hiçbi r yere bağlı ol­ madan, hiçbir yerde darboğazlar ortaya çı kmadan çarpıcı bir ulusal b üyüme olarak gel işebilmesi daha da şaşırtıcı deği l midir? İngiliz kırsal kesi mi nin insangücü kurutuldu, ama buna rağmen üretken kapasitelerini devam ettirdi; yeni sanayiciler, vasıflı ya da vasıfsız, gerekli insangücünü b u l dul a r; iç pazar yükselmekte olan fiyatl ara rağmen ge­ lişmesi ni sürdürdü; teknoloji yakından i zl e n d i ve gerekti­ ği zaman hizmetlerini sundu; dış pazarlar bir zi ncir misa­ li birbiri ardından açıldı. Öyle ki azalan karl ar -mesela, ilk patlamanın ardından pamukin sanayide meydana ge­ len büyük kAr düşüşleri- bir bunal ı m a yol açmadı. Birik­ miş büyük s erm ayele r başka yerlere kaydı ve dem iryol lan pamuğun yerini aldı.

93

Tek kelimeyle, İngiliz ekonomisinin her sektörü bu ani p atl am asını n gereklerini bir darbotaza veya kopu ­ şa mahal vermeden karşıladı. Aynca, İngiltere'de pamuk devrimi alt kademe den , olağan hayat kademesinden filiz verdi. İcatlan genellikle zanaatçılann eseriydi . Sanayici­ ler çoğunlukla mütevazi kökenliydiler. B aş la ngı çta , pek az güçlükle ö dün ç alınan yatınm serm aye sinin hacmi küçük­ tü. Şaşırtıcı de ği ş m eyi teşvik eden, Londra'nın k az anı l mı ş serveti, onun tü cc ar ve finans kapitalizmi değildi; Londra ancak 18301ardan sonra sanayinin den e ti mi ni ele geçirdi . Bu b a kı m dan burada h ayranl ı k ve takdirle görüyoruz ki , sanayi kapitalizmi diye adlandınlacak o l a n olgu piyas a ekonomisinin kuvvet ve hayatiyetinden doğdu, ve on u n ar­ kasındaki eko n o m ide n : Küçük ve yenilikçi ( i n nov ative ) sa­ nayinin kuvvet ve hayatiyetinden ve, dnha az ön em l i ol­ mayarak, tüm üreti m ve mübadele sürecinden. Bu ka pi ta­ lizm ancak altında yatan e konomi n in elverdıği öl ç üde bü­ üretim

yüyebilir, biçimlenip kuvvet kazanahilird i

Bununla beraber, İngiltere'yi o çağda bütün d ünyan ın hemen h e m en tartışmasız metresi yapan şartlar olmadan İngiliz devrimi muha kkak ki başka türlü ol urd u . Fransız Devrimi ile N apoiyon savaşlannın büyük ölçüde bunun so­ rumlusu o l du� herkesçe bilinmektedir. Ve eğer p am u k patlaması geniş bir alanda ge li ş i p uzun bir dön e m sürdüy­ se, motorun sürekli o l ara k yeni pazari ann a çı l m ası sure­ tiyle yakıt doldunnasındandı b u : Yeni D üny a d aki Porte­ kiz ve İ sp a ny o l sömürgeleri, Osmanlı İrnparatorluğu, Hindler. Dünya, İngiliz Sanayi Devriminin, kasıtsız da ol­ '

sa, becerikti suç

ortağıyclı.

Bu bakımdan, kapitalizmin ve Sanayi Devriininin sa­

dece dahili bir izahını kabul edip onlan sosyo ekonomi k ya­ pılann vaka yerindeki (on-the-spot) dönüşümünün bir so­ nucu olarak görenlerle, sadece harici bir izahı (başka bi r

94

deyi ş le, dünyanın emperyalist sömürüsünü) göz önüne arasındaki gayet sert tartışma bana önemsiz gö­ zükmektedir. Hiç kimse dünyayı sadece sömürmek istedi­ ği i çi n sömüremez. Önce gücünü geliştirmek ve onu ağır ağır pekiştirrnek zorundadır. Ancak, her ne kadar bu güç ağır ilerleyen dahili bir süreç aracılığıyla gelişiyors a da, dünyanın d i ğer kısıml arını sömürmek s u retiyle kuvvetlen­ m ekte ve bu ikili sürecin seyri içinde, sömürücüyü sö mü­ rülenden ayıran uçurumun s ürekl i olarak derinleşmekte alanlar

olduğu muhakkaktır. İki izah -dahili ve harici- biri bi ­ rinden ayrılamaz şekilde birleşmişlerdir.

vasıl olduk. Yol boyunca okuyu­ birini ikna edip edemediğİrnden emin değilim. Ancak şimdi, günümüzün d ünyası ve kapi­ talizmi hakkındaki görüşümü, onlan anladığım ve tasvir etmeğe çalıştığım haliyle dünün dünya ve kapitalizminin ışığında si zlere sunarak açı klamarnı b itirirken daha az emniyet içindeyim. Ama tarihsel bir açıklama bugün için de geçerli olamaz mı? Şimdiki zaman bu açıklamayı doğru­ İşte bilmecenin

sonuna

culanmdan herhangi

layamaz mı?

bugün cesamet ve boyutla­ nnı acayip ölçüde d eğiştirmiş o ld uğu aşikirdır. Ka pita­ lizm, aynı aşın ölçüler içinde büyüyen temel mübadeleler ve mali kaynaklar ile aynı kefede kalabilmek için genişle­ di. Ancak, mutadis mutandis, kapitalizmin tabiatında te­ peden tırnağa tam bir değişme meydana geldiğini sanmı­ yorum. Üç kanıt beni desteklemektedir: Doğal olarak, kapitalizmin

1. Kapitalizm ha.la uluslararası kaynak ve fırsatlan

sömürmeye) dayanmaktadır; diğer bir dünya-çapında bir ölçek üzerinde mevcuttur, ya­ azmdan bütün dünyaya ulaşabilmektedir. Kapita-

kullanmaya (onlan

deyişle, hut en

95

lizmin bugünkü başlıca uğraşı bu evrenselliği yeniden kur­ maktır. 2. Kendisine

bu bakımdan yağdınlan lAnetiere rağ­

men, kapitalizm hala inatla yasal veya fiil i tekellere da­

yanmaktadır. Bugün söylenildiği gibi , "organizasyon", pi­ yasayı tuzağa düşünneyi devam ettinnektedir. Ama bu­ nun gerçekten yeni bir şey olduğuna inanmak yanlıştır.

3. Aynca, umumiyetle söylenilenin aksine, kapitalizm tüm ekonomiyi ve tüm çalışan toplumu kaplamaz: Bunla­ nn ikisini birden hiçbir zaman kendi ayaklan üstünde du­ ran bir tek mükemmel sistem içinde kuşatmaz. Kapitalizm bugün al an bakımından genişlemiş olsa bile, tasvir ettiğim üç kanath resim -maddi hayat, piyasa ekonomisi, ve ka­ pitalist ekonomi- hala hayrete düşürecek derecede geçer­ li bir açıklamadır. Bu hususta ikna olabilmek için, bu muhtelif kadernelerin vasfı olan günümüzdeki bir iki faa­ liyet hakkında bir miktar dahi1i bi lgiye ihtiyacımız vardır. En alt kademede, Avrupa'da bile, hdla büyük bir kendine­ yeterlik, milli muhasebe sistemine dahil olmayan bir çok hizmetler ve bi rçok zanaatçı atölyeleri gönnekteyiz. Orta kademede, hazır giyim imalatçısını alalım: üretim ve pa­ ıarlamasında katı ve hatta vahşi rekabet yasasına tabidir, bir anlık dikkatsizl ik yahut zayıflı ğı onu yıkıma götürebi­ l ir. En üst kademede, başka fi nn alann yanısıra, iyi tanıdı­ ğım i ki devasa firmayı , sözde biribirine rakip olan bir Fransız ve bir Alman firmasını gösterebilirim (Avrupa pi­ yasasında biricik ra kiplerdir bunlar). İkisinden hangisine bir sipariş veri l diği ne aldırmazlar, zira çıkarlan biribiri­ nin i çine geçmiştir ve bu çıkariara hizmet etmenin özgül biçimi pek az önem tWiımaktadır. Böylece, benim görüşüm (ağır ağır benimaediğim bir görüş) teyit edilmektedir: Kapitalizm zirvede yürütülen yahut zirveye çıkmaya uğraşan iktisadi faaliyetleri tanım-

96

lamak için m üke m m e l bir terimdir. Sonuç olarak, büyük­ ölçekli kapitalizm, altındaki (maddi hayat ve

sa

ahenkli piya­

ekonomisinden oluşan) ikili tabakaya dayanmaktadır;

yüksek-kar bölgesini temsil etmektedir. Bu bakımdan onu en yüksek yere koydum. Bunun için eleştirilebilirim, ama bu görüşte olan tek kişi ben değilim. 191 Tde yazılan "'Em­ peryalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması" başlıklı bro­ şüründe Lenin, "kapitalizmin, en yüksek gelişmt: düzeyin· deki ticari üretim olduğunu" ve "onbinlerce büyük işlet· menin herşey olduğunu, milyonlarca küçük i ş le tmeninse hiçbir şey olmadığını" ileri sürüyordu. Ama 191 7'nin bu kendiliğinden aşikar hakikati eski, çok eski bir hakikattı. Gazeteciler, iktisatçılar ve sosyologlar eserlerinde çoğu kez tarihsel boyut ve perspektifleri hesaba kat amıyorl ar Ve 'bir çok tarihçiler de, sanki ince l edi kleri dönem bir vakum içinde mevcutmuş yahut hem bir başlangıç hem de bir son­ muş gibi, aynı şeyi yapmıyorlar mı? Bu yüzdendir ki, kes­ kin bir zekası olan Lenin aynı broşürde şunları yazıyordu: "Serbest rekabetin hüküm sürdüğü eski kapitalizm emtia ihracı ile temayüz ediyordu. Tekellerin mutlak egemen ol­ dukları bugünün kapitalizmi ise sermaye ihracı ile tema­ yüz etmektedir. • Bu iddialar tartışılabilir olmanın da öte­ Bine geçmektedir: Kapitalizm her zaman tekelci olageldi, emtia ve sermaye her zaman eşanlı olarak dolanıma girdi­ ler, zira s ennaye ve kredi yabancı bir pazan ele geçirip kontrol etm eni n her zaman için en e mi n yolu idiler. Yir· minci yüzyıldan çok önceleri sennaye ihracı günlük h aya­ tın bir gerçeğiydi, Floransa için ta onüçüncü yüzyılda, Augsburg, Antwerp ve Cenova için onaltıncı yüzyı l d a On­ sekizinci yüzyılda Avnıpa'da ve dünyada sennaye akıyor:. du. Finans dünyasının tüm yöntemlerinin, işlem ve hilele­ rinin 1900'da yahu t 19 14'te doğmadığuu belirtmeme gerek var mı? Kapitalizm bunların hepsine aşinaydı ve bugün ol· .

.

97

duju gibi dün de onun eşsizlik ve kudreti -bir hileden di­ ğerine, bir iş yapma biçiminden diğerine geçme, iktisadi konjonktürler gerektirdikçe planlanm on kez değiştirme­ ve, so nuç olarak, kendine görece sadık, ken diyl e görece tu­ tarlı kalma kabiliyetinde yatmaktadır. Şahsen üzüldütürn, bir tarihçi olarak o kadar değil de çağıının bir insanı olarak üzüldüğüm teY. hem kapitalist hem

de sosyalis� dünyada kapitalizm ile piyasa ekonomisi

arasında

bir

aynm

yapılmasınm reddedilmesidir. Batı'da

kapitalizmin kötülüklerine saldıranlara politikacı ve ikti­

satçılann cevabı bu yanlış işlerin ehven-i şer olduğu, ser­ best-teşebbüs-ve-piyasa-ekonomisinin zorunlu diğer yüzü olduğu 11eklindedir. Buna inanmıyorum. S.S.C.B.'de bile farkedilebilen bir fıkir hareketinin parçası olarak, sosya­ list ekonominin hantallığından endişe duyan ve onun da­ ha "spontane" ( kendiliğinden; buna "daha serbest" anlamı­ m veriyorum) olmasım isteyenlere verilen cevap ise apon­ taneliğin olmaması mn ehven-i şer olduju, kapitalist-musi­ bete-son-vermenin zorunlu diğer yüzü olduğudur. Buna da inanmıyorum. Ancak, benim ideal toplum kavramım ger­ çekleşebilir bir kavram mıdır? Her halükarda, dünya çev­ resinde çok sayıda yandaşırnın olduğunu s anmıyorum. Ha time

Bir tarihçi olarak son bi r öğüdüm olmasaydı açıklama­ lanma burada son verecektim. Tarih her zaman yenibaştan başlamadır; her zaman kendi yerinden çıkma, kendini

aşmaya çalı11madır.

Tarihin

kaderi bütün so sy a l bilimlerce paylafılmaktadır. Bu ba­ kımdan yazmakta olduğum tarih kitaplanmn gelecek on­ yıllar için geçerli olacağına inanmıyorum. Hepimiz biliyo­ ruz ki hiçbir kitap ilk ve son kitap olarak yazılınıli değildir.

98

Benim kapitalizm ve ekonomi yorumuro ,a.rşivlerde harcanan sayısız saatiere ve kitaplan incelemekle geçen uzun zamana dayanmaktadır, ama sonunda istatistiki ve­ riler yetersizdir ve (hakikatleri) yeterince tutmamaktadır­ lar; nicel mainmattan çok nitel malumatta çalışm aya zor­ l anm aktayız. Üretim eÇilerini, kir hadlerini, yatırım oranlanru, işletmeler için özenli bilançolan, yahut sabit sermayedeki yı pranmanm yaklaşık bir tahminini veren monograflar çok çok azdır. Bu çeşitli meselel�r hakkı nda meslektaş ve dostlanmdan boş yere daha kesin malumat sorup soruşturdum. Pek az başan sağlayabildim. - Ne var ki, özellikle bu tür yaklaşımın önerdiğim açık­ lamalardan hareketle daha iyi bir noktaya yol bulabilece­ ğine inanıyorum. Daha iyi anlaşılması için meseleyi parça­ lara ayırmak, onu üç kademe yahut aşamaya bölmek, çok daha karmaşık bir iktisadi ve toplumsal ge rçekliği kötü­ rümleştinnek ve manipüle etmek olur. Hakikatte, makine­ lcşmeyle beraber eşzaınanh olarak görülen büyüme oran­ lanndaki değişmenin sebeplerini de kavramak için bütünü kavramak zorundayız. Geçmişin iktisadi tarihi sözkonusu old uğu kadanyla , bir çeşit milli muhasebe modem yön­ temlerini, bir çeıtit makroiktisatı uygu lamakta başantı olabilirsek topyekön, gl obal bir tarih mümkün olur. �nç tarihçiterin önüne aşağıdaki görevleri koyuyorum: Milli gel i rlerdeki ve kişi başına milli gelirdeki değişm eleri takip etmek ; Rene Baehrel'in o nyedinci ve onsekizinci yüzyıl lar­ daki Proveoce üzerine yaptığı öncü t.alışmayı yeniden de­ ğerlendirmek; 1 976'da Prato (İtalya)daki kolokyumda ya­ pıl dığı gibi "bütçe ile milli gelir" arasındaki karşılıklı iliş­ ki leri belirlemek; yahut Simon Kuznets'in, bu mesele hak­ kındaki hipotezi modem büyümenin anlaşılması bakımın­ dan bana birincil ö nem de gözüken iktisatçımn öğüdü ne uyarak, her dönem için değişi k olan gayn safi hasıla ile

99

net hasıla arasındaki farkı ölçmeye teşebbüs etmek.

Kitap­

lanmda, ancak bulanıkça görülebile n manzaralara şurada

bir pencere açtım; ama bir tek pencere yetmez. Kollek ti f değilse bile, koordineli (eşgüdümlü) bir çalışma

burada

zorunludur.

Pek tabii, bu söylediklerimiz yanmn tari hi ni n ne varl­ etur iktisadi tarih olacağı manAsına gelmez. i ktisadi mu­ hasebe olsa olsa milli gel irdeki akış ve değişmeterin ince­ l e nm es i di r; patrimoniler kütlesinin ve milli s erve ti n bir öl­

çümü değildir. Ancak, bu kütle de bulunabilirdir ve ince­ lenmelidir. Tarihçiler için, b ütün diğer sosyal bilimciler için ve bü tün nesnel bilimciler i çi n keşfedilecek yeni bir

Amerika her zaman olacaktır.

100

İ Kİ N C İ B Ö LÜM

Medeniyet ve Kapitalizm

4 � Sayılann Ağırlığı

Maddi hayat insanlardan ve eşyadan m eydana gel­ mektedir. Eşyanın, insanoğlunun yaptığı veya kullandığı herşeyin -yiyecek, b an nma, giyinme, lüks aletler, made­ ni para veya onun yerine geçen şeyl er, köy ve kent çevre­ si- incelenmesi günlük hayatı çözümlemenin tek yolu de­ ğildir. Aynı zaman da, dünyanın z en gi n l iğini paylaşan in­ ı:: ::.u !:..:-ı " ö[.j�E: clq önemlidir. Bugünün dünyasını 1800'den önceki insanlıktan hemen ayıran dış özellik, insaniann sa­ yısında yakın zamanlarda meydana gelen tuayr et verici ar­ tıştır. Bu kitabın kapsadığı dl'rt yüzyıl süresince (14001800) d ünya nüfusu ikiye katlandı; şimdilerde ise he .. otuz veya kı rk yılda iki katına çıkıyor. Bu açık biçimde maddi ile rlemeni n sonucudur. Fakat insaniann sayısı bu ilerle­ menin sonucu olduğu kadar bizzat sebebidir de. Sayı b ehem eh , l birinci sırui bir g\ir.tergeili�� bir başan ve başansıdık endeksi sa!lar. Bir yanda seyrek nüfusiu

kıtalan ve diğer yan da aşırınüfuslu bölgeleri olmak üzere, hill ilkel hayat biçimleriyle yüzyüze ol­ duklan dünyanın diferansiyel (farklılıklan gösteren) coğ­ rafyasının anahatlannı çıkanr. Çeşitli insan kitleleri ara­ sındaki kesi n ili şkilere delalet eder. İ.fin garibi, bu diferan­ siyel coğrafya çoğu kez yüzyıllar boyunca en az deği şege­ len şeydir. medeniyetlerin

103

Tamamen değişegelen şey ise nüfus artışımn ritmidir.

Bugünkü durumda süre kli bir yükseliş kaydetmektedir, toplum ve ekonomiye göre aşağı yukan luzh ama her za­

man sürekli. Daha önceleri b i r gelgit dizisi gibi yükselir ve ce­

sonra alçalırdı. Bu biribirini izleyen demografik med ve

birincinin ikinciyi tamamen değilse hemen hemen sildiği (hüküınsüz bıraktığı) aşağı ve yu­

zir, ardarda gelen ve de

kan-doğru hareketlerden oluşan eski çağlardaki hay atı

karakterize e diyordu .

Bu

temel gerçekler hemen hemen

başka her şeyi ikincil öneme sahip kılmaktadır. Açıkçası, başlangıç n okta mı z dünyanın insanlan olmalıdır. Ancak

ondan sonra eşya hakkında konuşabiliriz.

Dünya Nüfusunu Tahmin Etmek Güçlük şudur ki eğer dünya

nüfusu bugün bile ancak önceki nüfuslarla

% 10 hata marjı içinde biliniyorsa , da h a

ilgili malumatımız daha da eksiktir. Gene de, hem kısa hem uzun vadede, yerel hadiseler düzeyi nde o l d uğu kadar dünya

hadiselerinin büyük ölçeğinde

de,

herşey

halk kitle­

lerinin sayılanna ve dalgal anm alanna bağlıdır.

Med

ve Cezir

Onbeş ve

onsekizinci yüzyıl arasında, nüfusun yüksel­ herii ey de değişikliğe uğradı.

mesi veya düşmesi gibi başka

İnsanların sayısı artmca, üretim

ve ticaret de

arttı . Ç orak

ve ormanlık ara zil er, bataklıklar ve tepeler eki l m eye baş­ landı; (sınai) mamuller yaygınlaştı, köy ve kasab al ar ge­ nişledi, hareket hal in deki insaniann sayısı çoğaldı; ve nü­ fus-artışı baskısının ortaya çıkardılı meseleye bir çok baş­ ka olumlu tepkiler de meydana geldi. Şüphesiz, s avaş ve anlaşmazlık; korsanlık ve haydutluk mütenasip olarak bü­ yüdü; aynı zamanda ordular ve silahlı çeteler de gelişti;

104

toplumlar alışılmadık büyük bir ölçekte yeni zenginler

(rwuueaux riches) yahut yeni imtiyazlı sımflar yarattılar; devletler refaha kavuştu

mümkünün

-

hem bir ş er hem de bir

nimet;

sınınna olağ'an şartlarda olduğ'undan daha

Alışılmış belirtilerdi bunlar. Fakat demog­ nimet değildir. B azan faydalıdır, ba­ zan da zararlı. Nüfus büyüdüğ'ünde, i şgal ettiğ'i mekan ve tasarrufundaki servet ile ilişkisi değ'işmektedir. 'Kritik eşiklerden' geçer n üfu s ve her eşikte tüm yapı sı yeni baş­ tan sorgulanır. Mesele hiçbir zaman basit ve sarih deği ldir. kolay ulaşıldı.

rafik büyüme a z bir

insaniann

sayısında büyümekte olan bir artış çoğ'u kez

sözkonusu toplumun onlan besleme kapasitesini aşmakla sonuçlanır ve geçmişte hep b öyle sonuçlanmıştır. Onseki­ zinci yüzyıl öncesi nde heryerde rastlanan ve bugün haia bazı gerikalmış

ülkelerde geçerli olan bu

olgu şartlarda da­

ha ileri gelişmelere aşılmaz bir sınır koyar. Zira aşınya ka­ çınca , demografik artışlar hayat standard ında bir bozol­ maya yol açarlar; azbeslenmiş, yoksul ve yurtsuzlann o

herzaman dehşet veren yekünunu ge ni şletirl er. Bestene­ cek midelerle onlan be sl em edeki zorluklar, insangücü ile

işler

arasındaki denge salgın hastalık ve kı tlıkt arla yeni­

den kurulur C i kineisi birincisini ön cel er veya ona eşlik eder). Bu çok kaba ayarlamalar ancien regime 'de n önceki ( 1 789 öncesi) yüıyıl lann başat özelliğ'iydi.

Batı Avrupa'ya daha

yakından

b akı l dığı n d a , 1100 i le

1350 arasında sürekli bir nüfus artışının ol duğu görülür, bir diğeri 1450 ile 1 650 arasında,

ve bir ücüncüsü 1750'den

sonra; sadece sonuncusunu bir gerileme takip etmedi. Bu­ rada üç geniş ve kıyaslanabilir biyolojik genişleme dönemi karşısındayız. İlgi sahamı zdak.i döneme gire n ilk ikisini

gerilemeler

biri ( 1 350- 1450 arası) ol dukça keskin. bir gerilemeden çok bir yavaşlama olarak tanımlanması daha iyi olan ikincisi ( 1650- 1 750 arası) biraz daha hafif. i zledi,

105

Bugün, gerikalmış ülkelerdeki herhangi bir nüfus büyü­ mesi hayat standardında bir düşüş meydana getirmekte, fakat şükür ki insan sayısında öyle trıijik bir azalmaya yol açmamaktadır (en azından 1945'ten bu yana). Her gerileme belirli sayıda sorunu çözer, baskı l an gi­ derir ve hayatta kalanlara yarar. O l duk ça şiddetlidir, am a gene de bir çaredir. Ondördüncü yüzyılın ortalanndaki Ka­ ra Ö lüm ve onu i zl eyip etkisini şiddetlendiren salgın has­ talıklardan hemen sonra , tevarüs eden mülk az sayıda in­ sanın eli n de temerküz etti. Sadece nitelikli toprağın eki­ mine devam edildi (daha çok mahsule daha az emek). Ha­ yatta kalanların hayat standardı ve gerçek kazançlan yükseldi.

Böylece Languedoc'ta 1350 ile 1450 arasında

köylü ve onun babserkil (patriyarkaJ ) ailesi metnık bir kırsalkesimin efendisiydiler. Ağaçlar ve vahşi hayvanlar bir zamanlar serpilip gelişmiş tarlalan istila ettiler. Fakat 1-.ıs:ı �i!' :raman sonra nüfus gene arttı ve hayvanların ve yaban otlanrun eline geçen toprağı geri almak, tarlalan

taşlardan temizlemek, ağaç ve çahlan sökmek zorunda kaldı. İnsanın çoğalması bizzat bir yük oldu ve gene onun yoksu l l aşm asına yol açtı. 1560 veya 1580'den itibaren Fransa,

İspanya, İtalya ve

sında nüfus

tan başlar

muhtemelen tüm Batı dünya­

gene çok yoğun ol du . Monoton hikAye yenibaş­

İnsanoğlu ancak kısa aralıklar refaha kaVUftu ve 'artı k çok geç' olm a d an da bu­ ve süreç tersine döner.

nu n farkına varmadı.

Fakat bu uzun dalgalanmalar Avrupa dışında da bulu­ nabilir. Yaklaşık olarak ayıu zamanlarda, Çin ve Hind muhtemelen Batı ile aynı ritm içinde ilerleyip gerilediler, sanki tüm insanlık, insanati unun geriyekalan tarihini (gö­

rece) ikincil öneme sahipmit gibi gösteren ezeli bir kozmik kaderin pençesindeymiş gibi. iktisatçı ve nüfusbilimci Ern.st Wagemann bu görüfteydi. Senkronizm (eşzamanlı106

lık) onse kizinci yüzyılda aşikArdır ve onaltıncı yüzyılda­ kinden daha muhtemeldir. Bunun aynı zamanda onüçün­ cü yüzyıla da uygulandığı ve St Louis'nin Fransa'sından

Moğollann uzak Çin'ine ka da r uzandığı varsayılabilir. Böyleyse eğer, bu durum problemi hem kaydınr hem de

basitleştirir. Wa gem ann ın ulaştığı sonuca gö re , nüfusun '

gelişmesi iktisadi, te knik ve tıbbi ilerlemeye yol açan se­

beplerden çok farklı sebepl ere atfedilmelidir. ·

Her h a lükard a , meskün dünyanın bir ucundan diğeri­

ne aşağı yukan eşanlı görünen bunun gibi dalgalanmalar, çağl a r boyunca nispeten s abit

kalan değişik insan kitleleri

arasındaki ra kam s a l ili ş kilerin varlığını tasavvur etmeyi daha kolaylaştınnaktadır: biri diğerine eşit veya bir üçün­

eünün iki misli

. . .

Biri

bilini nce, diğeri halledilebilir; do l a­

yısıyla sonuçta, böyle bir talıminde içkin bütün hatalara

rağmen, insaniann tüm kitlesinin toplam sayısı tahmin edilebilir. Bu global rakamın fayda sı aşikardır. Doğru l u k

ve kesinlikten, kaçınılmaz surette, ne kadar uzak olursa olsun, bir tek varlık (istatistikçilerin i fadesiyle tek bir soy) olarak telakki edilen insanlığın biyolojik evriminin belir­

lenmesine yardı m cı olur.

107

5 'i Para

Para arzının işleyişi orta öl çüde geliş mi ş herhangi bir ticari hayatın bir aleti, bir yapısı, temel ve düzenli bir ol­ gusu olarak görülebilir. Her şeyden önce, para her yerde kendini bütün iktisadi ve toplumsal i l işkilere sokm anın bir yolunu bulur. Bu onu mükemmel bir gösterge yapm ak­ tadır: Onun ne kadar hızla dolandığıru veya ne zaman tü­ kendiğini, aktığı kanallann ne kadar karınaşık olduğunu veya arzının ne kadar az olduğunu gözlernek suretiyle, bü­ tün beşeri faaliyetlerin (en mütevazi olanlarının bile) ol­ dukça doğru bir değerlendirilmesi yapılabilir. Hayatın kadim bir gerçeği, yahut daha doğrusu kadim

bir tekniği olmakla beraber para insanlı� şaşırtmaktan hiçbir zaman geri kalmadı. Esrarlı ve rahatsız edici bir gö­ rünüşü vardır. Evvel emirde, paranın bizzat kendisi kar­

maşık görünüyor olmalı, zira parayla yürüyen parasal eko­ nomi hiçbir yerde tam geli şmi ş değildi; onaltı ve onyedinci (hatta onsekizinci) yüzyıllarda Fransa gibi bir ülkede bile. Sadece belirli bölgelere ve belirli sektörlere giriyor, diğer­ lerini ise rahatsız etmeye devam ediyordu. Bizzat ne oldu­ ğundan çok ne getirdiği yüzünden bir yenilikti o. Neyi ge­ tiriyordu gerçekte? Zaruri yiyecek maddelerinin fiyatların109

da keskin değişmeler; insanın artık ne kendini, ne adet­ lerini. ne de kadim değerlerini tanımadığı anlaşılmaz iliş­

kiler. Çalışması bir meta, kendisi bir 'eşya' oluyordu para sayesinde.

bir ya pıya dayalı olup da kapılarını paraya herhangi bir toplum kazandığı dengeleri er ve ya geç kaybeder, ondan sonra artık asla yeterince den e t leneme ye­ cek olan kuvvetleri serbe st bırakır. Yen i değiş-tokuş biçi mi eski düzeni bozar, bir iki imtiyazh bireye çıkar sa ğlar ve başka herkesi incitir. Bu etki al t ı n da her topl u m , (hayatın­ Kadim

açan

da) yeni bir yaprak çevirmek zorundadır. Son uç olarak, para ekonomisin i n yayılması onun varlı­

ğına alışmış toplumlarda olduğu ka d ar, kendileri farket­ meden onlara ulaştığı toplumlarda da tekrar tekrar görü­ len bir draınd.ı; onaltıncı yüzyılın sonlanna doğru Osman­ lıların yönetimindeki Türkiye (sipahikre verilen tirnar ya­ hut geri al ınabilir fiefl�ri n yerlerini tam özel mülkiyete bı­ raktıkları zaman); yahut Tokugawa yönetimi altındaki Ja­ ponya, ki aşağı yukarı ayru zamanlarda şehirleri ve burju­ vaziyi etkileyen ti pik bir bunalımın perçesi ndeydi. Bugün belirli azgelişmiş ülkelerde hıll a gözlerimizin ö n ün de mey­ dana gelme k te olanlan incelemek suretiy le bu temel s ü­ reçlerin gılzel bir tasvirine sahip ol abiliri z : Mesela, i ş l em ­ lerin % 60 ve hatta bazı yerlerde % 70'inden fazlasının p a ­ ra el değiştirmeksizin tamamlandığı Mrika'da o l d u ğu gi­ bi . İnsanoğl u yerkürenin bazı yerlerinde, 'kabuğunun için­ deki salyangaz rnisali', hal� piyasa ekonomisi nin dışında yaşayabi l ir. Ama cezası geçici olarak ertelenen bir mah­ kümdur

o.

Tarih bize bu mahkum insaniann s onuge l me z bir . al ay haU nde meydana çıkışlannı gösteriyor - ka d erlerinden kaçamamaya mahkfim insanlar. Saf ve şaşırtıcı bir sabır­ la, nereden geldiğini gerçekte p ık anlama d an hayatın sil-

1 10

lesini yiye geldile r. Çift.lik ve evlerin

kiralan vardı, geçiş kasaba pazanndan yapılın ası zorun­ lu a lıml ar, ve pek tabii vergiler. Şu veya bu şekilde bu ta­ lepler nakitle karşılanmak zorundaydı; gümüş para yoksa, bakır paralarla. paraları, tuz vergisi,

'Madeni para şıngırtısı ' böyl ece binbir yoldan günlük

hayata giriverdi. Modem devlet bu

transferierin büyük ya­

pıcısı ve alıcısıydı (vergi, paralı asker ücretleri, memur

maaşlan); ama bu konuda tek deği ldi. Birçok in s an bu ara­ da yükünü tutuyordu : Vergi to playıcısı tuz-vergisi mülte­ ,

ziıni , tefeci-rehinci , topraksahibi, büyük tü ccar girişimci

bir yana u z anıyordu . Ve do­ gibi, sempati doğunnuyorlardı. Finansörlerin yüz leri bizi hor ve 'finansör'. Bunlann ağı dört

ğal olarak bu yeni zengin sınıf, bugünkü denkleri

Bir çok vesileyle ressamlar sokak­ taki insanın ne fret ve güvensizliğini dile geti r di ler. Ancak bu tür duygular -halkın ve bir dereceye k adar da i l k dö­ görür gibidir m üz elerde .

nem iktisatçıların paraya

karşı güvensizliğini

besleyen bu

açık ve gizli kederlenmeler- hadiselerin n ih ai akışı üze­

Bütün dünya üzerinde, büyük pa­ ra çevreleri transfer yaliarım ve para i l e 'şahane meta­ lar'ın zengin ticareti arasın da karlı randevoların ayarla­ nabileceği merkezleri örgü tled il er. Macellan ve del Cano zor ve tehlikeli şartlar içi nde dünyanın çevresini dolaştı­

ri nde pek az etkili o l d u .

ve Gemelli Careri, biri 1590 diğeri 1 693'te, çantalannda İspanyol dolarlan ve gümüş paralar­

lar. Francesco Carietti

la, ve seçi l miş emtia sepetl eriy le, dünyanın

çevresini tur­

ladı lar. Dahası , çıkış noktalarına geri döndüler.

Para pek tabii para ekonomisindeki değişim ve devrim­ lerin -se bebi oldu ğu kadar- belirtisidir. Onu getiren ve yaratan hareketlerden

aynlamaz. Ama geçmişte Batılı izahlar çoğu kez parayı tek başın a soyutlanmı ş olarak ele alıyo r ve mecazi benzetmelere baş-

gözlemcilerin yaptı kları

111

vuruyordu.

Para 'toplumsal bedenin kanı' idi (Harvey'in ketfinden çok önce heryerde rastlanan bir tasavvur); bir 'meta' idi (yüzyıllar boyunca tekrarlana gelen bir görüş). William Petty'ye göre ( 1 655), •para, siyasi toplu l uAu n yağı­ dır, fazlası çevikliğini önler, azı ise hastalığa yol açar.' Bir Fransız işadamı 1820'de şu açıklamayı yapıyordu: �para, bizim toprağı sürüp ürün hasıl ettiğimiz saban değildir; sadece maliann dolanımına yardımcı olur, tıpkı yağın bir makinayı daha rahat hareket ettirmesi gibi ; tekerler ye­ terli miktar da yağlandıklan zaman, daha fazla bir miktar ona sadece zarar verir.' Bu tasavvurlar bile, filozofluAu ik­ tisatçılığtndan önde gelen John Locke'ın şüphe götürür önermesinden, 169l'de yayımladıA"ı bir kitapta parayı ser­ maye ile özdeşlemesinden dah a iyidir. Bu, parayı servet ile veya ölçüyü ölçülen miktar ile kanftırmak demektir. Bütün bu tanımlar esas noktayı dışanda bırakmakta­ dır-parasal ekonominin kendisini, paranın mevcudiyeti­ nin gerçek sebebini. Para, ancak i nsaniann on a ihtiyaç duydukları ve maliyetine katlanabildikleri yerde kurumla­ şır. Paranın esneklik ve karmaşıklığı onun vücuda getirdi­ ği ekonominin esneklik ve karmaşıklıtının fonksiyonudur. Ne kadar ekonomik ritmler, sistem ve durumlar varsa son kertede o kadar para türleri ve parasal sistemler vardır. Tüm bunlar yine de pek o kadar gizemli olmayan bir süreç içinde bağlantılanmaktadır; anci�n regime sırasında para­ sal bir ekonomi olduğunu keşke sık stk kendimize hatır­ latsak: Bugünkünün aksine, çok eksik bir tekilde farkedi­ len, bir kaç kademede mevcut olan ve hiçbir tekilde tüm insanlara yayılmış olmayan bir ekonomi.

Onbeş ve onsekizinci yüzyıllar arasında takas muaz­ zam genişlikteki alanlarda genel kural olarak kaldı. Ama ne zaman durum gerektirdiyse, paraya dotru bir çeşit ilk adım olarak, salyanguz kabutu gibi ilkel veya •eksik' para112

lann dolanıma girmesiyle takviye edildi. Bu paralar sade­ bizim gözümüzde eksiktirler: Onlara başvuran ekono­ miler başkal an na zor güç getirebilirlerdi. Avrupa'nın ma­ deni parası (bile) çoğu kez çok yetersi z kalıyord u . Takas gi­ bi, madenin de kusurlan vardı; her zaman bu iş için yeter­ li miktarda bulunmuyordu. Böyle durumlarda ka�t, ya­ ce

hut kredi (onyedinci yüzyılda Almanya'da alaylı bir ifade­ ye konu olan Herr Credit), iyi veya kötü; aynı hizmeti gö­

rüyorlardı . Esasen bu, deii şik bir kademedeki aynı süreç­ tir, kesinlikle. Herhangi

bir faal ekonomi gerçekte

parasal

ve biz z at faalliğinden ötürü yenilikler ya­ par: bu tür bütün yenilikler on d an sonra sözkonusu e kono­ minin durumunu gösteren işaretler olarak değer kazanır­ lar. Law sistemi ve o ça� İngiltere'sindeki Güney Denizi Kabarca� skandalı savq-sonrası mali çarelerden, aman­ sız spekülasyondan veya 'baskı gruplan' arasındaki p ayla­ di linden kopar

şunlardan oldukça farklı şeylerdi. Frarı&A't b yer.ilik, kre­ dini n karmakanşık ve etkisiz

ama inkAr edilmez doğumu

bir doğum üstelik. Bu iğrenç sistemden anlamadı�nı ileri süren Prenses Palatine, 'ce­

biçi mini alda, zor

hiçbir şey

hennem ateşinin tüm bu senetleri yakmasını sık sık arzu

ettim,' diyerek öfkesini dile getiriyordu . Bu rahatsızlık ye­ ni bir dili farketmenin başlangıcıydı. Zira (e!er benim de bir mecaz ku l l a nmaını bağışlarsanız) paralar birer dildir:

diyaloğu zorunlu ve mümkün kılarlar ve ancak bizzat di­ yalog mevcut ise mevcut olurlar. Eğer

Çin (kağıt parasının uzun ve acayip 'ara faslı' bir

yana) karmaşık bir parasal sisteme sahip olmadıysa, sö­

mürdüğü civar bölgelerle (Motolistan, Tibet, Doğu Hindler

ve Japonya) ilişkilerinde böyle bir teye ihtiyaç duymadı­

ğındandı. Eğer ortaçağ

İalam'ı,

Eski Kıta üzerinde Atian­

tik'ten Pasifik'e kadar uzanan ve yüzyıllar süren bir üs­ tünlük kurduysa, (Bizans hariç) hiçbir devleti n onun altın l l3

(di'nar)

ve

gümüş (dirhem)

paralanyla rekabet edememe­

sindendi. Gücünün araçlanydı bunlar. Eğer ortaçağ Avru­ pa'sı sonunda p aras ını adam ettiyse, düşman İslam dünya­ sının m eyd an okumasını karşılamak zorunda olduğu için­ di. Aynı şekilde, onaltıncı yüzyılda Osmanlı İmparatorlu­

ğu'nu tedricen i sti l a e d e n para sal devrim onu n Avrupa konserine mec b uri girişinin bi r sonucuydu. Japonya 1638'den sonra kapılannı dış dünyaya kapattı, ama ancak

şöyle böyle: Çin yel kenl eriy le Felemenk hürriyet gemileri­ ne açı k k al dılar. Yarık, para ve ticaret ı'll allannın ülkeye

girip onu

gerekli tepkiye, yani gümüş ve bakır maden

ocaklanm

genişlikteydi . Bu çaba o ny edi n ci yüzyıl ­

kull anm aya zorlayacak

aym zamanda Japonya şehir bayatının

daki ilerlemesiyle ve ayncalıklı kasabalarda 'hakiki bir burj uva medeniyeti'ni n gelişmesiyle

biribiriyle

bağlantılıydı.

Bu tür kanıtlar

b ir çeşit

parasal

bağlantılıydı.

Herşey

dış politikayı açığa çı­

karmaktadır: Yabancılann, hem kuvveti hem de zayıflığı yüzünden, bazan şartlan dikte ettirdiği bir dış politika. Konuşabilmek için ortak bir dil, ortak bir zemi n bulunmak zorundadır. Uzun-mesafeli ticaretin, büyük-ölçekli ticaret

kapitalizminin önemi onun dünya tic aret dilini konuş ma kabiliyetiydi. Bu ticaret hacım olarak en önemli ticaret de­

ğildiyse de (baharat ticareti -değer ol arak bile- Avru­ etkinliği ve ge­ tirdiği yapıcı değişim yü z ün de n önemliydi. Uzun-mesafeli ticaret tüm hızlı 'birikim'in kaynağıydı. Ancien regim.e dünya sı nı kontrol ediyordu ve para onun emrindeydi. Tica­ ret, ekonomilere yön veriyordu. pa'da tahıl tic aretin de n çok çok düşüktü),

114

6 � Borsa

Samuel Richard'ın 168 1'de yayımlanan Le Nouveau Negociant (Yeni İş adamı) adlı eseri Borsa (bourse)yı şöyle tanımlıyor: "Bankacı, tüccar ve i ş ad a m l arı , döviz iş lemcileri ve banka aj anl arı , komisyonc u ve diğer kişilerin bulu şma yerleri . • Bow se adı bi zzat Bruges'den kaynaklanıyor, bu

tür toplantılar "Hôtel des Bourses yakınında" yapılıyordu.

Lyon 'd a , Borsa'ya "P1ace des Changes" deniyordu, Hanae­

�ge", Barse­ tacirler her gün

tik kentlerde "Tacirler Heyeti"; Marsilya'da

lon a ve Valencia'da "Lonja". Seville'de gradas (katedral merdi venleri) üzerinde toplanıyorlardı, Lizbon'da Rua Nova üzerinde (kentin caddesi).

en geniş ve en uzun

Frankurt-am-Main'de tüccar toplantıları aynı za­ Dunker­

manda açık havada (balık pazannd al yapılıyordu:

que'de "bütün işadamJan (hergün) öğle saatlerinde beledi­

ye binasının önündeki meydanda biraraya geliyorl ardı . orada, herk esi n görebileceği

kodamanlar (gros bonnets)

ve

Ve

işitabiieceği bir alanda bu

kavgaya tutuşuyor. birbirleri­

ne hakaretler yağdınyorlardı.

Paris Borsası eski Place aux

Changes'den 1724'te Vivienne caddesindeki Palais de Ne­ vers'e 184ındı.

Londra•da Thomas Gresham•ın kurdu� 115

"Burse" sonralan Royal Exchange adını aldı. Kentin tam

m erke zine öylesine yerleştirilmi şti

ki, yabancı bir muhabi­

re göre 1760'ta Quakerlara karşı harekete geçildiğinde hü­

kümet askerleri her yana en hızlı bi çi m d e yetişebilmek

için buraya yerleştirilmişlerdi. İlk b ors al ar hangi t arihte n itibaren kuruldular? Bu hususta kronoloj iler yanıltıcı olabilir: binanın inşa tarihi

kurumun tesis tarihiyle aynı ol m ayab ilir. Amsterdam'daki binanın tarihi 1 63 1 , ama Yeni B ors a 1608'de kuruldu, es­ kisi ise ta 1 530'a uzanıyor. Onun için çoğunlukla faz l a gü­

venilir ol mayabil en ge le neks e l tarihlerle yetineceği z;

ama

ilk B ors a l an n ku zeyde ortaya çı ktığını gösteren yanıltıcı

kro n olojiye de bağlı kalamayız :

Bnıges

1409, Antwerp

1460 (bina 1 5 1 8 'de i n ş a edildi ), Lyon 1 4 62, Thulouse 1469,

Amsterdam 1 530, Londra 1 5 54, Rouen 1556, Hamburg 1 558, Paris 1563, Bourdeaux 1 5 6 4, Berlin 1566, D an zi g

1593, Lei pzig 1 635, Berlin 1 7 16, La Rochelle 176 1 (bina), Viyana 1 77 1 , New York 1772.

Görünüşe rağmen , yu k a n d ak i liste gerçekte Ku z ey Av­ rupa'nın üstünlüğünü göstennez. Borsalar h a ki k atte Ak­ deniz ülkeleri nde en a z andördüncü

yüzyıldan

beri mev­

euttular: Piza, Venedik, Floran s a , Cenova, Va l e n cia , Bar­

selona . . . "Her AJlahın günü, B ars el on a taeiri k atı n nı Lan­

ca'ya sürer, i şlerini halleder, sonra bir dostoyl a bahçesine

çekilip zevkle dinlenirdi." Akdeniz Avrupası'ndaki bu er­ ken B orsa faaliyeti ex nilıilio (yoktan) meydana gelmi ş de­

ğildi. Kelimenin kendisi değilse bile,

realite hakikaten çok

eski d öne mle re u zanıyordu: Doğu'nun ve Akdeniz'in büyük merkezlerinde çok eski zamanlarda tücc� toplantılan vu ­ ku bulmaktaydı ve Roma'da M.S. ikinci yüzyılın sonlarına

ilgili kanıtlar görmek mümkündür. AıDsterdam Borsası'nın büyük binaBI 163 l'de tamam­

doğnı bu hususla

landı. Damplatz üzerinde, Bankanın ve Oost Indische 1 16

Compangnie (Doğu H in d Şirketi ) binasının tam karşısı n­ da. Jean - Pierre Richard'ın döneminde (1 722}, her gün öğ­ le va kti ile saat iki arasında yaklaşık 4500 kişinin b inayı dol durduğu söylenmektedir. Yah udil e r uğramadığı için C u martes i günleri daha az kalabalık olurdu. Çok sıkı ku­ rall ar uygulanıyordu: Her ticaret d al ı nın numaralı bi r ye­ ri vardı ve borsada, yeminli veya yeminsiz, bin kadar ko­ misyoncu mevcuttu. Önemli işadamları ve çok sayıda aracı b ura da biraraya geldiklerinden, her çeşit iş görülebilirdi: Emtia operasyon­

lan , döviz mübadelesi, hi s se darlı k, riskin birkaç garantör arası nda yaydınldığı deniz sigortası. Aynı zamanda

bir pa­

ra p iy as a s ıy dı borsa, bir finans piyasası ve bir hisse sene­ di piyasası . Bu tür faaliyetlerin bağımsız ol arak

organize

edilmeye meyletmesi doğaldı.

Amsterdam Hisse Senedi Borsası Onyedinci

yüzyılın başındaki yenilik Amsterdam'da

bir hisse sene di piyasasının ortaya çıkmasıdır. Hazine se­ netleri (government stocks) ve Hollanda Doğu Hind Şirke­ ti'ndeki muteber hisseler tamamen modem bir tarzda spe­ külasyon nesnesi haline geldiler. Buna, çoğu kez yapıldı!ı gibi, ilk hisse senedi piyasası deme k pek doğnı d.eğil . Dev­

let borçlanma senetleri Venedik'te çok erken bir tarihten beri ciro edilebiliyordu, Floransa'da 1328'den önce, Ceno­ va'da, vs . . . Alman maden ocaklannın (Kuxen) hisseleri ta onbeşinci yüzyıl da Leipzig fuarlannda satılıyordu; aynı şe­ kilde İspanya'nınjuroları, Fransız rentes sur l'Hotel de Vıl­ le (belediye senetleri) ( 1522), veya onbeşinci yüzyıldan iti­ baren Hanaetik kentlerin hisse sened,i piyasaları. Vero­

na'mn 13 18 tarihli nizamnameleri bir forward piyasa8ının (mercato a termine) varlığını teyit etmektedir; 1428'de hu­ kukçu Bartolomeo de Bosco Cenova'da bir forward loca'nın

117

satışına k8l'fl

çıkmıştı. Bütün bunlar Akdeniz'in hisse se­ beşiği olduğuna işaret eden kanıtlardır.

nedi piyasasının

Amsterdam'da yeni ol an, piyasanın hacmi, akışkanlığı bilinmesi) ile İilemlerin spekülatif özgürlüğü idi. Coşkun kumar hüküm sürüyordu burada - oyun için oyun: 1634 delaylannda Hollanda'yı kasıp ka­ vuran HUe çı l gınl ığı nı n , "hiçbir içkin değeri olmayan" bir lale soğammn "yeni bir araba, iki kır at ve eksiksiz bir ko­ şum" ile mübadele edilebilirliği anlamına geldiğini unut­ m ayal ı m . Ancak, u zman e ll er d e bel irli hisselere oynama iyi bir gelir sağlayabilirdi Mütecessis bir Yahudi tacir, Jo­ seph de la Vega, 1688'de Amsterdam'da Confusion de con· ve aleniyeti (herkesçe

fu.siones başlığıyla garip bir kitap yayıml adı ; okunınası zor bir İ s p anyol üslubu ile yazı lan eser ayrıntıl arla do l u , sevimli ve türünde eşsiz bir kitaptır. Yazar bu �ehennemi oyunda üstüste beş kez mahvo) duğunu s öy l erke n veya o zamana göre çok önceden varolan şeylere gülerken, sözle­

rinin zahirine göre anlaşılmamalıdır: 1688'den çok önce "yakalanmadan önce rin ga

balığımn ve hasattan yahut teslim alınmadan önce buğday ve diğer mallann forward · (önden) alımı yapılmaktaydı": Jsaac Le Maire'in Hi n distan hisselerinde onyedinci yü zyılın hemen başlarındaki skan­ dal spekülasyonu çok sayıda (suç teşki l eden d em e se k bile) karmaşı k işlemlerin bir işA.retiydi: ve komisyoncular daha o günler gelmeden Bors a ile oynayıp zenginieşirken taeir­ ler daha da yoks ullaştıklannı söylüyorlardı . Marsilya ve­ ya Londra , Paris veya Lizbon, Nantes veya Aınsterdam, her merkezde, düzeniemelerin pek az engel lediği komis­ yoncular

birçok h ürriyetlere {ayncalıklara) sahiptiler.

Amsterdam Hisse Senedi Borsası'nda s p e külasyon öy­ le bir karmaşıklık ve soyutluk düzeyine ulaştı ki, bu du­

bir ticaret merke­ haline getirdi; insanların sadece hisse alım satımı yap-

nım

zi

118

onu

uzun yıllar Avrupa'nın çok özel

makla, onlann muhtemel yükseliş veya düşüşleriyle tat­ min olmadıklan, çeşitli ustaca kombine zonl arl a hiç parası veya hisse senedi olmadan bile spekülasyon yapabildikle­ ri, bro kerle rin layık ol du kl an yere geldikleri bir merkez. Fırkalara (rotterU!s) bölünmüştü brokerler: bir grup fiyat­ lan yukan ite rken, diğerleri, "düşürücüler" (veya Lond­ ra'da adlandınlacaklan ü z ere , "ayılar"), fiyat düzeyini aşa­ kı çekmeye çalışırdı. Mütereddit s pek ülatörler kitlesini şu veya bu yana çekmek için birbitleriyle y.an şı rl ar dı . Bir broker için kam p değiştinnek, ki zaman zaman ol uyordu , neredeyse i h a n e t de mekti . Ancak, bütün hisseler nama yazılıydı ve sertifikalar

Şirketi'nde b ul unuyordu ; bir alıcı ancak adının bu m aksatla tu tul a n bir deftere kayde di lm esi suretiyle hisse sahibi olabiliyordu. Şirket başlangıçta bu yolla spe­ külasyonu ö n l ern eyi d üşünüyordu (hamiline yazılı tahvil­ D oğu Hind

ler sonra çıktı ortaya) ama spekülasyon mülkiyet olmadan da işleyebiliyordu. Spekülatör gerçekte sahip ol mad ı ğı bir şeyi satıyor ve hiçbir zaman sahip olamayacağı bir şeyi sa­

tın alıyordu: "Açık" alım

diye

bilinen şeydi- yapılan. Ope­ rasyon bir zarar veya kazançla sonuçl anır, fark şu veya bu şekildeki bir ödemeyle hal ledilir ve oyun d evam ederdi. Di­ ğer bir oyun olan premium ise s�dece biraz daha karma­ şıktı. Gerçekte hisselerin fiyatlan uzun vadede hep yüksel e­ meyece�nden , spekülasyon zorunlu olarak kısa va deyle sınırlıydı. Geçici dalgalanm�lann gözetierne yerind eydi spekülasyon - doğru veya yar$ş bir haberle �olayca tah­ rik edilirdi . Ondördüncü Lui'nin B irl eşi k EyaJetler temsil­ cisi 1687'de Java'daki Bantarn'ın d üşüşüne dair yaygal ara­ lar b aş l ayi nc a önce çok şaşırmıştı , çünkü y aygara biter bit­ mez, sanki haber doğru değilmiş gib\., herşey unutulup git­ mişti. "Ama olayiann böyle gelişmesine şimdi o kadar şa-

1 19

şımıı ş defilim", diye yazıyordu ll Atustos'ta, "Aınster­ dam'da hisse sen e di fiyatlannı n düşmesine s eb ep oldu bu, ve bazılan bu işten kazançlı çıktı." Yaklaşık on yıl sonra, başka bir büyükelçi şunu kaydediyordu: "Hague'in çok

z e ngin bir Yahudisi olan baron Jouasso, bir günde yüzbin kron kazanabileceğini" söyleyerek hava atıyordu, " . . . eğer İ s p anya kralının ölümünü ( ki zavallı II. Charles ölüm dö­ şeğin d ey di) Aınsterdam'da ö l üm haberi yayılmadan b eş - al. tı saat önce öğrenebilse•. "Bunun böyle olduğuna i nanıyo­ rum" diye devam ediyordu büyükelçi, "çünkü o ve diğer iki Yahudi, Texeira ile Pinto, hisse senedi piyasasındaki en güçl ü kişiler arasındadırlar." Aınsterdam'daki spekülasyonun hacim ve (kötü) şöhre­

tinin açı kl am a sı şuydu: Orada sadece b üyük sermaye sa­ hipleri değil, küçük hisse sahipleri de cirit atıyordu. Hatta zaman zaman insanın h ata nn a bugünün bahis-evleri (bet­ ting-shops) veya Fransa'daki tierce geliyor. "Bizim spekü­ latörlerimiz" diyor Joseph de la Vega 1688'de, "içinde Hol­ landahlann coffy, Levantenlerin (Akdenizli ) caffe dedikle­ ri bir içki satılan belirli evlere sıkça uğrarlar." Bu coffy hu­ isen "h•>Ş karşılayan sobalan ve kışkırtıcı eğlenceleriyle kı­ şın çok işe yarar: Bazılan okumak için kitap verir, diğer­ leri oyun tablalan ve h epsinde birbiriyle konuşan insanlar vardır; biri çikolota içer, diğeri kahve, biri süt, diğeri çay ve hemen hemen hepsi tütün çeker. . . Böylelikle ısınır, az bir masrafla dinlenir ve eğlenirler, haberleri dinlerier. . . Derken, Borsa'nın açılış saatlerinde b u hanelerden birine "'boğalar"dan biri geliverir. Ona hisael4!rin fiyatlannı so­ rarlar, o da o anki fiyata yüzde bir veya iki ilave eder, kü­ çük not defterini eline alır ve önceden aklıılda kurmuş ol­ duğu şeyleri güya yazar, böylece herkesin onun sahici dav­ randı�na inanmasım satlar ve hisselerin tekrar yüksele­ ceği korkusunu vererek herkesin kalbinde biraz hisse sa120

tın almak arzusunu tutuşturmak üzere numarasını sürdü­ rür".

Bu sahne, eter fazla ya nıl mıyorsa m·, Borsa'nın küçük tasarrufçu ve küçük spekülatörterin ceplerinden nasıl pa­

ra sızdınldığını tasvir eder. Operasyonun başansı şöyle mümkün oluyor : ( 1) O zama ıl.ı ar, i nsani ann piyasanın yükseliş ve düşüşlerini takip etmelerine yardım cı olacak, fiyatların resmi kotasyonu yoktur henüz; (2) kaçınılmaz aracı olan broker, Borsa'nın (tüccar ve brokerlere aynl an ) iç kısmına girme hakları b ulunm ayan küçük sermaye sa­ hiplerine hitap etmektedir (Borsa söz konusu bütün kah­ vehanelere iki adım uzaklıktaydı oysa).

121

7 � Piyasa

ve

Kapit�lizm

Muğlak bir kelimedir "piya s a ". Bir yand a , oldukça

gev­

şek bir anlamda, kendine yeterliğin ötesine giden bütün mübadel� türleri için, ticaretin büyük küçük bütün türleri için, alı şveriş alanlanyla (şehir pazan, ulusal pazar) veya beli rli bir ürünle (şeker, kıymetli m aden , baharat, vs . piya­ sası ) alakah bütün "kategoriler için kullanılmaktadır. Bu anlamda kelime m ü ba de l e , dolaşım ve böl üş üm ile eşde­ kelimesi çoğu kez, aynı za­

ğerdir. Diğer yan da , "piyasa"

ma nda piyasa ekonomisi adıyla da bilinen o ldu kça geniş bir mübadele biçimine, yani bir sisteme atfedilmektedir.

Güçlük evvel em irde şurada yatmaktadır: Piyasa

kompleksi , yıllar boyunca değişen bir iktisadi hayat ve ( on­ dan daha az ön em de olmayar,ak) bir toplumsal hayat bağ­ Iamma yerleştirildiği zaman anlaşılabilir ai:ıc ak ; ikincisi,

bu komple.ksin ke n d i s i

durmaksızın evrilmekte ve değiş­ mektedir; bir dakikadan diğerine hiçbir zaman aynı anlam veya öneme

sahip deği ldir.

Bu nosyonu somut gerçekliği içinde kavramaya çalış­ mak ü zere, ona üç yol la· yaklaşmaya niyetim var: iktisatçı­ Iann basitleştinci teorileri vasıtasıyla; geniş !ifl-lamda, ya­

ni uzun vadede tarihin sunduğu kanıtl arla; bugünkü dün­ yanın karmakanşık ama muhtemelen yararlı derslerini kullanarak.

123

Kendi kendini ayarlayan piyasa iktisatçılar piyasaya büyiik ön em veregeldile r. Adşm Smith piy asayı iş bölümünün düzenleyicisi sayıyordu . Pi­ yas anın hacmi , üretimi hızlandıran süreç olarak iş bölümü marifetiyle ulaşılabilecek düzeyi belirlemektedir. Da ha önemlisi , piyasa 'gizli el'i temsil etm ekte d i r : arz ve talebi bir araya getiren, fiyat m ekaniz m ası marifetiyle onlan bi­ ribirleriyle otomatik olarak eşleştiren gizli el. Oskar Lan­ ge m ese leyi daha çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır: pi­ yasa, insaniann o gü ne kadar sahip olduklan i l k bilgisa­ yardı, ik ti s a di faaliyetlerin den ge s i ni bizzat te m in at altına alan bir kendi-kendini ayarl ay an makine. D'Avenel kendi­ ni çağının diliyle , kendinden memnun liberalizmin kelime­ leriyle i fade ediyordu : Bir devlette b aşka hi çbir şey serbest olmasaydı bile , eşyanın fiyatı serbest olurdu ve kendini as­ la başkalannın boyunduruğu altına sokm az dı . Gümüşün fiyatı , toprağın, emeğin , tüm yiyeceklerin ve ticaret eşya­ sının fiyatı hiçbir zaman serbestlikten b aş k a bir durumda olmadı: bu güne kadar hiçbir yasal sınırlama, hiçbir özel anlaşma onlan köleleştirmeye muvaffak olamamıştır.

Bu türden görüşler hiç kimsenin denetiminde bulun­ piyasanın tüm ekon om inin motor mekanizması ol­ duğunu örtük biçimde k a b ul etmektedir. Bu görüş açısm­ dan Avrupa'nın ve hatta dünyanın büyümesi, durmaksızın alanını genişleten ve kendi rasyon el dW:enine her gün da­ ha fazla sayıda insanı, daha fazla çefitte yerel veya uzak

mayan

mesafeli alışverişi çeken bir piyasa ekonomisini temsil edi­

yordu (bu sonuçl� yani yerel ve uluslararası ticaretin bileşimi dünyayı iktisadi bir birime dönüştürüyordu). Mü­ badele istisnası.z olarak bem'1l!'zı hem de talebi hare kete geçiriyordu; bunlar da üretime yol gösteriyor, devas a ikti­ sadi bölgelerin uzmanl8f1Dasma yol açıyorlardı . Sözkonu124

su bölgeler, kendi h ayati yetlerini teminat altına almada bir zorunluk ol ara k , kendilerini mübadeleye a dı yorl ardı.

Örnek

mi? Aquitaine'de şarap imali, Çin'de çay, Polonya,

Sicilya vey a Ukrayna'da hububat, sömürgeleştirilen Bre­ zi lya 'nı n peşpeşe gelen iktisadi uyarlamalan cboya ağaçla­ n, şeker, altın, kahve). Sözün kısası, mübadele, ekonomile­ ri biribirine bağlamaktadır. Hem kuşatıcı bir daire, hem de dönd ürü c ü bir menleşedir o. Fiyat, alıcı ile sa tıcı ara­ sındaki çöpçatandır. Eğer Londra Hisse Senedi Borsa­ sı'nda fiyat yukan veya aş a ğı doğru giderse, boğalan ayı­ tara veya ayıl an boğalara çevirebilir (Borsa argosunda ayı­

lar fiy :ıUan aşağı çeker, b oğa l ar ise yukarı ).

Faal ekonomil erio sınırlannda ve hatta göbe ği n de, pi­ yasa hareketi nin neredeyse temas etmediği büyük ve kü­ çük gedikler ol abil i r hala. Sadece bir iki işaret (para, bazı nadir yabancı ürün l erin gelişi ) bu küçük dünyaların tama­ men ke s i l i p atılmış olmadıkl arını göstermektedir. Bu gibi atalet veya hareketsizlik gedikleri George'lar İngiltere'sin­ de veya XVI. Louis'nin aşın faal Fransa'sında hala görü l e­ cekti . Ancak i ktisadi büyüme kesin olarak bu gibi tererit edilmiş a l a nl arı n azaltılması demekti , nitekim müterakki biçimde topyekün üretim ve tüketime katılmaya çağnlı­ yorl ardı . Sonunda sanayi devrimi piyasa mekanizmasını genelleştirdi.

Tüm ekonomiyi baştan sona fetbeden ve rasyonelleşti­ ren kendi-kendini ayarlayan piyasa, bu görüşe göre, esas

olarak büyümenin tarihi

ile kasdediten şeydir Cari Brink­ .

mann bir defasında iktisat tarihinin, piyasa ekonomisinin kökenlerinin, ge l i ş i m i nin ve çağmuzdaki bozuluşunun in­ celenmesi olduğunu y azıyordu Böyle bir basitleştinDe ik­ .

tisatçı nesill erin öğretileriyle uyum içindedir. Ama, piyasa­ yı sadece dıştan belirlenen bir olgu ol ara k görmeyen tarih­ çiyi tatmin e tme z Piyasa ne çeşitli iktisadi faaliyetlerin .

125

sadece bir tqplamıdır, kesin

ne de onlann

geli ş mesi ndeki belirli

bir merhale.

Çaglar Boyunca Piyasa Mübad el e başer tarihi

kadar eski olduğundan piyasa­

mn tarihsel

bir incelemesi i n san oğl unu n yaşadıiı bütün bilinen çağlan i çi ne alacak şeki l de genişletilmeli ve diğer sosyal bilimlerden yardım istemelidir: onlann sunduğu mümkün açıklamalan dikkate almalıdır; onlarsız uzun va­ deli gelişme ve y apıl a n ve yeni hayat yaratan bi leşim l eri kavramak imkansız olur. Ama alanın böylesine genişletit­ mesini kabul edecek olursak, başı ve sonu olmayan devasa bir serüvene b aş aşağı d al m ı ş oluruz. Bütün pi y a s a l ar bi­ ze birş eyler söyleyebilir: akla ilk gele n hili ş ura da burada görüleb il en arkaik mübadele sahneleridir; bunlar, tıpkı tu­ fan öncesi dünyadan kalan türler gibi , kadim gerçeklikie­ rin gölgeleridir. Çevredeki tepelere kondurolmuş köylerin aşa�tsındaki boş bir alanda düzenli biçimde ku rul an bugü­ nün Kabylia pazarlannın zayıflığını teyit e tmeli yi m ; ya­ hut, aym zamanda köylerin dışında da kurulan o parlak­ renkli Dahoma p az arl an m n ; hayut, Pierre Courou'nun in­ ceden i n eeye gözlediği, Kızıl Nehir del tası ndaki i p ti d ai pa­ ıarlann. Daha başka bir çok ömek var. O l dukça yakın za­ m an l arda Bahia'nın orta bölgelerinde, içeri l erden çobania­ nn yanvahşi sürüleriyle gelip katıldıklan pa zarlar vardı. Daha da arkaik olanları, Malinowski'nin gö zl e di ği , Yeni Gine'nin güney doğusun da 'lrobriand adalanndaki tören­ sel mübadelelerdi. Bu tür pazarlarda, kadim geçm i ş ile bu­ gün el el e vennektedirler. ,

-

Karl Polanyi, tal ebe l en ve şakirtleri bu değişik kanıt­ lar kütlesinin sunduğu meydan okumaya cevap verdiler. Ellerinden geleni yaparak tüm bu kanıtlan incelediler ve bir açıklama, neredeyse bir teori önermeye çalıştılar: Eko126

nomi, toplumsal hayatın sadece bir

alt-bölümüdür, top­

l u msal gerçekiitin ağlan ve sınırlamalanyla sanlı olan ve kendini b u ço k sayıda batd an ancak yakın zamanlarda

k urtarabilen (bazan o nu da yapamayan) bir alt-bölüm. Po­

lanyi'ye inanscak olursak, ondokuzuncu yüzyılda kapita­

lizm d ünya üzerine tam anlamıyla fişkınncaya kadar ger­

çekte ' 'büyük dönüşüm' m ey dan a ayarlayan' piyasa

hakiki

gelmiş, ' ke ndi kendini

boyutlanna ulaşmış ve o zam an a

kadar ege men olan toplumsal faktörleri emrine ram etmiş değildi.

Bu d eğişim de n önce, ancak denetim altındaki veya

sahte piy a s al an n , veya piyasa ol m ay an düzenlernelerin (non-markets) mevcu t oldu� söylenebilir.

İktisadi davranışla uyuşmayan m üba de l e örnekleri olarak, Polanyi karşılıklılık (reciprocity 1 mütekabiliyet) il­

kesinin yönettiği

törensel mübadeleyi zik.retmektedir; ve­

ya tüm üretimi m üs ad e re eden ( kam uya m al eden) ilkel bir

devletin mall an yeniden bölüştürmesini (redistribution),

veyahut da 'ticaret limanlan'nı : tacirin şartlan dikte ettir­

mediği iyi

o

nötr (tarafsız) mübadele noktalan. Bunlann

örnekleri Fenikelll e rin Akdeniz sahilleri boyunca

en sö­

mürgeleştirdikleri ve ticaretin belirlenen bir alanda yapıl­ dığı J i m anl a rdır. Sözün kısası, ticaret (alışveriş, mübadele) ile piyasa (kendi kendini ayarlayan fiyat mekanizması)

arasında bir ayınm yapılmalıdır; b u ikincinin geçe n yüz­ yıldaki ortaya çıkışı birinci dereceden öneme

sahip bir top­

lumsal kanşı klık oluştunnaktaydı. Bu teorinin

ortaya çıkardığı zorluk, bütünüyle bir ta­

kım heterojen örneklere dayandınlan (buna dayandınn ak denebilirse) bir ayınm üzerine kuruluyor olmasıdır. Ondo­

kuzuncu yüzyılın 'büyük dönü.şüm'ü tartışmasında (diye­ lim ki onyedinc:i ve onsekizinci yüzyıll ann o çok çeşitlen­ miş ticaret organizasyonunu değil de) potlach veya kula gi­

bi

olgulan gündeme getirmeyi yasaldayacak hiçbir yasa

127

Ama bu, Viktorya İngiltere'sinde evlili� düzen­ leyen kurallan açıklamak için Levi-Strauss'un kanakraba­ lığı bağianna dair yaptığı açıklamalara dayanmak gibidir.

yok ta b ii.

Somut ve çeşitli tarih gerçekliğini ele almak ve onu bir ha­ reket-noktası olarak kullanmak yol u n d a en küçük bir ç a­ ba gösterilmemektedir: Emest Labrousse veya Wilhem Abel'den, yahut fiyat tarihininin klasik ve s ayısız incele­ melerinden hiç söz edilmemektedir. 'Merkantilist' dö n em­ deki piyasa meselesi yirmi satırla geçiştirilmektedir. Geç­ mişte sosyolog ve iktisatçılar, bugünse antropoglar maale­ sef bizi tarihe neredeyse topyekün kayıtsızlıkianna aşina kıldılar. Bu, görevlerini basitleştirmektedir şüphesiz. Üsteli k, bu araştırmada 'kendi kendini ayarlayan piya­ sa'nı n hareketi hemen hemen teknolojik bir tan ım lam a yatkınlığının ürünü gibi gözükmektedir: şu veya bu'dur', diğeri 'değildir', şöyle şöyle bir bozulmayı 'temin edem e z' . İçindeki biricik unsurl an , talep, arz faaliyeti ve k arşıl ı kl ı anlaşmadan doğan fiyatlar olan bu piyasa bir hayal ürü­ nüdür. Bir

mübadele biçi mini iktisadi, diğerini toplumsal iştir. Gerçek hayatta, bü­

diye adlandırmak çok kolay bir

tün biçimler hem i ktisadi hem toplumsaldır. Yüzyıllar bo­

yunca, çeşitlilikleri ne

rağmen -yah ut o yüzden- bir ara­

da varolagelen çok çeşitli sosyo-ekonomik mübade le türle­ ri var oldu . Karşılı klılık ve yeniden-bölüşüm de mübadele türleridir (D.C. North bu hususta gayet ha klı dı r ) ve, çok erken bir z am a nd a ortaya çıka n , paranın el değiştirdiği pi­ yasa da hem toplumsal hem de ekonomik bir gerçekliktir. Mübadele her zaman için bir diyalogdur ve fiyat her za­ man değişime tabidir. Baskılara maruz kalabilir (yönetici­ nin, şehir veya k a pita l isti n v.s. baskılan), ama aynı za­ manda, bol veya az olabilen arım ve talebin buyruklanna da uymak zorundadır. Ondokuzuncu yüzyıldan önce 'haki­ ki' kendi kendini ayarlayan piyas anın ortaya çıkmasını red k on u s unda anahtar bir delil olarak kull anılan fiyat de128

netimi her zaman

mevcuttu ve bugün de h414 mevcuttur. Ama sanayi-öncesi dünyadan söz ettiğimiz zaman, piyasa­ Iann fiyat listelerinin arz ve talebin rolünü bastırdığını düşünmek yanlış olur. Teoride, piyasamn katı de netimi tü­ keticiyi, yani rekabe ti korumak demekti. Hem denetimi hem de rekabeti orta dan kaldırmaya yö nel e n şeyin, İngil­ tere'deki 'özel pazarlama' olgusundaki gibi, 'serbest' piya­ sa ol d u ğu nu söyleyecek kadar ileri gidebiliriz. Tarihsel olarak, benim görüşüme göre, verili bir alamn

piyasalanndaki fiyatlar beraberce dalgalandıklan zaman

piyasa ekonomisinden söz edebiliriz : bir takım farklı hü­ veya egemenlik alanlannda görülebildiğinden, da­ ha karakteri sti k olan bir olgu . Bu anlamda, ondokuz ve yirminci yü zyıll ardan çok önce bir piyasa ekonomisi vardı (Polanyi'nin meslekdaşı W.C. Neale' göre, bütün tarih bo­ yunca kendi kendini ayarlayan piyasayı tecrübe etmede ilk olan dönemierdi bunlar! ) Fiyatlar kadim çağlardan bu yana dalgalanıyordu; onikinci yüzyıla doğru Avrupa'nın her yaronda beraberce dalgalanıyorlardı . Sonralan, bu im­ tizaç katı sımrlar dahilinde daha kesin hale geldi . Onseki­ kümet

zinci yüzyıl Savoy'unda, ulaşunı güç bir dağlık bölge olan

küçücük köyleri bile bö lged e ki tüm pazarlar­ deyişle arz ve talebe göre h afta d a n haftaya yükselip alçaldığına şahit Faucigny'nin

da fiyatiann hMat ve ihtiyaçlara göre, diğer bir

oluyordu. Bunlan ifade

ettikten

sonra. makul şekilde

a di l reka­

bete yaklaşmakta olan bu piyasa ekonomisinin tüm eko no­

miyi içine aldığım ileri sürmüyorum;

bundan çok uzaktı.

Ölçek şimdi farklı ve oldukça değişik

sebepler d urumdan sorumlu i se ler de, piyasa bugün de tüm eko nomiyi dün ol ­ duğu ndan daha fazla kapsıyor detil dir Piyasa ekonomisi­ .

nin eksik (tamamlanmamış) tabiatı özerk sektörün büyük­

lüğüyle, üretimin bir bölümünü normal dolaşımın dışına

129

çıkaran devletin müdah'ilesiyle bağlantılı olabilir; yahut eşit derecede ve hatta bazan daha ileri ölçüde olmak üze­ re, fiyat tesbitine yapay biçimde binbir yolla kanşan para

arzıyla alakah ol abilir O halde piyasa ekonomisinin, hem .

gerikalmış hem de ileri ekonomilerde, aşağıdan veya yuka­

ndan doğru tak ati kesilebilir. Muhakkak olan, Polanyi'nin aşık olduğu ' piyasa-olma­ yan olgular'ın yanİsıra, ne denli küçük olursa olsun, sade­ ce para karşılığında yapılan mübadelelerin her zaman için varol ageldiğidir. Muhtemelen küçücük birimler içi n d e de ol sa , piyasalar yine de çok kadim çağlarda bir tek köy ve­ ya köy grubu dahilinde mevcuttutar -fuann bir çeşit se­ yahat etmekte olan kasaba olması gibi, pazar da bir çeşit gezgin köy idi. Ancak bu uzun

tarih

içinde önemli adım,

kasaba o güne kadarki m üteva zi küçük pazarlan içine al­

dığı zaman

atılmış oldu. Pa zariann onun nezdindeki ta­

leplerini kabul etme karşılığında, kasaba da onlan yuttu ve kendi boyutlanna göre genişletti . Önemli gelişme mu­ hakk ak ki kasabal ann ağır birimler olarak iktisadi çev­ rimiere açılmasıydı.

Şehir

pazarı Fenikeliler tarafından

icat edilmiş ol abi lir. Muhakka k olan şu ki, hemen hemen aynı dönemin Yu n an şehir-devletlerinin hepsinin agorada

(şehir meydam ) birer pazarlan vardı, aynca parayı da icat ettiler veya en azından daha fazla tanınmasım sağladılar

(piyasanın varoluşunun olmaz sa olmaz şartı değiidiyse de, onun bızım açık biçimde arttıran para). Yunan tehri, geniş bir teçhizat)

çeken

alandan

yiyecek maddesi {ve

büyük-ölçekli şehir pazan tecrübesine bile

sahipti. Hatta böyle bir pazara sahip olmadan nasıl var olabilirdi? Belirli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra, bir şehir umumiyetle kurak, taşlı ve verimsiz olan yakın çevresine dayanarak yiyecek maddesi

rievletlerinin daha onikinci 130

sağlayamazdı. İtalyan şehir­ yüzyıla doğru ve hatta daha

önce ya pm akta olduklan gibi, daha ilerideki alanlara yö­ nelme zorunlu hale geldi. Şehir hiçbir zaman kum ve çakıl­ dan temizlenmiş birkaç verimsiz b ahçed en daha fazlasına sahip değilken, Venedik'i kim besleyecekti? Sonralan, uzun-mesafeli ticaretin ge ni ş ç evrim l eri n e egemen olmak için İtalya'nın tüccar şehirleri büyük piyasa marhalesinin ötesi ne geçerek yeni ve etkin bir me kani z m a geliştirdiler: Zengin taeirierin heme n hemen hergün buluşmalan. Atina ve Roma zaten bankacılığın üst katmanını icat etmişlerdi, tüccar bul uşmal annın form ülü olan, oğulcuk halindeki Hisse Senedi Borsasını da.

O halde toparlarsak, piyasa ekonomisinin a dım adım k u ru l d uğu nu düşünmek daha doğru olur. Mareel Ma­ uss'un eskiden söylediği gibi, 'insanoğlunu çok yakın za­ manlarda iktisadi bir hayvana dönüştüren batı dünyası­ n ı n topl u m l an oldu. ' Bu 'yakın zamanlar'ın kesin anlamı üzerinde henüz herkes uyuşmuş değil tabii.

Şimdiki

zaman

bize birşey

öğretebilir mi?

Piyasa gelişmesi geçen yüzyılda, kendi kendini ayarla­

yan piyasanın hey h ey li

günlerinde

sona

ennedi. Mi lyon­

larca insanın meskiın olduğu gezegenimizin muazzam alanlannda, otoriter fiyat denetimleriyle sosyalist ekono­ mik sistemler piyasa ekonomisine son verdiler. Bu tür ül­ kelerde hala

varlığını

sü rdür d üğü yerlerde ise, uzl aşm ak:

\'e kendini küçük-ölçekli faaliyetlerle sını rlamak zorun da kaldı. Bu tecrübeler Cari Brinkmann ' ın tasavvur ettiği eğ­ riye her haliıkarda bir sonuç teın.ln etmektedir, tek müm­ kün sonuç değil tabii. Tek sonuç deği l , çünkü günümüzde

bazı iktisatçılann görüşüne göre, 1ıür' dünya d a müstesna

bir dönüşümden belirli

büyük

geçmektedir. Artan üretim

potansiyeli,

ülkelerin -hepsinin değil tabii-

insanlan­

nın şimdi kıtlık ve zahmet marhalesinin ötesine geçtikleri

13 1

ve gündelik geçimlerini teminat altına almada ciddi güç­ lük i çi n de olmadıklan gerçeği , dev ve çoğunlukl a çokul us­ lu şirketlerin mantar gibi büyümesi- bütün bu dönüşüm­ . ler h erşeye gücü yeten piyasanın, m ü ş te ri ni n ve piyasa ekonomisinin eski düzenini tersine çevirdi . Piyas a kanun­ lan , çok e tki l i rek.lamlanyla talebi etkileyebilen ve fıyatl a ­

� Çerli değildir. J.K.

n dile i k.Ieri gibi belirleyebi len dev şirketler

için artık ge­

Galbraith 'sanayi sis te mi ' adını verdi'ği olguyu çok açık terimlerle tasvir etti . Fransız iktisatçılar

'örgüt'ten (organi zasyon ) söz etmeye daha eğilimlidirler.

Le Monde'da (29 Mart 1975) y ayı m l anan bir makalede François Perroux p iyas a d an çok daha önemli bir model

ol an organizasyon'& bile atıfta bulunmaktadı r. Ancak piya­ sa her şeye rağmen varlığını sürdürmektedir.

Müşteri

ve

tüketici olarak mütevazi gücümü sınama k için bir dükka­ na uğrayabilir, sıradan bir semt pazanna gidebilirim. Kü­ çük imalatçı içinse, eğer kl asik hazırgiyim ticareti örneği­

ni alı rsak -zorunlu olarak çok rekabetçi bir dünyada

yaptığından-



piyasa k a nu nl an hala geçerlidir. Atıfta bu­

lunduğum kitapta, Galbraith ekonominin iki parçasından

söz etmektedir, 'binlerce küçük lerini n' dünyası ( piyasa sistemi)

ve geleneksel mülk sahip­

ve 'bi r-iki yüz . . .

ileri dere­

cede örgütlü şirketin' dünyası (sanayi sistemi). Lenin çok

benıer terimlerle 'emperyal izm' (veya erken yirminci yüz­ yıhn yeni tekelci kapitali zm i) d iye adlan dırdığı olguyla, re­

kabete dayanan ve işe y ar a dı ğı hususlar bu l una n olağan kapitaJiz.min birarada m evcudi yeti hakkın da yazıyordu.

Bu hususta

hem Galbraith hem Lenin

ile

aynı fık.irde­

yim, şu farkla ki, be n im 'ekonomi' (yahut piyas a ekonomi­

si ) dedi�m olguyla 'kapitalizm' arasındaki sektör farklılı­ ğı yeni bir şey de�l. aksine Avrupa'da Orta Ça�lardan bu yana sürekli olagelen bir şeydi. Başka bir fark da şu: s ana­

yi-öncesi modele üçüncü bir sektör ilave 132

edi lm esi

gerekti-

ğini

il eri · sürüyorum -gayr-ı ekonominin (ekonomisizli­

ğin) o en aşağı katmanı, kapitalizmin kö kl eri ni uzattığı ama hiçbir zaman ge rçekte nüfuz edemediği aşağı

toprak. Bu en

kısım muazzam bir tabaka olarak kalmaktadır.

Onun üzerinde, değişik piyasalar arasındaki bir çok yatay ileti şi mleriyle piyasa ekonomisinin kayınlan alanı gel­

mektedir: İşte umumiyetle arz, talep ve fiy atl arı biribirie­ rine bağlayan bir dereceye kadar otomatik koordinasyon.

Sonra bu tabakanın ya:msıra veya daha doğrusu onun üze­

ri n d e anti-piyasa alanı gelgıektedir: büyük yağmacılann hornurdandığı ve orman kanunun geçerli olduğu karşı-pi­ yasa. Bu, dün olduğu gibi bugün de, sanayi devri minden önce olduğu gibi şonra da, kapitali z mi n gerçe k yurdu d ur .

133

8 � Üç Kelimenin Serüveni:

Kapital, Kapitalist, Kapitalizm

Müphem, pek bilimsel olmayan, çoğunlukla gelişigüzel kullanılmış bir kelime olarak kapitalizm -her şeyden ön­ ce- sanayi dönemi öncesindeki çağlar için anakronizm it­ hamıoa maruz kahnmadan kullanılamayan bir kelimedir. Uzun bir mücadeleden sonra, şahsen bu başbehisı da­ vetsiz misafirden kurtulmaya çalışmayı bir yana bıraktım. Sonuçta karar verdim ki, kelimeyle beraber, onun sebep ol ­ duğu ve bugünkü d üny ay la bir miktar alakası ol an tartış­ ma l an sokağa atmakla kazanılacak hiç bir şey yoktur. Ta­ rihçi için, geçmişi anlamakla bugün ü anlamak aynı şeydir. Tarih tutkusunun, bu günden saygılı bir mesafede birden­ bire durup, bir adım daha atmanın yakışıksız, hatta tehli­ keli olduğunu rica yo ll u dile getirmesi pek beklenemez. Her halükarda bu tür tedbirler aldatıcıdır: kapitalizm ka­ pıdan atılırsa eğer, pencereden geri gelir. Çünkü hoşumu­ za gitsede gitmese de, sanayii-öncesi dönemde bile, başka­ sını d e ği l bu kelimeyi karşıkonulmaz bir surette aklımıza getiren bir iktisadi faaliyet biçimi mevcut idi. Bu tür faali­ yet her ne kadar henüz sinsi 'üretim tarzını' (ki bence ka­ pitalizmin başı ve sonu de tildir) kullanmıyorduysa da, ge­ ne de piyasa işlemleriyle hiç bir şekilde karıştınlamaz. 135

Kelime

bu kadar tartışmalı

olduğundan, ge l i n ka pi tal ,

kapitalist, kapitalizm kelimelerinin, biribiriyle b�lantılı ve hatta aynlamaz olan bu üç

terimin, tarihi gelişmelerini

izleyen bir sözlük çalışmasıyla başlayalım. Bu, bazı belir­ sizlikleri işin baışında tasfiye etmemize yardımcı olabilir.

Yatınmın ve yüksek oranlı bir sermaye oluşumunun yurdu olarak tanımlanan kapitalizm, ondan sonra, bütü­ nüyle sınır�aş ol m adığı iktisadi hayatla ilişkilendirilmek­

tedir. Böylece içine yerleştirilebilece� iki bölge bulunmak­ tadır: Onun deyim yerindeyse yerli topra�. tamamen

ken­

di evinde olduğu sektör; ve sadece dolambaçlı olarak ya­ vaşça girdiği, hiç bir zaman tamamen egemen olmadığı di­ ğer sektör. Sermayenin endüstriyel üretime kayıp büyük

kArlar sal'layan bir � amaya geldiği ondokuzuncu yüzyılın . sanayii devrimine kadar, dolaşım, ticaret ve p azarl am a alanianndadır ki kapitalizm kendi evindedir; zaman za­ m an

diğer bölgelere

kısa ömürlü olmayan akınlar yapıyor

ve hatta dolaşımın bütün yönleriyle ilgili olmuyorduysa da (durum buydu ), zira sadece ticareti n belirli kanallannı de­

netliyor veya denetlerneye çabalayordu .Bu bölümde farkla üretim sektörlerini , kapitalizmin ara sıra girdiği bölgeler olarak inceleyecek, diğer bölüm d e onun gerçek anlamıyla evinde olduğu

tercilıli alanlan ele

alacağız.

Önce sözlüğe başvurahm. Henri Berr ve ı:.ucien Febv­ re'nin bir öğüdü: Tarih lügatinin anahtar kelimeleri ancak bir takım aualler sorulduktan sonra kull anı lmalıdır. Nere­

geliyorlar? Bize nasıl ulaştılar? Bizi yanıltına ihtimal­ leri var mı? Kapital, kapitaliet ve kapitalizmi - burada den

Yi - irdeler­

verilen sıralama içinde oıtay4 çıkan üç kelime

ken bu uyanyı dikkate almaya çalıştım. Kabul ederim ki biraz sıkıcı fakat 136

kaçınılmaz bir prosedür.

Aşağıdaki özeti n , hakkım sadece çok az verebildiği bu alanın, karmaşık bir araştırma alanı olduğu konusunda okuyucuyu uyannam gerek. Her medeniyet - Babil, Yu­ nan, Rom a ve mübadele, üretim ve tüketimin gereklilik ve tartışmalanyla uğraşmak zorun da kalan herhangi bir baş­ ka medeniyet - mAnAlan zaman i çi nde sürekli ol arak bo­ zulan özel bir vokabüler m eyda n a getirmek zorun d a kal­ mıştır. Bizim üç keli me mi z de istisna d eği l . Üçünün en yaşlısı olan kapi tal kelimesi bile, ona ( Richard Jone s , Ri­ cardo, Sismondi, Rod b ertu s ve hepsinden çok Marx'ın ya­ zılanndan hareketle) ş i m di ve rdiği mi z manayı 1 770'lerde 1\ırgot'nun, onsekizinci yüzyılın bu en büyük Fransız ikti­ satçısının, eserlerine kadar a l a b i l mi ş değildi.

Capitale (caput = baş, geç dönem bir Latince kelime) em ti a stoku , p ara yekünu veya faizli para a nl am ında XII . yüzyıla doğru ortaya çıkmıştır. Kapitalizm kelimesi, önce­ leri katı bir şekilde tanımlanmış değildi, çağın tartışmala­ n öncelikle faiz ve tefecilik üstünde odaklaşmıştı (ödünç verenin taşıdığı riskten ötürü, skolasti klerin , ahlakçı ve hukukçulann sonuçta vicdanen kapı açtıklan tefecilik). B u bakımdan modernliğin öncüsü olan İtalya bu tür tartış: malann merkezinde bul unuyordu. Kelime ilk olarak b u ra­ da icat edildi, aşinalık kazandı ve bir dereceye kadar ol­ gunlaştı. Tartışmasız bir biçimde 12ll'de ortaya çıkmakta ve 1283 yılında bir ticaret şirketinin sermaye değe rl eri (aktifleri) anl am ın d a ku llanıldığı bilinmektedir. XIV. yüz­ yılda, pratik olarak her yerde karşılaşılabilmektedir. Gio­ vanni Villani'de, Boccaccio'da, Donato Velluti'de. 20 Şubat 1399'da, Francesko di Marco Datini, Prato'dan bir m e ktup arkadaşına şöyle yazıyordu: "Şü phesiz eğer kadife veya yünlü giyecek satı n alacak olursan, sermayeyi (il chapita­ le) ve (yapılacak) kAn sigorta ettinneni istiyorum; ondan sonra, keyfine göre davran." Kelime ve ifade ettiği gerçek137

lik Siena'lı St. Bemardino'nun ( 1380-1444 ) vaazlannda da

görülmektedir: "ÇoiunJulda sermaye diye adlandırdığı­ mız, servetin o doğurgan sebebi." Kelime

tedricen bir şirketin veya bir t ücc ann

mayesi anlamına gelmeye corpo, Lyon'da

başladı:

para ser­

İtalya'da çoğunlukla il

XVIII. yüzyılda bi l e le corps diye adlandınl

­

dı. Fakat, Avrupa'nın her yamnda uzun b i r belirsiz kulla­ mm d ön e mi n d en sonra "baş" imajı sonuçta gövdeninkim altetti

.

Muhtemelen ke l i m e İ talya'dan ge l i p Almanya ve

Hollanda'da yayıldı. Nihayet caput'un diter türevlerine

karşı

geldiği

Fransa'ya ulaştı : cha tel, clu!ptel, cabal; so­

nuncusu Rahelsis'de görülmektedir.

Kapital (sermaye ) kelimesi Jean Nicot'nun Thresor de la Langue Francois ( 1 606)'sı nda boy göstermektedir. An­ cak, o gün de n itibaren mAnasının yerleştiği sonucuna var­ mamahyız. Hem İngilizce, hem de Fransızcada, bir rakip­ ler kümesiyle kuşatılmıştı : servet, para, fonlar, emtia, ak· tifler, mülkiyet, principal, pa trimony , Bulmayı umacağı­ mız yerlerde sıkça kullanılan kelimeler. . .

Fonlar kelimesi uzun zaman sahanın l i derli ğini yaptı : Marsi lya'dan kalkan bir gemi Levant'a gitmek için Ceno­ va'ya

uğrayıp piastre cinsinden 'fonlanm' topluyordu.

( 171 3); bir işi kıvınnak isteyen bir tüccann s ad ece 'fonlan­ nı' ortaya koyması yettrrdi . Diğer ifadeler de oldukça şaşır­

tıcı: İngiltere ile ilgili bir belgede ( 1696) şu tahmin yer al­ maktadır: 'Bu ülkenin hala gerçek değeri altı yüz milyon ol an topralt ve her çeşitten fonları vardır'. '1\ırgot, 'değiş­ ken' veya 'dolqan' sermaye terimlerini otom a ti k olarak kullanabileceğimiz 1757 yılında, 'her türden teşebbüs için­ de devera n eden avanslar'da n söz etmektedir. Onun voka· bülerinde 'avans' sözcüğü yatınm anlamına gelmektedir: Gerçekte o Savary'nin sözlüğündeki modem kavramı tica· ret 'irketleriyle ilgili olarak kullanmaktadır: 'sermaye fon-

138

lan' ((onds capitaux). Kelime şimdi bir sıfat olmuştur. Ta· bü, Savary terimi icat e tm edi . Kırk yıl kadar önce Ticaret Konseyi'nin bir belgesi 'Fransız Hind şirketinin sermaye fonlannın 143 milyon liraya (livres) baliğ olduğunu' rapor ediyordu. Fakat, aşağı yukan aynı tarihte ( 1 722), Abbevil· le'li imalatçı yaşlı Van Robais'in bir mektubu, gemisinin (Charles de Lorraine) batışı n dan şikayetle zarann 'serma· yenin yansından daha fazla' olduğunu ifade etme ktedir

(plus de moitie du capital). Kendileri yavaş yavaş aşınıncaya kadar sermaye keli· mesi rakiplerine üstünlük sağlamadı, yeni kavramiann ortaya

çıktığı

manasma gel mesi gereken bir süreç (Michel

Foucault olsa 'epistemolojik bir kopuş' derdi ).Condillac

1782 yıhnda daha basit bir ifade kull anmaktadır: "Her bi· lim özel bir dil gerektirir, çü.nkü her bilimin bi zzat kendi idealan vardır. Öyle görünüyor ki, bu dili oluştunnakla baş lamulı, ama insanlar konuşup, yazarak başlıyorlar ve dilin oluşumu bir kenarda bekliyor." Klasik iktisatçtiann kendiliğinden-ku l lanılan (s pon tane ) dilleri gerçekte ölüm·

lerinden çok sonra hala konuşuluyordu. J.B . Say (1828),

riclu!sse (servet )

keli mesinin o gün 'hala çok zayıf tanım­

l andığını' kabul ediyor fakat kullanmaya da devam ediyor­ du. Sismondi seve seve 'bölgesel servet' (yani gayrimen­

kul), milli servet, ticari servet -her durumda riclu!sse­ ten sözediyor ve hatta son ifadeyi ilk denemesinin başlığı olarak kullanıyordu. ( 1803). Bu arada "kapital" kelimesi tedricen rakiplerini devre­

dı şı bırakıyordu. Artık

"üretken sennaye"den söz eden

..tüm sermaye, üretimin bir aracıdır" diyen Quesnay'de terimi bulabilmekteyiz. "Atıl sermaye" ile "ak­ Forbonnais

ve

tif sermaye• arası nda bir aynm yapan Morellet'de (1764) ve daha açık olarak, sermayenin kendisi için artık sadece para de m ek olmadığı '1\ırgot'da kelimenin modem anlam-

139

lan görülmektedir. "Marx'ın kelimeye sarih olarak (ve verdiği anlama• (bir üretim aracı) ulaşmak için sadece bir kaç rötuşa ihtiyaç vardı. münhasıran)

Kapitalist kelimesi, muhtemelen onyedinci yüzyılın or­ talanndan kalmadır. Hollandische Mercurius kelimeyi bir ke z 1633'te, sonra 1 654'te kullanır; 1699 yılına ait bir Fransız muhtırası Bi rl eşi k EyaJetler Ge n el Valisinin ihdas ettiği yeni bir -.erginin 3 florin ödeyecek o l a n "kapitalist­ ler" ile 30 sol ödeyecek olan diğer in s a nl an ayırdığını be­ lirtmektedir. Dolayısıyla kelime 1759'da Jean-Jacques Ro­ usseau'nun arkadaşlanndan birine yazdıklanndan önce zaten kullanılıyordu: "Ne büyük bir Lord, ne de bir ka pita­ listim; yoksul ve mutluyum." Fakat kelime ünlü Ansiklo­ pedi'de sadece bir stfat olarak görünür. Doğru, ismin bir­ çok rakipleri, zengini betimlemenin bir çok yolu vardı : Var­ lıklı insanlar, ınilyonerler, nouvea� riches , para keseleri, fortunes (puristlerin sevmediği bir kelime), vb. Kraliçe

Anne zamanında İngiltere'd e , isti snasız zengin olan Whig'ler 'para babalan' olarak vasıflandınlıyordu. Ve bü­

bu kelimelerin pecoratif (alçaltıcı , küçük dürücü ) bir 1759 yılında Quesnay bu 'parasal servetierin sahipleri'nden 'ne kralı ne de ülkeyi tanıyanlar diye söz ediyordu. Morellet, kapitalistlerin bir grup veya kategori ol uşturduklannı düşünüyordu, toptum içinde ayri bir sınıf tün

tonu vardı :

gibi.

'Parasal servetlerin' sahipleri: bu,

onsekizinci yüzyılın

ikinci yanaında yatınm için devlet tahvili, hisse senedi ve

likit para sahibi olanlan betimlemek için kullanılan kapi­ talist kelimesinin dar anlamıydı. 1 768 yı lın d a , büyük öl­ çüde Paris'ten finanse edilen bir gemicilik ş irke ti ana ofi­ sini Fransız ba ş kentinde Coqueron caddesinde kurmuştu; çünkü, 'Pa.ris'te yaşaya n kapitalistler yatırımianna yakın bulunmaktan ve onlano terakkisini sürekli izlemekten

140

hoşlanırlar'dı. 1775'te Guiana'da, Hollanda'nın Surinam kolonisinin tesisini hatırlatan Fransız Malouet

müteşeb­

bi.sler ile kapitalistleri ayırmaktaydı: müşetebbisler plan­ tasyonlan ve su kanallan projelerini tasaı-lıyor, 'sonra fon için Avrupalı kapitaliatiere başvurarak onlan teşebbüsle­ ri ne ortak ediyorlardı . 'Kapitalistler her geçen gün daha

çok yatınm için para temin edenler

anlamına ge lm eye

başlıyordu. 1776 tarihli bir Fransız nsalesi şu başlığı taşı­

yordu: Un mot aux capitali.stes sur la dette d'Angleterre­

ulu s al borç öncl!likle kapitalistleri ilgi lendiren bir şey de­ ğil mi? M il an'da 1 799 yılında yayımlanan bir kitapçık mülk (arazi) sa hi pleri ile akışkan servet sahiplerini (pos­ sessori di ricchezze mobüi, ossia i capitali.sti) ayırmaktay­ dı . 1783 Temmuzunda Fransa'da sı ra d an taeiriere to pta n­

cı ol mal an için izin verileceğine

dair bir'söylenti çıktı. Em­

niyet mü d ür muavi ni Sartine'in m üdahelesi sonucu Paris bu karardan muaf tutuldu. Öyle olmasaydı, şehir, gıda m ad de lerini stoklayarak şehrin yiyecek ihtiyacını idare­ den sorumlu polis şefi için büyük güçlükler yaratacak olan çok sayıdaki kapitalistin bırsına m anı z

kalacaktı. Burada ,

zaten kötü bir şöhreti olan kelime açıkça

parası olan ve

daha fazla elde etmek için onu kullanmaya hazırlanan in­

sanlara işaret etmektedir. 1 789'da Dragııigan bölgesine ait

bazı şikayet kayıtlan, 'servetleri cü zdanl ann da olan ve böylece vergi ödemeyen' diye betimlenen kapitalistlerden şikayet etmektedir.

Sonuç

olarak, bu eysietin büyük top­

rak sahi pleri sermaye kazanmak ve taşınmaz mülkün tA­

bi olduğu aşın vergilerneye karşı kendi lerini koruyarak paralarını serbestçe % 5 üzerinden yatırıma yöneltmek için mülklerini satıyorlardı. 1 790'da Lorraine'de bunun tersi geçerliydi : 'bu yöredeki en dikk ate değer araziler' di­ ye yazıyor bir gözlemci, 'Paris'te oturan insanların mülkü­ dür: bir kaç tanesi kısa zaman önce kapitalistler tarafın-

141

dan satın alındı : spekülasyonlannı bu eyalete yön e lttiler

çünkü gelirine göre toprağın en ucuz oldulu yerdir burası.' Okuyucunun dikkat edel"eği gibi kelime hiçbir zaman

dostça

bir

anlamda kullamlmamaktadır. Daha ı 77 4 yılın­

da şiddetli bir ton kullanan Marat şunlan bile yazı yordu :

'Tüccar milletler içinde, kapitalistleri n ve rantiye lerin (irat sahipleri) hemen hepsi vergi ödeyen çiftçi , finansör ve spekülatörlerle aynı kaderi paylaşmaktadırlar.' D evrim ile beraber eleştiri tonu daha da şiddetlenir.

25 Kasım ı 790'da Custine kon tu Mi llet Meclisi kürsüsünden adeta

ateş püskürüyord u : 'Aristokrasinin her çeşi dini yok eden bu Meclis: kapitalistlerin aristokrasisi önünde, biricik va­ tanlan servetlerini üst üste yığabileceklcri b i r yer olan bu kozmopolitlerin önünde gerileyecek midh·?' 2� Ağustos 1 793'te Konvansiyon'da konuşan Cambon, daha kesin söz­ lüydü : "Bugün bütün

para

tacirleri ile Cumhuriyet'in güç­

lendirilmesi arasında ölümüne bir savaş vardır. Eğer b ir

hürriyet rejimi tesis etmeyi arzu ediyorsak, kamu itibarı­ nı zcde]eyen bu ortaklıklar ortadan kaldınlmalıdır.' E ğer burada kapitalist kelimesi gerçekte görürunüyorsa, şüphe­ siz bu Camhan'un daha ağır bir sı fat kullanmak iste m es i n­ dendi : para tacirleri. İyi biliniyor ki, ilk d evri m c i hareket­ leri teşvik eden, ancak Devrim tarafından gafil avianan

büyük mali güçler (high finance) sonuçta yara al m a d an

sıynlabildi.

İşte 1ürgünden tereddütsüz yazan Rivarol'un seyrine altmış bin kapitalist ve bir spe­

acı hğı: Devrimin

külatörler yığım karar verdi. ı 789'un muhtemelen biraz aceleci bir izahı . Fakat kapitalist henüz

yatınmcı, müte­ kapital gi­

şebbis anlamına gelmemektedir. Kelime, ortağı

bi, para düşüncesine, servet için servet düşüncesine bağlı bulunmaktadır. Kapitalizm ise çok yeni bir kelimedir. Dauzat'ya göre 1 753'te Ansiklopedi'de yer almaktadır, fakat çok özel bir

142

anlam ile: •zengin olan birinin durumu . " Maalesef bu ifa­ de yanlış gözükmekte; alıntılanan metnin izi

bulunama­ maktadır. 1842'de J. B. Richard'ın Enrichissements ek la langue Française'Binde ortaya çıkmaktadır. Fakat, 1850 yı­ lında Bastiat ile po l e miğin de k e l im eye yeni m an asını ve­ ren muhtemelen Louis Blanc oldu: ". . . Benim "kapitalizm" dediğim (tırnak işareti ona aittir), kapitalin başkalannı yoksun bırakarak bazı insanlara tahsis edilmesidir." Fa­ kat kelime hala n a di re n gözükmektedir. Proudhon arasıra kuBanmaktadır onu, doğru olarak: "Emlak hı'ila kapitaliz­ min kalesidir" diye yazar; bu gerçekte onun b aş l ıc a tezle­

rinden biridir. Kapitalizmi çok iyi betimler: "Gelirin kay­ nağı ol an kapitalin genellikle onu emekleriy le ortaya çıka­ ranlara ait olmadığı iktisadi ve sosyal rejim." Ne var ki, al­ tı yıl

tedir.

sonra

bile kelime Marx tarafindan halil bilinmemek­

Gerçekten bu yüzyılın başianna kadar, sosyalizmin do­

ğal karşıtı olarak kapitalizm, siyasi tartışma alanına

gir­

miş değildi. Akademik çevre le rde , tartışmalar Werner Sambart'ın bomba kita b ı Der Mod.erne Kapitalismus (bi­ rinci baskı 1 902 ) tarafindan başlatılacaktı. Doğal olarak, Marx'ın hiçbir zaman kullanmadığı bu kelime Marxist mo­ dele dahil edildi ; o kadar ki, kölelik, feodalizm ve kapita­

lizm, Das Kapital yazannın tanımladı� geli şm eni n üç te­ mel aşaması olarak yaygınca kullanılmaktadır. O halde, kapitalizm politik bir kelimedir; muhtemelen kariyennin müphem tarafı buradan kaynaklanmaktadır. A:ınn ilk yıll annı n iktisatçılan -Charles Gi de , Canwas,

Marshall, Seligman, Cassel- tarafindan uzun zaman ya­ Siyasi İlimler Ansiklopedisi'nde ancak I. Dün­ ya Savaşı'ndan sonra görüldü; 1926 baskıama kadar Bri­ tanni c a Ansiklopedisi'ne kabul edilmedi ve Fransız Akade­ misi Sözlüğü'nde ancak 1936 yılı n d a şu gülünç tanırola or-

saklandı ve

143

taya çıktı: "Kapitalizm, kapitalistlerin toplamıdır. (Capita­ lisme: ensemble des capitalistes)." 1958'deki yeni tanımı çok daha iyi değil: "Üretim mn•

nesi

eksik?)

mallannın (''Üretim araçlan­

özel kişilere veya şirketlere ait olduğu ik­

tisadi rejim."

Gerçe kte , bu asnn başlanndan ve özellikle 1 9 1 7 Rus bu yan a anlam kazanan bu kelime bir çok insanı açıkça sıkıntıya sokmaktadır. Ünlü bir tarihçi, Her­ bert Heaton, onu keli me hazinemizden silmeyi önermekte­ Devrimi'nden

dir: "'(Bütün) 'İzmler' içinde eo çok gürültü çıkaranı k api ­

talizm

oldu. Bu kelime maalesef öyle birbirine benzemez

emperyalizm bilginierin vokabülerle­ rinden tardetmeyi önermek haksızlık olmaz." L u ci e n Febv­ re, aşın derecede kullanılmış olduğundan, kelimeden vaz­ anlamlar ve tanımlar kazandı ki, onu tıpkı

gibi ,

k e ndi si n e

saygı d uy an bütün

geçilebileceğini hissediyordu. Fakat eğer bu öğüdü dinle­ y ece k olsaydık, terimi hemen ö ı.le m eye başlardık. Andrew Shonfield'in dediği gibi, "kapitalizm kelimesinin süregelen k ull amm ı nı haklı çıkaran bir neden, en şiddetli eleştirici­ leri de dahil hi ç kimsenin onun yerini tutacak daha iyi bir

kel ime önerememesidir." Eski

rejim (ancien.

regime, yani 1 789 öncesi ) to p lumla­

nnı ve daha ziya d e k adi m medeniyetleri inceleyen tarihçi­ teri n , kapitalizm kelimesini kullanırken Alexander Ge rs ­

chenkron'un bize sunduğu tanımı hiçbi r zam an kasdetm e­ diklerini beli rtmeye gerek duymuyorum :

"'Kapitalizm , ya­

ni modern sanayi sistemi". Geçmişte kapitalizmin (bugün­ kü kapitalizmden farklı olarak) iktisadi h ay atın sadece

bir platformunu işgal etti�ni hatırlamalıyız. O halde, bütün to p lu m u ku,atao bir "sistem" anlammda kapitalizm nasıl kullarulabilirdi? Ayn bir dünyaydı o, kendisini kuş a­

dar

tan sosyal ve ekonomik çerçeveden farklı ve hatta ona ya­ bancı . Ve

144

bu çerçeveyl e münasebeti içindedir ki, "k apita-

lizm • olarak tanımlanmaktadır; sadece, daha sonra zaman

yeni kapitalis t formlarla münasebe­ muazzam boyutlarda­ ki bir 'non-capitalism' (gayr-ı kapitalizm) ile münasebeti içindeki bir olguydu. "Gerçek " kapitalizmin XIX. yüzyıldan başladığı sözde gerekçesiyle, geçmişin ekonomisi içindeki bu ikilemi kabule yanaşmamak, kapitalizmin daha önceki topolojisi olarak tanımlanabilecek -ve o e konomi ni n tah­ lili için çok önemli olan- olgunun ehemmiyetini kavrama çabasını terketmek olacaktır. içinde ortaya çıkacak

ti içinde değil. Hakikat, ka pi talizm

Kapitalizm

ve Sanayi Devrimi

gerçek anlamıyla kapitalizm sanayii devrimi ile mı ort aya çıkmıştır? Kapital kelimesinin daha önceki olgulara tatbiki mümkün değil midir? İngiliz tarihçileri sanayii devriınini, yüz yıl daha öncesine gitme­ selerde, 1 7501ere kadar geri götü.rmektedirler. Marx, 'sa­ nayii çağının' başlangıcını onaltıncı yüzyıla yerleştirdi fakat 'kapitalist üretim için i l k giri,imlerin' vaktinden er­ ken gelişerek İtalyan şehir-devletlerinde Orta Çağlarda görüldüğünü de kabul ederek. ( Üretim kelimesine dikkat, sadece sermaye birikiminden söz etmiyor Marx.) DoAm. ak­ ta olan her organizma, nihai özel li klerini henüz tümüyle geliştirmiş olmaktan uzak olsa da, böyle bir gelişme için gerekli potansiyeli içinde taşır ve bir isme hak kazanır. Bütün bunlan göz önüne alarak 15-18. yüzyıllar arasında­ ki dönemi anlamak için bu yeni sermaye nosyonunu kaçı­ nılmaz bir teorik kavram olarak kabul edebiliriz. Acaba

aynı zamanda

Elli yıl önce kapital, sermaye mallannın toplamı ola­ rak tanımlanmıştı- artık rağbet bulmayan fakat avant�lan olan bir

ifade.

bazı

sermaye malı ne de olsa tu­ tulabilir, dokunulabilir ve sarih bir biçimde tanımlanabi­ lir. Her feyden önce, 'daha önceki b ir emeğin sonucudur' o; Bir

145

gerçekte 'birikıniş emek'tir. Köy BlDlrlan için de çok zaman önce taşlardan temizlenmiş bir tarla olabilir o; hatırlana­ mayacak kadar uzun zaman önce kurulmuş bir değirmen çarkı . v.s. B öylesi sermaye mallan miras olarak devralı­ nır; insaniann inşA ettiği aşait yukan dayanıklı yapılardır onlar. .

.

İkinci olarak, sermaye mallan üretim sürecine tekrar zorunlu olarak dahil edilirler: böyle tanımlanabilmek için, hare kete geçirdikleri veya en azından kolaylaştırdıklan insan emeği ne katkıda bulunm al an şarttı r.

Sermaye mallannın katkısı onlann yenilenmesine, ye­ niden k u rul up gelişerek bir gelir üretmelerine imklin ve­ rir. Ektiğim tahıl bir sermaye malıdır: filiz verecektir. Newcomen'in buhar motoruna atılan kömür bir sermaye malıdır; sağlayacağı enerji ürün verecektir. Fakat ekmek biçimi nde yediğim tahıl veya sobada yaktığım kömür, doğ­ rudan tüketilmiş mallar olarak, hemen üretim sürecinin dışına çıkarlar. Benzer biçimde, insanlar tarafindan kulla­ nılmayan bir orman veya bir cimrinin kö ş ey e yığdıit pata üretimin dışındadırlar ve sermaye malı ol arak kabul edile­ mez) er. Elden ele geçen, ticareti kamçılayan veya kirala­ nn, gelirlerin, kAr ve ücretierin ödenmesi için kullanılan para yani başka bir deyi,Ie, ticaret devrelerine açılan, kapılan açılmaya zorlayan ve akışın hızını di kte eden pa­ ra bir sermaye malıdır. Başlangıç noktasını, sad ece oraya dönmek için terkeder. David Hume, para 'emek ve metanın temsilinden başka bir şey değildir' derken doğru söylüyor­ du. Villalon ta 1564 yılında bazı tüccarlann parayla para -

kazandıklannı

dile getiriyordu .

Binaenaleyh, herhangi bir nesne veya mülkün serma­ ye malı ohıp olmadığı bir akademik bilmeceye dönüyor. Bir gemi ipso facıo (fiilen) bir senneye malıdır. St Petersburg'a 170l'de gelen ilk gemiye (bir Hollanda gemisiydi bu) Deli 146

Petro tarafından fiziki ömrünün sonuna kadar gümrük ödememe imtiyazı veril di -geminin ömrünün, normalin üç dört katına çıkılarak, 100 yıl uzatilm asma sebep olan

bir

ayncalık. Çok faydalı

bir

sennaye malı ! 1

Sabit sermaye, dolaşan sermaye Sennaye veya aynı

anlama gele n

sermaye malları iki

k atego riye bölünebilir: uzun veya oldukça uzun bir

fiziki

ömrü olan ve insan emeği için gerekli altyapıyı sağlayan s a bit sermaye : köprüler, kan al lar, su kemerleri, gemiler, alet ve makineler; ve emilerek üretim süreci i çin de bütü­

n üyle yutul an değişken, işleyen veya dolaşan senn aye (es­ kiden 'yuvarlanan' sermaye denirdi ): tohumluk tahıl, ham maddeler, yan-mamul maddeler, çeşitli hesapiann (ge l ir,

kAr, kira, ücret) görülmesini sağl ay an para ve hepsi n den öte ücretler i l e emek. Bütün i ktisatçılar bu aynmı yap­ maktadırlar; Adam Smith, ('ilk avanslar' ve 'yıllık avans­ lar'dan söz eden) '1\ırgot, (sabit sennaye ve değişken ser­ maye ifadelerini kullanan ) Marx.

Üretim süreci iki ye, sadece

vitesli motor

gibidir:

dolaşan serma­

yeniden üretilrnek hatta arttınlmak

için çabu­

cak yok edilir. Sabit sermayeye gelince onun imhası uzun sürer, fakat sonunda o da aşınır: yol bozulur, köprü çöker, denizde seyreden gemi bir gün bir Venedik manastın için yakacak odun olmaktan başka işe yaramaz, makinelerin tahta vitesleri aşınır, saban demiri kınhr. Bu teçhizatm yerine yenisinin konulması gerekir: sabit sermayenin bo­ zulması, ertel enm e imkAnı olmayan habis bir iktisadi has­ talıktır.

Geçmişte sermayeyi hesaplama giritimleri Günümüzde sermaye en doğru olarak, herşeyi ölçen

milli muhasebe ile tahmin edilmektedir: (brüt veya net) 147

milli hasıladaki, kişi başına gelirdeki, tasarnıflardaki, se r­ mayenin yeniden üretim oranın daki, demografik deği ş i m­ deki, v.s. dönüiiümler - iktisadi büyürneyi ölçmek amacıy­ la bunlann hepsi toplanır. Tarihçiler açıkçası bu istatistiki çerçeveyi ancien regime ekonomisine uygulamanın araçla­ ona sahip değil lerdir. Fakat rakamlanmı z eksik olsada, geçmişi bugünün teorik kategorileriyle tasavvur etme giri­ şimi onu anlama ve açıklama yoll anmızı kaçınılmaz ola­ rak değiştirir. Böyle değiştiTilmiş bir perspektif, ölçüm ve geriye doğ­

hesaplama konusunda gerçekleştirilen i ki üç girişimde görülmektedir - tarihçilerden çok iktisatçılar tara fı n da n . Örneğin, yakın zamanl ardaki bir makal� ve kitapta, Alice Hanson Jones 1 774 yılında New Jersey, Pennsylvania ve Delaware'deki özel se rveti veya, öyle ifade etmeY,i tercih ediyorsanız, sahip olunan semıayeyi oldukça tatmin edici biçimde hesaplam ayı başardı. Jones, vasiyetnameleri top­ layı p onlann gösterdiği serveti inceleyerek işe koyuldu, sonra vasiyetname b u l u nm ayan duruml arda tevarüs edi­ len mal varlığı için tahminde bulundu. Sonu çl ar oldukça dikkat çekiciydi: sermaye mallan toplamı (C) milli gelirin ( 1 ) üç v eya dört misliydi . Öyle görünüyorki Keynes 1930'lar için hesaplamalarında hep C=4J temel eşitliğini kullanıyordu: geçmişle bugün arasında belirli bir karşıhk­ lıl ıbn (mütekabi liyetin) belirtisi gibi görünen bir durum. Bağımsızlığın ilk günlerindeki 'Amerikan' ekonomisinin, sadece yüksek emek verimliliği ve muhtemelen Avrupa'da­ kinden (hatta İngiltere'dekinden) daha yüksek bir ortala­ ma hayat standardı (kişi başına gelir) ile de olsa, daha o zamandan istisnai olma i zleni mini verdiği doğrudur. ru

Bu beklenmeyen çakışma, ondoku z un cu yüzyılın so­ nundan günümüze kadar milli ekonomilerio büyümesi üzerinde özel bir inceleme yapan Amerikalı iktisatçı Si148

mon Kuznets'in hesaplama ve yorumlanyla da uyumludur. Kuznets, ondokuzuncu yüzyıldan öncesine bakıp, Phyllis Deane ve W.A. Cole'un İngiliz büyümesi hakkındaki ger­ çek grafiklerini kullanarak onsekizinci yüzyılın muhtemel gelişmelerini bulmak veya tahmin etmek konusunda ayar­ tıldı ve şükürler olsunki o da bu ayartılmaya uydu; ve ora­ dan 1500'lere, ha tta daha öncesine gidebilmesi imkan da­ hiline girdi.

Kuznets'in vardığı son u ç l ar ancien regime e konomisine daha önce yapılan tüm yaklaşırnl ara bir meydan okum a teşkil etmektedir. Ö n ü mü z de ki büyük resimde, . bakışlan­ mızı sermaye üzerinde yoğunlaştıraca�z biz de.

Simon Ku:znets, (on dol ayı nd a ülkede geçen yüzyılın sonlanndan itibaren çok iyi belgelenmiş sekiz-on onyılın hareket ve gel işmelerini incelediği) bugünün korelasyonla­ n m n , mutadis mutandi8, tarihte geriye doğru yürü m eyi mümkün kıldığına kani olmuştur: en a zın d an onun gözün­ ile bugün arasında benzerlikler, bağlar ve sü reklilikler vardır - bir dönemden diğerine ko pmal ar ve süreksizlikler ol sa da. Özellikle. A. Lewis ve W. Rostow'un modem büyümenin kökeni olarak ileri sürdükleri tasarruf haddinde ani bir deği,imin meydana gelmiş oldu ğuna inanmamaktadır. Kuznets tasarruflar üzerindeki tavana dikkat çekmektedir, gelir düzeyi çok yüksek ülkelerde bile tasarruf haddinin biç bir zaman aşmaz göründüğü üst sı­

de uzak geçmiş

nıra.

İster tasarrufl ar ister sermaye olu.şumu diye adlandı­ nlsın, aynı tartışmadır &öz k.onusu olan. Eğer tüketim üre­ timin % 85'ine vanyorsa, % 15 tasarruf ve dolayısıyle yeni­ den üretilebilir sermayenin oluşumu olarak kabul edilebi­ lir. (Bunlar hipotetik rakamlardır.) Biraz mübalağa ile, hiç bir toplumun hiç bir zaman üretimin % 20'sinden fazlasını tasarruf edemediği veya geçmiş tophimlar için tipik olma149

yan etkin baskı şartlan altında ancak çok kısa bir zaman böyle ya pabi l diği iddia edilebilir. Bunu söyledikten sonra, Marx'ın 'hiç bir toplum üret­ meden ve tüketmeden yapamaz' ifadesi, 've tasarruf etme­ den' diye genişletilmelidir. Bu gizli yapısal görev söz konu­ su toplumdaki bireylerin sayısına, teknik ilerl em e düzeyi­ ne ve hayat standartianna bağlıdır - ve aynı derecede toplum içinde gelir dağılımını belirleyen sosyal hiyerarşi­ ye. Simon Kumeta'in tasavvur ettiği , 1688 İngiltere'si ve­ ya onbeş ve onaltıncı yüzyıllardaki Alman şehi rl erini n sos­ yal hiyerarşilerine daya nan hipotetik bir mo d e l , nüfusun ( muhtemelen en çok) % 5'ini oluşturan bir seçkinler grubu­ nun milli gelirin yüzde 25'ine sahip olduğunu göstermek­ tedir. Bu durum nüfusun büyük çoğunluğunu (% 95) milli gelirin s ade ce % 75'i ve dolayısıyla 'ülke ortalamasının çok altında. . . bir kişi b aşın a gelir' ile başbaşa bırakmaktadır. Böy l ece bu çoğunluk, im tiy a zl ıl an n sömürüsü tarafından açıkça kısıtlayıcı bir rejime mahkürn edilmektedir. Kısaca­ sı , tasarruflar sa dece toplumun imtiyazlı kesimi tarafin­ dan biriktirilebilmektedi r. İmtiyazh lann tüketiminin sıra­ dan insaniannkinin üç veya beş katı olduğunu varsayalım: Tas arru fl arı birinci durumda milli gel i rin % 1 3'ü, ikinci­ si nde % 5'i olacaktır. O halde, kişi başına gelirin d ü şü k ol­ masına rajmen, geçmişin toplumlannda tasarruf etmek mümkün idi ve gerçekte onlar da tasarruf etmişlerdi; sos­ yal hiyerarşi bunu önlememiş , hatta şöy le böyle ona katkı­ da b ul u n muştu .

Bu hesaplamada iki

esas

değişken vardır: nüfusun bü­

yüklüğü ve h aya t standardı. Avru pa'nın bütününde 1 500 ila 1 750 arasında nüfusun büyüme oraru yıl da % 0 . 1 7 ola­ rak tahmin edilebil ir ( l 7 50'den g\ınümüze ise % 0.95). Uzun dönemde, kişi başma hasılanın büyümesi % 0.2 veya % 0.3 dolayında seyretmiştir. 150

Bunlar kuşkusuz tahmini rakamlarci.u � n;.&A., 1750öncesi Avrupa'sında sermayenin yeniden üretim oranının çok mütevazi düzeylerde kaldıiı gayet açıktır. Fakat ser­ mayenin bu durumunun, bana maselenin kökü gibi görü­ nen bir özelliği vardı . Her yıl, toplum belirli bir miktar ser­ maye, yani brüt sermaye, üretirdi; bunun bir bölümü faal iktisadi hayat s üreci n de kull an ılmakla aşınan s abit ser­ mayenin yerine konulmak zorundaydı. Böylece net serma­ ye, geni ş bir ifadeyl e , brüt sermaye eksi bakım için ayrılan miktardır. Ku mets hipotezi, yani brüt sermaye ol u şumu ile net sermaye oluşumu arasındaki farkın eski toplumlar­ da modem toplumlarda ol duiun dan çok daha büyük ol du ­ ğu, onu destekleyen bol miktarda belge niceliksel olm ak tan çok niteliksel olsa bile, bana temel ve itiraz kabul et­ mez bir nokta olarak görünmektedir. ­

Gayet açık olarak, geçmişin

ekonomileri öne mli mik­

tarlarda brüt sermaye üretmişlerdi, fakat bu brüt serma­ ye bazı sektörlerde eriyip gidivermişti. Başka bir ifadeyle,

üretimin temel donatımında, daha büyük bir emek harca­ ması ile karşılanmak zorunda olan çeşitli ku su rlara yol açan doğal bir zaaf vardı. Toprağın bizzat kendis i çok na­ zik bir sermaye türüydü, Verimliliği yıldan yıla düşürülü­ yordu : bu sürekli devam eden bir ürün rota syo nun a ; güb­ re ihtiyacına C fakat yeteri kadar nasıl üretilebilirdi?); köy­ lünün toprağı defalarca sürmesine - bazı bölgelerde beş veya alti defa ve hatta Quiqueran de Beaujeu'ya göre Pro­ vence'de ondört defa; nüfusun yüksek bir oranının tarla­ larda çalışmaya mecbur olmasına yol açıyordu iktisadi büyümeye karşı bir faktör oldutunu zaten bilditimiz bir mecburiyet. Evler, gemiler, köprüler, sulama kanallan, aletler ve insanoğlunun kendi işini kolaylaştırmak ve mev­ cu t eneıji biçimlerini çabıpr d urum a getirmek için icat et­ tiği makineler-hepsi çürümeye mahkômdular. Görünüşte -

151

önemsiz

gi bi olan, Bruges şehir kapısının 13 37- 133 8'de

onanlması, 1367 - 1 3 68 'd e yeniden yapılması, 1385, 1392 ve

1433'de kısmen d eği ş tirHip 1615'te tekrar ye ni de n inşAsı

gerçeği b a n a tümüyle

önemsiz görünmemektedir: bu kü­ çük ayrı ntı l ar günlük hayatın tümünü kaplıyor ve pl anlı ­ yordu. Çağın gazetelerini o k uy an biri sonugelmez biçimde birbiri. ardınca yanan şehirler ve köyler bulacaktır: 1 547'de Troyes, 1666'da Lo ndra , 1701 'de Nijni Novgorod , 28 ve 29 Eylül 1 755 'de istanbul - yangınm 'çarşı veya iki fersah (yaklaşık 10 km) çapındaki iş m ah alli nde n geriye boş bir alan bıraktığı' İstanbul; binlerce örne kten sadece bir k açı bunlar. Kısaca, Si mon Kuznets'in şunu söylerken haklı olduğunu düşünüyorum : Sabit sermaye kavramının tümü, modern iktisadt dönemin ve modem teknolojinin benzersiz bir ürünü ol abi lir. Bu, biraz müb alağa ile, sana­ yii devriminin her şeyden önce bir sabit serm aye dönüŞü­ mü olduğunu söylemektir: Bundan böy l e , daha maliyetli fakat daha dayanıklı olacaktır: niteliği geliştirilecek ve o da üretkenlik (productiuity) oranlannı köktenci biçimde deeiştirecektir.

Sektör analizinin değ'eri Konuşageldiğimiz teYler ekonominin tümünü etkili­ yordu kuşkusuz. Fakat, örneğin Münih'te Germatıischa

Museu m'da dolaşıp m otorl an olan

iki yüzyı\ öncesinin eneıjiyle çalışan

makinelerin yeni den yapılmış (bazan çalış!

makta olan) modellerini, su. rüzgAr ve hayvan eneıjilerini nakletmede kullanılan olağanüstü derecede karmaşık ve

ustaca birbirine kenetli dişlileriyle beraber görmek, hangi

sektörün di lerl erin e nazaran teçhizatın aşınıp esitimesine daha duyarlı olduğunu anlamak için yeterlidir: bu sektör üretimdir, özellikle herhangi bir anlamda 'endüstriyel' ola­

rak. tanımlanabileceği yerlerde. Bu d urumda, baz ı sektör152

leri - bilhassa 'endüstriyel ' ve tanmsal üretimi - a� (yavaş) sennaye oluşumuna mahkiim eden, yüksek gelirle­ ri ve tasarru f imkAnını daha önce anılan imtiyazlı % 5'le sınırlayan sosyal hiyerarşi değildir sadece. O halde geçmi­ şin kapitalizminin esas olarak ticaret sektöründe bulun­ duğu, en büyük çaba ve yatınmlann 'dolaşım alanına' git­ tiği şaşırtıcı mıdır? Bu bölümün başında çerçevesi çizilen yaklaşım - i ktisadi hayatın sektörlerine göre bir analiz ­ kapitalizmin yapmı ş old1,1ğu seçimi ve o seçi min gerekçele­ rini ke sin olarak açıklamaktadır. Aynı z am a n da , geçmişin ekonomilerindeki bariz bir çe­ lişkiyi de açığa çıkarmaktadır: ekonom inin korunan ve im­ tiyazlı sektörlerinde kolayca biriken net sennaye, görüne­ bilir bi çi mde az-gelişmiş ülke l erde bazen çok boldu ve hep­ si verimli tarzda yatınma yöneltilemiyordu. Her zaman güçlü bir istifçilik geleneği vardı. Para atıl ve durgun tutu­ luyordu : sermayenin eksik-kullanımı söz konusuydu. Bel­ ki kızgmlığa yol açacak kadar paradoksal olan bir olgu: her şeyin arzı eksik olsa da, paramnki eksik değildi . Fa­ kat, bir dizi sebepten ötürü, eksik olan, onu gerçekten kir­ lı bir teşebbüae yatınna fırsab.ydı. Onaltıncı yüzyılın son­ lannd a hi.li parlak günlerini yaşayan İtalya'da durum buydu. Büyük bir faaliyet döneminden sonra, İtalya aşın bir kıymetli maden bolluğunun yıkıcı etkisi olan bir gümüş 'lo.rguzo'sunun sıkıntısı içindeydi; sanki ülke, ekonomisi­ nin tüketebileceğinden çok fazla miktarda semiaye malı �·e para elde· etmişti. Sonuçta, verimsiz toprağın sab.n alı­ narak görkemli konakların yapıldığı. büyük anıtlBl)ll di­ kildiği ve kültürel israfın finanse edildiği bir çağdı o. Eğer bu açıklama geçerli ise, Roberto Lopez ile H. A Miski­ min'in itaret ettikleri, Muhteşem Lorenzo dönemindeki bastınlmış iktisadi ortam ile Floransa'nın ihtişamı arasm­ daki çelişkiyi çözmeye_ katkıda bulunabilir belki.

153

Anahtar sorun, benim kapitalist diye adlandırmakta tereddüt etmedi ğim , geçmişin toplumunun o sektörünün nasıl oluyor da sanki bir kavanoz içinde, diferlerinden ay­ nlmış olarak varlığını sürdürmüş oldu tu nu bulmaktır; ne­ den genişleyip toplumun tümünü fethetmeye m uktedir de­ ği ld i? Belki bu, gerçekte onun varl ığını sürdürebilmesinin şartıydı, çünkü dünün toplumlannda dikkate d eğer bir sernıaye oluşum oranı çağın piyasa ekonomisinin tüm ün­ de değil s ade ce belirli sektörlerinde mümkündü. Bu gö z de alanın dışına maceracı bir ruhla yatınlan sennaye , ardın­ da iz bırakmayacak biçi m de yutulmamışsa e ğer, çok az meyve veriyord u . B öyl ec e , kapitalizmin nerede yerl e ş ti ği ni kesin olarak bulmanın tarihçi için belirli bir ilginçliği var, çünkü senna­

topolojisi bi ze önceki topl umların zaaflarının ve kAr­ h ol mayan sektörlerinin ters bir topolojisini vermektedir. Fakat, kapitalizmi gerçekten kendi evinde olduğu sektör­ lerde teşhise çalışmadan önce, onun dolaylı ol arak ve çok sınırlı bir dereceye kadar nüfuz ettiği sektörleri inceleme­ ye çalışacağız : ta rı m, sanayii ve taşımacılık . Kapitalizm sık sık bu yabancı böl gelere akınlar yaptı, fakat çoğunluk­ la hemen geri çeki ldi ve her durumda geriçe ki l iş önemliy­ di. Örneğin, Kastilya şehi rl eri onaltıncı yüzyılın orta l arın­ dan sonra ni çi n yanıbaşlarındaki kırsal kesim tarımına yatınm yapmaktan vazgeçiyorlardı da elli yıl sonra Vene­ yenin

dik'in tüccar kapitalizmi aksine kırsal kesime

Güney

kayıyor ve

Bohemia'run girişimci toprak. ııahipleri aynı zaman

dilimin de arazilerinde çavdar yerine sazan yetiştirmek için büyük havuzlar kuruyorlardı. Neden Fransız buıjuva­ zisi 1550'den sonra köy l ülere avans vermeyi bı rakı p soylu­ lara veya krala borç vermeyi tercih ediyordu? Bir tüccann ifade ettiği gibi , 'bafiuna çaba harcamaktansa, işlem ed e n dunnak iyidir'. Kir avı ve maksimizasyonu dah a o zaman­ dan kapitalizmin zimni kurallan olmuşlardı bile. 154

9 � Medeniyetler

Sadece Savaşmazlar

Medeniyet veya kültürler -her iki kelimenin de kulla­

bu bağl am da yeri nde dir- bireylere kişisel ve kendi­ l iğinde n (spontane) gözüken a m a gerç�kte büyük bir uzak­ lıktan nesilden nesile d evredi l en alışkanlıklann, sınırla­ malann, birikmiş irfanın, kabul görmüş uygulama ve ira­ delerin oluşturduğu büyük havzalardır. Konuştuğumuz dil kadar bize miras k a l mı şl ardır. Ne zaman bir toplumda bö­ nımı

l ünm e ve dar boğazlar açılmaya başlarsa, bizi görevlerimi­ zi n b aş ı n d a tutarak onları dolduran veya örten daima­

mevcut kültürdür. Necker'in din için söylediği -medeniye­

tin kalbi: yoksu ll ar içi n 'ağır bir zincir ve günlük teselli'­ aynı m akuliyetle

medeniyet için

de söylenebilir

ve bütün

i nsanlığa uygul anabilir.

Avrupa onbirinci yüzyılda yeniden hayata dön ünce , pi­

ekonomisi ve parasal incelikler 'rezillıne' yenili kler­ Kadim geleneği n yerine geçen medeniyet tanım gereği yeniliğe düşmandı . Onun için piyasaya, kar etmeye, ser­ mayeye hayır diyordu . Kuşkulu ve ketumdu, olsa olsa.

yasa

di .

Sonra yıllar geçtikçe, günlük hayatın talep ve baskılan

aciliyet kazandı. Avrupa nıedeniyeti, onu dört' bir yandan

155

çekip ayınn akta olan kesintisiz bir çatışmaya yakalandı. Böylece isteksiz bir kabalıkla, deği şimin kapılan zorlama­

i

sına zi n verdi. Ve bu tecrübe Batı'ya özgü de değildi.

Kültür Aktanmı:

İslam Modeli

Bir m edeniye t hem sürekli hem d eği şm e kt e olanı bün­ yesinde barındırır. Bir yere kök salmıştır ve toprağına tu­

tunarak yüzyıll arca yaşayabilir. Bununla beraber, aynı za­ manda yakın veya uzak medeniyetlerden belirli ö d ü nçleri

kabul eder ve kendi kültürel m aUanm da i hraç lit ve etkileme adet, gelenek ve

a,inahğa karşı

ed er

.

Tak­

işleyen be­

lirli iç baskıların yanısıra i şl e r dururlar. Kapitalizm tam a nl a mıyla aynı kuraHarca yönetilmek­

tedir. Tari hi n de ki her no kta da , belirli yöntemlerin, araçla­ no, uygulamalann, zihni ahşkanhklann, hepsi de itiraz

kabul etmez şekilde dele

edilen) kültürel

(diğer

metalar

gibi

dolaşan ve müba­

m a l l ar olan bu feylerin topl a mı ola

geldi . Luca Pacioli 1496 yılında

Venedik� Di Arithmeti­

co'sını yayımladığmda, çift-yönlü-defter-tutma hakkında uzun zamandan beri bilinmeltte olanlan özetliyordu, (Flo­ ransa'da geç onüçüncü yüzyıldan beri kullamlmaktaydı).

Jacob Fugger Venedik'i ziyaret ettiğinde, çift-yönlü-defter­

tutma üzerinde orada çalı,arak, tekniği alıp Augsburg'a getirdi . Şu veya bu yolla, ticaretle

iştigal

e d en

Avrupa'nın

büyük bir bölümüne yayıldı.

Kambiyo s en e di

de ilk

elde İtalyan şehirlerinin etkisi

altında birçok.yere yayıldı. Ama

acaba daha da gerilerden İ mi geliyordu' E. Ashtor'a göre, slami süftece batılı kambi­

yapısı balwi:nndan büyük farklıdır. Öyledir belki. Ama muhakkak ki Avrupa

yo seneeline benzemez, hukuki

ölçüde

idi. Çok erken tarihler­ İslam dünyasının liman ve pazarianna seyahat

kambiyo senedinden önce mevcut

den beri 156

etmekte

olan İtalyan tacirleri, bir miktar parayı sadece bir yerlere transfer etmenin bu uygun yöntemi ne nasıl dikkat etmemiş olabilirler? Bir İtalyan icadı o l duğu varsayılan k a m biyo senedinin, her ne kadar İslam'da mevcut ol m ayan (Kilise'nin faizle borç verme ya-· sağı gibi ) şartlara uyarlanmak zorunda o lduğu bir hakikat ise de, Avrupa'da kesinlikle aynı sorunu çözm ek için kulla­ ml dı . Kambiyo senedinin İsl am 'd an gelen bir ödünç olduğu bana mu htem e l görünüyor. kağıt parçasıyla uzak

Aynı şey commenda diye bi l i nen tacirler arası birlik

(mudarabe) için de pe ka l a geçerl i olabilir: İslam'da uzun bir geçmişi olan bu kurum (Peygamberin kendisi ve zen­

gin bir dul olan hanımı bir commencia kurmuşlardı ), Hin­ distan, Doğu Hi ndler ve Çi n'e uzun-mesafeli ticareti örgüt­ l emenin alışılmış tarzıydı mudarabe. İster ödünç alınmış i ster yeni bi rşey olsun, commenda muhakkak ki İtalya'da a n ca k onbir, onikinci yüzyıllarda ortaya çıktı. Ondan son­ ra şehirden şehire yayıldı ve onu andördüncü yüzyılda (ye­ rel etkiyle birazc-ık değiştiTilmiş olarak) Hansa li m anl ann­ da görmekle şaşırmıyoruz . İtalya'da, mallara e şli k eden gezgin ortak çoğunl ukla işin kArını paylaşıyordu. Ama Hanseti k sözleşmeda Diener norma lde sermayeyi koyan

ortaktan sabit bir meblağ alıyord u : Bu bakırÔ d an gerçekte maaşlı biriydi . Ama kar-paylaşımı örnekleri de mevcuttur.

Ve bazan aynı çözümün deği şi k yerlerde eşzamanlı ol ara k benimsenmesi vuku bul uyordu . Erken orta çağiann hi.la nispeten meçhul tarihi kesin konuşmayı zorlaştırmaktadır. Ama ortaçağ tüccanrun gezgincilik alışkanlığı ve mallannın katettiği malum yollan göz önüne aldığımızda, en azından bazı tica­ ret uygulamalan başka yerlerden ödünç alınmış olmalıdır. Batının kelime hazinesine geçmiş İslami keli meler bunu akla getirmektedir: do u ane = gümrük resmi, fonduk, maModel sonradan değiştiTilmiş olabilir.

157

mohatra (ön den satış ; hemen tekrar s atı ş tarafın­ dan izl enen ve rib ayl a ilgili andördüncü yüzyıl Latin me­ tinlerinin contractus mohatrae dedikleri forward selling.) Diğer kamtlar Avrupa'nın Doğu'dan aldığı armağanlardan gelmektedir: ipek, pirinç, şe ke r kamışı, kAğıt, pamuk, Arap rakamları, abaküs, İslam va s ıtas ıyl a yeniden keşfe­ dilen Yunan bilimi, barut, pusul a - hepsi de Avrupa'nın sırası geldiğinde başkSianna akt ardı ğı değerli mallar.

gasin,

Bu ö dün çterin varlığını kabul etmek Batı tarihi nin, Batını n rasyonaliteye doğru giden yolda tekb aş ı na yürü­ yen öncü dahi ve ke n di l iği n d en mucit olduğu ş ekli n de ki geleneksel izahiann a arkamı zı dönmek demektir. İtalyan şehir-devletlerinin modem t i ca ret hayatının ara ç l arı nı icat etmiş olduklan iddiasını re d det m ek demektir. Ve bu, m antıken, Roma İ mparatorluğu'nun il erl e m en i n beşiği ol­ ma rolünü redd etm e noktasına kadar gi der. Zira, o ço k­ övülen - ktadır. Sonuçlan itibariyle ras­ yon e l ama kökenieri bakımı ndan irrasyonel olan kapİta­

lızm,

modern h ayat

ile Püriten ahlak arasındaki bu bek·

lenmeyen karşılaşmanın meyvesidir.

düşünce çizgisini çok hızlı ve biçimde özetleyi p, ince ve kafa karıştıncı bir argü­ man yöntemini - okuyucuya itiraf etmem gerekir ki, Lu­ Gelişmelerle dopdolu bir

yetersiz

cien Febvre'in duyduğu kadar all eıji duyduğum bu yönte­ mi

-

aşın ölçüde basitleştiriverdim. Ama bu Weber'e söy­

lemediği bir ş eyi söyletmenin gerekçesi o lama z . Onun sa­ dece çakışma (rastlantı ) ve ortak zemin gördüğü yerde , Protestanlığın kapitalizmin kaynağı o l du ğu nu ilan etmiş olmakla itharn e di l di . Werner Som b art , Weber'in düşünce­ sini -davasını yıkmak için daha iyi bir yol olarak- abar­ tacak olan ilk. tarihçilerden biriydi. Sambart al aylı bir dil­ le Protestanlığın başlangıçtan beri Abd-ı Cedid'in yoksul­ lu�& geri dönme girişimi olduğunu ve ekonominin yapı­ lanyla ileri gelişimi için gerçe k bir tehlike o luşturduğunu ileri sünnektedir. A.!ketik hayatın kurallanna gelince, bunlar da Aquinas'm ve skolastiklerin eserlerinde buluna171

Püritanizm, küçük d ükk.8ncıl ara yaraşır bayağı ve Çoğu poJemiklerde olduğu gi­ bi bu da gülünçtür pek tabii. Max Weber'in argümanını di­ ğer uçtan, onsekizinci yüzyılda Batavia'da Hollandalılann müsrifçe h arcam al an nı veya ondan bir asır önce Deshi­ ma'da (Japonlann ihtimarola faaliyetlerini sınırlaınış ol­ dukları adanın can sıkıntısını gidermek için) düzenledikle­ ri p artil eri anarak geçersiz kı lm aya çalışmak da aynı dere­ bilir.

cimrice bir öğretidir sadece!

cede

gülünçtür.

Eğer kapitali zmin doğuşu açıkça Calvin'in riba hak­ kında mektubundan ( 1545 dol ayl an ) başlamış olsaydı her şey çok kolay olacaktı. Bu bize bir dönüm-noktası vermiş ol urdu . İktisadi hayat hakkında yeterince bilgili güçlü bir zihnin, ri b a nın doğurduğu sorunlara dair bu keskin-gözlü tahlili, vuzuhun ke ndi s id i r. Calvin'e göre, bir çeşit bo zu l ­ maz manevi altyapı olan il ahiyat (teoloji) ile beşeri kanun­ lar, yargıç, hukukçu ve hu ku k i l m i arasında bir ayınm ya­ pılmalıdır. Riba tacirler arasında (faiz h a dl eri n in % 5 gibi mütevazi olması şartıyla) m e ş ru du r ; yardımseverliğin kar­ şısına dikildiği zaman meşru d eği l dir. 'Tann , insanın hiç­ bir şey kazanamayacağı ııekilde bütün karları yasaklamış değildir. Öyle olsaydı sonuç ne olurdu? Bütün mal ticare­ tini terketmek zorunda kalırdık.' Aristocu ilke ş ü phe siz yerindedir: 'Bir çocuğun görebileceği şeyi söylüyorum , eğer parayı bir sandığa k.ilitlerseniz, hiçbir meyve vermez.' Ama para ile 'bir tarla satınalabiliriz . . . [bu s efer] paranın para doğurmadığı söylenemez'. 'Kelimelere takılıp kal m a­ nın' bir anlamı yok, 'gerçeklere bakmalı'yız. Calvin'in dü­

alıntılarını kendisinden al dığım Hauser, Protestan ülkelerin iktisadi gelişmişliğinin

tüncesi nin bu iyi seçilmiş Henri

kolay ve dolayısıyla ucuz kredinin

sonucu olması gerekti­ 'Hollanda gibi ülkelerde veya Cenev­ re'de kredinin gelişmesinin izam budur. Bunu, farkında ol-

ğini söylemektedir.

172

mayarak, mümkün kılan Calvin idi.' Max Webetle manın diğer

bir yolu bu da.

uyuş­

Evet, böyle diyebiliriz, ama ya Cenova'yı ne yapacağız? Bir Katalik şehri olmakla beraber daha o zamandan dün­ ya çapmda

boyutlara

ulaşmış bir kapitalizmin çarpan kal­

bi olan, faiz hadlerinin ise % 1.2 olduğu Cenova? Daha dü­ şüğünü nerede bulabiliriz? Yoksa kapitalizm, gelişmesini sürdürdükçe, onlar tarafından meydana getirildiği kadar düşük fai z hadlerine yol mu açıyordu? Belki. Her halüka.r­ da, riba

bahsinde

Calvin gerçekte herhangi bir tabuyu yı­

kıyor değildi: çoktan

beri

altedilmişti onlar.

173

12 �

Tatminkar Bir izah: Geriyedönük Coğrafya

Fazla uzatmamızda yarar olmayan bu tartışmadan ya­ kamızı kurtarm ak için, bazı daha basit genel

izahların

olup olmadığına bir göz atmak zahmete değer: bu biraz ya­ retrospektif (geriye dönük) sosyolojiden daha az Bi­ zansyen ve desteksiz izahlar. Kurt Samuelson'un ( 1957) ve benim H963) ileri sürmeye çalıştığlm, ama birbirinin aynı

nıltıcı

olmayan argümanlar. Reformasyon Avrupa'suu n

bir bütün

olarak, parlak ve

kapitali zm yolunda epey mesafe katetmiş Akdeniz ekono­

İtalya'yı kasdediyorum) galebe çaldığı in­ Ama bu tür transferler tarihin genel özelliği­

misine (özellikle

kir edilemez. dir;

İslam

yükseldikçe Bizans geriledi; sonra İslam Hnsti­

yan Avrupa'ya doğru ilerledi; Akdeniz Hnstiyanhğı Yedi

Denizleri fethetmek için ilk y�ı kazandı, fakat 1690 do­ laylarında Avrupa'nın yerçekim merkezi Protestan Kuzey'e kaydı ve orası en müreffeh bölge oldu. O zamana kadar ve belki 16 10-201ere kadar bile kapitalizm kelimesi, Roma'ya

ve Kilise'ye rağmen, esas olarak Güney'e taalluk etmekte­ dir. Amaterdam bu

sıralarda ancak önem kazanmaya baş175

Ku zey'in hiçbir keşif yapmamış oldultına Ümit Burnu'nu dolqan yolu, ne de dünyanın b üyük seyahat y ol­ lan nı. Dolu Hind, Çin ve J a po nya'ya ilk ul qanl ar Porte­ kizliler idi: Bu göz k am aştın cı başanlar 'tembel' güney Av­ rup a'nı n hAnesine yazılmalıdır. Kuzey, kapitalizmin araç­ lanndan herhangi birini de icat etmiş de�ldir: Hepsi de l ıyordu . Aynca

d a dikkat çekmeliyi z: ne Amerika'yı keşfettiler, ne

Güney'den geldiler. Amater d am Bankası bile Venedi k'in

Rialt.o B ank ası model alınarak kuruldu . Ve Kuzey'in b üyük tüccar şirketleri güney ülkelerinin

-İ s panya ve Portekiz­ devlet tekelleriyle rekabet sayesinde geliştiler.

imd i, eğer bir Avrup a haritasım önümüze koyup özel­

haritaya bakar ve bir için Romalıların o epi sod i k İ ngiltere işgalini unutursak,

l ikle Ren ve Tuna nehirleri boyunca an

kıta iki parçaya bölünebilir: bir yanda, insanlar ve tarih tarafı n da n u zun zaman kul lanılmış ve tarihin ç ab al arıyla zenginleştirilmiş kadim bir bölge; diğer yanda, u zu n asır­ lar boyu me de nil e şm emi ş yeni bir Avrupa. Orta Çağların büyük başansı bu işlenınemiş (kültürsüz) Avrupa'nın (ta Elbe'ye, Oder ve Vıstül'e, İngiltere'ye, İrlanda, İskoçya ve İ s k a ndi nav ülkelerine kadar) sömürgeleştirilmesi, e�til­ mesi, geliştirilip şehirlileştirilmesi i di . Sömürge ve sö­ mürgecilik kelimelerini biraz açmak ge re kir belki, ama ka­ b aca ifade edersek kuzey Avrupa eski Latin kültürü, Kili­ se ve Roma tarafindan biçimlendirilen, temel dini b i l gileri verilen ve sömürülen kolonyal bir alandı - tıpkı d aha son­ raları J esui t l e rin Paraguay'daki aynitılmış bölgelerinde, ama başansız bir şe kil de , kendi modellerini empoze etme­ ye çalıştıklan gibi. Kuzey Denizi ile Baltık'ta sının olan ül­ keler için Reformasyon, başka seylerin yamsıra, cili�n sonu idi.

Hansetik

kasabalann

ve

Kuzey Denizi gemicilerinin

yi�tliklerine rağmen, �u yoksul ülkelere 176

sömürge­

bütün tatsız gö-

revler bırakıldı, yani ham maddelerin dağıtımı:

İngiliz yü­

nü, Norveç kerestesi, Baltık çavdan. Bruges ve Ant­ werp'te, güneyli bankacı ve tacirler iş düzenini sa�lıyorlar­

dr: onlann borusu ötüyor, zenginle yoksulu aynı şekilde çi­ leden çık.anyorlardı. Protestan devriminin denizde,

kara­

da olandan ço k daha tehlikeli bir biçim aldığım hatırlaya­ lım: Atlantik,

tarihçilerio çoğu kez unuttuklan

şiddetli di­

ni ve maddi mücadelelerin muharebe meydanı olmadan

önce, Avrupalılar tarafından fethedilmiş değildi. Denge ni­ hayet, düşük ücretleri , giderek üstün duruma geçen sana­ yisi, ucuz taşımaCl h ğı , deniz seferlerini düşük maliy etl e gerçekleştirebilen koster ve küçük gemi filolan ile K.u­ zey'in lehine döndüğü zaman, bu bir lira ve ku ru ş , bir re­ kabetçi maliyetler meselesiydi . Kuzey'de her şey . daha

ucuz üretilebiliyordu: tahıl, çadır bezi, yünlüler, gemiler,

v.s. Kuzey'in zaferi hiç şüphesiz bir bakıma prole­ teryanın, haksrzhga m aruz ka.lanlann, güneylilerden daha

kereste,

az değilse bile daha

kötü beslenen lerin zaferiydi. Buna

1 590 dolayianndaki iktisadi inkıraz ilave edilmelidir: bu­

gün olduğu gibi geçmişte de. ilkönce karmaşık makinele­ riyle en ileri ülkeleri çarpan bunalım. Bu durum Kuzey için ve

bir

di zi güzel frrsaUar doğurdu : ve Almanya, Fransa

hatta Antwerp'ten Hol l anda'ya akın eden iş adamlan

meseleyi

böylece kavrayıp fırsatı değerlendirmeye koyul­

dular. Sonuç Amsterdam'ın, kendisiyle beraber Protestan

ülkelere iyi şans getiren güçlü yükselişi oldu. Kuzey'in za­ feri (önceki) vam.piyonlardan daha alçakgönüllü ihtiyaçla­

n

olan meydanokuyucu ların zaferiydi

-

günü gelince, bü­

sefer zenginliğin Irib­ geliştirdiler; iş ağları her yanı kuşatıp, her yer­ de, pek tabii Almanya'da ama aynı zamanda Bordeaux ve diğer yerlerde, Protestan cemaatleri yerel tüccardan daha zengin, daha serüvenci ve ateşli kıldığı gün (zenginliğin

tün rakiplerini altettikleri zaman, bu rini onlar

177

sefasını sürmeye başladılar) -tıpkı bir zamanlar Cham­ p agne'de , Lyon, Bruges ve Antwerp'te, İtalyanlar Kuzey ülkelerine ticaret ve bankacıhkta nası l rakipsiz uzmanlar ol arak gözüküyorduysalar, öyle. Bunu inandıncı bir açıklama kabul ediyorum. Dünya­ da Prote s tan ahlakmdan baş ka birçok şey var. Ve geçmiş­ te o kadar sık oynanıp işi biten aynı hikaye o nseki zi nci yüzyılda tekrar vuku bulacaktı. Eğer sanayi devrimi Ha­ noveryen İngiltere'sine yeni bir çıkış getirmemiş olsaydı, dünya alternatif olarak hızla-genişiernekte olan Rusya'ya doğru, yahut daha muhtemel olarak, kendini -mutadis mutandis- zorlu kl a da olsa bir çeşit Birleşik EyaJetler Cumhuriyeti'ne dönüştüren, pro leter gemileri onaltıncı yüzyılm

Deniz

Dilencilerine benzeyen Amerika Birleşik

Devletleri'ne doğru kayabilirdi. Ama bunlann yeri ne , elve­ rişli iktisadi şartiann eşl iğindeki teknolojik ve siya si tesa­ düfierin sonucu ol ara k makine devrimi m ey dan a geldi, bu­ har gemisi (buhar gücünün hareket ettirdiği demir tekne) sayesinde Atıantik ondokuzuncu yü zyılda İngilizler tara­ fından yeniden fethedildi. Bu, biçimli ahşap tekneleriyle zarif Beston gemileriniu sonu demekti. Ve bu aynı z aman­ da Amerika'nın denize yüz çevirip kendini Yerleşilmemiş Bölge'nin fethine adayarak batıya gittiği andı. PtJti bütün bunlar

RefL.masyonun iş adamlannın

dav­

ranış ve tavırlarını büyük ölçüde etkilemediği ve maddi hayatm tümü üzerinde aşikar akislere

sebep olmadığı an­

geliyor? Reformasyanun bunlann meydana gel­ mesine etki ettiğini inkAr etmek s aç ma olur. Evvel emirde, Reformasyon kuzey ülkelerinin uyumunu sağladı. Güneyl i rakipleri karşısmda birleşik bir grup olarak dur­ malannı mümkün kıldı. Bu küçümsenecek bir avantaj de­ lildi. Ve Din Savaşlan inanç topluluğundan doğan, Protes­ tan ağlan arasındaki dayanışmadan doğan bir miras bılamına mı

17'j

raktı: ticarette en azından bir süre için, ulusal duygulann tüm diğer mülahazalan altetmesine kadar, rolünü yerine getiren bir miras.

Dahası, eğer yarulmıyorsam, Kilise, muhafaza edildiği ve hatta güçlendirildiği Karşı-Reformasyonun Katolik Av­ rupa'sında, geleneksel toplumu birarada tutan bir çeşit çi­ mentoydu. Kilise hiyerarşisinin çeşitli kademeleri, bir tür toplumsal itibar sağlayan memuriyetleri , geçmişin yapıla­ ve diğer hiyerarşileri yüceltiyordu. Daha esnek, ken­ dinden daha az emin Protestan ülkelerininkine benzerne­

nru

yen bir toplumsal düzeni pekiştirdiler. Kapitalizm de bir anlamda onun genişlemesine elverişli bir tarzda gelişebile­

cek bir topluma ihtiyaç duyuyordu. Bu bakımdan Refor­ masyon ve kapitalizm dosyası muhakkak ki kapatılamaz.

179

13 � Kapitalizm Eşittir

Rasyonalizm mi?

Bazan ileri sürülen di ğer bir genel izah,

b ilimsel

tavır··

ve rasyonalizmin Batı'da yaptıklan ilerlemedir: bunun

ka­

pitalizmi veya daha doğrusu kapitali st zekayı (anlayışı) ve onu n yap ıcı hamlesini ileri

götürmek suretiyle Avrupa'nın

s öylenm e kte dir ekonom i ni n öncüleri

genel iktisadi ilerlemesini hızlandırdığı

Bu argüman

da bir ahlak veya ruha,

.

olarak mü te şe bbi s l e ri n icatçı z ekAlanna ve kapitali zmin hakhlaştınlması na h a d di n den

Maurice

Dobb'un yaptığı gibi

fazla

'eğer k

d eğer biçmektedir.

a pitalist

zi hni yet ka­

pitalizmi hasıl ettiyse, bu kapitalist zihniyet nereden çık­

tı?' demesek bile, bu

o l du kça tartışmalı

bir tezdir. Mesele­

yi Dobb gibi ortaya koymak zorunda değiliz: gerçeklikler

kütlesiyle onlan gözleyen

ve yönlendiren ruh arasında

aye t müm­

karşılıklı çift yönl ü bir ilişki tahayyül etmek g

kündür.

Bu tezin

en sözünü

sakınmaz savunucusu, bunu ta­

vırlann diğer faktörler karşısında önemini vurgulama fır­

satı

Fakat onun ileri fazla önem taşımaz. Mesela (tanımım

olaPak gören Werner Sombart'dır.

sürdüğü görüşler

yapmadığı) rasyonalitenin batı

gelifiDesinin (veya Otto

181

Bruner'in tercih ettiği üadeyle, tarihi kaderinin) altın da yönelim, bugünkü dille mültiseküler trend olduğu; onun bize modem devleti, modem şehiri, bilimi, buıjuva­

yatan

ziyi ve nihayet bizzat kapitalizmi getirdiği

yo lun daki dra­

matik i ddi ası , sözün losası kapitalist ahlak ve akim bir ve aynı

şey ol dukl an görüşü

ne

i şi mize yarar?

Sambart'ın fikrine göre, sözkonusu özel akıl ( m uh ake­ me), mübadele alet ve araçlannın rasyonelliğiydi. Mese la VbPr Abaci'den, 1 202'de Piza'h Leonarda Fibonacci'nin yazdığı abaküs kitabından söz eder. Bu çok iyi seçilmiş

bir

başlangıç noktası değil dir, çünkü abaküs bir Arap i c adı idi; Fibonacci babasının bir tacir olduğu Bougie'de (Kuzey M­ rika) o n u kullanmayı öğrendi - onunla be ra b er Arap ra­ kamlarını, ihtiva ettiği saf maden miktanndan bir paranın değerinin nasıl takdir e di le ceğini ve yükseklik ve arz dere­ celerini (boylam, eylem ), v.s. öğrendi. Fibonacci'nin Arap­ I ann bilimsel rasyonellijtinin kanıtı olarak zikredilmesi daha yerinde olurdu. Erken döneme ait diğer bir kanıt mu­ hasebe deft.erl eri dir. Bili nen ilk örneğin tarihi 1 211'dir < Floransa). Holzschuher'in ( 1304- 1307) Latince tutulan Handlungsbuch'una göre , ilk muhasebe-defterlerini ilham eden soyut bir düzen aşkı deği l , kredi ile satılan maliann kaydmı tutma ihtiyacıydı. Her halüklirda, muhasebenin işlemlerin tam kaydı olmasına daha çok zaman vardı. Fug­ gerlerin 1517'den itibaren çok güncel muhasebeciliğini ya­ pan Matthaus Schwarz, taeirierin çoğu kez 'i şlerini duva­ ra iliştirdilden kağıt parçacıkianna not etmekle' yetindik­ lf.lrini kaydetmektedir. Hulb uki bu tarihe kadar, çift.-yönh ı muhasebeni n tam tekni� u z u n zamandan beri Rahi p Lu­ ca di Borgo (gerçek adı Lur.a Pacioli) tarafından Summa di aritlı met ica, geonıetria, proportion i e proportionalita ( 1494 ) başlıklı kitabının XI. bölümünde gösterilmiş bulu­ nuyordu. Hesap tutma için gerekl i iki esas kayıt defterin182

göre kaydedildi� Manuale Giornale ile her işlemin iki kez (ikincisi çift giriş ola­ rak) kaydedildi� ana defter (Quademo) birer yenilikti. Ta­ den, işlemlerin zaman sırasına

veya

cirin her hangi bir anda mal varlığı ve borçlan hakkında kesin bir fikre sahip olmasım sağlıyordu. Eter defterlerin Jengesi tutmuyorduysa, bir hata yapılmış demekti bu ve hemen tesbit edilebilirdi

. Partita doppia'nm yararhh ğı aşikardır. Bombart konu

ü ze ri n d e kendi ni bir lirizm uçuşuna kaptınr: 'Kapi tali zmi çitf-yönlü muhasebesiz tahayyül etmek imkansızdır,' diye

biçim ve içerik gibidirler' (wie Form und In­ 'Çift-yönlü muhasebe Galileo ve Newton'un sistem­

yazar, 'bunlar

halt).

leriyle, modem fizik ve kimya okullanyla aynı ruhtan (ita­

lik Braudel'in)

doğdu . . . Çok yakından bakmadan bile çift­

yönlü muhasebede yerçekim.i , n ı mı fikirlerini

bir

kan

dolaşımı ve enerj i sakı­

an için görebiliriz.' Kierkegaard'm dü­

şüncesini hatırlıyoruz : 'Her hakikat ancak belirli bir nok­ taya kadar haki katti r. Sı nın aştıruz mı, artık bir hata (non-truth) karşısmdasınız.' Sombart gerçekten de sınırı aşıyor, diğerleri ise alıartıyla onu takip ettiler. Spengler, Luca

Pacioli'yi Kristof

Kolomb ve Kopernik'e benzetiyor.

C.A. Cooke ( 1950) bi ze 'çift-yönl ü defter tutmanın önemi­ nin aritmetiğinde değil metafiziğinde yattığını' söylüyor. Şöhretli bir iktisatçı olan Walter Eucken ( 1950) hiç tered­ düt e tme d e n ilan ediyor: e�er Hansa Birliği Almanya'sı

büyük olmayı başaramadıysa, bu durum Buclıhaltun.g'un (refahla beraber, Augsburg tüc­

onaltıncı yüzyılda

doppelte

carının defterlerine buyur edilen çift-yönlü muhasebenin)

eksikliği yüzündendi. Bu görüşlere dilediğimiz sayıda

itiraz kaydı koyabili­

riz. Er küçüklerine öncelik verirsek, Luca Pacioli'yi kü­ çumsemeyi aı zu etmeksizin, onun bu alanda ilk kişi olma­ dığı na dikkat çekilmelidir. Bombart'ın kendisi Ragusan 183

Cotrugli'nin yazdığı ticaret kitabını (Della Mercatura) zi k­ rediyor; her ne kadar 1573 tarihli ikinci baskısı dah a iyi biliniyorsa da bu

kitabın

ilk baskı tarihi 1458'dir. İkinci

baskının yüz şu kadar yıl sonra değişmemi ş olarak y a pı l ­

ması, bu aradaki dikkate değer iktisa di il erl em ey e rağmen iş yapma yöntem l erinin ne ka d ar az değişmiş old u ğunu ayrıca göstermektedir. Bu el kitabının Birinci Kitap, XIII. Bölümünde bir kaç sayfa, al a cak ve bo rçları dengede tu t­ mamızı sağlayan düze nli defter-tutmanın yararianna ay­ n l mıştı r. Yüzlerce t ü c c a r kayı tl arını (sici llerini ) ok uyan Frederigo Melis

partila

doppia 'mn Floransa'da çok erken

tari hlerde, onüçüncü yü zyılın sonl anna doğru Compagnia

Farolfi'nin muhasebe olduğunu söylemektedir.

dei Fini ve Compagnia

de görülmekte

defterlerin­

Ge rçe k itirazlara geçecek olursak, bu ünlü çift-yönlü

muhasebe

evrensel

hızlı bir

yayılma göstennedi ve hiçbir şekil de

bir kabul gönnedi.

Luca Pacioli'nin

kitabını

taki­

beden üçyüz yılda, zafere ulaşmış bir devrim olarak gö zük­

mediği muhakkaktır. Ticaret el kitaplan ( manüell er)

on­

dan söz etmekte, ama tacirler her zaman uygulamamakta­

firmalar uzu n zaman onsuz işlerini sür­ dürdüler - 1 602'de kurulan Hollanda Doğu Hind Şirketi

dırl ar. Bazı dev

gibi

sedi

Londra'nın Sun Fire losu­ çift-yönlü muhasebeyi ancak 1 890'd a benim­

en büyüklerinden bazılan;

rance Office'i

(yanlış okumadınız, 1890). Raymond de Roover, Basil

S. Yarney ve Federigo Melis

gibi eski-tarz

defter tutmaya

a.şina tarihçiler çift-yönlü defter tutmayı bazen veri msiz • sayılan önceki

muhasebe yöntemlerinin zorunlu bir

ika-

mesi olarak görmemektedirler. Tek-yönlü muhasebe günle­ . rinde, cliye yazıyor Raymond de Roover, 'ortaçağ tacirl e ri

bu kusurlu aleti kendi işlerinin ihtiyaçlanna nasıl uyarla­ yacak.larımn yolunu buluyor ve bazan dolambaçh yoll arla da o lsa amaçlanna uıa,ıyorlardı... Esneklikleri ve olağa184

nüstü farklılıklan ile bizi bugün şaşkınlığa düşüren çö­ zümler buluyorlardı. Hiçbir şey Sambart'ın ortaçağ tacirl� rinin hesaplannın deşifre edilmesi imkinsız kanşık bir yumalt ol d uğu yolundaki i dd ia sı kadar hakikatten uzak olamaz.' Basil Yamey'e göre ( 1962), Sombart h er halükArda mu­ hasebenin önemini abartıyordu. Hesaplamanın soyut me­ kani zması her işte önemli bir rol oynar, ama şirket reisinin aldığı kararlan dikte etmez. Hatta aynntılı cetveller (d � netleme ra porl an ) ve (çıkanlmalan

çift-yönlü defter tut­

mada tek-yönlü olandan daha ko l ay olmayan ve her halü­ karda iş dünyasmda ender rastlanan) bilançolar karar-ver­

unsurlan değildi ve netice de kapitaliz­ min operasyonlannda merkezi bir yer tutmuyorlardı. Bi­ l an çol ar bir işletmenin günlük işleyişi içinde değil de, u mu ­ miyctle işletme tasfiyeye uğradığı zaman görülüyordu. Ve me sürecinin ana

çıkanlmalan da zordu:

gerçekleşmeme ihtimali

olan var­

lıklan ne yapmalıydılar? Ve bir tek muhasebe parası kull a­ nılmakta olduğundan , döviz hadierindeki �ok önemli ola­ bilecek- farklılıklan r:asıl kaydedebi lirlerdi? Onsekizinci yüzyıldaki iflas yasalan o zaman bile bu tür zorl ukların gerçek anlamda aşılamamış olduğunu göstermektedir. Dü­ zensiz aralıklarla yapılan denetimler ( murakebe} sadece bir önceki denetlerneye göre bir teY ifade ediyordu. Mesela Fuggerler 151l'deki denetimden sonra ancak 152Tde fir­ malannın sennayo ve karlannı değerlendinn eye muva.ffalç

bu iki tarih arasında, hiç şüphesiz işlerini denetimine dayanarak yürütmediler.

olabi ldi ler. Ama

1511

Son olarak, kapitalizmin

rasyonel aletlerini dikkate

tutmanın yanısıra başka aletiere de yer ayırmalı delil miyiz: kambiyo senetleri, bankacılık, hisse senedi borsalan, piyasalar, cirolar (endorsements), iskontolar (senet larmalan), v.s.? Ama pek tabii bütün alırken, çift-yönlü defter

185

bunlar batı dünyasının ve onun kutsal rasyonalitesinin dı­

şında da bulunabilecek şeylerdi. Ve bunlar her halükirda bir mirastı, iktisadi hayatın gün d eli k faaliyetleri tarafın­ dan basitleştirilip mükemmelleştirile gelen, yavaş yavaş biriken bir uygulamalar. kütlesiydi. Müteşebbisliğin yeni­

likçi (icatçı ) ruhundan daha önemli ol a n, artan ticaret hac­ mi, para arzının sıkça gözlenen yetersizliği, v.s . gibi olgu­

lardı.

Ancak, tarihçilerio kap i tal i zmi rasyonalite ile eşitle­ rneye can atmalan modern ticaret tekniklerine duydukla­

kayn a kl a nıyor acaba? Aksine, k apita­ ol d uğu yol un daki bir duygudan -ar­ güman kelimesi pek uygun gitmez bura d a- kapitali zmin

n hayranlıktan



li zmin büyümeye eş

birçok teşvik ediciden hiri d e�l , tek

teşvik edici, tanktaki

ka plan , ilerlemenin esas hareket etti ricisi olduğu duygu­

sun dan doğmakta değil midir? Bu, bir kez daha, k api tal iz­ mi piyasa ekonomisiyle çok yakından özdeşleştirmektir daha önce

izah ettiğim gibi, bana

göre gelişigüzel bir

mevcut oldu klanndan her biri diğeri yüzünden - geliş­

eşitlik bu, ama her iki şey bi rarada

ve eşzamanh olarak

-

tikierinden ötürü, anJ aşı l abilir bir eşitleme. İnsanlar bir

adım daha atıp, piyasa de n gesi nde , piyasa sisteminin işle­ yişi nde gördükleri 'rasyonaliteyi' kapitali zmin hesabına yazma aceleciliğine düştüler. Ancak burada bir yerlerde bir çelişki yok mudu r'! Zi ra hakkında o kadar çok şey yazı­

lan ünlü rasyonel piyasft süreci kesi nJ i kl e spontane m üba­ del e aracılığıyla, her şeyden önce serbest, rekabetçi ve hiç­ bir şekilde yö nlen di rilm eyen ticaret aracılığıyla i ş l e m e k­

tedir: ister gizli el (Adam Smith), ister doAal bilgisoyar ( Oscar Lange) olarak tavaif edilsin, bi reys e l hesaplamala­ nn çok ötesi ne giden bir 'doğal dü zen'den, kollektif arz ve talebin bu l uşm asından doğm aktadır. A priori ol arak, bu durum kendine maksi mum kar yolunu arayan bireysel 186

müteşebbisin rasyonel davranışı ile aynı şey olamaz. Adam Smith'e göre, müte,ebbis, otomatik olarak garanti

edilen tüm ekonominin uygun işleyişinden (devletten daha

fazla) endişe etmek i htiya cını

veya beşeri bilgi' muhtemelen

duymaz. Zira 'hiçbir hikmet bu görevi yüklenemez. Ka­

pitalizmin rasyonalite olmadan, yani araçlann amaçlara sürekli olarak uydurulması, ihtimall erio zekice hesaplan­

ması olmadan var olamayacaı}mı kolayca kabul ederim.

Ama bu da bi zi rasyonelden ne anladı!umza dair göreli ta­

nımlara geri götürür. Rasyonel, her seferinde amaç ve araçlara bağlı olarak, sadece bir kültürden diğerine de�l ,

bir şartlar kümesinden diğerine, bir toplumsal gruptan di­ ğerine değişebilir. Bir tek ekonomi içinde rasyonelliğin de­

ğişik biçimleri varolabilir. Rekabetin (belirli bir) mantığı vardır; ama tek elin , s pekülasyon ve iktidarın da (bir) man­ tığı var. Sombart ömrünün sonlarına doğru ( 1934) ekonominin kurallanyla kapitalistlerin eylemleri arasında belirli bir çelişkinin farkına vardı mı? İktisadi hesaplama ile spekü­ lasyon arasında, rasyonellikle irrasyonellik arasında par­ çalanan müteşebbisin garip bir resmini sunduğu muhak­ kaktır. Böylece neredeyse kapitalizmi - benim bu kitapta yapmaya yöneldiğimi gibi - 'irrasyonel' spekülasyon dav­ ranışı ile aynı kaba koyma nokta:;ına gitmektedir. Ancak ben burada piyasa ekonomisiyle kapitalizm arasındaki

ayınmın önemli olduğuna ciddiyetle inanıyorum. Bizzat piyasa ekonomisinin erdem \'e 'rasyonalitelerini' kapitaliz­

me atfetmemek önemlidir - Marx ile Lenin bile, örtük ve­ ya açık biçimde , tekellerin gelişmesini kapitalizmin kaçı­ nılmaz fakat geç bi r goliljimi saymak suretiyle, bu hataya düşmekt.edirler. Marx i çi n , 'kapitalist sistem', feodal siste­ min yerini aldığında 'medenileştirici' bir kuvvet idi: çünkü, ilerlemeyi mümkün kı lan 'üretim güçleı;nin ve toplumsal 187

ilişkilerin geliş m esin e

daha elverişliydi' ve şiddetin ve bir

toplumsal sınıfın diğeri aleyhine toplumsal ilerlemenin

(maddi ve düşü nsel

avantajlarıyla beraber)

tekelini ele ge­

çirmesinin olmadıg-ı bir gelişme aşaması na yol açıyordu'. Eğer Marx başka bir yerde 'rekabeti n illüzyonl annı (yanıl­ sama)annı)' suçluyorsa, bunu

kapitalistlerin

davramşını

eleştiren bir pasajda değil, bizzat ondokuzuncu-yüzyıl üre­

tim sistemini tahlil

ederken yapmaktadır. Çünkü kapita­

listler 'haşin yönetim otoritelerini' tamamen üretici olm ak­ tan kaynaklanan topl umsal işlevlerinden alıyorlar, ge ç

mişte olduğu gibi onlan 'politik

­

y a teokratik efendiler'

ve

yapan bir hiyerarşiden değil . Şimdi 'bireysel keyfi l i k husu­

sunda doğal ve her şeye gücü yeten bir kanun olarak' gö­

z ü ken 'üretimin toplumsal ,

ahengi'dir. Benim

kendi görü­

şüm şudur ki kapitali zmin 'harici' tabiatı için (benzer) bir

iddia hem ondokuzu ncu yü zyıl öncesi hem de sonrası için ileri sürülebilir.

Lenin 1 9 16'da yazı lan ünlü bir yazıda kapitalizmin an­ cak 'gelişmesinin beli rli ve çok yüksek bir aşamasında, te­ mel vasıflanndan belirli olanlannın kendi karşıtıanna dö­ nü ş m eye başladıklan

zaman' kara k terini değiştirdiğini

(böylece yirminci yüzyı lı n başlannda 'emperyalizm' haline

geldiğini ) ileri sürmektedir İktisaden, bu süreçte esas şey genel ol arak kapitalizmin ve me ta üretiminin tem e l . . .

vasfı ola gelen kapitalist serbest rekabetin yerine kapita­

list tekellerin ikamesidir.' Bu hususu tabii ki k ab ul etmi­ ediyor Lenin, 'aynı zamanda,

yorum . Ancak, diye devam

serbest rekab ette n doğan tekel , serbest rekabeti ortadan

kaldırmaz,

dürür.'

onun üstünde ve onunla beraber

varlığını sür­

Ve burada onunla tamamen uyuşuyorum. Kendi

kelimelerimle ifade

edecek olsaydım şöyle

derdim: '(Çok veya az bir dereceye kadar tekelci olan aşamalanyla, hem dünkü 188

hem bugünkü) kapitalizm,

kendisinden doğduğu

(ve hala kaynak olarak kullandığı) serbest rekabeti ve pi­ yasa

e kono mi si ni

hiçbir zaman tamamen tasfiye etmez,

onlann üstünde ve onlann yanısıra varolmaya devam eder.' Yani, şunu öne sürüyorum : esas olarak, uzun zaman içinde atılan belirli 'temeller'den hareketle, geniş bir ala· nın gelişmekte olan bir müb a d el e ve pazar ekonomisi tara­ fından fethedilmesinden o l uş an onbeş ve onsekizinci yüz­ yıllar arasındaki ekonominin de, Lenin tarafından onun ondokuzuncu-yüzyıl 'emperyalizmi' tahlilinde ayırdedilen iki kadernesi v ard ı : açık veya gi zl i tekeller, ve serbest re­

kabet; başka bir deyişle, tanım lamaya çalışageldiğim hA­

liyle kapitalizm ve gelişmekte olan piyasa ekonomisi.

Eğer Sambart'ın sistemli

olan gelişmede çok

ve topyekün iza\ı}ara

düşkünlüğü bende de olsaydı, kapitalist

unsurun risk-yüklenme ve spekül asyon tutkusu meyledebilirdim. Bu k i ta p boyu n­ ca, okuyucu kumar, risk-yüklenme, al d a tm a gibi alt pl an­ da yatan nosyonlara sık sık atıfta bulunulduğuna dikkat e dece k ti r ; oyunun kuralı bir karş ı - oyu n geliştirmek, onun ters yönde deği l se bile farklı biçimde işlemesini sa�lamak için piyasanın düzenli mekanizma ve a letle ri ne karşı çık­ maktı . Kapitalizmin tarihini oyun teorisinin özel bir versi­ yonunun parametreleri dahilinde yazmayı de ne mek eğlen­ celi olabi li rdi. Ancak (o zaman) oyun kelimesinin (oyna­ önemli bir

olduğunu

ileri sürmeye

mak, kumar) görünürdeki

basitliğinin,

çok sayıda değişik

ve çelişkili gerçeklikleri kapsamak üzere hcmencecik ters yüz olduğu görülürdü: peşin (forward) kumar, kurallarl a oynama, yasal kumar, ters kumar, hileli zarla oynama. Bü­ tün bunlan bir tek teoriye uydurmak pek kolay olmazdı.

189

14 � Quattrocento* Floransa'sı:

Yeni Bir Yaşama Sanatı

Bugünden geriye doğru bakacak olurs ak , bat ı ka pita­ lizminin uzun dönemde yeni bir yaşama sanatı, yeni dü­ şünm e tarzlan yarattığı inidir edilemez: Onlarla yanyana gelişti. Buna yeni bir medeniyet diyebilir miyiz? Sanın m bu fazla ileri gitmek olur: bir medeniyet daha uzun bir za­ man ölçe�nde birikimini tamamlar. Ancak, eğer bir değişme olduysa, bu ne zaman vuku buldu? Max Weber önemli dönüm noktasımn Protestanlık ile geldi�ni düşünür - demek ki onaltıncı yüzyıla kadar daha o rt a da bir şey yoktur; Werner So m bart ise de�şimi onbeşinci-yüzyıl Floransa'sına yerleştirir. Otto Hinze 'nin ifadesiyle Weber'in gözdesi Reformasyon, Sombart'ınki Rö­ nesanstır. Zihnimde hiçbir şüphe yok: bu hususta So mbart haklı­

dır. ünüçüncü yüzyıl

-

ve a

fortiori andördüncü yüzyıl­

Floran.sa'sı, ke l i m eye hangi anlamı verirsek verelim, kapi­

talist bir şehirdi. Sunduğu erken gelişmiş ve anormal tas{*) Quattrocento: Onbetinci yüzyil {özellikle o devrin İtalyan edebiyatı)

BBnat ve

191

vir gayet makul bir tarzda Sombart'ı çarptı. Daha az ma­ kul olan şey, onun tüm tahlilini bir tek şehire (Floransa) ve çok ünlü biri olduğuna şüphe olmay an - bir tek ta­ mğa dayandınnası dır. Mimar, heykeltraş, hümanist Leon Battista Alberti ( 1404-1472) hadiselerle dolu bir tarihe sa­ hip, uzun zamandan beri güçlü olagelen bir ailenin çocu­ ğuydu: Alberti ai l esi n i n üyeleri İngiltere'yi andördüncü yüzyılda iktisaden sömürgeleştirmişlerdi; hatta o k a d ar yaygın, her yerde o kadar hazır ve nazır idiler ki İngiliz ve­ si kalan çoğu kez onlan -sanki Luccahlar veya hatta Flo­ ransal ılar gibi kendi başianna bir ulusmuşlar gibi- Al­ bertililer diye anmaktadır. Leon Battista ömrünün birçok yılını sürgünde geçirdi ve d ünyanın derd ü gam ı n da n kur­ tulmak niyetiyle kutsal örgütlere (tarikatlara) girdi . İlk üç Libri della Famiglia"yı 1433-34 dalaylannda Roma'da y az­ dı; dördüncüsü 1441'de Floransa'da tamamlandı. Sambart bu kitaplarda yeni bir iklim bulmaktadır: paraya övgü, za­ manın değerinin kabul edilmesi , tutumluca yaşsına ger eği - çiçeği burnunda tüm güzel buıjuva ilkeleri. Ve bu rahi­ bin, imanlanndan ötürü kendilerine saygı d uyul an uzun bir tüccar silsitesinden geliyor olduğu gerçeği , yazdıklan­ mn önemini arttırmaktadır. Para •her şeyin kökü'dür; •pa­ ra sayesinde bir kasaba evi veya villamız olabilir; ve tüm tacir ve zanatçılar parası olan için hizmetçiler gibi z a hın e­ te koşarlar. Parası ol m ay anın hiçbir şeyi olmaz ve para her maksat için gereklidir.' Servete karşı yeni bir tavırdı bu: Önceleri selanıet ( kurtuluş) yolunda bir çeşit engel sayılı­ yordu. Aynı şey zaman için de geçerliydi : Geçmişte. zama­ mn yalmzca Tann'ya ait olduğu kabul ediliyordu; onu (fa­ iz biçiminde ) satmak, kişiye ait olmayan bir şeyi (non su­ um) satmaktı. Fa kat şimdi zaman bir kez daha insan ha­ yatının bir boyutu, insanın israf etmekle iyi etmeyeceği servetinin bir parçası olmaktaydı. Lükse karşı da yeni bir -

192

yaklalJlll söz konusuydu:

'Otull anın , hiç ak.lmııdan çıkar­

mayın,' .:iye yazar Alberti, 'masrafuuz asla gelirinizi aş­ mamalıdır' - soylulann gösterişli lüksünü mahküm eden yeni bir kural. Sombaıt'm söylediği gibi, 'bu, kendini zar zor dayurabilen :ıciz insaniann lanetolası ey bi.!��l�ri!le değil, zenginlerin kaşanelerine tutumluluk ruhunun so­ kulmasıydı.' Diğer bir deyiı,le, kapitalizm ruh unun. Max Weber, zekice ve mantıklı biçimde düştüğü bir

dipnotta , öyle değil

diyor. Alberti sadece antikite bilgeliği­

nin i l ke l e rin i tekrarlamaktaydı : Sombaıt'ın , ü z eri n de _yo­ rum yapmak için seçtiği alı ntılann ba zıları neredeyse ke­ limesi kelimesine Cicero'da bulunabi lir. Ve gerçekten de Alberti'nin krematistik 'ten (siyasal iktisat yahu t piy as a d a­ ki servet akıŞından) değil d e sadece hanehalkı i daresin den (kelimenin etimolojik anlamıyla ekonomi'den) söz etmekte

olduğunu söylemek insana çekici geliyor. Bu, Al b erti 'yi Hau.•wltterliteratur (onsekizinci yüzyıla kadar çok sayıda

liyakatJi Alman uzmanın kullandığı iyi evidaresi elkitap­ lan) geleneğinin içine sağlam biçimde yerleştirir: bazan büyüleyici karakterde ama ticaret dünyasıyla ancak dotay­ lı biçimde bağlantılı bol miktarda öğüt içeren manüeller. Bununla beraber, bu sefer yanhş tarafta olan Max We­ ber'dir. Hatasını �rketmesi için. Sombart'm alıntılannın çok amtl'lı bir fikir verdiği Libri della Famiglia'yı ok u m a k zorundaydı sadece. Yahut, Floransa hayatımn �er göz­

lemcilerine, özellikle -onu muhakk ak ikna edece k olan­ Certaldo'ya kulak verebilirdi. 'EA'er paran varsa, bekleme, onu evde atıl tutma, zira atıl durmaktansa bey­ buda çalışmak yetdir: çalışmakla hiçbir kazanç el de etme­ seniz bile, en a zından i' yapma alışkanlığını kaybetmez­ ainiz.' Veya şu: 'Her zaman zahmet çek ve kazanç sağlama­ ya çalıf'; yahut 'Nasıl para kaıanılacatım bilmek güzel bir şey ve büyük bir bilimdir, ama onu makul şekilde ve Paola

193

doÇ\1 yerde harcamasını bilmek daha üstündür.' Ve Albe� ti'nin yazdığı bir diyalogdaki konuŞmacılardan biri 'Vakit nakittir' demenin eşi�e gelir. Eğer kapitalizm bir 'zihni­ yet' sayılıp kelimelerle ölçülebilirse, o zaman Weber mu­ ı. _ ı. , , --VAnt h vor ol mah .6w....- ,. .. � , onun cevabını da uiUUUiK sureit" ı.o;; " �·· • • •..� - __

�·

- - ·--·• •

tahayyül ed ebiliri z : tüm bunlar olsa ol s a sadece bir zen-

gi nleşm e arzusudur. Kapitalizm başka bir şeydir gene; hatta bunun a ksi di r : bir iç denetimdir o, 'bir fren, bir sı­ nırlama, yahut en azından servete doğru irrasyonel tah­ rikin rasyonel biçimde

sınırlanması

girişimidir.' Birinci

k a reye geri döndük gene ! Bugünün tarihçisi kapitalizmin özüne bu tür yer ta­ yin etme girişimlerinin ilginç ve bir ölçüde işe yarar o l d u­ ğunu düşünebilir, ama bunlar hiç bir surette soruyu ce­ vaplandırmaya yetmez. Eğer

kapitalist

zihniyetin köken­

lerini gerçekten k e şfe tm e k i stiyorsak, kelimelerin büyüle­ yen çe mberi n d e n çıkıp gerçek hayata bakmalıyız. Başka bir deyişle, Marx'ın bizzat önerdiği gibi, orta çağ İ taly an şehirlerini özenle incelemeliyi z. Batka Zamanlar, Başka Dünya Görüşleri Sombart-Weber tartışmasının bir gerçeksizlik anla mı taşıdığını hissetmernek bu gü n imkansızdır artık:

hayali

bir r aki ple oynamaktan fazla bir şey gibi görünmemekte­ dir. Belki de onu bize uzak ve yabancı gösteren şey bizim

kendi

tariht tecrübem i zdir. Max Weber için

1904'te ve Wer­

ner Sambart içi n 1 9 12'de Avrupa'nın dünyanın, bilimin, akim ve mantığın zo runl u merkezi olduğunu hissetmek ta­

eski nefs-emniyetini ve üstün­ lük kompleksini yitirdik. Öyle ya, bir medeniyet bütün za­ mamen normaldi. Ama biz o

manlar için bir diğerinden niçin daha kavrayışlı ve rasyo­ nel olsun? 194

Max Weber bu soruyu göz önüne aldı, ama biraz tered­ dütte n sonra ilk konumunda diretti. Hem on un hem Sorn­ bart için, kapitalizmin herhangi bir izahı batı 'kafa'sının tartışılmaz yapısa l üs tünl ü ğüyl e alakah olmak zorunday­ dı - bu üstünlüğün kendisi ise tarihin rastlantı ve karga­ şalıklannın, dünyanı n oyun kıifıtlarını dafı tm a tarzının sonucuydu . Dünya tarihini, bir izahı desteklemek bir ya­ na, b ir d avayı desteklemek için yeniden yazmaya giri şrnek boşu n a dır. Ama eğer Çin yelkenlileri Ümit Burnu'nu 14İ9'da , bizim Yüz Yıl Savaşlan diye an dıfı m ı z Avrupa geri l em es ini n ortasında dol aşmı ş olsalardı ve dünya ege­ menliği o dev ve uzak ülkenin, meskiin dünyanın o diğer kutbunun şansına düşmüş olsaydı, n e olurdu acaba? Weber-Sombart tartışması çağlannın başka bir işareti­

ni de taşmaktadır: Max Weber için, kapitali zm bir doruk olarak gözükmekteydi, vaadedilmiş iktisadi gelişme ülke­ si, i l erl em e (terakki ) nin son aşaması. Eserlerinde gözüm­ den kaçan bir şey yoksa, kapitalizmi hiçbir zaman nazik ve m uhte m el en geçici bir rejim olarak görmedi. Bugün ka pi­ talizm dediğimiz olguda ölüm veya her halükirda dönü­ şüm ( m u tasyon ) serileri artık o kadar gayrı muhtemel gö­ ZÜkmüyor. O nl an n gö zlerim izin önünde meydana gelmek­ te olduklarını görebiliyoruz. Kapitalizm her halükirda bi­ ze tarihsel evrim içinde son söz olarak gözükmüyor artık.

195

15

·� Avrupa Dışında Kapitalizm:

Çin ve Japonya

Avrupa gibi, dünyanın geriye kalan bölümü de yüzyı l ­ lar boyu üretim gerekleri, ticaret yasalan ve para hareket..

leri tecrübesine sahip olmuştu. Bütün mümkün kombine­

zonlar arasında, belirli bir kapitalizm biçimini müjdeleyen veya belirten işaretleri aramak saçma mıdır? Ben, Deleu­ ze ve Guttari ile aynı kanaate meyyalim: "Ka pit ali zm aşa­ tl yukan her toplum biçimine görünen bir hayal ettir." Ama şu gerçek de akılda tutulmalıdır: kapitalizmin ihdası Avrupa'da başan lı olmuş, Japonya'da bir başlangıç yapmış ve (kaideyi bozmayan bazı istisnalarla) hemen hemen baş­ ka heryerde b aşansı zlığa uğramıştır-yahut kemale erme­ de başansız olmuştur demeliydim. Bunun, biri iktisat ve co�afyayla, diğeri siyaset ve · toplumla ilgili başlıca iki izahı vardır. Bu izahiann ana­ hatlarını çizır.ekten öteye gidemiyoruz. Bu gibi bir araştır­ ma ne kadar eksik ve sonuçta olumsuz olursa olsun, Avru­ palı ve Avrupalı olmayan tarihçiler tarafından henüz sade­

ce kısmen araştınlmış ve derlenmiş olan kanıtlan incele­ dikçe, başansızlık veya yan-başarının açık vakalan bize 197

bir dünya meselesi olduğu kadar Avrupa'ya özgü bir mese­ le olarak da kapitali z m hakkınd a birşeyler söyleyebilir. Uzun Mesafeli Ticaretin Mucizeleri Kapitalizmin herhangi bir biçiminin ö n-şartl an

şıml a bağl an tılı olmak zorundadır; hatta

dola­

ilk bakışta tam a­

men bu tek faktör tarafından belirlenmiş olduklan bile dü­ şünülebilir. Dolaşım, ağını ne kadar geniş gererse, o kadar daha fazla karlı ol uyo rdu . Bu b asi t belirleyicilik her yerde geçerliydi. Evelyn Sakakids

Pawski'nin yakın. zamanlar­

daki araştırmalan gösteriyor ki onaltıncı yüzyıl da Fukien

ve onsekizinci yüzyılda Hunan, denizin ni metlerinden n a­

sibini alan ve ti c arete açık bu iki Çin eyaJetinin sahil şe ri­ di yoğun bir n üfu sa sahipti ve sürekli ilerliyordu, köy l ül e­ ri görünürde gay et iyi durumdaydılar; aynı çeltik tarlalan ve aynı insanlarla iç bölgeler ise içe dönük ve görece yok­ suldu lar. Bir yanda gelişen bir ekonomi , diğer yanda dur­ gunluk: ku ral her d uzey de ve dünyanın her bölgesi nd e ge­ çerli görünüyor. Ve eğer bu te m el karşıtlık, bu çok uzak a sırl ard a Çin Asya'da özellikle çarpıcı ise, bunun nedeni burada me­ safeleri n çok uzak o lm as ıydı ; kara seyahatleri, deniz sefer­ leri ve az-gelişmenin yan-vahşi böl ge leri hep mübalağalı nispetlerdeydi . Farklı lıkl ar Avrupa'dakinden çok ayn bir ölçek le gösteriliyordu. B üyük çöllere kıyasla, geli şen bölge­ ler daha dar görünüyor, gemilerin, ticaret mallanmn ve in­ sanlann seyahat ettiği yol lar boyunca yayıhyordu. Bunun için, şayet Japonya doğu Asya'nın geriye kalan bölümün­ den o l d ukça farklı görünüyorsa, bu herş eyd en önce ulaşı­ mı kolaylaştıran deniz tarafından kuşatı lm ı ş olmasından­ dı; Seto no Uchi minn acık bir Japon Akd eniziydi , sevimli bir Akd eni z . (lô'oı:ı ile Paris arasmda bir iç d eniz tahayyül edin). Japonya'nın tüm gelitmesini tuzlu suyun erdemleve

198

detilim, ama onlar olmadan bu şa­ süreç ve sırasım tahayyül etmek hemen hemen imkAnsız olacaktı. Ve aynı şey Fu­ Chu ve Am oy'd an Canton'a kadar sahil şeridine nüfuz eden deniz kol l an (rialar) ile Çin'in güney kıyılari için de kuşkus uz geçerliydi. B u r ad a açık denizlere açılma serüve­ ni, gerçek boyutl ann a Çin anakarasımn katı denetimin­ den kaçabilme halinde ulaşabilen belirli bir Çin kapitaliz­ mi biçimiyle gücünü birleştiriyordu. Çin'in bu sevimli dışa­ bakan tarafı, 1638'de Japonya dış ticaretten hemen hemen tamamen çekildikten sonra b i l e , tıpkı Hollandalılar gib i ve belkide daha etkin b içimde, J apon takımadalanndan gelen bakır ve gümüş piyasasındaki egemenliğini sürdürm e ni n bir çaresini buldu; Ac a p ul co kalyonundan gümüşleri al­ mak için Manila'ya ge mi ler gönderiyor, hatırlanamayacak kadar uzak zamanlardan beri Doğu Hindlerin he r yaruna insanlan nı, çeşitli mal1 annı, zanaatçılanm ve rakipsiz ta­ riyle açıklama peşinde

yanı dildcat tarihteki olayiann

cjrlerini gönderiyordu . Sonralan, Avrupa'mn "Çin ticareti"

için duyduğu coşku Kanton'u merkezi bir piyasa ş ehrine ticareti teşvik ve da­ vet eden, daha yüksek bir düzlemde ise bankacıl anm n, fi­ nansör ve tefecilerinin hünerlerini özendiren bir şehirdi. Peki n hükümetinin Avnıpalılarla rekabet amacıyla yetki verdiği, 1720'de k uru l u p 1 7 7 1 'e kadar faaliyet gösteren Co-Hong adlı tüccar grubu Indies Company'nin rakibi ve muazzam Çin servetinin ka�ydı. dönüştürecekti; Çin'in her yanından

Diğer gözlemler

şehirleri için de çok benzer yapılabilir; örneğin 1510'dan yani Portekizliler

o l d uk ç a faal tiC3l'et

tarafından fethedilmeden onceki Ma lacca ; veya 1600 do­

laylannda Sumatra'daki Açe (Achem/Aijeh); veya 1683'te Hollandalılann yıkıcı gelişlerinden önceki Bantam-tro­ piklerin Venedik veya Bruges'ü olan Bantanıt yahut Hind

ve

İslam'ın uzuo zaman önce kurulmuş ticaret şehirleri.

İçlerinden seçmek için gereğinden fazla yere

sa!ıibiz. ( .. . )

199

Hindistan ve Batı Hind sahillerinde b i nl erce tacir, müte­ şebbis, taşımacı, komisyoncn (broker), banker ve imalatçı­ sıyla, Surat kadar faal düzinelerce şehir tahayyül etmeli­ yiz. Hiçbir k apitalist ol m as aydı , kap it aliz m de mevcut ol­ mayacak mıydı? Hayır demekte tere dd üt ediyor insan. Av­ rupa'nın tüm

tipik

veçheleri ayru anda mevcuttular: Ser­

maye , emtia, komisyoncular, taptancı tacirler, bankacılık,

iş hayatıyla ilgili araçlar, hatta zanaatçı proleterya , hatta Ahın edab ad gibi büyük

tekstil

merkezlerinde fabrikalara

çok ben zeyen atölyeler, h a tta özel komisyonculann ayarla­ dığı, tacirler için yerel iş yapma-ve uzun mesafeli ticaret. Ama gerçek

h att a, son olarak,

şu ki bu yüks ek tansi­

yonlu ticaret fa a l i y e ti sadece belirli ye r lerd e mevcuttu : De­ vasa bölgele r oldukça dokunulmamış durumdaydılar. Ünü­

çüncü ve andördüncü yüzyıllardaki Avrupa'ya benzetilebi­ lir be l ki .

Nonnan Jacobs'un Fikirleri N. Jacobs'un 1958'de Hong

Kong'da y ayı ml a n an The

Ori.gin of Modern Capitalism in Eastern Asia

(Doğu As­

ya'd a Modern Ka pi ta li z mi n Kökeni) adlı e seri ndeki tezi ilk bakışta bas it bir tezdir. Doğu Asya'da, diyor, sadece Japon­ ya kapitalist bir ülkedir bugün. Japon sanayi kapitali zmi­ nin s adece Avrupa sanayil eşmesini taklit ettiğini söylemek yeterli açıklama de ğil dir. Eğer cevap bu olsaydı, Uzak Do­ ğu'daki diğer ül ke l er niçin ayru taklide yete ne kli olmasın­ lardı? Dolayısıyla, bir takım uzun zaman içinde kurulan yapı lan n kapitalizmi benimseyen b u eği timden, veya eği­ limsizlikten, sorumlu olduğu muhtemel görünüyor. Bu ba­ kımdan cevabı pre-kapitalist y apıl arda aramalı, bugünü geçmiş ile · açı kl a m ay a çalışmalıyız. Bu düşünceden hare­ ketle, kadim Japonya'yı 1) yan ıb aşındaki , kültürel bakım­ dan yakın fakat

200

çok

farklı

Çin

ile; Il) kültürel bakımdan

Japonya'dan çok uzak, fakat belirli benzerlikler

gösteren

Avrupa ile karşılaştınnalıyız. Eğer Japonya ile Çin arasın­ daki fark kültürel bir fark deği l

de, bir toplum,

toplumsal

örgütlenme ve siyasi yapılar farkı ise, o zaman Ja pon­ ya'nın Avrupa'ya benzerliği önemli boyutlar kazanır. Bu

genel de kapitalizm ve o nun geniş anlamda toplumsal kö­ kenleri üzerine yeni bir ışık serpebilir.

Jacobs'un kitabı yanlış bir tutumla Avrupa pre-kapita­ lizminin asli özelliklerini zaten biliniyor saymaktadır; on­ dan sonra Çin ile Japonya aras ı nd a özenli ve ayrıntılı bir karşılaştırma yapmaya geçer, yine ( ve bu çok tartı ş malı­ dır) kapitalist-olmayan modeli temsil eden Çin vakasının aynı zamanda mutadis mutandis Hi nd için de geçerli oldu­ g-unu varsayar. İslam'dan hiç söz etmez ve bu hemen göze ç arpan bir ihmaldir. Fakat bu "iki terime indirgeme"nin en önemli kusuru Çin i l e Japonya arası ndaki karşıtl ıklan çok abartma eğilimidir belki . Tersine çevrilmiş bir siyah­ beyaz imaja ulaşınz ve tehlike bunun bizi keyfi basitleştir­ melere götiir dtiğüdür. Buna rağmen, karşılaştırmayı baş­ tan sona takip et m e k ilginç ve öğreticidir.

Karşılaştınnayı yaparken Jacobs tüm

Çin

ve Japonya'nın

tarihini yanyana koymada tereddüt etmez-ve onu al­

kışlayabilirim sadece, zira Avrupa için aynı şeyi yaptım

ben de, modem ç ağlardaki gelişmeleri açıklamak için sık sık onbirinci yüzyılın büyük dönüm noktasına, hatta daha öncelere dönüp başvurdum. Jacobs da benzer bir prosedür

izliyor, diye l im Han hanedanının (İ.Ö. üçüncü yüzyıl) Çin'de özel mülkiyet hakkındaki karannı, veya -Japon feodalizminin temeli olan- belirli toplumsal kategorileri toprak vergisinden m uaf tutan yedinci yüzyıl Japon fer­ manlannı veya Japonya'nın Ashikaga döneminde ( 13681573) nasıl bir deniz gücü haline geldiğini gösteren olayla­ n zikrediyor. Bu dönemde Japon korsanları Uzak Doğu de201

nizlerini kasıp kavunırken, ekonomi de başanlı biçimde hürriyetl e rini' (yani imtiyazlannı) elde ediyordu. Zımnt veya açık olarak , Nonnan Jacob s böylelikle kapitalizmin önşartlannı bir çok yüzyıla yayılan çok uzun vadeli bir ev­ rime bağlamakta, tarihsel kanıtlan biriktirme yo luyl a çö­ '

zümün ortaya çıkmasını tercih etmektedir. Bir sosyologun tarihe alışılmamış derecede iman etm es i dir bu. Jac ob s böy l ec e Ja po ny a ve Çin'in toplum, ekonomi, hü­ kümet politikalan ve dini kurumlannın çe şi tli fonksiyonel faaliyetlerinin yüzyıl lar süren bir z am an diliminde izlerini sürmektedir. Her

şeyi ele almaktadır:

Ticaret, mülkiyet,

siyasi otorite, işbölümü, sosyal tabskalaşma

lik

ve

hareketli­

(mobility), kanbağı, m i r as sistemleri, dinin rolü-her

durumda bu uzun-ömürlü ol gu l a rda Avrupa tarihine benzeyen ve bu sebeple kapitali st bir geleceğin tohumlan­ nı gösteriyor telakki edileb i l e n herhangi bir özelliği gözle· mektedir. Sonuç, benim biraz öznel bir yoll a özetleyece­ ğim, yol alırken kendi şerh ve yorumlanını

ilave edeceğim

uzun ve özgün bir kitaptır.

Çin'de başlıca en gel sıkı bürokrasisiyle devlet idi-bu­ na, ender aralıklarla çökebilse bile her zaman daha önc eki

kudretine kavuşturulan devletin uzun ömürlülüğünü ila­ ve e de l im : büyük öl ç ü de merkezileşmiş, çok ahlaki, Kon­ füçyen maneviyatın sıkı geleneğini muhafaza eden, sık

sık

ıslah edilen ama genelde (kültür, ideoloji ve dini ken di hiz­ meti ne alan) yönverici ilkelerine sadı k k al an d evlet; ve

devleti , yani her dereceden mandarinleri, kamu yaranrun

hizmetine sokan devlet. Kamu işleri, sulama, yollar, ka­ nall ar, kentlerin güvenlik ve yönetimi, dış tehditlere karşı tururlann korunması-bütün bunlara devlet bakıyordu·. Aynı şekilde kıtlığa (genel açlığa) karşı önlemler almak da d evl eti n göreviydi; devlet tüm ekonominin köşetaşı olan tanmsal üretimi kollamak ve teminat a l tına almak zorun202

daydı; gereğinde çiftçi, ipek-üreticisi ve girişimcilere avans ödemeleri yapılmak zorundaydı; kamuya ait zahire ambar­ lan olağanüstü durumlar için dolu tutulmalıydı; ve bu her yerde mevcut müdahalenin zorunlu bir sonucu olarak, sa­ de ce devlet vergi koymak hakkına sahip bulunmalıydı. Eğer imparator ahlak (morality) yolundan aynlacak olur­ sa, tann onu terkeder ve hükümdar otoritesini yitirir. Fa­ kat normalde bu otorite kÜlü ve itiraz kabul etmez idi ve teorik olarak evrensel haklara sahipti. Ö zel toprak mülki­ ye tini n Han dö n emine kadar u z an dı ğı doğrudur, fakat hü­ kümet teori de tüm toprağın mülkiyetini kendi e li n de tutu­ yordu. Köylüler ve hatta önemli toprak sahipleri, yine ka­ mu çıkan ve tanmsal kolanizasyon adına, imparatorluğun bir bölümünden diğerine gelişigüzel gönderilebilirdi. Bü­ yük-ölçekli girişimci olarak dev l et aynı zamanda köylüleri angarya çalıştırmak hakkını elinde tutuyordu. Bir toprak aristokrasisinin köylülerin sırtında kendini inşa ettiği ve onlann emeğinden yararlandığı doğrudur, ama bun u hiç­ bir meşru hak iddiasında bulunmadan ve sadece doğru dan gözetim yapan devlet memurlannın bul unmadığı köyl e rde devleti temsil etmek ve özellikle devl et naroma vergi top­ lamak üzere ya pıy ord u Bu bakımdan soylular bile devle­ tin iyi niyetine b a ğı m h ydıl ar .

.

Aynı şey keskin bakışlı yönetimin her zam an hizaya sokup faaliyetlerini d e netleyi p sınırladığı iş (ticaret) adamlan ve imalatçıl ar için de doğruydu. LimanJarda, bü­ tün gemiler giriş veya çıkışta yerel mandarinden yetki al­ mak zorundaydılar. Bazı tarihçiler erken onbeşinci yüzyı­ lın devasa denizcilik operasyonlarının devletin dış ticare­ tin kazançlan nı denetlemesinin bir yolu ol d u ğunu bile dü­ şünmektedirler; bu mümkün fakat keiıin değildir. Her kent aynı şekilde devriye geziliyor, gözetleniyor, kapılan geceleri kapatılan mahalle ve sokaklara bölünüyordu. 203

Böylesi fartlar altında, ne tüccar, faizci ve sarrafl ann, ne

de devl etin bazan şu veya bu maksatla sübvanse ettiği imalatçılann fazla iktidar fanslan vardı. Hükümet, bir bi­

reyin aşın servete sahip olmasını hem gaynahlaki hem gayr-ı adil sayarak kınamak, kamu yaran adına uygun görd üğü herhangi bir kimseyi cezalandırmak yahut vergi­ lendirrnek hakkına sahipti. Bu şekilde ıslah edi l e n suçlu şikAyet edemezdi : kamu ahlikı tarafından cezalandınlı­

yordu. Sadece mandarinler, bürokratlar ve bu k ud re t li in­ sanlann himaye ettiği bireyler kanunun üstündeydi-fa­ kat onlann ayncahklan d a hiçbir zaman hakiki sayılma­

m a h dı r. Bir tek

m i s a l den

belki , fakat imparator

birçok sonuçlar çıkarmamalıyız

Qianlong'un

gözde bakanı Hes­

h e n in vakasını alalım : İ mparator 1 799'da ölünce, Heshen '

imparatorun halefi tarafından idam edildi, servetine de el kondu . Açgözlü, suisti m alci ve çok nefret edilen bir adam­ dı, ama başlıca suçu çok fazl a mal varlığının olmasıydı­ bir üstat ressamlar kol leksiyonu , birkaç köşk ve rehin mülkler, muazzam bir altı n ve mücevher stoku; k.ısacasa, çok zengindi ve aynca artık yönetirn de deği ldi . . .

haklan arasmda zayıf ( noksan, kurşun kanşımı ağır caixalar) paralar sık sık kalpazanlarca taklit

Devletin başkaca özel

değeri az) p arala r (bakır ve darbetmek vard ı; bu

edilirdi ( fakat hakikisi gibi tedavül ederdi) ve üzerindeki damga aşındı yahut kaldırıldı mı değerinden kaybe­ derdi ; devlet aynı zam�da kAğıt para basma imtiyazına sahipti ve bu paralan taşıyanlar daha sonraki bir tarihte kendileri ne ödeme yapılacağından her zaman emin değil ­

resmi

di l e r Tacirler, sayısız faizci ve .

sarraflar, çoğıın lukla devlet

vergilerini toplamak suretiyle kendilerine

geçim sağlayan bu ne

kimseler, en

kıt

kanaat bir

küçük bir servet nişanesi­

kat.kılan yüzünden üstlerine çullanılacağı yahut devle­

tin eşitlikçi öfkesini onlara çevirtmek isteyen bir rakip

rafından ele verilecekleri korkusu içinde

204

yaşıyorlardı.

ta­

Bunun gibi bir sistemde, birikim sadece devlet taraftn­ dan

ve

devlet aygıtı içinde

bqanlabilirdi. Sonuç

olarak

Çin'in "totaliter'" bir rejim altmda yaşadıjı söylenebi lir (kelimenin yakın zamanlardaki tüm korkunç çağnşımlan olmaksızın) ve Çin örneği en uygun biçimde benim piyasa ekonomisi ile kapitalizmi ayırma hususundaki ısranmı desteklemektedir. Zira, J aco bs tarafından biraz a priori bir argüman halinde önerilenin-yani kapitalizmin de, piyasa ekonomisinin de yokluğunun-aksine, Çin benim bir kaç ke z zikrettiğim, yerel piyasalar zincirine, giderek şişe n kü­ çük zanaatkarlar ve gezgin tacirler nüfusuna, kalabalık al ı şve riş caddeleri ve kent merkezleri ile sağiamca kurul­ muş bir piyasa ekonomisine sahipti. Dolayısıyla temelde ticaret canhydı ve gerekli tedbirler gayet iyi alınmıştı; esas olarak tarunsal üretimle ilgilenen hükümet ticareti teşvik ediyordu ; fakat üst kademelerde devlet uzlaşmaz biçi m de her şeyi denetliyor ve kendini "anormal olarak" ze n ginleş­ tiren bireylere karşı qikitr bir düşmanlık gösteriyordu Hatta o kadar ki ke ntl ere yakın araziler (Avrupa'da bu topraklara yüksek ücretler ödeyen şehir sakinleri için baş­ lıca ge l ir ve rant kaynağı idi) Çin'de, tehir pazann a yakın­ lığın verdiği avantajı dengelemek m aksadıyla yüksek oranda vergilendiriliyordu. Dolayısıyla, onü �cü yüzyılın tuz-tacirleri veya Kanton'daki Co-Hong gibi devletin des­ teklediği, devleti n gözetiminde ve her zaman aşağı yukarı onun merhametine bağlı belirl i açıkça-tanımlanan gruplar dışında, kapitalizm olamazdı Çin'de. En fazla, Ming Hane­ danı egemenliğinde yarım yamalak bir buıjuvazinin ve .

göçmen Çinliler araSında, özellikle Dotu Hind'de, bugüne yaşayagel en bir çeşit kolonyal kapitalizmin varlı­ ğından sôz edebiliriz. kadar

Japonya'da kapitalizmin tohumları

Ashikaga

döne­

minde ( 1368-1573) devletten bağımsız iktisadi ve BOSyal

205

güçlerin vüc:uda gelmesiyle atılmıştı (hiç kimseye kiUll so­ rumlu olm ay an loncalar, uzun•mesafeli ticaret, özgür

kentler ve tüccar grup l an ). Devlet otoritesinin nispi yoklu­ Aunun ilk işaretleri hatta daha önce, katı bir feodal sistem kurulur kurulmaz ortaya çıkmıştı. Fakat erken tarihierne bir problemdir: feodal sistemin tanınabilecek biçimde 1270'de d oğdu ğu n u söyl e me k , aşın kes i n tarihiernenin ya­ nıltıcı ol abileceği bir alanda çok faz la kategorik olm aktır; aynı zamanda bu gelişmenin erken d önem inin, yani impa­ ratorluk al anlan pahasına geniş bireysel-mülk halindeki arazilerin te si si nin üzerine bir örtü çekmek demektir. Bu tür arazilerin oluştuğu yörel er, arazi lerin babadan oğu l a geçer hale gelmesinden önce bil e , onlan koruyacak ve öz el ­ liklerini savunacak ord u l ar kuruyorlardı. Nihai sonuç er veya geç güçlü, kendi kentlerini, tacirlerini , zanaatçılanm ve özel çıkarlanm koruyan bir dizi yan-bağımsız eyal e t olacaktı .

Moğol fethinin ( 1644-1 680 ) felaketlerinin, bir çeşit sü­

ve normale dönme ihtimalini muhafaza eden bü­ yük bir nüfusun daimi varlığı olması dunımuna rağmen, Ming dönemi nde ( 1368-1 644) ve hatta daha SOY!rasında Çin'i feodal rejimden kurtarabilirdi k . Şunu düşünmeye meyyalim: feodal bir sistem bir sı fı r duru mundan z uhur eder; ister kaza, katastrof veya nüfusboşalbmı son u cu ol­ sun , nüfusun ş id de tl e az olduğu zamanlarda yahut, belirli d urum larda, nispeten yeni bir ülkenin ilk adı mlanm at­ makta olduğu zamanlarda. İlk dönem Japony a 's ı üçte iki­ si boş bir takımada idi. "Batat özelliği" diyor M i che l Vie, "anakıtaya kıyasla gerikalmışlığı idi" (anakıtaya, yani Ko­ re ve herşeyden önce Çin'e kıyasla ). O uzak asırlarda Ja­ ponya, Çin m e de ni yetinin yansısımn peşi nden gidiy'!lrdu, fakat ona yetişrnek için gerekli nüfus ağırlığından yoksun­ du. Küçük gruplann bir veya birkaç dtifmanlarına güçlükrek l i l iği

206

le boyun eğdirdilderi o sonugelmez vahşi s avaşl an

yüzün­

den müzmin bir az-gelişme hali sürdürüldü; ve takımada,

tazyik altında huzursuz ittifaklar içinde b irarada oturan, birbirinden aynlan özerk birimlere bö­ lünmüş olarak kaldı. Bu biçimde oluşturulan çeşitli Japon toplumlan kaotik, uyuşmaz ve biribirlerinden kopuk idi­ ler. Birliklerinin olmamasma karşı, Tenno'nun (Kyoto'da yaşayan imparatorun) otoritesinin olduğu doArudur, fakat bu dünyevi olmaktan çok kuramsal ve manevi idi; ve aynı zamanda peşpeşe sıralanan çeşitli büyük şehirlerde uzun veya kısa ömürlü, şogun'un acımasız ve nefret- duyu l an otoritesi vardı. Sonuçta bakufu hükümetini kuran ve bu­ nu Hideyoshi'nin hükümranlığında Japonya'nın tümüne fakat ilk fırsatta

genişleten şogunlar oldu. Hideyoshi , ülkeyi Meiji devrimi­ ne kadar yönetecek olan Tokugawa hanedanının (1601-

1 868) kunıcusuydu .

BasitleŞtirirsek, denebilir ki Avrupa Orta Çağlannda· kine benzer bir çeşit anarşi içinde, ülke ken dini çağlar bo­ yunca tedricen kurarken Japonya'nın çeşitlenen arenasın­ da her şey eşzamanlı olarak gelişiyordu: merkezi bir hükü­ met, feodal beyler, kentler, köylüler, bir zanaatçılar sınıfı, taci rl er Japon toplumu, ortaçağ Avrupa'sının hürriyetleri .

(Liberties : imtiyazlar) gibi "hürriyetl er"le kaplıydı , arka­ sı nda kişilerin kendilerini korumak ve yaşamak için siper­ lenebilecekleri ayncahkl ar. Ve kanşım hiçbir zaman tarna­ miyle halledi l medi, hiçbir te kyanh çözüm b aş anyl a empo­ ze edilemedi. Bu da, çatışma ve hareket doğuran, Avru­ pa'nın "feodal" toplumlannın çoğulculuğunu mu habrlatı­ yor? Tokugawa'mn neticede iktidara gelmesiyle, unsurlan­ m daimi olarak ayarl am ak zorunda kalan huzursuz bir denge tahayyül etmeliyiz, Çin'de old ugu gib i 'totaliter' çiz­ gi de örgütlenen bir rejim değil. Tarihçi lerin abartma eğili­ mine sahi p olduklan 'lbkugawa zaferi sadece bir yan-zafer

207

olabilirdi, gerçek fakat tamamlanmamış, tıpkı Avrupa mo­ narşilerininki

gibi.

Bu zaferin piyadeler ve Avrupa'dan gelen ateşli silah­ larla kazanıldığı doğrudur (özellikle "arquebus"larla, zira Japon toplan tahrip etmekten çok gürültü çıkanyorlardı) . Er vey a geç, dı:ıimyo (feodal beyler) teslim o lma k ve hızlı­ d üşünen hükümetin otoritesini kabul etmek zorundaydı; bu hükümet sağlam ı.ir o rd uyu beslemek, ge reken yerler­ de gözetim ve müd ahel eyi kolaylaştıracak organize konak yerleri bulunan bir ana yollar ağını denetlernek zorunday­ dı. Daimyalar iki yıldan birini Edo (Tokyo)'da, şogun'un merkez-dışındaki ba şkenti n de geçinneye ve orada

yeni,

bir tür

ev-hapsinde (sankin-kotai)

kalmaya

razı

ol m ak,

tı­

marlarına geri döndüklerinde ise kadın ve çocuklarını ge­ ride rehin bırakmak zonındaydılar. Thnno (imparator)nun

biz z at bir yakını da Edo'da reh i n olarak yaşı yordu . Karşı­ laştırma yaparsak, Fransız soylulannın Louvre veya Ver­ sailles'da hapsedildikleri yaldızlı kafes, öz gürl ü ğün zirve­ si gibi görünmeye başlamaktadır. Böylece güç dengesi şogun'un lehine değişti. Gerginlik

kaldı ama, ve şiddet ol ağa n bir ş eydi . Şogun Iemitsu hadi­

sesini alalım mesel a; 1632'de babasının yerine geçtiğinde çok genç olan

Iemitsu herkese kimin efendi (hükümran) ol­

duğunu göstermenin gerekli olduğunu düşündü. Daim­ yo1an topladı . Saraya va np her zaman olduğu gibi son iço­ dada toptandıklan zaman, orada başka hiç kimseyi bula­ ma dılar. Beklediler; içeride hava çok soğudu; kendilerine yiyecek de ikram edilmedi, ve gece oldu. Aniden perdeler çekildi

ve şogun

meşaleler altında göründü. Onlara efendi­

leri gibi hitap etti: "'Tüm b ey l ere, en büyüklerine bile, te­

olarak davranmak niyetindeyim. Eğer aranızd a bu inkiyada itirazı olanlar varsa, tımarianna geri dönüp sa­ vq için hazırlansınlar; onlarla aramı zd a muharebe karar bam

208

verecektir." Bu, 1635'te sankin'i ihdas

eden ve hemen aka­

bin d e Japonya'yı, bir kaç Hollanda gemisi ve Çin yelkenli­

si dışında, tüm dış ticarete kapatan IJOgundu. Taeirierini de soylulan kadar sıkı bir egemenlik altında tutmaya ni­

yetliydi. Feodal beyler sindirildi , ama tımarianna dokunulma­

dı. Şogun belirli tırnarlan müsadere etmeye devam etti, fa­ kat aynı zamanda bir miktar yeniden dağıtım da yapılıyor­ du. Ve feodal aileler günümüze kadBl" varlıklanru sürdür­ düler-uzunömürlülüğün dikkate şayan bir örneği . Hane­ dan (sülale)lerin varlığını s ürdürm e si gerçekte teşvik edil­ di. "lil hassa primogeniture (büyük erkek kardeşin üstünlü­

ğü) sistemi sayesinde; Çin'de ise miras

bütün erkek çocuk­

lar arasında taksim ediliyordu. (Bazıları sanayi kapitaliz­

mine girişlerini başarıyla müzakere eden) bu güçlü ailele­ rin gölgesi nde daha düşük dereceli bir aristokrasi, Meiji'yi takibeden sanayi devriminde de rol alacak olan samuray aristokrasisi uzun zaman varlığını sürdürdü. Ne var ki,

bizim bakışaçımızdan

en önemli şey, serbest

pazartann ve özgür kentlerin gecik.rnif fakat hızla etkin olan kuruluşu idi-kurulan ilk özgür kent (town) 1573'te­

ki Sakai limanıydı. Güçlü meslek loncalan iş ağlarını ve ı .... : : J i erini nı

bir keııtt.m diğerine genişletiyor, loncalarla ay­

il keler üzerinde onyed:� ıd yüzyJm s:>"l!anndan itibaren

kurulup 1 72l'de resmen tanınan tüccar birlikleri arasn'a

Batı'n�nkiler

gibi imtiyazlı ticaret şirketlerine benzerneye

başlıyor la.. �1 . �':!;., bir r.P.o;:ııcı özellik, bazı felaketiere

rağ­

men Henri Pirenne'nin ileri sürd� "?Aman fasılalan"nm

çok ötesinde, bazan tüccar hanedanlan

yüıyılar boyu varlıklarını ;.u -,Jüren idi : mesela, Konoike, Somitomo · ·�

Mitsui aileleri. Bugün bile aşın ölçüde güçlü bir aile olan Mitsui'nin kurucusu, " 1620'de Ise eyaletine yerleşan bir sake ( Ja pon

içkisi)

imalatçısı" idi; o!lu ise 1690'da Edo

209

(Tokyo)'da "hem şogun'un

hem de imparator ailesinin ma­

liye vekili• oldu. Bunlar böylece varlıklannı sürdüren ve daimyo'yu (fe­ odal

beyleri), ba.kufu'yu (hükümeti) ve hatta 7enno'yu (im­

paratoru) kullanan, onlardan yararlanan tacirlerdi; mo­ dem birikimin çoğaltıcısı ve vazgeçilmez

aracı olan parayı

kullanmaktan nasıl yarar sat}ayacaklanm çok kısa za­

man içinde öğrenen iyi etitilmit taeirierdi bunlar. Onye­ dinci yüzyıl sonlannda hükümet kendi amaçlan için deva­ lüasyon yoluyla parayı manipule etme peşine düşünce, öy­ le

kararlı

bir muhalefetle

karşıl� ki

bir iki yıl sonra bu

politikasını tersine çevirdi . Ve tacirler her zaman nüfusun geri kalan bölümünün pahasına, zarar gönneden yollarına devam ettiler. Ancak, toplum tacirleri sistemli biçimde hoşgörüyor

İlk Japon ikti­ satçısı Kumazawa Banzan ( 1 6 19-169 1 ) onlardan çok aı hoştanıyor ve, manidar olarak, Çin toplumunu bir ideal ol arak görüyord u . Gene de, aşikar biçimde kendi kendini geliştiren ve ü l keye özgü Japon kapitalizminin bir ilk biçi­ mi kendiliğinden ortaya çıktı. Onlara ya daimyo veya da · değildi , tersine, hiçbir özel statüleri yoktu.

imya hizmetli1eri tarafından sağlanan pi ri nci satınalınala­ n sayesi nde tacirler Japon ekonomisinin h ayati yol kav­

şaklannda bulunuyorlardı, pirincin-eski para birimi­

nin-gerçek paraya çevrildiği önemli hat üzerinde. Pirin­ cin fiyatı hasada bağlıydı kuşkusuz, ama ay nı zamanda fi­ ili üretim fazlasına denetleyen tacirlere de bağlıydı. Yine tacirler üretim merkezi olan Osaka ile, bir milyondan faz· la nüfuslu asalak bir başkent olan tüketim merkezi Edo'yu (Tokyo) birbirine bağlayan hayati ekseni denetim altında tutuyordu. Ve nihayet, eski bakır paralan kullanan ahali­ yi istismar edi p . birbirleriyle kap�an gümü.f merkezi (Osaka} ile altın merkezi (Edo) arasındaki aracılardı bun-

210

lar. Ü ç madenden yapılan madeni parayla beraber, kambi­ yo senetleri, çekler, kağıt paralar, düzenli ve debdebeli bir Hisse Senedi Borsası . . . ve zanaatçı üretiminin devasa dün­ yasından doğan atölyeler (manufactories). Dolayısıyla, bir çeşit erken kapitalizm hasıl etmek için her şey sözbirliği etmişti; ne yabancılan taklit etmenin, ne herh angi bir di­ ni topluluğun önayak olmasının ürünü olmayan bir kapi­ talizm.

Sonuç: Japonya, batı modeline dayalı endüstriyel kal­

kışım (takeoff), uzun yıllar devam eden ve kendi sabırlı ça­ basıyla kurduğu bir ticaret kapitalizmine dayandırdığı için 'başanh' oldu. "Buğday, kann altında büyüdü• uzun zaman.

211

16 � Sanayi Devrimi ve Büyüme

İngiltere'de 1750 veya 60'larda b a şl ayan yahut daha doğrusu görünür hale gelen Sanayi Devrimi aşın derecede karmaşık bir süreç olarak araştınnacılan çarpmaktadır. Evvel emirde asırlarca · önce başlamış olan 'sanayileş­ me'nin zirveye ulaşmasıydı o. Ve sürekli olar ak yenidenü­ retilmekte

olduğu için, bugün de hil! bizimle olduğu söy­

lenebilir. Geçmi şte yeni bir çağın başlangıcı ol arak teşhis edilen sanayi devriminin, istikbali daha bir çok yıl boyun­ ca etkiteyeceği muhtemeldir. Ama muazzam, herşeye nü­ fuz edici ve yenil i kçi olsa da, modern dünya hikayesinin tümünü anlatmaz ve anlatamaz.

Takibeden sayfalarda elimden geleni yaparak iletıneye çalışacağım bu olacak; amacım bu olağanüstü olguyu ta­ nımlamak ve, mümkünse e�er, onu uygun bağlarnma yer­ leştirmektir. Bazı

Uygun Karşilaştırmalar

İlk adımda bazı tanımlamalar ve özellilde birtakım ha­ zırlayıcı karşılaştırmalar uygun olabilir. Evvel emirde, İn­ giltere•deki ilk ortaya çıkışından beri �anayi devrimi bir

213

dizi

başka devrimler doğurd u

ve hAlA

gö zl erimizi n önünde

gelişmekte, hAlA yeni ufu kl ara doğru gitmektedir; hasıl et­

geriye doğru İngiliz 'takeotru hakkında bir şeyler söyleyeb ili r. Diğer yan d a n, İngiliz sanayi devri­ minden önceki günlere geri gide bil ir ve (beşer to p l um l an n­ da her zaman mevcut b ir şey olan) sanayileşmenin bir çok örneği ni bu la bi liri z ; nih ayette hiçbiri işe yarar noktaya va­ tiği devrimler bize

ramasa da, geçmiş tecrübelerden bazılan gelişkin ve ileri­ ye dönüktü . Başansızlı�n incelenmesi bazan başanrun

anlaşılması

için uygun olabilir.

Devrim: Karmaşık

ve

Müphem Bir Terim

Astronoıni sözlüğünden ödünç alınan devrim (revoluti­ on) kelimesinin m evc:ııt bir toplumun kargaş a

veya yıkımı dilinde 1688'de boy göster­ diği sanılmaktadır. Engels tarafı n dan 1 845'te değil de, muhtemelen 1837'de Fransız i ktisatçı Adolphe Blanqui (devrilmesi) anl�ında İngiliz

( daha ünlü, devrimci August'ün kardeşi ) tarafından yerin­ de uydurulmuşa benzeyen sanayi devrimi ifade s ini hem bu

anlamda, hem de aynı za m and a bunun karşıtı olan yenide­ inşa manasıyla anlamamız gerekir (daha önceleri, 1820 dalaylannda çe şi tl i Fransız yazarlan arası ndaki tartışma­ n

larda ortaya çıktığını dikkate Arnold

Sosyal reformcu

Toynbee'nin

münden Devrimi terirn

almazsak).

sonra

Oxford'da 1880-8l 'de verdiği ve ölü­ ötı"encileri tarafın d an yayımlanan Sanayi

OzeriM Dersler'in

1884'deki baskısından önce bu

muhakkak ki tarihçiler arasın da standart kullanım

içinde olmuta benzemiyor.

Tarihçiler, sadece şiddetli ve hızlı de�şime

atıfta bulu­

nan ilk (özgün) anlamı içinde knllanılınası gereken devrim

kelimesini yaıılı.t kull andıklan gerekçesiyle sık sık eleşti­ rilmektedirler. Ancak, toplumsal olgulardan söz etmekte olduAıımuz zaman, hızlı ve yavaş delişme biribirlerinden

2 14

ayırdedilemezler. Zira, onu muhafaza etmeye çalışan kuv­ onu za­ yıflatmaya çalışan kuvvetler arasmda sürekli olarak par­ çalanmayan hiçbir toplum mevcut değildir. Devrimci pat­ lamalar bu örtük (latent) ve uron-vadeli çatışm anın ini ve kısa-ömürlü volkanik fışkırmalanndan başka biı: şey de­ ğildir. Devrimci süreci tahlil için yapılan herhangi bir giri­ şimde her zaman en zor kısım uzun vade ile kısa vade ara­ sındaki bağiantıyı kurmak, ilişkilerini ve aralarındaki bağlan tanımaktır. Onsekizinci yüzyılın sonunda İngilte­ re'deki sanayi devrimi istisna değildir. Hem hadiselerin hızla biribirlerini takip etmesinden, hem de uzun-vadeli bir süreç olduğu aşikAr bir şeyden oluşuyordu : iki değişik vetlerle, (böyle algılansalar da algılanmasalar da)

ritm eşzaınanlı olarak çarpıyordu. O halde, hoşumuza gitse de gitmese de, �un ve kısa vade arasındaki bir diyalektik karşısandayız. Mesela, W. W. Rostow'a göre, İngiliz ekonomisi 1783 ile 1802 arasında, kritik bir yatınm eşiği geçildiili için, 'havalandı'. (Rostow, 'take-off ifadesini kull anıyor.} Rakamlan değişik bir hill­

ye anlatan Simon Kuznets bu izaha karşı çıktıysa da, zil­ man içinde kesin biçimde yerini alan bir hadisedir o ve pistten aynlıp havalanan açak tasavvurunda varlığını sürdürmektedir hala. Ancak, her şeyden önce bir havalan­ ma olabilmesi için, uçak (İngiltere) inşa edilmeli ve uçuş için yeterli şartlar hazırlanmahyd.ı. Her halük4rda, hiçbir toplum, Arthur Lewis'in ileri sürdüğü gibi, sırf tasarruf haddi yübeldi diye 'tavırlarım, kurum ve te kniklerini' bir çırpıda değiftinneye muktedir değildir. Ortada her zaman için daha önceki bazı tecrübeler, ilerleme ve uyarianma qamalsn ol acaktır. Phillis Deane, İngiliz vakasında, geç onsekizinci yüzyılın bütün yenilik ve kopUflarının, geçmi­ şe dolru u zanan, bugünü kucaklayan ve geleceğe erişen 'tarihsel"' bir süreklilik' içinde yer aldığım bize hatırlatır215

ken tam am en haklıdır: kopuş ve süreksizliklerin emsalsiz veya çok önemli hadi sel er olma hüviyetlerini kaybettikleri

bir süreklilik. David Landes sanayi devrimini, sonunda devrimci bir patl a m a hasıl eden kritik bir kütlenin oluşu­ mu olarak tanımladı�Jnda, tasavvuru uygun bir tasavvur­ dur, ama kütlenin ancak bütün gerekli unaurlann a� ağır birikimi ile oluşturulabildiği akılda tutulmalıdır. Di- · yebiliriz ki, uzun vade her zaman için hakkını ister. Bu bakım da n sanayi devrimi en azından · iki katlıydı. Kelimenin alışılagelen anl a mıy l a bir devri m di o, görüle bi ­

lir değişimlerini kısa-vadeli hadi s e l erin peşpeşe meyd a na

gelmesiyle ortaya koyan bir devrim; ama aynı zamanda uzun-vadeli bir süreçti : farklı ve sakin adımlarla ilerleyen,

hazan neredeyse hiç farkedilmeyen ve, Rostow'un aksine

sürekiiiiii vurgulayan Claude Fohlen'e göre, 'tasavvur edi­ lebilecek herhangi bir şey kadar devrime b e n z emeye n' bir süreç.

O halde görünürde

en portadığı dönemde (diyelim

ki

kabaca 1 760'dan sonra} bile bu hayati olgu çağın en ünlü az etki uyandırdı. Adam Smith , 1 790'a kadar yaşadığı haJde, verdiği o küçük lskoç toplu·

gözl emcileri üzerinde pe k

i�e

fabrikası öm e ğiyl e , geriyedönük olarak çağının ol­ dukça zayıf bir tanığı gibi gözükmektedir. S mith 'den daha genç ve dolayısıyla daha az mazeret sahibi olan Ricardo ( 1772- 1823), kuramsal yazılannda maki neye neredeyse hiç yer vermemektedir. Ve Jean Baptiste Say, 1828'de İn­ giliz 'buharh arabalannı' tasvir ettikten sonra, şu dar-gö­ rüştü kehanette bulunmaktadır: 'B un u nl a beraber. . . hiçbir makine en kötü atiann bile yapabildiğini -büyük bir ş eh­ rin hayhuyu içinde insanlan ve mall an taşıma hizmeti­ ni- hiçbir zam an yapamayacaktır.' Ancak o çağın büyük adamlannın ---eje r Say onlardan biri sayılabilirse- keha­ net sanatmda hüner sahibi olmalarını beklemek adilane •

216

değildir. Marx veya Weber'i, hatta Werner Bombart gibi d ah a sonraki bir yazan bile, uzun sanayileşme sürecini yanlış anlamakla -yani bizlerden farldı anlamakla- it­ h am etmemiz kolaycılıktır sadece. Birço� sanayi devrimini incelemekte olan günümüz tarihçileri yargılannda daha mı isabetlidirler? Bazılan sü­ reci onyedinci yüzyıldan önce başlıyor olarak görmekte; bazılan Muhteşem 1688 Devrimi'ni anahtar bir uğrak say­ makta; yine bazılan İngiltere'nin köktenci dönüşümünü onsekizinci yüzyılın ikinci yansımn geniş iktisadi canlanı­ şına tekabül ettinnektedirler. Vurgunun tanma, nüfusa, dış ticarete, sanayi tekniklerine veya kredi biçimlerine korunasına bağlı olarak, hepsi de görüşlerini savunabil­ mektedirler. Ancak, acaba sanayi devrimi bir sektörel mo­ dernizasyonlar dizisi; bir gelişme merhaleleri ardışıklığı; yahut, 'büyüme' kelimesini en geniş anlamda kullanarak, bütün cephelerdeki eşzamanh bir büyüme olgusu olarak mı anlaşılmalıdır? Eğer onsekizi nci yüzyılın sonlanna ka­ dar İngiliz büyümesi geri dönülemez hAle gelmiş ve şimdi Rostow'un deyişiyle İngiltere'nin 'normal durumu' olmuş­ sa, muhakkak ki bu (tasarruf veya yatınm haddi gibi) be­ lirli bazı sektörlerdeki ilerleme yüzünden de�, aksine tüm ve bölönmez bir sürecin sonucu olarak, tek tek her sektörün geliştik.çe, er veya geç, tesadüfen veya tasarlana­ rak., diğer sektörlerin büyük menfaati utruna meydana gelmesine katkıda bulunduğu karşılıklı bağımlılık ve öz­ gürlük ilişkilerinin toplamı yüzünden böyle olmuştu. 'Ha­ kiki' büyüme (veya bazılannın dediği gibi, hakiki gelişme - kelimelerin fazla önemi yok) birkaç cephedeki ilerleme­ leri bir anda, geridönülmez tarzda birbirine bağlayan, kar­ şılıklı olarak biribirini destekleyen bir bütün meydana ge­ tirip sonra onu daha büyük hedeflere doğru ateşleyen bü­ yümeden başka bir şey olabilir mi? 217

İngiltere'deki sanayi devrimi, onun dalrtıdan soyun­

dan ge len bir

dizi devrime kapı açtı: b a zıl an başarılı ol du, bazılan başansız. Sanayi devriminin bizzat kendisi aynı dereceden bir kaç devrim tarafından öncelenmişti, b azı l a­ n ancak gün yüzüne çıkabilen, dil'er b azıl an gayet ciddi­ yetle takip edilen, ama eninde sonunda hiç biri sadra ş ifa ol m ay an devrimler. O halde bu tarihi üstünlük noktasın­ dan, iki yöne doÇu - geçmişe ve bugüne - bakabilir ve her biri konuya mukayeseli tarihin paha biçi lmez i ç görüle ­ rine d aya n a n birer yakl aş ım sunan iki tür tarihi yolculuğa çıkabiliriz.

Eter tarihin akışı içinden bugüne bakacak olursak, İn­ bir adı m arkadan takip eden Avru p a ve Amerika Birleşik Devletleri'nde'ki sanayi devrimleri örne­ lini incele mekte fazla bir yarar yoktur. Ama hila sanayi­ le ş m e kte olan bugünün Üçüncü Dünya'sı tarihçiye hare ket halindeki bir şeyi, görülebilir, işitilebilir, dakunulabilir bir şeyi gözleme hususunda her zaman ele geçmez b ir fırsat sunmaktadır. Hiç şüphesiz bir b aş an hikAyesi deği l di r bu. Son otuz, kırk, elli yıl boYwıca Üçüncü Dünya'nın bir bü­ tün olarak muntazam i l e rl e me gösterdiği söy l enemez . Ça­ ba ve umutlan sı k sı k acı hayalkırıklı!ına yol aç age l di . Bu tecrübeleri n başansı zlığı, y ahu t nispi başansızlı!ı, a cont­ . rario İngiltere'deki sanayi devriminin istisnai başansını meydana getiren şartları tanımlamamıza yardımcı olabilir

giliz modelini

mi?

iktisatçılar ve özellikle d e tarihçiler, geçmişi anlamak � bugünün bilinenlerine dayalı tahminde bulunm a pro­ sedürüne karşı bizi muhakkak ki uyaracaklardır. Büsbü­ tün yersiz olmayan bir 'ekilde, 'aanayiletmit ülkeler tara­ fından daha önce alınan yolun tekrannı dotnılayan taklit­ çi modelin gününün geçmif ol du ğunu' ileri süreceklerdir. Bağlam tamamen delişıniştir ve bugün bir Üçüncü Dünya

218

ülkesinin sanayileşmesi için Japonya'da görülen otoriter devlet mo delini veya llL George

İngiltere'sinin kendiliğin­

den büyümesini takip etmek imk4nsız4ır. Kabul; ama eter Ignacy Sach'ın dediği gibi, 'gelişmedeki bunalım aynı za­ . manda gelişme teorisindeki bir bunalım ise', teorideki ha­ tanın ne olduğunu ve l960'lann o coşkulu plancılannın gö­ revin zorluklannı niçin bu kada r vahimce gözden kaçırdık­ lannı kendimize sormamız hAlinde gelişme sürecinin ken­ disi �nsekizinci yüzyıldaki İngiltere vakası dahil- çok daha anlaşılır olmaz mı?

Bize

hemen denecek ki, başanlı bir devrim genel bir

büyüme sürecini ve

dolayısıyla 'son tahlilde iktisadi,

içti­

mai, siyasi ve kültürel kururolann dönüşüm �oüreci biçimi­

ni alan' topyekun bir gelişme sürecini gerektirmektedir.

B ir toplum ve ekonominin bütün kesimleri bu süreçle ala­ kahdır ve değişi me eşlik etmek, değişimi sürdürmek ve fi­ ilen değişime uğramak yeteneğinde olmalıdırlar. Tüm ma­ kinenin durm a noktasına gelmesi, hareketinin kesilmesi veya hatta tersine dönmesi için, süreçte bir noktada sade­ ce bir tek engel , bugünkü dille bir darbo�z yeterlidir. Bu­ gün dünyanın ileri ulusl annı yakalamaya çalışan ülkele­ rin liderleri bunu -maliyetini ödeyerek- öğrendiler ve gelişme stratejisi şimdi karmaşık olduğu kadar basiretli ha.Ie geldi. O halde, lgnacy SachB

şartlarda vereceği nasihat a priori planlama

gibi bilgili bir iktisatçının bu

ne olacaktır?

modelinin

Esas olarak hiçbir

uygulanamayacağı: her eko­

biribirine benziyor görünse de ancak yaklaşık olarak yapılar bileşimini temsil etti­ tinden, tekbaşına hiçbir model işe yaramaz. Bugünün bqansızlıklan hayırlı bir uyandır: her sana­ yi devrimi bir unsurlar bileşimidir, bir 'aile kompleksi', bir nomi,

öyle olan, kendine özgü bir

d�şik faktörler dizisi. 'Ön-devrimlerin', İngiliz devrimini

219

öneeleyen hareketlerin önemi bu faktör çoklutuna nispet. ledir. Onlann durumunda, her zaman eksik (gözden kaçı· nlan) bir şey vardır, onun için bir çeşit başansızlık veya kaçınlan fırsat tipolojisine baliğ olmaktadırlar. Bazan bir icat tecrit edilmiş ol arak görünür, parlak ama işe yaram az , verimli bir beyni n kısır meyvesi; duyan bilen olmaz. Bazan bir çeşit havalanma vuku bulur, belki eneıji al anın daki bir devrimin, tanm veya z ana at teknolojisindeki Ani bir ilerle­ menin, pazarlamadaki bir sıçramanın veya nüfus artışının sonucu olan bir 'takeofT: bir ilerleme fi ş kırm as ı olur, motor başlama noktasındaymış gibi görünür - sonra her şey durma noktasına gelir. Sebepleri hiçbir zaman tamamen aynı olmayan bu akim kalmış devrimler dizisini aynı baş­ lık altında toplamak dotr"u mudur? En azından ritimleri bakımından benzerdirler: bir çöküş tarafından takip edi­ len ilerleme patlaması . Biribirlerinin eksik tekrarlan olsa­ lar bile, ne de ols a birer tekrardırlar ve aşikAr karşılaştır­ m al ar pratikte i ster istemez yapılmak durumundadır. tnaştığım sonuç hiç kimseyi, hele hele iktisatçılan ş a­ şırtmayacaktır: hiçbir sanayi devrimi, hatta daha geniş anlamda üretim ve mübadelede hiçbir ilerleme tam olarak iktisadi bir süreç sayılamaz. Ekonomi ins an hayatının di­ ğer kesimlerinden tecrit edilmiş halde mevcut olmıaz; o onlara, onlar da ona bağlıdırlar.

220

ÜÇÜNCÜ B Ö LÜM

Braudel Üzerine

1 7 'i Braudel

ve

Yeni Tarih

P E T E R B UR K E

Yınninci yüzyılın en yenilikçi ve en önemli tarih eser­ lerinin dikkate şayan bir kısmı Fransa'da yazıldı. Yeni ta­

rih {la nouvelle histoire) en a z Fransızca kadar meşhur ve en az yeni mutfak (la nouveUe cu�ine) kadar ihtilaflıdır. Bu yeni tarihin büyük kısmı ise, 1 929'da kurulan ve Anna­

les adıyla bilinen dergide boy göstermiş belirli bir grubu n eseridir. Bunlann ortak yanlanm öne çıkaran yabancılar umumiyetle bu gruba 'Amıales okulu' adını verirken, grup içindeki bireyse l yaklaşımların altmı çizen

d ahil dekilerse

böyle bir okulun varlığını kabul etmemektedirler.

Grubun merkezinde Lucien Febvre, Marc Bloch, Fer­

na n d Braudel, Georges Duby, Jacques Le Goff ve Emına­ nuel Le Roy Ladurie yer almaktadır. Çepere yalan mevzi leneo Ernest Labrousse, Pierre Vilar, Maurice Agulhon ve Michel Vovelle gibi dört mümtaz tarihçiyi bu iç daireden ­

ayıran, onlann Marksist bir tarih yaklaşımına bağlılıkla­ ndır (bu husus bilhassa Vilai'da keskindir). Saçağın üze­

rinde veya biraz ötesinde Roland Mousnier ile Michel Fo­ ucault durmaktadırlar.

Şimdi artık altmış

yaşını

gerilerde btrakmı4 olan der

-

223

gi , yeni bir tarih türünü

teşvik etmek maksadıyla kuruldu

ve yenili kleri teşvike devam etmektedir.

Anrıcıles akımının

arkasındaki öncü fikirleri kısaca şöyle özetlemek müm­ kündür: Her şeyden önce, geleneksel hadise naklinin yeri­ ne meseleci analitik bir tarihi ikame etmek. İkinci olarak,

temelde siyasi ol a n bir tarihin yerine bütün beşeri faali­

yetleri kucaklayan bir tarihi koymak.

Üçüncüsü, ilk- iki he­

defe u laşabilmek için, diğer disipli nlerle işbirliği etmek: cotra fya, sosyoloj i ,

p oloji,

psikoloji, i ktisat,

antro· has emir sigası ile,

dilbilim, s osya l

vesaire . Lucien Febvre, kendine

"Tarihçiler, diyordu, coğrafyacı olun. Hukukçu , sosyolog ve psikolog da olun." Kompartmanlan o rt ada n kaldırma ve dar uzmaniaşma ile boğazlaşma hususlarında taydı . Aıfnı şekilde , Braudel de

her an ales­

Akdeniz'i, "tarihin

duvar·

larl a çevrili bahçeleri incelemekten daha fazla şeyler yapa­

bileceğini ispat etmek için" o şekilde yazdı.

Annales 1929 yılında kurulduğunda, Braudel yirmiye­ di yaşındaydı. Sorbonne'c!e tarih okumuştu ;

Cezayir'de bir

okulda ders veriyor ve tezi üzerinde çalışıyordu. Tezi dip­ lomatik tarihle alakalıydı. İkinci Filip ve Akdeniz'in bir etüdü olarak planlanmıştı; daha do�su. kralın w� p u:�ı.. ­

kasının tahlili. Uzun gebelik döneminde, tezin alanı genişledikçe

ge­

nişledi. Fra nsız akademik tarihçileri tezlerini yazarken bir

yandan da o kul l a rd a ders verirler. Mesela, Lucien Febvre kısa bir zaman Besançon'da ders vermişti; Braudel tam on yılım ( 1923-32) Cezayir'de akutmanlık yaparak geçirdi . Bu tecrübe tarihçimi zin ufuk.lannı genişletmilje benziyor. Behemehal ,

bu

d önem de yayınlanan ilk önemli yazısı

onaltıncı yüzyılda Ku z ey Mrika'daki İspanyollarla ilgiliydi.

Hakikatta küçük bir kitap ebadında

ketmedili

olan bu

gözdenıraklıktan kurtanlmaya lAyıktır. Hem se­

lefterinin savaşlara ve büyük adamlara fazla

224

çalıljma, hak­

ağırlık venn e-

lerini eleştiriyor, hem İ s p anyol garnizonlannın 'günlük h a­ yatlanm' ince liyor, hem de Afrika ve Avrupa tarihleri ara­ sı ndaki (ters bile ol s a ) yakın ilişkiyi gösteriyordu. B r a u del te zi i ç i n temel

araştırmasının büyü.ın bölümü­ nü 1930'lann başlannda, İspanyol devlet evrakının muha­ faza edildiki Si m an ca s'd a ve Hnstiyan Akdeniz'in ön de ge­ l e n şehirlerinin (Cenova, Floransa, Palermo, Venedik, Marsilya ve Dubrovnik) arşivlerinde yaptı. Buralarda, izin alabildiği ölçüde, Amerikan yapımı bir sine-kamera ile bel­ geleri filme çekerek va kit tasarrufu sa�ladı. Bu araştınna Sao Paulo Üniversitesi'nde öğrencileri büyü leyen bir öğretirole bir müddet

için kesildi

( 1935-37);

Braudel sonradan bu yıllan hayatının en mutl u dönemi olarak tanımlayacaktır. Brezilya'dan dönerken yol da ta­ nıştığı Lucien Febvre onu kendine fikri evlat (un enfant c:k la maison) edindi ve tezinin başlığını deki ştirm e hususun­

da onu ikna etti, tabii Braudel'in halA ikna olmaya ihtiya­ var i diys e : "İkinci Filip ve Akdeniz" yerine , ..Akdeniz ve İkinci Filip".



ironik olarak, Braudel'e tezini yazma fırsatını veren, İkinci Dünya Savaşı old u . Savaş yıllannı n ço�nu Lü beck civarındaki bir esir kampında geçirdi. Harikulade hafızası kütü phanelerden u zak kalmasını bir ölçüde dengeledi ve Akdeniz'in ilk taslağı:u ely a zı sıyl a defterlere yazarak Febvre'e postal adı. Braudel'in 1947 yıl ı n da savunduğıı tez, iki yıl son ra "bir oğıılun sevgisiyle" Fe bvre 'e ithaf edilmiş olarak yayımland ı .

Geleneksel Fransız doktora tezlerini ölçü aldı�z za­ kocaman bir kitaptır Akdeniz. İlk haslosmda 600.000 kelime yer almaktadır ki, sıradan bir kitabm altı misli uzunluktur bu. Her biri geçmişe farklı bir yaklaşımı örnekleyen üç bölüme aynlmaktadır kitap. Evvela, 'insan' ile 'çevre' ar881ndaki ilişkinin 'neredeyse zamarunz' tarihi

man bile,

225

ele alınmaktadır; sonra iktisadi, içtimai ve siyasi yapılann tedricen de�şmekte olan tarihi; en son olarak da hadisele­ rin

koşar

adım ilerleyen tarihi. B u üç bölümü tersinden

başlayarak tartışmak yararlı olabilir.

En

geleneksel olan üçüncü bölüm, muhtemelen B ra­

udel'in İkinci Filip'in dış politikasma dair tezindeki ilk fik­ re tekabül etmektedir. Braudel okuyucuianna so n derece profesyonel bir siyasi ve askeri tarih makalesi sunmakta­

dır. Tarih sahnesindeki

önt:ü

şahsiyetlerin kısa fakat kes­

kin tarzda hususiyatlerini vermektedir: 'Dar kafalı ve si­ yasette kısa

görüşlü' Alba Dükü'nden, ağırkanlı, ' m ün zevi

ve ketum', ihtiyatlı, gayretkeş , 'vazifesini son u gelme z kü­ çük aynntılann peşpeşe sıralanması' ol arak gören fakat

vizyonu olmayan efendisi İkinci Filip'e ka­ dar birçok şahsiyet. İneb ah tı muharebesini, Malta'nın ku­ bütüne dair bir

şatılıp kurtarılmasını ve 15701erin sonlanndaki banş m ü ­

zakerelerini epey uz unca bir şekilde tasvir etmektedir.

Ne

var ki, hadiselerin bu şekilde nakli

gel e neks el

'gü­

rültülü' tarihten uzak bir tarzda ele alınmaktadır. Yazar sayısız defalar konuyu kesip hadiselerin ehemmiyetsi zliği­

ni ve bireylerin n

hareket özgürlüğü üzerindeki sınırlamala­

vurgulamaktadır. Mesela, 1 565 yı lı nda Akdeniz'deki İs­

p anyol amiral Don Garcia de Toledo, Malta'yı Türklerin elinden kurtarmada yavat davrandı . 'Tarihçiler geç kal­ masından ötürü Garcia'yı suçladılar', diye y a zıyor Braudel, 'fakat hangi ş a rt l ar altında hareket etmek zorunda oldu­ ğunu hiç tam ol arak göz önüne aldılar mı?' Gene, İkinci Fi­

lip'in hadiseler karşısındaki meşhur ve çoğuıılukla kına­

nan yavaşlığmın tamamen onun mizacıyla açıklanmama­ sı, İspanya'nın mali bakımdan tükenişi ve böylesine geniş bir imparatorluktaki haberleşme problemleri göz önünde

bulundurularak anlaşılması gerektiği hus u sund a ısrar et­

mektedir. 226

Aynı şekilde, Braudel, Don Juan'ın İnebahtı'daki başa­ kişisel terimlerle açıkl am aya yanaşmamaktadır.

nsını

Don Juan 'kaderin aletiydi' sadece; zaferi, kendisinin far­

kında b il e olmadığı faktörlere dayanıyordu. Her halükAr­ da, sadece bi• deniz zaferiydi

İnebahtı

ve Osmanlı'nın kı­

tanın derinliklerine doüu giden köklerini tahrip edebil­ mekten u zaktı . Bir hadiseydi s ad ece . Yme, Don Juan'ın

Tunus'u ele geçirmeasi 'hiçbir yere varmayan diA"er bir za­ fer' olarak tasvir edilmektedir. Braudel'i ilgilendiren şey, bireyleri ve hadiseleri baA"­ �amlanna, ait olduklan ortama yerleştinnektir; fakat bun­ lan , temel ehemmiyetsizliklerini açığa vurma pahasına anlaşılır kılmaktadır. Hadise lerin tarihi, 'insanların ilgisi ba kımından en zengini' olmakla beraber, aynı zamanda en yapayıdır. 'Fosforlu ateşböcekJerinin ortasında kaldığım Bahia civarındaki bir geceyi hatırlıyorum; solgun ışıkları parlıyor, sönüyor, tekrar parlıyor ve bütün bunlar

bir anda

geceyi hakiki manada aydınlatmaktan uzak kalıyordu.

Hadiseler de böyledir; parlamalannın ötesinde, karanlık hüküm sünnektedir.' Başka bir şairine tasvirde, Braudel

kargaşalık.lar, tarihin med ve cezir­ lerinin güçlü sırtında taşınan köpilk dağlan' diye nitele­ mcktedir. 'Onlara güvenmemeyi öğrenmeliyiz.' Geçmişi haadiseleri 'yüzeydeki

anlamak için, dalgalann altına dalınak zorund.ıyız.

Daha deri n lerden akan durgun sular ise Akdeniz'in 'Kollektif Kaderler ve Genel Yönelişler' başlıkılı ve y apıla­ nn (iktisadi sistemler, devletler, toplumlar ve detişmekte olan savaş biçimleri}

tarihiyle uğraşan

ikinci bölümünün

konusudur. Bu tarih hadiselerin tarihinden daha yavaş bir hızla ilerler. Nesiller veya hatta asırlar sürer, öyle ki çat­ dqlar bu tarihin nadiren farkına vanrlar. Bununla bera­ ber, akış onları da alıp götürür. En ünlü tahlillerinden bi­ rinde, Braudel , İkinci Filip..m imparatorluA"unu 'geni.şliği-

227

nin kurbam olan, devasa bir kara ve deniz nakliye işletme­ si' olarak inceler; bu mecburen böyledir, çünkü o çağda 'Kuzeyden Güneye- Akdeniz'i geçmenin bir vey a iki hafta alması beklenebilirdi', Doğudan Batıya gidl� ise 'iki veya üç ay' alı;rordu. Hemen ak.lımıza Gibbon'vı Roma İmpara­ torluğu'nun kendi ağırlığı altında ezildiğine dair hükmü ve eserinin (Roma. İmparatorlulu'nun Çözülüş ve Düşüşü) ilk bölümündeki cotrafya ve haberleşmeye dair görüşleri geliyor. HAli dibe ulaşmış deA"ili z. Toplumsal yönelişterin altın­ da başka bir tarih uzanmaktadır, 'gelip geçişi neredeyse hissedilmez olan bir tarih . . . bütün değişimin yavaş olduğu bir tarih, sürekli yinelenişin , tekrarlanan çevrimierin tari­ hi'. Çalışmasının hakiki belkemiği bu tarihtir, 'insanın kendi çevresiyle ilişkisinin' tarihi, bir tür tarihsel coğrafya veya Braudel'in tercih ettiği bir deyişle, �eo-tarih'. Jeo-ta­ rih, Akdeniz'in datlara ve ovalara, sahil ve adalara, iklim, kara yolu ve deniz yoUanna 300 sayfa kadar ayıran Birin­ ci Bölümü'nün konusudur. bu bölümü varlığını hiç şüphesiz Braudel'in daha ilk cümlede kendini ele veren bölge aşiona borçludur: 'Kuzeyden (Lorraine) geldiğim için, Akdeniz'i ihtiras)a sev­ dim'. Bununla beraber, onun da planda bir yeri vardır. Amaç, bütün bu coğrafi veçhelerin tarihlerinin olduğunu, daha doğrusu, bütün bunlann tarihin parçalan olduA"unu ve ne hadiselerin tarihinin ne de genel yönelişlerin aniar­ sız anlaşılamayacagını göstermektir. Mesela, dağlarla ilgi­ li kısım daA'lık bölgelerin kültür ve toplumunu tartışmak­ tadır; dağhlann kültürel muhafazakArhğını, dağlılada ovalılar arasındaki toplumsal ve kültürel engelleri ve genç dağlılardan birçoğunun göç ederek paralı asker olma ihti­ Kitabın

yaçlanm.

Braudel, kitabın ikinci baskısmda, çokça övülüp pek az 228

el eştiril mekten şikayet etmektedir. Ancak, ABD ve başka yerlerden, bazılan ikna edici olan eleştiriler eksik olmadı. Akdeniz'deki fazla dikkat çekmeyen bir boşl�n altını çizmek istiyorum . 'Topyekun tarih' dediği şeyin peşin de ol­ masına rağmen, 'Medeniyetlere' ayırdığı bölümde bile ta­ vırlar, değerler veya kollektif ziihniyet le r hakkında dikka­ te şayan derecede az şey söylemektedir. Febvre'in İnanç· sızlık Sorunu başlıklı eserini göklere çıkann asına rağmen, bu hususta on dan çok farklı davranmaktadır.

Mesela, Braudel şeref, haya ve erkeklik gibi konularda neredeyse hiç yorum yapmamaktadır; ·oysa, bir takım ant­ ropologlann gösterdikleri gibi, bu dekerler sistemi hem

Hnstiyan hem de Müslüman Akdeniz dünyasında büyük öyledi r ). Katolik ve İslami dini inançlar İkinci Filip çağının Akdeniz d ünyasında aşikar bir önemde olmalanna rağmen, Braudel b un l an pek �­ tışmamaktadır. Kültürel cephelere (sınır bölgelerine) d uy­ duğu alak aya rağnıcn, bu dönemde Hnstiyanlarla Müslü­ manlar arasındaki ilişkiler hakkın da şaşılacak kadar az öneme sahipti (ve hala

şey söylemektedir.

Akdeniz'in daha radikal eleştirileri de var. Amerikalı

bir ele,tirmen (Bailyn), Braudel'in 'tarihi bir meseleyi çöz­ me yerine geçmişe şairane bir cevap verme' hatasına düş­ tüğünü, binaenaleyh kitabının bir odaktan yoksun olduğu­ nu ve kitabın organizasyonunun hadiseleri onlan açıkla­ makta olan cografi ve sosyal faktörlerden kopardığını dile getiriyordu.

Kitabın bir meselesinin olmadığı iddiası iyi

bir temel e

sahip olsa da ironik gözükmektedir, zira Febvre ve Bloch mesele-yönlü tarihe o kadar önem verdiler ki, böyle bir id­ diayı anlamak gü.çleşmektedir. Braudel bizsat başka bir yerde şunlan yazıyordu : 'Bölge, ara.ştırmanm çerçevesi de­

ğildir. Araştırmanın çerçevesi, meseledir.' Kendi öz nasiha-

229

tım gözardı etmiş ol a bi li r mi? Braudel ile 1977 yılında yap­ tığım bir mülakatta kendisine bu soruyu yönelttilimde, te­ reddütsüz cevap verdi : 'Benim büyük meselem, çözmek zo. runda olduğum biricik mesele, z am anın farklı hızlarta iler­ lemekte olduğunu göstennekti.' Ancak, bu devasa eserin büyük kısmı bu meseleyle, en azından doğrudan "do�ya, alakah değildir.

Akdeniz'in diğer bir radikal eleştirisi Braudel'in deter­ minizmiyle alakalıdır. Bir İngiliz eleş tirme n (J. H. Elliott), 'Braudel'in Akden iz'i beşeri denetimden etkilenmeyen bir dünyadır' diyordu. Braudel'in hapishane mecazını eserle­ rinde birkaç defa k u l lanıyor ve insanı sadece fiziksel çevre­ sinin değil, aynı zamanda zihinsel çerçevesinin de 'mahpu­ su' olarak tasvir ediyor olması bu husustaki tavnnı muhte­ meleaı ele vermektedir. Febvre'in aksine, yapılan aynı an­ da hem muktedir kılıcı hem de sınırlayıcı olarak görme­ mektedir. 'Bireyi düşündüğüm zaman', diye yazıyordu bir ara, 'onu , pek etki edemediği bir kader içinde mahpus (en­ ferme dans un destin ) olarak görmeye meyyalim hep.' Ne var ki, Braudel'in detenninizmi basite kaçan bir de­ terminizm değildi; çoğulcu açıklamalar yapma i htiyacını hep dile geti riyordu. Onu eleştirenler de umumiyetle kesin veya yapıcı eleştiriler sunmadan bu determinist tarih gö­ rüşiil'lü reddediyorlardı. Özgürlük ile determinizmin sınır­ Ianna dair i htilaf muhtemelen tarih yazıldıkça devam ede­ cek bir i hti l aftı r. Filozoflar ne derlerse desinler, tarihçiie­ rin kendi konumlanru öne çıkarmaktan öte birşey yapabil­

meleri çok zordur. Braudel'i eleştirenierin de üzerinde ittifak ettikleri hu­ sus, Akdeniz'in ( eleştirilen noktalara rağmen) bir tarih şa­ beaeri olduğudur. Braudel'in en büyük başansı, mekan ve zaman nosyonlanmızı detiştinne hususunda bu çaldaki her hangi bir tarihçiden çok daha fazla şeyler yapmış ol230

masıdır. Akdeniz'in, daha önce (varsa eter) pek az kitabın

yapmış olduğu bir tarzda, tarihte mek.inın önemi husu­ sunda okuyuculanru şuurlandmyor olmasıdır. Braudel bu etkiyi, İkinci Filip gibi bir birey şöyle dursun, İspanyol İm­ paratorluğu nı

gibi siyasi bir birimi bile destanının kahrama­

ya pmak yerine, bizzat denizi kahraman yapm ak ve ay­

nca

m esafenin, haberleşmenin önemini tekrar tekrar vur­

gulamak suretiyle sağladı.

Tarihçiler için b u n dan daha mühimi, Braudel'in özgün zaman telakkisidir; onun 'tarihi

toplumsal

zaman ve

zamanı

cotrafi zaman,

bireysel zamana ayırma' ve

uzun va­

de (la longue duree ) adını verdi� zaman diliminin önemi ­ ni vurgulama teşebbüsüdür. Braudel'in uzun vadesi jeolog­ lann ölçülerine göre kısa olabilir, ama onun bilhassa 'coğ­

birçok tarihçinin gözünü açmış­ tır. Tarihçiler belki kısa vade ile uzun vade arasındaki ayı­ rafi zaman'a verdiği önem

nma yabancı değildiler, fakat uzun vade etudünü çevre, ekonomi, toplum, siyaset, kültür ve hadiseler arasındaki karmaşık etkileşimle nsı

birleştirmek, Braudel'in şahsi başa­

olarak kalmaktadır.

.

Braudel'e göre, tarihçinin sosyal bilimiere özel katkısı, 'yapılann' (ne denli yavaş olursa olsun) detifime tAbi ol­ duklanna dair bilinçtir. İster bölgeleri, ister disiplinleri aymyor olsunlar, sınırlara pek tahammül ü yoktur. Eşyayı her zaman bütün halinde görmek, ekonomik, toplum sal, siyasal ve kültürel tarihi bir 'topyekan' tarih içinde bütün­

leştirrne k istiyordu. 'Lucien Febvre ile Mareel M auss'u n öğretilerine sadık bir tarihçi her zaman için lumsaim toplamını görmek ister.'

bütünü, top­

Braudel'in ikinci hüyük projesi; Lncien Febvre'in dave­ üzerine başladı. İki tarihçi Avrupa'nın 1400'den 1800'e iki ciltlik bir tarihini yazacaklardı. Febvre'in payına 'dü­ IJiince ve inanç', Braudel'in payına ise maddi hayat dü.şüti

231

yordu. Febvre 1956'da ölünce onun cildi yazılamadı; Bra­ udel ise kendine düşen nan

kısmı 1967-79

arasında yayımla­

üç cilt halinde yazmış oldu: Civilisation materielle et

capitalisme. Braudel'in üç cildi

aşaiJ yukarı iktisatçılann tüketim,

daiJtım (bölüşüm ) ve üretim kategorileriyle (bu sıra için­ de) ilgilidir, fakat o bun l an farklı bir şekilde tavs if etmeyi

tercih etmektedir. Birinci cildin tak.dimi i kti s at tarihini üç katlı bir ev olarak tanımlamaktadır. Zemin katında (bu mecaz, Marx'ın 'temel'inden çok uzak düşmemektedir), maddi medeniyet oturmaktadır: 'zaman-ı kadimden

beri

tevarüs edilegelen mükerrer eylemler, deney ve gözleme

dayalı süreçler, eski yöntem ve çözümler'. Orta katta ikti­ sadi hayat (vi.e economique) yer almaktadır: 'Hesaplanan, incede n ineeye i şlenen, bir kurallar ve neredeyse doğal ih­ tiyaçlar sistemi halinde ortaya çıkan' hayat. Tepede, 'üst­ yapı' demesek de, hepsi nden daha incelikli ve karmaşık

olan 'kapitalist mekanizma' bul unm aktadır. Braudel , kapitalizm tahlilinde

Marx

ve daha da çok

Marksi zm ile kendi arasına belirli bir entellektüel mesafe koyma, fazl aca katı telakki ettiği bu entellektüel çerçeve­

nin tuzağına düşmeme ihtiyacım hissediyordu. Şöyle yazı­ yordu: 'Marx'm debası, onun uzun ömürlü hakimiyetinin sım, tari hsel bir uzun vade temelinde, hakiki toplumsal modeller inşa eden ilk düşünür olduğu gerçeğinde yatmak­ tadır. Bu modellere birer kanun statüsü verilmek suretiy­ le bütün basitlikleri içinde donduruldular.'

Maddi Medeniyet ve Kapitalizm'in ilk cildi günlük ha­ yatla alakalıydı, ikinci cildi yapılarla.

leri

Üçüncü cilt, dikkat­

yapılardan sürece kaydıl'Cb, kapitalizmin

yükseliş sü­

recine. Bu son ciltte Braudel eklektik yaklaşımım terkede­

rek, büyük

ölçüde bir tek adamın fikirlerine dayandı, Im­ manuel Wallerstein'ın. Wallerstein, neredeyse Polanyi ka-

232

dar tasnif edil me si zor bir dü.şünürdür. Sosyol oj i okudu, Mrika üzerine araştmDalar yaptı. Kapitalizmi tahlil etme­ den Afrika'yı anlayamayacağına inanınca, iktisata döndü. Kökenierine geri gi tm ed en kapitalizmi anlayamayacağını keşfetmesi üzerine, iktisat tarihçisi olmaya karar verdi. Brau del üzerindeki etkisine mukabil, henüz tamamlama­ dığı 1 500'den b u yana 'dünya e konomi ' tarihini Bra u del'e borçludur (Şimdiye kadar üç cildi yayıml anan Modem Dünya-Sistem'in ikinci cildi Braud e l 'e ithaf edilmiştir). Femand Braudel,

yirminci yüzyıl d ünya sı nı n ağı rsı k­

let tarihçisidir. Le o pol d von Ranke, ilerlemiş yaşında dün­ ya tarihine

dönmüştü. B raudel seksenine doğru kendi mil­

Jetini n topyekun tarihini yazmaya kalktı. Tarihçi 1985 yı­

l ın d a ö l düğü zaman sadece coğrafi, demogra fik ve

bölümler yazılmıştı, fa ka t

Kimliği

iktisadi

sonradan bunlar Fransa'nın

başlığı altında yayımlandı.

Braudel'in eserlerindeki son bir tema da tartışmaya değer: istatistik . Braudel, meslektaş ve taiebeleri tarafın- ·

dan ku llanılan nicel yöntem leri tncak karşıladı. Yeri geldi­ ğinde istatistik kullanmaktan geri ka lm a dı , bilhassa 1 9 66' da yayımlanan Akdeniz'in genişletilmiş ikinci baskı­ sında. Ancak, rakamiann Braudel'in tarih binasının yapı­

sının değil de, dekorasyonunun bir parçasım olu.şturduğu� nu söylemek haksızlık olmaz. Bir bakıma, çoğu . kültürel tarih türlerine nBBıl direnmişse (mesela , Burckhardt'ın

ünlü İtalya'da Rönesans Medeniyeti'ni 'havada kaldığı' ge­ re k çe siyle hafifsiyordu ), nicel yöntemlere de öylesine dire­

niyord u . Bu yönüyle, Annates

tarihi içindeki

lifmeye de yabancı kalıyordu: nicel tarih

iki büyük ge­

ve zihniyet tari­

hi. Annales akımının ilk nesli için Braudel'in değerlendir­ mesi yerindedir: 'Münferit olarak, ne Bloch ne de Febvre yaşadıklan devrin en büyük Fransız tarihçisidirler; fakat 233

ikisi birden öyledirler.' İkinci nesile gelince, Braudel kıra­ tında bir yirminci yüzyıl ortalan tarihçisi tasavvur etmek zordur. Bugün üçüncü nesil Paris'te çslışmalan sürdür­

mektedir. Başlangıçtaki yargıya ş i m di daha rahat dönebi­ liriz: "Y'ırminci yüzyılın en yenilikçi ve en önemli tarih. eserlerinin dikkate şayan bir kısmı Fransa'da yazıldı."

Kaynak: Peter Burke, The French Histarical Reuolution: The Anna­

les School 1929-89, Cambridge: Polity Press, 1990.

234

18 'i' Braudel'in Kapitalizm Tahlili:

Herşey Tepetaklak I M MAN U E L WA L L E R S T E I N

Femand Braudel modem dünya tarihini (en azın d an onbeşinci yüzyıldan b u yana) düzenleme ve tahlil etme

tarzı olarak kapitalizm kavrarnma ciddiye almamızı isti­ yordu. Bu görüşü taşıyan tek kişi o değildi, pek tabii. Ama yakla,ımının alışılmadık bir yaklaşım ol duğun u belirtmek zorundayız, zira ondokuzuncu yüzyılın çatışma halindeki her iki büyük dünya görüşünün ( klasik l i berali z m ve kla­ sik Marksizm) yaklaşımiann a merkez kabul ettikleri iki

teze karşı çıkan

teorik bir çerçeve

gelittirdi.

Evvela, çoğu

liberaller ve çoğu Marksistler kapitalizmin her şeyden ön­ ce serbest, rekabetçi bir piyasamn tesisini gerektirdiğini (ihtiva ettiğini) ileri sürdüler. Braudel aksine k ap italizmi anti-piyasa (contra-marche) sistemi olarak görüyordu.

İkinci olarak, liberaller ve çoğu Marksistler kapitalistlerin iktisadi tama.ıılqm anın büyük uygulayıcılan olduklannı ileri sürüyorlardı. Braudel ise aksine bqanlı kapitalistle­

rin esas vasıflarınan uzma.nlaıımayı reddetmeleri olduğuna inanıyordu.

235

Bu bakımdan, Braudel k apitaliz mi meslektaşianndan çoğunun gözünde ancak onu "tepetaklak" görüyor denebi­ lecek bir tarzda ele alıyordu. Bu yazıda Braudel'in merke­ zi görü şleri saydığım görüşleri vuzuhla açıklamaya, sonra bugünün ve geleceğin çalışmalan için bu yeniden kavram­ sallaştınnanın i çe ri m lerini çözümlerneye ve önemini de­ ğerlendirmeye çalışacağım.

ı. Braudel, tahliline üç katl ı bir ev benzetmesiyle b a ş lı­ yor: "aşın ölçüde basit bir ekonomi anlamında" maddi ha­ yatın zemin katı ( Cilt 2 , 2 1 ), u m u miyetle "iktisadi h ayat" dediği ikinci bi r kat ve "kapitalizm" yahut "hakiki kapita­ lizm" diye nite l ed iği üçüncü yahut üst kat. Böylece burada ilk s ü rpri z le karşılaşıyoruz. Üstteki iki katta, bir yanda "iktisadi hayat" (yahut '"piyasa") i le diğer y a n d a "kapita­ lizm" arasmda bir ayınm yapılmaktadır. Bu durum gerçek hayatta muhtemelen ne anlama gelebilir? B rau d el bu ayı­ nmda altı unsurun bulunduğunu one sürüyor. -

1 . Iktisadi hayatı zemin kattan ayırdetmekle i şe başlı­ yor. İktisadi hayat, maddi hayatm "rutin akışının, bi linçsiz günlük çevriminin dışı n a" çıktı . Bununla beraber 'intiza­ ma' garkolmuştu, ama bunlar ..aktif ve bilinçli" bir iş bölü­ münün örgütlenmesine ve yeni den i hdasına yard ım eden

piyasa süreçlerinden çıkanlmaktaydı . (Cilt. 1, 562). Bu pi­ yasalann dünyası o halde "ortak tecrübeden fayd al an arak, mübadele süreçlerinin nasıl i şl eye ce ti hakkı nda herkesin önceden emin olduğu" bir düny aydı (Cilt 2, 455). Böylece kendinin bilincindeki açık faaliyet iktisadi hayatı maddi hayattan, tüketimin ve hemen tüketmek için yapılan üre­ t\min alanından ayırdediyordu. Kapitalizm tabii ki maddi hayattan farklıydı, ama o aynı zamanda iktisadi hayatın 236

intizaınmdan da farklıydı . "Kapitalist oyun sad ece

alışıl­

m adı k, çok özel , yahut çok uzun mesafeli bağlantıyla ala­ kahydı . . . . Bir 'spekülasyon' dünyasıydı o." (Cilt 2, 456). Bu son tasvirin, onbeşten onsekizinci yüzyıla kadar geçetli ol­ sa bile, bugün artık

doğru

olmadığı düşünülebilir. Bu me­

seleye tekrar döneceğiz.

2. Piyasa ekonomi s i bir " 'saydam', görülebilir gerçek­ likler" dünyasıydı ve

"onlann dahilinde meydana gele n o

kolayca gözlemlenen süreçlere dayanmak suretiyledir ki

iktisat biliminin

dili ilk olarak tesis edildi." Bunun aksine, piyasanın altında ve üstünde, bölgeler "gölgeli" yahut opak (kesif) idiler. Alttaki bölge, maddi hayat böl gesi , "tarihsel belgelerin yetersizliğinden ötürü çoğu z am an zor görül­ mektedir." Opaklığı tahlilcini n gözlem yapmasını zorl aş­ tırmaktadır. Üstteki bölgeye (kapitalizm) gelince, o da opaktı, ama bu sefer kapitalistler öyle olmasını istedikleri

için öyleydi . Bu içi nde " belirli imtiyazlı oyuncu gruplan­ mn,

sıradan insaniann bihaber olduklan dolaplar

s ap l arla meşgul

olduklan" bölgeydi.

ve

he­

Bunlar "olsa olsa an­

cak üç beş kişiye açık olan incelikli bir sanat" uyguluyor­ lardı. "Piyasa

ekonomisinin güneş ışığı altındaki dünyası­

mn üzerinde" mevcut ol an

bu

bölge olmadan kapitalizm

(yani "gerçek kapitalizm•) "tasavvur edilebilir değildi." (Cilt ı, 23-24 ).

3. Braudel'in yeri geldiğinde "mikro-kapitalizm" dediği piyasa bölgesi bir "küçük karlar " bölgesiydi. " Ç ehresi ka­ bul edi lemez

pek

değildi." Oradaki faaliyetler "olağan iş lerden

ayırdedilemezd i . " Bu , "güçlü ağlan, sıradan fanilere daha o zamandan ş eyt anca gözüken işlemleriyle" gerçek

kapitalizmden ne kadar farklıydı (Cilt ı, 562) . Kapitalizm

bölgesi "yattnm ve yüksek bir sennaye ol uşum alanıydı" (Cilt 2,23 1 ) , "istisnat karlar" alanı (Ci lt 2,. 428). "Dün oldu ­ ğu gibi bugün de, kinn yüksek voltajlara ulaştığı yerlerde 237

mevcuttur."! Ancak her ne kadar kapitalistlerin kirlan çok yüksek idiyse de, tıpkı yıllık hasatlar gibi, düzenli değildiler. "'Kir hadleri her za­ ve sadece oralarda, kapitalizm

man

değiş iyordu" (Cilt 2, 430).

Gene de, bu sadece bir tercih meselesi , küçük ama sü­

re kli karlara fit olanlara karşı, daha serüvenci ol dukl ann­ dan istisnai ama değişken karlann riskini yüklenmeye ha­ zır olanlar meselesi değil di . Bu ikinci tercihe herkes sahip değildi. "Aşikar olan .. ge rçe kten büyük kil'lara ancak bü­ yük miktarlard a para çeviren kapitalistlerin erişebiliyor olduğuydu-kendi paralarını yahut başkalannın paralan­ nı . . . . Paraya, çok

çok paraya i h tiyaç vardı: uzun be kleyiş ­

leri, işlerin ters gitmesini, şok ve gecikmeleri telafi edecek p araya ( Cilt 2, 432).2

4. "Piyas a n ı n vird-i zebanı serbestidir, açıkhktır, başka dünyaya ulaşabilmektir. Açık havaya çıkın 'lk demektir

bir bu" ( Cilt 2, 26). Bu tasvir ihtimal geç Orta Çağiara uymak­ tadır. Kültür Devrimi-sonrası Çin'in duygularını da yan­

sıttığı söylenebilir. Buna karşıt olarak, anti-piyasa bölgesi "büyük yağınacılann hornurdandığı V4t orman kanununun yürürlükte oldu ğu yer" dir (Cilt 2, 230). İlk elde, anti-piyasa özell i kle uzun-mesafeli ticarette boy attı . Ancak, yüks ek karlann sebebi mesafenin ke nd is i değildi. "Uzun-mesafeli ticaretin (Fernltandel) su götür­ mez üstünlüğü, onun imkan dahiline soktuğu tamerküz­ lerde idi ; serm ayenin hızla yeniden üretilmesi ve çoğaltıl­ ması

için rakipsiz bir makine idi Fernhandel" (Cilt �.408).

Sözün kısası, Braudel iktisadr hayatı hakiki anlamda

re­

kabetçi faaliyetler olarak tanımlamaktadır. Kapitalizmi ise temerküz bölgesi, nispeten yüksek bir tekelleşme böl­ gesi. yani bir anti-piyasa olarak. 5. Piyasa ekonomisi bölgesi bir •değişik piyasalar"3 238

arası yatay iletişim obölgesiydi:

burada bir ölçüde

otomatik

eşgüdüm umuıniyetle arz, talep ve fiyatlan birbirine bağ­

lamaktadır (Cilt 2,230). Kapitalizm bölgesi temelden fark­

lıydı. "TekeJJer güç, hilekarlık ve zekanın eseriydiler " (Cilt 2, 4 1 8). Ama hepsinden önce gücün (iktidann) eseri. "Sö­ m ürüyü , yani eşitsiz yahut cebri mübadeleyi• tasvir eder­ ken, Braudel şunu ileri sürüyor: "Bu tür bir kuvvet ilişki­

si mevcut o l d u ğu zaman, gel ir? (Kim takar arz

arz ve

talep terimleri ne anlama

ve talebi , Cilt 2, 1 7 6).4

6. Güç meselesi bizi devletin rol üne getirir. B urad a Braudel iki h u susa

leyicilik rolüyle,

işaret etmektedir, biri devletin

diğeri ise devletin garantörlük

düzen­

rolüyle

alakah iki husus. Ve argümanı paradoksaldır, Düz enl eyici

olarak, d evlet özgürlüğü muhafaza eder; garantör olarak­ sa, onu

yok eder. Braudel'in mantığı töyle itliyor:

Düzenle­

yici olarak devlet fiyat denetimi demektir. Her zaman için tekelcilerin işine yaramış

bir ideoloji olan serbest teşebbüs denetimleri­ nin her zaman aleyhi nde olm uştur. Ancak Braudel'e göre, fiyat de netimi rekabeti teminat altına alıyordu: ideolojisi,

binbir

kisve.y e bürünen resmi fiyat

Ondokuzuncu yüzyıldan önce "hakiki" kendi-kendini-dü­ zenleyen piyasanın o rtaya

çıkt1ğmı reddetmek i çi n anah­ tar bir argüman olarak kullanılan fiyat denetimi her za­ man mevcut idi ve bugün hAlA mevcutttur. Ancak sanayi­

öncesi dünyadan söz ettiAimiz zaman, P.iyaaalann fiyat­ l istelerinin arz ve talebin rolünü bastırdıklannı düşün­

Teoride, piyasanın ' iddetli denetimi tüke­ ticiyi, yani rekabeti korumaya matuftu. Hatta hem dene­ timi hem de rekabeti ortadan kaldırmaya meyleden şeyin, ' İngiltere'deki •özel pazarlama" olgusunda olduğu gibi, •serbest" piyasa olduğunu söyleyecek kadar ileri gidebili­ riz (Cilt 2, 227). mek yanlış olur.

239

Burada devletin rolü anti-piyasa kuvvetlerini za ptü rapt altına almaktı. Zira öz el piyasalar sadece verimliliği

arttırmak

için değil, aynı zam an d a "rekabeti tasfiye et­

mek" için ortaya çıkıyordular {Cilt 2, 413}.

Am a devlet bir garantör i d i de, tekelin garantörü, hat­ ta onun yaratıcısı . Bu her devlet için doğru deği l di tabii; s ad ece bazı devletler bunu yapabiliyorlardı . En büyük te­ keller, büyük tüccar şirketler (merchant companies) " dev­ letin düzenli işbirliğiyle kuruluyor" değil di s ade ce {Cilt 2,

42 1 ). "Onlan kullananlara görünmeyecek kadar mu h ak­ kak addedilen" birçok tekeller

de vardı (Cilt 2, 423). Bra­

udel , böyle muhakkak sayı l an bir tekel

için

te d avül de ki

nakit para örneğini veriyor. Ort� Çağlarda, tekelciler altın

ve gümüşe sahiptiler, çoğu insanlara ise sadece bakır kalı­ yordu; günümüzde, te ke ller güçlü parabirimlerini kulla­

nırken, insani ann çoğu "zayıf" parabirimlerini kullanmak­ tatar. Fakat bütün tekellerin en

büyüğü,

bütün sistemin

garantörü olan hegemonik gücün sahip oldoku tekel idi.

"Amsterdwn'm konumu tamamiyle kendi içinde bir tekel ol uftu ruyordu ve o tekel güvenlik peşinde değil , hakimiyet

peşinde koş maktı" (Cilt 2, 423).

İşte size resmimiz o h al de : iktisadi hayat düzenli, alı­

şılagelen usul l ere uygun; kapitalizm ise nevzuhur, görül­ medik bir olgudur. İktisadi hayat kişinin olacaklan önce­ den

bildiği

bir alandır, k a pi talizm ise spekülatiftir. İktisa­

di hayat saydamdır, kapitalizm gölgeli yahut opak (kesiO.

İktisadi

h ayat küçük kirlar ihtiva eder, kapitalizm istis­

nai karlar.

İktisadi

gıt. İktisadi hayat

h ayat özgürleşmedir, kapitalizm can­

hakiki arz ve talebin otomatik. fiyatlan­

masıdır, kapitalizmde ise fiyatlar güç ve kurnazlık (hile­ karlı.k) tarafından empoze edilir. İktisadi hayat denetimli rekabeti içerir, kapitalizm

hem denetimi hem

de rekabeti

ortadan kaldırmayı. İktisadi hayat sıradan insaniann ala-

240

rudır; kapitalizmin teminatı hegemonik güçtür ve

kapita­

lizm o güçte mücessemdir.

n.

Tüccar, sanayici ve bankacılar arasındaki ayının ka­ dim ve aşikAr bir ayın m dı r. Müteş ebbi slerin kir elde ede­ bilecekleri şu üç ana iktisadi fa�iyetin uygulayıcılandır bunlar: ticaret , imalat (yahut, daha genel olarak, üretken faa li yetler) ve parayla iştigal (borç verme, emanet, yatı­ nm). Normal olarak bunlann farklılaşmış mesleki yahut kurumsal roller olduğu d üşünülmekte ve çoğu zaman üç ayn sosyal grup halinde somutlaştınlmaktadır: mesela, tüccar sermaye, sınai sermaye ve mali sermaye üçlemesin­ de olduğu gibi.

Gerçekten de birçok tahlil ciler kapitalizmin kategorik kronolojisini inşa etmek için bu tür kategoriler lrullan­ maktadırlar: önce tüccar sermaye evresi, sonra smai ser­ bir

maye evresi ve nihayet mali sermaye (finans k�pital ) evre­ si. Ayrıca, hem liberal hem de Marksist geleneklerde, tic a­

ri faaliyetleri n , sınai üretimden hem ah.Wten daha şüphe­ li hem de daha az "kapitalist" olduğu yolunda bir düşünce

vardır. Bu herşeyden önce . Saint-Simon'un ve onun (Fiz­ yokraUardan devşiri len ) üretken ve üretken olm ay an emek arasınd a ayınm yapmaya dayanan anlayışmm bize devrettiği mirastır. Her halükArda, sanayi devrimi diye etiketleneo farazi tarihsel dönüşüm uğrağının merkeziliği b u ayınmlara ve onlann ontolojik gerçekli�e bağlıdır

Braudel kemal-i s elahiyetle bu ayınınlara kökten hü­ cum etmektedir:

O halde �le bir izlenime (kanıtlann enderliti yüzünden, bütün sahip olduğumuz teY izlenimlerdir çünkü) sahip oluruz: İktisadi hayatta yüksek kArlann elde edilebileceği 241

sektörler vardı her zaman, ama bu sektörl er deA'işmekte idiler. İktisadi gelişmenin baskısı altında, ne zaman bu kaymalardan biri meydana gelse, sermaye

bunun kokusu­

nu almada ve o yeni sektöre girip bollaşmada gecikmezdi.

Kural olarak sermayenin bu tür kaymalan h ı z land ınp vaktinden önce meydana getirmediğine d ikka t edelim. Bu diferansiyel kAr c:otrafyası kap i talizm in kı8a-vade dalga­ lanmalannın ana htandı r: Levant (Doğu Akdeniz), Ameri­

ka, Doğu Hindler, Çin, köle ticareti, v.s. arasında, yahut ti­ caret, bankacılık, sanayi veya toprak. .. arasında m ekik do­

kuyan kapitalizm.

O halde, tanmdan, sanayi ve ticaretten Bağlanan kArlar her zaman için geçerli olabilecek bir tas n i f tesis etmek zordur. Kabaca ifade edersek, yukandan aşatıya dotnJ sıralanmaya dayanan standart tasnü(ticaret, san a­ yi, tanm) belirli bir gerçekliğe tekabül etmektedir, ancak bir sektörden diğerine kaymalan haklı çıkaran birtakım istisnalar da mevcuttu. arasında,

Bana genel kapital izm tarihinin asli bir özelliti gibi gözü­

ken niteli�n altını çizmeme izin veri n: onun sınırsız es­ ve uyarianma yeteneği. Öyle ina n ıyorum ki, eter onüçüncü yüzyıl İtalya'sından bugünkü Ba tı ya kadar, kapitalizmde belirli bir birlik var ise, böyle bir bir­

nekliği , değişme

'

l iğin yerleştirileceği

ve

mütahede edileceği yer her teYden

önce burasıdır ( yani onun esneme, detişme ve uyarianma kapasitesi). (Cilt 2, 432..SS).

KAr fırsatlannın, kapitalistin serm aye devresi içinde kaymatta olan mahallini belirlediği bir kez tesbit edildi mi, kapitalistin bu "sınırsız esnekliği• nasıl kazandılun göstermeye gelir sıra. Braudel için bunun cevabı basittir. Gerçek kapitalist her zaman için uzmanlafmaya, böylece geçmişteki yabnmlar, if atlan ve hünerler yüzünden bir alana

bkıhp kalmaya direnmiştir. Uzmaniaşma mevcuttur �· aşatı katıann işidir bu.

tabii, fakat Braudel'e

242

Uzmanlaşma ve iş bölümü umumiyetle aşağıdan yuka­ nya işliyordu. E�er modernleşme yahut rasyonelleşme, de­ ğişik görevlerin tefrik edildiği ve işievlerin alt losunlara bölündüğü süreçlerden oluşuyorsa, böylesi modernleşme e konominin alt tabakasından başlıyordu. Ticaretteki her canlanma, mağazalann daha çok uzmanlaşmasına ve tica­ re t dünyasının birçok tu feylisi arasında yeni mesleklerin

ortaya çıkmasına yol açıyordu. Ne gariptir ki, toptancı [le negociant] gerçekte bu kura­

h dikkate almıyor ve ancak nadiren uzmanlaşıyordu. Yü­ künü tutup tüccar haline gelen bir dükkAncı bile hemen uzmaniaşmadan uzmaniaşmamaya kayıyordu . (Cilt 2,

378-79). Kapitalistin tavrı, dü kkan cının tavrından oldukça

farklıdır: Bugün oldulu gibi, (ondördüncü yüzyılın nüfuzlu İIJadamı) Jacques Coeur'ün zamanında da, ekonominin hAkim tepe­ lerinde bulunuyor olmanın karakteristik avantajı, kendini bir tek seçimle smırlamamak, gelişmelere ziyadesiyle ayak uydurabilir olmak, dolayısıyla uzmanlaşmamıiJ ol­

maktan ibaretti. (Cilt 2, 381). m.

Kapitalizmi bu tarzda "tepetaklak"' gönnenin ne gibi içerimleri var? Bir kere, tarih yazımının gündemini değiş­ tinnektedir. İkincisi, mn

Aydınlanmanın

ilerleme kuramian­

zunni bir eleştirisini ihtiva etmektedir. Üçüncüsü, �­

daş dünyaya çok değişik bir politika mesajı vermektedir. Bunlar, Braudel'in açıklıp kavuşturdu� içerimler d�. AlimAne eserinin içerimlerini alimAne eserinde açıklamak onun huyu değildi. Eğer mülakatlarda z