Edebiyat Üstüne [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

EDEBİYAT

ÜSTÜNE

DÖNEM Y A Y IN L A R I:

13

Deneme, eleştiri dizisi : 2

ALAIN

E D E B İY A T

ÜSTÜNE

Ç eviren : A sım B EZ İR C İ

© DÖNEM

YAYINEVİ

P .K . 23 - İstan b u l

A

L A

I N

N U R U L LA H ATAÇ

“B

iB L lO T H E Q U E de la pléiade» da A lain'den seçme «propos» ların ç ık tığ ın ı duym uştum , bekliyordum o be­ tiğ i. Gelmiş dün aldım . Ne d em ektir «propos»? H ani bi­ zim gazete dilinde « fık ra » d iyorlar. İşte o. B ir gazete­ cid ir A lain , o küçük yazılarının birçoğunu gazetelerde, Fransa'nın taşra gazetelerinde yazm ıştır. G azetecilikle başlam ıştır yazarlığ a. A n cak, Monsieur de Sacy’nin de­ diği gibi, gazeteciliği dörüt durum una yü kseltm iştir. Gazete yazarlığ ın ı küçümsiyenler b ir düşünsünler A lain ’ i. Aşağı, bayağı uğraş (m eslek) yo ktu r, ye ter ki güçlü, değerli kişiler eline düşsün. A ldım A la in ’in betiğini. O kuyacak m ıyım ? o başka. Doğrusunu söyliyeyim , anlıyam ıyorum ben A la in ’ i.

ıK aran lık m ıd ır onun ya zıla rı? D eğildir, ışıklıdır. B ir­ ta k ım kim seler çok çabuk ka v rıy o r onun ne dediğini. Ne v a r ki onu öyle kolayca an lam ak için özel b ir y e ti­ şim gerek: bilge-severleri (philosophe'ları), Platon’ u Descartes’ ı, K a n t’ı, H egel'i okumuş, içinize sindirm iş olacaksınız, y ü z y ılla r boyunca gelişmiş bilim in v e rile ri­ ni bileceksiniz. A lain «m utlu azınlık» için, en m utlu azın lık için yazar. Benim gibi pek okul görmemiş, ken­ di kendilerini ellerinden geldiğince yetiştirm iş kimsele­ rin anlıyabileceği yazarlard an değildir. O kum ıyacak m ıyım o betiği? O ku m ak için mi a l­ dım? K arıştıracağ ım . Anlıyabileceğim yerlerin i a rıy a -

5

cağım .. Büyük olduğunu b ildiğim iz b ir yazarı anlam a­ m ak üzer bizi, gücümüze gider. Ancak anlam adan an­ lıyorum demek de yalan olur, o daha çok üzer bizi, da­ ha çok gücümüze gider. A n lam adığ ım için betiği kapatm am gerekm ez. A n ­ lam ağa çalışm alı, alabileceğim iz paydan kendimizi yoksun b ırak m am alıy ız (1 ).

vI

O K S A ben anladığım ya zıla rı mı sevm iyorum ? O labi­ lir. A n laşılm am akta, k a ra n lık ta da b ir ç e kicilik v a r­ d ır : daha büyük b ir ışık umudunun çekiciliği. Düşün­ cem iz çalışm ak, işlemek ister, güçlüklerle karşılaşıp onları yenm ek İster. Kolayca an lıyab ild iğlm iz b ir nen, değer mi ilgilenm em ize? Bugün erken k a lk tım , A laln için düşündüklerim i ya z­ dım günceme. Sonra okum ağa başladım betiği. Baştan on üç «propos» yu okudum. Anlaşılnrvıyacak y a z ıla r değil. Y a lın , kim i «sudan» denecekleyin yalın . Doğru sözler değil mi A la in ’in dedikleri? Doğru olm asına doğru ya, hepim izin de b ildiğim iz nenler. Sağ-duyunun, yalın sağ-duyunun gözlem leri, öğütleri... B u n lar üze­ rine y a rg ıla m a k doğru değil A la in ’ i. Gençmiş onları yazdığında. Pek de genç değil ya, k ırk ın a yaklaşm ış... Neyse! ilk «propos» lar, daha yazağını (k a le m in i) alış­ tırıy o r. B iri kızdırdı beni o «propos» ların . «Y a ğ m u r altında» adlısı, öfkelenm em en, yakın m am alıym ışız. Kendim izi sevm eliymişiz de kızınca ta tlı sözler, ta tlı düşüncelerle ya tış tırm a lıym ışız. Y a ğ m u r mu yağıyor? Y ağ m u r-k o ru runuzu açm akla yetinm eli, «Şu pis ya ğ m u r!» dememeli, gülümseyip «Oh! ne de güzel yağıyor!» demeliymişiz. Bu sözün yağm ura b ir etkisi olm azm ış, bize etkisi o lu r­

(1)

6

U lu s,

19.8.1956

muş, iyi g elirm iş bize, yü reğim izi açar da y in im izi (v ü ­ cudum uzu) ısıtır, inginden (nezleden) k u rta rırm ış bizi. İyi, iyi ya! öfkelenm enin, sinirlenm enin de b ir ta ­ dı, b ir avutuculuğu olduğunu düşünmemiş mi A lain? Bununla da kalm ıyor. Bununla kalsa pek b ir diyeceğim olm azdı. Kişileri de, y a ğ m u r gibi, güler yüzle ka rş ıla­ mağı öğütlüyor. Daha da kolaym ış: yağm ura b ir etkisi olm ıyan gülümsemenin kişilere etkisi olurmuş. Sizin gü­ lümsediğinizi görünce karşın ızdakiler de gülümser, so­ m u rtk an lığ ı b ıra k ır, sizi sıkm azlarm ış... Siz sever m isiniz boyuna gülüm siyenleri? Hani sağları­ na bakar gülüm serler, sollarına b a k a r gülümserler.. Doğrusu, ben iğrenirim öylelerinden. Yalandan gülüm siye gülümsiye yalan işler içlerine, bütün işlerine bir düzm ecilik siner. Ö ylelerini gördüm mü, kaçarım . Çoğu a lık tır, düşüncesizdir onların. A lık o ldukları, düşünce­ siz oldukları için de kötü o lu rlar. A lık la rd a n iy ilik , a k ­ töre (a h lâ k ) beklemeyin. A ktöre, arı yü re k usun, dü­ şüncenin ürünlerindendir, b ilgiyle işlenir. A lığ ın da, b il­ gisizin de aktörelisi, iyisi, a rı yüreklisi olabileceğini san­ m ayın (2 ).

O

K U Y O R U M A la in ’ i. ö y le sanıyorum , b ir başından, b ir sonundan o ku ya rak bütün betiği okuyacağım , sonra da bu betikte olm ıyan ya zıla rın ı ararım .. Neden okuyorum ? Seviyor muyum o y a zarı? Doğru­ su, sevm iyorum . 'Kızdığım da oluyor. Yeniye ilgilenm i­ y o r o düşünür: ne A p o llinaire’i, Breton'u an ıyo r y a zı­ larında, ne Picasso’yu. A pollinaire’ i, Breton’u, Picasso’yu beğenmesi mi gerek? Beğenmese de ilgilenm eli, ça­ ğının kişileri onlar, ilgilenm eli de beğenmediğini, tu t­ tu k la rı yolu yanlış bulduğunu söylemeli. B ir kimse ça­

(2 )

U lu s, 26.8.1956 7

ğının kişilerde, onların y a p tık la rıy la uğraşrm yacak da neyle uğraşacak? E skiyi bilmeyen yeniyi an lıyam az y a , yeniye bakm ayanın, yeniyi incelemiyenin de eskiyi g er­ çekten anladığına inanamam. Gene de b ir çekiciliği v a r A lain 'in . Onu okurken, seve­ lim sevm iyelim , gerçek b ir kişiyle karşılaştığım ızı duyu­ yor, gerçek b ir kişiyle konuşmuş gibi oluyoruz. Derin b ir düşünür mü A lain ? Y azıların ın k a ra n lık ol­ ması, derin gösteriyor, derin sandırıyor dediklerini. Düz­ mece bir derin lik onunki demek mi istiyorum ? D erin­ likten başka, derin lik, bence üstün b ir a rta m (m eziyet) v a r onda: a rıy o r ne düşündüğünü. Başlarken b ilm iyor nereye varacağını, ancak b ir yere varacağını biliyo r, güveniyor kendine. O kuru aldatm ıyor, k a ra n lık olduğu yerlerde kendi de iyice bilm iyo r ne düşündüğünü, arıy o r, o kurla b irlik te arıyo r. Bunun için düzmece değil. «Le besoin d’écrire est la curiosité de savoir ce qu'on tro u ­ vera» diyor. Belli ki kendi de ne bulacağım , daha doğ­ rusu nereye varacağını, ta içinden ne düşündüğünü öğ­ renm ek için oturuyor yazıya. B irta k ım g ö rü tle r (idée’ ler) sunmuyor okura, düşünmesinin yürüyüşünü gös­ teriyor. Bunun için ilinç b ir y a za r (3 ).

A

L A IN ’in «Propos d'un Norm and» ını okuyorum , 1906 ile 1913 arasında «Dépêche de Rouen» a verd iği günde­ lik «propos«lar. Türkçede ne demeli «propos» ya? Bu­ lam ıyorum şimdi. « F ık ra » , «Sohbet», «Söyleşi».. Hepsi de eksik geliyor bana. Doğrusu, fransızca da da başka b ir söz bulamazsanız onun için, ne olduğunu iyice ta nım lıyam azsınız. Niçin? B ir başkalığı, kendine vergi b ir büyüsü mü v a r o «propos» tilciğinin? A la in ’den ön­ ce yoktu. A lain k a ttı ona o büyüyü, başka b ir dilde kolay kolay belirtilm ez anlam ı. Çok kim selerin «propos» ları olabilir, va rd ır, onlar için «Şunun dedik-

Î3)

s

U lu s, 26.8.1956.

leri», «Bunun konuşm aları» dersiniz, o lu r biter. A lain ’ ink ile r için öyle değil, ne derseniz ka çırıyo r kokusunu, solduruyor boyağını. Yeni b ir tü r y a ra tm ış A lain . önce gözükm üyor, sezilm iyor o ye n ilik : eski b ir biçime dö­ külmüş, eski sözler sanıyorsunuz. Yavaş yavaş an lı­ yorsunuz o ya zıla rd a başka b ir öz olduğunu. Ne oldu­ ğunu da pek söyliyemezsiniz. B ir kişiliği, güçlü b ir k i­ şiliği yankılıyan yep-yeni b ir öz. Y en ilik le rin en gücü, en derini, eskimez b ir yenilik. Sizinsiz (şüphesiz) ola­ ra k söylüyorum : Y ü z y ılla r sonra da Alain-’in «propos» larında kendini gösterecektir o yenilik... Bu değildi söylemek istediğim . 1 9 0 6 -1 9 1 4 . Demek en yenisi ya zıla lı bu «popos»ların, k ırk iki yıl olmuş. N e­ ler olmadı bu k ırk yıl içinde! neler y ık ılm a d ı; neler y a ­ pılm adı! neler değişmedi! 1914 ten önce yazılm ış bir öyküyü okuyun, yadırgıyorsunuz, sizi şaşırtıyo r o y a ­ şayış, benzemiyor bugünküne. Oysa A la in ’ i okurken bu yadırgam ayı, bu şaşmayı duymuyorsunuz. A lain değişmiyen bir konu üzerine, kişi oğlunun özü üzerine konuşuyor da onun için. Gündelik işlere değinm iyor mu? Değinmez o lur mu? O nlardan başlıyor, gene on­ larla b itiriyo r. Ancak onların özünü kavradığı için, sezdirm ekslzin özelden genele geçiyor, bize kişi oğlunun «değişmeler arasında gene kendine benzer» kalan yanını gösteriyor. A la ln ’ I okurken daha iyi anlıyoruz; bütün değişmeler yüzde kalıyor, içine, dokusuna işlem iyor kişi oğlunun. Bütün ilerlem eler dışta kalıyor. Üzücü mü buluyorsunuz bunu? O labilir. Sevindi­ rici, güven verici b ir yanı da v a r (4 ).

(4)

U lu s,

17.2.1957

9

F L » S K İD E N

pek sevmezdim A la in ’i, şimdi «Les Propos d’un Norm and» ı b ırakam ıyorum elimden. Orasından, burasından, b ir okuduğum yerini b ir daha, b ir daha okuyorum . Gene de unutuyorum ne dediğini. Gerçekten unutuyor m uyum ? Sanm ıyorum öyle olduğunu. B ili­ yorum ki işliyor içime, beklemediğim, um m adığım b ir öyde (zam anda) çıkıverecek önüme, geliverecek yazağım ın (ka le m im in ) ucuna. O kum anın, o kuduklarım ızın bizi beslemesi de bu değil m idir?

Doğrusu, b ir öğretici değil A lain . Öğretmen olduğu için öğretici olduğunu sanıyordum, yıllarca öyle sandım. Sevmeyişim de ola ki bunun içindi. Sevmem ben öğre­ tici ya zarla rı... Aldanm ışım . Oysa düşmem eliydim o yanlışa. A la in ’ in öğrencisi olmuş y a za rla r, örneğin Monseieur André Maurois, onu överlerken «Bize şunu gösterdi, bunu b elirtti» dem iyorlar. Belli ki A lain , ö ğretm enlik e ttiğ i günlerde bile b ir öğretici değilmiş, b ir yetiştirici imiş. Pek azd ır öğretm enler arasında öy­ lesi. Çoğu, b irtakım «doğru» ları belletm ekle ye tin ir, çocukların kişiliğini, onları kendi kendilerine uyandır­ m ağa çalışm azlar. K o layd ır öğretici olm ak, kendiniz beller, sonra da belletirsiniz. Y etiş tiric i olm ak ise güç­ tü r, değme kişinin elinden gelmez. B ir v e rg id ir o a r­ ta n ı (m e ziy e t), uğraşm akla elde edilmez. A la in ’in yazılarınd a da v a r o n ite lik. Kendi inanlarını, kan ıların ı aşılam ağa kalkm ıyo r. O kuyorum betiğini, bakıyorum ki çok konularda onun gibi düşünmüyorum-. Onun dediklerini yanlış bulduğum, sinirlendiğim de olu­ yor. Gene de kapatm ıyorum betiğini, kapatam ıyorum . Neden? Beni kendi düşüncelerimi, kan ılarım ı incelemeğe götürüyor da onun için. A lain kendi bild iklerini, kendi inandıklarını aşılam ıyor okuruna, tersine, okurunun inandıklarını, kanıların ı p ekiştiriyor. B ir konuşma onunki : kendi açıldıkça karşısındakini de açıyor. T u tkusuz b ir kişi olduğu için mi yapab iliyo r bunu? De­ ğil, tutkusuz değil A lain , tersine, tu tk u lu olduğu sezi­ liyo r yazılarınd a. B irta kım konularda bağnazlığa (taas-

10

suba) bile vardığı söylenebilir. A n cak bütün nenlerden önce düşünmeye önem veriyo r, başlıca tutkusu düşün­ me tutkusu. Düşünmeye önem veren, kendisinde düşün­ me tutkusu olan kişi de özgürlükten geçemez. Kendisi için de ister özgürlüğü, karşısındaki için de. İşte bunun için kendi düşündüklerini a n la tır savunurken de karşı­ sındakinin düşündüklerine saygısı va r. T a rtış ıy o r si­ zinle, hırpalam ıyo r sizi, düşündüklerinizi geliştirm enize engel olm ak şöyle dursun, bunun için yard ım ediyor size. Onun ya zıla rım okuduktan sonra sizde b ir değişme ol­ m uyor mu 7 Y a ln ız kendi düşündüklerinizi geliştirip de onun düşündüklerine, ka n ıların a katıld ığ ın ız olm uyor mu? O lm uyor denemez. A n ca k sezmiyorsunuz bunu, düşündüklerinizi, kanıların ızı değiştirirseniz bie bunun kendiliğinden oluverdiğini sanıyorsunuz. A lain okurunu etkilese bile küçültmeden, kişiliğini yitirtm eden e tk ili­ yor. Bunu en büyük y a z a rla r b aşarabilir (5 ).

deriz. A m a ta rih h erşeyi bozar. O nun k a r ­ şısına ben, ölüm süz p o rtre le r sa n atım ileri sürüyorum . İy i v e y alın b ir y ü zün kendine özgü b ir ölüm süzlüğü vard ır. F a k a t, b ir bu ru n h are k etin i onunla bağdaşm ıyan b ir çene h are k etiy le k arıştırırsan ız , bu ölüm süzlük uçup gider. G oethe, «her in sa n yerinde ölüm süzdür,» diyor. Ben de, «her insan a n la ttığ ı şey içinde ölüm süzdür,» diyece­ ğim .

MESLEK İLE SANAT İR İS İ rom an yazm ayı salık verm işti bana. D oğrusu, ben de çok istiyordum bunu. B ü tü n u ğ ra şm a la r iyidir, y e­ te r ki insanın eline b ir f ırs a t geçsin. N e d em ektir f ırs a t? Şu : T u talım ki, h a y a t beni b ir tiy a tro topluluğuyla şehirden şehire dolaşm ak zo runda b ırak tı. O zam an piyesler yazardım . İy i y a d a kötü, n asıl o lu rsa olsun. K işi hep y aparken, denerken ö ğ renir, dgnem egi d ü şünürken değil! N e v a r ki, han g i oyuncuların, h an g i sahnede, h an g i seyirci için oynıyacağını bilm eden de böyle b ir denem eye girişem em : K alkıp b ir oyun yazam am . B ir a r a m üzik öğrendim . N asıl oldu bu, bilir m isiniz? L isedeyken derm e ça tm a bir m ızıka takım ım ız vardı. Basılm ış p a rç a la r sa tın a lm a k yıkıyordu bizi. B u­ nun üzerine, yalnızca piyano p a rç a la n dağ ıtm ay ı denedim çalıcılara. Bu, p ek ucuza geliyordu. İşte, kö tü m üziğin ne dem ek olduğunu o s ıra d a anladım . Belki bu m üzik de çoğun iyi m üziğin k u ra lla n n ı izliyordu y a gene de çekilir gibi değildi. N e de olsa, benim için bir başlangıçtı. E ğ e r tesad ü f beni so n rad an o rk e stra la ra , k o ro lara düşürseydi, u s ta çalıcılarla y an y a n a getirseydi, p a rç a la rı dağıtm ayı, yönetm eyi ve bestelem eyi de deniyecektim . İy i y a da kö tü olmuş, Önemli değil. N ice d olaplar g ö rü rsü n ü z k i hiç de güzel sayılm azlar, am a d o la p tırlar gene de. în s a n önce kesip yontar, dülgerlik eder, ardından, elinden geliyorsa h ey k e ltraşlığ a geçer. 18

E D E B İY A T Ü ST Ü N E İn a n olsun, böyle h e r konuda kısacık fık ra la r y azm ak için do­ ğ u ş ta n gelen b ir eğilim y o k tu bende. F a k a t b ak tım ki güçlü g aze­ te le r hep zorbalığın hizm etinde, b ak tım k i buna k a rşı k o y an ların ne eli düzgün, ne dili, dayanam adım : Y ard ım a koştum . M esleği bilm i­ yordum , öğrendim . Şim diyse onu u n u tm a k üzereyim : Ç ünkü elim ­ de g erçek bir g azete yok a rtık . T asarlad ığ ım so y u t b ir gazeteydi. A n hyacağınız gibi, gücüm yettiğince örn ek ler ü stüne yazacak tım . Gelgelelim, gazetenin z o ru n lu k la n bilm ediğim b ir biçim de duyurdu kendini bana, ö y le yangınlarla, gem ilerin denize indirilişiyle falan ilişiğim y o k tu benim. O ysa o k u rla r kalab alığ ıy la an c ak bunlardan söz a ç ıla ra k bağ lan tı kuruluyordu, an c a k b u n larla m eslek öğrenili­ yordu. B ıra k tım gazeteciliği, ro m an a yöneldim. H ep k u r a r d u ru r­ dum : R om anım b ir zo ru n lu k tan doğacaktı, d o st b ir g azete b ir te f­ rik a istiyecekti, kalem e sarılıp kö tü b ir rom an çiziktirecektim . Ol­ sun, bu çiziktirm e iyi ro m an a geçm em e yol aç ac ak tı belki de. N e üstüne, n asıl yazacaktım , bilm iyorum . O lu rlu k la r yörem de d alg ala­ n acak tı. Oldum olası resim ile desene a ş ın b ir tu tk u n lu ğ u m v ard ır. Ü zerim deki etkilerine b ak sam beni ald ata b ilir bu tu tk u n lu k . N eyse k i h erh an g i b ir zorunluk tepeden tırn a ğ a sarsm ad ı da k u rtu ld u m a l­ d an m ak tan . G ravürcülüğü öğrenm iş olsaydım , o zam an, benim iyi, o r ta y a da k ö tü b ir g ra v ü rc ü olm ak için y ara tılıp yaratılm ad ığ ım an laşılacak tı. R esim y a da desen çizm ek çok daha esra rlı b ir iş. E vet, h erk e s k olayca boya sürebilir, gelişigüzel çizgi çizebilir; am a bir zoru n lu ğ u n sonucu değildir bu, bizi kendim ize açıklıyan b ir dış zorunluğun v arlığını gösterm ez bu. N itekim , büyük b ir g en e ral ol­ m azd an önce, b ir g eneral olm ak g erekir. Ç ünkü g en erallik g erçek b ir düşm an k arşısın d a gerçek bir ord u y a kum anda etm ek dem ek­ tir. R esim bu konuda bir g ü n ışığ a k a v u ştu rd u beni. S avaş sırasın ­ daydı. T a h ta kutulu, cilâlı b ir d u v ar saatin e desenler çizm eye yel-, tendim . Boyalı kalem lerim hem en hem en saatle aynı renkteydi. B u yüzden, b ir y eri ü stü ste üç kez boyam adan re n k o rta y a çık ­ m ıyordu. Olsun, bol v ak tim vardı, sabrım a ise diyecek yoktu. D a­ yandım , y a n g ravürliyerek, y arı desenliyerek, iki düşm an yüzeyle o yn ıy arak , değişik yöntem lere baş v u ra ra k kolay çizgileri aştım ve kendim e karşın, b ir g erçeklik ve güçlülük tü rü n e vardım . Â dem ile H av v a’yı işliyordum . Ü stünde çalıştığım ağaç k a d a r çetin b ir ko­ nuydu. öy ley k en, sonunda düşünce b ir vücuda kavuştu, varlaştı. H em de bunca kötü bir ta h ta ve bunca kötü kalem lerle... 19

H ER SA N A TIN KEND İNE ÖZGÜ DİLİ

H

E Y K E L gevezeliğe k a lk a rsa sırtım ı dönerim . MUzik ta s v ire b a şla rsa sırtım ı dönerim . M im ari, gözlerim in önüne yoğun­ luğu olm ıyan, üstelik gerisinde de hiçbir şey bulunm ıyan b ir d e k o r k o y arsa sırtım ı dönerim . Resim , k işileri d ansettirm eye g irişirse s ır ­ tım ı dönerim . N eden derseniz, h e r sa n a tın — yabancı b ir dili kekelem ekten^ s e — kendi öz dilini kullanm asını isterim de ondan. T u n çtan b ir heykel görünce, yu rd u için ölm eğe k a r a rh biriyle karşılaşm ış g ib i olurum . F a k a t bir şiir y a da bir say falık güzel söz — m otifleri do­ la y ısıy la — bu k ara rlılığ ı d ah a iyi an latır. Çünkü, heykel d ah a fa z ­ la şey açık lam ağ a çabaladığı ölçüde anlam ca k arışık laşır. B u n d an olacak, b ir heykel ağzm ı aç tı m ı ne dediğini anlıyam am a rtık . İşte, heykelin konuşm am ası g erek tiğ in i gösteren b ir k a n ıt (delil). B ir y a da iki sa y fa lık b ir nesirle Dokuzuncu Senfoni’nin ne dediğini anlatabilseydim , D okuzuncu Senfoni diye b ir şey kalm azd ı o rtad a. O nun için, yağ m u ru y a da rü z g â rı taklide kalkışınca, tu t­ k u la rı ta sv ire girişince m üzik boşuna yorulur. K ısaca söylersek, s a ­ n a t eseri yalnızca kendini an latır, a n la ttığ ı şey b aşk a b ir dile çevri­ lemez. B elki bu çeşit ilkeler isbatlanam az, a m a u y gulanm aları için sık sık fırs a t çıkar. B ir heykel topluluğu k arşısın d a söyliyecek şey bulam ayız, am a konuyu, am acı, bütünlüğü, h a ttâ biçimi beğenebi­ liriz; öyleyken, eserde gerçekle ilgili en k üçük b ir başlangıç d ah i buiunm ıyabilir. Gelgelelim, işe beğenm ekle başlayışım ız, eserin g e r­ çekten b ir eser olduğunu gösterm eye yetm ez. Ç ünkü bu d u ru m d a eseri belimizle değil, başım ızla beğenm işiz dem ektir. Tıpkı, güzel ve sevim li olduğunu b ir a v u k a t yard ım ıy la savunan bir kadın gibi... B ir kilise güzel olduğunu isb a t edemez, am a siz içeri g irin ­ ce sesin, davranışın, h a re k e tin düşünm ediğiniz halde değ iştiğ in i görürsünüz. Diyeceğim, b ir s a n a t eserinin özelliği, güzelliğinden çok gerçek liğ i ve güçlülüğünden gelir. B unun anlam ı da, «güzellik is b a t edilmez,» dem ektir. B u rad a n nereye m i v a ra c a ğ ım ? O ldukça ay k ırı b ir düşünceyi a y d ın latm ağ a : T utalım kİ, ik i kişinin konuşm asına d ay a n an b ir 20

E D E B İY A T Ü S T Ü N E

« s e r iyi düzenlenm iş, yüce düşüncelerle donatılm ış, g erç ek h a re k e t­ lerle doldurulm uş, coşturucu o la y larla bezenm iş olsun; gene de ben: «T iyatro değil bu, konuşm a kılığına sokulm uş b ir hikâye!» diyebi­ lirim . G üç olan eleştiricilik işini deneseydim , bu form ülü ikide bir k u llan m ak fırsa tım bulurdum . N eyse k i ö ğ ü t verm eyi p ek sevmem . K endim de denedim : ö v g ü ö ğ ü tten d ah a y ara rlı, a m a o da insana c e sa re t v eriyor yalnız, baş v u ru lac ak a ra ç la rı gösterm iyor. B undan ö tü rü , te k başım a ve kendi yöntem im le düşünerek tiy a tro n u n ne o ld u ğ u n u a ra ştırm ağ ı, belag attan , şiirden, resim den a p a y rı b ir y a­ pısı o lan bu dilin kim liğini öğrenm eği uygun buluyorum . H a lk a açık, f a k a t ondan a y rı olan bu çeşit b ir evin y a d a salonun ta m tasviri, öyle sanıyorum ki, h er yanı kapalı, f a k a t h a lk a b ak an yanı aç ık bir t r a j i k kişinin durum unu iyice an lam a ğ a y ard ım eder. A y n ca, pek b a s it olan bu n o k ta kom ik kişiyi tüm üyle açıklam ağa, tra jiğ i v e dış y a z g ıy a (kadere) uy an bağım lı rolü k a v ra m a ğ a yol açar. B ununla, tiy a tro n u n öbür sa n a tla rd a n d ah a a z kapalı olm adığını söylem ek is­ tiy o ru m . E vet, iste r töreleri düzeltm ek için olsun, isterse düşünce­ lerim izi belirten o eşsiz dili k o ru m ak için olsun, öğü tleri çok etkili k ıla n bu k ü rsü n ü n g ere k tiğ i g ibi düşünm eğe k ap ı açtığım söylem ek istiy o ru m .

• GERÇEK KÜLTÜR İL E SÖZDE KÜLTÜR O RBON N E’u bitirm iş biriyle B alzac’ın b ir rom anından konu­ şuyordum . B a n a : — ö zellik le m i B alzac’la uğraşıy o rsu n u z? diye sordu. B alzac’ı sık sık ve zevkle okuduğum u söyledim. — Peki, bir k ita p çık arm ıy acak m ısınız bu o kum adan ? — A nladığım a göre, bayım , b ir k ita p b ir b aşk a k ita b ın yazıl­ m a sın a yol aç an bir şey sizce. S öylerken utanıyorum , a m a seçtiğim y a z a rla rı öyle ciddi düşünceler ta ş ıy a ra k okum am S a lt zevkim iyin okurum ! — Öyle de olsa, bu zev k ten hem en yararlanm alısınız. H iç ol­ m azsa, edebiyat k ü ltürünüzü yükseltm eğe bakm alısınız. İta ly a ’dan 21

ALAIN gelm iş birini a n la ttıla r. A nlatırk en gülüyorlardı. A dam diy o rm u ş ki : «Şöyle şöyle bir tablo gördüm . İğindeki kişilerden biri o tu rm u ş­ tu, öbürü diz çökm üştü. K onuşuyor ya da yakarıy o rlard ı. Tablonun h an g i çağın ürü n ü olduğunu bilm iyorum . H angi okula bağlandığım , h an g i ressam ın elinden çıktığım da bilm iyorum . Ö yleyken hoşlan­ dım ondan.» H ani, böyle bir kim seye, «kültürsüzün, b arb a rın biri» dense yeridir. Nedense, bazıları büyük eserleri ok u d u k tan so n ra, edebiyatçı geçinm ek için uzun boylu beklem iyorlar. Oysa, siz de bi­ lirsiniz ki, bunun değişm esi uğru n d a az zah m et çekm edik. A m a de­ ğ iştird ik de : E debiyat k ü ltü rü a r tık bilimsel, y üksek b ir kim lik k a ­ zandı. — Desenize, k ü ltü re susam ış bir barbarım ben de. H adi, y e­ tiştirin beni öyleyse! — B akın, herşeyden önce bir okum a yöntem iniz olm alı. Y ok­ sa o k u rk en çok zam an kaybedebilirsiniz. B ir kitabı b a şta n aşağ ı ok u m ak gereksiz. K alem elde okum alısınız. Y apılacak iki işiniz o la­ c a k : Birincisi, okuduğunuz b ü tü n önem li y erleri alfabe sırasın a göre, eserin sayfasını, hattâ, sa tırım belirterek n o t edeceksiniz. İk in ­ cisi, m addelere göre onları sıralıyacaksınız. D iyelim ki, B alzac ü s ­ tün e çalışıyorsunuz. B alzac’ın psikolojisini, sosyolojisini, din a n la ­ yışım ve buna benzer öbür niteliklerini öğreneceksiniz. Böylece, y a ­ v aş yavaş, özetlerinizi, alıntılarınızı (ik tibaslarınızı) tam am lıy acak sınız. B u n ları yapınca, «Balzac’ı okudum ,» diyebilirsiniz. A rtık y a ­ pacağınız te k iş, fişlerinizi okum aktır. F işlerinizden isteğinize g ö re sınıflanm ış düşünceleri, d u y g u la n çıkarabilirsiniz. O ndan sonra, k ay n a k la n n incelenm esine g irişir, şim diki çağla önceki çağın ro m an cılan n ı okur, am lan , m e k tu p la n gözden geçirirsiniz. B u d a bitince, kâğ ıtların ızı yem den okuyarak, eseri ve y a z a n m iyice ta n ım ış o lu r­ sunuz. A rdından, gençlerin yetişm esini sağ lıy acak b ir kılavuz k ale­ m e alırsınız. H ele ara d an bir on yıl geçsin, a r tık kim se y a z d ık la n nızın kılına dokunam az, eleştirilerinizle eğlenem ez. B ugün h erk e s fiziği n asl biliyorsa, B alzac’ı da sizin ağzınızdan öyle öğrenip belliyecek... Sorbonne’lu te k a y a k üstünde y a y la n a ra k k o nuştu durdu. H ey­ h at! Jean -Jao q u es’ı oku rk en h â lâ kızışıyorum . N e zam an k u rtu la ­ cağım çocukluktan, bilm iyorum ! Bence, h a y ra n olm anın m utluluğu, ok u n an eserin aydınlatıcılığında ve okuyam n sürüklenişindedir. Ol­ dum bittim , hiç n o t alm ad an okum ayı salık verm işim dir y az a rla r ı, 22

E D EB İY A T Ü ST Ü N E derinden taıu y ın cay a değin okum ayı... ö y le ki, okuduklarınız ü stü ­ ne y az m a ğ a kalkışınca, hiçbir şey an latışınızdaki coşkunluğu önllyem esin. G erçekte, hiçbir şey, güzel b ir ro m an ü stü n e çıkarılm ış n o tla r k a d a r ta tsız olam az. O nun için, okuduğunuz m etn i ta k lit edin d ah a iyi. ö ze tin izi renklendirm ek ü zere y az arın boyalarını kullanın. B ir uslup k u rm ak için b aşk a b ir yöntem bilm ediğim den m i sa lık v eri­ yoru m b u n u ? Değil, eserleri ta n ıtm a k ve o k um a isteğ i u y an d ırm ak için salık veriyorum , y an i b ir ta ş la ik i k u ş v u rm ak için. Çünkü, a n ­ c a k b u yolla büyük edebiyat gem isi şim diki durgunluğund an k u r­ tu la ra k y ü rü m eğe başlıyabilir. N edense, m odern edebiyatçılar bunca doğal (tabii) b ir yön­ tem e s ır t çev iriyorlar çoğunca. O ysa, k a ç kez söyledim : Ö ğretici eserlerde b iraz d a a te ş olm alı, ateş...

SAN ATLARD A G ELENEK ATACAK y a da a ld a ta c a k şeyi olm ıyan kim seler, güzel sa ­ n a tla r üstüne konuşunca, önem li bir gerçek o rta y a ç ı k a r : S a n a t eserleri geleneğin kız çocuklarıdır; yeni olan herşey çirk in ­ dir. ö rn eğ in , yeni m obilya biçim leri çirkindir, eski konsollar ise g a ­ zeldir, h a y ra n lık uyandırır. F a k a t y etk in lik düşüncesini d oğuran b irta k ım o ran tılar, k ıv rın tıla r v ard ır. Öyle olm asaydı, yeni çizilm iş b ir k ıv rık çizgiyi hoş görem ezdik. E lbette, bu dem ek değildir k i geçm işin san atçıları, yalnız on lar değerlidir. N itekim , eskilerden a n c ak en iyi o lanlar korunup yaşatılır, g e ri k a la n la r çürüyüp u n u tu ­ lur. E n iyi ise, h e r çağda, iyi biçim lerin ta k lit edilm esiyle kehdini g ö sterir. K işioğlu ta k lit ederken ic a t eder. D ün olduğu gibi bugün de bu böyledir. G erçi bayağı ic a tla ra kanıksadık, çoğunluğun zev­ k in i bozan ve azınlığı çileden ç ık aran bulu şlara doyduk artık . A m a bunun h e r çağ d a böyle olduğunu d a biliyoruz. E vet, çılgınlar ic a t eder, bilgeler de ta k lit eder. Güçlü tak litçiler, tak litlerin e kendi t a ­ b ia tla rın ı k o yarlar, kendi fırç a sürüşlerini, kendi kalem o y n atışla­ rını, kendi seslerini, kendi söyleyişlerini... Öyle k i S hakespeare bile ta k lit ederdi; oyunlarından çoğunun zam anındaki öbür oyunları a n ­ d ırm ası bundandır. H am let’te n önce H am let’le r vard ır, nasıl k i Le 23

ALAIN Cid’den önce de Le Cid’le r varsa. B ununla birlikte, dâhi b ir tak litçi, eserine kendi dam gasını basm anın bir yolunu bulur. Giin gelir, bu dam g a d a ta k lit edilir. M olière’i okuyun, onda da aynı şeyi göreceksiniz. D em ek ki, ça ğ la rın b ir özelliği bu : K işi yâlnızca örnekleri seçm ekle kalm ıyor, y a lın la ştıra ra k y a da ay ık lıy a ra k onlard a kendi gücünü de dile g e­ tiriy o r. ö n y a rg ısız bakılırsa, en çok ta k lit edilen şeyin, M olière’i en çok v eren şey, yani en güzel şey olduğu görülür. Bizim ro m an tik şairlerim izin en güzel şiirleri k lâ sik biçimde olanlardır. B u n a uym ıy an ü rü n le r yok m u hiç, v a r belki, am a ben bulam ıyorum . G üzel eserler iyi k em an la ra benzerler. D iyeceksiniz ki, «iyi ke­ m a n la r esk i kem anlardır.» D oğrudur, f a k a t yeni k em an la r a ra sın ­ da, eski k em an ların ta k litle ri ara sın d a da m odellerini a ş a n la r bu­ lunabilir. B u n lar benim senir ve korunur. U sta la rın ta h ta üstündeki çalışm aları ile büyük san atç ıla rın sesleri b u n la n yüz yılda an cak esk itir. G elgeldim , şim di olduğu gibi, bu sü re boyunca a r tık çalgı yapım cılığı san atın d an iz kalm adığı söylenir. A slında bunu söyle­ yen ler ta k lit etm esini becerem iyenlerdir. B ir yüce çizgi, gerçekte, alışılm ış b ir çizgidir çoğunca. Yüce b ir h a v a için de durum aynıdır, ö y le y k en birçok y a z a rla r o n u a r a r d u ru rla r. B u lan lar ise bunun için b a şk ala rın a n eler borçlu olduk­ la rın ı söyliyem ezler. K em anın biçim ini S tra d iv a riu s bulm adı. G otik k a te d ra li de bulanı bilm iyoruz. B u bakım dan, geçm işteki ek sik de­ nem eleri o rta y a ç ık arm ak g erek tiğ in i söyliyen ta rih çin in çab ası bo­ şunadır. G ünüm üzde y apılacak te k iş, şaheserleri ta k lit etm ek tir. G elenek an c ak ta rih in h o r görülm esi ve ek sik eserlerin u n u tu lm ası yoluyla etk isini g ö ste rir. D ünün eksik, k u su rlu b ir denem esinin çal­ g ı yapım cısını y etiştird iğ i doğru değildir. D oğru olan, şu sıra, en İyi görüjıen biçime d ik k a t etm ek tir. D enecek ki, «kem anların biçim ini dogrulıyan d a kulaklardır.» Peki, eski biçim lere b u saygı neden öy­ ley se? Y eniliklere g österilen bu güvensizlik neden? Y ak ın d an bakılınca, iyi F ra n sız c a için de aynı sonuca v arılır. T a k lit etm ek g erek tir, yeniden ta k lit etm ek ve ta k lit ederk en ic at etm ek : îş te s a n a tta k i buluşların s i m b u rad a gizlidir. B ü tü n buluş­ la r hızım, kaynağım ta k litte n alır. T ıpkı, b ir m üzisyenin hızım, b ir u sta n ın yazdığı p arç ay ı ç a lm a k ta n alm ası gibi. Ç ünkü iyi m üzik, bu p arç ay ı en iyi açıklıyan ve böylece ondan d ah a iyisi bulunm adı­ ğım g ö steren m üziktir,

• 24

Ş İ İ R

Şair

M 1 I EK TU PL.A RIN DA N

da .ulaşılacağı ü zere G oethe ile Schiller’n a rk a d a ş­ lığı ta tlı b ir a rk a d a şlık tı H er ikisi de birbirine, b ir b aşk a t b iatin ken ­ dinden bekliyeceği en iyi yardım ı y a ­ pıyordu : Onu onaylıyor ve benliğini korum asını diliyordu. Gelgelelim, v a rlık la rı oldukla? gibi kab u l etm ek yetm ez (zaten unutulm am ası doğru olan biı şey d ir bu), ay rıca, on ların nasıl iseler öyle o lm alarım istem ek de je re k ir. G er­ çeği sevm ek budur. D iyeceğim, h erb iri te k b aşına Jendi y a ra tıc ı tab iatım g eliştiren bu iki san atçı, b irlik te şunu g ö rd iilr : A y rım lar da güzeldir. N itekim , değ erler b ir g ü l ile b ir a t a ra s ıd a değil, bir g ül ile güzel b ir gül ve b ir a t ile güzel b ir a t arasındabelirir. «Zevk­ le r tartışılm az» denilir. B iri gülü, öbürü a tı beğenire doğru d u r bu 26

E D EB İY A T Ü S T Ü N E söz, am a güzel b ir g ülün y a da güzel b ir a tın ne olduğunu a r a ş tır ­ m a ğ a k alk ın ca iş değişir. İn sa n la r bu konuda birleşebilir de, a y rı­ şab ilirler de. N e v a r ki, doğ ru y a y ak ın d a olsalar, gene so y u ttu r bu örnekler. Çünkü, sözü edilen v arlık lar, cinsim izin ve ih tiyaçlarım ı­ zın boyunduruğu altındadır. B undan ötürü, kim se resm e k a rşı m ü ­ ziği yüceltm eğe, birini öbürünün ü stü n e çık a rm a ğ a girişm ez. Gel­ g eld im , o rijin al b ir tablo ile onun kopyası üzerinde y a ra rlı b ir t a r ­ tışm a yapılabilir; birinde ö zg ü r ta b iatın , ötekinde kulluğun izleri bulunduğu ve d ışard an alınm a b ir düşünceye baş eğm e belirtisi gö­ rün d ü ğ ü ileri sürülebilir. Bizim, adı geçen iki şairim iz de bu ay rım ları kalem lerinin ucunda duym uş o lsa la r g e re k tir. Ş aşılacak şeydir : «Ülküsellik» ve «yetkinlik» (m ükem m eliyet) konusunda sık sık biribiriyle kon u ş­ m a ların a karşın, düşünürlerken hiçbiri kendine özgü dehânın dışına çıkm am ıştır. G erçi b iri öbürüne ö ğ ü t v erm ek ten g e ri durm uyordu, a m a bununla, «ben işte böyle yaptım » dem ek istiyordu; öte yandan, öğüdünün a rk a d a şı için b ir değer taşım adığını da biliyordu. N ite­ kim, ark ad aşı, ara d ık larım kendisi b ulm ağa k a r a r verdiğinden, gelen öğüde k u la k asm ıyordu. B a n a öyle geliyor k i h e r şair, h e r sa n atç ı aldığı m u tlu lu ğ a gö re yapabileceğini y a da yapam ıyacağını sezer. Ç ünkü m utluluk, A risto teles’in de dediği gibi, güçlülüğün belirtisidir. B u k u ra l h e r­ kese uygulanabilir. D ünyada eh k o rk u lac ak insan bunalan insandır. O nun için, k ö tü denilen in sa n la r durm aksızın b u n alm ak tan y ak ın ır­ la r. A m a, kendilerinden m em nun olm ayışları, kö tü oluşlarından de­ ğildir. Y ak alarım bırak m ıy an bunaltı, d ah a çok, kendi yetilerini geliştirem eyişlerinin, k ö r ve m ek an ik nedenlere göre d av ran m aların ın sonucudur. H em alabildiğine üzüntülü, hem de alabildiğine kö tü k im ­ seler an c a k zırdeliler ara sın d an çıkar. B ununla b irlik te ben, k ö tü de­ nilen kişilerde olduğu k a d a r bizde de b ir sapıtm a, m ekanik b ir dav ­ ra n m a ve tu ts a k la ra özgü b ir öfkelenm e buluyorum . B una k arşılık , m u tlu lu k içinde yap ılan h e r şey güzeldir, b ütün s a n a t eserleri bu­ n un açık tanığıdır. Güzel b ir resim çizgisine ve b ir anlatım a, y erin ­ de b ir deyişte, «m utlu» denilir. F a k a t iyi b ir h a re k e t kendiliğinden güzeldir, üstelik, insam n yüzünü de güzelleştirir. G üzel b ir yüzden hiç korkm ayışım ız da bundandır. O nun için ben, y etkinliklerin birbiriyle çatışm adığına, an c ak yetkinsizliklerle düşkünlüklerin birbiriyle ça rp ıştığ ın a inanıyorum . K orku en belirgin ö rneğidir bunun. 27

ALAIN Z alim lerle k o rk ak la rın baş v u rd u ğ u «zincire vurm a» yöntem i a s­ lında çılgınca b ir d a v ra n ıştır ve h e r çe şit çılgınlığın anasıdır. Çözün, k u rta rın ve korkm ayın, ö z g ü r olan kim se silâhım bı­ rak ır.

NESİR İLE ŞİİR

N

E SİR , şiir değildir. «N esir şiirden d ah a az ahenk, d a h a az imge, d ah a a z güç taşır» dem ek istem iyorum bununla. N esrin, şiire özgü h erşeyi a ta ra k , ite re k m eydana geldiğini söylem ek isti­ yorum . N esrin şü rsel hiçbir yanı bulunm adığını söylem ek istiyorum . B ilindiği gibi, zam anın y a sa la rın a bağlıdır şiir. O k u n m ak tan çok işitilm ek için vard ır. V ar olm alıdır. Şiirde ahenk, sözcüklerin içine yerleştiğ i boş biçim leri b elirtir. Yön v e rir onlara. U y a rlık — söz­ cük lerle ritm ara sın d ak i u y gunluk y a da uygunsuzluk — ah en g i y a ­ r a tı r ve d ik k a ti o ra y a çeker. D urm ay an b ir akış, şairle b irlik te din­ leyiciyi de alıp g ö tü rü r sonunda. G erçek n esir ise, ta m tersine, gözlerle okunur. O kunm alıdır. Ç ünkü ahengi aşm akla, ahen k ten k u rtu lm a k la yetinm ez nesir, onu ite r ay n ı zam anda. Bfiylece hem şiire, hem de b e lâ g a ta k a rş ı k o y ­ m uş olur. G elgelelim bu İlkeler gizlidir, a ç ık ç a görülm ez pek. N ite­ kim birçok y a z a rla rd a sözsel h arek etler, şiirsel özellikler a ğ ır b a s a r çoğu kez. N eden derseniz, n esir henüz p ek g e n ç tir de ondan. Y ete­ rince arınm ış, ay ık lan m am ıştır d a ondan. B ununla b irlik te tüm ce­ deki (cüm ledeki) ölçülülük — sözsel h a re k e ti gereksiz k ıla n eserler­ de d e — bakarsınız, birden sa rsı v e rir okuyanı. A m a sözcüklerin (kelim elerin) ölçülü b ir zam anı doldurm ak üzere seçilm iş gibi d u r­ m ası zevksizlikten gelir, dayanılm az b ir zevk yoksulluğundan... N e­ s ir sa n a tı bu çe şit b ir yoksulluğa k a fa tu ta r, bu biçim b ir sü rü k le­ yişe k a rşı çık ar. D u rm adan kulağı çelen bu son heceye (u y a ğ a ), bu ses o y u n ların a kapılarım k ap a r. N esirde tüm cenin dengesi, sözün y ü rü y ü şü h are k etin sık sık kırılm asını, ahengin bozulm asını g ere k ­ 28

E D E B İY A T Ü ST Ü N E tirir. D ik k atin za m a n a bağlan m asın a m eydan verm ez, d u rm a k ta ve yeniden b a ş la m a k ta ö zgür olm asını is te r onun. K üçük b ir değişm e değildir bu. Böyle s a lt gözlerle o k uyuş — bu sözsüz o k um a — d ik k a te d eğ e r b ir b elirtisidir g erç ek k ül­ tü rü n . B asılm ış b ir sa y fa n esir herşeyini k o y ar o rtay a . E ğ itim li b ir göz çab u cak seçi v e rir ondaki şişkinlikleri, m erkezleri ve önem siz y a n la n . D üşünce önce görünür, so n ra d a kendisi b elirtir. A ranınca, b ir b ir ortayeE ç ık a r d a y a n a k la n . Güzel nesirde de an la tım m u tlu ­ lu k ları, alım lı ve şa şırtıc ı y erle r v a rd ır gerçi, a m a hep düşüncedir o n la n doğuran, yönelten. N esrin sırla n n d a n biri de şud u r : S özcüklerin bağlanışı ile dü­ şüncenin kılı k ırk y a ra rc a sın a incelenişi a ra sın d a önceden görülm iyen bir u y u şm a vardır. N esri sevdiren de bu u yuşm adır zaten. Ş iir­ de v e b e lâ g a tta olduğu gibi, nesirde zevk değildir ilkin ara n an . Zevk yoluyla v arılm az düşünceye. O nun için n esir öyle p ek büyülem ez inşam , sürüklem ez. Sadece tu ta r ve g ö tü rü r. Çok söylendi şim diye dek: K onuşm a dilini yöneten sıralan ış düzenini yenm ek, b e lâ g a tta ve özellikle şiirde b ir y asa gibi görülen k u ruluşu çiğnem ek zo ru n ­ d ad ır nesir. B u bakım dan b elâg a tla şiir m üziği an d ırırla r d ah a çok. N esir ise m im arlığa, heykeltraşlığa, resm e benzer. A ncak so ru lu n ­ ca k o n u şu r - onlar gibi... Gelgelelim, o k u r sürüklendiğini anlam azsa k ay g ıy a k ap ılır a r a sıra. V ücudu hep ilerde giden o tu tk u lu koşucuları kovalam ak iste r sanki. B undan ötürü, — s a n a tla r yeterince eğitm em işse, yetiştirm em işse kendisini — , gözleyen ru h (okur) öyle kolay kolay g e­ çem ez şiirden nesre. R itim le k arşılaşm azsa k a n ıtla r a ra r, c z i ve sonucu bilm eğe çalışır. A klın hiçbir yardım ı olm aksızın y a rg ıla r v er­ m ek ödevi, oldukça ş a ş ırtır onu. N esir okuyucusu, -— engebeli b ir to p ra k ta y ü rü y en b ir gezgin gibi — , h e r adım da dengesini bozm a­ m a k zo ru n d a kalır. K ısacası, nasıl ki g erç ek düşünce hiç zo rlam az­ s a inşam , g erçek n esir de çekm eğe ve kapıp sürüklem eğe u ğ ra ş­ m az okuyam . K açınır bundan. B ozuk düzen yürüyüşünde, k ırık ahenginde ta tlı b ir u ta n g aç lık v a rd ır sanki. Göz için m eyd an a g e­ tirilen, gözlerle okunan bu s a n a tta k u la ğ a gelen h erşey k ö tü b ir ses (to n ) ta ş ır gerçekte. Çünkü, sözcükler yalnızca ahen k y a ra tm a k için seçilm ezler. Ü stelik, şiire özgü Ukeler ile ara çla r, sa ğ lam b ir nesirde ay n ı genişlik ve biçim le k u llanılam azlar. Böylesi girişim ler, güzel g ö rü n m e ç a b a la n b o zar nesri, asıl yolundan sa p tırır. Sesli oku20

ALAIN m a yoluyla deneyebiliriz bunu. N itekim , okuyucunun sa n a tı h içb ir şeyi değiştirm ez, hiçb ir şey eklem ez, ekliyem ez nesre. O kendiliğinden d u ru r, y ü rü r, dönüp g elir: K endi bildiğince a k a r. M ontaigne ile S ten d h al’in nesri, b u bakım dan, en k a tık sız örneklerdir. N esrin b ir b a şk a özelliği de, şiire k a rşı olduğu k ad a r, k am u ­ sa l h a re k te de k a rşı oluşudur. Bilindiği gibi, toplulukları k ım ıld at­ m ak , s a rsm a k iste r şiir, ö y le ki, nereye ve niçin olduğunu bilm eden şa irle b irlik te, ö b ü r dinliyenlerle birlikte g id e r insan.' B u yönüyle b elâg a tı a ş a r şiir; k alab a lık la konuşur, k itlele ri büyüler, çekip gö­ tü rü r. T ek b aşın a k alınca d ah a da yücelir, sa n k i h erk e s onu b era­ berce dinliyorm uş gibidir. N esirde ise d u ru m başkadır. Y apı ve k u ­ ru lu şu yönünden bin çeşit yol a ç a r önümüze. H e r b iri de, taşıdığı özelliğe göre, hoşuna g id e r insanın. H ep sessizlik, yalnızlık içinde y a ş a r n esir: B ir heykel gibi. İk i kişinin birden aym biçim ve an d a görm elerin e im k â n y o k tu r onu. B undan ötü rü , y az arın s a lt kendisi için yazdığı sam labilir. D ah a doğrusu, öyle g ö rü n ü r bize. O ysa şair h o şa g itm ek ister, bu am açla kalem e sarılır. A m a bu dem ek değil­ d ir ki, n esir kendini sevm ez hiç, hoşlanm az kendine çeki düzen v e r­ m ekten. T am tersine, a n la tış güzelliği denen şey, yalnız bu s a n a ta özg ü d ü r sanki. A lım lı b ir kim senin yöresindekileri kendiliğinden çekm esi gibi — çünkü bunu düşünm ez o — güzel b ir n esir de şü rden d ah a iyi s a r a r bizi, içim izi açar, ş ii r ise — za m a n y asasın a bağlılığından ö tü rü — yitirilen ve b ir d ah a ele geçirilem iyen şey­ leri, u m u tları ve ayrılışları a n la tır hep. B un larla y a tış tırır okurunu. N esir, nesneleri ve kişileri k o p a n r bu gerçek zam andan. Şii­ rin, onları h are k ete g etird iğ i bu zam an d an ay ırır. Böyle yapm akla, yazgım n (kaderin) oyunlarını can lan d ırm ağ a d ah a az elverişli o lur belki; am a,, b una karşılık, o laylardan tu tk u la ra , tu tk u la rd a n tem el sebeplere yükselm eği sağ lar, işte , şairle rom ancının — aym olgu­ la rı ve kişileri an la ttık la rı zam an — birbirinden ayrılm aları, h a ttâ birbirlerine k a rşı koym aları bu yüzdendir. Ö yledir am a, sanatsız b ir düşünce de başı boşluk içindedir ço­ ğunca. Ve biz, h e r sa n atta, biçim in bize zorla kabul ettird iğ i bu il­ kelere d a y a n a ra k düşünm esini öğreniriz. B u anlam da güzel, doğ­ ru n u n yargıcıdır. •

30

g ü z e l in

K AYN AĞ I, EYLEM ÖZ s a n a ta dökülürse, onun b ir düşünüş yolu değil, b ir y a ­ pım yolu olduğunda a y a k direrim . Ç ok a ç ık b ir g e rç e k tir bu, a m a oldum olası u nutulur. Ç ünkü b ir eserin plânı üzerinde ta r tış ­ m a k ve eseri, yalnızca sa n atç ın ın ta sa rla d ığ ı p lân ı gerçekleştird iğ i p lân la k a rşıla ştırm a k için incelem ek â d e t olm uştur. G erçi ta san sız, plân sız eser olm az; a m a b ir eseri s a n a t eseri y a p a n d a yapım dır (icrad ır), sa n atç ı an cak bu yapım içinde kendini g ö ste rir. B undan ö tü rü denilebilir ki, rom ancı için «güzel konu» diye b ir şey y o k tu r. B ay ağ ı p a rç a la r ve nesneler içinde de olgun y a n la r bulunur. H er n e k a d a r ru h u h u zu ra k av u ştu rm a k ve sa n atçıy ı eleştirin in o k la­ rın d an k o ru m ak için b ir konu seçm ek g erek irse de, bu, güzeli y a­ ra tm a ğ a yetm ez. O nun için, b ir düşünce b aşk a b ir düşünceyi g e ti­ recek biçim de değil, b ir sözcük b ir b a şk a sözcüğü ça ğ ırac ak biçim ­ de y azm ak g erek ir. B urada, — cinas ve m azm unları bü sb ü tü n hiçe sa y m am ak la b e ra b e r— tesad ü flerin sözü g eçer artık... Şiirde u y a k la r (k afiy eler), ses u y u m ları s a lta n a t sü rer. N e­ sirdeyse durum tersinedir; ahen k ve u y a k ta n kaçılır, h a ttâ buna özellikle d ik k a t edüir, h a fif k alem d arbeleri çoğu kez önceden görülm iyen bir biçim in gelişim ine yön verir. B u yöneltm eye kapılıp g it­ m ek mi, yoksa a y a k direm ek m i g e re k ir? B u ra d a hü k ü m verm ek y a z a ra düşer. Ç ünkü yapım sü rerk en h erşey büsbütün de tesad ü fe bırakılm az. Sözcükler a ra sın d a sesten b a şk a birçok y akınlık lar, tö ­ rele r ve y a z a rla rc a uygun görülen bağ lan tılar, ilgiler, gizli benzer­ lik ler v ard ır. N esre özgü ilham da sözcükler sanki önden k o şarlar, em re âm âde bekler, kendilerini te k lif ederler. B ir kez reddedilirler­ se, yeniden boy g österirler. E lb e tte hiçbir ta s a n sözcüklerin bu tü rlü a rd a rd a gelişini önceden hesaplıyam az. B u öyle b ir ak ın tıd ır ki, in ­ san k ap ılıv erir ve yazdığı şeyler an c ak gidilm esi g erek en yolu gös­ term ek bakım ından önem lidir. N esir sa n atın ın çelişikliği şurad ad ır: în s a n kalem ini düşün­ ceye g öre y ü rütürse, y av an ve bay ağ ı b ir üslûba kapılm ası işten değildir. A m a sözcüklerin ak ışın a u y a r d a dilin sunduğu şeyleri b e­ nim serse, düşünce kendiliğinden o rta y a çıkar, doğal b ir h are k etin 31

ALAIN ürü n tl olur. B u u y gunluk k atık sız güzeldir. Z aten güzel b ir çeşit doğrudur, f a k a t kendisini a n y o n la rd a n k a ç a n b ir doğru... N esrin ö rn ek o la ra k verilm esi belki sorunu güçleştirm ek te­ dir. R esim de ise d urum tersin ed ir: R esim de güzel konuya bağlı de­ ğ ild ir de ondan. S anatçının keyfine gö re seçtiği b ir n a tu re m o rte d a güzel olabilir. Sözgelişi b ir pipo, b ir k ita p ve b ir m endilin resm i p e k â lâ güzel sayılabilir, ö te yandan, dünyanın en gtizel kadım çir­ k in b ir p o rtre n in yapılm asına yol açabilir. B unun sebebi, ressam için yapabileceği biricik a ra ştırm a n ın resm etm ek eylem i (action) oluşudur. D enem eler yapm adıkça, eline fırçay ı alm adıkça düşün­ cesi boşa g id e r ve m uhayyilesi hep söz veren b ir serap gibi a ld a tır onu. Oysa, eli fırç a y a değer değm ez, eylem e b a şla r başlam az m u ­ h akem e işlem eğe koyulur. B akarsınız, b ir ren k dem eti y av a ş y av aş gelişir, b ir p o rtre halini alır. B u yapım ın sonucu elbette y a iyi olur, y a d a kötü. Ç ünkü böyle b ir yöntem insanın elini açık, koyu y a d a çok p a rla k b ir renge doğru sürükliyebilir. A m a, ressam ın y ap tığ ı şey, y ap m ak istediğini aşınca, güzel de o rta y a çıkıverir. M üzik bu konuda d ah a sıkıya b ağ lar bizi. N itekim , «fugue ve canon» k u ra lla rı hem encecik güzele u la ştırm a z insanı. M üzikte g ü ­ zel olan, beklenm edik, şaşırtıcı bir sa ğ n ak tır. B u sa ğ n a k ta s a n ve k u ra lla rd a n gelm ez; g erç ek yapım dan, d ah a doğrusu, duyguyla an ­ la tış a ra sın d a o lağanüstü b ir uygunluk, bir tu ta rlık doğuran ey ­ lem den, g erçek şa rk ıd an gelir. D em ek oluyor ki, güzelde h e r şey kendiliğinden oluşur; h e r şey, hep önde giden b ir eylem ve işlem e göre seçilir, belirir. B u rad a şairden söz açm am ız güç o lacak biraz. Çünkü, n a tu re m o rte ’unu o bizzat kendisi yap ar. O nun gözüne h erşey güzel g ö rü ­ nür. Y eter k i onlar; m ısrayı, portreyi, düşünceyi o rta y a ç ık a ra n di­ lin çınlayışına, ahengine uy g u n düşsünler. B unun tersine, öğrecici (didactique) şiir soğuktur. Böyle bir şiirde düşünce, p o rtre v e m ıs­ r a ta b ia ta a y k ın b ir yol tu ta rla r, sonunda boğarlar, b ütün bütü n e s u s tu ru rla r onu. B u n a şiir diyem eyiz a rtık , olsa olsa b ir bilgidir o; b ir dil bilgisi, gözlem ve m anzum ecilik bilgisidir... B ü tü n bu aç ık la m a lar da g ö ste riy o r ki, ilham , zihni ay dınla­ ta n b ir çeşit eylem dir. D olayısıyla, sa n a tın da düşünceyi o rta y a çı­ k a ra n b ir eylem olduğu söylenebilir. Sözgelişi u y a k düşünceyi do­ ğ u ru r, yapım cının a ra c ı (âleti) düşünceye v a rlık verir. B undan ola­ cak, öyle u zun oylu araştırılm a d an , u ğ raşılm ad a n çizilm iş b ir yu32

E D E B İY A T Ü ST Ü N E m u rta m sı y u v a rla k güzel g ö rü n ü r gözüm üze. A m a, işin isine p lâ n ile ta s a n g ird i mi, a r a k i bulasın o güzelliği! B u yüzden, eylem in düşünceye k u llu k e ttiğ i yerde, h e r kopya, h e r ta k lit sirkindir. O k a ­ d a r ki, iyi ta k lit edilm iş b ir C orot kopyası dahi, aslın a ne denli ben­ zerse benzesin, güzel değildir, güzel olam az ve olm am alıdır da.. B en onun yalnızca öğretici olduğunu söyliyeceğim . N itek im bu özellik m addede bile kendini gösterir.

• ŞİİRDE ZAMAN y

E N Îy i a ra m a k neden? H erşey yeni zaten. L am artin e’in Göl’ünü okuyordum düıı. D oğrusu, Gol oldum olası güzel şiirdir. O nu okurken, bir göldeki dengeyi, p arla k lığ ı ve buluşm a saatlerin i tasarlıyabiiirsiniz. Belki, resim eıı k ü çük çakıltaşını bile un u tm ak sızuı, bu sıvının sınırını te k bir p a rç a o la ra k verebilir size, a m a ' onun ü stü n d eki uçucu zam anı duyuram az. Z am anı bize, geçip g i­ den şeylerden çok, g eriye k a la n şeyler verebilir. Çünkü* geçip giden şeyler bir gözleyici olm am ıza y a ra r bizim, g eriy e k alan şey ler ise bir yolcu olm am ıza y ardım eder, iş te b u rada şiire düşer söz. Şiir, önce geniş ve eğilm ez davranışıyla yolculuğum uzu kolay laştırır, so n ra d a a n ıla rla bu yolculuğu d u rd u rm a ğ a k alkışır. Ü stelik, bunu da becerem ez. N eden derseniz, geçm iş zam an p e k yak ın d ad ır h e­ nüz, ve lıerşey, k ü rek lerin g ü rü ltü sü bile zam anı g ö sterm ek ted ir. B u yüzden şiir, h e r o k u n u şta yeni b ir za m a n a doğru k a y a r; gide­ rek, göl gibi şiir de, uyandırdığı an ılard an a p a y n b ir k ılığa b ü rü ­ nür. O nun için, şiiri y a yüksek sesle ok u m ak y a da, d ah a iyisi, bi­ rine okutup dinlem ek g ere k ir. B u yapılm azsa, eskim iş ve pörsüm üş g ö rü n ü r şiir. S tendhal’in de dediği üzre, üzücü b ir düş k ırık ­ lığıdır bu. O ndan k u rtu lm a k um uduyla kim ileri şöyle d e r 1: «A, bu­ n u okum uştum . B unu görm üştüm .» O ysa bu, o şeyin anısınd an bile sıkılm ak tır. D oğrusu, b ü tü n k a b a h a t d a o şeyin o rta la rd a g ö rü n ­ m em iş olm asındadır. Z am an eskim iş, aşınm ış b ir şeydir g erçekte, ö y le ya, onu kim ak im d an g eçirm ez? K im ne olduğunu bilm ez? H iç m i h iç durEdeblyat Üstüne F : t

33

ALAIN m az zam an, g eriy e dönmez. B ir a n için onu u n u tsa m da, o beni u n utm az. D üş görm eden u y k u y a dalsam da, o kendi akışınd an ca y ­ m az. Y o ru lm ak n edir bilm iyen b ir koşucudur sanki, ö te d e n b eri tek te k ra rla n m ış sözlerdir bunlar, biliyorum . F a k a t herk esin üzerinde anlaşabileceği b ir n o k ta olduğunu d a unutm uyorum . Gerçi, b u ko­ n u d a o lağ an ı a şa n b ir şey söylediğim i sanm ıyorum , am a o lağ an ı a şm a k d a istem iyorum . H e r za m a n dUşUnUldUğü g ibi düşünm ek is­ tiy o ru m ; y an i herk esin b u konuda h e r za m a n düşündüğü gibi... İ s ­ tiy o ru m ki, b ü tü n İn san lara seslensin k av ra m lar, b ü tü n in sa n la rd a iz bıraksın. K avram lar, ne denli beylik o lu rla rsa olsunlar, kim se­ ye b ir z a ra rla rı dokunm az. A caba, zam anı düşününce neler g eç er ak lım d an ? B ir te k h a ­ r e k e t m i? B elki! Y oksa birçok h a re k e tle r m i? E v et! M evsim lerin ardarda, gelişi m i? E lbette! Gezen yıldızların çeşitli d u ru m ları m ı y o k sa ? Şüphesiz! H e r h a re k e t zam an ın içinde oluşur, öyleyken za­ m a n h a re k e te indirgenem ez. H a re k e t b ir yerden b ir b aşk a y ere v a n r . İsterseniz, sözcüklerin dalaşm asından sa k ın m ak için, şöyle diyelim : K ım ıldayan herşey, bazı nesnelerden uzaklaşır, bazıların a ise y ak laşır. A slına bakılırsa, za m a n ne b ir şeyden U zaklaşır, n e b ir şeye y ak ınlaşır. B ir yerden b ir yere gitm ez o; d ah a doğrusu, yolculuğunu h e r yerde ve aynı an d a yap ar. Ş u y ay a üç adım a tın ­ ca, belli b ir za m a n geçm iş olur, h e r yerdeki zam an... B ir h a re k e t zam an ölçüsüne göre «çabuk» y a d a «yavaş» adım alır. O nun için, çoğunluğun görüşüne u y ara k , «zam an çab u k geçiyor» y a da «yavaş geçiyor» dem eyin sakın. Z am anın size a r a s ır a çabuk y a d a y av aş geçm iş gibi geldiğini, b u yüzden de yanıldığınızı söyleyin. B ilin ki, çabuk y a d a y avaş olan h a re k e ttir burada, zam an değil! A y n ca, zam anın, nesnelerin b ir b aşk a boyutu olduğunu d a öne sürm eyin. Şim diki zam an ile gelecek zam an ara sın d a bir a ra lık bu­ lunm adığını unutm ayın. K im i kez, beklenen b ir gem i gibi, çok u z a k ta d ır gelecek. N e v a r ki, h a re k e t etm iyen gem i de zam anın içindedir; b ir andan öbürüne m akinelerini işletm eden geçer. B ir y a ­ y a için fa la n şehir ik i s a a t çeker, a m a u çak la iki d ak ik ad a u laşı­ lır o ray a. Oysa, aynı an y ay a için de, u çak için de değişmez. U ça­ ğın yay ay ı geride bırakm ası zam an bakım ından değil, alın an yol bakım ındandır. N itekim , şu güzel göl k arşısın d a kım ıldam ad an d u ­ ra n kişi de b ir an d an ötekine aynı zam an d a v a rır. U ça k ik i kilo­ m etrey i tüketince, y ay a on adım ı yürüyünce, siz düş kurunca, h e­ 54

E D E B İY A T

üstüne

piniz aynı d ak ik ay ı yaşam ış olursunuz. B u o rta k d ak ik ad a en u zak ­ ta k i yıldızda da b irta k ım değişm eler m e ydana gelir. Ç ünkü zam an önünde v a rlık la r hep b ir sıradadır, zam a n ca a ra la rın d a b ir ay rım y o k tu r. B undan şu sonuç ç ık a r : E v ren sel za m a n duygusunu ik i k a ­ tın a y ükselten bir şiirin ritm i, bizim gerçek, yüce ve y eterli v a rlı­ ğ ım ızd a k ısa bir an y a ra tm a k ayrıcalığını (im tiyazını) ta şır.

• ŞİİRDE RİTİM

u

ZUN zam an sürecek olan ve nasıl yapılm ası g ere k tiğ i bilinen b ir çalışm a içinde, durgunluğu çabayla ve düzenli o la ra k de­ ğ iş tire n h e r h are k etin te k ra rlan m a sı bir ritim m eydana g etirir, ö z e l­ likle o rta k la şa h a re k e tle r belli bir ritm i gerek li kılar. N itekim , ça­ lış tık ta n so n ra dinlenirken y ah u t sıkı b ir çalışm aya başlanırken şa rk ıy la y a d a sözle b ir ritim y ara tılır. Sözgelişi, h a la t çekerken h u d uru m açıkça görülür. D em irciler de aynı k u ra la u y a rla r; z a ­ m an ı aynı y asay a göre böler, dem irin tavını k aç ırm am ağ a u ğ raşırla r. M üzik ru h u da böyle doğar. Gelgelelim, şiir için aynı şey öne sü rü ­ lemez. Gerçi şiirde de b ir ritim bulunur, am a bu, m ü ziktek i ritim ­ den büsbütün ayrıdır. B u rad a bize, yalm zca F ra n sız şiirini tan ıd ığ ı­ mız, onunla sınırlı olduğum uz söylenecektir. D oğrudur, ancak, çok iyi bildiğim iz b ir şeyden söz açabileceğim iz de tabiidir. M üzik ritm inde-zam anın bölünm esi esastır. A rm onide de aynı özellik göze ç a rp a r; su su şlar dahi iyice ölçülüp biçilir. F a k a t, şiire gelince, iş değişir: S usm alar şiiri okuyanın isteğine bağlıdır. M ü­ zik te olanın tersine, şiirde inşad, tu m tu ra k lı söyleyişler, seslerin u zatılm ası y a da kısaltılm asıyla, h a ttâ su sm alarla sa ğ lan an süsleyişler olağandır. Örneğin, alexandrin’le r (1 2 'heceli k oşuklar) o k u ­ n u rk en m ısraların iki, üç ya da dö rt dilime bölünm esi b ir şeyi boz­ m az. E lv e rir k i ölçü kaçırılm asın, hece sayısı k u la ğ a hep hoş g el­ sin, Bekleyiş, b u rad a çoğun hesaplanm ış y a da eksik kalm ış b ir şe­ yin y ak alan m asından ileri gelir. Böylece, d ik k a t bu boş alan üze­ rinde toplanır, k ısa ve kuvvetli b ir sözcük b urayı doldurunca bir m ucize doğm uş gibi olu r : «Bunca düşmana ka rş ılık elinizde kalan ne? — Ben.»

35

ALAIN C om eille’ln «M ed6e»sindeki bu Unlii p arç an ın güzelliği, m ısra m n tam am lan m am ış olm asındadır ve bunun b aşk a tü rlü de o lam ıyacağı sam lır. E serd ek i «ölsün» sözü gibi d ah a birçok sözün an lam v e ritim için ik i k a t y a ra rlı olduğu öne sürü lü r. Böylece, beden b ü tü n g ü ­ cünü ru h a ad am ış olur, ö y le de olsa, p ek işlenm em iş, özensiz m ısra lard ır b u n lar; çağım ız öyle m ıs ra dizileri gösterdi ki, a r tık a n lam d a b elirtilen şeyin ritim le b ağ daşam ıyacağı sanıldı. B u dizilerde h e r şey alım lı ve olağanüstüydü. B en bu konuda, an latım ın ne denli ta b ii, b a s it ve b irleşik o lu rsa o denli çaıp ıcı o lacağına inanıyorum : «ö lü b ıra k tı onu toprağa ve a r tık korkusu kalm adı.»

Ö te yandan, ritm in anlatım ı sıktığı, beklenen sonuca v a rm a k üzere b irta k ım sözcüklerin a ra y a sokulduğu y a da y eri değ iştiril­ diği m ısra lard an d ah a çirkin m ısra ların olam ıyacağı d a a ç ık tır. Tıpkı, h are k etle rin i ritm e u y durm ak için koşan, sendeliyen, k ıv rılan b ir dansör gibi. B an a kalırsa, şiir sa n a tı bu kö tü koşukçuları (n a ­ zım ları) u y an ılalı ve onları bu s^zdc k u ralsızlık tan korum alıdır. «U yak (kafiye) dizerken öldü, sanki nesir y az sa olm az m ıy d ı?» B u soru, sağduyunun bir belirtisidir; am a bu dem ek değildir ki, şiir olm ıyan h erşey nesirdir. N itekim , öyle sözcük dizileri v a rd ır k i hig de güzel değildir. B undan dolayı diyeceğim ki, ritm in an lam a uygunluğu — tasarlanm ış, f a k a t ölçülüp biçilm em iş olm ak üzere — güzel m ısra ların bir m ucizesidir; üstelik, ritim bundan hiçb ir z a r a r görm ez. R itm i an lam a u y d u rm ak istiyen bayağı şairlerle o kuyucu­ la r çokluk bunu u n u tu rla r. H afif şiirlerde, daha güzel olsun diye, ritim y a sa la rı çiğnenir, anlam ı izliyen b ir ritm e b aş vurulur. Ö rne­ ğin, k ü çü k b ir şey söylem ek için kısacık b ir m ısra k u ru lu r. O ysa, eğ er ritim hep eşyanın değişm ez yürüyüşüne a y a k u y d u ra ra k ve m ek an ik o la ra k onu kendi biçim i içinde belirtirse — sa n k i değişm iyen ta b ia t istem im ize (iradem ize) uym uş g ib i— bu k a rşıla şm a ­ dan dinsel b ir yüceliğin sonuçları doğar. B u ritim yürüyen b ir insan topluluğunu, b ir konseri, b ir tö ­ ren i h a tırla tır. Ses ve söyleyiş k u rallarıy la bizden a y rılan kişioğlu, ritim le h a y a t ve h a re k e t kazan ır. O nun için şiir h e r zam an b ir k a ­ lab alık bulur. Ş air güzel b ir k o şu k dizer dizmez, b ir yan k ı gibi, şe­ re f ona gelir. Güzel ş ü r okuyan kim se hem en alkışlanır, iy i şiir k en ­ dine yeter, beğenilm eği düşünm ez. B u yüzden şiire dalk av u k lu k k a ­ d a r çekingenlik de yabancıdır. H a ttâ , beğenilm ek isteğ i bile o n a 36

E D E B İY A T Ü ST Ü N E y ak ışm az. İşte, bu ince ay rım g erç ek şiirlerin tem lerini sın ırlan ­ d ırır. Bizim uyaklarım ız için de aynı şey söylenebilir. G erçekten de ne u y ak an lam a baş eğm ek zorundadır, ne de anlam uyağ a. Bel­ k i güzel b ir u y a k ile güzel bir anlam ara sın d ak i uygunlu k h o şa g id e r; am a, bizi yoran, sık a n y a d a lü tu f dileyen şeyler de çirk in g elir. N e o lu rsa olsun, u yağın ta sa rla m a ğ a , h a ttâ an lam a ğ a y a r­ dım ettiğ in i söylemeliyim. Ve, sözüm ü b ağ lam ak için, şunu d a be­ lirtm eliyim : B ütün bu g üçlükler bayağ ılığ a k a rşı koym ağı sağlar? la r; seçm ek dururken, b irtak ım jestle re ve söyleyiş oyun ların a baş v u rm a ğ ı kösteklerler. A slına bakılırsa, g erç ek şü rin ayrıcalığ ı d a bu çeşit zenginleştirm e a ra ç la rın a kap ıların ı k ap am ış olm asıdır. B un­ d a n olacak, beğenilen şa irle r nesri deneyince yav an laşırlar. Çünkü, kendilerine hem en geleni yazarlar.T abii, en çabuk gelen de en b a­ y ağ ı olandır.

D E S T A N C

A lR tN durum u — söylendiği gibi — herşeye yü k sek ten b ak m ak tır; herşeyden, h a ttâ ac ıla rd a n bile kendini sıyırm ak, o n la rı nesneleştirm ektir. B undan ötürü, h e r şiir — herşeyin ü stü ­ ne çık an bu g ü ç le — iste r istem ez yücelm eğe yönelir. B u b ak ım ­ dan , şiirin şa k a y a g elir b ir yanı yoktur. Y aratıcı ş a ir gücü n ü g ü ­ zel sözlerle dile g etirir. B unun için yabanlığı, UrkünçlUğü, u m u tsu z­ lu ğ u b ir düzene sokar. B u n a d ay a n arak , belli b ir düzene göre, a n a tü rle ri g eliştirir. F a k a t o k u r hiç k a m t (delil) İstem ez; k a n ıtla rı b ir b ir sayıp dökmenin, b ir işin d ah a iyisinin yapılam adığını g ö sterd i­ ğ in i bilir. B u nunla birlikte, h e r düşüncenin açıkladığı şeyle güzel­ le ştiğ i de söz götürm ez. O nun için, elimizden geldiğince, şü rin şa iri o lm ay a bakalım . Y aşlanm a, değişm e, k ın lm a, yıkılm a, ölm e ve a n ıla r h e r şii­ rin tem el tem lerid ir ve tem leri o la ra k k alac ak tır. T em ler kendisi­ n i um utsuzluğa, bozguna doğru ittik çe şair, d ah a sağ lam b ir ritim a ra m a ğ a b aşlar, çabasına uygun b ir düzen k u rm a ğ a u ğ raşır. B un­ d a n da an laşılıyor k i en büyük k o rk u önünde insanoğlunun y ap tığ ı en şaşırtıcı, en kestirm e h are k et, k arşılık sız b ir sa v a şa a tılm a k tır. t

37

ALAIN S av aşçı çarp ışırk en ilk şiiri yazar, en eski ş i i r i : D estan, o rta k la ş» b ir eylem dir herşeyden önce; eylem lerin en zorlusu, en um utsuzu... E n eski şiir bu eğilm ez h are k ete göre düzenlenm iş olm alı. O nun an a y asası korkuyu, sevgiyi, acıyı sezdirm em ek, o n la n çabucak ege­ m enliği a ltın a alm ak tır. Ç ünkü destanın ritm i beklem eğe, o y alan ­ m a ğ a gelm ez. Bu yüzden, d estan dinlenm eğe a ra d a b ir izin v e rir v e çokluk ay n ı adım la y ü rü r. G ene bu yüzden, d estan taklide y aslan a­ r a k hoşa g itm eğe kapılınca a şa ğ ı düşer. Y iğitçe b ir yalınlık g e re ­ k ir d estan a. A slına bakılırsa, hiçb ir şa ir öyle sanıldığı k a d a r y a d a sandığı k a d a r kendinden söz açm az. Y eri gelm işken şurasın ı d a belirtm eliyim : O k u ru k o rk u tm a am acını g üden a n la tım la r çokluk hedefe varam az; v a rsa büe y a­ rım y am ala k v arır. Ç ünkü k o rk u y la öfke bizim içim izde b u lu n u r­ lar, düşündüğüm üz şeylerde değil! S anatların, özellikle co ştu ru cu o lan ların s im , b u rad a saklıdır. G erçek acım a yüreğine su serp m ez kişinin, g erçek öfke için de aynı şey söylenebilir. A m a, ritm in g ü ­ cüyle, o ara lık sız hareketle, eşyanın o kaçışıyla, çekici yolculuğun y asası olan o u n u tu şla okuyucu, dinleyici ve hepsinden önce de ş a ir durm aksızın veda e ttiğ i bu kuvvetli d u ygulardan k u rtu lu r. B unun sonucu, dinliyenler kendilerini k a h ra m a n la b ir tu ta rla r, yiğitlene­ re k herşeye m eydan okum ak isterler. D estan a öyle tum tu rak lı, şa ta fa tlı söyleyişler de gitm ez. Biz­ z a t şiirin kendisi k a rşı k o y ar buna. A yrıca, nesnelerle ilgili düşün­ celerim izi diizenliyen zam anın o k ısa ve am ansız ak ışı da bunu ön­ ler. Ö yleyken okur, y ani destanı gözleriyle izliyen kim se, kendisi için o k um adıkça adı geçen y asay a baş eğmez. D olayısıyla, bu çıp­ la k san atı, — bu tem iz belirtm eleri, bu k atık sız k a rşıla ştırm a la rı, bu düz fırç a vuruşlarını, bu bağlantılı te k ra rla rı ve bu ölçülü dav­ r a n ış la r ı— kısacası bu H om eros’ça özentisizliği anlıyam az. Ç ün­ kü, cevap verm ek istem iyen bu şeyleri durdurup so rg u y a çekm ek başkadır. Y oksa, o k ıralca duygu uçup gider. Diyeceğim, şiirin gücü — insan kendini ona bırak ın ca — dü­ şünüp ta şın m a ve kendine dönm e zam anını o rta d a n kald ırır. U m u t­ suzluk b ir du raklam adır, süreyle b irlikte yürü y en b ir geriye b ak ış­ tır. Gerçi, an cak yeni şeylerin açılıp yayılışıdır inşam avutan , a m a şiir de kendine özgü o sevinçle dindirir herşeyi, derleyip to p a rla r bizi, erince (sükûna) k av u ştu ru r.

38

R O M A N

Roman

G

E Ç E N D E b iri söylüyordu : « T raje­ diyle d estan g ibi rom an da eskidi ga­ liba.» B unun üzerine, ro m an ın yerini tutab ilecek b ir yazı tü rü a ra m a ğ a koyuldum . G ündelik o lay ları d üşün­ düm. B aktım , b ü tü n co şk u lan , b ü tü n düşünceleri bu o lay lard an çık a rm a ğ a hiç yanaşm am ışız. Ç ıra k larla k â ğ ıt k ara lay ıc ıla ra .b ıra k m ışız işi. B undan ö tü rü de, g azetelerd ek i gündelik h a y a tı y an sıta n y o ru m la rla h ik â y ele r eşsiz b irer budalalık olup çıkm ış. B u yozlaşm a şunu g ö ste riy o r : G ündelik o la y la r a ş a ­ ğ ıd a k alam az, b ir yolunu bulup y u k a n y a yükselir. Şim dilerde bazı g az etele r b ir p atlam ay ı y azm ak için m ühen­ dis, b ir aile faciasını a n la tm a k için rom ancı a n y o rla rla r. Gelgelelim, bu u zm an lar belirtilm esi g erek en şeyi b ıra k a ra k a n la tığ a k a40

E D E B İY A T

üstüne

yiyor, y o ru m lar iğinde kayboluyorlar. A n cak bazı yerlerde — o da güçbelâ — g erç ek olayın sivri ucu y a da k esk in köşesi yoru m larım yırtıy o r. Oysa, h e r anlatıcı dehâ gözlerini g erç ek o lay a çevirir; rom a n ia n gerçeğe benzer k ılan bu siissiiz, yapm acıksız, düzeltm esiz verilerd ir çünkü. Bizdeyse te rsi oluyor : Sık sık görüldüğü üzre, m oda olan edebiyat tü rü — ro m an la tiy a tro d a olduğu gibi — eline geçen herşeyi yutuyor, yap m a h ik ây eler haline getiriy o r. N asıl k i g rev in a r a o la y lan n d a n b ir dram m ey d an a getiriliyorsa. Böylece, gerçek sözüm ona «gerçeğe benzer» kılığa sokuluyor. A slında, te k başına gerçek, h erh a n g i b ir uydum dan, yap ın tıd an (fiction) d ah a dram atik , d aha sembolik, d ah a öğreticidir. B ağlayıştan, h az ırlay ış­ tan, b ireylerin hikâyesinden ö tü rü değil, tü rü n en güzel örneği olan «B ritannicus»taki o h a y ra n lık uyandırıcı k u ru lu şta n ö tü rü de değil; şaşırtıcılık tan , kasırg alard an , düşüncelerin kırılışından, gölge uçu ­ rum larından, evrenin sinsi varlığ ın d an ötü rü . A ynı h a re k e tle d ü nya­ dak i h erşey i dönm eksizin ve durm aksızın alıp g ö tü ren za m an ın o düzenli y ü rüyüşünden ötürü. O lay ardım ızda kalır, b ir gem i za­ m an la dibe b a ta r ve su yeni görünüm leri y an sıtır. P a tla m a dün ol­ m uştu, önceki gün, d ah a önceki gün... Böylece g ü n le r a rd a rd a ge­ çer, za m a n h e r a n biraz d a h a g eriye ite r onu. A rtık , «hoşça kal!» dem ek g erek ir, m utsuzluğuna veda etm ek g erekir. Y apıntılarım ızda ise h e r şey aynı zam andadır, dün bugünle aynı güçtedir. G erçek ta rih ç i — çağım ızın ta rih ç is i— h erk es g ib i a n a ­ cak, h erk es gibi alg ıh y a c a k tır; zam an ın yolunu değil, y ü rü y en z a ­ m anı can lan d ıracak tır. Ve okur, onda, yaşadığı o la y larla k a rşıla şa ­ ra k nedenleri b u lacaktır. Bizim yazı san atım ızd a ise, tersine, o k u r u sav u rm alarla (m uhakem eler’le) k a rşıla şa ra k olayları bulur. Klamu ru hunu böylesine y o zlaştıran da bu değil m İ?



ROMAN ÜSTÜNE “ P A R ÎH ÎN en güzeli bile m addeden yoksundur. O ldum olası biraz so y u ttu r ta rih . D estan ise, düşünceyi silen h a re k e t dolayısıyla, hem sağam dır, hem de gerçek. T arih, bildiğiniz gibi, îylem leri b a şk a tü rlü b a ğ la r birbirine. G erçi o da eylem lerden k a l­ 41

A L A IN k a r hep, a m a sözlerle y azılard an y a ra rla n a ra k nedenlere, düşünce­ lere, d u y g u la ra y a d a tu tk u la ra y ü k se lir sonunda. B undan ö türü, y ü rü tü le n ta h m in le r genel özdeyişlerin ötesine geçm ez, özdeyişlere gelince, onlar, an c ak eylem in büyüklüğü ve hiçim in sıkılığı y ard ı­ m ıy la b ir a n y a ş a rla r. T a rih çoğun boşluk d u y a r kendinde, içerik­ te n (m uhtevadan) yoksun bulur kendini. Ç ünkü herkesçe bilinen ve sonuçların genişliğiyle, engellerin gücüyle çelişen eylem yollarına b aş v u ru r. Y azık k i bu ç e şit yollar, — genel ilgiyi gözettiklerinden ve düşçe (hayalce) yoksul o ld u k la rın d an —, hiçbir şey k a tm a z la r olay lara. O ysa, g erç ek ta rih ç i d a h a öteye bak ar. T arih in y asasın a uy ulursa, eylem lerden nedenlere ve konuşm alard an g ü dülere (mo­ tiflere) yükselm ek gerek ir. F a k a t, bunu y erine getirince de, ta rih çi so y u t b ir düzen içinde h a re k e t etm ek zorunda kalır. Tıpkı, tiy a tro ­ da ilgiyi, isteği ve en son o la ra k d a tu tk u la rı birbirinden a y ırt eder­ ken yapıldığı gibi. Gelgelelim, gerçek tu tk u la r (ih tiraslar) — d ah a ço­ cuksu, d ah a kuvvetli, beden y apısına d ah a bağlı tu tk u la r — k a ç a rla r tarihçiden. D em ek k i ta rih ne eylem yönünden, ne de k a ra k te rle rin çözüm lenm esi yönünden a y rılır rom andan. Onu rom andan ay ıran ; ta n ık la ra b ağ lan an ve onların biçim ini ara lık sız k o ru y an b ir çeşit gerçek lik tir. K ısaca söylersek, gizli k ap a k lı hiçbir şeye y e r y o k tu r ta rih te . T arih, hep eylem lerden güdülere, nedenlere çık arak , in san ­ la rı çokluk h a y a tta gördüğüm üz gibi y a şa tır. S ırla n aç ığ a v u rm a ro m an a özgü b ir d av ran ıştır. R om an ta n ık lığ a dayanm az, doğrulan m ağ ı düşünm ez ve, ta rih se l yöntem e a y k ın olarak, gerçekliği eylem lerde a ra r, eylem lere g erçek lik v erir. B u bakım dan, i t i r a f ­ lar» rom anın tip ik örneği sayılabilir. B u n o k ta y a p a rm a k basalım . R om an iki sözcüğün dağm asm a yol aç m ıştır : R om anesk ve rom antik. B unlar, az görülen, uzun öm ürlü b u lu şlara iyi b irer ö rnek tirler. A yrıca, en eski sözcüklerle y a n ş a c a k k a d a r da an lam ca zengindirler. B ir k a ra k te rin tarih çiy i ilgilendiren yanı, ta rih in y arg ısı altın a düşen yandır. B u yan, t a ­ n ık lık tan çıkarılm ış y a da ta n ık lığ a bağlanm ış düşüncelerle, neden­ lerle, k a n ıtla rla (delillerle) beslenir. F a k a t b ir k a ra k te rin ro m a­ nesk y a d a ro m an tik y am n a gelince, o, g erç ek tu tk u la rı içine alır. D üşleri, sevinçleri, üzüntüleri, nezaketle u ta n ç ta n ö tü rü d ışa v u ru lam ıyan iç konuşm aları kucak lar. Z aten ru h u n bu yam d a an cak düşseverlerde — o da ok u n an eserlerin yard ım ıy la — az buçuk b ir gelişm e g ö sterir. Ç ünkü eylem y u ta r düşü (hayali), silip sü p ü rü r; d a ­ 42

E D E B İY A T

üstüne

h a gok ta n ık la ra b ağ lan ır o;' k a n ıtla r (deliller) d ahi ta n ık lığ a çok gey borçludur. B o n a p arte’ın düşleri nelerdi, hiç bilm iyoruz. A m a, tu tk u la rın ın eylem lerini izlediğini kestirebiliyoruz. B a ş a n d eğ iştirir bizi, hattft y en ileştirir kim i kez. O nun için, eylem in düşü h iç m i hiç g erçek ­ leştirm ediğini öne sürm ek, rom anesk y a d a ro m a n tik b ir düşünüş­ tü r. H e r eylem toplum saldır. E ğ e r k o şu llarla (şa rtla rla ) belirlen­ m em işse, o zam an, eylem belli b ir a n ın alg ıla rın a (idraklerin e) d a­ y a n a n dolaysız b ir y arg ıy ı belirtir. G erçek g üdülerin rom ansek h içb ir y an ı y o k tu r. S a v a ş eylem i onun ü stü n d ek i öğrenim le zengin­ leşir. Ç ünkü insan ondaki biçim siz düşleri, ta n ık la ra u y an soyut nedenleri ve en son o la ra k da, alg ıy la a n ’dan d o ğ an g erç ek neden­ leri kolayca birbirinden ay ırır. B undan ötürü, h e r insanda ro m an esk tından a n a yıkılır. Hem, doğrusunu söylem ek gerekirse, b ü tü n k a tgısız im gelem (m uhayyile) u ğ ra şla rı g ib i ro m an tik düşler de a z so n ra yoldan sa p arlar. E ylem e ise an c a k sıkıntıdan p a tla rk e n b aş v u ru rla r. N e v a r ki, eser de b u rad a kendini g ö sterir, y an i eylem in düşü desteklediği yerde... öyleyse, rom anın dışında rom anesk diye b ir şey y o ktur. B a n a öyle geliyor ki, rom ancının eseri rom aneski eylem e çevirir. E lbette, ro m anesk olan b ir eylem değildir bu; düşün, rom anı belirliyen eylem le ilişkisidir d ah a çok. E ylem b u rad a düşü o rta d a n k a l­ d ırac ak yerde, kıvam ve dayanıklık v e rir ona. B u yüzden, g erçek eylem ro m an a g irm ez hiçbir zam an. R om ancı g erç ek eylem i a n la ­ tırk en , g ö rdüğü gibi an latır. O nun için de rom ancı a sla b ir ta rih çi olam az. D üşün eylem le bağlantısı, gerçeğe en y ak ın olanı a n la tıla ­ na, hikâyeye sokm ak için, en k ü çük ta rih belirtisiyle yetinir. T arih çi ile rom ancı aynı kişileri y aşattık ları, aynı eylem leri a n la ttık ta n zam an dahi rom an, kuvvetle k a rşı k o y a r tarih e. R o­ m an d a yapıntı, uyduru olan şey, yalnızca an latılan şey değildir; aynı zam an d a o, eylem leri düşüncelerin gelişm esine dönüştü ren çö­ züm lem e b ağ lan tısıd ır da. Oysa, g erç ek h a y a tta hiç de böyle değil­ d ir durum . R om an b ir k ez gücünü y a d a güzelliğini d u y u rm ay a g ö rsü n bi­ ze, artık , an latılan doğru m u değil mi, y a z a r değiştirm iş m i u y d u r­ m uş m u düşünm eyiz bile, b u n la n ö ğrenm ek canım ızı sık ar. Böylece, insancıl o lan la bireysel olan (beşeri olanla ferd î olan) herşeyi m eydana g etirir. T arih ise, tersine, soyutluğu dolayısıyla b ü tü n ey43

ALAIN \ lem leri dış nedenlere bağlar. B unun sonucu .kaderci düşünce ta r i­ hi h ü k m ü altın a a lır ve yeterince kuvvetli, ahenkli b ir h a re k e tte n yoksun olduğundan, ta rih çi acı tu tk u la ra boyun eğer. R om ancı k a ­ dere y e r verm ez. R om anda sözünü y ü rü ten y aşam a duygusudur. B u y aşam a d a herşey istenm iştir; tu tk u la r, suçlar, h a ttâ m u tsu zlu k bile isten m iştir. O nun için, g erç ek rom an, bağışlam a, u m u tlan m a ve dostluk duygusu u y a n d ıra ra k iizgüleri aşar, onların ü stü n e çı­ k a r.

• PERDEDEKİ H AR EK ET E R D E sa n a tın a akıl erdirilem ez; n asıl k i u ç a k la rla güdüm lü b alonların yapım ına da p ek ak ıl erdirilem iyorsa. G örünüşte d an sı yöneten, h erk esi durm ad an h a y ra n lığ a g ö tü ren toplu lu k tu r; g e rç e k te ise b irta k ım g irişk e n ve becerikli kim selerdir işleri y ü rü ­ ten, in san ları çekip çeviren. R e k lâ m larla k alab a lık a v lan ır ve eleş­ tiri su stu ru lu r. İ ş te m a rx ç ıla r için güzel b ir tem : Böylesi ö rn ek ­ ler, k işi oğlunun iyilik, güzellik ve insanlığın geleceğiyle ilgili dü­ şüncelerinin h ay a tın ı k azan m a yoluna göre nasıl oluştu ğ u n u g ö s­ te rir. F o n o g raf m üzik sevgisini, h a ttâ bestelem e k u rallarım değiş­ tir ir ve d eğ iştirecektir. P a ra sın ı p lâ k sanayiine y a tıra n b ir cim ri­ n in gizli zorbalığı m üzikçileri, satıcıları, yapım cıları ve yayım cı­ la rı s ık ıştıra ra k bu değişm eyi hızlan d ıracak tır. B u g ö rü ş alabildiğine yayılıyor. A m a ben b u rad a yalnızca p e r­ d e san atıy la (sinem ayla) rom ancılık sa n atın ı k a rşıla ştırm a k isti­ yo rum . Konu, son günlerde, konuşan gölg eler kıratlığını yönetenlerce de ele a lın d ı/D o ğ ru su , bu d a b ir çe şit ışıklı rek lâ m am a, ol­ sun ; çü nkü konu yeni ve güzel. D ışta n bakınca, hiçbir şey canlı ta b lo lard an d ah a çok hikâyeye benziyem ez. B unun için hik ây en in b ir am b ard a anlatıldığım düşünm eniz g ere k ir. A yrıca, hem en hem en biricik a n la tm a a ra c ı olan sözlerin büyüsünü de düşünm eniz; bu a ra d a , te k başına b ü tün perdenin işini g ören anlatıcıy ı (hikâyeciyi) d a u n u t­ m am anız g ere k ir. G eçm iş ça ğ la rın m um şam danlarım , d ışa rd a g e­ celeyin oynıyan gölgeleri de gözönüne getirm elisiniz, ö y le verim li 44

E D E B İY A T Ü ST Ü N E b ir perd e tasarlam alısııu z k i bekleyiş, korku, coşkunluk ve bilge­ likle beslenen im gelem tü rlü çeşit o y u n la r çevirsin onun üstünde. H ikâyede h e r §ey geçm işi g ö sterir. O nun yaşadığım ız an la il­ gisi, yalnızca anlatım ındaki birleştirici sestir. H ikâyeye özgü bu ses, eski d estan koşukların d ak i gibi, ahenkle düzenlenm iştir; ü ste ­ lik çığlığı, g ü rü ltü y ü de o rta d a n k ald ırm ıştır. Y alınlığı dolayısıyla, en acıklı yerlerde büe, sesi b iraz k ısık tır. G erçek ro m an lard a da d u y arız bu sesi, en korkunç şeyler en alışılm ış sözlerle gözlerim i­ zin önünde canlandırılır. H ani, bunu söylerken, S tendhal’in o çıp­ la k sa n atın ı düşünm üyorum yalnız. İçinde düşünceden çok eylem bulunan «Define Adası» adlı b asit hik ây e de aynı k ap ıy a ç ık a n ı bizi. H ikâyeyi a n la ta n kişi b ü tü n bu şeyleri görm üş, so n ra y u rd u ­ n a dönmüş, gördüklerim y a rg ıla m a ğ a koyulm uştur. Geçmişi y a n ­ s ıta n bu renk, şim diki alg ılarım la iyice çelişiyor belki, a m a bizim d u y g u lan ın ız olduğu k a d a r o k u rların duygularım da m ey d an a g eti­ re n odur. Sahici bir ta b an c a sesi, a n la tıla n sav aş hikâyesine hiçbir şey k atm az ; ta m tersine, yaşadığım ız olayın bu çiğ ve eşsiz rengi, geçm işin g ö rünüm leri içinde korkunç b ir leke haline g irer. Tıpkı, C orot’nurı bir tablosunun o rta sın a konulm uş sahici bir o t yığm ı gibi... S inem a sanatı, özellikle seslendirildiği zam an, gözlerle k u lak ­ la r a şim diki anı sunar. A m a durm az orada, hem en son rak i a n a g e­ çer; bizi seyirci durum unda tu ta n güven verici binbir belirtiye k a r­ şın, eylem alan ın d a da aşağ ı y u k a rı aym şey gerçekleşir. P erd e sa ­ n a tı böylece bir sa n a t durum una yükselir. B u sa n a tın yapı;*;, geç­ m işle ilgili düşlere d ah a az y e r verir. Ç ünkü geçm işin tad ı "a.nan esk tir. P erdede ise şim didir aslolan. O nda yeniden gördüğüm üz hep şim diki zam andır. B undan ötürü, çekinm eden diyeceğim ki, gelip geçici an seçilm iş b ir konu değildir burada. H oşum uza giden; denizdeki d alg aların g e ri dönm esi y a da bir kalabalığın g e ri tep ­ m esi gibi, dans gibi, çah şm a g ibi y a da b ir kuşun, b ir balığın, b ir aslan ın bilinen h a re k e tle ri gibi alım lı h are k etle rd ir. P erdedek i konu g erç ek zam an d an çok, ölüm süzleşen şim diki zam andır. Onun için, geçm işle gelecek bu değişken, bu belirgin, bu tez u n u tu la n im ge­ le rin dışına atılm ıştır. S inem anın a sla rom anı tak lid e y anaşm am ası bundandır; öte yandan, rom am n d a — azıcık olsun — sinem ayı ta k lid e k alk ışm am ası da gene bundandır. H er ik i tü rd ek i en iyi e serler k a d a r en k ö tü ler de bunu ap açık o rta y a koyuyorlar.

45

T A R İH Ç İ DÜŞÜNÜŞÜ "J” OLSTOY’u n b ay a tım a n la ta n b ir k ita p okudum . Y a z a n de­ ğ erli b ir kişiydi. A m a k ita b ı tık a b asa m etinlerle doldurul­ m uştu, o k u n acak ğibi değildi. N ’olacak, ta rih ç i hastalığ ı! E n iyi n ü k te le r bile güçlerini yitirm işti, boşuna h arc an m ış gibiydiler, tik in y ad ırg ad ım doğrusu, so n ra so n ra düşününce anladım . T u talım ki, ad am cağ ız eli yüzü düzgün b ir rom an, beni çeken, sürükliy en b ir düşsel biy o g rafi yazm ayı ta sa rla sın . G erçek b ir b iyografi kalem e alm ak istesin. B unun için, yalnızca gerçek leri dile getirsin . Gene de tüm üyle bu g erçek ler köklü b ir yanılm ayı fısıld ar kulağım a. N i­ çin m i ? Ş unun için : B iliyorsunuz, T olstoy ço k yaşadı, ö n c e tu tk u la rın a uydu, son­ r a ailesine, o ndan so n ra kam u n u n y ara rın a , en so n ra d a In cil’e verd i kendini. B u çiçekler, bu yem işler, bu ekinler hep biz yiyelim diye oluşuyorlar. G erçi bu yem enin sonu gelm iyor, a m a y ılların d u rm ay an ak ışı herşeyi sona erdiriyor. H içbir şeyin a lt edemediği, h içb ir şeyin yavaşlatam adığı zam an, herşeyi b irlikte gö tü rü y o r. D önüşsüz değişim lerin sezilm iyen aşam ları, daha doğrusu un u tu lu ş herşeyi geride bırakıyor. A m lar, diyeceksiniz... A n ılar için on yıl nedir k i? Y ılla n an ı­ la rd a aram ay ın ; a m la r şim di yaşadığım ız yıllardadır, değerini bil­ m ediğim iz yıllarda... E skiden taşıdığım ız y a d a a r tık taşım adığım ız b ir düşüncede değil! Bakın, zam an kendi a y a k izlerini d ah i sili­ yor. Öyleyken, ta rih çi yeniden b aşlatm ak iste r zam anı; k ısaltm ak , tersin e çevirm ek ister. Y azarının bile önceden bilm ediği K reuzer S onatı o, önceden bilir. A sla b ir a ra d a bulum nıyan, h a ttâ bulunam ıy an d u y g u lan , düşünceleri birbirine y ak laştırır. T arihçin in b a­ kışı T olstoy’u n «D iriiiş»inden «A nna K aranin»ine uzanır. T arihsel olm ıyan b ir b a k ıştır bu! D üşünülm ek istem iyen zavallı ta rih ç i b a­ kışı! Göçebe gölgeler. S ty x ’in gölgeleri. H içbir ay rılığı olm ıyan, hiçbir şeye dokunm ıyan gölgeler, hiçbir yerde durm ıyan gölgeler, B ü tü n ta rih ölülerin tarih id ir, ve ölüdür. Soylu sa n atç ı sen busun işte : ö lü taşıyıcısı. A rtık öyle olma. İleriy i düşün. B ü tü n h a y a t ilerdedir, an c ak ilerde yaşıyabilirsin. 46

E D E B İY A T Ü ST Ü N E Sözgelişi, Tolstoy ilerde v aşıy ac ak kim selerdendir. O nun işin, eseri g itg ide büyüyor, açılıp vavılıvor. B irleştirici yo llar görüyo ru m on­ da. p ersp e k tifler göm vnnım — «n+nn "^htip 1pt-p| b ü tü n düşüncelere bağlı b ir geleceği var. S en de övle yap, eserin a k ın tısın a b ıra k k en ­ dini. vas,ınılnnı v"-ı A nlaşılan, biyografi sa n a tı için, gözlerini geleceğe çevirerek zam anı kOValaftlatf onemn Ancak bövle yaşıy ab ilir insanoğlu. Çün­ k ü y aşam alar, düşünm eler, sevm eler, hepsi b ire r ta şa n d ır, hepsi ilerdedir. T arihciyse g eriye b ak m ağ a alışm ıştır. A m a biz, ta rih i Giizel S a n a tla ra sokm ak istiy o rsak bunu değiştirm ek zorundayız.

ROMANDA İMGE DÜZENİ A B ÎA T güzelliklerinin ta sv iri nesnelerin yerini tu ta m a z. O nun için, y az arın çıplak ta sv ire fa z la bel bağlam am ası, h a ttâ , ta sv ir desene yaklaşm ış olsa bile o n a güvenm em esi g ere k ir. H içbir o k u r nesneleri y a z a n n kendisine sunduğu gibi görem ez. H ay al gücü, b irta k ım nesnelerle sınırlanm am ışsa, onu b ir ta s la k ta n ötekine gö­ tü r ü r : T ıpkı özgür düşlerle h ü ly a lard a olduğu gibi... F a k a t, h e rk e ­ sin de bildiği üzre, zo rla k u ru lan h ay a lle r çabucak dağılıp g id e r­ ler; en güçlü zihin bile a r tık o n la r ara sın d ak i bağı bulam az; böyle bir a ra ştırm a mnce şa şırtır inşam , so n ra da sık ar. D ah a da kötüsü, im gelem in bu çılgınlıkları, ok u ru y az arın belirttiğinden ap a y rı hay allere g ö tü rü r. U zun ta sv irle r öldüm olası tehlikelidir; en g ü ­ zel eserlerde bile çokluk can sıkıcıdır. Bu yüzden, hoş v a k it g e ç irt­ m ek am acıyla yazılan bayağı eserler dahi ta sv ire p ek yüz v erm ez­ ler. A ncak güzel eserler, nesir okuyucusuna özgü b ir düşünüşle, tasv ire b ağ ırlarım aç arla r. Gelgelelim, Issoudun’u n y a da Z am bak’m v ad i tasv irlerin i insan y irm i kez de o k u sa — eğ er gözünü d ö rt açm am ışsa — onları görem ez. G ördüğünü sanır, kuvvetle o n la ra doğru çekilir. îy ice d ik k a t edilirse, bu nesnelerin gücü ile bizde u y a­ n an im gelerin (im ajların) oynaklığı ara sın d a açık b ir çelişm e seçi­ li

47

ALAIN lir. R om anın sa lt im gelem ürünii olm adığı yeterince söylendi, ö y ­ leyken, h â lâ te rsin i öne sü ren le r ve buna in a n an la r çıkıyor. B u d a y an ıltıy o r y azarı, ro m an yazm anın kolay b ir iş olduğunu san m a­ sın a y ol açıyor. Oysa, h içbir s a n a t eseri bizde başı boş h ay a lle r u y an d ırm ak için m ey d an a getirilm ez. B ilindiği gibi, törenler, oyunlar, söyleş­ m eler içim izdeki bunaltıyı d ağ ıtm a k am acım güderler. ¡Kendi ken­ dim izle y ap tığım ız o usançlı, o çekilm ez konuşm ayı kesm eğe y a r­ dım ederler. B u bakım dan, hem en hem en m üzik k a d a r d ik k a ti çe­ kici olan şiir ve b elâg a tla k arşılaştırılırsa, nesir d ah a az güçlü im iş g ib i g elir bize. B undan, güzel n esir eserlerinin nerdeyse ilgi çekm iyeceği sonucunu çıkarırız. G elgeldim , deneyler te rsin i g ö ste rir bu­ nun : N esir eserlerinin de sabırlı o k u rla r üzerinde büyük b ir etk isi vard ır. D oğrusu, d ışardan hiçbir güdüye y aslan m ad an ve sözcükler­ den b aşk a h içbir dayanağı olm adan, im gelem in böylesine bağ lan ­ m asını açık lam ak zordur. Gerçi bu sorunun, ilkesiz ve hazırlıksız edebiyat eleştirisi için b ir anlam ı y o k tu r; ona kalırsa, h e r büyük y az arın sözcüklerle resim yapm ayı iyi bildiğini söylem ek y eter; am a zevki olan kim se bu konuda şuna dokunm adan edemez ; N e­ sir eserleri, özellikle rom anesk eserler, ta sv iri b ir am aç o la ra k alın­ c a yozlaşırlar. Bu d a tuvalsiz ve boyasız olan bu resim tü rü n ü n n e­ den çab u k bozulduğunu anlam am ızı kolay laştırır. K ısacası, nesre özgü iki aracın, düşünce ile a n la tık (hikâye) olduğu söylenebilir. N esnelerin birbirine kenetlenm esi ve d u ygula­ rın biçim lenm esi b u n larla sağ lan ır. T asvire de b unlardan so n ra baş vuru lur. Rom ancının görevi, evlerini ye pey sajlarım düşünceye d a­ y an m ad an çizmemek, d u y g u lara ve h are k etle re kaldıram ayacakları y ü k ler taşıtriıam ak tır. B u biçim ta sv irle r B alzac’t a çoktur, am a öl­ çüsüz değildir. B u rad a yap ılacak ilk iş, p a rç a la rı y a rg ıla rla birbi­ rin e perçinlem ektir. N esir an c ak bu yolla kurulur. B undan ötürü, düşünce h e r y an d a kendine b ir tu ta m a k a ra r. Şiirde ise ritim bizi tu ttu ğ u için, ta sv ir b ir çeşit eklenti o la ra k bulunur. O nun için, ta s ­ v irin p arç asıy la b ir bilim olm ası ve y arg ın ın b ir p arç ay ı ö tek i­ ne b ağlam ası gerek ir. B u konuda ta s v ir çözüm lem elerini k a rşıla ş­ tırm a k y a ra rlı olur. Ö rneğin B alzac y a d a S tendhal’in tasv irlerin i nesnelerin yalnızca dış görünüşünü y a n sıta n öbür edebî resim lerle, sözgelişi Flauberjt’in S alam m bo’sundaki H a rta c a ta sv iriy le k a rşıla ş­ tırm alıd ır. H e r n esir yapısı öncelikle düşünceye dayanır, düşüncey­ 48

e d e b iy a t

üstüne

le örülür. H arek e tli im geler bu m erkezin çevresinde toplanır. D ü­ şüncenin b u rad a m addeyi ve gövdeyi m eydana g etird iğ i ileri sü rü ­ lebilir. O ku run bu rad ak i direnm esi y ak a la n am ıy an soyut fo rm ü l­ le ri düşüncelerle k a v ra m a ğ a çalışm asından gelir. B alzac’la S tendh a l bunu iyin anlam ışlardır, A lençon y a d a V arrieres gibi şehirleri hiçb ir coğrafyacının becerem iyeceği şekilde ta sv ir etm işlerdir. D ik k ate değer b ir n o k ta da, bu ta sv irlere im gelem in önce k a ­ rışm am asıdır. B undan olacak, ta s v ir ilkin biraz soyut gelir; öyle ki, in san y a rg ıla rd a n b aşk a b ir şey görm ez onlarda. A ncak so n ra­ dan a n la tık içinde nesneler belirir. A m a b ir görünüm o la ra k y a d a şu ra y a b u ray a gelişi giizel serpilm iş o la ra k değil, h a re k e t eden ki­ şinin çevresinde dolaşarak, onunla b irlik te gözüküp kaybolarak... E ylem bizi sürüklediği için im geler b ir an d a canlılık kazan ır. O ku­ m asını bilm iyen kim selere b ir bakın, göreceksiniz ki, h a re k e tin n e­ reye v aracağ ım kestirem ediklerinden dolayı ta sv irle r o n la ra soğuk gelecek; ay rıca, ta sv irleri iyice izlem ediklerinden dolayı d a h ik â ­ yedeki h a re k e t çıplak görünecektir. D u y g u lar eylem den d oğarlar, a m a o n la r dahi nesneleri a r a r ­ lar. İ ş te b u ra d a n esrin b ir y asasıy la k arşılaşıy o ru z : B u n a göre, dö­ n ü şler ve g eri dönüşlerden sonra, h e r şey aynı za m an d a o rta y a çık­ m a k zorundadır; yoksa şa irin ritm i h a re k e ti köstekler. A rtık , nesirle şiirin birbirinden n asıl ayrıldıkları, birbiriyle n a ­ sıl ç a tıştık la rı yeterince anlaşılm ış olsa g ere k ir. Böylece, y az aıın m istid ad ı ne o lu rsa olsun, didak tik b ir şiirle ritm ik b ir n esrin nasıl ayn ı ölçüde çekilm ez oldukları da açıklanm ış dem ektir.

RUH DURUMLARI m

| Ç y aşay ışla ilgili b irta k ım k a tı ö n y arg ılar vard ır. N itekim , k ü ltü rlü birçok kim seler, kö tü yönetilen b ir felsefeye k ap ı­ la ra k , iç y aşay ışın — anıların, duyguların, d ü şü n celerin — d u y u ­ la r çalışm adan oluşup g eliştiğine inan ırlar. D üşündükleri şeyi bil­ m ek ve d u y d u k ları şeyi iyice ta d m a k am acıyla gözlerini sım sıkı y u m a rla r ve D escartes’in isteğine u y a ra k k u lak ların ı tık a rla r. O ysa, Ideblyal O ı t l n T : 4

49

ALAIN tu tk u ları s u stu ra ra k bu durum u y a şa tm a k büyük b ir y arg ılam a gücüne bağlıdır. E ğ e r insan, bunu unutup da, hiçbir şey algılam aksızm y aşam a ğ a k a lk a rsa nesneler gibi duyg u larla düşünceler de kaçıverirler. N esneler algılanm ayınca (id ra k edilm eyince), im gelem (m uhayyile) u za ğ a gidem ez. Ç ünkü düşüncelerim iz dış dünyanın a l­ gılanm asına dayanır. Y oksa, sözcüklerle başb aşa k alırız; düşüncele­ rim iz g ittik çe yoksullaşır, o r ta k b ir kim liğe bürünür. D üşüncesiz duygu bedenin durum unu k a rm a k a rışık k a v ra m a k ta n öteye gidemez. B u çeşit b ir düşünce ise k u ru n tu y a yol aç ar. Sözün kısası, duygu an cak düşünceyle v a r olu r ve biz a n c a k nesnelerle düşünürüz. O nun için, bireysel (ferdi) düşünüş diye adlandırılan iç yaşayış, d ış dünya ile b ağıntılı b ir g ö rü ş biçim ini ve d ışa rıy a açılm ış pencereleri g e re k tirir. A ncak böyle b ir gözleyiş y ard ım ıy la a n ıla r uyam r, d uygular filiz v erir. A slında, h ü lyanın ta d ı ta b i­ a t sevgisinden ayrılm az. N esnelere, hatt& solm uş b ir çiçeğe d a­ h i aşırı değer veren kim seler — yani ta b ia t â ş ık la r ı— bunu iyi bilirler. F a k a t y a z a rla r çokluk y an ılırlar bu konuda, beylik düşün­ celer içinde kaybolurlar. Çünkü, te k b aşına kalm ca, zenginleşm ez Sözcükler, tersine, yoksullaşır. O nun için, d u y g u larla eylem lere des­ te k o lm ak üzere, b ir y az arın hiç görm ediği b ir ülkeyi an latm ay ı denem esi doğru değildir, toyca bir davranıştır. Dış dünyadan yok­ su n h e r şey zay ıf ve dayanaksızdır. Bu aç ık la m a lar y er tasv irlerinin tecrübesiz o k u rla ra neden bi­ ra z uzun, h a ttâ biraz sıkıcı geldiğini yeterince g österiyor. A yrıca, tak litç ile rin g erçek te a ra ç olan bir şeyi nasıl am aç o la ra k ald ık ları­ nı ve ro m an ı yolculuk için enikonu b ir kılavuz kim liğine so k tu k la­ rım d a g österiyor. A slına bakılırsa, bu ölçüsüz ta sv irle r o k u ru n ikinci kez kapılm ıyacağı sa h te vaadlerdir. V adideki Z am bak y a da B e a trix gibi güzel eserlerde bile tasv irle h az ırlam a ilk o k u y u şta insan ı b iraz y o rar; bu yüzden dram ın p arıltıla rı hiçbir şeye ra stla m ıy an b ir ışığ a döner. B undan olacak, güzel ro m an lar güzel resim ­ lerd en d ah a güç tanınır. N itekim , y u k ard a adı geçen ik i ro m andan b iri tanınm ış, öbürü ise tan ın m am ıştır. G erçekte an ıtla ra , heykel­ lere b en zer rom an, sık sık görülm ek, a ra n m a k ister. H erb iri bir düşünceyi, b ir duyguyu ta şıy a cak olan bu a y rın tıların değeri o z a ­ m an an laşılır; yeniden okununca en k ü çü k çizgilerde bile b ir önsezi g ö rü lü r. Sahici rom an ş a ş ırta ra k hoşa g itm eğe kalkışm az, ta sv ir­ le r o n a yeter. 50

E D E B İY A T Ü STÜ N E Ş u ra sı a s ık tır ki, istenildiği k a d a r do ğ ru ta s v ir edilsin, nesneler gene de eşyanın asıl ğergekliğine, sağ lam lığ ın a v arm a zla r. O k u ru n on­ la rı h an g i an lay ışla gördüğünü b elirtm ek g erekir. B elki d u y g u lar düşünceleri ça ğ ırırlar, a m a d u yguların değildir bunlar, nes­ nelerin düşünceleridir, gerçek düşünceler... D u y g u larla düşün­ mede, m istiklerde görüldüğü gibi, in sa n çab u cak saçm alam a­ ğ a başlar. N esnelerle düşünm ede ise dış d ü nya d u y g u la n düzenler, güçlendirir. G erçek h a y a tta a ş k eşy ay la ilgili dü­ şüncelerin değiş tokuşuyla a r ta r ; f a k a t ro m an d a düşüncelerin h e r şeyden önce yakalayıp çekm esi g e re k ir bizi. O ku ru n ro­ m an k ah ra m an ıy la birlikte duyabilm esi d ah a önce onunla b irlikte düşünm üş olm asına bağlıdır. B undan ötü rü , bir insanın d u y g u la n a n c a k düşünceleri içinde tanınır, düşünceleri yard ım ıy la öğrenilir. E lbette, a ra s ıra ta rtışm a la rd a işittiğim iz gibi, duyguların so ğ u k ve soy u t k a v ra m la ra indirgenm esi dem ek değildir bu. U nutm ıyalım ki a ş k bile y arg ıyla, düşünceyle aydınlığa kavuşur. Ç ünkü a ş k eğilim ve h a re k e t d em ektir ve çoğun beylik düşüncelerle gelişir. R om an o k u rk en düşüncelere y a s la n a ra k kendim i k işilerin yerine koyarım , giderek, onlarm gizli yaşam ım ve iç dünyasını m eydana g etiren n es­ nelerin, eylem lerin ve duyguların persp ek tifin i o rta y a çıkarırım , ro­ m an la ta rih in ayrım ım a n la n m . T a rih i b ir oyuncu o la ra k değil de b ir seyirci o la ra k okuduğum için, k işiler nesne gibidirler karşım da, düşünceleri hem soyuttur, hem de o k u rk en kurd u ğ u m düşünceler­ d en ap ay rıd ır. B u yüzden, ta rih te düşüncelerin yerini söylevler alır; düşünceye y aslanm adan hikâye etm eğe kalkışıldığı za m a n rom an­ d a d a aym şey olur. F a k a t y a z a r kişileri an lattığ ı gibi, kendisini o n la rla birl:’'t e düşünm eğe, elinden geldiğince o n la r gibi o lm ağa iten şeyi a n la tm a ğ a başlayınca ta rih de rom an haline gelir. K al­ dı ki, h e r şey eylem le h are k ete geçtiği ve p ersp e k tifler değiştiği için, seyircinin (okurun) alg ılarıy la ta rih te k i kişinin a lg ıla n a r a ­ sında çok ay rım vard ır. Sözcüklerin yalnız b ir o k u ra sunabildiği b ü tü n gerçek, eylem e bağlı olan bu görüntülerdir, ö y le de olsa, ben, b u rad a k i çok güçlü beylik düşünceleri yenm esi için o k u ru n çok sa ­ bırlı olm asını istiyorum .

51

T İ Y A T R O

Tiyatro oyunları

DUKÇA akıllı ve tecrübeli b ir k a ­ dın tanım ıştım . Işıksız yerlerdeki oy­ m a la ra bakm ayı hiç sevmezdi. O nla­ rın kıpırdadığım görm ek ten k o rk a r­ dı. Bilgiç kişiler, «öyle am a, oy m a­ ların ta h ta d a n yapıldığım biliyordu,» derler. D esinler. B ir kızcağız, geceleyin k o rk a r ve u y kusu k a ç a r; çünkü pencerenin perdesinde y a p ra k la rın gölgesini o y nark en g ö r­ m ü ştü r. Gerçi, rü zg â rın d a lla n sallam asından ileri geldiğini b ilir bunun, a m a gene de k o rk ar. N asıl ki, başı dönen kim se, k o rk u lu ­ ğ u n sağ lam olduğunu bildiği halde gene de k o rk arsa.. N asıl k i p ek bilge b ir k işi d a r b ir k a la s üzerinden geçerken, k u ru n tu y a k ap ıla­ rak , sırtü stü düşerse... H iç kim se düşün, k u ru n tu n u n g etird iğ i te h ­ likelere dayanam az. A slı ara n ırsa, b ütün k o rk u la r da b ire r k urtın54

E D EB İY A T Ü ST Ü N E tudur, k u ru n tu d an çıkm adır. K o rk u lan şey b aşa gelince, a r tık k o r­ k u y ok tu r, acı vard ır. K orku, ürkm e, k ay g ı hep bizden gelir, dı­ şa rd a n d e ğ il! E şy an ın b u rad a sözü geçm ez. B ü tü n d ram içimizded ir; buyruklarım ızı um ursam adan, h a tta o n la ra k a rşı bin tü rlü h a ­ re k e ti b aşlatan ve d u rd u ra n bedenim izdedir. Bize, y anlış in an çların a te ş ve dem irden d ah a çok k ötülüğü dokunm ası d a bundandır. Gelgelelim, inançla kork u n u n n asıl birbirine g eçtiğini g ö ster­ m ek de g ü çtü r. Çocuğun b iri b ir oyun bulm uştu : K u rt postu n u n a ltın a giriyor, d ö rt a y a k ü stüne kalkıyor, ulu m ağ a başlıyordu. G er­ çek te bu oyunu sevm iyordu. B u rad an da anlaşılıyor k i k o rk u - oyun yoluyla d a olsa - insanı yakalıyor. E l yüz h a re k e tle ri bu bak ım d an ilgi çekicidir. N itekim sözü geçen çocuk, kendini ko rk m u ş g ib i g ö s­ te rirk en , sonunda sahiden k o rk u y a kapılır. Böylesi o y u n la ra h e r y a ş ta ra stla n ır, özellikle çabuk alevlenen kim selerde sık g ö rü lü r; çünkü öfke onlard a korkuyu y akından izler. M ontaigne, yüzlerini boyayıp so n ra da bundan ü rk en çocukları düşünm ek için d u rduğu zam an ta m ü stüne basm ıştı. B inicilikte bunu iyice gördüm : K ötü sü v ari hem a tı k o rk u tu r, hem de ü rk m ü ş a tta n k o rk ar. D em ek ki önce biz kendi kendim izi korkutuyoruz, so n ra da hayvanı. Y anlış inançların, b a rb a rla rın tu tk u la rım aç ığ a v u rd u ğ u söyle­ niyor. G erçekten de, güneşin tu tu lm ası y a d a k u y ru k lu yıldızın k ay ­ m asıy la ilgili yanlış bilgiler, b ir topluluğu k o rk u d an h a s ta edebi­ lir, h a tta çıldırtabilir. Ö te yandan, k o rk u n u n çocuğu olan k a rg a şa ­ lık da, k o rk u y a ra tm a k ta n g e ri kalm az. T u tk u larım ız işte bu çem ­ b e r içinde h a re k e t eder. B undan ötürü, çokluk söylendiği gibi, tu t­ k u la rın yalnızca yanlış in an çlard an doğduğunu sanm ıyorum . Ger­ çi T a n rıla r ve h ay aletler kendilerine inanıldığı için k o rk u v erir­ ler, a m a insanoğlunun k o rk tu ğ u için o n la ra inandığı da açık tır. B ü tü n h u rafelerde bir oyun payı vard ır. T iy atro d a d ahi seyirciler oyunla aldatılır. G erçeğin o rta y a konm ası k o rk u doğurur, f a k a t k o rk u d a b ir g erç ek tir. K onuştuğum b ir kadın m ucize görm ek ten çekiniyordu, üstelik, haksız da değildi. K o rk an la k o rk u ta n a ra sın ­ da, ikisini de değiştiren, karşılık lı b ir alış veriş •bulunur. B ununla birlikte, k o rk u sa lm ak için, eşyanın ille de yüzünü b u ru ştu rm ası zorunlu değildir; k a ra n lık gece belirsiz b ir gölgeden d ah a çok k o r­ k u verebüir. D in duygusu, —doğuşundaki b asitlik dolayısıyla—, k o rk u n u n ü rü n ü değilse, belki de gerçekliği o rta y a çık an la m ıy a n b ir v arlığ ın ürünüdür, in sa n la r k o rk u nedir bilm eden yüzyıllarca 65

ALAIN y aşad ılar, dış nedenlerden ötUrii değil, yalnızca vücutlarının h a re ­ ketlerin d en ö tü rü k ay g ıy a kapıldılar, ü züntü çektiler. F a k a t, b ir g ü h gelip de, büyücülerle fa lc ıla r o rta y a çıkınca, —tıp k ı k u r t oyu­ n u n d a olduğu gibi—, o n la rla inasanoğlu ara sın d a b ir k o rk u boy a tm a y a başladı. B üyücü in a n d ırarak eğleniyor, b aşk aların ı d a eğ ­ lendiriyordu. B u kom edi dram la bitiyordu. Kom edi sözcüğünün g ü l­ m e ve ağ la m a üzerinde h â lâ hükm ünü sürdürm esi de bundan olsa g e re k tir. O la k i ilk h ey k e ltraşm y ap tığ ı heykelden ödü kopm uştur. öyleyse, S a n a t dinden d ah a eskidir.

OYUNCUNUN SA N A TI 0

Ü TÜ N sa n a tla rın kendine özgü bir s i m vard ır, am a oyuncun unki bunların en gizlisi olsa g erek tir. İlk a k la gelen ve in ­ şam y an ılta n düşünce şud u r : Atytör öfkeyi, ko rk u y u ve u m utsuz­ lu ğ u g erçek te olduğu gibi canlandırm ak zorundadır ! Ö yle de ol­ sa, p ek k olay b ir şey değildir bu. T iyatrodayken âyinde gibiyizdir. Y apacağım ız ilk iş belli h are k etle ri usulca y erine g etirm ek ve iz­ lem ektir. Ş aşırtıcı, ikircikli, şiddetli h e r şey y ad ırg a m a ve ay ıp la­ m ay la k arşılan ır; tepkiye, h a tta gülüşm elere yol açar. G uitry, «M onsieur Pi£gois»da yerinde b ir h a re k e t bulm uştu. Kolu k an ad ı kırılm ış b ir adam ı çekiyor, o n a biraz u m u t aşıla m ağ a çabalıyordu. B aşına genişçe b ir şa p k a yerleştiriyor, adam cağız ise k ıp ırd am ad an ona boyun eğiyordu. S onucun tra jik olm ası g ere k i­ yordu, fa k a t şap k a te rs giydirildiğinden salon gülm eye başlıyordu. Ç ünkü çift anlam lı, ik i y a n a d a çekilebilen b ir belirti vard ı o rtad a , hem de tehlikeli b ir belirti... Tıpkı, genç prensesin o ünlü k o şu k ta söylediği gibi : «H ükm etm eğe çağırıyor beni.» O ysa yanlıştı şairin tutu m u . T iy atro d a iki şeyi b ir a ra d a ve bir an d a söylem ek sak ın ­ calıydı. M ounet Sully, «Oedip» te tra jiğ i geleneğe göre düzenlenm iş h a re ­ ketlerle elde etm işti. Gene, aynı ak tö r, «H am let»te birdenbire id m an yapıyor ve a ra d a b ir gülüyordu. H erk es de bilir ki, sahneye sahi­ 56

E D EB İY A T

üstüne

den kızm ış y a da üzülm üş birini ç ık a rm a k doğru değildir. N eden derseniz, tu tk u la rın doğal b elirtileri çeşitli an la m la ra g elir de on­ dan. Acının y a da sevincin son k ertesin e çıkm ış b ir insan sa p ıtı v e­ rir. O nu g ö ren seyirciler de şa şırm a k ta n kendilerini alam azlar. N ed ir ki, böyle b ir d av ran ış tiy a tro y a gitm ez. D ah a çok h alk to p la n tıların a uygun düşer. Sık sık görüldüğü üzere, öfke y a da hınçla dolu biri k ü rsüye fırlayınca, işte o zam an, belagatın, güzel konuşm anın güçsüzlüğü o rta y a çık ar. T u tk u lu kişi çab u k konuşur, söyledikleri anlaşılm az. Ü stelik, vücudun h a re k e tle ri ile yüzün gö­ rün ü m ü uyuşm az, bundan ö tü rü an latım herk esin kendince okudu­ ğ u b ir m etne döner. D uygu birliği bozulur; alkış, y u h a ve a la y yan. y an a y ü rü r. Sonunda gülm e hepsini b a stırır, k arg a şay ı, am açsız ve ü zü n tü lü duygulanm ayı y a tıştırır, ö y le ki, olup bitenlere b a­ k a ra k , b ir h atiple b ir a k tö rü n ne gibi özellikler taşıy acağ ın ı ta sa rlıyabilirsiniz. H er ik i s a n a t da an laşılır olm ak zorundadır. E n bü­ yük dehanın bile, bu zorunluğa uym ası gerek ir. A slı a ra n ırsa , ti­ y a tro ile b elâg a t gibi, b aşına b u y ru k öbür sa n a tla rı d a toplum un m eydana g etird iğ i ileri sürülebilir. G erçekten de a n latım a çeki dü­ zen v eren to pluluktur. T opluluk işa re tle ri a r ıta r a k g e ri çevirir. Onun için, şiir ile m üzik —tiy a tro d a n ay rılm azd an önceleri— şim di­ kinden d ah a insancıl idiler. Ş u rasın ı da belirtm eliyim : O yuncu hatib d en tu tk u la rım diz­ ginlem e sa n atın ı öğrenebilir. G erçi h a tip tu tk u la rla u ğ raşır, a m a o n la ra baş eğdirm esini de bilir. B ir yolunu bulur, tu tk u la rd a n sıy rı­ lır; b una karşılık, şiirsel denebilecek düzenli ve uyum lu b ir çoşkuy a b ıra k ır kendini. O yuncuya gelince, o da, uy g u n konuşm a biçi­ m ini bulm alı ve ta k lit yoluyla doğal b ir deyiş a ra m a k ta n sak ın m a­ lıdır. Y oksa, çok korkulu b ir tu z a ğ a düşer : S ıradan b iri g ib i konuş­ m a ğ a başlar. Oysa, oyuncu b a ğ ıra ca k yerde şa k ım a k zorundadır, nasıl k i h a re k e t edecek yerde de ra k se tm e k zorundaysa. T iy a tro ­ daki eylem eylem den çok oyuna yakındır. B ir h an ç er v u ru şu n u tem ­ sil etm enin dahi b ir yolu yordam ı vard ır. Y azık k i u nutuldu bu ilkeler; an cak tiy a tro y a düşkün ve güzel trajed ilere tu tk u n bazı iyi in sa n la r onların sonuçlarını h â lâ ö ğ reti­ yorlar. M utlu b ir çaba. D uym ak, sevm ek, tiksinm ek tiy a tro d a öğ­ renilir. T iyatro, duyguların okuludur.

57

TİYATRODA BULAŞICIL1K ■

| Yİ okum uş birine tiy a tro d a n gıkarken rastladım . A z önce k a ­ b a b ir oyun görm üştü. F a k a t, birazcık buluşla bunca insanın güldürülm esine h a y ra n kalm ıştı. B ana, «nasıl oldu, tasarlıy am azsınız.» dedi. «P iyesteki k a h ra m a n la rd a n birinin adı G âsaPdı, B ir b aşk a k ah ram an , bundan y a ra rla n a ra k , b ir evi g ö s te r d i: İşte, Cé­ s a r çıkıyor, dedi. B a sit b ir sözcük oyunu, ö y ley k en b ü tü n salon g ü lm ek ten kırıldı. B en bile h erk e sten çok güldüm . H em de k a tıla k atıla . A çıklanam ıyan b ir durum . T iy a tro dediğiniz de bu değil m i ?» B u olay, benzeri birçok olayları h a tır la ttı bana. T iy a tro d a ağlıy an in sa n la r gördüm . G erçi y u fk a yürekli, gözü yaşlı kim seler de­ ğillerdi, a m a gerçekle p ek az ilgili u y d u rm a hikâyeler, h a y a tta k i büyük ve acı o laylardan d ah a çok coşturuyordu onları. H erk es g ib i ben de, oldum olası, tiy a tro n u n doğurduğu bu co şkunluklara h a y ­ r a n kalm ışım dır. B unun nedenini an c a k şim di anlıyorum , a n la r g i­ bi oluyorum . T iy a tro d a bizi etkiliyen, duyguların bulaşm asıdır, seyircilerin birbirini ta k lit etm esidir. N itekim , bir yol esnem eye görün, size ba­ kan, h a tta bakm ıyan h erk es esnem eye başlar. B iraz so n ra esnem e b ü tü n salona yayılır. N eden ? B enzerlerim izin harek etleıin i te k ­ ra rla m a k gibi kolay bir alışkanlığım ız v a rd ır da ondan. B u yön­ den alın ırsa gözü peklik k a d a r ödleklik de bulaşıcıdır. G ülüşm elerle ağ laşm ala r da öyle. İkisinin de bulaşıcılığı sınırsızdır. B ir k ez gülüm seseniz, bin b ir gülüm sem e b elirir yörenizde. G ülüm sem eler, bulaşıcılığı dolayısıyla, sonunda sizi de güld ü rü r. U fa k sebebler d a­ h a etk ili o lu r bu konuda. O nun için, d ram y a d a kom edi y az arın a düşen yalnızca şud u r b u rad a : O ldukça b a sit ve açık a ra ç la rla y a­ lın ve belirli b ir coşku (heyecan) y a ra tm a k . T iy a tro d a ince duygu ay rım ların ın pek etkisi olm az. A yrıca, oyuncuların birdenbire g ül­ m eden ağ lam a y a a tla m a la rı da tehlikelidir. R om antik d ram d a y a d a b u rju v a kom edisinde acıklı yerlerin çılgın k a h k a h a la ra yol aç­ tığ ın ı çok görm üşüm dür. İncelikleri yönünden d ik k a te değm iyen s irk eğlencelerini, şa58

E D EB İY A T Ü ST Ü N E k a la n düşünüyorum . A caba, o n la n n da m ı gücü seyircilerin kargı k arg ıy a oturm asından, y a n y a n a bulunm asından geliyor ? Gülme­ lerin yaygınlığı d a m ı bu yüzden böylesine kolay oluyor ?

• TRAJED İ VE A L IN YA Z ISI R A JE D İ o rta k la şa m u tsu z lu k ta n g ö ste rir bize, a m a b irer nesne o la ra k ve a ra d a bir g ö rü ş uzaklığı b ırak a ra k . A z çok aç ığ a v u ru lm uş alınyazısı düşüncesi, öteden beri- d ram ın isk eleti­ dir. Seyirci an c a k onunla korkudan, d ah a da kötüsü, bir y an ı tu t­ m a k k o rk u su n d an k u rtu lu r. O nun için, şairin gösterdiği sü re ve olay içinde sona erm esi g e re k ir dram ın. E sk i ta rih in tiy a tro y a p ek yara şm ası d a bundan olsa gerek . N itekim , geçm iş ç a ğ la rın ü nlü m u tsu zları önceden yeterince ta n ın ır; za m a n tam am lan m ıştır on­ la n n serüvenlerini; bu yüzden, k o ltu ğ u n a o tu ru rk e n d u rg u n d u r se­ yirci; çünkü nereye varacağını, çağından ve kendinden ne değin uzak laşacağ ım bilir. Böylece, za m a n h e r trajed in in başlıca kişisi d u ru m u n a gelir. B undan ötürü, tr a jik tiy a tro d a, süre ve ölçü yö­ nünden, za m a n birliğini sav u n m ak doğrudur. Özellikle, güneşe ve yıld ızlara g ö re a y a rla n a n zam an ölçülerinin b u rad a önem i büyük­ tü r. T arih in en ilgi çekici gecelerinden birinde, C assius’u n kılıcıy­ la u zak laşan yıldızlan g österm esi yerindedir. în sa n d u rm ad an s a a t­ lerin ilerleyişini duym alıdır. T u tk u la n kam çılıyan ve istenildiğinden d ah a çab u k o lg u n laştıran dış zorunluğu sezm elidir. G erçi dilekleri­ mize, k ay g ılarım ıza ald ırm ay an zam anın yürüyüşü, sonunda su s­ tu r u r tu tk u la n , a m a tra jiğ i sürdürm eği de sağlam ış olur. A slı a r a ­ nırsa, d ram şairinin de a rk a s ı kesilm iyen ve hiç beklenm iyen k ap ­ risli h are k etle re boş verm esi g erekir. Ç ünkü tu tk u la n n za m a n zin­ ciri ü stü n d e gelişm esidir önem li olan. B u bakım dan, «her tra je d i­ nin m addesi tu tk u la r, biçim iyse zam andır,» denebilir. B undan dolayı, tu tk u la n n zam anı nasıl doldurduğunu incele­ m ek yerinde olur. A lınyazısına d ay an an b ir düşünüş altında, önce 59

ALAIN b u y ru k la r ve öngörüşlerle, so n ra b elirtiler ve düşlerin yorum uyla, d ah a çok da önseziş ve önbilişlerin etkisiyle tu tk u la rın nasıl hız­ la g eliştiğini gözden g eçirm ek g erekir. «M acbeth, kıral olacaksın !» B urada, önceden bildirdiği şeyi g erçek leştiren diizme kehaneti, bu sonuncu ve g erç ek k eh an etten ay ırm a k zorunludur. A m a, ikisi arasında, O edipus’ta olduğu gibi, yalnızca eylem leri bildiren, f a k a t ru h u ilk itişte k ehanetin beklenen sonucunu benim sem eğe h a z ırla m a k ta n da g e ri kalm ıyan b ir önsezişin y e r aldığı da unutulm am alıdır. Böylece, k u tsa l b ir önduyu ve korku, önceden k ara rla ştırıld ığ ı üzere, b ir zam anı bir b aşk a z a ­ m an a, y an i kaçınılm az’a bağlar. İşte, bu derin ve eğem en duygu dram ı yeterince besler. B undan da, d ram d a aslolan şeyin, dram ın kendisiyle yetinm esi ve b ir nesne y a ra tm a sı olduğu iyice anlaşılır. S ağ lam b ir sonuçlar zinciri m eydana g etiren bu cezalarla arm a ğ an ­ la r d a buna y ard ım ederler zaten . Yoksa, yapılacağı bilinen ve a r ­ tık o n a n la m ıy a n b ir eylem i gözlem ekle yetinm ek ad a le t düşünce­ siyle bağdaşam az, öyleyken, ikinci sırad a n d ra m la r a h lâ k ve siy a­ s e t tezleriyle h oşa gitm eğe çabalaı d u ru rla r. Tıpkı, bize erdem i (fazileti) salık veren y a d a gülüp eğlenm eyi öğütleyen kö tü tablo­ la rın y ap tığ ı gibi. Oysa, g erç ek resim gibi g erç ek tiy a tro d a bu çe­ şit a ra ç la rla hoşa g itm eğ i düşünm ez pek. D üşünürse, eserler an ­ lam larım y itirir o zam an, yalnızca v a r o lurlar, o k ad a r. Çünkü, tr a jik eserler, zam an la k u rd u k ları sıkı b a ğ la n tıla r dolayısıyla t a ­ m am lanm ış b ir çalışm a ve k arışm am ış b ir nesne k o y a rla r o rta y a : Y arg ıla n ac ak olan da budur. K onuşm aya gelince, d ram ın en belirgin, en aç ık a ra c ı odur. B ü tü n m utsuzluklarım ız, tu tk u larım ızın sonucu oldukları k a d a r bu k o n u şm aların da sonucudurlar. T u tk u la r k o n u şm alarla kendi g e­ lişm elerini ve oyunlarım b elirtirler. E ğer, konuşm anın yerini biı m a n a stır sessizliği alırsa, o zam an, tu tk u la r alabildiğine çıp lak la­ şır ve sam an alevi gibi yanıp sönerler. Sözlerse direnerek k arşılık beklerler, d aha doğrusu, karşılığ ı çağ ırırlar. O rta k la şa yaşam ad a b elâg a t kolayca sa y ık lam ay a dönüşür. B erek et versin ki, u n u tm a hem en hem en b ütün hazırlıksız konuşm aları alıp g ö tü rü r. Gelgelelim, tra je d i sa n a tı k o nuşm aları düzenler, istenilen biçime sokar. Böylece, tu tk u la rın çılgınlığı sa n k i k u tsa l b ir elle düzene konul­ m uş ve o la y lar bildirilm iş gibi olur. «Babasını ald attı, kocasını da aldatacak ! » D esdem ona için

60

E D EB İY A T Ü ST Ü N E Y ago’n u n söylediği bu söz, hiç duyulm ayan y a d a çok geç duyu­ la n sözlerdendir. N e o lu rsa olsun, tiy a tro d a tu tk u te k b aşın a z a ­ m anı doldurur. D ik k ate değen no k ta, bu bağlanm ayı seyircinin sezm em esidir. Seyirci, an c ak k ü çü k nedenlerle geçen doğru y a d a g e r­ çek b irk aç büyük olayı k a v n y a ra k a n la r bunu. G örüldüğü üzere, tiy a tro n u n h a y a ta benzem esi için çok şey g e­ rek m ek ted ir. H a y a tta h erşey gizlidir, h erşe y k a ç a r elimizden. Ç ün­ k ü h ay at, S hakespeare’in de dediği gibi, düşlerle aynı k u m a şta n d okunm uştur. T iy atro n u n ise b am b aşk a b ir dokusu vardır.

KOMEDİ D ERSLERİ K U R L A R I belki de yeterince ilgi çekm em iş bir k a rşıtlık üze­ rinde, o r ta y a da h afif kom edi ile büyük kom edi arasın d ak i a y n lık üzerinde düşünm eğe çağırıyorum . B ir toplum oyunu olan o r ta komedide, ta şla m a la r çokluk bilinen b ir kişiye yöneltilm iştir, bunlar, ta tlılık la söylenm iş b ir çekiştirm eyi aşm az, düzeni bozm az. T aşlam alar, hem en hem en hep kişilere bağlı terslikler, k ötü raslantılard ır, çok geçm eden düzeltilen yanlış anlam alard ır. Gelgelelim, ol­ du k ça düzenli görünen bu beraberlikten —üzerinde düşünülürse— ta s a verici b ir y a rg ıy a v arılır. Öyle ki, insan a r tık neyin savunul­ duğunu ve neyin savunulm adığını çıkaram az. N eden m i ? B a şarı­ n ın tu tk u la rı dizginlem esi için h erşey u sta lık la düzenlenm iştir de ondan. D oğrusunu söylem ek gerekirse, m u tlu b ir alınyazısıdır bu­ r a d a hükilm süren, çok iyi k u ru lm u ş b ir dünyada bile y an ılg ılarla a h k h k la n n büsbütün önlenem ediğini g ö ste re rek bilgenin süngüsünü düşü rm ek isteyen b ir alınyazısı... B üyük kom edide ise, öteden beri hep ay n ı şey g ö rü lü r : B ütün yaşlı k o ca la r boynuzlu, b ü tü n u şak ­ la r düzenbazdır. B u d u ru m s e rt ve ayrım sız b ir biçim le b elirtilir; san k i, S a ta n öyle istem iştir. B u n a karşılık, gençlik ve a ş k tık ırın ­ d a y ü rü r; hem de gülüm seyen b ir sarhoşlukla; d u y g u lar b ir yansı­ lam an ın (parodie’nin) konusu (nesnesi) im işçeslne, zevk b ir kıra! g ib i s a lta n a t sü rer. H akçası, bu g ö rü n ü ş gündelik y a ş a y ışta olup b iten lere p ek benzem ez. Ç ünkü g ündelik y a şa y ışta h erk e s duygu*

61

ALAIN la rın ı iyice gizler. Ö rneğin, cim ri sa d a k a dilenir, agık m ira sı düşü­ n ü r. B u dış gö rü n ü şü n yum uşatılm ış tasv iriy le o r ta kom edi b ir an h o şa g itm esini bilir. B üyük kom edi ise o rta lığ a çeki düzen verm e­ ğ e çalışm az; köpeksidir, am ansız, saygısız, kandökücü. Gene de, şu rası ilgi çekicidir : Bilge y ara lan m a z bunlardan; tersine, h erk es gibi o da, b u n la rla hafiflem iş, um utlanm ış, k u rtu lm u ş olur. O rta k ­ la şa a h lâ k ş a ş ırtır insanı, yolundan eder, a m a g erç ek a h lâ k sahne­ y i ay d ın latır. A h lâk tem izliği ik i yüzlülükle lekelenm em iş tu tk u ­ la rd a belirir. N itekim , u su n b ir y a n a çekildiği b u oyunda, kim se edepsizliğin cim riliğe, F ig a ro ’n un B a rto lo 'y a cevap verdiğini gö­ rün ce şaşırm az. A şk bile bu y ak ın laşm ay la ve kişiyi sürükliy en bu acı tu tk u y la kendini hafiflem iş duyar. Sözü geçen o yersiz böbür­ lenm e bile o na dokunm az; h a tta , onda ta b ia tın tatlılığım ve k a h ra ­ m a n ca tasasızlığım bulur. D ah a uygun bir deyişle söyliyelim : K om edide g ü n ah diye b ir şey y o k tu r; g ü n a h a n c a k iki şey a ra sın ­ da, u s ile ta b ia t a ra sın d a v ard ır. G ençlik ile sa flık bu am sız ve öngörüsiiz sevgileri süsler. S h akespeare’de örneklerini gördü ğ ü m şu biçim a ş k söylevlerine bayılırım : «Çılgın Jessica, sözlerine inanm ıy an sevgilisine ayışığında and içti : O nu ölünceye dek sevecek­ ti.» B a n a öyle geliyor ki bu h afif konuşm aları y az ark en şair, a ş k ­ la eğlenm ektedir. İn sa n hem iyi yürekli, hem de g erçek ten âşık olur d a az ko­ nu şu rsa, sey rek görülen, büyüleyici bir erdem le donanm ış dem ek­ tir. Çok k o nuşan k a tı yüreklilerin, h a tta içten (sam im î) olan lan m n d ah i b aş v u rd u k ları y a la n la ra k a rşı bu erdem i bir çeşit ihtiy atlılık sayıyorum . Sahici aşkın hâzineleri sonsuzdur. A şk a sla hesabım tu tm a z bunların. N itekim , hep v aad ettiğinden fazlasın ı v erir. Geceleyin m erdivenden tırm a n a ra k sevgiliye g itm eler de g ö ste rir bunu; hem de andlardan, yem inlerden d ah a iyi gösterir. Z aten aşık ­ la r kırılm ası kolay b ir sevginin bekçisi sa n ırla r kendilerini; sevilm e­ ğ e lây ık olm ak için çırpınıp d u ru rla r. Gençliğe güvenm enin büyük sırrı ve onu korum anın yolu da b u rad a saklıdır. O rta kom edideki a ş ık la ra gelince, düz bir gelecekten ve gelirli b ir a ş k ta n b aşk a şey­ leri y o k tu r onların. D ah a d a iyisi; bu boşuna büyüklenm e ile bu çıplak tu tk u la r ve bizi olabileceğim iz g ibi gösteren bu p o rtre le r güvenlik s a la r içim i­ ze, k u rtu lu ru z. B u 1gülm elerle yenilenir, bütünlenir, dinçleşiriz; ken ­ dimize geliriz. C im rinin tiy a tro y a gitm ediğini söyliyeceksiniz; öyle 62

E D E B İY A T Ü ST Ü N E a m a , kom edidekine benzer cim ri de y o k tu r; a n c a k cim riliğe özgü davram glar, y arg ılar, p a rla m a la r vardır, b u n lar ise h erk e ste bulu­ n u r. A ynı seklide, aşk ın çekinerek, sık ıla ra k y ap m ak istediği çılgın­ lık la r d a h erk este bulunur ve k a rsı konuldukça gelişir. Hele, u sa uy g u n b ir elbiseseyle örtülm eğe çalışılırsa, b u gelişm e b üsb ü tü n a r­ ta r. K adın lar Okulu birta k ım A m olphe’la n eğitm ek üzere yazıl­ m am ıştır. G erçi bu biçim b ir çılgınlık d u rm ad an k ap ıların ard ın d a bekliyen u şa k ların oyunlarından d ah a a z gerçeğe benzer değüdir. A m a bu eğlendirici oyunlarn derin b ir gerçeğ i dile g etird iğ i de o r­ tad ad ır. T u tk u lar, an c ak us ölçüsüne v u ru lu n ca gülünçleşirler. N i­ tekim , kıskanç ne iste r ? N eyi u m u t eder ? B elki, M oliöre’inkilere benzer hekim lere rasla n m a z h a y a tta , a m a h e r bilim, özellikle y a ra rlı v e geçerli bilim ler oldum olası biraz say g ıy a ve belirtilere day an ır, hem de h e r zam an... B undan dolayı, en büyük held m bi­ le b u rad a kendine g ü le r ve bu gülüşle kendinden k u rtu lu r; birden­ bire v arlığ ın ın gücünü duyar, birdenbire ve yalnız bu bakışla... A ld atm ay la elde edilen bir saygı ne k az an d ırır bize ? Y oksulsak, bile bile büy üklük taslıyam ayız ya. Gülünçlüğe düşm eden önem li olabilene ne m utlu. Gelgelelim, bu çeşit iyi ra s tla n tıla r b iraz da y ara d ılışa bağlıdır. K omedi u tandırm aksızın iy ileştirir bizi. Çünkü, oyun yakınlarım ızı düşünm eği önler. Böylece, b a şk a la rın a gülm e y a d a b aşk a la rın a gülünç olm a kaygısı o rta d a n k alk ar, gülm e a k s a ­ m am ış olur. O nun için, a r tık kesinlikle söyleyebiliriz : Kom edi g ü l­ me yoluyla bizi tu tk u la rd a n (ih tiraslard an ) k u rta rır.

O

63

YAZARLAR

Homeros

B

ÜYÜK şeydir İlyada. H içbir destan* y ak laşa m az ona. tn s a n önce anlıyam az bunun nedenini. Çtinkil eserde şim diye d ek hiçb ir şa irin doğrudan doğruya görm ediği b ir sa v aş g erçe­ ğiyle karşılaşır. S ayısız ölüm ler, y a ­ ralan m alar, ac ıla r ve o dayanılm az koku. H em de alabildiğine. Son­ ra , görü şm ek için cesetsiz b ir y e r a n y a n savaşçılar. Ü zünç k alın ­ tıla r ü stünde d olaşan av k u şlan , köpekler, sinekler, k u rtla r... O k a d a r ki, bu çok s e rt resim leri y u m u şatm ak am acıy la es­ k i çevirm enlerin seçtiği ince ve soylu sözcükler bile b ir işe y a ra ­ m az, y aram am ıştır. A yrıca ta n rıla rın dahi değiştirem ediği tu tk u ­ la rın g erçek liğini de u n u tm a m a k gerek. Toz, güneş, yağm u r, aç­ lık yorg u n lu k gibi dış nedenler de hep yaradılışın bu zo rb a h are-

E D E B İY A T Ü ST Ü N E ketlerini, bu öfkeli yaşayışın g etird iğ i d u y g u la n açığa, v u ru rla r. G örünüşteki kaprislerine karşın, sonunda y az g ıy a (k adere) baş eğen d estan ta n n la r ı da, bu tem el k u v v etler de aynı şeyi o rta y a k o y arlar. T a n n n ın bağışlarını belirtm ek ve erdem lerle ülkü leri res­ m etm ek istiyen ta k litç i d estan ların bozulm ası y a da zayıflam ası bundandır. Ily ad a'n ın kişileri um utsuz b ir öfkeyle dövüşürler. Bu durum şu sözlerle dile getirilir. «H epim iz b u rad a öleceğiz. P ek i am a ne için ?» îş te onların ağzından düşm iyen n a k a ra t. «Y eryü­ züne a y a k b asan y a ra tık la r a ra sın d a en m utsuzu insandır.» U s o la y lan ay d ın latır gerçi, am a hiç değiştirm ez. A ra d a bir H elene’i g e ri alm a işini kon uşurken a te ş kesm ek gereğini d u y ar­ lar, b arışı özlerler. F a k a t ta n rıla rın oyun bozanlığı yüzünden kav ­ g a yeniden alevlenir. Sözün kısası, dış ku v v etler insan ları yele tu ­ tulm u ş y a p ra k la r gibi sürükler. E lb ette bu durum da k işü e r için alınyazısından k u rtu lm a k y a da alınyazısını kendisi çizm ek b a ­ his konusu olm az a rtık . Y oksa d estan bozulur. (Bu b akm d an hiç­ b ir d estan îly a d a ’nın yolunda yürüyem ez.) B u ra d a insanoğlu d u r­ m ad an yakıp y ık a r ve yanıp yakılır, durm ad an yok eder ve yok olur. Böylece, v a rlık la rın en korkuncu haline gelir. Z a ra r verm ek y a d a z a r a r görm ek sa rh o ş eder onu. A ra sıra durur, y ap tık la rın a şöyle b ir b ak ar, sessizce boynunu büker. İşte böyledir yüce an, böyled ir sa v aşta k i insan. A khilleus’u n ta n rısa l atı, başı a şa ğ ı düşünce k o n u şu r ve sahibinin de öm rünün azaldığını bildirir. «Olsun, öne­ m i yok. B unun acısını çık arırım ben.» D ahası v a r : B u kızgın k uvvetin ü stü n e u s soğuk ışıklarım sa ça r. A lm yazısına y u k ard a n b ak m ak : İş te asıl trajedi, işte tr a ­ jed ilerin k aynağı. B ütün bun lar an c ak b ir k ez söylendi. Gelgelelim, ondan çık arıla n d ers halâ, diri ve taze. S o k ra tes'in başım sa llıy a ra k öğrencilerine söylediği şu sözler k a fa la rd a n silinm iyor : «B ir zor­ b ad a gö rü p de şa şa kaldığım ız öldürm e gücü, büyük b ir şey değil­ dir, b ir çe şit çılgınlıktır. K im böyle bir çılgından d ah a gü çlü ola­ b ilir ? H iç kim se. K im çıldırm ak p ah a sın a dünya m allarım ele g e­ çirm ek is te r? H iç kim se. O nun için uslu olun, b arış içinde y a ş a ­ yın !» Bu öğüt, b ir bilgeliğin başlangıcı oldu, H n stiy a n devrim i onu alıp geliştirdi. F a k a t biz şu düşünceden ay rılm ad ık b ir tü rlü : Bi­ rey in esenliği herkesi b a n ş a k av u ştu ru r. Oysa, küçücük k a fa la rıy ­ la bu kocam an gövdeli toplum lar, g idişatlarım h â lâ falcılık yoluy­ la, h â lâ eski g re k le r gibi b a rsa k la n n ın titreyişine d an ışarak ayarlı67

ALAIN y o rla r ve yalnızca en k ötüyü sezebilen b ir u sla büyük m u tsu zlu k ­ la rın ı g erçek leştiriy o rlar; çılgınlığı ve um utsuzluğu dilediklerini a ç ık ç a bildiriyorlar. H erk es ona s ır t çevirseydi, bu çılgınlık asla gerçekleşem ezdL

FLAUBERT f i l E d erinlikler v a r F lau b ert'd e, ne de k ay n a k la r. A ram adım c“eğil, inanın ki çok aradım , am a bulam adım . U zun sü re Böuvard ve P écuchet ile u ğ raştım . N erdeyse, y irm i kişinin o n d an çık aracağ ı şeyi te k başım a ç ık arm ak la övüneceğim. Ö yleyken, eli­ m e geçen çok b ir şey olm adı. Gözlem yerim i iyi seçm ediğim i söyliyeceksiniz. D oğru m u söylediğiniz, bilm iyorum . Yalnız, b an a öyle g e­ liy o r ki, E m m a B ovary eteklik giym iş b ir P écuchet’dir B iri ta rım ü stü n e çalışıyor, öbürü a ş k üstüne... H ani, bu buluşu d ah a d a ileri gö tü ren biri, belki de b ü tü n eserin ipliğini p a z a ra çıkarabilir. Y etişkin o k u rla ra «Bouvard ve Pécuchet»yi açık lam ak zo ru n d a kaldım . D ediklerine bakılırsa, «bu iki alığın nesiyle ilgileneceklerini bilem iyorlarm ış». A nladığım a göre, d ah a çok el k ita p la rın d a n edin­ m işlerdi bilgilerini, iyi eğitilm em işlerdi. A m a, ta şla m a la rı olduk­ ça güçlüydü. H içbir m esleği bilm eden h e r m esleği denem ekten ken ­ dim i alam ad ığım için, bu söz bana p ek dokundu. D oğrusu, şe y tan c a b ir in k ârd ı bu, insancıl olan, kuvvetle yaşıy an h e r şeyin kovulm a­ sın a yol açıyordu. Evet, h e r şeyde b ayağılık bulunabilir, f a k a t bu düşünen v ü c u tta bayağı hiçbir şey yoktur. O nda v a r olan şu n la rd ır : T a ş ra ve ta n m h ay atın ın gerçekleri, aşırı tu tk u lar, yerle göğü bir­ leştiren belli düşünceler.. O nun bu kusu rsu z ve k atık sız dönüşüm ­ lerindeki h a lk şarkısını duyam ıyan kim se yanılır, hem de çok y a­ nılır. Y azık k i san atçı o lm a k ta n b aşk a b ir şey istem iyen bu ad am , y ara d ılıştan gelen b ir bahtsizlık dolayısıyla m üziğin, h a tta b ü tü n sa n a tla rın u zağında bırakılm ıştı. B undan olacak, hep sonuca önem veriyor, çoğunca da hedefine varıyordu. Y azış tarzı, alçıdan y ap ıl­ m a k o rn işleri andırıyordu : Y alnızca g ö sterişi önem siyor, özü u m u r­ sam ıyordu; y a z ıla n içerikslz (m uhtevasız) b ir biçim gibiydi. E serlerin in ö tek i kutb u n u m e ydana g etiren Salam m bô, bu yok68

E D E B İY A T Ü ST Ü N E su llu k zincirine, sa h te ta şla rd a n yapılm a büytik b ir h a lk a ekler. O k a d a r ki, tasarlıy acağ ın ız b ü tü n renkleri, b ü tü n biçim leri o nda bulab ü irsin iz : Y ıkılan K a rta c a , çarm ıh a gerilen aslan lar, gözüne m ız ra k saplandığı için uluyan filler... Şaşırtıcı, f a k a t gerçek liğ i olm ıy a n tablolar... Güzel b ir o p era dekoru... E lb ette, b aşk a ülkelere ve b aşk a ç a ğ la ra u za n arak , an ılarla beslenen bir çarpıcı görünüm çizm ek olağandır. A m a bu, aslında, g e rç e k te n u zak laşm ak dem ektir. F la u b e rt’in p ek tan ın m ıy an bir p eri m asalım — Gönül Ş atosu’nu— okum uştum . M asalda im gelem form ü llerin e göre, etkileyici görü n ü şler ara n ıp bulunm uştu. B ir prenses, g ücünü g österm ek am acıyla, ik i kölesine, «ölünüz !» diyor­ du. K öleler hem en birbirlerini öldürüyorlardı. B unun üzerine, «kal­ dırın şu n lan !» diye buyuruyordu. H akçası, ça rm ıh a g erilm iş aslan ­ la rd a n y a d a birbirini öldüren ü cretli ask erlerd en d ah a kuvvetli bir sa h n ey d i bu. G erçekte, b ir hokkabazın o yunlarıdır b ü tü n bunlar. Böylesi y a z ı o y unlarında içerik biçim in ard ın d an gelir. Şüphesiz b u d a b ir kab iliy et işidir; am a dehayla h içbir ilişiği y oktur. M erm erin bize u la ştırd ığ ı şu yüze bakıyorum d a söylem ekten kendim i alam ıyo­ ru m : O bile insana faz la birşey verm iyor.

L A FONTAINE ^

A F O N T A IN E ’de öyle b ir büyüklük v a r ki A kadem i üyeleri­ miz b ir tü rlü ölçüsünü bulam ıyorlar. E line kalem i a la n h e r ­ kesi u m u tsu zluğa düşüren so nuçlara b ak m ak la kalıyorlar, öteye gi­ dem iy o rlar. L a F ontaine ise ağır, düzenli, değişm ez b ir yürüyüşle, yo lu n d an şaşm aksızın ve kendini zorlam aksızın b ir m asald an öbü­ rü n e geçiyor, insancıl durum ları uzun b ir şe rit gibi resm ediyor. Bu resim de herkes, tepesinden tırn ağ ın a, kendi ölüm süz yerini bulabi­ lir. Spinoza'nın A hlâklında olduğu gibi b u rad a da h erşey kendi g e r­ mekliğine g öre çizilm iştir : ilk y a rg ı önünde ne d urum da ise son y a rg ı önünde de aynı durum dadır. Spinoza’da görüldüğü gibi, b u ra ­ d a da, K u rt ile K uzu ele alınır, hem de eksiksiz olarak... A sıl seyirci (L a F o ntaine) çokluk kendini gösterm ez. Çünkü, ö»

ALAIN on a g ö re düşüncelerim iz aşağ ı y u k a rı b irer savunm adır. K endini önem sem e, büyüklük ta sla m a bu savunm ada a s ın çıkıntılar, büküntü le r y a ra tır, yersiz gülüşm elere yol açar, sonunda alaycıları a y a ğ a kald ırır. R ab elais’nin, M oliere’in, V oltaire’in büyüklükleri b una d a­ yan ır. Ü stelik, on lar oyuna da k atılırla r, gülm enin dışında du rm az­ lar. D oğrusu ara n ırsa, önem senm iyen kim se gülm ez, gülemez. N ite­ kim , u m ursanm adığını görünce hem en ciddileşir, k a s la n g erilir, kendisine saygı gösterilm esini bekler. H em de bunun boşuna b ir bekleyiş olduğunu bile bile... Gelgelelim, L a F o n tain e’de güldürücü hiçbir şey bulunm az; ne çizgiyi bozan alaycı b ir harek et, ne bir köpeksilik, ne de b ir Diogene fıçısı... B ü tün o tilkiler, kediler, köpekler, karın calar, kom şu k a ­ dın larla erkekler, p ap a zlarla bahçıvanlar, hepsi isinde gücündedir, hiçbirinin gülünç bir y anı görülm ez. D ah a a n la ta c a k çok şey var, a m a a r tık geçelim. L a F o n tain e’nin m asalların d a insan oyunun dı­ şında b ırak ılm ıştır. B undan dolayı, k ısa bir süre için y arg ıç kol­ tu ğ u n a kurulunca, A kadem i üyesinin bile eline b ir güvenlik, b ir y atk ın lık gelir, f a k a t kalem ini b ir â s a gibi kullanm ağa yeltenince güvenlik de, y atk ın lık da uçuverir. Ö nem lilik tasla m ak ta n , kendini beğenm ekten doğan bu gülünç­ lük, bu ap tallık çizgiyi zorlar. Çizgi doğru olunca desen b ay ağ ıla­ şır. N eyse ki L a F ontaine böyle bir y anılgıya düşm ez. B unun en k ü çü k izine dahi rastlan m a z onda. T um turaklı, ağdalı an latım ı be­ ğenm ediği gibi, bağışlam az da. Onun m a salların d a şım arık lık da y e r alm az. Güçlü y a ra tık la r bile kendi sınırlarının dışına çıkm azlar. N itekim , aslam n çenesi dişlerinin biçim ine göre ay a rlan m ıştır. K e­ di, pençesine g öre davranır. Tilkinin kurnazlığı burnunun ötesine geçm ez. Leyleğin sersem liği g a g a sın a göre belirlenm iştir. B u yüz­ den b ir v arlığ ın biçim i yapabileceği kötülüğü köstekleyince, bundan katık sız b ir sevinç doğar. Böylece, kötülükle b irlikte kendini beğen­ m işlik de gözden silinm iş olur. T ab iat am ansız oyunlarıyla gülüm siyem ez artık . Şim di gülüm siyen b iri v arsa, o da, düşünürdür. A m a dü­ şü n ü r de te k b aşın a büyük b ir düşünce getirem ez. B u rad a E sopos İle kölenin h ikâyesini analım : Alıcı, kölenin a y a k la rıy la dişlerini gözden geçirir, tıpkı bugün bizim a tla r a yaptığım ız gibi. E lbette, bu d u rum da düşünce y a yok olur, y a d a ü ste çıkar, basbuğluk eder. E fendi kendini çok sever, yöresindekilerini p ek um ursam az. Köle ise d ah a elverişli durum dadır. Ç ünkü efendisi, önünde b ir ırm a k gibidir, onun b ir ye­ 70

E D E B İY A T Ü ST Ü N E m iş ağacı, b ir rü z g â r gibi... B u n lara kendini iyice uydu ru r. Öyle ki, a r tık n e bizi görür, ne de onu gördüğüm üzü sezer. E tin ko k u su n u a la n b ir köpek gibi y arg ılarım ıza k u la k asm az. K andırılm am ış ve şı­ m artılm am ış olduğundan, kölenin, b ir yerde köleliğe özgü b ir dü­ şünüşe v arm ası, y an i bir düşünce doğurm ası g ere k ir. H iç iyi kıral, iyi yargıç, iyi k a p ta n görm em iş kim senin gözünde, yalnızca ta n ı­ dığı k ıra lla rla k a p ta n la rın y arg ıçları vard ır, b a şk a tü rlü y arg ıç yo k tu r. B u y a rg ıç la r ise, pençelerinin uzunluğuna göre insanı tır ­ m a larla r. Gerçi, d ö rt yıl sü ren ask erlik h a y a tla rın d a köleler bazı şey ler öğrenm ek fırsa tın ı bulurlar, f a k a t iyilikle kötü lü ğ ü o rta d a n k ald ırm ak için u m u tlan m a k ta n b aşk a b ir şey yapam azlar. L a F o n tain e’in dehası, kendisini yok gibi gösterm esinde v e dü­ şüncesini eylem lerine hiç k a n ştırm am asın d a d ır. E sopos’t a görülen bu özellik, böylece onda yeniden canlanır, çalışm ıyor sa n ılan b ir el­ le yeniden biçim ledir. N erdeyse insan, çalışm azlığın, çekim serliğin bu b ü y üklükte tem el ta şı olduğuna inam r. D oğrusu ya, çığ ırt­ k an lık la kendini beğenm işlik zekâyı köreltir. İşte, E sopos’u n g ücü de b u rad a belirir. Bu güç, yüzyıllarca b ir insan ard ın d a dolaşır d u ru r. H iç m i hiç zorbalığa y anaşm ıyan b ir insan ardında...

• GOETHE Q

O E T H E ’yi ta sarlıy o ru m : E linde yerbilim ci çekici, d ağ a vu­ ru p duruyor. D ağın, birbirine benzem iyen acaip p arç ala rın ı m asasın ın üzerine dizmiş. O nlara b a k m a k ta n yorulm uyor. D u rm a­ d an gözlüyor. Ç ağım ızda, kud u rm u ş tekn iğ in bize u n u ttu rd u ğ u b ir zihin işlevi bu. Gözlüyor. E şy ay ı değiştirm eyi düşünm üyor. K afasın ­ d a b ir m akine düşüncesinin oluştuğunu hiç sanm ıyorum . M eister adlı eserinde ölüm süz m eslekleri dem ircilik, m adencilik ve dokum a­ cılık diye a y ın r. İşte gene a r a verm eden d a ğ la ra vuruyor. D oğrusu, se rt, sa ğ lam b ir adam . N erdeyse, yum uşak, sıvık şeylere düşm an olduğunu söyliyeceğim . Benliğindeki sıvık y a n la n —gençliğini, tu t­ ku ların ı— silkip atm ış. B illur ân ı ve d u rgun ışığı bekliyor. Iphigenie oyununun güzellikleri b ir bakım a m adensidir; b u n lar ölüm süz an lard ır. G oethe’nin şiirlerini sesli b irer m adde gibi y ak a lıy a n la r 71

ALAIN bunu gö reb ilirler; yere v u ra n a y a k la onun sıçray an yankısını v e d o ğ u rd u ğ u sıkı, düzenli m üziği duyabilirler. G oethe soluğunu v e du­ r a k la n a y a rlıy a ra k şiir deyişini (inşadım ) en k üçük ay rın tısın a de­ ğ in düzenlem ekten hoşlanıyordu. Gözünde —o k esk in ve şaşm az gözünde— tiy a tro dünyadan d ah a sert, d ah a sa ğ lam b ir nesne g i­ biydi. Ç ünkü tu tk u la n yak ın d an izliyor, k o rk u lu h a re k e tle ri nesneleştiriy o r, a teşleri elm as gibi tu tu p b ir a ra y a topluyordu. F a u st bu a tılg a n oyunun şu u rla rı üzerinde k u ru lm u ştu r. M eister’de d e ay n ı ölçü, felâ k etlerin en coşturucularından biriyle soğuk b ir esenlik ve duyg usu z b ir am m n aşam a ları ara sın d a aynı o ra n tı görülü r, ö y ­ le ki, bu g ö rkem li yapım n zincire vurulm uş a m a p ek yatışm am ış tu tk u la rla titre d iğ in i söylem ek yerinde olur. K a r a ve d u rg u n b ir b a­ kış, h an çerlerden ve çırpınm alardan d ah a fazlasını düe g e tirir. Şiir dediğiniz de nedir, dayanılm az b ir d a y a n a k değil m i? M eister’in yapısı, uzun boylu incelenirse, sonunda, W e rth er bil­ m ecesi çözülmüş, hiç değilse aşağ ı y u k a n çözülm üş olur. N ite­ kim in san hem en şunu seziverir : U m utsuzluk, h e r şeyin b ittiğ i ev­ lenm e sırasın d a o rta y a çıkm az; çok sonra, um udun geldiği, h a tta —iyice o k u n unca anlaşılacağı üzere— aşk ın kesinlik kazan d ığ ı sı­ r a d a o rta y a çık ar. D em ek k i çelişm e tu tk u y la dış o la y -a ra sın d a de­ ğil, tu tk u n u n içindedir, istiyen y a d a istem iyen, ara d ığ ı şeyden k o r­ k a n tu tk u d a d ır. G oethe tutkulu, gözüdoym az kişinin d ü ş( k ırık lık ­ la rın ı b ir a ra y a g e tirir. O nun için W erther, za m a n zam an, in san ların dü n y asın a ve büyük işlere k arışır. B u k a rışm a N apolyon’u n dahi gö­ zünden kaçm az. G oethe’nin te rsi b ir kişiliği olan N apolyon, işlerin i zo r yoluyla y ü rü tü y o rd u (am a bu uzun sürm edi), im p a ra to rla şa­ i r ara sın d ak i edebiyat ta rtışm a sın ı F . de M uller bize şöyle iletiy o r : «Napolyon, W e rth e r’i yedi kez okuduğunu söyledi. B unu d o ğ ru la­ m a k için de rom anın derin b ir çözüm lem esini y ap tı : B azı p a rç a la r­ d a b aşarısızlığa u ğ ram ış açgözlülük güdüleri (m otifleri) tu tk u lu a ş k güdüleriyle karışıyordu. Bu d urum in san ta b ia tın a uym u y o r­ du; üstelik, aşk ın W e rth e r üzerindeki dayanılm az gücünün o k u r­ la rın k afasın d a y a ra ttığ ı etkiyi de zayıflatıyordu. Y azar bunu niçin yap m ıştı ?> G oethe hepsine h a k verdi. B a şk a ne yapabilirdi ? Y um uşak ve sıvık olanı yenm ek için kendine göre b ir yol tu tm u ştu . Bilm ek. Y ap­ m ak. Gelegelelim, s a n a t uzundu ve eser b ü tü n so ru ları k arşılam ıy o r­ du. Yeniden y aşam a k için önce ölm ek g erek tiğ im bu K o rsik a'lıy a 72

E D E B İY A T Ü ST Ü N E n a s ıl aç ık lay acak tı ? M eister cehennem den, ölüler ülkesinden g el­ m işti; F a u s t da, G oethe de o rad a n gelm işti. E lbette, yenilgiye uğ­ ram ış b ir açgözlü olm ak iyi değildir, a m a gözüdoym az b ir ölü ol­ m a k iy id ir : in sa n olm ak dem ektir. A n cak o zam an büyük b ir du­ k alığı yönetm ek kolaylaşır, h a tta insan bu işi sevebilir de. A n cak o zam an, G oethe’nin, günde b ir çeyreklik b ir sü re içinde im p a ra to r­ luğu, h a tta im p a ra to ru çekip çevirm eyi n asıl becerdiği anlaşılabi­ lir. Ç ünkü tu tk u la r hiçbir şey yapm azlar, f a k a t tu tk u la rın an ısı çok güçlüdür, zo r olanın a r tık geride, u z a k ta kaldığı düşüncesiyle h e r SPyi yapabilir. Belki N apolyon an lıy am am ıştı G oethe’yi, a m a k a r­ t t ı o lan b u varlığı derinden duym uştu. Tıpkı, içine girem ediğim iz şeyleri d u y ara k anladığım ız gibi. N itekim , konuşm anın sonunda oıun için şöyle d e m iş ti: «İşte b ir adam .»

HUGO ÎLE STEHDHAL

H

U