Kazak Türkleri [PDF]

İstanbul - Beyazıt, Türk kültür yayını, 1961Bu kitabın I. Baskısı çıktığından beri, eskisine nazaran Doğu Türkistan ve K

138 76 13MB

Turkish Pages [280]

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Papiere empfehlen

Kazak Türkleri [PDF]

  • Commentary
  • 1423782
  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

scumed by

bozoklu fren

furanJnfo

ç p n=3

C^3

S •"V~'

İTuP^Ç

! "^

I

~C

HASAN ORALTAY

HÜRRİYET UĞRUNDA DOĞU TÜRKİSTAN

KAZAK TÜRKLERİ

TÜRK KÜLTÜR YAYINI Beyaz Saray Nu: 41 Beyazıt - İstanbul Tel : 26 43 52

Bu kitabın 1961 senesindeki I. Baskısı hakkında kim ne dedi? ' Merhum O r d . Prof. Z. V. Toğan kendi eİ yazısıyle 7.7.1961 tarihinde yazdığı mektubunda; «Hür­ riyet Uğrunda Doğu Türkistan Kazak T ü r k l e r i » hak­ kında şöyle demişti: ' Azizim Hasan, Kitabını okudum. Ç o k güzei olmuş. Bugüne ka­ dar belki tek taraflı olarak izah edilmiş olan birçok meselelerin doğru olarak anlaşılmasına yol açmış b u ­ lunuyorsun. «Kazak T ü r k l e r i » kitabından bîr nüsha hediye olarak bu Fransız âlimine göndermeni tavsi­ ye ederim. Adresi aşağıda. Ben bir haffa sonra Almanya'ya gidiyorum. Bir ay sonra Allah'ın İnayetİyle sağ salim d ö n ü p gele­ bilecek olursam, derneğin kır toplantısını tertip ede­ riz. Fergane Mücahitleri Başkanı Şİrmehmet Bey bu­ radadır. O ve arkadaşı Nurmehmet Kurbaşı da bu toplantıda bulunacaklardır. Ç o k çok selamlar. *** Prof. A b d ü l k a d i r İ N A N Beğ de 20.6.1961 tari­ hinde yazdığı mektubunda: Aziz Kardeşim Hasan Beğ,

«Kazak T ü r k l e r i » kitabını o k u d u m . Tebrik ede­ rim. Ç o k güzel olmuş. Bundan sonra bu yolda devam etmelisin. Belki ileride faydalanırsın dîye Kazakça şi­ irler v e «bata»-yolluyorum. Sana basanlar dilerim. Babana selâmlar.

Dr. E. M Kınmal da 28.6.1961'de München (Bay>2.—- Büyük T ü r k ç ü Mağcan Cumabayoğtu, ( İ z m i r 1965) . 3 - A U Ş . . Türkistan Türklerinin M î l İ I İstiklâl Parolası, (İstanbul, 1973) ' ■ ' < ' ■ ■

Kitabın İkinci baskısına bazı dîp notlar koyulmak suretiyle ilâveier yapıldı. Meseleler hakkında, teredd ü t e düşenler oiursa tetkik etsin, Öğrensin, kolaylık oisun dedik. Kitabın İKİNCİ BASKISINI yapan M i l l î Hareket Yayınevi sahibi, değerli ülküdaşım Sayın Ahmet B. Karabacak Beğe teşekkür ederim. Hasan Oraîtay 11.7.1975 M ü n c h e n , Batı Almanya.

4 — Abıiay Destanı (bîr 5n sözle), (München, Batı Almanya, 1971) 5 — Büyük yürkelî, (Tden 10. sayıya kadar) İzmir, 1962. 6 — Komünizmle SAVAŞ, {Tden 14. sayıya kadar. İzmir Î9c5) Yazılarım umumiyetle yayınlanan dergiler: t ~ ÖTÜKEN, Aylık Türkçü DergÇ istanbul. 2 — Töre, Aylık Dergi Ankara. 3 — Mücadele (TKMD-nın organı olarak îzmirde çıkmıştır) 4 ™ fedai Aylık Dergi, İımîr. 5 — Millî Hareket, Aylık Dergi, İstanbul. 6 ~ Büyük Türkslİ, üs Ayda bir çıkar İstanbul.

19

BİRİNCİ B Ö L Ü M



Coğrafî Bilgi

Türkistan Asyanın kalbini teşkil eden b ü y ü k bir Türk ülkesidir. Türklerin kahramanlığı burada dille­ re destan olmuş ve dünyaya buradan yayılmıştır, B ü t ü n dünya Türklüğünün ana y u r d u sayılan bu b ü ­ y ü k ülke yüksek dağlan, temiz ve rahat yaylaları, en­ gin çölleri, yer altt ve yer ü s t ü zenginliği ile 40 m i l ­ yona yakın vefakar T ü r k ü sinesinde barındırmaktadır. Fakat ne yazıktır k i , bîr zamanlar hasımlarını setle­ rin gerisine kovan b u kahraman mîllet b u g ü n 20 nci Asır dünyasında Ç i n ve Rus Emperyalistlerinin bas­ kısı altında İnsanlığa sığmayan muameleye maruz kalmaktadır. Ve bunun neticesi olarak, yabancı isti­ lâcıların menfaatlerine uygun şekilde Ulu Türkistanın batı kısmı beş kukla Cumhuriyet haline getirile­ rek parçalanmıştır. Şimdi, Kazakistan, ' Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan sosyalist Cum­ huriyetleri denilmekte olan Ulu Türkİstanın bu b ö l ­ gesi Rusların sömürgesi altında inlemektedir. Türkis­ tan Türklerinin çoğunluğu bu bölgede yaşamakta­ dır. (1) Rus istilâsı altındaki Ulu Türkİstanın bu kıs­ mına «Batı T ü r k i s t a n » da denir.

(1) Î970 Senesindeki sayıma göre, sadece var ında Müslüman Türk yaşamaktadır.

Balı

— 21 —

Türkistan'da

22 milyon ci­

Ulu Türkİstanın Ç i n l i l e r i n sömürgesi altındaki kısmına da «Doğu T ü r k i s t a n » denilir. Ulu Türkİstan­ ın batı kısmı, yani Batı Türkistan'a «Rus Türkİstanı»* denildiği g i b i , Doğu kısmına, yani Doğu Türkistan'a « Ç i n Türkistanı» da denilmektedir. Bat! Türkistan, Do­ ğ u Türkistan v e y a - « Ç i n Türkİstanı», «Rus T ü r k i s t a n ! » denilerek ayrı ayrı memieketlerrniş g i b î gösterilme­ sine rağmen, her bakımdan Batı Türkistan île Doğu Türkistan bir tek memlekettir. O n ü bir - bîrinden ayıran, parçalayan yabancı istilâcılar, Rus ve Ç i n s ö ­ mürgecileridir; Doğu Türkistan 1768 senesinden be­ ri Ç i n ' c e «yeni m ü s t e m l e k e » , «yeni t o p r a k » anlamı­ na gelen «Sînkiang» adiyle de adlandırılmakta. (2) Bunu yapanlar, Doğu Türkİstanı i s t i l â eden Çinliler­ dir. Türkistanlılar h i ç bir zaman «Sînkiang»-adını be­ nimsemiş değillerdir. ';.•-., Doğu Türkistan 73 ve 99 uncu t u l , 35 ve 49 ü n c ü arz daireleri arasında 1503563 kilometre karelik bir sahayı kaplamakta ve doğudan Ç i n İle Mongoiya, kuzey ve kuzey batıdan Türkİstanın bir diğer kısmı olan Batı Türkistan île Afganistan, g ü n e y d e n de Keş­ mir ve Tibet'le çevrilmiş bulunmaktadır. ■ Doğu Türkİstanın. merkezi Urumçi'dîr,^ Bu şehirİ Boğda dağının 3 - 4 bin metre yükseklikteki kuzey eteklerinde olup Doğu Türkİstanın en b ü y ü k şehir­ lerinden bîridir. Doğu Türkistan; ALT AY, TARBAĞATAY, İLE (KULJA), URUMÇİ, KUMUL, KARAŞEHRİ, KAŞGAR, H O T A N , AKSU, YARKEN'den müteşekkil 10 vilâyete, taksim edilmiştir.

(2) The İÜ Crısıs, A Siudy of Sîno - Russian diplomacy, byı İmmonuel C. Y. HSU, sn. 29. Qxford University press, 1965 "törıdon." (Bazı kaynaklarda da, Doğu X ü r ' ı : î E * a n ' 1 " Çinliler tarafından «sînkiang» denîlmiye başlaması 1882 senesinden başlar denilmekte)

— 22 —

.- Doğu Türkistan'daki- Kazak .Türklerinin çoğunju-: ğu Tiyansan dağının kuzeyinde yaşarlar,: Yani, ,AItay, Tarbağatay ve İle (Kulja) vilâyetlerinde. Kazak Türkleri yaşar. Bununla beraber, Tiyansan dağının .kuzey -. doğu eteklerindeki . Barköi'de, yani Kumuî vilâyetinde de Kazak Türkleri çoğunlukdadır. Doğu Türkistanm merkezi Urumçi .şehrine bağlı Urumçİ. v i ­ lâyetinde de Kazak Türkleri çoğunluğu teşkil eder, Bu bölgedeki Kazak Türkleri Erenqabırğa dağı etek^ lerinde yerleşmişlerdir. Doğu Türkistanın her karış toprağı, her taşı Türk­ lüğü, Türk tarihini hatırlatır. Türk ırkının ana vatanı bu kutsal toprakdakİ heybetli dağlara bakmak bile, insana gurur verir. Doğu Türkistanın doğusundan başlayıp batı ve g ü n e y batıya uzanarak Hindistanm Karakurum dağlarına eklenen sıra dağlarının hep­ sine birden «Tîyanşan - P a m i r » dağlan denir. Bura­ ya Türkçede «Tanrı dağı» adı verilmektedir. (3) Tan- 1 rıdağjmn sırtı takip edilirken dağların başlangıcı olan Qarhtav «Kariıdağ»a çıkıldığı zaman sağ tarafta. Bar■köl - Kumul şehirleri göze çarpar. Dağın kuzeyinde Urumçi vilayeti güneyinde de Urumçinİn kazaların­ dan Toksun - Jurfan kasabaları île Karaşehri vilaye­ ti yer alır. Sıra dağların en kolay geçidi olan Davançîn'i geçtikten sonra çok yüksek olan Boğda dağları­ na gelinir. Bu dağın sağa bakan kuzey tarafı takip edilirse, Urumçî ve b ü y ü k Türk Destanının kahrama­ nı olan Manas'ın adi verilmiş Manas şehrine gelinir. Bu bölgeye Doğu Türkistan'daki Kazak Türkleri «Erentav - 'Erenqab!rğa» derler. Sol tarafta Bağraş G ö l ü ve Karaşehri bulunur. (Kazak Türkleri bu bölgeye (Üştasırgay - KÖkilîk) derler. Daha sonra Manas şeh-

',(3) Z. V. Toğan, T ü r k i l i

- Türkistan Tarihi: sh. 3.

— 23 —

rlne akan Manas ırmağının hemen başında Qas ~ . K ü nes dağları y e r alır. Bu dağın kuzey tarafları orman­ larla ö r t ü l ü d ü r . Etrafı Qas ve Bağraş'a d ö k ü l e n Culdız - Yıldız ırmakları ile çevrilmiştir. Qantânrİ «Han Tanrı» Tîyanşan Sıra dağlarının merkezi ve en yüksek noktasıdır. Türkistanın her tarafına bakan 7315 metre yüksekliğinde b i r dağdır. Orta Tîyanşanın b ü t ü n b ü y ü k dağları buradan doğ­ maktadır. Heybetli Qantânri (Han Tanrı) dağı hak­ kında Kazak T ü r k ü şairlerinden merhum Abdülkerİm İntikbayoğlu şöyle bîr şiir yazmıştır: Kökke tiygen kökti süygen, >■ Qantânri munarbası. ■ Oi â y g i l î atı âlemge, Burınnan, burınnan, burınnan. Ol Er TÜRK otan'ı, ' Ol Er TÜRK qorğanı. Mırış pen qunştan q u n l ğ a n , ' O ! uyısqan, oi qıyısqan urım men qırsmnan. Anadolu Türkçesiyle anlamı: Gök'e değen yüksek başı Han Tanrı, Yüksek başı. . O n u n muhteşem adı âleme, Meşhurdur evvelden, evvelden, evvelden. . O Er TÜRK vatanı, O Er Türk kalesi. Polat İle bakırdan kurulan, ■ Evvelden polat İle bakırdan kurulan. O Urum ile Kırım'dan teşekkül etmiştir. Altay İle Tarbağatay : Altay Asya kıtasının b ü y ü k ve yüksek dağlarından biridir. Bu dağın Türk tarihin­ deki y e r î çok ehemmiyetlidir. Altay dağlan eski Türk k ü l t ü r ü n ü n beşiklerinden biridir. 1500 kilometre ka24 —

dar uzunluğunda olan bu dağ, O r k u n , Selenge, Ob ve Yenisey gibi Türk tarihinde çok m ü h i m yeri oîan ırmakların da menbalandir. Bu dağ da, b u g ü n par­ çalanmış durumdadır. Eskiden sadece T ü r k ü n olan Alfay dağları, şimdi «Moğolistan Altayı», «Rus A l ­ fayı» « Ç i n Alfayı» diye üçe ayrılmaktadır. Kitabın ko­ nusu olan Kazak Türkleri de « Ç i n Altayı» denilen b ö l . g e d e n d k Bu bölgenin merkezi Sanşümbe şehridir. Bu bölgenin diğer b ü y ü k şehirleri Köktoğay ve Buvırşındır. Tarbağatay dağı Cunğar Alatav ■ île Altay a r a ­ sında bîr zincir halkası işini g ö r ü r . Ertis «İrtiş» hav­ zasındaki ülungur- g ö l ü n ü n batısında bulunan Qara Adır dağları ile yükselir ve üzerinde daima karlar bulunan Savur adındaki tepelere çıkılır. Bu tepenin en yüksek noktası 3680 metre civarındadır. Tarbağa­ tay dağının Doğu Türkistan dahilindeki, yani Ç i n al­ tındaki kısmının merkezi Şâveşek şehridir. 1 Doğu Türkisfanın 10 vilayetinden biri sayılan. Tarbağatay b ö l ­ gesinin diğer b ü y ü k şehirleri Dörbelcin, Maytav (Yağlıdağ)dır, İKLİM : Doğu Türkistan umumiyetle mutedil bir İklime sahip olmakla beraber, Kazak Türklerinin ya­ şamakta olduğu ülkenin kuzey taraflarında hararet sıfırın altında 30'a kadar düşmekte ve Sİbîryanın kı­ şını andırmaktadır. Düz bölgeler Anadolu iklimine benzer. Yağış dağlı mıntıkalarda bol, d ü z yerlerde İse azdır. Kazak Türkleri ile meskûn olan Doğu Türkİsfanın kuzeyin­ deki beş vilayette kışın 3 ay devamlı kar bulunur. EKONOMİ : Doğu Türkistan umumiyetle bir zi­ raat memleketidir. Pamuk, meyva, sebze ve daha başka bir çok. çeşitli ziraat ürünleri' kâfi derecede ___ 25 —

yetiştirilmektedir. Elde edilen hasılat İhtiyacı iyi bîr şekilde karşılamaktadır. Pamuk, yapağı, y ü n , ipek v e kuru meyvalarm bir kısmı i h r a ç mevzuunu teşkil eder. TİCARET : Doğu Türkistan, komünist Ç i n istila­ sından evvel Batı Türkistan, Afganistan, Hindistan Ç i n v e Dış Mongoİya île ticaret yapmaktaydı. Bu memleketlere, pamuk, y ü n , ipek, hayvan, kuru meyva, halı, keçe vesaire sevk ederdi. Bunlara karşılık^ kumaş, şeker, çay, i l a ç gibi maddeler ithal edilirdi. Bugün İse, b ü t ü n hürriyetler g i b î ticaret hürriyeti de Doğu Türkistanlıların-elinden alınmıştır. Her şey Ç i n damgasıyla, Ç i n i n menfaatine göre y ü r ü t ü l m e k ­ tedir, MADEN : Doğu Türkistan maden bakımından Asyanın başta gelen memleketlerinden biridir. Doğu Türkistanın muhtelif bölgelerinde, bilhassa Altay'da altın, gümüş, uranyum, v o l f r o m , platin bulunduğu tespit edilmiştir. Bunların bazıları işletilmektedir.. Tarbağatay v i l â y e t i n e bağlı Maytav ( Y a ğ l ı d a ğ - Ç i n ­ liler ŞİHO derler) bölgesinde çok zengin petrol r e ­ zervi olduğu tespit edilmiştir. Bu husustaki bazı bil­ gilere g ö r e l , bu bölgedeki petrol rezervi İran ve Iraktakiierden daha zengindir. Urumçj vilayeti dahilin­ de bol k ö m ü r rezervleri mevcuttur. Ayrıca demir ve­ saire gibi madenler de Doğu Türkistanın muhtelif yer­ lerinde bol miktarda bulunmuştur. Doğu Türkîstandaki madenlerin bir kısmı eskiden Ruslar tarafından İşletilmekte idi. Mesela, Maytav' (Çinliler - Şiho - derler) d a k î petrol ve Altay'daki madenleri Ruslar iş­ letmişlerdir. Maytav harcinde de bol petrol rezervle­ ri olduğu muhakkak. Mesela, Urumçİ vilayetine bağ­ lı Manas kazasının nahiyesi Ormanbak' (Çinliler:

26

ı

. « A n a h a y » derler) da yer altından kendi kendine ak­ makta olan p e t r o l ü yerli halk İhtiyacına g ö r e alarak ek­ seriya . kışın yağ lâmbasına kullandıklarını g ö r m ü şümdür. Yer altından kendi kendine çıkmakta olan petrol bulunan bu bölgeyi Kazak Türkleri (May Q u ı dıq- Yağlı Koyu) derler. Bu kuyu Manas nehîrİ İle QoVqıs nehrinin arasındadır. NÜFUS : Son tahminlere göre, Doğu Türkistan'daki Türk­ lerin umumi sayısı on milyondan fazladır. Bununla ilgili olarak şunu hemen belirtelim ki, Ç i n l i l e r Doğu Türkistan'da h i ç bir zaman tam tespit yapan bir sa­ yım yaptırmış değildir. Fakat, Doğu Türkistandaki Türklerin sayısı hakkında bilgi verenlerin çoğu, çe­ şitli sebepler göstererek Doğu Türkistan Türklerinin umumi sayısının on milyondan eksik olmadığında birleşmektedirler. Doğu Türkistandaki Çinlilerin sayı­ sı 1957 senesine kadar bir milyonu aşmıyordu ( 4 ) . Bu tarihten sonra, Doğu Türkistan'a çok Çİnlİ getiri­ lerek yerleştirildiği, Türklerin Doğu Türkistan'da sayı bakımından azınlık olmaya başladığı belirtilmektedir. Bu husustaki bilgiler daha çok Sovyet basınında çık­ maktadır. Sovyet basını, Rusların Batı Türkİstanda kullanmakta olduğu Ruslaştırma siyasetini unutarak, Çinlilerin Çinlileştirme siyasetini açıklamakta.' (5) Doğu Türkistandaki .Kazak Türklerin sayısının da bir buçuk milyondan fazla olduğu tahmin edilmektedir.

(4) Lukpan Badavamov; aDoğu Türkistan Kozakları Hakkında* Bilim câne Enbek .Dergisi, Sayı: 6, 19 bir zaman erkekden y ü z ü n ü gizleyerek kaçmazlar. Sadece, evli olan— 39 —

lan saçlarını göstermez. Kazak T ü r k ü hanımları ile erkekleri, Uygur ve Ckbek T ü r k l e r i n ' d e k î gibi yeme­ ği ayrı yemezler. Beraber yerler. Beraber otururlar.

KAZAK TÜRKLERİNDE ÇOCUKLARIN YETİŞTİRİLMESİ

Eski'den Kazak Türklerinin «avı!» köylerinde bir k a ç hoca bulunur gençleri bu hocalar eğitirdi. Hoca'ların verdiği dersler daha ziyade dîni mevzulara i n ­ hisar ederdi. İlmi mevzuları ■ içine alarak yetiştirmek hocaların bilgisine göre olurdu. «AvıI Mollası» Köy hocasın'dan ders alan çocuklar okuma-yazma ve d i n i . bilgileri bir az öğrendikten sonra civardaki şehirlere giderler, oralarda tahsil İmkânı ararlardı. «Avı! Mollası», Köy Hocası çocuğa İlk önce Allah ve Peygamber mefhumları İle ana ve babaya h ü r m e ­ ti öğretir. Kazak Türkleri ana ve babaya hürmete çok önem verirler. Bir ana veya baba ne kadar k ö t ü olur­ sa ölsün, çocuğu tarafından hürmete lâyıktır'. Evlât­ lar evlenip çoluk çocuk sahibi olsalar d a h î ana ve babalarını h i ç bir zaman terk etmezler. .Onları mem­ nun edebilmek ve arkadaşları arasında İyi şöhret sa­ hibi olabilmek İçin gençler aralarında yarış edercesi­ ne hareket ederler. Kazak Türkleri arasında şu söz çok yayılmıştır. «Dünyaya gelebilmemizin, ve İyi bir İnsan olarak yetişebilmemizin tek sebebi olan, bu uğurda çırpman ana ve baba'dan kıymetli bir şey b i ­ zim için o l a m a z . » Kazak Türklerine göre, İnsan ha­ yatta kaybettiği her şeyi bulabilir, fakat anne ve ba­ bayı kaybederse b i r daha bulamaz. Kazak Türklerinin kız ve erkek çocukları daha beş yaşında iken ata binmesini öğrenmeye başlar. Bir Ka-

;

zak T ü r k ü n ü n ata İyi binmesini bi.lmemesİ, bir insanın.İkİ ayağı üstünde y ü r ü m e s i n i bilmemesi kadar t u ­ haftır. Kazak T ü r k ü çocukları ata binmesine başlamasıyle, silah kullanmasını d a ; öğrenmiye çalışır. Yedi yaşına gelen bir Kazak T ü r k ü çocuğu civarda avlan­ maya başlar. Ata binmeğe çok erken yaşında başla­ dıklarından, gençler atı çok iyi tanırlar. Bir bakışta, a~ tın İyi veya k ö t ü o l d u ğ u n u , hızlı koşup-koşamadığım, kuvvetli olup olmadıklarını anlarlar. Kazak Türkleri beğendikleri at İçin en yüksek fiyatı vermekten çekin­ mezler. Çocukları ticarete de alıştırırlar. Bununla ilgili olarak şöyle derler: «Cİgitke bîrinşi öner, . Mıltıq atuv, Ekînşİ savda s a t u v » . Yani, yîğite en elzem olan sanat önce silâh kullanma­ sını bilmek ve sonra da ticaret yapabilmek. KAZAK TÜRKLERİNDE EVLENME

Kazak Türkleri arasında iki gencin evlenebilmesi için, ya gençlerin ailelerinin haberi olmadan konuşup karar vermeleri gerekir veyahutta, anne ve babaların gençlerin haberi olmadan .anlaşmaları İcap eder. Bu . çoğunlukla böyledir. Yani, birincisinden daha ziyade İkincisi tatbik edilir. Gençlerin haberi yokken anne ve babalar anlaşırlar. Ve uygun bir zamanda da g e n ç ­ lere haber verirler. Bundan sonra, gençler de müna­ sip bir bahane ile birbirini g ö r ü r l e r . Gençler birbi­ rini beğendikleri takdirde, mesele hal olmuş demek­ tir. Bundan sonra iki tarafın iştirakiyle nişan merasimi yapılır. Bu merasimde delikanlı tarafı hediyelerle kı­ zın evine giderler. Buna « ö l t ü r t o y u » denir. Bu m e J __ 41 —

'

rasim sırasında kız tarafı delikanlı tarafına da hedi­ yeler verir. Nişan yüzüğü takılması şart değil. Bunun yerine kıza herhangi bir süs olarak kullanabileceği şey verilir. Kız da bunu elbisesinin münasip bir tarafına takar. Evlenme yolundaki bu ilk merasim pek muhteşem olmasa da kendine göre bir takım hususiyetleri var­ dır. Merasimde misafirler İyi bir şekilde ağırlanır. Me­ rasime cîvardakiler çağırılır. «Quda T ü s ü v » denilen eğlenceler tertip edilir. Bundan sonra delikanlı tarafı aldığı hediyelerle evine dönerler. Bundan sonra da i k î taraf birbirine «Quda- d ö n ü r » diye hitap ederler. Aradan bir müddet geçtikten sonra, gerek kız ile oğlanın ve gerekse her iki ailenin fertlerinin birbirini yjkından tanıyabilmesi İçin ikîncî bir merasim tertip edilir. Bu da kızın evinde oiur. Delikanlı tarafı gene bol hediyelerle gelir. Buna «Eşik Körgen T o y » denîr. İşte bu merasim sırasında delikanlı tarafı hayvan ve paradan müteşekkil «Qa!ın» tabir edilen başlık pa­ rasını verir. Başta mutabık kalınan bu hediyeler ve­ rildikten sonra, kız tarafı artık hazırlığa başlar. Müstak­ bel evlilerin evleri (ofavı), cicilİ-bİcüi d ü ğ ü n elbise­ leri ve çeşitli ev eşyaları kızın ailesi tarafından hazır­ lanır. Kızın çeyizlerine «casav» denir. Ayrıca damadın akrabalarına « k i y i t » tabir edilen elbise hediyeler verilir. Evin «otağ'ın-otav'ın» kız ta­ rafından hazırlanması şart değildir. ■ Bunu ekseriya zenginler yapar. Kız oğlanın babasının evine göste­ rilir. Müteakiben nikâh merasimi başlar. İlkolarak dini örf ve adetlere göre hoca tarafından nikâh kıyılır. Bu merasimden sonra düğün başlar. Düğün eğlenceleri pek -parlak geçer. Fakirler bile bu merasimde en azın­ dan üç-dört hayvan keserler. Eğlenceye etrafta b u ­ lunan Her müslüman' istisnasız davetlidir. Mecburi o l — 42 —

mamakla beraber hediyesini alan d ü ğ ü n evine gelir. Fakat, hanımlar pek eli boş gelmezler. Davetliler ta­ mamlandıktan sonra, ziyafet ve b u n u takiben eğlen­ celer başlar. Bu eğlencelerde çeşitli at oyunları ve pehlivan güreşi g i b î müsabakalar tertip edilir. Müsa­ bakaları kazananlara d ü ğ ü n sahibi tarafından hediye­ ler verilir. Kız evinde yapılan merasimin bir benzeri oğlan evinde de olur. Kız evindeki merasime «Qız Uzaîqan T o y » ve oğlan evindeki merasime de «Kelin Tüsirgen T o y » d e n i r . , D ü ğ ü n esnasında g ü v e y i temsil eden bir grup atlı delikanlı, gelini temsil eden g e n ç hanımların b u l u n d u ğ u evin ö n ü n e gelirler. G e n ç kız­ lar ev'den atlı delikanlılara bakarken, delikanlılarda atlarıyle g e n ç hanımların bulunduğu evin yanına d i ­ zilirler ve «Sarın» dedikleri nasihat mahiyetinde olan uzunca bir şarkıyı söylemiye başlarlar. Kızı temsil eden g e n ç hanımlar'da buna gene şarkiyle cevap ve­ rirler. Bunlar'dan birer mısra: Delikanlılar: Alıp kelgen bazar'dan kara nasar car-car Qara quyrıq sâvkelen sasındı basar car-car. ■ Akem-ay dep cılamanızdar bayqus qızdar car-car, Aken üsin qayın atan onda'da bar car-car. Anadolu Türkçesİyle anlamı: Pazar'dan getirdiğimiz kara nasar yar-yar, Kara kuyruklu şapkan saçını basar yar-yar. Babanız İçin ağlamanız zavallı kızlar yar-yar, Babanız yerine kayınpederiniz orada'da var • yar-yar. ,Buna karşılık kızlar'da şu şarkıyı söyliyerek cevap ve­ rirler: *: Cazğı turğı aqşa qar cavmaq qayda car-car, __ 43

_

Quhn-tayday oynasqan oncaq qayda car-car: Â z e r caqsı boisa'da qayın atamız car-car, Aynalayın ö z atamday bo!maq qayda car-car. Anadolu Türkçesiyle anlamı: îlkbahar'da yağan beyaz karlar nerede yar-yar, Taylar gibi oynadığımız kendi evimiz nerede yar-yar. Kayınpederimiz ne kadar iyi oisa bile yar yar, Sevgili k e n d î babamız g i b î olmak nerede yar-yar. Bu şarkılar söylenirken İhtiyarların ve hanımların' ağlamaları olağan şeylerdendir. Kızın evindeki mera­ sim bittikten sonra, gelin kendi evini terk ederken orada bulunan akrabalarını kucaklayarak ağiar ve her akrabası İçin ayrı-ayn «Uzatqan qızdın körisi.» denilen şarkı söyler. Bu şarkı kızın kabiliyeti ve hazırlığına göre çeşitli olur. Mesela kızın, kardeşi yok ise, şarki­ nin konusu ekseriya anne-babasının yalnız kalması olur. Veya kardeşleri henüz g e n ç ise, veya herhangi biri hasta İse, aile'den birisi yakında Öİmüş İse, « k ö - ris»'te bunlardan da bahsedilir. Bununla beraber evi­ ni terk etmekte olan, yani, yeni hayat İçin. beyinin evine gitmekte olan ,kız, b ü t ü n akrablanndan İşlemiş olduğu hatası oldu ise af etmesini ayrı-ayrı hitap et­ tiği şarkısında rica eder. Gelin, g ü v e y i n evine yaklaşınca, damadın akra­ baları tarafından karşılanır. Gelinin gelmesine sevi­ nen damadın akrabaları «şâşüv» dedikleri, şejre fazla birşeyler yapamıyorlard i . Esir aldıklarına akla gelmedik işkenceler tatbik ediyorlar ve sokaklarda dolaştırarak, h ü k ü m e t e karşı gelmenin sonu bu olacağını gösteriyorlardı. İsyan b u minval üzerine s ü . ü p gidiyordu. Aile­ lerinin yanlarında olması, milliye çilerin savaşına çok sekte veriyordu Fakat onları yanlarına almadıkları takdirde komünistlerin kucağına atmış olacaklardı ki, bu da feci sonuçlar sağlıyacaktı. Diğer taraftan hava­ ların soğuması ve dağların, keskin rüzgarları da, m ü ­ cadeleye mani oluyordu. Buna rağmen, harp yoluyla bir neticeye ulaşamıyacağını anlayan Şİn Şi Sey, A l tay valiliğini yapmakta oian ve halk tarafından sevi­ len Cansmhan Hacı'yı sulh için milliyetçilere gönder­ di.

OSMAN İSLAMOĞLU SULHU KABUL ETMİYOR 1941 senesinin Ekîm ayında Canımhan Hacı ve Çinlilerden müteşekkil bîr grup- müzakerelere giriş­ mek üzere, milliyetçilerin karargahına geldi. Canım­ han Hact, mevsimin' kış o l d u ğ u n u , çoluk çocuğun pe­ rişan olacağını bu sebeple suih teklifinin kabul edil­ mesini söyledi. Milis kuvvetlerinden Halil Tacİ ve Esîmhan Ukarday b u teklife yanaştıkları halde, Osman Batur ve iki arkadaşı, kabul etmediler. B ü t ü n ısrarla­ ra rağmen iki arkadaşıyla birlikte, diğerlerinden ay­ rıldılar. Müzakereler sırasında Ç i n l i delegeler, evvelce yapılan anlaşmanın geçen defa olduğu gibi ihlâl edîlmiyeceğini, hatta bu mevzuda Şin Şİ Sey ile dahi görüşme yapabileceklerini söylemişlerdi. Canımhan — 118 —

Hacı, Ç i n l i delegeler tarafından daimi surette göz hapsinde olduğundan, milliyetçilere hakikati bir t ü r ­ l ü söyiiyemiyordu. Kış aylarında mücadelenin zorlu­ ğunu anlayan ve bu sözlere inanan milliyetçiler 17 kişilik bîr heyeti Urumç.ye yolladılar. Heyet mensup­ ları arasında Halil Taci, Esİmhan Ukurday, Zeyned, Burambay ve Kadir beyler vardı. Urumçiye uçakla gelen b u temsilciler; aldatıldık­ larını pek kısa bir zamanda anlamışlardı. Fakat İş iş­ ten geçmiş Şîn Şi Sey tarafından hapse atılarak da­ ha sonra da öldürülmüşlerdi. Bu suretîe Osman Batur'un tavsiyelerini dinlemeyen milis kuvvet, sindiril­ miş oldu. Silâhını teslim etmeyen Osman Batur ve arkadaş­ ları, mücadeleye devam ettiler. Kuvvetlenebilmek için, sağa sola tekrar adamlar gönderildi. Bir taraftan da çete muharebelerine devam edildi. Osman Batur'un adam toplattığın! ajanları vasıtasıyla öğrenen za­ lim vali, sıkı tedbirler almağa başladı. İlk olarak as­ ker temin etmekle mükellef olan milliyetçilerden Bürkîtbay Batur'u kanlı köpekleri vasıtasıyla yakalattı. Urumçiye göndererek hapsettirdi. Bürkitbay Batur'un hapisteyken bir sene evvel evlendiği karısı Ayşe'ye yazdığı şiir şöyledir: ' Bürkitbay Batur, alandım, Osman nan bata aldım, Küs kÖmekti cîyam dep qa!qım uçin mataldım. İki qolum baylavda, iki gözüm caynavda, qızıl filim sayravda, Maqsadıma çete almay işîrn ottay qaynavda. Atten Ayşe qayteyin alp edip biltîr ğana caylavda Gözün qalqım caynavda düşmanın tısın qayrada Erkin getİp basman bağlanın boldu aydavda Qalqımntn Qazaq balası oyunda bolsa sanası, _

119 —

Tafpinip izde erkindik Allahin ceter panası. Salemim cefsîn Osman'ğa aldanbasırt düşrrianğa, Hakkacalirtip sigarsın halkın bostanğa. ANADOLU TÜRKÇESİ : Bürkifbay Batur, dendim, Osman'dan dualar aldım, Güç kuvvet toplayacağım deyip halkım için bağlandirh. İki gözüm görüyor, kızıl dilim konuşuyor amma, iki elim bağlı İçim ateş gîbi yanıyor, çünkü, maksadıma erişemedim. Düşmanın diş bilerken halkımın g ö z ü parlıyor. Hürriyetin elden gittikten sonra, münevverlerin sürülmekte, Halkımın Kazak evlâtları, iyi düşüncesi olsa, Hürriyetin, İstikbalin için ayaklan yeter Allahin sayası Selâmım yetişsin Osman'a aldanmasın düşmana, Hakka yalvarıp yetiştirsin halkı hürriyete. (22) Bu şiiri yazdıktan sonra, orada çalışan bir Türkie dışarıya gönderen Bürkİtbay Batur, kısa bîr zaman sonra « H a i n » suçuyla kurşuna dizilmiştir. Halk bu b ü ­ y ü k kahramanın şürînİ, bir hürriyet marşı gibi ağız­ dan ağıza dolaştırıyordu. OSMAN İSLÂMOĞIU, OSMAN BATUR OLUYOR Rusların Doğu Türkistanı Terk Edişleri Bürkİtbay Batur'un kurşuna dizilmesini müteakip 122) Bürkİtbay Batur, 1916 senesinde Altay vilâyetinin Köktoğay kazasın­ da doğmuştur. (Kazak Sovyet Ansiklopedisi, cilt, 2. Sn. 544, 1973, A l -

ma-Aîa) oBilİm

câne

Enbek»

dergisinin

hİfesînde İukpan Badavamov'ta Alma-Ata'da çıkıyor.

}966

Biîrkitbay

senesindeki 6. sayısının hakkında

— 120 —

bilgi

25. sa-

vermekte.

Dergi

Osman İslamoğluna iştirakler fazlalaşmıştı. Halk ona bir m i l l î kurtarıcı g ö z ü y l e bakıyor, bağlanıyor ve şük­ ran ifadesi olarak Osman « B a t u r » « K a h r a m a n » deme­ ğe başlıyor. 20 Şubat 1942 tarihinde Halil,'Taci'nin oğlu Zayip 25 g e n ç ve iki silâhla, Keleş Batur 30 arkadaşı ve 3 silâhla Osman Batur'a iltihak etmişlerdir. G ü n geçtikçe artan bu kuvvetlerin en b ü y ü k sı­ kıntısı silâh ve cephane idi. Fakat Osman Batur silâh­ tan ziyade adamlarının imanlarına g ü v e n i y o r d u . Ç a r ­ pışmalar zaman zaman devam ediyordu. Bu arada pek çok vatan perverler de kaybedilmişti. Bunlar arasın­ da Halil ve Halil Tacİ'nİn oğlu Zayip'ler de vardı. Artık Ruslar, Batı Türkistan yetmiyormuş gibi. Do­ ğu Türkistanı da almak İçin Şin Şi Sey vasıtasıyla t ü r ­ l ü entrikalar çevirirken, Alman - Rus harbinde, Mos­ kova elden gitmek üzereydi. Bu sebeple Ruslar Doğu Türkistandaki kuvvetlerini sür'atle çekmeğe başladı­ lar. Bu hareket Şin Şi Sey'e b ü y ü k bir darbe olmuştu. Artık kendisini desfeklîyecek Dış Moğol askerleri de yoktu. Halbuki bu kuvvetler eündeyken d a h î , milli­ yetçileri sindîrememİŞ, onların hürriyet duygularını sÖndürememîştİ. 1943 senesinde, Ruslar Doğu Türkistandan tama­ men çekildikten sonra, Osman Batur'un mîlis kuvvet­ leri Şin Şî Sey'in askerlerini her tarafta bozguna uğ­ ratmağa başladı. Milliyetçiler, Altay'ın b ü y ü k şehirle­ ri h a r i ç her tarafı ele geçirmişlerdi. Daha sonra, Os­ man Batur adamlarım 1 etrafa yolladı ve halkla temasa geçildi. Halk bu kahramanları b ü y ü k bir şevk içinde karşılıyor, konuşabilmek İçin can atıyordu. Artık kuv­ vetten kesilen Şin Şİ Sey'de Moskovaya kadar gide­ rek,- komünist partisine aza olmasına rağmen, Cinden yardım talep ederek onlara sığınmıştır.

— 121 —

Osman Batur, düşmanların! her tarafta bozguna . uğratırken, çoğunlukla gelen Ç i n l i l e r i dağıtabilmek î çin, çok sayıda silâh ve cephaneye İhtiyaç olduğunu biliyordu. Bunu tahakkuk ettirebilmek İçin tek çare vardı. O da, Ruslar'ın kuklası olan Moğollarla anlaş­ mak. Zaten Şin Şİ Sey'de kendisini bırakıp gittikleri için Osman Batur harekete geçmeliydi. Bu cümleden olarak Baytık dağında Dış Moğoîİar'Ia bir ticaret an­ laşması yaptı. Haziran 1944 de imzalanan Baytık an­ laşmasının ana hatları şunlardır: 1 — Osman Batur, Dış Moğolyaya hayvan ve yapağı verecek, 2 — Dış Moğolya'da buna mukabil Osman Batur'a silâh verecektir. Mukavelenin İmzalanmasından kısa bir m ü d d e t sonra, Dış Moğolya silâh göndermeğe başladı. Fakat, bunlar İyi cinsten olmayıp ancak hurda nevinden sİİâhlardı. Bunların içinde İşe yarıyacaklar da b u l u n u ­ yordu. Bir ara Moğollar daha fazla silâh vermek şar­ tıyla, Altay madenlerini İşletmek hakkını istemîşierse de, Osman Batur Duna müsaade etmedi. Milliyetçiler, silâhlandıktan sonra b ü y ü k bîr ta­ arruza giriştiler. (Osman Batur'un Moğollarla yaptığı anlaşmayı, Çankayşek (Soviet Russia'în China) İsimli kitabında, Rusların bîr körüklemesi olarak İfade edi­ yor ki bu yanlıştır. Halbuki Kazak Türkleri Rusları ve Çinlileri çok İyi tanırlar. Bu aynen, 14 Haziran .1950 tarihli Pravda gazetesinin, «Kazak Türklerini Amerika­ lılar kışkırtıyor» demesi gîbi bir şeydir. B ü t ü n dünya biliyor k î , Kazak Türkleri h i ç bîr devletin oyuncağı olacak insanlar değildir. Onlar sadece hür olmaJ< için savaşıyorlardı.) Altay vilâyetierindeki Ç i n l i l e r i , Osman Batur kıs kıvrak çevirmiş ve Şin Şi Sey ile temaslarına mani o l _

122 —

muştu. Milliyetçiler, artık "ileri karakollara kadar bas­ kın yapıyorlar ve böylece hasımlarına g ö z açfırmıyarak, şehit kardeşlerinin intikamlarını almış oluyorlardı. Çinliler İse, okullarda Osman Batur aleyhine pro­ pagandaya başlamışlardı. Öğrencilere,- milis kuvvet­ lerini birer cani olarak tanıtmağa gayret ediyorlar ve bunları g ö r d ü k l e r i yerde h ü k ü m e t e haber vermeleri­ ni söylüyorlardı. Uzun zaman vatandaşları için akla hayale gelmiyecek kahramanlıklar gösteren ve her girdiği savaşta b ü y ü k muvaffakiyetler kazanan Osman Batur İçin 1943 senesinin son baharında, Aitay'ın Kızılkaya de­ nilen yerinde halk bu yiğide bîr «Teşekkür Partisi» ha­ zırlamıştı. Osman Batur bu toplantıda Doğu Türkistan .Kazak Türklerinin askeri, ve m ü l k i en b ü y ü k başkanı olarak İlân edilmiştir; (23)

KUKLA ŞİNŞİSEY'İN YENİ DALEVERALARINDAN BİRİ A d i vasıflarından hiçbirini kaybetmeyen uşak vali Şİn Şî Sey, Ruslar'ın Batı Türkistanda tatbik etmiş olduğu parçalama sistemini, aynen Doğu Türkistanda da tatbike koymağa başlamış ve bu cümleden olarak aralarında hiçbir milliyel farkı olmayan Doğu Türkis­ tan Türklerini, bir bîrinden ayrı 14 millete bölmüştü. Gayesi, bunları birbirine katıp m i l l î duygularını bal­ talayacak, kardeşi kardeşe düşman edecek ve ancak bu şekilde, emellerini *ahakkuk ettirmiş olacaktı. Bu (23) Kazak Yazarlar Birliğinin Aylık Organı « C u l d t z » dergisinin 1973 se­ nesinin 1 ] . sayısındaki uzun yazısında, Birliğin genel sekreteri  n ü v a r Âlimcanoglu (sh. 30): n... Î943 senesinin Mayıs ayının ayağında beyaz keçe üzerine k o . nularak

gösterilmek

suretiyle

Osman

Han-Batur

— 123 —

ilan

edildi...»

diyar:

maksatla neşrettiği (Aliı Yol) şunları ihtiva ediyordu:

İsimli sahte

bülten,,

1 — «Emperyalistlere karşı o l m a . . » Bu madde île, kendi politikasına zararlı gördüğü kimseleri, ko­ laylıkla suçlandıracak ve ortadan kaldırabilecekti. 2 — «Sovyetlerle ebedi .dost k a l m a k . . » Bîr çok aydın gençleri ve milliyetçileri itham edecek s u ç b u ­ lamadığı zaman, hemen bu maddeyi ele alacak ve (dostumuz Sovyetlere karşı kaba davrandın, aleyhle­ rinde konuştun, onlardan İyi bir devlet yoktur) diye­ rek tevkif edecekti. Vali, Türkistan ahalisinin Ruslar­ dan ne kadar fazla .nefret ettiğini bildiği 'halde, bu madde île milliyetçileri itham etmekten zevk d u y u ­ yordu. . . .

DOĞU TÜRKİSTAN CUMHURİYETİ KURULUYOR

Osman Batur'un alevlendirdiği istiklâl mücadele­ si, Doğu Türkistanm b ü t ü n vilâyetlerinde benimsen­ mişti. Artık b ü t ü n Doğu Türkistanm her yerinde Ç i n ­ lilere karşı hareketler oluyordu. Nihayet 1944 yılının haziran ayında Kulca « i l e » halkı, kendilerine çok hak-. sız hareketlerde bulunan bîr Ç i n l i askeri Öldürerek, si~ lâhınr alıyor, ve bu surefle Kulca'nın Nilkİ denilen ye­ rinde ilk mücadeleye başlamış olunuyordu. Böylece, hürriyet mücadelesinde îsfİkiâl rneş'alesine kibrit ça­ kılmış oluyordu. Bundan sonra galeyana gelen Kulca haikı, her gördüğü yerde Ç î n l î askerlere hücum edi­ yor ve silâhlarını alarak ö l d ü r ü y o r d u . Silâhsız' çarpı­ şan bu kahramanlar, adeta ö l ü m l e alay ediyorlardı. Vatan için ölmek hususunda bir-bîrleriyle yarışa baş­ lamışlardı.

_

124 —

:

Kısa bir zamanda silahlanan'Kulca «İle» halkı, A İ i ­ han Töre isimli bir kahiamanı h ü k ü m e t başkanı ola­ rak seçtiler. Ellerinde gerçi eskiye nazaran fazla si­ lâh bulunuyorsa da, b ü y ü k kitleler halinde olan Ç i n ­ lilere kıyasla, bu bîrşey ifade etmiyordu. Bu sebeple Aİihan Töre ilk iş olarak silâh teminine başladı. Bu ihtiyacı bilen Rus konsolosu, Aİihan Töre'ye arzu et­ tiği takdirde yardımda bulunabileceğini söylemişti. Halbuki, Kazak Türkleri en az Çinliler kadar Ruslardan d a - n e f r e t ediyorlardı. Bunun için onlardan silâh te­ min etmek istemiyorlardı. ■ Fakat, her şeyden evvel Çinlileri Doğu Türkistan'dan kovmak lâzımdı. Bu .se­ beple Aİihan Töre, Rus konsolosunun teklifini kabul etti. Fakat silâhların teslimi için bazı şartlar ileri s ü ­ r ü l d ü . - Buna göre, Ruslar Doğu Türkistan ordusunda' verilen silâhların ne şekilde kullanılacağını öğretmek üzere subay vereceklerdi. Osman Batur'un da dediği gibi bu iki emperyalist memleketin arasında ezilip kalmışlardı. V e onun için de istemeye İstemeye az subay gönderilmek şartıyla bu teklif kabul edildi. Lüzumlu silâhların temininden sonra, Külca'îılar, . Aİihan Töre'nİn idaresinde galibiyetten galibiyete koş­ tular. Ve sonunda Kulca şehrini Çînlîler'den temizle­ yerek 1944 senesinin Kasım ayında Doğu Türkistan Cumhuriyetini resmen ilar ettiler. Aİihan Töre'yi ele Cumhur-Başkanı yaptılar. Aİihan Töre, Cumhuriyetin İlânını müteakip b ü ­ t ü n kuvvetlerini Çinlilere karşı çevirmiş, Rusların ta­ h a k k ü m ü altındaki Batı Türkistan île Kulca hududunu ise hemen hemen boş bırakmıştı. Yardim için gelen, silâhların nasıl kullanılmasını Öğretmiye gelen Rus subayları, yeni kurulmuş olan Cumhuriyete g ö z dik­ meğe başladılar. Bu sebeple Kulca'ya durmadan bir çok idari müşavirler gönderiliyordu. Tabiî bu hal baş-

— 125 —

ta Alİhan Töre olmak üzere, b ü t ü n milliyetçileri çok kızdırıyordu. Düşündürüyordu. Fakat, hem Ç i n ve hem de Ruslarla birlikte muharebe etmek tehlikeli olacağından, sükutu tercih ediyorlardı. Ufak bir ha­ reket, Cumhuriyetin İstikbali. İçin k ö t ü olabilirdi.' Do­ ğ u Türkistan Cumhuriyetinin nasıl kurulduğu v e na­ sıl yıkıldığı hakkında daha etraflıca bilgi verebilmek İçin « B ü y ü k T ü r k e l î » dergisinde yayınlanan bir ma­ kalemizi buraya alarak, «Doğu Türkistan Cumhuriye­ t i » hakkındaki yabancıların fikirlerinde belirtmek is­ tiyoruz:

«KURULUŞUN 30 VE YIKILIŞIN 25. YIL D Ö N Ü M Ü DOLAYISÎYLE ŞARKİ TÜRKİSTAN CUMHURİYETİ « . (Kulca) vilâyetinde kurulan «ŞARKİ TÜRKİSTAN CUM­ HURİYETİ» şimdiki vaziyette, Doğu Türkistan'da Türk­ ler tarafından kurulan son Türk Devîetî'dır. Hatta, Kıb­ rıs'ı saymazsak, 1944 senesinde Doğu Türkistan Türk­ leri tarafından kurulan ve 1949 senesinde de Sovyet Rusya İle komünist Ç i n tarafından yıkılan Şarki Tür­ kistan Cumhuriyeti Türk tarihindeki en son kurulan devlet sayılmaktadır. Doğu Türkistan Türklerinin kan ye îmânı sayesinde b ü y ü k fedakârlıkla kurulan «Şar­ ki Türkistan Cumhuriyeti» hakkında Amerikalı yazar Owen Latımore şöyle der: « . bir ayaklanma oldu. Ç i n lîteraturında buna «İning Va­ kası» (*) denilir. Bu ayaklanma Doğu Türkistan tarî(.*) Çinliler İLİ'yo «Irıİrıg» derler.

— 126 —

hinde yeni bir devir açmıştır. Kulca'da «Şarki Türkis­ tan C u m h u r i y e t i » kurulmuştur. Şarki Türkistan Cumhurîyetî'nin askerî liderleri A ü h a n Töre ile Osman Batur i d î . . . Uygurların azınlıkta ve Kazakların da ço­ ğunlukta olduğu bu b ö l g e y i savaştan hemen sonra dolaşmış olan Frank Robertson adındaki Amerikalı muhabirin belirttiğine göre Çin'lilerîn iddia ettiği g î b î ayaklanan halk — m o d e r n Rus silahları kullanma­ makta— idi. Ayaklanmadaki esas kuvvet Kazak süva­ rileri idi. Onlar Manas Nehrine kadar ilerlemiştir...» (24) Eylül 1948 de Doğu Türkistanı ziyaret eden Prof. A.D. Barnett adındaki Amerikalı da şöyle der: « ...İLİ'deki ayaklanmanın başı olan Alİhan Töre, hareketin daha sonra Rusların tesiri altına girmesiyle ortadan kayıp o l d u . . . Yîne bu hareketin başındaki l i ­ derlerden Osman Batur ile Alibeg Hakim g i b i başlan­ gıçta Altay vilâyetinin valisi ve Savan'ın kaymakamı g i b i siyasî hizmete tayin edilmiş olan Kazak'lar ise, daha sonra İÜ'dekİlere karşı çıktı...» (25) Basjl Davİdson adındaki İngiliz, 1956 senesinde Doğu Türkistanı ziyaret ederek İLİ bölgesine de var­ dıktan ve İLİ ayaklanmasına fitlen iştirak eden, «Şarkî Türkistan C u m h u r i y e t i » ordusunun 2. Alay'ının k u ­ mandam olmuş olan Yusuf Han r ı da g ö r d ü k t e n sonra ona atfen şöyle yazıyor: « . H ü k ü m e t i Şın Şı Sey'den de beter olmuştur... İLİ ayaklanmasında Kazak süvarileri ü s t ü n sayıdaki düşma­ nı defalarca yenilgiye uğratmıştı...» (26) (24) Owen L a t i m o r » , PİVOT OF ASIA, Boston, 195CK Sh: 8 6 - 8 7 (25) Prof. A.D. B e r n a » , CHİNA O N TFE EVE OF C0MMUNI5T TAKEOVER, Naw York, tondan, 1963. Sh: 268 (26) Basil DAVİDSON, TORKISTAN ALİVE, Lonticn 1957. Sh: 1 2 1 - 1 2 2

— 127 —

« . isicumhuru Alihan Töre, muavini Hakim Beg île A b ı l hayır Töre îdi. Alihan Töre daha sonra ortadan kayıp o l d u . , . » (27) « . tuluş O r d u s u » denilen Sinkıang'a (Doğu Türkistan'a) geldiğinde, ü ç vilâyetin ordusundan Marhop adında bir Tatar'ın kumanda ettiği bîr b ö l ü k de Urumçî'de düzenlenen zafer geçidine komünist Ç i n askerleriyle beraber iştirak etmişti...» (28) Ç i n ' d e harbi kaybederek Formoza'ya kaçtıktan sonra yazdığı ve 1958 senesinde neşrettiği kitabında Çankayşek de şöyle diyor: « . faaliyet göstermiye başiadı... 1944 senesinin Kasım ayında da aniden İLİ'de «Şarki Türkistan Cumhuriye­ t i » adında bir kukla h ü k ü m e t k u r d u r d u . . . » (29) N.N. Mîngulov denilen Sovyet yazarı, 1962 se­ nesinde Kazakistan'da tıkan bir kitaba yazdığı maka­ lesinde de şöyle demekte: « . Hamîd ve diğerlerinin İdaresi altında İLİ vilâyetinin Nıİkı kazasında başlayan ayaklanmada kullanılan si­ lah sadece 100 t ü f e k t e n ibaret idi. Nılkı'da ayaklanma 12/Kassm/1944 g ü n ü başladı. 13/Kastm/1944 günü Ayranbağ île İÜ hava alanına hücum edildi. 14/Kasım/1944 g ü n ü Alihan Töre'nîn başkanlığında toplan­ tı oldu. 15/Kasım/1944 g ü n ü Alihan Töre'nîn başkan­ lığında «ŞARKİ TÜRKİSTAN CUMHURİYETİ» k u r u l d u . . . » (30) (27) Ayni eser Sh: 125 (23) A y n i ©ser Sh:131 - 132 (29) Chiaog Kd-Shek, C0V1ET RtlSSIA İ N C H İ N A , 1958 New Yorlc. Shi 109-110 (30) Voprasİ Utorti Koıokisîonaî Vostoçnogo Türk İstan a, A İma-A ta, 1962. Sh: 74

— 128 —

«Sınkîang Kazakları Hakkında» denilen başlıkla yayınlanan makalesinde, Sovyet ilim adamı Dr. Lukban Badavamov da şöyle diyor: « . neden beri devam ediyordu. Pek çok kimseler kendi halkının hürriyeti için canını feda etmişti. İşte onla­ rın biri de Bürkitbay Batur i d î . (**) ... 1944 senesi­ nin sonuna doğru, Doğu Türkistanın başka bölgele­ rinde de ayaklanmalar o l d u . M e s e l â , 12/Kasım/1944 g ü n ü Akbar Batur, G a n î , Fatih, Batur'iarın önderliğin­ de İÜ'nİn Nılkı kazasında silahlı ayaklanma oldu. Ne­ ticede Altay ile İLİ isyanı Tarbagatay vilâyetine de si­ rayet e t t i . . . A d ı geçen ü ç vilâyet kurtarılarak M i l l î De­ mokratik H ü k ü m e t k u r u l d u . . . » (31) Sovyet Rusya ile Komünist Ç i n ' i n arası açıldıktan sonra, Rusya'ya kaçarak orada hatıratını yayınlayan ve zaman - zaman Batı Basınında hakkında yazılar çık­ makta olan General Zunun «Taypov'da Sovyet Rus­ ya'nın menfaatine uygun olarak yazdıklarında, her şeye rağmen, bazan hakikati gizleyememekte. Mese­ l â , İÜ'dekî ayaklanmanın başlangıcı ve o n u n sonraki akıbeti hakkında şöyîe diyor: « başlangıçta «Hürriyet Teşkilatı» idare e d i y o r d u . . . (32) Evet sonra ne oldu? Bu hususta, General Zunun Yaypov hakikati değil, patronlarının arzusuna göre uydurmacılığa sapmakta. Doğu Türkistan'daki Kazak Türklerinin durumu ve bilhassa Osman Batur'un mücadelesiyle, Şarkî Türkîs( * * ) Bürkübay Batur, meşhur Osman Batur'un yakın arkadaşıdır. Ç i n ' İİfer tarafından jerıtd. edilmiştir. (31} Lukban Badavamov, B İ L İ M câtte ENBEK dergisi; Sayı: 6, Sh: 2 4 - 2 5 - 2 6 . 1966, A l m a - A t a . (32) Zunun Taypov, PROSTOR Dergisi, Sayı: 2. 1972 Alma-Ata.

129 —

F: 9

.

tan Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve akİbeti hakkında A b deş Cumadiloğlu tarafından yazılan «Son G ö ç » adlı romana yazdığt önsözde, «SSSR İlİrri Akademisinin Uzak Doğu Enstitüsünün M ü d ü r ü » T. Rahimov'da şöyle diyor: « sinde Sinkİang (Doğu Türkistan) in kuzeyindeki ü ç vilâyette Şarki Türkistan Cumhuriyeti k u r u l d u . . . (33) Sovyet Rusya'dan, Ç i n ' d e n , İngiltere ile Amerika'­ dan gösterilen yukarıdaki kaynaklan başka memleket­ lerde ve bilhassa Türkiye'de çıkmış olan eserlerle da­ ha da çoğaltmak m ü m k ü n d ü r . Fakat, buna lüzum gör­ müyoruz. Ç ü n k ü , yukarıda muhtelif memleketlerden gösterilen kaynaklarda da açık olarak belirtildiği gibi, bundan 30 sene evvel Doğu Türkistan'ın İÜ vilâyetin­ de «Şarki Türkistan C u m h u r i y e t i » adı altında h ü r bir h ü k ü m e t kurulmuş ve b ü t ü n baskılara rağmen 1949 senesine kadar ayakda durabilmiştir. Burada şu h u ­ susu açık olarak belirtmek gerekir k i , Türk ırkının ana vatanı Ulu Türkistan'ın Ç i n istilâsı altındaki d o ğ u ke­ siminin kuzeyindeki ü ç vilâyette, y a n î , Altay, Tarbağatay v e İLİ'de 1944 senesinde kurulan ŞARKİ TÜR­ KİSTAN CUMHURİYETİ, Çankayşek g i b î bazı art d ü ­ şünceli kimselerin iddia ettiği g i b i , herhangi bîr. ya­ bancı devletin kışkırîmasıyîe kurulmuş değildir. 1944 senesinde merkezi İLİ'de olmak üzere Altay, Tarbağatay vilâyetinde kurulmuş olan bu Türk Cumhuriyeti, Türkistan Türklerinin îst'klâl aşkîyle, Doğu Türkistan'ın m i l l î istiklâli için kurulmuştur. Bunun aksini iddia et­ mek Türkistan Türklerine hakaret v e hakikatleri de i n ­ safsızca tahrif etmektir.

(33) SON G Ü Ç , CUIDIZ

Dergisi,

Sayı;

9.

Sh:

__ 130 —.

55,

Aİma-Ata.

1973

Senelerce evvel Altay'da Osman Batur tarafından başlatılan istiklâl mücadelesine 1944 senesinin sonuna doğru İLİ vilâyetindeki miiliyetçiierin de İştirak etmesi ve Tarbağatay'hların da onları (***) desteklemesi k ı ­ sa zamanda adı geçen ü ç v i l â y e t i n Çİn'lîlerden temiz­ lenmesine ve Şarkî Türkistan C u m h u r i y e t i n i n k u r u l ­ duktan sonra kısa zamanda b ü y ü k gelişme sağlamış­ tır. M e s e l â , Şarki Türkistan Cumhuriyeti kendi para­ sını basmıştır. (Bu parayı kullanmak bize de nasip o l ­ m u ş t u ) . Maarif işine de b ü y ü k ehemmiyet vererek meseleye T ü r k l ü k açısından çareler bulmaya çalışmış­ tır. Mîllî basına da bilhassa ehemmiyet vererek bu sa­ hada da kısa zamanda b ü y ü k gelişmeler sağlamıştır. «Azat Şarkî T ü r k i s t a n » , «İnkılabı Şarkî Türkistan», «Erkfî A l t a y » , «Bizdin Davıs» g i b î gazete ve dergile­ rin kısa zamanda neşredilmesini başarmıştır. Bunun hepsinden daha m ü h i m i . Şarkî Türkistan Cumhuriyeti Mîllî Ordusunu teşkil etmiştir. Resmî üniformalı, ay yıldız'lı apolefli ve ay - yıldızlı bayraklı M i l l î Ordunun subayından erine kadar hepsi Türkistan T ü r k ü îdî. Hepsi bir tek hedef İçin, Doğu Türkistan'ın istiklâli İçin ve « Ç i n ' i Seddî Çîne kadar k o v m a k » için savaşı­ yordu ( 3 4 ) . İşte böyle m i l l î bir ruh içinde savaşmak­ ta olan Şarkî Türkistan M i l l î Ordusu kısa zamanda Ma­ nas nehrine kadar olan, Doğu Türkistan'ın kuzey ta­ rafını Ç i n l i l e r d e n temîzlemişdİ. Fakat, bu durum Ç i n ' ­ in olduğu kadar Rus'un da işine gelmedi. Neticede, gene Türkistan T ü r k ü n ü n e z e l î iki düşmanı, Türkis­ tanlılara istiklâl vermemek işinde birleşti. Bunun için de müşterek çareler kullanmaya başlamıştır. Bunun i l ( * * * ) Doğu Türkistan'ın kuzeyindeki bu Ü ç vilâyetin nüfusunun yüz­ de doksanı Kazak T ürk lor İd îr. Komünist Ç i n bu bölgeyi «Kazak Avfonom Ü l k e s i » olarsk kentti başına a y r ı bîr bölge ilan etmiştir. (34) Şarkî Türkistan Cumhuriycti'nin askeri marslarında bu husus bilhassa belirtiliyordu.

- — 131 —

ki olarak Ruslar, Şarkî Türkistan Cumhuriyeti Ordusu­ nun ilerlemeden durmasını aksi halde kendisinin de Şarkî Türkistan Cumhuriyetine karşı hücuma geçece­ ğini belirtmiştir. Ve Şarkî Türkistan Cumhuriyeti h ü ­ k ü m e t i de Ç i n ' l e anlaşma yapmaya zorlamıştır. Neticede, 17.10.1945 de Doğu Türkistan'ın mer­ kezi Urumçî'de Ç i n h ü k ü m e t i y l e Şarkî Türkistan Cum­ huriyeti h ü k ü m e t i arasında sulh görüşmeleri başladı. Bu görüşmelerin sonucu olarak 15.6.1946 da bir an­ laşma İmzalandı. Fakat, bu anlaşma İmzalandığı sıra­ da, Şarkî Türkistan Cumhurîyeti'nin çehresi bîr hayli değişmişti. Ç ü n k ü , Şarkî Türkistan Cumhuriyetinde Rusların tesiri oldukça kuvvetlenmişti. Buna karşı koy­ maya çalışan Aİîhan Töre, Ruslar tarafından kaçırılmış­ tı. (35) Cumhuriyetin kurucularından olan Osman Batur İle Alibeg Hakim gibi elinde silâhlı kuvvet olan milliyetçiler İse, Rus kuklası olmaya başlayan Şarkî Türkistan Cumhurîyeti'ndeki vazifelerinden çekilmiş­ lerdi. (36) Fakat, her şeye rağmen Şarkî Türkistan Cumhu­ riyeti 1949 senesinde Doğu Türkistan tamamiyle ko­ münist Ç i n birlikleri tarafından i s t i l â edilinceye kadar ö m ü r sürmüştür. Şarki Türkistan Cumhuriyetinin Mîl­ l î Ordusuna mensup bîr b ö l ü k , Doğu Türkistan'ın mer­ kezine gelen komünist Çİn birlikleriyle beraber «za­ fer geçitİne» iştirak ettirilerek ( 3 7 ) , artık «Şarkî Tür­ kistan C u m h u r i y e t i n i n tamamen Rus ile Ç i n ' i n müş(35) Alihcn Töre'nin akıbeti meçhuldür. Fakat, Ruslar tarafından k a ç ı r ı l ­ d ı ğ ı muhakkak. (36) KAZAKİSTAN VE D O Ö U TÜRKİSTAN T A R İ H İ N İ N MESELEIERİ, deni­ len 1962 senesinde A I ma-A ta'da «Kazak SSR i l i m A k a d e m i s i » tarafından neşredilen kitabın 89. sahif esinde bu hususta şöyle denilmekte: «Osman ve Alibeg g i b i haydutlar (!) kar§ı sıkmıştı. Osman'ın 1500 va Alİbeg'İn de 900 adamı vardı.» (37) TÜRKİSTAN

AUVE,

Basıl

Davidsan,

London

— 132 —;

1957,

Sh:

132.

terek çabasıyle yıkıldığının 1949 senesinin Ekim ayın­ da açıklanışma kadar, Doğu Türkistan'ın kuzeyindeki ü ç vilâyet kendi Jbaşına Doğu Türkistan'ın diğer böl­ gelerinden ayrı olarak yaşamıştır. Şarkî Türkistan Cumhurîyeti'nin kurucularından bîri olan Alibeg Makim şimdi Türkiye'de Salihli kaza­ sında oturuyor. Şarkî Türkistan Cumhurîyeti'nin resmî devlet memuru olmuş olan Ö m e r Çobanoğlu (Baykonakoğlu) ve Kaynaş Gayretullah, bîr k a ç sene evvel Türkiye'de vefat etmiştir. Nursafa Engin ise şimdi İs­ tanbul'da oturuyor. Şarkî Türkistan Cumhuriyetinin mîllî üniformasiyle askerî hizmetlerde bulunmuş olan­ lardan Musa Uluçay, Mördihan Mergen, Medalim Ç a ­ lışkan, Sabihan Pınar, Tökeş Dönmez ve Nurseyt Ü s ­ tün beğier de Türkiye'de hayattadır. Kuruluşunun 30. ve yıkılışının 25. yıl d ö n ü m ü dolayısiyle Şarkî Türkistan Cumhurîyeti'ne hizmet ederek o uğurda şehîd olanlann ruhu Önünde eğîlîr, sağ olanîara Türk tarihinde kurulan son Cumhuriyete etmiş olduğu hizmetleri için şükranlarımızı sunarız.» Doğu Türkîstanda «Doğu T ü r k i s t a n » Cumhuriye­ tini îik defa tanıyan A l t a v ' d a k î milis kuvvetleri baş­ kanı Osman Batur i d i . . . Bu yeni Cumhuriyet, Osman Batur'un senelerce yaptığı mücadelenin bir neticesi sayılabilirdi. Ç ü n k ü Osman Batur, bir taraftan k o m ü ­ nistlere karşı b ü y ü k muvaffakiyetler elde ederken, d i ­ ğer taraftan da güzide adamlarını başka vilâyetlere yollıyarak, Çinlilere karşı yapılacak olan mîllî müca­ delenin ruhunu aşılamağa ve galeyana getirmeğe ça­ lışıyordu. Alîhan Töre'nin ordusu Tarbagatay'a doğru İlerlerken, Osman Batur'un kuvvetleri de Altay'ın mer­ kezi olan Sarsunbey'i kurtarmış ve Ç i n kumandanla­ rını da esir almıştı. Nihayet 20. Eylül 1945 de Alfay tamamen düşmandan t e m d e n d i . Bu suretle Osman

_ 133 —

Batur, Alİhan Töre tarafından Altay vilâyeti valisi ve askeri amiri olarak layîn edildi. Bunun üzerine, Osman Batur'a üzerinde İST1KLÂLİYET yazılı olan ay yıldızlı ve altından yapılı bulunan Doğu Türkistan Cumhuri­ yetinin İlk İstiklâl Madalyası verildi.. Bu g ü n d e n son­ ra, askerlere Doğu Türkistan Cumhuriyeti üniforması giydirilmeğe başlandı. Bu nizamı orduya girebilmek İçin herkes yarış ediyordu. Askerlerin şapkalarının dö­ nünde Ay Yıldız rozetleri vardı. Bu arada ordu için bir takım askerî marşlar da hazırlandı. Şimdi bunlardan bir k a ç tanesini misal olarak veriyorum. Azattıqtın t u v i n alıp erkîndıktı casaymiz, Bizdi ezgen düşmanın qanın suday çaşamız. Allah car-AMah car, İslam tuvı ey golda bar, Cane talap qaharmaniar qadam basıp aîğabar, Ö l s e k şehit, qaîsaq qazı İslam'nİn colunda, Türkistan cardemin beredİ biz castarga senedi, Qısılganda bszderge Allah cardam beredı. Ailah car-AISah car, İslam tuvı ey qolda bar, Cane talap qaharmanlar qadam .basıp aîğabar. Artta qa|gan kempir şal, batandı ber ol cayİp Cavga şîqfıq ey şep cayİp cav sarasın bolcayip Allah car-Aİlah car, İslâm tuvi ey qolda bar, Cane talap qaharmaniar qadam basıp alga bar.

ANADOLU TÜRKÇESİ:

Hürriyetin bayrağını alarak bağımsız olacağız, Bİzî ezen düşmanın kanını su gîbî akıtacağız. Allah yar-Ailah yar, İslam tuğu elde var, G e n ç kahramanlar adım adım ilerle. İslamlığın yolunda ölürsek şehit kalırsak gaziyiz, __ 134 —

Türkistan biz gençlere güvenerek yardımını verecek, Sıkışırsak bizlere Allah yardım verecek, Allah yar-Allah yar, İslam tuğu elde var, Genç kahramanlar adım adım ilerle. Düşmana yürüdük çevreyerek, düşman halini incelîye» rek, Geride kalan ihtiyarlar duanı ver el kaldırarak, Alah yar-Alah yar, İslam tuğu elde var, Genç kahramanlar adım adım ilerle. Biz Qazaqtm ey balası On savsaqtm salası, Aq dinine ey talasqan, Biz müslümanın balası, Qazaq edi ey fobimiz, İki İkiden eycubımız. Sol düşmandı ey cogaltsaq Endi tuvar künimİz. Asker bol ey qalqım, Aqdİnin bil ey çarığın Caramaydı ey castar, Beker qarap qahvm. Tarbagatay ey tavımız Qıtay bizden cavımız Sol Oltaydı cogaltsaq. Atqa tular avımız. Bugün şıqtıq ey tor cayıp Cav sarasın bplcayip Bes atardın ey oğunday Sol düşmanğa doldanip Minamot, Zenbirek ey qılışım, Oayıtbas cavdan ey turmısım. Cavingerler ey atqa rnin,. Endi tuvdi ey künimuz,

— 135 —

Aptamat mi!fıq ey moynımızda, Düşman turmas cohmızda, ALAŞ'qa asker bo!am»zda. Ay çuldiz bayraq qohrmzda. Düşman ezgen ey qalıqtf, Kübeyfken ey elga sahqfı. Dîn aşılıp ey qaltqqa, Mİne g ö r d ü k carıqtı. Dîn İslam colı ey açıldı, Küfer qalıq ey basındı, Cıgrelİ asken ey tpîıp Düşmandı ey qaşırdı Altay-Nilkİdan bastadıq Eski adetti ey tastadıq. Quday kuvvet bergen son Düşmandı' ey qaşırdı • Ü z i p §ıqtıq ey carıqqa Qorqıp edik tamıqtay ' Garangİdan qutulip Endi şıqtıq ey cartqqa Ay Ri Roy-RÎ Roy vatanım cavga .oyran salamız. ANADOLU TÜRKÇESİ: Biz Kazağın ey evladı, On parmağın arası, Ak dini için savaşan Kazak'dı ey topluğumuz. İki ikiden eşimiz. Şu düşmanı yok edersek, Sonra doğar bizim g ü n ü m ü z . Asker ol ey halkım, A k dinîn aydınlığını bîi, Doğru olmaz gençler — 136 —

Boşuna bakarak kalman r Tarbagatay, ey dağımız, Çİn bizim düşmanımız, Şu Çİn'î yok edersek Ata lâyık olur binişimiz. Bugün bîz y ü r ü d ü k çevreliyerek Düşmanın vaziyetini İnceliyerek Beş atar'ın kurşunu g i b i , Şu düşmana kızarak Obüs, havan, ey kılıcım Ne olursa olsun geri dönmîyeceğiz. Ey kahramanlar ata b i n i n , Şimdi doğdu g ü n ü m ü z , Makineli t ü f e k omuzurnuzda Düşman duramaz yolumuzda, ALAŞ'a asker oldukta, A y yıldızlı bayrak elimizde Halkı düşman ezmişti Vergiyi çoğaltmıştı. Dini yayarak halka, İşte getirdik aydınlığı İslamların yolu açıldı Ey halk kaldır başını Kahraman askerler d o l d u Düşmanı kaçırmış oldu Altay, Nilkidan, başladık Baş eğmeyi artık bıraktık. Allah kuvvet verdikten sonra Düşmanı ayağımızın altmda çiğnedik. İlerliyerek aydınlığa çıktık Onlardan Cehennem gibi korkmuştuk Karanlıktan kurtularak şimdi İşte aydınlığa çıktık A y Ri Roy Ri Roy Vatanım, düşmanı edeceğiz taruman. __ 137 —

ALİBEG RAHİMGĞlU'mm MÜCADELESİ (Bu g ü n k ü ALİBEG HAKİM) (38)

M i l l î teşkilat yardımcısı olduğu için Şin Şi Sey ta­ rafından bir milyorT dolar Türkistan parası cezasına çarptırılan ve 18 aylık bir mevkufiyetten sonra geri yollanan Alibeg Rahimbegoğiu, mevcut şartlar dolayısîyle pasif kalmış gibi g ö r ü n ü y o r d u . Esasında, eski teşkilâtın yaşamasını gizlice arzu ediyordu. Bu azim­ le, Osman Batur'un AH ayda yaptığı gibi açıktan açı­ ğa mücadeleye girişmek niyetinde İdi. Ç ü n k ü böyle gizli çalışmak çok zor oluyor v e gayeye ulaşmak ge­ cikiyordu.

(38) Alibeg Hakim ve mücadelesi hakkında şu eserler'de oldukça gent$ bilgi verilmektedir; 1) Hasan Oraltay, «Alas-rürkistan Türklerinin Millî İstiklâl Paro­ lası istanbul 1973, sh. 151-1Ü3. 2) Godfrey Lias, «Kazak- Exodu" Evans Brothers Limited, London 1956. (Bu kitap, Nebioğlu ve Boğaziçi yayınevleri tarafından Türkçeye ter­ cüme edilerek bîr k a ç defa baıılmıstır. Ayrıca, Amerika'da gençler için Özel türde tekrar basılmış ve Pctcİsîonda'da Urdu lisanına, çevrilmiştir) 3) Prof. Dr. Orhan Türk doğan, «Salihli'de Türkistan Göçmenlerinin Yerleşmelerin 1969, Atatürk Üniversitesi Basımevi. 4) Prof. Dr. A.D. Bamett, «Chına on tbe eve of Comrtıunist takeoven 1963, New York ve London. 5) M. j . Clark, «A Natîons flîght to freedom» National Geographic Magaıîııe, Kasım 1954. 6) Chrıs Seott; «Red Chîna's Hİdden Wars on Mİnoritîes» «Stars and Strıpes» — ABD'nin ordusunun günlük organı—. 13.5.Î59, sh. 11/12. 7) Kazakistan İlim Akademisi: «Kazakistan ve Doğu Türkistan Ta. rihînîn Baxı Meseleleri* Aima-Ata 1P62, (8) Mehmet Emin Buğra, «Doğu Türkistan* İstanbul, 1952. Sh. 92. j(9) General Zunun Taypov'un «Hatıraları», Prostor dergisi, sayı; 2-3, 1972, Alma-Ata. J10) Dr. Baymırza Hayıt, «Türkistan Rusya İle Çin Arasında» İstanbul 1975. Shı 327, 329, 331, (Bizim eserimizin I. cildinden aktardığı bilgi de. Dr. Hayıt, «Alibeg Rahimbegoğiu-Alibeg Hakîm'ndan-Alİbek Rahim - diye bah­ setmektedir). 138

istemiyorlardı. Gayeleri, milliyetçileri ezmekti. İste­ selerdi en başta Şîn Şi Sey'İ tevkif, ederlerdi. W u Cu Ç î , Türkistan'a vali tayin edildikten son­ ra, gene birçok münevver milliyetçiyi Urumçİ'ye da­ vet etmiş ve ü ç ay alıkoyduktan sonra Komutan Par­ tisine ü y e kaydederek, geri yollamıştı. Vali, bu mil­ liyetçilerin kendi' menfaatına çalışmalarını istiyordu., Bu davetliler arasında Alibeg Rahimbegoğlu, Manas'a döndüğü zaman Ku'ca milliyetçileri ilerlemekteydi. Bu esnada Osman Batur'da Altay'da arka arkaya za­ ferler kazanıyordu. Herkes, kendilerini bir an önce hürriyete kavuşturacağına güvendiği bu kahraman­ lara yardım edebilmek için, can atıyordu.

ALİBEG, MÜCADELE İÇİN YENİ BİR PLÂN HAZİRLİYOR

Halk mücadeleye hazırdı. Bunu A l i b e g Rahimbeg­ oğlu da biliyordu. İşe girişmek için tam zamanıydı. Zira, Urumçiden Kulca'daki Ç i n l i l e r e takviye kuvvet­ leri gelmekteydi k i , bunların hedefine ulaşmaması lâzımdı. Bu meseleyi de A l i b e g Rahîmbegoğlunun yapması elzemdi. Bunun İçin de Manas nehrindeki Manas k ö p r ü s ü İle Qorgıs nehrindeki Encİkay k ö p r ü ­ lerinin imha edilmeleri gerekiyordu. Bundan Ç i n l i l e ­ rin şüphelenmemesi lâzımdı. Zira, Çinliler köprüleri muhafaza etmek için b ü y ü k bîr gayret sarfediyorlardı. AHbeg Rahimbegoğlu, bu f i k r i n i Tarbagatay v i l â ­ yetinin Oypazar (Savan) kazasında oturan Nurfay Batur'a açıkladı. İkî taraf iyice anlaştılar ve derhal tatbike geçilmesini istediler. Köprülerin uçurulmasıyİa, silahsız halkın herhangi bir tecavüze uğramamaları için de İyi tedbirler alınması İcap ediyordu. — 139 —

/

Şin Şi Sey'İn adamları' haik arasında komünistlik propagandasını genişletiyor ve toplantı yerlerine Şîn Şİ Sey'İn b ü y ü k resimlerini asıyorlardı. Bu resimler okullara bile asılmış ve tanzim edilen (Altı Yol) un b ü ­ t ü n maddeleri çocuklara, taze dimağlara aşılanmağa başlanmıştı. Bu m e n f î propaganda karşısında, A ü b e g Rahîm­ begoğlu, fırsat buldukça halkı tenvir etmeğe çalışı­ yor ve «Ağaç yaşken eğilir» s ö z ü n ü ele alarak ana ve babalara, okul dönüşlerinde çocuklarını iyi terbiye et­ melerini ve rej'min fenalıklarının anlatılmasını tenbih ediyordu. Komünist ajanların daima peşlerinde oldu­ ğ u n u bilen A l i b e g Rahîmbegoğlu ve arkadaşları, çok dikkatli hareket ediyorlardı. Yolsuzluk almış yürümüş, vergiler ağırlaşmış ve vergi tahsildarları, har vurup harman savurmağa, eğ­ lenmeğe başlamışlardı. Bu eğlencelere mani olmak is­ teyenlere t ü r l ü zorluklar çıkartırlar, ağır vergiler y ü k ­ lerdi. Rusların Almanlar tarafından, mağlup edilmekte olduğunu gören Şin Şi Sey, Cinlerden yardım talebin­ de bulunmuş, fakat Roslar'ın tekrar galip gelmeleri karşısında, y ü z ü n ü Moskovaya çevirmişti. Ç ü n k ü ken­ disi, fişi Stalin tarafından doldurulmuş d ü p e d ü z bir komünistti. Fakat onun bu iki y ü z l ü l ü ğ ü , Ç i n h ü k ü ­ meti tarafından cezalandırılacağı yerde, adeta bîr ter­ f i mahiyetini almış ve Çın Tarım Bakanlığına tayin edilmiştir. Şîn Şi Sey'in yerine vali tayin edilen W u Cu Çî'nin de ondan kalır bir yeri y o k t u . Türikstan'a gelir g e l ­ mez, birçok aydın kişiyi, t ü r l ü ithamlarla hapse attı, Onlara komünist ajanı d e d i . . . Halbuki Türkistan'daki Türkler değil Rusları, Ç i n l i l e r i dahi sevmezler, nefret ederlerdi. Zaten Çinliler, komünistleri tevkif etmek

■ __ 140



Hazırlanan plânın esası ş u y d u : Bir kısım milliyet­ çiler, Kulja askerlerinin üniformalarını giyerek, k ö p ­ rülerin etrafında g ö z ü k ü p kaçacak, bir kssmı da Ç i n ­ lilere müracaat ederek, milliyetçilerin köprüleri tah­ rip etmek için uğraştıklarını ve daha sonra da Kızıluzen geçidinden gideceklerini, silah verirlerse geçidi koruyacaklarını söyüyecekîerdi. 1945 senesinin Maıt ayında tatbik edilen b u plân muvaffak' olmuş, Ç i n l i l e r d e n çok eski de olmalarına rağmen insan öldürebilecek kudrette silah, temin edil­ miş ve bu işî başaran Aiibeg Rahimbegoğlu ( b u g ü n ­ k ü Aiibeg Hakîm) elde mevcut ne çeşit silah varsa onları da meydana çıkararak y e n î bir ayaklanma için hazırlanmağa başlamıştı. Çinliler de o n u , Kızsfuzen ge­ çidini bekliyor zannediyorlardı.-

NURFAY BATUR U N Ö L Ü M Ü KARİSİ VE ÇOCUĞUNA YAPILAN İŞKENCELER... '

Ö l d ü r ü l m e k îstenen milliyetçilerin arasında Nur­ f a y Batur da vardı. Ç o k nişancı ve koyu bir milliyet­ çi olan bu kahramandan Çinliler daima şüphe eder ve .silâh sakladığına hükmederlerdi. Nihayet 1945 Nisan ayının başlarında, KuSja'dakİ inkılapçılara ilti­ hak edeceğini tahmin ettikleri İçin, bir gece yarısı evini basmışlar ve kordon altına almışlardı. Sabah o l ­ d u ğ u zaman, vaziyetten şüphe edilmesin diye, Ç i n ­ lileri görenler hemen ö l d ü r ü l e r e k yok ■ ediliyorlardı. Silâh sesinden uyanan Nurfay Batur, dışarıda olup bitenleri öğrenmek gayesiyle, kapıdan çıktığında, şiddetli bir makineli KKek ateşine tutulmuş, kendisi­ ni eve zor atmıştı. Elinde silâhı olmadığı İçin; muka­ belede bulunamayan bu kahraman sessizce bekleme_

141 —

.



ğe başladı. Evden hiçbir ses seda ■ duymayan Ç i n i i askerler, yavaş yavaş, eve yaklaştılar. İçlerinden birisi evin kapısından İçeriye girmek istedi. Bunu fırsat b i ­ len ve deha evvelce pusu kuran Nurfay Batur, he­ men Ç i n l i ' n i n üzerine atılarak o n u alt etmiş ve sila­ hını almıştı. Bunun üzerine ü ç .asker ve bir subayı daha temizleyen Nurfay Batur, s ü r ü halindeki asker­ lerle başa çıkamamış ve onların kurşunlarına hedef olarak can vermişti. Bunu fırsat bilen Ç i n l i askerler, hemen içeriye girmişler ve şehit'in hamile karıyı Beyayşe ile 4 ya­ şındaki oğlu Abdurrahmanı İte kaka dışarı çıkarta­ rak, hiçbir günahları olmayan bu bîçareleri sürüklİyerek 50 kilometre uzaktaki Bortu.nkeye getirmişler­ di. (Buraya sonradan Nurfay adı verilmiştir.) Bu kasabaya gelen Ç i n l i askerler, oranın sakin­ lerini topluyarak, Nurfay Batur İsmini d u y u p duyma­ dıklarını söylerler. Halk da, «tanıyoruz» der. Daha sonra karakol kumandanı şöyle bir hitabede bulunur: «Hepinizin iyi tanıdığı Nurfay Batur, Ç i n h ü k ü m e t i ­ nin emirlerine karşı gelmiş ve h ü k ü m e t i devirme hareketlerine iştirak ederek,-neticede vatana ihanet suçuyla öldürülmüştür. Burada gördükleriniz, onun karısı ve çocuğudur. Onlara vereceğimiz cezaları sey­ redin ve bundan sonra Ç i n kuvvetlerine karşı gele­ cek olanların akıbetini İyice g ö r ü n » . . . Bunu müteakip Ç i n l i askerler k ü ç ü k Abdurrahmanı yere yatırarak karnını süngülerle oyarlar ve kalbini çıkararak halka «İşte Nurfay Bafur'un yerini alacak olan oğlunun y ü ­ reği...» Bize karşı gelenlerin hepsinin sülalesini yok e d e r i z . » diyerek etrafa gösterirler. Bu k o r k u n ç ve k o r k u n ç olduğu kadar alçakça, vahşi hareket karşısında halk donup kalır. Ne yapa­ cağını .şaşırır. Bir yere kıpırdayamaz... B ü t ü n bunlar

— 142 —

yetmiyormuş g i b i , hamüe kadıncağızın da karnını yırtan caniler, 7 aylık çocuğun biie kalbini çıkararak göstermek adiliğinde bulunmuşlardır. B ü y ü k kahraman'ın ailesinin başına gelen bu fe­ ci akıbeti gören Kazak Türkleri, artık bu katillerin icabına bakılmasını ve bunlardan kurtulmasını istiyor­ d u . Bunun İçin de tek çare, yeni bir İsyana hazırlan' makta bulunan ve Kızıİuzen geçidini bekliyor g ö r ü ­ nen Alİbeğ Hakim ve arkadaşlarının kuvveti îdi... Herkes g i b i , A ü b e g Hakîm'de Nurfay Bat'ur'un başı­ na gelenlerden çok müteessir olmuştu. Mücadeleye başlama zamanının geldiğini o da biliyordu. Katiller, birinci suikast netice vermeyince, Hamza Uça.r'a d i ­ ğer İkincisini hazırlıyorlardı. Bunu öğrenin Hamza Uçar, vakit geçirmeden Alibeg Rahimbegoğfu'na d u ­ rumu bildirmişti. Alibeg, hem suikastçıları tuzağa d ü ­ şürmek ve hem de süeh temin etmek niyetindeydi. Fakat, milliyetçilerin bu fikrîni öğrenen Çinliler, sui­ kasttan vazgeçtiler. Alibeg Rahİmbegoğlu, çok güvendiği arkadaşla­ rından Takîman Balur, Dolathan Batur, Nursafa En­ gin, 1 Ö m e r ve Kaynaş Mördihan beylere çeşitli vazi­ feler vermişti. Heosî de birbirinden ü s t ü n milliyetçi olan bu şahısların etrafında adam çok, fakat sîîâh pek azdı. . Hadiseler bu şekilde cereyan ederken Ç i n h ü k ü ­ meti de boş durmuyor, yeni yeni plânlar hazırlıyor­ d u . Bu cümleden olarak Alibeg Hakim'in Manas'a gelmesini ve yapılacak bir anlaşma île durumun an­ cak düzelebileceğînî söylüyorlardı. Alîbeg Hakim, bu davetierdekî samimiyetin derecesini pek îyî bildiği için, yapılan b ü t ü n teklifleri reddetti. Bunun üzeri­ ne, Çinliler (Urumçİden kalkan uçaklarla halka b e y a n ­ name. atmağa başladılar. Bunlarda «kararınızı değiş-

__ 143 __.

l i r i n , sizleri affedeceğiz, aksi takdirde mahvolacak­ sınız» yazılmaktaydı. 6 Haziran 1945 de Kazak Türkleri Uiucangzı (Tönkerİs alanı) denilen yerdeki bîr karakolu bas­ makla işe başladılar. Böylece 24 saat zarfında Kszıluzen muhîtîndekİ Çİnİiler temizlenmiş, b i r k a ç silah ele geçirilmiştir. Bu baskında ü ç mermiden başka, kurşun atılmamıştır. Zira, Alibeg Hakim daima «mec­ bur kalmadıkça; ateş etmeyin, başka şeyler kullanın» diye tenbih etmişti. Aradan iki g ü n geçtikten sonra, nöbetçiler Manas'dan bir hayli kalabalık askerlerin geldiğini haber verdiler. Bunu duyan milis kuvvetleri de derhal ha­ reket ettiler. Fakat elde Şibar Kabi isimli bir şahsın saklamış olduğu silahla beraber tam 14 adet t ü f e k vardı. Bunların içinde ae ancak altt tanesi kullanılabi­ lecek vaziyette idi. ' M o d e r n silahlarla ve b ü y ü k bir kuvvet halinde gelen Ç i n l i l e r i durdurabilmek için şöyle bir plân hazırlandı.' Kazben denilen, yerde 14 silâhlı dağılarak bir pusu kurdular. Tüfeği olmayan b ü y ü k bir kuvvet de, pusunun epeyce ilerisinde . toplu olarak beklemeğe başladılar. Ç i n l i k u v v e l e r kalabalığa yaklaşırken sağ­ dan ve 'soldan atılan füfeklere hedef oldular. Bu sı­ rada, ilerde bekleyen atlı kuvvetler de, {Allah Allah) sesleriyle Çinlilere doğru koşturmaya, başlayınca, Çinliler paniğe kapıldılar ve- ne yapacaklarını şaşır­ dılar. Bu fırsattan istifade eden 14 silâhlı, epey düş­ man askeri ö l d ü r d ü . Çinliler, m ü m k ü n olduğu kadar ölen askerlerin' silâhlarını bırakmamak istiyorlardı ise de, bu çarpışmadan 4 silâh ve 250 kurşun ele ge­ çirilmiş Çinliler kaçmışlardı. Geri d ö n e n bu hain .İnsanlar, yollarda rastladık­ ları kadın ve çocuklardan çoğunu öldürmüşlerdi. Hal-

— 144 —

buki, Kazak Türkleri b ü t ü n savaşlarda kadın ve ço­ cuklara asla ilişmezlerdi. Fakat, İntikam hırsı ile bîr ara bu da yapı İdi... ÇİNLİLER TEKRAR YAYLIM HAREKETİNE GEÇİYORLAR... Manas kazasının Kızıluzen bölgesinde Aübeg Rahimbegoğlu ve 11 arkadaşının meydana getirdiği teşkilât, Tarbagatay'ın Savan (Oypazar) kazasından Sarmolla'nın başkanlığındaki kuvvetlerle, biraz daha genişlemişti. Çinlilerin çok sıkı tedbirlerine rağmen, hürriyet aşkına mani olamıyordu. Düşmanların Kazben denilen, yerde bozguna, uğ­ raması üzerine Çînliierİn. b i r k a ç y ö n d e n b ü y ü k bîr taarruza geçecekleri Öğrenilmişti. Bu maksatla, Manas şehrinden çıkarak hücuma geçecek olanlara Dolathan Batur, Mördİkan, lüyas, Abdullah beyler, Sandıkkozu'dan çıkıp Uçbulak yolunu takip edecek olanla­ ra Ömer. Kenabayoğlu, Sarıkabî, Zeynambay beyler, Burtunkeden çıkaraK hem Kızıluzen'deki karargâha ve hem de Şarmoila'nın kuvvetlerine karşı gelecek olan düşmanlara karşı l a m a n Batur ve arkadaşları ö n ­ derlik edeceklerdi. A l İ t e g Rahimbegoğlu, bu beyle­ re silahları müsavi olarak taksim etmişti. Alibeg Rahimbegoğlu, 1936 senesinde kurulmuş olan «Uiutlu Korgay U y u m u » , teşkilatının, dağılmak üzere olduğu bîr sırada elindeki silahı teslim ettiği' halde; eşi Hanımça'ya 500 - 1000 adet civarında kur­ şun vermiş ve bunları saklamasını istemişti - . Eşi de bu kurşunlan bîr yere gömmüştü... İşte bunları kul­ lanmanın zamanı gelmiş çatmıştı. . Çoğu kullanılacak bir vaziyette İdî. Bunlar mücahitlere taksim edildikten sonra, Alibeg Rahimbegoğlu ( b u g ü n k ü Alibeg Ha-

145 —

F. 10

kîm) kısa bir hitabede bulunmuş v e : «Vazifelerini­ zin ne kadar g ü ç olduğunu biliyorum. Fakat vatan bizden hizmet bekliyor. Vatan ve hürriyete sevgimi­ zi İsbat etmeliyiz. Muvaffak o l u n , cephane ele ge­ çirmeye gayret e d i n , A l l a h , Aİlah diyenlerle beraber­ d i r . » Demişti... Bu suretle savaşa giden milliyetçiler, büyük muvaffakiyet temin ettiler. ' Çinliler, Kazak Türklerinin evvelce hazırladıkları pusulara düşerek çok zayiat verdiler. Böylece çok sayıda silah ve cep­ hane ele geçirilmiş oldu. Bu çarpışmalar 26 Mayıs 1945 tarihine kadar devam eit\. Milliyetçilerden Ku­ düs beyler dahil ancak 15 milliyetçi şehit olmuştu. KULCA'DAKÎ ŞARKİ TÜRKİSTAN CUMHURİYETİNDEN YARDIM İSTENİYOR. Alİbeg Rahimbegoğlu'nun 11 arkadaşıyla vahşi Çinlilere karşı giriştiği mücadeleler,, muvaffakiyetler kazanırken, diğer bölgelerde de Çinlilere b ü y ü k ka­ yıplar verdiriyordu. Fakat, Cephane miktarı da g ü n geçtikçe azalıyordu. 3u durumu bilen Ç i n l i l e r i n , pek yakında b ü y ü k bir taarruza geçmeleri muhtemeldi. Bu takdirde çok k ö t ü bir vaziyete düşülecekti. Nurfay Batur ve o n u n ailesinin başına gelenleri, henüz kimse unutmamıştı. Ve asla da unutmıyacaklardı. Tek başlarına olsalar «Ya ö l ü m ya z a f e r » diyerek d ö v ü ­ şeceklerdi. Fakat kadın ve çocukların yanlarında b u ­ lunmaları, mücadeleyi çok güçleştiriyordu. Bu vazi­ yet karşısında, Kulca h ü k ü m e t i n d e n yardım İstemek­ ten başka çare y o k t u . Bu cümleden olarak Alİbeg Rahİmbegoğlu, beş kişilik bir heyeti Kuİcaya g ö n d e r d i . Heyet başkanlı­ ğını Hamza Uçar yapıyordu. (Diğer azalar bu g ü n Türkistanda bulunduklarından bahsetmeyeceğiz.)

— 146 —

Bunu haber alan Ç i n l i l e r , heyetin muvasalatına m a n î olmak İçin General W u Cabİn kumandasında 3000 kişilik bir kuvvet ve 8 uçakla harekete geçti. Kıziiuzen geçidine vasi! olan Ç i n l i kuvvetlerle Milis kuvvetleri arasında kanlı bîr mücadele başladı. Ç i n ­ liler, milliyetçilerin karargahı olan Şumişbay Sazı de­ nilen yere kadar geldiler. Milliyetçiler ise, ö l ü m ü g ö ­ ze almışlar ve boşuna mermi harcamamak İçin, düş­ manın arasına girmek suretiyle çarpışmağa başlamış­ lardı. Bu savaşlarda Ç i n l i General W u Cabin de ö l ­ müştü. Çinliler b ü y ü k kitleler halinde akın ettiklerinden, milliyetçiler zor durumda kalmışlar ve yegane çıkar y o l u n , dağa çekilmek olduğunu anhyarak harekete geçmişlerdi. Düşmsn, b ü t ü n kuvvetiyle milliyetçile­ rin arkasından kurşun yağdırıyor, topla ve uçakla önlerini kesiyor, çoluk çocuk ö l ü m d e n kurtulamıyord u . . . Kimse, bu vahşilerin eline düşmek istemiyor, Nurfay Batur'a yapılan işkence gözlerinin ö n ü n e , gel­ diğinden, ağlamak;an kendilerin! alamıyorlardı... Kıziiuzen ırmağı da, karların erimesinden dolayı ka­ bardığından, kafileye rahat bîr geçiş sağlamıyordu. Etraf uçurum İçersîndeydİ. Buradaki dar geçitlerden geçmek mecburiyeti vardı. En ufak bir tereddüt, ha­ yatlarına mal oluyordu. Köprüler de, çok dar v e za­ yıf olduğundan, sıra ve İtina ile üzerinden geçiliyor­ du. Bu köprülerin yıkılması demek, hepsinin düşman kucağında kalması demek olacaktı. Zaten arkadan dalma takip ediliyorlardı. Artık tek bîr ü m i t kalmıştı. O da, yeni bir g ö n ü l l ü teşkil edip arkadakilere ani baskınlar yapmak ve böylece sîiah temin etmek... Alibeg Rahİmbegoğlu, her ne kadar arkadaşlarıyla bu t ü r l ü muvaffak oluyorsa da, mermi temini m ü m ­ k ü n değildi... Milliyetçilerin bu ihtiyacını bilen Çİnü

147

kumandanlar da, askelrierîne azar azar kurşun veri­ yorlardı. Bîr ara, milliyetçilerin ö n ü n ü , Çukuryayla' geçidinin bulunduğu yerde kesmek isteyen Çinlilere bu fırsat verilmemişti. Kafilenin elinde 20 kurşun kalmıştı... Durumun çok fena olduğunu anlayan A I İ beg Rahimbegoğlu, geçtikleri bir k ö p r ü y ü yıktırma­ dan önce, buranın bîr.tarafına adamlarını koydu ve eldeki kurşunlan da v e r d i . . . Adamlarına şöyle tenbih etti. « Ç o k dikkatli olun. Ben ilerden ateş etme­ yince hiçbir harekette bulunmayın...» Bu sırada bîr1 miktar Ç i n l i k ö p r ü y ü g e ç i y o r d u . . . Biraz sonra Alibeg Rahimbegoğlu ilk kurşunu attı ve bunu Çinlilere da­ ha yakm bulunan Kazak Türklerinin ateşleri takip edince, 6 Ç i n l i vurularak silahlan ve 300 kadar da mermi ele geçirildi. Böylece Ç i n l i l e r i bir m ü d d e t için buradan geçirmemeğe ve başka yollardan gitmeleri-ne muvaffak oimuşlat d i . . . Burada, Mördihan, Zeynenbay Dulathan'İarın gösterdikleri kahramaniık, emire' itaat bilhassa bahse değerdir. 60 KADAR KULCA ASKERİNİN TESADÜFİ YARDIMLARI... Kazak Türkleri/ ricat etmeğe başladıkları bir sıra­ da, senelerce evvel Karaşehri vilayetinden gelerek buralarda yerleşmiş bulunan bir M o ğ o l / vaziyetin v e hametini görerek, Önceden kaçmağa başlamıştı. Yu­ karıda işaret edilen b ü * ü n geçit ve köprüleri geçerek Manas nehrine uiaşan M o ğ o l , karşı'tarafa geçmek İs­ temişse de, buranın vaziyetini biraz tehlikeli bulmuş­ tu. Zira nehir taşmıştı.,». Fakat, azgın Ç i n l i l e r i n bu­ raya kadar geleceklerini bildiği için, azgın nehri g e ç ­ mek mecburiyetinde kalmıştı... Nehrin diğer tarafın­ da, Alîbeg Rahimbegoğlu ve arkadaşlarının en baş-, __ 148 —

ta plânlarına dahil edip uçurmak istedikleri Ancİkay ve Manas köprülerin uçurmak vazifesiyle 60 a yakın Şarki Türkistan Cumhuriyetine aît askerler vardı. Bun­ lar, nehir! taşkın bulduklarından, geri dönmeğe ha.zırlanıyorlardı. Bu askerler, karşı taraftan bir atlının nehirde kendilerine d o ğ r u gelmekte olduğunu g ö ­ rünce, bir müddet beklemişler ve Hareketlerinden şüphe ettikleri için hemen yakalayıp soruşturmuşlard i . O zaman Moğol b ü t ü n hadiseyi başından sonuna kadar anlatmıştı. Askerler, Moğol'u da alarak, Kazak Türklerinin ö l ü m dirîm savaşı yaptıkları yere gelirler. Bu kuvve­ ti gören milliyetçiler, şaşırıp kalırlar. Zira, karşıların­ da bol cephaneli ve yeni silahlı 60 tane Şarkî Türkis­ tan Cumhuriyetinin askerleri vardı. Bu hadiseye çok sevinen milliyetçilerden, ağhyânlaf da o l u y o r d u . . . Artık düşmana güzel bîr ders verebilirlerdi... Asker­ ler, bu civarı gayet İyi bilen Alibeg Rahîmbegoğlunun kumandası altında vazife g ö r m e y i uygun bul­ dular... Böylece, arkadan gelmekte olan Çinlilere aniden bir hücum yaptılar. Daha b i r k a ç saat evvel, atacak tek bir kurşunlarının olmadığını bilen Çinliler, bu va­ ziyet karşısında çok şaşırdılar... Düşmanın b ü y ü k toplarına mukabil, milliyetçilerin de havan topları, üzerlerine yağmur gibi g e l i y o r d u . . . Ç i n askerleri ap­ tala dönmüşler, caniannı kurtaracak deiik aramağa başlamışlardı. Bütün yollar, köprüler tutulmuş oldu­ ğundan, nehir ve dağlara sapan şaşkın Çinlilere, dağ ve nehir cezalarını veriyor, buralarda telef oluyorlar­ dı. Bu şekilde b ü y ü k kayıplar veren Çinliler, nihayet dağlık yerlerden^ kendilerini zor kurtarmışlar ve Sarçok denilen ovalık bir yerde barikat meydana getir­ mişlerdi... 149 —

KULCA'DAN NİHAYET YARDİM GELİYOR...

Bu başarıyı müteakip Aîîbeg Rahimbegoğiu, d o ğ ­ ruca Savan kazasmdaKi Burtunge dağlarında çarpış­ makta olan Takîman Bctur ve Sarmoüa beylerin yar­ dımına koştu... Bu kahramanlarla birlikte Burtungeye bir hücum yapmışsa da, burayı almağa muvaffak olamadı. Daha sonra Kızıluzende temin edilen siîah ve cephane île birlikte bîr miktar Kulca askerîni b u ­ rada bırakarak geriye d ö n d ü . Karargâhını, Kızıluzen­ de beklemekte olan yir.li askerlerin hemen biraz ile­ risine kurarak, onlara adeta meydan okumağa baş­ ladı... ' Alİbe'g Rahîmbegoğlu'nun göndermiş olduğu he­ yet, bu hadiseler şırasında Kuîca'ya varmıştı. Heyet, 26 Haziran g ü n ü Şarki Türkistan Cumhur başkanı A l i han Türe tarafından kabul e d i l d i . . . Türkistan'ın h u ­ zur ve İstiklâle kavuşmasını çok arzulayan Alihan T ü ­ re, b ü t ü n dileklerini dinlemiş ve derhal yardım yapıl­ masını emretmişti. Bu suretle ilk parti olarak 40 kişi­ lik bîr kuvvet ve 200 den fazla silah ile bol cephane verilmişti... Bu suretle herkese silâh dağıtılmış v e A i i b e g Ra­ hîmbegoğlu'nun kumandasındaki milliyetçi Kazak Türk­ lerinin kuvveti iyi bir duruma gitmişti... Ç i n l i l e r i n Kul­ ca İle Altay-Tarbagatay tarafına cemselerle göndermek­ te olduğu yardım konvoylarına ani hücumlar yapılıyor, b ü y ü k ziyanlar temin ediliyordu. Bu akınlarda, evvela en öndeki ile en sondaki cemseîerin şoförlerine ateş edilir, yahutta lastikleri patlatılarak hareketsiz hale konurdu. Daha sonra kamyonların benzin depolarına ve mühimmat sandıklarına ateş edilerek, etraf alev

_

150 —

İçersinde bırakılır. Canını kurtarmak İsteyen dışarı atlayan Çinliler de kıskıvrak ateş altına alınırdı..,. Baskın muvaffak olmadığı zaman, başka yollardan geçilerek y i n e aynı konvoya akın edilir, hareketlerine mani o l u n u r d u . . .

B Ü Y Ü K BİR'ÇİNÜ KUVVET MAHVEDİLİYOR... AĞUSTOS 1945 Şarki Türkistan- Cumhurbaşkanı A l i h a n Türe Ü e Osman Batur'un askerleri İş birliği yaptılar ve Tarbagatay Kazak Türklerinin de yardımlarıyla, Tarbagatay'i Çinlilerden kurtardılar. Bu kuvvet takriben 35 bin ci­ varındaydı... Bundan sonra Osman Batur'un kuvvet­ ler^ Altay'a herhangi bir taarruz v u k u bulur düşünce­ siyle ayrıldılar, ve geri d ö n d ü l e r . A l i h a n Türe'nİn as­ kerleri de Ş î k o - M a y t a v (petrol kuyusu olan y e r ) ' ı almağa çalıştılar. Burası eskiden Ruslar tarafından işletilmiş, son­ radan Çinliler almış ve askerî bir mıntıka haline ge­ tirmişlerdi... Şarki Türkistan' Cumhuriyeti askerleri buraya durmadan hücumlar yapınca, Çinliler Urumçî'den yardım istediler, ö n c e l e r i 10 - 15 uçak gelerek, milis kuvvetlerine ateş açtı. 1945 Ağustosunda, Çinliler Şİko-Maytav'daki kuvvetlerini kuvvetlendirdiler ve çok sayıda takviye aldılar.. Bu ayın sonlarına doğru Urumçİ'den 38 kamyon asker ve cephane Maytav'a d o ğ ­ ru hareket etti. Alİbeg Rahimbegoğlu'nun adamları bu konvoyu Ancİkay ile Sandıkkozu arasında durdura­ rak, hepsini berhava ettiler. 1800 adet silâh ile çok sayıda mermi ele geçirdiler. Ç î n l î askerlerden bir kıs­ mı kaçmak suretiyle, kurtulmuşlardı... — 151 —

', Alîbeg Rahmİbegoğlu, buncîan sonra 1500 kadar kuvvetle Burtungeye h ü c u m etti. Bu harekâtta Rahmetcan ve Kızayul'u dahil 7 subayını kaybetmişti. Buna rağmen N u r f a y Batur'u Ö l d ü r e n vahşi Çinliler­ den Burtungeyi kurtarrrağa muvaffak oldu. Daha sonra bu kasabaya A i i b e g Rahimbegoglu tarafından (Nurfay Bafur) ismi v e r i l d i : . . Bu mağlubiyeti duyan Kızıiuzen'dekİ" Çinliler kaçmak zorunda kalmışlardı. Düşmanlarına karşı d ü ­ zenli zaferler kazanan A i i b e g Hakim, daha sonra Şİk ö - Maytay ye Manas arasındaki ana yolun üzerin­ de bulunan Alîvsın, Sandıkkozu ve . Ancıkay'a h ü ­ cum ederek, oraları da ele geçirmişlerdi... Çinliler, uçaklarla ateş saçıyorlarsa da, milliyetçiler bu arada iki uçağı düşürmeğe muvaffak olmuşlardır. Artık Şİko - Mayta'dakİ Ç i n l i l e r i n vaziyeti de tehlikeye gir­ m i ş t i Ç ü n k ü Ç i n l i l e r i n buradan başka kaçacak ge­ çitleri y o k t u . , Eylül ayının başlarında Şiko - Maytav'sn b ü y ü k bîr. kısmı milliyetçilerin, eline geçmiş ve daha sonra tamamı alınmıştı. Böylece, b ü y ü k kahramanlıklar kay­ deden milliyetçiler, düşmanlarını Altay, Tarbagatay, Kulja vilayetleri İje Urumçi'ye ait Manas kazasından kovmuşlardı.

ALİ RAHİMBEGOGLU, İKİ NUMARALI İSTİKLÂL MADALYASINI ALARAK, ALİBEĞ HAKİM OLUYOR 11. EYLÜL. 1945 Şarki Türkistan Cumhuriyeti h ü k ü m e t ve Devlet reisi Alihan Türe, bu muvaffakiyetlerinden doiayı, Osman Batur'a vermiş olduğu altın madalyanın ay­ nısı olan üzerinde ay yıldız ve İSTİKLÂLİYET yazılı iki 152

numaralı'İstiklal madalyasını törenle Alibeg Rahimbegoğluna takmış ayrıca Manas ve Savan kazalarını birleştirerek, bu iki kazanın kaymakamlığına ASibeg'i tayin etmiştir. Bundan sonra Alîbeg Rahİmbegoğlunun İsmi Alibeg Hakim haline geldi. A l i b e g " H a k i m , bu kazaların aynt zamanda askerî kumandanıydı da. Daha sonra, kendisiyle birlikte sa­ vaşan 11 arkadaşına, da, gümüşten yapılmış üzerin­ de ay yıldız bulunan ve alt tarafında FEDAYET yazılı birer madalya, merasimle verildi. Bu 11 kahramandan birîsî Hamza Uçar'dır. Alihan Türe, Osman Batur ve Alibeg Hakim'e mesajlar göndererek, Türkistan'daki b ü t ü n ı'rkdaşfa­ rın, Ç i n l i l e r i n baskısından kurtulması gerektiğini, h ü r bir hava İçersinde ve yeni bir devlet olarak yaşaya­ bilmek için mücadeleye devam etmenin elzem oldu­ ğ u n u bildiriyordu. Cumhurreisi Alİhan Türe, ayrıca çok güvendiği adamlarından Mohammed Turdu Karı'yı Manas'a" yollıyarak, Alîbeg Hakim'e bu açjam vasıtasıyla fikirlerini İleirrİştir. Hududa b i r k a ç kilometre mesafede bulunan Ha­ kimlik makamını 1946 senesinin Ocak ayının 4 ünde Savan'a nakleden Alibeg Hakîm, burada b ü y ü k bir tezahüratla karşılandı. Kendisine Şarkî Türkistan Cum­ huriyeti 8. tugay mensupları askerî bir tören tertip­ ledi. Alibeg Hakim, ilk İş olarak kasaba ve diğer yer­ lerin Çince olan İsimlerini değiştirdi. Mesela, Ancİkay ı - Ormanbak, Savan'ı - Oypazar, Şîkanz'ı Kala­ ba. Bundan sonra arkadaşı Takiman Batur'u, ManasSavan (Oypazar) emniyet m ü d ü r ü yaptı. (39) Arka­ daşlarından güvendiklerini çeşitli nahiyelere polis m ü (39) Şort

idmanlarda

Takiman

Sovyetler

Batur'dan

Birliğinde

bahsedilmekle,

_

neşredilen

ona

153 —

da

makale

hücum

ve

edilmekte.

kitaplarda

d ü r ü olarak tayin etti. Bunlardan başka, diğer çeşitli vazifelere de, muhtelif tayinler yapmağa devam etti. Ö m e r Çobanoğlu'nu, Manas - Oypazar Vergi dairesi müdürlüğüne getirdi. Bu kazalardan toplam askerle­ rin başına da İshak Beykonakoglunu kumandan ola­ rak tayin etti. İshak 0 . Kazak Türk Tugayı. I tabur k u ­ mandanı idi. Tugay kumandanı da, Alibeg Hakîm'in 18 aylık hapsi esnasında beraber olduğu Yusuf Han ismindeki Kutça'lı bîr Kazak T ü r k ü y d ü . . . Çinlilerden kalma mal ve m ü l k ü , hazine adına toplamak maksadıyla, «Baytıl mal toplav u y u m u » adıy­ la bir teşekküi kuran Alibeg Hakim, bunun başına Nursafa Engin'i tayin etti. Muhacir olarak -gelenlere de, Çinlilerden kalma ev ve eşya veriyordu. KAYNAŞ'İ da Ormanbak polis müdürlüğüne ta­ y i n etmiştir.M ö r d i h a n V ise kendi muhafızı olarak almıştı.

— 154 —

ÇİN'LE SULH MÜZAKERESİ BAŞLİYOR... KIZILUZEN HAREKATININ YIL D Ö N Ü M Ü KUTLANIYOR...

1945 senesinin Eylül ayında, Ç i n h ü k ü m e t i Şar­ ki Türkistan Cumhuriyeti île Türkistan meselesini sulh yoluyla halletmeye hazır o l d u ğ u n u , Çankayşek'in bir radyo konuşmasıyla İian e d i y o r d u . . . Ruslar'ında'tav­ siyesine uyarak bu yolca bîr şans denemeyi Alihan Türe de uygun b u l d u . Bu duraklama anından da is­ tifade ederek, kuvvetlerini iyi bir şekilde İntizama s o k t u . . . Cumhurreisİ, Rus Elçisinin delaletiyle Rahîmcan, Ebulhayır Töre ve A h m e t Can Kasım isimli ü ç kişiyi müzakerelerde bulunmak için vazifelendirdi. Bu heyetin Urumçiye çjtmelenyîe, müzakereler de başlamış oldu. Fakat, Şarkî Türkistan Cumhuriyetini temsil eden bu şahıslar, daimi suretle Alİhan Türe ile temasta bulunacakları yerde, Rus konsolosu ile rabı­ ta kuruyorlardı. Bu hareket tarzları gerek Alİhan T ü ­ re ve 'gerekse bütün Türkistanlı milliyetçiler tarafın­ dan nefretle karşılanıyordu. 1946 senesinin 6 Mayıs'ında, Kızıluzen İnkılabı­ nın yıl d ö n ü m ü n ü kutlama hazırlıklarına başlandı. Merasim inkılabın başladığı yer olan Tünkeris alanı (yani inkılab alanı) denilen yerde yapıldı ve buna (Şarki Türkistan Toyu) İsmi v e r i l d i . .

— 155

Tünkeris alanı denilen yerin etrafına bembeyaz çadırlar kurulmuş ve hocalar hürriyet uğrunda şehit düşmüş olanların başında, hatim indirmişler ve hatip­ ler, toplu bulunan halka yabancılardan çekiien sıkın­ tıların bir daha başa gelmiyeceğinİ söylemişlerdir... Bu arada halk neş'e içersinde eğlentiler, yapıyor, k ı ­ mızlar içiliyordu. Bir sene evvel burada cephanesiz olarak çarpışan Kazak Türkîeri'nin şimdi burada hür olarak eğlenmeleri cidden çok s e v i n ç verici bir man­ zara idi. Bu merasime Şarkî Türkistan Cumhuriyeti­ nin askerlerinden b ü y ü k bir kısmı da İştirak etmiştir. Eğlentiler esnasında gezici esnafın ve alış veriş eden­ lerin en çok hoşlarına giden hususlardan birisi de,. Ç i n parası yerine, kendi beyaz renkli paralarını kul­ lanmaları İdi... Bu eğlencelerin sonunda, gümüşten yapılmış, üzerinde ay yıldız bulunan maviye boyan­ mış ve altında No. 18 1946 İSTİKLÂLÎYET yazılı bir madalya, Şarki Türkistan Cumhuriyeti, ordusunun bir nişanesi olarak, g e n ç bir subay tarafından kısa bir hitabeyle Alibeg Hakime tevdi edilmiştir. Alîbey Ha­ kim de bir hitabede bulunarak sözlerini «Yaşasın Şar­ ki Türkistan Cumhuriyeti ve o n u n kahraman ordusu ve Cumhurreîsi A l i Han T ü r e » diye bitirmiştir.

YENİ ANLAŞMA VE ALİHAN TÜRE'nîn ESRARENGİZ BÎR ŞEKİLDE ORTALIKTAN KAYBOLUŞU... 1946 senesinin Haziran ayında, Urumçide Şarki Türkistan Cumhuriyeti İle Ç i n h ü k ü m e t i arasında bir anlaşma imzalanmıştır. Buna g ö r e : 1 — Şarki Türkistan Cumhuriyeti Ordusu 12.000 kişi olacaktı. Bu sebeple orduda azalmalar yapıldı. __ 1 5 6 - —

2 — Huduftaki askerler de azaltılacak ve bu 12 bin asker gerilerde bulunacak. I! Madde olarak bilinen bu anlaşmanın diğer metinlerinde şu esaslar yer almıştı. Siyasî mahpuslar, esirler serbest bırakılacak, Türkçe Ç i n c e ile beraber resmî dîS olacak, nahiye m ü d ü r l e r i halk tarafından seçilecek, öğretim diii Türkçe olacak ve Doğu Türkis­ tan eskisi gibi Çîn'jn bîr vilayeti mevkiinde kalacaktı. Bu anlaşmadan kimse memnun değildi. Bu an­ laşmaya Alİhan Töre'nin yanaşmiyacağını anlayan Ruslar, bir g ü n h ü k ü m e t konağını basarak, kimseyi şüphelendirmeden Alİhan TÖre'yİ kaçırdılar. Halk bir müddet onu hasta, evinden çıkmıyor zannetti. Sonra­ dan vaziyet anlaşıldı. Kısa bir zaman sonra.da Rus taraftan olan Ahmet Can Kasım, bu mevkîye getiril­ di... 1946 senesinde Osman Batur, Kulca h ü k ü m e t i y ­ le Rusların bir anlaşma yaptığını ve bu sebeple. A l tay'daki madenleri kazmağa geldiklerini gördüğü za­ man, bunlara müsaade etmemiş ye Ruslara. «Madem­ ki bîr anlaşma yaptığını söylüyorsunuz. Bana Cum■hurreîsimîz Aİİhan Töre'nin bizzat İmzasını taşıyan bir emir getirin k i , ona g ö r e hareket : e d e y i m . » de­ mişti. (40) OSMAN BATUR YENİDEN MÜCADELEYE BAŞLIYOR (17 KASIM 1946) Büyük mücadeleler Türkistan Cumhuriyeti,

sonunda kurulabilen Şarki Alİhan Töre'nin kaçırılması

(40) Prof. A. D. Barnett, aChina on the eve of Communist Takeover» deni­ len kitabının 253'den sonraki sahifelerinda Osman Baiur'un Ruslara karsı çıkışmı tefsilarlı olarak anlatmaktadır. Yazar, 1948 senesindo Doğu Türkistan'ı ziyaret ,eimÎ5 ve Osman Batur'u bizzat görmüş ve ko­ nuşmuştur.

__ 157 —

ve yerine A h m e t Can Kasım'ın getirilmesiyle Rusla­ rın oyuncağı haline gelivermişti. Bu vaziyete, b ü t ü n milliyetçiler gibi Osman Batur da çok ü z ü l ü y o r d u . Eskiden Çinlilerle uğraşırlarken, şimdi de onlardan daha b ü y ü k bela olan kcmünizm'İn yuvası Rusya çık­ mıştı. Osman Batur, kendisinden çok zaman evvel Altay'a v a l î muavini olarak tayin edilmiş ve halk ta­ rafından çok sevilmiş bulunan Altay'iı Canımhan Ha­ cı ile temasa geçmenin yerinde olacağını düşünüyor­ du. Canımhan Hacı, Altay'tn Osman Batur tarafından ele geçirilmesiyle Urumçİ'ye kaçırılmıştı. Canımhan Hacı her ne kadar Ç i n h ü k ü m e t i y l e birlikte çalışıyorsa da, fırsat buldukça Şarki Türkistan Cumhuriyetine yardımdan geri kalmıyordu. Vatan ve istiklalleri uğruna mücadele yapan bu kahraman­ ların, Rusların pençesine düştüğünü görünce, gizli­ den gizliye yardımını .arttırmağa başlamıştı... Bu olay­ lar sırasında Çın h ü k ü m e t i onu Doğu Türkistan lylaliye Vekili olarak tayin etmişti. Sinkiang dolan deni­ len (Türkistan doları) psra üzerinde o n u n İmzası b u ­ lunuyordu. Yine Kazak Türklerinden Salİs Emiroğlunu da genel sekreter muavinliğine getirmişlerdi. Bu İki zat, Kazak Türklerinin Ç i n nezdindekı temsilcile­ riydi. Osman Batur i ş t e . b ü t ü n bu fırsatlardan istifa­ de etmeyi düşündü. Ç i n l i l e r ile anlaşabilmek için

ümitlendi. Bu vaziyet karşısında tekrar mücadeleye girişmek lüzumunu hisseden Osman Batur, 17 Kasım 1946 tari­ hinde Şarki Türkistan Cumhuriyetini kukla olarak kul­ lanmakta olan Ruslara karşı koyarak, Sarsunbey'i terke t t î . (41) Altay'm Kobuk bölgesinde bulunan 2. Kazak i(41) A d ı

geçen

Organı

e s er'de

ıCuldız»

ve

«Kazakistan

Dergisinin

sonra -kitap olarak

çıkan

9/10,

Kazak 1973

«Son G o ç *

Yazarları

sayılarında

adlı kitabında

_ 158 —

Bîrliğinîn>

aylık

yayınlanan,

daha

(Cuidız,

sh. 127,

Tugay'ınsn başındaki subaylar alındığından, askerîn hiçbir şeyden haberi y o k t u . Osman Batur, çetin-savaş­ lardan sonra Bayttk dağlarına çekilmek zorunda kaldı. 1947 senesinin Mayıs ayma kadar burada kaian Os­ man Batur, Rus uçakları v e Moğol askerlerinin daimi hücumlarına uğradı. Bu hadise bir zamanlar, Rusya ite Ç i n arasında tartışma mevzuu olmuş ve Birleşmiş Mîl­ letler G ü v e n l i k Konseyine kadar aksetmiştir. (42) 28 Temmuz 1947 G ü v e n l i k Konseyinde Ruslarla, Çinliler birbirlerini ifham ediyorlardı. Halbuki ne Rusya Ç i n ' e ve ne de Ç i n Rusyaya hücum etmişti. Her İki tarafın hücumlarına uğrayan zavallı Türkistanlılar v e o n u n unutulmaz milli kahramanı Osman Batur o l m u ş t u . . . Bu Mayıs ayından sonra Osman Batur, Şarki Tür­ kistan Cumhuriyeti askerlerinin üniformasını giyerek kendisiyle savaşmakta olan Ruslara karşı çetin bîr m ü ­ cadeleye koyuldu. Buna karşılık olarak Ruslar yeni bir plân hazırlamağa başladılar. Bu- feci plânları şuydu.. Kobİk'de bîr şeyden habersiz Türkistan askerlerini, İstiklal mücadelesi diyerek kendi askerleri arasına karıştırıp Osman- Batur'a karşı kullanmak. Y a n î kar­ deşi kardeşe vurdurmak... Mücadele b u minval üze­ rinde bir m ü d d e t devam etti. Fakat bu feci hakikatin sayı; 10) Abdeş Cumadıloğlu'da « V a l i Osman'ın tekrar a y a k l a n d ı ğ ı ­ nı» yazmakta. Gene aynı dergide, sh. 128'de de: « anlaşmasının metnini anladıktan sonra hemen çekilerek Koktoğay'dakj yaylasına gitmişti.-.» deniyor. Burada sunu belirtelim k î , adı geçen eserinde yasar, Rusların daha ev­ velce çok karalamış, ve yalan İftira efmis olduğu Osman Batur'un a d ı n ı dîrek olarak bah s edem emekte. Ondan ıKosa-y» olarak bahsetmekte. Fa­ kat, a d ı geçen yazının derginin 1973 senesindeki 9. sayısında y a y ı n l a n ­ ması münasebetiyle yazdığı önsözünde, ıSSSR i l i m Akademisi, Uzak Do­ ğu Enstitüsü Şube M ü d ü r ü » T. Rahimov, rKosay'ın» Osman Batur olduğu­ nu açık yazmaktadır, {sh. 56). «Yer ve gök'de olan b ü t ü n iftiralar yağ­ dırılan O s m a n , . . » diyerek onun hakkında tarafsız tetkik yapılmasını is­ temektedir. {42} China

and Soviet

Russia, by prof.

Dr. Weİ. Sayfa

— 159 —

206-205.

.

farkına varan Osman Bdtur, Ruslarla, birlikte olan Türkistan askerlerini zorlukla haberdar edebildi. Bunun üzerine b ü t ü n askerler Osman Batur tarafına geçti­ ler. Bu arada komünist askerlerin kumandanı İshakbek'İn muavinliğine aslen Altay'h Delİlhan Sungurbayoğlu getirildi. Milliyetçi olarak bilinen bu adam, mec­ buriyet karşısında bu vazifeyi kabul etmişti. Her ne kadar Ruslara hizmet ediyormuş gibi görünüyorsa da, fırsat buldukça Rus. subaylarının harekatını Osman Batur'a daîma bildirmeğe çalışıyordu... (43) Osman Batur, ü ç aylık mücadeleden sonra, A l tay'ı Ruslardan temizlemeğe muvaffak oldu. Şimdi sı­ ra diğer vilâyetlere gelmişti. Yeni bir plân hazırlamak­ la meşgulken, 18 bin civarında y i n e Şarki Türkistan üniforması giydirilmiş Rus askerinin ani hücumuna uğ­ radı. K ö t ü bir durumda kalan Osman Batur, Baytık dağına çekildi. Burada da tutunamıyarak, milliyetçi. Ç i n kuvvetlerinin .elindeki Urumçî dağlarına gitmek zorunda kaldı. MOĞOLLAR, OSMAN BATUR'U ÖLDÜRMEĞE TEŞEBBÜS EDİYOR... Urumçî dağlarına gelen Osman Batur, miliyetçi Ç i n makamları tarafından oldukça i y î karşılanmış ve Alibeg H a k i m l e de temasa geçerek, Urumçideki ileri gelen Kazak Türkleri sayesinde Ç i n h ü k ü m e t i y l e konuş­ malara başlamıştı. Buna göre resmi olarak Kazak Türk birliklerinin kurulmasını temin etmişti. 8. Kazak Türk tugayı adı verilen bu birliklerin yarısı, Osman Batur'un bulunduğu yerde ve diğeri de Alibeg Hakîm'in ika(43) Isjıokbcğ, Delİlhan Sugırbay ve Ahmetcan Kasım'lar 1949 senesinin sonbaharında «uçak kazasında ö l d ü » denildi. Bir daha görünmediler.

__ 160 —

met e t t i ğ i , Manas dağlarında hazır olacaktı. Ç i n ü n i ­ forması giyen ve b ü t ü n İhtiyaçları Ç i n . h ü k ü m e t i tara­ fından karşılanan bu birlik 3 binden fazla, askerden meydana gelmişti. Osman Batur, askerlerin Ç i n ü n i ­ forması giymesini önceden kabul etmemiş fakat mec­ buriyetler karşısında razı olmuştu. Tugay'ın bütün subayları Kazak Türklerîndendî. Tugay kumandanlığı­ na da, Çİnde tahsil görmüş Zakarya Açeoğlu isminde bir Kazak Türk subayı tayin edilmişti. Bu kumandan her ne kadar emirleri Ç i n makamlarından alıyorsa da, Osman Batur ve AMbeg Hakim'e danışmadan tatbik etmiyordu. (44) Osman Batur, b ü t ü n adamlarını 8. Kazak Türk t u ­ gayı emrine vermiş, elinde eskisi gibi muhafız bırak­ mamıştı. Artık Çinlilerle dost olduğundan, onların yar­ dımıyla bir ordu . vücuda getirdiğinden, bîr zarar geleceğine ihtimal vermiyordu. Sınırlarda Ç i n askerleri bulunduğundan kendisine Ruslar ve onların uşağı M o ­ ğolların hücum etmeleri İmkânsızdı. Yalnız, yanına en güvendiği adamlarından 5 kişiyi almıştı... Curkukîunun Kumu denilen yerde yerleşen Osman Batur, senelerdir hasretini çektiği' ava çıkma imkanını niha­ yet ele geçirebilmîşti. 1948 yılının 3 Marf'ında beş ar­ kadaşıyla birlikte silah ve kartallarını alarak, bir gece dağda kalmak şartıyla ava çıktı. Evde karısı ve k ü ç ü k ü ç çocuğunu bırakmıştı. Sınırdaki Ç i n askerlerinin bir zaafını bularak h u ­ d u d u geçen 250 tane atlı Moğoj eskerİ, kısa bîr m ü d (44) Prof. A. D. Barnett, yukarıda (40) a d ı geçen eserinde, Osman Batur ve Alîbeg Hakim'den bahsederken, onların kuvvetlerinden de bah­ setmekte. K a ı a k SSR i l i m Akademisi tarafından yayınlanan eser'de de Osman Baturun 1500, Alibeg Hakimin 900 adamı v a r d ı . . . i denilmek­ te. {Kazakistan ve Doğu Türkistan Tarihînin Meseleleri» Sn. 89. Ka­ zak SSR İ l i m Akademisi Yayınların. N u . 15. 1962, Alma - A t a .

— 161 —

F. 11

det sonra Curkuktunun Kumu denilen yere gelerek, Osman Batur'un evini bulmuşlar ve ateş etmeğe baş­ lamışlardır. Evden bir kanşılık, verilmediğini gören Moğollar, pervasızca eve yaklaştıkları sırada, Osman Batur'un 17 yaşındaki Uiuapay isimli kızının isabetli silah atışları karşısında mecburen biraz geriye çekildi­ ler* v e atışlarına devam ettüer. Vaktin epey g e ç olma­ sından istifade eden Uiuapay, hava kararıncaya kadar ateş ederek, Moğoliarr meşgul ettikten sonra anası ve kardeşlerini alarak gizlice kaçmışlardır. Küçük bir te­ sadüf, Osman Batur'u bu zalimlerin elinden kurtar­ mıştı. Zira, bunlar kati bir surette, Rusların emriyle, Osman Batur'u ö l d ü r m e k için gelmişlerdi... (45) ALİBEG HAKİM, KUKLA ŞARKİ TÜRKİSTAN HÜKÜMETİNE KARŞİ HAREKETE GEÇİYOR... (46) Burada bir m ü d d e t için geriye dönerek, Osman' Batur faaliyette iken Aî.ibeg Hakİm'in ne vaziyette o l ­ duğunu öğreneceğiz. Tönkers alanı (İnkılap Alanı) denilen yerde, Kızıluzen inkılabının seneyi devriyesi kutlanmış, y e n i an­ laşma İmzalanmış, Alİhan Töre kaçırılmış ve Şarki.Tür­ kistan Cumhuriyeti başına A h m e t Can Kasım geçirile­ rek, Rusların oyuncağı haline getirilmişti. Bu vaziyet karşısında Alİbeg Hakim, Urumçİde vazife gören Canımhan Hacı ve diğer Kazak Türkleri vasıtasıyla Ç i n h ü k ü m e t i nezdinde temasa başlamıştı. 1946 senesinin (45) Bu husosla'da Amerikalı Profesörün adı geçen eserinde bîlgî veril­ mekte. (46) Prof. A . D. B a r n e i î , kîtabmm, 2ö8. sahlf.es İn da, durumu vaktiyle ken­ di gözüyle gormü'5 bir yabancı âlîm olarak; « gibi Kaıak liderleri île tarafından y ö % çevirmişti;..» dîye belirtmek­ te,

__ 162 —

.

Temmuz ayında bir adamını Urumçîye yollamış ve Canımhan Hacı ile Salis Emİrepğlu Çîn h ü k ü m e t i n i n yardımlarda bulunacağını ve bu fikrîni iyi "karşıladık­ larını AMbeg Hakim'e bildirmişlerdir.

$

Koyu bir milliyetçi olarak bilinen Alibeg Hakim, Şarkî Türkistan Cumhİriyetîni daima tenkit etmekte ve adamlarıyla dağa çekilerek, Ç i n h ü k ü m e t i ile olan münasebetlerini arttırmaktaydı... Esasen, b ü t ü n mev­ kilere en güvendiği adamlarını tayin etmişti. Bu se~beple emirler harfiyen yerine getiriliyordu.' Şarki Tür­ kistan Cumhuriyetinin d u r u m u n u izah eden beyanna­ meler hazırlatarak, halka dağıtıyor ve Rusların dikka­ tini çekmeğe de gayret sarfediyordu. Çeşitli mevzuları İhtiva eden bu- beyannamelerde, şiirler de bulunuyordu, hepsi de N A R İ M A N CABAGIT- . OĞLU nezaretinde bastırılmıştı. Dİn qayda, hukuk qayda, namis qayda? Qan qayda, enbek qayda, ümit qayda.? Enbek eş catqa cabdîq bop turmuz, Oylandar kîmge ziyan kimge fayda, Qul qıldı qocayındar qudırandap Hakikat bosfandıqtan cilt qayda? Tufandan Nuh qutulgan gayreibenen, Calinba cavdı, cabırat caraq sayla... Anadolu TÜRKÇESİ: Dîn nerede, hukuk nerede, namus nerede,? Kan nerede, emek nerede, ümît nerede? Emek İçin alet olup durmaktayız yabancıya. Düşünün kime zarar kime fayda? Patronlar bağırarak etti köle, Hakikat hürriyetten ışık nerede? _

163 —

Tufandan N u h kurtulan gayretle, Yalvarma silah hazırla düşmanı yıprat. Tuvisqan bavırler... Kardeşler Oyİanızdar... Oylanıkdar... Aram ö l ü m aram ter bolmanızdar... Hakikat d i n d i , eldi çerdi, Vatandı fanızdar qor bolmanızdar. Cane sende ciğer bolsa, namıs bolsa, Şındıq İçin şîmirkenbeytın şabıs bolsa, Qanin bîr Qazaqtığın bolsa boyunda, Apten esti aqılına daq qonsa. Ulutunun şaman gelgenşe qamîn oyla. Atatığm özgermesten tanın oyla. Cei sundurmes, sel terbetbes cana tuğun m a n g î şamin o y l a » Beti cîbet eteği böiek quvirşaq bolîp cürmesin, Elinin zanın oyla. Ç e r i n sendik suvin sendik, Bolganda sen bîrevdik bolîp curme tağı oyla, Oyla kindik kesip kîr cuvğan çerindi oyla, Zulim cavızğa calinbasin elindi oyla. Anadolu TÜRKÇESİ : Kardeşler... Düşününüz... Düşününüz...

Boşuna ne ter d ö ­ k ü n rie de ö l ü n .

Hakikat, d i n î halkı toprağı Vatanı tanı, köle olma. Eğer sende y ü r e k olsa namus olsa Senin vücudunda h a k i k î bîr Kazak kanı varsa, İyi dinle ki anhyabilesîn, Milletinin m ü m k ü n mertebe düşün istikbalini. _

164 —

Düşün, değişmeden ağaracak tanyeri. Rüzgarın söndüremiyeceğî, selin sürükleyeni İve­ ceği ebedî Yanacak meş'alenî düşün. Halkının kanununu da düşün Ü s t ü ipek (*} altı başka olmasın, Toprağın senîn suyun seninken Düşün sen başkasının olma (**) Düşün, doğduğun anda göbek bağının g ö m ü l d ü ­ ğü İlk çamaşırlarının yıkandığı yeri, Düşün halkın yalvarmasın zajim düşmana. RUSLAR, ALİBEG HAKİM'İ ELE GEÇİRMEK İÇİN CAZİP TEKLİFLERDE BULUNUYORLAR... Bu beyannameler ilk önce sınırlarda ve daha sonra da İç mıntıkalarda dağıtılmağa başlamıştır. Rus­ lar, Alİbeg Hakim'i silahlı bir çarpışma neticesinde yakalamağa taraftar değildi. Ç ü n k ü b u imkansız o l u ­ yordu. Gayet İyi biliyorlardı k î , Kazak Türklerinin m i l l î hislerine karşı gefemiyecekler ve bu beyanna­ melerin dağıtılmasına mani oîamıyacaklardı. Bu se­ beple aldatma siyasetinin tatbikine giriştiler. Bu c ü m ­ leden olarak kukla Şarki Türkistan H ü k ü m e t i adına Genel Kurmay Başkanı İshakbeg, A l i b e g Hakîm'i Tarabagatay valiliğine davet etmişti. 1946 senesinin son günlerinde yapılan bu teklifi Aîibe^g Hakim «Bu g ü n yapmakta olduğum vazife, vaÜNk kadar lüzumludur. Sıhht bir takım sebeplerden ö t ü r ü , valiliği kabul ede{*) İ y i gözüküyorlarsa d a altında başka şeyler var. ( * * ) O l a m a n l a r , Ruslar, Doğu Türkistan I i l a n kendi kaydediyordu.

— 165 —

tabasına

, gizli

olarak

miyeceğim» diyerek kabul etmemiştir. Birinci teklifte muvaffak olamayan Ruslar, bir İkincisini denediler. Şarki Türkistan H ü k ü m e t i n i n reisi Ahmet Can Kasım, Afİbeg Hakİm'İ Kulja'ya davet etti. Alibeg Hakim «Sı­ nırda olduğum İçin işlerim çok ve m ü h i m d i r . Bunu sizde takdir e d e r s i n i z » diye davete İcabet etmemiş­ tir. Ahmet Can Kasım, İltifatlarında daha da ileri giderek, Kulja ve Tarbagatay halkının bir şükran he­ diyesi olarak, b ü y ü k ç e yapılmış ay yıldızlı bîr madal­ yonu Alibeg Hakİm'e takdim etmişti. Zavallı Ruslar, altın madalyon sayesinde m i l l î hislere, mani olabile­ ceklerini zannediyorlardı. Beyanname işine Alibeg Hakim 1947 senesinde daha fazla ehemmiyet veriyor. Bu esnada yeni bîr oyunla A l i b e g Hakim'i ele geçirmek isteyen Ruslar, Tarbagatay valisi Başibay vasıtasıyla b ü t ü n vilâyet­ lerin idare adamlarını toplantıya davet ediyorlar. Bun­ ların hakiki niyetlerini, çok İyi bilen Alîbeg Hakîm, onları bir m ü d d e t oyalayabilmek İçin, kendisi yerine adamlarından Kaynaş'ı gönderiyor. Bir taraftan da Çinlilerle teması genişleterek, silah ve cephane temi­ nine çalışıyordu. Adamlarından bazılarını bu işle va­ zifelendirerek birçok defalar Urumçİye yollamıştır. Burada Ç i n Baş kumandanı General, Sun Şifan; Ma­ liye Bakanı Canımhan Hacı ve Genel sekreter muavi­ ni Emİreoğlu İle konuşan Aîibeğ Hakimin adamları şöyle bir anlaşma İmzalamıştır. (18 Mayıs 1947) 1 — Osman Batur ile Alibeg Hakîm kumanda­ ları altındaki askerlerin silah ve cephanelerini Çinlim ler verecekti. 2 — Kazak Türklerinin daha çok arttırılacaktı. 166

memuriyetfik vazifeleri,

3 — Şarki Türkistan H ü k ü m e t i adı altındaki ü ç vilâyet müştereken Ruslardan kurtarılacaktı. Bu sıralarda Alİbeg Hakİm'e kukla h ü k ü m e t tem­ silcileri yeni bîr madalyon vermişlerdi. Bu ü ç ü n c ü altın madalya oluyordu. Bunları takan Türkistan he­ yeti, bîr taraftan da «Sen mücadelene devam et, ge­ ri d ö n m e » dîye kulağına fısıldıyorlardı. Çinlilerle yapılan yukarıdaki anlaşmayı mütea­ kip General Sun Şilan'ın muavini Şe Cu Cange ve Maliye Bakanı Canımhan Hacı, A l i b e g Hakim ile g ö ­ rüşmek İçin, askerlerinin bulunduğu Manas taraf­ larına gelirler. 1947 senesinin Ağustos ayında Şurkuduk denilen yerde yapılan gizli toplantıya, Alibeg Hakim b ü t ü n madalyonlarını takarak gelmişti. Ü ç altın-ve iki gümüş madalyonu gören Şe Ç u Cang «ne çok madalyonumuz v a r » demişti. Buna karşılık Alibeg Hakîm «Bu madalyonları, milleti temsil ettiklerini söyleyen muhtelif heyet ve zatlar takdılar. Onların, bunları bana takmaktaki gayeleri ne olursa olsun, ben de bu madalyonların üzerindeki yazı ve İşaretlere layık olmağa çalışacağım» diye cevap vermiştir. Bu gizli toplantıyı müteakip Çinliler silah g ö n ­ dermeğe başladılar. Bir taraftan da Kulca ve Tarbagatay'dan gelen heyetler, durmadan devam ediyor­ d u . Hatta ilk heyette, Tarbagatay vali muavini Kasimahun bulunuyordu. Alİbeg Hakim ile konuşmasın­ da, Çinlilerden çekilen sıkıntılardan "bahsederken, Rusların mezalimini anlatmağa asla yanaşmıyordu... Hadiseler bu şekilde s ü r ü p giderken, Alİbeg Hakim sıhhatinin bozuk olduğunu, temiz havaya ihtiyacı o l ­ duğunu İleri sürerek yaylaya (dağa) çıktı. B ü t ü n bun­ lara rağmen, heyetlerin ardı kesilmedi. Hepsi de A l i beg'i kandırmak için t ü r l ü İltifatlar yağdırıyordu. Bun­ ların içersinde Alibeg Hakim'İ tutanlar da yok değil_

167 —

d î . . . Ç ö ğ e ç e k t e çıkmakta olan bîr gazetenin yazarı olan Dubek Şalğînbayoğlu ' A l i b e g T çok-tutuyordu." Fakat döha'sonra Ruslar tarafından b ö l d ü r ü l d ü . Heyet mensuplan arasında (Hoca) iara da tesadüf ediliyor­ du. Bunlar, fırsatını düşürdükleri zaman, İşin ü ç ' y ü ' z ü n ü Alibeg Hak.im'e anlatıyorlardı. Bunlar arasında" 65 yaşlarındaki Osman isimli bîr hoca, Ulucan yayla­ sında' konuşmak için kürsüye çıktığında, tek bîr ke­ lime bile söylemeden- h ü n g ü r h ü n g ü r ağlamağa baş- . lamış ve kürsüden İnerken Alibeg Rahimbegoğluna (Hakim) İç cebinden çıkardığı k ü ç ü k bir Kuran-ı Kerim'İ vererek, «beni daima hatırla» demişti. İkinci ho­ ca da k ü r s ü d e ağlamış v e tek c ü m l e olarak «Yaşasın Şarkî Türkistan C u m h u r i y e t i » diye bağırmıştır. Hoca­ ların b u hareketlerine heyette bulunan komünistler çok kızmışlarsa da, mecburen ses çıkarmamışlardır.

ALİBEG HAKİM'İ ELE GEÇİRMEK İÇİN RUSLAR MASKEYİ ÇIKARTIYOR...

' B ü t ü n bu faaliyetler neticesinde Alibeg Hakîm'i , kandiramıyacağini anlayan Ruslar, en son koz olarak açıktan açığa tekliflere giriştiler. 1947 Eylülünde, Ç ö ğeçekteki Rus konsolosu, Şİko - Maytav kazasının kaymakamı olan Nasıreddİn'İ tercüman olarak yanı­ na almış v e A l i b e g Hakîm'în evine gelmişti. Konso­ los İki akşam burada kalarak görüşmeler yapmıştı. Rus konsolosu Alİbeg'e «Sîz Kazak Türkleri, b u ka­ dar faaliyet gösterip Şarkî Türkistan'ı kurtaracağınızı mı zannediyorsunuz? Boşuna uğraşmayın, bunda m u ­ vaffak olamazsınız. Bîr an içîn ,Şarkî Türkisfanın İstik­ lâlini kazandığını düşünelim, b u takdirde sîz yine idareyi ele alamazsınız. Ç ü n k ü Uygur Türkleri sizden _

168 —

daha kalabalık. Sizinki, kendinizi etrafa kötü'"göster? mekten başka'bir şey değil» demiştir. (47) Bunun üzerine Alibeg Hakim, ■ Rus konsolosuna şöyle cevap verir: «Biz İstiklâl için uğraşıyoruz. Bi­ zim içîn Uygur, Kazak d i y e ' b i r tefrik yoktur. İstiklâ­ limizi elde ettikten sonra, içimizden kim gelirse g e l ­ sin bizce muteberdir. Esasen siz Ruslar biz Doğu Tür­ kistanlıları Şin Şi Sey vasıtasıyla Batı Türkistan yap­ tığınız gibi 14 millete ayırdınız. Bir Kabîlecİlik cereya­ nı vücude getirerek, bizleri birbirimize katmak iste­ diniz, ama - muvaffak olamadınız. - Olamayacaksınız da... Ç ü n k ü biz birbirimize kardeşçe bağlıyız...» Rus konsolosu: «Sîz Kazak Türkleri, Şarki Türkis­ tan H ü k ü m e t i n i yıkmak için hareket ediyorsunuz. Hal­ buki Uygur Türkleri, Bu cumhuriyeti tasvip ediyor­ l a r . . . » Alibeg Hakim, bu sözlere gereken cevabı he­ men verir: «Başında A l i h a n ' T Ö r e gibi bir reisicumhu­ rumuz bulunan Şarki Türkistan Cumhuriyetini hepi­ miz tasvip ettik. O n u n uğrunda kurbanlar verdik. Fakat bazıları, onu kalleşçe devirerek İdareyi ele al­ dı. Ve h ü k ü m e t i bîr kukla haline getirdi. Şarki Tür­ kistanlıların menfaatına değil, .zararına olan bu kuk­ la teşekkülü tasvip eden bir Türkistanlı bulunamaz. Bizler için Kazak, Uygur diye bir,şey y o k . . . Hepimiz Türkistanlı T ü r k ' ü z . » Bunun üzerine Rus konsolosu A l i b e g Hakîm'e Tarbagatay'ın merkezi olan Şâveşek valiliğini teklif et­ miş, yaptığı b ü t ü n yanlış hareketlerin affedileceğini söylemiş, Ruslarla İş birliği yapmasını ve Çinîilerle anlaşmayı bozmasını istiyerek bir takım vaitlerde bulunmuşsa da, h i ç bîrinde muvaffak olamamış ve (47) Yeni İstanbul gazetesinde «uzaklara Balama ssrî y a ı ı ' d a , bu durumu, yani Konsolosun görenler anlatmışlardı.

__ 169 —

başlığıyla yayınlanan b i r Alibeg Hakİm'e gelişini

geri d ö n m e k zorunda kalmıştı. Bunun akabinde, Nasıreddîn, İkinci bir Rus ile çıka gelir. Rus h ü k ü m e t i n i n hediyesi diyerek, iyi cîns bir kumaş ile bîr d ü r b ü n ü v e ­ rir. Hastalığının, Moskovada tedavi edilebileceğini söy­ ler. Bu hediyeleri A l i b e g Hakim nezaketle' kabul eder, tedavi teklifini gülerek karşılar.. Daha sonra, aslen Batı Türkistanlı olan Aytuvarıp İsimli b i r ' R u s subayı gelir. Bu subay. General İshakbegin selâmlarını söy­ leyip, karargâhta görüşmek istediğini bildirir. İshakbeg Alibeg Hakîm'in şahsi dostuydu. Pek yakında g ö ­ rüşebileceklerini söyliyerek bu subayı da savar, Alibeg > Hakim, mücadeleye resmen başlamanın zamanı geldiğine k a n î i d î . Fakat, hazırlıklarını iyice tamamlaması ve Rusların şüpheye düşmemesi lâzımdı. Bu sebeple, bazı ü m i t verici, oyalayıcı.teklifler y a p t ı . . . M e s e l â , bîr haftaya kadar O y pazarına dönerek vazi­ fesine başlıyacağını yalnız buranın havası sıhhafına iyi gelmediği İçin, makamını Sandıkkozuya naklini istedi. Nitekim, bu teklifinden b i r k a ç g ü n sonra, mua­ v i n i Yusufbek, Sandıkkozu'ya nekledildiklerini haber verdi. Alibeg Hakim buraya gidecek değildi. Zira, b ü t ü n faaliyetlerin, komünistlerin kendisini yakalıyabilmek gayesiyle yapıldığını pek iyi biliyordu. Alibeg Hakîm, Ç i n . h ü k ü m e t i İle daimi surette te­ mas edebilmek İçin, iki Ç i n l i telsizci getirmişti. Urumçiden getirilen silâhlar emin bir yerde, depo edilmiş;1 ve çok iyi nişancı olanlara bunların dağıtımı başlamış­ tı... TOPLU OLARAK KILINAN CENAZE NAMAZI VE RESMİ MÜCADELE Alibeg Hakim, silâhları dağıtmadan evvel, asker ve kumandanları İyiden İyiye seçmiş ve sonra bunlara

__ 170 —

yemin ettirmişti. Yemîn merasiminde, Zeynem Bay elindeki Kur'anı Kerîmden parçalar okuyor, ve b u n u n üzerine askerler birer birer gelerek şöyle söylüyorlar­ d ı : «Vatanım ve dînim uğruna ölürsem şehid, kalırsam gaziyim. İhanet edersem k a r a y ü z l ü y ü m iki cihanda. Bundan sonra Kadı Essadullah'ın elinde bulunan be­ yaza sarılı Kur'anı Kerime el basıp, karşıdaki Alibeg Hakİm'den silâhlan alıyorlardı. İlk önce Ormanbak ( A n c i k a y ) , daha sonra Sandıkkozu ve son olarak da Şikanzı (Kalaba) ya gidecek olan birlikler{Alîah Allah) nidalarıyla d ö r t nala uzak­ laşmışlardır. Alibeg Hakim'İn ü ç koldan hareket eden kuvvet­ leri, Hedeflerine hücuma başladıkları zaman, Takiman Balur'da harekete geçmiş ve Şiko-Maytav yolunu kes­ mişti. Bine yakın atlı yukarıda izah ettiğimiz y e m i n me­ rasiminden sonra, şehit düştükleri zaman düşman elinde kalınırsa diye cenaze namazları kılınmıştı. Alîbeg Hakim'İn adamları ü ç koldan düşmana sal­ dırmışlardı. Fakat, Ruslar vaziyeti baştan sona kadar takip ettiklerinden, gizli tertibatlar almışlardı. Kış da b ü t ü n şiddetiyle bastırmıştı. Milliyetçiler, arka arkaya hücumlarda bulunmuşlarsa da, neticede müdafaaya çekilmek zorunda kalmışlardır. Düşman kuvvetlerinin sayısı, g ü n geçtikçe artmış, 6-7 koldan hücuma başlamıştı. Kışlık evlerinde .otu­ ran halk, harbin şiddetinden buraları terk etmeğe baş­ lamıştı. Milis kuvvetlerinin durumu epey bozulmuş, yaralananlar hastane, olmadığı için, civardaki evlere taşınmıştı. Çoğu soğuğun tesiriyle ölüyordu.Yaralılara bakacak, Rusyada tahsil görmüş tek bir doktor vardı. ■Bir hastadan bir diğerine gitmesi.için kaybedilen va­ kit esnasında, yaralılar telef oluyorlardı. — 17-f



B Ü Y Ü K KOMÜNİST H Ü C U M U

Komünistler İki aydan beri devam etmekte olan savaşı bir an evvel bitirmek için, b ü y ü k çapta bir taar­ ruza girişmişlerdi. Bu hadise, Kazak Türk kuvvetlerini ikiye ayırmıştı. Korkuş nehrinin batısında mevzilenmiş olan Takîman Batur kumandasındaki kuvvetler, düş­ man çemberi içinde kalmışlardı. Diğer kuvvetler İse, muharebe,, ederlerken çekiliyorlardı. Vaziyetleri iyi o l ­ mayan Kazak Türklerine, Ç i n h ü k ü m e t i b ü t ü n anlaşma­ lara rağmen harp sırasında yardımı kesmiş, sözünde durmamıştı. Hatta daha evvelce verdikleri silâhlan da­ hi, kullanışlı olmadıkları, çarpışma sırasında belli o l ­ muştu. Alibeg Hakim her dakika, Urumçi ile telsizle temasa geçmişse de, aldığı sevaplar hep oyalayıcı idi. Düşman ağır bastırmıştı. Milliyetçiler için tek ümit, Manas üzerinde bulunan k ö p r ü y ü aşabilmekti. Fakat bu İş çok zor oluyordu. K ö p r ü n ü n başında at­ lar, develer, koyunlar île b ü y ü k bir kitle bulunuyordu. Hepsi 8 binden fazlaydı. Bu sebeple teker keter geçe­ bilmek için b ü y ü k bir gayret sarfediliyordu. Buradaki feci vazıyeti daha iyi izah edebilmek için, bir hatıramı nakletmeden gecemiyeceğİm. Babam Alibeg Hakim, haftalardır eve gelmemişti. K ö p r ü n ü n geçilmesi İçin b ü y ü k çapta uğraşıyordu. Düş­ man gittikçe İlerlediğinden, biz de malımızı m ü l k ü m ü ­ z ü olduğu gibi y ü z ü s t ü bıraktık ve k ö p r ü y e geldik. Fakat hayal sükûtuna uğradık. Ç ü n k ü burada hayvan­ larıyla birlikte k ö p r ü y ü geçebilmek İçîn kaynaşan b ü ­ y ü k bir kalabalık vardı. Sıranın bize gelmesi için epey beklemek icap ediyordu. '*

— 172 —

Yiyeceğimiz de iyice azalmıştı. Bu vaziyet karşısında biz 6 kişi, atla tekrar gerideki çiftliği­ mize d ö n ü p bir miktar yiyecek ile iüzumlu İhtiyaçla­ rımızı tedarik etmeyi uygun bulduk. Babam bulunma­ dığı zaman bizim aile İşlerimize bakan Sabadıl Doğru da bizimle beraberdi.. Manas nehrinin batı kıyısından, sabahın alaca karanlığında hareket ettik ve saat 11 su­ larında Kızıluzen kıyılarına yaklaştık. Buralarda dahi halk dalga dalga k ö p r ü y e d o ğ r u gidiyordu. Bu sırada kadı Esadüİlah'ı g ö r d ü k . Tabancasını yere düşürmüş arıyordu.. Bizim eve erzak almağa gittiğimizi öğrenin­ ce, «geriye gitmenize taraftar değilim» dedi. Daha son­ ra Hamza Uçar'ı g ö r d ü k . Bir k a ç hafta evvel elinden yaralanmış olduğu halde, cephede savaşanlara erzak gönderiyordu. O da, geriye dönmemizi İstememiş, şayet gidersek dönüşü dağ yolundan yapmamızı tav­ siye etmişti. Hamza'dan ayrılah bir saat olmuştu k i , top sesleri­ ni işitmeğe başladık Atlarımızı mahmuzladık ve çiftliği­ mize saat 12 ye doğru varabildik. Bizi, çiftlikte çalışan İhtiyar bir kadın karşıladı. O burasını bırakıp bizimle birlikte gelmeğe razı olmamıştı. Bîr g ü n evvel g ü l e oy­ naya yaşadığımız çiftliğimizde şimdi hayat bir yığın'halindeydl. İlk iş olarak karnımızı doyurduk. Biraz d i n ­ lendik.. Bir an İçin düşmanı unutmuştuk. Saat 16 sıra­ larında hareket için hazırlanmağa başladık. Amcam Sa­ badıl Doğru, etrafa yayılmış bulunan sığırları toplayıp gitmemizi söyledi. 120 kadar sığır, lüzumlu bazı eşya­ lar v e 4 deve İle yola koyulduk. Kızıluzen ırmağını geçerek, Hamza'nın tavsiye ettiği yoldan ilerlemeğe başladık. Ö n ü m ü z e bir mezarlık çıkmıştı. Biraz daha ilerleyînce k ü ç ü k tepecikler üzerinde bazı karaltılar g ö r d ü k . Bunların ağaç mı yoksa insan mı olduğunu bir t ü r l ü anliyamıyorduk... Sabadıl Doğru, bunları anla-

— 173 —

rriak için biraz İlerlemişti k i , aniden kuvvetli bîr makinah t ü f e k ateşine tutulduk. Bizim d e üzerimizde silâh vardı ama, etrafımız tamamen çevrildiğinden mukabele etmemiz d o ğ r u olmıyacaktı.. Bu sebeple b ü t ü n aldıklarımızı orada bırakarak, kaçmağa başla­ dık. Düşman karanlıkta bizi takip edemedi. Şişang (Abdullah) nahiyesine yakın bir tepeye çıktığımız­ da, etrafta düşman olup olmadığın! tarassuda başla­ dık. Manas nehrine yakın olan tepelerden havayi f i ­ şekler atılıyordu. Bunların kime ait olduğunu bilemi­ yorduk. Bu durumda k ö p r ü y e varmamız m ü m k ü n olamıyacaktı. Daha yukarda bulunan dağlardaki (Kara­ b u l u t u ) geçidini aşmamız lâzımdı. Biraz ilerlemiştik ki, karanlıkta yanan sigaraları g ö r d ü k . Kazak Türkle­ ri sigara içmezlerdi. Burada düşman olduğu belliydi. Kurtulmak için, burvlarm arkasından gizlice kaçmak icap ediyordu. Ç o k dikkat sarfederek, onların arka­ sından geçmeğe muvaffak olduk. Fakat yolumuzu şaşırdık. Bu sebeple sabahı beklemek zorunda kal­ dık. Ertesi g ü n İstikametimizi tayin ederek, Karabuğ u t u geçidine geldik ve buradan geçmekte olan halk­ la beraber biz de yola koyulduk. İki g ü n dağ yolla­ rında y ü r ü d ü k . Şurkuduk mevkiine geldiğimizde, ba­ bam h a r i ç b ü t ü n ailemizi burada bulduk. Bizi g ö r ü n ­ ce çok sevindiler. Ç ü n k ü , esir olduğumuza hükmet­ mişlerdi. K ö p r ü n ü n Ç i n kısmına geldiğimizde, halkın d u ­ rumu çok feci İdî. Karlar üzerinde ateş yakarak, ço­ cuklarına sıcak birşeyler vermek İsteyen analar, atlı ve yaya k ö p r ü d e n geçmek için sıra bekleyen çoluk çocuğun ağlamaları, yürekleri sızlatıyordu. Uzun m ü d ­ det devam eden sıkıntılı h a î , k ö p r ü n ü n geçilmesiyle sona ermiş ve halk komünistlerden kurtulmuştu...

__ 174 _

SON KOMÜNİST H Ü C U M U , VE TAKİMAN BATUR

Komünistler son bir hücuma geçtiler. Kazak Türk­ leri geri çekilmek mecburiyetinde kalarak, Karargâh­ larını Uçbulak'dan A k b u t denilen yere nakletmişlerd i . Fakat, ani bir baskın yapan komünistlerden, milli­ yetçiler canlarını zor kurtarabilmişlerdi. Alİbeg Ha­ kim, b ü y ü k bîr şans eseri o zaman karargâhta b u l u n ­ muyordu... Komünistler k ö p r ü y ü ele geçirmek İçin b ü y ü k gayretler sarfettiler. Fakat, milliyetçiler, halkın düş­ man eline geçmemesi İçin aynı şekilde müdafaaya koyuldular. 11 Aralık, 1947 tarihinde, komünistler, k ö p r ü n ü n ö b ü r ucuna geçmeğe muvaffak oldular. Bu sırada esir düşen iki milliyetçiyi (Altınbek ile Kunafîye) kumandanları Yarbay Margup'un yanına g ö t ü r ü r l e r . Yarbay, esirlere, Alîbeg Hakîm'în buldukları bir şap'kasını göstererek: «İşte g ö r ü y o r s u n u z , Alibeg'inizİn şimdilik şapkasını aldık ve pek yakında da kellesini alacağız» der. Bunun üzerine, esirlere • tazyik ederek, bir malûmat almak isterse de, muvaffak olamaz. Da­ ha sonra esir düşerken omuzundan kurşunla yara­ lanmış ve omuz kemikleri kırılmış bulunan Alfınbeg'i, karların arasına yatırırlar. Kunafîye'nİ de bağlarlar. Başlarına da bir nöbetçi dikerler. , Altınbeg, kollan bağlı olmadığından, nöbetçile­ rin bîr gafletinden istifade ederek, kaçmağa muvaf­ fak olur. Yaralı olduğu halde k ö p r ü n ü n bulunduğu yere gelir. Fakat, her taraf darmadağın olduğundan, ancak Ç i n l i l e r i n yardımıyla buradan geçebilir. Kuna­ fîye İse, elleri bağlı olduğundan hafif meyilli bir te-

— 175 —

peden kendisini aşağıya yuvarlar. Yuvarlanma, es­ nasında elleri ve kolları b ü y ü k bir şans eseri olarak ç ö z ü l ü r . Komünistler, Kunafîye'nin kaçmakta o l d u ğ u ­ nu görünce, ateş ederler, bu ateşe Çinliler mukabe­ le edince, Kunafiye bundan İstifade ederek Ç i n l i l e ­ rin yanına gelmeğe muvaffak olur. Herkes hududtan geçmesine rağmen, Korkuş nehrinin batısında kalan Takiman Batur'dan hiçbir haber y o k t u . . . Acaba esir mi d ü ş t ü . . . Çîn h ü k ü m e ­ t i , bu kuvvetlere yardım etmek isteyen milliyetçile­ re sınırlarını kapatmış müsaade vermiyeceğîni bildir­ mişti... Alibeg Hakim, Manas nehrinin doğusuna g e ç - , tikten sonra, Doğu Türkistan Maliye Bakanı Canımhan Hacı adına oğlu Mecit ve Osman Batur, Alibeg Hakim'e yazmış o l d u ğ u mektupda şöyle d i y o r d u : «Vatan için, ben de sizler gîbi çarpıştım. Fakat gene sîzler gibi muvaffak olamadım. Bu muvaffakiyetsiz-. tikler, benim mücadele azmimi söndürmemîştîr. Bi­ lâkis körüklemiştir.» Takiman Batur'da uzun ve meşakkatli çarpışma-' İar neticesinde, komünistlerin arasından ' sıyrılmış ve 1948 senesinin Ocak ayında arkadaşlarına kavuşmuş­ tur. ■ ÇİN İDARESİ ALTINDA KURULAN İLK 8. KAZAK TÜRK TUGAYI 8 - b i n kişilik bîr kafüe İle çok feci bir durumda kalan Alibeg Hakim, Çinülerîn elinde bulunan kesim­ de müşgül anlar, yaşıyordu. Kış bastırmış, barınacak yer temini güçieşmiş, kafile hergün . eziyet içinde kıvranmağa başlamıştı. Yiyecek,. örtecek birşeyleri

- _ 176 ~~

kalmamış, hepsini komünistler almıştı. Kafileyi bu perişan durumdan, ancak Ç i p hükümetinin; yardımı kurtarabilirdi. Bu sebeple, Alİbeg Hakim 1948 Oçalş ayında Urumçiye gitti. Burada iliç olarak umumi vali Meşucj Şabripey, Maliye Bakanı Canımhan Hacı ve Genel sekreter Saliş Emîroğlu ile görüştükten sonra, Çinli general Sun Şi Lan İle temasa geçti. Neticede, yiyecek ye az da l olsa giyecek temin edebildi. Diğer taraftan, 1947 anlaşması gereğince 8. Ka­ zak Türk Tugay'tntn kurulmasına da gayret sarfedîyordu. Bu hususun temini İçin Osman Batur'la da te­ masa geçmiş ve yapılan her işten onu haberdar et­ miştir. Nihayet 1948 Mart ayında 8. Kazak Türk Tugay'ı kuruldu. Tugay'ın merkezi Urumçide İdi. Eği­ tim İşlerini, Cinde tahsil görmüş Kazak Türk Subay­ lar deruhte edecekti. Kumandan İse, Zakerya Aşeoğluydu... Genel kumandanlar ise Osman Batur İle Alİ­ beg Hakim'di. Tugay'ın hiçbir İşine Çinliler karışma yor sadece yardımda bulunuyorlardı. Askerler, İki. sene hizmet edecek ve terhis olduktan sonra, baş­ kaları yerlerine gelecekti. Bu tugay'dan başka bir de gönüllüler yardı. Bunlar daimi surette sila.hU ol­ duklarından bîr vazifeye çağırıldıklarında, hemen ko­ şarlardı. 8 Kazak Türk Tugay'tnda, teğmen olarak va­ zife görmüş olan Madaiim Çalışkan île Tpkeş Dön­ mezler bu gün Kayseride İkamet etmektedirler. Os­ man Batur'un oğlu Şerdtman da bîr Tugay'da vazife­ li İdiler. Aîîbeg Hakim, ikinci defa Urymçîye geldiğinde, umumi yalî Mesud Saprİ İle görüşmek nîyetinçle 'di. Buncjan esas gayesi, Türkistan'ın m i l l î meselelerinde tam bir birlik İçinde çalışrnanm şart olduğuna İnan­ mış olmasıydı. Aralarında fikir ve ü l k ü ayrılığı b.yiurv177 —

F- 12

'i

UffiRJBM

mayan Kazak ve Uygur Türklerini bir birine katmak azmini gösteren komünistler, Şin Şİ Sey'den çok talimat almışlarsa da muvaffak olamamışlardır. İç ve dış düş­ manları arasında mevcut birliği İsbat etmek içîn çırpınan Aîibeg Hakim, Kazak Türklerinin tarihînde b ü y ü k bir mevki işgal eden Ablay Han'ın kabartma portresi b u ­ lunan Alttn madalyonlardan birini, Kazak Türkleri adı­ na umumi vali Mesud Sabri beye, diğerini de Genel sekreter İsa Yusuf Alptekin'e t a k d ı / B u hareket, b ü ­ t ü n Doğu Türkistan gazetelerinde geniş şekilde yer aldı ve halk tarafından çok İyi karşılandı.

BURHAN ŞAHİDİ, U M U M İ VALİ OLUYOR ■ Nisan 1948 de Canımhan Hacı, Aîibeg Hakim'e bir mektup yazarak,. Ç i n B ü y ü k Millet Meclisine gide­ cek olan Kazak Türk namzetleri hakkında, fikrini so­ ruyordu. Aîibeg Hakim de verdiği cevapda, «Milliyet­ perver ve mîlleti müdafaa edecek olanlar arasında uygun gördüğünüz bir kaçını seçiniz. Size, her Ka­ zak T ü r k ü gibi itimadım v a r » demiştir. Bunun üzeri­ ne Canımhan Hacı, Kazak Türklerinden olan millet­ vekillerini seçmişti. Bunlar arasında, Osman Batur'un oğlu Serdiman, Cantmhan Hacı'nın oğlu Deîilhan ve Hamza Uçar vardı. Bu'sıralarda, Milliyetçi Ç i n ile komünist Ç i n bir­ likleri arasinda şiddetli savaşlar devam ediyordu. Bu savaşların neticesi, Ç i n ile kader birliği yapmış b u ­ lunan Türklerin vaziyetine de tesir edecekti. Alİbeg Hakim, T ü r k i s t a n d â bulunan b ü t ü n Müs­ lümanların bîr birlik olmasını İstiyordu. Bu sebeple, Taşunku ırmağının kenarındaki evinde Urumçîde b u ­ lunan b ü t ü n Kazak - Uygur İleri gelenlerine b ü y ü k — 178 —-

bir ziyafet vermişti. Bu ziyafete îsa Yusuf A l p t e k i n , dahil Uygurların ileri gelen b ü t ü n kodamanları İle Kazak Türk b ü y ü k l e r i gelmişlerdi. Alİbeg .Hakim, bu davete, solcu olarak tanılan Burhan Şahîdîyİ,. çok ya­ kın bîr yerde olmasına rağmen davet etmemiştir. Bundan sonra, A l i b e g Hakim yukarıda izah et­ tiğimiz bu b ü y ü k müslüman birliğinin kurulması için, Urumçide- bulunan 12 bin Tungan askerinin k u ­ mandanı General Macung - Cang ile temasa geçti. General, her zaman için iş birliği yaparak, komünist­ lere karşı koymağa hazır olduğunu bildiriyordu. Ç i n merkezindeki komünistler, gittikçe kuvvet­ lenmeğe başlayınca, Türkistan'daki komünistler de tahrik edîcî hareketlere giriştiler... Bu sırada Tür­ kistan'daki Ç i n kuvvetlerinin kumandanlığına Gene­ ral. Sun Ç î La'in yerine solcu olan T a v - Z u n Sİling getirildi. Mesud Sabri bey de umumi valilikten alına­ rak yerine gene solculardan Burhan Şahidi tayin edil­ d i . . . Kısa bir m ü d d e t sonra Mesud Sabrİ beye Tah­ ran B ü y ü k elçiliği teklif edildi ise de Sabrİ bey: «Va­ tan topraklarında doğan v ü c u d u m u , yine vatan top­ raklarına vereceğim» diyerek kabul,etmemişti... (48) [48) Doğu TÜrkistanm kuzey tarafındaki ü ç vilâyet'de, yanı, A l t a y , Torbağatay ve ' Kuka ( l l e ) ' d a olan M i l l î harekelin neticesinde «Şarkî Türkistan Cumhurîyetİ'nin» kurulmuş olması, senelerdir merkezi Ç i n ' d e bulunan, bazı Uygur T ü r k ' ü ileri gelenlerinin Ç i n hükümeti tarafın­ dan uçak'îa Doğu Türkistan in merkezî Urumçi'ye getirilmesine imkân sağlamıştı. Ç ü n k ü , Ç i n hükümeti, A l t a y ' d a k î Osman. Batur, İle'dekİ Alihan Töre ve diğer milliyetçilere karsı bunları kullanmak İstiyor­ l a r d ı . t îte bu maksatla, Mesud Sabrİ, Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin'ler çoktan beri bulundukları merkezi Ç i n ' d e k i Nankîg şehrinden Urumçi'ye getirmişlerdi. Çın h ü k ü m e t i onlara Urumçi'de mühim mevkiler vermişti. Mesud Sabrİ umumî v a l i , diğerleri de onun mahiyetinde v a Kife a l m ı ş l a r d ı . . Burhan Şehidi anlaşılmayan bîr tiptir. A . . Kemal i l k u l Bey'in «Türk­ istan ve Ç i n Yollarında Unutulmayan Hatıralar» adındaki 1955'de istan­ bul'da yayınlanan ' eserinin 112 ve müteakip sahifeierinde belirtildiğine göre tam mîlltyetGİ'dîr. «Turan> diye bîr gazete 51 karmaktadır. Daha

— 179 —

Burhan Şahİcjİ'nin muavinliğine Mehmet. Emip Buğra tayin eçliimişti. Çoğu komünist olan bu şahıs­ ların Ç i n hükümeti tarafından necîen iş başına geti­ rildiği, merak ediliyordu. Ç ü n k ü o zamanlar Çinliler, bu İşe karşı tedbir alabilecek durumdaydılar. By muamma herkesin kafasında bir sual mevzuu iken, Mareşal Çan Kay Şek'in (Soviet Russia İn China) isimli bir kitabında, bu bîr solcu ayaklanması olarak ifade ediliyor ve şöyle deniliyordu. «Merkezi Cindeki savaşlar, 1948 senesinde hükümetin aleyhine tecel­ li etmeğe başlayınca, Mesud Sabri'ye karşı bir hare­ ket hazırladılar...» (49) Burhan Şahidi, umumi vali olarak vazifeye baş­ ladığı zaman, Aİİbeg Hakim ona şöyle bir mektup göndermişti. «Bizler, Türkistan'ın İstİkiâîini temin İçin canımızı, malımızı feda ederek çarpışırken, ortairkta siz ve size benzeyenleri görmemiştik. Şimdi İse, sîz­ leri, kıymetli bir milliyetçi olduğunu takdir ettiğimiz Mesud Sabr.İ beyin makamında görüyoruz. Sizlerin bütün bunlara rağmen Rus ve Ç i n İsmi olmayan Bur­ han adına layık ojarak hareket edeceğinizden emi­ nim..,»

sonraki hareketleri ise bunun zıddıdır. Ancak, Burhan Şehidi, her de­ vir'do yukarı mevkide bulunmuştur. Krallık zamanında. M i l l i y e t ç i • Çîn samanında ve nihayet,, Çîn zamanında, hep Doğu Türkistan t n en y u ­ karı mevki'nde bulunmuştur. Kendisi 1894'de Tatar İstan'da doğmuş ve ora­ da okumuş, daha sonra Berlin üniversitesinde tahsil görmüştür. K o m ü ­ nist Ç i n zamanında beynelmilel sahnede'de figüranlık yapmış v * bir çok yüksek mevki de bulunmuştur. Ve en sonunda da kültür ihtilali sıra­ sında l i n ç edİİdîğî söylenmektedir. Burhan Şahidi bîr Tatar T ü r k ü îdi. (49) Çankaysek kitabında bunu fsolcu ayaklanması? îdi diyar. Solcu ayak­ lanması i d i İse, onun İçinde Mehmet Emin Buğra'nm İ$i ne îdi? Ç ü n k ü , Mehmet Emin Buğra, b u h ü k ü m e t değişikliğinde yükseltilmiştir. «Genel VqL muavinliğine getîrîlmlıtîr. Bu durum a s ı klanını s değildir.

180

URUMÇİ'DEKİ KAZAK TÜRK MÜNEVVERLERİ

Doğu Türkistan Kazak Türklerinin, Ürümçicîe yetiş­ miş çok kıymetli adamları vardi. Bu münevverler, Doğu Türkistan'daki Çîn h ü k ü m e t i hezelinde faaliyet gösteriyorlar ve daima Osman Batur ile Alİbeg Hakim'( i n verdikleri talimata göre hareket ediyorlardı. Bunlar Urumçide çeşitli makamları işgal etmişler­ d i . Başta u m u m î vali sekreteri olan Salİs Emİreoğlu olmak üzere b ü t ü n İleri gelenler, Maliye Bakanı Canımhan Hacı'nın etrafında idiler. Osman Batur İle A l i beg Hakim başka İşlerle uğraşırlarken Canımhan Hacı, Urumçi valiliği makamında olan Kazak Türklerinden aristokrat bir aileye mensup olan Aien'in hanımı Kadıvan çeşitli meselelerle meşgul olurdu. Bu kadın Türkistanda böyle yüksek makama sahip olan İlk kadın­ dır. Bu devirde, Kazak Türk münevverleri Urumçide haikı aydınlatmak İçin sıkı bir faaliyete girişmişlerdi. 1948 senesinin ilk baharında SAVLE (Aydınlık) İsimli bir mecmua da Urumçide çıkarılmağa başlanmıştı. Bu mecmuanın gayesi, halkın mîllî hislerine tercüman o l ­ maktı. Bu mecmua ilk sayısında Kazak Türk münevver­ leri başlığı altında 36 kişilik bîr liste yayınlamıştı. Ki bu Üstelerden h ü r dünyada (Alİbeg Hakim, Delîhan Canımhanoğlu) ancak 2 kîşi vardır. Bu güzel mec­ muadan ne yazık k i , b u g ü n elimizde tek bîr nüsha dahi y o k . . . Yayınlar arasında okul kitapları da çoktu. Bun­ lar öğrencilere kolay anlaşılacak bîr şekilde ve dînî mevzularda izahat v e r i y o r d u . . . _

181 —

" A B A Y DİN T A N D A M A U Ö L E N DERİ,, " A b a y ı n seçme şiirleri" isimli oldukça m ü k e m m e l bir kitap bastırılmıştır. «Kazak Tarİhi'nîri dereğİ» Kazak t a r i h î ­ nin istikameti isimli bîr kitap ilk defa tarih kitabı ola­ rak yayınlanmış, ŞANÇİV (Sancı) adlı bir mecmuada sert tenkitleri havı-şiirler çıkmıştır. Bu kitap ve m e c ­ mualar, Şin Şi Sey zamanında yasak edilmiş olan çe­ şitli milli şür ve marşların tekrar canlanmasına yardım etmiştir. ALAŞ A N I denilen aşağıdaki marş, 1948 ve 1949 senelerinde çok revaçta İ d i . . . Oazağım qaqtıqba qamalma, El boiar* qamındı a malda. Attı tan keîtı t u n , Sal candı, sal maldı, ayahba. Cay catqan mal baqqan el edik, Eldîkte biz kimnen kem edik. Qanı cat, tİlİ cat, t ü r ü cat, Cat elden tavaqtı k ö p çedik. Tarıqqan zarıqqan sağında, Boştandıq kez boldu bağına. Uyumdas urandas qol ustas, Sende min babanın tağına. Uyumdas urandas qol ustas, Sen min babanın tağına... ANADOLU TÜRKÇESİ : Kazağım, itilme, kapanma, Düşün halk olacak hareketini. Geldi tan gitti karanlık, Ç e k i n m e koy canını koy malını. Kendî halinde yaşayan, hayvan besleyen halktık

Halk iken biz kimden eksiktik. — 182 —

Kanı yabancı, rengi yabancı, d i l i yabancı,: Yabancı halktan dayağı çok yedik. Sıkıştığın hasret olduğun çağında G ö r ü n d ü serbestlik talihine, Teşkilatlan, gaye birliği yap elele ver, Sende çık atanın tahtına. Teşkilatlan, gaye birliği yap elele ver, Sen de çık atanın tahtına...

Attan atqa qarap catba Batindi bur cav caqqa. Bârın birdey qayrat qılıp Cetısınder muratqa. Qanvındı al canındı sal, Qahq azatıq coluna. Süytsen ğana t i y e d î amq, Sonğı üstemdik qohna. Carqıraymîz nacağayday Kürküreymîz k ü n bolip Caviz düşman coğalarsın Basın saqtav mun bolip. Âygelİ vatan alemge o l , Sarqılmaytin bayliq mol Mângİ otar qılıv içîn Sumraylar qurğan tor. Gazİz vatan boldun ğoy qor, Bugün düşman qolînda, Uysup kurban bolinızdar. Din men uluttun colında, Âzattıq dep sığarsın ü n , Serpîledî qara t ü n , Carqıraytın nurun şaşıp Tuvadı erten ulu g ü n . . .

183 —

ANADOLU TÜRkÇESİ : Bin ata boşuna yatma, Ç e v i r y ü z ü n ü düşman tarafa, Hepiniz birlikte gayret edip Erişiniz murada. A l silâhını et canını feda, Halk hürriyet uğruna, Ö y l e yaparsan gelîr gerçekten> Son muvaffakiyet eline. Parlıyacağız şimşek g i b î , Gürliyeceğiz g ö k g i b î , Deyyuz düşman yok olursun, Zor olacak saklaman kelleni. Meşhur vatan aleme o Tükenmez zenginliği b o l , Ebedi müstemleke yapmak için, Düşmanlar kurmuş tuzak, Aziz vatan oldun m u h t a ç . Bugün düşman elinde, Hep beraber kurban o l u n , Dîn İle mîllet uğrunda. Çıkarırsan hürriyet diye bîr ses, Sıyrılır karanlık gece... Parlıyacak nuru ile, Doğacak yarın ulu g ü n . /

184

9. BÖLÜM TÜRKİYE'YE NASIL GELDİK Türkistan Türkleri ve anti komünist olanlar İçin, artık Türkistan'da yaşamak çok nazik bîr hal almıştı. Herkesin, kendine bir istikamet vermesi İcap ediyor­ du. Bu sebeple, Urumçî'nİn 60 kilometre batısındaki Koçtu'da 1949 Nisanında Afİbeg Hakim'in evinde, İki gün süren, gizli bîr toplantı yapılmıştı. Bu toplantıya, Doğu Türkistan Kazak Türkleri ileri gelenlerinin he­ men hepsi iştirak etmişti. Yalnız, Canımhan Hacı ile Osman Batur, şüpheyi celp etmemek için, gelmemiş­ lerdi. Bu arada, General. Macung-Cang'ın temsilcisi Kanîuycang isminde bir Aibay'da toplantıda bulunu­ yordu. (Tüngen) Gündem iki maddeden İbaretti. 1 — Komünist Çîn kuvvetleri, sür'atle memlekete yaklaşıyordu. İşgal vukuunda ne yapılacaktı? 2— Düşmana karşı birşeyîer yapılıp yapılmıyacağı... Yapılan siki görüşmeler neticesinde, .şu karârlara varılmıştı: 1 — Çîn hükümeti tarafından yüksek bir vazi­ feye tayin edilmiş bulunan Generaİ Mabufang'a bir adam gönderip tebrik ettirmek,

— 185 —

2 — Uygur T ü r k ü liderleri İle temas temin et­ mek v^e alınan kararlara onların da iştirakini sağlamak, 3 — Bu kararların Osman Batur'a, Alibeg Hakîm tarafından bildirilmesi, , 4 — Bu kararların başlangıç tatbiki olarak, A l i ­ beg Hakîm'in Karaşehir vilâyetine g ö ç etmesi, 5 — ■ Urumçİdeki Amerikan konsolosu île tema­ sa geçmek. 6 — Komünistlere h i ç bîr zaman boyun eğme­ mek, onların her t ü r l ü propagandalarına karşt koy­ mak, Ç i n komünisti memlekete geldiği takdirde, G ü ­ ney Türkİstana çekilmek, cepheyi Karaşehİrde kurmak ve hududa yakın olan Pakistan, Hindistan ve A f g a » nîstandan yardım talep etmek, 7 — Milliyetçi, Ç i n ' i n kuvvetleri ile de temasa geçerek, onları komünistlere karşı mücadeleye sevketmek, bu işle Macung-Cang'ın meşgul olmasını sağ­ lamak... Birinci madde gereğince, General Mabufang'a, b ü t ü n Türkistanlıların tebriklerini bildirmek İçin Orazbey AMoğlu gönderildi. Ve b ü t ü n Türkistanlıların ar­ kasında olduğu s ö y l e n d i . . . 2. ve 3. maddelerin tat­ biki Jçîn Alîbeg Hakim, Nisan ayında Osman Baturla görüştü. Osman Batur, kendileriyle tamamen muta­ bık o l d u ğ u n u bildirdi. Alîbeg Hakim, Mayıs, ayında Osman Batur'un ya­ nından dönerken, Urumçİye uğramış ve her zaman­ ki gibi Canımhan Haçı'nın evinde kalarak temasla­ rına başlamıştı. İlk olarak, çok sevdiği Türkistan eski umumi valisi Mesud.Sabrİ beyi ziyaret, etti.. Sırasıyla Uygur liderlerinden îsa Yusuf A l p t e k i n ve Mehmet Emin Buğra beylerle görüştü. B ü t ü n bu temaslar müsbef netice vermiş ve liderler alınan kararlara iştirak edeceklerini söylemişlerdi. A l i b e g Hakim bu arada, — 186 —

umum vali Burhan Şahidi'ye de bir' nezaket ziyareti yapmıştır. Burhan Şahidi, Â i i b e g Hakİm'e t ü r l ü ilti­ fatlarda bulunmuştur. A l i b e g Hakim, General Macung -Cang ile de temas ettikten sonra, Amerikan Konso­ losuna gitmişti. Buraya, kimseye g ö r ü n m e m e k İçin akşamın karanlık bir vaktini seçmişlerdi. Konsolos muavini Mr. Dougias Mackarnin, konuşma esnasında, evindeki elektrikleri d a h î söndürmüştü. Burada şu an­ laşmaya varıldı. Haziran ayında, Osman Batur, Canımhan Hacı ve Alibeg Hakîm Canımhan Hacı'nın Köktal civarında oturduğu evde gizlice toplanacaklar ve Mr. Dougias Mackarnin'da av bahanesiyle* gizlice oraya gelecekti. Bunun üzerine, A l i b e g Hakim Osman Ba­ tur v e Canımhan Hacı ile tekrar temasa geçerek, Tem­ muz ayının 20. g ü n ü buluşmak üzere sözleştiler. 8. KAZAK TÜRK TUGAYI DAĞITILIYOR... General Sun Şi Lan'ın tasvibi ile kurulmuş bulu­ nan 8. Türk Kazak Tugay'ı o n u n yerine gelen k o m ü ­ nist yaltakçısı General Tavzung Sİling tarafından d a - , ğıtılmıştır. Bu tugay'm* Manas nehri kıyılarında bulu­ nan 2. bölüğün, silâhlarını vermedi ve Kazak Türk kumandanı olan Zekeriya Aşeoğîu'na gelerek, elindeki silah ve cephaneleri teslim eîtİ. Artık herkes k o m ü ­ nistlere karşı başının çaresine bakacaktı. Doğu'dan Ç i n komünistinin bir. g ü n geleceğini kati olarak bili­ yorlardı. Bu suretle b ü y ü k bir fecaat doğacaktı. ORAZBAY AÜOĞLU D Ö N Ü Y O R . . . Ç i n ' i n batı eyaletleri baş kumandanlığına tayin edilmiş olan General Mabufang'ı tebrik edip her za­ man sadık kalacaklarını Türkistanlılar adrna bildiren

__ 187 —

Orazbay  l i o ğ l u , Ürumçîye d ö n m ü ş t ü . . . Ü z ü n sene­ ler Şîh Si Sey'în işkencelerine göğüs germiş Ve ko­ münistlerle mücâdele etmiş olan Orazbay  l i o ğ l u , b i ­ ze hapishanedeyken başına gelen felâketleri ve tat­ bik edilen İşkenceleri şu şekilde anlatmıştı... VAHŞET

VAHŞET

Şîn Sİ Sey'İn, daha yukarılarda bahsettiğimiz t u ­ zağına düşüp Karabut tapınağına hapsedilen Oraz­ bay A l İ o ğ l u , İlk g ü n tevkif edilen 28 kişiden tek sağ kalanıdır. Şin Si Sey ise, (Sİnkîang Pawn or Pİvot) adı İle 1958'de yayınladığı kitabında Türkistan'da h i ç bir kimseye İşkence yapmadığından, tevkif etmediğin­ den ve işkence düşünmediğinden bahsederek, kendi­ sini temize çıkarmağa uğraşıyordu.. Halbuki hakikat meydanda İdi. O'nun katlettiği Türkistanlıların sayısı onbinlerî geçer. İşte b ö y l e bir adam bu g ü n h a l â mil­ liyetçi Ç i n ' d e yaşıyor. Hem de Ziraat Bakanı olarak... Şin Si Sey'e biz komünistsin diyemiyoruz, kendisi iti­ raf ediyor... Katil'sİn demiyoruz, b ü t ü n dünya katil diye nefret ediyor.. Sİn Şi Sey, Türkistan] terk ettiği g ü n d e n beri, dikkatle takip ettiğimiz bir husus vardı. Acaba Ç i n h ü k ü m e t i bu cani adama ne g i b i Ceza verecekti?.. Ce­ za değil, onu mükâfatlandırmış olarak g ö r ü n c e , şaş­ mamaktan kendimizi alamadık.. İşte şimdi, bu ada­ mın Orazbay AHoğiu'na yapmış olduğu işkencelerden bir kısmını anlatmayı uygun buluyorum.. «Temsilci olarak Urumçiye geldikten sonra, bîr akşam beni arkadaşlarla birlikte yattığımız b ü y ü k b i ­ nadan alıp meçhul bir istikamete doğru g ö t ü r d ü l e r . Nereye gittiğimi b i l m i y o r d u m . Biraz sonra, karanlık bir eve bıraktılar. Burası çok dar, altı beton biraz da sa_

188 —

man bırakılmıştı. Tavan çok basıktı. Ayağa kalktığım zaman bile, dışarıda gündüz m ü , , gece mi farkedemiyordum. Bu pdada k a ç gün kaldım/ onu da hatırla­ mıyorum—Bîr müddet sonra İki kişi elimi arkama bağ­ ladı ve başıma bîr torba geçiriverdÜer. Arkadan ite­ rek, vurarak götürmeğe başladılar. Biraz sonra, ko­ nuşmaların yapıldığı bîr yere geldik- Basımdaki tor­ bayı çıkardılar ve ellerimi de biraz gevşettiler. He­ men suale başladıjar: « « Sey'İn davetine temsilci olarak gelmiştim.» « « miser veya sorgucu olanı «söylet şunu» dîye emir ver­ di. Bu işlere çok alışık oldukları belli olan adamlar beni bitişikteki başka bir odaya soktular. Ü s t ü m ü ba­ şımı soydular ve sopa ile dövmeğe başladılar. Hem d ö ­ vüyorlar ve hem de aynı şeyleri tekrarlıyarak soruyor­ lardı. Bu dayak ve sorgu faslı 18 saat devam etti. Her ü ç saatte bîr polis değişiyor, başkası gelerek büyük bir alışkanlıkla sopaya devam ediyordu.. Ben bayılı­ yordum, üzerime su atjp tekrar dövüyorlar ve «söyle» diye bağırmaktan gözleri kan çanağına dönüyordu. Bir ara ayakta duracak halim kalmamış ve yere yıkıl­ mıştım,. Bu vaziyette dahi dayağa devam etti|er. Ha­ raretten yanıyor, su İstiyordum. Fakat vermiyprlardı. İlle de «söyle» diye benden bîrşeyler öğrenmek istiyorlardı. Hakikatte onlara söyfİyecek hiçbir şeyim yoktu. Gpzjerîmİ açtığım zaman, kendimi öteki odaya nisbetle biraz daha geniş ve aydınlık bîr ocjada bul­ dum. Burada uzun zaman kaldım. Her yemek getiriş­ lerinde, sorguya götürecekler diye korkuyordum. 1Ş9 -—

Aradan dört-beş ay geçmişti k i , y i n e bir g ü n sor­ gu odasına g ö t ü r ü l d ü m . v e a y n î minval üzerinden sor­ guya tabi tutuldum. Tabi bir suçum olmadığı için, hep «hayıf» diye cevap veriyordum. Buna İçerleyen vahşî adamlar bu defa beni başka bir odaya soktular ve bir sandalyeye oturttular. İltifat yapıyorlar diye sevin­ miştim. Fakat nerde o g ü n l e r . . . Oturur oturmaz, sağ elimi masaya koydular, sol elimi de İple öteki tarafa bağladılar. Sonra yine sağ elimin bileğine bîr bileklik takınca, elim kımıldayamaz hale geldi, bu. sırada ev­ v e l â baş parmağıma bir çivi vurdular. Dünya bir anda başıma çökmüş, karanlıklara dalmıştım. Kulağımda « s ö y l e » kelimeleri çınlıyordu. Her parmağım sıra ile çivilendikçe, acıların envai t ü r l ü s ü n ü hissediyor, ter­ liyor morarıyordum. Her d ö r t saatte bîr nöbetçi deği­ şiyor, fakat ben farkına bîie varmıyordum. Bu vahşet 12 saat s ü r d ü , bir elim masaya çivili, bîr diğeri de bağ­ lı olduğu halde kendimden geçmiştim. Bir karşıkİ odadan öylesine bîr feryat yükseldi k i , hemen kendimi toparlar gibi o l d u m . Bu acı çeken bir İnsanın y ü r e k ­ ler sızlatan masum sesiydi.. Oturduğum odanın ka­ pıları açıktı. Karşıki odadan da iki Ç i n l i çıktı. Kapıyı açık bıraktılar. O zaman karşımdakinin, Moğolların lideri olan Mankang Vang olduğunu anladım. Başına demirden bir çember takmışlar, İki kulağının altına yuvarlak demirler koyarak sıkmağa başlamışlardı. Za­ vallı adamın, gözleri nerede ise dışarı fırlıyacakti. Bu adam W u Cu Şi zamanında, serbest bırakıldıktan kısa bir zaman sonra çıldırarak ölmüştü. Beni baygın halde, eski odama götürmüşlerdi. İki g ü n külçe halinde kaldıktan sonra tekrar, meşhur hu­ zura alındım. İlle de İtiraf etmemi söylüyorlardı. Şayet günahım yoksa, beni serbest bira kaça klarm iş. Ne var­ dı k î , neyi söyliyecektim. Bu defa da «Alman ve Ja— 190 —

pönya île yapfığın anlaşmadan bahset, Hükümeti de­ virmek İçin onlarla yapmış olduğunuz bîr anlaşma var. işte bunları anlat, itiraf et ve şu kâğıdı i m z a l a » dediler. Ben d e : « — ■ Almanya ve Japonyayi sadece İsim olarak biliyorum. Onların ne bîçim insan olduk­ larını dahi bilmem, g ö r m e d i m . Yapmadığım bir şeye imza e d e m e m . » dediysem de, zorladılar ve «bu kâğıdı imzalarsan, seni evine yollarız» şeklinde kandırmağa başladılar. Niyetleri bu kâğıdı İmzaladığım takdirde beni öldürmek ve kâğıdı da vesika olarak saklamak­ tı.. Sorguyu yapan yabani adam, ötekilere İşaret et­ ti. Bu defa içinde uzun bir tahta bulunan odaya getirüdim. Tahtanın delik olan kısmını boynumdan geçir­ diler. Yüksek bir yere basıyordum. İyice hazırlandık­ tan sonra, altımdaki basamağı ittiler ve İdam olacak­ mış gibi sallanmağa başladım. Kendimi hemen kaybet­ miştim. Ayıîdığım zaman sorgu odasında ve yabani adamın ö n ü n d e olduğumu g ö r d ü m . Onlar kâğıdı İm­ zalatmak ve bende imzalamamakta İsrar ediyordum. Tabi zararlı ben çıktığımdan, derhal aynı işkencelere t a b î tutuluyordum. Aradan yine aylar geçti. Bir g ü n gene sorguya çekildim.. A y n ı hakaret devam ediyordu. Bu sefer bir don bir gömlekle beni k ü ç ü c ü k bir odaya soktular. ayaklarım da çıplaktı. Karanlık olan bu odaya girer girmez ayaklanma çivilerin battığını hissettim. Meğer odanın dört bir yanı, iki santim uzunluğunda çivilerle kaplıymış. Burada İki g ü n İki gece kaldım. Gelip git­ meler devam etti. Ayaklarım müthiş şişmişti. Boyuna «biz seni öldürmek İstemiyoruz. İtiraf et, kendine bu kadar eziyet e t t i r m e » d i y e söyleniyorlardı. Aradan iki ay kadar geçmişti. Bir g ü n gene sörğu : odasına g ö t ü r ü l d ü m . «Alman ve'Japonlarla ne g î — 191

bi bir anlaşmanız yardı, düşündün m ü » dediler. Bil­ mediğimi söyleyince, «Biz seni zorla söyletiriz, yo­ rulmana lüzum y o k » diyerek İkinci Türmeye (2. ha­ pishaneye) götürdüler. Hemen şunu itiraf edeyim ki, 2, hapishanenin işkence usulleri çok daha berbat İdi. Bunu hemen anlamıştım. Bir geceyi burada geçirdikten sonra, sabah er­ kenden yeni sorgucuların karşısına çıkarıldım. Bana «Şu kâğıdı İmzala da İşimiz fazla uzamasın» dediler. İmzalamadığımı görünce, götürün durmadan devam edin diye emir verdiler: Veni bir fasıl başlıyordu. Bir odaya alındım. Gaza batırılmış bir çok pamuk ateş­ lendi ve beni çırılçıplak soyarak bu ateşin içine attı­ lar. Diri diri yanıyor, avazım çıktığı kadar feryat edi­ yordum. Ama h i ç faydası yoktu. Beni bunlar mı kur­ taracaktı? Allah, bu kadar işkence görmeme neden İzin veriyor diye ağlıyordum. Bir ara pamukları çektiler ve kâğıdı uzatarak İm­ zalamamı, kurtulacağımı söylediler. Ben gene reddet­ tim. İmzalarsam, itiraf etti diye öldüreceklerdi. Bu se­ fer, başımın üstüne ateş koyarak, tepemi- yaktılar. İş­ te yeri... Bu usul tam bir hafta devam etti. Meğer bu 2. hapishanede, Türkistanın iierİ gelen­ lerinden pek çoğu varmış. Baymolla Karkeoğlu da bu­ rada imiş. Bazıları İşkencelere dayanamayarak delir­ mişler. Bana tatbik edilmeyen daha birçok işkence varmış. Meselâ insanın ağzını ve burnunu suya so­ karak nefesini kesmek ve bedeninin muhtelif yerle­ rinden İğnelemek g i b i . . » Kutubey kazasının kaymakamlığın! yapan ve 1950 de Ç i n komünistleri tarafından kurşuna dizilen Orazbay Alioğlunun başına gelenler bunlardı. Şimdi bir taraftan Formozada yaşayan ve Amerikada kitap bas— 192

tırıp iyi İnsan g ö z ü k m e k sevdasrna kapılan, hakikat­ te insanlıkla alâkası olmayan eski vali Şİn Şi Sey bîr taraftan da M i l l î Müdafaa Vekâletinde vazife g ö r ü ­ yordu. Gayemiz burada onunla uğraşmak değil. Ç ü n ­ k ü h i ç bir zaman bu İnsan kasabının seviyesine düş­ mek İstemeyiz. İstersek ona hususî cevap da verebi­ liriz. KARAŞEHİRE DOĞRU G Ö Ç Yukarıda bahsi geçen Koçtu toplantısında alınan karar gereğince, Alibeg Hakim Haziran ayının başın­ da Urumçİ dağlarından Karaşehire vilâyetine bağlı Uçtasırkay'a doğru g ö ç etmişti, Tam İki hafta süren bu yolculuğa 700 kişi katılmıştı. Bîr çoğu y ü r ü m e k t e n yorulmuştu... Alibeg Hakim, buraya geldikten sonra etrafa n ö ­ betçiler dikmeği de ihmal etmedi. Ç ü n k ü komünistler propagandalarını kesmiyorlar ve halka daima «Alibeg Hakim gibi memleketi terk etme sevdasına düşmeyin, h i ç kimse memleketi terk e d e m e z » diye İhtarda bulu­ nuyorlardı. Alibeg Hakim, güvendiği adamlarından bir k a ç kişiyi seçerek, Manas nehrî kıyılarına kadar gönderdi ve halka, Ç i n komünistlerinin b ü y ü k bîr kitle halinde yaklaşmakta o l d u ğ u n u bildirdi. A l i b e g Hakim Karaşehiri vilâyetine geldiği zaman buranın Moğol ahalisi ileri gelenleriyle derhal temasa geçti. Komünistlerin tehlikesini anlattı. O zamanki Karaşehir Mongollarının başkanı olan Aradımbut da, Tibet'­ in merkezi Lasa'ya kaçmak niyetinde olduklarını söyledi. Alibeg Hakim, yukarıda açıklanan plânı izah' ederek, komünistlerle Karaşehiri'nİn güneyinde sava­ şacaklarını, b ü t ü n anlaşmaların yapıldığını bildirince,, Moğol-lideri bu fikri iyi karşılamıştı. — 193 ~ -

F. 13

KİME NİYET... KİME KISMET...

Daha İlerlerde anlatacağım, bizim dehşetli uzun yolculuğumuzda b ü y ü k rol oynayan bîr hususu, b u ­ rada zikretmeden gecemiyeceğim. Rus komünistleri, ASman harbi çıkıp da Türkistanı ferketmeğe başlayınca, ellerindeki b ü t ü n siiâh ve cephaneleri, ileride Türkistanda çıkacak bir karışıklık sırasında, kullanırız, diye Urumçinİn yakınındaki bir bayıra gömerek depo etmişler. Bu silahlar senelerce burada kalmış. Bir g ü n halen Kayserinin Yeşilhisar kazasına bağlı Musahacılı k ö y ü n d e İskan edilmiş olan Ö m e r Çobanağlu'nun çobanı, koyunlarını otlatırken atının ayağı bir yere girer. Ç o b a n buna ehemmiyet ver­ mez, bırakır gider. Aradan bir k a ç g ü n geçtikten son­ ra, gene koyunlarını otlatırken, daha evvelce atının ayağının girmiş olduğu çukurun biraz daha büyümüş olduğunu görünce, merak eder v e burasını kazmağa başlar. Biraz derine İnince, demir bavula e l î değer. Zorlar ve açar. Bir de ne g ö r s ü n hepsi de Rus yapısı otomatik silâhlar, bol cephaneler... Hemen kendisine bîr t ü f e k seçerek doğru patronu Ö m e r Çobanoğlu'nun yanına koşar. Ö m e r bey, buna pek' İnanmamışsa da yine tepeye gelir. Silahlara hayretle bakar ye bir k a ç tanesini alarak doğru Afibeg Hakîm'în Koçtu'daki evîne gelir. Bu hadiseyi anlatır... Ortalık kararınca hep birlikte v e yanlarına bîr k a ç da adam alarak b u de­ ponun bulunduğu yere gelirler. Ne kadar silah ve cep­ hane varsa hepsini alırlar. İşte b u silahlar bizim işimi­ ze çok yaramıştır. Gerçi bizde silah y o k değildi ama, bunlar iyice takviye etti.

194

TEMMUZ AYININ 20'Sİ OLüVOR:

Yukarılarda anlatıldığı veçhile, A l i b e g Hakim Urumçideki Amerikan Konsolos muavini Mr. Douglas Mackarnin île konuşup mutabık kalarak Temmuz ayının 20'sinde Kokta! tolu yakınlarında bîr yerde buluşacak­ lardı. Bu-toplantıda evvela ü ç Kazak Türk lideri bir araya gelecek ve sonra konsolos muavinine haber g ö n ­ dereceklerdi. İşte bu sebeple A l i b e g Hakim, 10 Tem­ muzda hareket ederek Canımhan Hacı'nm evine g e l ­ mişti. Burada Osman Batur'u bekliyecekierdi. A y ı n 25'İ olduğu halde Osman Batur'un gelmediğini g ö r d ü ­ ler. Nihayet Osman'ın bir adamı gelerek durumu İzah e t t î ve b ü y ü k kahramanın yola çıktığı zaman Ururnçideki solcu kumandan General Tavzun-Sıüng'İn asker­ leri tarafından takip edildiğini ve bu sebeple geri dönmek mecburiyetinde kaldığını s ö y l e d i . . . Böylece toplantı suya düşmüş o l d u . . . Bunun üzerine Aİİbeg Hakim ve Canımhan Hacı şöyle bri karara.vardılar. Os­ man Batur'a bir adam gönderilecek ve b ü t ü n kuvvet­ leriyle Karaşehir vilâyetine doğru gelmesi istenecek­ ti. Bu arada Macung Cang ile Uygur liderlerinin de buraya gelmeleri sağlanacaktı... Bu daha evvelce alın­ mış olan kararların tatbikinden başka bîr şey değildi. Alibeg Hakim, Canımhan Hacı'nın evinde iki haf­ ta kaldıktan sonra, civardaki Kazak Türklerine, de uğ­ ramış ve onları ziyaret etmişti. Halbuki Alibeg Hakim, Kazak Türkleri arasında bunun son gezisi olacağının hiçde farkında değildi. O Karaşahiride cephe alarak, komünistlerle savaşacağını, memleketi terk etmiyeceğinî düşünüyordu. Bir müddet sonra Ustu'daki evine

döndü.

— 195 —

UYGUR LİDERLERİ KAÇMIŞLAR

Eylül'ün son g ü n l e r i n d e n b i r i y d i . . . Canırnhan Hâcı'nın adamlarından birisi acele olarak Ustu'da oturan Aiibeg Hakİm'e geldi ve bir mektup getirdi. Bugün halen elimizde mevcut olmayan mektupta Canımhan Hacı şöyie yazıyordu. «Alîbeg Hakim,- al­ dığımız b ü t ü n kararlar ve hazırladığımız plânlar fay­ dasız o l d u . Uygur liderleri Urumçi'den kaçmışlar. Tüngen Generali Macung Cang'da, onlar kaçtığı İçin ümitsiz kalacak ve o da kaçacaktır. Vaziyet çok kritik. Burada komünistler açıkça meydan okumağa başladılar. Derha! adam gönder ve beni aldır...» (50) Aiibeg Hakim, bu mektubu okuyunca hayretler İçerisinde kalır. Bu kimselerin kaçmaları, onu çok sarsar. Ç ü n k ü , koca. Doğu Türkistan'da komünistlere karşı koyacak yalnız Osman Batur, Canemhan Hacı ve. Aiibeg Hakim vardı... Halbuki Canımhan Hacı «beni aldır» diyor, Osman Batur'dan ise h i ç ses se­ da çıkmıyordu. Vaziyet tam manasıyla ciddileşmişti. Ç i n komünistleri İse g ü n geçtikçe yaklaşıyordu. Aiibeg Hakim adamlarından 50 kişiyi Canımhan Hacı'ya göridermişti. Onlar, Canımhan Hacı'yı ■ alacak (50) Canımhan Hâcı'nın bahsetmekte olduğu o p l ö n » yukarıda bahsi ge­ çen «Ko5tı»'da toplanan Kazak A y d ı n l a r ı n ı n toplantısında kabul edi­ len ve bilahare, Alîbeg Hakim tarafından, Osman Batur ve Uygur T ü r k ' ü liderleri ile Amerikan konsolosu Mackarnin'e aynı zaman'da Tüngen Generali Macung Cang'a bildirilen karardır. Bu karar gere­ ğince, Karaşehrî vilâyetine doğru sekilerek, b ü t ü n anti - komünist kuvvetler birleşerek Doğu Türkistan'ın Güney tarafını eiden vermemiye çalışılacaktı. Pakistan üzerinden, Amerikadan yardım almaya gay­ ret edilecekti. Bu karar hakkında sayın Isa Yusuf Alptekin «Sarı Tehlike- Do­ ğu Türkistan ve Ç i n Emperyalizmi» denilen basjıkla t Bizim A N A D O L U » gazetesinde yayınlanan serî yazısının '[4. 6. 19Ö9)' g ü n k ü 64. sayı­ sında kısaca kapalı türde bahsetmektedir. «Doğu Türkistan davası» denilen 1973'de İstanbul'da çıkan kitabında da vardır.

__ 196 _ .

ve Osman Batur'a uğrayarak, gene eski p l â n üzerin­ den Karaşehrİ'den öteye komünistleri b.rakmıyacaktı. A l i b e g Hakimin adamları, Ekim ayının (1949) ilk günlerinde Canımhan Hacının b u l u n d u ğ u yere ge­ lince o n u n başka bir yere g ö ç ettiğini hayretle g ö r ­ müştü... İlk önce endişelenen Alîbeg Hakimin adam­ ları, sonradan o n u n Osman Batur'a iltihak için Barköl - Kumul tarafına geçtiğini öğrenir.' Halbuki da­ ha b i r k a ç g ü n evvel yolladığı mektubunde « b e n î al­ dır» diye yazıyordu. Sonra'dan öğrenildiğine göre, Canımhan Hacı'nın adamları A l i b e g Hakimin b u l u n ­ duğu yerin tehlikeli o l d u ğ u n u , Osman Batur'a ilti-r hak edilirse daha iyi olacağını söylemişler v e o n u n için o tarafa gitmişler. Herkesin b ö y l e an/den kaçmasına sebep, Ç i n kuvvetlerinin {Milliyetçi Ç i n ) kumandanı General Tavzung Silİng'İn « h i ç mukavemet etmeden k o m ü ­ nistlere teslim olacağız» diye açıklamış olması îdi. A l i b e g Hakimin adamları Urumçi dağlarına geldiğin­ de ne yapacağını bilmeyen ve şaşkın bîr vaziyette olan Türkistan H ü k ü m e t i Genel Sekreteri Sâlİs Emreoğlu ve arkadaşlarını g ö r ü r . Sâlis, A l i b e g Hakİm'in bulunduğu yere yetişmek İstediğini söyler. Ve b ö y ­ lece, Canımhan Hacı'yı almaya giden A l i b e g Hakimin 50 adamı, Doğu Türkistan H ü k ü m e t i n i n Genel Sekre­ teri Sâlîs Emireoğlu, M i l l î şair Abdülkerİm fnîıkbayoğfu, tanınmış Milliyetçilerden Adİİ Seksenogiu ve ailesini getirirler. Sâlis Emireoğlu, Doğu Türkistan komünist Ç i n tarafından İstila edilmeden evvelki, Doğu Türkistan h ü k ü m e t i n i n Genel Sekreteri idi. Ondan evvel'de ay­ nı makam'da İsa Yusuf A l p t e k i n bulunmuştu. İleride anlatılacak acı akıbetle karşılaşan Sâlİs Emireoğlu, b ü — 197 —

V t ü n Doğu Türkistan çapındaki.yüksek tahsilli v e aydın sayılı kimselerden, piri. idi. BEKLENEN KAR YAĞMIYOR A r t ı k savaşmak İçin tesbit edilen b ü t ü n plânlar mahvolmuştu. Osman Batur'ia Canımhan Hacı, Ku­ mul tarafında kalınca, A l i b e g Hakİm'e d e kaçmak d ü ­ şüyordu. Yapılacak başka h i ç bir çare y o k t u . . . A l i ­ beg Hakim meşhur Gobİ çöllerinden geçerek G a s g ö le çıkmak istiyordu. Bu da çok tehlikeli i d î . Yolda su­ suz yerler çok o l d u ğ u için, kar yağması bekleniyor­ du. Hareket ancak bu zaman m ü m k ü n olabilecekti. Fakat bir taraftan kar'ı beklerken diğer taraftan da düşman gittikçe yaklaşıyordu. Kafilenin su ihtiyacını düşünen Alibeg- Hakim, kasım ayının başında Salis Emİreoğlu ile beraber Karaşehiri'nin Bagraş g ö l ü n e doğru gitmiş ve b i r k a ç g ü n tetkikler yaptıktan sonra, buralarda su olmadığı­ nı görerek geri gelmişti. Bu arada yalnız İki tane ge­ çidi olan Kukluk'da oturmanın daha münasip olaca­ ğı düşünüldü. Burada su olmamasına rağmen, emni­ yetli bîr y e r d i . . . Bu sıralarda kar da, yağmaya başla­ mıştı. Alibeg Hakim düşmanı bir müddet oyalamak 'için Zeynulla Reisoğiu'nu Urumçiye göndermişti. Zeynulla Reisoğlu, gene vali Burhan Şahİdi'ye bir mek­ tup getirmişti. Mektupta, dışarı kaçmak İçin hareket edilmiyeceği, bir m ü d d e t burada kaldıktan ■ sonra Urumçiye geri dönüleceği bildiriliyordu.. Buna ina­ nan Burhan Şahidi, Zeynulla Reisoğiu'nu Ç i n k o m ü ­ nist askerlerinin baş kumandanına götürmüş ve «bun­ lar fikirlerinden v a z g e ç t i l e r » demişti. Bu hareket is­ tenilen neticeyi vermiş v e düşmanın muhtelif h ü c u ­ munu durdurmuştu. _

198 —

Kasım ayı- İçinde, Türkistan eski umumi valisi Mesud Sabrî beyin oğlu Ertuğrul Sabrî, Urumçiden gizlice kaçarak, bize iltica etmek İçin, eskiden otur­ duğumuz Uçtasırkay'a. gelmiş v e orada bizi bulama­ yınca tekrar geri dönmüştü.. Bu defa komünistler ta­ rafından yakalanmış ve tevkif edilmişti. ■ Ertuğrul Sabrî, Türkistanın tanınmış mİlliyetçilerindendİ. Ba­ bası memleketi terketmek İstemeyince, o da babasını terketmemişfi. Mesud Sabri b e y , - Alİbeg Hakîm'în çok sevdiği adamlardan bîridir. BANDÎT O S M A N . . . HAİN ALİBEG Kasım ayının ortalarında,' Urumçide Çince neşri­ yat yapan bir gazete, Genel vali Burhan ..Şahidi'nin bir radyo konuşmasını yayınlıyordu. Burhan Şahidi, komünistlerin gelmesinden' çok memnun kaldıklarını ve Türkİstanda b ü t ü n halkın onların gelişinden iyi neticeler çıkardığını, yalnız Bandıt .Osman ile Haîn Alİbeg Hakim gibilerin hoş­ lanmadıklarını bunların da çok kısa bir zamanda y o ­ la, getirileceğini s ö y l ü y o r d u . Bunu okuyan Salis E m î reoğlu, bu İki kahramandan başkasını komünist say­ dıkları İçin, onlara gülmekten kendini alamamıştı. Bu sıralarda, Sancı kazasından b i r kısım halk, bize iltihak etmek için Sancı. ırmağının başına kadar gelmişlerse de, komünistlerin engelini aşamamışlar­ dı. Bundan sonra artık herkesle temasımız kesilmiş oldu. ÖNCÜLER GİDİYOR... K ö k l ü k t e bir m ü d d e t kaldıktan sorna, Hamza Uçar başkanlığında Sabadıİ Doğru ve b i r k a ç arkadaşını __ 199

_

Ö n c ü olarak yollara çıkarmıştık. Bunlar Lop Nur neh­ rine kadar gidecekler ve oraya yakın bulunan Kon­ cu kazasında düşman olup olmadığını anhyacaklardı. Bizim İçin çok m ü h i m olan bir mesele de, Lop Nur nehrinin buz t u t u p tutmadığı idi. Ç ü n k ü b u ne­ hirden geçmemiz İcap ediyordu. Ö n c ü l e r Lop Nur'a kadar gelirler ve buralarda düşman olmadığını g ö ­ rürler. Sonra Könçu kazası kaymakamı Emin Damuila İle temasa geçerler. Kendisine, Alİbeg Hakim'in daha evvelce Urumçiye yaptığı seyahat esnasında Mehmet Emin Buğra'dan almış olduğu mektubu ve­ rirler. Bu mektupda, yardım edilmesinden bahsedili­ yordu. ELVEDA V A T A N

ELVEDA

Herşeyİmiz «vatan v e millet i ç i n » diyen Alîbeg Hakim ve arkadaşları, b ü y ü k g ö ç hazırlıklarına baş­ ladılar. Ö n c ü l e r i n tetkik ettikleri yoldan gidilecekti. Buralardan şimdiye kadar kimseler geçmemişti. Fa­ kat her an düşman karşımıza çıkabilirdi... Önümüz-^ deki tehlikeler, sayılmıyacak kadar çoktu. Buna rağ­ men b ü t ü n tehlikeyi göze alacaktık. Köklükte herkes otağlarını yakıyor, ağır olan şeyleri kınyor, yolculuk için hummalı bir faaliyet gösteriyordu. Ü z ü n t ü , b ü ­ t ü n simalardan açıkça ksndini belli ediyordu. Ç o ­ cukları soğuktan korumak İçin, kalın elbiseler d i k i ­ liyor herkesde bir telaş g ö r ü l ü y o r d u . Bazıları da, memleketi terk etmek istemedikleri için, geri d ö n ­ meğe hazırlanmışlardı. Bunlar sadece iki ü ç aileden ibaretti. Onlar da milliyetçi İdi ama, vatandan ayrılık çok g ü ç geliyordu. Bunu bildiğimiz İçin fazia ısrar edemiyorduk. Ayrılmak da hazin oluyordu. Eş dost sarmaş dolaş oluyor, annemde dahil olmaK üzere, ba— 200 —

ztlan geride kalan akrabalarına dı. (51)

selâm yollüyorlar-

Vatan, her şeyden ü s t ü n d ü . Orasını nasıl terkedecektik... Buna nasıl., kıyacaktık. İşte bu bize çok ağır. g e l i y o r d u . . . Ama b ü t ü n bunlara rağmen bu işi yapacaktık. Fakat gelen felaket okadar b ü y ü k t ü ki, buna karşı hiçbir şey yapamazdık. Canımızı kurtarabilîrsek, yîne vatanımıza hizmet etmiş sayılacaktık. O n u n için Ölmekten korkmuyor, ihtiyacı olan -şeyleri yapmaktan çekinrniyorduk. Hür dünyada h i ç olmaz­ sa o mübarek vatanda doğduğumuzu söylesek bile hizmette bulunduğumuza kani olacaktık.. Bütün, bunlardan daha m ü h i m i , yabancı mem­ leketler bizi kabul edecekler miydi? Biz buralara v a ­ sıl olabilecek m i y d i k ? . . . Pek fazla malûmatımız o l ­ mayan v e İstanbul Türkleri d i y e tanıdığımız T ü r k i ­ ye'ye yetişebilecek m i y d i k ? . . . Yollarda bizi neler bekliyordu?... İşte b ü t ü n bu sualler, bizleri düşün­ d ü r ü y o r d u . . . Bu sebeple Aîibeg Hakim, şöyle söyle­ mişti: «Esir olarak hayvanlar gibi yaşamaktansa, esir olarak ölmektense, h ü r olarak yaşamak ve h ü r ola­ rak Ölmek için mücadele yolunda gitmek daha m ü (51) 1975 senesinin basında Mekke'de beraber bulunduğumuz zaman, AHbeg Hakim, NuıSafa Engin, bazı diğer arkadaşlar vatan'dan konu­ şurken, eski günlerin Alibeg 'Hakimi, d ö r d ü n c ü defo Hacı olduğu s ı ­ rada, « . . bam-başka bîr sey oldu. Sanki, ciğerlerim erîyormus g i b i , isimden bîr parça kopuyormuj gibi bir hal oldu. Demek, İnsanın vücudu v o l a n ­ dan ayrılmayı sezîyormus-..» diye o zamanlar bize belirlmemiye ç a ­ lıştığı ü z ü n t ü y ü diie getirdi. Gene aynı konuşma esnasında, eniştesi olan Nursafa Engin'e dönerek, «orada bazı kimselerin }İmdİ her § e y î kendileri y a p m r § g i ­ b i gösterdiğinden söz edilmesi ü z e r i n e » , « . y î yapmıs'da Nursafa ile İkimiz onların peşinden gelmişte...* diye g ü l d ü . Hacı Nursafa Engin'de acı acı g ü l d ü .

— 201 ^ -

.

KÖklü

nasip olur. Allahfan başka • bir tek yardımcımız y o k . . . » (52) Hayvanların çoğunu, oralarda Toksun kazasına bağlı Uygur Türklerine vermiştik. Hindistan'a kadar olan yolu da kimse bilmiyordu. Buna mukabil Uy­ gurlardan develer satın almıştık. Zira, bizim için en güvenilir vasıta, deve İdi... Bu arada hububat da almıştık. Koyunları sürmeğe mecburduk.. Ç ü n k ü o n ­ lar kendi kendilerine y ü r ü y e n erzağsmız sayılırlardı. B ü t ü n bu hazırlıklar ikmal edilmiş ve satana «Elvada v a t a n » diyeceğimiz 23 Aralık 1949 tarihi gelmişti. Sabah K ö k l ü k ' d e n ilk g ö ç hareketine başladık. Bizim vatan hudutlarını aşabilmemiz için, daha aylarca yol aîmamrz lazımdı. O g ü n akşama kadar ilerledikten sonra, bir yerde konakladık. Hayvanla­ rımıza dinlendirmek İçin, y ü k l e r i İndirdik.' Onları ot­ lattık. Daha ilk g ü n olmasına rağmen, bulunduğu­ muz mıntıka oldukça tehlikeli idi. Urumçİden Karaşehiriye gitmekte olan otomobil yoluna yakındı. Bi­ zim bu yoldan geçeceğimizi tahmin eden komünist askerleri, devriye olarak geziyorlar, yüzlerce kam­ yon asker Güney Türkistan'a gidiyordu. Düşman b i ­ zim İçin çok tehlikeli olabilir, civardaki kuyuları zehirliyebîlİrdi. Bu sebeple çok dikkatli davranıyorduk... • Ertesi sabah konakladığımız tik. Akşam karanlığına kadar yol ledik. Ö n c ü l e r i m i z , komünistlerin riye gezdiklerini bildiriyorlardı.

yerden hareket et­ aldıktan sonra bek­ daimi surette dev­ Nihayet akşam ka-.

(52) Alibeg Hakim, kendisiyle Keşmir'de konuşan «Nortfı American Newspcper % Allîance»'în muhabiri CHR1S SCOTT'a bîr soru özerine aynı s ö z ü tekrarlamıştır. Muhabir bunu, (13.5.1959) g ü n ü «Stors and SUipos)> gazetesinde yazdığı «Red Chİna's Hîdden Wars on MSnorİtîes» denilen makalesinde bahsetmekte. Gazete Amerikan ordusunun günlük organıdır.

— 202 —

ranlığında, yolun yanındaki . dereden geçmek için, adamlarımızdan yirmişer kişiyi sağlı sollu dizdik. Bunlar, biz dereyi geçerken etrafı kontrol edecekler­ d i . Böylece emniyet altında y o l u geçmiş olduk. Artık bizim için İstirahat denen birşey y o k t u . Devamlı ola­ rak y o l alıyorduk. KORKULACAK BİR MANZARA... îkî g ü n daha yol aldık... Geçtiğimiz yerlerde asker kaputları v e cephanelikler buluyorduk. Fakat bunlar düşman askerine aît değil, komünistlerden kaçmakta olan milliyetçi Ç i n kuvvetlerine aitti. Kum­ larda açlık ve susuzluktan herşeylerinİ bırakmışlardı. Onların' uğramış olduğu bu perişan manzara karşı­ sında, biz de haklı olarak korkmakta idik, İlerleyip ölmekle, geri d ö n ü p ö l m e k arasında hiçbir fark kal­ mıyordu. Fakat ilerlemekle h i ç olmazsa şerefli bir ö l ü m e sahip olabilirdik. Geride İse, komünistlerin elinde ölmek vardı... Bu şekilde fam 13 g ü n daha yol aldık ve Lop Nur nehrine geldik. Nöhîr buz tut­ muştu. Etrafta ne bîr hayvan ve ne de bîr insan g ö ­ züküyordu.. Nehrin iki. tarafı kamışla kaplıydı. Hay­ vanlar İçin bundan başka otlak l y © r i mevcut değil­ d i . . . Burada iki g ü n kalarak, hayvanları dinlendirdik ve tekrar yola koyulduk. Haftalarca nehri fakîp et­ t i k . . . Hayvanlarımız zamanla zayıflamağa başlamış­ lardı. T a b i î b u vaziyet bizim İçin İyi bîrşey değildi. Oniar bizim hayatımız demekti. (53) (53) Meşhur i s v e ç alimi SV'EN HEDVN'in «GÖSİ ÇÖLLERİNDE» denilen kitabında belirtilen birçok hususları b i * de gördük. Bizim yolculuğu­ muzun kolay o l m a d ı ğ ı n ı , Avrupa'dan özel hazırlıklarla gelmiş oİ°n kimselerin çektikleri daha İyi anlatmakta.. Ki, biz ç o l u k - ç o c u k olarak g ö l ü geçmiye ç a l k ı y o r u z . ((Yazarın a d ı geçen k i t a b ı , 1933 ' senesinde tercüme edilerek İstanbul'da basılmıştır)

— 203 —

Ömer

Rıza

iarofından

BİZE DOĞRU GELEN YABANCI...

Nehrin kenarındaki uçsuz bucaksız kumsalda günlerce y o l alırken, arkadan gelenler, daha öteler­ den ü ç yabancının yaklaşmakta olduğunu haber ver­ diler. Bunlar bir düşman Ö n c ü s ü m ü İdî? Hepimiz merak içindeydik... Nihayet onları karşılayıp yaka­ ladık. Bunlar meğer yukarıda bahsi geçen Könçu Kaymakamı Emin Damufla ile adamlarıymış... ■ Emin Damulla iyi bîr milliyetçi i d î . Esasında Uy­ gur Türklerinden olup sonradan memleketini terk etmiş Mahmut Sıjanla birlikte Japonyada kalmıştı. Yanında eski bir arkadaşı oian Aysarı İle neferi var­ dı. Gidilecek yol hakkında da pek malumatları yok­ tu. Ö n ü m ü z d e b ü y ü k bîr tehlike arzeden G o b î ç ö l ü vardı k i , buradan sağ salim geçebilmemiz İmkânsız gibi bir şey olacaktı. Bu monoton yürüyüş'ün k a ç g ü n devam ettiğini, ancak k ü ç ü k kız kardeşim saye­ sinde öğrendik. Nur Kemal her g ü n yol aldığımız yerden bir taş alıp saklamış. Saydığında 28 çıktı. ARTIK YAYA Y Ü R Ü M E Z A M A N I

GEÜYOR...

Günler gelip geçmekte ve hayvanlarımız da iyi­ ce zayıflamakta i d î . Develerden başka hayvanlardan haysr gelecek gibi değildi. Küme k ü m e yayan y ü r ü ­ yenler vardı. Ö n ü m ü z d e k i Gobİ ç ö l ü n ü y ü r ü y e r e k nasıl geçecektik?... Bir g ü n Nurfay Batur'un karde­ şi ve aynı zamanda bu grubun hocası olan tanınmış adam Nur Mohammed'İn de yaya olarak geldiğini g ö r d ü m . «Hoca atınız rahatsız mı o l d u » dedim.' «Ta­ mamen değil, gaye uğrunda atı da sahibi de y ü r ü r l e r » diye cevap verdi. — 204 —

j

Uzun bir yürüyüşten sonra, Lop Nur nehrinin g ö l ü n e yaklaşmıştık. Nehrin buzları günden güne eriyordu. Mecburen gerilere d ö n ü p sağlam buzlu' yerleri seçtik. Burayı geçmemiz de bir alem olmuş­ t u . . . Nehrin g ö l e yaklaştığı kısımlarında buzlar kal­ mamıştı. B i r k a ç g ü n daha geriye d ö n m e k icap edi­ yordu. Bu da kolay bir şey değiidî... Geçmek İstediği­ miz yerde, eskî tarihi şehirlerden Lawangin b u l u n u ­ yormuş. Burada eski duvar harabeleri ve bazı çanak­ lar g ö r d ü k . Aİîbeg Hakim «artık buradan geri d ö n e ­ cek değiliz, geçmemiz lazım» dedi. Geçit yolunu i y i ­ ce tanımak İçin Takiman Batur ve Sabadil Doğru tet­ kike gittiler. Tehlikeli olmakla beraber, geçilebilece­ ğini bildirdiler. Sabah erkenden göç'e başladık ve buziarı çok hafif olan Lop Nur nehrini geçmeğe ko­ yulduk. Bu kısımda birçok adacıklar bulunduğundan birinden diğerine zoriukia geçiyorduk. Ç o k ince olan buzlar, ayak bastıkça, arkadan hemen çatiıyor, kırı­ lıyordu... Böylece bir kısmımız karşı tarafa geçti. Fa­ kat daha arkada pek çok insan vardı. B ü t ü n kafileyi sağ salim karşıya geçirmek İçin uğraşan Alibeg Hakîm'în atı bir ara suya düştü. Hepimiz hayret ettik ve çok kprktuk. Fakat Allah o n u kurtardı... Ç ü n k ü o da kafileyi kurtarmağa çalışıyordu. Öğleye doğru artık buradan geçilmez olmuştu. Arkada kalanlar, daha gerilere gidip sağlam buz .tabakalarından ge­ çerek bîze iltihak edeceklerdi. Gobİ ç ö l ü n e girecek­ tik. Fakat daha. evvel burada b i r k a ç g ü n kalıp hem arkadan gelecek olan kafileyi beklemek ve hem de dinlenmek istiyorduk. B i r k a ç g ü n burada kalmamı­ za rağmen, gerideki kafileden bir haber çıkmadı. Nihayet onları beklemeden yola koyulmamız ve ö n ­ c ü çıkarmamız icap etti.

205 —

ÖNCÜLER GOBİ'YE DOĞRU GİDİYOR

Gidilecek yol hakkında hiçbir malumatımız yok­ t u . Sadece Alîbeg Hakim'in elinde bulunan haritadan istikamet tayin e d i l i y o r d u . . . Bu sebeple İleri gelen­ ler bir araya gelerek toplandılar. Başta A l i b e g Hakim, Türkistan h ü k ü m e t i genel sekreteri Salİs, meşhur şa­ ir Abdulkerim İntîkbayoğlu, A d i l , Takiman Batur ve diğerleri... Konuşmaların b ü t ü n İstikâmeti İleriyi'gös­ teriyordu. Nihayet Alîbeg Hakim şu kararın alınma­ sını söylemiş ve diğerleri de b u n u kabul etmişler­ d i . . . «Emin Damuiia ve arkadaşı Ayseri, Adambay Savaş ve Madelimlerden . müteşekkil bir g r u p ileri giderek' su arayacaklardı. Geçtikleri İstikamete de işaretler koyacaklardı. Kafile de onları bu şekilde takip edecekti. Bu ö n c ü grubu kafi!en r n hareketin­ den iki g ü n evvel yoia .çıkacaktı.» Ö n c ü l e r i n hareke­ tinden i k î g ü n sonra biz de yoia koyulduk. Ö n c ü l e r ­ den bîr tanesi, aramızda irtibat temin ^ d i y o r d u . GOBİ'YE GİRİYORUZ... Kafileden bazıları, hayvanlarına buz yüklemişler­ d i . Bizler almamıştık. Umumiyetle yola çıkışımız her zaman sabahın 6 sında başlar ve akşamın 6 sına ka­ dar devam ederdi. Bu defaki g ö ç ' ü m ü z ü n de aynı şekilde olacağını / tahmin ederek yoia koyulduk. Bir m ü d d e t sonra öncülerden Madalim çalışkan geri gel­ di ve ö n ü m ü z d e su namına birşey bulunmadığını, ilerledikçe toprağın sim siyah kalın buz tabakalarıy­ la devam ettiğini, diğer arkadaşların su bulma ü m i d lerinin kaimadığını s ö y l ü y o r d u . . . Sabah akşam y o ­ la devam ettik. Etrafta tek bir. ağaç veya yeşilliğe — 206 —-

rastlanmıyordu. Yer o kadar sert ve keskindi k i , za­ vallı hayvanların ayaklan kan■■ içinde kalıyordu. Kar­ nı açıkanlar için yemek vardı, fakat arkadan içilecek su... işte b ü t ü n derdimiz bu i d i . . . Hayvanlar da acı­ kıyor ve susuyorlardı... Gobi'ye gireli tam 48 saat olmuştu. Suya rastlamamıştık. İlerideki öncülerden de bir haber yoktu. Alibeg Hakim onların yanlış bir istikamete gittiğini anlamış ve kafileyi başka istika­ mete çevirmişti. HERKES ÜMİTSİZ Su bulunacağından kimsenin ümidi yoktu. Takiman Batur ve bazıları geri dönerek, kafileye su yetiştirmek istiyorlardı. Fakat 60 saat geriye gidip gelmek ve gelen b i r k a ç deve İle koca kafilenin İhti­ yacını karşılamak pek zor bir işti... Aramızdan bazı­ ları y e r î kazıyordu. B i r k a ç yerden su çıî-tıysa da, su­ dan başka her şeye benziyordu, zehir gibi acı İdî. Tuzlu İdi. 72 saattir susuzduk. Artık hayvanlar su­ suzluktan birbirini yemeğe başlamıştı. Saatler geçi­ yor, kafile ö l ü m sessizliği içinde yoluna ağır -ağır devam e d i y o r d u . . . H i ç kimsenin birbiriyle konuşacak hali y o k t u . Gidilen uçsuz bucaksız yer belli d e ğ i l d i . . . Yalnız bîr kişi gittiği yeri biliyordu. O da Alibeg Hakim... Her­ kes onu takip ediyordu. Kaderine boyun eğmiş olan bu insanlar, ö l ü m d e n korkmuyoHardı, fakat yaşa­ mak İçin her çareye baş vuruyorlardı. Hayvanlar b i ­ le bu k o r k u n ç yolculuğun farkındaydı Koyunlar y ü k ­ sek sesle bağırarak, sanki birbirlerinden birşeyler istiyorlardı. Hayvanların bu hali de, b'zi ü z ü y o r d u . Bu zavallı hayvanları'bu kadar eziyetlere soktuğumuz İçin kendi kendimizden utanıyorduk. Ama hepimizi _

207 — ,

bu İşkencelere maruz bırakan, dünyanın nefret etti­ ği komüniz'min tatbikçjleriydi. İnsanlıkla alakası o l ­ mayan bu kimseler, muhakkak ki, bizi görseler ha­ limize acımazlar,- bilakis kahkaha İle g ü l e r l e r d i . . . Kafilenin en başında A l i b e g Hakîm o n u n arka-. sında develer İle atiar üzerinde, çocuklar, kadınlar ve daha arkadan da erkekler geliyordu. Sert tuzlar üze­ rinde çektiğimiz azmış gibi, bîr de amansız bir ka­ sırga çıkmıştı... Birbirimizi göremiyorduk. Perişan bir duruma girmiştik. Yorgunluktan bitmiştik. Otur­ d u ğ u m u z zaman, atlar üzerimize geliyor, oramızı, buramızı ısırmağa çalışıyorlardı. A ç ve susuz olduk­ ları belliydi... KANLAR İÇİLİYOR... Su için her çareye baş v u r u l u y o r d u . Koyunlar kesiliyor, kanları İçiliyordu. Zavallı hayvanlar çok kurumuş olmalarına rağmen, yine de işe yarıyorlar­ dı. Bİr İnsan bîr koyunun kanma doyamıyordu. Kan, İçüince pek fena değil İse de, sonradan İnsanı daha fazlo susatıyordu. Bazılarının da, zayıf develeri ke­ serek karnından su aldıkları g ö r ü l ü y o r d u . Yaşamak azmi, insana İnanılmıyacak: hareketler yaptırıyordu... Vaziyetimiz gittikçe kötüleşiyor, gerek Ö n c ü ' o l a ­ rak giden Emin Damoila ve gerekse su için geri d ö ­ nen Takiman Baturdan da bir haber gelmiyordu. Kimbîlir bizi daha ne gibi tehlikeler bekliyordu... Dört g ü n d ö r t geceden beri yolda idik Bir bardak su'yun olmayışı kafileyi kırıp geçiriyordu Su olsa, kendimizi o kadar topar'ıyacak ve kuvvetleneceğiz k i . . . B ü t ü n bu sıkıntıya rağmen, kafilede kimsenin aklına geri dönmek gelmiyordu. Komünistlerin ya— 208 —

nına g i d i p onlardan su temin etmektense, ölmek da­ ha şerefli olurdu. Günlerden beri aynı tuz kalıplarının üstünde y ü r ü y o r u z . G ö r ü n ü r d e tek bir dal dahi yok. Kimse birbiriyle alâkalanmıyordu. Ses seda kesilmiş sade­ ce sallana sallana y ü r ü n ü y o r , en k u v v e t ü yiğitler b i ­ le susuzluktan bitkin bir hale gelmişti. Allah'dan baş­ ka güvenilen tek insan Alibeg Hakim'di .. O n u n elin­ de de haritadan başka birşey y o k t u . . Bu haritada, bu civarlarda bir kuyu işaret ediliyordu ama, sağda mı, solda mı belli d e ğ i l d i . . . Ö N Ü M Ü Z E BİR BAYIR ÇIKIYOR... Gobi çölünde, beşinci g ü n ü m ü z d ü . . . Sabaha karşı ö ü n m ü z d e bir bayır farkettik. Yeni bir ü m i t be­ lirdi. .Belki haritada gösterilen kuyu burada olabilir­ di. Fakat aradan 108 saat geçtiği halde, h â l â bu ba­ yıra gelememiştik. Geçtiğimiz yeHerde kaz ö l ü s ü ke­ miklerine tesadüf ettiğimiz İçin korkuyorduk. Zira bu kazlar yazın Bağraş g ö l ü n e gidip kışın geri d ö n ­ düklerinden buralardan geçerler ve uçarken dayana­ mayıp düşer ve Ölüriermiş. Bayıra yaklaştıkça, gözlerimiz bîr ağaç arıyordu. Esasında gözlerimizde kuvvet de kalmamıştı. Bunun için fazla dikkat edîp bakmağa -üşeniyorduk. Alibeg Hakim elindeki d ü r b ü n l e bakarak İlerliyor, kafile de onu takip ediyordu. Nihayet bayıra yaklaştık. Bir şeyler g ö r d ü k . Biraz daha yaklaşınca bunların kamış olduğunu anladık. Burada su olması ihtimali vardı. Alibeg Hakim, bir tümseğe çıkarak elindeki d ü r b ü n ­ le etrafı araştırıyordu. Bu sırada annemin binmiş o l ­ d u ğ u atın ayağı bîr tuz tabakasına girdi. Çıkarmak İÇİn1'çok uğraştık, fayda etmedi. Nihayet tuz'u balta 209 —

F. 14

ile kırmak istediğimizde, bu tabakaların sert olduğunu daha İyi anladık...

ne .kadar

BİR AĞAÇ G Ö Z Ü K Ü Y O R Tuz'dan kurtulmuş kum'a çıkmıştık. Bu tuzdan daha iyi idi. Alibeg Hakim sağa sola bakmıyor, ha­ ritada gösterilen k u y u ' y u bulmağa çalış'yorduk.. Bu arada'bazı Ölmüş atların iskeletlerini de g ö r d ü k . Bu­ rada da su bulamazsak,, daha ileriye gidebileceğimiz pek şüpheü idi. Takatimiz son haddine varmıştı. Tam bu sırada, bir ağaç gördüğünü söyleyen Alibeg Ha­ kim, Hamza Uçar't hemen oraya tetkike yolladı. SU BULUNUYOR Kafile yavaş yavaş tuzdan çıkarak, kumda top­ lanıyordu... Burada da su olam'ıyacağma kanaat ge­ tiren halk, sanki birbiriyle küsmüş gibi h i ç konuş­ muyordu. Aiibeg Hakim, Hamza'mn gittiği yeri d ü r ­ b ü n ü y l e takip ediyor b ü t ü n gözler Alibeg Hakİm'İn üzerinde toplanıyor... Nihayet Hamza su b u l u n d u ­ ğuna dair İşaretini veriyor v e o zaman b ü t ü n kafile parlayan gözlerle buraya koşuyoruz. Bir iki çöl ağa­ cı île buzlar ve birazcık da su hakikaten mevcuttu. Hayvanlar ilkin hemen koşuştular. Fakat İçmek İçin ağızlarını değdirdiklerinde, hemen çekildiler... "Demekki suda bir illet vardı. Hayvanların arkasından hemen biz de suya eğildik... Maalesef tuzluydu. He­ pimizi yeni bir ü z ü n t ü kaplamıştı. Bu sırada ihtiyar Sabadıl Doğru yaklaştı ve dedi- k î «Tuzlu suyun, buzu tatlı olur, buzları eritmeğe başlayın...» söze kimse İnanmadı İse de, hayvanların buzları kemirmeğe baş­ ladığı g ö r ü l ü n c e , hemen harekete geçildi ve buzlar

— 210 —

e r i t i l d i . . . ' B u z hakikaten, tatlı İdi. : ' Suyu kana kana içen bazıları, kendini kaybediyor, bazıları da erime­ y i beklemeden buz y i y o r d u . Herkesde yeniden bir y a ş a m a ' ü m i d i belirmiş, s e v i n ç tarif-.edilmez bîr şe­ kilde göklere çıkmıştı. Bu sırada annem de, buz erit­ miş ve bize çay pişirmişti...

BABAM BENİ GERİ GÖNDERİYOR...

Buzdan su yaptığımıza bin şükür ederken, ba­ bam bîr ara beni çağırdı ve «al şu buz torbalarını ve ata bin, geriden gelen kafileye ulaştır. Onlara su bulduğumuzu s ö y i e » dedi. Ben de hemen bir ata bindim ve torbaları alarak geriye koşturdum. Arka­ dan gelenlerin çoğu yaya olduğundan, ağır ağır iler­ liyorlardı... İlk rastladığım kişilere torbadan buz çı­ karıp v e r d i m . . . Sevinçlerini bîr görmek lâzımdı... Be­ nim buz dağıttığımı görenler, ■ arkadan koşuşmağa başladılar... Bu sırada koyunlar dahi etrafımı sarma­ ğa başlamış, sanki su dağıttığımı sezmişlerdi... O n ­ larda dahi yaşama ü m i d i belirmişti...

A M C A M ADİL BEG KAYIP

Yukarıdan beri izahına çalıştığımız şu beş g ü n beş gecelik sefil yürüyüşümüz esnasında, amcam Adilbeg yolunu şaşırıp kaybolmuştu. Bunu, suyun başına geldiğimiz zaman anlamıştık. Aiibeg Hakim, b ü t ü n g ö ç müddetince ailesiyle değil kafile ile meş­ gul olduğundan, ağabeysi'nîn kaybından haberi o l ­ mamıştı.

— 211

ALİBEG HAKİM AĞBEYSİNİ ARAMIYOR

Suyun başına geldiğimizde, bir de kasırga çık­ mıştı. Bu kadar hızlı esen bir rüzgârı, hayatımızda İlk aefa g ö r ü y o r d u k . Bu kasırganın bir hususiyeti vardı. B ü t ü n kumları insanın y ü z ü n e g ö z ü n e d o l d u r u y o r d u . . . Bu sebeple kimse g ö z ü n ü açıp bakamıyor­ d u . Suyu içen hayvan, şiddetli fırtına sebebiyle uçu­ yor, etrafta otlak arıyordu. Vaziyet kötüleşmişti. Bu­ rada daha fazla kalmak, kafileyi çok müşkül duruma sokacaktı. Herkes Alîbeg Hakimin İşaretini bekliyor­ d u . . . O da çok sıkıntılı bir vaziyete düşmüştü. A ğ a beysi "kayıptı. Onu bulmak için gerilere gidip araş­ tırması, cesedini bulması lâzımdı. Geri dönse kafile burada bekîiyecek ve perişan olacaktı. Ki bu da top y e k û n intihar etmek demekti. K ü ç ü k suyun buzları da tükenmişti. Lop Nur kenarında İken gönderdiği­ miz öncülerden de hiçbir haber y o k t u . Onların hayahndan da endişe ediyorduk. Alibeg Hakim nihayet kararını verdi.. Ağabeysİni aramıyacaktı. «Kafile uğruna kurban o l s u n » de­ d i . . . Kafilenin ö n ü n e d ü ş t ü . . . Adilbeg'i bulmak için de, aile İşleriyle meşgul olan Sabadı! Doğru ile M ö r d ü h a n ve Zeynulla Reisoğluna deve ve ü ç af ve­ rerek geri döndürmüştü... SOR KUDUK (TUZLU KUYUDAN)

HAREKET

Suyun bulunduğu yerden batı İstikametine doğ­ ru iki kilometre y ü r ü d ü k t e n sonra, eskiden akmış bir su yolunu takibe başladık. Sonradan anladık k î , bu yol bizi selâmete çıka­ racak tek İşaretmİş... Yoksa kumlar İçersinde mah— 212 —

voİup kalacakmışız... Günlerdir kuru olarak esmeğe başlayan rüzgâr, bîr ara kartı olarak devama başladı. Karla karışık k u m , h i ç de hoşa gider bir vaziyet de­ ğildi. Sabah akşam y ü r ü d ü k . Bu çay'ın akmış o l d u ­ ğu yeri (Uzun vadi) ismiyle adlandırdık. Günlerdir susuz kalan hayvanlar, kumlar üzerine yağan karla­ rı, kumla birlikte yiyor fakat neticede ölüyorlardı. Böyle gece yarısına kadar kumlar üzerinde y ü r ü d ü k ­ ten sonra, b ü y ü k bir vadiye girdik ve kumlardan kurtulduk. Bu vadide bir yol var mı? Buradan kur­ tulabilecek miyiz? Şimdilik hepsi m e ç h u l d ü . Hayvan­ lar artık ilçrliyecek halde değildi. ■ Onlar da, erzak ve giyeceklerimizi taşıyorlardı. Biz sürmekte olduğumuz hayvanfatla , geriden geliyorduk... Sadece bizim İkî bin koyunumuz v e 125 seçme kısrağımız vardı. Diğerlerinin de pek çok-' tu. Fakat bu hayvanların çoğu yollarda kırılmıştı. Bu sebeple kafilenin yansı yaya olarak y ü r ü y o r d u . Her geçtiğimiz yere cesetler bırakıyorduk. Önümüzdeki kafile, henüz konaklıyacak , bîr yer bulamamıştı ki, bize haber vermediler. Demek ki h â l â y ü r ü n ü y o r d u . HAYVANLAR OT YERİNE AĞAÇ YİYORLAR Her taraf karla kaplı idi. İki yanımızda yüksek dağlar uzanmağa başlamıştı. Sadece, suyun akmış olduğu yolu takip ediyorduk... Zavallı hayvanlarda, bizim g i b î şaşkın ve ümitsizdiler. Haftayı geçmişti ki ağızlarına birşey koymamışlardı. Tabiatıyla zorluk çekiyorlardı. Kaderlerini kaderlerimize bağlamışlardı. O kadar anlayış gösteriyorlardı... Bîr müddet sonra, öndeki kafileden haber g e l d î . İlerde kısa boylu ağaç­ lar görmüşler. Hayvanlar İçin ot olup olmadığını sor— 213 —

duğumda, ot yerine bu ağaçlan yediklerini söyledi­ ler. Hakîkaten doğru İdi. Biz susuz kaldığımız zaman nasıl onların kanlarını içtiysek, onlar da ot yerine bu ağaçlan yiyorlardı. Henüz Gobi çölünden kurtulmuş değildik. Öğleye doğru, .karların üstünde ateşler ya­ kılmış, millet sıcak birşeyîer yemeğe başlamıştı. Bu­ rada yabani develer görmüştük. Bunların buralarda yaşaması bizleri ümitlendirdiği İçin, b i r k a ç kişiyi et­ rafa yolladık. Gözcüler, biraz İlerde tatlı su b u l u n d u ­ ğ u n u haber verdiler. Fakat bizim suya pek İhtiyacı­ mız kalmamıştı. Zira, karları eritip İhtiyacımızı giderebilîyorduk. Buna rağmen o kısma g ö ç ettik. Etraf­ ta kamışlar vardı. Burada ü ç d ö r t g ü n kaldık. Arka­ mızdaki eski kafileden ve amcamdan hiçbir haber alamamıştık. Buradan ayrıldığımızda, hayvanlarımızın ne ka­ dar çok azaldığının farkına varabİlmîşfik. Develeri İteklİyen yayalar arasında kimler y o k t u k i . . . İnsanoğ­ lu nelere şahit oluyor... Bİr zamanlar Urumçide hu­ susi taks'î ile gezen Genel sekreter Saüs, Doğu Türkisfana şamil yazı müsabakasını kazanan ve altın madalyonlarla taltif edilen A b d ü l k e r i m İntikbayoğlu ve Urumçinİn meşhur zenginlerinden Adîl Seksenoğİu ve daha pek çoğu... B i r k a ç g ü n sonra, üzerinde ot bulunan bir bayıra geldik. Hava karlı ve çok so­ ğ u k t u . Yabani atlarda vardı. Bunlara (Kulan) deriz. İlk Kulan'ı burada Ö m e r Çobanoğlu avıamıştı. Hari­ taya baktığımız zaman, burada bir otomobil yolu g ö ­ z ü k ü y o r d u . Türkistandan Şİnhaya giden bu yol üze­ rinde, her an düşman olabilirdi. Bu sebeple dikkatli olmamız gerekiyordu. Ama ne kadar titiz davransak, fazla birşey yapamıyorduk, zira çok y o r g u n d u k . . . Nihayet bu yolun kenarına vasıl olabildik. Pek yakında geçmiş kamyonların izi. belli oluyordu. ■ Et—

214



rafta düşman olup olmadığından endişe ediyorduk. Bu sebeple yola yaklaşmadan evvel b i r k a ç kişiyi ö n ­ c ü olarak yolladık. Bunlar da İlerde bir k a ç boş evin b u l u n d u ğ u n u bildirdiler. ' Yolumuz bu evlerin yakı­ nından geçiyordu. Toplu bîr halde yürümeğe başladık. İlerdeki beyaz bir eve yaklaştığımızda, duvarlarının Çince yazılarla dolu olduğunu g ö r d ü k . Bunları o k u ­ yan Genel sekreter Salis, komünist ve Milliyetçi Ç i n askerleri tarafından yazılmış yazılar olduğunu s ö y l ü ­ l yordu. ■ ■

BEKLENİLMEYEN SÜRPRİZ

Hayvanlarımızı dinlendirmek ve geriden gele­ cekleri beklemek için burada b i r k a ç g ü n mola ver­ dik. Etrafta eski deve izleri vardı. Bunlar Ç i n asker­ lerinin de olabilirdi. Fakat onlarınkine pek benzemi­ yordu. Tahminimize göre 1936 da yola çıkmış bulu­ nan ve başlarında Hüseyin Tayci isminde birisi olan Kazak Türk kafilesinin izleriydi bunlar. Fakat burala­ rı düşmana çok yakın bulunduğundan, onlar da ola­ mazlardı. Bi" g ü n nöbetçiler, iki yabancıyı yakalayıp getirdiler. Bîr de baktık ki bunlar hakikaten Hüseyin Tayci'nin kafilesine mensup Kazak J ü r k l e r İ y d i . Sene­ lerdir, kendilerinden başka .insan görmemişler. Bizi görünce çok sevindikleri b e l l i y d i . . . Fakat, tetikte o l ­ mak lâzımdı. Belklde bîr komünist casusu olabilirdi... Neticede, bunların komünist olmadıklarını ve ÇarşenSağlık kazalarına alış verişe gittiklerini öğrendik. Bir­ k a ç g ü n daha yürüdüğümüzde, Hüseyînİn kalmakta olduğu yere varacağımızı söylediler. Bunun üzerine oradakilere müjdeye gittiler.,

— 215.—

GERİDE KALANLAR GELİYOR...

Bu sırada arkamızda kalanlar da gelmişlerdi. Sabadıl Doğru, amcamın cesedini bulamamıştı. Kasır­ ga her tarafı aîlak buiiak ettiğinden^ g ö r ü n ü r l e r d e bîr şey bırakmamıştı. Alibeg Hakim, ağabeysinin ce­ sedini dahi görememiş o l d u . . . Hep birlikte İki g ü n daha İlerledik. Hayvanları­ mızda takat kalmamıştı. Biraz otu bulunan bir yerde bir g ü n kaldık. Sonra Gas g ö l ü n d e k i Hüseyin ve d i ­ ğer arkadaşlarının bulunduğu yere varmak için hare­ ket ettik. Biz onlara yaklaştığımızda, karşıdan deve­ lerle kalabalık b i r şekilde bizj karşılamağa geldikle­ rini g ö r d ü k . Her İki tarafda çok sevinçli i d i . . . Yayala­ rımız bu develere bîndî. Eşyalar y ü k l e n d i . . . Sene­ lerdir Kazak T ü r k ü görmeyen bu vatandaşlarımız b İ - . ze yakınlık gösterdiler. Memleketin vaziyetinden pek' haberleri yoktu. Her şeye rağmen biz bunlardan çe­ kinmiyor değildik... Ç ü n k ü Çarşen-Sağhf' kazasından alış veriş yapıyorlardı, ki burada düşman askeri de mevcuttu. Biraz İhtiyatlı davranarak içlerine girme­ miştik. DEVE ÜSTÜNDE BİR AMERİKALI Bİr g ü n Alibeg Hakim'İn oturduğu eve doğru beyaz bir deveye bînrnîş bir yabancının gelmekte olduğunu hayretle g ö r d ü k . Bu Ç i n l i y e benzemiyor­ d u . Yabancı eve gelir gelmez A l i b e g Hakimle kucakr (aştılar. Meğer bu, 1949 senesinde Alibeg Hakim'İn Urumçide görüştükleri Amerikan Konsolos muavini Mr. Douglas. Mackarin değil m i y m i ş ? . . . Konsolos katibi Mr. Frank Basseic ve iki beyaz Rus île bunlar, __ 216 —

Komünist Çinlilerin kendilerini yakalıyacakîarını an-.'. ladıklanndan kaçarlar v e Kumuldaki Osman Batur ile Canimhan Hacıya gelirler. Orada bir m ü d d e t kaldık­ tan sonra, Osman ile Canimhan onlara Karıygabey,. İsa Batur ve Zelabay'ları muhafız olarak verirler, H ü seyine bir mektup yazarak bunları Tibet'e yollama­ larını isterler. GİZLİ KONUŞMA VE BELGE... Konsolos muavini, Alîbeg Hakîm'İn evine gelin­ ce gizli konuşmalar yapmış ve Saİis de bu konuşma­ larda hazır bulunmuştu. Bir gece Alibeg Hakîm'İn evinde kalmış ve ertesi g ü n ü Mr. Frank Basseİc ile iki beyaz Rus arkadaşları da gelmişlerdi. Konsolos muavini, hemen yola çıkabilmesi için A l i b e g Hakim­ den yardım İstemişti. Alibeg Hakim de Hüseyinle te/mas ederek onun kuvvetli develerinden 8 tanesini almış ve onunla birlikte 1950 Şubat ayında Gas g ö ­ lünden hareket etmişti. Amerikan konsolos muavini Mr. D. Mackernin ile Hîndistana çıkan Isa Yusuf Alptekin ve Mehmet Buğraya ve bîr de Mareşal Ç a n kayşek'e birer mektup göndermiştik. Amerikan kon­ solos muavini yolda öldürülmüş olmasına rağmen, arkadaşı Mr. Frank Basseic tarafından mektubun Uygur liderlerine verildiğini öğrendik. Diğer mektu­ bun ne olduğunu bilmiyoruz. Ç ü n k ü Mr. Frank Bas­ seİc ile temas edemedik. Amerikanın neresinde o l ­ duğunu Öğrenemedik. Mr. Douglas Mackernin giderken ağlayarak A l i ­ beg Hakim'e şöyle demişti. «Sîzin hürriyet uğrunda­ ki hizmetleriniz ben ölürsem bile Amerika'ya ulaş­ mış vaziyette. Eğer h ü r dünyaya çıkabilir ve bir A m e ­ rikan resmi şahsiyetini görürsen şunu v e r » diye beş

__ 217 —

Dölar'ın bîr parçasına kendi parmağını ve diğer kıs-' mınada Aiibeg Hakim'in parmağını bastırmıştı. Ken­ di parmağı olan kısmını kendisi almış ve ö b ü r p a r » çasıhı da Aiibeg Hakim'e vermişti. (53) HÜSEYİN'E BİR TEKLİF Hüseyİnİn oturduğu yere çok yorgun gelmiştik. Gas gölündekiler ise, 12 seneden beri burada kaldık­ larından at ve develeri sağlamdı. Bu sebeple bizler, onların bazı şeylerine muhtaçtık. Hepside iyi milli­ yetçi olan buradakiler, aradan 12 sene geçtiği için, memleketin durumu üzerinde pek ciddiyetle d u r m u ­ yorlar ve hadiselere ehemmiyet vermiyorlardı. A i i ­ beg Hakim, Hüseyine şunları söylemişti: « bildik. Ama öteki tarafta Kumulda Osman Batur ve Canımhan Hacılar var. B i r k a ç adam gönderelim ve onları buraya getirelim. Bizim at ve develerimiz çok zayıf, onun için siz de yardım edin ve mümkünse adamlarınızdan bir kısmını da verin. Hüseyin bu sözlere pek ehemmiyet vermediği için, bu İş olmadı. Şayet o zaman' yollasaydık, Osman Batut ve Canım­ han Hacıyı buraya aldırabilirdîk. GAS GÖLDEKİ FAALİYET... 1949 Aralık ayının 23 ünde hareket ettiğimiz Köklük'ten 1950 Şubat ayında Gas göle gelmiştik. Henüz Türkistan topraklarından çıkmış sayılmazdık. {53} Amerikan konsolosundan alınan bas doların Aiibeg Hakim'deki par­ sası, Godfrey Lias tarafından y a n l a n «Kazak Exoous» kitabında ve onun « G ö ç » olarak s ikan Türkiye'deki fercümesinde'de çıkmıştır. ( G Ö ç . Sh. 255).

_

218 —

Buna rağmen Türkistanlılardan epey uzaklarda İdik. Yanımızda radyo gîbi aletler olmadığı için de, dünya haberlerinden mahrumduk. Halk arasında İken, tek ümidimiz 3. Cihan Harbinin çıkacağı ve komünistle­ rin mahvolacağı İdî. . Alİbeg Hakim, t e m i n ' e t t i ğ i bazı at ve deve ile etrafa adamlar yollayıp sabote hareketlerinde bulu­ nacak ve komünist askerleri yakalatıp hadiseler hak­ kında malumat elde edecekti. Bunun İçin Hamza ve Takİman Baturiardan müteşekkil bir grup Şinhay ta­ rafına gitmişti. Kaynaş, ve Zeynulla'lar dahil ikinci grup da Dungkang tarafına y ö n e l d i . Bir başka grup da Nur Mohammed'in başkanlığında G ü n e y Türkis­ tan tarafına hareket etmişti. Hamza ve Takiman Batur'un grupu Şİnhay'ın İçersine kadar giderek oradaki bîr komünist karako­ lunu basmış ve 14 t ü f e k ele geçirmişti. Fakat Takİ­ man Batur yaralanmıştı... İkîncî grup Dungkang'ın Kanambal dağına kadar çıkmışlar ve orada gene 1936 dan kalma bazı Kazak Türklerini de bulmuşlardı. Bu sebeple onlara başkanlık eden Kaben'in de yardımıy­ la, bir otomobil yolunu kesmişler've Ç i n l i nöbetçile­ ri diri diri yakalayıp silahlarını da almışlardı. Ü ç ü n c ü grup Başkurgan'a kadar gelmiş ve 20 kişiden m ü t e ­ şekkil bir komünist askerini yakalayıp silahlarını a l ­ dıktan sonra askeri öldürmüşlerdi. Bu aıada yakala­ dıkları esiri de getirmişlerdi. Bu tebdili kıyafet ede­ rek gezmekte olan Gas g ö l ü n e çıkabilmek için yol arayan Mohammed Turdu Karı'dan başkası d e ğ i l d i . . . Mohammed Turdu Karı, 1946 senesinin İlk ayla­ rında, Şarkî Türkistan H ü k ü m e t i başkanı Alihan T Ö re'nin temsilcisi olarak, Manas nehri kenarında iken bize gelmişti. Daha sonra, Kukla vaziyete giren h ü ­ kümeti görünce Urumçİye kaçmıştı. Ve 1949 da Ç i n — 219 —

komünistleri Türkistanı basınca Isa Yusuf Alptekin ve M. E. Buğralar İle birlikte kaçmıştı. Hudutta 11 Ç i n l i askere 400 kişi silahını teslim ettiği zaman Uy­ gurların b u iki lîderi sınırı geçebilmiş ve M. Turdu Karı diğer 400 kişi ile birlikte geri çevrilmiş. Daha sonra kıyafet değiştirerek kaçmışlar. Turdu Karı, Başkurgana kadar Türkiye Dil - Tarih Fakültesinde tah­ sil görmüş v e sonra Türkistan'da gazetecilik yapmış olan Kurban Kudayı İle beraber yola çıkmışlar. Fakat Kurban Kudayı Başkurgan'a geldiklerinde, ilerlemekten vazgeçmiş geri dönmüş. Sağlıkta komünistler tarafın­ dan yakalanarak l i n ç edilmiş. M. Turdu Kan'ya silâhları 11 Ç i n l i y e neden tes­ lim ettiniz dediğimiz zaman, buna Uygur liderlerinin sebep olduğunu söylenmiştir. Hatta pek çokları silâh­ ları vermemek İçin ısrar etmişler, fakat liderler tara­ fından ikna edilince buna mecbur olmuşlar. Daha sonra İsa Yusuf Alptekin İle Mehmet Emin Buğra, Çinliler tarafından bağlı olarak götürülmüşler. Artık Tibet üzerinden Hİndİstana gitmemizin za­ manı gelmişti. Buradan yaz aylarında gitmezsek, H i malaya'lar kışın çok tehlikeli olacaktı. A l i b e g Hakim, Osman Batur ve Canımhan Hacı'yı almadan gitmek istemiyordu. Bunun İçin çok bekledi. 1950'nİn Hazi­ ran ayı gelmişti. İki kahramandan h i ç bir haber yok­ t u . Alibeg Hakim b u arada, Tibet üzerinden geçile­ cek yolu tetkik İçin Hamza Uçar, Takîman Batur, Tur­ du Karı, Nursafa Engin ve Kaynaş'Ian yolladı. TOPLU AVCILIK Gas g ö l e geldiğimizde, açlık tehlikesiyle karşı­ laşmıştık. Yakınlarda alış veriş içîn bir yer yoktu. Gı­ damızı tamamen et teşkil ediyordu. Fakat bizim hay__ 220 —

vanlarımız uzun yolculuk sebebiyle çok zayıf ve kuv­ vetsiz kaldığından, etleri de pek cılızdı Bu sebeple. avcılık yapmak zarureti hasıl oldu. Bildiğimiz avcılık usullerini burada tatbike de İmkân y o k t u . Zira, bir nevi yabani attan İbaret olan Kulan'lardan başka av­ lanacak hayvan da b u l u n m u y o r d u . Bu sebeple yeni bir av peşine yeni bîr avcı çıkıyordu. Ç o k kalabalık olarak gördüğümüz bu kulanîarın etrafını çevirmek suretiyle, onları geçidi olmayan bir tarafa s ü r d ü k ve yüzden fazla Kulan avladık. OSMAN BATUR VE CANIMHAN H A Ç I KUMUL'DA NELER YAPMIŞLARDI... Canımhan Hacı, 1949 Ekim ayında Urumçî dağ­ larından Kumul'a hareket ettikten sonra, Soncuda oturmakta olan Osman Batur'a İştirak etmiş. Ekİm'İn son günlerinde Osman Batur İle ■ Kumul'a gelmişler. Kumul halkı kendilerini çok İyi karşılamış ve her za­ man hizmetlerinde olduklarını bildirmişlerdi. Kış mev­ simini burada geçirmek İsteyen kahramanlar, silahlı harekete yol vermeden siyasî mücadeleye başlamış­ lar ve 5 ay kadar Kumulda kalmışlardı. Bu m ü d d e t zarfında Komünist h ü k ü m e t i n d e n 3 defa vekil gel­ mişti. Bunlar Osman Batur ile Canımhan Hacı'nın ko­ münist h ü k ü m e t i n i tanımalarını - istiyorlardı. Tabiatıy­ la bu teklifler reddedilmiş komünistlerde birden h ü ­ cum etmekten çekinmişlerdi. Kasım ayı sonunda Urumçidekİ Amerikan konsolosu erkanı Batur ve Hacı'ya sığınmışlardı. Yeni bir harbin patlak vermesine. çok az kalmış ve her iki taraf asker yığmaya başla­ mıştı. Ç ü n k ü , hürriyet aşığı milliyetçilerle, insanlık düşmanı komünizm'in bir arada yaşamasına İmkân voktu. __ 221 —

HARP HAZIRLIKLARI

1950 yılının Ocak ayında, Kumuldaki b ü t ü n m i l ­ liyetçiler b ü y ü k bir toplantıya -hazırlanıyorlardı. Bu toplantıya Uygur Türkleri ile Milliyetçi Çİn askerle­ rinin kumandanları ve Beyaz Rus!ar da İştirak edecek­ lerdi. Toolantı Osman Batur'un evinde yapılacak ve muhtemel harbîn istikameti çizilecekti. Bir hafta ka­ dar devam eden bu toplantıda şu kararlar alınmıştı. Osman Batur, Kazak ve Uygur Türklerinden müteşek­ kil 8 bîn kişilik askerîn kumandanı, muavini de Yolbarsbeg. Milliyetçi Ç i n ve Tunganlann askerî de Osman Batur'un kumandasında olacak. Altayda yaşayan ve komünizme karşı buiunan 200 cfvarındaki' Beyaz Pus­ larda Osman' Batur'a İltihak edecek. Böylece Osman Batur, mutlak askeri k u m a n d a n - v e Canımhan Hacı da, Kumul da toplanmış bulunan 50 binden fazla m ü ­ nevver insanın tasvibi İle müstakbel Türkistan'ın reisi vazifesini görecekti. Bu. iki kahramana, diğer Kazak Türklerinin işti­ rak etmemesi İçin, komünistler her çareye baş v u ­ ruyorlardı. Kumul İle her t ü r l ü irtibat kesilmişti. Şa­ yet Osman Batur ve Canımhan Hacı'ya mani olabi­ lirlerse, Doğu Türkistan da tamamen komünistlerin eline geçti demekti. Komünist propagandacılarından birisi, Sultan Ş e r i f i n bulunduğu yere gelerek halka hitaben, bir g ü n şöyle bağırıyordu «Ey zavallılar, de­ veye binerek Amerika'ya gitmek sevdasındasınız. Deve okyanustan g e ç m e z . » Buna karşı da birisi şöy­ le haykırmıştı: «Biz ne Amerİkaya ve ne de başka bir tarafa gitmek İstiyoruz. Sadece komünistleri mem­ leketimizde İstemiyoruz. Bizi, memleketi terketmeğe sizler mecbur bırakıyorsunuz».. — 222 —

İşte b ü t ü n , bunlardan sonra komünistlerle ilk- sa­ vaş 10 Şubat 1950 tarihînde tekrar başlamış oldu. Hayatının b ü y ü k bîr kısmını cephede geçirmiş bulu­ nan Osman Batur için bu son harp olacaktı. 18 bin civarında tahmin edilen komünistlerle Kuvarsa deni­ len yerde başlayan harp çok sıkı cereyan etmiş ve milliyetçiler ü ç g ü n ü ç gece düşmana dehşet salarak galibiyet elde etmişlerdi. Her yerde galip gelen. Os­ man Batur'un. askerleri karşısında Çinliler dayanamı­ yordu. Vaziyet bu şekilde bir buçuk ay devam etti. Fakat, sıkıştıkları her an Ruslardan yardım İsteyen Çinliler, bu defa da b ö y l e yaptılar. Kahramanca çar­ pışan milliyetçilere karşı şimdi, b ü y ü k ve muazzam kitleler halinde Rus ve Ç i n komünistleri, iki b ü y ü k düşman çıkıyordu. Bu sebeple milliyetçiler yavaş ya­ vaş sıkışmağa başladılar. Mevsim ilk bahar olduğu İçin at ve develer de halsizdi. Bu vaziyet karşısında yeni bîr taktik kullanan Canımhan Hacı ve Osman Batur bin kişilik bir kuvvetle Altay'ın Bâytik denilen cağına doğru hareket etmiş ve Kumul, halkını da g ü ­ ya komünistlere boyun eğmiş göstererek, şaşırtma­ ca bir oyuna girmişti. Hakikaten de böyle oldu. Ko­ münistler Osman Batur ve Canımhan Hacı'yı takibe başladılar. Bu esnada da Kumul'da halk arasından kolaylıkla yeni askerler toplanmağa başladi. 14. Ha­ ziran. 1950 tarihli Pravda gazetesi bu hareketleri Amerikan Konsolosunun kışkırttığını yazıyordu. Hal­ buki Konsolos muavini Mr. Douglas Mackernin, Os­ man Batur ve Canımhanı Hacıya sığınmıştı. Onlara akıl verecek vaziyette değildi. Zaten Osman Batur'da kimsenin aklı île hareket etmemiş, sadece komünizm-

— 223 —

le çarpışmıştır. O, bazılarının dediği gibi bir çete re­ isi değil, eşine ender rastlanan bir kahramandı... (54) OSMAN BATUR VE CANİMHAN HACI BAYTIK'DA Her iki kahraman, bin kişilik kuvvetiyle Bâyîik dağına çekilirken, düşman daima takip etmiş ve Dış Moğoİya askerleri de bunlara katılmıştı... Bâytik'dek î b ü t ü n su yollan ele geçirildiğinden, milliyetçiler bir müddet susuz kalmışlar, fakat ö l ü m dirim savaş.lanna girişerek b i r k a ç su menbaını almışlardı. Fakat, Osman ve Canımhan'ın j ç î bir t ü r l ü rahat etmiyordu. Ç ü n k ü kukla Moğoilar boyuna asker yığıyor ve ra­ hatlık vermiyorlardı. Burada düşmanı bir m ü d d e t oyalayıp asker toplama İşine fırsat verdikten sonra, tekrar Kumula döndüler. Buradaki milliyetçilerde ha­ zır vaziyette idi. Komünistler, Bâytîk'dakİlerin Ku­ mula döneceklerini bildikleri için, Kumul'un etrafını çevirmişlerdi. Osman Batur ve Cammhan Hacı yollar­ daki engelleri İnanılmıyacak bir şeklide geçerek Ku­ mul'un Bİysan dağına çıkmışlardı. Ç o k sıkı savaşlar neticesinde, Kumuldaki milliyetçilerle rabıtaları kesil­ mişti. Arlık düşman karşısında daha fazla dayanma­ ya da İmkân olmadığından, Osman Batur v e Canımhan Hacı. herşeylerinden üstün olan memleketlerini terk etmek için' yola çıkmağa hazırlandılar. (54) Osman Batur'un Mîllî kahraman olduğunu, h i ç kimseye satılmış v e h i ç kimsenin menfaat ve emirine ( göre hareket etmiş kimse olmadığı­ nı Sovyet Rusya da anlamış gibi. Buna, son zamanlarda Kazakistan'da Sikan, Anüvar ÂÜmcanoğiunuiî, Abdeş Cumadtloğlunun vs «SSSR İlim Akademisi Uzak Doğu Ensîitüsü Şube M ü d ü r ü » T. Rahimov'urt yazısı delil sayılabilir. Bu hususta T, Rahimov «Yer ve gökte olan bütün (Biralar yağdırılan Osman'ın çok tetkik edilmesi gerektiğini...» be­ lirterek onun h a k k ı n d a k i ; (... «Bandı», «Amerikan casusu» denilen suçlamaların adaletsizlik olduğunu»...) a ç ıklamaktadır. »Culdız Der. g i s î » , Sayı: 9, Slı. 36, 1973, Alma - A t a .

— 224 —

CAN1MHAN HACI ESİR DÜŞÜYOR

Milliyetçiler, silâh ve asker bakımından kendi­ lerinden çok üstün bulunan komünistlerle başa çıka» mıyordu. Buna rağmen. mücadeleden de yılmıyorfardı. Bİr taraftan savaşırken, bir taraftan da g ö ç işini ilerletiyorlardı. Her attıkları adım, onları memleket­ lerinden bir adım daha uzaklaştınyordu. Kafile 23 Temmuz tarihînde Daraktı denilen bir yere gelmişti. Düşmandan biraz uzakta kalmışlardı. Aylardır, uyumamış ve İstirahat'etmemiş olan milli­ yetçiler çok yorgunlardı. Burada b i r k a ç saat kalıp ye­ mek yemek ve dinlenmek üzere oturduklarında, et­ raflarının düşmanla çevrili olduğunu görürler. Maki­ neli t ü f e k ve havan toplarıyla baskına uğrayan milli­ yetçiler çok şaşırmışlardı! Kalabalık düşman Osman Bafur ile Canımhan Naci'nin arasına girmişti. Kimse­ nin kimseden haberi yoktu. Sanki kıyamet g ü n ü gel­ miş çatmıştı. Her taraf düşmanla sarılı olduğundan. 24 saat boşuna; çarpışıldı ve neticede çoluk,çocuk esir düşüldü. Türkistan sabık Maliye Bakanı ve tanınmış' mil­ liyetçi Canımhan Hacı, bir İhtiyar, olmasına rağmen komünistlere esir düşmemek 'çın dağa doğru kaçı­ yordu. Fakat yaşlı olduğundan fazla koşamadı, ko­ münistler de onun Canımhan Hacı olduğunu- anladık­ larından, b ü t ü n kuvvetlerini peşine faktılar. Canım­ han Hacının yetişkin ü ç ö ğ j u , babalarını kurtarmak İçin düşmana mani olmağa . gayret sarfediyorlardı. B ü t ü n çabalamalar netice, vermedi ve sonunda Ca­ nımhan Hacı komünistler tarafından yakalandı. Bu sahneyi oğulları da görmüştü, fakat ellerinden bîrşey gelmiyordu.. O sadece ü ç oğlunun babası değil., b ü -

— 225 -~

F. 15

t ü n Türkistan Kazak Türklerinin çok sevilen man bir lideri İdi.

kahra­

Canımhan Hacı'nın' yakalanması, b ü t ü n Türkîstanda ü z ü n t ü y e sebep oimuştu. O milliyetçi ve siya­ s î bir adam olduğu kadar, dindar bir kimse idi de". O Türkîstanda basılan paraya'İmza atan ilk Türk ma­ liye bakanı İdi. O'nun esir oluşundan sonra, oğulla­ rı Osman Batur'a iltihak etmişlerdi. Bereket ki o ha­ len sağdı. KOMÜNİSTLERİN CANIMHAN HACIYA YAPTIKLARI Kitabımızda, Kazak Türklerinin hürriyet uğruna neler çektiklerini İyice İzah edebilmek İçin, Canım­ han Hacıya yapılan eziyetlere bîraz olsun temas et­ mek istiyorum. Esasında, ona yapılanları akla getir­ mek dahi insanın İçini kana boğuyor. Komünistler, b ü y ü k kahramanı sürüklîye s ü r ü k iıye Kumula getîrîrier. B ü t ü n Türk halkını bîr yere toplarlar v e elleri bağlı Canımhan Hacı'y' oraya çı­ karırlar. Sonra, Türklere kahramanın y ü z ü n e t ü k ü r ­ melerini bildirirler. Buna kimse yanaşmaz, fakat İti­ raz edenler hemen orada tevkif edilir. Daha. sonra Urumçiye g ö t ü r ü l e n Canımhan Hacı'nın y ü z ü n e k ö ­ mür sürülerek, her g ü n sokak sokak dolaştırılır. Ga­ yeleri, Türkistan milliyetçilerinin ruhunu söndürmek­ t i . Yolda ona bakıp ağlayanlar, d ö v ü l ü r , tevkif edi­ lir, azarlanırdı. Boynuna bîr de yazılı kâğıt asmışlardı. Bunda «hain, komünizme karşı g e l d i » deniliyordu. Canımhan Hacı'nın sokaklarda dolaştırıldığını gören İngiliz konsolosu Mr. George Fox Holmes'e k o m ü ­ nistler, «neden t ü k ü r m ü y o r s u n » diye çıkışmtşfardı. — 226 —

Canımhan Hact'nın esir düşmesinden sonra, Gasgöldeki Kazak Türkleri, kendisi için şöyfe bir des­ tan yazmışlardı. Abacıtın Canımhan edı hyanağı, Giayırgan dusqan cavdı qtvadağt. Teren oy bölat ciğer asıl e r i m , Naq qıran tuğur basqan uyadağı. Aspanda ayda g ü n d e Canımhantm, Â d i l d i k sîyasatçil zatın malım. N e kerek ayda, g ü n d e sen bar boisan, Gazaqqa iygi edin âtqan tanım Tozğan torğay qayıtqan qaz başisı coq, Sekildi sendeldı ğoy Qazaq qalqım. Ot cîger bölat gayret asî! erim, Gaiîq uçun ayamağan açtı terîn. Ç e r d i azat, eldi beybît etgize almay. Daryağa içte gettav gayği serin, H i ç canğa bas iymedin zamanında. Taptaldı Rus-Qıtay, amalinda. Qalia için Azız başındı qurban ettıp Duspanin şehid boldun qamağinda. ö ç alar vaqır cetîp gun bolarma? Ah...caîğan kezek kelîp zamanında. Sum taqtır. Sum ALAŞ'tı sumreytîp ötkîzeme? Caİğanin bîr serfilîtbey seamâlinda. O y ctber aqılmdı b ö l ALAŞ urqı, Taptaldın iyîtben qustun ayağında. Ciğerden oyan, silkin etîp birlik, Tuvin tik ataqtı Qazaq etip birlik Q a n î nal, qan mayanda şagılısıp İzdegen qurbanm uçun qalıqqa h ü r l ü k . _

227 i—

ANADOLU TÜRKÇESÎ :

Kazakların Canımhan İdi durağı, Yüksekti düşmanı durduran Derin polat, ciğer asıl kahramanım. Hakiki münevver, yer tutan küçüklükten, Gökte, ayda, günde Canımhanım Adiliîk, siyasetçilik zatın malum Ne lüzum ay ve gün sen var oldukça, Kazak'a uğur İdin, aydınlatılmış olan tanım. Dağılmış kuşlar, kaz lideri yok, Ateşli ciğer polat, gayret asıl kahramanım, Halk için acı terini esirgemîyen Topıaği azat, halkı serbestliğe kavuşturamadan Acı k î , İçinde gitti hasretin. H i ç kimseye baş eğmedin zamanında, Ezildi Rus ve Çin akıllığında Halk için aziz başını kurban edip Düşmanın şehid oldun hapishanesinde. Ö ç alacak vakit geiîp gün olacak mi? Ah... dünya sıra gelerek zamanımda. Hayırsız takdir, zavallı ALAŞ'ın boynu bükük geçecek miş? Dünyanın bir yükseltmeden genişliğinde. Fikrini al, aklını böl ALAŞ evlâdı, Çiğnedin köpekle-kuşun ayağında. Ciğerleri, uyan silkin, yaparak birlik, Bayrağım dik bîrlîk ederek meşhur Kazağın. Kanını al, kan meydanında çarpışarak, Aramış halk için hürlük kurbanın İçin...

228 —

Canımhan esir düştükten sonra, Osman Batur. ve Hacı'nın oğuiiart Kumuldan kaçarak Kanambaİ dağına gelmişlerdi. Savaşlar.sık sık devam ediyor,' ta­ nınmış bîr milliyetçi olan Canabil de Osman Batur'a son derece yardım ediyordu. Düşman, su başlarını ve b ü t ü n geçimlerini yine tutmuş bir vaziyette İdî. Canımhan Hacı'nın oğulları Kanambalda kalmıyarak, b'zîm bulunduğumuz Kızıltas'a gelmişlerdi. Osman Batur'un kumandasında olan Beyaz Rus askerleri, milliyetçi Çîn askerleri île Yolbarsbeg'de Tibet'e d o ğ ­ ru hareke!" etmişlerdi. Alibeg Hakim, Delhidekî Amerikan Sefareti va­ sıtasıyla Amerikan h ü k ü m e t i n e bîr. mektup vermek İçin, yanına Takiman Batur'u da ; alarak hareket eder. Yolbarsbeg'in geçeceği Kacıra'ya geldiği zaman, ken­ disi geri döner ve Takiman Batur, mektubu Yolbarsbeg'e verir. Daha sonra haber aldığımıza g ö r e , Y o l barsbeg Uygur liderlerine yazılan mektubu vermiş­ tir. Yolbarsbeg'in gelmekte olduğunu haber alan sabık Genel Sekreter Salİs Emİreoğlu, tanınmış şair­ lerden Abdulkerİm întikbayoğlu, Kazak. Türklerinin en zenginlerinden Adıl Seksenoğlu'da ona iştirak et­ mişlerdir. Biz, Osman Batur'u beklemiştik. Fakat o n ­ lar daha fazla bekleyemedüer. Aileleriyle gittiler: Şimdiye kadar onlardan hala bîr haber alamadık. Yal­ nız, biz Hindistana geldikten sonra, Tibet'in merkezi Lasada ü ç çocuk varmış. Kazak Türklerinden olduk­ larını d u y d u k . Hatta bir g ü n A d i l Seksenoğlu'nun o ğ ­ lu A l i m i n Keşmîre geldiğini g ö r d ü k . Alİm'İn anîatt/ğma bakılırsa, vaziyet çok fecîdir. Alîm diyor k i : « ladık ve gece orada konakladık. Gece yarısı, yan ya­ na bulunan ü ç çadıra ateş edilmeğe başlandı. Bu ça— 229 —

-jr-larda Salîs Emİr.eoğlu, A b d u i k e r i m Intikbayoğiu, Adıl Seksenoğlu; Uygur Türklerinden olan Koncu kaymakamı Emin» DamuMa'lar vardı. Ateş edenler İse Yolbarsbeg île beraberindeki Ç i n l i askerlerdi. Ü ç Ka­ zak T ü r k ü ö l ü veya yaralı olarak yatarken, Emin Damuila koşarak Yolbarsbeg'in çadırına gelir ve «bu ne demek y a h u . ; , bîz birbirimizi m î Ö l d ü r e c e k t i k » derken, Yolbarsbeg'in b ü y ü k oğlu Damulla'nın arka­ sından vurur. Daha sonra, Yolbarsbeg'in oğullarının da yardımıyla öteki çadırlarda bulunanların hepsi

öldürülür.»

A l i m i n ifade ettiğine göre, o g ü n Emireoğlu'nun hanımı da can acısıyla orada Öİür ve kocasıyla birlik­ te g ö m ü l ü r . Alim'ler İse, ateş edilirken erzaktık İçin sürmekte oldukları. koyunların arasına saklanırlar, böylece kurtulurlar. Daha sonra civardaki bir da­ ğa kaçarlar. 13 yaşında,olan ü ç çocuktan ASim, cesedlerîn sonradan- yakıldığını söylemiştir. Çocukların kaçmış olduğunu anlayan Yolbarsbeg ve adamları, takip ederler. Arkalarından ateş açarlar. Bu silâh ses­ lerini Tibetli askerler duyarlar. Ü ç çocuğun kaçışını ve arkadan da takip edilişlerini görünce, hemen m ü ­ dahale ederler ve çocukları kurtarırlar. Arkadakilerin silâhlarını da alırlar. Hepsini birlikte Sasa'ya g ö t ü r ü r ­ ler. Yolbarsbeg, çocukları burada almak ister, fakat onlar kaçarlar. Bu haberi duyan, evvelce Tibet'e gel­ miş olan Beyaz Ruslar'ın müdahalesiyle, çocuklar Yolbarsbeg'e verilmez. Babalarına aît paraları da ondan alarak, çocuklara verirler. Daha sonra bu ü ç çocuk Hindistana gelmişler. Fakat, Şalis ve Abduikerîm'in oğulları, komünist propagandasına kanarak, Lasa'daki komünistlerin elinde kalmışlar. O s.ralarda A l i m , k ü ç ü k olduğu için söyledikler'nîn yanlış olabileceğini düşündük. Bu sebeple Yol— 230 —

barsbeg'e mektup yazdık; fakat tafsilat verilmedi. Halbuki Yoibarsbeg'le her zaman mektuplaşıyoruz. Şayet, onları Ö l d ü r e n başka birisi İse, Yoİbarsbeg na­ sıl kurtulmuştu? Bu işi Ç i n l i askerler yapmışsa, Yoİ­ barsbeg neden müdahale etmemişti? • İşte bu sual­ lere, bu g ü n Formozada, Türkistan u m u m valisi ola­ rak oturan Yoİbarsbeg cevap vermeli. Ben, A l i m ' i n anlattıkla! ma pek İnanmış değilim, amma onlar hak­ kında başka hiçbir maİumat olmadığı İçin, burada zikretmek zorunda kaldım. Bunun doğrusunu ancak Yoİbarsbeg bîr açıklama İle izah edebilir? (55)

{55) Burada a d ı geçmekle olan Yolbars, eski Kumul valisidir. Kendisi as­ len Uygur Türkler indendir. Hep Çinlilerle evlenmeyi adel edtnmîs bi­ risidir. En son olarak For.no/ada bulunmuş v lüman memleketlerine, bilhassa hür dünyadaki - Doğu Türkistanlılara karşı kullandığı siyasete âlet olmuştur. Bundan A b i r k a ç sene evvel Formoza'da ölmüştür. Onun maiyetinde olan bîr çok Uygur Türkleri ile onun oğulları 5: m d! do Formoza hükümetiyle beraber çalışmak­ tadır. İste bu Yolbars'ın b ü y ü k oğlu, I9Ö8 senesinde Türfcîye'ye gel­ mişti. Onun gelişiyle İlgili olarak 4.4.1968 ve ona bazı prensipsiz kim­ selerin İİtjfat göstermesi sebebiyle «ALAŞ ORDA GENÇLERİ» İmzasıyla bir b i l d i r i y a y ı n l a n d ı . Bildiri'de: * . . . Ama Formoza'da Doğu Türkîstanın u m u m î valisi sıfatıyla ikâmet eden hain Yolbars, elinin kanı kurumadan, katil oğlunu biz* leri ziyarete gönderirse, sizleri uyarmayı ödev sayartz. J950 yılının Şubatında, Tibet'te beraberinde bulunan, kader bir­ l i ğ i ettiği, Doğu Türkistan Hükümetinin Genel Sekreteri Kazak Sâlis Emîreoğlu, Âlîm Abdülkerim Intıkbayoğlu İİe 5 a îr ve yazar A d i l Seksenoğlu'nun çadırlarına gece yarısında baskın yaparak aile efradı ile birlikte katleden ve bu ü ç değerli zatla Uygur Emîn Damoila'nın Şahadetine öncülük eden ve simdi utanmadan bizleri ziyaret etmek eli kanlı c â n î Bay Yakup...o denilmekte İdi. Daha da ağır ithamlar bulunan bu bildiri -dolayısiyle de Yoibars oğlu durumu a ç ı k l a m a d ı . Demek itiraf etmektedir. " Merhum Sâlîs Emireoğiu'na Sovyet Basını da çatmakta. Kazak SSR ilim akademisi tarafından neşredilen eser'de ona edilmekte. Prof.. Barnett

ise, Sölis

Emireoğtu'nun

eserinde belirtmekte.

— 231 —

Doğu

Türkistan'daki

Mesela, İftiralar

rolünü

«

M

OSMAN BATUR KAN AB AL'DA KALMAK İSTİYOR...

Artık Türkİstanda kaitp komünistlerle savaşmak­ ta mana kalmamıştı. Herkes bir an evvel Hindıstana varmayı tasarlıyordu. Cammhanın oğiu Deİilhan ve diğer iki kardeşi, bizden b i r k a ç g ü n l ü k mesafede oturan Hüseyin'in yanına gitmişlerdi. Kış mevsimi, sür'atie yaklaşıyordu. Himalayalan geçmek İçin, mev­ simin yaz olması hayati ehemmiyete haizdi. Yoksa, b ü y ü k bir tehlike mevcuttu Ö n ü m ü z d e . Bu sebeple Alİbeg Hakim hazırlıklara başladı. 1950 Ekiminin son günlerinde babam Alibeg Hakim, yanıma ü ç kişi vererek, bizden bir haftalık mesafede bulunan Osman Batur'a gönderdi. (56) Biz Kıztltas'dan hareketle fam bir hafta geceli g ü n d ü z l ü yol aldık ve neticede Kanambaf dağının yakınların­ daki Makay denilen, kamışlı bir yerde oturan Osman Batur'a geldik. Alİbeg Hakim, kendisinin çok sevdi­ ğ i bir atı da Osman Batur'a yollamıştı. Burada Sultan Şerif ve CanabÜIer'de vardı. Hepsi uzun zamaniar savaşmış olduğundan, çok yorgundular. Osman Batur çok eski bir çadırda oturuyordu. Ki b ö y l e bir çadırda, Türkistanın en ufak fakiri dahi oturmazdı. B ü y ü k kahraman, memleketten uzak o l ­ manın ve Canımhan Hâcı'yı kaybetmenin ü z ü n t ü s ü içindeydi... Bizi çok iyi karşıladı, ben de babamın verdiği mektubu kendisine teslim ettim. Okuduktan sonra, yanındaki hanımına «bana gel d i y o r » d i y e söyledi. Osman Batur'un çok iri v ü c u d u vardı. Ye­ mek yerken dahi tabancası yanında İ d i . . . B i r k a ç faİ5Q) Benimle beraber1 Osman Baturu ziyaret d î İstanbul'da bulunuyor.

etmiş

— 232 —

°' or > Musa

Ulusa/ı

îfm-

ne de oğlu vardı. B ü y ü k oğlu Şerdiman bizi karşıla­ mış ve «hoş g e l d i n i z » demişti. Osman Batur, Canımbari Hact'nın oğullarına biraz ü z g ü n d ü . Ç ü n k ü ken­ disini'bırakıp gitmişlerdi. « O benimle olmalı idi. Ben onun babasından sonra babası sayılırım» diyordu. Gerçi Osman Batur haklı İdi ama, oturduğu yer düş­ mana çok yakındı. Bu sebeple buralarda fazla otur­ mak tehlikeli i d î . Burada kaldığımız b i r k a ç hafta İçin­ de Osman Batur, g ö ç için hiçbir hazırlık yapmadı. Memleketten kaçanların buraya geldiklerini, daha da gelecek olanların b u l u n d u ğ u n u , bunun için, biraz daha beklemenin yerinde olacağını s ö y l ü y o r d u . Osman Batur bir g ü n bize, bîr rüyasını anlattı. J V e dedi k i : . « ğim. Eğer vaziyet müsait olursa, geri gidecek ve ko­ münistlerle savaşacağım. Rüyamda da, beyaz bir ata bindim ve üstümde de b e y a z ' b i r elbise vardı. M e m ­ lekete' geri d ö n ü y o r d u m . Yemyeşil bir tepenin ba­ şında bulunan beyaz çadıra girdiğimde, C a n a b ü d e bana yakın bîr yerde b u l u n u y o r d u » . ■ Nihayet biz gidecek olduk. Fakat Osman Batur bizimle gelmiyordu. Babama bir melktup yazdı ve vaziyete göre hareket edeceğini, bir müddet sonra /da oğlu Şerdimanı göndereceğini söyliyerek teşek­ kür e d i y o r d u . . . Bizi, dışarıya kadar kendisi uğurlamıştı. Oğlu Şerdimana bakarak «bîz ihtiyarladık. Ya­ ni. ben ve Alîbeg Hakim. Canımhan yakalandı. Şim­ d i sıra sizin. Delilhan, Hamza ve sen uçunuz, kurtarı­ nız şu vatanı.» Şerdiman birşey diyemedi, g ü l d ü . Osman Batur hemen arkasından «siz gene birşey ya­ pamazsınız. Bİr şeyler yapabilirsek, gene biz ihtiyar­ lar yaparız» demişti. : ■ —

233



Doğu Türkistan ve hatta umum Türkistanın bir rumarah kahramanı Osman Batur'Ia bu son görüş­ memiz olmuştu. Sultan Şerif ve Kaben de bizimle beraber geldiler. Tajınor'a geldiğimizde onlar bura­ da Hüseyinin yanında kaldılar, biz de bîr g ü n sonra Kızıltas'a geldik. Babam, Osman Batur'un gelmeyişine çok ü z ü l d ü . YAZ'IBEKÜYECEKTİK... Artık memleket hudutları haricindeki Kazak Türk­ leri ü ç ayrı yerde oturuyorduk. Osman Batur ve Canabîller Kanambal - Makay'da, Alibeg Hakim Gas gölde, Sultan Şerif, Delilhan ve Hüseyin de Tajinorda... Herkesin bir düşündüğü vardı. Biz de yaz'i bekfıyorduk. Havalar ısınınca Tibet e doğru hareket ede­ cektik. Tajinorda oturanlar, Şİnhay v e Kansu eyalet­ lerine adamlar göndererek, gîyîm İçin kumaşlar ve etten mada çeşitli yiyecekler temin edebilmişlerdi. Biz ise bunu tehlikeli bulmuştuk. Halbuki, komünist­ ler İlk seferde iyi muamele etmişler .ve onları aldat­ mışlardı. İkinci teşebbüsde ise, gidenleri g e r î çevir­ mediler. Tevkif ettikten sonra, Taj'inora, Makay'a ve bize de eynı g ü n d e hücum ettiler. . OSMAN BATUR ESİR DÜŞÜYOR... 1 Şubat 1951 tarihinde Şinghay vilayetinden çı­ kan askerler, Tajİnor'a gelirken, Sağlık-Şareşenden çıkan kuvvetler de bize hücum etmişlerdi. A y n ı g ü n Kansu eyaletinden gelen komünist kuvvetleri de ani­ den Osman Batur v e Canabilin evini basmışlardı. Nöbetçilerin dalgınlığından İstifade eden komünist­ ler, Osman Batur ile Canabil.'e gece' uyurlarken h ü — 234 —

cum etmişlerdi. Evvela Canabİli yakalamışlar, fakat Canabil yine de b i r k a ç Ç î n l î ö l d ü r m e k t e n geri kal­ mamıştı. Elleri bağlı olarak g ö t ü r ü l ü r k e n , bir fırsatını bulmuş- ve İpleri çözerek, hemen , yanındaki Ç i n l i ' y i boğazlamış ve silâhını alarak diğer askeri öldürmüş ve geridekilere ateş etmeğe başlamıştı. Fakat s ü r ü halindeki askerlerden kendisini kurtaramadığından az sonra vurulmuştu. .Böylece Canabil fazla işkence­ ye maruz kalmadan Ölmüş o l d u . . . Osman Batur'un kaldığı, evin yanında bir g ö l vardı, suyu buz tutmuştu. Her zaman olduğu gibi, bu defa da evinin kapısında bir at hazır bulunuyor­ d u . . . Evinin çok yakınlarına gelen komünistlere karş* makineli t ü f e k l e hemen ateş açan Osman Batur, kısa bir m ü d d e t etrafa ö l ü m saçmışsa da, neticede çokluk karşısında vaziyeti tehlikeye düştüğünden atına atlayıp uzaklaşmıştı. Oğulları, babalarının k a ç ­ ması İçin b ü y ü k bîr gayret sarf ediyorlardı. Osman Batur buzlu g ö l ü geçtiği bir sırada, yaman bir nişanc olan b ü y ü k kızının da ateşe başladığını ve onun arkasından da k ü ç ü k kardeşinin koşmakta olduğu­ nu g ö r ü r . Ateş İçersinde kalan yavrularını kurtarmak gayesiyle tekrar geri döner ve kızlarını ata bindire­ rek, uzaklaşırken atın ayağı, kayar ve hep birlikte düşerler. Bu sırada, çemberi iyice daraltan düşman askerleri Osmanı diri yakalamak \çîn harekete geçer­ ler ve onun tekrar ata binmesine meydan bırakma­ dan, her şeyini' Türkİstanın istiklâline feda etmiş olan b ü y ü k kahramanı yakalarlar. : B ü y ü k kahramanın oğulları, yakalanmadan Türkîstana dönmüşler ve Altay dağına çekilmişlerdi. Urumçî radyosu, onların 1951 yılına kadar,henüz ya­ kalanmadığından bahsetmiştir. — 235 —

Osman Batur, düşman eline geçtiğinden itiba­ ren işkenceye maruz kalır. Arkasına b ü y ü k ye ağır demir bağladıklarından, zorlukla yürütüyorlardı. Böy­ lece yakalandığı Makay'dan Tungkana kadar yaya g ö t ü r ü l d ü . Urumçj'de y ü z ü n ü g ö z ü n ü boyadılar, el­ lerini arkaya bağladılar ve sokaklarda dolaştırdılar. Halk'a zorla tesir ederek, bu b ü y ü k kahramanın y ü ­ züne t ü k ü r t t ü r d ü l e r . Osman Batur ve Canımhan'ın yakalanması b ü ­ t ü n memlekette b ü y ü k bir ü z ü n t ü yaratmıştı. Bu se­ beple eski silah arkadaşı Süleyman Batur onun arka­ sından şu şekiîde bîr destan yazmıştır.

Batut erim Osman ay, Taqdırdın munday qosqanay. Qacımas Qayitbas s a bazdı, Cazımın Carı Tosğanay Ctaşanğim aşıp en bolip carıq aspand ay. Türkten endi tuvarma, Kek alafm düşmannan enretip Osmanday. Kim qarsı tutar düşmahğa, Meydan tartıp II cıl tize bükbey Osmanday. Medev edin qalqına, Cavdan şiğik sasganday. ■ On san mîn men calğiz bayqasar, Osmanday kim casqanbay. Cay tuskendey capîrip Düşmanı odan qaşqanday. Baqhn taydı ALAŞİM Arsın qulap Osmanday Qul qıladı düşmanın endi Qazaq casqanbay.

236 —

ANADOLU TÜRKÇESİ :

Takdirin böyle yaptığı Kahraman erim, Osmanım Yıpratmaz, çekinmez münevverdi. Yazımın kaderi durdurdu. Karanlığı açmıştın, aydın sema gibi Türk den şimdi doğar mı Ö ç alacak düşmanı ağlaıtp Osman gibi. Kim karşı durur düşmana, Meydan çekerek 11 se^ıe diz bükmezden Osman gibi. Teselli edin halkına düşmandan çıkarak şaşırdı­ ğında. Onbinler île yalnız, mücadele eder. Osman gibi kim çekinmeden. Şimşek düşmüş gibi yıkarak, düşmanı ondan ka­ çacak gibî Bahtın kaydı ALAŞ'ım. Büyüğün yıkılarak Osman gibi Köle yapar düşmanın şimdi Kazak senden, çekin­ mezden. URUMÇİ YAKİNLARİNDA

AYAKLANMA

Osman Batur ve Cantmhan Hacı'lar yakalanıp işkenceye maruz k a l ı r l a r k e n / t ü r l ü baskılardan nefret eden Urumçj'dekİ Kazak Türkleri de ayaklanmışlardı. Başlarında Orazbay Alioğİu bulunuyordu. Ç o k kala­ balık olarak ayaklanan Kazak Türkleri 1950 senesi yaz aytacında çetin savaşlar yapmışlardır. Osman Ba­ tur ve Canımhan Hacı yakalanmadan, evvel, onlara Kgmul'da iştirak etmek istemîşlerse de, buna muvaf_

237 — ■

fak olamamışlardı. Bu sebeple, Şumişbay Darası de­ nilen dar geçitte yaz'ı geçirmişler, fakat sonbaharda karşılarına çıkan düşman askerleri karşısında fazla dayanamıyarak, b ü y ü k kayıplar vermişlerdi. Bu bas­ kından kurtulabilen bir kısım milliyetçi, sağda solda sabote hareketlerine geçerek, Urumçiye kadar yak­ laşmışlar ve bu arada Canımhan Hacı'nın esir edildi­ ğini öğrenince, hemen bırakmaları için Çinlilere adam yollamışlardı. Çinliler, «feslim o l u n » şeklinde cevap verince etrafta bulunan ormanları ateşe vermişler, gözlerine ne g ö r ü n ü r s e yakıp yıkmışlar, düşmana dehşet salmışlardı. O zamanlar Urumçi'dekî İngiliz konsolosu Mr. George Fox Holmes, b u yangınların büyüklüğünden bahsetmiştir. (57) Orazbay Alioğlu'nun İdaresindeki bu grup  I İ beg Hakîm'in gittiği yoldan geçmek için Kurukdağa kadar gelmişlerse d e / d ü ş m a n l a karşılaşmışlar v e ' k a ­ yıplara uğramışlardır. Urumçıye dönerken de 24 Mart 1951'de Urumçiye getirilerek kurşuna dizilmişlerdir. Böylece ayaklanma komünistlerin ağır basmaları ne­ ticesinde semere vermemişti. 100 bine yakın kayıp veren Doğu Türkistan Kazak Türkleri b ü y ü k sefaletedüşmüş ve eskiden dilencilik nedir bilmezken, so­ kaklarda sefil olarak dolaşan Kazak Türkleri g ö r ü n ­ müştür. BİZE HÜCUMLAR 1. Şubat. 1951 tarihinde Osman Batur'a hücum edildiği g ü n binlerce kilometre uzakta bulunan biz­ lere de düşman saldırmıştı, Gayeleri Aİİbeg Hakim'i de aynı g ü n d e yakalamaktı. Biz Gasgöl'ün Temîrlik (57) İngiliz doğru,

Konsolosu George Fox Holmes, bunlart 1954 senasının Salihli'de ziyaretîmîza geldiğinde anlatmıştır.

— 238 —

sonuna

denilen bîr yerinde oturuyorduk. Düşman geiîr diye bir korkumuz y o k t u . Fakat buna rağmen nöbetçi d i ­ kiyorduk. Türkistan Kazak Türkleri İçin talihsiz bir g ü n olan 1 Şubat tarihi, bizim İçin bir özellik taşım ıyordu. Hiçbir şeyden haberimiz y o k t u . Osman Batur'un başına gelenlerden habersizdik. Develerimiz, koyunlarımız Gasgöl'ün batı kesiminde bulunuyor­ du. Yalnız atlarımız Aral deniien Gasgöl'ün bir ada­ sında İdi. Bunları da uzun zamandan beri g ö r m ü y o r ­ duk. îşte o m ü h i m g ü n , babam atları gidip görmemi söylemişti. Sabah tüfeğimi alıp erkenden yaya ola­ rak evden çıktım. Yolda b i r k a ç Ceylan avladım ve arkadaşım Ahmetlerin evine geldim. Vakit akşamdı. Etraf yavaş yavaş kararıyordu. A y çıkmıştı. Bir de baktık k î , batı taraftan b ü y ü k kırmızı bîr cisim, yer­ den havalanmış ve etrafa ışık saçarak sönüvermîşfi. Bunun ne olduğunu anhyamadık ve yıldız kaydı zan­ nettik. Bu şekilde düşünürken, ansızın yanımıza bir atlının yaklaştığını g ö r d ü k . - Gelen düşman değildi. Gasgölde bulunan grupun imamı Nur Mohammed îdi. .Karanlıkta y ü z ü n ü göremıyorduk. Buna rağmen heyecanlı olduğu meydandaydı. Bize, düşmanın ü ç koldan yaklaşmakta olduğunu nöbetçilerin g ö r d ü ğ ü ­ n ü söyledi. Motorlu ekîp Türkistan — Şİnhay otomo­ bil yolu ile geliyormuş. Atlılar da Tasgöl üzerinden. Demek k i , bizim havada gördüğümüz şey, düşmanın işaret fişekleri imiş meğer. Nur Mohammed de de­ velerini aramaya çıkmış. Etraf karanlık olduğu İçin bîrşeyler g ö r ü n m ü y o r d u . Zaten Gasgöl'ün tuhaf bir hali vardır. Hava azda kararsa, görüş hemen azalır. Ben şaşrdım. «Ne yapayım, atları görmeğe gideyim m i » dîye sordum. Nur Mohammed, «baban belki bir

239 —

adam g ö n d e r i r » dedi ve acele olarak yanımızdan ay­ rıldı. Temirlİk'e otomobillerin gelebilmesi İmkânsızdı. Fakat buna rağmen düşman yaklaşıyordu. Meğer, û t o m o b î ! . dediğimiz şeyler, tankiarmış. E v v e l â onlar ve' arkadan da kamyonlar gelîyorlarrnış. Vaziyet çok tehlikeli idi. Bulunduğum, yerden bizim tarafa bak­ tığımda, göğe yükselen ateşler g ö r d ü m . Demek k i , bizim grup kaçıyordu. Sanki Gasgöl yanıyordu. Düş­ m a n ı n atlı biriiklerî, Ö n taraftan önlerini kesebilir­ d i . . . Ahmet de koyunlarını bırakmış ve! karısını ala­ rak kaçmıştı. Kafilenin b ü t ü n atları bu tarafta idi. Bunları kurtaramazsak, halimiz feci..olacaktı. Derken, babamın gönderdiği adam geldi. Yaya y ü r ü y o r d u üstelik, çok tecrübesizdi. İkimiz de atların b u l u n d u ­ ğ u adaya doğru yürümeğe başladık. Bu sırada tanı­ dık birinin devesini bulduk ve ona bindik. Ö n ü m ü ­ ze buzlar çıktı. Hava çok soğuktu. Yolu şaşırdık. Düş­ manın bizi bulması çok kuvvetliydi. Ayak sesleri işittik. Hemen saklandık. Bîr de baktık ki, bu gelen adam Adambay Savaş idi. Babam tarafından g ö n d e ­ rilmiş. Söylediğine göre, düşman yakaladığı bir ço­ bandan, bulunduğumuz yeri öğrenmiş. (*) Yolu şaşırdığımızdan, o buz g i b i ayazda bir ge­ cemizi geçirdik. Ertesi g ü ı ü Adambay'ı bir tepenin üstünde r ö b e t ç i bıraktık ve biz adaya doğru ilerle­ dik. Atlar kamışların arasında duruyordu. Teker te­ ker çıkarmanın imkânı olmadığı için, havaya bir el ateş ettim ve böylece hepsi dışarı çıktılar. Adadan uzaklaştığımız sırada Adambay ateş etti. Bu «düşman v a r » demekti. Derken örtümüze bir atlı çıktı. Bu y i -

{*) Adambay

Savaş

5'mdî

İzmir'de

bulunmaktadır.

— 240 —

ne .babamın yolladığı Sabihan Pınar (**) idi- Bizi ara­ mağa gelmiş. Babam hem atların kurtulmasını İstiyor ve hemde bizim sağ-salîm d ö n m e m i z i arzu ediyordu. Takirbastc.v denilen yere geldiğimizde, deve ü s t ü n ­ d e bize doğru ilerleyen bir adam g ö r d ü k . Meğer bu da Şehrazat imiş (***). Bize b ü t ü n kafilenin kurtul­ d u ğ u n u ve atian almak için yardıma geldiğini söy­ ledi. ' Esas grup, Kumsu yolu iie dağa çıkmıştı. Biz İse başka tarafta kalmıştık. İki g ü n d ü r yemek yememiş­ tik. Atların semerleri de olmadığından çok yorulmuş­ tuk. Kar yağıyor ve şiddetli, bir fırtına esiyordu. Düş­ manın, bizi ve esas grupu takip edeceğine esas na­ zarı ile bakıyorduk. Gecenin karanlığında atlan- sür­ mek çok ; zor oluyordu. Üstelik, Himalayaîarın etek­ lerine tırmandıkça, düşman kaciar tehlikeli olan ve IS (****) denilen fena havaya yaklaşıyorduk. Sabah olunca iki kısma ayrıldık. Birinci grup aflarla birlik­ te Hİmalayalara tırmanacak, diğer grup da esas kafi­ lenin ve düşman olduğu tahmin edilen yere doğru i'erliyecekti. Esas kafile bulunduğu zaman, bize ha­ ber verilecekti. Aradan yarım saat geçmişti. Biz da­ ğa tırmanıyor ve yükseldikçe yükselîyorduk. Bu sı­ rada bîr silâh sesi duyduk. Arkadaşların düşmanla karşılaştığını zannettik. Daha sonra kalabalık bir gru~ ■pun. bize doğru yaklaşmakta olduğunu görünce, ate­ şe başladık. Fakat İyi k î , bîr kaza olmadı, zira bunlar bizim esas grupun adamlanymış;.. Silâhı da bizim kafile(**)

Sabihan Pınar, bugün istanbul'da Zeytin burnun'da oturmakta. Ü ç ü îise'de okuyan b e § s o c "9" v a r (***) Şehraıat, şimdi, «Şirzat» adını almıştır. İzmir'de Balçova'da orurmakiacİır.' { * * * * ) I | S J yüksek râksmda'ki havasızlıktan ileri gelmektedir.

__ 241 —

âen biraz ayrılan iki kişi atmış. Böylece, herkes atla­ ra kavuştu. Meğer düşman, akşam yağan karlar se­ bebiyle esas grupun izini, kaybetmiş. DÜŞMAN ELÇİ GÖNDERİYOR Hepimiz Kumsu'da toplanmıştık.. Aramızda M u ­ sa ve Akiler İle b i r k a ç aile eksikti. B i r k a ç g ü n evvel ava çıkmış olan Takiman Batur ile Zeynuilah Reisoğlu Safakay Baykonakoğlu ek y o k t u . Kafilenin İlerle­ mesi lâzımdı. Kış'ın bu müthiş soğuk günlerinde H i malayalar gibi k o r k u n ç bir dağa tırmanmak, gerçi ölüme, gitmek demekti ama, buna mecburduk. Düş­ manın kurşunu altında ölmektense, dağın fena hava­ sı İS de ölmeği tercih ediyorduk. 3 Şubat 1951 tarihînin akşamında, nöbetçiler bir yabancıyı yakalayıp getirdiler. Bu bir « U y g u r » d u . Düşman tarafından elçi olarak gönderilmişti. Elinde General Lukaming'İn A l i b e g Hakim'e yazılı bir mek­ tubu vardı. Düşman askerlerinin kumandanı bu mek­ tubunda şöyle yazıyor : «Alibeg Hakim, kurtulamazsın, kaçacağın yer kalmamıştır. Tibette de askerimiz var, teslim o l . . . . S e ­ ni affettirmeğe gayret edeceğim. Etrafındakİleri bo­ şuna öldürmemize sebep olma. Bize gelecek olurlar­ sa, ellerine beyaz bayrak alsınlar...» Bu tamamen bir tehditti. ALİBEG HAKİM KAFİLE İLE BİR KONUŞMA YAPİYOR... Artık memleketin tam hududuna gelmiştik. Va­ tana « E l v e d a » diyeceğimiz yer burası İdi. Buradan hareket ettikten sonra sağ kalacağımız da şüphe ya— 242 ■ —

ratıyordu. G ö b î çölünden y ü z m i s l î daha tehlikeli bîr yerde bulunuyorduk. İşte bu sebeple, A l i b e g Hakim, kafilede herkesle teker teker temasa g e ç ­ meğe başlamış ve vaziyetin ciddiyetini izaha ça­ lışıyordu. Kİmİ ağlıyor, kimisi ü z ü l ü y o r d u . Babam bir ara beni de.yanına çağırarak: «Bak oğlum sen daha gençsin, belki geri dönersen seni Öldürmezler, ama benîm İçin hiçbir şey değişmez. Buradan kurtulup kurtulamıyacağımız şüpheli. İyice düşün, karar ver­ mekte serbestsin» d e d i . . . E v v e l â şaka yapıyor zan­ nettim, sonra işin ciddiyetini kavradım ve «seninle öleceğim» diyerek yanından kızgın bir şekilde ayrıl­ dım. Zira, beni komünistlerin eline gönderecekti... Daha sonra anladık ki adam b u n u çok evvelden d ü r şünmüş ve iyice zihîn yormuş ve haklıymış. Diğer kardeşlenme de aynı şeyleri söyledi. Fakat h i ç biri­ si kabul etmedi... Alibeg Hakim bu işi o kadar çok ciddiye almış­ tı k i , b ü t ü n adamlarına aynı şeyleri soruyordu. Bazı­ ları, o n u siyaset yapıyor ve komünistliğe t e m a y ü l ü ofanları tesbit ediyor zannediyordu. Ama o, hiçbir Türkis­ tan T ü r k ' ü n ü n komünist olamıyacağını herkesten çok İyi Biliyordu. İçimizde tek Uygur T ü r k ' ü olan M. Turçlu Kann'İ dahi çağırmış ve o n u n da niyetini anlamak is­ temişti. Turdu, « b u n u bana nasıl sorabilirsin, «asla d ö n m e m » demiş ve ağlamıştı. Alibeg Hakim, İlerde önlerine çıkacak olan zorlukları bildiğinden, b u t ü r ­ l ü hareket etmekte haklıydı. Zira çok b ü y ü k ve m ü ­ him bir mesuliyet y ü k l e n i y o r d u . Herkesi kendi rıza­ sına bunun İçin bırakıyordu... Kurtulma şansı pek azdı... Alibeg Hakim şöyle d i y o r d u : «Ben başladı­ ğım yolda yürüyeceğim, bu yolda Ölmeğe razıyım. Siz kendiniz düşünün, taşının. Sonradan bize A l i b e g Hakim sebep oldu d e m e y i n . . . » [ — 243 —

Bu konuşmaları m ü t e a k i p aramızdan ancak y ü z kişi kadar bîr grup dönmeğe karar vermişti. Böyle­ ce. A l i b e g Hakim, General Lukaming'e bir mektup ya­ zarak elçiye vermişti. Alibeg bu mektubunda: «Sen benim teslim olmamı istiyorsun. Ben hayatta iken bu imkânsız. Ben hayatta komünizme asla baş eğmîyeceğim. Tibette askerlerin varsa, bu bizim fçîn birşey ifade etmez. Ben teslim ol teklifinizi red ediyo­ rum. Bana vaad etmiş o l d u ğ u n İyi muameleyi, bu sana inananlara g ö s t e r . . . » demişti... Her iki taraf da ağlaşarak ayrıldık. Zira hepimiz ö l ü m e gidiyorduk. Kafilemiz ü ç yüze yakındı. Düş­ man her an bizi takip edebilirdi bu sebeple, acele et­ memiz gerekiyordu. Ama b ü da imkânsızdı. Daha şim­ diden Hîmalayaların ıs denilen fena havası zorluklar çıkarmağa başlamıştı. İstikametimiz Esekbatı geçidi i d î . . Kar durmadan yağıyordu. Rüzgar ise h î ç kesilmeden b ü t ü n şiddetiyle esiyordu-... Ö n e ve arkaya' nöbetçiler koyarak bu fırtınaya karşı yol alıyorduk... Düşman'm her an saldıracağını biliyorduk. Ç ü n k ü , onla­ rın kışlık elbiseler ve tanklarla 5 ' b i r i kişilik bîr kuv­ vet halinde peşimizde olduğunu Öğrenmiştik. HASTALIKLAR BAŞLİYOR... 6 Şubat 1951'de, meşhur. Böke Batur'un karde­ şi Şoke Batur'un mezarlığı olan Esekbatı'ya yaklaş­ mıştık. G ö ç ' ü m ü z yeni başladığı halde, kafilenin d u ­ rumu h î ç de iyi değildi. Bu yüksek geçidi geçtiğimiz g ü n 70 kişi hastalanmıştı. Bunların çoğu çoluk çocuk­ t u . Aralarında yaşlılar da vardı. Gece g e ç vakit bir yere konaklayıp yemek yemek istedik. Ateş yakmak için b ü t ü n Himalayalarda o l d u ğ u g i b î burada da tek bir ağaç yoktu. Yabani mandaların tezeklerini topiamak_

244 •—

tan . başka çare y o k t u . Burrian da karlar' arasından bulmak pek kolay bir iş değildi. Belki de- buralarda tezek y o k t u ; . . Hastaların çok acı çektiklerini d u y u ­ yorduk, fakat henüz Ö l ü m g ö z ü k m ü y o r d u . Daha ev­ velce Eiişhan Batur ile Pakistana gelmiş olduğundan, buralarını gayet iyi bilen Hasan Batur, bu hastaların ö l ü m d e n kurtulacağını h i ç de ü m i d etmediğini söy­ lüyordu. Burada iki gün kaldık. Bunu da sırf hastalan d i n ­ lendirmek gayesiyle yaptık. Hastalar İçin doktorumuz y o k t u . Olsa da i l a ç nereden temin edecektik? Herkes kendi hastasına bakıyor, aklı erdiği kadar yardıma çalışıyordu. Buralarda tecrübeli olan Hasan Batur, bunların alelade bir hastalık olmadığını,-Himalayaların meşhur havasızlığından mütevellit bir hastalık oldu­ ğunu söylüyor ve insanın nefesini açabilecek birşeyler yapılması lâzım geldiğini anlatıyordu. Bunun için­ de «İnsan sidiği» nin bu t ü r l ü hastalıklara biraz iyi geldiğini söylemişti. Yaşamak için her şeye katlan­ mak lâzım geldiğinden, hastalara sidik verildi. Bunu çok İçenler iyileşti. Fakat ekseriyeti ö l d ü . Esekbatı ovasından hareket etmiştik. Zaten b u ­ rada iki g ü n kalmamız hata idi. Düşman her an ge­ lebilirdi. Hastalarımız yine çoğalmıştı. Ama ölen yok­ tu. İki g ü n yol aldık. M m Bulak denilen yere geldik. Burada öyle bir rüzgar vardı k î , , asla tarif edilemez. Buna kasırga demek daha iyi olacak. Bayırların ara­ sından y ü r ü y o r d u k . Şayet açıklığa çıkarsanız, sizi der­ hal havalandırıp sağa sola fırlatır. G ü n ü n 24 saatin­ de h i ç durmuyor... Mın Bulak denilen bu bayırda tam bir hafta kalmak mecburiyetinde kaldık. Bu çok tehlikeli bir şeydi ama, mecburduk. Hastalarımız ö l ­ meğe başlamışlardı. İlk olarak bu g ü n k ü Ö m e r Ç o ~ banoğlunun kardeşi Mağaday ölmüştü. H i ç hasta f i — 245 —

lan değildi. Bir gece ö l ü .bulunmuştu. O n u gömerken diğer hastaların vaziyet aldığını g ö r d ü k . Zira hepsi şişmişti. O kadar büyümüşlerdi k i , insan rüyasında görse korkardı. Onlara elimizden geldiği kadar yardım ediyor­ duk. Ç ü n k ü ilerde biz de aynı şekilde hastalanabilir­ dik. Bu hastalık o kadar korkunçtu k i , bu g ü n düşü­ nürken bile insan gayrı İhtiyari ürperiyor. Bir g ü n A l i b e g Hakİm'in G ö b i çöİünde kaybolan ağabeysînin oğlu Kapan hastalanmıştı. Babam bu çocuğun ölme­ mesi İçin elinden geleni yapıyordu. Bu arada ayı'nın safra kesesinin de İyi geleceği söylendi. Hemen ayı avına gidildi. Mandanın safra kesesini getirdiler. Sanki bunlar b ü y ü k bir kurtarıcı İdi... Zavallı Kapan'nin kurtarılması için her şey ya­ pılmıştı. 14 yaşında olmasına rağmen o kadar b ü y ü ­ müştü ki, sadece bîr ayağı çuval gibi şişti. Çocuğun her tarafı delinmeğe de başlamıştı. Buralardan su akıyordu. Böylece hem hasta ve hem de bizler İşken­ ce çekiyorduk. B ü t ü n hastalar aynı şekilde, .şîşiyordu. Bu vaziyet, ilerlememize de mani oluyordu.' Ç ü n ­ k ü onları taşımak da başlı başına bîr mesele İdi. De­ velerin üstünde, patlıyabilirlerdi. Kapan nihayet bir g ü n ö l d ü . O n u n cenazesine hazırlanırken, başka ö l ü m haberleri de geldi. Hamza'nın da hanımı vefat etmiş­ ti.. Aşağı yukarı her g ü n İki üç'kişi ölüyorduk Bu d u ­ rumdan korkuyorduk... Ö l e n l e r i g ö m m e k de ayrı bir hünerdi. Toprak çok sert olduğundan kazılmıyordu. Zaten kazmak İçin bizde takat da kalmamıştı. Hava­ sızlıktan olacak zannederim, çabuk konuşmak da m ü m k ü n olmuyordu. G ö m ü l e n cesedterî, ayılar çıka­ rıp y i y o r d u . . . Bu da bize ayrı bîr ıstırap veriyordu. Buna bîr çare bulduk. Yabani mandaların başını me-

— 246

zarların başına koyuyorduk. Zira, ayı bu mandalar­ dan korkar ve her gördüğü yerde kaçarmış. M m Bulak'da sidik İçmek o kadar adet olmuştu k î , başı ağrıyan sidik içiyordu. Hapşıran sidik alıyor­ d u . Buna da sebep, hastalığın İlk anlarında sidiği çok İçenler, kurtuluyordu. Hastaların İçmesi İçin hazırla­ yıp soğuşun diye bıraktığımız sidikleri içen koyun­ lar derhal ölüyorlardı. Demek ki o kadar zehirli şey­ lermiş... Ben yine atlara bakıyordum. Yardımcım da yok­ t u . Memleketten getirdiğimiz bu zavallı hayvanlar da her g ü n azalıyordu: Hîmalayaların fena havası, bunlara da iyi gelmemişti. Pek İyi yürüyemiyprlardı. Bir g ü n atları otlatacak yer bulduk. Onlar yayılırken, arkadaşımla birlikte çadıra d ö n d ü k . İkimizin de başı ağrıyordu. Çadır ö n ü n d e arkadaşın babasını g ö r d ü k . O ğ l u ' n u n hatırını sordu. O da başı ağrıdığını söy­ leyince, hemen faaliyete geçti. Sidik aramağa baş­ ladı. Ben buv aziyeti bildiğimden, eve geldiğim za­ man birşey söylemedim. Babam «hastâmtsın» dedi. İsrar edince, «istersen atları "'gidip g e t i r e y i m » dedim ve oradan ayrıldım. Niyetim sidik içmemekti. Esasın­ da b u yaptığım doğru bir şey değildi. DÜŞMAN BİZİ BULAMIYOR... Perişan b'\r vaziyette M m Bulakda otururken, .düşman askerleri de bizi arıyarak, Gas g ö l d e n bura­ ya kadar gelmişti. Fakat, M m Bulak geçidine geldik­ lerinde, şiddetli fıriınada izimizi kaybetmişlerdi. Bir g ü n nöbetçi olan M Ö r d ü h a n , düşmanın yaklaşmakta olduğunu bildirdi. Herkes savaşa hazırlandı. Buralar­ da savaşmak iki taraf İçin de pek kolay olmıyacaktt. Bir müddet sonra, çarpışmaya gidenler geri d ö n d ü _

247 —

lef; Ç ü n k ü düşman da rüzgârın' şiddetine tahammül edememiş geri dönmüştü. Biz, bayırların arasında oturduğumuz İçin bizi görememişlerdi. Zaten bura­ da 10 metre ilersini seçmek kolay olmuyordu. Şayet biz düşmanı takip etseydik, onları toplu o:&rak mah~ vedebilirdik. Ç ü n k ü onlar değil iyi havacfa.^ böyle havalarda h i ç at üzerinde duramazlardı. Fakat bizim de takatimiz yoktu. MİNBULAK'DAN HAREKET... Her yerde bîr manda başı g ö r ü n ü y o r d u . Bu mezarların bulunduğuna delildi. İşte bu mezar içer­ sinde Mınbulak'ı terkediyorduk. Karşımızda Kermetaş .geçidi vardı. Himaîayalara uğramak talihsizliğine sahip olanlar İçin burası hakikaten tüyler ürpertici, dehşet bîr yer i d i . . . Bereket ki, henüz atımız ve de­ v e m i z ' t ü k e n m e m i ş t i , Rüzgar, karla birlikte o kadar çok esiyordu k î , zorlukla ilerliyor, birbirimizi g ü ç g ö ­ rebiliyorduk... Nihayet a k ş a m a ' d o ğ r u bir yere gel- • dik ve konakladık. Burası tamamen taş ve soğuktan müteşekkildi. Karlar arasında bir ot gördüğümüz za­ man ayağımızla "kazıyor ve buradan tezek çıkarıyor­ duk. Ayaklarımızda çarık vardı. Ayakkabılarımız Gas gölde tükenmişti. Karlarda çarıktan su geçiyordu, ama devamlı halde yürüdüğümüzden bir şey anlamıyorduk. Develere Cabıv denen şeyleri giydîrmiştik. Rüz­ gar, dikkatli davranmazsak hepimizi havaya uçurabîiîrdİ. Her göçtüğümüz yerde b i r k a ç ö l ü g ö m ü y o r - • duk'. Burada da Hamza'nın bîr k ü ç ü k kızını gömmüş­ tük. Günler geçtikçe, tehlike artıyor, k o r k u n ç hadi­ selerle karşılaşıyorduk. Ancak, İçimizdeki « H ü r r i y e t » imanıdır k î , bizi bu kadar eza ve. cefalara katlandıra— 248 —

biliyordu... Yoksa, çektiklerimiz tahammül edilir cins­ ten değildi... Atlarımız sanki beyinlerinden kurşun yemiş gibi anîden yere düşüp ölüyorlardı. Kuyrukla­ rın! aşağı-yukarı sallamağa başladıkları zaman, o n ­ ların hastalandığını derhal anhyorduk. Her zamanki gibi önde giden Alîbeg Hakîrn'în yanında B i r g ü n ü Kaynaş vardı. Atı çok sağlamdı. Yoi alırken bu atın bîrden- bîre yere yuvarlandığını g ö r d ü k . Fakat Kay­ naş, buna üzülmemişti. «Zararı yok, benim gibi y ü ­ rüyenler de v a r » demişti. Karların altında îlerliyerek, günlerimizi geçiriyor­ duk. Bu göçlerin sonu y o k t u . Daha ne kadar yol ala­ caktık, bu da belli değildi. Sabuncugöl denen bîr yere geldik. Daha evvelce buraları geçmiş olan Ha­ san Batur b ö y l e d i y o r d u . . . Buraya geldiğimizde, İçi­ mizde hasta olmayan yoktu. Alîbeg Hakİm'de has­ taydı. Herkes onun hastalığından korkuyor, geçmiş olsuna geliyordu: Zavallı M. Tardu Karı, onun yanın­ da kalıyordu. Boyuna ağlıyordu. Nihayet İki g ü n sonra Alîbeg Hakim iyileşti. Buralarda hastalandıktan sonra İyileşmek de çok nadir g ö r ü l e n bir şeydi. Ö n ü m ü z d e b ü y ü k bîr dağ vardı. Buna Buğadavan derlermiş. Bu dağa doğru ilerlerken, arkamızdan i k i ' k i ş i n i n geldiğini g ö r d ü k . Bunlar Tajinor'dan -gelıyorlarmış. Eskiden b.îzîm kafileye mensup olup yolu şaşıran bu adamları yanımızda görmek, bizim için bîr yenilik oldu. Zira çoktan b e r î İnsan y ü z ü g ö r m e ­ miştik. Bunlar bize Osman Batur'un yakalandığını ha­ berini vermişlerdi. Zaten hayattan pek ü m i d i kalma­ mış olan bizlerde bu haber çok fena tesir yaptı. Ma­ neviyatımız tamamen kırılmıştı. Bu îkî şahıstan biri­ si hastalandığı İçin bizim yanımızda kaldı. Diğeri ai­ lesini bulmak için tek başına o-'cehennem yollardan

geri döndü... — 249 —

BOĞA DAVAN DAĞINA ÇİKİYORUZ...

Hızlı yürüyecek takatimiz kalmamıştı. Yaya ge­ lenler çoğalmıştı. Hava müsait olmadığından, seri İş yapmağa imkân y o k t u . Sabahları bir birimize « g ü ­ naydın» demek için, b i r k a ç nefes alır ondan sonra konuşabilirdik. Hızlı bir şekilde yere oturup kalkma­ da kolay değildi, yoksa insan nefes darlığına uğru­ y o r d u . Buralardan sağ salim kurtulmak, kimsenin ak­ lından geçmiyordu. Her çadırda bir hasta vardı. Ö l ü m de her evde mevcuttu. Boğadavan dağına yaklaştı­ ğımız bir yerde, gece annemin ağladığını d u y d u m . Sorduğum zaman, k ü ç ü k kız kardeşimin Öldüğünü söyledi. B ü t ü n kardeşlerde sevgi a y n ı ' o l u r ama, ben bunu çok daha fazla seviyordum. Babamda ü z ü l ü ­ yordu ama, belii etmiyordu. A n n e m bana kızgındı. Ç ü n k ü ben o akşam ölen kardeşim Nur Kemal'e «ni­ çin sidiği çok içmiyorsun, çok İçmezsen ö l ü r s ü n ve cesedini de buralardaki ayılar y i y e c e k » demiştim. Halbuki ben onu sevmediğimden değil, bilakis çok sevdiğim İçin, ölmemesini arzuladığımdan bu lafları etmiştim. Zavallı kardeşim, sidik pistir diyerek İçme­ mişti.. A n n e m de bana «dediğin oldu, sen Öleceksin dedin o da ö l d ü » d i y e dargın dargın bakıyordu. Kardeşimin cesedini buraya gömsek, ayılar y i ­ yecekti. O n u n için yanımızda dört g ü n taşıdık. Zira, buralarda yabani manda y o k t u . Ö l ü evladı taşımak pek kofay bîr şey değildi, ama buna mecburduk. Tam Boğadavan'ın dibine gelmiştik. Bu g ü n bu da­ ğın en yüksek yerinden geçecektik. Grupun bir kıs­ mı, istirahat etmek için burada kaldı, biz, ise cesedi bir an önce gömmek İçin yer arıyorduk. Bu sebeple durmadan yol aldık. Rüzgâr fırtına ve k a r îliklerimi_

250.—

ze kadar İşliyordu. Dağın başına gelmiştik. Buralar­ da kar y o k t u . Ç ü n k ü fırtına karı aşağılara atıyordu. Bir devemiz İS hastalığından ölmüştü. Bu günlerde bir devenin ö l m e s i ' d e m e k , insana candan bîr arka­ daş kadar keder veriyordu. Y ü r ü m e k t e n , ayaklarımızın attı şişmiş ve kısmen patlamıştı. Bîr de üstelik adelelerimizde sinir d ü ğ ü m ­ lenmesi oluyordu k î , bu bir felaketti. Bağırmamanın imkânı y o k t u . B ü t ü n g ü n y ü r ü y e n ve zayıflayan in­ sanların baldırında b ö y l e sinir, düğümlenmesi olur­ muş. Taş, üstünde yatıyorduk. Üzerimize de boyuna kar yağıyordu. İnsanın İlk üşüyen uzvu ayağı oluyor. Bu üşüyen ayağı kendinize doğru çekerseniz, baldır sinirleri İşte o zaman d ü ğ ü m yapar ve müthiş bir su­ rette- acı çektirir. Bu iniltiler sebebiyle, kimseyi uy­ ku tutmazdı. Geceyi bu şeküde açılarla geçirmiş, sabaha ka­ vuşmuştuk. Biraz ilerimizde, bizden önde bulunan kafileyi g ö r d ü k . Onlarda geceyi burada .geçirmişler. Neysekİ onların üstlerine örtecek şeyleri varmış... Sabah zorlukla yakacak, bir şeyler bulduk ve sıcak bir şeyier İçtik. Fakat sakın çay İçtik zannetmeyin. Zira bir seneye yakın bir zaman var k î , çay'ın y ü z ü ­ n ü görmedik. Bu içtiğimiz, kaynattığımız et suların­ dan başka bir şey değildi. Koyunların yenecek taraf­ ları kalmamıştı. Fakat, bizim memleketin koyunları ile Gas gol koyunları arasında çok fark vardı. Bizim­ kilerin kuyrukları b ü y ü k ve yağlı oluyordu. Diğerle­ ri ise sivri kuyruklu İdi. Bu sebeple koyun etinden ziyade Kulan e t î yemek daha faydalı oluyordu. Bu sebeple buralarda Kulan ve başka hayvanlar avlıyor­ duk. Dört g ü n evvel ö l e n kardeşim Nur Kemal'in ce­ sedini h â l â gömmemiştîk. Ertesi g ü n ü ot bulunan bîr

— 251 —

yere geldik. Burada bir tepenin ü s t ü n e ' m e z a r kazıp kardeşimi g ö m d ü k ve mezarın başına da kesilmiş bir yabani manda başını koyduk. Ü ç ü n c ü çocuğunu kaybetmenin acısıyla ağlayan a n n # H ^ ç o k ü z ü l ü y o r ­ du. Hafız M. Tardu Karı anneme «evladın şehİddir, ■ ağlama» diye teselli ediyordu. A n n e m de «nasıl olur, o harpte ölmedi ki şehîd o l s u n » diye kızgın kızgın cevap veriyordu. Hafız M. Turdu da «Biz niçin bu yola çıktık, niçin bunlara katlanıyoruz. Blbettekİ, A l iahı İnkâr eden komünistlerden nefret ettiğimiz için. Şu halde değil insanlar, bize vasıta olan, bizleri ta­ şıyan şu hayvanlar dahi ö l d ü k l e r i n d e şehittirler.» d i ­ yordu. Nur Kemal'in mezarına yakın bir yerde gecele­ dik. Ertesi g ü n Sabıhan Pınar, çok sevinçli bir yüzle gece bir hikmet gördüğünü söyledi. Biz kendisiyle şaka etmeğe başlayınca o c i d d î olduğunu İddia ede­ rek anlattı. «Akşam, çadırın yanında hazırladığım yatağa yatarken, kible tarafından bir aydınlık g ö r ­ d ü m . Bu aydınhk ne diye bakarken, ışık sür'afle ba­ şımın üstünden geçerek. Nur Kemal'in mezarının ba­ şına vardı. Orası çok aydınlanmıştı. Hemen yanımda­ ki arkadaşlara bak bak dedim. Onlar kalkarken be­ yaz bîr at gözüme ilişti ve üzerine birisi binmiş gibi oldu. Bu binen kimseyi göremedim ama, sadece bir eteğini f a r k e t t i m . » Biz gençler, bunun rüya olacağı­ nı İleri s ü r d ü k . Ö t e k i arkadaşları, o n u n kalk dediği zaman düşman geliyor zannettikleri ve kalkarken be­ yaz bîr aydınlık g ö r d ü k l e r i n i söylediler. Bu g ü n Kay­ serinin Yeşilhisar kazasında İkamet eden Sabihan Pı­ nar, aklı başında bir kimsedir. Bu g ü n dahi b u ha­ disenin doğruluğunu söyler. Biz de bunu, «Allah'ın

252

bizlere boşuna ö l m ü y o r s u n u z » vasıflandırdık. {*)

diyen

ihtarı olarak

PERİŞAN BİR HALDE İDİK... B ü t ü n kafile, perişan bir vaziyette kalmıştık. Hastalarımız g ü n d e n g ü n e çoğalıyor, iyileşecekleri yerde, bilakis ağırlaşıyorlardı. Ö l e n kardeşimden s o n ­ ra Şehriban da hastalanmış, her îarafi delinmiş, ya­ tıyordu. Ö l ü m , her yerimize kol atmıştı. Bu vaziyet­ te yola devam etmemiz imkansız olduğundan, bura­ da iki hafta kaldık. At'ımız kalmamış develerimiz de tükenmek üzere idi. A ç olan hayvanlara diğer ölen hayvanların ve yabani at olan (Kulanın) etini veri­ yorduk. ^.,.4^ Anası babası' ölen gençler, İleride bir ü m i t göre­ mediklerinden. geri d ö n ü p h i ç olmazsa komünistler­ le çarpışarak ölelim dîye tutturdular. Bazıları bu se­ b e p l e dönmeğe hazırlandı. H ü r memleketlere ulaş­ mak artık herkese « p a l a v r a » geliyordu. Fakat ne ge­ ri dönmekle bu cehennemden kurtulabilirdik ve ne de ilerliyerek. Geride bıraktığımız yolların dehşeti, anlatmağa çalıştıklarımın bîn misli vardı. İleride de ümit g ö r ü n m ü y o r d u . Hep aynı şeyler, kar, fırtına, toprak v e yabani hayvanlar... BİZE DOĞRU GELEN KALABALIK.,. Bir g ü n Alibeg Hakim, her zaman olduğu gibi yine bîr tepenin üstüne çıkıp d ü r b ü n l e etrafı gözet­ leyip gelmiş ve bir kalabalığın yaklaşmakta o l d u ğ u ­ nu söylemişti. Ama bu kalabalık yabani hayvanlar (*) Sabİhcm Pınar', Kayseri'den nda oturmaktadır.

İstanbul'a

göçmüştür.

253 —

Şimdi,

ZeyÜnbumu-

da olabilirdi, fakat babam bunların hayvan s ü r ü s ü olmadığını anlatıyordu. Düşman olmadığından da emin bir hali vardı. Turdu Kan, '«düşman olmasın» ,diye meraklanmağa başlayınca, çoluk çocuk korktu­ lar. Ama İsterse düşman olsun, h i ç olmazsa savaşır, ö l ü r ü z , Ö l d ü r ü r ü z diyenler yardı. Alîbeg Hakim İle bir k a ç kişi vaziyeti anlamağa gitmişlerdi, neticede bun­ ların Tajİnordan kaçan Sultan Şerif, Hüseyin, Defîlhan ve Şüken'ler olduğu anlaşıldı. Bunlarla buluştu­ ğumuza çok sevinmiştik. Onlarda binblr müşkülâtla gelmişler ve bizim g ö r d ü k l e r i m i z i görmüşlerdi. 50 civarında aile İdiler. Ekseriyeti .teşkil eden diğerleri İse, Kacıra dağlarında kalmışlar. Burada kalanlar 5-6 bîn nüfusmuş. B i r k a ç g ü n beraberce olurduk. Sonra harekete başladık. Bu yeni grup vasıta bakımından bizden da­ ha İyî imkânlara sahipti. Ç ü n k ü , Gasgöjden burala­ ra av'a geldikleri İçin, hayvanlar buraların havasına alışkındı... Bize eskiden beri yol gösteren Hasan Batur'da onlarla gittiğinden, biz elimizdeki haritadan ve onların izinden yolumuzu bulmağa gayret ediyor­ duk. Fakat bu .grupun yolu yanlıştı. İşte bunun için biz İlerde düşmanla karşılaşacaktık. Aylar gelip geçiyordu. Sefil bir vaziyette y ü r ü ­ yor, y ü r ü y o r d u k . Kafilede bulunanlar, oturup yaz'ı beklemeği teklif ettikçe, Alîbeg Hakim, İtiraz ediyor­ du. «Hîndİstan-Tibet hududunu düşman tamamen ka­ pamadan geçmemiz lâzım» diyordu. NİHAYET TİBETÜLER'E YAKLAŞIYORUZ Uzun bir göç'ten sonra, insan eli değmiş bazı yerlerden geçmeğe başladık. M e s e l â sağda solda taş__ 254. —

tan yapılmış ahırlar g ö r ü y o r d u k . Fakat bu insanlar, bizim bildiklerimizden değildi. Ama ne olursa olsun, onlarla konuşacaktık. İnsanları özlemiştik... Bir g ü n sulak bir yere geldik. Burada ot da var­ dı. Mayıs olmasına rağmen yaz'dan hîçbîr eser yok­ tu. Burada, b i r k a ç g ü n kalmağa karar verdik. Boş dur­ mamak için, b i r k a ç arkadaşı Tibetliler ile temasa g e ç ­ meleri İçin yola çıkardık. Bunların arasında Hamza, Nursafa, Kaynaş, M. Turdu Kan da vardı. Bunlar Tİbetîiler'Ie konuşup buralarda komünist olup olmadı­ ğını anlıyacakiardı. îki hafta olmuştu k î , adamları­ mızdan b i r ' ç e v a p alamamıştık. Hastanlanan kız kardeşim Şehriban'm vazıyeti gittikçe ağırlamıyordu. ■ Ö l ü m l e r yine devam e d i y o r ­ du. Meşhur Yunus Hacının hanımı Bâtey de burada vefat etmişti. Zavallı «Allah bana camisi olan bîr yer­ de ölmeyi nasip e t s i n » diyordu ama, olmamıştı... Ta Esekbatı geçidinden beri hastanlanan kız kardeşim de cenazesinin Turdu Karı tarafından okunmasını İs­ tiyordu. Küçücük bîr kızın, inanılmıyacak kadar şiş­ mesi, develer ü s t ü n d e taşınması, v ü c u d u n u n delik deşik olması bizleri perişan ediyordu. Nihayet karde­ şim de Ö l d ü , Zavallı yavrunun cenazesine Turdu Ka­ rı yetişebildi. Eskiden, cesedlerî ayılar yiyecek dîye başlarına yabani manda başı koyuyorduk. Şîmdİ de Tibetliler, kendi yerlerine bir yabancının g ö m ü l m e ­ sini İstemiyorlar v e g ö r d ü k l e r i zaman cesedlerî çıka­ rıp atıyorlardı. Bunun İçin gîzüce hareket ediyorduk. Şehribanın cesedini, ateş yaktığımız yere g ö m d ü k ve gene orada ateş yakarak belli olmaz bir şekle soktuktan sonra, biraz ötesine yabanî manda başını bıraktık.

— 255

TİBETLİLER BİZE YAKLAŞMIYOR

Tibetlilere gönderdiğimiz adamlar, Tibetlilerin kendilerine h i ç yaklaşmadıklarını, ellerinde çok eski­ den kalma dolma silâhlar bulunduğunu ateş ettikle­ rini, yakaladıkları kimselerin de birşeyler bilmedik­ lerini, develeri görünce pek çok korktuklarını s ö y l ü ­ yorlardı. Bîz ise, Tibetlilerin atlarına çok muhtaçtık. Ç ü n k ü hep yaya idik. Fakat onları almak için elimiz­ de birşey y o k t u . Develerden de korkuyorlardı. Bu se­ beple İstemİyerek, atlarını kaçınyorduk. Zira buna mecburduk.. 1951 Haziranına gelmiştik. Havalar da biraz ısın­ mağa başlamıştı. Bizim « Ü ç k u l a k » dediğimiz otlar-ye­ şillenmeğe başlamıştı. Bunlar hayvanlara biraz^teöyvet veriyordu. B ü t ü n kış elimizde kalan 30 civarında­ ki kısraklarımız, yiyecek birşeyler bulduklarından, b i ­ nilir hale gelmişlerdi. Fakat hastalık sür'afle devam ediyor ve her g ü n ö l ü m vuku buluyordu. Babamın en çok sevdiği ve sonuncusu olan kız kardeşim Mer­ yem de hastalanmıştı. Yaşı k ü ç ü k olmasına rağmen, öteki ablalarının vaziyetini bildiği için, öleceğini der­ hal anlamıştı. Son günlerinde babam'a şöyle demiş­ ti: « celere maruz bıraktın. Niçin buraya getirdin? Memle­ kette evimizde otursak, hep b ö y l e Ö l m e z d i k . » Bu' hakikaten çok ağır bir sualdi. Küçük y a v r u , canı sıkıldığından bunlar! söylemişti. Fakat babam, bu suale muhatap olmamak İçin Kumsuda herkese vaziyeti İzah etmiş ve bu arada k ü ç ü k M e r y e m ' e . d e sormuştu. Meryem k ü ç ü k olduğu için bunu ciddîye almamıştı. Babam okşıyarak şöyle cevap v e r d i : — 256 —

« dir, ölecektir. Ama burada ölmekle, memlekette Ö l ­ mek arasında b ü y ü k bir fark var. Burada hür bir İn­ san olarak ölüyorsun. Memlekette ise hayvan g i b i . . . Allah'ı İnkâr eden komünistlerin baskısı altında « A l ­ l a h » diyemeden köleler g i b i ö l e c e k t i n . » Bilmiyorum, k ü ç ü k Meryem bu cevaba tatmin olmuş m u idi. O daha pek k ü ç ü k t ü , komünistlerin ne olduğunu bilmiyordu. Temmuz ayı gelip çatmış, yedi aydan beri g ö ç ü ­ müz devam eder olmuştu. Nereye gittiğimiz belli de­ ğ i l d i . Yoksa aksi bir istikamete mi gidiyorduk. Bura­ larda komünistlerin olma ihtimali de pek kuvvetliy­ di. Zira bazı yerlerde at nallarının izlerine tesadüf ediyorduk. Yolda rastladığımız Tibetlileri yakalıyor, fakat anlaşamtyorduk. Bize dillerini çıkarıp- garip işa­ retler yapıyorlardı. Sonra Öğrendik k î , bunlar «beni ö l d ü r m e » d i y e yalvarmak İmiş. Zaten biz onları ö l ­ dürecek değildik. Onlar bizîm düşmanımız değiller­ di. Dil bifmemezlik y ü z ü n d e n Tibetlilerle anlaşma­ mız bir t ü r l ü m ü m k ü n olmuyordu. Bu sebeple onlar bizi. g ö r d ü k l e r i yerde eski silâhlarıyla ateş ediyorlar, koyunlarımızı ve atlarımızı çalıp kavrıyorlardı. Bunun içindir ki, aramız İyice bozuldu. Tibetlilerin bizden niçin nefret ettiklerini sonradan anladık. Meğer b u ­ ralarda bulunan komünistler, onlara çok eziyet yapı­ yorlarmış. Bizi de onlardan sanmışlar. Fakat, k o m ü ­ nist olmadığımızı onlara bîr t ü r l ü , İsbat edemedik. TİBET'DE KOMÜNİSTLERLE KARŞILAŞIYORUZ Havalar biraz ısındığından, vaziyetimiz az çok. düzelmişti. Fakat yine de yayan y ü r ü y o r d u k . Bir g ü n — 257 —

F. 17

nöbetçilerden biri, yarı s e v i n ç ve yan şaşkın bir va­ ziyette koşa koşa geldi ve «Eşek g ö r d ü m , eşek» d i ­ ye bağırmaya başladı. K ö k l ü k ' d e n beri eşek g ö r m e ­ miştik. Bu sebeple biz de sevindik, zira Tibetlilerde eşek bulunmazdı. O . halde buralarda başka insanlar var demekti! Düşman-da olabilirdi. Bu arada bu eşek­ lerden ve yanında bulunan b i r k a ç kişiyi yakaladık. Bunlar, deri yerine çuval giymişlerdi. Tibetlilerden pek farkları yoktu. Lisan, bakımından yine de anla­ şamadık. İşaretleşmelerimiz de boşuna çıkıyordu. Ç u ­ valdan beyaz bir ceket giymiş olan bu İnsanlar'a «Ladak l a m » yani Hindistan'ın hudut vilâyeti Ladak'i s o r u y o r d u k / a m a bu doğru m u îdi bilmiyoruz. Mese­ l â «Irta o k u - m e k i » burada at var mı manasına gelir­ miş. Bu konuşmayı da yine onlardan öğrenmiştik. At'ı gösterip «bu n e d i r » dediğimizde « I r t a » derlerdi. O k u da « y o k » , M e k î de « v a r » manalarına geliyor... Velhasıl anlaşma m ü m k ü n olmadığından bu garip adamları bırakarak yolumuza devam ettik. 6 Temmuz 1951 tarihinde, bize doğru gelen bir­ k a ç atlı g ö r d ü k . Bu h i ç v a k î olmamıştı. Tibetliler bi­ ze bu şekilde gelemezlerdi. Bunlar muhakkak düş­ mandı, fakat sayılan yedi olduğu için aldırmadık, belki konuşmaya geriyorlar tahmin ettik. Bunlar ha­ kîkaten Tibetli değillerdi. Ç ü n k ü atları yüksek boy­ lu i d î . Hemen bîr tepenin arkasına siper ederek, b i ­ ze doğru ateşe başladılar. Bizi silâhsız zannedip yakahyabileceklerinî zannetmiş olacaklar ki, biz de ateşe başlayınca hemen kaçtılar. Bu arada birisi ya­ ralandı, hemen bir arkadaşının arkasına atladı. .Onun atı da bize kaldı. Bundan anladık ki askerler, k o m ü ­ nist Ç i n kuvvetlerine aitti. Artık toplu olarak y ü r ü m e k t e n . v a z g e ç i p ayrı ay­ rı gruplar halinde göç'e devam etmemiz gerekîyor„

du. Bu sırada, develerde y ü k l ü bulunan makineli t ü ­ fek ve silâhlarımızı çıkarıp sildik ve temizledik. Biraz atış talîmi yaptık. Aramızdan bir kadının geri kaldı­ ğını, eşyalarını almak için geri d ö n d ü ğ ü n ü , fakat bir daha gelmediğini söylediler, Tibetliler bu kadına d o ­ kunamazlardı. Demek ki düşman eline geçmişti. Hava İyice kararmış, sağda solda bîr takım kıpır­ danmalar ve ayak sesleri duyulmağa başlamıştı. H a t t â Nursafa Engin'in oğlu Bağıdat Engin (*) atları -ot­ latırken, karanlıkta b i r k a ç atlı gördüğünü söylemiş kimse inanmamıştı. Fakat Kaynaş'da aynı şeyleri söy­ leyince, hemen harekete geçmemiz İcabediyordu. Ge­ ce yarısı b ü t ü n kafile kalktık, biraz kahvaltı yaptıktan sonra yola koyulduk. Alibeg Hakim yine en önde i d î . Daha' Önde hayvanlarımız s ü r ü l ü y o r d u . Koyunla­ rı otlatanlar arasında kardeşim Bîlâl ve M. Turdu Ka­ rı da vardı. Bir müddet sonra etrafta bîr tuhaflık zu­ hur etti. Oraya buraya kaçışmalar derken, bîr t ü f e k patladı. Bîr an donup bakındık... Ne olur falan d e ­ meğe kalmadan, arka arkaya iki defa daha ateş edil­ d i . Meğer bu Adambay'mış. Komünistler bizi; sabah aydınlığında yakalamak İçîn tuzak kurmuşlar, fakat Adambay ateş edince, onlarda mecburen ateşe baş­ lamışlar. Sabah bizde yaylım ateşine başladık ve epeyce Ç i n l i öldürdüğümüze kani olduk. Bu arada hepsi de kuvvetli olan 12 tane at'a sahîp olduk. Bunlar çok işimize yaradı. Buradan süratle ayrıldık ve bir hayli uzaklara gittik. Bu sırada ö n ü m ü z d e kalabalık bîr ko­ yun s ü r ü s ü g ö r d ü k . Bunların Alibeg Hakİm'e aîf o l ­ duklarını hayretle müşahede eftîk. . G Ö ç ' ü m ü z dur­ madan ilerliyordu. Sabah aydınlığı olmadan konak(*) Bağıda* Engin, sîmdî Zey ti nburnu'nda oturmaktadır. Topkapı'dakİ Türkistanlılar Koli. Ştî.» nirı hissedarı ve M ü d ü r ü ' d ü r .

— 259 —

«Şen

tadığımız yerden ayrılıyor öğleye kadar y ü r ü y o r d u k . Akşam üzeri tekrar yola devam ediyorduk. Böylece düşmanı yanıltmağa çalışıyorduk. EFENDİ BİR TİBETLİ Bir g ü n başında şapka bulunan bîr Tibetliyi ya­ kalayıp getirdiler. Bu, diğerlerine nazaran biraz efen­ diye benziyordu. Ayağında deri elbise yerine pan­ tolon bulunuyordu. Bize işaretle, buradan birçok Tür­ kistanlının gelip geçtiğini anlatmak istiyordu. Tibet­ lilere düşman, olmadığımızı izah edebilmek gayesiy­ le, kendisine bir t ü f e k hediye ettik. Bu-belkİde za­ vallının aleyhine olacaktı. Ç ü n k ü komünistler yaka­ ladığı takdirde, kendisine birşey yapabilirlerdi. ■ ÇEMBER'E GİRİYORUZ Geceli g ü n d ü z l ü y ü r ü y o r d u k . Bir g ü n , taştan yapılmış b i r k a ç eve tesadüf ettik. Kaynaş'ın riyasetin­ d e yapılan araştırmada, buranın tapınak olduğu mey­ dana çıktı. Bu' arada b i r k a ç tane de elbiseli adam ge­ tirdiler. Onlara buralarda komünistlerin olup olmadı­ ğını sorduk. İşaretle « y o k » cevabını verdiler. Halbu­ ki yanlış anlaşmışız. Sabah g e ç vakitlere kadar isti­ rahat etmiş İyice uyumuştuk. Nöbetçilerimiz de et­ rafı gözlemişlerdi. Ertesi g ü n ü ağır adımlarla göç'e devam etmeğe başlamıştık. Fakat sonradan anladık ki çok tehlikeli bir bölgede bulunuyormuşuz. Sağımız­ da çamurlu bir g ö l , solumuzda da b ü y ü k bir kayalık vardı. Bu sebeple tek bir geçitten geçmemiz gereki­ yordu. Turdu Kan ve Delilhan buradan geçmişler; Alîbeg Hakim de geçidin tam başında atından İne­ rek, vaziyeti İdare ediyordu. Tam bu sırada bir silâh —

260 —

sesi d u y u l d u ve bunu yağmur gîbî diğerleri takip et­ meğe başladı. Ailah'dan A l i b e g Hakim'e bir şey o l ­ madı. Kafile şaşkınlıktan dağılmağa ve oraya buraya kaçışmağa başladı. Alibeg Hakim, vaziyete hakim o l ­ mak için, sağa sola kumanda ederken, bu g ü n Kayseride bulunan Ö m e r Çobanoğlunun atından ayrıla­ rak, yaya kaldığını g ö r ü r . Komünistlerin eiîne g e ç ­ memesi İçin arkasından koşar v e a f i n arkasına alarak uzaklaştırır. Ateş yağmurundan yaralananlar çoktu. Atlar, develer' durmadan yere yuvarlanıyorlardı. Bizim de 30 kısrağımız düşman tarafına kaçtığından peşinden gitmek m ü m k ü n olmadı. Hayattan tamamen ü m i d i ­ mizi kestiğimiz bir sırada, Kaynaş geldi v e kayalık yere kaçmamızı söyledi. Bunun akabinde Alibeg Ha­ kim yetişti ve «geri d ö n ü n » diyerek yüksek sesle ba­ ğırmağa başladı. D ö n d ü k , fakat nereye gidecektik... Burada kalırsak ölecektik. Babam, hemen çamurlu g ö l ü işaret etti ve buradan geçmeğe gayretten baş­ ka yapılacak bîr şeyin olmadığını İleri s ü r d ü . Ç a m u ­ run ö t e tarafında da düşman vardı. Göle girer gir­ mez çamura saplanmıştık. Düşman bizi burada her an kıstırabilirdî. Bereket babamın çok mükemmel n i ­ şancı olan, İsa Batur, Sabİhan Pınar,.Adambay Savaş ve Musa Uluçay, Mördİhan Mergan gibi hususî m u ­ hafızları, eldeki tek makineli t ü f e k l e , gelen düşma­ nı yere yıkıyorlardı. Ara sıra bozulan bu makineli, te■sadüf o g ü n çok güzel çalışmış ve İşe yaramıştı. Develerimizin çoğu İle eşyalarımız çamurda kal,dılar. Biz zorlukla g ö l ü aşmıştık. En meşhur m e s e l â «Akbaş» İsimli devemiz bile bu gölde saplanıp kat­ mıştı. Bu sırada Ö n ü m ü z d e bulunan düşmandan ateş edilmeğe başlandı. Nereye kaçacağımızı bilemiyor­ duk. H i ç kimse önde y ü r ü m e k istemiyordu. Bunun — 261

üzerine babam AHbeg Hakim, bana «sen önde y ü ­ r ü » diye emir verdi. Düşman bizim böyle kalabalık bir şekilde üzerlerine d o ğ r u geldiğimizi görünce, kaçmağa başladı. Meğer bize göre Önümüzdekiler çok azmiş. Fakat bizden de iki kişi yaralanmıştı. Ka~ dıhan Uluçay İsminde bir çocukla Acar Eren adında bir bayandı bunlar. Buradan kurtulmamız bir muci­ ze olmuştu. Şayet Kaynaş'ın dediği istikamete girsey­ dik, halimiz çok feci olacaktı.

TEHLİKELİ BÎR GEÇİT

Kafileden bazıian -Tibetlilere, yalan söylüyorlar diye kızıyorlardı. H a i b u k î bilmediğimiz İçin kabahat bizde idi. Böylece g ö ç b ü t ü n hızıyla devam ediyor­ du. Bir ara yine düşmana rastladık ve iki saat kadar çarpıştıktan sonra, onları kaçırttık 6.8.1951 tarihinde Urduk denilen bir yere geldik. Burada da oldukça tehlikeli bir' geçit bulunuyordu. Alİbeg' Hakim Hamza'yı çağırarak, 10 adamla bu geçidi tutmalarını söy­ ledi. Bizde arkadan yürüyüşe geçtik. Bizim kafile ha­ linde geldiğimizi gören Urduk kalesi muhafızları, ge­ çidi tutmak İçin koşmuşlarsada, kalabalığı görünce bir şey yapamadılar. Sonradan kendileriyle ahbap olduk. Çadırımıza davet ettik. B i r k a ç silâh hediye et­ tik, memnun oldular. Artık Hindistan hududuna yak­ laştığımızı anlıyorduk. Zira buradaki Tibetliler, Hin­ distan ve Ladak kelimelerini biliyorlardı. B i r k a ç g ü n daha yol aldıktan sonra, bir g ö l kenarında beyaz bo­ yalı bir ev g ö r d ü k . Burası Tibet toprağında g ö z ü m ü ­ ze ilişen ilk ev'dİ. İçine girdik, meğer arpa anbarıymış. Tibetliler kaçtığından, ortalıkta kimseler g ö r ü n ­ m ü y o r d u . Arpayı, uzun zamandan beri unutmuştuk. ' _ 262 —

Gıdamızı hep et teşkil ediyordu. Bu sebeple arpa­ dan çorbaya benzer yemekler yaptık ve yedik. HİNDİSTANLILARLA KARŞI KARŞIYA Ertesi g ü n hareket ettiğimizde, yol üzerinde İki yabancıya tesadüf ettik. Bunlardan birisi biraz Türkistanca b ü i y o r d u . Tibetlilerin medeni oianlarındandıiar. Lisan'bileni, huduttaki Hindistan askerlerinin ter­ cümanı İmiş. Fakat çok g ü r ü l t ü c ü ve menfaat sever bir adamdı. Rüşvet almak İçin yapmadığını bırakmı­ yor, bizi tehdit ediyordu. Mecburen her İstediğini yapmağa çalışıyorduk. Bunun adını çok. g ü r ü l t ü c ü mânasına gelen «Saldırbay» koymuştuk. Bu adamlar, bizim Hindistan hududuna çok yakın geldiğimizi söy­ leyince, sanki Hindistanlılar bizi bağırlarına basacaklarmış gibi b ü y ü k bir sevince kapılmıştık. Bu sebep­ le elimizdeki b ü t ü n kurşunlarımızı sarfetmeğe başla­ dık. Ç ü n k ü tüfeklerimizi Hindistan askerlerine.tes­ lim edecektik. Bundan böyle silâhsız oîarak rahat ya­ şayacağımızı zannediyorduk. 18.8.1951 tarihînde hududa geldik. Sakallı bir binbaşı, maiyetiyle gelerek elimizdeki t ü f e k l e r i aldı. Bîz h â l â Tibet hududunda bekliyorduk. Artık içeri kabul edileceğiz diye seviniyor' v e . hem de silâhsız kaldığımız için düşman gelir korkusuyla çekinîyorduk. Bu sebeple sabaha kadar uyumadık. HİNDİSTAN ASKERLERİ SİLÂHLARIMIZI GERİ VERİYORLAR Ertesi g ü n ü hududu geçmek İçin sabırsızlanır­ ken, 4 ata yüklenmiş olarak, silâhlarımızın geri geti­ rildiğini görmeyelim m i . . . Meğer, merkezden şimdilik -r- 263 —

kabul etmeyin ve silâhlarını geri Verin d i y e emir almışlar. Bu 'bize b ü y ü k bir darbe olmuştu. Amansız bîr mücadeleden ve kıyıya kadar geldikten sonra, Hindistan bizi kabul etmiyordu, şimdi ne yapacak­ tık. Arkamızdan da boyuna düşmanın gelip geçmek­ te olduğunu g ö r ü y o r d u k . Bu sebeple Saldırbay'a yal­ varıyor ve bizi kabul etmeleri İçin, ilgili yerlere söy­ lemesini İstiyorduk. Tabi adam, İyice şımartyordu. Bize bağırıyor, çağırıyor ve rüşvet üstüne rüşvet alı­ yordu. Ç e r i dönemez, başka bir tarafa da gidemez­ dik. B ü y ü k bir ümitle burada 56 g ü n ü m ü z geçti. Bu arada İkt defa düşmanın hücumuna uğradık. Halen Hİndîstanın hudut vilâyeti Ladak'da Hindistan asker­ leriyle çalışmakta olan Deliihan'dan öğrendiğimize göre o zaman Komünist Ç i n , Hindistan h ü k ü m e t i n e baskı yaparak, bizi kabul etmemelerini söylemiş. Hint­ li askerler de, komünistlere haber yollayarak, «ken­ din gel al, işte şurada o t u r u y o r l a r » diye defalarca haber yollamış. Biz de bu sebeple uzun müddet bu­ rada kalmışız. (*)

KİM OLDUĞUMUZU İSBAT İÇİN

Günler geçiyor, vaziyetimiz gittikçe k ö t ü y e y ö ­ neliyordu. Erzağımız çok azaldığından, açlık tehlike­ si de baş göstermişti. Bunun için koyunlarımızı dik­ katle kullanıyorduk. Bir taraftan da Hintli askerler «Siz kornünisfmişsiniz» diye İthamda bulunuyorlardı. Biz de böyle olmadığımızı ısbat için her t ü r l ü şeyi yapıyorduk. Fakat onlar, esasımızı bildikleri halde, (*). Delilhon son l a m on lorda Türkiye'ye gelmiştir. « C a n a l t a y » soyadını a l ­ mıştır. İstanbul'daki «KAZAK KENTİ s'nîn kurulmasına önderlik etmiş­ tir. Jİmdi kendisi, Bakırköy'e b a ğ l ı