155 32 1MB
Turkish Pages 159 Year 2019
TÜRKİYE'DE REFERANDUMLAR Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu: 2006 Yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. 2014 Yılında aynı üniversiteden Siyaset Bilimi alanında doktora derecesi aldı. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesidir. Edip Asaf Bekâroğlu: 2000 yılında Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. 2010 Yılında Bilkent Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi doktora derecesi aldı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesidir.
TÜRKİYE'DE REFERANDUMLAR
Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu Edip Asaf Bekâroğlu
1. Baskı
ORİON KİTABEVİ ISBN: 978-605-9524-51-3 © Orion Kitabevi, Mart 2019 Türkiye'de Referandumlar Yazar: Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu- Edip Asaf Bekâroğlu Baskı İlksan Matbaası Ltd. Şti. İvedik Org. San. Bölgesi Ağaç İşleri San. Sit. 521. Sok. No: 35 İvedik / ANKARA- Tel: (0312) 394 39 55 Orion Kitabevi Selanik Cad. No:72 06640 Kızılay / ANKARA Tel: 0 312 417 78 35 Faks: 0 312 425 06 82 www.orionkitabevi.com.tr - [email protected]
İçindekiler Önsöz..........................................................................................vii 1. Giriş: Dünyada ve Türkiye'de Referandumların Kullanımı.................................................................................1 2. Referandum Kampanyaları, Siyasi Konumlanma ve Türkiye..................................................................................17 Birinci Kısım Darbe Sonrası Anayasa Değişikliği Referandumları: 1961 ve 1982 3. 1961 Referandumu...............................................................37 4. 1982 Referandumu...............................................................55 İkinci Kısım Anavatan Partisi İktidarında Yapılan Referandumlar: 1987 ve 1988 5. 1987 Referandumu...............................................................69 6. 1988 Referandumu...............................................................77 Üçüncü Kısım Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarında Yapılan Referandumlar: 2007, 2010 ve 2018 7. 2007 Referandumu...............................................................85 8. 2010 Referandumu...............................................................95 9. 2017 Referandumu ............................................................105 10. Sonuç..................................................................................121
ÖNSÖZ
Bu çalışmaya 2017’nin Şubat ayında, yani 16 Nisan 2017 referandumuna iki ay kala başladık. Türkiye’yi parlamenter sistemden başkanlık sistemine taşıyan bu referandumun kampanya dönemi, ülke çapında hem “evet” hem de “hayır” taraftarları açısından adeta bir seferberlik halinde yürütülmekteydi. Bu olağanüstü hararetli kampanya dönemi bizler açısından ilgi çekiciydi. Önce sadece 2017 referandumuna odaklanan bir çalışma yapmak için yola çıktık. Ama literatüre bakınca Türkiye’de referandumların tamamını değerlendiren bütüncül bir akademik çalışmanın yapılmamış olduğunu fark ettik. Böylece Türkiye’nin geçirdiği referandumları birbirleriyle karşılaştırarak incelemeye karar verdik. Referandumlar, salt çoğunluğa dayanan doğrudan demokrasinin temel bir mekanizması olarak, Türkiye de dâhil olmak üzere tüm dünyada gittikçe daha yaygın olarak kullanılmaktadır. 1961 yılından bu yana Türkiye yedi referandum deneyimledi. Bu referandumlardan ilk ikisi, askeri darbelerden sonra yapılan yeni Anayasaların oylanması için yapıldı. Anavatan Partisi iktidarı döneminde ard arda yapılan 1987 ve 1988 referandumlarında, daha az kapsamlı konular halka soruldu. Referandumlardan üçü son on iki yılda, yani Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri döneminde gerçekleşti. İlginç bir şekilde bu yedi referandumdan sadece biri “hayır” oyunun galibiyeti ile sonuçlanırken, Türk halkı geriye kalan altı referandumda “evet” oyu vermeyi tercih etti. Bu çalışmanın amacı sadece Türkiye’deki referandumların nasıl bir siyasi ortamda gerçekleştiğini tasvir etmek değil, aynı zamanda referandumlarda “evet” çıkma eğiliminin neden daha yüksek olduğunu da açıklamaya çalışmaktır. Bu soruya iki parametre etrafında cevap verilecektir: siyasi konumlanma (predisposition) ve kampanya sürecine yansıyan referandum konularının içeriği.
Çalışmanın öne sürdüğü gibi, referandum süreçleri, genel olarak “evet” ve “hayır” taraftarlarını kategorize ederken toplumdaki kutuplaşmayı arttırmakta ve aradaki gri alanları neredeyse ortadan kaldırmaktadır. Bu sebeple referandum süreçleri özel bir dikkati hak etmektedir. Referandumlar bir yandan halkın genelini ilgilendiren konularda doğrudan halkın fikrine başvurduğu için, katılımcı bir siyaset yapma pratiği olarak kabul edilebilir. Referandumlar yolu ile toplumun çoğunluğunun, ikircikli konular hakkında ne düşündüğünü tespit etmek mümkün olabilmektedir. Yanı sıra, görece kutuplaştırıcı bir fonksiyonu bulunduğu için, referandumlardan sonra politika yapıcıların toplumsal gerilimi yatıştırmak için söylemlerini yumuşatmaları ve daha kucaklayıcı politikalar yürütmeleri önerilmektedir. Umarız ki bu çalışma hem akademik literatürde bir boşluğu doldurur, hem de ilgili seçmenlere ve siyaset yapıcılara referandumların siyasete etkilerini görme anlamında pozitif bir katkı yapar.
1 GİRİŞ
Dünyada ve Türkye’de Referandumların Kullanımı Temsilciler kendi aralarında bir karar veremediklerinde, yasalar gerektirdiğinde veya verilecek kararın sorumluluğunu tek başlarına taşımak istemediklerinde, temsil ettikleri halka müracaat edebilirler. Halkın tamamının bir konuda fikrini beyan etmesi, temsili demokrasiler çağında bir doğrudan demokrasi pratiği olarak cezbedici bir yön taşımaktadır. Ancak temsili demokrasi bünyesinde doğrudan demokrasi mekanizmaları kullanmanın tartışmalı bir konu olduğunu da ifade etmek gerekir. Öte yandan, doğrudan demokrasi mekanizmalarının günümüzde giderek daha fazla kullanılmaya başlandığı da bir gerçektir. Bu çerçevede, 2007’den itibaren üç referandum tecrübe eden Türkiye’nin de bir istisna olmadığı görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, doğrudan demokrasi mekanizmalarının kullanımı, İsviçre örneği hariç olmak üzere, Napolyonvari yöneticiler, diktatörlükler veya faşizm gibi baskıcı rejimlerle ilişkilendirilirken, 20. yüzyılın ikinci yarısında yeni ve görece eski birçok demokraside bu tür uygulamalar istikrarlı bir şekilde artmıştır. Doğrudan Demokrasi Araştırma ve Dokümantasyon Merkezi’ne (C2D) göre, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, doğrudan demokrasi mekanizmalarını kullanan ülke sayısı hızlıca birkaç taneden 150 ülkeye çıkmış, bunun yanında her bir ülkedeki doğrudan demokrasi mekanizmalarının kullanılma sıklığı da artmaya başlamıştır (Qvortrup, 2014: 247). 1950’lerden itibaren dünyadaki bağımsız devlet sayısındaki artışlar kontrol edildiğinde bile, bugün doğrudan demokrasi mekanizmaları elli yıl öncesine kıyasla
2 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
neredeyse iki kat, 20. yüzyılın başlarına kıyasla ise neredeyse dört kat daha fazladır (Altman, 2011: 65). Doğrudan demokrasi mekanizmalarının artan kullanım sıklığı, henüz ampirik ve normatif olarak yeterince iyi anlaşılmamıştır. Temsili demokrasiler neden artan bir şekilde referandumlar gibi doğrudan demokrasi mekanizmalarına ihtiyaç duymaktadır? Siyasi liderler neden belli dönemlerde ve konularda halkın doğrudan katılımı için çağrıda bulunurlar? Temsili demokrasilerde doğrudan demokrasi mekanizmalarının artan kullanımı ne tür sonuçlara yol açmaktadır? Doğrudan demokrasi mekanizmalarının kullanımı hakkında bu tür sorular sormak gereklidir. Çünkü çoğu zaman, referandum gibi mekanizmalar siyasi süreçlerin ve rekabetin her düzeyinde önemli etkiler bırakmaktadır. Referandumlar, anayasa ve yasaları değiştirmek için imkân sağlarlar; bazı oyuncuları iktidardan uzaklaştırırken bazı oyuncuları daha güçlü kılarlar; bir hükümetin meşruiyetini sarsabilir ya da konumunu güvence altına alabilirler; bir toplumdaki siyasi kutuplaşmayı ve bölünmeyi arttırabilir veya belki de bir ülkenin hayati bir krizin üstesinden gelmesine yardımcı olabilirler; vatandaşların kendi temsilcilerine olan güvenini sarsabilecekleri gibi, demokrasiye olan inançlarını da arttırabilirler. Bu sebeplerle doğrudan demokrasi mekanizmalarının sayılarının artması gibi, referandum hakkındaki literatür de büyümekte ve bu sorulara cevap aramaktadır. Referandum ile ilgili çalışmalar ağırlıklı olarak referandumların demokrasi için iyi mi yoksa kötü mü olduklarını sorgulamaktadır. Bir yandan kimi çalışmalar doğrudan demokrasi mekanizmalarının katılımı en üst düzeye çıkardığını (Barber, 1984), siyasi sistemin meşruiyetini arttırdığını (Walker, 1987), devlet kurumları veya siyasi aktörler arasındaki anlaşmazlıkları çözdüğünü (Hobson, 1909) ve vatandaşlar üzerinde çeşitli eğitici etkilere sahip olduğunu (Smith ve Tolbert, 2007) savunmaktadır. Öte yandan diğer bazı çalışmalar ise, referandumların esasen bir çoğunlukçu demokrasi aracı olduklarını (Lijphart, 1984), doğrudan demokrasi mekanizmalarının, popülist liderler tarafından çoğunluğu manipüle ederek kendi otori-
Türkiye'de Referandumlar● 3
telerini güçlendirmek için kullanıldığını (Kaufmann ve Waters, 2004: xix), parlamentoların ve temsilcilerin itibarını azalttığını ve azınlık grupların haklarını tehdit ettiğini (Butler ve Ranney, 1994: 17) veya referandumların yeterince bilinçli olmayan seçmenler tarafından alınan ve temsili demokrasiye zarar veren kararlar olduğunu (Sharp, 1911) ileri sürmektedir. Hatta, kimi araştırmacılara göre referandumlar sahte bir katılımcılık yöntemi oluşturarak, otoriter liderlerin demokratikleşme süreçleri1 ne direnmelerinin bir aracı haline bile gelebilmektedir (Butler ve Ranney, 1994). Yani bir tarafta Jean-Jacques Rousseau çizgisini takip ederek, gerçek halk iradesinin ancak aracısız karar alma mekanizmaları ile idrak edileceğini düşünen ve referandumların artmasını demokrasi açısından olumlu karşılayanlar varken, diğer yanda John Locke gibi temsiliyetin kurumsallaşmasının demokrasi açısından daha sıhhatli olacağını iddia edip referandumları demagogların ve çoğunluk yönetiminin arenası şeklinde değerlendirenler yer almaktadır. Dünyadaki referandum örnekleri, her iki yaklaşımın da belli ölçülerde açıklayıcı olabildiği, birbirinden oldukça farklı durumların varlığına işaret etmektedir. Bu kitapta biz doğrudan demokrasi yöntemi ile ilgili bu normatif tartışmaya girmeyeceğiz. Referandumları bir doğrudan demokrasi pratiği olarak idealize etmek kadar, referandumların her durumda kötüye kullanılacak bir enstrüman olduğunu söylemek de yanlış olacaktır. Esasen referandumlar, kullanıldıkları durum, zaman ve siyasal eğilimler açısından farklı sonuçlar doğuran ve farklı beklentilerin gerçekleşmesine yardımcı olan karar alma süreçleridir. Dolayısıyla diğer bütün siyasi enstrümanlar gibi referandumlar da ağırlıklı olarak iyi veya kötü sonuçlar elde etmek için kullanılabilir. Bize göre referandumları analiz etmek önemlidir çünkü bir toplumu belli bir soru etrafında ikiye bölen referandumlar, o toplumun en nihai siyasi kutuplarının ne olduğu hakkında gözlem yapma imkânı verir. Parti sistemindeki çok parçalı yapı, parlamentodaki teknik tartışmalar ve siyasetçilerin muayyen gündemleri referandum dönemlerinde çoğunlukla geri plana itilir, birbiri
1
Kırgızistan referandumu bu tip referandumlara örnek gösterilebilir.
4 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
ne yakın siyasi partiler ve aktörler ittifaklar kurar ve iki büyük ittifakın temsilcileri, kabul ve red şemsiyeleri altında doğrudan halka seslenir. Bu anlamda halkın önüne getirilen mesele kadar, seçmenlerin son kertede nasıl bir siyasi konumlanma geliştirdikleri de önem kazanır. Kısacası bu kitabın amacı bir toplumda referandumun sonucunu etkileyen en temel siyasi dinamiklerin neler olduğunu anlamaya çalışmaktır. Özellikle Türkiye gibi siyasetin laik ve dindar, Türk ve Kürt veya Sünni ve Alevi gibi kimlikler üzerinden belirlenen fay hatları ile şekillendiği ve bu fay hatlarının merkez ile çevre arasındaki dinamikler ile siyasi parti sisteminin oluşumunda anlamlı roller oynadığı demokrasilerde, referandum süreçleri ve sonuçlarını analiz etmek, o ülkenin siyasetinin doğasını ve dönüşümünü daha iyi anlamaya katkı yapacaktır. Referandumların Artan Kullanımı
1990’lardan itibaren referandumların demokrasiler açısından ne kadar hayati olabileceği daha sık tartışılmaya başlanmıştır. Özellikle son dönemde Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği (AB) üyeliğinden ayrılma kararı alınan ve “Brexit” olarak bilinen 2016’daki referandum ile Katalonya özerk bölgesinin İspanya’dan ayrılıp bağımsız bir devlet olma kararı alınan 2017’deki referandum, hem dünya kamuoyunun hem de sosyal bilimcilerin referandumlar hakkındaki ilgisini arttıran mühim gelişmeler olmuştur. Daha önce de 2005’te AB Anayasası’nın üye devletlerce onaylanması için referandumlara gidildiğinde Fransızlar ve Hollandalıların “hayır” demesi birçok gözlemci için sürpriz olmuş ve bu da özellikle siyaset bilimcilerin ilgisini referandum meselesine yöneltmiştir. Bu örneklerde de görüldüğü gibi referandumlar, geriye alınması mümkün olmayan bir takım sonuçlara yol açmaktadır. Brexit referandumu Başbakan David Cameron’un siyasi kariyerini sonlandırmış ve 2016’dan itibaren Britanya siyasetini kaotik bir sürece sokmuştur. Katalonya bağımsızlık referandumu ise merkezi hükümet tarafından tanınmazken, konuyu referanduma götüren siyasetçiler halen yargılanmakta ve ülkeyi terk etmek zorunda kalan Katalonya Başkanı Carles Puigdemont
Türkiye'de Referandumlar● 5
ise halihazırda Belçika’da sürgündedir. AB Anayasası ile ilgili referandumlarda Fransa ve Hollanda gibi önemli AB ülkelerinde “hayır” sonucu çıkması ise söz konusu Anayasa’nın büyük ölçüde rafa kaldırılmasına sebep olmuştur. Her ne kadar bu üç örnek dünya kamuoyunun ilgisini referandum meselesine çekmiş olsa da, elbette referandumların modern demokrasiler açısından tarihi daha eskidir. Referandumların başkenti kabul edilen İsviçre’de referandumlar 13. Yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. 1848 yılından bu yana 300’ün üzerinde halk oylamasına sahne olan İsviçre’de emekli maaşlarından gıda güvenliğine kadar birçok konu referandum ile karara bağlanmaktadır (İsviçre Federal Konseyi, 2017). Bu ülkede günümüzde de herhangi bir konu, 100 bin imzanın toplanması ile referandum konusu haline 2 gelebilmektedir. Fransa’da 1789 Devrimi ile görülmeye başlanan referandumlar, Charles de Gaulle ile cumhurbaşkanlığının diğer aktörler karşısında pazarlık kabiliyetini arttıran veya devlet gücünü cumhurbaşkanında yoğunlaştıran bir araca dönüşmüştür. Cumhurbaşkanı de Gaulle’e göre bazen “bir bütün olarak millet tarafından doğrudan görevlendirilen bir lidere” ihtiyaç duyulmaktadır (aktaran, Qvortrup, 2014:10). Benzer bir durumu Augusto Pinochet yönetimindeki Şili’de de gözlemlek mümkündür (Walker, 2003). İsviçre örneğini istisna kabul edersek, referandum biçimindeki doğrudan demokrasi mekanizmalarının 1980’lere kadar yaygın kullanımı Charles de Gaulle veya Pinochet gibi örneklerden hareketle otoriteryanizm ile ilişkilendirilmiştir. Ancak ilginç bir şekilde referandumlar 1980’li yıllara kadar demokratik ülkelerde daha az görülmesine rağmen, 1980’lerden sonra otoriter liderlerin referanduma gitmesi daha da seyrekleşmiştir (Qvortrup, 2018: 263). Bir diğer ifade ile, doğrudan demokrasi araçlarının kullanımı, günümüzde demokrasiler ile her zamankinden daha alakalı olabilir. Her ne kadar doğrudan demokrasi mekanizmalarının hükümetler tarafından yukarı
2
Federal Meclis’in onayını almak kaydı ile 50 bin imzanın toplanması da yeterli olmaktadır.
6 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
dan aşağıya bir süreç şeklinde kullanımı otoriter rejimler ile ilişkilendirilse de yukarıda verilen örneklerde de görüldüğü gibi yerleşik demokrasilerde de bu tür kullanımların çarpıcı örnekleri bulunmaktadır. Özellikle son dönemde Avrupa ve Kuzey Amerika’da temsili demokrasilerin krizlerini ve popülizmin yükselişini sorgulayan bazı çalışmalar doğrudan demokrasi mekanizmalarının popülist veya otoriteryen eğilimlere sahip liderler tarafından kullanımındaki artışa da dikkati çekmektedir (Levitsky ve Ziblatt, 2018; Lochocki, 2018; Muller, 2016). Kısacası, bu konuda literatürde tek bir çıkarım bulunmamaktadır. Genel olarak referandumların 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülen örneklerine bakıldığında, üç tür kullanımın yaygın olduğu söylenebilir. Öncelikle, referandumların çeşitli devletlerin bağımsızlık süreçleri veya ulusların kendi kendini yönetme hakkı talep etmeleri durumlarında kullanıldığı görülmektedir. 1990’lardan itibaren bu yönde birçok çarpıcı kararın alınmasında referandum mekanizması kullanılmıştır. Mesela, Sovyetler Birliği’nin çözülmesi sürecinde Ukrayna ve Belarus gibi ülkelerin yanında Baltık ülkeleri olan Letonya, Litvanya ve Estonya’da referandumlar bağımsızlığa giden yolda önemli bir işlev görmüşlerdir. Diğer taraftan, 2014 yılında İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılıp ayrılmamasının oylandığı referandumda, İskoçların %55,3’ü Birleşik Krallık’ın bir parçası olarak kalmayı tercih etmiştir (Müller, 2015). 1939 yılında İspanya iç savaşının bitmesinin ardından geçen uzun yıllardan sonra 1979 yılında yapılan referandum ile özerkliğini yeniden tesis eden Katalonya, 2006 yılında yapılan başka bir referandum ile özerklik alanını genişletmiştir. 2012 yılında bağımsızlık için referanduma gidilmesi yönünde talepler sıklıkla dillendirilirken, daha somut bir adım olarak 2014 yılında Katalonya’nın bağımsız bir cumhuriyet olup olmamasına karar verilmesi için bir referandum yapılmış ve %43’lük katılım oranı ile bu referandumda %90 oranında evet oyu çıkmıştır (BBC News, 31 Ocak 2018). Benzer biçimde, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi başkanı Mesut Barzani 25 Eylül 2017’de bağımsızlığın oylandığı bir referanduma gitmiş ve bu referandumdan da evet sonucu çıkmıştır. Son iki örnekte sö-
Türkiye'de Referandumlar● 7
zü edilen referandumlar, bağlı bulundukları sırası ile İspanya ve Irak devletlerince gayri meşru bulunmuşlar ve ilk etapta mevcut bölgesel yönetim başkanlarının görevden ayrılmaları ile sonuçlanmıştır. Referandumların kullanımında ikinci alan ise Avrupa Birliği ile ilgili süreçlerdir. Devletler belli alanlarda egemenliklerinin bir kısmını AB’ye devrettiği için halklarının onayını sormak durumunda kalmışlar; AB’ye üye olma, üyelikten ayrılma veya AB Anayasası’nı onaylama süreçlerinde Fransa, Hollanda veya Birleşik Krallık gibi yerleşik demokrasilerde referandumlar önemli roller oynamıştır (LeDuc, 2007; Müller, 2015). Referandumları özellikle Avrupa demokrasileri açısından cazip kılan yönü zor konularda hızlı karar alma imkânı sunmalarıdır. Ancak bazı durumlarda referandumlar tartışmayı bitirmemekte veya referandumla alınan kararların yürürlüğe konulması gecikmektedir. Örneğin 23 Haziran 2016’da yapılan “Brexit” referandumu ile Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılıp ayrılmaması oylanmış ve katılım oranının 71,8 olduğu referandumda, %51,9’luk çoğunluk ayrılma kararını desteklemiştir (Hunt ve Wheeler, 2017). Fakat ayrılma takvimi Mart 2019 olarak belirlenmiş ve AB’den ayrılma ile ilgili tartışma Birleşik Krallık’ta bugüne kadar devam etmiştir. Referandumların kullanımıyla ilgili üçüncü alan ise Latin Amerika’daki zayıf demokrasilerde, Afrika’daki kırılgan demokrasilerde veya otoriter rejimlerde genellikle başkanlar tarafından gücü yürütmede yoğunlaştırmanın aracı olarak kullanılmasıdır (Altman, 2011; Kersting, 2014). Otoriter rejimlerde referandumların göstermelik bir meşruiyet aracı olarak kullanılması sıradan bir uygulama olarak kabul edilebilir. Zayıf veya kırılgan demokrasilerde referandumların amaçları, dinamikleri ve sisteme etkileri çok daha ilginçtir. Bu tür demokrasilerde referandumlar otoriter eğilimleri olan liderlerin elinde muhaliflere karşı güçlü bir silaha dönüşebilirler. Ancak referandumlar kimi zaman böyle rejimlerde reformcu liderler tarafından sivil ve askeri bürokrasinin demokratik güçler üzerindeki vesayetini zayıflatmak için kullanabilecekleri etkili enstrümanlar da olabilirler.
8 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu Zayıf Demokrasilerde Referandum Dinamikleri
Zayıf demokrasiler, serbest ve adil seçim ilkesini kurumsallaştırmış olsa da demokrasinin sıhhati açısından belli problemler barındıran ülkelerdir. Bu problemler seçimlerin askeri darbelerle inkıtaa uğraması veya uğrama ihtimalinin beklenmesi, sivil ve askeri bürokrasinin seçilmiş hükümetler üzerinde otorite iddia etmesi veya kendilerine mahfuz alanlar oluşturması, yasama, yürütme ve yargı arasındaki dengenin yürütme lehine bozuk tasarımlanması, ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin seviyesinin düşük olması veya basın özgürlüklerinde problemler yaşanmasıdır.3 Zayıf bir demokraside hükümetler serbest ve adil seçimler yoluyla belirlense bile bu problemlerden biri veya birden fazlası siyasi sistemde etkili olmakta ve temsiliyeti, hakları veya özgürlükleri sakatlamaktadır. Zayıf demokrasiler ile doğrudan demokrasi araçlarının kullanımı erken dönem çalışmalarda genellikle olumsuz yönde ilişkilendirilmiştir. Lijphart (1984: 204), hükümetlerin yalnızca kazanacaklarına emin oldukları zaman meseleleri referandumlara sunacağını iddia etmektedir. Özellikle zayıf demokrasilerde iktidarlar devlet kurumları, finansal güç ve medya hâkimiyetinden oluşan çok çeşitli araçlarla seçmen tercihlerini manipüle edilebilirler. Bununla beraber, zaman içinde bu konuda farklı tespitler oluşmuştur. Altman (2011: 115), zayıf demokrasilerde referandumların kullanımının ve sonuçlarının literatürün öngördüğünden daha karmaşık olduğunu tartışır. Altman, Latin Amerika ülkelerini analiz ettiği çalışmasında, hükümetler tarafından veya vatandaş grupları tarafından başlatılan referandumların kabul oranlarının sırasıyla yüzde 54.2 ve yüzde 50 olarak bulmuş ve aradaki farkın
3
Bu konuda geniş bir literatür bulunmaktadır. Örnek olarak bakınız: Benjamin Barber. (1984) Strong Democracy: Participatory Politics for a New Age, Berkeley: University of California Press; Robert A. Dahl. (2005). Who governs?: Democracy and power in an American city. Yale University Press; James S. Fishkin. (1991). Democracy and deliberation: New directions for democratic reform (Vol. 217). New Haven, CT: Yale University Press; Larry Diamond & Leonardo Morlino. (2004). The quality of democracy. Journal of Democracy, 15(4), 20-31.
Türkiye'de Referandumlar● 9
büyük olmadığına işaret etmiştir (2011). Bu da referandumların hükümetler veya başkanlar tarafından kolayca manipüle edilemediğini göstermektedir. Gerçekten de otoritesini arttırmak isteyen liderlere karşı halkın referandum yolu ile veto gücünü kullanarak “hayır” demesinin çarpıcı örnekleri vardır. 2007 Venezuela referandumu bunun zayıf demokrasiler açısından bir örneğini teşkil ederken, 1988 Şili, 1993 Malawi ve 2000 Zimbabwe referandumları otoriter rejimlerde bile beklenmedik sonuçlar çıkabileceğini göstermiştir. Yine de siyasetin genellikle “Büyük Adam Kuralı” (Hyden, 2006: 94) ile oynandığı, kurumlardan ziyade kişisel dinamiklerin etkili olduğu Afrika ülkelerinde, referandumlar çoğunlukla istenen onayı halktan alma aracı olarak kullanılmaktadır. Her ne kadar istisnaları olsa da bu tür otoriter rejimlerde, referandum sonuçları genellikle yöneticilerin arzularını ve referanduma konu ettikleri değişiklikleri, yüksek kabul oranları ile desteklemektedir (Kersting, 2014: 190). Bu literatürün başlıca iki teorik çıkarımı vardır. Birincisi, demokrasi skalasında görece düşük puanlara sahip olan ülkelerdeki referandumlarda hükümet önerilerinin kabul edilme sıklığı ve evet oylarının hayır karşısındaki oranı daha yüksek olabilir. Diğer bir ifade ile, bu tür demokrasilerde referanduma getirilen hükümet önerilerinin çoğu kabul edilebilir. Ancak ikinci bir nokta olarak altını çizmek gerekir ki, zayıf demokrasilerdeki referandumlar mutlaka ve her durumda halkın onayı ile sonuçlanmayabilir ve elde edilen sonuçlar, sistematik olarak yöneticilerin ya da vesayet odaklarının arzularını desteklemeyebilir. Doğrudan demokrasi araçlarının zayıf demokrasilerde neden kullanıldığı ile ilgili de literatürde iki temel iddia vardır. Bu iddiaların merkezinde temsil kurumlarının zayıflığı veya etkisizliği yer almaktadır. Kimi çalışmalara göre referandumlar, zayıf temsil kurumlarının elinde güçlü bürokratik elitlere karşı bir koz olarak kullanılabilir. Diğer bir ifadeyle, seçilmiş temsilciler, referandumları, yerleşik bürokratik düzen tarafından önlerine konulan engellerin üstesinden gelmenin ve anayasal reformları uygulamanın aracı olarak görebilirler (Barczak, 2001: 39). İkincisi, zayıf demokrasilerde kontrol ve
10 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
denge mekanizmasının eksikliği bulunduğu için, referandumlar bu yönde işlev göstererek, politik liderlerin güçlerini pekiştirmeleri için fırsat ve teşvik sağlayabilir (Altman, 2011: 137). Bu durumda demokratik kurumların zayıflığını fırsat bilen liderler, yeterli halk desteğine sahip olduklarını gördüklerinde gücü yürütmede yoğunlaştırmak, yani kendi otoritelerini arttırmak için referandum hamlesine başvurabilirler. İlk durumda referandumlar, seçilmemiş kuruluşların vesayetini kırmak yoluyla demokratik reformun aracı olarak kabul edilirken, ikinci durumda, halihazırda yetersiz olan demokratik kurumları daha da zayıflatmak için birer enstrümana dönüşebilmektedir. Türkiye Örneği
Bu çalışmada, doğrudan demokrasi araçlarının dinamiklerini Türkiye örneğini analiz ederek anlamaya çalışacağız. Yer yer darbelere maruz kalmış, dönem dönem kırılganlık düzeyi artmış bir demokrasi örneği olarak Türkiye’yi analiz etmeyi tercih ediyoruz, çünkü literatür çoğunlukla Avrupa veya Kuzey Amerika’daki yerleşik demokrasilere odaklanmış durumdadır. Bunların yanında az miktarda da olsa küresel karşılaştırmalar yapan çalışmalar vardır (bkz. Altman, 2011, Qvortrup, 2014). Yukarıdaki argümanlar açısından, Türkiye ilginç bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Her şeyden önce, Türkiye askeri müdahalelerle çeşitli kesintiler tecrübe etse de 1950’den bu yana serbest ve adil seçimlerin yürütüldüğü bir ülkedir. Ancak her ne kadar siyasi iktidar seçim yoluyla oluşturuluyor ve intikal ediyorsa da Türkiye demokrasisi yukarıda zayıf demokrasiler tanımında kullanılan niteliklerden bazılarını barındırmaktadır. Söz konusu özelliklerden en önemlisi 1960 ve 1980’deki askeri darbelerden sonra -Latin Amerika’daki muadilleri ile karşılaştırıldığında görece kısa süreli de olsa- askeri rejimler tarafından Türkiye demokrasisinin askıya alınmasıdır. Buna ek olarak 1971 ve 1997’de mevcut hükümetlerin istifası ile sonuçlanan askeri müdahaleler de görülmüştür. Tüm
Türkiye'de Referandumlar● 11
bu müdahaleler sonucunda TSK’nın seçilmiş temsilciler ve hükümet üstündeki vesayet gücü artmıştır (Özbudun, 2011: 134). Her ne kadar Avrupa Birliği’ne uyum reformları çerçevesinde ordunun sivil siyaset tarafından denetimini sağlayan bir takım enstrümanlar güçlendirilmiş olsa da (Cizre, 2011), 15 Temmuz 2016’da başarısız bir askeri darbe girişiminin yaşanması Türkiye demokrasisinin halen bir takım kırılganlıklara sahip olduğuna işaret etmektedir. Ordu ile siyaset ilişkileri çerçevesindeki bu problemlerin yanında, 1982 Anayasası’nın kişisel hak ve hürriyetleri sınırlandıran, sivil siyaseti zayıflatan ve bürokrasiyi güçlendiren yönleri de Türkiye demokrasisinin zaafları olarak göze çarpmaktadır. Bütün bu özelliklerinden dolayı, Ergun Özbudun (2011) Türkiye’yi seçimsel demokrasiler sınıfına dâhil etmiştir. Türkiye’deki referandum konularının tüm bu dinamiklerle ilgisi olduğu açıktır. Bizzat 1961 ve 1982 referandumları, vesayet alanları tanımlayarak, Türkiye’nin zayıf demokrasisini kuran yeni Anayasaların onaylanması ile ilgili oylamalarken, özellikle 2007, 2010 ve 2017’deki son üç referandumda ise 1982 Anayası’nın inşa ettiği siyasi sistem hakkında önemli reformlar halk oyuna sunulmuştur. Dolayısıyla bu kitapta, referandumların zayıf kabul edilebilecek demokrasilerde kullanımı hakkındaki literatüre katkıda bulunmayı amaçlıyoruz. İkinci olarak, Türkiye toplam yedi referandum tecrübe etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ndeki ilk iki referandum olan 1961 ve 1982’de yeni Anayasalar askeri rejimler tarafından halkın onayına sunulmuştur. Geri kalan beş referandum, sivil hükümetler tarafından sırası ile 1987, 1988, 2007, 2010 ve 2017 yıllarında önerilen Anayasal reformlar ve kanun değişiklikleri ile ilgiliydi. Bununla birlikte, bir veya iki referandumu analiz eden az sayıda dergi makalesi dışında (örneğin, Atikcan ve Oge, 2012; Kalaycıoğlu, 2012; Karakartal, 1984) Türkiye referandumlarının bütüncül bir analizi henüz yapılmamıştır. Türkiye’de referandumlara dönük bu ilgisizliğin 2017 yılında yapılan son referandum ile değişmesi muhtemeldir. 2017 referandumu, hem kampanya sürecinin çok yoğun geçmesi, hem referandum sonucunda “evet” ve “hayır” oylarının oranları-
12 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
nın birbirine çok yakın olması, hem de Türkiye’nin hükümet sisteminin parlamenter sistemden başkanlık sistemine dönüştürmesi nedeniyle oldukça tartışmalıydı. Kısacası bu kitabın ikinci amacı, Türkiye’deki referandumların kapsamlı bir analizini yaparak literatürdeki boşluğu doldurmaktır. Üçüncü olarak, Türkiye’deki referandumlar, sonuçları açısından da oldukça ilgi çekicidir. 1988 referandumu dışında, yedi referandumun altısı ortalama yüzde 59.5 “evet” oyu ile sonuçlanmıştır. Öte yandan, askeri rejimlerin otoriter ortamlarında gerçekleşen 1961 ve 1982 referandumlarını hariç tutarsak, ortalama kabul oranı yüzde 52.68’e düşmektedir. Dahası, küçük bir farkla (yüzde 50.2) kabul edilen 1987 referandumunda hükümetin aslında hayır oyu verilmesi için kampanya düzenlediği göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’de demokratik hükümetler tarafından halkoyuna sunulan öneriler için onay almadaki başarı oranının, (beş referandumda üç tane) ilk bakıştaki kadar yüksek olmadığı görülmektedir. Bunda, Anavatan Partisi iktidarında sunulan her iki referandum önerisinde de sandıktan, hükümetin istemediği sonucun çıkmasının payı büyüktür. Neden Anavatan Partisi’nin iki önerisi de reddedilmiştir? Darbe sonrası dönemlerde yapılan Anayasa referandumlarını, diğer referandumlardan ayıran faktörler nelerdir? Kitabımızda bu önemli sorulara da cevap aranacaktır.
Türkiye'de Referandumlar● 13 Tablo 1- Türkiye’de referandum sonuçları
Referandum tarihi
Katılım oranı (%)
Hükümetin tercihine destek oranı (%)
Sonuç
1961
81
61.7
Evet
1982
91.3
91.4
Evet
1987
93.6
49.8 (*)
Evet (*)
1988
88.8
35
No
2007
67.5
68.9
Evet
2010
77.3
57.9
Evet
2017
85.1
51.4
Evet
Ortalama
83.5
59,4
1961 ve 1982 referandumlarını çıkarınca ortalama
82.5
52.6
(*) 1987 referandumunda ANAP hükümeti 'hayır' kampanyası yapmıştır.
Son olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) hükümetleri tarafından başlatılan son üç referandum, daha yakından bir analizi gerektirmektedir. Bu referandumlarda, ortalama kabul oranı nispeten yüksektir (% 59.4), fakat 2007’de alınan % 68.9’luk oy oranı, 2010 yılında % 57.9’a ve 2017 yılında yüzde 51.4’e düşmüştür. İlginçtir ki, “evet” oyunun düşme oranı ile Ak Parti’nin veya “evet” bloğundaki partilerin toplam oyunun hareketleri arasında da bir paralellik yoktur. Benzer şekilde, her üç referandumda da “hayır” oyları yükseldiği halde, “hayır” bloğunun liderliğini üstlenen ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) oy payında herhangi bir artış gözlenmemektedir. Bu üç referandum açısından bir diğer önemli çıkarım ise ilk kez 2017 referandumunda %51,4 oranındaki “evet” oylarının, “evet” oyunu destekleyen siyasi partilerin %53,7’ye tekabül eden toplam oylarından bir miktar daha düşük olmasıdır. 2007’de ve 2010’da “evet” oyunun
14 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
oranı, “evet” bloğu partilerinin en yakındaki genel seçimdeki toplam oylarından daha yüksek iken, 2017 referandumunda farklı bir tablo ortaya çıkmıştır. Son üç referandumda gözlemlenen bu durumların sebeplerini açıklamak, sadece referandumların dinamiklerini değil, Türkiye’de mevcut siyasi durumu ve konumlanmayı anlamak için de önemli veriler sunacaktır. Türkiye’deki referandumlarının bu kısa değerlendirmesi, zayıf demokrasilerde referandumların kullanımına ilişkin teorik literatüre katkı yapabilecek bazı önemli sorular ortaya koymaktadır: (1) Türkiye’deki referandumlarda seçmenlerin hükümet önerilerini desteklemesi neden daha olasıdır? (2) Türkiye’deki referandumlarda kabul oranları neden nispeten daha düşüktür? (3) 1987 ve 1988 referandumlarında Anavatan Partisi hükümeti neden istenen sonuçları alamamıştır? (4) Hükümet partisi olan Ak Parti’nin oyları çoğunlukla artış yönlü korunurken neden 2007, 2010 ve 2017 referandumlarında “evet” oranı düşmektedir? Elbette yapısal faktörler bu eğilimleri açıklamada bir rol oynamaktadır ve kitapta kurumsal yapı, sosyoekonomik durum ve demokrasi düzeyi gibi yapısal faktörleri de tartışacağız. Ancak bu kitapta daha ziyade referandumun konusunun ve referandum kampanyalarının seçmen davranışına etkisine odaklanılacaktır. Bu etkiler iki parametre etrafında analiz edilecektir. Birincisi seçmelerin kendini konumlandırması, yani referandum sürecinde partilerin ve seçmenlerin geleneksel ilişkilerine devam edip etmedikleridir. İkincisi ise referandum konusunun etkisidir. Yani referandum kampanyası süreçlerinde yapılan propagandalarda işlenen konular ve oylanan konular arasındaki etkileşimi analiz ederek, konuların ve bu konuların kampanya süreçlerine yansımalarının, referandum sonuçlarına etkilerini anlamaya çalışacağız. Kitabın Organizasyonu
Bu çerçevede birinci bölümde referandumun sonucunu belirleyen kısa vadeli faktörler hakkındaki literatür analiz
Türkiye'de Referandumlar● 15
edilmektedir. Söz konusu literatür incelenirken özellikle referandum konusunun, kampanya sürecinin ve seçmenlerin siyasi konumlanmalarının etkilerine odaklanılmıştır. Diğer bir ifadeyle, referanduma götürülen konunun karmaşık veya sade olması, kampanya sürecinin yoğun veya düşük profilde seyretmesi ve siyasi konumlanmanın keskin veya gevşek olmasının “evet” veya “hayır” oylarına nasıl etki ettiği tartışılmaktadır. Birinci bölümün devamında ise siyasi konumlanmanın Türkiye örneğindeki özel anlamları üzerinde durulmaktadır. Konular ve kampanya yoğunluğu hemen her ülkede benzer etkiler yaparken, siyasi konumlanmalar her bir ülke için farklı bir anlama, şekle ve içeriğe sahiptir. Dolayısıyla Türkiye’deki referandumlarda siyasi konumlanmaların nasıl oluştuğunu ve sonuçlara nasıl etki ettiğini tartışabilmek için Türkiye siyasetinin temel dinamiklerinin ve fay hatlarının anlaşılması gerekmektedir. Birinci bölümün sonunda ise Türkiye’deki referandumlar genel olarak takdim edilmekte ve bu referandumlardaki temel dinamikler kaba hatları ile tartışılmaktadır. İkinci bölüm, Türkiye’de 1960 ve 1980 darbeleri sonrasında oluşturulan askeri rejimlerin insiyatifi ile hazırlanan Anayasaların onaya sunulduğu 1961 ve 1982 referandumları hakkındadır. Her ne kadar iki referandumda da muhalefet yoğun baskı altında tutulmuş ve serbestçe kampanya yapmaları çeşitli mekanizmalarla engellenmişse de 1961’de Anayasası’nın onay oranı %61,7’de kalmış, 1982’de ise bu oran %91,4’ü görmüştür. İkinci bölüm bu farklılığın neden oluştuğunu analiz etmenin yanında otoriter bağlamlarda seçmen davranışlarının nasıl şekillendiğini incelemektedir. Üçüncü bölümde ise Anavatan Partisi hükümeti döneminde yapılan 1987 ve 1988 referandumları tahlil edilmektedir. İlginç bir şekilde Anavatan Partisi her iki referandumda da arzu ettiği sonuçları alamamıştır. Buna mukabil, dördüncü bölümde 2007, 2010 ve 2017’deki Ak Parti referandumları incelenmektedir. Anavatan Partisi iktidarında yapılan referandumlardan farklı olarak, Ak Parti gittikçe düşen oranlarda da olsa her üç referandumda da “evet” oyunun kazanmasını sağlayacak itti-
16 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
faklar kurabilmiş ve kampanyalar yürütebilmiştir. Üçüncü bölümde Ak Parti’nin kazanmasına, ancak bir yandan da “evet” oylarının düşmesine sebep olan etkenler analiz edilmektedir. Kitabın sonucunda ise Türkiye’deki referandumların analizinden elde edilen bulgular bir arada değerlendirilmekte, bu bulguların Türkiye siyaseti açısından anlamları tartışılmakta ve bir takım öneriler geliştirilmektedir. Referandumların konuları ve kampanya süreçleri için bir gazete taraması yapılmıştır. Gazete taramasında referanduma giden süreç, referandum konusu, önerilen Anayasa değişiklerinin TBMM’de oylanması sürecinde nasıl tartışıldığı, bu tartışmalarda hangi partilerin nasıl konumlar aldığı ve referandum kampanyalarında ne tür söylemler ve yöntemler kullanıldığı analiz edilmektedir. Her referandum hem kendi içinde hem de diğer referandumlarla karşılaştırmalı olarak incelenmektedir.
2 REFERANDUM KAMPANYALARI, SİYASİ KONUMLAMA VE TÜRKİYE
Referandum Sonucunu Etkileyen Faktörler Vatandaşlar, referandumlardaki oy pusulalarında tanıdık partileri veya adayları değil, genellikle “evet” ya da “hayır” şeklinde iki seçenek görürler. “Evet” ve “hayır” tercihleri tek bir soruya verilen bir cevap olabileceği gibi birden fazla meseleyi topluca kabul veya reddetmek anlamına da gelebilir. Bazı durumlarda referandumdaki her mesele için vatandaşlar ayrı ayrı tercihlerini belirtme şansına sahip olsalar da, Türkiye’deki yaygın uygulama birden fazla meselenin tek bir paket olarak seçmen önüne getirilmesi ve paketin tamamına “evet” veya “hayır” cevabı verilmesi şeklindedir. Dolayısıyla referandumlarda halkın önüne sunulan konuların, seçmen davranışını belirlemede etkili olması beklenir. Öte yandan, bir referandum konusunun ne olduğu kadar bu konunun seçmenlere nasıl sunulduğu da önemlidir. Özellikle de seçmenin anlamakta zorluk çekeceği anayasa değişiklikleri veya uluslararası anlaşmalar gibi teknik meselelerin siyasi aktörler tarafından seçmene nasıl aktarıldığı, referandum sonucunun belirlenmesinde hayati bir rol oynayabilir. Bu noktalardan hareketle, referandumlarda seçim kampanyalarının genel seçimlere kıyasla çok daha etkili olduğu yönünde akademik literatürde yaygın bir beklenti vardır. Diğer bir ifadeyle, bir halkoyuna sunulan konunun siyasi aktörler ve kilit bilgi kaynakları tarafından algılanış ve sunuş biçiminin, referandumlarda seçmen tercihlerini genel seçimlerde olduğundan daha fazla etkilediği öne sürülmektedir (LeDuc, 2002). Bunun en önemli gerekçelerinden biri siyasi partilerin referandumlarda genel seçimlerde olduğundan daha farklı hareket edebileceği gerçeğidir.
18 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Siyasi partiler referandum konularına ilişkin kendilerini çok net olarak konumlandıramayabilirler, iç bölünme yaşayabilirler veya sol ve sağ spektrumdaki partiler referandum konusu etrafında olağandışı bloklar oluşturabilir (LeDuc, 2002; Vreese ve Semetco, 2004; Semetco ve Vresse, 2004). Böylece seçmen tavrı, siyasi parti aidiyetlerinden ziyade konu ekseninde şekillenebilir. Oysa genel seçimlerde, mevcut siyasi aidiyetler ve konumlandırmalar partilerin siyasi ve ekonomik meselelerle ilgili söylemlerinden daha etkili olmakta, bu da kampanyaların seçmen davranışını etkileme düzeyini azaltmaktadır (Özkan, 2007: 84-88). Diğer bir nokta ise referandum konusunun çok yönlü olduğu durumlarda, meselenin farklı yönlerinin çeşitli seçmenler arasında çeşitli tepkilere ve anlamlandırmalara yol açabilmesidir. Özellikle seçmen, referandumlarda, uluslararası anlaşmalar veya anayasa değişiklikleri gibi teknik metinlerle ilgili bir karar verecekse, referandum konusunu özetlemek ve çerçevelemek seçmen tercihlerini önemli ölçüde etkileyerek kampanyanın kilit bir bileşeni haline gelir (Vreese, 2007: 2). Çok karmaşık içeriği olan böyle metinlerin, siyasetçiler tarafından nasıl basitleştirildiği ve belki de hangi konularla ilintilendirildiği önem taşıyabilir. Çeşitli ülkelerdeki başlıca AB referandumlarını inceleyen LeDuc (2007: 41), halkoyuna sunulan konudaki eğilimlerin güçlü ve yaygın olması durumunda veya siyasi partilerin bu konu etrafında kolayca ve hızlıca pozisyonlarını aldıkları referandumlarda seçmenlerin daha kolay karar verdiklerini ve genellikle önceki genel seçimlerde oy verdikleri partilerin aldıkları pozisyonlar ekseninde oy verme eğiliminde olduğunu bulmuştur. Buna karşılık, eğer oylanan konular geleneksel partizan kamplaşmaların aşina olmadığı türden ise vatandaşlar bir karara varmak için daha fazla zamana ihtiyaç duyabilirler ve bu karar oldukça öngörülemez ve dalgalı olabilir (LeDuc, 2002a: 720). Kanada’da yapılan 1992 Anayasa referandumunu bu kategoride ele alan yazar, seçmeni bağlayan ideolojik ya da partizan bir duruşun olmaması durumunda, sonuçların sürpriz olabileceğini belirtmektedir (LeDuc, 2002a: 721). Ancak bu tür durumlarda siyasi partilerin konuyu partizan çerçevelere
Türkiye'de Referandumlar● 19
çekerek, seçmeni manipüle etmeye çalışmaları da yaygın bir durumdur. Diğer bir ifade ile kimi zaman partizan temelleri olmayan konular, siyasetçiler maharetiyle oldukça partizan bir kategoride işlenerek, seçmenlerin önemli bir bölümünün partizan oy kullanmaları sağlanabilir. Ayrıca, eğer referandumlarda partizan davranışlar ve kutuplaşma yüksekse, seçmen desteği daha yüksek olan parti tarafından seçmenlerin daha kolay harekete geçirebileceği ve bu durumda iktidar partilerinin kazanma şansının daha yüksek olacağı iddia edilebilir. Buna karşın, muhalefetin motive olmadığı referandumlar iktidar açısından kolay bir zafer anlamına geleceği için bu tür durumlarda, hükümetler düşük profilli bir kampanyayı tercih edebilirler (Neijens ve ark., 2007: 156). Gerçekten de referandumlardaki yüksek katılımlar, oylanan konuya muhalefetten yüksek bir itiraz yükseldiğinin, muhalefet tarafından üst düzey bir motivasyon ile yoğun bir kampanya yürütüldüğünün işaretidir. Bu gibi durumlarda, avantaj genellikle “hayır” tarafındadır çünkü muhalifler alternatif bir teklif sunmaktan ziyade teklifle ilgili şüpheleri dile getirme, teklif sahiplerinin niyetlerini sorgulama, seçmenlerin korkularını uyandırma veya referandum konusunu daha az popüler olan diğer konularla veya kişilerle ilişkilendirme şansına sahiptir (LeDuc, 2007: 42). 2005 yılında Fransa ve Hollanda’da AB Anayasası’nın reddedildiği referandumlar, yoğun kampanyalarda “hayır” çıkma ihtimalinin nasıl yükseldiğini gösteren çarpıcı örneklerdir. Ayrıca genel seçimlerde ve referandumlarda seçimlere katılım oranları karşılaştırıldığında referandumların çok daha değişken katılım oranlarına sahip olduğu ve bu oranların kampanya yoğunluğu nispetinde arttığı gözlemlenmektedir. Siyasi kutuplaşma seviyelerine, medyadaki tartışmaların moduna ve yarışın ne denli başa baş geçtiğine bakarak kampanyanın yoğunluğunu ölçen Hobolt (2007: 95-97), kampanya yoğunluğu ile katılım arasında ve kampanya yoğunluğu ile geçerli oy oranları arasında açık bir ilişki olduğunu belirtir. Hobolt’a (2007: 104-107) göre, ilgili sosyoekonomik oy kullanma değişkenleri (eğitim, gelir, yaş gibi) kontrol edilse bi-
20 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
le, kampanyaya maruz kalma seviyesi referandumlarda oy kullanma olasılığına olumlu yönde etki etmektedir. Kısacası referandumlardaki yoğun kampanyalar, insanları oy kullanmaya ve tercihlerini, oylanan konunun “evet” ve “hayır” sözcüleri tarafından nasıl sunulduğuna bakarak oluşturmaya yöneltmektedir. Bu noktada, halkoyuna sunulan konunun siyasi aktörler tarafından nasıl çerçevelendiği İskoçya’da 1997 referandumunda ve Quebec için yapılan 1995 referandumlarında olduğu gibi büyük ölçüde önem kazanmaktadır (LeDuc, 2002a: 711). Diğer bir ifade ile referandumun yalın içeriği kadar, siyasetçiler tarafından bu içeriğin nasıl sunulduğu ve anlamlandırıldığı da göz önünde tutulmalıdır. Zaller’in (1992) argümanından hareketle, seçmenlerin oylanan konuya ilişkin “evet” veya “hayır” tercihinin, konu hakkında edinilen bilgi ile mevcut siyasi konumlanma arasındaki etkileşim sonucunda oluştuğunu ifade eden LeDuc (2009), referandumlarda oylanan konular eğer siyasal konumlandırmalara dokunuyorsa, seçmenlerin referandumlarda genel seçimler gibi davranmaya meyilli olduğunu savunur. Bu tür referandumlarda, partiler çoğunlukla kararsız seçmenleri veya dalgalı oyları hedefler. Ancak, referandum konusu seçmen açısından yeni ve tanıdık olmayan bir konuysa, partiler bu konu hakkında iç bölünmeler yaşamaktaysa veya ideolojik eğilim belirsiz ise genel seçimlerdeki oy oranlarından yola çıkarak referandum sonuçlarına ilişkin tahmin yürütmek daha az isabetli hale gelir. Bu nedenle, güçlü siyasal konumlandırmalar olmadığında, yarışmanın sonucu daha öngörülemez hale gelir. Avrupa ve Kanada’daki yirmi referandumdan alınan kamuoyu verilerini inceleyen LeDuc, bunlardan on dördünün “hayır” tarafının zaferiyle sonuçlandığını tespit etmiştir (2009, 154). LeDuc’a göre (2009) referandumlarda “hayır” sonucunun çıkma ihtimali özellikle ikinci dereceden etkiler (örneğin, “evet” oyu popüler olmayan bir lider veya hükümetle ilişkilendirildiğinde) ve ana-akım siyasi partilere karşı kendini konumlandıran popülist retorikler (örneğin “seçkinlere karşı halk” gibi) etkili olduğu zaman artmaktadır.
Türkiye'de Referandumlar● 21
“Evet” oyunu destekleyen partilerdeki iç bölünmeler, her iki taraftaki ideolojik bölünmeler ve muhalefetin referandum konusunu yeniden çerçevelendirmekte başarılı olması kadar önemli rol oynayan bir diğer unsur da oylanan konuların karmaşıklığıdır. Seçmenlerin konu hakkında sınırlı bilgiye sahip olduğu durumlarda, “hayır” seçeneği seçmenler tarafından daha fazla bilgi talep etmek olarak görülebilir (Bowler ve Donovan, 2000). Bu durumda seçmen mevcut düzeni koruyarak, emin olmadığı bir değişiklikle ilgili risk almak istemediğini ifade edebilir. Böyle oylamalarda, seçmen “evet” yönünde oy kullanmak için yeterince ikna olmadığından, mevcut yasanın, sistemin ya da düzenlemenin değişmesi ile ile ilgili heyecan taşımıyor olabilir. Dolayısıyla konunun karmaşıklığı, teoride oyların yönünü belirleyen çok sayıda değişkenin farklı durumlarda farklı etkiler oluşturması, Türkiye örneğini test etmek için gerekli görünen fakat her referandum için ayrı ayrı incelenmesi gereken bir değişkenler kümesini ortaya çıkarıyor. Halkoyuna sunulan konunun karmaşıklığı, bu konunun “evet” ve “hayır” cepheleri tarafından nasıl seçmene sunulduğu, muhalefetin kampanya yapmaya motive olup olmadığı ve kampanyanın toplamda yoğun geçip geçmediği gibi değişkenler yanında seçmenlerin siyasi konumlanmaları bir referandumun sonucunun belirlenmesine etki etmektedir. Buradan yola çıkarak, referandum konusunda bilgilendirmenin yanı sıra siyasi aktörlerle seçmenin iletişimini sağlayan kampanya süreçlerini incelemek gerekmektedir. Ayrıca, mevcut siyasi partilerin tutumları göz önüne alındığında, en yakın genel seçimlerin sonuçları ile referandum sonuçlarının karşılaştırılması, siyasi konumlanmaların ve eğilimlerin referandum sonuçları üzerindeki etkisini gösterme potansiyeline sahip olabilir. Öte yandan aynı isimle faaliyetlerini sürdürdüğü hatta aynı liderle yönetildiği halde, blok değiştiren siyasi partilerin bulunduğu, yine parti içinden ayrılma ve kopmaların sıkça yaşandığı Türkiye örneğinde, siyasi konumlanmanın tek bileşeninin siyasi partiler olmadığı ön kabulü ile, konumlanmaya ilişkin bir arka plan çerçevesinin sunulmasının da yararlı olacağını düşündük.
22 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Sonuç olarak, Türkiye’deki referandum süreçlerinde iktidarlar tarafından halkoyuna sunulan önerilere genellikle “evet” denmesinin, ancak “evet” oyunun ortalama oranının çok yüksek olmamasının sebeplerini anlamak için, referandumda oylanan konular ve siyasal konumlanma şeklinde indirgediğimiz iki ana eksenin analiz edilmesi gerekmektedir. Konular analiz edilirken, yalnızca literal anlamda referandumda seçmenin karşısına çıkan metinler değil, aynı zamanda bu içeriklerin siyasi aktörler tarafından yorumlanmasıyla birlikte değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Siyasal konumlanmayı incelerken, referandum süreci boyunca siyasi pozisyonların açık veya muğlak eğilimleri, en yakın genel seçim sonuçlarıyla karşılaştırılacak ve aynı zamanda söz konusu konumlanmaların, o siyasal sürecin oluşturduğu bağlamdaki yansımalarına bakılacaktır. Genel olarak, konumlanma çerçevesinde ele alınabilecek olan bir husus da, devam etmekte olan hükümet işleri hakkında oluşan genel memnuniyet veya hoşnutsuzluğun, referandumlarda oylanan belirli bir konu kadar referandumlardaki sonuçlar üzerindeki etkisinin bulunabileceğidir. Bu çerçevede öncelikle siyasi konumlanmaların Türkiye’deki temel dinamiklerini anlamak için bir arkaplan analizi yapmak gerekmektedir. Siyasi Konumlanmanın Türkiye'deki Anlamı Üzerine
Türkiye’de siyasi konumlanmanın ne olduğuna ilişkin tek bir çıkarımda bulunmak mümkün müdür? Bu soruyu yanıtlamadan önce, siyasi konumlanmanın (political predisposition) unsurlarını çalışan iki temel görüşten kısaca bahsetmekte fayda bulunmaktadır. Bunlardan ilkine örnek teşkil eden görüş, Donald Green, Bradley Palmquist, and Eric Schickler’in Partizan Hearts and Minds: Political Parties and the Social Identities of Voters adlı çalışmalarında ortaya koydukları gibi, seçmen davranışlarını dışsal faktörler yerine daha çok grup kimliklerinin ve parti bağlılıklarının etkilediğini, oluşan seçmen tercihlerindeki farklılaşmaların çoğunlukla kendini bağımsız olarak tanımlayan seçmenlerin partiler arasında yer değiştirmesiyle oluştuğunu ifade etmektedir (2002: 2). Irk, cinsiyet, etnik yapı, din ve toplumsal sınıf gibi kimliklerin farklı etkileşimlerinden
Türkiye'de Referandumlar● 23
oluşan bu siyasal kimlikler, Green ve arkadaşlarına göre siyasi konumlanmayı oluşturmaktadır (2002). Bu çalışmaya rasyonel teori üzerinden cevap veren Abramowitz ve Saunders (2006) ise, siyasi konumlamayı belirleyen başat unsurların grup kimlikleri yerine daha somut değişkenlerden, örneğin hükümet performansından memnuniyet, seçmenin ekonomik çıkarlarının gözetilmesi, ideolojik olarak seçmenin hangi partinin kendisini temsil ettiğini düşünmesi gibi faktörlerin daha etkili olduğu sonucuna varmıştır. Sonuç olarak, Downs’ın (1957) liberal-muhafazakar ayrışmasının parti tercihlerine yansıyor oluşuna ilişkin tespitinin, eksik ve tartışmaya açık yanları olmakla birlikte, hala literatürde siyasi konumlanmanın tanımlanması için bir referans noktası olduğu söylenebilir. Fakat yukarıda bahsedilen iki farklı çalışmanın birlikte okunması ile elde edilecek sonuçlardan bir tanesi de insanların ideolojik eğilimleri ile oy verdikleri parti arasındaki ilişkinin karmaşık olduğudur. Başka bir ifadeyle, kişilerin ideolojik eğilimlerinin mi oy verecekleri partiyi belirlediği yoksa oy verecekleri partinin mi onların siyasi görüşlerini şekillendirdiği sorusunun kesin ve her durum için geçerli bir cevabı yoktur. Yanı sıra, sosyoekonomik, bölgesel ve dini kimlikler, grup kimlikleri, cinsiyet, medeni durum, yaş, vb. gibi birçok farklı bileşen oy verme eğilimine etki etmektedir. Dünyada seçmen davranışlarıyla ilgili oldukça genişlemiş olan literatürün tıpkıbasım biçimde Türkiye örneğine aktarılması yeterince açıklayıcı bir analiz olmayacaktır. Zira, sosyal bilimlerde bağlamın ne kadar önemli olduğu ve kendine has değişkenler içerdiği açıktır. Türkiye’de sosyal konumlanmayı açıklayan tek unsur siyasi ideolojinin partiler ekseninde karşılık bulmuş hali değildir. Yine grup kimlikleri de, Türkiye’de klasik bir bakış açısı ile sosyoekonomik sınıflar üzerinden şekillenmemiştir. Yatay ve dikey olarak birbirinden birçok açıdan farklılaşmış ve birbiri ile farklı eksenlerde iç içe geçmiş bir toplumsal yapı bulunmaktadır. Bu toplumsal yapı, durağan değil, devingendir ve zaman içinde iktidarların el ve yüz değiştirmesi ile dönüşmektedir. El değiştirmeden kast edilen birbirinden farklı dünya görüşlerini benimsemiş ve siyasi tasavvura sahip düşünce yapılarının iktidara sahip olmasıdır ki
24 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
demokratik sistemin doğasında zaten bu el değişimi bulunmaktadır. Yüz değiştirmeden kastedilen ise farklı ideal ve iddialarla iktidara gelenlerin, zaman içinde iktidarın verdiği cazibeye kapılarak ve güç mekanizmalarının etki alanına girerek karakter değiştirmeleridir. Her iki durum da toplumsal yapıda farklı kırılımlar ya da ayrışmalar ortaya çıkarak, başka birtakım kırılımların ya da toplumsal ayrışmaların geri plana itilmesine neden olabilmektedir. Şerif Mardin’in (1973) Shills’ten (1961) uyarladığı merkezçevre ayrışması, Türkiye’de toplumsal yapı ile devlet arasındaki çatlağı anlamada önemli bir teoridir . Bu perspektif, kendi içinde tek bir meslek grubundan oluşmayan merkezin, yine kendi içinde monolitik bir yapı sergilemeyen çevreden, farklılaşan kültürel kodlarla ayrılması üzerinde şekillenmektedir. Klasik dönemde Mardin’in (1973: 173) ifadesiyle “haşmetmeab Sultan miti” -the myth of the majesty of the Sultan- ya da Heper’in (1985) Tanrı tarafından görevlendirildiğine inanılan Sultan etrafında örüntülenmiş aşkın -transandantal- devlet algısı, kültürel farklılıkların merkezden ayırdığı çevrenin, merkezin yönetim alanına saygı duymasına neden olmaktadır. Modernleşme sürecinde merkez ile çevre arasında geçmişte kısmen yumuşak bir geçiş sağlamakta olan ilmiye sınıfının yönetimde rol kaybetmesi ve devamında devlet eli ile gelen laiklik, ulus-devlet ve Batıcılık ekseninde şekillenen modernleşme pratikleri sonucunda merkez ile çevre arasındaki çatlak derinleşmiştir. Gerçi bu farklılığı “divan” ve “halk” (ya da “büyük” ve “küçük” gelenek) şeklinde belirtilen kültürel ayrışma üzerinden açıklayan Şerif Mardin, meselenin yumuşayan yanına da dikkat çeker: Haberleşme kanallarının bir ölçüde geliştirilmesinden ötürü büyük ve küçük gelenek arasındaki ayrıcalıkta bir değişme oldu. Bu kültürler arasındaki sınır bir bakıma “katılaştı”, bir bakıma da “yumuşadı.” Katılaştı, çünkü zaman geçtikçe Batı kültürünü alanlar eskiye göre kendilerini halktan daha da ayırdılar. Yumuşadı, çünkü sınıf duvarlarını muhafaza etmek haberleşme imkanlarının gittikçe geliştiği bir ortamda zorlaştı. (2005:27)
Türkiye'de Referandumlar● 25
Cumhuriyet’in kuruluşu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden İkinci Grup’un büyük ölçüde tasfiye edilmesi ile kültürel ve fikri anlamda birbirine genel olarak benzeyen bir temsilci grubu yönetimde yer alarak, merkez fikrinin sürdürülmesine yardımcı olmuştur. Bu bağlamda, Demokrat Parti’nin 1950 seçimleri ile kazandığı zafer, çevrenin merkeze karşı zaferi olarak görülmüştür (Özbudun, 2000). Şerif Mardin’in işaret ettiği yumuşamayı aslında Demokrat Parti örneğinde de bir nebze görmek mümkündür. Her ne kadar Demokrat Parti, çevrenin temsilcisi gibi görülse de, bizatihi Celal Bayar, Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde oldukça ciddi yetkiler elde etmiş ve Mustafa Kemal Atatürk ile yakın ilişkiler geliştirmiş eski bir Cumhuriyet Halk Partili’dir. Keza, diğer parti kurucuları da CHP içinde yer almış, sıradan halka nazaran seçkin sayılabilecek bir profil çizmektedir. Yerelde tanınmış bir toprak sahibi olan Menderes, o yıllarda ender rastlanabilecek bir 4 “kültürel kapital” unsuru olarak, kolej eğitimine ve yabancı dil bilgisine sahiptir ve kısmen melez bir kimliktir. Dolayısı ile modernleşme sürecinde derinleşen kültürlerarası çatlağın, temsil ve iletişim açısından bakıldığında aradaki bir takım bariyerlerin kalktığı ve toplumla seçkinler arasındaki mesafenin Demokrat Parti stratejisinde görüldüğü gibi yer yer azaldığı gözlenebilir. Yukarıdan aşağıya şekillenen Türkiye modernleşmesinde görülen elitlerin Reşat Kasaba’nın (1998: 22) tabiriyle “sofuca coşku”su, Demokrat Parti deneyimi ile halkın değerlerini ve gündelik pratiklerini doğrudan hedef almaktan kaçınan yeni bir siyasi elitin ortaya çıkması ile dinginleşmiştir. Çok partili sisteme geçiş sürecinde, Demokrat Parti rahat sayılabilecek şartlarda siyaset yapmamıştır. 1950 seçimlerinde kullandığı “Yeter! Söz Milletindir!” ifadesi, basit bir slogan olmaktan çok, kitlelerin beklentilerini iktidara getirme vaadi ile ilintilidir ve burada bir merkez-çevre ayrışması gözlenmektedir. 1954 seçimlerinde geniş toplum kesimlerinin Demokrat Parti iktidarının devam etmesi konusundaki tercihi, bu vaadin ilk dönemde büyük ölçüde başarıldığını ifade etmektedir. Ne
4
Pierre Bourdieu’nun dört kapitalinden bir tanesine burada atıfta bulunulmaktadır. Detaylar için bakınız: Pierre Bourdieu. (2011). The forms of capital.(1986). Cultural theory: An anthology, 1, Madden, MA: Wiley-Blackwell, 81-93.
26 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
var ki, toplumun beklentilerini karşılamak üzerinden şekillenen Demokrat Parti siyasetinin, zaman içinde ayrıştırıcı bir dil benimsemesi ve iktidara yönelik tehditlerin olduğuna ilişkin kuşkularının gittikçe artması, Parti’nin demokratik söylemin dönüşümüne yol açmıştır. 1957 Seçimlerinden sonraki süreçte, sürekli darbe endişesi yaşayan Demokrat Parti iktidarı, otoriterleşen bir yönetim anlayışı geliştirmiş, çeşitli baskıcı ve sınırlayıcı uygulamaları hayata geçirmekte bir beis görmemiştir. Bu yönü ile halk iradesini savunarak iktidara gelen DP’nin zaman içinde yüz değiştirdiğini ve kendi gücünü korumak adına muhalefete daha az tolerans gösterir hale geldiğini öne sürmek mümkündür. Konumlanmanın geçmişte neyi ifade ettiğini basitleştirmek adına, Demokrat Parti şemsiyesi altında yer alan çevreyi ve merkez olarak ifade edilebilecek olan devlet seçkinleri ve Cumhuriyet Halk Partisi kanadını birbirinin karşısında yer alan iki grup olarak görmek mümkündür. Bu konumlanma, 1950’li yıllarda devlet seçkinlerinin imtiyazlı statüsüne karşı geliştirilirken ve sistem içinde kalmaya özen gösteren, bu yönü ile devrimci ya da yıkıcı olmayan bir süreç iken, darbe sonrası süreçte durum farklılaşmıştır. 1960’lı yılların başında, darbe sürecinin beslediği vesayet yapılarının iktidarda yer bulması ile, merkezin çevreye karşı konumunun yeniden güçlendirdiğini öne sürmek yanlış olmaz. Sivil iktidarlar üzerinde, sivil ve askeri bürokratların artan baskısının, 1970’li yıllara gelindiğinde yine askerin politik alana bu defa sivil siyasetçilerin de yüreklendirmesiyle tabii bir aktörmüşçesine dahil olması gözlenmektedir. Çevreyi temsil ettiği düşünülen partilerin yer yer merkezin gücünü paylaşmak ya da sivil alandaki siyasi rakiplerini bertaraf etmek için merkezdeki aktörlerin sivil siyasete müdahalesini destekler hale gelmesi, 1980’li yıllarda da gözlenen bir durumdur. O günkü mevcut partiler arasında darbe süreci ile en uzak mesafedeymiş gibi görünen Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’nin birçok farklı konuda liberal eğilimler geliştiren politikaları ile uyumlu olmayacak biçimde, darbe sonrası siyasi yasaklı olan liderlerin, yasaklarının kaldırılması konusunda sorumluluğu Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e atması gibi örnekler, merkez ve çevre ayrımının birbirinden izole iki alan olmadığına ve bu alanların birbirlerini yer yer beslediklerine işaret etmektedir.
Türkiye'de Referandumlar● 27
1990’lı yıllardaki Türkiye siyaseti için yapılan tespitlerden bir tanesi, siyasetin temel karakteristiğini kırılganlık, oynaklık (volatilite) ve kutuplaşma olarak tanımlamış ve Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı iki büyük meselenin İslamcı ve Kürt etnik temelli siyasetin yükselişi olarak görmüştür (Özbudun, 2000). Burada merkezin ne olduğuna ilişkin yeni bir tanımlama sürecinin geliştiği öne sürülebilir. Örneğin Susurluk kazası gibi olaylarda, “bir kamyonun devlete çarptığı”nı ifade eden Navaro-Yashin (2002: 171-180), aynı arabanın içinden çıkan eski emniyet amiri, milletvekili, mafya ve fahişenin bulunması ve şimdiye kadar devlete ilişkin kamuoyunda oluşan şüphelerin önemli ölçüde ayyuka çıkması ile devlet algısının yeniden üretildiğini öne sürmektedir. Her ne kadar Susurluk kazası uç bir örnek olsa da, devlet, Türkiye’de tek bir siyasi eğilim ya da siyasi partiyi ifade etmemekte, daha çok bir ilişkiler yumağına işaret etmektedir. 28 Şubat darbesiyle, asker yeniden çevrenin sivil siyaset alanındaki taleplerini baskılamış, özellikle İslami hassasiyeti olan grupların güç alanlarını önemli ölçüde baltalamıştır. Cizre’nin (2003: 213-216) “milli güvenlik sendromu” olarak ifade ettiği, devlet gücünü kullananların, bu gücü başkalarıyla paylaşmamak adına milli güvenliği bahane ederek, somut verilerden yoksun bir gerekçelendirmeyi medyanın da desteği ile işlemesi ve milli güvenlik ekseninde kenetlenmesi ile ortaya çıkan bir duruma işaret etmektedir. Burada, mili güvenlik kavramının sürekli anlam değiştirmesi ve o günkü şartlara göre yeniden tanımlanarak işlevsel hale getirilmesi gözlenmektedir (Cizre, 2003: 215). Değişen tanımlara rağmen, milli güvenlik konusu merkezin güç alanını yeniden sağlamlaştırmasını kolaylaştıran ve potansiyel iktidar ortaklarını bertaraf etmesini sağlayan bir araç olarak zuhur edebilmektedir. Elbette burada merkez, yalnızca devlet gücünü kullananlar değil, devlet gücünü kullananları kurucu ideoloji ekseninde destekleyen bir grubu da içermektedir. Esra Özyürek’in (2006) 29 Ekim kutlamalarının ve Atatürk kültünün sivil alanlarda kullanımının yaygınlaşması üzerinden ortaya koyduğu analiz, kendisini yükselen İslamcılığın karşısında, tehdit altında gören seküler grupların, devleti aslında bu prensipler üzerinden yeniden
28 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
ürettiklerini ifade etmektedir. Öte yandan, merkez yalnızca laiklik prensibi üzerinden şekillenen bir güç alanı değildir. Navaro-Yashin’in (2002: 117-120) asker uğurlaması törenlerine ilişkin analizi de göstermektedir ki milliyetçilik kavramı da Türkiye’de devletin sokaklarda savunucularının oluşmasına yardımcı olan önemli bir başka unsurdur. Kısacası, merkez ve çevre ayrımı üzerinden yapılacak analizlerde, merkezi sokaktan ve sıradan insanlardan ayrışmış bir kategori olarak görmemek, bilakis merkezin sokaklarda, göz önünde tutulması gereken bir destek mekanizmasının yer yer değişerek de olsa varlığını sürdürdüğünü fark etmek gereklidir. 28 Şubat sürecinden sonra ortaya çıkan siyasi baskı döneminde, boşalan siyasi alanı kullanan siyasi partilerin, 2002 yılında yapılan genel seçimlerde baraj altında kalması, önemli bir veridir. 2002 Seçimlerinde sırası ile Milliyetçi Hareket Partisi % 8,36; Anavatan Partisi % 5,13; Demokratik Sol Parti ise % 1,22’lik oy oranları ile baraj altında kalmıştır (YSK, 2018). Seçim sonucunda, 28 Şubat sürecinde kapatılan Refah Partisi kökenli olup kendilerini “muhafazakar demokrasi” ekseninde tanımlayan bir grup tarafından kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi ise % 34,8’lik oy oranı (YSK, 2018) ile meclis çoğunluğunu sağlamış ve tek partili bir hükümet kurmuştur. Ak Parti’nin iktidara gelişi de bir bakıma çevrenin merkeze karşı zaferi olarak okunabilir. Ne var ki, Ak Parti iktidarda bulunduğu ilk yıllarda, Anayasa Mahkemesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve askeri otoritelerin yer yer sınırlayıcı tavırları ile karşı karşıya kalmıştır. Geçen zaman içinde merkezin kendi içinde el değiştirmesi gözlenmiş ve 15 Temmuz darbe girişimi ile açığa kavuşan süreçte, devlet içinde gücü elinde tutan bir yapının, sivil iktidarı ortadan kaldırmaya yönelik tavrı görülmüştür. Bu defa karşılaşılan durumda, yalnızca asker, bürokrasi gibi alanlar değil, ticaret, spor gibi alanlar da kuşatılmıştır (Kaya Osmanbaşoğlu, 2018: 582). Sonuç itibari ile sivil iktidarlar merkezde yer alan alışılmış vesayet odaklarını ortadan kaldırmak isterlerken, son tahlilde terör örgütü kabul edilen yapıların bu vesayet alanlarını doldurmaları ile karşı karşıya kalınmıştır.
Türkiye'de Referandumlar● 29
Kısacası, merkez ve çevre ayrımı Türkiye için açıklayıcı bir paradigma olarak kıymetlidir ve siyasi konumlanmaya ilişkin fikir vermektedir. Fakat modernleşme süreci sonrasında merkez-çevre ayrımı çok katı sınırlar ile birbirinden ayrılmamıştır, her iki alan da birbirine yakınsayan melez motifler içermektedir. Ayrıca, merkez-çevre karşıtlığından doğan iktidar ilişkileri dahi zaman içinde dönüşmektedir. Çevrenin temsilcisi olan sivil iktidarlar kimi zaman devletin büyülü doğasına kapılmakta ve merkeze teslim olabilmektedir. Türkiye gibi çok renkli bir sosyolojide, siyaset yapmanın iki temel bileşeni olarak ifade edilebilecek olan laikliğe ve laikliğin sınırlarına ilişkin tutum ile milliyetçilik ve milliyetçiliğin sınırlarına ilişkin tutum, yanı sıra, sosyoekonomik, bölgesel, yaşa ve cinsiyete ilişkin daha birçok değişken oy verme davranışına etki etmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, merkez, toplumun tamamen dışında ya da uzağında değil, kimi zaman sivil siyaset kimi zaman da sokaklar tarafından beslenen ve güçlendirilen bir paradigmadır. Aynı şekilde, çevre de hiçbir zaman için tek ve kendi içinde uyumlu bileşenlerden oluşmamış, güce ve iktidara uzaklık düzleminde bir araya gelebilen bir gruptur. Türkiye’deki referandumlar da tüm bu faktörlerin rol oynadığı arenalar olmuştur. Türkiye'de Referandumlar ve Siyasi Konumlanma
Türkiye’nin ilk referandum deneyimi 1960 darbesinden sonra yeni Anayasanın halkın onayına sunulması nedeniyle 1961’de gerçekleşti. Bundan sonra, Türkiye ulusal düzeyde altı referandum daha yaşadı. Belediye başkanlığı seçimlerinin zamanının değiştirilmesinin yüzde 65 oyla reddedildiği 1988 referandumu dışında, Anayasal değişiklikler ile ilgili olan bütün referandumlar “evet” oyunun zaferiyle sonuçlandı. Bu kitapta, Türkiye’deki referandumlarda iktidarlar tarafından getirilen önerilerin seçmen tarafından onaylanma olasılığının neden yüksek olduğu analiz edilirken, dünyadaki diğer gelişmekte olan demokrasilere kıyasla Türkiye’de onay oranlarının neden nispeten düşük olduğu sorgulanmaktadır. Esas olarak iki kısa vadeli etkiye bakacağız. Öncelikle, referanduma su-
30 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
nulan konuları ve kampanyalarda bu konuların evet ve hayır blokları tarafından nasıl çerçevelendiklerini ve anlamlandırıldıklarını inceleyeceğiz. İkinci olarak da politik konumlanmaları ve eğilimleri değerlendireceğiz. Buradaki eğilimler sadece ideolojik ayırımları (allocations) değil aynı zamanda siyasi aktörlerin iktidara ya da hükümete olan mesafelerini de ifade eder. Başka bir deyişle, ideolojik ölçekten ayrı olarak, yukarıda da ifade edildiği gibi Şerif Mardin’in (1973) Türkiye’yi açıklamak için kullandığı merkez ve çevre kavramlaştırması da bir başka açıklama çerçevesi olabilir. Mardin’in teorisini seçmen davranışlarının coğrafi analizi üzerinden yorumlayan bir teoriye göre (spatial theory) üzerinden yorumlayan Çarkoğlu ve Hinich’in (2006) bulgusuna göre ise merkez, kendini seküler olarak tanımlayan, çevre de kendini daha muhafazakâr olarak tanımlayan seçmene tekabül etmekte ve Türkiye’de seçmen davranışı farklı demografik, etnik, kültürel, sosyoekonomik faktörlerin de etkisiyle fakat esas olarak seküler-muhafazakar ayrımı üzerinden şekillenmektedir. Ayrıca, Emre Toros (2014) tarafından kullanılan sosyal mesafe ölçümleri de başka bir referans noktası olabilir. Toros’a (2014: 1011) göre “ideolojik oryantasyonlar, siyasi ve şahsi değerler, seslendirilmeyen konular, medya ve sosyoekonomik faktörler”in her biri Türkiye’de seçmen davranışına etki etmektedir. Referandumlar söz konusu olduğunda ise meselenin “evet” ve “hayır” seçeneklerine düğümlenmesi ve seçmenin net bir tercih yapmak durumunda olması, meseleyi bir miktar daha karmaşıklaştırmaktadır. Zira, parti seçimlerinde çok muhafazakar, az muhafazakar, çok milliyetçi az milliyetçi, çok liberal, az liberal, çok kadın hakları savunucusu, az kadın hakları savunucusu gibi çok sayıda değişkenin, farklı vurgularda ifade edildiği birçok parti bulunmaktadır ve seçmen önceliklerine ve bir takım pragmatik hesaplara (örn. ilk tercihi olan parti seçim barajını geçebilecek mi, başarılı olursa ekonomi yönetimi iyi olacak mı vb.) göre oy vermektedir. Oysa referandumlarda, oy sandığına yansıyan hali ile net evet ya da net hayır diyen seçmenin, ne ölçüde bu eğilimin sahiplenicisi olduğunu kestirmek güçtür. Bilhassa darbe sonrası dönemlerde ortaya çıkan baskıcı
Türkiye'de Referandumlar● 31
tavır ile kampanyalarda serbest propagandanın sınırlandırılmasının, seçmen davranışına etki ettiği düşünülebilir fakat bu etkinin oranını geçmişe dönerek ölçmek de bir hayli zordur. Siyasi aktörler referandumları kontrol etme veya etkileme konusunda güçlü bir potansiyele sahip olabilirler (Smith, 1976). Referandumlar da doğrudan demokrasinin bir aracı olarak, bireylerin doğrudan temsilinde rol oynayabilir fakat aynı zamanda üst düzey politik aktörler, siyasi partiler, kurumlar veya parti branşları referandumların sonuçlarını manipüle etmeye, yönlendirmeye veya kontrol etmeye çalışabilir. Kimi durumlarda, iktidar partilerinin gelecek politikaları için onay almak amacıyla referanduma gittiklerini iddia etmek mümkündür. Bu nedenle, iktidardaki partilerin desteklenme oranı, büyük ölçüde referandumların sonuçlarını etkiler. Devlet organları, uluslararası örgütler, parti düzeyinde koalisyonlar ve benzeri diğer üst düzey koalisyonların, referandum süreçlerini kontrol etme ve umulan sonuçları elde etme potansiyeline sahip olması ise madalyonun bir diğer yüzüdür. Uluslararası bağlamdan uzak olmayan Türkiye referandumları, genellikle siyasi partilerden sivil ve askeri bürokrasiye kadar uzanan üst düzey koalisyonlar için bir alan haline gelmiştir. Kimi zaman iktidarda bulunan partiler ya da diğer siyasi aktörler, referandumları, politika oluşturma süreçlerini yönlendirmek için bir kutup yıldızı olarak algılamak yerine, bir enstrüman veya meşrulaştırma aracı olarak düşünebilirler. Ayrıca, siyasi aktörler referanduma sunulan konunun halk tarafından anlaşılmasını çoğu zaman beklememektedir. Hatta böyle durumlarda, referandumlar insanları ne için oy vermeleri gerektiğine ikna etmek suretiyle siyasi kararların meşrulaştırılması için bir araç haline gelmiştir. Referandumların bu şekilde ters bir yorumunda, üst siyasi koalisyonların Türkiye örneği için ne ölçüde işe yaradığına bakmak gerekmektedir. Bu amaçla, her bir referandumun arka plan bağlamına özel bir vurgu yaparak analiz ettikten sonra, geçerli koalisyonlar ve bu koalisyonların dinamikleri değerlendirilecektir. Son olarak, bu koalisyonların çıktıları, Türkiye’deki karar alma süreçlerine ilişkin konuların ve konumlanmaların referandum sonuçları üzerindeki ağırlığını okumak için yeniden değerlendirilecektir.
32 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Siyasi konumlanmalarla ilgili olarak, mevcut klasik sağ ve sol kategorilerinin ötesinde, partilerin bir şekilde darbeye destek olma yahut göz yumma veya karşı çıkmak ya da tepki verme, seküler yahut muhafazakar kamplarda yer alma ve bu tür kategorizasyonlar gibi o referandum dönemi için güncel kabul edilebilecek tartışmalı meselelere karşı tutumları, bir referandum bağlamından diğerine farklılık gösterebilecek konumlanmaların göz önünde tutulacağı söylenebilir. Örneğin, son referandumlarda, laik ve muhafazakâr bölünmeler seçim sonuçları üzerinde belirleyici bir rol oynadığını belirtmek oldukça olasıdır. Aynı zamanda buradaki açıklayıcı noktalardan bir tanesi de laikliğin ve dinin ne olması gerektiğine ilişkin seküler ya da muhafazakar kesimlerin farklı algılarının bulunduğunun göz önünde tutulması gerektiğidir. KetoTokoi’nun (2018) Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin eğitim politikalarına ilişkin yaptığı çalışma bu bağlamda anlamlıdır: Türkiye’de esasen hem muhafazakar hem de laik kanat birbirine benzeyen argümanlar ile devletin din üzerindeki kontrolünü meşrulaştırmaktadır. Buradaki tartışma daha çok devletin dine karşı nötr ya da tarafsız olmasından çok, siyasi aktörlerin iyi ya da doğru olan dinin sınırlarını çizme eğilimi gözlenmektedir ve bu durum yalnızca muhafazakar aktörler için değil, laik kesimler için de geçerlidir (Keto-Tokoi, 2018). Özetle, Türkiye’deki referandumlar incelenirken, klasik bir muhafazakar laik ayrımını basit iki kategori olarak ele almaktan çok, bu iki kategorinin kendi içindeki sınırlarının, farklılıklarının ve tanımlarının da incelenmesi; laik kategorisinin bütünüyle din alanının devletten bağımsız bir özgürlük alanı olarak görülmediğinin göz önünde tutulması gerekmektedir. Benzer biçimde, etnik yapı, mezhepsel farklılıklar, bölgesel kimlikler, cinsiyet, yaş, sosyoekonomik durum gibi daha birçok bileşen, oy verme üzerinde etkili olmaktadır. Bu çalışmada yapısal faktörlerden ziyade, referandum sonuçları üzerinde konumlanmaların ağırlığının ve işlenen konuların, kampanya süreçleri de göz önünde tutularak Türkiye referandumlarında “evet” sonucunun çıkmasını ne ölçüde etkilediği anlaşılmaya çalışılmıştır.
BİRİNCİ KISIM DARBE SONRASI ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ REFERANDUMLARI
Kemalist halkçılık algısı toplumu ekonomik, etnik, mezhepsel ve dini bölünmelerden uzak, yekpare bir varlık olarak görme eğiliminde olmasına rağmen Türkiye toplumu aslında sosyoekonomik, etnik, dini ve mezhepsel bölünmeler açısından çok parçalı bir toplumu yansıtmaya devam etmektedir. Bununla birlikte, bu ayrışmaların ortaya çıkışı zaman zaman değişmektedir: toplum, uluslararası tehditlerle karşılaştığı zamanlarda birbirlerine bağlanarak var olan bölünmeleri görmezden gelmeye meyledebiliyorken, bu farklılıklar başka zamanlarda çatışma konusu haline gelebilmekte, hatta bu çatışmalar derinleştikçe toplumsal barışın sürdürülmesini zorlaşabilmektedir. Bölünmüş toplumlarda anayasal tasarımının nasıl yapılması gerektiğine dikkatimizi çeken Lijphart (2004), çalışmalarında güç paylaşımının ve grup özerkliğinin bölünmüş toplumların uygun bir anayasal tasarım süreci bulmasına yardımcı olabilecek iki temel anahtar kavram olduğunu ortaya koymuştur. Buna göre güç paylaşımı “bütün önemli toplumsal grupların temsilcilerinin, özellikle de yürütme düzeyinde, siyasi karar alma sürecine katılımı”na karşılık gelmekteyken grup özerkliği ise “bu grupların özellikle eğitim ve kültür alanlarında kendi iç işlerini yürütme yetkisine sahip olması” anlamına gelir“ (Lijphart, 2004: 97). Anayasal değişikliklerin, yasamadaki çoğunluğun en az üçte ikisine dayanması gerektiğini söyleyen Lijphart (Lijphart, 2004: 106), bir anayasal tasarım aracı olarak referandumlarla ilgili aşağıdaki noktaları gündeme taşır: Yeni hazırlanmış bir anayasa için referandumla onay alınması gerekli demokratik meşruiyeti sağlayabilirken, halkoylaması sayısını sınırlamak için anayasal bir hüküm öneriyorum. Referandumun ana karakterlerinden biri, halk girişimi ile mevzuat ve anayasa değişikliği taslağı oluşturma hakkı ve bu önerilere doğrudan halkın oy vermesinin zorunlu kılınmasıdır. Bu, azınlıklarına karşı kullanılabilecek iyi bir katı çoğunlukçu aygıttır.
Burada, elbette ortaya çıkan temel kısıt, anayasa tasarım süreçlerinde çoğunlukçu bir eğilimin ortaya çıkarak, azınlıkların çıkarlarının temsilinin önemsenemiyor hale gelmesi riskidir. Türkiye’de iki büyük ölçekli Anayasa değişikliği sadece
36 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
küçük çıkar gruplarının değil aynı zamanda temel sivil siyasi aktörlerin de bastırıldığı askeri rejimlerin gölgesinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, bu referandumlardan bir tür demokratik kaygı beklemek konjonktürel baskılar nedeniyle gerçekçi olmaktan uzaktır. Yani askeri rejimler kendi başlarına demokratik olmayan yöntemlere iyi örnekler oldukları için, her ne kadar 1961 Anayasası sürecinde olduğu gibi özgürlükleri teminat alma iddiaları olsa da, demokratik yollarla güç sahibi olmamış bir aktörün, orta ve uzun vadede demokrasi getirme iddiası, yeterince sağlam bir temele dayanmamaktadır. Türkiye örneğine dönecek olursak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, ilk iki referandum deneyimini, her ikisi de askeri darbeler neticesinde yeniden hazırlanan iki Anayasa metnini oylamak üzere yapılan 1961 Anayasa referandumu ve 1982 Anayasa referandumu ile yaşamıştır. Bu referandumların hiçbiri, müdahaleci elitlerin teşviki ve taltif edilmesi haricinde, toplumda güç paylaşımına ve azınlıkta bulunan grupların haklarının teminat altına alınmasına iyi bir örnek olamaz. Burada müdahale eden elit ya da müdahaleci elit (the intervention elite) kavramını, askeri müdahale süreçlerini eylemleriyle, sözleriyle veya çalışmalarıyla destekleyen bir grup sivil ve askeri bürokrat, entelektüel ve öğretim üyeleri olarak tanımladık. Müdahaleci ya da darbeci elit, doğrudan darbeyi gerçekleştirenlere ek olarak, darbeden çıkar sağlayan ve darbeyi çalışma ve eylemleriyle destekleyenleri ihtiva etmektedir.
3 1961 REFERANDUMU
1961 Referandumu Sürecinde Siyasi Konumlanma İlk anayasa referandumu 1960 askeri müdahalesinin ardından yapılmıştır. Bu referandumdaki siyasi konumlanmayı anlamak için öncelikle Demokrat Parti’nin iktidara gelişine ve 1960 darbesine kısaca bakmakta yarar bulunmaktadır. Osmanlı siyasi geçmişini hariç tutarsak, öncesinde iki kez test edilen ve başarısız olan çok partili sisteme geçiş denemesinin ardından, 1946 yılında Türkiye çok partili sisteme geçti. Demokrat Parti’nin kuruluşu ve lider kadrosu, Celal Bayar’ın “samimi ve sağlam bir Atatürkçü ve aynı zamanda gerçek bir CHP’li olduğu” ifade edilerek, iktidar partisi çevrelerinde görece olumlu karşılanmıştır (Ahmad ve Ahmad, 1976: 15). Demokrat Parti, 1940’ların ortalarından sonra çok partili rejimin ana muhalefet partisi olarak konsolide olmuş ve şaibeli geçen 1946 seçimlerinden sonra, Demokrat Parti serbest ve adil seçimlerin yapılması noktasında eleştirilerini artırmıştır. İktidarda bulunan Cumhuriyet Halk Partisi ise, muhalefet partileri ve parlamentodaki milletvekilleri üzerindeki baskısını artırmaya başladı ve kimi zaman kapatılma tehlikesi yaşayan Demokrat Parti’nin muhalefet yılları, 1950 seçimleri ile sona erdi. “Halktan gelen bir kuvvet” oluşturarak, “CHP bürokrasisinin nüfuzunu kırmaya” çalışmak, Demokrat Parti’yi kuruluş sürecinde mevcut iktidar partisinden farklılaştıran temel motivasyondu (Ahmad ve Ahmad, 1976:16). Bu anlamda, merkezde yer alan Cumhuriyet Halk Partisi’ne nazaran, Demokrat Parti’de periferin beklentilerine cevap verme eğilimi hakimdi. Bu bağlamda, ekonomi öncelikli ve halkın temel değerleri ile çatışmayan bir politika geliştirildi. Her ne kadar kurucu kadrosu esasen Cumhuriyet seçkinlerinden oluşsa da, Demokrat Parti sıralarında daha fazla toprak sahibi, esnaf ve
38 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
çiftçi yer almaktaydı (Frey, 1965). Öte yandan, 1950 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin 24 tane İstanbul adayından sadece 4 kişinin esnaf ya da işçi olması dikkat çeken bir durumdu (Cumhuriyet, 15 Şubat 1950; Ahmad ve Ahmad, 1976:62). Özetle, Demokrat Parti’nin halka yaklaşan tavrının karşısında, Cumhuriyet Halk Partisi bürokratik ve seçkinci 5 tavrını sürdürmekteydi . Ayrıca, DP hükümetleri, teknokratların ve CHP’nin bir şekilde bağlantılı olduğu bürokratik organların haricindeki yeni bürokratların önünü açarak, mevcut sivil ve askeri bürokrasinin ekonomik ve sosyal statüsünü azaltma eğilimindeydi. Zaman içinde DP’nin muhalefete karşı toleransının azalması ve basın, üniversiteler gibi gruplar üzerinde artan baskısı ile eşgüdümlü olarak askeri ve sivil bürokratların sembolik gücünün zayıflaması, 1960 darbesinin gerçekleşmesine zemin hazırladı. 1960 darbesi, askerin sivil hükümete müdahale ederek, hükümetin kademeli olarak otoriter olmakla suçlandığı ve müdahalenin sonunda iktidardaki Demokrat Parti’nin kapatıldığı ve hükümet üyelerinin tutuklandığı bir darbedir. Darbeden hemen önce, 21 Mayıs’ta kara harp okulu öğrencilerinin Kızılay’da sessiz bir yürüyüş yaptı (Milliyet, 22 Mayıs 1960). 1960 darbesine giden kaotik ortamda, üniversitelerde çıkan hadiseler, bu hadiselerin neşrini yasaklayan (Milliyet, 30 Nisan 1960) ve bazı öğretim üyelerini görevden alan bir iktidarın önlem olarak sokağa çıkma yasakları gibi, olayların daha fazla şiddetlenmesini önlemek için muhtelif sınırlayıcı tedbirleri düşünmesi (Hürriyet, 1 Mayıs 1960), üniversitenin de muhalefet cephesinde etkin bir ortak olarak belirmesine yol açtı. Demokrat Parti’nin son yıllarında ortaya çıkan iktidar karşıtlığı etrafında asker-üniversite-bürokrattan oluşan ittifakın aslında 1960 sonrası oluşan süreçte bir bakıma kurucu iktidar olarak hareket ettiğini söylemek yanlış olmaz. 1960 darbesi sonrasında yönetime el koyan Milli Birlik Komitesi, yeni Anayasa hazırlamak üzere İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar başkanlığında oluşturulan bir Profesör grubuna görev vermiş ve Profesörler de darbeyi sözümona devrime dönüştürecek şekilde, darbeyi meşrulaş
5
Türkiye’de siyasi elitler üzerine yapılmış eski bir çalışma için bakınız: Frederick Frey. 1965. Turkish Political Elite. Cambridge,. Mass.: The M.I.T. Press.
Türkiye'de Referandumlar● 39
tırarak ve Demokrat Parti hükümetini yalnızca bir zümrenin çıkarlarına hizmet etmekle suçlayarak, kendilerine yetki veren makamı yüceltmişlerdir (Ahmad, 2007: 208-210). 14 Haziran 1960 tarihli resmi gazetede, “tek parti diktatoryası” biçiminde abartılı bir teşbih kullanılan sivil iktidara, Ordu Hizmet Kanununa dayanarak Hukuk Devletini kurmak gerekçesiyle el konduğunu, önceki hükümetin meşruiyetini kaybettiğini ve Milli Birlik Komitesinin Türk milleti adına yeni meşru temsilcisi olduğu ifade edilmiştir (Resmi Gazete, 14 Haziran 1960). Böylelikle, askerin sivil siyasete müdahalesi, meşru zemin üzerine oturtulmaya çalışılmış ve Türkiye siyasetinde etkin bir aktör olarak varlığını sürdürmesinin yolu açılmıştır. Özbudun’un Elster’den alıntısıyla, “ırmağın başındaki otoriteler” olarak kurucu iktidar ortaklarının, Anayasa yapma sürecinde kendi tutkularından ve çıkarlarından bütünüyle vazgeçmeleri çoğunlukla mümkün olmamaktadır (Özbudun, 2015: 33-34). Kurucu iktidar kavramı, 1961 Anayasasını hazırlayanlar ve hazırlatanlar için ilk bakışta mübalağalı gelebilir fakat bu sürecin, oylamaya gidilen günkü çıkan gazetelerde dahi “2. Cumhuriyet” olarak teşbih edilmesi, kuruculuk iddiasını daha iyi ortaya koymaktadır[1]. Benzer biçimde, 16 Aralık 1960 tarihinde yayınlanan Resmi Gazete’de Kurucu Meclis Kanunu olarak tanımlanan ve yasama yetkisini iki organa devreden yeni Meclis yapısı da “kurucu” sıfatını taşımaktaydı. Yapılacak yeni Anayasayı görüşüp, kabul etmenin yanında, Kurucu Meclis’e “kanunları yapma, değiştirme, yorumlama ve yürürlükten kaldırma; bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını ve ekleri görüşme ve kabul etme; barışa, savaşa, yabancı Devletlere karşı silâhlı kuvvet kullanılmasına ve zorlama tedbirleri alınmasına karar verme; ya bancı Devletler ve milletlerarası teşekküllerle yapılan antlaşmalarla sözleşme ve her türlü anlaşmaları ve Bakanlar Kurulunca ilân edilen sıkı yönetim kararını onaylama yetkileri” gibi geniş haklar tanınmıştı (Resmi Gazete, 16 Aralık 1960: 2767). Böylelikle, Kurucu Meclis ülkedeki temel otorite olarak belirdi.
[1] 9 Temmuz 1961 günü çıkan Tercüman gazetesinin manşeti, “Anayasa bugün halkoyuna sunuluyor: 2. Cumhuriyet’in Anayasa Tasarısı hakkındaki milli hüküm bugün verilecek” şeklinde idi (Tercüman, 9 Temmuz 1961).
40 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Ayrıca, darbe ertesinde ana muhalefet partisinin yani Cumhuriyet Halk Partisinin kayda değer bir hakimiyete sahip olduğu, askerin kontrolünde bir hükümet kuruldu. Yasama ve yürütme yetkisinin Milli Birlik Komitesi’nin (MBK) elinde olduğu geçici bir Anayasa oluşturuldu. Sıddık Sami Onar darbeyi, darbeden çok “bozulmuş bir siyasal iktidarın yerine meşru bir iktidarın getirilme yolu” olarak tanımlarken, “demokrasinin sayı çoğunluğuna değil, kuvvetler dengesine dayandığını” ifade etti (Ahmad ve Ahmad, 1976: 217, Basın, 31.05.1960). Demokrat Parti’nin demokrasi algısı ise büyük ölçüde sayısal çoğunluk etrafında tanımlanan millet iradesi üzerinden şekil6 lenmekteydi . Tanel Demirel, bu hususta Demokrat Parti’nin tutumunu, eğer seçimde oy verilebiliyorsa, bunun demokrasi olarak algılanması olarak ifade etmektedir (Demirel, 2011:151). Burada ortaya çıkan minimalist demokrasi düşüncesinin karşısında ise sayısal çoğunluğu dahi göz ardı edebilecek olan Onar’ın sözlerine benzer tutumlar, Türkiye siyasetinde sonraki darbelerde de güç kaybı yaşadığı düşünülen belirli kuvvetlerin yeniden taltif edilmesiyle sonuçlanmıştır. Yine Demokrat Parti döneminde, CHP iktidarına yakın bir işadamı olan Vehbi Koç ayrıcalıklı statüsünü kaybetmişti. Darbe hükümetine 26 kg. altın ve bir bina yardımında bulunarak, Koç holding de kendi tarafını açık biçimde ortaya koyuyordu (Ahmad ve Ahmad, 1976:219, Cumhuriyet, 26.06.1960). 1961 Referandumuna giden süreçteki siyasi konumlamalar üzerinde düşünürken, esnaf ve iş adamlarını genelde muhalif cephede görme eğilimi hâkimdir. Ne var ki, Koç Holding gibi geçmişte CHP iktidarı ile iyi ilişkiler geliştirmiş ve darbe sürecini destekleyen bir özel sektör grubunun olduğunu da göz önünde tutmak gerekmektedir. Darbenin ardından Milli Birlik Komitesi, Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden getirdiği hukuk profesörlerini, bilimsel komisyon adı altında bir araya topladı. Bu anayasa çalışma, DP’nin halk tarafından, oy verme olgunluğunun tam yerleşme
6
Bu konuda daha detaylı bir inceleme için bakınız: Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu. (2014). Typology of the Center-Right in Turkey. İ.D.Bilkent Üniversitesi. Basılmamış doktora tezi.
Türkiye'de Referandumlar● 41
miş olduğu düşünülen bir toplum tarafından seçildiği öncülü üzerinden (Tanör, 1997) hareketle, halkın isteklerinden ziyade büyük ölçüde komitenin ve askeriyenin gölgesindeki akademisyenlerin vizyonunu yansıtmaktadır. 1961 Anayasasının uygulamaya geçeceği zamana kadar etkin olan Milli Birlik Komitesi (MBK) -kurulun başı olarak Cumhurbaşkanından, yasa ile belirlenecek bakanlardan, Genelkurmay Başkanından ve kara, deniz ve hava kuvvetlerinin temsilcilerinden oluşmaktadır. MBK, Bakanlar Kurulunun politika geliştirme süreçlerine yardımcı olmak, izlemek ve bir bakıma onları kontrol altında tutmak için kuruldu. 1961 Anayasası ayrıca Milli Birlik Komitesinin 23 üyesine, büyük ölçüde CHP’nin egemenliği altında bulunan Cumhuriyet Senatosuna ömür boyu tabii üye olma ayrıcalığı sağlamıştır. Bu durumu, siyasal konumlanma ekseninde, Demokrat Partiyi çevrenin temsilcisi olarak ele alırsak, darbe öncesi süreçte güç kaybı yaşayan merkezin restorasyonu ve yeni ayrıcalıklı bürokratik grupların oluşması olarak okumak mümkündür. Böylelikle, Milli Birlik Komitesinin tarafsız bir yapı olmadığı ve DP mirasına karşı agresif bir tavır sergilediği öne sürülebilir. 1961 Anayasasının mimarlarından biri olan Bahri Savcı, milli irade karşısında devleti güçlendirmek suretiyle uyarlanmış ve üyeleri halk tarafından seçilen Birinci Meclis’in hakimiyetini dengelemek için, ikinci meclisin kurulması hususunda, 1924 Anayasasında yeterince bulunmayan, icranın denetlenmesi anlamına geldiğini ifade etmiştir (1964:24-26). Kısacası, bu süreçte oluşan siyasi konumlanma, sivil iktidarın sınırlandırılıp, kontrol altında tutulmasını isteyenler ve sivil iktidarın böyle bir güç odağı tarafından sınırlandırılmasına karşı çıkanlar şeklinde kategorize edilebilir. Ayrıca, o dönemde Adalet Partisi’nin referandumda hayır cephesinde yer aldığına ilişkin iktidarın ithamları da, Cizre Sakallıoğlu’nun tespit ettiği üzere, Adalet Partisi’nin Demokrat Parti’nin esas ve doğal varisi olarak tanımlanmasına ve eski Demokrat Partililerin Adalet Partisi etrafında konumlanmalarına neden olmuştur (1993). Her ne kadar hayır cephesi için cılız bir muhalefet alanı tanımlasa da, bu süreç siyasette yeniden mevzilenmelerin ve aktörlerin hangi fikri temsil ettiklerininin ortaya çıkmasının önünü açmıştır.
42 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Öte yandan, 1960 darbesi sonrası oluşan atmosfer, her ne kadar hürriyetleri teminat altına alma iddiasında olsa da, ikinci kategorinin yani darbeye ve sivil siyasetin bürokratik güdüm altına alınmasına karşı çıkanların, özgür biçimde düşündüklerini ifade etme ve bunun propagandasını yapma olanakları bulunmamıştır. Ordunun, sivil bürokrasinin ve üniversitelerin gücünü geri getiren 1961 Anayasası referandumuna ilişkin siyasi konumlanmaya ilişkin bu hususu not etmekte fayda bulunmaktadır.
1961 Referandumu: Kampanya Süreci ve Referandum Konuları Referandum sürecine geçilmeden önce, Anayasa metni Meclis’te tam da darbenin yapıldığı gün olan 27 Mayıs’ın birinci yıldönümünde kabul edildi. Böylelikle Yeni Anayasa, aslında darbe ile daha içkin hale gelirken, Fuller’in (2004) ifade ettiği özel günlere yüklenen anlam ile yapılan darbenin meş7 ruiyeti artırılmaya çalışıldı . 1960 darbesi sonrasında ortaya çıkan yapıda, bir yandan modernleştirici devlet seçkinlerinin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin bulunduğu bir darbe koalisyonu, bir tarafta da halk iradesini savunarak göreve gelmiş, bürokratik oligarşi ile mücadele etmiş ve edindiği gücü kaybetmemek pahasına baskıcı politikalar benimsemeye yönelse de darbe süreci ile bütünüyle kuşatma altına alınmış bir Demokrat Parti cephesi bulunmaktaydı. 1961 Anayasa referandumu öncesinde gelişen süreçte, darbeyi destekleyenler ve darbeye karşı çıkanlar şeklinde basit bir ayrışmanın bu durumu açıklamaya yetmeyeceği, referandumun yukarıda da belirtildiği gibi darbe sonrası süreçte çeşitli kısıtlamalarla gerçekleştiği göz önünde tutulmalıdır. 23 Mayıs 1961 tarihli Resmi Gazete, yeni anayasanın halk oylamasına sunulmasını içeren ve siyasi partilerin yeni anayasa hakkında propaganda yapmasına olanak sağlayan prosedürleri tanımlamıştır. (Resmi Gazete,
7
Özel günlere önem atfeden başkaca referandum süreçlerini ileriki yıllarda da görmek mümkün olacaktı. 12 Eylül darbesine karşı bir düzeltme ve düzenleme iddiası taşıyan 2010 Referandumu da bu bağlamda 12 Eylül tarihinde gerçekleştirilerek, geçmişte yapılan darbenin oluşturduğu anti-demokratik yapının ihdası kavramı, referandum sürecinde sık biçimde propaganda ürünü olarak işlendi.
Türkiye'de Referandumlar● 43
23 Mayıs 1961) Referandumda evet oylar beyaz bir kâğıda yazılırken hayır oyları ise açık kırmızı renktedir. Referandumla ilgili prosedürlerin tespiti süresince Adalet Partisi, ilçe örgütlerinin tam olarak bulunmadığı gerekçesiyle, referandumun gözlemlenmesi için partinin il örgütlerinden temsilciler gönderme isteği kurul tarafından reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 23 Mayıs 1961, s.4151). Bu yeni prosedürde ortaya çıkan kısıtlama, CHP’den ziyade yeni kurulan partileri etkilemiştir ve CHP, küçük seçim bölgelerinde iyi kurumsallaşmış bir parti olmanın göreceli avantajını korumuştur. Referandum kararının duyurulmasının ardından partiler 22 Haziran – 6 Temmuz tarihleri arasında, 2 hafta boyunca propaganda yapabilmişler ve 9 Temmuz tarihinde ise referandum gerçekleşmiştir. Sivil siyaset üzerindeki askeri gücün gölgesiyle paralel olarak yürütülen kısa vadeli kampanya süreci, referandum kampanyasına katılımı çok büyük ölçüde sınırlandırmıştır. Düşük okuryazarlık oranları nedeniyle, seçmenler, Anayasa önerisinin kendisini okuyup, ikna olmaktan ziyade siyasetçilerin ve ordunun Anayasa hakkında söylediklerine daha çok güvendiler ki bu nedenle seçmenlerin yeni Anayasa projesini iyi anladıkları veya anlamadıkları belirsizdir. (Karakartal, 1984: 168). Milli Birlik Komitesi ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, temelde yeni Anayasanın ülkeye eşitlik, demokrasi ve kalkınma getireceğini savunan referandum kampanyasını oluştururken muhalefeti yeni Anayasaya karşı kötü niyetli olmakla suçladı (Karakartal, 1984: 169). Anayasa propagandası yapan başat aktör, Milli Birlik Komitesiydi. Milli Birlik Komitesi üyeleri, referandum nedeniyle yeni Anayasayı açıklamak ve desteklemek için çeşitli şehirlere gittiler (Milliyet, 28 Haziran 1961). Ayrıca, dominant medya araçları, sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumları da aktif bir şekilde kampanya sürecine “evet” safında dahil oldular. Referandum süreci boyunca, evet kampanyası, MBK’nın yanı sıra CHP’nin de ön planda olduğu, camiler ve okullar da dahil olmak üzere ülkenin her bir tarafına yayılmıştır. Referandum öncesi süreçte seçimlerde suç işleyenlerin idama varan cezalara çarptırılacakları yönünde haberler yapılarak (Milliyet, 2 Eylül 1961), toplumun rahat
44 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
bir ortamda referanduma gitmediği öne sürülebilir. Yine, siyasi partiler arasında ilk evet mitingini, Cumhuriyet Halk Partisi başkanı İsmet İnönü’nün yapması ve aynı günlerde Demokrat Parti’nin varisi konumundaki Adalet Partisi’nin radyo konuşmalarına ilişkin takibat açılacağı (Milliyet, 4 Temmuz 1961) yönündeki haberler, referandum atmosferi hakkında bilgi vermektedir. Referandumdan önce yaptığı radyo konuşmasında Cemal Gürsel, evet oyu vermenin demokratik sistemin kurulmasının “ilk ve tarihi şartı” olduğunu ifade ederek, normalleşmenin yolunun, sandıktan “evet” oyu çıkmasında yattığını ifade etmiştir (Hürriyet, 5 Temmuz 1961). Muhalefete ve eski Demokrat Parti dönemine ilişkin karalama kampanyası ile eşgüdümlü yürütülen bu süreçte, “hayır” pozisyonunu özgür biçimde savunmak pek olası değildi. Örneğin, Demokrat Parti’nin varisi Adalet Partisi en başta yeni Anayasayı eleştirmeye çalıştı fakat zayıf muhalefet hızla püskürtüldü ve sonrasında AP, en azından görünürde evet bloğunda kaldı. Daha sonra AP, 26 Haziran 1961’de milletin en doğru kararı vereceğini söyleyerek ve milli iradeye dikkat çekerek, yeni Anayasa’yı bazı eksiklikler içerdiği için eleştirirken yeni Anayasa için bir destek mektubu da yayınladı (Düşünen Adam, 28 Haziran 1961). AP, bildiride yeni Anayasayı açıkça ve keskin bir şekilde eleştirmemesine, genel olarak olumlu bir söylem kullanmasına rağmen, AP’nin konumu Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından oldukça sert bir şekilde eleştirildi (Milliyet, 28 Haziran 1961). Şüphesiz, Demokrat Partinin varisi ve Menderes’in mirası olarak yükselen AP’nin8 belirsiz tutumu, Demokrat Parti kadrosunu siyaseten saf dışı bırakan 1960 darbe sürecinin, Demokrat Parti’nin varislerinin yeniden canlanma ihtimaline karşı yürüttüğü toleranssız tavırdan kaynaklanmaktadır. MBK’nin yeni Anayasa’ya karşı her türlü muhalefet için aldığı sert tutum göz önüne alındığında AP’nin net ve açık bir eleştiri başlatması çok kolay değildi. Adalet Parti genel başkanı
8
İlk kompozisyonuna bakıldığında aslında Adalet Partisi heterojen bir yapıdır ve Demokrat Parti karşıtlarını dahi içermektedir. Detaylar için bkz. Tanel Demirel. (2004). Adalet Partisi: İdeoloji ve politika. İstanbul: İletişim Yayınları, s.30-2.
Türkiye'de Referandumlar● 45
Ragıp Gümüşpala, partisinin idari organlarının referandumda “evet” oyu kullanacağını fakat referandumdaki kararları hakkında halkın vicdanı üzerinde bir baskıda bulunmayacaklarını açıkladı (Milliyet, 30 Haziran 1961). Referandum öncesi dönemde, Adalet Partisinin “hayır” fikrine yaklaşması, iktidar tarafından sert bir dille eleştirildi ve radyo konuşmaları ile ilgili takibat yapılacağı ifade edildi (Hürriyet, 4 Temmuz 1961). Referandum ertesinde ise diğer parti liderlerinin oylarının rengine ilişkin herhangi bir tespit ortaya konmazken, Ragıp Gümüşpala’nın da referandumda evet oyu verdiğine ilişkin bir haber metnine yer verilmesi (Hürriyet, 10 Temmuz 1961), Adalet Partisinin referandum sürecinde özgür biçimde “hayır” propagandası yürütmek bir yana, topluma karşı “evet” taraftarıymış gibi lanse edilmesine işaret etmektedir ki bu süreci takiben bir uyarı mektubu yayınlanacaktır. Kampanya sürecine fiili olarak görece geç başlayan CHP ise, İnönü’nün katıldığı ilk “evet” mitingini 3 Temmuz’da, diğer bir ifadeyle referandumdan yalnızca 6 gün önce yapmıştır (Hürriyet, 4 Temmuz 1961). Tüm devlet kurumlarının, hükümet organlarının, aydınların ve neredeyse tüm medyanın referandumda “evet” oyu kullanılmasını desteklediği bir ortamda, AP’nin bir şekilde gönülsüzce evet safındaymış gibi duruşu güç sahiplerini tatmin etmemiştir. 1961 yılında referanduma götürülen konuların önemli bir bölümü, yukarıda da belirtildiği gibi, kurucu iktidarın, ki 1960 yılı itibari ile bu asker, sivil bürokrat, üniversite üçgenidir, çıkarlarını koruyacak ve bu ortakların siyasete etki mekanizmalarını artıracak biçimde şekillendirilmiştir. Örneğin, 111. Maddede, Milli Güvenlik Kurulu’nun yapısı düzenlenerek, kuvvet komutanlarının Kurulda yer alması sağlanmıştır. “Millî Güvenlik Kurulu kanunun gösterdiği bakanlar ile Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet temsilcilerinden kuruludur. Millî Güvenlik Kuruluna Cumhurbaşkanı Başkanlık eder, bulunmadığı zaman, bu görevi Başbakan yapar. Millî Güvenlik Kurulu, millî güvenlik ile ilgili kararların alınmasında ve koordinasyonun sağlanmasında yardımcılık etmek üzere gerekli temel görüşleri Bakanlar Kuruluna bildirir” denilerek,
46 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Kurul’a Anayasal statü kazandırılmıştır (1961 Anayasası, 111. Madde). Ayrıca, Askeri Yargıtay da bu Anayasa ile “Askerî Mahkemelerce verilen karar ve hükümlerin son inceleme mercii” olarak tanımlanarak, etkin bir askeri-bürokratik yapı olmuştur (1961 Anayasası, 141. Madde). Diğer taraftan, üniversitelerin özerkliği de Anayasal teminat altına alınarak “Üniversiteler (…) bilimsel ve idarî özelliğe sahip kamu özerkliğe sahip kamu tüzel kişileridir. Üniversiteler, kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerinden kurulu organları eliyle yönetilir ve denetlenir (…). Üniversite organları, öğretim üyeleri ve yardımcıları, üniversite dışındaki makamlarca, her ne suretle olursa olsun, görevlerinden uzaklaştırılamazlar. Üniversite öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe araştırma ve yayında bulunabilirler. Üniversitelerin kuruluş ve işleyişleri, organları ve bunların seçimleri, görev ve yetkileri, öğretim ve araştırma görevlerinin üniversite organlarınca denetlenmesi, bu esaslara göre kanunla düzenlenir. Siyasî partilere üye olma yasağı, üniversite öğretim üyeleri ve yardımcıları hakkında uygulanmaz. Ancak, bunlar partilerin genel merkezleri dışında yönetim görevi alamazlar” ibreleri Anayasa metninde yer almıştır (1961 Anayasası, 120. Madde). Böylece, üniversitelerin hem özerkliği teminat altına alınmış hem de siyaset sahnesinde daha görünür olmalarının da yolu açılmıştır. Kurucu ortaklardan bir diğeri de kuşkusuz sivil bürokrasidir. Bu Anayasa değişikliği ile bürokrasinin politika yapmadaki etkinliği artırılarak, ekonomiden yasamaya kadar birçok alanda bürokratların daha çok söz sahibi olmasının yolu açılmıştır. Örneğin, Anayasa Mahkemesi, Devlet Planlama Teşkilatı, Radyo Televizyon Üst Kurulu gibi yapılar, Anayasa’da tanımlanarak ortaya çıkmışlardır. Kuşkusuz tüm bu kurumların ötesinde, seçkinci bir yapı olarak Senato’dan da ayrıca bahsetmekte fayda bulunmaktadır. 1961 Anayasası, öncelikle 1924 Anayasının 4. Ve 5. Maddelerinde yer alan Meclis’in milletin tek temsilcisi olarak teorik düzeyde yasama ve yürütme güçlerini elinde tuttuğu
Türkiye'de Referandumlar● 47
prensibini de değiştirmekteydi (Özbudun ve Gençkaya, 2009: 11). 1924 Anayasasında Meclis’in Bakanlar Kurulu üzerinde açık bir üstünlüğü ve fesih yetkisi bulunmaktaydı9. 1961 Referendumu ile ortaya çıkan tartışmalarda, darbenin devrim getirdiğini savunanların temel savı, yeni Anayasanın önceki demokratik olmayan sistem ve Anayasa ile ikame edildiğine ilişkindir. Ne var ki, Özbudun ve Gençkaya’nın ortaya koyduğu gibi, 1924 Anayasasının yapılış biçimi daha fazla demokratik öğeler içermekle birlikte, 1924 Anayasasının ruhu da daha demokratiktir fakat buradaki demokrasi anlayışı, çoğunlukçu değil, çoğulcu bir demokrasi yaklaşıma daha yakındır (2009:12). 1961 Anayasası, ikinci bir meclis olarak, yarı seçilmiş üyelerden oluşan bir senatoyu da beraberinde getirmiştir ki senato üyelerinin en az yükseköğrenim mezunu olması gerekmektedir (Özbudun ve Gençkaya, 2009: 14). Senatörler Meclisine “Okumuşlar Meclisi” denilmesi bu yüzdendir. Türkiye’de o dönemde nüfusun neredeyse %50’sinin okuryazar olmadığı10 ve ülke genelinde üniversite düzeyinde okullaşma oranının oldukça düşük olduğu, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, yeni kurulmuş olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi, birkaç öğretmen okulu, akademi ve enstitüsü gibi az sayıda yükseköğrenim kurumunun bulunduğu düşünüldüğünde, bu kriterin ne denli kısıtlayıcı ve seçici olduğu anlaşılabilir. O dönemin yük
Anayasa yapma sürecine ilişkin, şu durumu da hatırlamakta yarar bulunmaktadır: Her ne kadar Meclis, toplumsal çeşitliliği layıkıyla yansıtmıyor olsa da, 1924 Anayasa tartışmaları süreci görece serbest bir ortamda gerçekleşmişti ve Atatürk’ün tartışılmaz prestij ve dominasyonuna rağmen, Cumhurbaşkanının Meclisi fesh etme yetkisine ilişkin önerge, Meclis tarafından reddedilmişti (Özbudun ve Gençkaya, 2010: 11).
9
Burada ifade edilen rakam, en iyi ihtimale işaret etmektedir. Farklı kaynaklarda, farklı rakamlarla karşılaşılmaktadır. Örneğin, Sabahattin Zaim, 1960 yılı için Türkiye’de 6 yaş üstü için okuryazarlık oranının şehirlerde % 63,6, köylerde %32,4 olduğunu ifade etmiştir. pp. 490-518, Devlet İstatistik Enstitüsü kaynağına dayanarak belirtmiştir. Bakınız Bakınız, Sabahattin Zaim. (?). Education System in Turkey. The Development of Educational System in Turkey (The Impact of Westernization on the Education), İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 45 (1-4), 490-518; Milli Eğitimde Elli Yıl,1923-1973 (1973). Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Yayın No.- 691.
10
48 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
seköğrenim mezunu sayısına ulaşmak kolay olmasa da, 19591960 öğrenim yılında yüksek öğrenime kayıtlı öğrenci sayısı 54 069’dur (Gürüz, 2003:313). Bu da, 27 milyonu biraz geçen (TÜİK) Türkiye nüfusu içinde, mezun sayısının da oldukça az olacağına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle, Anayasa referandumunda oylanan ilkelerin o dönem açısından serbesti ve özgürlük alanını genişlettiğine ilişkin yorumların yanında, insanların büyük bölümünün, kendilerinin dahil olamayacağı bir kategori olarak Senatörler Meclisine onay vermelerinin, yeterince iyi açıklanmış ve benimsenmiş bir prensip olacağı hususunda şüpheye mahal vardır. Tıpkı 2007 referandumunda, “Cumhurbaşkanını halk mı seçsin?” sorusu halka sorulduğunda, olası cevabın evet olması gibi, 1961 Anayasasında da geniş yetkilerle donatılmış ve toplumun büyük bölümünü yetki alanının dışında bırakacak olan Senatörler Meclisinin ihdas edilmesini, toplumun benimsemesini beklemek, serbest ve iyi bir bilgilendirme sürecinin yürütüldüğü bir referandumda, büyük ihtimalle mümkün olmayacaktır. Fakat 1961 Referandumunun, darbenin gölgesinde yapılması ve serbest kampanya yürütme sürecinin yeterince iyi işletilmemesi, böyle bir Meclisin kurulmasına olanak tanıyacak maddelerin de referandumdan geçmesine neden olmuştur. Senatonun seçkinci doğasının yanında, bazı üyelerinin doğal üye kabul edilerek, atama yolu ile göreve gelmesi de başka bir demokratik açmaz olarak düşünülebilir. Tüm bu sınıfsal perspektiflerin, yetkilendirme konusunda da oldukça cömert davranılarak, Meclis’in yasa çıkarma süreçlerinin Senato onayına bağlanması da üzerinde durulması gereken bir başka husustur. Tüm bunların yanında, 1961 Anayasasının getirdiği birtakım serbesti ve özgürlükler de bulunmaktadır. Düşünce özgürlüğü bağlamında, Anayasa’nın 20. maddesinde “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir; düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim ile veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklayabilir ve yayabilir. Kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz” ifadesi yer almaktadır. Basının hür olduğuna ve sansür edilemeyeceğine ilişkin hükümle birlikte, basın ve yayın işleri için izne gerek olmadığı
Türkiye'de Referandumlar● 49
ifade edilmiş, yayın yasağı konulamayacağı, gazete ve dergilerin toplatılamayacağı teminat altına alınmıştır (Topuz 2003: 233-234). 28. ve 29. Maddelerde sırası ile toplantı ve gösteri yapmanın ve dernek kurmanın önceden izne bağlı olmaksızın gerçekleştirilebileceği belirtilmiştir. İşçilere sendika kurma ve grev hakkı tanınarak, 47. Maddede “İşçiler, işverenlerle olan münasebetlerinde, iktisadî ve sosyal durumlarını korumak veya düzeltmek amacıyla toplu sözleşme ve grev haklarına sahiptirler” denmiş ve bir bakıma sınıfsal örgütlenme teşvik edilmiştir. Üniversitelere özerklik tanınarak, öğretim üyelerinin siyasetle uğraşmalarının önündeki engel kaldırılmış ve 120. Maddede “Üniversite organları, öğretim üyeleri ve yardımcıları, üniversite dışındaki makamlarca, her ne suretle olursa olsun, görevlerinden uzaklaştırılamazlar” denilerek, kısıtlı hususlar dışında üniversite öğretim üyelerinin işten çıkarılmalarının önüne geçilmiştir.. Tablo 2: 1961 Referandumu
1961 Referendumu Kayıtlı seçmen sayısı
12 747 901
Katılım oranı (%)
81
Geçersiz oy sayısı
39 075
Evet oyları
6 348 092 (%61.7)
Hayır oyları
3 933 944 (%38.3)
Kaynak: TÜİK, 2008.
Tek sesli yürütülen kampanya süreci sonunda, referandumda halkın %61.7’sinin evet oyu verirken hayır oylarının %39.3’e ulaşması hafife alınmayacak bir sonuçtur. Darbe bloğuna göre referandum sonuçları tatmin edici olmaktan uzaktı ve referandumun ardından Cumhurbaşkanı Gürsel AP’nin genel başkanı Gümüşpala’ya bir mektup yazdı. Mektupta, AP’nin hayır oyunun rengiyle Türk bayrağının rengi arasında benzerlik kurarak gizliden hayır oyunu desteklediğini, eğer evet oyları kazanır ve kötü niyetli ve yanlış bir yol seçilirse Menderes’in asılma
50 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
ihtimali olduğu hakkında söylentiler yaydığına ilişkin şikayetleri yer almaktadır. (Milliyet, 26 Temmuz 1961) Gümüşpala ise bu şikayetlere cevaben Cumhurbaşkanın AP’nin faaliyetleri hakkında yanlış bilgilendirildiğini belirtmiştir. (Milliyet, 25 Temmuz 1961). Yeni Anayasanın 1961 Referandumunda halk tarafından onaylanmış olmasına rağmen, referandumun sonuçları siyasetteki DP mirasının hala önemli yer tutması ve taşıdığı potansiyel açısından bir tehdit olarak görülmüştür. Referandum ertesinde, öncesinde iktidara yakın olan fakat darbe sonrası süreçte darbeden yana tutum sergileyen Tercüman gazetesi, “6 Milyon Evet, 3 Milyon Hayır” başlığını atarak, 13 Milyon seçmenden 9 milyonunun oy kullandığını ifade etti (Tercüman, 11 Temmuz 1961). 12 Temmuz 1961 tarihli Hürriyet gazetesinin manşetinde yer alan pasta grafiğinde, halkın %47’sinin evet dediğini, geri kalanının hayır oyu kullanan ve seçime katılmayanlardan oluştuğunu “Türk milleti asaletini gösterdi” manşetiyle verilmesi, basının o günlerde içinde bulunduğu ikircikli hali göstermek için örnek verilebilir (Hürriyet, 12 Temmuz 1961). Bursa, Bolu, Samsun, Sakarya, Aydın, İzmir, Denizli ve Zonguldak illerinin hayır yönünde oy kullandığı anlaşılmaktadır (Tercüman, 11 Temmuz 1961). 1961 seçimlerinde de bu illerin hiçbirinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin birinci olmadığı, Bolu ve Sakarya dışındaki tüm illerde, Demokrat Parti’nin birincil varisi konumundaki Adalet Partisi’nin oyların yarısından fazlasını aldığı görülmektedir. Buradan çıkarılabilecek sonuçlardan bir tanesi de, 1961 referandumunun, darbe ortamının getirdiği tüm baskıya ve tek sesliliğe rağmen, referandumun esaslarından çok, kimi illerde daha fazla ortaya çıkan, kimi illerde daha örtük olan darbe karşıtlığına ilişkin fikir vermesidir. Adnan Menderes’in Egeli olması ve Demokrat Parti’nin Ege illerindeki seçim başarıları, Aydın, İzmir, Denizli gibi Ege illerindeki referandum sonuçlarına da bir nebze yansımış görünmektedir.
Türkiye'de Referandumlar● 51 Tablo 3: 1961 Referandumunda “Hayır” Diyen İllerin 1961 Seçimleri Sonuçları
İller
AP
CHP
CKMP
YTP[1]
Aydın
64,4
30,9
7,3
1,7
Bolu
23,2
28,8
19
29
Bursa
63,1
29,3
5,6
2
Denizli
56,4
40
1,8
1,3
İzmir
55
39,6
3,1
1,5
Sakarya
38,4
28
21
12,4
Samsun
58,2
36,8
5
Zonguldak
55,7
31,8
12,5
[1] Yeni Türkiye Partisi, (YTP) 1960 darbesinden sonra, Ekrem Alican’ın başkanlığında kurulmuş, Demokrat Parti’nin eski milletvekillerini de bünyesinde barındıran ve siyasette Demokrat Parti’den kalan boşluğu doldurma eğiliminde olan bir partidir. Celal Bayar’ın Adalet Partisine daha yakın bir çizgide olması nedeniyle, Demokrat Parti’nin seçim başarılarını yakalayamamıştır.
Referanduma katılım oranlarına bakılırsa, Giresun, Antalya, Trabzon ve Rize gibi sahil kentleri referanduma katılım konusunda daha az istek gösterirken Mardin ve Muş gibi Doğu kentlerinin, referanduma katılama daha çok riayet etmeleri, bu bölgelerdeki insanlar üzerindeki genişleyen dar11 be iktidarının kontrolünü açıklayabilir . Sonuç olarak, referandum süreci boyunca, darbe elitleri tarafından yürütülen monolitik bir kampanya sürecini işlemişken, tüm dominant muhalif grupların, özellikle de DP’nin varisi olarak AP’nin propaganda yürütme süreci bastırılmıştır. 11 Mardin ilinde darbe sürecinde en büyük hasar yaşayarak kapatılan Demokrat Parti’nin 1957 seçimlerinde aldığı oy % 46,3’tür. http://ysk.gov.tr/doc/dosyalar/ docs/Milletvekili/1950-1977/Mardin.pdf Benzer şekilde Muş’ta da %44,4’tür ve her iki oran da azımsanamayacak ölçüdedir. http://ysk.gov.tr/doc/dosyalar/docs/ Milletvekili/1950-1977/Mus.pdf
52 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Referandumun sonucu %61.7’lik bir skorla evet olmasına rağmen, güç sahipleri tarafından tatmin edici bulunmadı. Evet için oy verenlerin bir kısmının bu yönde oy kullanma nedeni, Demokrat Parti iktidarının baskıcı politikalarından rahatsızlık duymaları olsa da, diğer bir kısmının temel motivasyonunun da, darbe atmosferinden sonra oluşan baskı ortamında, insanların ülkedeki demokratik olmayan koşullarda yapacakları tercihlerle ilgili taşıdıkları endişe ile ilişkilidir. Bununla birlikte, önceki yıllarda etkin bir dönüştürücü olan DP, insanların karar alma süreçlerinde oldukça etkili bir yere sahipti. Halkın bir bölümü, darbecilerin, DP mirasına hakaret ettiğini düşünmüş olabilir. Dahası, “evet” oyu talep etme konusundaki temel argüman, DP politikalarına karşı muhalefet etmek ve aynı zamanda yasal çerçeveyi liberal ve demokratik standartlara göre tashih etmek için yeni Anayasayı benimsetmek etrafında kurulmuştur. Yine de, genel düşünce, seçmenler için içeriğin ağırlığının egemen faktör olmadığı ancak DP tartış malarının yanı sıra demokratik olmayan koşullar gibi yan faktörlerin, sonuçlarda daha çok rol oynadığı yönündedir. Çok yakın seçimlerde Adalet Partisinin kazandığı oy oranıı, %34.8, referandumdaki hayır oy oranına yani % 38.3’e olduk12 ça yakındır . Demokrat Partinin varisi oldukları değerlendirilen partilerin genel seçimlerdeki toplam oyu, YTP’nin %13.72 oy oranı ile birlikte, yaklaşık olarak %47.52’dir (YSK, 2018). Öte yandan darbeciler dışında CHP, evet bloğunun siyasi partiler arasındaki en baskın temsilciydi. Ancak, referandumdaki evet oyunun gücü, 1961 seçimlerinde CHP’nin oylarına yansımamış, bu seçimde CHP %36.7’lik bir oy oranına sahip olmuştur (YSK, 2018). Referandumdan iki ay kadar sonra 1617 Eylül 1961’de eski Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmişlerdir. Seçimlerin Menderes ve diğer iki DP hükümeti bakanın idamlarının ardından, yaklaşık bir ay sonra yapıldığı göz önüne alındığında, seçimlerde toplumun büyük
12
Seçim sonuçları, Yüksek Seçim Kurulu’nun web sitesinden 1-5 Haziran 2018 tarihinde indirilmiştir. Detaylar için bakınız: Yüksek Seçim Kurulu. (2018). http:// www.ysk.gov.tr/doc/dosyalar/docs/Milletvekili/1950-1977/Turkiye.pdf.
Türkiye'de Referandumlar● 53
bölümünün bu idamlara ve darbe sürecine sessiz ama net bir tepki gösterdiği; DP’nin yerini AP’nin alarak, mekez sağda etkin bir aktör olarak kurumsallaşmasının önünün açıldığı söylenebilir. Dünyada altın yıllar olarak bilinen (Golden Sixties) 1960’lı yıllar, aynı zamanda uluslararası trendlerden de etkilenerek, belli alanlarda özgürlükleri genişletmekle birlikte, 1961 Referandumu ile getirilen Anayasa değişikliği içerdiği birtakım mekanizmalar ve Senatonun kurgulanışındaki seçkinci tavırda görüldüğü gibi, aslında ihtilal sürecinin önceliklerini yansıtmakta ve bu süreçte ortaklık yapanların güç alanlarını korumaktadır. Ayrıca, bu referandum, Demokrat Parti mirasının büyük ölçüde Adalet Partisi etrafında mevzilenmesine yol açmıştır.
4 1982 REFERANDUMU
Darbelerin Artan Baskısı Altında Siyasi Konumlanma ya da Konumlanamama Diğer bir büyük ölçekli referandum 1982 yılında, yine askeri darbeden sonra, yeni bir Anayasaya meşrutiyet zemini sağlanması için yapıldı. 1970’lerin sonlarında, büyük bir olasılıkla, askeriyenin de alevlendirme ihtimalinin bulunduğu sosyal ve politik karmaşayı takiben, Milli Güvenlik Konseyi adı altında Asker, 12 Eylül 1980 tarihinde sivil hükümete müdahale etti. 1980 darbesine gidilen süreçte, siyasi konumlanmanın sağ-sol ya da muhafazakar-laik biçiminde tanımlanması yeterince açıklayıcı olmayacaktır. Bu defa, siyasi konumlanmayı, merkez ve çevrenin değişen kompozisyonu üzerinden tanımlamak mümkündür. Kendi içinde evrilen merkez, devletin menfaatlerini koruduğu temelinden hareket ederek güç kullanan ve 1960 darbesinden farklı olarak, üniversiteyi ve bir nebze de olsa sivil bürokrasiyi elimine ederek, merkezin en büyük hakimi olarak beliren Asker ve öte yandan kendi iç kırılımları ve çatışmaları bulunan perifer arasındaki mücadele olarak değerlendirmek mümkündür. Bu aynı zamanda apolitik-politik gibi görünen alana da işaret etmektedir. Ne var ki, politikanın tanımında güç kavramının önemli bir yerinin olduğunu (Nealon, 2007) ve gücün olduğu yerde aslında siyasetin de belirdiğini göz önünde tutarsak, apolitik dediğimiz kanat, darbe öncesi mevcut olan sivil siyasi alanın reddine tekabül etmektedir. Özetle, apolitik olarak tanımlayan alan, politika dışında değildir, kendini siyasi partilerin üstünde yer alan bir aktör olarak tanımlamaktadır. Periferde ise 1970’li yıllarda artan bir gerilim ile sağ ve sol ayrışmasına tâbi olarak, bilhassa üniversite gençliği üze-
56 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
rinden ayrışmalar etkisini göstermiş, siyasi alanda milliyetçi sağ, İslamcı sağ, devrimci sol, Kürt milliyetçiliği ekseninde gelişen sol, Alevilik üzerinden tanımlanan sol gibi çok çeşitli katmanlarda toplumsal şiddeti de içeren ayrışmalar ortaya çıkmıştır. Merkez sağ ve merkez solda yer alan aktörlerin daha uçtaki aktörlerle sağ ve sol zemininde işbirliği yapmaları, sürecin daha da radikalleşmesine zemin hazırlamıştır. 1970’li yıllarda Türkiye siyaseti, toplumsal kaosun egemen olduğu mikro düzeydeki siyasetin makro düzeyi, makro siyasetteki gerilimlerin de sokakları karşılıklı biçimde kışkırttığı ve alevlendirdiği bir sürece tanıklık etmiştir. Değişen seçim yasaları ile Meclis’te çok partili yapılar oluştu ve artan kutuplaşma ortamında, siyasi istikrarı sağlamak güçleşti. 12 Mart 1971 muhtırası ile açık olmayan nedenlerle yapılan askeri müdahale, bir kez daha askerin gölgesinin siyasetin üzerinde olduğunu hatırlattı ve Süleyman Demirel hükümeti istifa ederek,bağımsız milletvekili olan Nihat Erim, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirildi ve böylelikle 1980 darbesinde de sıkça kullanılacak olan partiler üstü ve “tarafsız” kavramı gündemde kaldı (bkz. Milliyet, 17 Mart 1971). Elbette burada tarafsız olarak lanse edilen pozisyon, CHP sıralarında milletvekilliği yapmış olan ve CHP’nin devlete yakın kanadını temsil eden Nihat Erim için kullanılmaktadır ve bu tarafsızlığın, yukarıda belirtildiği gibi periferdeki siyasi çatışmaların karşısında yer alan “merkez”i temsil ettiği öne sürülebilir. Bu süreçte, Cumhurbaşkanı’nın “Erim şartsız destek görmeli” biçiminde ifade ettiği (Milliyet, 20 Mart 1971) sahiplenici tavır, askerin dikte ettiği adayın tartışılmasını hazmetmeyecek bir tutum içermekteydi. Bir seneden kısa süren bu hükümet, 11 bakanın reformların yapılmasına imkan tanınmadığı gerekçesi ile istifa etmesi üzerine sona ermiştir (Milliyet, 4 Aralık 1971). Sürecin devamında yine hükümet kurma yetkisi Nihat Erim’e verilmiş, bu süre zarfında Cumhurbaşkanı siyasi partilere propaganda yaptıkları konulardan vazgeçmeleri talimatını vermiştir (Milliyet, 8 Aralık 1971). Bu hükümet de kısa süre içinde istifa edince, Ferit Melen, Naim Talu ve Sadi Irmak gi-
Türkiye'de Referandumlar● 57
bi Cumhuriyet Senatosu üyelerine hükümet kurma görevleri verilmiştir. Örneğin Irmak, “partilerdışı bir hükümet kuracağım” diyerek (Milliyet, 16 Kasım 1974), merkezin siyasi partilere yönelik geliştirdiği endişeli ve şüpheci tavra güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bir bakıma, sivil siyasetin üzerinde -bir önceki bölümde bahsedilen- ayrıcalıklı ve seçkinci konuma sahip olan Senatörler, siyaseti yönlendirme ve kontrol etme konumuna getirilmişlerdir. Cumhuriyet Senatosu, tarafsız olarak ifade edilen fakat esasında merkezin çevre karşısında bir taraf olarak savunulduğu bir ekolün sürdürülmesine katkı sunmuştur. Sivil siyasetçilere merkezin duyduğu güven azalırken, bürokratik ve seçkinci tavrın yansıması olan Senatör başbakanların hükümetleri de uzun soluklu ve başarılı olamamıştır. Bu süreçte sivil siyasetçiler tarafından kurulmuş hükümetler de bulunmaktadır. 1974 yılında Bülent Ecevit’in başbakanlığında kurulan Cumhuriyet Halk Partisi ve Milli Selamet Partisi hükümeti, farklı renkleri bir araya getirme çabası açısından önemli bir girişimdir. Ülkenin içinde bulunduğu kutuplaşma ortamının da etkisiyle, bu hükümet de bir yılı tamamlayamadan istifa etmiştir. Benzer şekilde, kurulan Ecevit ve Demirel hükümetleri de hem ekonomik hem siyasal anlamda stabilite sağlayamamış, sokaklarda artan çatışma ortamı Meclis’teki ile beslenmiş ve 1971 muhtırasından 1980 darbesine kadar Ocak 1978 ile Kasım 1979 arasında 11 bağımsız milletvekilinin desteği ile kurulan Ecevit hükümeti dışındaki hükümetlerin hiçbirinin ömrü bir yılı geçmemiştir. Yine siyasi krizi besleyen bir unsur olarak, açılan gensoru neticesinde Demirel başbakanlığındaki 2. Milliyetçi Cephe hükümeti güvensizlik oyu alarak düşmüştür ve “1977 yılı ile birlikte MC de bitti” şeklinde yorumlanmıştır (Milliyet, 1 Ocak 1978). İlk kez gensoru ile hükümetin düşürüldüğü süreçte, “bağımsız” olmanın kutsandığı ve “MC iktidarının son bulacağını ve bağımsızların tarihi görevini yerine getireceğini” ifade eden tutumu (Milliyet, 31 Aralık 1977) not etmek önemlidir. Zira, bu süreçte ortaya çıkan partiler üstü, bağımsız ya da tarafsız olma şeklinde betimlenen durum, elbette siyasi bir bağımsızlığı değil, siyasi parti karşıtlığını ifade etmektedir. Öte yandan,
58 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
siyasetçilerin de uzlaşmaya istekli olmayan tavırları siyasi kutuplaşmayı ve kendini siyasetin üstünde tanımlayan grupların, sivil siyaseti tahakküm altına almasını beslemektedir. Son kerteye gelindiğinde ise, Süleyman Demirel bir azınlık hükümeti kurdu ve azınlık hükümetinin kırılgan doğasının da etkisiyle, askerin politika yapma süreçlerine yoğun biçimde müdahil olduğu bir süreç yaşandı. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün siyasetçileri çağırıp, uyarılarda bulunduğu (Milliyet, 2 Ocak 1980), Ordu’nun siyasete ilişkin görüşlerinin gazete manşetlerinde yer aldığı (Milliyet, 3 Ocak 1980), ekonomik darboğazın sürdüğü, çok sayıda işçinin greve gitmek istediği ve Türk Lirasının değer kaybettiği kaotik süreç, Çorum ve Maraş olayları ile iyice ateşlendi. Fahri Korutürk’ün görev süresinin dolmasını takiben, ortak bir cumhurbaşkanı adayının belirlenememesi ve Meclis’teki parçalı ve kutuplaşmış yapının siyasi liderlerin ortak hareket etmesini zorlaştırması nedeniyle ülke siyasetindeki gerilim tırmandı. 12 Eylül 1980 günü yapılan askeri darbe ile yasama ve yürütme yetkileri, Orgeneral Kenan Evren’in başkanlığındaki Jandarma Genel Komutanı, Kara, Hava ve Deniz komutanlarının yer aldığı Milli Güvenlik Konseyine devredildi (Milliyet, 13 Eylül 1980). Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi liderleri ayrım yapılmaksızın siyaset sahnesinin dışına itildi ve mevcut siyasi partiler kapatılarak, partilerin faaliyetleri durduruldu. 1980 Referandumu yapıldığında oluşan siyasi atmosferde temel ayrışma noktası, merkezin güdümünde ve kendini partiler üstünde ya da tarafsız olarak tanımlasa da kendi güç alanını oluşturan ve bu alanı kuvvetlendirmeye çalışan bir darbe iktidarı ve bunun karşısında yer alan içinde sağ ve soldan, muhafazakar ve laiklerden, Sünni ve Alevilerden, Türk ve Kürt milliyetçilerinden oluşan, birbiriyle kavgalı bir perifer var idi. Çevre, kendi arasında uzlaşamamanın bedelini, merkez içinde tek hakim olmak isteyen darbeci zihniyete teslim olmak zorunda kalarak ödemişti. İkinci zihniyet açısından demokratik mekanizmaların işletilmesinden, halk iradesinden ve sivil siyasi faaliyetlerin serbestçe yürütülmesinden çok “hayatın normale
Türkiye'de Referandumlar● 59
dönmesi” olarak basında yer alan önceliğin baz alındığı öne sürülebilir (bkz. Milliyet, 14 Eylül 1980). Metodolojik olarak 1961 Anayasası ile benzer ancak fikren daha az hoşgörülü bir süreç, askeri müdahaleyi, gelecekteki olası siyasi karışıklıkların üstesinden gelme temeline dayandırarak yeni bir Anayasa çalışmasına başladı. “Milli Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen 29 Haziran 1981 tarihli ve 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla yeni anayasayı hazırlamakla görevli olacak Kurucu Meclis oluşturulması amaçlanmıştır. Kurucu Meclis, Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisinden meydana gelmiştir. Ancak, bu iki Meclis ayrı ayrı çalışmış, birleşik toplantı yapmamıştır” denilmektedir (TBMM, 2018). Danışma meclisi tarafından seçilen ve sadece 15 üyeden oluşan Anayasa Komisyonu, Kasım 1981’den Temmuz 1982’ye kadar Anayasa taslağının hazırlanmasında görev aldı (Gözler, 2002: 191). Özbudun’un not ettiği gibi, Milli Güvenlik Konseyi’nin egemenliğini ağır biçimde hissetiren bu süreçte oluşan Anayasa Konseyinde yer alan danışma kurulunda siyasi parti temsilcileri yer almamaktaydı ve siyasi alan için çok dar bir alan tanımlanmıştı (2000:58). Özbudun (2000:25), 1980 darbesi sonrasında çıkan Milli Güvenlik Konseyi hükümetini, açıkça CHP ile işbirliği yapan 1960’ların MBK rejiminden farklı olarak “hükümet olarak ordu” (military-as-government) şeklinde tanımlamıştır. Sivil siyaseti ve siyasi partilerin faaliyetlerini kısıtlayan Milli Güvenlik Konseyi rejimi, 1983 seçimleri için sadece üç yeni siyasi partinin varlığına izin verirken mevcut tüm partileri yasaklamayı tercih etmiştir. 1961 referandumu bile serbest propaganda için eşit ve liberal bir alan sağlamazken, bu kez darbe konseyi yeni Anayasaya karşı eleştirileri yasaklayan kararnameyle “hayır” kampanyasına hiç alan bırakmamıştır (Özbudun, 2000: 58). Diğer bir ifadeyle, siyasetteki konumlanma, artık merkezin temel temsilcisi rolünü almış ve kendisini partilerin üstünde tanımlayan bir darbe iktidarının egemenliği ve onun hareket alanı bırakmadığı sivil siyasetin ve siyasi partilerin konumlanamaması ile şekillenmiştir.
60 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
1982 Referandumu: Kampanya Süreci ve İşlenen Konular 1982 referandumunda hem yeni Anayasa oylanmış hem de cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmıştır. Referandum sürecinde serbest bir kampanya yapma ortamının bulunmaması ve hayır propagandası yapmanın yasaklanması, referandumda o dönem oy kullanan birçok seçmenin aktardığı üzere, oldukça ince zarflara tercih pusulalarının yerleştirilmesi gibi faktörler referandum kampanyasının serbest ve eşit bir yarıştan uzak olduğunu düşündürmektedir. Hayır cephesinin temsiline imkan tanınmayan bir atmosferde, Kenan Evren’in referandumda kabul oyu verilmesine ilişkin görüşlerinin eleştirilmesi dahi yasaktı (Özbudun ve Gençkaya, 2009: 20). Milli Güvenlik Konseyi, referandumda red oyunun kazanması durumunda Milli Güvenlik Konseyi rejiminin sonsuza kadar süreceğini ifade ederek (Özbudun ve Gençkaya, 2009: 10) bir bakıma halkı tehdit ediyordu. Kabul (evet) kampanyası, darbe lideri Kenan Evren’in birçok ilde evet için oy talebinde bulunduğu mitingler düzenlemesi yoluyla ağır bir şekilde sürdürüldü. Konuşmalarında, darbe öncesi düzenin politikacılarını suçlarken, ülkeye barış getirdiği için darbeyi meşrulaştırmaya çalıştı. Referanduma oy vermeme durumunda ceza uygulanması gibi önlemler alındı. Böyle bir ortamda referandumun sonucu açık bir evet idi. Anayasa değişikliğinin yanında bu referandumda ayrıca Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı seçimi de yapılmıştı. Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı için tek aday olması, kampanya sürecinde o gün oluşmuş olan anti demokratik ortam açısından not edilmesi gereken bir başka husustur. Başka bir ifade ile askeri rejimin etkisi yeni Anayasanın içeriği ile sınırlı kalmadı; askeri rejim kampanya sürecine de egemen oldu. Orgeneral Kenan Evren, yeni Anayasa için destek istemek amacıyla ülke genelini gezerken hayır oyu vermek ile terörist ve kafir olmak arasında bir ilişki kurdu (Milliyet, 1 Kasım 1982). Evren, eğer referandumdan “hayır” oyu çıkarsa ülkenin kaotik bir geçmişe sürükleneceğini söyleyerek darbeciler tarafından korku salınan bu süreçte, ana akım medya ise yeni anayasanın bürokratik işlemleri kısaltacağı gibi iddiaları savunarak Anayasanın parlak yönlerini vurgulamaya
Türkiye'de Referandumlar● 61
gayret etti (Milliyet, 1 Kasım 1982). Neredeyse kayda değer her bir muhalif söylemin bastırıldığı bu denli tek katmanlı bir atmosferde bile, Evren bazı ciddi tehditler aldığından şikâyet etmiş ancak bu tehditlere rağmen yeni Anayasayı tanıtmaya devam ettiğini ifade etmiştir (Milliyet, 3 Kasım 1982). Elbette bu tehditlerin ne denli gerçek olduğu tartışılabilir fakat tehdit altında olma durumunun, 1970’lerin sonlarında ortaya çıkan siyasi kaostan bunalan seçmenlerin en azından bir bölümü açısından Evren’e yönelik kısmi bir sempati geliştirmiş olması muhtemeldir. Ana siyasi parti liderleri askeri müdahaleden itibaren siyasetten men edilmiş ancak Evren, sadece 594 kişinin siyasi faaliyetlerinin sınırlandırıldığını belirterek, kurduğu baskıcı rejimi savunmuştur (Milliyet, 2 Kasım 1982). Evren, “oyunuzu o kara günleri hatırlayarak kullanın” (Milliyet, 5 Kasım 1982) ve “12 Eylül’e’ dönmek istemeyen evet der” (Milliyet, 6 Kasım 1982) diyerek vatandaşları referandumun sonuçları hakkında açık bir yönlendirme içinde olmuştur. “Red” oylarının renkleri maviyken “kabul” oyları, 1961 referandumunda olduğu gibi, beyazdı. İlk bakışta, tercih edilen renkler açısından büyük bir fark olmadığını ancak beyaz rengin daha çok olumlu çağrışımlara karşılık geldiğini söylemek mümkündür. Fakat kampanya sürecinde bu husus dahi dayatmacı biçimde işlenmiştir. Atatürk’ün mavi gözleriyle aynı renk olan “red” oylarının arasında bir korelasyon bulunması gibi söylentiler, askeri elit tarafından oldukça sert bir şekilde eleştirilirken, mavi renk Yunanistan bayrağının rengi olarak işaretlenmeye başlanmıştır (Hamsici, 2017). Özellikle Kıbrıs sorunu ve Ege Denizi sınırı ile ilgili süren çatışmalar nedeniyle Yunanistan, Türk Devletinin “öteki”si olarak inşa edilmiş ve bu anlamda halkı milli duygular etrafında birleştirmek amacıyla mavi renk öteki olarak takdim edilmiştir. Bu süreçte, mavi renk giymenin muhalif algılanma ihtimali taşıması hatta bazı gazetelerin mavi olan logolarını değiştirmeleri de gözlenmiştir (Hamsici, 2017). Sonuç itibariyle, toplumun yalnızca muhalefet etmekten değil, aynı zamanda kazara yanlış anlaşılmaktan çekindiği bir referandum süreci yaşanmıştır.
62 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Her ne kadar darbe ittifakının yansımalarını içerse de, 1961 Anayasası, Tanör’ün ortaya koyduğu gibi “millet” adına söze başlamaktadır ki bu durum 1982 Anayasasında “devlet” adına yapılmakta ve “Türk Milletinin meşru temsilcileri olan Danışma Meclisi” olduğu iddia edilmiş fakat bu meşruiyetin kaynağı gerekçelendirilmeyerek, devletin bütünlüğü vurgusu hakim kılınmıştır (Tanör, 1986:25 ). 1961 Anayasası ile temel farklardan biri olarak işaret edilen bir başka durum ise, önceki Anayasada darbeciler, sivil bürokratlara güvenirlerken, artık böyle bir güvenin ortadan kalktığı ve eski asker olan Cumhurbaşkanına geniş yetkiler verilerek kontrolün büyük ölçüde askerin elinde tutulmasının sağlanmasıdır (Özbudun ve Gençkaya, 2009:21). Siyasi konumlanmalar bu bağlamda anlamlıdır zira artık askeri vesayet, güç alanını, diğer potansiyel ortaklarıyla paylaşmak istememektedir. Anayasa’da bu durum iki şekilde tezahür etmiştir. Bunlardan birincisi, darbe lideri Kenan Evren’e cumhurbaşkanlığı kapsamında oldukça geniş yetkiler tanınması yolu iledir. Cumhurbaşkanına yasama, yürütme ve yargıya ilişkin önemli yetkiler tanınmış ve Anayasanın 104. Maddesinde devletin başı olarak tanımlanan cumhurbaşkanının nitelikleri “Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Deviet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir” şeklinde açıklanmıştır (TBMM, 2018). İkinci durum ise sivil bürokrasinin rolünün sınırlandırılması yolu iledir. Örneğin yüksek yargı mensuplarının atamasında Cumhurbaşkanının rolü daha etkin hale gelirken bir bakıma sivil bürokrasi de asker egemenliği altına girmiştir (Tanör, 1986: 116). Benzer biçimde, yargı bağımsızlığı zayıflamış, kanun hakkında kararnamelerin Anayasal kapsam dışında bırakılması, yürütmeyi orantısız güçlendirirken, Anayasal denetimi de sınırlandırmıştır (Tanör, 1986: 116-117). 1982 Anayasasında temel hak ve hürriyetlere ilişkin kısıtlamalar bir istisna değil, genel eğilim olarak karşımıza çıkmaktadır (Özbudun ve Gençkaya, 2009: 22). 13. Maddede yer alan bu durum, “Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin,
Türkiye'de Referandumlar● 63
Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir. Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz. Bu maddede yer alan genel sınırlama sebepleri temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerlidir” (TBMM, 2018) şeklinde ifade edilmekte ve esasen tüm hak ve hürriyetlerin, örneğin “genel ahlâk” gibi müphem bir alanın korunması için kısıtlanabileceğini öngörmektedir. Öte yandan, Derneklerin ve ticaret örgütlerinin hak ve özgürlüklerinin sınırlandırıldığı yeni Anayasa’da, dernek, vakıf gibi sivil toplum kuruluşları ile siyasi partilerin işbirliği yapmasının da önüne geçildi (Özbudun ve Gençkaya , 2009: 20). Böylece, mutlak bir şer odağı gibi görülen siyasi partilerin sivil toplum kuruluşları ile topluma daha fazla entegre olmalarına engel olundu. Yukarıda ifade edilen siyasi konumlanmanın bir yansıması olarak, 1982 Anayasa referandumu sürecine gelindiğinde ise, askeri darbenin, sivil siyaseti küçümsediği ve siyasetle ilgilenmenin neredeyse kınanacak bir haslet olarak görüldüğü öne sürülebilir. “594 Kişi dışında kimseye siyaset sınırlaması yok” diyen Evren’in (Milliyet, 2 Kasım 1982) bu demecinin hemen ertesi gün, “üçüncü Dev-Sol davasında da 113 idam cezası isteniyor” şeklinde bir haber yer almaktaydı (Milliyet, 3 Kasım 1982). Yeni Anayasa metninde yer alan, partilerin kadın ve gençlik örgütü gibi branşlarının kaldırılmasını yine benzer yönde bir tedbir olarak okumak mümkündür. Başka bir ifadeyle, kanuni yasaklı kişi sayısının çok üstündeki sayıda kişi, yıldırıcı tedbirler nedeniyle siyasete fiilen dahil olmak bir yana, siyasete ilişkin konuşmaktan, siyasi yorum yapmaktan ve kendi siyasi görüşünü ifade etmekten dahi imtina eder hale gelmişti. Referandumun öncesinde, “işçinin siyasetle uğraşmayacağı kuyruklu yalandır” diyen Orgeneral Kenan Evren, halk oylamasında gündeme gelen lokavtı, “grevin hak, lokavtın tedbir” olduğu gerekçesiyle savunmaktaydı (Milliyet, 1 Kasım 1982). Anayasa’nın 54. Maddesinde yer alan “Siyasî amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı,
64 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz” ifadesi de sınırlayıcı nitelikteydi. Yeni Anayasa’da memurların, yargı mensuplarının vb. siyaset yapması yasaklanırken, siyasi partilerin de kapatılmasını kolaylaştıran 67. Madde referandumda oylanmak üzere önerilmiştir. Kısacası, yeni Anayasanın getirdiği temel farklılıklardan belki de en mühimi, sivil hükümetlerin manevraları için geniş bir alan bırakmadan tümüyle ayrıntılı normlar ve talimatlar ile gücü büyük ölçüde askeri yönetimin elinde toplamaktı. İkincisi Meclis’in devreden çıkarılmasıyla yeni Anayasa güçlü bir cumhurbaşkanına sahip zayıflatılmış parlamentarizm biçimini aldı. (Özbudun, 2005:306). Diğer bir ifade ile, seçkinci ve bürokratik vesayetin yansıması olan İkinci Meclis’in yerinde artık askeri vesayetin yansıması olan Cumhurbaşkanı bulunmaktaydı. Milli Güvenlik Kurulunun görev ve yetkilerinin genişletilmesi ve 118. Maddede “Millî Güvenlik Kurulu, Cumhurbaşkanının başkanlığında, Başbakan, Genelkurmay Baş kanı, Millî Savunma, İçişleri, Dışişleri Bakanları, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ve Jandarma Genel Komutanından kurulur. Gündemin özelliğine göre Kurul toplantılarına ilgili bakan ve kişiler çağrılıp görüşleri alınabilir. Millî Güvenlik Kurulu; Devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili karar ların alınması ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca öncelikle dikkate alınır. Millî Güvenlik Kurulunun gündemi; Başbakan ve Genelkurmay Başkanının önerileri dikkate almarak Cumhurbaşkanınca düzenlenir” denilmiştir (TBMM, 2018). 1982 Anayasasında oylanan yapısı ile MGK, ile askeri vesayet noktasında Cumhurbaşkanı ile birlikte önemli bir enstrüman olarak belirmiştir.
Türkiye'de Referandumlar● 65
Tablo 4: 1982 Referandumu 1982 Referendumu Kayıtlı seçmen sayısı
20 690 914
Katılım oranı (%)
91,3
Geçersiz oy sayısı
43 498
Evet oyları
17 215 559 (%91.4)
Hayır oyları
1 626 431 (%8.6)
Kaynak: TÜİK, 2008.
Referandum sonuçları, yeni Anayasanın ve Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığının oyların yüzde %91.4’üyle kabul edildiğini, katılım oranının da yaklaşık olarak %91.3 olduğunu göstermektedir. Böylesine yüksek bir desteğin toplanmasını iki dinamik üzerinden tartışmak mümkündür. İlk olarak, yukarıda belirtildiği gibi, darbe öncesinde faaliyet gösteren tüm partiler kapatıldı ve siyasi liderler, siyasi aktivitelerden uzaklaştırılarak muhalefete hareket alanı bırakılmadı. Genelkurmay Başkanı Evren, bütün gücü elinde tutarak ülkenin her bir yanında evet oyu için çalıştı. 1982 Referandumunda oyları gösterecek şekilde yarı transparan zarflar kullanıldı. Yarı şeffaf zarflar aynı zamanda seçimlerin serbestiyetini ve adilliğini de tehdit ederek, bireylerin özgürce oy kullanmaları kısıtlandı. Bu nedenle çok yüksek bir oranda kabul oyu kazandı. Bunlarla birlikte, 1970’lerin sonlarındaki kaotik atmosfer, halk arasında da oldukça yaygın bir hoşnutsuzluk yaratmıştı ve halk, bu dönemde var olan şiddet ortamına geri dönmekten korkuyordu. Diğer bir deyişle, halk, askeri bir rejimden yana olmasa bile darbe öncesi koşullarda yaşamak istemiyordu. Ayrıca, red oyunun kazanması durumunda ilelebet görevde kalacaklarını ifade eden askeri yönetime karşı (Özbudun ve Gençkaya, 2010: 10) halkın bir bölümü, referandumu askerleri kışlalarına geri gönderecek bir fırsat olarak algılarken, yeni bir sivil siyaset yapma sürecinin Türkiye’nin siyaset sahnesinde yeniden yer bulmasını ümit etmiş olabilir. Bu doğrultuda, Evren’in eğer referandum sonuçları “iyi” olursa askerlerin kışlalarına geri dönmek istedikleri konusunda söz verdiğini (Milliyet, 4 Kasım 1982) hatırlamakta fayda
bulunmaktadır. Öte yandan bazı insanlar ülkedeki kaosun sona ermesinin, askeri bir müdahaleyle olsa bile, desteklenmesi gerektiğini ve sıkıntıların sorumlularından biri olarak görülen önceki Anayasanın özgürlükçü kabul edilen yanlarının katılaşması gerektiğini düşünmeye meyilliydi. Çorum ve Kahramanmaraş gibi siyasi atmosferin gerildiği ve hem solda hem sağda askeri otoritenin kurulması ile zarar görmüş çok sayıda kişinin bulunduğu illerde dahi, sırası ile yalnızca %8,9 ve %6,8’lik red oyunun çıkması (YSK, 2018), ilk dinamiğin yani darbeci yöneticilerin referandum sürecindeki baskıcı tutumlarının daha etkili olduğunu düşündürtmektedir.
İKİNCİ KISIM ANAVATAN PARTİSİ İKTİDARINDA YAPILAN REFERANDUMLAR
5 1987 REFERANDUMU
1987 Referandumu ve Siyasi Konumlanma 2017 Anayasa referandumundan önce Türkiye’deki seçmenler, bütüncül anayasa değişikliği referandumları dışında 1987 Anayasa Referandumu, 1988 Anayasa Referandumu, 2007 Anayasa Referandumu ve 2010 Anayasa Referandumu olmak üzere dört kez oy kullandı. 1987 Anayasa Referandumu, önceki siyasi liderlerin siyasi yasaklarının kaldırılıp kaldırılmayacağını belirlemek veya bu yasağı sağlayan Anayasa’nın geçici maddesini kaldırmak amacıyla yapıldı. Referandum sürecine geçmeden önce, bu konunun neden referandum sorusu haline geldiğini kısaca açıklamak gerekiyor. 1980 darbesi oluşan süreçte ortaya çıkan askeri vesayetin gücüne ve sivil siyasetin bu vesayetin egemenliği altına girmesine yukarıda değinmiştik. 1982 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra bir müddet daha Bülent Ulusu hükümeti ülkeyi yönetmeye devam etti. 1983 Seçimlerine Doğru Yol Partisi, Refah Partisi ve Sosyal Demokrasi Partisi Milli Güvenlik Konseyi’nden icazet alamadığı için katılamadı. Seçimlere katılması uygun bulunan eskiden Süleyman Demirel tarafından beğenilen bir bürokrat olan Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi, emekli asker Turgut Sunalp’in liderliğindeki Milliyetçi Demokrasi Partisi ve eski bürokrat Necdet Calp’in liderliğindeki Halkçı Parti katıldı. Bu süreçte, Anavatan Partisi seçimlerde %45,1 oy alarak, 13 Meclis’te yer alan 399 sandalyenin 211 tanesini kazandı (YSK, 2018). Bununla birlikte, askeri vesayet tüm yetkilerini sivil siyasete devretme konusunda istekli değildi ve Cumhurbaşkanının ve askerin yönetimin ilk yıllarda sivil siyaseti hissedilir biçimde güdümünde tutması gözlendi. 13
Seçimlerde en düşük oyu, %23,3 ile askeri yönetimin desteklediği Milliyetçi Demokrasi Partisi aldı. Detaylar için bkz.YSK (2018). 1983 - 2007 Yılları Arası Seçim Çevresine Göre Milletvekili Genel Seçimi Sonuçları. http://ysk.gov.tr/doc/ dosyalar/docs/Milletvekili/1983-2007/Turkiye.pdf
70 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Oluşan bu atmosferde, üç temel kırılımdan bahsetmek mümkündür. Bunlardan birincisi ve en etkini, merkezin bütünüyle temsilcisi durumundaki Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve askeri otoritedir. Zira, askeri güç bütünüyle Türkiye’ye nüfuz etmiş, idam cezalarından, kişisel hürriyetlerin sınırlandırılmasına kadar birçok uygulama, toplumun siyasete karşı mesafeli bir yaklaşım sergilemesine neden olmuştur. Öte yandan, cezalı bulunan kapatılan parti liderler ve onların işaret ettiği kişiler siyaset mecrasında kendilerine yer bulmaya gayret etseler de bu çabaları pek başarılı olamamıştır. Diğer yandan, birleştirdiği milliyetçilik, muhafazakarlık, liberalizm ve soldan oluşan dört eğilimle, -bu amalgamın içinde sol eser miktarda temsil ediliyordu-, seçimleri kazanmış olan Anavatan Partisi, Türkiye’deki merkez sağ siyasetin bir yansıması olarak kalkınmacı, ekonomik büyümeyi ve ilerlemeyi önemseyen, diğer yan14 dan halkın değerleri ile barışık bir çizgideydi . Tüm bunların yanında, pragmatik politika yapma sürecinin bir yansıması olarak, Anavatan Partisi’nin lider kadrosunda, kimi zaman askeri vesayetten dolayı hareket alanları kısıtlansa da, kendi güç alanının oluşmasında darbe sürecinin olumlu etkisinin farkında olduğu izlenimini edinmek mümkündür. Bu minvalde, darbe sürecinin getirdiği siyasi yasaklar, Anavatan Partisi’ne görece kolay şartlar altında, 1980 öncesi dönemde karizmalarıyla kitleleri etkileyen siyasetçilerle rekabet etmeden yarışma imkanı sunmuştur. Öte yandan, yasaklı liderler de kendi atadıkları vekilleri üzerinden siyasette yeniden örgütlenmeye çalışırlarken, Anavatan Partisi iktidarının yasaklara yönelik kaygısız tutumu karşısında aynı muhalif şemsiye altında birleşmekteydi.
1987 Referandumu: Kampanya Süreci ve Konular İlk başlarda, eski siyasi liderleri siyasetten 5 veya 10 yıl süreyle yasaklayan ilgili geçici Anayasa Maddesinin feshine ilişkin taleplere karşı Özal, bunun 1980 darbesini yöneten Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in hakimiyeti nedeniyle
14
Türkiye’de Merkez-Sağ’ın Tiplojisi üzerine yazılmış bir doktora tezi için bkz: Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu. (2014). Typology of the Center-Right in Turkey. İ.D. Bilkent Üniversitesi (Basılmamış Doktora Tezi).
Türkiye'de Referandumlar● 71 15
imkânsız olduğunu ima etti . Bununla birlikte, Mayıs 1987’de açıkça sorumluluğun kendisinde olmadığını beyan eden Evren siyasi yasakların kaldırılması gerektiğini çünkü siyaset üzerindeki yasak devam ettiği sürece, eski liderlerin her zaman dezavantajlı olduklarını ilan edeceklerini ifade etti (Cemal, 1989: 213). Evren’in bu konuda açıkça görüşünü belirtmesi, Özal’a yasakları kaldırmaktan başka seçenek bırakmadı. Ancak, Özal, eski liderlerin tekrar siyasete girmesini, kendi pozisyonunu korumasının önünde büyük bir tehdit olarak gördü ve Meclis’te kolaylıkla çözülebilecek bir konuyu referanduma götürmeye karar verdi. 1986 seçimlerinde Doğru Yol Partisi’nin iktidar partisi ANAP’ın hemen ardından ikinci sırada yer alması, bu referanduma gidilmesine etki etmiştir (Abadan-Unat, 1989:25). Zira, DYP’nin ANAP’ın iktidarını sarsma olanağı belirmiştir. Ayrıca, Özal, eski liderlerin özellikle de merkez sağdaki rakibi Süleyman Demirel’in siyasete dönmesine ilişkin referandumdan hemen önce erken seçimlere gitme kararı alarak, en büyük rakibini hazırlıksız yakalamayı umdu. Bila, onun pozisyonunu kazan-kazan riski olarak yorumlamaktadır, çünkü yasaklar korunursa, Türk siyasetinde o yılların en popüler lideri olmaya devam edecekti; eğer yasaklar kaldırılırsa elinde tuttuğu hayır bloğu sayesinde 2 yıl sonra Cumhurbaşkanı olacaktı ve bu şekilde bir mevzilenme sağlayacaktı (Bila, 2001: 198-2). Bila’nın ikinci öngörüsü ne denli gerçeği yansıtmaktadır tartışılabilir fakat açık olan bir durum Anavatan Partisi’nin o dönemde yasakların kalkmasını istemediğidir. Referandumda hayır oyları için mavi, evet oyları için turuncu renk belirlenmişti. Referandum süreci boyunca, Anavatan Partisi’ni yönetenler, turuncu rengi kullanarak devasa bir “hayır” kampanyası yürüttü. Yıldıray Oğur bu konuda “Özal tarafından açılışı yapılan Kocatepe Camii’nde ise cemaate
15
Özal’ın bu tavrı başka konularda da görülmektedir. Kimi zaman gerçekten askeri vesayetin yansıması olan bu tavır, kimi zaman da bahane olarak kullanılabilmektedir. Bakınız: Metin Atmaca.(2014).Özal’dan Erdoğan’a Kürt Sorununda Cözüm Süreci, Hakan Samur and Zelai Kizilkan Kisacik (eds) Turkiye’nin Demokratiklesmesi: Etnik-Dini Kesimler Uzerinden Degisimin Analizi. Konya: Cizgi Yayinevi, ss. 19–53.
72 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
ayakkabılarını koymaları için dağıtılan poşetlerin rengi turuncuydu” tespitinde bulunur (2017). Özal, kampanya süresince şiddet dolu darbe öncesi şartlarını anımsattı ve seçmenlere yasaklı politikacıların bu kaotik ortamdan sorumlu olduğunu hatırlattı. Özal’ın ana argümanı partisinin ülkedeki kavga, terör ve anarşiyi sona erdirdiği ve eski liderlerin siyasete geri dönmesinin önceki kaotik koşulların devam etmesine yol açacağıydı. Ancak, kampanya söyleminin temel motifi, yeni hakları veya demokratik yapıyı geliştirmek veya ilerletmek yerine, kısıtlamaların sürdürülmesine odaklandığı için, askeri vesayete karşı özgürlükleri savunduğunu iddia eden ANAP çizgisi için önemli bir kırılma noktası olmuştur. Öte yandan, bu liderlerin politikadan men edilmeleri nedeniyle parti örgütleri bu yasağı kırmak için yenilikçi çözümler bulmaya çalıştılar. Mesela Demirel, sadece seyahat etme hakkını kullandığını belirterek, illeri ziyaret etti. Bazen sokak pazarlarında (Günaydın, 1 Eylül 1987) ya da Bakırköy’deki Zuhuratbaba mezarlığı gibi yerlerde kitlelerle buluştu. (Günaydın, 2 Eylül 1987). Milli Selamet Partisi yerine kurulan, Millî Görüş hareketinin yeni bir partisi olan Refah Partisi ve Erok Spor, Milli Gençlik ve Spor Gecesi adı altında bir boks karşılaşması düzenledi. Medya tarafından “Erbakan’ın güç gösterisi” (Milliyet, 1 Aralık 1985) olarak algılanan, yasaklı lider Erbakan’ın sıradan bir izleyiciymiş gibi seyrettiği ve bir kampanya konuşması yapmadan insanlarla bir araya geldiği bu maç, Erbakan’ın destekçileri ile buluşmasını sağladı. Bülent Ecevit ve Alparslan Türkeş ayrıca ülkenin dört bir yanındaki farklı şehirleri ziyaret etti ve destekçileri kendilerine büyük ilgi gösterdi. Ayrıca Rahşan Ecevit, siyasi yasaklı durumunda olan eşi Bülent Ecevit için yoğun bir kampanya yürüttü. Bülent Ecevit ise katıldığı konuşmalarda beyaz güvercin uçurarak, halkın önceki çatışmaları bir kenara bırakarak, “evet” oyları etrafında birleşmesini talep etti (Milliyet, 5 Eylül 1987). Bu referandum sürecinde en etkili “evet” kampanyası yürüten lider olan Demirel, ses kayıtları hazırlayıp Doğru Yol Partisi taşra teşkilatlarına dağıttı. Sürmekte olan siyasi yasakların insan hakları ve demokrasiye aykırı olduğunu savun-
Türkiye'de Referandumlar● 73
du. Demirel yerine DYP başkanlığını ödünç alan Hüsamettin Cindoruk, evet oyları için mavinin, hayır için turuncunun seçilmesinin ANAP hükümetinin kasıtlı bir manevrası olduğunu, çünkü turuncu rengin daha reformist ve yenilikçi bir duruş sergilediği düşünülürken; mavinin Kurtuluş Savaşı boyunca Ege ve Akdeniz’in bazı bölgelerinde işgal gerçekleştirmiş olan Yunanistan ile bağdaştırıldığını iddia etti (Türkiye’nin Referandumları, 2. Bölüm). Süleyman Demirel, Turgut Özal’ın sivil başbakanlığı iddiasının bu referandum süreci ile sonlandığını ve Özal’ın aslında ihtilalci bir ittifakta yer aldığını öne sürdü (Milliyet, 5 Eylül 1987). Doğru Yol Partisi de Anadolu aksanlı “Böyük Türkiye” retoriği ile Süleyman Demirel’e yönelik “neredesin” mottosunu kullandı. Kürt aksanından “Göç İstemiyik” sloganlarıyla birlikte, sarık giyen din adamlarıyla selamlaşması Demirel’in sıradan insanlarla yakın iletişim kurduğun göstergesi olarak kullanılmıştır (Türkiye’nin Referandumları, 2. Bölüm). DYP’nin bu kültürel kucaklama hamlesi, bir yandan da Anavatan Partisi liderinin aile üyelerinin Batılılaşmakla suçlanmasıyla devam etti. Bu bağlamda, Özal’ın kızının mini etekli fotoğrafları, Özal imgesini muhafazakar kitlelerden ayırmak için, el broşürü olarak yayınlandı ve dağıtıldı (Türkiye’nin Referandumları, 2. Bölüm”). Benzer şekilde, DYP’nin o günkü başkanı Hüsamettin Cindoruk’a medya, hemen referandum öncesinde, Bako krizi adı altında, finansal anlamda muğlak işlere iştigal ettiği gerekçesiyle yüklenmekteydi (Milliyet, 2-3 Eylül 1987). Dahası, hükümeti münafık olmakla ve kötü niyet taşımakla suçlarken, Demirel’in barajlar, köprüler, fabrikalar gibi daha önceki hizmetleri örnek olarak gösterildi. Referandum süreci, bir şekilde dışlayıcı ve nezaketsiz kabul edilebilecek bir politik söylemle devam etti. Özellikle ANAP’ın genel başkanı ve DYP, farklı cinsel tercihleri, aile içi ilişkileri ve buna benzer birçok konuda ima ve argo içeren ifadeler kullanarak birbirlerini suçladılar (Kalafat, 2017). Belirtmek gerekirse, bazı belirli yerlerde olağanüstü halin yürürlükte olmaya devam etmesi, muhalefetin yayılmasına karşı devletin olağandışı önlemler almasına olanak verdi. Turgut Özal, Isparta toplantısında polis şiddetinden kaçan vatandaşların, Türklerin ve
74 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Yunanlıların tarihsel anlaşmazlığını hatırlatan “Yunanlılar gibi kaçtıklarını” söyledi (Nokta , 6 Eylül 1987). Böylece, Özal, bizzat ülkenin Başbakanı olarak muhalif vatandaşları devletin “düşmanı” gibi suçlayarak dışladı. Bu tür düşük seviyede kabul edilebilecek tartışmalar, özellikle 1987 referandumunda çok fazla yer tuttu ve her iki taraf da birbirlerinin özel alanlarına saldırmaktan kaçınmadı.
Hükümetin siyasi yasakların kaldırılmasına karşı açık muhalefetinin yanı sıra eski liderlerin oyunda kalma konusundaki ısrarına rağmen, Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP), içeriği halkın oylamasına uygun bulmadığı için referanduma karşı olumsuz bir tutum sergiledi ve referandum süreci boyunca SHP lideri Erdal İnönü, referandum sonuçlarıyla ilgili herhangi bir ilgilerinin olmadığını iddia etti ve referandum sonuçlarının partisine bir fayda sağlamayacağını ifade etti (Milliyet, 5 Eylül 1987). Hiç şüphesiz, SHP liderliği Ecevit’in aktif siyasi alana geri dönmesinin sol kanat oylarını önemli ölçüde böleceğini çok iyi biliyordu. Ancak, bu olasılığı göz ardı ederek, parti kendine güvenen bir imaj çizmeye çalıştı. Ayrıca, siyasi yasakları desteklemekten kaçınan Sosyal Demokrat Halkçı Parti, özgürlükleri açık ve etkin bir şekilde savunamadı. SHP, ideolojisini toplumsal demokratik ilkeler ve bireylerin özgürlüğü temelinde inşa etti. Diğer bireylerin özgürlüğüne saygı duymak, bunu açıkça belirten parti programının ilk prensibini oluşturmuştur: Özgürlüğün sağlanmasında vazgeçilmez koşulların başında düşünce ve ifade özgürlüğü ile örgütlenme özgürlüğü gelir denmiştir (SHP Parti Programı, 1985: 9). Bu açık beyan SHP’nin ideolojik konumunu tanımlasa bile; parti,
Türkiye'de Referandumlar● 75
bir bakıma siyasi gücünü korumak için kendisini pragmatik hesaplamalar içinde buldu. Bu bulanık tutum Özal’ın, partisinin yüzde 49,74’a tekabül eden “hayır” bloğu oylarını destekliyormuş gibi bir imaj oluşturmasına yardımcı oldu. Tablo 5: 1987 Referandumu
1987 Referandumu Kayıtlı seçmen sayısı
26 095 630
Katılım oranı (%)
93,6
Geçersiz oy sayısı
1 088 965
Evet oyları
11 711 461 (%50.2)
Hayır oyları
11 636 395 (%49.8)
Kaynak: TÜİK, 2008.
Referandumun sonuçları şu şekildedir: %50,22 evet oyu karşısında %49,78 hayır oyu. 75.066 fazla evet oyu, referandum sonuçlarını belirlemiştir (TÜİK, 2018). Özal hükümeti, kendileri için başarısızlık sayılabilecek olan referandum sonuçlarından dolayı kendi içinde küçük bir şok yaşadı. Parti içinden referandum sonuçlarına itiraz etmek isteyenler olsa da, Özal buna izin vermedi. Referandumun sonunda Özal, “hayır” kampanyası yapmamış gibi hemen seçim ertesinde evet çıkmasından memnuniyet duyduğunu belirterek, siyasi liderlerin partilerinin başına geçerek bahane üretmeyi bırakmalarını istemiştir (Güneş, 8 Eylül 1987). Eski liderler, siyasi alanda rekabeti tetikleyen politikalarına ivedilikle geri döndüler fakat bu defa siyasi rekabet ortamı daha da çok renk barındırmaktaydı. Kısacası, ANAP iktidarının hayır kampanyası yürüttüğü bir süreç olan 1987 referandumu, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan siyasi yasağın kaldırılmasını halka sorarak, öncelikle ANAP’ın dört eğilimden biri olan liberalizmi temsil ettiğine ilişkin kuşkuların ortaya çıkmasına neden oldu. Eski liderlerin siyaset sahnesine dönmesiyle artan rekabet ortamında, ANAP’ın muhalefete yönelik hoşgörüsüz tavrının tırmanması ve gücünü korumak için seçim tarihleri ile seçim sistemleri ile oynayarak, siyasi çıkar sağlamaya çalışması gözlenmiştir.
6 1988 REFERANDUMU
1988 Referandumu ve Siyasi Konumlanma 1987 referandumunun, iktidar partisinin gücünü ve öz güvenini azalttığı göz önüne alındığında, 1987 referandumu boyunca ANAP’ın hoşgörüsüz tutumunun, kuruluşundan itibaren kendini liberal, milliyetçi, dini ve solcu çevrelerin harmonik bir birleşimi ideolojisi üzerinden konumlandırmasının sorgulanmasına neden oldu. Bu ideolojik kayma ve kendine güven sorunu ile birlikte bir takım parti içi meseleler de ANAP iktidarını yıpratmaya neden oldu. Parti içinde, yönetim süreçlerinde Turgut Özal’ın ailesinin oldukça baskın bir rol almasından kaynaklanan bir rahatsızlık oluştu. Referanduma birkaç gün kala, ANAP başkan yardımcısı Veysel Atasoy bu görevinden istifa etti (Milliyet, 23 Eylül 1988). “Aile meclisinde eşi, oğlu ve kardeşiyle karar veren Başbakan” şeklinde gazete manşetinde yer alan durum (Milliyet, 19 Eylül 1988), Özal’ın Mayıs ayında vefat eden annesinin mezarının imtiyaz tanınarak Süleymaniye bahçesine gömülmesinin tartışıldığı bir dönemden birkaç ay kadar sonra gerçekleşen referandumda, siyasi konumlanmanın yeniden şekillenmesine yardımcı olmuştur. İlk etapta, askeri vesayetin karşısında çevreyi en iyi temsil eden “icazetli” aktör olarak ortaya çıkan Anavatan Partisi, toplumun önceden desteklediği liderlerin siyasi yasağını kaldırmak için işi yokuşa sürerek referanduma götürmekle, dahası bu süreçte siyasi yasakların korunmasını seçmekle bir bakıma çevrenin temsilcisi olma vasfını yitirmeye başlamıştır. Akabinde takip edilen, yakın çevresine imtiyaz tanıyan ve parti üst yönetiminin yok sayıldığı süreçte, ekonomi yönetiminin de başarısız olması Anavatan Partisi’nin gelecek seçimlerdeki başarısına ilişkin kuşku duymasına neden oldu. Pragmatik bir lider olan Turgut Özal, Türkiye gündemine yeni bir sorun alanı ortaya koyarak, referandum süre-
78 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
cinde tartışılmasına neden oldu: Yaklaşan yerel seçimlerin yarım yıl kadar önceye çekilmesi mümkün müydü? Anayasa Mahkemesinin yerel seçimleri daha erken yapmak için hazırlanan ilgili kanunu feshetmesine bir tepki olarak ANAP hükümeti, halkın doğru seçim zamanına daha iyi karar vereceğine dair bir gerekçe ile bu konuyu onur meselesi haline getirdi. Burada oylanan konu, seçim tarihinin değişikliği ile sınırlıymış gibi görünse de asıl mesele siyasi konumlanma üzerinden ele alınmalıdır: ANAP hükümetinden memnun olanlar ya da hükümetten şikayetçi olanlar. Zira, kampanya süreci de büyük ölçüde bu ayrım üzerinden tanımlandı ve ANAP iktidar alanını korumak için merkeze yaklaşırken, muhalefet de hem sol hem sağ kanattan ANAP iktidarının politikalarını eleştirmeye konsantre olmuştu. Türk Lirasının referandumun hemen öncesinde ciddi değer kaybı yaşaması (Milliyet, 10 Eylül 1988), 1987’de %55 olan (TÜFE) yüksek enflasyon oranının, 1988 yılı için %61’e tırmanması (TÜİK) ekonomik problemlerin muhalefetin referandum gündemini domine etmesine neden olmuştur.
Oylanan Konuların Uzağında bir Kampanya Süreci Kampanya süreci boyunca ANAP, referandumun asıl meselesinin, referandumu egemen siyasi kişilerle veya partilerle ilişkilendirmeden “egemenlik milletindir” felsefesini anlatmak olduğunu savundu (Özkan, 2014:116). Genel ve yerel seçimleri bir araya getirmeyi önerisini sunan hükümet partisi ANAP, bu biraradalığın, Avrupa standartlarına ulaşmanın ve gelişmenin mühim bir anahtar olarak daha istikrarlı hükümetleri getireceğini savunmuştur (Özkan, 2014: 117). Ancak gelişmiş Avrupa ülkeleri arasında yer almak ve seçim süresini değiştirmek arasındaki bağlantı iyi kurulamamıştır. “Oylarımız Anayasa için... Onayımız Türkiye için...” sloganı, ANAP hükümetinin Anayasa değişikleri için halka karar verme hakkı verdiğini ifade etmek için kullanıldı (Özkan, 2014: 116). Aynı zamanda bu fikir, “Anayasa sadece halk tarafından değiştirilir” sloganıyla da desteklendi. Bu süreçte, o dönemde uluslararası başarılara imza atan milli halterci Naim Süleymanoğlu da
Türkiye'de Referandumlar● 79
evet kampanyasına destek verdiğini açıklayarak hükümetin yanında yer aldı (Milliyet, 17 Eylül 1988). Bu olaydan kısa süre sonra çeşitli ödüller verilen Naim Süleymanoğlu ile Turgut Özal’ın birbirlerine sarıldıkları fotoğrafın gazete manşetlerinde yer alması (bkz. Milliyet, 23 Eylül 1988) Türkiye’de sporun patronajı açısından da not edilmesi gereken bir husustur. Yine de, referandumdan birkaç gün önce Özal, referandum sonuçlarına göre politikayı ve başbakanlığı bırakabileceğini söyleyerek (Milliyet, 19 Eylül 1988) ve “olumsuz sonuç, problem doğurur” (Milliyet, 17 Eylül 1988) diyerek halkı bir bakıma tehdit etmeye başlamıştır. Burada, referandum konusunu aşan bir propaganda süreci yürütülmesinin temelinde, Özal’ın seçimlerden önce halkın eğilimini tespit etme isteği yatmaktadır. Merkez sağ ve merkez solda birden fazla aktörün siyasi temsile soyunduğu 1980’lerin sonunda, volatilite her seçim için hesaba katılması gereken bir seçenek olarak siyasetçilerin karşısında durmaktadır. Öte yandan, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), referandum kampanyası boyunca ANAP hükümetine karşı açık muhalefetini sürdürdü ve SHP’nin referandum manifestosu, var olan ekonomik kriz ve temel ihtiyaç ürünlerinin pahalılığına dayandırılarak, hamile bir kadın posteriyle birlikte “Geleceğimiz için Hayır” sloganıyla yola çıktı. (Özkan, 2014:121). Özal, gerçekte yaptıklarından daha fazla görünen bir balon gibi ifade edildiği kampanya sürecinde, SHP’nin hamile kadın posterine benzer olarak Doğru Yol Partisi “yarınınız hayır’lı olsun” diyerek “hayır” kampanyasını yürüttü ve referandumun sonunda Özal’ın kahverengi rengiyle, hayır oyunun rengine atıfta bulunarak, boyanacağını söyledi (Özkan, 2014: 120). Süleyman Demirel 1998 referandum atmosferinin oylanan içeriğin ve kampanya sürecinin çok ötesine geçtiğini ve bunun, kendisi için hükümete yönelik bir memnuniyet testine dönüştüğünü ifade etmiştir (Köprü, Mart 1989; Güleçyüz, 2016). Bu referandumda, “evet”in rengi beyazdır ve DYP, “hayır”ın rengine atıfta bulunmak için kitleler tarafından iyi bilinen bir şarkı kullanmıştır: “Senin en güzel yerin kahverengi gözlerin” (Türkiye’nin Referandumları, 2. Bölüm). Ekonomik problemler, İslamcı Refah Partisinin (RP)
80 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
kampanyalarının da odak noktasında yer almıştır. Refah Partisi lideri Necmettin Erbakan, dini-kültürel duygulara yönelik korumacı söylemin yanı sıra fiyatların sürekli yükselişini de eleştirmiştir. Tablo 6: 1988 Referandumu 1988 Referendumu Kayıtlı seçmen sayısı
26 795 661
Katılım oranı (%)
88,9
Geçersiz oy sayısı
804 468
Evet oyları
8 039 044 (%35,1)
Hayır oyları
14 869 166 (%64,9)
Kaynak: TÜİK, 2008.
Referandum kampanyası, yerel seçimin erkene alınması ve anakent belediyelerinde listelerin birleştirilmesi konusunun çok ötesine geçti ve muhalefet partileri bu referandumu, “hayır” oylarının %64.9 oranıyla galip gelmesi nedeniyle ANAP hükümetinin meşruiyetini sorgulama ve popülerliğini kaybetmesini sağlama fırsatı olarak gördü. Yalnızca Turgut Özal’ın memleketi olan Malatya ilinde evet oyları hayırın üstünde çıkmıştır (Yeni Şafak, 6 Nisan 2018). Referandumda, özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesi, yüksek oranda “hayır” oyu kullanmıştır. Referandumun sonuçları, iyimser bir şekilde, tamamen kırmızı ışık yanmaksızın “sarı ışık” olarak betimlenmiş ve hükümet için bir uyarı şeklinde yorumlanmıştır: “ne kırmızı yandı ne de yeşil” (Milliyet, 26 Eylül 1988). Bununla birlikte referandumun kesin sonuçları, ANAP’ın oylarında yaşanan ciddi düşüş nedeniyle yaklaşan yerel seçimlerde SHP’nin ve DYP’nin gerisinde kalarak artık seçimlerin şampiyonu olamayacağını göstermiştir. Sonuç olarak, ANAP hükümetlerinin bu iki referandum yenilgisi, ANAP’ın zayıflamasını hızlandırmıştır. Esasında, merkez-sağ iktidarların çoğunlukla kendi iktidar alanını güçlendirmek için milli irade söylemine vurgu yaparak başvurduğu referandumlarda, meselenin seçmen nezdinde o denli büyük onay almadığını da belirtmekte yarar bulunmak-
Türkiye'de Referandumlar● 81
tadır. 1987 ve 1988 referandumlarında seçmenler iktidarın karşısında oy kullanmışlardır. Yukarıda da önerildiği gibi, ANAP referandumları, muhalefet ve hükümet arasında bir mücadele haline geldi. Burada ne kültürel farklılıklar ne de dini pozisyonlar önemli bir rol oynadı. Bu mücadelenin darbe öncesi ve darbe sonrası güç sahipleri arasında geçtiği ve darbenin bu mücadelede sınır çizgisi olabileceği iddia edilebilir. 1980 darbesi sonrasında, halkın büyük bir bölümü, askeri yönetimden zorla icazet alarak seçimlere giren, bir bakıma askeri rejimin en uzağında olan ANAP’a yetki vermiştir. Ne var ki, zaman zarfında bu güç alanını kullanan ANAP’ın popülaritesi, referandumların da yardımı ile düşerek, darbe öncesinde yer edinmiş olan siyasi aktörlerin yeniden siyaset sahnesinde etkinlik kazanmasını beraberinde getirmiştir. Yine merkezçevre ayrımından hareket edecek olursak, ANAP ilk iktidara geldiği dönemde perifere en yakın siyasi temsilci konumundadır. Zamanda bu durum, merkezdeki gücü paylaşması ile dönüşmüş ve periferin esas temsilcisi olduğu düşünülen aktörlere büyük ölçüde tevdi edilmiştir.
ÜÇÜNCÜ KISIM ADALET VE KALKINMA PARTİSİ İKTİDARINDA YAPILAN REFERANDUMLAR
7 2007 REFERANDUMU
2007 Referandumu Sürecinde Siyasi Konumlanma Ak Parti tarafından başlatılan ilk referandum, Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili bir dizi siyasi krizin ardından 21 Ekim 2007 tarihinde gerçekleşti. Türkiye’nin 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin dolmasıyla TBMM’de yeni bir cumhurbaşkanı seçmek için süreç başlamış, Ak Parti’nin cumhurbaşkanı adayı partinin kurucularından olan ve o günkü hükümetin Dışişleri Bakanlığı görevini yürütmekte olan Abdullah Gül olmuştu. Bu adaylığa ilk itiraz Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından geldi. Kendini Türkiye’nin laik müesses nizamının temsilcisi olarak gören ve o dönemde TBMM’de ana muhalefet partisi olan CHP’nin itirazının merkezinde, Abdullah Gül’ün İslamcı geçmişe sahip olması ve eşinin başörtüsü takması vardı. Diğer taraftan kendilerini laik müesses nizamın muhafızları olarak gören Cumhurbaşkanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nden gelen açıklamalar sonrasında konu etrafındaki gerginlik daha da artmıştır. Türkiye’nin laik ve çağdaş kimliğinin en üst düzey sembolü olarak kurgulanan cumhurbaşkanlığı köşkünde İslamcı bir “gizli gündem” taşıyan ve eşi başörtülü birinin ev sahibi olması, müesses nizamın muhafızları açısından kabul edilebilir olmamıştır. Sembolik anlamı yanında sahip olduğu çok önemli atama yetkileriyle de cumhurbaşkanlığı makamı sistemin en önemli emniyet supabı olarak düşünülürken “şüpheli” bir siyasi gelenek tarafından “ele geçirilmesi” ihtimali laik elitleri bir hayli endişelendirmiş ve bu endişeler açıkça dillendirilmiştir (Bekaroğlu, 2015a). Cumhurbaşkanlığı makamı, 1982 Anayasası bölümünde de ifade edildiği üzere,
86 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
bir bakıma devleti sembolize eden bir güç alanıdır. Başörtüsü de, devletin, bizatihi geçmiş yıllarda yasaklayarak, kendi kı16 yafet kodlarına uygun bulmadığı bir kıyafettir . Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt 12 Nisan 2007 tarihindeki basın açıklamasında “cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde sahip olan bir kişinin cumhurbaşkanı seçilecek olmasını umut ediyoruz” derken Ak Parti’nin laik demokrasiye bağlılığından ve gizli gündeminden duyduğu şüpheyi ifade etmiştir (Milliyet, 12 Nisan 2007). Ertesi gün Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Harp Akademisi’nde verdiği konferansta “Kuruluşundan bu yana Cumhuriyetimizi sinsi bir gölge gibi izlemiş olan gerici tehdit, bugün ulaşmış olduğu boyutlarla kaygıya neden olmaktadır. (...) Cumhuriyet’in temel değerlerine ve anayasal ilkelere inanmayanların, aydınlanmayı ve çağdaşlaşmayı içine sindiremeyenlerin, ülkenin geleceğine ilişkin kötü niyet taşıyanların laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ne ve kurumlarına yönelik saldırıları, ulusumuzu ve devletimizi yolundan geri döndüremeyecektir” ifadeleri ile hem “sinsi bir gölge” olarak Ak Parti tehdidine işaret etmiş hem de ulusu ve devleti mücadeleye davet etmiştir (Milliyet, 13 Nisan 2007). . Bu açıklamaların hemen arkasından, Cumhurbaşkanlığı seçimine iki gün kala, “Cumhuriyet Mitingleri” olarak bilinen gösteriler başlamıştır. İlki 14 Nisan’da Ankara’da gerçekleşen bu gösteriler Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Cumhuriyet Kadınları Derneği gibi sivil toplum kuruluşları tarafından düzenlenmiş, söylemlerinde Ak Parti ve Batı karşıtı yeni bir kurtuluş savaşı vurgusu öne çıkmıştır (Çevik ve Taş 2013). Cumhurbaşkanlığı seçiminin TBMM’de ilk tur oylamasının yapıldığı 27 Nisan 2007’de ise TSK rahatsızlığını ve gerektiğinde müdahale etme kararlılığını açıkça ifade etmiştir. Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi
16
Türkiye’de devlet, kendi ideal vatandaşını tanımlarken yalnızca başörtüsü meselesinde yasaklayıcı bir tavır içine girmemiş, kişilerin kıyafet seçimi bir bakıma devletin de gündeminde önemli bir yer tutmuştur.. Türkiye tarihi devletin kıyafete ilişkin bu baskıcı ve yönlendirici tavrını şapkanın, oluşturulması istenen ideal vatandaş imgesine uygun kıyafet olarak dayatılması sürecinde de yaşamıştır.
Türkiye'de Referandumlar● 87
web sayfasında yayımlanan ve “e-muhtıra” olarak bilinen açıklamada “Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin” son dönemde artan faaliyetlerinden bahsedilmiş, bu faaliyetlerin “devlete açık bir meydan okumaya” dönüştüğü ifade edilmiş ve TSK’nın devletin laik niteliğini korumak için “kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığı” vurgulanmıştır (“Genelkurmay’dan çok sert açıklama”, 2007). Ak Parti bu açıklamaya cevabını erken seçim kararı alarak vermiş, bu önerge TBMM’de 3 Mayıs’ta kabul edilerek erken genel seçimlerin 22 Temmuz 2007’de yapılması kabul edilmiştir. Öte yandan cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili TBMM oylaması Anayasa Mahkemesi’ne taşınmış, 1 Mayıs 2007’de Mahkeme, TBMM tarafından yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde meclis genel kurulunda 367 toplantı yeter sayısına ulaşılmadığı gerekçesiyle cumhurbaşkanlığı seçimini usulden iptal etmiştir (Milliyet, 1 Mayıs 2007). Bu kararın ardından Ak Parti ise, cumhurbaşkanının doğrudan halk oyu ile seçilmesi için bir Anayasa değişikliği önerisinde bulunmuştur. Ak Parti, her ne kadar referandum yapma takvimini daraltıp 22 Temmuz’da hem genel seçimleri hem de referandumu yapmayı teklif ettiyse de Cumhurbaşkanı Sezer bu yasayı veto etmiş ve referandum tarihi 21 Ekim 2007 olarak belirlenmiştir. Tüm bu gelişmelerin ardından ana gündemi Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı etrafındaki tartışmalar olan 22 Temmuz seçimlerinde Ak Parti oylarını %34,2’den %46,5’e çıkarmıştır (YSK, 2018). Daha sonra oluşan mecliste ise MHP grubunun toplantı yeter sayısı oluşmasını sağlayan desteğiyle 28 Ağustos’taki üçüncü tur oylamada Abdullah Gül, Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Referandum konusuna geçmeden önce, bu süreçte ortaya çıkan siyasi konumlanmayı merkez ve çevre ilişkisi üzerinden tahlil etmek mümkündür. Bir tarafta, devleti temsil ettiği düşünülen ve laikliği devletin dine müdahalesi biçiminde yorumlayarak, din alanının kontrol altında tutulması gerektiği
88 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
saikiyle hareket eden bir Cumhurbaşkanı ve onun bu pozisyonunu destekleyen başta TSK ve Anayasa Mahkemesi olmak üzere sivil ve askeri bürokrasi bulunmaktadır. Merkez, ayrıca Cumhuriyet Mitinglerinde beliren ve laiklik konusunda endişeleri olan bir toplum kesiminin de desteğini almıştır. Esra Özyürek’in ortaya koyduğu gibi, devlet kimi zaman sokaklarda ve sivil alanda da belirebilir (2006). Öte yandan, İslamcı bir gelenekten gelmesine karşın, muhafazakar demokrasi söylemini benimseyerek merkez-sağa yaklaşıp geniş halk kitlelerine ulaşmayı başarmış olan Ak Parti, bu referandum sürecinde çevrenin temsilcisidir. 2007 yılında başını örten kadınların oranının %69,4 olması (KONDA, 2010: 7) gibi verilerden yola çıkarak Türkiye’nin sosyolojik yapısı göz önünde bulundurulduğunda eşi başörtülü olan, yani Türkiye sosyolojisini temsil eden Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığına, müesses nizam temsilcileri tarafından bu kadar büyük bir tepki verilmesi referandum sürecinde siyasi konumlamanın nasıl merkez ve çevre arasındaki dinamikler üzerine kurulduğunu göstermektedir.
2007 Referandumu: Konusu ve Kampanya Süreci Her ne kadar Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi ile ilgili kriz bu şekilde sonlansa bile, Ak Parti’nin daha önce başlatmış olduğu referandum süreci devam etmiştir. Anayasa değişikliği paketinin merkezinde cumhurbaşkanının seçilmesi ve görev süresiyle ilgili düzenlemeler vardır. Bu düzenlemeler cumhurbaşkanının doğrudan halk oyu ile seçilmesini, görev süresinin yedi yıldan beş yıla düşürülmesini ve önceden bir dönem olan görev süresinin, iki dönemle sınırlandırılmasını önermektedir. Bunların yanı sıra, milletvekili seçimlerinin beş yıl yerine dört yılda bir yapılması ve TBMM’nin bütün işlerinde üye tam sayısının en az üçte biri ile toplanabileceği düzenlemeleri de pakete dâhil edilmiştir. Milletvekili görev süresinin değişmesi haricinde bu paketin içeriği tamamıyla Gül’ün adaylığı konusunda ortaya çıkmış olan krize verilen açık bir cevap niteliğindedir. Diğer bir deyişle, Ak Parti kendisi ile laik müesses nizamın temsilcileri arasındaki anlaşmazlık-
Türkiye'de Referandumlar● 89
ta halkın hâkem olmasını istemiş, sivil ve askeri bürokrasinin siyasete müdahalesine tepki olarak halkın çoğunluğunun seçilmiş hükümete destek vereceğini ümit etmiştir. Tablo 7: 2007 Referandumu 2007 Referendumu Kayıtlı seçmen sayısı
42,690,252
Katılım oranı (%)
%67.51
Geçersiz oy sayısı
651 658
Evet oyları
19 422 714 (%68,9)
Hayır oyları
8 744 947 (%31,1)
Kaynak: YSK.
İlginç bir şekilde, referanduma gelene kadar 2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde siyasi kriz ve kutuplaşmanın çok yoğun olmasına rağmen, referandum kampanyası düşük profilde seyretmiştir denebilir. Konuyla ilgili bir takım uzmanların yaptığı teknik tartışmalar haricinde muhalefetteki siyasi partilerin Anayasa değişiklik önerisinin içeriği ile ilgili ciddi bir itiraz yapmadıkları görülmektedir. Halkın karar vereceği bir referandumda halka cumhurbaşkanını seçmemesinin gerektiğini söylemenin münasip olmayacağı, muhalefet tarafından büyük ölçüde benimsenmiş gibidir. Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi, seçmenleri “hayır” demeye veya referandumu boykot etmeye çağırsalar da bu çağrılarının gerekçesi olarak, referandumun konusundan ziyade paketin aceleye getirilmiş olmasını, yeterince müzakere edilmeden hazırlanmasını ve bunun ileride karışıklığa yol açacağı gibi, içerikten çok yönteme ilişkin eleştiriler çatısı altında göstermişlerdir. Örneğin, CHP lideri Deniz Baykal ufukta bir erken seçim görünmüşken “giderayak” bir anayasa değişikliği yapmanın yanlışlığı konusunda Başbakan Erdoğan’ı uyarmış, bu konunun aceleye getirilmemesi gerektiğini söylemiştir (Hürriyet, 29 Mayıs 2007). CHP ve MHP’nin itirazına, Cumhurbaşkanı Sezer de yapılan değişikliği veto ederek ve medyaya çeşitli beyanlar vererek eşlik etmiştir.
90 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Cumhurbaşkanı Sezer, TBMM’den geçen anayasa değişikliğini veto ederken gerekçe olarak bu değişikliklerin Türkiye’yi parlamenter modelden uzaklaştıracağını, önerilen sistemin ne başkanlık ne de yarı başkanlık modeli olduğunu ve “duyulmamış bir sistem” getirdiğini öne sürmüştür (Milliyet, 26 Mayıs 2007, s. 23). Vetonun ardından Cumhurbaşkanı Sezer ve CHP konuyu Anayasa Mahkemesi’ne iptal talebi ile götürse de Mahkeme bu talebi on bir hâkimden altısının kararıyla reddetmiştir (Milliyet, 06.07.2007, s. 18). Cumhurbaşkanı Sezer’in vetosu ve Sezer ile CHP’nin konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşımalarının ardından anayasa değişiklik teklifine karşı üçüncü girişim referanduma az bir süre kala MHP’den geldi. 4 Ekim 2007’de MHP’nin lideri Devlet Bahçeli’nin yazılı açıklaması, yukarıda belirtilen endişeleri tekrar ifade etmenin yanında Ak Parti’ye anayasa değişiklik paketi ile ilgili problemli bazı konuların TBMM içinde çözmeyi önermekte ve “Türkiye’nin sosyal dokusu, etnik temelde ayrışma sürecinin derinleştirilmesi için sürdürülen tahrikler ve cepheleşme olgusunun Türk toplumunda yarattığı tahribat, bu konunun siyaset kurumu tarafından herkesin kabul edeceği bir sonuca ulaştırılmasını acil bir zorunluluk olarak karşımıza çıkarmıştır” demektedir (MHP, 2007). Bu açıklamada, anayasa değişikliği önerisinin, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kriz atmosferinde aceleyle hazırlandığı ve bu nedenle yeni siyasi krizler doğurabileceği, özellikle de 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün meşruiyeti ve görev süresi konusunda belirsizliğe sebep olacağı iddia edilmiştir (MHP, 2007). Gerçekten de TBMM’den geçen paket, 11. cumhurbaşkanını halk oylamasıyla seçmeyi öneren geçici bir madde içeriyordu. Cumhurbaşkanı Sezer’in de vetosunda bu uyarıyı yapmasına rağmen Abdullah Gül, 21 Ekim’deki referandumda Anayasa değişikliğinin onaylanması halinde kendi durumunun ne olacağı hakkındaki tartışmalar eşliğinde, 28 Ağustos 2007 tarihinde TBMM’deki oylamada 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Bahçeli, yaptığı açıklamada, Gül’ün meşruiyetiyle ilgili tartışmaları sonlandırmak için Ak Parti’ye ya paketi tamamen geri çekmesini veya TBMM’ye tekrar getirip
Türkiye'de Referandumlar● 91
pakette bazı değişiklikler yapılmasını önerdi (MHP, 2007). Ak Parti ikinci yolu takip etti ve referandumdan sadece beş gün önce, yani 16 Ekim’de, MHP ve DTP’nin desteğiyle Abdullah Gül’ün durumundaki belirsizliği giderecek şekilde paketin Meclis’te düzelmesini sağladı. (Milliyet, 17 Ekim 2007, s. 14). Teklifi eleştirenlerin çoğu, değişikliklerin Türkiye demokrasisi için hayati önem taşıdığını ve daha fazla detaylandırılmaya ihtiyaç duyulduğunu iddia etseler de ilginç bir şekilde siyasi partiler referandum sürecinde büyük kampanyalar başlatmamış ve Türkiye kamuoyunun referandum içeriğine ilgisi sınırlı kalmıştır. Bu düşük yoğunluklu kampanya dönemi için bazı olası nedenler vardır. Her şeyden önce, yukarıda belirtildiği gibi, “hayır” oyunu savunmak, başka bir deyişle, halka cumhurbaşkanını doğrudan seçmemeleri gerektiğini söylemek, halkoyuna gidilen bir seçimde muhalefet için doğru bir kampanya stratejisi olmazdı. İkinci olarak, 2007 yılı zaten hem aktörlerin hem de halkın yorgun olduğu gerginlik ve krizlerle doluydu. Ak Parti de bu krizlerden oylarını önemli ölçüde arttırarak çıkmıştı. Cumhuriyet mitingleri ile önemli bir ivme yakaladığını düşünen muhalefet için bu durum bir hayal kırıklığı vesilesiydi. Üçüncüsü, 22 Temmuz genel seçimlerinden sonra, ana muhalefet partisi CHP kendi iç meseleleri ile uğraşmaya başlamıştır. Bu çerçevede Baykal seçimlerde oyları arttıramadığı için suçlanmış ve parti içindeki liderlik tartışmaları alevlenmiştir. Bu düşük yoğunluklu kampanya döneminde en etkin kampanyayı Ak Parti yürütmüş ve “12. Cumhurbaşkanını Sen Seç” sloganıyla çeşitli mitingler yapmış, broşürler dağıtmış ve reklamlar vermiştir. Ak Parti’nin argümanı bu Anayasa reformunun bürokratik vesayetin gücünü azaltıp halkın gücünü arttıracağı şeklindedir. Parlamentodaki partiler arasında, DTP cumhurbaşkanının doğrudan seçimini desteklemiştir, ancak fiilen bir kampanya yürütmemiştir. Öte yandan CHP temsilcileri, verdikleri demeçlerde veya medyadaki tartışmalarda referandumun aceleye getirilmesinin bir meşruiyet sorununa sebep olduğunu iddia ederek, seçmenlerden ya referandumu boykot etmelerini ya da “hayır” demelerini talep etmiştir.
92 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
MHP ise yapılan anayasa değişikliğine karşı olduğunu bildirmesine rağmen tartışmalara aktif olarak katılmamıştır. TBMM dışı siyasi partilerden Saadet Partisi, ANAP ve DP referandumda “evet” diyeceklerini açıklarken ÖDP boykot çağrısında bulunmuştur. Kampanya döneminin sönük geçmesi, özellikle de muhalefetin yoğun bir kampanya yapmaması sebebiyle seçmenin referanduma ilgisi düşük kalmıştır. Bunun en açık göstergesi referanduma katılım oranının %65.54 olmasıdır (YSK, 2018). Bu oran 1950 yılından bu yana Türkiye’nin çok partili seçim tarihindeki en düşük katılım oranı olmuştur. Türkiye’deki genel seçimlere katılım oranı ortalaması %81.52 iken 2007’den önceki dört referanduma katılım oranı ortalaması %88.67, şimdiye kadarki tüm referandumlarda ortalama katılım oranı ise %82.99’dur. Düşük katılım oranı yapılan boykot çağrılarının kısmi bir başarısı olarak da kabul edilebilir. Bununla birlikte bu argümanın yeterince açıklayıcı olmadığı 2007 referandumunda oy verme davranışlarına bakıldığında anlaşılmaktadır. Referandumun seçim coğrafyasına bakıldığında da sonuçlar şaşırtıcı değildir. “Evet” oyu dağılımı Ak Partinin ve DTP’nin 22 Temmuz seçim oyuna benzemektedir. Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde bulunan illerin çoğunda “evet” oyu %90’a ulaşırken, “hayır” oyu Türkiye genelinde 17 yalnızca yedi ilde önde çıkmıştır. Tunceli hariç bu illerin hepsi laik hassasiyetlerin ve AK Parti karşıtlığının yüksek olduğu batı kıyılarında yer almaktadır. Ancak, bu şehirlerde bile “hayır” oyunun oranı “evet” oyunu küçük farklarla geçebilmiştir (Milliyet, 22 Ekim 2007, s. 13). İlginç bir şekilde, anayasa değişikliğine karşı çıkan partilerin seçmenlerinin “hayır” oyu kullanma yönünde kolektif bir motivasyonuna sahip değillerdir. Bu bağlamda, 2007 referandumunun en çarpıcı özelliği halkın oy verme davranışlarının mevcut siyasi çatışmalar ve kutuplaşmalar ile bütünüyle örtüşmemesidir. Örneğin, referandumdan önce ve sonra yapılan kamuoyu yoklamalarına göre CHP seçmeninin yaklaşık %55’i
17
Tunceli ili de genel olarak Doğu Anadolu Bölgesi’nin diğer illerinden farklı olarak daha CHP’ye yakın bir çizgide oy verme geleneğini sürdürmektedir.
Türkiye'de Referandumlar● 93
cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesine destek vermekteydi (Atikcan ve Öge, 2012: 459). Referandumdan önceki krizler, cumhuriyet mitingleri ve genel seçim kampanyası dönemlerinde son derece canlı ve hararetli olan muhalif seçmenin 2007 referandumunda partilerinin tercihi doğrultusunda mobilize olmaması kampanyaların etkisini gösteren önemli bir veri olarak kabul edilebilir. Öte yandan, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı sürecine damgasına vuran başörtüsü tartışmalarının da oy vermede etkili olduğu düşünülebilir. 2007 ve 2010 referandum kampanyalarını inceleyen Atikcan ve Öge (2012), referandum tekliflerinin Türkiye’deki laiklik algısı ile güçlü bir bağlantısı olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca, “siyasi partiler referandumda genel seçim gibi davranmayı seçerlerse, seçmenlerin konumlanmalarının güçlendirilmesinin daha muhtemel ve partizan oy kullanma ihtimallerinin daha yüksek olduğunu” iddia etmişlerdir (2012: 449). Benzer şekilde referandumların toplumdaki mevcut bölünmeleri ya da kültürel kamplaşmaları yeniden düzenlemeye yarayan bir arena olarak kullanıldığı da iddia edilmiştir (Kalaycıoğlu, 2012). Yukarıda paylaşılan KONDA verilerinde de görüldüğü gibi, halkın büyük bir bölümü tarafından benimsenen bir değer olması nedeniyle, halkın büyük çoğunluğunun, merkezin laik müesses nizamının başörtüsü konusunda sınırlayıcı ve dışlayıcı tavrını benimsemediği öne sürülebilir (bkz. KONDA, 2010). Bu bağlamda, referandumlarda işlenen konular kadar, referandumların nasıl bir siyasi konumlanma üzerinden geliştiği ve oylanan hususlardan hangisinin daha fazla ön plana çıktığı da göz önünde tutulmalıdır. Zira, 2007 referandumu için başörtüsü tartışmaları ve başörtülü birinin Cumhurbaşkanı eşi olarak devletin üst kademelerinde Türkiye’yi temsil etmesine yönelik merkezin gösterdiği hoşgörüsüzlük, çevrenin bu konuda farklı düşündüğünü ortaya koyması ile neticelenmiştir. Bu sürecin, Türkiye’de kronik bir sorun haline gelen üniversite öğrencilerinin başörtüsü takmasındaki engellerin kaldırılmasına ve en son 2013 yılında kamuda çalışanların başörtüsü serbestisi kazanmasına varan süreçte önemli bir mihenk taşı olduğu da öne sürülebilir.
8 2010 REFERENDUMU
2010 Referandumu Sürecinde Siyasi Konumlanma Ak Parti’nin 2007 genel seçimlerindeki ve referandumdaki zaferleri, Türkiye’deki kutuplaştırcı ve çatışmacı politikaları sona erdirmek yerine daha da yoğunlaştırmıştır. 1980 darbesinden sonra ihdas edilen sistemde, merkezin önemli bir güç alanı olan Cumhurbaşkanlığı mevkiinin Ak Parti tarafından kazanılmasından sonra, Ak Parti ile müesses nizam arasındaki çatışmanın yoğunlukla yüksek mahkemelere kaydığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’nde görülen Ak Parti’nin kapatılma davası ve özel yetkili mahkemelerde görülen “Ergenekon” davası bu çatışmanın öne çıkan iki tezahürü olmuştur. İlk dava yüksek yargı bürokrasinin Ak Parti’ye yönelik bir yok etme veya yıldırma hamlesi iken, ikinci dava ise o dönemde Ak Parti’nin laik müesses nizamın sivil ve askeri temsilcilerine dönük bir karşı hamlesi olarak algılanmıştır. 15 Temmuz darbe girişimini hazırlayan süreçte ise aslında durumun bir bürokratik vesayet-sivil siyaset çatışmasından çok, vesayetin el değiştirmesi olduğu ve sivil siyaset alanının hala tehlikede olduğu ortaya çıkmıştır. Ak Parti’nin kapatılma davası öncesinde başörtüsünün serbest bırakılmasıyla ilgili bir dava konusu yaşanmıştır. Başbakan Erdoğan’ın 14 Ocak 2008’de Madrid’de yaptığı açıklamada başörtüsünün siyasi simge olduğu gerekçesi ile yasaklanması hakkında “Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere bir yasak getirebilir misiniz?” (Milliyet, 14 Ocak 2008) ifadelerini kullanmasının ardından MHP, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yasağı kaldıran bir teklif gelmesi halinde parti olarak destekleyebileceklerini deklare etmiştir. Fakat meclisin yaptığı Anayasal değişiklik Anayasa Mahkemesi ta-
96 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
rafından iptal edilmiştir. Ak Parti’nin bu girişimi daha sonra “laikliğe aykırı fiillerin odağı” olmasının delili haline gelerek Cumhuriyet Başsavcısı’nın 14 Mart 2008’de açtığı dava dosyasında yer almıştır. Kapatma davası 30 Temmuz’da Anayasa Mahkemesi tarafından karara bağlanmıştır. Bir gazetenin manşete taşıdığı veciz ifade ile Anayasa Mahkemesi kararında Ak Parti’ye “kapatma yok, ağır ihtar var” demiştir (Hürriyet, 31 Temmuz 2008, s.1). Gerçekten de Anayasa Mahkemesi 11 hâkimden 10’unun çoğunluk oyuyla Ak Partinin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olduğuna kanaat getirmiş, ancak 5’e karşı 6 hâkim partinin kapatılmaması yönünde oy kullanmıştır. Bu şekilde Ak Parti kapatılmasa bile, sivil siyasetin siyasi manevra alanı, laikliğin bir gereği olarak devletin bireyin dini alanına da müdahale etmesini doğal karşılayan bürokrasi karşısında daralmıştır. Görüldüğü gibi Ak Parti bir yandan seçmeninin hassasiyetlerini dikkate alıp onları motive etmesi gerekirken, diğer yandan da müesses nizamın muhafızlarının hassasiyetlerini ve yapabileceklerini göz ardı etmemek durumunda bırakılmıştı. Diğer bir ifade ile milleti temsil etmek için bütünüyle çevrenin öncelikleri odaklı bir politika yürütme sürecinin önü tıkanmıştı. Bu hassas denge içerisinde Ak Parti zaman zaman seçmeninin hassasiyetlerine hitap eden düzenlemeler önerse de bunlarda ısrarcı olamamış, devlet elitlerinden bir tepki ile karşılaştığında geri adım atmak durumunda bırakılmıştır. Söz gelimi kamusal alanda ve eğitim kurumlarında kılık-kıyafet serbestliği yönünde yapılan yasal düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğinde veya Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) başta İmam Hatip Liseleri olmak üzere meslek lisesi mezunlarının üniversiteye girişlerini zorlaştıran katsayı düzenlemesini yumuşatmak veya kaldırmak girişimi Danıştay tarafından bozulduğunda Ak Parti bu tekliflerini geri çekmek zorunda kalmıştır. Esasında öldürücü olmayan darbeler, “kapatma yok, ağır ihtar var” türündeki uyarılar, Ak Parti’nin müesses nizam karşısında mağdur konuma düşmesini sağlamış ve 2007 seçimlerinde açıkça görüldüğü üzere bu durum Ak Parti’nin toplumun önemli bir bölümü tarafından sahip çıkılmasını ve oy oranının artmasını beraberinde getirmiştir.
Türkiye'de Referandumlar● 97
Siyasi gücünü arttıran ve Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanlığına seçtirerek üst bürokraside önemli atamalar yapma imkânına kavuşan Ak Parti’nin yeni stratejisi sivil ve askeri bürokrasinin hükümet üzerindeki vesayetini azaltmak olmuştur. Bu yöndeki en ciddi çaba bazı sivillerle birlikte büyük oranda aktif ve emekli subayları hedef alan Ergenekon davasıdır. 2007 yılında başlayan çeşitli tutuklamaların eşlik ettiği 14 Temmuz 2008 tarihli iddianameye göre, Ergenekon adlı bir terör örgütü hükümete karşı kanlı bir darbe planlıyordu. Ergenekon davasındaki bulguların hükümeti devirmek için yapılan gizli bir planın açık kanıtı olduklarını ve bu planda CHP ile MHP başta olmak üzere muhalif siyasi partilerin, yüksek yargının ve ordunun birlikte hareket ettiklerini iddia edilmiştir. Öte yandan muhalefet Ergenekon olayını, muhalifleri felç etmeyi amaçlayan siyasi bir dava olarak eleştiriyordu. Buna bağlı olarak, CHP genel başkanı Baykal kendisini Ergenekon davasındaki sanıkların avukatı olduğunu ilan ederken Başbakan Erdoğan ise millet adına davada savcı olduğunu belirtiyor18 du . Ergenekon davasının verdiği moral üstünlükle Ak Parti hükümeti, TSK’nın sistem içindeki gücünün ve otonomisinin yasal dayanaklarından birini elimine ederek davayı gören mahkemelerin eline bir koz vermek istemiştir. Bu çerçevede, TBMM’de yapılan bir yasa ile devletin güvenliğine ve düzenine karşı suçlarda askeri personelin sivil mahkemelerde yargılanmasının önü açılmıştır (Cizre, 2011: 66). Bu durum, askerin imtiyazlı konumunun bir nebze de olsa azaltılarak, vesayetin zayıflatılması anlamına gelmekte ve merkez-çevre ayrışmasında sivil siyasetin merkez karşısında güçlenmesine olanak sağlayacak bir hamle olarak anlaşılmaktadır. Siyasi partiler ve devlet kurumları yanında göz önünde tutulması gereken etkin bir aktör de, bir süre sonra Başbakan Erdoğan’ın “paralel devlet” olarak adlandıracağı ve daha sonra da 15 Temmuz 2016’da darbe girişiminde bulunarak, devleti kontrol altına almaya çalışan Gülen cemaatinin tutumudur. Bu 18
Bu tartışmadaki detaylar için bkz. “Başbakan Ergenekon’un savcısıysa ben avukatıyım,” 2008, http://www.milliyet.com.tr/-ergenekon-un-avukatiyim-siyaset-890107/. “Evet Ergenekon’un savcısıyım,” 2008, http://www.gazetevatan. com/-evet-ergenekon-un-savcisiyim--189246-siyaset/
98 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
süreçte, Ak Parti’den ve diğer siyasi partilerden daha büyük bir şevkle anayasa değişikliklerini savunan bu örgüt, liderleri düzeyinde bir seferberlik başlatarak “İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda evet oyu kullandırmak lazım” şeklinde bir çağrıda bulunmuştur. Bu çağrı MHP Lideri Devlet Bahçeli tarafından “Fethullah Gülen ölüleri mezardan kaldırıp oy kullandıracağına ABD’den gelerek 12 Eylül’de oy kullansın” diyerek cevaplanmıştır (Hürriyet, 3 Ağustos 2010). Burada, örgütün aldığı tavır ile siyasi partilerin aldığı tavrı birbirinden ayırmak gerekmektedir. Evet cephesindeki siyasi partiler, vesayet unsurlarının gücünü azaltarak, çevrenin siyasetteki etkinliğini artırmak üzerinden mevzilenmişlerdir. O dönemde anlaşılmayan fakat 15 Temmuz sürecinde örgütlü yönü açıkça görülünce Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) olarak adlandırılan bu grubun siyasi konumlanması ise merkezin gücünü azaltmak değil, merkezdekileri tasfiye edip kendilerini merkezin sahibi ve hakimi olarak konumlandırmak olduğu ortaya çıkmıştır. Öte yandan, hayır cephesinde yer alan CHP ve MHP, devletin hassasiyet taşıdığı konulara gösterdikleri pozitif refleks nedeniyle merkezin konumunu koruma pozisyonunda yer almayı tercih etmişlerdir.
Referandum Konusu ve Kampanya Süreci Yargı düzleminde karşılıklı olarak cereyan eden bu gerilim atmosferinde Ak Parti Anayasal değişiklik gerektiren çok daha kapsamlı bir yargı reformu yapmaya karar vermiştir. Bu Anayasa değişikliği girişimi Ak Parti hükümetleri döneminde gerçekleşen ikinci referandum sürecini başlatmıştır. Ak Parti’nin önerdiği Anayasa değişiklik paketi her ne kadar muhtelif alanlarda düzenlemeler içerse de asıl hedefi büyük oranda Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile ilgili reformlar yapmaktır. Anayasa değişiklikleri öncelikle HSYK’nın üye sayısının 7’ten 22’ye çıkarılmasını ve Kurul’a üye seçiminde hükümete belirli avantajlar sağlayan yeni seçim prosedürleri getirilmesini önermektedir. İkinci olarak da Anayasa Mahkemesi hâkimlerinin görev sürelerini 12 yıl ile sınırlandıran ve atanma kriterlerinde
Türkiye'de Referandumlar● 99
değişiklikler getiren düzenlemeler içermektedir. Paketteki diğer öneriler, çeşitli toplumsal gruplardan destek almayı amaçlayan nispeten daha küçük çaplı önerilerdi. Bunların arasında, sembolik açıdan en önemli öneri, 1980 darbesini yapan TSK mensuplarını yargı süreçlerinden muaf tutan 1982 Anayasası’nın geçici maddelerinin kaldırılmasıdır. Özellikle referandum tarihinin 12 Eylül’e denk getirilerek darbenin yıldönümünde yapılacak olmasıyla bu değişikliğin sembolik değeri daha da artmış ve toplumun liberal, demokrat ve sosyalist kesimlerinin bu Anayasa değişiklik paketini destekleme eğilimlerini arttırmıştır. 1961 Referandumu sürecinde de vurgulanan, Fuller’in (2004) özel günlerin kullanımının milli seferberliği artırdığı yönündeki tespit, bu referandum sürecinde de yaşanmıştır. Sivil-asker ilişkilerini TSK lehine kuran bir takım yargısal düzenlemelerin de değiştirilmesi önerilmiştir. Anayasa’nın 145. maddesindeki değişiklikle devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar söz konusu olduğunda askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması, savaş hali haricinde ise sivillerin askeri mahkemelerde yargılanamaması şeklinde öneriler yapılmıştır. Öte yandan pakette Yüksek Askeri Şura kararlarına karşı yargı yolunun açılması da yer almıştır. Bu önerilerin hükümet üstündeki yargısal ve askeri vesayet güçlerini törpüleme yönünde çok hayati düzenlemeler olduğu açıktır. Diğer değişiklik önerileri ise Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurulara açılması, milletvekilliğinin düşürülmesi uygulamasının kaldırılması, Kamu Denetçiliği Kurumunun (ombudsmanlık) oluşturulması, memurlara toplu sözleşme yapma hakkı getirilmesi, grev haklarının geliştirilmesi, kadınların, çocukların ve diğer dezavantajlı grupların haklarının güçlendirilmesi, kişisel verilerin korunması, yurtdışına seyahat etme hakkının geliştirilmesi ve devlet çalışanlarına verilen disiplin cezalarının yargı denetimine açılması yer almaktadır. Bunların yanı sıra, Ak Parti’nin TBMM’ye sunduğu pakette siyasi partilerin yasaklanmasını zorlaştırması önerilmiş, ancak parlamentoda yeterince destek bulamadığı için referanduma sunulan paketten çıkarılmıştır.
100 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Paket bir bütün olarak değerlendirildiğinde, sivil ve mesleki hak ve hürriyetleri geliştiren önlemler, bürokratik otoriteyi sınırlayan ve merkezin sivil siyasete müdahalesini azaltmaya yönelik maddelerden oluşmaktadır. Tablo 8: 2010 Referandumu 2010 Referendumu Kayıtlı seçmen sayısı
49 417 855
Katılım oranı (%)
77,3
Geçersiz oy sayısı
724 059
Evet oyları
21 691 446 (%57,9)
Hayır oyları
15 798 626 (%42,1)
Kaynak: YSK, 2018.
Anayasa değişikliği paketi ile ilgili TBMM oylamasına CHP ve HDP katılmazken MHP milletvekilleri karşı oy kullanmıştır. Referanduma sunulmak için milletvekillerinin en az beşte üçünün desteklemesi şartını sağlayan Anayasa değişiklik paketi, 12 Mayıs 2010’da Cumhurbaşkanı Gül’e gönderilmiştir. Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulan referandumun tarihi ise 1980 askeri darbesinin yıldönümü olarak 12 Eylül gününe denk gelmiştir. Bu şekilde Ak Parti’nin referandum kampanyasında en çok vurgulanan söylemlerinden biri, bu Anayasa değişikliğinin 1980 darbesini yapanlarla bir hesaplaşma olduğu ve referandumda “evet” oyu vermenin darbe karşıtı olmak ve sivil bir Anayasa istemek anlamına geldiğidir. Ancak bu defa 2007 referandumundan farklı olarak, muhalefet partileri Ak Parti’nin bu söylemine karşı argümanlar üretmeye çalışmış, özellikle de CHP ve MHP “hayır” oyu için meydanlarda kampanya yürütmüşlerdir. BDP ise %10’luk ulusal seçim barajını düşüren bir öneri içermemesi sebebiyle anayasa değişiklik paketini eleştirmiş, önerilen paketin kabul edilmesi halinde gerçek bir sivil anayasanın gerçekleştirilmesinin erteleneceğini savunarak seçmenlerine referandumu boykot etmeleri için çağrıda bulunmuştur (Milliyet, 02 Ağustos 2010). Öte yandan, TBMM dışı partilerden Saadet Partisi ve
Türkiye'de Referandumlar● 101
Büyük Birlik Partisi paketi desteklerken, Demokrat Parti ise “hayır” tarafında yer almıştır. Referandum paketinin birçok farklı konuyu kapsaması ve siyasi partilerin hemen hemen tamamının en baştan beri belirli pozisyonlar alıp kampanya yürütmesinden dolayı 2010 referandum kampanyası neredeyse genel seçimler kadar hararetli geçmiştir. Her ne kadar tartışmalar resmi kampanya döneminden çok önce başlasa bile, tartışmanın tarafları Anayasa değişikliklerinin içeriğine odaklanmak yerine ya rakiplerini eleştirebilecekleri başka konulara ya da Türk siyasetinin geleneksel fay hatlarına dokunan söylemlere ağırlık vermiştir. Özellikle Ak Parti geleneksel fay hatları etrafında konumlanmaların 2010 referandumundaki oy verme davranışında belirleyici bir rol oynadığından emin olmak istemiştir. Türkiye’de seçmenlerinin çoğunluğunun devlet elitlerinden hazzetmeyen ve dindar/muhafazakâr eğilimlere sahip olduğu düşünüldüğünde (Çarkoğlu and Hinich, 2006, Çınar and Sayın, 2014: 380), vatandaşların mevcut politik konumlanmalar etrafında oy vermesi Ak Parti açısından galibiyeti garantileyebilirdi. Başbakan Erdoğan’ın 26 Temmuz’daki bir miting konuşması, bu çabanın çok net bir örneğidir: Milleti çoktan unutmuş bir kısım bürokratlar, seçkinler ‘hayır’ diyor. (...) Statükocular, vesayetçi anlayışlar bu değişikliğe ‘hayır’ diyor. Benim milletime ‘bidon kafalı’ diyenler, bu değişime ‘hayır’ diyor. Benim milletime ‘göbeğini kaşıyan adamlar’ diyenler bu değişime ‘hayır’ diyor. Milletin yaşam tarzını, tercihini aşağılayanlar, ‘hayır’ diyor. Peki kim ‘evet’ diyor? Demokrasi isteyenler ‘evet’ diyor. Bir tarafta darbe anayasası var, bir tarafta da milletin anayasası var. Milletin anayasasına ‘evet,’ darbe anayasasına ‘hayır.’ 30 yıldır 12 Eylül edebiyatı yapıyorlar. 12 Eylül’den nasıl mağdur olduklarını anlatıyorlar. Buyrun, gelin 12 Eylül ile hesaplaşalım diyoruz, yanaşmıyor (Milliyet, 26 Temmuz 2010).
Ak Parti’nin resmi seçim kampanyası yanında “evet” cephesine önemli katkı yapan bir sivil toplum girişimi ise “yet-
102 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
mez ama evet” kampanyası yapan liberal kanattır. Büyük oranda liberal eğilimli gazeteciler, aydınlar ve kanaat önderlerinden oluşan bu gruba göre yapılan Anayasa değişiklikleri mükemmel olmamasına ve eleştirilecek muhtelif yönlerin varlığına rağmen Anayasanın mevcut halinden daha iyidir. Bu sebeple referandumda “evet” demek vesayet mekanizmalarının zayıflamasına ve demokrasinin ilerlemesine katkı yapacaktır (Ardıç, 2010). Kimi gözlemcilere göre bu tutum seçmen arasında tereddütsüz evet diyenlerden çok daha yaygındır (Tezkan, 2010). Paketin çeşitli konularda, 27 Anayasa maddesinde değişiklik içerdiği dikkate alındığında, muhtelif sebeplerle çeşitli maddelerde değişikliklere ilişkin memnuniyetsiz seçmenlerin olması sürpriz değildir. Buna karşın “hayır” cephesi çeşitli stratejilerle bu tür söylemleri etkisizleştirmeye çalışmıştır. Örneğin CHP’nin yeni lideri Kemal Kılıçdaroğlu laiklik merkezli bir siyasi söylem kullanmak yerine ekonominin kötü yönetilmesine odaklanan daha sosyal demokrat bir söylem tercih etmiştir. Kılıçdaroğlu’nun, yaklaşan 2011 genel seçimleri için de liderliğini kanıtlaması ve seçmenlerini harekete geçirmesi gerekiyordu. Bu nedenle Kılıçdaroğlu, partisinin bir iktidar alternatifi olduğunu seçmene kanıtlamak için hem değişiklik paketiyle birlikte birçok konuya değinmeye çalıştı, hem ekonominin yönetimiyle ilgili konuştu, hem de CHP’nin din ve dindar insanlar ile bir problemi olmadığını dile getirdi. Bu çerçevede Kılıçdaroğlu mitinglerde olası bir CHP hükümetinde başörtüsünü bütünüyle serbest bırakmak ya da terör sorununu çözmek gibi iddialı vaatlerde bulunmuştur (Milliyet, 30 Ağustos 2010). Bunların yanında Ak Parti hükümetini yolsuzluk, kötü ekonomi yönetimi veya PKK ile gizli görüşmeler yapmakla eleştirmiştir (Milliyet, 26 Temmuz 2010; Milliyet, 20 Ağustos 2010). Yapılan Anayasa değişikliklerinin ise yargıya siyasi vesayet getireceğini ve ordunun dayattığı 1982 Anayasasından daha kötü olduğunu iddia ederek referandum paketinin içeriğine de karşı çıkmıştır. (Milliyet, 20 Ağustos 2010). MHP’nin kampanyası ise değişikliklerden ziyade Ak Parti’nin “Kürt Açılımı” politikalarını hedef almıştır. Bu yaklaşımı ile MHP
Türkiye'de Referandumlar● 103
referandumun geçmesi ile açılım sürecinin önünde hiçbir engel kalmayacağını iddia ederek milliyetçi ve muhafazakâr seçmenin PKK karşıtı duyguları üzerinden “hayır” kampanyası yapmıştır. Tarafların bu yoğun kampanyası sonrasında 12 Eylül 2010’da yapılan referandumda vatandaşların %57,9’u Anayasa değişikliği lehine oy kullanmıştır. İlginç bir şekilde HDP’nin boykot çağrısı yapmasına ve yukarıda ifade edildiği gibi seçmenler arasında paketin muhtelif yönleriyle ilgili kafa karışıklığı ve memnuniyetsizlik olmasına rağmen 2010 referandumunda sandığa katılım bir önceki referanduma kıyasla yükselerek %77.3’ü bulmuştur. Kalaycıoğlu (2012: 16), “seküler ve dini kültür mücadelesi ile bunların ideolojik yankılarının referandum sonuçlarını açıklamada önemli bir rol oynadığını” belirtir. Diğer bir deyişle, oylama sonuçları, az ya da çok, toplumdaki yaşam tarzlarında hâkim olan kutuplaşmayı yansıtır. Ancak bu açıklama kulturkampf söz konusu olduğunda Ak Parti seçmeni ile daha çok ortaklığı olan MHP’nin, neden gayet hararetli bir şekilde “hayır” kampanyası yürüttüğünü veya MHP seçmeninin partilerinin tercihine ne ölçüde sadık kaldığını sorgulamamaktadır. Benzer şekilde Kalaycıoğlu (2012), Kürt seçmenler arasında HDP’nin boykot kampanyasının neden beklendiği gibi etki yaratmadığı veya Ak Parti seçmeni ile referandumda “evet” diyen seçmenin ne derece örtüştüğü gibi sorularla da ilgilenmemektedir. Özellikle referandumlarda, siyasi parti kimlikleri ve kültür mücadelesi kimliklerine 1 veya 0 (yani var ya da yok) şeklinde değer vermektense bu kimliklerin seviyelerini derecelendirmek ve insanların farklı derecelerde ne tür seçmen davranışı sergilediğine bakmak daha doğru bir yöntem olacaktır. Öte yandan, eğer 2010 referandumunda siyasi parti kimliklerinin Türkiye’deki diğer referandumlara kıyasla daha büyük bir rol oynadığı iddia ediliyorsa bu kanıtlanmalı ve eğer doğruysa bu durumun nedeni açıklanmalıdır. Atikcan ve Öge’nin (2012) çalışması bu soruların bazılarına cevap vermektedir. 2007 ve 2010 yıllarında siyasi kutuplaşmanın benzer seviyelerde olmasına rağmen seçmenlerin
104 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
neden 2010 referandumunda parti kimlikleri ve politik konumlanımlarına paralel olarak hareket ettiklerini kampanya etkisi ile açıklamaktadırlar. Buna göre, halihazırda var olan kutuplaşmanın aynı şekilde oya tahvil olması için siyasi aktörlerin referandum konusunu nasıl yeniden çerçeveleyip seçmene anlattıkları kritik önemdedir (Atikcan and Oge, 2010: 463-464). Gerçekten de referandum konusu karmaşıklaştıkça kampanyada konunun nasıl çerçevelendiği daha çok önem kazanmaktadır. Öyle görülüyor ki Ak Parti oldukça karmaşık ve teknik bir içeriğe sahip olan 2010 Anayasa değişikliği paketini muhalefete göre daha başarılı bir şekilde basite indirgemiş ve çerçevelemiştir. Birbirinden çok farklı konularda 21 adet Anayasa maddesinde değişiklik öneren paketin tamamına “evet” demeyi “darbeye ve darbecilere hayır” demek anlamına geldiği şeklinde seçmene sunmak, seçmende ikna edici bir karşılık bulmuştur. Öte yandan 2007 referandumuna kıyasla yükselen katılım oranı (%77,3) ve düşen “evet” oranı (%57,9) muhalefet partileri CHP ve MHP’nin “hayır” yönünde yoğun kampanya yapmasına bağlanabilir.
8 2017 REFERANDUMU SÜRECINDE SIYASI KONUMLANMA
2007 referandumunda kabul edilen Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesi prensibi getirilmişti. Eski usule göre seçilen Abdullah Gül’ün 7 yıllık görev süresinin dolmasının ardından 10 Ağustos 2014’te Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki halk oyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı olmuştur. Bu tarihten sonra parlamenter sistemin sınırları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim tarzı, popülaritesi ve Ak Parti ile ilişkisi sebebiyle zorlanmaya başlamıştır. Esasında geçmişte Turgut Özal ve Süleyman Demirel gibi parti liderlerinin de Cumhurbaşkanı olmaları durumunda benzer sorunlar ortaya çıkmıştır. Fakat bu kez temel yöntemsel bir fark bulunmaktadır: Cumhurbaşkanının doğrudan halkın onayı ile geniş yetkiler elde etmiş olması ve seçim sürecinde de doğrudan halk ile temas kurması, onun bu makamda sembolik görev almasını zorlaştırmıştır. 1982 Anayasası’nın bir parlamenter sistemde olması gerekenden çok daha fazla yetkiler ve güçlerle donatılan cumhurbaşkanlığı makamı, doğrudan halk oyuyla seçilen Tayyip Erdoğan gibi popüler bir liderlik tarzıyla birleşince, Türkiye 2014’ten itibaren fiilen bir yarı-başkanlık sistemine dönüşmüştür. 1982 Anayasası, askerin egemenliğinde kalacağı düşünülen Cumhurbaşkanlığı makamına geniş yetkiler verirken, vatana ihanet suçu dışında Cumhurbaşkanına bir hesapverebilirlik ve sorumluluk alanı da yüklememiştir. Bu da Türkiye’nin hükümet sistemiyle ilgili bir reform yapılması gereğini doğurmuştur (Alkan, 2018: 86). Bu reform üç yönde yapılabilirdi: Ya Cumhurbaşkanı halk oyuyla seçilse bile yetkileri azaltılacak, parlamenter sistem güçlendirile-
106 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
cek, ya Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın yürütme alanındaki yetkileri dengeli bir şekilde paylaştırılıp resmen bir yarı-başkanlık sistemine geçilecek, ya da bir başkanlık sistemi inşa edilecekti. Erdoğan ve Ak Parti tartışmaların başından itibaren Türkiye’nin bölgesel ve küresel krizlere girilen bir dönemde güçlü bir liderliğe ihtiyacı olduğunu ve bu ihtiyacın ancak bir başkanlık sistemi ile karşılanabileceğini söylemişlerdir. Öte yandan, iktidarda bulunduğu süre zarfında sivil ve askeri vesayeti zayıflatmak için uğraşan Ak Parti, vesayetin ortadan kalkmayarak, ancak el değiştirdiğine tanıklık etmiş ve bu noktada sisteme yönelik önlemler almanın gerektiği sonucuna varmıştır. Ana muhalefet partisi CHP başta olmak üzere birçok siyasi parti ise parlamenter sistemden yana tavır almıştır. Ancak Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) olarak adlandırılan bir yapının 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimi ile denklemlerin değiştiği söylenebilir. Yukarıda da ifade edildiği gibi, merkezi ele geçirmeye çalışan bu yapı, sivil ve askeri bürokrasiden iş dünyasına, spora ve medyaya kadar çok geniş bir alanda ilişkiler yumağı geliştirerek, ülkenin güç alanlarını büyük ölçüde kontrolü altına almıştır. Çevrede bulunan klasik muhafazakar kitle de kendi içinde bölünmüş, bu örgütün sağladığı imtiyazlı alandan faydalananlar ve faydalanmayanlar şeklinde önemli bir kırılım yaşanmıştır. Darbe teşebbüsüne giden süreçte, FETÖ’nün inisiyatifinde sivil siyaseti de kontrol altında tutmaya çalışan ve öncekilere göre daha müphem ve amorf bir merkezi yapı ortaya çıkmıştır. 15 Temmuz darbe girişimi, toplumun büyük bölümünün kısa süre içinde mobilize olarak tepki göstermesi ile başarısız olmuştur. Bu girişim sebebiyle Erdoğan ve Ak Parti’nin güçlü lider tezine bir miktar kamuoyu desteği artmış olsa da bu olayın dikkate değer bir başka sonucu 15 Temmuz’un ardından Ak Parti ve MHP arasında bir işbirliği döneminin başlamasıdır. Bu zaman zarfında referandumlarda merkezin önceliklerini önemseyerek pozisyon alan MHP, bu defa merkezin FETÖ tarafından kuşatılmasına tepki geliştirerek, belki de merkezi bu tip müphem yapılardan korumak maksadıyla Ak Parti’ye yaklaşmıştır. Bu süreçte, Suriye’de çıkan iç savaşın, Türkiye’ye yoğun bir göç-
Türkiye'de Referandumlar● 107
men hareketliliği olarak yansıması, güney sınırımızdaki çatışmaların, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri ile olan inişli çıkışlı dış politikamızın da bu birlikteliğe zemin hazırladığı düşünülebilir. Netice olarak, Ak Parti ve MHP oraklığında hazırlanan ve parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş anlamına gelen yeni bir hükümet sistemi önerisi TBMM’ye bir Anayasa değişiklik paketi olarak sunulmuş ve bu şekilde Ak Parti hükümetleri döneminde yapılan üçüncü referandumun yolu açılmıştır. Referandumda siyasi partilerin ve seçmenlerin konumlanmalarını anlamak için iki noktanın altını çizerek başlamak gerekir. Birinci olarak, 2010 sonrası Türkiye’de siyasi kutuplaşmanın yine çok yoğun olduğu ancak mahiyet değiştirdiği yeni bir döneme girilmiştir. Diğer bir ifadeyle, laik müesses nizamın koruyucusu durumundaki sivil ve askeri bürokrasinin Anayasal dayanaklarını 2010 referandumu ile, operasyonel kabiliyetini ise Ergenekon gibi davalarla zayıflatan Türkiye demokrasisi için siyasi kutuplaşmanın niteliği, mevkii ve tarafları değişmeye başlamıştır. Bu değişimin önemli bir ayağı Kürt meselesi etrafında yaşanmıştır. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olan HDP lideri Selahattin Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız!” sloganı etrafında yürüttüğü kampanya ile gerilen Ak Parti ve Kürt siyasi hareketi arasındaki ilişkiler 2015’te başlayan çatışmalı dönemle birlikte tamamen bozulmuştur. Böylece Türkiye’nin geleneksel siyasi konumlanma dinamiği olan merkez-çevre geriliminde çevreyi temsil eden ve önceki dönemde demokratikleşme reformları çerçevesinde işbirliği yapan iki siyasi hareket olan Ak Parti ve HDP’nin safları değişmiştir. Siyasi kutuplaşmadaki mahiyet değişiminin ikinci önemli ayağı Ak Parti ile FETÖ arasındaki ilişkinin 2012’den itibaren çeşitli krizlerle bozulmaya başlamasıdır. Söz konusu ilişki, 2014’teki “17-25 Aralık” olarak bilinen ve FETÖ’nün yolsuzluk iddiası içeren dosyalar ile Ak Parti hükümetini sarsmaya veya düşürmeye çalıştığı süreçle tamamen kopmuştur. Böylece FETÖ’nün aslında merkezde önceden yer alan laik müesses nizam savunucularının yerini aldığı ortaya çıkmıştır. Diğer bir ifade ile, önceki askeri-bü-
108 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
rokratik vesayetin yerini FETÖ vesayeti almıştır ve bu durum da sivil siyaset alanının manevra kabiliyetini önemli ölçüde sınırlandırmaktadır. Siyasi kutuplaşmadaki mahiyet değişiminin üçüncüsü, laik hassasiyetler etrafındaki kutuplaşmanın mevki değiştirmesidir. Laik hassasiyetler etrafındaki Ak Parti karşıtlığının önderliği, sivil ve askeri bürokrasiden CHP’ye, çatışmanın mevkii de devlet kurumlarından siyasete ve sokağa kaymıştır. 2013’te hükümet aleyhinde büyük bir kalkışmaya dönüşen Gezi Parkı olayları bu mevki değişimin en çarpıcı örneğidir. Siyasi partilerin ve seçmenlerin konumlanmalarını anlamak açısından üzerinde durulması gereken ikinci nokta Ak Parti’nin önceki dönemlerine oranla Türkiye’nin güvenliği ile ilgili daha olağanüstü krizler tecrübe etmesidir. Yukarıda bahsedilen 2013 yılındaki Gezi Parkı gösterileri, Suriye iç savaşının devasa bir mülteci akını yaratmasından Kürt meselesiyle ilgili etkilerine kadar Türkiye için çok katmanlı bir probleme dönüşmesi, 2015’te Güneydoğudaki şehirler ve ilçelerde güvenlik güçleri ile PKK arasında yaşanan yoğun çatışmalar ve 2016’da ülke genelinde çok sayıda intihar bombalı terör saldırısı olması bu olağanüstü dönemin öne çıkan örnekleridir. Türkiye’nin Rusya’ya ait bir savaş uçağını Suriye sınırında 24 Kasım 2015’te düşürmesi ve 19 Aralık 2016’da Rusya’nın Ankara Büyükelçisi’nin bir suikastla öldürülmesi sebebiyle tırmanan Türkiye-Rusya gerilimi de bu kritik dönemin önemli parçalarıdır. Bu olayların şüphesiz en önemlisi 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen başarısız bir askeri darbe girişimidir. Ak Parti ile kendi vesayet sistemini kurmanın mümkün olmadığını anlayan FETÖ’nün, TSK içindeki yapılanması tarafından planlanan ve başlatılan bu girişim ordunun tamamını sürece dahil edemediği, Erdoğan’ın bu süreçte taviz vermeyerek, etkin bir liderlik sergilemesi ve sokakta yoğun bir halk direnişi ile karşılaştığı için başarısız olmuştur. 15 Temmuz’un siyasete etkisi ile ilgili muhtelif yönler tartışılabilir, ancak bu kitabın konusu açısından önemli tarafı siyasi konumlanma üzerine etkisidir. Daha önce merkezin bürokratik ve seçkinci vesayetine karşı çevreyi temsil eden bir koalisyon olarak Ak Parti’de, 15
Türkiye'de Referandumlar● 109
Temmuz’dan sonra eski işbirliklerinin yeri MHP ile doldurulmuştur. 2017 referandumuna Ak Parti ile MHP’nin kurduğu bu yeni işbirliği damgasını vurmuştur. Siyasi kutuplaşmanın niteliğinin, mevkiinin ve taraflarının değiştiği ve birçok önemli krizin yaşandığı 2010 referandumu sonrası ve 2017 referandumu öncesi bu süreçte Türkiye, üç genel seçim (12 Haziran 2011, 7 Haziran ve 1 Kasım 2015), bir yerel seçim (30 Mart 2014) ve bir Cumhurbaşkanlığı seçiminden oluşan seçimler maratonundan da geçmiştir. Söz konusu dönemdeki tüm çalkantılara rağmen Ak Parti ve Erdoğan, TBMM’de hükümet kurulamaması sebebiyle yeni19 lenen 7 Haziran 2015 seçimleri istisnası haricinde tek parti hükümetlerini kurabilmiş, belediye seçimlerinde başarısını devam ettirmiş ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmıştır. Bunlar içinde şüphesiz en önemlisi Erdoğan’ın halkoyu ile cumhurbaşkanı seçilerek, parlamenter hükümet sisteminde reform ihtiyacı doğuran sürecin fiilen başlamasıdır. Erdoğan, henüz cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyası sırasında yaptığı ilk açıklamalarda bile alışılmışın dışında bir Cumhurbaşkanı olacağını ima etmiş ve “Protokol cumhurbaşkanı değil, terleyen, koşan, koşturan cumhurbaşkanı” olacağını belirtmiştir (Şafak, 8 Nisan 2014). Bu yeni tarzın 1982 Anayasası’nın getirdiği güçlü cumhurbaşkanlığı yetkileriyle bir araya gelmesinin bir şekilde sistem tartışmalarını başlatması kaçınılmaz hale gelmiştir. Gerçekten de Erdoğan, halk tarafından yetkilendirilmiş olmanın getirdiği halkın öncelikleri odaklı politika geliştirme sürecine devam ederek, hem yürütmenin başı, hem siyasi gündemin temel belirleyicilerinden biri olarak, 1980 sonrası dönem açısından farklı bir cumhurbaşkanı oldu. Bu fiili durum, Ak Parti ile MHP’nin birlikte çalışarak, Türkiye’nin hükümet sistemini parlamenter sistemden yeni bir tür Cumhurbaşkanlığı sistemine dönüştürmeyi öneren bir Anayasa değişikliği paketini TBMM’ye sunmaları ile sonuçlandı. Paket, 2017 Ocak ayında Meclis’te tartışıldı ve 21 Ocak’ta yapılan son oylamada Anayasa değişikliği önerisi 339 Tekrarlanan 7 Haziran seçimleri ve sonrasındaki 1 Kasım seçimlerini analiz eden bir çalışma için bkz. Bekaroğlu (2015b).
19
110 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
oyla kabul edildi. Böylece paketin referanduma sunulması için gerekli olan milletvekillerinin en az beşte üçünün (330) desteği sağlanmış oldu.
Referandum Konusu ve Kampanya Süreci Anayasanın 18 maddesinde değişiklik öneren paket, milletvekillerinin görev süresinin 4 yıldan 5 yıla ve milletvekili sayısının 550’den 600’a çıkarılmasını, milletvekili adayı olabilme yaşının 25’ten 18’e düşürülmesini ve askeri mahkemelerin kaldırılmasını teklif etmekle beraber, paketin esas amacı bir hükümet sistemi değişikliği yapmaktır. Buna göre başbakanlığın kaldırılması ve halk oyuyla seçilen cumhurbaşkanının yürütmenin başı olması öneriliyordu. Bu çerçevede paket büyük oranda Cumhurbaşkanının kararname yetkilerinin belirlenmesine ve Cumhurbaşkanı ile TBMM arasındaki ilişkilerin düzenlenmesine ayrılmıştır. Ayrıca cumhurbaşkanının tarafsız olma ilkesini öngören ““Cumhurbaşkanı seçilenin partisi ile ilişiği kesilir” ifadesi değiştirilerek partili cumhurbaşkanlığı modeli teklif edilmiştir. Öte yandan, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile milletvekili seçimlerinin bir arada yapılması da Anayasa değişikliklerinden biridir. Böylelikle, bilhassa 1990’lı yıllarda Türkiye’de siyasi istikrarsızlığın başat unsuru olan kırılgan koalisyonların ve 2000’li yılların başında gözlenen yasama-yürütme arasındaki çatışmanın yerini, aynı gün yapılan seçimle daha istikrarlı bir yasama ve yürütme ilişkisine bırakacağı düşünülmüştür. Paketin ilginç yönlerinden biri yeni sistemi başkanlık olarak değil “cumhurbaşkanlığı sistemi” olarak adlandırılması ve Türkiye’ye özgü bir model geliştirmesidir. Başkanlık sistemi demek yerine, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türk halkının aşina olduğu “cumhurbaşkanlığı” ifadesinin tercih edilmesi tesadüf değildir. Bu tercih, yeni sistemin cumhuriyetten radikal bir kopuş getireceği yönündeki suçlamalara karşı bir önlem olarak düşünülebilir. Ancak muhalefetin bu yönde eleştirilerileri devam etmiştir. Örneğin TBMM tartışmalarında muhalefet, seçilecek cumhurbaşkanın aynı zamanda partisinin genel başkanı olarak kalmasının “bir asırlık
Türkiye'de Referandumlar● 111
siyasi geleneğimizi tahrip edecek, millet egemenliğinin yerine şahıs hegemonyasını ikame edecek” ve Türkiye’yi “parti devletine” dönüştürecek bir öneri olarak nitelendirdi. (Milliyet, 10 Ocak 2017). Ak Parti bu suçlamalara şöyle yanıt vermiştir: “Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi milli egemenliği tahkim etmek değil mi? Partili cumhurbaşkanı olur mu? Olması, Türkiye’nin yeni tanıştığı bir şey değil. Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk partili, milletvekili, genel başkan, cumhurbaşkanı. İsmet İnönü partili, milletvekili, genel başkan, cumhurbaşkanı. Ne oldu, tarafsızlığına halel mi geldi? (…) Bizim yaptığımız Atatürk anayasalarına dönmektir.” (Milliyet, 9 Ocak 2017). Böylelikle Ak Parti, partili cumhurbaşkanlığı modelini, cumhuriyetin ilk yıllarındaki uygulama ile benzeşim kurarak savunmuştur. Ayrıca, burada ortaya konan husus, Özal ve Demirel dönemlerinde de ortaya çıkmış olan, bir partinin kurucu kadrosunda yer almış olan güçlü liderlerin, Cumhurbaşkanı olunca parti ile ilişkileri resmi olarak kesilse bile partilerinden kopamadıkları gerçeğinin, tarafsızlıktan ayrılarak ele alınmasıdır. TBMM’deki bu tartışmaların mizacı, 2017 referandumunda Türkiye’nin yoğun bir kampanya yaşayacağının işaretiydi. Gerçekten de referandum kampanyasında hem “evet” hem de “hayır” cephesi oldukça motive olmuş, herkes rakipleri için çok sert bir dil kullanmış ve seçmenleri harekete geçirmek için çok çeşitli yollar denenmiştir. Kimi gözlemcilerin, bu sürecin referandumdan çok, iktidarın onay almak üzere kurguladığı tek yanlı bir plebisit olduğuna ilişkin iddiaları (bkz. Gözler, 2017), kampanya sürecinde sağlanan serbest ortam nedeniyle ve en az ez “evet” cephesi kadar canlı bir kampanya yürüten “hayır” cephesinin varlığından dolayı gerçeği yansıtmamaktadır. Ak Parti ve MHP kampanyaya evet bloğunda katılan iki ana partidir. Muhafazakar Türk milliyetçisi Büyük Birlik Partisi (BBP) ve Kürt İslamcı Hür Dava Partisi (Hüdapar) da yeni hükümet sistemini desteklediklerini açıklamıştır. Son olarak, Cumhurbaşkanlığı da kampanya sürecine aktif olarak dahil olmuş, AK Parti ile koordineli bir şekilde evet kampanyası için çeşitli açılışlar ve mitingler düzenlemiştir. (Milliyet, 26 Ocak 2017).
112 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Diğer yandan “hayır” bloğu, bu süreçte sosyal demokrat bir çizgiye yaklaşan CHP, Kürt milliyetçisi HDP, İslami bir politik anlayış sürdüren Saadet Partisi, ulusalcı Vatan ve sosyalist solda yer alan EMEP gibi çok çeşitli bileşenlerden oluşmaktaydı. “Hayır” bloğunu daha da renklendiren unsur MHP içinden Meral Akşener, Sinan Oğan, Ümit Özdağ ya da Koray Aydın gibi etkili isimlerden oluşan muhalif bir grubun aktif bir şekilde “hayır” kampanyası yapmalarıdır (Milliyet, 18 Şubat 2017). Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve MHP lideri Bahçeli’ye göre bu farklı renkler birleşmiş, PKK ve FETÖ gibi terör örgütleriyle yan yana gelmiş, güçlü ve istikrarlı bir Türkiye’ye karşı komplo kuran bir “üst akıl” tarafından yönlendirilmektedir. Gerçekten de kampanyanın ilk aşamalarından itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Ak Parti ve MHP temsilcileri “hayır” bloğundaki siyasi partilerle terör örgütleri arasında bir bağlantı kurmuştur. Örneğin, 8 Kasım’da, Binali Yıldırım CHP hakkında şöyle demiştir: “CHP, Anayasa değişikliğini engellemek için bütün marjinal odaklarla aynı fotoğrafı verdi. PKK ‘hayır’ dediği için, FETÖ ‘hayır’ dediği için biz bu anayasa değişikliğine ‘evet’ diyoruz. (…) CHP, zaten onların kayığına binmiş vaziyette.” (Milliyet, 8 Aralık 2017). Erdoğan da benzer bir açıklamada bulunmuştur: “Kandil, ‘Oylarımız hayır’dır, hayır verin’ diyor. (…) Ben hayır dersem, oyumun gideceği yer Kandil’dir. Hayır dersem bu ülkede gideceğimiz yer istikrarsızlıktır. (…) Hayır’ demek, eşittir çukurdur20.” (Milliyet, 2 Mart 2017). Bahçeli ise MHP muhaliflerini FETÖ tarafından yönlendirilmekle suçlamıştır. (Milliyet, 19 Şubat 2017). CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ise bu tür söylemlerin amacının insanların dikkatini, paketten uzaklaştırmak olduğunu belirtmiş ve eklemiştir: “Utanarak ve üzülerek ifade ediyorum. Bir ülkenin başbakanı, referandumda hayır oyu verecek kişilerin tamamını terörist ilan ediyor. (…) Bu anayasa değişikliğin Türkiye’yi nasıl bir felaket getirdiğini onlar da biliyorlar, savunamıyorlar, karşımıza çıkamıyorlar, karalama yapıyorlar.” (Milliyet, 8 Şubat 2017). Sonuç itibari ile “evet” cephesi, Türkiye’nin güven
20
PKK’nın güvenlik güçleriyle savaşmak için yerleşim bölgelerinde hendek kazma stratejisi kastediliyor.
Türkiye'de Referandumlar● 113
lik problemleri ekseninden meseleye yaklaşarak Anayasa değişikliğine destek beklerken, muhalefet bu güvenlik sorunlarını odağa almayarak kampanya süreci yürütmüştür. Bu tartışmaların dışında CHP’nin kampanyasında çoğunlukla paketin içeriğine odaklandığı görünmektedir. Öte yandan, daha önceki Anayasa değişikliklerinde teklifleri Anayasa Mahkemesi’ne götüren CHP’nin 2017’de bunu yapmaması da siyasi pozisyonlar açısından önemlidir. Kılıçdaroğlu, CHP olarak “milletin ferasetine” ve “engin sağduyusuna” güvendiklerini, son sözü “milletin hakemliğine“ bıraktıklarını, “söz konusu olan milletin egemenliğiyse bu konuda asıl yüce divan, halkın ve milletin divanıdır” dediklerini ve bu sebeplerden dolayı Anayasa Mahkemesi’ne gitmeyeceklerini açıklamıştır (Milliyet, 14 Şubat 2017). Böylece, şimdiye kadar merkezi güçlerin yanında yer alan CHP, bu defa kendi pozisyonu için bürokrasi yerine milletten destek beklemiştir. Miting konuşmalarında CHP lideri, önerilen sistemin cumhurbaşkanının gücünü dengeleyen ve denetleyen mekanizmalar içermediğini için “frensiz bir otobüs” gibi olduğunu savunmuş ve bir milletin kaderinin, yanlış ya da kandırılma ihtimali bulunan tek bir kişinin sağduyusuna emanet edilemeyeceği belirtmiştir. (Milliyet, 15 Mart 2017). Ayrıca CHP lideri, bu Anayasa değişikliğinin Meclis’in önemini azaltacağını iddia etmiş ve sonuç olarak bunun bir hükümet sistemi değişiminden ziyade “otoriter tek adam rejimine geçiş” olduğunu söylemiştir (Milliyet, 22 Mart 2017). Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve diğer Ak Parti yetkilileri, Kılıçdaroğlu’nun iddialarının hiçbirinin doğru olmadığını ifade etmiştir. Erdoğan’a göre değişiklikler ne meclisin denetleme gücünü azaltmayı ne de Cumhurbaşkanına meclisi iptal etme yetkisi vermeyi önermektedir. Meclisin hükümet hakkında gensoru yetkisine sahip olmayacağı doğruydu ancak Erdoğan önerinin, esas otorite olarak milleti gördüğünü ve gensoru yetkisini millete verdiğini “TBMM’nin yetkileri aynen kendisinde. Alınan yetkisi var. Gensoru veremeyecek. Gensoruyu millet verecek. Tek adam istediği gibi seçime götürecek diyorlar. Gene yalan. Cumhurbaşkanı eğer seçime gitme gereği du-
114 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
yuyorsa parlamento da seçime gidecek” diyerek savunmuştur (Milliyet, 4 Mart 2017). Evet cephesi, Cumhurbaşkanlığı makamının halihazırda da geniş yetkileri haiz olduğunu fakat bu makamın yeni sistemle hem yasal hem siyasal anlamda daha sorumlu hale getirildiğini vurgulamıştır. Erdoğan ve Yıldrım’ın özellikle vurguladığı bir konu da yeni sistemin Türkiye’yi siyasi istikrara kavuşturacağıdır. Yürütmede çift başlılık olarak görülen ve yetkinin kimde olduğunun açıkça görülmediği, başbakan, bakan ve cumhurbaşkanı arasında sorumluluk suçlamaların olabileceği eski sistemden, esas yetkili ve sorumlunun cumhurbaşkanı olarak tanımlandığı bir sisteme geçişin, olası siyasi krizlerin önüne geçebileceği ifade edilmiştir (Karatepe ve ark. 2017:22). Bu yaklaşıma göre, özellikle Ortadoğu’da çok hayati dönüşümler yaşanırken Türkiye’nin siyasi istikrara ve güçlü liderliğe her zamankinden çok ihtiyacı olacaktır (Milliyet, 4 Mart 2017). Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçiminin aynı anda yapılması ve cumhurbaşkanının en az halkın yarısını ikna etmek üzere seçim sonrası değil, seçim sürecinde farklı görüşlerle ittifak yapması gerekliliğinin, istikrarı teşvik edeceği düşünülmektedir (Bayraktar Durgun, 2017; Kaya Osmanbaşoğlu, 2018). Bahçeli ise MHP’nin kampanya sürecinde “millet için, devlet için, cumhuriyet için evet” sloganını kullanarak, referandumdan “hayır” çıkması durumunda Türkiyenin “karmakarışık” olacağını, bunun da düşmanları mutlu edeceğini, dolayısıyla bu referandumun Türkiye için “bekâ meselesi” olduğunu vurgulamıştır (Milliyet, 10 Şubat 2017). Burada, milletle birlikte yer alan devlet ve cumhuriyet vurgusu, evet kampanyasının merkeze sahip çıkma eğilimine işaret etmektedir. Fakat burada sahip çıkılan merkez, o vakte kadar sivil siyasetin alanını daraltan merkezden farklı okunmalı, devletin transandantal (bkz. Heper, 1985) olan yönüne işaret etmektedir. Zira, pakette vesayetçi yapıyı zayıflatmak adına askeri yargının ayrıcalıklı konumunun sona ermesi, mahkemelerin bağımsızlığının yanında tarafsızlığının da değişiklik paketinde yer alması (Benli, 2017), Hakimler ve Savcılar Yüksel Kurulu’nu isminin Hakimler ve Savcılar Kurulu olarak değiştirilerek, atfedilen sembolik üstünlüğün sona erdirilmesi gibi çeşitli değişiklikler de askerin ve bürokrasinin kendisini toplu-
Türkiye'de Referandumlar● 115
mun ve sivil siyasetin üstünde bir güç olarak konumlandırmalarının önüne geçmek için alınan tedbirler arasında sayılabilir. Referandum kampanyasında her iki tarafın da işlediği bir başka konu ise Türkiye ile Hollanda arasında çıkan diplomatik krizdir. Kriz, Almanya başta olmak üzere bazı Avrupa hükümetlerinin, ülkelerinde başka ülkelerin seçim kampanyası yapmalarını hoş karşılamadıklarını ve bu sebeple daha önceden programlanan Ak Parti programlarını iptal ettiklerini açıklamasıyla başlamıştır. Krizin zirveye ulaşması ise Hollanda hükümetinin, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’na uçuş izni vermemesi ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın Hollanda’ya karadan girmesini engellemesiyle birlikte olmuştur. Buna Türkiye tarafından çok sert tepkiler gelmiş, Hollanda ile birlikte bazı diğer Avrupa hükümetleri “faşist”, “anti-demokratik” ve “nazi-kalıntıları” olarak nitelendirilmiş ve Hollanda hükümetinin yaklaşan genel seçimleri sebebiyle bu krizi tırmandırdığı ve “muz cumhuriyeti” gibi davrandığı 21 söylenmiştir. Erdoğan’a göre bu kriz, Batı’nın Türkiye’deki referandumdan yeni hükümet sisteminin çıkmasını istememesinin, tam tersine güçsüz bir Türkiye arzusunun göstergesidir (Milliyet, 3 Nisan 2017). Kamuoyu yoklamalarına göre, Hollanda ile yaşanan bu kriz sadece Avrupa ülkelerinde referanduma katılımı arttırmamıştır, aynı zamanda Türkiye’deki kararsız seçmenleri de “evet” oyu kullanması yönünde etkilemiştir. (Selvi, 30 Mart 2017). CHP ise tam tersine bu krizin evet oylarına yarar sağlayacağını söyleyerek, bunun da Avrupa hükümetlerinin referandumda evet oyu çıkmasını istemelerinin bir işareti olarak görmüşlerdir (Milliyet, 15 Mart 2017).
Bazı örnekler için, bkz. Bize yapılan faşist bir uygulamadır, Milliyet, 5 Mart2017, http://www.milliyet.com.tr/bize-yapilan-fasist-bir-siyaset-2407651/, Çavuşoğlu’ndan flaş açıklama, Milliyet, 11 Mart 2017, http://www.milliyet. com.tr/cavusoglu-dan-flas-aciklama-siyaset-2411812/, Erdoğan’dan Hollanda hakkinda flas sozler!, Milliyet, 13.03.2017, http://www.milliyet.com.tr/erdogandan-hollanda-hakkinda-flas-siyaset-2412591/, Cumhurbaskani Erdogan:Bu Nazi torunlarına gereken cevabı verin, 3.4.2017, http://www.milliyet.com.tr/ cumhurbaskani-erdogan-rize-de-siyaset-2425550/.
21
116 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu Tablo 9: 2017 Referandumu 2017 Referendumu Kayıtlı seçmen sayısı
58 291 898
Katılım oranı (%)
%85,43
Geçersiz oy sayısı
862 251
Evet oyları
25 157 463 (%51,4)
Hayır oyları
23 779 141 (%48,6)
Kaynak: YSK, 2018.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bu en yoğun ve en sert referandum kampanyası dönemi, 16 Nisan’da %85.1’lik çok yüksek bir katılım oranıyla tamamlanmış, seçmenlerin %51.4’ü Anayasa değişikliklerine destek vermiştir. Katılım oranı, Ak Parti döneminde yapılan referandumlar arasında en yüksek oranı yakalamış fakat evet oylarının oranı ise en düşük skor olarak kalmıştır. Yüksek katılım oranı, hem evet hem de hayır bloklarındaki üst düzey motivasyon ve mobilizasyonun sonucu olarak kabul edilebilir. Evet ve hayır oyları arasındaki bu az fark da Türkiye’deki politik kutuplaşmanın artık geleneksel sağ ve sol bölünmesinden farklı bir düzleme taşındığının ve toplumda birbirine yakın kültürel pratikler sergileyen MHP ve Ak Parti seçmeninin, ulusal düzeyde de bir birliktelik segilemelerinin işareti olarak okunabilir. İlginçtir ki, ilk defa, evet oylarının yüzdesi, evet bloğunundaki partilerin en yakın seçimlerdeki toplam oylarından daha düşük çıkmıştır (bkz: Tablo 10). Ayrıca, ilk defa Ak Parti bazı büyük şehirlerde, özellikle de Ankara ve İstanbul’da, istediği sonuçları alamamıştır. Ankara ve İstanbul şehirlerinde hayır oyları sırasıyla %51.2 ve %51.4 oranlarıyla evet’i kılpayı geçmiştir (YSK, 2018). Öte yandan, daha muhafazakar ve milliyetçi kabul edilebilecek olan Konya, Kütahya, Sivas, Rize, Aksaray, Çankırı, Yozgat, Kahramanmaraş, Bayburt ve Gümüşhane gibi illerde evet oyları %70’in üzerinde çıkmıştır (YSK, 2018). Bu oranlar da, MHP-Ak Parti birlikteliği ile gidilen bir sistem değişikliğinin, ülkenin belli bir bölümü açısından heyecan yarattığını düşündürtmektedir.
Türkiye'de Referandumlar● 117
Seçim sonrası bir ankete göre, bu referandumdaki oy verme davranışıyla 1 Kasım 2015 yılında gerçekleşen genel seçimdeki oy verme davranışı karşılaştırıldığında kayda değer farklılıklar bulunmaktadır. Ankette MHP seçmeninin %73’ü ve Ak Parti seçmeninin %10’u referandumdaki değişiklik paketine karşı çıkmıştır (CNN Turk, 19 Nisan 2017). Ayrıca, hayır oyu kullananlar arasında, MHP ve Ak Parti seçmenleri, sırasıyla, %16’sı ve %9’u oluşturmaktadır (CNN Turk, 19 Nisan 2017). Bu durum, MHP içinde oluşan ayrışmayı ve İyi Parti’nin konumlandığı siyasi mecrayı açıklamaya yardımcı olabilir. Referandum sonrası dönemde, 25 Ekim 2017 tarihinde, yukarıda adı geçen MHP içindeki muhaliflerin bir bölümünün katılımı ile Meral Akşener’in genel başkanı olduğu İyi Parti kurulmuştur. Eşzamanlı yapılan cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde Meral Akşener ve İyi Parti sırası ile %7,23 ve %10 oy almıştır (YSK, 2018). İyi Parti faktörü, evet oyu miktarı ile evet yanlısı siyasi partilerin toplam oyu arasındaki tutarsızlığı açıklamaktadır. MHP seçmenleri arasında, MHP muhaliflerinin kampanyasının partinin resmi tutumu kadar etkili olduğu görülüyor. Ayrıca bu tablo Ak Parti’nin, seçmenlerinin küçük bir bölümünü, cumhurbaşkanlığı sistemi konusunda ikna etmekte başarısız olduğunu göstermektedir. Nitekim, aynı anket “hayır” oyu veren seçmenler arasında tercihlerini savunmak için öne sürülen en yaygın nedenin başkanlık sistemini desteklememeleri olduğunu ortaya koymaktadır (CNN Turk, 19 Nisan 2017). MHP muhaliflerinin Türk milliyetçisi seçmen üzerindeki etkisine ek olarak, Erdoğan’ın başdanışmanlarından birinin daha önce yaptığı eyalet sistemi yanlısı olarak aksettirilen bir açıklamasının referandumdan sadece birkaç gün önce basına yansıması ve bunun etrafında yürüyen tartışma da (Milliyet, 10 Nisan 2017) bazı kararsız MHP seçmenlerini hayır oyu verme yönünde etkilemiş olabilir. Türkiye bağlamında eyalet sisteminin Kürt ayrılıkçılığı ile ilintilendirilmesi ve MHP seçmeninin bu konudaki hassasiyetleri düşünüldüğünde bu olasılık yüksektir. Karatepe, sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanı değil aynı zamanda Anayasa değişiklik paketi-
118 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
ne katkı sunan önemli isimlerden biriydi. Tartışma, özellikle Bahçeli’nin MHP olarak üniter devletten yana olduklarını ve kendisi olsaydı böyle bir danışmanı görevden alacağını ifade etmesiyle tırmanmıştır (Milliyet, 14 Nisan 2017). Bahçeli’ye göre Ak Parti eğer eyalet sistemi olabilir gibi bir algı oluşturursa bu “ülkücülerin kararını” etkileyebileceğini söylemiştir (Milliyet, 14 Nisan 2017). Karatepe’nin “Çok ahlaksızca bir çarpıtma. Bugün ya da yarın bir güç çıkar biz anayasayı değiştireceğiz, Türkiye’yi federal yapıya götüreceğiz derse elimden ne gelirse tüm meşru araçları kullanarak mücadele ederim.” (Milliyet, 10 Nisan 2017) şeklinde tepki vermesine ve Erdoğan ile Yıldırım’ın pakette eyalet sistemi olmadığını söyleyip kendilerinin üniter sistem yanlısı olduklarını ifade etmelerine (Milliyet, 15 Nisan 2017) rağmen, referandumdan sadece birkaç gün önce ortaya çıkan bu tartışmanın kafası karışık MHP seçmenini etkilemiş olma ihtimali vardır. lerinin kararlarını değiştiren bir etken olabilir. Zira, federalizm Türkiye bağlamında Kürt kökenli bölücülük ile ilişkilendirilmektedir. Referandum sonucunu belirleyen bir diğer faktör ise Kürt seçmenlerin tercihleridir. Bu süreç içinde, bazı Güneydoğu illerinde Türk güvenlik güçleri ile PKK arasında çatışmalar yaşandı ve bu çatışmalar, bahsedilen yerleşim bölgelerinde büyük çapta bir yıkıma ve bu bölgelerden toplu göçlere sebebiyet verdi. 2009 yılında hükümet tarafından başlatılan, resmi olarak Birlik ve Kardeşlik Projesi olarak bilinen Kürt Açılımı ise 2015 yılından sonra artan çatışmalar nedeniyle sürdürülemedi. Bu çatışmalara, HDP liderleri, milletvekilleri ve belediye başkanları da dahil olmak üzere Kürt siyasetçilerin teröre destek sağladıkları gerekçesiyle tutuklanması eşlik etti. Kürt seçmenlerin, büyük bir çoğunlukla pakete karşı olacağı yönünde bir beklenti olmasına rağmen ağırlıklı olarak Kürtlerin bulunduğu şehirlerdeki seçmenlerin neredeyse yarısı evet oyu kullandı. HDP’nin kalesi olan bazı şehirlerde (örneğin Diyarbakır, Hakkari, Şırnak, Batman gibi) hayır oyu neredeyse %70’lere ulaşırken Bingöl, Adıyaman ya da Şanlıurfa gibi şehirlerde ise sonuç tam tersi olmuştur. Bu durum, ikinci grupta yer alan seçmenlerin büyük bölümü için dini ve muhafazakar kimliklerin, etnik kimliğin
Türkiye'de Referandumlar● 119
önünde yer aldığını ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu kitlenin desteklediği bir lider olduğunu düşündürtmektedir. Bununla birlikte, Türkiye’nin Güneydoğusundaki Kürt seçmeninin ortalama %46.2’si değişiklikleri desteklerken, %53.8’i bu değişikliklere karşı çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözcüsü Kalın için bu sonuç, Kürtler ile PKK arasında açıkça ayrım yapan Erdoğan’a olan güveni işaret etmektedir (Milliyet, 19 Nisan 2017). Ak Parti’nin önde gelen isimlerinden olan bir Kürt milletvekili ise, Erdoğan’a Kürtlerin daha fazla destek verebileceğini ancak MHP ile yapılan ittifakın pek iyi karşılanmadığını savundu. (Milliyet, 18 Nisan 2017). Sonuç olarak, 2017 referandumlarında, Ak Parti ve MHP’nin ittifakına dayanan “evet” kampanyası, Kürt seçmenlerden de aldığı hatırı sayılır bir destek ile galip oldu ve Türkiye önemli bir sistem değişikliğine gitti.
SONUÇ
Türkiye’deki referandumlarda seçmenler “evet” oyu kullanmaya eğilimli olmuştur. Bununla birlikte, askeri rejimlerin ön ayak olması ile hazırlanan anayasaların halk onayına sunulduğu ve otoriter koşullarda gerçekleşen 1961 ve 1982 referandumları hariç tutulursa, kalan beş referandumdan ikisi hükümetlerin arzu ettiği yönde sonuçlanmamış ve bu referandumlarda hükümetlerin getirdiği önerilerin halk tarafından ortalama kabul oranı %52,6 olmuştur. Diğer bir ifadeyle her ne kadar Türkiye bir zayıf demokrasi örneği olarak sunulsa bile, hükümetler referandumlarda kolay galibiyetler elde edememişlerdir. ANAP hükümetleri 1987 ve 1988’deki her iki referandumda da arzu etmediği sonuçlarla karşılaşmış, Ak Parti hükümetinin 2017’de referanduma götürdüğü Anayasa değişikliği ise az bir farkla seçmenin onayını almıştır. Özellikle 1987 ve 2017’deki referandumlarda, “evet” ve “hayır” oyları arasındaki farkların az olması dikkat çekmektedir. Referandumlar incelenirken, askeri darbelerden sonra yapılan referandumlar ile sivil iktidarlar döneminde yapılan referandumları ayırmak yerinde olacaktır. Grafik 1’deki referandumlara katılım oranları ve sonuçlarla ilgili genel trendlere bakınca bile askeri darbelerden sonra yapılan referandumların istisna oluşturduğu göze çarpmaktadır. Sivil iktidarlar döneminde yapılan referandumlarda katılım oranlarının artması ile “evet” ve “hayır” oylarının birbirine yaklaşması eğilimi hâkimken, 1961 ve özellikle de 1982’de yüksek katılım oranlarına rağmen “evet” oylarının da normalin üstünde yüksek olduğu görülmektedir.
124 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
Demokratik olmayan koşulların söz konusu olduğu 1961 ve 1982 referandumlarında, seçmenin devlet otoritesine doğrudan meydan okumamayı tercih ettiği açıktır. Metin Heper’in (2009) Türkiye’deki İslami duyarlılığa sahip seçmenlerde gözlemlediği gibi, halk genellikle birey ve toplumsal gruplar düzeyinde ideolojik ve değer temelli belli görüşlere sahip olsa da, bu değerlerin devletle açık bir şekilde karşı karşıya kalmasından genellikle kaçınmaktadır. Bu analiz, Türkiye’deki bütün kimlik grupları için de doğru olabilir. Öte yandan, Türk halkı kendisini ideolojik duruşlar üzerinden tanımlasa bile, bu ideolojilerin bütüncül biçimde gerçekleşmesini arzulaması oldukça sınırlıdır. Bu da Göle’nin (2000) bahsettiği “melez kimlikler”in geçerliliğini doğrulamaktadır. Örneğin, toplumda kendilerini İslami referanslarla tanımlayanların ya da şeriatı desteklediklerini söyleyenlerin, birtakım suçları şeriatın öngördüğü şekilde cezalandırmaya sıcak bakmadığı tespit edilmiştir (Heper, 2009). Dolayısıyla, aşkın bir devletin varlığına inanılan Türkiye’de (Heper, 1985) halkın genelinin kendi değerlerine doğrudan ve şiddetli bir saldırı olmadığı müddetçe devlet otoritesinden gelen önerilere itiraz etmemesi olağan karşılanabilir. Bu durumu, halkın askeri rejime desteği olarak yorumlamaktan ziyade, toplumun ciddi bir tahakküm altında tutulduğu için bu yönde karar vermeye zorlandığını düşünmekteyiz. İyimser bir bakış açısı ile, toplumun bir bölümünün de askeri darbelerden sonra yapılan referandumlara verdiği desteği, sivil siyasete geçişi sağlayan yeni anayasaların onaylanması olarak görmek gerektiği kanaatindeyiz. Yine de söz konusu referandumların otoriter şartlarda gerçekleştiğini, yani bu referandumlarda serbest bir tartışma ortamının olmadığını ve muhalefete kampanya yapma izni verilmediğini vurgulamak gerekir. Otoriter koşulların sertliği, iki referandumdaki onay oranlarının farklılığını da açıklayabilir. Gerçekten de 1982 Referandumunda, 1961’den daha kapsamlı ve şiddetli bir baskı uygulanmış ve böylece özgürlüklere önemli sınırlamalar getiren ve askeri vesayeti zirveye çıkaran Anayasa taslağı %91,4 “evet” oyu ile halk tarafından onaylanmıştır. Kısacası, darbe sonrası referandumlarda, “evet” oyları sivil siyasete geçişe destek olarak görülebilirken, muhalefet
Türkiye'de Referandumlar● 125
üzerindeki baskının artması nispetinde “evet” oylarının oranının da arttığı öne sürülebilir. Sivil iktidarlar döneminde yapılan referandumlarda ise, “evet” ve “hayır” tercihlerinin büyük oranda oylanan konular, bu konuların kampanyalarda nasıl işlendiği ve referandum dönemlerindeki siyasi konumlanmalar etrafında şekillendiği görülmektedir. Bu değişkenler birbiri ile etkileşime girmekte ve referandum sonucunu etkilemektedir. Türkiye’deki referandumların konularının öncelikle üç kategoride olduğu görülmektedir. Birinci grupta 1961 ve 1982 Anayasalarının onaylanması yer almaktadır. İkinci grupta 1982 Anayasasında yapılan sınırlı değişiklikler vardır. 1987’de Anayasa’nın 1980 darbesi öncesindeki siyasetçilere yasak getiren geçici maddesinin kaldırılması hakkında ve 1988’de mahalli idareler seçimlerini erkene almaya dönük değişiklikler bu kapsamdadır. Üçüncü kategoride ise 1982 Anayasası’nda öngörülen siyasi sistemde önemli değişiklikler yapan anayasal reformlar yer almaktadır. 2007’de Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk oyuyla seçilmesini getiren düzenleme, 2010’da sivil ve askeri yargıda köklü reformlar yapan Anayasa değişiklik paketi ve 2017’de Türkiye’nin hükümet sistemini parlamenter sistemden başkanlığa dönüştüren düzenleme üçüncü kategori içindedir. Bu konuları mahiyet olarak da kendi içinde iki ana gruba ayırmak mümkündür. Bir tarafta tek soruya indirgenebilecek olan sade konular yer alırken, diğer tarafta birçok konuyu içeren karmaşık paketler yer almaktadır. 1987, 1988 ve 2007 referandumları seçmen tarafından rahatlıkla anlaşılabilir tek ya da birkaç soru etrafında yapılan referandumlarken, 1961, 1982, 2010 ve 2017 referandumları seçmenin her yönüyle kavraması mümkün olmayan değişiklikler getiren kapsamlı önerilerdir. Bu konuların kampanya süreçlerinde nasıl ve hangi yoğunlukla işlendiğine bakıldığında ise referandumları iki ana gruba ayırabiliriz. Birincisi, muhalefetin baskılar veya motivasyon eksikliği sebebiyle net tavırlar almadığı düşük yoğunluklu kampanyalardır. Otoriter şartlarda gerçekleşen ve muhalefetin kampanya yapmasına müsaade edilmeyen 1961 ve 1982 referandumları ile muhalefetin kendi isteği ile et-
126 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
kin kampanya yürütmediği 2007 referandumu bu gruba dâhil edilebilir. İkinci grupta ise siyasi kutuplaşmanın her yönüyle referandum kampanyasında görüldüğü ve iktidar ile muhalefetin etkin bir şekilde sürece katıldığı yüksek yoğunluklu kampanyalar vardır. 1987, 1988, 2010 ve 2017 referandumları bu tür kampanyalara şahit olmuştur. Tablo 10: Konu karmaşıklığı ve kampanya yoğunluğu çerçevesinde Türkiye’deki referandumlar (*) Düşük Yoğunluklu Kampanya
Yüksek Yoğunluklu Kampanya
Sade Konu
2007 (%67,5 - %68,9)
1987 (%93,6 - %49,8) 1988 (%88,8 - %35)
Karmaşık Paket
1961 (%81 - %61,7) 1982 (%91,3 - %91,4)
2010 (%77,3 - %57,9) 2017 (%85,1 - %51,4)
(*) Parantez içindeki oranlardan ilki referandumlara katılım oranı, ikinici ise iktidarın desteklediği tercihin referandumda aldığı destek oranıdır.
Tablo 10’da görüldüğü gibi, düşük yoğunluklu kampanyalarda konuların sade veya karmaşık olması sonucu değiştirmemiş, iktidar önerileri görece yüksek oranlarda destek görmüştür. İlginç bir şekilde, otoriter koşullarda gerçekleşen ve muhalefetin kampanya yapmasına müsaade edilmeyen 1961 ve 1982’de seçmenlerin referanduma katılım oranları yüksektir. 1982 referandumuna katılmayanlara cezai müeyyidelerin getirilmesi, bu yüksek oranı açıklamaya yardımcı olabilir. Ayrıca bunu hem baskı ortamına hem de seçmenlerin sivil siyasete geçilmesini desteklemesine bağlamak mümkündür. 2007’de ise muhalefetin kampanya yapma motivasyonu olmaması sebebiyle seçmenlerin referanduma katılımı bütün referandumlar içinde en düşük oranı görmüş ve iktidar açısından kolay bir galibiyet ile sonuçlanmıştır. Yüksek yoğunluklu kampanyalarda ise daha ilginç bir durum söz konusudur. 2010 referandumu istisna olmak kaydıyla, bu referandumlarda iktidarın desteklediği tercihlerin ya kaybetme ya da az farkla kazanma olasılığının arttığı gö-
Türkiye'de Referandumlar● 127
rülmektedir. Konuların sade olduğu 1987 ve 1988’de yüksek yoğunluklu kampanyalar seçmenlerin referanduma katılımını bir hayli arttırmış ve her iki referandum da ANAP hükümetinin mağlubiyeti ile sonuçlanmıştır. Ancak 1987 referandumunda, 1980 darbesi sonrasında siyaset yapmaları yasaklanan liderlerin, bu yasaklarının kalkmasına karşı olan ANAP’ın desteklediği “hayır” tercihi çok küçük bir farkla kaybetmiştir. Burada seçmenlerin 1980 öncesinin kaotik ortamından söz konusu liderleri bir miktar sorumlu tuttukları, bundan dolayı da ANAP seçmeni olmayan kesimlerin de “hayır” oyu kullandığı çıkarımı yapılabilir. Yüksek yoğunluklu bir kampanya döneminin yaşandığı ve buna mukabil seçmenlerin referanduma katılım oranının da yüksek olduğu 2017’de ise Ak Parti’nin hükümet değişikliği getiren paketi az bir farkla halk onayı alabilmiştir. Öte yandan 2010’daki yüksek yoğunluklu kampanya dönemine ve yüksek seviyede siyasi kutuplaşmaya rağmen seçmenin referanduma katılımı görece düşük kalmış ve Ak Parti’nin yargı reformuna odaklanan fakat farklı konular da içeren paketi %57,9 oranı ile halkın onayını almıştır. Yüksek yoğunluklu kampanyalarda negatif bir dilin de hâkim olduğu görülmektedir. Dolayısıyla referandumlarda her iki tarafın da yoğun kampanyalar yapması ve negatif bir kampanya dili ile rakiplere saldırılması gibi faktörlerin referanduma katılım oranını artırdığı öne sürülebilir. 1987 ve 2017 referandumlarında bu durum açık biçimde görülmektedir. Bu durumda, sivil iktidarlar döneminde yapılan referandumlarda, kampanyaların yoğunluğu yükseldikçe ve negatif kampanya dili yaygınlaştıkça, “evet” ile “hayır” oyları arasındaki makas daralmaktadır. Ancak benzer şartlarda gerçekleşen 1987 ve 1988 referandumları ile 2010 ve 2017 referandumlarının kendi içindeki farklı sonuçları halen açıklanmaya muhtaç bir hâl arz etmektedir.
128 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu Tablo 11: Referandum oyları ile referandum ittifaklarının en yakın genel seçim sonuçları karşılaştırması Referandum tarihi
9 Temmuz 1961
7 Kasım 1982
6 Eylül 1987
25 Eylül 1988
21 Ekim 2007
12 Eylül 2010
16 Nisan 2017
Referendum sonuçları
En yakın genel seçimdeki “evet” ve “hayır” bloklarının toplam oyları
Katılım oranı (%)
81
Katılım oranı (%)
81,4
Evet (%)
61,7
CHP+YTP+CKMP
64,4
Hayır (%)
38,3
AP+diğerleri (kısmen YTP)
35,6
Katılım oranı (%)
91,3
Katılım oranı (%)
98,9
Evet (%)
91,4
Askeri Rejim Tüm icazetli partiler referandumdan sonra kuruldu (HP+MDP+ANAP)
98,9
Hayır (%)
8,6
Diğerleri
1,1
Katılım oranı (%)
93,6
Katılım oranı (%)
93,3
Evet (%)
50,2
DYP+MÇP+RP+SHP+DSP (Diğerleri)
63,7
Hayır (%)
49,8
ANAP
36,3
Katılım oranı (%)
88,8
Katılım oranı (%)
93,3
Evet (%)
35
ANAP
36,3
Hayır (%)
65
DYP+MÇP+RP+SHP+DSP (Diğerleri)
63,7
Katılım oranı (%)
67.5
Katılım oranı (%)
84.2
Evet (%)
68.9
Ak Parti + SP +BBP+ DTP
59.2
Hayır (%)
31.1
CHP+MHP+diğerleri
38
Katılım oranı (%)
77.3
Katılım oranı (%)
83.2
Evet (%)
57.9
Ak Parti+SP+BBP
51.9
Hayır (%)
42.1
CHP+MHP+BDP+diğerleri
46.1
Katılım oranı (%)
85.1
Katılım oranı (%)
86.4
Evet (%)
51.4
Ak Parti+MHP
53.7
Hayır (%)
48.6
CHP+HDP+ MHP’nin muhalif kanadı (sonradan İyi Parti)+diğerleri
45.6
En yakın genel seçim tarihi
15 Ekim 1961
6 Kasım 1983
29 Kasım 1987
29 Kasım 1987
22 Haziran 2007
12 Haziran 2011
24 Haziran 2018
Türkiye'de Referandumlar● 129
Bu durumda özellikle yüksek yoğunluklu kampanyalarda başka bir etkenin daha devreye girdiğini iddia edebiliriz. Kanaatimizce bu etken siyasi konumlanmadır. Siyasi konumlanmanın etkisini en net şekilde görebilmek için referandum sonuçları ile “evet” ve “hayır” bloklarındaki siyasi partilerin en yakın seçimlerdeki oylarını karşılaştırmak yerinde olacaktır (bkz. Tablo 11). Her ne kadar bu karşılaştırma, baskıcı bir ortamda gerçekleşen ve tamamıyla yeni partilerin ve siyasi aktörlerin devreye girdiği 1982 referandumunda pek anlamlı olmasa da, Grafik 2’de açıkça görüldüğü gibi iktidarın desteklediği tercihe destek oranı ile bu tercihi savunan siyasi partilerin en yakın genel seçimlerde aldığı toplam oy oranları arasında belirgin bir pozitif ilişki vardır. Diğer bir ifadeyle iktidar önerisine destek veren partilerin toplam oyları arttıkça, seçmenlerin de öneriyi destek oranları artmaktadır. Ancak, ANAP’ın başlattığı referandumların ilki olan 1987’de iki değişken arasındaki makas açılırken, 1988’de aradaki fark kapanmıştır. Her iki referandumda da ANAP’ın tercihini kendinden başka bir parti desteklememiştir. Buna rağmen, 1987’de ANAP’ın genel seçimlerde aldığı oy %36,3 iken, tercih ettiği “hayır” seçeneği referandumda %49,8 oy almıştır. Referandum konuları göz önünde tutulduğunda, 1987 Referandumunda “hayır” oylarının bu denli yüksek çıkmasının nedeni olarak, seçmenin önemli bir bölümünün eski liderlerin siyasete dönmesiyle birlikte siyasi kutuplaşma ve çatışmanın artacağından endişe etmesi gösterilebilir. Sonuç olarak, 1987’de seçmenin göz ardı edilemeyecek bir bölümü, kişisel özgürlüklerle ve haklarla ilgili siyasi bir konuda, bir bakıma 1980 darbesinde oluşan politik-apolitik konumlanmasına benzer şekilde, 1980 öncesi politik alanın geri dönmemesi yönünde tercihini kullanmıştır. Eğer referandum konuları 1988’de olduğu gibi seçimlerin erkene alınması gibi siyasi vurgusu düşük bir konu ise, seçmenler siyasi partilerin aldıkları tavrı takip ederek parti aidiyetleri etrafında “evet” veya “hayır” demektedir. ANAP’ın desteklediği sırası ile “hayır” ve “evet” oylarındaki (1987 ve 1988 referandumları) düşüşü ise üç dinamik ile açıklamak mümkündür. Birincisi, kötü ekonomik koşul-
130 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
ların ve yüksek enflasyon oranının faturasının öncelikli olarak iktidar partisine kesilmesi ve iki referandum arasında enflasyonun ciddi biçimde artması ki bu ANAP iktidarının popülaritesine önemli ölçüde zarar vermiştir. İkinci bir dinamik, ilk referandumda yürütülen kampanya sürecinin ANAP tarafından daha büyük bir coşku ile sahiplenilmesi ve parti içi karışıklıkların henüz parti bütünlüğüne zarar verecek hale gelmemesidir. Üçüncü bir dinamik ise dışsal faktörler olarak açıklayabileceğimiz, Özal’ın ilk referandumda korktuğu durumun ortaya çıkarak, geçmiş siyasi liderlerin siyaset sahnesine çıkması ve ANAP’a karşı güçlü bir muhalefet ittifakının oluşmasıdır. Ak Parti’nin başlattığı referandumlarda ise makas 2007’den 2017’ye kadar gittikçe daralmış, hatta 2017’de “evet” oylarının oranı “evet” bloğundaki partilerin toplam oyunun gerisine düşmüştür. 2007’deki öneriye destek veren partilerin toplam oyu, aynı yıl yapılan seçimlerde %59,2 olmasına rağmen, referandumda “evet” oyu %68,9 çıkmıştır. Yukarıda tartışıldığı gibi bu makas açıklığını muhalefetin düşük yoğunluklu kampanyasına bağlayabiliriz. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi önerisine halkın “hayır” demesi çağrısında bulunmak muhalefet açısından kampanya yapılabilir bir pozisyon değildi. Ancak 2010 ve 2017’deki farkın nasıl izah edileceği halen bir soru işaretidir. Beşinci bölümde yapılan analizde görüldüğü gibi 2010 ve 2017’de bir hayli karmaşık olan referandum konularının iktidar partisi tarafından yeniden çerçevelendirilmesi, anlamlandırılması ve basitleştirilmesi seçmen davranışlarının şekillenmesinde önemli roller oynamıştır. Özellikle 2010’da Ak Parti referandum paketine “evet” oyu vermek ile sivil ve askeri bürokrasiye “hayır” demek arasında güçlü bir bağ kurmaya çalışmış ve bunda başarılı olmuştur. 12 Eylül askeri darbesine ve bu darbenin ürünü olan 1982 Anayasası’nın kurmuş olduğu bürokratik vesayet sistemine itiraz etmek için “evet” denmesi gerektiği söylemi seçmende karşılık bulmuş ve Ak Parti’nin yaptığı anayasal reform halktan %57,9 oranında destek görmüştür. Burada Ak Parti yaptığı kampanya ile Türkiye’de çoğunluk olan sağ-muhafazakâr seçmenin bürok-
Türkiye'de Referandumlar● 131
ratik vesayet karşıtı siyasi konumlanmasını pekiştirebilmiştir. Buna karşın, 2017’de halk oyuna sunulan paket karmaşık olmasının yanında yeni bir hükümet sistemi de önermektedir. Parlamenter sistem ile başkanlık sistemi arasında bir tercih yapmak Türkiye seçmeninin siyasi konumlanımı açısından aşina olunan veya geleneksel sağ ve sol seçmen eksenleri etrafında bütünüyle anlamlı bir mesele değildir. Her ne kadar daha önce Turgut Özal ve Süleyman Demirel tarafından başkanlık sistemi gündeme getirilmiş veya sağ siyasetteki yaygın “milli irade” söylemi ile başkanlık sistemi uyumlu görülmüş olsa da seçmenin konumlanımında bu tür bir hükümet sistemi tercihi hiçbir zaman siyasetteki geleneksel fay hatları gibi etkili olmamıştır. Bu durumda başkanlık sisteminin faziletleri ve Türkiye için gerekliliği konusunda seçmenin ikna edilmesi gerekmektedir. Her ne kadar “evet” bloğunun ana aktörleri olan Ak Parti ve MHP, seçmeni geleneksel sağ-sol ekseninde oy vermeleri yönünde çeşitli söylemler kullansa da başkanlık sistemi teklifi %51,4 oranında destek alabilmiştir.
Sonuç olarak, Türkiye’deki yedi referandumdan altısı “evet” oylarıyla sonuçlanmış olsa bile özellikle sivil iktidarlar tarafından başlatılan referandumlarda “evet” ve “hayır” oyları arasında dramatik bir farkın olduğunu öne sürmek güçtür. Üstelik referandumların, doğrudan demokrasinin aracı olmalarına rağmen, kutuplaştırma potansiyeli de bulundur-
132 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
maktadır. 2017 referandumunda görüldüğügibi bu kutuplaştırıcı potansiyel “evet” oylarının ancak çok küçük bir farkla kazanmasını ve toplumun %51,4 ve %48,6 şeklinde bölünmesini beraberinde getirmiştir. Zira referandumlarda gri alanlar çoğunlukla ortadan kalkmakta, siyah ve beyazların, bütüncül kabul ve redlerin daha fazla ön plana çıktığı gözlenmektedir. Demokrasi teorileri, demokrasinin minimalist veya maksimalist bir terim olarak algılanışına göre ayırt edilebilir. İlki, halk çoğunluğunun seçimine odaklanırken, ikincisi, azınlıkların temsil edilmesinden sivil toplumun politika yapımı süreçlerine aktif katılımına kadar, demokrasinin olmazsa olmazı olan meseleleri büyük ölçüde genişletir. Minimalist demokrasi taraftarlarına göre, seçimlerin ve referandumların, başat meşru karar verme yollarından ikisi olduğu söylenebilir. Böylece çoğunluk, kimin yöneteceğini, nasıl yöneteceğini, muhalefetten biraz farklı sayıda oy alarak kuralların nasıl değiştirileceğini tanımlayabilir. Referandumlarda ana hedef, oyların basit çoğunluğunu toplamak olduğu için referandum kampanyaları büyük ölçüde toplumdaki gri duruşları göz ardı ederek beyazlara ve siyahlara odaklanmaktadır. Bu süreçler, bir tarafı kutsamanın yanı sıra geri kalanı şeytanlaştırma yoluyla bazı kimliklikleri ya da düşünce yapılarını işaretlerken, büyük ölçüde insanları bu kategorilere karşı bir tutum almaya itmektedir. Referandumlar, basit matematiksel bir hesap ile, uygulanabilir bir demokrasinin karmaşık bir hesap gerektirmeyecek biçimde, çoğunluğu karar verici olarak tanımlamaya yer açar. Ne var ki, parçalı toplumlarda, farklı çıkarların dikkate alınması ve kimi sayısal üstünlüğü olmayan grupların haklarının korunması için referandumlara ek olarak farklı mekanizmaların da geliştirilmesi kaçınılmazdır. Yaptığımız çalışma boyunca, siyasi konumlanmaların referandum süreçlerinde önemli olup olmamasının, referandum koşulları ile doğrudan ilgili olduğu sonucuna ulaştık. 1961 ve 1982 örneklerinde olduğu gibi, muhalefetin baskılandığı ve hayır kampanyası yürütmenin zor olduğu referandumlarda, baskının şiddeti oranında bir evet oyunun çıktığı görülmektedir. Yine büyük çaplı bir sistem değişikliği kabul edilebilecek
Türkiye'de Referandumlar● 133
2017 referandumunda ise evet oranının, Ak Parti döneminde gerçekleşen diğer iki referanduma oranla daha düşük çıkmasının, muhalefetin serbest kampanya yürütebilme imkânı ile açıklanması mümkündür. Ayrıca büyük çaplı sistem değişikliklerinde, serbest kampanya yürütme süreci işlerse, seçmenin en azından bir kısmının risk almak istemeyerek, mevcut sistemi koruma ekseninde bir düşünce geliştirdiği de savunulabilir. Küçük çaplı değişikliklerde ise konunun ne denli politik olup olmaması, siyasi konumlanmanın ne ölçüde sonuçlara yansıyacağı hakkında fikir vermektedir. Örneğin 2007 referandumu gibi doğrudan başörtüsü ile ilintilendirilen bir oylamada, toplumun partilerin yönlendirmesinden çok kendi pozisyonlarını ve değer yargılarını baz alarak oy kullanma eğiliminde oldukları gözlenmiştir. Öte yandan, 1988 referandumu gibi politik içeriği yoğun olmayan, seçimlerin öne alınmasını konu edinen bir referandumda ise seçmenlerin daha çok parti politikalarını takip ettikleri gözlenmektedir. Dünyadaki trend göz önünde bulundurulduğunda, referandumlar şüpheli bir konu için karar verme süreçlerinin araçları olabilirler; aynı zamanda belirli politikaları ve yasal değişiklikleri meşrulaştırmanın aygıtı olarak görülerek, mevcut hükümetlerin genellikle referandumlara sunulan konuların onaylanması veya reddedilmesi için net bir duruş belirlediği görülmektedir. Sivil iktidarlar tarafından başlatılan referandumlarda, ana muhalefet partisi, beklendiği üzere, genellikle referandumun içeriği ne olursa olsun iktidar partisinin tutumuna karşı durur. Bu ideolojik kamplaşma aynı zamanda mevcut sosyopolitik bölünmeler arasındaki çatlakların derinleşmesine neden olabilir. Etkin siyasi partilerin bu karşılıklı zıtlaşmaya dayanan tutumunun daha küçük partilere ve topluma yayılmasıyla birlikte referandumlar, meselelerin savunulmasının veya reddedilmesinin kimi zaman rasyonel ve hoşgörülü tartışma ortamının çok ötesine geçtiği siyasi bir retorik üretme mecrası haline gelebilmektedir. Örneğin, 1987 referandumunda görüldüğü gibi, partiler, sistemin ve mevcut düzenin korunması bahanesiyle ve kendi güç alanlarını başka
134 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
siyasi aktörlerle paylaşmamak adına, bireylerin siyasi haklarının sınırlandırılmasını bile destekleyebilirler. Dolayısıyla, fikirlerin oldukça manipüle edildiği böyle bir ortamda, referandumun içeriği hak ettiği dikkati çekemeyebilir. Bu nedenle, çeşitli partiler, taraftarlarının kendi partilerinin duruşunu takip etmelerini sağlamak adına net bir tutum takınır, toplum da bazı referandumlarda bu katı duruştan etkilenir. Kimi durumlarda, referandum konusu seçmenin gündelik hayatına ilişkin bir yön içeriyorsa, oy verdikleri partilerin tercihinden bağımsız hareket edebilir. Öte yandan, seçmenin konuyla ilgili teknik detaylara vakıf olmasının daha güç olduğu referandumlarda ise partizan oy verme eğilimi ağırlık kazanmaktadır. Yukarıdaki analizde görüldüğü gibi, kampanya süreci yoğun ve çekişmeli oldukça, “evet” ve “hayır” arasındaki fark azalırken, referanduma katılım oranı artar. Bu durum da, referandum sürecinde toplumda oluşan kutuplaşmayı artırır. Siyasi partilerle birlikte halkın çoğunluğu da “evet” veya “hayır” temelinde kendilerini konumlandırarak, kendileri ile aynı görüşte olmayanları dışlamaya başlarlar. Bu tür kutuplaşmaların ülke için olumlu sonuçlar doğurmadığına dair bir örnek 28 Şubat Süreci’nin başlarında insanların sosyopolitik tabakalaşma ve kamplaşma sonucu kendileri gibi olmayanların restoranlarında yemek yemeyi dahi reddebilmeleridir (Carver, 1995: 13; akt. Yavuz, 1997: 64). Bu anlaşmazlıklar yerelde kolay biçimde politik konumlanmalara yayılabilir ve halkın günlük yaşamındaki problemlerinin, demokratik içermeci prensipler etrafında çözülme olasılığını azaltabilir. Bu bağlamda, çoğunluğun belli konulardaki tavrını anlamak için önemli bir enstrüman olan referandumların siyasi aktörler tarafından araçsal olarak kullanılması mümkündür. Öte yandan, referandum süreçlerinde oluşan kutuplaşmayı teskin etmek adına, politika yapıcılar toplumda hâkim olan gerilimin azalmasına sağduyulu bir şekilde yardımcı olmalıdır. Özellikle referandum sürecinden sonra, sonuçlar kendi duruşlarını desteklemese bile sonuçlara ilişkin soğukkanlılıklarını korumalı ve çoğulcu karar verme süreçlerine ve fikir paylaşımına istekli davranarak, toplum için iyi bir rol model
Türkiye'de Referandumlar● 135
olmalılardır. Liderliğin toplumun düşünce tarzında önemli bir rol oynadığı durumlarda, bu ılımlılık sürecinin, kutuplaşmanın üstesinden gelmek için vazgeçilmez bir arayüz olarak görülebileceği düşünülmektedir.
BİRİNCİL KAYNAKLAR Resmi Gazete Türkiye Büyük Millet Meclisi Web Sitesi (tbmm.gov.tr) TBMM (2018). Anayasa ve İçtüzük Sitesi. Yüksek Seçim Kurulu Web Sitesi, YSK (2018) (www.ysk.gov.tr) Milliyet Gazetesi arşivi22 Hürriyet Gazetesi arşivi23 Son Havadis Yeni Şafak Sabah Tercüman 1961 Anayasası. TBMM. https://www.tbmm.gov.tr/anayasa/ anayasa61.htm TÜİK. (2008). Türkiye İstatistik Kurumu Web Sitesi. tuik.gov.tr/ Start.do TÜİK. (2008). Halk Oylaması Sonuçları, 2007, 1988, 1987, 1982, 1961. Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Yayınları.
22
Basılı kullanılan materyallerde yıl, gün, ay belirtilmiştir. Web sitesinden edinilen materyallerde ise web sitesi linki de verilmiştir.
Basılı kullanılan materyallerde yıl, gün, ay belirtilmiştir. Web sitesinden edinilen materyallerde ise web sitesi linki de verilmiştir.
23
138 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu
İKİNCİL KAYNAKLAR Abadan-Unat, N. (1989). Legitimacy, Participation and Restricted Pluralism: The 1987 Elections in Turkey. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 44(1), 17-38. Abramowitz, A. I., & Saunders, K. L. (2006). Exploring the bases of partisanship in the American electorate: Social identity vs. ideology. Political Research Quarterly,59(2), 175–187. Ahmad, F. (2007). Modern Türkiye’nin oluşumu.(6. basım) İstanbul: Kaynak. Ahmad, F., & Ahmad, B. T. (1976).Türkiye’de çok partili politikanın açıklamalı kronolojisi, 1945-1971(Vol. 32). Bilgi Yayınevi. Alkan, H. (2018). Kurumsalcı Yaklaşım Işığında Yeni Sistemin Analizi: Cumhurbaşkanlığı Sistemi. Ankara: Liberte Yayınları. Altman, D. (2011). Direct Democracy Worldwide. Cambridge: Cambridge University Press. Altman, D. (2013). Does an active use of mechanisms of direct democracy impact electoral participation? evidence from the US states and the swiss cantons. Local Government Studies, 39(6), 739-755. Altman, D. (2017). The potential of direct democracy: a global measure (1900–2014). Social Indicators Research,133(3), 12071227. Ank Michels. 2009. “Ideological positions and the referendum in the Netherlands”, Maija Setälä and Theo Schiller (eds) Referendums and Representative Democracy, Routledge: Oxon ve New York. Ank Michels. 2009. “Ideological positions and the referendum in the Netherlands”, Maija Setälä and Theo Schiller (eds) Referendums and Representative Democracy, Routledge: Oxon ve New York. Ardıç, E. (2010, 9 Temmuz). Yetmez ama evet. (Erişim tarihi: 17 Mayıs 2017). https://www.sabah.com.tr/yazarlar/ardic/2010/07/09/yetmez_ama_evet. Atikcan, E. Ö., & Öge, K. (2012). Referendum campaigns in polarized societies: the case of Turkey. Turkish Studies, 13(3), 449-470.
Türkiye'de Referandumlar● 139
Atmaca, M.(2014).Özal’dan Erdogan’a Kürt Sorununda Çözüm Sureci, Hakan Samur and Zelai Kizilkan Kisacik (eds) Turkiye’nin Demokratiklesmesi: Etnik-Dini Kesimler Uzerinden Degisimin Analizi. Konya: Cizgi Yayinevi, ss. 19–53. Austen, J., Butler, D., & Ranney, A. (1987). Referendums, 1978– 1986. Electoral Studies, 6(2), 139-147. Barber, B. (1984) Strong Democracy: Participatory Politics for a New Age, Berkeley: University of California Press. Bayraktar Durgun, G. (2017). Anayasa Referandumu ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi.Yeni Türkiye, 94, 494499. BBC News. (2018, 31 Ocak). Catalonia referendum: Does the region want to leave Spain? (Erişim tarihi: 30 Nisan 2018). http://www.bbc.com/news/world-europe-29478415 Bekaroğlu, E.A. (2015a). Post-Laik Türkiye: Ak Parti iktidarları ve güncellenen laiklik sözleşmesi. İnsan ve Toplum, 5, 103-122. Bekaroğlu, E.A . (2015b). Giriş: 7 Haziran 2015, araftaki seçim. E.A. Bekaroğlu (der.) Araftaki Seçim: 7 Haziran 2015. İstanbul: Vadi Yayınları, s. 9-16. Benli, F. (2017). Cumhurbaşkanlığı sistemi ve Türkiye. Yeni Türkiye, 94, 586-590. Bila, F. (2001). Phoenix: Ecevit’in yeniden doğuşu. İstanbul: Doğan Kitap. Bourdieu, P. (2011). The forms of capital.(1986). Cultural theory: An anthology, 1, Madden, MA: Wiley-Blackwell, 81-93. Bowler, S., & Donovan, T. (2000).Demanding choices: Opinion, voting, and direct democracy. University of Michigan Press. Budge, I. (1996). The Challenge of Direct Democracy. Cambridge: Polity Press. Butler, D. (1994). Referendums Around the World: The Growing Use of Direct Democracy. AEI Press. Butler, D., & Ranney, A. (1978). Referendums: A comparative study of practice and theory(Vol. 216). Aei Pr. Carver,R. (1995). Despair among the dervishes: he role of fundamentalism in Turkey. Bilkent Üniversitesi. Doktora tezi. Cemal, H. (1989). Özal hikâyesi.İstanbul: Bilgi Yayınevi. Cinar, M., & Sayin, Ç. (2014). Reproducing the paradigm of de-
140 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu mocracy in Turkey: Parochial democratization in the decade of justice and development party. Turkish Studies, 15(3), 365385. Cizre-Sakallıoğlu, Ü. (1993). AP-ordu ilişkileri: bir ikilemin anatomisi(Vol. 36). İstanbul:İletişim Yayınları. Cizre-Sakallıoğlu, Ü. (1997). The Anatomy of the Turkish Military’s Political Autonomy. Comparative Politics, 29(2), 151-166. Cizre, U. (2011). Disentangling the Threads of Civil-Military Relations in Turkey: Promises and Perils. Mediterranean Quarterly, 22(2): 57-75. Cizre, Ü. (2003). Demythologyzing the national security concept: The case of Turkey. The Middle East Journal, 57(2), 213-229. Cizre. Ü. (2008). Introduction, The Justice and Development Party: Making Choices, Revisions and Reversals Interactively. In Ü. Cizre (ed.) Secular and Islamic Politics in Turkey: The Making of the Justice and Development Party. New York: Routledge, s. 1-14. CNN Turk (2017, 19 Mart) Ipsos’tan CNN TURK’e referandum sonrasi anketi. (Erişim tarihi: 16 Temmuz 2017) https://www. cnnturk.com/turkiye/ipsostan-cnn-turke-referandumsonrasi-anketi?page=6 Cumhuriyet.(1950, 15 Şubat). Çarkoğlu, A., & Hinich, M. J. (2006). A spatial analysis of Turkish party preferences. Electoral Studies,25(2), 369-392. Çevik, S. ve H. Taş (2013). In Between Democracy and Secularism: The Case of Turkish Civil Society.”Middle East Critique,22(2), 129-147. Dahl, R. A. (2005). Who governs?: Democracy and power in an American city. Yale University Press. Demirel, T. (2004). Adalet Partisi: ideoloji ve politika(Vol. 162). İstanbul: İletişim Yayınları. Demirel, T. (2011). Türkiye’nin uzun on yılı: Demokrat Parti iktidarı ve 27 Mayıs darbesi. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi. Diamond, L., & Morlino, L. (2004). The quality of democracy. Journal of Democracy, 15(4), 20-31. Donald, G., Palmquist, B., & Schickler, E. (2002). Partisan Hearts and Minds: Political Parties and the Social Identity of Voters. New Haven: Yale University Press.
Türkiye'de Referandumlar● 141
Downs, A. (1957). An economic theory of political action in a democracy. Journal of Political Economy, 65(2), 135-150. Düşünen Adam. (1961, 28 Haziran). İstanbul: : Tan Gazetecilik ve Neşriyat. Fishkin, J. S. (1991). Democracy and deliberation: New directions for democratic reform (Vol. 217). New Haven, CT: Yale University Press. Frey, F. (1965). Turkish political elite. Cambridge, Mass., M.I.T. Press. Fuller, L.K. (ed.) (2004). National Days/national ways: Historical, political, and religious celebrations around the world. Greenwood Publishing Group. Gallagher, M. and Uleri, P. V. (eds) (1996). The Referendum Experience in Europe.London: Macmillan. Gözler, K. (2002). Anayasa hukukuna giriş.(2. Basım). Bursa: Ekin Kitabevi Yayınlarınları. Gözler, K. (2017). Referandum mu, plebisit mi. Türk Anayasa Hukuku Sitesi. Erişim adresi: http://www. anayasa. gen. tr/ plebisit. pdf. Green, D. P., Palmquist, B., & Schickler, E. (2004). Partisan hearts and minds: Political parties and the social identities of voters. Yale University Press. Güleçyüz, K. (2016, 29 Kasım). 25 Eylül 1988 Referandumunda Yüzde 65 Neye Hayır Demişti, Yeni Asya.(Erişim Tarihi: 17 Eylül 2018). Günaydın.(1987, 1 Eylül). Günaydın.(1987, 2 Eylül) Güneş. (1987, 8 Eylül). Gürüz, K. (2003). Dünyada ve Türkiye’de yükseköğretim.( 2. Basım) Ankara: Cem Web Ofset. Hamsici, M. (2017, 4 Nisan). 1982 referandumu: Mavi, Beyaz’a karşı. BBC Türkçe.(Erişim tarihi: 07.02.2018) Heper, M. (1985). The state tradition in Turkey. Walkington, England: Eothen Press.
142 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu Heper, M. (2009). Does secularism face a serious threat in Turkey?. Comparative Studies of South Asia, Africa and the Middle East, 29(3), 413-422. Hobolt, S. B. (2007). Campaign information and voting behaviour in EU referendums. In The Dynamics of Referendum Campaigns(pp. 84-114). Palgrave Macmillan, London. Hobson, J.A. (1909). The crisis of liberalism: new issues of democracy.PS King & Son. Hunt, A., & Wheeler, B. (2017). Brexit: All you need to know about the UK leaving the EU. BBC News, 25. Hürriyet. (1960, 1 Mayıs). Hürriyet.(1961, 4 Temmuz). Hürriyet.(1961, 10 Temmuz). Hürriyet.(1961, 12 Temmuz). Hürriyet.(1961, 5 Temmuz). Hürriyet. (2007, 1 Mayıs). Anayasa Mahkemesi’nden iptak kararı. (Erişim tarihi: 17 Aralık 2018). http://www.hurriyet.com.tr/ gundem/anayasa-mahkemesinden-iptal-karari-6441864 Hürriyet. (2007, 29 Mayıs). Hürriyet. (2007, 29 Mayıs). Baykal’dan Erdoğan’a: Giderayak Anayasa değişikliği yapma. (Erişim tarihi: 27 Şubat 2018). http://www.hurriyet.com.tr/gundem/baykaldan-erdogana-giderayak-anayasa-degisikligi-yapma-6607245 Hürriyet. (2008, 31 Temmuz). Hürriyet. (2010, 3 Ağustos). Hyden, G. (2006). Big Man Rule: African Politics in Comparative Perspective, Cambridge University Press, Cambridge. İsviçre Federal Konseyi.(2017). (Erişim tarihi: 30 Aralık 2017). https://www.admin.ch/gov/en/start/documentation/votes.html Kalafat, H. (2017, 2 Şubat). 1987 Referandumu: Özal 75 bin oyla kaybetti. Bianet. (Erişim tarihi: 5 Mayıs 2018). http:// bianet.org/1/17/183220-1987-referandumu-ozal-75-binoyla-kaybetti Kalaycıoğlu, E. (2012). Kulturkampf in Turkey: The constitutional referendum of 12 September 2010. South European Society and Politics, 17(1), 1-22.
Türkiye'de Referandumlar● 143
Karakartal, B. (1984). Bir Siyasal Katılma Türü Olarak Referandum ve 1961 Türk Anayasa Referandumu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 38(3-4), 161-180. Karatepe, Ş., Alkan, H., Atar, Y., Bingöl, Y. ve Bayraktar Durgun, G. (2017). Sorularlacumhurbaşkanlığı sistemi. Ankara: Memur-Sen Yayınları. Kasaba, R. (1998). Eski ile yeni Arasında Kemalizm ve modernizm. R. Kasaba ve S. Bozdoğan (eds.) Türkiye’de modernleşme ve ulusal kimlik. İstanbul: Türk Tarih Vakfı Yurt Yayınları. Kaufmann, B., & Waters, M. D. (Eds.). (2004). Direct democracy in Europe: a comprehensive reference guide to the initiative and referendum process in Europe. Carolina Academic Press. Kaya Osmanbaşoğlu, G. (2014). Typology of the Center-Right in Turkey. I.D. Bilkent Üniversitesi. Basılmamış doktora tezi. Kaya Osmanbaşoğlu, G. (2018). Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Sistemi: Bir “Siyasal İnovasyon” Olabilir mi?. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,20(3),578-599. Kersting, N. (2014). Referendums in Africa. In Referendums Around the World(pp. 186-206). Palgrave Macmillan, London. Keto-Tokoi, R. M. (2018). Obscuring the control of the state in Turkey: the articulation of discourse of private Islam.Turkish Studies, 19(4), 552-570. KONDA. (2010). Başını örtme ve türban araştırması.(Erişim Tarihi: 9 Mart 2017) https://konda.com.tr/wp-content/ uploads/2017/03/KONDA_1011_BASINI_ORTME_VE_ TURBAN.pdf Köprü Dergisi. (1989, Mart). Sentez Yay. Leduc, L. (2002a). Opinion change and voting behaviour in referendums. European Journal of Political Research,41(6), 711732. LeDuc, L. (2002b). Referendums and elections: How do campaigns differ?. Routledge ECPR Studies in European Political Science, 25, 145-162. LeDuc, L. (2015). Referendums and deliberative democracy. Electoral studies, 38, 139-148.
144 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu Lijphart, A. (1984). Democracies: Patterns of Majoritarian and Consensus Government in Twenty-One Countries.New Haven: Yale University Press. Mardin, Ş. (1973). Center-periphery relations: A key to Turkish politics?. Daedalus, 169-190. Mardin, Ş. (2005). Türk Modernleşmesi(15. Basım) (der. M. Türköne ve T. Önder. İstanbul: İletişim. MHP (2007, 4 Ekim) Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli’nin 21 Ekim 2007 Tarihinde Yapılacak Olan Cumhurbaşkanlığı Referandum Süreci Hakkında Yaptığı Yazılı Basın Açıklaması (Erişim Tarihi: 5 Nisan 2017) Milliyet.(1960, 22 Mayıs). Milliyet.(1960, 30 Nisan). Milliyet.(1961, 2 Eylül). Milliyet.(1961, 25 Temmuz). Milliyet.(1961, 26 Temmuz). Milliyet.(1961, 28 Haziran). Milliyet.(1961, 30 Haziran). Milliyet.(1961, 4 Temmuz). Milliyet.(1971, 17 Mart). Milliyet. (1971, 20 Mart). Milliyet.(1971, 4 Aralık). Milliyet. (1971, 8 Aralık). Milliyet. (1974, 16 Kasım). Milliyet. (1977, 31 Aralık). Milliyet. (1978, 1 Ocak). Milliyet. (1980, 13 Eylül). Milliyet. (1980, 14 Eylül). Milliyet. (1980, 2 Ocak). Milliyet. (1980, 3 Ocak). Milliyet. (1982, 1 Kasım). Milliyet. (1982, 2 Kasım). Milliyet. (1982, 3 Kasım). Milliyet. (1982, 4 Kasım). Milliyet. (1982, 5 Kasım). Milliyet. (1982, 6 Kasım). Milliyet.(1985, 1 Aralık).
Türkiye'de Referandumlar● 145
Milliyet. (1987, 5 Eylül). Milliyet. (1988, 10 Eylül). Milliyet. (1988, 17 Eylül). Milliyet. (1988, 19 Eylül). Milliyet. (1988, 23 Eylül). Milliyet. (1988, 26 Eylül). Milliyet. (2007, 1 Mayıs). Anayasa Mahkemesi’nden İptal Kararı. (Erişim tarihi: 16 Temmuz 2018). Milliyet.(2007, 12 Nisan). Büyükanıt’ın konuşmasının tam metni. (Erişim tarihi: 12 Mayıs 2017). Milliyet.(2007, 13 Nisan). Sezer’in konuşmasının tam metni. (Erişim tarihi: 19 Mayıs 2017). Milliyet. (2007, 17 Ekim). Gül’ü rahatlatan yasa kabul edildi. Milliyet. (2007, 22 Ekim). Sadece 7 ilde hayır öne geçti. Milliyet. (2007, 26 Mayıs). Sezer’den veto. Milliyet. (2008, 14 Ocak) Milliyet.(2010, 2 Ağustos). BDP: 12 Eylül’de sandığa gitmeyeceğiz. (Erişim tarihi: 3 Mart 2017). http://www.milliyet.com. tr/bdp-12-eylul-de-sandiga-gitmeyecegiz-siyaset-1271210 Milliyet. (2010, 20 Ağustos). Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a çağrı: Çık pazarlıkları anlat. (Erişim tarihi: 7 Şubat 2017). http:// www.milliyet.com.tr/kilicdaroglu-ndan-erdogan-a-cagricik-pazarliklari-anlat-siyaset-1278950/) Milliyet.(2010, 26 Temmuz). Brütüs atışması. (Erişim tarihi: 11 Temmuz 2017). http://www.milliyet.com.tr/brutus-Atışması-siyaset-1268272/ Milliyet. (2010, 26 Temmuz). Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a: Sen ülkeye ihanet ettin. (Erişim tarihi: 11 Mart 2017. http://www. milliyet.com.tr/kilicdaroglu-ndan-erdogan-a-sen-ulkeyeihanet-ettin-siyaset-1268481/ Milliyet.(2010, 30 Ağustos). Liderlerin referandum vaadleri seçim havası yaşattı. (Erişim tarihi: 13 Temmuz 2017)http://www. milliyet.com.tr/liderlerin-referandum-vaadleri-secim-havasi-yasatti-siyaset-1282855/) Milliyet. (2017, 2 Mart). Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan açıklama. (Erişim tarihi: 2 Mayıs 2018). http://www.milliyet.com. tr/cumhurbaskani-erdogan-dan-aciklama-siyaset-2406131/
146 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu Milliyet. (2017, 10 Nisan). Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Karatepe’den ‘Eyalet Sistemi’ İddialarına Sert Tepki. (Erişim tarihi: 9 Eylül 2018). http://www.milliyet.com.tr/cumhurbaskanligi-basdanismani-karatepe-istanbul-yerelhaber-1969226/. Milliyet.(2017, 10 Ocak). Aklınızı kimseye emanet etmeyin. (Erişim tarihi: 7 Haziran 2018) http://www.milliyet.com.tr/aklinizi-kimseye-emanet-etmeyin--siyaset-2375847/ Milliyet. (2017, 10 Şubat). Bahceli acikladi: İşte MHP’nin seçim sloganı. (Erişim tarihi: 3 Haziran 2018). http://www.milliyet. com.tr/sistem-gecmezse-turkiye-karma-siyaset-2393808/ Milliyet.(2017, 14 Nisan). Danışmanım olsa görevden alırdım. (Erişim tarihi: 19 Haziran 2018). http://www.milliyet.com. tr/-danismanim-olsa-gorevden-alirdim--siyaset-2432100/ Milliyet. (2017, 14 Şubat). Kılıçdaroğlu AYM’ye gitmeyeceklerini açıkladı. (Erişim tarihi: 19 Haziran 2018). http://www.milliyet.com.tr/kilicdaroglu-ndan-basbakan-siyaset-2395997/ Milliyet.(2017, 15 Mart). Kılıçdaroğlu ilk mitingini Amasya’da yaptı. (Erişim tarihi: 12 Haziran 2018). http://www.milliyet. com.tr/kilicdaroglu-ilk-mitingini-siyaset-2414060/ Milliyet.(2017, 15 Mart). Milleti gaza getiriyorlar. (Erişim tarihi: 13 Haziran 2018). http://www.milliyet.com.tr/milleti-gazagetiriyorlar-siyaset-2413755/ Milliyet. (2017, 15 Nisan). Eyalet varsa başbakanlığı bırakacağım (Erişim tarihi: 20 Haizran 2018). http://www.milliyet.com. tr/eyalet-varsa-basbakanligi--siyaset-2432741/ Milliyet.(2017, 18 Nisan). Ak Partili Miroğlu’ndan flaş MHP açıklaması. (25 Haziran 2018). http://www.milliyet.com.tr/akpartili-miroglu-dan-flas-mhp-siyaset-2434517/ Milliyet.(2017, 18 Şubat). MHP’li muhalifler hayır kampanyasını başlattı. (Erişim tarihi: 19 Temmuz 2018). http://www.milliyet.com.tr/mhp-li-muhalifler-hayir--siyaset-2398628/ Milliyet.(2017, 19 Nisan). Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın: Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet Kürt seçmenin güvenini kazanmıştır. (Erişim tarihi: 27 Haziran 2018). http://www. milliyet.com.tr/cumhurbaskanligi-sozcusu-siyaset-2435278/
Türkiye'de Referandumlar● 147
Milliyet.(2017, 19 Şubat). Bahçeli: Vesayet altına girdiler. (4 Nisn 2018). http://www.milliyet.com.tr/bahceli-vesayet-altinagirdiler-siyaset-2398893/ Milliyet.(2017, 22 Mart). Meclisle bütün köprüler atılıyor. (Erişim tarihi: 4 Mart 2017). http://www.milliyet.com.tr/meclis-lebutun-kopruler-atiliyor-siyaset-2418051/ Milliyet. (2017, 26 Ocak). Cumhurbaşkanı Erdoğan referandum için sahaya iniyor. (Erişim tarihi: 1 Temmuz 2018). http:// www.milliyet.com.tr/cumhurbaskani-erdogan-referandumsiyaset-2385313/ Milliyet.(2017, 3 Nisan). Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bu Nazi torunlarına gereken cevabı verin. (Erişim tarihi: 11 Temmuz 2018)http://www.milliyet.com.tr/cumhurbaskani-erdoganrize-de-siyaset-2425550/ Milliyet. (2017, 3 Nisan). Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bu Nazi torunlarına gereken cevabı verin. (Erişim tarihi: 25 Temmuz 2018)http://www.milliyet.com.tr/cumhurbaskani-erdoganrize-de-siyaset-2425550/ Milliyet.(2017, 4 Mart) Başbakan Yıldırım: Artık zayıf iktidarlar dönemi sona erecek. (5 Ağustos 2018). http://www.milliyet. com.tr/basbakan-yildirim-artik-zayif-siyaset-2407496/ Milliyet. (2017, 4 Mart). Cumhurbaşkanı Erdoğan: Var dediklerinin hiç biri Anayasa değişikliğinde yok. (3 Ağustos 2018) http://www.milliyet.com.tr/son-dakika-cumhurbaskanisiyaset-2407480/ Milliyet. (2017, 8 Aralık). Milliyet.(2017, 8 Şubat). CHP’yi Allah ıslah etsin. (3 Ağustos 2018). http://www.milliyet.com.tr/-chp-yi-allah-islah-etsin-siyaset-2392288 Milliyet.(2017, 8 Şubat). Hayırları çoğaltmalıyız. (Erişim tarihi: 4 Ağustos 2018). http://www.milliyet.com.tr/-hayirlarimizicogaltmaliyiz--siyaset-2392289/ Milliyet. (2017, 9 Ocak). Adalet Bakani Bozdag: Siz Atatürk’ün Anayasasina karsi cikiyorsunuz. (Erişim tarihi: 11 Haziran 2018)http://www.milliyet.com.tr/adalet-bakani-bozdagsiz-siyaset-2375763/
148 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu Mullen, T. (2014). The Scottish independence referendum 2014. Journal of Law and Society, 41(4), 627-640. Müller, K. P. (Ed.). (2015). Scotland 2014 and Beyond: Coming of Age and Loss of Innocence?. Peter Lang. Navaro-Yashin, Y. (2002). Faces of the state: Secularism and public life in Turkey. Princeton University Press. Nealon, J. (2007). Foucault beyond Foucault: Power and its intensifications since 1984. Stanford University Press. Neijens, P., Van Praag, P., Bosveld, W., & Slot, J. (2007). Turnout in Referendums: the Dutch Experience. An Analysis of Voter and Referendum Characteristics that Influence Turnout in Referendums. In The Dynamics of Referendum Campaigns(pp. 142-158). Palgrave Macmillan, London. Nilüfer, G. (2000). Melez Desenler.İstanbul: Metis Yayınları. Nokta.(1987, 6 Eylül). Allah referandumunuzu versin. Oğur, Y. (2017, 3 Mart). Milli Referandum Tarihi -3, Türkiye Gazetesi. (Erişim tarihi: 11 Kasım 2018). Özbudun, E. (2000). Contemporary Turkish politics: Challenges to democratic consolidation. Boulder, CO: Lynne Rienner Publishers. Özbudun, E. (2005). Türk Anayasa hukuku. (8.Basım) Ankara: Yetkin Yayınları. Özbudun, E. (2011). Otoriter rejimler, seçimsel demokrasiler ve Türkiye. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Özbudun, E. (2015). Anayasalcılık ve demokrasi. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Özbudun, E. ve Genckaya, O. F. (2009).Democratization and the Politics of Constitution-making in Turkey. Budapeşte: Central European University Press. Özkan, A. (2007). Siyasal İletişim Stratejileri. İstanbul: Tasam Yayınları. Özkan, N. (2002). Seçim Kazandıran Kampanyalar. MediaCat Kitapları, İstanbul. Özpek, B. B. (2012). Constitution-making in Turkey after the 2011 Elections. Turkish Studies,13(2), 153-167. Özyürek, E. (2006). Nostalgia for the modern: State secularism and everyday politics in Turkey. Duke University Press.
Türkiye'de Referandumlar● 149
Qvortrup M. (2018). Two Hundred Years of Referendums. In: Qvortrup M. (eds) Referendums Around the World.Palgrave Macmillan, Cham. Qvortrup, M. (1999) ‘A. V. Dicey: the referendum as the people’s veto’,History of Political Thought, XX(3), Autumn 1999, pp. 531–46. Qvortrup, M. (2014). Referendumson independence, 1860–2011. The Political Quarterly, 85(1), 57-64. Qvortrup, M. (2015). Power to the people! But How? The different uses of referendums around the world.Political Studies Review, 13(1), 37-45. Ranney, A. (1978). ‘Summing Up’, in D. Butler and A. Ranney (eds), Referendums: A Comparative Study of Practice and Theory. Washington DC: American Enterprise Institute. Resmi Gazete. (1960, 14 Haziran). Resmi Gazete. (1960, 16 Aralık). Resmi Gazete. (1961, 23 Mayıs). Sartori, G. (1994). Comparative Constitutional Engineering. London: Macmillan. Savcı, B. (1964). 1961 Anayasasının Müdir Prensiplerine ve Müesseselerine Mukayeseli bir Bakış, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 19(3), 11-36. Selvi, A. (2017, 30 Mart). Son anket ne gosteriyor. Hürriyet.(Erişim tarihi: 10 Eylül 2018) http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ abdulkadir-selvi/son-anket-ne-gosteriyor-40411271 Semetko, H. A., & de Vreese, C. H. (2004). Political campaigning in referendums: Framing the referendum issue. Routledge. Setälä, M., & Schiller, T. (Eds.). (2009). Referendums and representative democracy: responsiveness, accountability and deliberation. Routledge. Sharp, C. D. (1911). The case against the referendum(No. 155). Fabian Society. Shils, E. (1961).Centre and Periphery. InThe Logic of Personal Knowledge: Essays Presented to Michael Polanyi on His Seventieth Birthday. Glencoe: Free Press. SHP Parti Programı.(1985). TBMM Arşivi. (Erişim tarihi: 7 Eylül 2018). https://www.tbmm.gov.tr/develop/ owa/e_yayin.eser_bilgi_q?ptip=SIYASI%20PARTI%20 YAYINLARI&pdemirbas=199301550
150 ● Gülsen Kaya Osmanbaşoğlu - Edip Asaf Bekâroğlu Smith, D. A., & Tolbert, C. (2007). The instrumental and educative effects of ballot measures: Research on direct democracy in the American states. State Politics & Policy Quarterly,7(4), 416-445. Smith, D. A., Tolbert, C. J., & Keller, A. M. (2010). Electoral and structural losers and support for a national referendum in the US. Electoral Studies, 29(3), 509-520. Smith, G. (1975). The referendum and political change. Government and Opposition, 10(3), 294-305. Smith, G. (1976). The functional properties of the referendum. European Journal of Political Research, 4(1), 1-23. Suksi, M. (1993). Bringing in the People. A Comparison of the Constitutional Forms and Practices of the Referendum. Dortrecht: Martinus Nijhoff Publishers. Şafak, E. (2014, 8 Nisan). Yeni donemin isaretleri. Sabah. http:// www.sabah.com.tr/gundem/2014/04/08/yeni-doneminisaretleri Tanör, B. (1986). İki Anayasa. İstanbul: Beta yayınları. Tanör, B. (1997).Osmanlı-Türk Anayasal gelişmeleri.İstanbul: YKY Yayınları. Tercüman. (1961, 11 Temmuz) Tercüman. (1961, 9 Temmuz). Tezkan, M. (2010, 13 Ağustos). Başbakan’ın seçim kozu: 2011’de son kez.Milliyet, (Erişim tarihi: 27 Mart 2018). http:// www.milliyet.com.tr/basbakan-in-secim-kozu-2011de-son-kez/mehmet-tezkan/yasam/magazinyazardetay/13.08.2010/1275943/default.htm. Topuz, H. (2003). II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi. Toros, E. (2014). Social indicators and voting: The Turkish case. Social Indicators Research, 115(3), 1011-1029. TÜİK. (2008). Halk Oylaması Sonuçları, 2007, 1988, 1987, 1982, 1961. Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Yayınları. Türkiye’nin Referandumları. NTV Arşivi.(Erişim tarihi: Aralık, 2018) https://www.ntv.com.tr/video/turkiyenin-referandumlari/ Vreese, C. H. (Ed.). (2007). The Dynamics of Referendum Campaigns: an international perspective. Springer.
Türkiye'de Referandumlar● 151
Vreese, C. H. D., & Semetko, H. A. (2004). News matters: Influences on the vote in the Danish 2000 euro referendum campaign. European Journal of Political Research, 43(5), 699722. Walker, G. D. Q. (1987). Initiative and referendum: the people’s law(Vol. 10). Centre for Independent Studies. Walker, M. (2003). The strategic use of referendums: power, legitimacy, and democracy. Springer. Walker, N. (2004). The Legacy of Europe’s Constitutional Moment. Constellations, 11(3), 368-392. Yavuz, M. H. (1997). Political Islam and the Welfare (Refah) Party in Turkey. Comparative Politics, 63-82. Yeni Şafak.(2018, 6 Nisan). 1988 Anayasa Referandumu Sonuçları. (Erişim tarihi: 20 Eylül 2018) YSK (2018). 1983 - 2007 Yılları Arası Seçim Çevresine Göre Milletvekili Genel Seçimi Sonuçları. http://ysk.gov.tr/doc/ dosyalar/docs/Milletvekili/1983-2007/Turkiye.pdf YSK (YüksekSeçim Kurulu). (2017). 2002 Milletvekili Seçim Sonuçları (Erişim tarihi: 10 Ocak 2018) http://www.ysk.gov. tr/doc/dosyalar/docs/2002MilletvekiliSecimi/gumrukdahil/gumrukdahil.pdf Zaim, S. The Development of Educational System in Turkey (The Impact of Westernization On The Education). İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 45(1-4). Zeller, L. H. (1992). Citizen democracy. National Civic Review, 81(3), 385-389.