Hz. Muhammed'in Hayatı [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

Hz.

Muhammed (S.a.V.)IN H f lY R T I

www.eskikitaplarim.com-Geceyürüyen

Ahmet Geydet Faşa Ç E L K >YAYIM EV

DFBET

27 79 86

MUKADDİME O'NUN İZİNDEYİZ •OL MUHAMMED hilkatin bir tanesi, Bir aceb nür kim güneş pervı\nesi...• Bu kitap, Resül-ü Ekrem .IS.A.V.l'e yakıcı aşkımız, kopmaz bağlılığımız ve izinde gidişimizin bir ifadesidir. Sevgililer sevgili­ sinin, Sevgilisinden aldıklannı gine bir sevgili aracılığı ile bize ulaştınlmasıyla mukaddes sevgiye hürmet açısından bizleri ya­ kıp kül edecek muhabbet belirtisidir. Başka kimin hayatı böyle

derinlemesine incelenebilir ki?...

Başka kime bö,.le divanesi olacak bir tarzda iişık olabiliriz?... işte 63 altın yıl. Panldayan 63 eminlik yılı. 63 yıl cihan sal­ tanatı ömür... Ey izinden Zat-ı

Risalet

gittiğimiz

penAhına

liderimiz,

önderimiz

bağlılığımızın

Peygamberimiz!

derecesini

hiçbir

cıizibe

Aleti tespit edemez. Sana bizi yakıp kül eden bir aşkla bağlıyız ve

izindeyiz. Böyle emredildik. Ey Hı\temiil Enbiya Efendimiz! Bu yüce Şeriat yolu sana, sana ol�n aşkından ötürü yanıp

tutuşan sayısız ümmet sundu. Ancak biz seni layıkıyla anlaya­ madık, tanıyamadık ve sevemedik. Bu sebepten de zaman za­ man mübarek izini kaybettik. Senin saltanat sarayının eşiği kirli yüzümüzü sürüp, kirletemiyec,,ğimiz kadar yüce ve pak.tir. Aşk erbabı Hz. Mevliinı\ : ·Ben sağ

olduğum

müddetçe

Kur'an'ın

kulu,

bendeslyim,

Hz. Muhammed Muhtann yolunun tozuyum, toprağıyım.• sözleriyle sana olan bağlılığını sundu. Ey Aleyhissalat-ü

Vesselam Efendimiz!

Sensin, Allah-u Teala'nın ilk yarattığı varlık. Sensin, ·Ben sizin Rabbiniz değilmiyim• şeklinde hitab-ı iz­ zete ilk defa •Evet Rabbimizsin• cevabını veren. Sensin, Adem ve bütün mahlükatın kendisi sebebine yaratılan Sensin, bütün peygamberlere ·Habibime yetişirseniz peygam­ berliğini tasdik edin• dost.

diye yapılan Allah emrinin işaret ettiği

SON PEYGAMBER MUHAM MED MUSTAFA SALLALLAHÜ .ALEYHİ VE SELLEM HAZRETLERİNİN DOGUMLARINDAN ÖNCE M EYDANA GELEN OLAGANÜSTÜ OLAYLAR

Son zamanlarda Arabistan ülkesinde İsma i l Aleyh is­ selôm nesl inden son peygamber olan zatın geleceği daha önceki Allah tarafından gönderilmiş mukaddes kitaplarda yazı l ı idi. Önceden gelmiş peygamberlerin bazıları da onu öze l l i k ve n itel i kleri ile tarif etmişlerdi. Bütün insanlığın ve yaradılmışların en övgüye lôyığı ve en üstünü olan son peygamberin, o devrin şartlarına göre Arablar arasından ortaya çıkması Allah'ın bir hikmeti gereği idi. Çünkü, Arablar o zamanlarda d ünyaya yayılmış olan fenalıklara bulaşmayarak ve Romal ıların çirkin gelenekle­ rine a lışmayarak , Arap yarımadasında bedevilik (yani köy ve çöl hayatı) sayesinde öz yaradı lışları üzere kalmışlard ı . H e r n e kadar Arablar ilim v e sanatça ilerliyememiş­ lerse de içlerinde yazı, h itabet ve şiir yönünden zirve gibi bir edebiyat seviyesine u laşmış pek çok şairler ile kıy­ metli edibler ve hatibler yetişmişti. Okuma ve yazmaları olmadığı halde gayet güzel şi­ i rler söylerler, daima bu g üzel şiir söylemeleri ve güzel konuşmaları ile övünürlerd i . Hatta, Mekke yakınları nda «SOk-ı Uközıı denen yer­ de her yıl a rabi zilka'de ayında büyük bir panayır kurulur, her taraftan şairler ve güzel konuşan hatipler toplanı rlar­ d ı. Güzel ş i i rler söylenir, güzel konuşmalar yapı l ı rdı. Ka-

Sensin ·O kendi lre'y-ül hevasından söylemez. O, kendisine IAllah'dan ilka edilegelen bir vahiyden başkası değildir.• (Necm 3, 4) iltüatının mazharı ve : Sensin ·Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik• (Enbiya 1071 •Sonra !Cebrail onal yaklaştı Derken sarktı. (Bu suretle O Peygambere) iki yay kadar yahut daha yakın oldu da lNecm 8, 91 tahtının sultanı. şerefinin layığı. Dilimiz seni övmekten acizdir. Ancak kalbimiz Muhammedi aşkla çarpmaktadır. Hutben okunur minber-i iklim-i bekada, Hükmün tutulur mahkeme-i ruz-u cezA da. •

Gülbank-ı kudumun çalınır Arş-ı Hüdada, Esma-ı şerifin anılır arz-ı semada. Sen Ahmed-u Mahmud-u Muhammed'sin efendim, Sultan'ı resiıl-ü şah-ı mümeccedsin efendim, Hak'tan bize sultani müeyyedsin efendim, Biçarelere devlet-i sermedsin efendim. Divan-ı ilahide seramedsin efendim, Menşar-ı •Le emruk· le müeyyedsin efendim. Sen Ahmed-u Mahmud-u Muhammedsin efendim, Hak'tan bize sultanı müeyyedsin efendim. Şekildeki Galib Dedenin sana aşkının ifadesi olan bu sesle­ nişe karşılık, sen padişahlar padişahına şeriatinin divanesi olan padişah sultan 1. Ahmed de Bahti mahlasıyla söyle saygısını sunar: Nola t&ım gibi başımda götürsem daim, Kadem-i pak.ini ol Hazret-i şah-ı Resülün. Gül-i Gülzar-ı Nübüvvet ol kadem sahibi.dir. Bahti'ya durma yüzün sür kademine ol gülün. Aziz Okuyucu, Doğruluk, O'nun hayatından bize akseden parıltılar. Güzellik, Cihana güzeli sevmeyi öğreten öğütleri. Şeref. Sevgisine erenlere verdiği bir lütuf V"l Felek, O'nun kemerinden bir parçadır. Allah IC.C.I bizi, bu doğruluk, güzellik ve şereften mahrum kılmadan kendine gerçek kul ve habibine gerçek ümmet eylesin. AMİN. Vel hamdülillahi Rabbil ıilemin. PAMUK YAYINLARI

HAZRETi MUHAMMED'IN

6

zananlar müköfatlar alırlar, ayrıca şiirleri de. Köbe duva­ rına ası l ı rd ı . O zamanlarda b u şekilde müköfat kazanıp, Köbe d u ­ varına ası lmış o l a n yedi ş i i r (başka bir deyimle yedi kasi­ de) vardı ki, onlara «Muallakat-ı Seb'a = Yedi asılmışlar» den i l irdi. Onların birincisi: imri'ül-Kays adlı şairin şi iri idi. Bu şiir, Köbe'nin en yukarısına asılmış olduğu halde Hazret-i Muhamrned (S.A.V.)'in peygamber oluşuna kadar öylece kalmıştı . Netice, şairler ve hatibler güzel şiirler ve etkileyici konuşmalarla ha lka güzel öğütlerde bulunmak '3uretiyle ahlôklarını g üzelleştirmeye büyük caba harcarlard ı . O zamanki cahil iyet cağında Arabları n güzel ş i i r söy­ lemek ve etkileyici parlak konuşmalar yapmak hususun­ da bu derece ileri g itmeleri dikkat edilecek ve örnek alı­ nacak bir husustu. Hatta Arap d i li ni n o derece mükem­ melleşmesi Allah tarafından bu dil ile mukaddes bir kitap gönderileceğine işaret idi. Peygamberlerin babası denecek kadar en eskilerden ve büyüklerden olan Hazret-i İbrahim Aleyhisselöm, oğlu Hazret-i İsmail Aleyhisselöma dua edip Allah Teölö'nın da onun duasını kabul ederek İsmail Aleyhisselöm'ın so­ yundan büyük bir millet meydana geleceğ ini müjdelemiş olduğu , zamanında Hazret-i Musa Aleyhisselöm'a gönde­ rilmiş bulunan Tevrat'da anlatı lır. Hazret-i İbrah i m Aleyhisselöm'ın öteki oğ lu Hazret-i İshak Aleyh isselöm'ın soyundan bir cok peygamberler ge­ l i p geçmiş ve onları n devri sona erip artık İsmail Aleyhis­ selöm'ın nesline sıra gelmişti. İshak Aleyhisselöm'ın soyundan 1gelen bu kadar peygamberlere karşılık lsma i l Aleyhisselöm'ın soyundan da peygamberlerin sonuncusu gelecekti . Araplar soy ilm ine çok değer verip her kabile kendi soyunu korurdu. Kabilelerin birbirine nisbetle üstünlüğü •

HAYATI

7

olup, her biri kız alıp vermekte emsalini arar ve dengini gözetirdi. Hazret-i İsmail'in evlôd ve toru nları çoğaldı. İçlerin­ den Adnan oğulları, onların içinde M udar oğulları , onların içinde Kureyş kabilesi diğerlerinden seçkin oldu . Kureyşin i çi nde de Haşim oğulları hepsinden faıla üstünlük ve şe­ ref sahibi oldu. Haşim'in babası Abdi Menaf, onun babası Kusay, onun babası Hakim, onun babası Mürre, onun babası Kô'a b, onun babası Lüey, onun babası Galib, onun baba­ sı Fihr, onun babası Malik, onun babası Nadr, onun ba­ bası Kinône. onun babası H uzeyme, onun babası Müdrike, onun babası İlyas, onun babası M udar, onun babası N i zar, onun babası Ma'ad, onun babası Adnan'dır. Adnan da İsr.ıail Aleyhisselôm'ın oğl u Kayzar'ın soyundandır. İşte son peygamber olan Peygamberimiz Hazret-i M u hammed Salla i lahü aleyhi vesellem efendimizin bü­ yük ataları bu zatlard ı r. Her birinin zürriyeti çoğalmış ve her biri bir çok toplumların başı, bir takım kabilelerin, oy­ makların dedesi ve babası ol muştur. Fakat. her ne zaman birinin iki oğ l u olsa yahut bir kabile i ki kol olsa son peyga mber olan Peygamberimiz Efendimiz (S.A.V. ) 'in soyu en şerefli ve hayırlı olan tarafta bulunur, her çağda onun büyük atası kim ise yü­ zündeki belirli bir aydınlık ( nur) dan bilinirdi. Çünkü Haz­ ret-i İsmail'in alnında bir nur (yüce bir aydı nlık) vardı ki, ü l ker yıldızı gibi parlard ı . Bu nurluk ona babası Hazret-i İbrahim'den kal mış, sonra oğuldan oğula geçerek Ad nan'a, ondan Maad'a ve N izar'a gelmişti. l'ii i zôr, Arabça az bir şey manasına olan «Neznı ke ­ l i mesinden gelir. Bu şekilde bir cd konuiması nn sebebi şudur: N izar dürayaya geldiğinde babası Maad onun al­ nındaki nuru görünce çok sevinmiş ve bundan dolayı kav­ mine (oymağına) büyük bir ziyafet vermiştL «Böyle bir



8

HAZRETİ MUHAMMED'IN

oğul için bu şekilde bir ziyafet azdır bile.» dediğinaen Oillunun adı N izar kalmıştır. . N izar'ın alnındak! bu nur (yüce ayd ı nlık) ise Peygam­ berimiz Hazret-i Muhammed (S.A.V.) 'e ait nur (yani n Cı r-u Muhammedi) olup· Hazret-i Adem'den beri evlôddan evlô­ da geçerek sonunda asıl sah ibi olan son peygamber (Ha­ tem'ül-Enb iyô) Efendimiz (S.A.V.) de kalmıştır. İşte bu şekilde Adnan oğu lları içinde Hazret-i Mu­ hammed (S.A.V.)'e a it nuru kendinde bulunduran seçkin bir soy meydana gelmişti. Her çağda bu soydan olan bü­ yük zat kim ise yüzünün üstün tatl ı l ı k ve nurluluğu dola­ yısiyle diğerlerinden seçilir ve hangi kabilede ise o kabile d iğer kabilelerden seçkin olurdu. Bu bakımdan N izar'ın evlôd v� torunları içerisinde Beni Mudar (Mudaroğulları ) d iğerlerinden daha fazla ş a n ve şöhret sa hibi oldu. Beni Mudar da çoğalıp etrafa yayıldı. Bir çok kabilelere ayrıldı . İçlerinden Kureyş kabilesi üstün oldu. Kureyş kabi lesi Fihr bin Malik'in evlôd ve torunları demektir. Onun oğu lları içinde Galib, Galib'in oğulları için ­ de Lüey, Lüey'i n oğul ları içinde Kôab diğerlerinden seç­ kin ve sayılır bir durum elde etti. Kôab bin Lüey Cuma g ünleri kavmini toplayıp onla­ ra konuşma yapard ı. Kendi soyundan son Peygamber' i n geleceğini söylerdi. V e onun zamanına kim yetişirse ona i man edip tôbi olsun, d iye öğüt verirdi. Kôa b'ı n torunları ndan olan yukarıda a nlatılan Kusay da Kureyş kabilesi içinde çok büyük bir k imsedir. Orada burada dağınık bir halde bulunan Kureyşleri toplayı p bir araya getirerek kuvvetlendi v e Mekke'nin başkanı oldu. Mekke'de bulunan Kôbe'nin ( Beytullah'ın) h izmeti as­ lında Hazret-i ismail'in evlôd ve torunları ndan i ken sonra bu şerefli h izmet Cürhüm kabilesine geçmiş, sonradan Yemen'den göç ederek Mekke civarında yerleşen H uzôa kabilesi bir aralık Kôbe h izmetini ve Mekke başkanlığını ele geçirmişti. Kusay bir vesile ile Kôbe'nin anahtarlarını

HAYATI

9

H uzlia'dan aldı. Ondan sonra Kôbe h izmeti de Kureyş ka­ bilesinde kaldı . Kusay'ı n Züh re adında bir kardeşi vardı, onun da ev­ lôd ve toru nları çoğaldı. Kureyş topluluğu içinde ayrı bir şeref ve üstünlük kazandı ki, son peygamber olan Pey­ gamberimiz Hazret-i Muhammed (S.A.V.)'in muhterem an­ nesi Amine hôtun onun soyundandır. Kusay öldüğü zaman Abd-i Menaf , Abdüddôr ve Ab­ dül'uzzô adında oğul ları vardı. Bunlar içinde Abd-i Menaf hepsinden fazla şeref ve ün kazandı. Abdüddar'ın neslin­ den de Kôbe'nin h izmet edicileri, bakıcıları olan Beni Şey­ be (Şeybe Oğulları} geldi . Abd-i Menaf'ın Haşim, Abdi Şems, Muttalib v e Nev­ fel adında dört oğlu oldu. Bunların her birinin züriryeti ço­ ğaldı. Hatta Beni Ümeyye ( Ü meyyeoğulları ) denen Eme­ viler, Abd-i Şems'in neslinden gelmişti. Fakat bunların hepsinin en şereflisi ve üstünü Hôşim'dir ki, Abdi Menaf'­ dan sonra Kureyş topluluğu (kavmi) nun en ileri geleni oldu. Onun temiz soyundan gelenlere Haşimoğulları ( Beni Haşim) ve Hôşimiler denir. Peygamberimiz de bun lardan ­ d ır. Kureyş kavmi ticarete alışmış bir topluluktu. Kışın Ye­ men'e ve yazın Şam'a g iderler, her sene her i k i tarafla da çok alış veriş yaparlard ı . Bu bakımdan, Hôşim d e Ş a m kafilesi i l e Mekke'den çıkıp g iderken Medine'ye uğradı. Orada Neccaroğulları toplu l uğ u ndan Selnıa adlı kız ile evlendi. Oradan Şam ta­ rafına g itti ve Gazze'de öldü . Selmô, Haşim'den hômile kaldı. Çok güzel, yüzü nurlu bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Adını Şeybe koydu. Şeybe büyüdü. Dayı çocukları ile beraber çıkıp gez­ meğe başladı. Fakat, h içbirine benzemezdi . Yüzünde nu­ rani bir aydınlık vardı. Ay gibi parlardı. Güzel cemalini gö­ ren herkes hayran kalırdı. Başka bir soydan olduğu yü­ zünden, gözünden belli olurdu.

10

HAZRETi MUHAMMED'IN

Ensar'dan (Yani Mekke'den Med i ne'ye göç eden Pey­ gamberimiz (SAV.) Efendimiz'e ve ilk Müslüma nlara yar­ dım eden Medine'li Müslümanlardan) Resülullah'ı med­ heden (öven) meşh ur şair Hassôn'ın babası Sabit o sı ra­ da Medine'den Mekke'ye gidip Haşim'den sonra Kureyş kabilesinin reisi olan kardeşi Muttalib ile görüştü. Ona: «Eğer kardeşinin oğ lu Şeybe'yi görsen şaşar ka lırsın. Ba­ bası na ne kadar benziyor. Ne kadar da güzel li k ve şeref sahibidir, tarif olunmaz.» d iyerek Şeybe'yi övdüğ ünden M uttalib'in kalbine onu görmek arzusu d üştü. Kureyş kabilesi içinde babadan oğula intikal edege­ len nübüvvet ( peygamberlik) nuru Haşim'e gelmiş ve onun yüzünde görülmüştü. Halbuki Hôşim'in Şeybe'den başka Esed adında bir oğlu olmuşsa da ondan sadece Fatıma is­ minde bir kız kalmış idi. Bu Fatıma Hazret-i Ali'nin valide­ sidir. Bu duru ma göre Hôşim'e a ncak Şeybe'nin en hayırlı halef olması tabii bir şeydi. Sabit'in ifadesi de bunu kuv­ vetlendirdi. Bundan dolayı Muttalib, Şeybe'yi görmeğe mecbur olara k hemen Mekke'den kalkıp Medine'ye gitti. Bu şekilde Muttali b Medine'ye vardı. Bir yerde Nec­ caroğullarının ( Beni Neccar'ı n) çocukları arasında Şeybe-' yi gördü. Onun şekline, duruşuna, yüzündeki parlaklık ve güzell iğe hemen bir kere bakınca kendisine kimse söyle­ meden kardeşinin oğlu olduğunu anlayıp gözlerinden yaş­ lar aktı. N itekim M uttalib, Şeybe'yi bu şekilde davranışların­ dan ve har:eketlerinden tanıdığı nı. bunun üzerine gözlerin­ den yaşlar geldiğini bazı şiirleri nde pek acıklı olarak açık­ layıp an latmıştıı . M uttalib hemen orada Şeybe'ye bir kat elbise giydirdi ve annesinin yanına gönderdi. Sonra annesini razı ederek Şeybe'yi alıp Mekke'ye götürdü. Mekke'ye g irerken Şeybe'yi görenler «Acaba bu ço­ c u k Muttalib'in kölesi midir?ıı demişler ve bundan dola­ yı Şeybe'nin adı «Abdülmuttal ibıı kalmıştır. Muttalib'in ve-

HAYATI

11

fatından sonra onun yerine geçip Kureyş kabilesinin efen­ disi ve reisi olmuştur. Abdül muttalib'in alnında Hazret-i Muhammed'e ait nur parlardı ve Kureyş kabilesi bereketlenird i . Hatta Mekke bölgesinde kıtlık baş gösterse onun e l i ­ n e yapışıp , Sübeyr dağına çı karlar, onun yüzü suyu hür­ metine Cenab-ı Hak'dan yağ mur isterlerdi. Cenab-ı Hak da o Muhammedi nür h ü rmetine onlara rahmet ve bereket ihsan ederd i . Peygamberlerin sonu Efendimiz (S.A.V.) hazretl eri nin dünyaya gel mesi yaklaştıkça kôh inler onun teşrifini haber vermeye, acaib ve garib haller, olağan üstü alômetler be­ l i rmeye başlad ı . Bu cü mleden olmak üzere Abdül muttalib b i r gün Harem-i Şerif'de yatıp uyurken bir rüya gördü. Korku ile uyandı. Kôh i nlere varıp rüyasını anlattı. Kôh inler de: «Se ­ nin soyundan bir çocuk doğaca k, yerde ve gökte bulu­ nan bütün yaratı klar ona iman edecek» ded i ler. Bunun üzerine Abdülmuttalib Kureyş'in namuslu ve iffet sahibi kızlarından Fatıma adlı bir kız ile evlendi . Ondan oğlu Abdullah dünyaya geldi ve Muha mmedi nur onun alnında görülmeye başladı . Daha önce M ekke'de hüküm süren Cürhüm kabilesi üzerine düşmanlar musallat oldıığundan Yemen tarafına kaçmaya mecbur oldu kları nda Kôbe hazinesi nden bir hay­ li eşya alıp, zemzem kuyusuna atmışlar ve üzerine de taş ve toprak döküp kuyunun yerini bel i rsiz hale getirmişler­ di. Uzun yı llar zemzem kuyusu böyle kaldı. Zemzemin nerede olduğunu hiç kimse bil miyordu. Bir gece Abdül­ muttalib'e rüyasında zemzem kuyusunun yeri haber veril­ miş ve nişan ! arı gösterilmişti. Bu suretle Abdü lmuttalib zemzem kuyusunu buldu ve oğulları ile beraber onu kazmaya başladı. İçinden kı­ l ıçlar, zırh la r ve a ltından yapı l mış geyik heykelleri cı ktı.

12

HAZRE11 MUHAMMED'IN

Abdülmuttalib onları a ldı ve geyik heykellerini Köbe'nin kapısı önüne koydu. Zemzem kuyusunu tamamen ayıkla­ yıp hacılara zemzem ulaştırmaya başladı. Kureyş kabilesi, en büyük cedleri olan Hazret-i isma­ jl'den kalma mü barek bir kuyunun meydana çıkmasından dolayı son derece memnun oldu. Bu yüzden Abdülmut­ ta lib öncekinden daha ziyade şan ve şöh ret kazandı. Hal­ kın gözünde itibar ve üstünlüğü arttı . Abdülmuttalib'in oğulları Haris, Ebüta lib, Ebü Leheb, Gaydak, Hacı. Abdülköbe, Mukavvim, Zübeyr, Dıra r, Ku­ sem, Abdullah, Hamza ve Abbas'dı r. Fakat Kusem küçü k iken vefat etmiştir. Abdül muttalib , oğulları içinden en cok Abdu llah'ı se­ verdi. Zira içlerinde en güzel ve en üstün o idi, nübüvvet nuru da onun yüzünde parlıyordu. Zühreoğulları (Beni Zühre) şeyh i Vehb'in kızı Amine soy sopça Kureyş kızlarının en faziletlisi olduğundan Ab­ dülmuttalib onu Abdullah'a aldı. Amine, Abdullah'dan son peygambere hamile kaldı ve hemen Abdullah'ın alnındaki parlak nur Amine'nin al­ . nı nda görüldü. O sırada Kureyş kabilesi bir kıtlığa d üştü . Çok sıkıntı ve darlık çekmekte i ken Peygamberimiz ana rahmine düş­ t�ğü gibi onun hürmetine Allah Teôlö hazretleri Kureyş'in bağ ve bahçelerine o kadar feyz ve bereket verdi ki, hepsi zengin oldu. O seneye Araplar feth ve ibtihac (yan i rah­ met v e sevine) senesi dEildi ler. Amine h a m ile i ken Abdullah Şam kafilesi ile Med i ne'ye g itti . Oraçla hastalanıp yirmi beş yaşında olduğu halde dayı ları yanında vefat etti. Bun­ dan doiayı son peygamber olan Peygamberimiz Efendimiz (S.A.V.) hazretleri tek başına bir inci gibi anası karnın­ da iken tek ve yetim kaldı. İşte o esnada fevkalade olaylardan olarak meşh ur «Fil» vakası meydana geldi.

HAYATI

13

Şöyle ki: Bir çok yıllar Yemen'de hükümran olan Hü­ meyr Meliklerinin kuvvetlerine zayıflık geldiğinden Ha­ beşler Arabistan bölgesine geçip Yemen taraflarını ele geçirmişlerd i. Saltanat nöbeti Habeşlerden Ebreh'e adlı mel ike gel­ diğinde Yemen'in başkenti olan San'a'da büyük bir kilise yaptırdı . Bundan maksadı Arapları Köbe'yi ziyaretten vaz geçirmek ve yüzlerini San'a'ya çevirmek idi. Araplar ise eskiden beri senede bir kere Mekke'ye gelip, Köbe'yi zi­ yaret ettiklerinden, böyle San'a'da yeni yapılmış bir kili­ seye yönelmek şöyle d ursun ona hakaret gözü ile baktılar. Hatta içlerinden birisi o kiilise içine g irip pisledi. Bundan dolayı Ebreh'e çok kızdı. Hemen Köbe'yi yıkmak üzere bü­ yük bir ordu ile Mekke'ye doğru hareket etti. Taif'e gel­ diğinde bir miktar askerle bir adamı Mekke'ye gönderdi. O da gelip Mekke ahalisinin hayvanlarını sürdü. Bu sırada Abdülmuttalib'in de dört yüz devesini götürdü. Abdül mut­ tal i b hemen Ebrehe'nin ordusuna g itti . « Kureyş'in reisi geldiı diye haber verdiler. Onu yanına çağırıp, çok hür­ met ve itibarda bulundu. « N için geldinı d iye sordu. Abdül­ m uttalib develerini istedi. Ebreh'e: «Ben sandım ki Köbe'yi yıkmayayım d iye ricaya geldin» ded i . Abdülmuttal i b şöyle d ed i : «Ben develerin sahibiyim. Onları isterim. Köbe'nin ise sahibi vardır. Onu O korur.ı Hemen Ebrehe emretti, hayvanlarını geri verdiler. Abdül muttalib hayvanları aldı, Mekke'ye götürdü. «Bu Beyt'i n (yani Kdbe'nin) sah ib i onu korur, korkmayınızı d iyerek Kureyş'lileri tese lli etti. Çünkü Hötemül �nbiya h azretleri ana rahmine düş­ müş, d ünyayı şereflendirmeleri çok yaklaşmış ve buna da­ ir alametleri belirmişti. Abdülmutta l i b rüyasını görmüş; bu sebeble Ebrehe'nin Beytullah'ı ( Kö be'yi) yıkamıyacağını kendi vicdanında h issetmişti. İki ay sonra son peygamber dünyayı şereflendirecek, son·ra Köbe'yi kıble edinecek ve Ebrehe ord usunun hali dahi d ünya insa nlı()ına bir büyük ibret olacak idi. Şöyle ki:

HAZRETI MUHAMMED'IN

H

Ebrehe'nin bir büyük fil'i vardı. Daima onu askerinin önün­ de yürütür ve onunla nereye varsa muzaffer olmak inan­ cında bulunurdu. Öyle tecrübe etmiş ve öylece bellemiş idi. Bu defa da Ebrehe o fil'i ordusunun önüne kattı. He­ men Mekke-i Mükerreme üzerine yürüttü. Mekke'ye yak­ laşıp da içeri girmeye hazırlanırken o fil yere çöktü. Kal­ dırıp yürütmeye çalıştılar, yürümedi. Başını başka tarafa çevirdikçe hemen koşup gider, fakat Mekke'ye doğru çe­ virdikçe gitmeyip yere yatardı. Onlar bu hareketlerini devam ettirirken Hak TealO ta­ rafından bir çok Ebabil kuşu geldi. Her birinin ağzında ve ayaklarında birer ufak taş vardı. Ebrehe askerinin üzer­ lerine salıveriyorlardı. Hangisine isabet ederse yaralanıyor ve ölüyordu. Bir çoğu bu şekilde mahvoldu. Kalanları düşe kalka Yemen'e kaçıp kurtuldu. Ebrehe de bu şekilde San'a'ya varabilmiş ise de fena halde hasta olduğundan çok geçmeden ölmüştür. Ondan sonra Ebrehe'nin iki oğlu sırası ile bir müddet San'a'da hükümran olmuş ise de çok sürmeyip devletleri son bulmuştur. Ebrehe'nin askeri o şekilde perişan olduğunda Mek­ ke i Mükerreme ahalisi dışarı çıkıp onun ordusunda bul­ dukları mal ve eşyayı aldılar. Son Peygamber

(S.A.V.) hürmetine Kureyş kabilesi,

hem öyle bir büyük düşman şerrinden kurtuldular, hem de zahmetsiz bir şekilde bir hayli ganimet malına nail oldular. Bir kat daha şan ve şöhret sahibi oldular. Kureyş kabilesi ile arası acık olan diğer Arap kabileleri artık onlarla cenk ve mücadeleden vaz geçip, onları Allah tarafından yardım gören bir kabile olarak bildiler. Bu seneye Araplar «Fil yılı» adını verdiler. Bu yıl, Hazreti İsa'nın doğumunun 571 nci senesi idi. Son Peygamber (S.A.V.) de o yıl doğdu. Ebre-

HAYATI

15

he'nln yukarıda gecti!li gibi 'Mekke'ye gelip gitmesi mu­ harrem ayının ortalarında idi. Elli kadar gün sonra Rebiul'­ evvel'in içjnde de Hazret-1 Muhammed (S.A.V.)'ln dünyaya teşrifleri meydana geldi.

HAZ RET-İ M U HA M M ED'İN DOGUMU

Fil yılında ve ROmi aylardan Nisa n içinde, Rebiul'evvel ayı nın on iki nci pazartesi gecesi sabaha doğru henüz tan yeri ağardığı vakit dünya başka bir dünya oldu. Son pey­ gamber ( Hatemül'enbiya) (S.A.V.) hazretleri doğdu. Gün doğmadan d ünya nur ile doldu. Abdullah'dan Amine'nin al nına geçmiş olan yüce n ur, onun alnına geçti. Adem Aleyhisselôm'ın devrinden beri evlôddan evlôda geçegelen son peygamberl i k nuru sahi­ bini buldu. A rtı k onda karar kıldı. Ertesi pazartesi günü sabahleyin hep putlar yüzüstü düşmüş bulundu. Görenler hayrette kaldı. Hazret-i Amine şöyle dermiş: Ben diğer kadınlar gibi hamilelik zahmeti çekmed im. Hamilelerde meydana gelen a ğ rı l ı kları görmedim. Fakat g ece rüyada gördü ki, bir k i m­ se gelip ey Amine muhakkak bilmelisin ki, sen ôlemlerin (bütün dünyaların) en hayırlısına hamilesin. Doğduğu va­ kit adını Muhammed koyasın, ded i . Doğum zamanı geldi­ ğ inde kulağı ma bir büyük ses geldi. Ü rktüm. Hemen bir ak kuş geldi. Kanadı ile a rkamı sığadı. Benden korkma ve ürkme he ileri geçti. Bir yanıma baktım, bir beyaz kôse ile şerbet sund ular. Alıp içtiğimde her tarafı mı nur kapladı. O a nda Muhammed d ünyaya geldi. Etrafıma baktım gör­ düm k i, Abd-i Menaf kızlarına benzer fakat gayet uzun boylu b ir çok kızlar beni tavaf ed iyorlard ı . Hayret ettim.

17

HAYATI

Yô Rabbi! Bunlar ki mler acaba, ded im.» Hazret-i Muham­ med'in doğumları zamanında Amine'nin gözünde perde kaldırılıp o şekilde cennet hurilerini ve melôike-i kiramı yörmüş ve daha bir çok olağanüstü haller seyretmiş ol­ ciuğu nakled il ir. Aşere-i mübeşşereden Cennetle müjdelenmiş on ki­ şiden Abdurrahman bin Avf.. hazretlerinin annesi Şifa ha­ tun o gece Amine'nin yanı nda bulunmuş ve onun gözüne de Hazret-i Muhammed'in doğumu esnası nda doğudan batıya kadar bütün dünya nur ile dolmak gibi bir çok ola­ ğanüstü şeyler görül müş olduğunu oğlu Abdurrahman (R.A.) ya söylemiş, o da diğer inı,anlara anlatmıştı r. O gece Abdülmuttalib Mescid-i Haram'da Cenab-ı Hakka dua ve yalvarışta bulunurken « M üjde ey Abdül­ mut!alib! Şimdi Amine'den bir çocuk doğdu. Va rlığı ôleme. rahmettir.» d iye g izliden bir ulvi ses işitmiş derhal Amine'­ nin yanına g itmiş, orada da bir çok hôrikulôde. şeyler görmüştür. Son Peygamber Hazret-i Muha mmed (S.A.) sün netli ve göbeğ i kesilmiş olduğu ha lde doğ muş idi. Arkasında iki kürek kemiği arası nda kalbinin h izasında bir nişane­ si vardı ki ona nübüvvet ( Peygamberlik) mührü denilir. Hazret-i Aişe (R. Anha) der ki: Mekke'de bir Yahudi vardı. Hazreti Muhammed (S.A.V.)'nin dünyayı şereflen­ d irdikleri gecenin ertesi günü Küreyş kabilesine gelip « Bu gece aranızda bir erkek çocuğu dünyaya geldi mi?» diye sormuş, « Evet, Abdul lah bin Muttal ib'in bir oğlu ol­ du» demişler. «İşte, son peygamber O'dur. Arkasında alô­ meti vardır d iye haber vermişti. Gitmişler o mübareği gör­ müşler; Yahudi onun şekil ve şemailine bakıp arkasın­ daki Peygamberlik mührünü görünce aklı başı ndan git­ miş ve « Peygamberli k artık İsra i l oğulları ndan gitti. Bun ­ dan sonra başka Peygamber gelme ümi a kesildi; Ku reyş F

:

2

18

HAZRETİ MUHAMMED'lN

Kabi les i n e öyle b i r devlet ve kudret erişecek ki haberi doğudan batıya kadar ulaşacak» demiştir. İsra i l oğul l a rı Peygamberleri, son Peygamber Haz­ ret-i M u h a m med'i bazen Muhammed, bazen Ah med d iye an latmış ve alômetlerini söylemiş oldukları ndan, gaybla il g i l i bazı keşif sahipleri de bazı ist i h raclarda bulunduk­ larından o zaman Yahudi kôh i nleri (sihirbaz a l i mleri) a ra ­ sında s o n Peygamber Hazret-i M uhammed'e dair cok sözler söylenir. Dü nyayı şereflendi rmesi bek lenir idi. Bu bakımdan doğum tarihini bu şekilde keşfed i p belirlemiş ­ lerd i . Hassôn b i n Sôbit şöy le d iyor: Ben sekiz yaşı nda idim. İyi hatı rl ıyoru m . Bir g ü n saba h leyi n Medine'de bir Yahudi d iğer Yahudilere bağ ı rı p «Bu gece Ahmed ' i n yı l­ dızı doğ du» dedi. Sonra hesab ett i m. Muhammed (S.A.V.)'i n doğumuna uygun d üştü. Abdül muttalib bu gibi hayırlı alômetleri gorunce son derece memnun oldu. « Bu çocuğun şônı çok büyük ola­ cak» ded i . Kend isi ne, Allah tarafından öyle hayırlı b ir oğ ul ihsan buyurulduğuna dair bir g üzel kaside söyled i . B i r büyük ziyafet terti pleyip Kureyş kabilesini davet etti. Geldiler, yediler; içtiler. « Bu ziyafete sebep olan çocuğa ne ad koydun?» d iye sordular. Abd ü l muttalib: « Muham­ med» diye cevap verdi. Onlar d a : « Böyle ataları nda ol­ mayan bir ismi koymakta n maksa d ın nedir?» ded iler. Ab­ dül mutta l i b : « M aksadım ve temenn i ettiğim şudur k i : O n u gökte Hak, yerde halk çok övü p a n a » dedi. So n Peyga mber M uha mmed (S.A.V.)'in çok isimleri vard ı r. En meşhurları Muhammed ve Ahmed'dir . IViuham­ med, a ra pça « Cok hamd ve senô olunan = övü lüp a n ı ­ lan k imse» demektir. Mah mud, sôhib'ül Beyôn , sa hib'ül Hôtem. sahib'ül nıekômil Mah mud, sahib'ül Kadlb ve sah ib'ül Hirave son Peygam ber M uhammed (S.A.) ' i n doğumu esnasında

HAYATI

19

meydana gelen olağanüstü hallerden bir kısmı da şun­ lardır: Peygamberimiz (5.A.) doğdukları sırada ateşe tapan iran'ın hükümdarı bulunan Kisrô'nın sarayı sarsıldı. On dört şahnişin yıkıldı. Fars ülkesinde istahrabad adlı şe­ h i rde ateşe tapanları n bin seneden beri yanmakta olan ateşperest tapınakları sönüverdi. Savô gölü yere batıp yok oldu . Simôve vadisinde a ksine sular taştı . M Cıbedôn (yani Farsların kadılar kadısı) da o gece rüyası nda şöyle görmüştü : Bir gurup sert ve başı boş develer bir gu rup Arap atia rını güdüp önüne katarak Dicle nehrini geçip Fars ül kesi içine dağı l mışlar. O zaman Sösôn a i lesinden Acem ( İ ran) şahı olan NCış irevôn o şekilde saray sarsı lıp da şah nişin (odanın dışarıya d oğ ru uzanan çıkıntılarının) yıkılmasından üzg ün olarak ya kınları ile bu meseleyi ko­ nuşurken istahrabad'dan ateş tapınağının söndüğü ha­ beri geld i . Yine bu sırada Savô gölünün battığı ve Si­ môve'de suların taştığ ı işitildi. Hesap ettiler, hep şah h i­ nalarının yıkıldığı zamana rastladı . NCışirevôn daha fazla telôş v e endişeye düşüp aca­ ba bu alômetler ne olabilir? diye M Cıbedandan- (ruhani reisten) sordu. M Cıbedan ne olacağını bil iyordu. «Şu sı­ ralarda Arabistan'da büyük bir olay meydana gelmiş ol­ sa gerektir» diye cevap verdiler. Nuşirevôn, derhal Arap melik (hükümdar)lerinden o vakit kendisine tabi olan Nu'man bin Mü nzir'e emir ve ferman gönderip «Bana bir bilgiç adam gönden> demiş. O da Abd ül mesih adlı üstün meziyetli bir zatı ona gön­ dermişti. Abdülmesih, derhal Kisra'nın başkenti olan Medayin şehrine vardı ve NCışirevôn'ın huzuruna girdi. N Cışirevôn, olan vakaları söyleyip bu alômetlerin ne manôya geldiğini sordu. Abdü l mesih de « Ben i m Şam di­ yarı nda oturan Satih adlı bir kardeşim vard ı r. Bun:arın manôsını ancak o verebilir» cevabını verdi. Bunun üzeri

HAZRETİ MUHAMMED'lN

20

ne NGşirevôn «Haydi, çabuk Satih'in yanına git. Ondan bunu sor. Bana cevabını getir» diye emir verdi. Abdülme­ sih de hemen Medayin'den çıkıp Şam diyarına gitti. O zaman Araplar içinde Kôhin (arrafe) denen bilgiç bir takım insanlar vardı. Bunlar ilôhi sırlardan bahseder­ ler ve gelecekle ilgili bazı şeyleri

haber

verirlerdi.

En

meşhurları işte bu Kôhin Satih dedikleri zat idi ki, çok yaşlı bir

adam idi.

Hattô,

«Nizar'ın

vefatında

mirasını

oğlu Mudar ile diğer oğulları arasında taksim eden o idi» derler. Aslen Yemenli olup Şam tarafında bir kilisede yer­ leşip kalmıştı. Halbuki bedeninde kemik yok, şekil ve kı­ yafetçe benzeri görülmemiş; daima arkası üstüne yatar ve bir tarafa götürülecek olduğunda kendisine döşeme gibi devşirip hayvan üzerine yüklerler imiş. Kısacası;

insana benzemez,

lisanından başkası oy­

namaz acaib bir şahıs idi. Fakat gayet güzel ve manôlı sözler söyler, bir çok yıllar sonra olacak vak'alardan söz edermiş. Biz yine konumuza gelelim: Abdülmesih son de­ rece bir sür'atle Satih'in olduğu yere vardı. Yanına girdi. Selôm verdi. Satih ise ölüm döşeğine düşmüş ve gözle­ ri

kapanmış olduğundan

Abdülmesih'in

selômını

işitmi­

yor, dünya sözü kulağına gitmiyordu. Satih'in bu hali Ab­ dülmesih'e çok tesir etti. Hemen Satih'e tesir edecek si­ temli ve derin manôlı sözleri ihtiva eden bir kaside söy­ ledi. Şöyle dedi: «Acaba mu?

Yemen'in ulusu sağır mıdır.

Yoksa işitiyor

Yahut ölüp gitti de bizleri bütün bütün üzgün ve

ümitsiz mi bıraktı?

Ey faziletli, müşkilleri halleden!

Bü­

yük bir muhterem topluluğun şeyhi (büyüğü) olan kız­ kardeşinin çocuğu, acem şahı tarafından gönderilmiş ol­ duğundan dağ ve düz, gece ve gündüz demeyip, yollar­ daki tehlikelere aldırmayıp son derece acele olarak sana geldi.

Bütün bilgiçl9rin ôciz kaldığı büyük olayları sen­

den sorup öğrenmek ister» dedi. Bunun üzerine Satih gözlerini açtı ve

şöyle

dedi:

HAYATI

21

«Abdül mesih acele olara k Satih'e geld i . Sat i h ise kabre g i rmek üzered i r. Seni Sösön ( İ ran) Mel i k i gönderd i . Sa­ rayı n ı n sarsı lması nın. ateş tapınağının sö nmesi nin neye delölet ettiğini soruyor. Bir de Mubedö'nın gördüğü rü­ ya n ı n tabirini ist iyor ki, rüyasında bir guru p başı boş de­ veleri n bir gurup Arap atları nı önüne katarak Di cle'yi ge­ çip memleketine dağ ı ld ığ ı nı görmüştü. Ey Abdül mesih ! Ne zaman k i tilövet çoğala, H i rave sahibi (Hazret- i M u ­ hammed) ortaya çıka, Faris ( İ ran)'in ateşi söne. Simave vad isi taşa ve Savö gölü bata . Şam artı k Satih için Şam değildi. Sösön oğu llarından yıkılan şahnişinleri nin SCJl"'­ sınca on dört mel i k ve ffi5llike gel i r ve artık olacak olur» dedi ve hemen vefat etti. Abdül mesih, Medayin'e döndü, Satih 'den işittiği sözleri N üş i revö n'a tek tek an lattı. Nüşirevö n ise kendi­ si n i n saltanatı zamanı nda bir fena lık çıkmasından kork u p endişe ettiği nden bu haberden tesel l i b u l u p memnun ol­ d u . « Bizim nesl imizden ondört h ü kü mdar gel i p geçi nce­ ye kadar neler olur» ded i . Gerçi ondört hükümdarı n ödet olduğu gibi saltanat­ ları gelip geç i nceye kadar nice asırları n gel ip geçmesi lö­ zımd ı r. Halbu k i , Nüşirevön'dan sonra bir a ra l ık Sösöni devleti n i n ha li bozulmuş olara k yal nız dört sene zarfın­ da Sösöni a ilesinden on hükümdar gelip geçmiştir. Sô ­ sönilerin müddeti zannolunduğu kadar uzamayı p az za­ man zarfında memleketleri M ü slümanların e li ne geçmiş ve Nüşirevö n 'dan sonra on dördüncü Melik olan Yezd i­ cerd Hazret-i Osman'ın hilöfetinde ölerek onu nla Sösöni devleti son bul muştur.

SON PEYGAMBER MUHAM MED MUSTAFA SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM HAZR ETLERİNİN DOGUMLARINDAN ÖNCE M EYDANA GELEN OLAGANÜSTÜ OLAYLAR

Son zamanlarda Arabistan ü l kesinde İs ma il Aleyhlı� selam neslinden son peygamber olan zat ı n geleceg ı dahc�. önceki Allah tarafından gönderil miş mu kaddes kitaplcırda yazılı id i . Önceden gelmiş peygamberlerin bazı ları da onu öze l l i k ve nite l i kleri ile tarif etmişlerd i. B ütün i nsanl ığın ve yarad ıl mışların en övgüye layığı ve en üstünü olan son peygamberin, o devri n şartlarına göre Arablar a rasından ortaya çıkması Allah 'ın bir hikmeti gereğ i idi. Çünkü, Arablar o zamanlarda d ü nyaya yayı lmış olan fenalıklara bulaşmayarak ve Romalıların çirkin gelenekle rine a lışmayara k , Arap yarımadasında bedevilik (yani köy ve çöl hayatı ) sayesinde öz yaradı lı şları üzere kalmışlardı Her ne kadar Arablar i l i m ve sanatça ilerl iyemomiş lerse de içlerinde yazı, hita bet ve ş iir yönünden zirve gibi bir edebiyat seviyesine u laşmış pek çok şa i rler ile kıy metli edibler ve hatibler yetişmişti . Okuma v e yazmaları olmadığı halde gayet güzel şi­ i rler söylerler. daima bu g üzel şiir söylemeleri ve güzel konuşmaları ile övünürlerd i . Hatta, Mekke yakın ları nda «Sük-ı Ukôzıı denen yer de her yıl a ra bi zilka'de ayında büyük bir panayır kurulur, her taraftan şa irler ve g üzel konuşan hatipler toplanırlar­ d ı . Güzel ş i i rler söylenir, g üzel konuşmalar yapı lırdı . Ka-

23

HAYATI

Bir gün her nasmm Halime gaflet etmiş, o da süt kız­ kardeşi Şeyma ile birlikte öğleyin kuzuların yanına git­ mişti. Geldiklerinde, Halime kızı Şeyma·ya, «Niçin böyle güneşin şiddetli anında dışarı çıkıyorsunuz?» demiş, Şey­ ma da, «Biz sıcak görmedik. Kardeşimin başı ucunda (üs­ tünde) bir bulut parçası dolaşıyor. O nereye giderse bu­ lut da beraber gidiyor. Bir yerde dursa bulut da duru­ yor. Buraya kadar hep gölgelikte geldik» diye cevap ver­ miş. Bunun üzerine Halime ve Haris, Hz. Muhammed'in ·

tavır ve hareketine çok dikkat ettiklerinde görürler ki, yüzünün nurluluğu ve simasının ruhaniliği dolayısiyle di­ ğer çocuklardan bambaşka ve üstün olduğu gibi tavırla­ rı da diğer çocukların tavırlarına benzememektedir. Ço­ cuklar oynarken o karşıdan bakıp

oyuna

karışmamak­

tadır. Hôris ve Halime onun bu gibi tavırlarına bakıp, onda bir başka tecelli olduğunu anlamışlar ve ona hürmet gö­ zü ile bokmaya ve korumaya başlamışlar. Lakin dört yaşına erişerek dolaşır oldu. Olağanüstü (harikulade) halleri çoğaldı. Haris ise bu hallerden ürk­ tü ve hanımına «Ey Halime, vaktinde bu çocuğu annesi­ ne vermeliyiz» dedi. Halime de çaresiz onu alıp Mekke'ye getirdi. Muhterem validesi Amine'ye verdi. Sonra, Amine onu alıp Medine'ye getirdi ve dayı çocukları olan Neccar oğulları ile görüştürdü. O zaman Medine'de bulunan Yahudi kahinleri onun şekil ve şemailine bakıp «Bu ümmetin peygamberi, işte bu çocuk olsa gerektir» derlerdi. Amine onunla beraber Medine'den Mekke'ye döner­ ken yolda vefat etti. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) ana­ dan da yetim kaldı. Bundan sonra dedesi Abdülmuttalib onu kendi yanına aldı. O zaman Mekke'de çok kıtlık ve kuraklık vardı. Ku­ reyş kabilesi Abdülmuttalib'e gelip yağmur duasına çık­ masını rica ettiler. O da Hazret-i Muhammed (S.A.V.)'in

HAZRETi MUHAMMED'IN

elini tutup EbCı K ubeys dağına cıktı . Cenab-ı Hakk'a yal­ vard ı . Cenab-ı Ha k da Hazret-i Muhammed (S.A.V.) ' i n hürmetine yağ mur yağdı rd ı . Cok büyük feyiz v e bereket verdi . Arab şairlerinden bazıları o zaman b u kıssaya dair şiirler söylemişler ve bundan dolayı Abdülmuttalib'e te­ şekkür etmişlerdir. Peygamberimiz o zaman yedi yaşında idi. Bir sene sonra Abdül muttal ib yüz yaşlarında olduğu halde öldü. Peygamberimiz (SAV.) amcası EbCı Ta lib'in evinde kaldı. O sene de Mekke civarında kıtl ı k ve kurakl ı k oldu­ ğundan Kureyş kabi lesi EbCı Ta lib'e gelip yağmur duas ı ­ n a çıkması nı istedi ler. O d a Peyga mberimizin eli nden tut­ tu ve birl ikte Harem-i Şerif'e ( Kôbe'ye) g itti . Kôbe'nin d u­ varına dayanıp dua etti. Peygamberimiz. parmağını göğe doğru ka ldırdı ğı g i b i yağ mur yağmaya başladı . N itekim, Cülhüme bin Arfata adlı şahıs o zaman Mekke'de bulunduğundan bu vak'ayı şöyle anlatmıştır: ıBir sene Mekke'ye g ittim. Kıtl ı k ve kuraklı ktan Mekke ahalisi nin durumu fena idi. Aralarında çare arad ılar. Bir kısmı Lôt ve Uzzô adlı putlardan yard ım d i leyelim dedik­ leri sırada içlerinden b i r ihtiyar « Hôlö aranızda İ brahim Aleyhisselôm'ın soyu mevcud iken niçin başka sebep arı­ yorsunuz?» dedi. Bunun üzerine Ku reyş kabilesinin ileri gelenleri kalkıp EbCı Ta lib'in yanına g ittiler ve yağ mur duasına çı kması nı di ledi ler. O da çıkıp Harem-i Şerif'e geldi . Arkasını Kôbe d uvarı na veri p dua etmeye başladı. Yanında yüzü güneş gibi parlıyan bir erkek çocuğu var idi. Parma kları ile yere doğ ru i şaret etti. Gökyüzünde bir parça bulut yok iken her taraftan bulutlar meydana gel ip yağmurlar yağdı, seller aktı . » B u olayı EbCı Ta l i b d e b i r kasidesinde fasih ve beliğ bir şekilde an latmış, Peygamberimizin üstünlük ve mü­ barekl iğ ine dair sözler söylemiştir.

HAYATI

25

Peygamberimiz Hazret-i Muhammed on iki yaşında iken. Ebu Ta lib ticaret icin Şam kafilesi ile yola çıkarak onu da beraber götürd ü . Şam civarı nda bulunan Basra mıntıkasına vardıklarında b ir kil ise karşısında indiler. Bir ağaç altına kondular. O kilisede Bahira adında meşhur b i r ra hib vardı. Kervan gel i rken rahib Bahira bakar ki, kervan ile beraber b i r bulut da gelmektedir. Kervan ge­ lip kond uğ unda bulut da o ağacın üzerinde du rur. O ağaç uzun zamandan beri u k rumuş i ken derhal yeşill enmiş . . Bahira kendi bilgi ve keşiflerini b u d u rumlara (olaylara) kıyaslayı nca anlar ki: Son Peygamber Hazret-i Muham­ med bu kafile içinde ve o ağacın altı ndadı r. Hemen bir ziyafet tertipl iyerek aşağ ıya i nd i v e E b O Tal i b'i arkadaş­ ları ile beraber kiliseye davet etti . EbO Talib de Peygam­ berimizi eşyanın yanında bı rakıp yol a rkadaşları ile be­ raber kil iseye g itti. Hepsi sofraya geld ikleri zaman Bahira onla rı teker teker gözden geçird i . Birinin yüzünde arad ı ğ ı alametleri bulamad ı ğı halde baktı ki, o bulut da hôla ağacın üze­ ri nde du rmaktadı r. Hemen , «arkadaşla rınızdan gel meyen va r mı?» d i ye EbO Tal i b'e sord u . O da, «yalnız bir küçük çocuk ka ldı» d iye cevap verd i. Bahira. «Onun da şeref­ lendirmesini rica ed iyorum» dediğinde EbO Ta li b, Pey­ gamoerimizi a lı p sofraya getird i . Bahira yemek esnasında d i k kat ettiğinde görür k i , son Peygambe r hakkı nda geçmiş peyga mberlerden ve a l i mlerden nakledi len alômetlerin hepsi onda mevcuttur . Hemen yemekten sonra onu yanı na a l d ı v e «Sana bazı şeyler soracağım, Lôt ve Uzzô hakkı için doğru söyle» dedi. Peyga mberimiz de « Lôt ve Uzzô'ya yemin verme. Zi­ ra, benim dü nyada en kızd ı ğ ı m putla rd ı r» d iye buyurd u. B u n u n üzerine Bahira, A lla h Teôla hazretlerine yem in verd i . Peygamberimizin hallerin i gereği şekilde anlamak için soracağı şeyleri sord u . Aldığı cevaplar da kendisinin

26

HAZRETİ MUHAMMED'IN

kanaatini ve görüşleri ni kuvvetlendird i . Hemen bir yak­ laşıp Peygamberimizin arkası nı açara k Peygamberlik mührünü gördü. Büyük bir saygı ve edeple onu öptü. Diğer taraftan Kureyş'in ileri gelenleri «Bôhira'nın yanında Muhammed'in ne büyük kadr ve itibarı var» d ı ­ y e birbirleriyle söyleşirlerken Bahira, Ebu Ta l i b'e «Ad ı n nedir? Bu şeref ve saadet fidanı kimdir?» dedi . O da «Ba na Ebu Ta l i b derler. Bu da oğlumdur» cevabını verdi . Ba · hira « H ayır. hayır! Şekil ve şema il ine ba k ı l ı rsa onun bıı yetim olması gerektir» ded i . Ebu Tal i b « Evet. öz oğlum değ ildir. Kardeşimin og ludur. Babası ve anası vefat ettiğinden yetimd ir. Fakat benim terbiyem altında olduğu için oğ lum makamı nda d ı rı> cevabını verd i. Bahira. kanaatı nda isabet etmiş olduğundan mem­ nuniyet duydu. Artık kend isine kesin kanaat geld i . O de­ d i ki « Ey Ebu Ta lib, bu çocuk enbiyô ve mürselininin hô­ temidir (ya n i peygamberlerin sonuncusudur.) Şam Ya­ hudileri içinde, onun vasıfları nı b i l i r, alômetlerini ta nır kô­ h i nler vard ı r. İhanet hareketine kalkışa b i li rler. Sen onu Şam'a götürme. Buradan geri çev ir» d iye nasihat etti. E b u Tal i b de Bahira'nın sözünü tuttu. Malını Busrô bel ­ desinde sattı ve hemen geri dönd ü . Peygamberimiz çocukluk günlerini geçird i . Gençlik cağ ına erd i . Yüzü nurôni, sözü ruhôni, h ita p ve cevabı güzel, olgunluk ve basirette eşsiz , sözünde sad ık, neza­ ket ve faziletçe diğerlerinden üstün idi. Bu bakımdan Ku­ reyş kabilesi içinde seçkin, müstesna ki mse oldu. Mu­ ha mmed'ül- Emin (yani emin ve güvenilir Muham med) di­ ye nôm aldı. On yedi yaşında iken amcası Zübeyr bin Abdül mut­ talip i le birlikte Yemen'e giciip geldi. Bir seferi nde de ken­ d isinden olağanüstü ( harikulôde) haller görüldü. Mekke' ye dönüşlerinde yol arkadaşları bu ha lleri an lattık lc.ırı n-

HAYATI

27

dan Ku reyş içinde «bu zatın (yani Peygamberimizin) şa n ı ve nômı büyü k olacak» d iye söylenmeye başladı . Yirmi yaşı na vard ı ğ ı nda gözü ne bazı melekler gö­ rül meye başladı . Ona işaret edip « işte bütü n ôlemi (bü­ tün insanlığ ı ) doğru yola, hidayete sevkedecek budur. fa­ kat henüz dôvet günleri erişmedi» derlerd i . Peygamberimiz b u g ibi tuhaf halleri amcası Ebu Ta­ l i b'e söyledi. O da. bir çeşit hastalık eseri olması n, d iye Arab kôh i n lerinden b i rine gösterdi. Tedavi ve çaresini sordu . Kôh i n di kkatle Peygamberimizi ted kik ettikten son­ ra « Endişe etme, bu mukaddes vücQd her türlü a rıza ve ra hatsızlı klardan uzaktır. Gözüne görünen şeyler ise me­ lekler ile ü nsiyete başlamış olsa gerektir. Olab i l i r ki, ôlıir zaman peygamberi (ya n i son peygamber)dir» ded i . O sı rada Kureyş ileri gelenlerinden, gene iken d u l ka lmış Hadice namında çok zengin b i r hanım va rd ı . Bazı ki mselere ortaklıkla sermaye verird i. «M uha mmed'ül-Emin'e b i raz sermaye versek hayli istifadeniz olur» d iye bazıları tarafından, kendisine hat ı r­ latı ldığı nda Hadice, Peygamberimize büyük b i r sermaye verdi . Kölesi Meysere'yi de onun yanına ver;Jrek Şam'a gönderd i . Peygamberimiz (S. A.V.) Şam kafilesi ile g iderken Bahira'nın kilisesi önün� geldiler. Meysere ile birlikte b i r ağaç altı na kondular. Bahira daha önceden vefat etmi şolduğundan yeri­ ne gecen Nestura adlı rah i b oraya geldi. Meysere ile es­ kiden mü nasebeti olduğundan onunla görüştü ve Allah ' ı n birl i ğ i ne, Muha mmed (S.A.V . ) ' i n peygamberl iğine kesin inancını bel irttikten sonra « Ey Meysere! Hazret-i isa'nın haber verd iği son peygamber işte budu r. Şam'a g itme­ yiniz. Yahudi hainleri görüp tanırlar. İhanet teşebbüsün­ de bulunurlar» dedi .

28

HAZRETi MUHAMMED'İN

Bunun üzeri ne Peygamberi miz, Şam'a g itmeyip Bus­ rô'da alış verişte bulunara k oradan geri döndüler. Çok sıcak bir günde Mekke'ye vard ı lar. Hadice ( R. Anha) bir kaç kadı n ile bir yerde durmuş, Şam kafilesi n i n gelişin i seyred iyorlard ı . Baktılar ki yolcu lardan b i ri n i n başı üze­ rinde iki kuş kanat germiş ve cad ı r g i b i gölge yapmış va ­ ziyette gel mekteler. « Bu kim acaba?» derken Meysere çıka geld i. O kimsenin M uha mmed'ül-Emi n (S.A.V.) oldu­ ğunu söyledi. Sıcak vakitlerde iki meleğ i n , o n u n başı üze­ rine kanat gerip gölgelendırmesi g i bi bir ta kım olağanüs­ tü haller gördüğünü; ayrıca ra h ib NestO ra ' n ı n söyled ikle­ rini a nlattı. Hesap görüldü, d iğer senelere göre cok kôr ve ka zanc olduğu anlaşıldı . Fakat. Hadice ( R. Anha ) ' n i n gözü­ ne Şam' ı n kör ve kaza ncı görünmemişti. Zira evvelce Hazret-i Hadice bir rüya gormüş , amcası oğlu olan Vara ka b i n Nevfel adlı zata an latmış, o da «Sen gelecek son peygamberin hanımı olaca ksı n» şek li nde yoru mlamışt ı . Varaka bin Nevfel ise Nasô ra ( H ı ristiyan ) dininde id i. İn­ cil ve Tevrat'ı okur. gelecek şeylerden haber veri rd i . Ga­ yet tecrübeli ve ehil, meşh u r bir ka h i n idi. Bu bakımdan Hazret-i Hadice'n i n zihni bu düşüncelerle meşq u l olmuş. d iğer şeyleri unutmuştu . ·

İşte bu sırada her iki ta raftan vasıtalar meydana gel­ di. Hazret-i Hadice'nin, Peyga mberimiz (S.A.V . ) ile n i kô ­ h ın a karar veri ldi. Hemen Hazret-i Hadice'n i n evi nde n i ­ kôh mecli is tertiplend i . Kureyş kabiles i n i n büyükleri top­ landı. Peyga mberimiz (S.A.V.) de amcası Hamza ile birl i k ­ te gid ip, orada bulundu. Evvelô E b u Ta lib güzel bir ko­ nuşma yaptı ve şöyle ded i : «Şükür Allah'a k i bizleri Hazret-i İbra h i m 'i n zürriye­ ti nden, Hazret-i İsma i l ' i n nesl inden, Ma'ad i n asl ı ndan ve Müdar' ı n u nsurunda n yarattı. Yine bizi mukadjes beyti

HAYATI

29

(evi) Kôbe'nin bekçisi, Harem-i Şerifin hizmetçisi ve bu şekilde insanların hakimi ve reisi yaptı. Esas mevzua ge­ lelim: Kardeşim oğlu şu Muhammed bin Abdullah ile Ku­ reyş'in hangi genci kıyaslansa bu ona soyca ve üstün­ lükçe tercih edilir. Her ne kadar malı mülkü az ise de ona bakılmaz. Çünkü mal mülk bir gölge gibidir, geçip gider. Baki olmayan bir şeydir, alınıp verilir. İğreti bir şeydir. Vallahi bundan sonra Muhammed'in hôli ve şanı çok bü­ yük olacaktır. Halbuki sizin böyle şeref ve şan sahibi olan kızınız Hadice'ye o arzu buyurdu. Şu kadar muacele ve müeccele mihir verdi.» EbCı Talib'in bu konuşması üzerine Varaka bin Nev­ fel de şu konuşmayı yaptı: «Allah'a şükür ki bizleri söylediğin gibi yarattı. Say­ dığın şeylerden fazla fazilet ve şeref ile seçkin kıldı. İm­ di, biz Arabların büyükleri ve reisleriyiz. Siz de böylesiniz. Kabile sizin üstünlüğünüzü inkôr etmez

Hiçbir kimse

sizin hayırlılığınızı ve şerefliliğinizi reddetmez. Sizin ak­ rabalığınıı;ı kazanmayı arzuluyoruz.

Ey topluluk!

Şahid

olunuz. Ben Muhammed bin Abdullah'a, Hadice binti Hu­ veylid'i nikôhladım» dedi ve Kureyş'in ileri gelen büyük­ leri şahid oldu. Peygamberimiz (S.A.V.} o zaman yirmi beş yaşında idi. Hadice ise ona nisbetli hayli yaşlı idi. İşte Hadicetülkübra denilen seyyidetü'n-nisa (kadın­ ların efendisi} budur.

Onun

vefatına kadar Peygamberi­

miz Efendimiz (S.A.V.) ondan hoşnud ve razı kaldı. Onun sağlığında başka kadınla evlenmedi. Peygamberimiz

(S.A.V.}'in,

Hazret-i. Hadice'den

ön­

ce Kôsım adında bir oğlu meydana geldi. Bunun üzeri­ ne Arabların ôdetine göre Peygamberimize (S.A.V.} Ebül Kasım (yani Kasım'ın babası} denildi. Fakat Kasım küçük iken vefat etti. Peygamberimiz otuz yaşlarında iken Zey­ neb, otuz üç yaşlarında iken

Rukiyye ve sonra

Ümmü

Gülsüm adlı kerimeleri dünyaya geldi. Kendisine (S.A.V.)

30

HAZRET! MUHAMMED'IN

Peygamberlik geldiği sıralarda Fatımatüzzehra adlı mü­ barek kızları (R. Anha) doğmuştur. Peygamberimi?. (S.A.V.) onu diğer bütün evladından fazla severdi. Onun hakkın­ da seyyidetünnisa (kadınların efend isi) buyu rdu. Yine, Peygamberimiz (S.A.V.) Peygamberliğinin geli­ şinden sonra Abdullah adlı bir oğ lu dünyaya gel miştir. Fakat o da küçük iken vefat etmiştir. O zaman Kureyş kabilesi kanunsuz bir topluluk şek­ l i nde id i. Fakat hakkı yerine getirmekte büyük itina gös­ teri rlerdi. Kabileni n en ileri gelenleri vasıtasıyla zulme uğrayanları n hakkı zalimden alınırd ı . Hatta bir büyük meclis kurup Mekke'de kimseye bir zulüm ve haksızlık yaptırmamak üzere anlaşma yapmışlardı. O mecliste Peygamberi miz (S.A.V.) de bulunmuştu. Evvelce, Kabe'nin içinde bir kuyu var idi. Bu, hazi­ ne (depo) yerine kullanılarak Kabe'ye getirilen hediyeler oraya konurdu. Selden, Kabe'nin bazı yerleri yı kıldığın­ dan bir h ı rsız, Kabe'nin hazinesi nden bazı eşyayı çalmış. Kureyş'in ileri gelenleri arasında verilen karar üzerine el­ leri kesil mişti. Bunun üzerine Kureyş kabilesi Kabe'yi yeniden in­ şaya başlad ılar. Bina temel i yükseld iğinde bazı kabileler «Hacer-i Esved'i. yerine biz koyacağız» dediler. Diğerleri muhalefet ettiler. Arada anlaşmazlık ve münakaşa mey­ dana geld i . Hatta bu meseleyi kılıç ile muharebe etmek sureti ile hal letmeye karar verdi ler. Sonradan bu karar­ dan vazgeçip, Peygamberimizi ( Muhammed'ül-Emin'i) ha­ kem tayin ettiler. Onun vereceği karara razı oldu lar. Pey­ gamberimiz de bir bez parçası getirip Hacer-i Esved'i onun içine koydu. Her kabilen i n ileri gelenlerine bir ucun­ dan tutturup yukarı kaldı rttı . Kendisi de mübarek elleri ile Hacer-i Esved'i alıp yerine koyd u . Ku reyş kabilesi onun b u şe kildeki hüküm ve kararı­ nı güzel karşılayıp memnun oldu . Böylece araları ndaki anlaşmazl ık sona erd i .

31

HAYATI

O zo;nan Peygamberimiz (S.A.V.) otuz beş yaşı nda idi . Otuz yed i yaşına vard ığ ı nda g aybda n kendisine « Ey Muha mmed ! » d iye çağrıl maya, bazı taraflarda «Nün> gö­ rü nmeye başladı . Bu s ı rları ya lnız Hazret- i Hadice ile ko· nuşurd u . Son Peygamberin geleceğ i n i evvelce haber ve rmiş olanla rdan birisi de Eyôd kabileleri nin büyüğü olan meş­ hur Kuss bin Sôide'di r. Çok yaşamış ve güzel konuşması ile şöhret yapmış bir zattı r. Hatta. en ihtiyarlığı zamanın­ da da «Sô k-ı U kôz» deni len bir panayırda k ı rmızı b i r de­ ve üzerinde i ken ve Arabları n en meşhur edibleri nin ha­ zı r bu l unduğu bir sı rada güzel (veciz) bir konuşma ya p ­ mıştı. O zaman Peyga mberim iz (S.A.V.) de Sôk-ı Ukôz'da bulunmuş ve onun konuşmas ı n ı din l e mişti. Fa kat o za­ man henüz Peygamberim iz, peygamber olmamıştı . Kuss bin Sôide'nin kon uşma sı Arab edib leri a rası n ­ da çok ün yapmış, d i l lerde dolaşı r olmuştur. Biz de özet olara k onun bu konuşmasının tercemesi n i okuyalım. «Ey insanlar!

Geliniz. Dinleyiniz.

İbret alınız. Yaşa­

yan ölür. Ölen yok olur, olacak olur. Yağmur yağar. Ot­ lar biter. Çocuklar doğar, analarının

babalarının

yerini

tutar. Sonra hepsi geçip kaybolur. Olayların ardı arası ke­ silmez. Birbirini takib eder. Kulak veriniz, dikkat ediniz! Gökte haber var. Yerde olacak şeyler var. Yeryüzü bir döşeme, gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, de­ nizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba gittik­ leri yerden hoşnud olup da mı kalıyorlar. Yoksa orada bı­ rakılıp da uykuya mı dalıyorlar. Yemin ederim, Allah na­ zarında bir din vardır ki, şimdiki dinimizden daha değer­ lidir. Allah'ın bir gelecek peygamberi vardır ki, gelmesi yakınlaştı. Gölgesi başımızın üstüne düştü. Ne mutlu o kimseye ki, ona inanana. O da ona hidayete kılavuzla­ ya. Yazık o bedbaht kimseye ki, o dine karşı çıkıp muha­ lefet ede. Yazıklar olsun, ömürleri gafletle geçen millet-

HAZRETi MUHAMMED'İN

32

lere. Ey insanlar! Hani baba ve atalarımız? Hani muhte­ şem köşk ve saraylar? Nerede taştan binalar yapan Ad ve Semüd kavmi? Nerede, dünya varlığına gururlanıp da kavmine «Ben sizin en büyük Rabbiniz'im» diyen Firavun ile Nemrud? Onlar size nispetle daha zengin, kuvvet ve kudretçe sizden daha üstün değil miydiler? Bu yer onla­ rı değirmende öğüttü. Toz edip dağıttı. Kemikleri bile cü­ rüyüp yok oldu. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini yurtla­ rını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın onlar gibi gafle­ te düşüp onların yoluna gitmeyin. Her şey fônidir. Baki ancak Cenab-ı Hak'dır. O birdir. Ortağı ve benzeri yoktur. Tapılacak ancak O'dur. O doğmamış ve doğurmamıştır. Evvel gelip geçenlerde bizim için ibret alacak çok şey vardır. Ölüm ırmağının girecek yerleri var ama, çıkacak yeri yoktur. Büyük küçük hep geçip gitmekte. Giden ise geri gelmemekte. İnandım ki, herkese olan bana da ola­ caktır.»

Kuss bin Söid'in, Peyga mberimizin yak ı nda geleceğ i­ n i keşf ile «SOk-i Uköz» da böyle büyük bir i nsa n toplu­ luğuna söyle rken zava l lı o anda onun (yani Peygambe­ rim izin) de orada b u l u nd u ğ u ndan habersiz id i. Fazla zaman geçmeden son Peygamber (SA) Efen­ d i miz'e peyga mberl ik g e l d i . Fakat, Kuss bin Söid'e, vefat etmiş olduğu ndan. gelip de görüşmek ke ndisine nasib ol­ madı. Ondan sonra Beni Eyad'ın büyüğ ü olan Cörud adlı zat da onun gibi tevh id ehli (Al lah 'ın bir l i ğ i n e in anan) ve Hazret-i

İsa'nın

ilerigelen leri

ile

getird iği

d i ne

inandığı halde

birl ikte gelip bir g ü n

ka bilenin

Peygamberimizin

h uzuruna g ird i . İslöm d i n i ne girme şerefine erd i . Ardından kavm i n i n i leri gelenleri ile hep birlikte iman ettiler. Peyga mberimiz (S.A.V.) bundan çok me mnun oldu. «İ i ­ ç n izde Kuss b i n Söide'yi bilen v a r mı?» d iye sord u. Peyga mberi m iz

(S.A.)

«Kuss bin

Söide'nin

«SO k-i

Uköz»da deve üzerinde ( . . .yaşayan ölür, ölen yok olur.

...

HAYATI

33

Olacak olur . . . ) d iyerek yaptığı konuşma hatırından çık­ maz. Daha bir çok söz söylemiştir. Zannetmem ki, hepsi hatırlarda kalmış olsun» d iye buyurdu. Hazret-i EbCı Bekir (R.A.) toplantıda hazır bulunmuş olup « Ey Allah' ı n ResCıl'ü! O gün SCık-i Ukôz'da bulun­ muştum. Kuss bin Sô ide'nin söylediği sözler hep hatı ­ rı mdad ır» diyerek adı gecen konuşmayı başından sonu­ na kadar söyledi (okudu ) . Onun üzerine CôrCıd'un ve ar­ kadaşları ndan b i ri ayağa ka lkıp Kuss bin Sôide'nin bazı ş i i rlerini okudu ki Harem-i Şerif'de Haşim oğulları ndan Muha mmed Aleyhisselôm'ın peygamberl iğini acıkça bil­ d irmişti. Peyga mberimiz de « Ümid ederim k i , Cenab-ı H a k kı­ yamet gününde Kuss bin Sôide'yi ayrı bir ümmet olarak h aşrede n ı buyurdu. Biz şimdi Hazret-i Muhammed (S.A. ) 'i n peygamber­ l iğinin nasıl olduğuna ve ondan sonra meydana gelen olayların ayrı ntı larına g i relim.

F:3

,

P EY G A M B E R İ M İ Z ( S . A. V. ) P EY G A M B E R O LU S. U Peygamberimiz (S.A.V.) 'e kırk yaşında iken ( Nebi) l i k geldi. K ı r k ü ç yaşı nda iken de ( Resul) old u . Nebil iği sad ı k rüya ile başladı . Altı a y kadar rüya ­ sında her ne görse aynen ç ı kard ı . O sırada yalnız kalma­ '/ I , yalnız yaşamayı arzulard ı . H ı ra dağına g i d ip, oradaki mağarada sessiz ve yal nızca ibadet ederd i. İşte böyle bir zamanda ik e n Cibril Aleyh isselöm ken­ disine gel i p göründü. «Oku. Yaratan Rabbı'nın adıyla oku. O insa nı a lakdan (kan pıhtısı biçimini alan embriyodan) yarattı. Oku , Rabb' ı n en büyük kerem sahibidir. O insana keli meleri (yazıyı ) öğretti. İ nsana bilmed i ğ i n i öğretti. (Alak 1 -5) öyeti keri melerini getird i. İ l k anda ilöh i vahyin heybeti Peygamberimize korku ve dehşet verdi. H emen titreyerek Hazret-i Hadice'nin yanına g itti. « Beni örtün» buyurd u . Derhal. Hazret-i Ha­ dice. Peygamberi miz (S.A.) 'in üzerini örttü. O da bir müd­ det istirahat buyurdukta n sonra içinde bulunduğu duru­ mu Hadice ( R .Anha) 'ya açıklad ı . H azret-i H adice, Peyga mberimiz (S.A . ) ' i a l ı p amca oğlu olan meşhur Varaka bin Nevfel'in yanma g itti ler. İ löhi vahyin şekil ve mah iyetini ona a nlattılar. Varaka hemen « M üjde ey M uhammed ! Sen. Meryerr, oğlu İsa ' n ı n haber verd i ğ i ahir zaman Peygamberisin. So na görünen melek Hazret-i Musa'ya inen NömCıs-u Ek-

HAYATI

35

ber'd i r (Cebrail'dir) . Keşke gene olaydım da senin Hak d i ne davet edeceğin zamana erişseydim. Kavminin seni Mekke'den çı karacağ ı vakit sana yard ım etseydim» dedi. Peygamberimiz (S.A.) « Kavmim beni Me kke'den mi ç ı kcıraca k?» d iye sual buyurd u . Varaka: « Evet. Peygamberlik makamı kime verildiy­ se kavmi içinden ona düşmanlar çıkagelmiştir. Seni de kavmin Mekke'den çı ka rsa lar gerektir» d iye cevap verd i . Bundan sonra ilö h i vahyin arkası kesildi. Cebrail Aleyhisselöm g e li p görünmez old u . Peygamberimiz bun­ dan dolayı çok sıkı ld ı. Fakat İsrafil Aleyhisselöm a ra sıra g e lip gider ve Peyga mberim ize bazı şeyler öğretird i . Bu d u rum üç sene kadar sürdü. Bu devreden sonra Peygamberi mize bir gün gökten b i r ses geld i . Başını yu karı kaldı rdığ ı nda Cebra il Aleyh is­ selöm'ı görd ü . Yine kendisine bir korku ve dehşet gelip Hadice'nin yanı na vard ı . Elbisesine büründü. O zaman yi­ ne Cebrail Aleyh isselöm gel ip görü ndü. « M üddessin> su­ resini getirdi. İşte, Peyga mberimizin Peygamberliğ i n i n esası v e başlangıcı budur. Ondan sonra Cebrail Aleyhis­ selöm zaman zaman azar azar Kur'an-ı Kerim ayetlerini geti rmeye başladı . Yirmi sene bu şeki lde devam etti. Hülösa, Peygamberimiz (S.A.) yeni b i r şeriat (din) ıle bütü n insan ve ci n dünyasına peygamber gönderild i. O n u n şeriatı nı n gelmesiyle d iğ e r geçmiş şeriatlar kald ı­ rı lmış o ldu. Son Peygamber olarak ondan sonra Peygam­ ber gel mek ihtima l i ka lmad ı . Va raka bin Nevfel önceden vefat ettiğ i iciıı kendisi­ rıin keşif ve i leriyi görüş yoluyla bild irdiği gibi Peygam. berimizin hak d i ne davetine yetişemed i . B u daveti i l k önce katı larak İslöm d i niyle şereflen i p de Peygamberimiz i l e beraber namaz kılan Hazret-i Ha­ dice'dir. Sonra _Hazret-i Ebu Bek i r Es Sıddik ile Hazret-i Ali (R. Anhüma) Müslüman olmak şerefine e rd iler.

36

HAZRETİ MUHAMMED'İN

Her ne kadar o zaman Hazret-i Ali henüz büluğ ca­ ğ ı na va rma mış idiyse de küçük iken Peygamberimizin saadetha nesinde (yani evinde) ve onun terbiyesi altında bulunduğundan Peygamberimiz insa nları hak d i ne dave­ te başladığı gibi o da iman etmiştir. Fakat Müslüman ol­ duğunu açığa vurmayıp, gizli tutard ı . Fakat Ebu Bekir E s Sı ddik hazretleri, İsla mdan ön­ ceki cahil iyet zamanı nda, Ku reyş içi nde büyümüş oldu­ ğ u halde nasıl ki Peygamberimiz (S.A.V.) küçüklükten beri putlara nefret edegelmiş ise o da öteden beri put. lara secde etmezdi . Akl-ı selimi ile Kureyş'in ( batıl) d i ­ ni nden başka, A l l a h ya nı nda makbul bir d i n olduğunu d ü ­ şünür; fakat ona öncülük edecek b i r kı lavuz bulamazd ı . Peyga mberi miz İslam d inine davete başlar baş lamaz her· kesten önce iman etti. Güvendiği kimseleri gizl ice İslam d i nine cağı rmağa başladı . B u sırada Peygamberimizin azadlısı (evıadlığı) Zeyd bin Ha rise de M üslüman olma şerefine erd i. Onda � sonra Hazret-i E b u Bekir' i n daveti üzerine Hazret-i Osman bin Affan, Abdu rrahman bin Avf, Saad bin Ebi Vakkas, Zübeyr bin el -Avva m, Ta lha bin Ubeydul­ lah iman ettiler. Hazret-i Ebu Bekir ile Peygamberimizin h uzuruna gittiler, abdest a l ı p namaz kıldı lar (Allah on­ lardan razı olsu n ) . İ şte , ilk a nda İslam d i n i ile şereflenenler bu sahabe­ lerd i r. Onlardan sonra : Ebu Ubeyde bin Abd i llah el-Cerrah, Habbab bin İ rs, Ömer bin el-Hattab'ın amca oğullarından Said bin Zeyd bin Amr bin Nüfeyl ile hanımı Fatıma binti el-Hattab, Ebu Seleme bin Abd i l - Esed, Erkam bin Erkam el-Mah rus, Osman bin Maz'un ve kardeşleri Kudame ile Abdullah, Ubeyde bin el-Haris bin el-Muttalib bin Abdi M enaf, Abdullah bin Mes'ud, Bilal-i Habeşi, Suheyb-i Rumi ve Ammar bin vasir ile annesi Sü meyye iman etti­ ler. Sonra bölük bölük insanlar iman etmeğe başladı lar.

HAYATI

37

Başlangıçta, Peygamberimizin İslöm'a insanları çağ­ rısı gizli idi. Hattô namazda Kur'an-ı Kerim bile asiköre okunmazdı . Sonra: «Artık sen emrolunduğun şeyi acı kça söyle.» ( Hıcr: 94) öyet-i kerimesi Alıah'dan geld i. Bunun üzerine Peygamberi miz de insanları İslöm'a açıkça dö­ vete ve Kur'an-ı Kerim'i açı ktan okumaya başladı . Başlangıçta, Peyga mberim izin kavminin ekserisi iman etmediyse de pek de ondan uzak d u rmadı lar. Peygambe­ rimiz onların putları aleyh inde söz söylemedikçe onlar da. onun hakkında kötü bir davranışa kalkışmad ı lar. Bunla­ rın ard ından putlara tapmanın şirk ve sapıkl ı k olduğunu bildiren ve yalnız Allah Teölö hazretlerine i badet yapıl­ masını emreden öyetler geldi . Bu ise Kureyş kabilesine güç geld i. O zamana kadar Peyga mberimizden yalan denen bir şeyin meydana gelmediğini hepsi b i l i rler, hattö araların­ da « Muha mmed'ül-Emin = Güvenilir Muhammed» d iye ün yaptığından her sözüne inanırlarken, bu hususta inan ­ madı lar. Her nekadar mucizeler gösterdiyse de iman et­ medi ler. Artık her hangisirıe ilöhi h i dayet eriştiyse iman etti. Diğerleri Peygamberimize kin ve düşma n lı k beslemek üzere birleşti ler. Bu nedenle Rebia bin Abd i Menaf'ın oğulları olan Utbe ve Şeybe, Süfyan bin Harb bin Ümeyye, Ebul Buh­ teri, Ebu Cehl "bin H işam bin ei-M uğire ile amcası Velid bin el-M uğire, Amr bin el-As'ın babası olan As bin Vôi l v e Kureyş'in d iğer ileri gelenleri toplanıp hepsinin büyük­ leri olan Ebu Ta lib'in ya nına vardlar: « Kardeşinin oğlu bizim d i n imize karışıyor ve «babalarım ız , dedeleriniz sa· pıklıkta (yanlış yoldayd ı ) » d iyor. Ya ona engel ol. Ya dçı onu koru maktan vaz geç» dediler. . Ebu Ta l i b onla rı gü­ ler yüz ve tatl ı söz ile savd ı . Peygamberimiz de yin€ i n ­ sanları İslöm'a çağ ırmağa deva m etti. Bu durum Kureyş kôfirlerine dokundu, ağır geldi.

38

HAZRETİ MUHAMMED'İN

Tekrar topla n ı p

Ebu Ta l i b'in ya n ı na va rd ı lar,

«Artı k biz

bu hale daya namayız. Ne olacak ise o l s u n . Hiç oi mazsa iki tarafta n b i ri yok o l u p da d iğeri h uz u r i ç i nde kal s ı n . E ğ e r s e n M u h a mmed'den vaz geçmez i s e n biz senı:J e n ayrı l ı rı z » dediler. Ebu Ta l i b işin b i r kat daha g ü çleştiğ i n i a nlad ı . Pey­ g a m beri miz'e «Ar�ı k seni

« Kav m i n

şöyle

şöyle diyor»

d i ye

a n l attı .

koruya m ı yaca ğ ı m ; savu nam ıyacağ ı m )> deme­

d iyse de söz ü n ü n g e l i ş i nden o manô a n l aşı l d ı . Peyga m beri m i z i s e b u nd a n çok d u yg u l a n ı p

üzü ldü .

Hattô m ü ba re k gözlerinden yaş geld i : « Ey baba m yeri n­ de olan a mca m ! Ben, A l l a h Teô lô t a ra f ı n d a n H a k d i n i n i b i ld i rme k l e

e m ro l u n d u m .

Onun

emrini

yerine

geti rmeye

mec b u r u m . O n l a r her ne yapa rlarsa yaps ı n l a r. Ben b u n ­ da n vaz geçmem» buyurd u . Hernen ka l k ı p yü rüyüverd i . E b u Ta l i b her nekador M üs l ü ma n o l ma mışsa da Pey­ g a m berimiz'i öz evlô d ı nd a n faz la severd i . O n u n her ba­ k ı mdan koru n m a s ı n a önem verird i . Peyga mb�ri mizin

öyle

üzg ü n

olarak

kalkıp

g i tmesi

Ebu Ta l i b'e çok tesir ettiğ inden hemen a rkas ı n d a n

ça ­

ğ ı rd ı : « Ey k a rdeşi m i n oğ l u (yeğe n i m ) ! Sen işine bak. Ben sağ oldukça, o n l a r sana bir şey yapa mazlar» d iye garan­ t i verd i . Bu a n l a mda d a b i rkaç şiir söyled i . H a k i kate n ,

Peyg a mber i m i z i n

koru n ması

h ususunda

sebat gösterd i. Res u l u l l a h da önceden o l d u ğ u gibi İslôm'a ça ğ ı rma işine deva m e tt i . Ara b l a r a ra s ı nda soy üstü n l ü ğ ü düşüncesi v e a kra­ ba l ı k gayreti çok o l u p her b i ri kendi kab i l e ve a k rabas ı n a olağa n ü stü d ü ş k ü n l ü k gösterird i . İcabında her k a b i l e b i r t e k k u vvet h a l i nde d ü ş mana karşı g id e rd i . İslôm d i n i n i n ortaya çıkışında m ü ' m i n l e r ( İ s l ô m d i n i ­ ni k a b u l edenler) arası nda d i n h ususunda yen i b i r b i rl i k ve uyuşma meydana g e l d i . Böylece a k raba l ı k hakkındaki b irl i k ve uyuşma geriledi. Peygamber Efendimizin d a madı yani Zeyneb ( R . An-

39

HAYATI

ha) hazretleri n i n kocası ve teyze çocuğu o l a n Eb'u l-As i man etmeyerek, müşrik (ya ni Allah'a ortak koşara k O'na ve İ s l a m d i n i n e inanmaya n ) lerle beraber o l m u ş i d i . Peyg a m berimiz,

A l l a h ta rafından yavaş yava ş ;

za­

m a n l a g e l e n ayet-i kerimeleri okuyup i n s a n l a rı Hak d i ne çağ ı rdı kça a mcası Ebu Leheb arkasından dolaşı r ve « M u ­ h a m med sizi ata l a rı n ız ı n d i n i nden döndürmek istemekte­

dir. Sakın ona a ldanmayı nız. O ' n u n söz ü n e i n a n ma y ı n ı z » derd i .

Ebu Leh e b ' i n k a r ı s ı ü m m-i Cemil k i , Ebu Sü fya n ' ı n k ı z k a rdeş i d i r, kocası g i bi o d a el iyle v e d i l iyle Peygam­ beri mize eziyet verird i . Hatta, di kenler top l a y ı p gece Pey­ gamberi m izin geçeceğ i yol l a r üzerine saça rd ı . Peygamber ( S . A . V . )

efend i m i z i n

kızları ndan

R u k �yye

( R . Anha) Ebu Lehe b ' i n oğ l u Utbe 'ye, Ü m m - i G ü l s ü m ( R . Anha) d e E b u Leheb ' i n d i ğ e r oğ lu

Uteybe'ye n i ka lı l a n ­

m ı ş i k e n i kisi de müşrik ( y a n i A l l a h ' ı n b i r l i ğ i n e ve i s ı a m · a i n a nmayan)

k i mseler

old u k la r ı n d a n

a n a l a rı

ve

baba ları

i l e b i r l i kte Peyga mberi m ize d ü ş m a n o l d u l a r. « ( Ö nce en ya k ı n a k ra b a n ı uya r (korkut) . . . »

(Şuara :

2 1 4) ayet - i keri mesi A l l a h tara f ı n d a n gelere k . Peygambe­ r i m ize b i l hassa ya k ı n a k ra ba s ı na Allah'ın aza bı i l e kor ­

kutup

hemen

hak

d i ne çağı rması

emred i l ince

Hare m - i Şerif'e g itt i . Sata tepesi

Peyg amberi miz üzerine

çıkıp

kavm i n i isıa m·a davet ett i . Haşimoğ u l ları n ı n hepsi g e l i p orada b u l u n d u l a r. Pey­ g a m beri m i zi n konuşmas ı n ı beklediler. Peyg a m beri m i z : « Ey Abdü l m u tta l i b oğ u l la rı ! E y F i h r oğ u l la r ı ! Eğer, ş u d a ğ ı n a rdı nda b i r düşman var, s i z i yağma etmek

için

g e l m iş, desem i n a n ı r m ı yd ı n ız ? » d iye sord u . Hepsi b i rden « Evet» dedi ler. Peyga mberimiz «Öyle ise. ben s i z i o ö n ü ­ n üzdeki kıyamet g ü n ü n ü n a z a b ı i l e korkutmağa e m red i l : d i m . İ m a n ed i n iz» d iye buyu rd u . ·

Bunun üzerine a mcası Ebu

Le heb kızdı.

Kızg ı n l ı kla

ağzını boz d u : «Bizi bu sözler için m i çağ ı rd ı n ? » d iye sert-

10

HAZRETİ MUHAMMED'İN

ce konuştu. Peygamberimiz'in hatı rını kıracak sözler söy­ led i . Onun üzerine «Mesedıı süresi yani: Ebü Leheb'in iki eli kurusun (yok olsun o) ; (zaten yok oldu ya) . Ne malı, ne kazandı ğ ı, onu (Allah'ın kahrından) kurtaramadı . Alevli bir ateşe girecektir (o) . Karısı da, odun hamalı olarak. Boynundan hurma l ifinden (örülmüş) bir ip (bulacaktır) » süresi geldi. Ebü Leheb'in, kendi aleyhine böyle özel surette bir surenin Allah tarafından gelmesinden ve karısının surede «odun hamalı» diye tanıtılmasından dolayı çok canı sıkıl­ dı. Hemen oğulları Utbe ile Uteybe'yi çağırd ı . Hazret-i Rukıyye ile Hazret-i Ümmü Güisüm'ü (R. Anhüma) boşu­ maları için kat'i şekilde Amir verdi. Onlar da müşrik ol­ duklarından derhal hu Amri yerine getirdiler. Alemlere rahmet olan bir Peygamberin (S.A.V.) damad lığı gibi eşsiz bir saadeti el lerinden kacırd ılar. Ümmü Gülsüm'ün nıka h ı ısı oıan Uteybe yalnız onu boşamakla yetinmeyerek Peygamberimizin yanına gitti. « Ben senin dinini kabul etmiyor• ım. Seni ı:: e vmem. Sen d e beni sevmezsin. Onun icin k m nı boşadım.» diyerek Pey­ gamberimizin üzerine hücum etti . Yakasından tutup göm­ leğini yı rttı. Peygamberimiz de «Ya Raooi, o nu n üzerine canavar­ lardan birini musallat et» d iye Allah'a duada bulundu . Allah Teaıa sevgili Peygamberinin bu duasını kabul etti. Uteybe Şam'a g iderken Zerka bölgesinde karşısına bir arslan cı ktı ve kendisini oarçalad ı . Peygamberimiz ondan sonra kızı Rukıyye ( R . Anha)yı Osman bin Affan IR. Anh ) 'a nikôhlayıp vermiştir. Peygamberimizin evvela Kası m adlı oğlu, sonra Ab­ dullah adlı oğ lu, sonra Abdullah adlı oğlu vefat edip on­ lardan başka erkek evladı kalmadığ ından Ku reyş kôfir­ lerinden bazıları «Muhammed'in yerini tutacak oğlu kal­ madı. Kalmadığı için artık adı sanı unutulur.» dediler. Bil-

HAYATI

41

miyorlardı ki, Allah Teôlô sevgili Peygamberine neler ver­ miş ve onu ne büyük derecelere eriştirmiştir. Hatırlarına gelmiyordu ki, onun insanlara bildirdiği şe ­ riatı (yani İslôm dini) kıyamete kadar devam edecek, üm­ meti de onun evlôd ve torunları yerinde olacaktır. Peygamberimiz (S.A.V.) evlôddan evlôda kalaca k bir devlet ve saltanat kurmak için gelmedi ki, Erkek evlôdı kalmadı diye endişe edilsin. Hatta erkek evlôdının kalmaması da bu ince liğe işa­ retti ve bu ba kımdan Alla h 'ın hikmetine uygundu. Müşrikler (yani kôfirler) fırsat buldukça Peygamberi­ mizi (S.A.) böyle dilleri ile incitirlerdi. Fakat amcası Ebu Talib'in koruyuculuğunda old uğu için başka bir şey ya­ pamazlardı. EbQ Bekr (R. Anh)'ın tarafta rı ve yakınları çok oldu ­ ğundan ona d a bir şey diyemezlerdi. Fakat diğer mü'min­ lere fırsat buldukça türlü türlü eziyetler ederler, onları İs ·

lôm'dan döndürmeye çok çalışırlardı. Hatta Ammar bin Yôsir (R.A.)ın annesi Sümeyye (R. Anhô)'ya İslôm dininden dönmesi için eziyet ederlerken EbQ Cehil gelmiş, bir mızrak vuruşu ile onu (Allah ondan razı olsun) şehid etmiştir. Bilôl-i Habeşi (R. Anh) . ki kölelerden en önce İslôm dinine inanan odur, Kureyş kôfirleri buna da çeşit çeşit eziyet ederierdi. Hatta boynuna ip takıp çocukla rın ellerine vererek Mekke soka kla rında dolaştırırlardı. Bilôl-i Habeşi (R. Anh) ise «Allah bir! Alla h bir ! » diyerek yüce İslôm di­ nini sevinçle kabul ettiğini açıkla rdı. Bu gibi nedenlerle Müslümanlardan bazıları Müslü­ man oluşlarını belli etmeyerek gizlerlerdi. Ebu Bekir (R.A.) ise başlangıçta. old uğu gibi her za­ man Müslüman oluşunu gizlemiyerek ayrıca müsait gör­ düğü kimseleri İslôma çevirmeye çalışır ve iman eden kö­ leleri sahiplerinden satın alıp hürriyetine kc;vuştururdu.

42

HAZRETİ MUHAMMED'İN

Mekke ' l i kafirlerin M üslümanlara yaptıkları eza ve haksızl ı k l a r g ü nden gün e a rtmaktayd ı . Bu nedenle Peygamberimiz (S.A.V . ) peygambe r o lu­ şunun beş i n c i y ı l ı nda. M üslüma n ların Habeşistan ülkesine göç etmelerine i z i n verd i . Evvelô. Osma n b i n Affan i le h a n ı m ı v e Peygamber (S.A.V . ) efendimizin muhterem kızları olan R u kıyye (R. An­ ha ) ; Zü beyr bin el -Avvam. Osma n öi n Maz'O n , Abdullah bin Mes'O d. Abdu rra h man b i n Avf Mekke'den çıkıp deniz sah i l i ne vard ı l ar. Denizden Afrika ya kas ı na geçtiler. Habeş mel i k i ( h ü k ümdarı) olan Neca ş i ' n i n yanına g itt i ler. Son ra , Ali (R. A . ) ' ı n e rkek kardeşi olan Cafer bin E bi Ta l i b de göç edip onla rı n yanına g itti. Necaşi H ı ristiya n olduğu halde M üslüman göçmenlere ye r gösterd i . O n lara sayg ı l ı davra n ı p itibar gösterd i . Doğ . usu i n sanlığa h izmet ett i . , So n radan , ardı a rd ı na b i r hayli Müslüman oraya g itti­ ler. Bu sebeple N ecaşi' n i n ya nı nda M üslümanlar bir hayli oldu . M ü s l ü manla r ı n bu şekilde Habeşistanda çoğalmasın­ dan ve İslôm d i n i n i n yer yer her ta rafa yayılmasından do­ layı Kureyş kaf i rleri endişelen i p düşünmeye başlad ı . He­ men, M üslüma nları Habeşistaı ı 'dan geriye çev i rtmek i ç i n , Abd u l iah bin E b i Rebia i le Amr bin As'ı gönde rd i l e r. O n ­ lar da Necaşi' nin yanına g i d i p Müslüma nların kendilerine teslim ed i l mesini istedi le r. Necaşi ise, kend isine s ı ğ ı nan­ l a rı d üş ma n l a rı eline tes l i m etmeyi i nsanlığa ayk ı rı görd ü . Bu şeki lde. i k i s i d e ü mitsizce dönüp Mekke'ye geldiler. Peyga mberimiz (S.A.V.) , peyga mberliğ i n in altıncı se­ nesinde b i r gün «Safa » da otururken Ebu Ceh i l orada n g e ç m i ş v e Peygamberimize hakaret etmişti . Peygambe­ rimiz h i ç b i r şey söylemeyip susmuşsa da Abd ullah b i n Cüdô ' n ı n bi r cariyesi onu işitmişt i . Peyga mberi mizin am­ cası H a mza b i n Abdülmutta l i b o g ü n avda idi. Avdan evi­ ne dönmekteyd i . Adeti olduğu için bu a rada tavaf etmek

HAYATI

43

gayesi ile silôhları da üzerinde olduğu halde H a rem-i Şe­ rif'e u ğ radı. Ha mza ( R .A. ı . o zaman daha Müslüman olmamış idıy­ se de kardeşinin çocuğuna (yeğeni ne) böyle bir ha karet ya pıld ı ğını işitir işitmez, akra ba l ı k h isleri harekete geçerek do� ru Kureyşl ilerin toplu bulundukları yere g itti . « Benim y·eğenlme hakaret edip, onun gönlünü inciten sen mi­ sin?» d iyerek boynundaki ok'un yayı ile Ebü Ceh l ' i n başı ­ na vurup yard ı . Orada bulunanlar Hamza (R.A.) 'ın üzerine h ücum edecek oldular. Bu nedenle az kalsın büyük bir olay çıkacaktı . Fakat Ebü Cehl « Dokunmayı nız. Hamza 'nın hakkı vardı r. Zira, ben onun yeğeni hakkında ha kikaten çok fena sözler sa rfettim.» d iyerek engel oldu. Böylece bir i nsaf ve ha kseverl i k davranışı nda bulundu. Hamza'yı başından savdı . Kendi dostlarına «Aman ona (yani Hamza 'ya ) dokunmayınız. H iddetle g ider müslü­ man olur. Sonra da onunla Muha mmediler kuvvet bulur.» diyerek öğüt verd i . Çünkü, Hamza ( R . Anh) Kureyş a rasında sayı lan , kuv_ vet sah i bi ve gayet yiğit bir k i mse idi. Henüz i mana gel­ memiş id iyse de Araplar a rasında kabile ve akra ba l ı k duygusu iazla olduğundan kardeşinin çocuğ u için her şe­ yi gözüne al mıştı . Ebü Cehl'in a k raba ve yakınları çok ise de araların­ da kavga ve mücadele büyüdüğü takd i rde Hamza (R. Anh) ın tarafında da bir g rup meydana gel i rd i . Bu da tabii ola­ ra k M üslümana ta raftar bulunurdu. Ebü Ceh l ' i n akıl ve f ik­ r i i s e İslôm d i n i n i n kuvvetlenmemesi hususuna çevril mişti. Bu bakı mda n, Ha mza (R.A.) yüzünden K u reyş kabi lesi içi­ ne b i r ayrı l ı k düşüp d e bu sebeple de Müslümanların kuv­ vetlenmesinden sak ınırd ı . Yoksa, Ebü Cehl Kureyş' i n ileri gelenlerinden, hatırı sayı l ı r, sözü geçer, ta raftarı çok ve kimseden çekinmeyen bir . ki mseydi . Hatta Peygamberimiz (S.A.V.) «Ya Rabbi, bu dini Ebü Ceh il yahut Önier bin el­ H attôb i le aziz et ( kuvvetlend i r) . » diye Allah Teôlô'ya dua

HAZRETİ MUHAMMED'İN

44

etmişti. Cünkü, o devirde Kureyş içinde sözünü geçiren, hatırını saydıran bu ikisi vardı. Peygamberimize en fazla düşmanlık güden de yine bunlardı. Kısacası, EbO Cehl, Hamza'yı tamamen Muhammedi­ lik (yani Peygamberimizden yana olma) gayretine itmemek için, başını yarmışken · ondan intikam

almak sevdas ına

düşmedi. Hamza (R.A.) İslômı kabule çok elverişli bir durumda Peygamberimiz

(S.A.V.)'in huzuruna geldi. EbO Cehil ile

arasında geçenleri anlatarak teselli verdi. Peygamberimiz de ancak kendisinin imôn · etmesi memnunluk duyacağını açıklad ı.

suretiyle teselli olup Bunun üzerine Hamza

(R.A.) derhal kelime-i şehadet getirdi (yani Allah'ın birli­ ğini ve Hazret-i Muhammed (S.A.V.) 'in Allah 'ın gerçek pey­ gamberi olduğunu doğruladı ve kabullendi. Hamza (R.A.) Müslüman olunca artık bundan böyle Peygamber1mizi koruyup savunacağını Kureyş'e ilôn edip bildirdi. Hatta bu anlamda güzel bir kaside de söyledi. Hazret-i Hamza'nın imôn etmesi ile İslôm dini çok kuvvetlendi. Müslümanlar da son derece memnun oldu. Fakat bu durum Kureyş kôfirlerine çok ağır geldi. Bunun üzerine Kureyş'in büyükleri toplanıp, bu duru­ mu görüştüler : «Muhammediler gittikçe çoğalıyor. Bu işin sonu fena görünüyor. Vakit varken bu işe esaslı bir çare düşünülmelidir.» dediler. Her biri bir görüş belirtti. EbO Cehl de « Muhammed ' i öldürmekten başka çare yoktur. Buna kim muvaffak olur­ sa ona şu kadar deve ve bu kadar para veririm.» dedi. Ömer bin el-Hattôb (R.A.) yerinden kalktı ve « Bu işi Hattôb oğlundan başka yapacak yoktur.» dedi. Mecliste olanlar Ömer (R.A.) alkışlad ılar: «Haydi Hattôb oğlu, go­ relim seni!» dediler. Hazret-i Ömer hemen kılıcını kuşanıp yitti. Giderken yolda Naim bin AbduUah'a rastladı. Naim baktı ki Ömer (R.A.ı kılıcını kuaşnmış gitmekte «Nereye, ey Ömer !» dedi

HAYATI

45

Ömer (R.A.) da: «Arap mil letinin arası na ayrı lık düşüren M uhammed'in vücudunu ortadan kaldı rmaya gid iyorum.» d iye cevap verd i . Naim « Ey Ömer, zor bir işe kalkışmışsın , Muham­ med'in ashabı (arkadaşları) onun başı ucunda dolaşıyor­ lar. Ona bir şey yapmaya muvaffa k olamazsın. Kabul ede­ lim ki, buna muvaffak oldun. Sonra Abd ül muttalib oğ ulla rı nın elinden kurtulamazsın.» dedi. Hazret-i Ömer bu söz üzerine öfkelend i : «Öyle ise seri de Muha mmedilerdensin. Önce senin işini bitirmeliyim.» deyip kılıcına el attı. Said bin Zeyd'e bak. Onları n ikisi de M uha mmedilerdendir.» dedi. Hazret-i Ömer onları n Müslü­ man olduklarına i nanmad ı. Naim « Eğer inanmazsan, araş­ tır a nlarsın.» dedi. Hazret-i Ömer'in bu hareketi hakikatte kend isi nce ga­ yet teh likeli idi. Zira bir an için giriştiğ i bu işin hakkından gelmiş olduğu kabul edilsfl bile, derhal din davası bir tarafa bırakı lacak. Arapları n ôdeti üzere bir büyük kan davası meydana gelecek ve Kureyş kabilesi iki taraf olup, a rada büyük harp çıkacaktı. Bu d u rumda deği l Ömer bin el-Hattôb belki d e Hattôb'ın bütün sülô lesi yok olacaktı. Fakat. Ömer (R.A.) kendi görüş ve azminde israrl ı . çok cesur v e yiğit bir ki mse olduğundan böyle fedailik yo­ lunda kendisini meydana attı . Ancak kızkardeşi Fôtıma ile kocası Said'in Müslüman oldu kları meselesi merakını çektiğinden hemen onların evine g itti. O esnada «Tô Hô» sure-i şerifesi gelmiş olduğu ndan Said ile Fôtıma onu bir sah i fe üzerine yazd ırıp ashab-ı Kiramdan Habbôb bin i rs'i de evlerine getirmiş onu öğre­ niyorlarmış. Ömer (R.A.) evlerinin köşe; başından dolaşırken on·ıa­ rın okuyuşu nu işitince hemen sertçe kapıyı ça ldı. Ömer'in kılıç belinde ve h iddetli bir şekilde geldiği görüldüğü tei n Said ile Fôtıma telôş ederek okudukları o sa hifeyi sakladılar ve Habbôb'ı bir köesvA a izlediler.

46

HAZRET! MUHAMMED'İN

Bu sırada kapı açı lara k Ömer (R.A.) içeri g irdi «Oku­ duğunı.ız ne idi?» d iye sordu . Sôid . « Hayı r b i r şey yok» d iyerek telôş i l e cevap verd i . Ömer öfkelenip, « İşittiğ im iz doğ ru imiş. Siz de M u ­ hammed'i n sihrine aldanmışsı nız.» d iyerek Said'in yaka­ sından tuttu, yere attı. Fatıma . onu kurtarayım, derken Ömer onun yüzü ne bir tokat vurunca, yüzünden kan akmaya başlad ı . Ömer, kızkardeş i n i n yüzünden kan aktığını görünce, pişma nlık duyar gibi old u. Bu yüzden kızgınlığı biraz d indi. Fatıma ( R .A . ) kanlanması na v e can ı n ı n ya nması na rağ men gayrete geld i . Dini duygusu uyanıp « Ey Ömer. n i ­ çin AMah'dan uta n mazsı n. Mucizelerle gönderd i ğ i peygam­ bere i nanmazsın. İşte ben ve kocam M üslüman olup İslô m i le şereflendik. Başımızı kessen bundan dönmeyiz.» ded i ve keli me-i şehadet söyledi. Ömer ne yapacağını şaşırd ı . Hemen yere oturdu « Hele şu okuduğu nuz kitabı (yazılı sah ifeleri) çıkarın .» d iyerek biraz yumuşar g i b i oldu. Fatıma o yazı lı sah ifeleri geti rip Ömer'e verd i . Ömer okuması nı bilird i . Tô Hô süresini okumaya başladı . Kur'an ôyetleri n i n tatl ı l ı ğ ı, mô naları n ı n i ncel iği, eşsiz işleyici môna deri n l i ğ i , Ömer ( R. A. ) 'ı n kalbini çok etkiled i . Tô H ô süresi ni yukarıdan aşağ ıya doğru okuyarak « Göklerde, yerde, ikisinin a rası nda ve topra ğ ı n altında bu ­ lunanlar hep O'nu ndur (Allah'ındır) . . . » ôyet- i kerimesine geldi, okuduktan sonra durdu ve bir müddet düşü nceye daldı. Kızka rdeşine hitabederek « Ey Fatıma. bu kada r ya­ ratı klar hep sizin taptığınız Allah'ın mıdır?» d iye sord u . Fatıma «Öyle y a , evet, şüphe mi var?» d i y e cevap verd i . Ömer ( R .A.) « Ey Fatıma, bizim b i n beşyüz. kada r süslü ve haşmetli putlarımız var. Hiç b i r i n i n bu yeryüzü nde bir kı rat mü lkü yok.» diye söylenerek hayret ve tereddütle kal d ı . Fakat ha k d i ne epeyce mey l i aktı . O okuduğ u ôyetin

HAYATI

47

aşağısına baktı «Allah ki, ondan başka Tanrı yoktur. En güzel isimler O'nundur.» ôyet-i kerimesini okuyunca Ömer (R.A.) iradesini kaybetti, kendinden geçti. Derh al göğsü gürleyerek « Kelime-i Şehadet» geti rd i . Habbôb o n u işitince tekbir getirerek g izlenmiş oldu­ ğu yerden ortaya çıkıverdi. Sonra « Ey Ömer! Allah' ı n Re­ sOl'ü ( Peygamberimiz) -Yô Rabbi, bu d i ni Ebu Ceh il ile ya­ hut Ömer bin Hattôb ile aziz et (kuvvetlendir)- d iye dua etmişti. İşte bu devlet ve saadet sana nasip oldu . » diye ­ rek Ömer'e mü jde verd i . Ömer (R.A.) in İslôm d i n i aleyhine olan fikirleri ta­ mamen tersine dönd ü . Hemen Allah ' ı n ResOl'ü (Peygam­ beri) nerededir?» diye sordu. O gün Peygamberimiz (S.A. V.) Safô civarında bir evde ashab-ı kiramı ile (Müsl üman arkadaşları i le) gizl ice konuşma yapmaktaydı lar. Habbôb (R.A.) Ömer'i alıp oraya götürdü. Ömer gidip evin kapısını çaldı. Kapıda ashabdan b i ri gözcü bul unuyordu. Ömer (R.A.) ' ı n silôh l ı olarak geldiğini içeriye bildirdi. Ömer halvve'yi de öldürdü. Ü meyye Oğullarının reisi olan Ebu Süfyan sözü gecen kervan ile savuşup g itmiş olduğundan bu büyük savaşta bulunmad ı. Fakat oğlu Hanzala bulunup o da bu sırada öldürüldü. Kureyş'lilerin meşhur reislerinden Ebul-Buhteri bin H işam da bu sırada Mücedder bin Ziyôd elinde öldürüldü. Müslümanları n büyük düşmanı olan Ebu Ceh il'i öl-

HAYATI

109

d ü rmek iftiha r · vesi lesi bir keyfiyet olacağından bütü n sa­ habeler onu rastgetirmek istiyorlardı. Hattô Eb u Ceh i l zannı ile Hazret-i Hamza müşrik re­ islerinden ve Mahzum Oğ ul larından Halid bin Velid'in ka r­ deşi olan Ebu Kays bin el-Velidi ve Hazret-i Ali yine Mah­ zum Oğul larından Abdullah bin El-Munzir'i öldürd ü ler. Yine Kureyş reislerinden Ümm-i Seleme' nin kardeşi olan Mes'ud bin Ümeyye el-Mahzümi de Hazret-i Ha mza '­ nın kılıcından geçti. Ebu Se leme'nin kardeşi olan Esved bin Abdül-Esed de bu sırada öld ü rü l d ü . E b u Ceh i l ise yetmiş yaşında pek gözlü, korkunç yüz­ lü ve i natçı bir mel'un olup «Anam ben i bu gün için do ­ ğurmuştur» diye �esaretle ileri atı lır ve hemen askerini savaşa sürerdi. Kend i aşireti o la n Mahzum Oğulların ı n yiğ itleri onun etrafını a l ı p her taraftan onu muhafazaya aldı klarından ya n ı na va rı lamazd ı . İ k i asker birbirine kavuşacağı sırada Abdurrahman b i n Avf ( R .A.) hazretleri savaş saf larında olup sağ ı nda ve .solunda Neccar Oğulları ndan birer delikanlı bulunmakta i m iş. Biri Abdurrahman bin Avf'ın yeninden çek ip g izl ice ona «Amca sen Ebu Ceh il'i ta n ı r mısın? Bana göstersene» demiş. İbni Avf : «Ne yapacaksı n?» dedi kte «Allah ile andlaş­ tım. Ebu Ceh i l ' i gördüğum gibi üzerine hamel ed ip ya onu öldüreceğ i m yahut bu uğurda öleceğim» d iye cevap vermiş. O iki delikanlıdan d iğeri de yine Ebu Ceh i l ' i sormuş ve İbn Avf «Ne yapacaksın?» ded i kte o da öbürünü söy­ lediği gi b i söylemiş. Abdu rrahman bin Avf böyle bir korkulu vakitte rüz­ gôrın sıcağını ve soğuğunu görmemiş iki çocuk a rasında

110

HAZRET! MUHAMMED' I N

kaldım d iye düşünürken onların b u cesurô ne sözlerinden dolayı hayrete düşmüş. O iki delikanlı ise meğer Afra Hatunun oğ ulları Muaz ve Mu avvez adlı ik i fedai kardeşler imiş. i şte bu s ı rada Ebu Ceh i l Mahzum Oğulları ( Beni Mahzum) yiğ itleri ile domuz topu olup gel i rken İ bn Avf onlara « İşte a radığ ı nız!» d iye Ebu Ceh i l ' i göstermiş. Hemen i kisi b i rden fırlayıp ve ç ifte şa h i n gibi süzü l ü p E b u Ceh i l ' i n üzerine hücum ederek hamle etmişti r. Halbuki yine Ensar'dan Muaz b i n Amr b i n Cemüh adlı fedai de Ebu Ceh i l ' i gözeti rmiş. Bu sırada fırsat d ü­ şü rmüş ve Ebu Ceh i l ' i n ayağına b i r kılıç vurmuş. Fakat Ebu Ceh i l ' i n oğ lu İk ri me de kılıç ile onun kolunu yarala­ mış. Bu sırada Afra ' n ı n oğ ulları Muaz i le Muavvez de ye­ tişip E bu Ceh i l ' i n i ş i n i tama mlamışlar . Ebu Celıi l kend i si n i Arab kabileleri n i n en şereflisi oian Kureyş l i leri n reisi b i l i r ve Medinelileri ç iftçi d iye teh k i r edegeli rken onların e li nde ölmek pek g ücüne g itti ğ i nden Muaz ( R .A.) Hazretleri kend i s i n i kılıç ile yaraladı kta «Keş­ ke beni çiftçi lerden başka b i r adam öldü rse!» demişti. O sırada Resül-ü Ekrem : «Acaba E b u Ceh il ne yapı­ yor? Kim gidip de ondan b ize bir haber geti rir?» dedi kte Abdullah b i n Mes'ud ( R.A.) hazretleri koştu ve Ebu Ce­ h i l ' i n yanına g itti . Gördü ki can çekişiyor. H emen başını kesmek ü zere saka l ı ndan tuttu ve ayağı i le boynunu bast ı . İbn Mes'ud Ebu Ceh i l gözlerini açı nca «Ya Ebu Ceh i l ! Sen misin ?>> dedi . E b u Ceh i l ise son nefesine gel miş olduğu halde kor ­ kusuz İ b n - i Mes'ud'a : « Ey koyun çoba n ı ! Pek sarp yere çı kmışsı n. Bir büyük kişiyi kavminin vo kabiles i n i n öldür­ mesi he r.:en ş i md i olmuş bir iş deöil ki. Bu olağan şeyd i r. Fakat ga lebe hangi ta raftad ı r?» d iye sord u. İbn-i Mes'ud d d : «Zafer ve ga lebe M ü slümanlara yüz

HAYATI

111

gösterdi» d iye cevap verdi. Bu yüzden de Ebu Cehil'i ü mitsizliğe düşürdü. Ebu Cehi l böylece ner taraftan ümidini kesince « M u­ hammed'e söyle ki, şimdiye kadar onun düşmanı idim. Şimdi düşmanlığırrı bir kat daha arttı » dedi. İbn-i Mes'ud da hemen başını kesti. Kısacası Ebu Cehi l son nefeste de imana gel meyip küfürde ve sapıklıkta israr etti ve herşeyden ümidini kes­ miş olarak canını Cehenneme ısmarlayıp gitti. (Al lah'ın laneti üzerine olsun.) İbn-i Mes'ud hazretlerinin cüssesi zayıf ve küçük, Ebu Ceh i l ' i n ise başı büyük olduğundan dolayı onu yüklenip götürmesi seyretmeğe değer bir durum olduğu halde « İş­ te Allah'ın düşmanı Ebu Ceh il'in baş ı ! » diyerek Hazret-i Peygamber'in huzuruna getirdi. Resül-ü Ekrem de Allah'ın yardı mına teşekkür etti ve; « Bu Ü mmetin Firavun'u işte budur!» diye buyurdu. Bu sırada Afra hatunun eğer Muavvez nice işler gör­ dükten sonra kardeşi Avf g i bi o da şehid oldu. (Al lah iki­ sinden de razı olsun.) Ebu Cehil'in kardeşi olan As bin H işam da bu sırada öldürüldü. Kureyşli lerin meşhur reislerinden Tuayme de M üslümanlardan bir iki zatı şehid ettikten sonra o da Haz­ ret-i Hamza'nın kılıcından geçti. E b u Cehil'in öldürülmesinden sonra Kureyş ordusun­ da dayanacak kimse kalmayıp umumiyetle hepsi yüz çe­ virdi ler. Artı k kaçanlar kurtuldu. Kaçamayanlar da esôreti canına minnet buldu. Kureyşlilerin birinci derecedeki reislerinden olan Ü meyye bin Halef ki hem ihtiyar ve hem de şişman idi. Muharebenin son anına kadar dayandı. Lakin nihayet oğ­ lu Ali i le beraber kendilerini Abdurrahman bin Avf hazret­ lerine teslim etmeğe mecbur oldu lar. İbn-i Avf da eski tanışıklığa bağlı olarak onları sağ bırakmak üzere esir etmeğe karar verip buna da ir söz söy-

1 12

HAZRETi MUHAMMED'lN

!erken Ümeyye bin Halef; « Kimdir şu dem i rlere bürünmüş olduğu halde safları yırtan baha d ı r?» d iye sormuş. İbn-i Avf da « Resülullah'ı n amcası Hazret-i Ha mza bin Abdul muttalib» d iye cevap vermiş. Ümeyye bin Halef: «Ah ! Bize bu işleri yapan ve biz­ leri bu hale koyan hep odur» demiş. Onlar bu şekilde konuşu rken Ümeyye, Bilôl Habe­ şi (R.A.) hazretleri nin gözüne i l işti . Halbuki Mekke'de i ken Ümeyye Hazret-i Bilôl'e pek çok işkenceler etmiş olduğundan Bilôl onu görd ü ğ ü g i bi «Ya Ensar! İşte kôfirlerin ve taci rlerin reisi Ümeyye bin Halef , vuru nuz. öld ü rü nüz!» ded iğ inden Afra hatu nun oğ­ lu Muaz i le Ensar'dan diğer bazıları koşup Ümeyye bin Halefi öldürdü kleri sırada Ammar bin Ya sir hazretleri de onun oğ lu Ali bin Ü meyye'yi öldü rd ü . Kısacası, Kureyş ordusu pek fena halde bozuldu ve M üslümanlar büyük bi r zafere kavuştu. Muharebe meyda n ı nda düşüp kalanlarla ya ra l ı olup da sonra vefat eden şeh idlerin toplamı on dört kişi olup altısı muhacirlerden, altısı Hazrec kabilesi nden ve ik isi de Evs kabilesinden i d i . M üşri klerin ölüleri ise yetmiş kişi o l u p y i r m i dörd ü Ku reyşl i lerin reislerinden ve ileri gelenlerinden id i. E s i r olan Müşrikler de yetmiş kişi olup Hazret-i Pey­ ga mberi n amcası Abbas bin Abdul mutta l i b ve amcazade­ leri Akil bin Ebu Ta li b, Nevfel bin Haris bin Abd ul mutta­ lib ve Hazret-i Zeyneb'i n kocası Ebul 'As bin er-Rebi bu esirleri n ileri gelenlerinden idiler. B i r müddet sonra bu nlar hep İslôm i le müşerref olmuşlardır. Mus'ab bin Umeyr'i n kardeşi Ebu Aziz bin Umeyr de bu esi rleri n i leri gelenlerinden olduğu ha lde Bed i r Savaşı gün ünde is ı fün ile müşerref olmuştur. Süheyl bin Amr el-Amiri. Halid bin H i şam el-Mahzu­ mi, Übeyy 3 bin Halef i n oğ lu Abdullah, Hazret- i Sevde'nin

HAYATI

113

kardeşi Abd bin Zem'a, Velid bin el-Velid ve Ümeyye bin Halefin azad lısı olan Nestas da bu esirlerin ileri gelenle­ rinden idi. Resül-ü Ekrem emretti. Öldürül müş olan Kureyş reıs­ lerinin cesedleri bir kuyu içine atı ldı. Fakat Ümeyye bin Halef zırhı içi nde şişmiş olduğundan olduğu yerde üzeri­ ne taş ve toprak atılarak örtüldü. Diğer ölüler de şurada burada gömüldü. Resul-ü Ekrem bu zaferi müjdelemek üzere Zeyd bin Harise (R.A.) hazretlerini Medine'ye gönderdi. O da va­ rıp Medinelilere müjde verdi. O sırada Resül-ü Ekrem'in kızı Rukiyye (R.A.) hazret­ leri vefat ettiğinden ve Hazret-i Zeyd'in Medi ne'ye gelişin­ de henüz defnedilmiş olduğundan Medine'de bulunan Müsl ümanlar hüzün ve matem içi nde idi. Biz yine İslöm ordusunun vukuatına gelelim. Esirlerin kaçmaması için Ömer bin Hattab (R.A.) haz­ retleri onları bağlamakla görevli olduğundan hepsinin ulu­ su olan Abbas'ı pek sıkı bağlamış olduğundan gece in­ lerdi. Resül-ü Ekrem ise o gece amcasının iniltisini işitti­ ğinden müteessir olarak gözüne uyku g i rmedi. Ensar, Resul-ü Ekrem'in asla rahatsız ol mamasını kendileri için lüzumlu saydıklarından, gece uykusuz kaldı ­ ğ ı nı işittikleri gibi bazıları gelip Abbas'ın bağlarını çözdü­ ler ve bedava olarak affedilip serbest bırakılmasını iste­ diler. Halbuki esirler hakkında ne şekilde muamele olunma­ sı lôzım geleceğine dair henüz ilôhi valliy gelmediğinden bunlar hakkında akıl yolu ile muamele olu n ması gerekirdi. Akıl yalu ile olan işlerde ise sahabeler ile müşavere etmek Fahr-1 Alem hazretlerinin mübörek sünnetleri idi. Meşveret meclisinde herkes görüşünü serbest söyF:B

114

HAZRET! MUHAMMED'İN

lerdi . Bilh assa Ömer bin el-Hattab (R.A.) hazretleri ilôhi vahye sarıl makta ne kadar katılık ve acelecilik gösterir ise akıl ile olacak işlerde de asla hatıra ve gönüle bakmayıp tereddütsüz kesin görüşünü söyler ve sözü kestirirdi. Ço­ ğunlukla görü�lerinde isabetli olup nice defa görüşü son­ radan nôzil olan ilôhi vahye uygun düşmüştür. Bundan dolayı kendisine Ömer el-Faruk denil miştir ki, hak ile bôtıl ı n arasını tam olarak ayırıcı demektir. Bu defa esirler hakkında ne yapmak lôzım geleceği ne da ir Hazret-i Peygamber Sahabeleri ile istişôre buyurdu. Şöyle ki: «Cenab-ı Hak sizi, onlara galip getirdi ve sizi muzaffer kıldı. Şimdi onlar hakkında ne yapmak is­ tersiniz?» d iye sordu. Hazret-i Ömer el-Faruk: «Yô Resulallah! Hepsinin boynunu vurdur» dedi. Sa'd bin M uaz hazretleri de bu gö­ rüşte idi. Resul-ü Ekrem'in merhamet ve şefka.ti bu şekle mü­ �ait olmadığı ndan i l k sualini tekrar etti. ·

Hazret-i Ömer: «Yô Resulallah, onlar müşriklerin re­ islerindendir. Hepsinin boynu vurulmalıdır» deyip kendi görüşünde ısrar eyledi ise de Resul-ü Ekrem yine kabul etmedi . Bunun üzerine Hazret-i E b u Bekir es-Sıddık kalkıp esirlerden bedel a lınarak affedilip serbest bırakılma ları­ nın daha uygun olacağı görüşünü savundu. Resul-Ü Ekrem de onun görüşünü kabul edip esirler­ den dört bin dirhem bedel alınarak sal ıverilmeleri ni em­ ı-etti . Fakat Medine'ye giderken yolda Ukbe b i n E bi Muit i le Nadr bin Haris'i öldürttü. Resu l-Ü Ekrem, Bed i r'de üç gece daha kaldı ktan son­ ra İslôm ordusu ile kalkıp Medine'ye avdet buyurmuştu. Esirler ve ganimet mal ları da beraber idi. Neccar Oğulla rı ndan Abdullah bin Ka'ab bu gani met malları nı ko­ rumakla görevlendiri ldi.

HAYATI

1 15

Kureyş kerva nın ın durumunu araştırmakla görevlen­ dirilen Ta lha (R.A.) ve Said bin Zeyd (R.A.) hazretleri et­ rafı tarayarak Medi ne'ye dönüşlerinde ResOl-ü Ekrem'in Bedir tarafına gittiğ in i haber a l maları ile onlar da o tarafa koşmuşlar ve bu defa ResOl-ü Ekrem dönüp de Medine'ye gelirken yolda buluşup gazasını tebrik etmişlerd i r. Safra boğazından çıkıld ı kta ResOl-ü Ekrem ganimet malları n ı eşit olmak üzere Sahabelere taksim etti ve esir­ leri geride bırakıp Medine'ye gitti. ResOl-ü Ekrem'in Medine'den çı kması ile Medine'ye g i rmesi arası nda on dokuz g ü n geçmiştir. Bir g ün sonra esirler de Medine'yc getirildi. ResOl-ü Ekrem on ları sahabelerine dağıttı. Ayrıca; «Onlara güzel bakınız» diye tenbih etti. Bundan dölayı herkes kendi evindeki esird güzelce bakar. yiyecek ve içeceğine dikkat sarfederd i. ResOl- ü Ekrem'in amcası Abbas bin Abdulmuttalib hayli zengin bir zat idi. Mekke'den çıkarken Ümmül-fad l'a yan i karısına külliyetli miktarda altın verip; « Ben muha­ rebeye g id iyorum. Şayet bana bir hal olursa bu altınlar sen i n le evlôdımındır» demiş. Fakat bunu ikisinden başka kimse bilmezmiş. Bundan başka Abbas askere harcamak üzere yanma da haylice altın almış, lôkin savaş sırasında elinden alın­ mış. ResOl-ü Ekrem ise bu defa ona gelerek kendisi için ve gerek kardeş çocu kları olan Akil ve Nevfel için bedel vermesini emrettikte savaşta el inden alınmış olan altı nlG­ rı n bu bedellere mahsup edilmesini talep ve rica etti. ResOl-ü re taşıdığ ı n casını kabul Abbas: ded i .

Ekrem de: «Bizim aleyhi mize harcamak üze­ a ltı nı sana bırakamayız» d iyerek onun bu ri­ etmedi. «Yô. beni avuç açtı rıp d i lendirecek misi n?»

116

HAZRETİ MUHAMMED'İN

Bunun üzerine Resul-Ü Ekrem:' 1< Ümmü l-fadl'Ô bırak­ tığın a ltınlar nerede?» diye buyurdu . Halbuki Abbas o altı nları karısına verirken yanında kimse yokmuş Bunun üzerine; «Sana bunu kim haber verdi?» d iye sormuş. Resül-ü Ekre_m; « Rabbim haber verdi» d iye bu­ yurmuş. Abbas da: «Şehadet ederi m ki , sen doğru söyle­ yicisim> demiş ve kel ime-i şehadet getirmiş. Lôk i n fidye bedeli n i affetiremeyip diğer esirler gibi tayin edilmiş olan bedel hazırlayıp vererek Mekke'ye döndü . Mekke'den tayin kılınan bedellerini getirip veren di­ ğer reisler de ard ı ardına dönmeye başladı. Bedel vermeye kudreti olmayıp da el i nde yazısı olan (okuyup yazan) esirler de Ensar'dan onar çocuğu yazı öğ­ retmek ve sonra mani olunmadan Mekke'ye g itmek üzere Medi ne'de a l ı konuldu. Mekke ahalisinde okur yazar çok ol up,, Medine ahali­ si ise yazı san'atından nasipsiz iken bu vesile ile Med i­ ne'de de o kadar yazı yazabilen ki mseler çoğa ldı. Bu s ı rada Resul-ü Ekrem'in k ızı Zeyneb (R.A.) hazret­ leri de kocası Ebul As b in er-Rebi'in bedeli olmak üzere boynundaki gerdanlığı çıkarı p Medi ne'ye gönderdi. Bu gerdanlığı ise, Ebul-As'a nikôh landığı vakit Haz­ ret-i Zeyneb'in boynuna annesi kadı nların en ulusu Ha­ dicet'ul-Kübre (R.A.) hazretleri takmıştı . .

Hazret-i Hadice'nin büyük kızına hediyesi olan ger­ danlığın, dellôl elinde gezen satı l ı k mai g i bi esaret bedeli olarak mı:ıydana çıkması sahabeleri müteessi r etti. ResQl-ü Ekrem'in de onu görünce son derece yüreği etkilendi ve: « Eğer uygun görürseniz Zeyneb\in esirini sa­ l ıveriniz ve bedel ini de geri cevlri niZ» diye buyurdu. Saha ­ beler de Ebul-As'ı salıverdiler ve gerdanlığını çevirdiler. Bu suretle Ebul-As karşılıksız olara k esaretten kur­ tulup Mekke'ye gitmiş ve fakat küfür ve şirk üzerinde Is-

HAYATI

117

rar ettiğ inden daha sonra Zeyneb (R.A.) hazretleri ondan ayrı l ı p Medine'ye göç etmiştir. Esirlerden Ebu izzet'ül Cümehi ad lı meşh ur şair -ki ş i i rinden başka sermayesi yoktu- bundan sonra Müslü­ manların a leyh inde bulunmamak şartı ile karşı l ı ksız sa lı­ verildi. Yine esirlerden Mutta lib bin Hantab ile Safiy bin Ri­ faa da böyle bedava ola ra.k serbest bırakıldı. Ramazan ayı nın sonlarında Fıtır Sadakası vermek vacib oldu. Ramazan bayramında bayram namazı kılındı, zekat vermek de bu sene farz oldu. Yukarıda geçtiği g ibi Bedir'de bozguna uğrayan Ku­ reyşl i lerin yetmişi öldürülmüş, yetmişi esir olup geri ka­ lan kılıç a rtıkları da darmadağı n olara k düşe ka lka Mek­ ke'ye gitmişlerd i. Ebu Süfyan bin Haris bin Abdülmuttalib de onla rla beraber Mekke'ye vardı. Mekke'de Eb u Leheb ile görüştükte Abbas'ın zevcesi Ümmül-fadl ve kölesi olup Müslümanlığı gizli tuta n Ebu Rafi de Mecl iste hazır oldukları halde Ebu Leheb Ebu Süf­ yan bin Haris'den Bedir vak'asını sordu. O da: «Vallahi h iç bir şey deği l . Ancak biz Muham­ mediler ile buluştuğumuzda arkalarımızı onlara teslim et­ tik. Diled iklerini öldürdü ler, dilediklerim esir etti ler. Lôkin halkı ayıplayıp kınamam da. Zira alaca atlara binmiş bir a lay süvdri vard ı . Onlara dayanmak mümkün değ ildi» d i­ ye cevap verdi. .



Ebu Rafi de: «0 gördüğünüz süvariler melekler idi» deyince Ebu Leheb sinirlenip ona bir sille vurdu. Ümmül-fadl ise gayrete gelip; «zavallı köleyi efendisi burada yok d iye dövüyorsun» diyerek bir çadır d ireği ile Ebu Leheb' in başını yardı. Bunun üzerine E b u Leheb gam ve kederinden ağır hasta oldu ve bir hafta sonra canını cehenneme ısmarla­ yıp hesap yerine g itti.

118

HAZRETİ MUHAMMED'İN

Diğer Kureyş l iler de Mekke'de bir ay kadar Bedir'de öldürülmüş olan reisleri anarak matem tuttu ResCıl-ü Ekrem ise Bedir'den galip ve muzaffer ola­ rak döndükte İslam dini pek ziyade kuvvet buldu. Bütün düş manların gözleri de yıldı . Medine'deki Yahudiler «Tevrat'da adı gecen son pey­ gamber budur» demeye başladı ve henüz iman etmeyen­ lerden bazıları iman etti. Bazıları da görünüşte Müslüman oldu. İşte bundan dolayı M üslümanlar içi nde bir hayli mü­ nôfıklar ortaya cııc:tı. Hazret-i Peygamberin h icretinden sonra Ya hudiler, ResCıl-ü Ekrem ile savaşmamak ve onun düşmanlarını sa. vaşa teşvi k etmemek üzere anlaşmışlardı. Medine d iyarın daki Yahudiler h e r ne kadar başl ıca Kureyza ve Nad ir adında iki kabileye ayrılmış ise de bun­ lardan başka Beni Kaynuka ( Kaynuka Oğulları) denen bir kabile vard ı ki, Medine'nin Aliye denilen nah iyesi civarın­ da Cisr-i Buthan ad lı yerde oturup kalel e ri sağlam ve ken­

d ileri cesaretleri ile tanınmış idi. Hazrec kabilesi onların dostu ve koruyucusu idi. Müslümanlardan birini öldürerek andlaşmayı bozmuş olduklarndan ResOl-ü Ekrem hicretin işte bu ikinci senesi Şevval ayı nın ortası nda Ensar!dan ve Evs kabilesi ileri ge­ lenlerinden Ebu Küsase bin Abd el-Münzir (R.A.) hazret­ lerini Medine'de kaymakam bırakıp mübarek sancağı, amcası Hamza (R.A.) hazretlerinin eline vererek Müslü­ man gaziler ile Medine'den çıktı. Gidip on beş gün kadar Kaynuka Oğullarını kuşattı . Nihayet Zilka'de ayının ilk günü tesl im ol maya mec­ bur oldular. Hazrec kabilesinin ileri gelenlerinden müna­ fıkları n reislerinden olan Abdullah bin Ubeyy bin SelCıl de onları n bağışlanmalarını istirham ederek bu hususta usan­ dıracak derecede israrda bulunduğundan ResOl-ü Ekrem onları öldü rmekten vazgeçerek Şam tarafına sürdü. Kale-

HAYATI

119

lerinde bulunan diğer silôh ve malların beşte birini de Beytülmal'e a lıp geri kalanını M üslüma n gaziler arasında taksi m etti. Ebu Süfyan bin Harb bin Ümeyye sözü gecen kervan ile Mekke'ye varıp arkasından Bed ir'de bozguna uğrayan asker de bozuk düzen Mekke'ye ulaştı kları nda Kureyş'li­ lerin birinci derecedeki reisleri kimi telef ve kimi esir ol­ duğundan Ebu Süfyan, tabiatıyla Kureyşl ilerin reisi maka­ mı nda bulunarak M üslümanların üzerine bir sefer etmedik­ çe karı ları nın yanına varmamak ve koku sürünmemek üze­ re yemin etmişti . Bunun üzerine iki yüz atlı i le Mekke'den çıkıp Medine c ivarı na geldikte ileriye biraz atlı göndermişti. Onlar da Medine'ye bir saat kadar mesafesi olan bir mahalle gelip M üslümanlardan bir zatı şeh id etmişlerdi. ResQl-ü Ekrem bunu işittiği g ibi seksen süvari ve yüz yirmi piyade ile Medine'den çıkıp o tarafa hareket eyle­ diler. Kureyşiiler ise henüz Bedir bozgunluğ u nun acısını u nutmamış oldukları ndan hemen firara yüz tuttular. Hafiflemek için yanlarındaki azı k ve yiyecek cuvalla­ rını atarak tam bir sü r'atle kaçıp geri gittiler. Bundan dolayı Müslümanlar Kureyşli lere yetişemedi ­ ler. Fakat arkalarından bu çuvalları toplayıp zah metsizce hayli yiyecek ve zahireye kavuştular. Bu seferde ResQl-ü Ekrem beş gece Medine dışı nda kalmış ve Zilh icce'nin dokuzuncu günü Med ine'ye var­ mıştı. E rtesi gün Bayram namazı idi. Kurban kesildi ve sa­ habelere de kurban kesmeleri için emretti. Yine bu Zilhicce ayında ResQl-ü Ekrem'in mu hterem kerimesi Fatımat'uz Zehra (R.A.) hazretlerini amcazadesi Ali bin Ebu Talib (R.A.) hazretlerine nikôhladı. O vakit Hazret-i Fatıma on beş, Hazret-! Ali yirmi bir yaşında id i.

120

HAZRETi MUHAMMED'IN

Sahabelerin büyüklerinden Osman bin Mas'un (R.A.) hazretleri bu sene ahiret ölemine göç ,etmiştir. Yine bu sene Kureyş lilerin reislerinden Umeyye bin es-Salt da dünyadan göçüp g itmiştir. İşte bu Ü meyye semavi kitapları mütalôa ederek bir peygamber gönderileceğine muttal i olmuş fakat kendisi son Peygamber olmak emel ine düşerek Muhammed Mus­ tafa (S.A.V.) hazretleri zuhur etmekle hasedinden dolayı küfürde ve sapıklıkta israr eylerdi. Bed ir vak'asında Şam'da bulunup sonra Mekke'ye gi­ derken Bedir karyesine uğradıkta kendisine Bedir vak'a­ sında öldürülmüş olan Ku reyş reislerinin atılmış oldukları sözü gecen kuyu gösterilmiş ve dayısının oğ ulları olan Utbe bin Rebia ile Şeybe bin Rebia'nın da orada oldukları haber verilmiş olduğundan o kuyu başı na gidip onların bir ağ ıtı olarak uzun bir kaside söylemiş ve daha sonra kendisi de cehenneme g itmiştir. Sonra Hazret-i Peygamber'i n hicretinin üçüncü senesi oldu. Bu senenin Rebiulevvel i nde Ya hudi kabilelerinden Nadir Oğul ları (Beni Nadir) reislerinden Kôab bin Eşref idam ed ildi. Şöyle ki: Kôa b bin Eşref şair olup Resul-ü Ekrem'i h icvederdi. Bu sırada Mekke'ye gidip gelmiş ve Mekke'de iken Bed ir vak'asına da ir ağıtlar söyleyerek Kureyşli leri M üslümanlar aleyh ine hayli tahrik etmiştir. Ensar'dan ve Evs kabilesinden Muha mmed bin Mes­ leme kendi kabilesinin yiğitlerinden dört kişi ile varı p Kôab'ın başını kestiler ve diğerlerine gözdağı verdi ler. Yahudiler sabahleyin Hazret-i Peygamberin huzuruna gelip bundan dolayı şi kôyette bulundular. Resul-Ü Ekrem de Kôa b'ın ne türlü bozgunculuk için çalışan biri olduğu­ nu açıklamakla Yah udiler bir şey deyemeyip gittiler. Bedir vak'asından sonra Kureyşl i ler için öteden beri gidip gelmekte oldukları Şam yolu teh l ikeli olduğu ndan Irak yolu ile dolaşarak Şam'a gidip gelmeğe başladılar.

HAYATI

121

Bu sırada Irak yolu ile bir Kureyş kervanı hareket ed ip Safvan bin Ü meyye ile Huveytib bin Abdui'uzza da bera­ ber idi. ResOl-ü Ekrem ondan haberdar oldukta yüz atlı ile Zeyd bin Ha rise (R.A.) hazretlerini gönderdi. Necid'de Kerde adlı su başına vardılar. O kervanı vurdular. Mevcud olan bütün mallarını alıp Medine'ye gö­ türdüler. Beytülmal için beşte b irini çıka rdılar ki, bu beşte birin kıymeti yirmi bin dirheme u laştı . Yukarıda açıklandığı üzere Bedir vak'ası sırası nda ResOl-ü Ekrem'in kızı ve Osman bin Affan (R.A.) hazretle­ rinin zevcesi Ruk iyye (R.A.) hazretleri vefat etmiştir. Son­ ra Ömer el-Faruk (R.A.) hazretlerinin damadı Huneyş bin Huzafe es-Sehmi vefat ettiğinden kızı Hafsa (R.A.) haz­ retleri dul ka ldı. Bunun üzerine Ömer el-Faruk kızı Hafsa'yı Hazret-i Osman'a vermek isteyerek Hazret-i Osman da bu niyette bulunmuş iken sonradan vazgeçtiğinden Hazret-i Ömer el­ Faruk'un hatı �ı kırılmıştı . ResOl-ü Ekrem ise bu sırada Hazret-i Hafsa'yı nikôh­ lamakla Hazret-i Ömer'i kendilerinin kayı npederliği şerefi ile gönlünü hoş etti. Kendi kızı Üm m-ü Gülsüm (R.A.) haz­ retlerini de Osman bin Affan'a verdi. Bundan dolayı ken­ disine Osman Zinnureyn denildi .

UHUD

G A V Z ES i ( H A R Bi)

Yu karıda açı klandığı üze;re Bedir vak'ası sırasında Ebu Sü fyan bin Harb ve Amr bin As sahil yolu ile savu­ şup Bed i r vak'asına sebep olan sözü gecen kervanı Mek­ ke'ye ulaştırmışlard ı. Bu kervanda bin deve yü k ü m a l o lup sermayesi e l l i bin a l t ı n i d i . Bu nda Kureyş ileri gelenlerinden pek cok kimselerin h issesi vardı. Halbuki onların çoğu Bed ir sava­ şında idile r. Bunun üzeri ne kervan Mekke'ye geldikte mevcud malları Darun-Nedve'>ye kondu . Bedir'de Kureyş ordusu fena halde perişan ve pera­ kende olara k Mekke'ye vardıkta Safvan bin Ümeyye, İk­ rime bin Ebu Ceh i l, Abdullah bin Reb ia gibi babaları ya­ hut kardeşleri telef olanlar Ebu Süfyan'ın yanına toplandı­ lar. « M uhammed bizim büyüklerimizi öldürdü. Bizleri kim­ sesiz bıra ktı. Bu kervanın kôrı ve kazancı ile bize yard ı m ediniz k i , ondan intikam alalım» dediler. Ebu Süfyan derhal muvafakat edip diğer sermaye sa­ h iplerini de ikna ettiler ve kervandaki ma lları sattı lar. Ku reyşliler Şam ticaretinden birer kôr ederlerdi. Bu defa elli bin altı nı sahiplerine kôr verdiler. Elli bin altı n ka­ dar kôr kald ı . İşte b u kôrdan yirmi beş b i n altın ayrılıp onu nla Arab­ lardan asker toplanması için karar verildi . Fakat Bed ir'de öldürülmüş olan Ku reyş i leri gelenle­ r i n i anarak ve onlar için ağıtlar söyleyerek halkı savaşa

HAYATI

123

teşvik ve tah ri k etmek üzere �ir kaç h itabeti kuvvetli zatın bu işe sarılmaları durumun icabından olduğu görü ldü. İşte bunun için Amr bin As ve Hubeyre bin Ebi Vehb, İ bn er-Rebi ve Ebu izet'ül - Cümehi seçilerek kabileler içi­ ne gönderildi . H e r nekadar Ebu izze, Bed ir vak'ası nda esir olup bundan sonra Müslümanlar aleyhinde bulunmamak şar­ tıyla bedava olarak affedilip serbest bırpkılmış, bu memu­ riyeti kabulde tereddüt eylemiş ise de l isan kıl ıcı ile kav­ mi ne yardım etmesi için Safvan bin ümeyye pek ziyade üstüne düştüğünden onun ısra rlarına dayanamayıp Müs­ l ü manlar aleyhine halkı tahrik eylemek ve bu yolda şiir­ ler söylemek ile meşgul oldu. Bu şekilde Kureyşliler. Mustalak Oğulları ( Beni Mus­ talak ) , Beni Heun bin H uzeyme ve Beni Hars bin Abd-i Me ­ naf kabilelerinden iki bin kadar asker topladılar. Üç bin kişiden meydana gelmiş bir ordu ile Mekke'den çıktılar ki, yedi yüzü zırhlı ve ikiyüzü atlı idi. Ayrıca üç bin develeri va rdı . B u ordunun reisi v e kumandanı Ebu Süfyan olup ka­ rısı Hind de beraber idi ki, Bedir'de öldürülen babası Utbe ile biraderi Velid'in intikamını almak için askeri teşvik ve tahrik ediyord u. İ krime bin Ebu Cehil'in zevcesi, Haris bin H işam'ın kı­ olan Ü mm-ü Hakim, Haris bin H işam'ın karısı. Vel id bin Muğire'nin kızı Fôtıma, Safvan bin Ümeyye'nin karısı, Mes'ud es-Sakafi'nin kızı Berze, Amr bin As'ın ka rısı ve Münebbih Sehmi'nin kızı Reyta kocaları ile birl ikte olduk­ ları gibi Mus'ab bin Umeyr' in biraderi olan Ebu Aziz bin Umeyr'in validesi Hannas da oğ lu Ebu Aziz ile beraber idi. Bunlardan başka diğer kadınlar da vardı. Toplamı on beş. kad ı n oldukları halde def çalarlar ve askeri gayre­ te get i recek şiirler okurlardı.. Abbas b in Abdulmuttalib, Bedir vak'asında felôkete uğradığ ından bu h isle özür beyan ederek geri kaldıktan Lı

124

HAZRETİ MUHAMMED'İN

başka Kureyşlilerin bu hal ve hareketine dair bir mektup yazdı . Üç g ünde Medine'ye ulaştırmak üzere Gıfar Oğul­ ları ndan ( Beni Gıfar) para l ı bir haberci gönderd: Haberci geli p Resul-ü Ekrem'i Kuba karyesinde bu­ larak mektubu verdi. Resul-Ü Ekrem mektubu Übeyy bin Kaab (R.A.) haz­ retlerine okuttu. Gizli tutulmasını tenbih etti. Sonra Kuba karyesi ileri gelenlerinden ve Ensar'ın bü­ yüklerinden Sa'd bin er-Rebi' (R.A.) hazretlerinin evine g it­ ti ve gizli olarak onunla bu durumu müzakere etti. Daha sonra Medine'ye geldi ve Kureyş ordusunun durumunu araştırmak için Hubab bin el-Münzir (R.A.) tıaz­ retlerini gönderd i. O da çıkıp Medine'ye b i r konak mesafesi o lan Ureyz adlı yerde Kureyş ordusunu gördü ve durumlarını tahkik ederek Medine'ye gelip Resul-ü Ekrem'e haber verd i. Hubab bin el-Munzir (R.A.) hazretlerinin araştırmala­ rı Abbas bin Abdulmuttalib'in yazılarına tamamiyle uygun geldi. Hazret-i Muhammed (S.A.)'in hicretinin üçüncü sene­ si Şevval ayı n ı n başlarında -ki çarşamba günü idL Kureyş ordusu Medine h izasına geldi ve Uhud yanında yer alan Ayneyn adlı dağ yanına kondu. Perşembe ve cuma günleri l)rada kald ı. Cumartesi gecesi Resu l-Ü Ekrem rüyasında, bir ta­ kım sığırların boğazlandığını. Zülfikôr adlı kılıcın ucu kırı­ lıp ortasında bir gedik peydah olduğunu ve arkaları na sağ­ lam bir zırh giyip mübôrek elini o zırhın yakası na sokmuş olduğunu görmüştü. Ertesi günü Resul-ü Ekrem bu rüyayı sahabelerine söyledi ve: « Boğazlanan sığırlar sahabelerinden katlolu­ nacak zatlara , kılıcımın üstündeki gedik Ehl-i Beytimden birinin katlolunmasına işarettir. Muhkem zırh Medine de­ mektir>> d iye tabir etti. Deva mla; «Şu duruma göre Medine içi nde durunuz.

HAYATI

125

Düşman içeri hücum ederse. savunma ve korunma savaşı yapınız» d iye emir buyurdu. Sahabelerden bazıları do bu şekli uygun gördü. Münôfıklorın reisi ola n Abdullah bin Übeyy bin Sel ul do bu görüşü ileri sürdü ve: «Yô Resulal loh! Cohil iyet dev­ ri nde düşman zuhurunda biz ne vakit dışarı çıkarsak mağ­ lup olurduk. Ne vakit de Medine 'de kapanıp do müdafaa eci�rsek gôlip gelirdik» dedi. Gerçekten d e böyle savun ma harbi maslahata ve du ­ ruma daha uygundu. Zira , Medine'nin her tarafı binalar· ve duvarlar ile çevri lmiş ve geçitleri istihkômlor ile kapa­ tı l mış olduğ undan bir kale hükmünde ve Resul-ü Ekrem'i n rüyasında gördüğü gibi kuvvetli bir zırh durumunda idi. Bundan dolayı bir müddet Medine'de sabır ve sebat olursa Kureyşliler ordugôh ları ndo durup M üslü manları n çıkması nı bekled ikleri takd irde Arablara bıkkınlık gelerek savuşup g ideceklerdi. Medine üzerine h ücum ettikleri takdirde içeriden ok atı larak b i r çoğu yok edilebi lird i. İki şekilde d e Kureyş ordusuna zaaf g e lip o du rumda icabına göre dışarı uğro nılorak üzerlerine hücum ederek muhare­ beyi kazanmak kolay ol urdu. Fakat Bed i r savaşı nda bulunmayan yiğitler orada bu­ lunan gozileri� kozandığı mükafat ve sevabı, Bed ir şehid­ lerinin eriştiğ i dereceleri Resul-ü Ekrem'den işitmekle o savaşta bulunmadıklarına aşırı derecede hayıflanmaları ile «Yô Resulolloh! Biz, Alloh'don bu günü isterdik. Bizleri d ı şarı çıkar, düşma nlarımız ile göğüs göğüse savaşa lım » dediler. Sahabelerden bazıları « Eğer dışarı çı kmazsak düş­ man bizim zayıflığımıza ve korko klığımızo yükleyerek şı­ morını d iye çıkıp do meydan savaşı yapmayı tercih ettiler. Hozret-i Hamza bin Abdülmuttolib ise gayet cesur ve kahraman bir zat olarak Medine'de kapa n ı p du rmayı aklı ve havsalası olmadığından hemen çıkıp düşman üzerine hücum etmek isterdi.

.

126

HAZRETi MUHAMMED'İN

Bunun üzerine Resul-ü Ekrem de çaresiz dışarı cıkıp meydan savaşı yapmak üze re karar verdi. «Sabır ve se · bat gösterirseniz bu defa da Cenab-ı Hak size zaferi Ih­ san eder» diye buyurdu. Cuma hutbesinde cihôdın faziletlerin i açı kladı ve ikin­ di namazını cemaat i le kıldı ktan sonra «Şeyhaynı yani Ebu Bekir es-Sıddık (R.A.) ve Omer el-Faruk (R.A.) haz­ retleri ile beraber mübarek hücresine g itti. İkisi birli kte Resul-ü Ekrem'in sarığını düzelttiler Vf;J harp elbisesini g iyd irdiler. Resul-ü Ekrem birbiri üzerine iki zırh g iydi ve kılıcını Kuşanıp yine onlarla beraber mübôrek hücresinden dışarı cıktı. Diğer bütün sahabeler de hazır olduğu halde c ivar köylerin halkı da gelip hepsi Resul-ü Ekrem'in çıkmasını beklemekteydiler. Halbuki askerliğin en mühim vazifesi savaş tıarekô­ tında başkumandan kim olursa olsun tamamiyle onun em­ rine itaat ederek düşüncesine ve aldığı tedbirlere asla ka­ rışmamaktır. Bu duruma göre Fahr-ı Alem hazretleri sa­ vunma savaşını uygu n görmüş iken halktan bazılarının onu dışarı çıkmaya mecbur etmeleri büyük bir hatô idi. Bundan dolayı Evs kabilesi nin reisi ve Ensar'ın en ulu­ su olan Sa'd bin M uaz ile Üseyyin bin Hudayr; «Siz Resul­ u l lahı istemeyerek çıkmaya mecbur ettiniz. İşi ona bırak­ malıydınız. Ona vahiy gelir ve işin gereğini o sizden daha iyi b i l i r» diye onları azarladı. Onlar da ettiklerine pişman oldular ve bu defa Resul-ü Ekrem mübôrek hücresinden çı ktı kta «Ya Resulallah. Biz senin emrine muha lefet etmeyiz. Dileğ ini yap» dediler. Resul-Ü Ekrem ise onların zorlaması üzerine silôh­ lanıp atına bin mek üzere olduğundan «Bir Peygambere si lôh land ı ktan sonra savaş yapmadan dönmek yakışmaz» buyurdular. Hemen atına binip İslôm ordusu ile Med ine

HAYATI

127

dışı na çıktılar. İbn-i Ümmü Mektum'u Medi ne'de kayma­ kam bıraktılar. Sa'd bin Muaz (R.A.) ile Sa'd bin Üböde (R.A.) zırh l ı oldukları ha lde Resul-ü Ekrem'in önünde yürürlerdi. Uhud dağ ı na doğru yola koyuldular. Medine ile Uhud arası ndaki mesöfe bir saatten azdır. Ancak o gün oraya kadar varmayıp yarı yolda Şeyhayn denilen yerde gece­ lediler. Üsame bin Zeyd, Abdullah bin A'fır, bin Sabit, Ebu Sa ­ id el-Hudri g ibi küçük çocukları buradan Resul-Ü Ekrem geri çevirdi. O gece Muhammed bin Mesleme ef-Ensari (R.A.) hazretleri elli kişilik bir İslöm askeri ile İslöm ordusunun etrafını dolaşmak üzere karakola cıktı. M üşrikler tarafından da İkrime bin Ebu Ceh il bir bö­ lük asker ile karakola çıkıp dolaşmaktaydı. Zekvan bin Abdülkays (R.A.) harzetleri de gece ordu içinde dolaşıp Resul-ü Ekren.'in çadırını korumaktaydı. Seher vakti Resül-ü Ekrem İslöm ordusu ile o mahal­ d e n ka lkıp Uhud dağı na doğru hareket buyurdu. Ya nı nda­ ki askerin toplamı bin k şi kadardı. Lö kin münöfıkların reisi olan Abdullah bin Übeyy bin Selul kendine tabi olan üç yüz kadar münafık ile geri dön­ dü. Onların dönüp gitmesi. Hazrec kabilesinden Harise Oğullarını (Beni Harise) ve Evs kabilesinden Seleme Oğul­ larını ( Beni Seleme) tereddüde düşürdü. Bu ise sırf şeytani bir vesvese idi. Cenöb-ı Hakkın h idayeti erişti ve o iki töife mü nöfı klara uymayıp İslöm ordusu ile Uhud dağı eteğine vardı lar. islöm ordusunun toplamı yedi yüz k işiden i baret kal ­ d ı . Bunların da yalnız yüz kişisi zırhtı idi. Yalnız Resul-ü Ekrem ile Ebu Serde (R. A.) hazretle­ rinin birer atı olup diğer İslöm askerleri hep piyade idi.

128

HAZRETİ MUHAMMED'İN

İslôm ordusu Uhud dağına arka verdi ve Med ine'ye karşı saf olup d u rd u . Müşrikler de M üslümanların karşı s ı ndaki çorak yerde scıf oldular. Ku reyş sancağı öteden b8ri Abdüd-d a r bin Kusay Oğulları nda olduğu g i bi bu defa da Abduddar Oğullarından Talha bin Ebi Talha Kureyş ordusunun sa ncaktarı idi. Bunun üzerine Resul-Ü Ek rem de muhac i rlerin san­ cağını yine Abdüd-Daroğulla rı ndan Mus'ab bin Umeyr ( R . A . ) hazretlerine verd i . Evs kabilesinin sancağı ise Üseyyid bin H udayr (R.A.) hazretleri n i n el inde ve Hazrec ka bilesinin sancağı Hubab bin e l - M ü nzir ( R . A . ) hazretl erinin elinde .id i . Kureyş ordusunun başkumanda nı E b u Süfya n olup okçuları n ı n k u mandanı Abdullah bin Rebia, sağ kol ku­ manda nı Halid bin Vel id, sol kol kumandanı İkrime b i n Ebu Ceh il i d i . Safvan bin Ümeyye ile A m r bin As da birer bölüğün kumandanı id iler. Resul-Ü Ekrem de İslôm ordusu n u n ortasında olup Ebu Ubeyde bin Cerrah ile Sa 'd bin Ebi Vakkas öncü, M i k ­ dad b i n Ömer ardcı, Ukkase bin Muhsin Esedi sağ kola ve Ebu Mesleme (Allah onda n rôzı olsu n ) İslôm ord u s u n u n sol tarafındaki Ayneyn adlı dağda bir vadi olup oradan düşman süvarisinin h ücum etmesi düşünüldüğünden Resul-Ü Ek rem, Abdullah bin Cübeyr ( R . A . ) hazretlerini e l l i kişilik bir kuvvetle d üşma n ı n hücu­ munu ön lemek için o vad i n i n ağzında görevlend i rd i ve · « İster galip gelsin, ister yenilsin. Benden haber gelmed i k­ ç e s i z buradan ayrı lmayınız» diye kesin emir verd i . Sonra Resul-Ü Ekrem eline bir k ı l ı ç a l d ı ki üzerinde Arapça; « Korka klı kta utanç, ileri gitmekte şeref ve izzet var. Halbuki kişi korkaklık ile kaderden kurtulamaz» diye Y.azılmıştı. « Hakkını vermek suretiyle bu kı lıcı kim alır?» ded i . Saha belerden bazı ları: « Biz alırız,» dediler ise d e Re-

HAYATI

129

sul-ü Ekrem iltifat etmeyip ilk sözünü tekrar etti. Nihayet Ensar'ı n kahramanlarından Ebu Dücöne (R. A.) hazretleri, «Ya Resulallah! Bu kılıcın hakkı nedir?» diye sordu. Resul- Ü Ekrem de «Onun hakkı, eğ ilip bükülünceye kadar düşmanın yüzüne vurmaktır» diye buyurdu. Ebu Dücöne (R. A.) hazretleri de: «0 şartla ben alı­ rım» deyince Resul-ü Ekrem o k ılıcı ona verdi. Aslı nda Ebu Dücöne (R. A.) savaş meydanında korku­ suz bir şekilde dolaşan kahramanlardan olduğu halde böy­ le özel bir iltifata mazhar olunca hemen kılıcı çekip yürü­ dü. Bu esnada ise bir münöfı k ile dinden dönmüş b i ri ta­ rafından döğüş ve- savaşa başlatıldı. Şöyle ki: Kazman adı nda bir münöf ık ResGl-ü Ekrem İslöm ordusu ile Medineden çı ktı kta o geri kalmıştı. Medi nedeki kadınların onu alaya al ması kendisinin namusuna dokunduğundan derhal İslöm ordusuna gelmiş ve en ileri geçip savaşa hazır olmuş idi. Evs kabilesinden Ebu Amir-i Rahib denen bir şahıs vardı ki, daha önce Resul-ü Ekrem'in teşrifini haber ver­ miş iken Hazret-i Muhammed'in zuhurunda kıskançl ığın­ dan dolayı küfür ve sapıklık yoluna girmiş ve ResUl-ü Ek­ rem'den ayrıl ı p elli kadar adamı ile Mekke'ye gitmişti. « Muharebe meydanında ben kavmime kavuşursam hepsi bana tabi �lur.» diye Kureyşliler içinde öğünürdü. Halbuki Resül-ü Ekrem onu « Fasik Ebu Amir» diye lakablandırmış (adlandırmış) olduğundan değil kavminin, kendi oğlunun bile onu kabul etme i htimali yoktu. Bunun üzerine bu defa Ebu Amir Evs kabilesine kar­ şı olan Araplar içine gelerek, « Ben Ebu Amir'im» d iye ses­ lendikte Evs kabilesi «Bire fös ı k herif» diye onu tersled i. E b u A mir kendi kavminden böyle umma rl ığı bir muaF:9

130

HAZRETİ MUHAMMED'İN

meleyi görü nce « Ben kavmi m i n içinden çıkalı onları n fikir­ leri bozul muş» diyerek Evs kabilesiyle savaşmağa başladı . Kazman ise kadınlardan utanmış v e savaşa pek ziyô­ de h ı rslanmış olduğ undan herkesden evvel d üşmana ok ata ra k şiddetli b ir şekilde savaşa başladı . Evs kabi lesinin yiğitleri ise Ebu Amir'i taşa tuttular ve taşları, okları yağ mur gibi yağ d ı rd ı la r. Fôsik Ebu Amir kaçmaya mecbur olduktan başka o yolda bulunan Hevazi n kabilesi ü rküp geri döndü ler ve n i ­ h ôyet gerideki safa dayandılar. Bunun üzeri ne Kureyşl ilerin bayraktarı olan Ta lha bin Ebi Talha mübareze ( Döğ üş) meyda n ı na çıkıp er diled i. Ali bin Ebu Tal i p ( R . A.) hazretleri ona karşı çıktı ve başına bir kılıç vurup kôfiri öld ü rd ü. Bundan sonra Ku reyşlilerin sanca ğ ı n ı Osman bin E bi Talha tutm uştu . Allah ' ı n a rslanı Hamza bin Abd ü l muttalib ( R . A.) hazretleri onun üzerine yükıenip kıl ıçla kolunu ya­ ral ad ı . Derhal sancağı Ebu Said b i n Ebi Ta lha aldı. O n u da Sa'd bin Ebi Vakkas (R. A.) hazretleri ok ile vurd u . Hemen sancağı Nafi bin Ta lha tuttu . O n u da Ası m bin Sabit bin Ebi Efh ak ok ile vurup öldürd ü . Bundan sonra sancağı derhal Haris bin Ta lha tuttu ise de Zübeyr bin el -Avvam da hamle ederek onu öldürd ü. Sonra kardeşi Cilas bin Talha sancağı aldı. O da Tol­ ha bin Ubeydullah (R.A.) hazretlerinin e l iyle öldürüld ü . K ısaca Abdüd- Daroğu l ları ndan yedi kişi baba. oğ ul, kardeş ve amca bu sancak altı nda d üşüp kaldı. Sonra yine sancağı Abdüd- Daroğ u lları ndan E rtat bin Şercil aldı . Onu da Hazret-i Hamza öldürdüğü nden sanca ğ ı Sü­ rayh bin Kariz tuttu. Onu da saha belerden biri öldürd ü . Artık Abdüd-Daroğul ları ndan sancağı tutacak kimse bulunmad ı ğ ı ndan yine onların kölele ri nden Savab adlı şa­ hıs sa ncağ ı aldı. O da Kazma n ' ı n bir ha mlesi ile telef oldu.

HAYATI

131

Gariptir ki, Kazman'ın ismi anıldıkça ResOl-ü Ekrem onun hakkında cCehennemliktlrı derdi . Kazmqn ise bu defa o kadar mertçe savaştı ki, müş­ riklerden yedisini yere duşürdü. N ihayet kendisi de yaralanarak savaş meydanındQ. düşmüş, pek çok yerinden kan akıyordu. Onu o durumda Katade bin Nu'man (R.A.) hazretleri görmüş ve: cŞehadet rütben mübarek olsun Kazmanb diyerek hal ve hatırını sormuştu. Kazman ise: «Benim emelim şehadet de(illdlr. Dinin muhafazası hususu da asla hatırımdan geçmemiştir. Fakat Kureyşlilerin Medine hurmalıklarına zarar ve ziyan etme­ meleri için çalışıp çabaladı m» diye cevap vermiş. Sonundu hayatından ümidini kesince kendi kılıcı ile karnını yarıp kendi kend ini öldürmüştür. Bu muharebede ilk önce şehıd olan Amr bin Cemuh (R. A.) hazretleridir ki, muharebeye gelirken ıYa Rabbi beni geri döndürmeı diyerek Cenab-ı Hakdan şehadet rüt­ besi niyaz etmişti. Duası kabul olunarak o(ilu Hallad brn Amr ile beraber şehldler zümresine katı lmıslardır. (Allah ikisinden de razı olsun.) Fôsık Ebu Amlr'ln o(ilu Hanzala (R. A.) hazretleri ki, Abdullah bin Übeyy bin SelOl'ün kızkardeşi Cemile ile ev­ lenmiş olup henüz bir gecelik güvey idi. Babası dinden dönmüş oldu(iu halde kendisi din uğ­ runda canını fedô eden yiğitlerden olmakla hemAn kendi­ sini düşman safına vurdu ve düşmanın başkumandanı olan Ebu Süfyan'ın üzerine vardı. Lôkiiı Saddad bin Evs adlı putperest yAtişip ona şe­ hadet şerbetini içlrdi (Allah ondan razı olsun) Ebu Dücône (R. A.) hazretlerine gelince ResOl-ü Ek­ renı'den ma'IOm şartla o kılıcı aldıktan sonra başına kır­ mızı hir sarık sardı \te önüne gelen müşrikleri kılıç ile vu, rup, yaralayıp öldürerek düşman safını yardı.

132

HAZRETİ MUHAMMED'IN

Süfyan'ın karısı olan Hatta öte tarafa geçip Ebu Hi nd'in yanı na vard ı. Hi nd ise d i ğ e r hatunlarıa beraber geride def çalarak müşrikl eri savaşa teşvik ve tahrik ederken . Ebu Dücône dalkılıç olara k üzerine varınca ne yapocağmı şaşırdı. Hi nd'i kurtarmak için kimse yanına varamadı . Ebu Dü­ cône ise. «Resu lullah'ın kılıcı ile böyle yalnız b i r karı nın başına vurmak uygun değ ildi n> diyerek geri dönüverdi. O gün Ebu Dücône'den meydana gelen fevkalôde kah­ ramanlık herkese hayret verdi. B u sırada Hamza bin Abdülmuttalib (R. A.) hazretlerı arslan g i bi her ne tara f a hamle ve hücum etse karşısına çıkan müşrikler, sürüsü ile onun önünden savuşup kaça r­ lard ı . M üşrikler gözlerini Hamza (R. A . ) 'a di kmişler ve bütü n hedefleri onu yenmekten ibaretti. Lô kin yanına varı lmaz bir kü kremiş arslan olduğundan onu uzaktan vurup da dü­ şürmenin çaresini ararlardı . Hazret-i Hamza'nın Bedir savaşı nda öldürmüş olduğu Tuvayme'nin kardeşinin oğlu olan Cübeyr bin Mut'im'in Vahşi ad ında Habeş li bir kölesi olup Habeşistan usulü üze­ re harbe atmakta pek usta idi. Cübeyr ona : « Eğer Hamza­ yı öldürürsen serbest kalırsın» demişti. Ayrıca Hind de bunun için Vahş i'ye pek çok mükôfatlar va'detmiştir. Bunun üzerine Vahşi bir taş a rkasında pusuya girip başka hiç ki mseye bakmayarak sadece Hazret-i Hamza'yı gözetlemişti. Halbuki Muharebe pek ziyade şiddetlenmiş ve Kureyş ordusu fena halde bozul muştu. Hatta geride def çalan H ind ile a rkadaşları olan di­ ğer kadı nlar paçaları sıvayı p çığlıklar atarak dağa doğru kaçtılar ve İslôm askerleri bırakılan ganimetleri toplamaya koyuldular. Okçular bu durumu görünce «Arkadaşlarımız galip

HAYATI

133

geldi. Düşman bütün bozuldu. Ne d u ruyorsunuz? Ganimet. ganimet ey cemaat» dediier. Abdulla h bin Cübeyr (R. A.) hazretleri : «Siz ResOlal­ lah'ın emri n i unuttunuz mu?» d iyerek ganimet toplamayı önlemek istedi ise de onlar dinlemeyip « Biz de bi raz ga­ nimet ma lı a lalım» d iyerek dağ ıld ı lar Abdulla h bin Cübeyr (R. A.) hazretleri yed i sekiz kişi södı k a rkadaşları ile Hazret-i Peygamberin emrine uyarak koru makla görevlendirdikleri yerde sebat edip ka ldıla r . Ku reyş ord usunun sağ kol kumandanı olan Halid bin Velid ise s üvari askeri ile o mevkiden geçip de İslöm ord u ­ s u n u n sol cenöh ı na h ücum etmeyi k a ç kere düşünmüş­ ken okçulardan sa kınıp bu niyeti ni yerine get i rememişti . Bu defa okçuların dağı ldıklarını görü nce fı rsatı gani­ met bildi. Ganimet toplamak için dağılan okçular üzerine şiddetli bir hücum yaptı. Onları çiğ neyerek Abdullah bin Cübeyr'in ya nı na geld i. Ya nındaki arkadaşları ile beraber onu da şehid etti. Halid b in Velid o yeri zaptettikten sonra İslöm ord u ­ sunun sol ya nından dolaşıp a rka taraftan h ücum ederek M ü s l ü ma nları şaşı rdı ve içlerine büyük bir tefrika d üş ü r­ dü. Şöyle k i : M üslümanlar g ö l i p gelmişken iş a nsız ı n ter­ sine dönüp bu galibiyet hemen mağ lubiyete dönüş üverd i . O sırad a . Hazret-i Hamza önüne gelen müşrikleri da­ ğ itmakta ikı:ın Sibö bin Abdu l'uzza adlı bahadı r ono ' diye cevap ve rd i . .

HAYATI

145

Bunun üzerıne Ebu Süfyan da «Ben sana İbn-1 Ka­ mie'den daha ziyade inanırım» ded i. Ondan sonra Ebu Süfyan dönüp g idecek oldukta « Gelecek sene sizinle Bed i rde buluşa lım » dedi. Hazret-i Ömer de ResOl-ü Ekrem'in emir ve ta'limi üzere « İ nşaallah» dedi. M üşrikler bu derece gôlip gelmişken Cenab-ı Hak on­ ların kalblerine korku verdi. Hemen muharebeden büs­ bütün vaz geçtiler ve Mekke'nin yol u nu tutup geri gitti­ ler. O vakit Resül-ü Ekem: «Acaba Sa'd bin er-Rebi ne d u ru mdad ır? Şehidler a rasında mıdır? Yoksa yaralılar içinde midir? Ona doğru on iki kargı ile hücum olunduğtı ­ nu gördüm» diye b uyurdu. Onu a rayıp bulmak için Muhammed bin Mesleme ( R A.) hazretlerini gönderdi. O da Şehidlerin olduğ u mahalle vard ı . Bir kaç kere «Ya Sa'd bin er-Rebi!» diye çağ ı rdı. Bir ses çıkıp , ta k i : Resülallah beni sana gönderdi ya Sa'd ! » deyince zayıf bir sesle; « Ben ölüler içindeyim» di­ ye cevap verd i. Muhammed bin Mesleme onu :;;e h!dler arasında bu­ lup gördü ki pek çok kılıç karg ı ve ok yaraları ile vücudu deli k deşik olmuş ve ölüm anına gel miş. O durumda iken Sa'd bin Rebi gözünü açtı . Muham­ med bin Mesleme'ye h itaben: « Resülollah'a benim selômı­ mı u laştı r de ki: Ben Cennetin kokusunu duyuyorum Kav­ mine de benden selôm eyle söyle ki: Kirpikleriniz kımılda­ d ı kça Peygamberinize ihlôs hususunda Allah i nd inde ma'· zur ola mazsınız» dedi ve derhal ruhunu tes li m etti. İşt� bu Sa'd bin er-Rebi, Akabe'de Resrl-ü Ekrem'e bi'at eden büyük sahabelerden olup Es'ad bin Zürô re'den sonra Ensar'ı n ulusu o idi. (Allah ondan razı olsun) F : ıo

146

HAZRETİ MUHAMMED'!N

Muhammed bin Mesieme, Hazret-i Peygamberin hu­ z u runa gelip Sa'd 'ın selômını ve kelômını tebliğ ettikte Resul-ü Ekrem: «Ya Rabbi! Sen Sa'd bin er-Rebi'den razı ol» d iye dua etti. Sonra Resul-ü Ekrem şehidleri muayene buyu rdu . Hazret-i Hamza'yı gördü ki, burnu. ve kulakları kesilmiş. karnı yarı lmış, vücudu parça parça ed ilmiş. Bundan Resul-Ü Ekrem o kadar mahzun ve mükedder oldu ki, hiç bir vakitte o derece müteessir olduğu görül­ memişti. O zaman Cibril-i Emin indi ve Hazret-i Hamza'nın göklerde «Allah'ın Arslanı ve Resulullah'ın arslanı» diye yazılmış olduğunu haber verdi. Gari pti r ki o gün sabahleyin Abd u l lah bin Cahş ( R.A.) ile Sa'd bin Ebi Vakkas ( R.A.) bir kenara çekilip Cenab-ı Hakka dua . etmişler ve Sa'd bin Ebi Vakkas (R.A.) : « Ya Rabbi ! Büyük bir düşmana rast gelip savaşarak onu ye­ n i p muzaffer olayım» demiş. Abd u llah bin Cahş ona: «Amin» ded ikten sonra: « Ben de bir büyük d üşmana rast gelip savaşayı m ve sonunda şehid ofayım. Burnum ve kulaklarım kesilsin. Yarı n kıyamet gününde Allahü Teôlô hazretleri bana burnun ve ku lakların nerede kesildi. de­ y i nce Ya Rabb i! Senin ve Resulünün yolunda kesildi d i ­ yeyim» d iye d u a etmişti . B u defa şehidlerin muayenesi nde Sa'd bin Vakkas onu o d u rumda görünce hayret etmiştir. Hazret-i Hamza, ResCıl-ü Ekrem'den iki yaş büyük idi. Abdu llah bin Cahş da o vakit kırk yaşını geçmişti. E nsar'dan Ebu Cabi r ( R.A.) hazretleri de o kadar parça parça edil mişti ki kim olduğu güç hal ile parmak­ larından bilinebildi. Kı sacası Kureyşlilerin şeh idler hakkında asla insan­ fcğa yakışmayacak surette vahşice muameleler yapmış oldukları görüldü. ResCıl-ü Ekrem şehidleri o d u rumda defnettird i. Şöyle

HAYATI

147

k i : Hayatta i ke n a ra la rı nd a dostlu k ve a rkadaşl ı k olan şe­ h id ler i k işer üçer b ir yere d efned ild iler. Bu cü mleden olmak üzere Hazret-i Ha mza ile kızkar­ deş i n i n oğ l u Abd u l lah bin Ca h ş i kisi bir kabre; Ebu Ca bir ile k ızkarde ş i n i n kocası olan Amr bin Cemuh ve Harice b i n Zeyd üçü b ir kabre konuldular. Bu savaşta Müşri klerin kayıpıarı yirmi ile otuz kişi a rasında olduğu halde müslü man şehidlerin sayısı yetm i ş kişi idi. Bundan başka müslü ma n ları n b i r h a y l i yara l ı la rı d a vard ı . Bu yetmiş adet ş e h i d i n yal n ı z b e ş altısı mu hacir­ lerden o l u p geri kalanı hep Ensar'dan id i . B u hezi met (bozgu n ) M üs l ü ma n l a r hakkı nda büyük bir bela ve musi bet olduğ u halde İslam askerlerine Allah ta rafından veri l miş bir manevi terbiye i d i . Zira askeri kaidel ere göre h i ç bir baş kumanda n ı n işi­ ne karışmak C '.J ıZ değ i l i ken İsiam askerleri R es ü l - ü Ek­ rem ' i n görü ş ü ne ve ted b i ri ne müdahale ettiler. Res ü l - ü E krem Medi ne'de d u ru p d a savu n ma harbi yapmak n iye­ tinde iken o n u meyd a n muharebesi yapmağa mecbu r ey ­ led iler.. Her neyse bu hata ları affo l u narak Resül-ü Ekre m düş­ mana karşı vard ı ve Uhud dağ ı n ı a rkası na aldı. Düşma n ı n süva ris i ne mukabil, süva risi yok i ken İslam askerleri n i öy­ le bir savaş düzenine koydu ki, süvari h ücum edebilecek ya l n ız sol ya n ı nda bir yer kalı p onu d a okçular ile kapattı. M ü s l ü ma n lara nispetle düşmanın kuvveti kat kat faz­ la i ken d üşman ordusunu dağıtıp bozgu na u ğrattı . Ne fayda k i , okçuları n çoğu ganimet toplama k sev dası ile muhafazasına memur oldukları yeri bıra k ı p dağıl­ d ı la r ve böyle büyük bir bozgu n l u ğ a sebep oldu la r. Askerli k amiri n emri ne itaatten ibaret olup kendi fikir­ lerine göre hareket eden askerlerin böyle büyük fena l ı k­ l ara sebep olageld ikleri denenmiş ve kabul edilmiştir.

148

HAZRET! MUHAMMED'İN

İşte muharebe anında yerini terk etmek ne büyük bir ci nayet olduğu bundan çok g üzel bir şekilde anlaşı lır. Resul-ü Ekrem, şehidleri defnettirdikten sonra müba­ rek yüzü yaralı ve kalbi mahzun olara k sahabeleri ile be­ raber Uhud'dan kalkıp Medine'ye geldi. Şeh idlerin çoluk çocu kları ve a krabaları ağladıkça münôfı klar memnun olurdu. Müslümanların bu mağ lubiyeti üzerine Yahud iler de şı mardı. Kısacası İslam dininin dostu ve düşmanı ayrı ldı ve gerçek M üslüman olanlar seçildi. Kureyş ordusu dönüp giderken İkrime bin Ebu Cehil d i ğe r reislere h itaben; « Ne iş gördünüz? Bu kadar galebe­ ye erişmiş iken Muhammedileri büsbütün biti rmeden geri döndünüz. Çok geçmeyip onlar yine toplanırlar ve i ntikam a l mak için üzerimize gelirler. Akı l karı budur ki dönüp Me­ dine'ye g idelim. Onları kökten yok edelim» demiş. Savfan bin Ü meyye de «Şayet ki, Evs ve Hazrec ka­ bileleri, b u kadar adamlarının telef olmasından dolayı kızıp da, savaşa çıkmamış- olanları da intikam a lmaya kalkışa­ rak hepsi birl i kte hareket ederlerse iş aksine döner. Hazı r muzaffer olmuşken ağzımızın tadı ile Mekke'ye varalım» d iyerek İ krime'ni n görüşünü çürüttü. Ebu Süfyan ise, bu iki görüş a rası nda müteaddit gö­ rüşler olduğu halde bu şekilde söz edip tartışarak Ruha mevkiine varmışlar ve oradan geri dönüp de Medine üze­ rine gel meye karar vermişler. Halbuki on lar yolda o şekilde toplaşıp g iderlerken Abdullah bin Amr el-Müzni yanlarında bulunarak onların sözlerin i işitmiş ve ertesi günü sabah namazı vaktinden evvel Medine'yegelip işittiğ ini Resul-ü Ekrem'e anlatmış. Resul-ü Ekrem, Ebu Bekir es-Sıddık ( R.A.) ve Ömer el-Faruk (R.A.) hazretlerini çağ ı rdı ve Müzni'nin söyledi­ ğ i n i onlara a'n latarak istişare buyurdu. Onlar da bir gün önceki savaştan dolayı M üslümanla­ rı n zayıf duşmediğini göstermek ve düşmana bir gözdağı

HAYATI

149

vermek üzere çık ıp da a rkalarına d üşme k şeklini uygun görd ü ler. Bundan dolayı Resul-Ü Ekrem sabah namazını cema­ at ile Mescid-i Şerifde kıldıktan sonra sahabelerini dôvet etmek üzere Bilôl-i Habeşi (R.A.) hazretlerine emretti. O da görevlendi rild iği şekilde «bir önceki gün Uhud savaşında hazır bulunanlar hazır olup gelsinler, düşma­ nın a rkasına d üşülecektir» d iye nidô eyledi . Bütün sahabeler hazır oldular. Hatta yaralı olanlar d a yara v e berelerini sarıp geld iler. Resul-ü Ekrem hemen İbn-i Ü mm-i Mektum ( R.A.) haı:­ retlerini Medine Kaymakamlığına tôyin buyurdu. M ü ba­ rek sancağı Ali bin Ebu Ta lip (R.A.) hazretlerine verdi ve kendisi de yara l ı olduğu halde atına bindi ve altıyüz otuz kadar Uhud gazisi ile Medine'den çıRıp Hamra - ü l Esed adlı yere gel d i . Hamraül' Esed Medine'nin sekiz mil uzakl ı kta v e Me­ d i ne'den Zülhu leyfe adlı mahalle g iderken yolun sol tara ­ fı nda bulunan b i r yerin ismidir. Resu l- ü Ekrem b u defa ora ­ ya varıp ord u kurd u . E b u Ma'bed Huzai'nin oğl u Ma'bed bir i ş i i ç i n Mekke' ye giderken oraya uğradı ve Resul-Ü Ekrem'in yan ı na ge­ lip bir gün önce sahabelerinin uğradığı musibetten dolayı başsağlığı d iledi ve sonra kalkıp g itti. Ma 'bed Ruha'dan geçerken Ebu Süfyan ile görüştük­ te Ebu Süfyan ona : « Geride ne var?» O da: « M uhammed büyük bir o rdu ile ileri cıkmış ki. ömrümde öyle bir topluluk görmedi m. Evvelki gün savaş­ tan geri kalmış olanlar da çıkmadıkları na pişman o lara k bugün hepsi toplanmışlar. Sizin i ç i n d iş bileyip gel iyorlar» d iye cevap vermiş. Ebu Süfyô n: «Sen ne söylüyorsun? Onlar harekete mecal kaldı mı ? » dedi kte Ma'bed : «Onlar Hamra'ül Esed'e geldiler. Za nnederim ki, siz buradan henüz ka:kmadan on­ ları n atları n ı n a l ınları nı göreı" eksiniz» demiş.

150

HAZRETİ MUHAMMED'İN

Safva n bin ümeyye «Gördünüz mü? İ şte benim dedi­ ğim cıkt ı . Haydi bir belôya uğramadan · savuşup gidelim» ded i . Ebu Süfyan'ın kalbine de korku düştü. Hemen ordu­ larını kaldırıp göç ettiler. Doğru Mekke'ye g ittiler. Ma'bed o vakit henüz İslôm ile müşerref olmamıştı . Fakat müslümanların taraftarı idi. Bundan dolayı Ku reyş · l i leri bu şekilde korkuttu ve savuşu p g itti klerini de bir adam göndererek Resül-ü Ekrem'e haber verip bi ld i rd i . Kureyş ordusundan geri kalmış olan iki k i ş i b u defa M üslümanların eline düştü. Biri Ü meyye Oğullarından M uaviye bin Muğire ve d i­ ğ e r i Bed i r'de esir olup da bundan böyle müslümanlar al ey­ hinde bulunmamak şartı ile bedava olara k affed ilip ser­ best bırakıl mışken bu defa yukarıda açıkladığı mız şekild€ cöl arapları nı savaşa teşvik eden meşhur şair Ebu izze'dir Ebu izze bu defa fasih ve beliğ sözler söyleyerek müslüman ların pençesinden yakasını kurtarmak istedi. Lô­ kin faydası olmayıp ikisi de idam edi ldi. Resül-ü Ekrem bir kaç gün İslôm ord ı.ısu ile dışarıda kald ı . Sonra dönüp Medine'ye geldi. Abd u l lah bin Cahş ( R .A.) hazretleri nin zevcesi Zeyneb bi nti Huzeyme bin Haris daima fukarayı doyu ru r olduğ un­ dan «faki rlerin annesi» denird i. Bu defa d u l kaldı ğından Resül-ü Ekrem'e n ikôhland ı . Lô kin bir iki ay sonra Vefat etmiştir. (Allah ondan rôzı olsu n . ) Y i n e o sırada Ali b i n E b u Talip ( R .A.) hazretleri ile kadı nların en büyü ğü Fatı ma tüz-Zehra ( R .A.) hazretlerin­ den Hasan ( R.A.) hazretleri doğdu. Yine o sıralarda içki icmek ve kumar oynamak hara m oldu.

Bi 'R·İ MAONE VAK'ASI Amir Oğ ullarında n . ve Necid

bölgesi büyüklerinden

Ehli Bera Amir bin Malik bin Ca'fer h icretin dördüncü se­ nesi başla rı nda Medlne'ye geldl.

Resül-ü Ekrem ile görüşüp 11.Va M uhammed ! Eğer Ne­ cid halkı içine sahabelerinden bazı kimseler gönderirsen uma rı m ki, İslôm ile müşerref olurlar> dedi. Resül-ü Ekrem Necidlilere emniyet edemeyip; « Kor­ karı m ki sahabelerime gadrederler» buyurdu. Ebu Berô: 11.0nlar Necid'e geldiklerinde benim temi­ natım altına g.i rmiş olur. Onlara kimse bir şey yapaman d iye gara nti verdi. Bunun üzerine ResOl-ü Ekrem de Ebu Bera'nın karde­ ş inin oğ l u olan Amir bin Tufeyl bin Malik'e bir mektup yaz­ dı. Resül-ü Ekrem Necidlilere Kur'an öğretmek için sa­ fer ayının başında Ensar'ın uluları ndan olan Münzir bin Amr (R.A.) hazretleri ile yetmiş kurra hôfız gönderdi. Hazret-i Ebu Bekir es-Sıddı k'ın azadlısı olan Amir bin Füheyre (R.A.} hazretleri onlarla beraberdi. Kı lavuzları da Mutta l i b Suleymi, idi. Mü nzir bin Amr hazretleri işte bu hôfız topluluğu ile çıkıp Med ine'ye dört konak mesafesi olan Bi'r-i Môune adlı yere vard ı . Orada Enes b i n Malik'in dayısı olan Milhan oğ lu Haram (R.A.) ile ResOl-ü Ekrem'i n mektubunu Amir bin Tufeyl'e gönderd i. Mel'un Amir bin Tufeyl is e Hazret-i Peygamber'in

152

HAZRETİ MUHAMMED'İN

mektubunu okumadan Hara m bin Milhan'ı vurup öldürd ü . Sonra o hôfız topluluğu üzerine kendi kabilesi olan Amir Oğullarını davet etti. Onlar ise; « Biz Ebu Bera'nın teminatını ayak altına alambyızı> d iye yüz çevird iler. Bunun üzerine Amir bin Tufeyl, Sü leym Oğullarından Usayya, Ri'I ve Zekvan kabilelerini toplayıp Bi'r-i Maune'­ ye gitti ve ansızın o hafız topluluğ u üzerine hücum ederek, hepsini şeihd etti. Ya lnız Neccar Oğulları ndan Kaab bin Zeyd (R.A.) hazretlerini öldü zannı ile şehidler arasında bırakmış ol­ dukları ndan o sağ kalmış ve bir ara l ı k oradan savuşup Medine'ye gelmiştir. Bir de Amr bin Ümeyye ed-Damri ( R.A.) ile Ensar'dan M ünzir bin M u hammed bin Akabe (R.A.) bir tarafta de­ velerini otlatmakta olduklarından bu katliamda bulunma­ yıp daha sonra muharebe mevkiine gelerek durumu öğren­ diklerinde M ünzir bin Muhammed, arkadaşı Amr'a; « Ne yapa l ı m?» d iye görüşünü sormuş A m r da « hemen dönüp Medine'ye g id e lim v e durumu ResOl-ü Ekrem'e anlatalım» Qiye cevap vermiş. M ü nzir bin Muhammed ise « Ben Münzir bin Amr·ın şe ­ h id olduğu yerden ayrıl ıp da yal nızca sağ dönmeyi iste­ mem» d iye d üşmanla savaşarak nihayet o da şehid , Amr da esir olmuştur. Ancak, Amr kendisinin Mudar Ogullarından olduğu­ nu haber verip Amiriler de Mudar Oğulları neslinden olduk­ la rı cihetle Amir bin Tufeyl onu azad etmiş, bundan dolayı o da sağ salim Medine'ye gel miştir. ResQl-ü Ekrem bu vak'adan haber aldı kta son derece üzüldü ve «bu durum Ebu Ber'anın işidir. Ben bunu ancak onun ısrarı ile istemiyerek yapmıştım» diye buyurdu. Ebu Bera da ResOl-ü Ekrem'in bu sözünü işitmekle son derece müteessir olarak kederinden hastalanıp öldü.

HAYATI

153

Fakat teminatının o şekilde aya k a ltına alınıp çiğ nenme� sinden dolayı Arap ôdeti üzere kendi hônedanı üzeri nde bu bir leke olara k kaldı. Hatta oğlu Rebia bin Ebu Berô bu lekeyi a mcasının oğl u Amir bin Tufeyl'in kanı ile yıkamak üzere onu öldür­ meye kasdetmişti. Resül-ü Ekrem ise ona bilhassa beddua ettikten baş­ ka bir ay kadar Usayya, Ri'I ve Zekvôn kabilelerine de bed­ dua etti. Bunun üzerine çok geçmeden Amir bin Tufeyl bir yumruca çıkardı ve derhal canını cehenneme ı smarlayıp gitti. Usayya, Ri'I ve Zekvôn kabilelerini de vebô, humma ve kıtlık istilô ettiğinden az zaman zarfında içlerinden ye­ d iyüz adam telef oldu.

BENi NADİR SAVAŞI Beni Nad i r, Yahudi milleti nden ve Harun (A.S.) neslin den büyük bir kabiledir. Medi ne'ye iki mil mesafesi olan bir nöh iyede oturup sağ l a m kaleleri ve mü kemmel silöhları vard ı . M üslümanlar aleyhinde bulunmamak üzere Resul-Ü E k rem ile andlaşmışlar v e Resul-Ü Ekrem'in Bedi r de ga li p gelmesinden sonra «Semavi kitaplar da haber verilmiş olan öhir zaman Peyga mberi budur» demeye başlamışlar­ ken Mekke Kureyş l i leri ve Med i ne m ü nöfı kları ile haber­ leş mekten de uzak değ illerd i. Bilhassa Uhud savaşından sonra düşünceleri n i ve davra n ışlarını bütün b ü t ü n değ iştirmişler ve bir gün Re ­ su l - Ü E k rem b eş on ka d a r sahabesi ile o n la r ın nahiyesine g itti ğ i nde h i le ile onları öldürmeye karar vermişlerd i . İçleri nden Sel e m b in M işkem onlara ; « S i z bu fiki rler­ den vazgeç i n i z . Vallahi bu sizin suikasd ın ız ona Allah ta­ rafından haber ver i l i r. Bu kasd i n iz ise onunla a ramızdaki a n dlaşmayı bozmak demekti r» d i ye öğüt vermiş, ise de kulak asmamışlar. Halbuki Cibril-i E min (A.S.) gelip Beni Nadir'in sui­ kasd i n i Resul-ü E k rem'e haber verd i . Resul-Ü E krem de : « O n g ü n i çi nde bu d iyardan çıkıp gitsinler» diye M uhammed bin ME'sleme ile Beni Nad ir'e habe r gönderd i . Bunun üzeri n e Beni Nadir (Nadir Oğulları) da yurdla­ rını terkedip g itmeğe hazırlanma kta iken m ü nafıkların rei­ si olan Abdullah b in Ubeyy bin Sel Cı l o n la ra : « Yerirıizde

HAYATI

153

kalınız. Biz size yardım ederiz. Kurayza Oğulla rı (Beni Ku­ rayza) ile a nd laşmanız var. Onlarla müttefikiniz olan Ga­ tafan kabilesi de yard ı m ederler» d iye g izlice haber gön­ dermiş olduğundan Nadir, Oğulları evvelki niyetlerinden vazgeçerek; « Biz vatanımızdan çıkamayız: Elinden geleni geri koyma ! » d iye Resul-ü Ekrem'e haber gönderd iler. Bunun üzerirıe Resul-ü Ekrem h icretin işte bu dördün­ cü senesi Rebiul 'evvel inde sahabelerini topladı ve Mes­ cid-i Şerif'de imamlı k yapmak üzere İbn-i Ümm- i Mek­ tum'u görevlendird i . M übôrek sancağı Hazret-i Ali'ye verip İslôm ordusu ile Medine dışına cıktı ve Nadir Oğulları nı kuşattı. İbn-: Sel ul acı kça yardıma cesôret edemed i . Kurayza Oğulları ile Gatafan kabilesinden de yardım gel med i. Bun un üzerine Nadir Oğulları altı gün muhasara edilip ok ve taş atılarak tazyik edildikten sonra aman d iledi ler. Şöyle k i : Silch lardan başka olan mallarından devele­ rine yük letebildi kleri kadar eşya alarak çıkıp g itmek üzere izin istediler. Resul-ü Ekrem de buna müsôade etmekle altı yüz deveye yükletebild ikleri kadar mal ve eşya a lı p kimisi Hay­ ber'e, kimi de Şa m d iyôrına g ittiler. Münôfıklar da gizlice môtem tuttular. Nad ir Oğul ları nın d iğer malları Resul-Ü Ekrem'e kaldı. E l l i z ı rh i le elli demir taş ve ü ç v iiz kı rk kı lıç müslümanla­ rın el ine geçti. Ensar, muhac irlerin geçimlerini üzerleri ne alıp onları kendi mal larına ôdeta h issedar yaotıklarından idare leri Ensar üzerine epeyce bir yük idi. İ şte onların bu yükünü hafifletmek için Resul-ü Ek­ rem Nad ir Oğullarından alına n ganimet mallarını yalnız muhacirlere taksim etmek istedi. Bundan dolayı Ensara : « Eğer isterseniz, eskisi gibi muhacirleri mallarınıza h issedar yapmak üzere bu ganimet

156

HAZRETi MUHAMMED'IN

mallarını hepinize taksim ecıyim. Yahut kend i mal larınız sırf sizin olmak üzere bu ganimet mallarının muhacirlere vereyim» dedi. Ensar-ı i Kram hazretleri ise: «Ya Resulallah ! Bu mal­ ları muhacirlere taksim buyurunuz. Bizim malları mızdan do istediğiniz kadarı nı onlara veriniz» ded i ler. O vakit Ebu Bekir es-Sıddık ( R.A.) hazretleri ka lkıp Ensar'a acıkça teşekkür a rzetmiştir. O zaman Ensar'ın medih ve senası hakkında «İhti­ yaçları olsa bile nefisleri üzerine muhacirleri takdim ve ter­ cih ederler» mealindeki ayet-i Kerime inmiştir. Bunun üzerine bu defa Nadir Oğulları ndan kalan ga­ nimet malları yal nız muhacirlere taksim ed ildi. Fakat Nad ir Oğu l larının reislerinden İbn Hukayk'ın meşhu r kı lıcı Sa'd b in Muôz (R.A.) harzetlerine i hsan bu­ yuruldu. Yine Ensar'dan Ebu Dücône ( R.A.) ile Seh l bin Hanif (R.A.) hazretlerinin ihtiyaçları olduğundan onlara da bir mikta r eşya verildi. Daha sonra Necid kabilelerinden Gatafan kabilesinin Medine'ye hücum etmek üzere asker topladıkları işitildi. Resul-Ü Ekrem muhterem damatları Osman Zinnureyn (R.A.) hazretlerini Medine de kaymakam b ıra k ı p İslôm or­ dusu ile Necid d iyôrına sefer etti. Gatafan arôzisinden M edine'ye iki konak mesafesi olan Şedh ad lı mahalle ka­ dar gitti. Lô kin ahalisi karşı du rmayıp dağlara dağı ld ı . Bu cihetle de savaş olmaksızın avdet buyurulmuşt ur. İşte bu dördüncü H icri senenin Şaban ayında kadın­ ları n en ulusu Fôtımat'uz-Zehra ( R .A.) hazretlerinden Haz­ ret-i Hüseyin dünyaya gel miştir. Mahzum Oğullarından Ümeyye bin Mugire'nin kızı olan Ümm-ü Seleme (R.A.) hazretleri kırk dört yaşında dul bir hatun idi- Resul-Ü Ekrem bu sırada onu kendine nikôh ­ ladı.

HAYATI

1 57

Bedir'de her sene Zilka'de ayında bir panayı r olurdu ve her taraftan oraya ticaret için bir çok halk gel ird i Yukarıda açıkladığı mız şekilde Ebu Süfyön Uhud'dan dönüp giderken; «Sizinle gelecek sem'! Bedir'de buluşa­ lım» deyince Ömer el-Fa ruk (R.A.) hazretleri de ResO l -ü E krem'in emri ile « İnşaallahıı demişti. Bunun üzerine Resül-ü Ekrem Abdullah bin Revöha'yı Medine kaymakamı tayin buyurdu ve mübörek sancağı Hazret-i Ali'ye verdi. Bin beşyüz İslöm askeri ile Medine'den çıkıp Zilka'­ da ayının i l k günü Bedir'e vard ı . İçlerinde on nefer atlı da vard ı . Ebu Süfyan da Kureyş ordusu ile Mekke'den çıkmış­ ken Resül-ü Ekrem'in öyle kalaba lık bir topluluk i le Medi­ ne'den cıkmış olduğunu işittiğ inden korkup geri döndü. Bundan dolayı Kureyş kabileleri nazarında Mekke'nin itıbarı kırıldı. M üslümanlar ise pek çok şan ve şeref kazan­ dı. Panayırda güzel alış veriş olup ondan müslümanlar pek ziyöde kör ettiler ve tam bir sevine ve neş'e i le dönüp Medine'ye geldi ler.

HİCRETİN BEŞİNCİ YILI H ic retin beşinci y ılı Rebiül'evvelinde Resul-ü Ekre m Dümet'ül -Cendel beldesine sefer etti. Bu beldenin Medine ile a rası on beş günlük ve Dı­ maşk (Şam) ile a rası beş günlük mesafed ir. Orada b i r takım şôkiler olup yolc u i a ra taarruz eder­ lerd i . Onl arı yola getirmek ve hem d e müslümanların Şam d iyô rı ile ticaret i n i sağ lamak üzere Resul-ü Ekrem Rebi'ül­ evvel ayı nı n başı nda b in kişilik b i r İslôm kuvveti ile Me­ d i ne'den çıkıp Dümer'ül-Cendel'e yaklaşı nca o be!de a h a ­ l isinin hayva n sürülerine rast geldi. Çobanları kaçt: ğ ı ndan hayva nlar meyda nda kald ı . Sonra Dümer'ül-Cendel belde­ sine va rı l d ı . Aha lisi h e p dağ ı l ı p f i r a r ett iler. Ya lnız içlerinden b i r adam ele geçi rilebi ldi. Resul-ü Ekrem o n a İslôm d i n i n i teklif ett i . O da müslüman oldu . Resul-ü Ekrem o rada b i r kaç g ü n kalarak etrata kol askeri ç ı ka rd ı . Hiç kimseye rastlanamadığından :>avcş ya pı lmadan Medi ne'ye dönüldü

M Ü R EVSI GAVZESİ M ü reysi, Huıöa diyor ı nda ve Kudeyd nah iyesinde bir suyun ismidir. Füru'a tılr u ü n l ü k mesafesi vard ı . Füru da Medine'ye otuz ik i Aocıı mosôfede olan bir ye rd i. Huzôa kablleslndııı ı M ı ı s ı a lak Oğulları oymağ ının reisi olan Hars bin Ebi Dırnr 'ııı Müslüma nlarla savaş yapmak üzere gerek kendi aşirol lrıılnn ve g erekse c i vôrındaki d i­ ğ e r aşiretlerden as ko ı toplama k ta olduğu haber a l ı ndı . Resül-ü E krem hemon b i ı ı klşlllk bir İslôm kuvveti ile Şa­ ban ayı nda acele olarak Mod l rıo'don cıktı. İçlerinde on atlı da var id i . A i şe ve Ü rrım-ü Seleme ( R.A.) hazretleri de berabor idi Bu İslôm ordusunda münl'ı f ı k cokı u . Hlc bir vakitte İs­ lôm ordusunda bu kadar müna f ı ğ ı n ç ı ktığı yok idi. Resül-ü Ekrem'in Medi ne'den cıktıOı , H uzôa l ı lar için­ de işitildi. Hars bin Ebi Dıra r'ın başı ndaki topluluğa bü­ yük bir korku geldi ve yanında toplanmış olan cöl arap­ ları dağıldı. Bunlar dağı n ı k olara k M ü reysi adlı sudan hay­ van sularken ansızın İslôm ordusu ile karşılaştı. Resül-ü Ekrem onlara : « Lô ilöhe illa llah» deyiniz ki can ve malı nızdan emiıı olasınız.» diye İslôm d i n i n i teklif etti. Onlar di nlemey ip bş: �oz uk tarzı nda mukavemete kal­ kıştı lar ve hemen ok savaşına g iri ştile r. Resül-ü Ekrem ise İslôm askerlerini saf yapıp düzen­ ledi ve on ları topyekün düşman üzerine yürüttı:i . M ustalak Oğu lları bu h ücuma dayanamayı p derha

160

HAZRE11 MUHAMMED'İN

perişan olara k on kişisi telef ve diğerleri esir oldu. Beş bin koyun ile on bin develeri ele geçirildi. Esirlerin sayısı yediyüzden ziyCıde olup onlardan biri­ si de Hars bin Ebi Dırar'ın k ızı Cüveyriye idi ki, Sabit b in Kays'ı n h issesine düşmüş, o da o nu bedele bağlamıştı . Fah r- i Alem (S.A.) hazretleri onun bedel i n i verdi ve kendisine nikôh ladı. Sahabeler onu görünce « Resulallahın akrabası nası l esir olur?» d iyerek ellerindeki esirleri serbest bıraktılar. Cüveyriye ne bahtiyar biz kız imiş ki bir g ünde esir iken hem Hz. Peygamber ile evlenme saadetine kavuştu, hem de kabilesi nin esaretten kurtulmasına sebep oldu. Oradan dönüp Medi ne'ye gel irken yolr!a muhacirler den biri Ensardan diğer biri ile tartışıp münakaşa ettiği sırada münafıkları n reisi olan Abdullah bin Ubeyy bin Se­ lui yanındaki adamlarına : « Hele şu muhacirlere bakınız. Bizim yardı mlarımızla geçinirlerken bizleri tahkir etmek istiyorlar. Artık onlara bir şey vermeyiniz ki, dağ ı l ı p g it­ sinler. Üstün lük ve itibarı daha ziyade olan elb.ette daha aşağı olanı arada n çıka rır.» dedi ve bu sözü i le, Medineye ulaşınca oradan M üslümanları çıkarırım manasına kastet­ ti Halb�ki onun bu sözünü Zeyd bin Erkam ( R.A.) haz. retleri işitip gelip Resul-ü Ekrem'e anlatınca o sırada Re­ sulullahın h uzurunda bulunan Ömer el Faruk (R.A.) haz­ retleri : «Ya Resulallah ! İzin ver, gidip o münafığın boynu­ nu vurayım» dedi ise de Resul-Ü Ekrem izin vermediler. Bu gazanın müddeti yirmi sekiz gün sürdü ve Rama­ zan ı n ilk gününde İslCım ordusu Medine'ye girdi. Selman-ı Farisi (R.A.) hazretleri kT Resül-ü E krem'i n en sCıdık h izmetkCırlarından v e Ashab-ı kiramın büyükle­ rindendir. Aslen İranlıdır. Ateşperest (ateşe tapar) i ken bir ara l ı k H ı ristiyanlık dinine giri p Şam tarafına gitmiş ve ora­ da dini il imler tahsil ettikten sonra N i nova ve Amurye

HAYATI

161

taraflarına varınca ReeOl-ü Ek rem'in zuhurunu işitmiş ve Beni Kelb'den bir H ı r letlyan gurubu ile arkadaş olarak Medine'ye doO r u yola cıkmış. Arkadaşları olan l lrletlyanlar lee ona h ıyanette bulu­ narak bir Yahudlyo eaı mışlar ondan da diğer bir Yahudi satın alıp Salman'ı Modlno'ye götürmüştü. Selman ülı aralık l l l . Peygamberin h uzuruna gelip durumunu mılal lı vo kondl11lnl kitabete kestird i. Yani be­ dele baOlal l ı rdı nu sı rada ReeOl-ü Ekrem onun bedelini ödedi. lşıo bu eurcılln �olman ı larlsl (R.A.) hazretleri de bu sene lçlndrı Rm•CJI i l ı krom'ln azadlıları arasına g i rmiş oldu

y

il

H EN DEK GAVZESİ Yukarıda açıkladığı mız şekilde Yahudi kabilelerinden Beni Kaynuka ile Beni Nadir Medine'den çıkarı l ı p sürül­ müştü. Huyye bin Ahtab, Kinane bin er-Rebi ve Selôm b i n Ebu-Hakayk i l e benzeri Yahudi reisleri Mekke'ye gi d i p Re­ sul-Ü Ekrem'e karşı harp yapmak üzere Kureyş kabilesi ile anlaştıktan sonra Necid bölgesine gidip buradaki Gatafan ve Beni Süleym kabileleri ile d iğer bazı kabileleri de bu ittifaka sokmuşlard ı . Bunun üzerine Kurevşin ileri gelenleri Darun Nedve'de toplanıp Resul-Ü Ekremle savaş yapmağa karar verdi­ ler. Dört bin asker toplamışlardı . Bunların üç yüzü atlı olup ayrıca bin beş yüz develeri de vard ı . Bu ordunun baş­ 'rnmandanı Ebu Süfyan. sanca ktarı da Ebu Talha'nın oğ l u . Osman idi. Ebu Süfyan bu ordu ile Mekke'den çıkıp Marruzahran adlı yere gel ince Necid tarafından gelen Gatafan asker­ leri de orduya katı ldı. Başkumandanları da Fezare kabi­ !esi şeyh i olan meşhur Uyeyne bin H ı sn olup Beni Mürre kabilesi şeyhi olan Haris bin Avf da onların hatı rı sayı l ı r reislerindendi. Yine orada Necid kabilelerinden Beni Süleym, Beni ::: s ed ve Eşca kabileleri de gelip Kureyş ordusuna katıldı. Kısacası Ebu Süfyan ordusu g ittikçe büyüdü ve on bin askerden ziyade olan kuvvetli bir ordu ile Medine'ye doğru yürüyüşe geçti.

HAYATI

163

Resul-ü Ekrem ise Kureyşin bu teşebbüslerini işitin­ ce sahabelerini toplayıp istişarede bulundu. Selman-ı Farisi ( R.A.) hazretleri: «Ya ResOlallahl Bi­ zim vilôyetimizde bir şehir üzerine düşman hücum edi nce etrafına hendek kazmak a dettir» dedi. Araplarda hendek kazmak adet olmamasına rağ men Selman'ın bu hatı rlatması üzerine Medine'nin etrafına hendek kazılarak müdafaa şekl i uygun görüldü. Hemen Medine'de ne kadar kazma ve külünk emsali kazı aletleri varsa toplandı . ResOl-ü Ekrem i l e Beni Kurayza Yahudi leri arası nda barış ve a nlaşma olduğundan onlardan da iğreti olarak bir hayl i kazma ve d iğer kazı öletleri alındı. Hemen ResOl-ü E kremle M üslümanlar toplu olarak şehrin d ı ş ı na çıkıp hendek kazı lması ı ıa başladılar. Resul-ü Ekrem müslümanları teşvik için bizzat top­ rak taşıdı ve müba rek elleri ile hendek kazmaya ça lıştı. Bundan dolayı umumiyetle bütün müslümanlar aşı rı derecede bir gayretle hendek kazma işinde çalışıp çaba­ ladı . Selman'ı Farisi ( R.A.) hazretleri ise h e m vücud ba kı­ mından kuvvetl i ve hem de bu gibi işlere alışık olduğ un­ dan on kişinin işini görürd ü . M ü nôfıklar da b u çalışmada bulundular. Lô kin iste­ meyerek iş gördüler ve iş esnasında pek ağır davranı rlar­ dı. Bu sı rada hendek kazı lırken Fahr-i Alem (S. A . ) haz­ retlerinden az yemekle çok adam doyurmak g i bi garib mucizeler zuhur etmiştir. Bu cümleden olmak üzere Ensar'dan Beşi r bin Sa'd'ın kızı Nu'man bin Beşir'in kız kardeşidir, validesi onunla babası Beşir'e ve dayısı Abdullah bin Revaha'ya biraz h ur­ ma göndermişti. Radiyallahü anh üm-ResOlallah'ın yanın­ dan geçerken Resul-Ü Ekrem onu çağırdı ve; «Şu hurma­ ları getir» d iye buyurdu. O da h urma ları Resul-Ü Ekrem' -

164

HAZRETi M U l l A M M l . l l' I N

in iki avucuna koydu. Hurmalar avuçlarını doldurrııml ı. Fah r-i Alem b ir bez getirtti ve hurmaları o bezin üıorirıo yayd ı . Ashabı kiramdan birine emrederek hendekto çulı şanları çağ ırttı. Gurup gurup geldiler ve hepsi doyuncaya kadar yediler. Onlar yedikçe hurma ziyadeleşip o yaygı ­ nın etrafından taştı. Yine Ensar'dan Cabir ( R.A.) hazretlerinin zayıf bir koyunu vardı. Bir gün hendek kazmaya giderken o koyu­ nu kesip pişirmek ve biraz da arpa ekmeği yapmak üzere karısına emretmişti. Akşam üstü evine dönerken Resul-Ü Ekrem'i a kşam yemeğine davet etti. Resul-Ü Ekrem de: «Bu akşam Resulallah'la birlikte yemek yemek üezre Ca­ bir'in evine buyurunuz» d iye dellal çağı rttı. Cabir ( R.A.) hazretleri ise yalnız ResCıl-ü Ekrem'i davet etmiş olup böy­ le bir ordu halkı için hiç hazırlığı ol madı ğ ı ndan ne yapa­ cağını şaşırdı. Ne yapsın, çare yok hemen evine geldi. Bir miktar arpa ekmeği ile o koyunu Hz. Peygamberin hu­ zurunq getirdi. Fo n r-i Alem ona bereket ile dua etti. « Bis­ millah» deyip yedi. Sonra hendekte çalışanların hepsi gel­ diler, gurup gurup oturup doyuncaya kadar yediler fakat o bir koyunu bitiremedi ler. Yine bu sırada zuhur eden Hz. ResCılullah'a ait mu­ cizelerden biri de şudur. Hendeğin bir • yerinde bü­ büyük bir kaya cıktı, kül ünkler işlemez oldu. Ashab-ı Ki­ ramdan bazıları gel ip Resul-ü Ekrem'e haber verd iler. Resulullah oraya gitti ve mübarek eline külüngü al­ d ı . « Bismillah» deyip vurdu ve kayanın üçte birini yerin­ den kopardı. Hemen «Allahü Ekber. Bana Şam'ın a nahtarı verildi. Vallahi ben şu saatte Şam'ın kı rmızı köşklerini görüyo · rum» buyurdu Sonra yine «Bismillah» deyip külünk ile bir daha v ı ı r du ve o kayanın diğer üçte birini daha kopardı . Yine «Allahü Ekber. Bana İran ülkesinin a m ıtıtu r ı v e •

HAYATI

165

ri ldi. Va llahi ben şu anda Meday'inin ( 1 ) beyaz köşklerini görüyorum» buyurdu. Ondan sonra üçüncü defa olara k yine « Bismillôh» deyip külünk ile vurd u ve o �aya nın kalan kısmını da ye­ rinden kopardı. Y i ne «A lla hü E kber!. Yemen'in anahtarı verild i. Va llahi ben şimdi Sana'nın kapılarını görüyorum» d iye buyurdu. İ ki hafta içinde hendek tamam oldu. Sonra müşrikle­ rin yukarıda anlatı lan büyük ordusu geldi. Şöyle ki: Ebu Süfyan ile Kureyş ve Kinône askerleri Medine'nin gün ba­ tısı tarafı na gelip yerleştiler. Uyeyne bin Hısn ve Haris bin Avf ile Necid kabileleri dahi gün doğrusu tarafında n gelip Uhud dağı tarafına kon­ dula r. Resü lu llah da İslam ordusu ile şehrin d ı şına çıkıp Sel adlı dağa arka verd i ler ve d üşmana karşı saf olup d urd u · lar. İslam ordusu üç bin kişi idi ve otuz altı atları va rd ı . M u hacirlerin sancağı Zeyd b i n Harise hazretlerinin el inde ve Ensar'ın sancağı Sa'd bin Ubade hazretlerinin e l i nde idi. M üşrikler bir hamlede M üslümanların işini bitirmek üzere M ed i ne üzerine y ürüdüler. Şeh i r halkını korku ve dehşet bürüdü. Halbuki M üşrikler öyle korkunç bir şekilde hücum edip gelirlerken önlerine hendek cıkı nca durakaldılar ve böyle akıl ları na gel medi k garip bir tuzak gördükleri gibi bakıp hayran oldular. Öteye beriye dolaştılar, geçecek yer aradılar fakat bulamadılar. Ne tarafa koşuştularsa be­ ri taraftan ok ve taşla savunulduğundan çaresiz onlar da ok ve taş savaşında karar verdiler. Beni Kurayza'nın andlaş mayı bozmaları ile Müslü­ manlar hendeği n korunması ile uğraşırlarken onlar gececıı

iran'ın Dicle civarındaki yedi şehri. CSedl

166

HAZRETİ MUHAMMED'İN

leyin gelip Medine şehrini basacakları söylentiler ortaya ç ıkı p yayı ldı. Beni Kurayza Yahudi mil letinden büyük bir kabile olup Medine dışında bulunan bir nahiyede oturmakta idi­ ler. Sağlam hisarları vard ı . Reisleri olan Kaab bin Esed i le Hz. Peygamber arasında daha önce andlaşma yapılmış olduğundan Müslümanlar o taraftan emin bu lunurlarken andlaşmayı bozdukları söylentileri end işe sebebi oldu. Bunun üzerine Beni Kurayza nah iyesine adam gönde­ rilip durum araştı rılı nca gerçekten Beni Nadir'in reisi olan Huyye bin Ahtab gelip Kaab bin Esed'i kand ırd ı . Beni Ku­ rayza'ya a ndlaşmayı da bozdurmuş olduğu anlaşı ldı. Beni Kurayza Yahudi leri ise Evs kabilesinin garantisi altı nda bulunduğundan Sa'd bin Muaz ( R.A.) Sa'd bin Ubade ( R.A. ) . Abdullah bin Revaha ( R.A.) ve Havvat bin Cubeyr (R.A.) hazretleri Beni Kurayza'nın h isarı na gitti­ ler Andlaşmayı bozmanın kötülüklerini açıklayarak nasi­ hat ettilerse de Yahudiler kulak asmayıp andlaşmayı boz­ du klarını ilôn ettiler. Bu muameleden Sa'd bin Muaz'ın canı çok sı kılmıştı. Hatta bundan dolayı « Beni Kurayza ile harp yapmadıkça Allah canımı almasın» d iye dua etmişti. Kısacası Sa'd bin Muaz (R.A.) Yahudilerin nasihat kabul etmemelerinden dolayı üzgün olara k , «0 halde pe­ ki» d iyerek arkadaşları ile beraber dönüp Hz. Peygambe­ rin huzuruna geldiler ve durumu olduğ u �gibi an lattı lar. Resul-ü Ekrem « Hasbünallahi ve ni 'mel vekil» buyur­ du: « M ü jde size ey M üslümanlar! Bu işin sonu hayı rlıdır.» dediler. Bütün kadınla r ve çocu klar şehrin içinde oldukları n ­ d a n Beni Kurayza'nın and laşmayı bozması Müslümanları telaşa düşürdü. Bunun üzerine Resul-Ü Ekrem geceleri şehri korumak için Zeyd bin Harise hazretlerin i üçyüz ve Seleme bin Es-

H AYATI

167

lem hazretlerini de ik i yüz kişilik bir kuv vetle Medine'ye gönderd i. Kendisi de geri ka lan İslôm askerleri ile sabaha kadar hendek hattını muhafaza ederd i . Hatta he ndeği n bir yeri istenen şekilde kazılamamış olduğundan geceleyin düşmanın oradan geçebilme ihti­ mali düşünüldüğ ünden Resül-ü Ekrem orayı kendisi bek­ lerdi. M ü nafıklar ise « Coluk ve çocuklarımızı y,a lnız bırakıp da burada sefalet içinde beklemek akıl işi değ ildir.» d iye­ rek bir ta kım beyni hafif ve inancı zayıf olanlara vehim v e vesvese vermekteydiler. Bundan dolayı şehrin dışında evi olanlardan bazı ları Hz. Peygamberin huzuruna gelip, « Bizim evleri miz daya­ nıklı değ ildir» diyerek evlerini sağlamlaştırmak ve çoluk çocuklarını korumak bahanesi ile savuşup g itmek üzere izin istemekteydiler. Bir de kuşatma müddetinin on beş gün kadar sür­ mesinden dolayı İslôm askerlerine bezginlik geldi ve kıt­ l ı k ve paha l ı l ı k sı kıntı ları günden g ü ne arttı . Bu sebeple pek ziyade canları sı kıldı. Münafıklar bu durumları fı rsat saydılar, « M uhammed bize Bizansın ve i ran'ın hazineleri n i vaded iyor. Bizler ise bugün hendek içinde mahpus olup bir adım bir yere g ide­ m iyorun derneğe başladı lar. Halbuki Arap kabileleri böyle muhasara işlerine alı­ şık değil lerdi. Onları n muharebeleri çarpışıp vu ruşmak ve galip, mağ l ü p her ne olursa olsun savaşa bir netice verip savuşmaktı. Bilhassa kış mevsimi olduğundan üşüyüp titremeğe başlamışlar ve hayvanlar yiyecek yem bulamayı p telef ol­ duğundan şaşıp kalmışlardı. Kısacası arada hendek olduğunda i k i ordu b irbiri i le çarpışmayıp devamlı birbirlerine karşı karşılıklı ok at­ maktaydılar.

168

HAZRETİ MUHAMMED'İN

Fakat Amr bin Lüeyy soyundan Amr bin Abdived adlı meşhur süvari, Beni Mahzum kabilesinden İkrime bin Ebi Cehl, Hübeyre bin Ebi Veheb ve Nevfel bin Abdullah bin Mugire ile Hazret-i Ömer'in biraderi olan Dırar bin el-Hat­ tab ve Mirdas bin M uharib atlı süvariler atlarını zorlayıp hendeğin bir dar yerinden beri tarafa atladılar. Ebu Süfyan ile Halid bin Velid de onları desteklemek üzere bir g urup müşrik kuvveti ile hendek kenarına kadar geldiler. Fakat hendeği geçemeyip öte tarafta seyirci ola­ rak durdular. Amr bin Abdived arkadaşlarından ayrılarak ileri at sürüp kendisi ile savaşacak er istedi. Amr bin Abdived ise pek çok vak'alar görüp geçirmiş, bütün düşmanlarını yenmiş, tek başı na nice ordu ları da­ ğıtan eşi yok bir kahramandı. Silöhşörlükte usta bir sü­ vari idi. Bütün Ara p kabileleri onu bir bölü k süvariye denk tutarlardı. Onunla döğüşmek arslanla pençeleşmek gibiyd i . Bu ­ na ise üstün bir cesaret ve cür'et gerekmekteydi. Bundan dolayı kimse ona karşı çıkmaya istekli olmad ı . Resulullah' ı n aslanı Hz. Ali (R.A.) «Ona karşı ben çıkarım» deyince «Sen otu r ya Ali! Gelen Amr'dır» buyurdu. Amr tekrar M üslüman lara meydan okudu ve « İçiniz­ de döğüş meydanına çıkacak er yok mu? Hani sizin ölü­ lerinize ayı rdığı nız cennet nerede?» dedi. Hazret-i Ali (R.A.) tekrar çı kmak istedi. Resul-Ü Ekrem yine izin vermedi . Amr ise bütün bütün şımardı ve: « E r meydanına çıka­ ca k kimse yok mu?» d iyerek yüksek sesle bağırdı. Bunun üzerine Hazret-i Ali ( (R.A.) : «Amr da olsa çıka­ rım Ya Resulallah» diyerek yeri nden ka lkınca Peygambe­ rimiz (S.A.) Efendimiz kendi zırhını ona giydiydi. Zülfikar adlı kılıcını onun beline taktı ve: «Ya Rab! Amcam Ubeyde Bedir'de, diğer amcam Hamza Uhud'da şehid oldular. Yanımda tek amcamın oğ -

HAYATI

169

l u Ali kaldı sen onu koru. Beni yalnız bıra kma!» d iye dua etti. Hazret-i A l i (A.R.) yaya olara k meydana çıkıp Amr'a doğru vardı. Bu durumu iki ordu halkı seyretmeye bC!şladı. Ali (R.A.) önce Amr'ı hak dine davet etti. Amr bu da­ vete karşılık kahkaha ile gü lerek: «Bu uğ ızla bir kimsenin karşıma çıkacağı hatırıma gelmezd i . Sen kimsin. hele bir söyle bakayım» d iye sordu . O da: «Ali bin Ebu Tal ib'im» d iye cevap verdi. Amr: «Senin amcalarının içinde meydana çıkacak yaşlı başlı biri yok mu a yeğenim? Senin ağzın hölö süt kokuyor. Ben senin babanla pek cok vakitler kardeş gibi görüştüm. Şimdi senin kanını dök"mek bana güç gel ir» dedi. Hazret-i A li (R.A. ) : « Evet ama ben senin kanını dök­ mekten büyük zevk duyacağım. Fakat sen de atından inip de benim gibi yaya olmalısın» ded i . Bu söz Amr'in cahillik damarına dokund u. Pek ziyade öfkelendi ve hemen atından inerek yıldırım gibi Hazret-i Ali'nin üzerine hücum etti. O da bu h ücumu kalkanı ile karşıladı. Amr öyle bir h iddetle şiddetli bir kılıç vurdu ki Hazret- i Ali'nin kalkanı ikiye bölündü ve başını da biraz yaralad ı . Nöbet Hazret-i A l i y e gel ince «Zülfikar» ile b i r vuruşta Amr'ı öldürdü ve cansız yere serdi. Sonra Nevfel Mahzumi döğüş meydanına doğru at sürdü. Zübeyr bin el-Avvam (R.A.) hazretleri de onun kar­ şısına cı ktı . Kılıçla öyle bir vurdu ki, Nevfel'i yukarıdan aşağıya ikiye ayırarak altındaki eğeri kesti. Bundan dolayı Hazret-i Zübeyr'e: «Seni n kılıcın gibi kıltc görmedik» dediklerinde; «Onu yapan kılıç değil, bi­ lektir» demiştir. Daha sonra Ömer el-Faruk ( R.A.) hazretleri kardeşi Dırör üzerine h ücum edince Hazret.-i Ali (R.A.) ve Zübeyr

170

HAZRETl MUHAMMED'iN

( R .A.) de l k rime, H übeyre ve M irdas'ın Üzerlerine hücum edince dördü birden geri döndüler ve geldikleri yerden ç ı­ kı p g ittiler. Hatta İkrime ca n korkusu ile kaçıp g iderken mızra ğ ı n ı düşürmüş olduğundan Hazret-i Hassan (R.A.) onu ayıplayan beyitler söylem iştir. Amr bin Abdived'in bu şekilde döğ üş meydanı nda d ü ­ şüp kal ması M üslümanları son derece sevindirdi. Müşrik­ leri de pek ziyade üzüntüye boğd u. Bu durum karşısında Ebu Süfyan ; « Bu günde bizim için hayırl ı bir iş yok» d iye­ rek hendek başından çek ilip ordugö h ına gitti. E rtesi g ünü bütün müşrikler Beni Ku rayza Yahudileri i le birli kte her taraftan müslümanları kuşattı lar. Kıtlık ve pa halılık i le müslümanlar pek ziyade zayıf düştüler, takatsiz ka ldı lar. Düşmanlar da bir karabulut gi­ bi her taraftan kuşatıp sıkıştırı nca müslümanların duru­ mu kötü olmuştu. Neyse ki akşam olup düşman çeki l d i . M üslümanlar da b i r m i ktar nefes a ld ı . Lôkin müslümanlar. «düşman ları mız yarı n yine böyle her taraftan şiddetl i hücumda bulunur ve tazyik ederler­ se halimiz ne olur diyerek herkes telöş ve endişe içine d üşmüştü. Cenab-ı Hak ise onları n kurtuluşu için gereken sebepleri hazırlamıştı. Şöyle ki: Nuaym bin Mes'ud Gatafani o s ı rada ima­ na geldi . Anca k Müslüman l ı ğ ı n ı açığa vurmadı . Hendek kenarı na gel i p karakolların izni ile beri tarafa geçti. He­ men Peygamberi miz (S.A.) Efend imizin huzuruna g ird i. Ke­ l i me-i Şehadet getirip; «Yö Resulallah! Ara p kabileleri he­ nüz ben im M üslüman olduğumu bil mezler. Emrederseniz bu d u rumda İslöm d inine bir h izmette bulunabilirim» ded i . Peygamberi miz (S.A.) Efendimiz: « M u harebe bir çe­ şit oyu n ve hileden ibarettir. Sen de bizim için bir hilede bulunuver:ı diye buyurdu. N u•' Fşca kabilesi ileri gelenlerinden her işe

HAYATI

171

yarar, cin fikil'l i tedbirli bir adamdı. Hemen kalkıp Beni Kurayza nah iyesine gitti ve Kaab bin Esed i le buluştu. Kôab'ın yanında Yahudilerin i leri gelenlerinden bir kaç kişi daha bulunma kta idi. Nuaym onlara : « Ey Beni Kurayza'nın ileri gelenleri! Sizi ne kadar sevdiğ imi bilirsi­ niz. Sırf muhabbetim ve samimiyetim dolayısiyle kaç gün­ dür sizin d uru munuzu düşünüyorum» deyince Yahudiler: « Bizim sana her şeki lde emniyetimiz var. Söyle bakal ı m» dediler. Bunun üzerine Nuaym: « Ben şurasını çjüşünüyorum ki Kureyş ve Gatafan kabileleri buraya geldiler, Muham­ medileri ortadan kaldırmaya ça l ı:;ııyorlar. Lakin onlar da karşı koymaktan ve kendilerini savunma ktan geri durmu­ yorlar. Bunun için Kureyş ve Gatafan kabileleri ar­ tık usanmağa başladı . Pek sıkılırlarsa sizi ya lnız bırakıp giderler. O zaman siz Muhammedilerin pençesine dQşer­ seniz andlaşmayı bozmakla itham ed ilmeniz dolayısıyla artık yakanızı onları n elinden kurtaramazsınız. Ba na ka­ l ı rsa siz Kureyş ve Gatafan'ın ileri gelenlerinden bir kaç kişiyi reh i n almalısınız ki onlar da işi bitirmed ikçe savu­ şup g idemesinlen deyince Yahudiler onun sözünü tas­ d i k etti ler. Nuaym oradan kalkıp Ebu Süfyan'ın meclisine vardı « Haberiniz var mı? Yahudiler, Muhammed ile yaptıkları andlaşmayı bozduklarına pişman olmuşlar ve onunla giz­ l ice ittifak etmişler. Suçları nı affettirmek için de Kureyş ve Gatafan'ın ileri gelenlerinden bir kaç kişiyi reh i n ola­ rak alıp ona vermeyi vadetmişler. Eğer sizlerden rehin isterlerse sakın vermeyi niz. Zira ileri gelenlerinize yazık olurıı d iyerek, Kureyş reislerin i şüpheye d üşürdü. Ebu Süfyan da Beni Ku rayza'nın fikirleri ni yoklamak üzere «Biz buraya sizin reisleri nizin teşviki ile geldik. Siz şir.ıd i ağır davranıyorsunuz. Burası ise bize göre uzun uzad ıya oturulacak yer değ ildir. Açlı kta n askerimiz şikô-

172

yet ediyor. Hayvanlarımız telef olup gidiyor. Bari yarın hep birlikte şiddetli bir hücum yapalım ve hemen işe bir son verelim• diye onlara haber göndermiş. Beni Kurayza Yahudileri: cYarın cumartesidir. Biz hiç bir işe yapışamayız. Öbür gün savaş edebiliriz. Faka ı: o şartla ki, bize ileri gelenlerinizden yetmiş kişiyi rehin vermelisiniz. Biz onları kalemizde tutup sizden emin ola­ lımıo diye cevap verdiler. Kureyş ve Ga ı:afan kabilesinin reisleri bunu işittik­ lerinde cNuaym'ın dediği doğru imişıo dediler. cBiz size ne rehin veririz, ne de sizden yardım isteriz. Canınız is­ terse çıkıp bizimle birlikte savaşa katılırsınız. Katılmaz­ sanız vebal! sizin boynunuzadır. Biz memleketlmlze gi­ deriz, siz de Muhammedilerin pençesine düşer ve belanı­ zı bulursunuzıo diye Beni KurQyza Yahudilerlne haber göndermişler. Beni Kurayza Yahudileri de : «Nuaym'ın dediği doğ ­ ru imişıo diyerek ResQl-ü Ekrem ile olan andlaşmalarını bozduklarına gerçekten pişman olmuşlar ve hemen ka­ lelerine kapanıp muharebeden geri durdular. Bu sebepten dolayı Arab kabileleriyle Yahudiler ara­ sına ihtilôf düştü. İşin biçimi değişti. Her ne kadar ondan sonra bir kaç gün daha kuşatma uzadıysa da muhare­ bede evvelki şiddet kalmadı. Sonunda bir gün ResOl-ü Ekrem öğle ile ikindi ara­ sında Cenab-ı Hakka dua ve niyazda bulunurken yüzünde sevine belirtileri görüldü. . Meğer ki Cebrail 1A.S.) gelip Allahü TeOIO hazretler! tarafından rüzgar ve melekler ile yardımda bulunulaca­ ğını haber verdi . ResOl-ü Ekrem de hemen bunu saha­ belerine müjdeledi. Cok geçmeden ikindi ile akşam arasında bir büyük fırtına cıktı. Rüzgar hem soğuk ve hem de benzeri görül­ medik sOrette şiddetli esmeğe başladı.

HAYATI

173

Rüzgarın yerden kaldırdığı toz ve toprak müşrikle­ rin yüzlerine ve gözlerine vurup göz gözü görmez oldu. Akşam yemeği pişirmek için ateş üzerine konan çömlek­ leri başaşağı devrildi. Çadı rları çocukları n uçurdukları uçurtma gibi havada uçmağa balşadı . Daha sonra a kşam oldu, karanlık bastı. Ortalığı bir kat daha korku ve dehşet kapladı. Bu fırtı na düşman ordusuna mahsus olup dışarıda bir şey yoktu. Fakat İslam askerlerinin de bazısı soğuk­ tan ve kimi açlı ktan dağıldığından Resul-Ü Ekrem'in ya­ n ı nda üçyüz kadar adam kal mıştı. Düşmanın d urumundan bi.r haber alıp getirmek üze­ re Resul-ü Ekrem seçkin sahabelerden i-luzeyfe bin Ye­ man (R.A.) hazretlerini gönderdi. Huzeyfe bin Yeman (R.A.) g idip Kureyş ordusunun içine girdi. Gelen habere göre düşman şaş ı rıp ne yapa­ cağını bilmez d urumd"'lyd ı . Ebu Süfyan bıkkı nlık geti rip ve ümitsizl iğe düşmüştü. Ebu Süfyan: « Ey cemaat! Bu­ rası oturup eğlenecek yer değildir. Ayrıca Beni Kurayza Yahudileri ile de aramıza ihtilat düştü. İşte ben g idiyo­ rum, siz de kalkınız» d iyordu. Rivayet edilmiştir ki: o zaman düşmana korku verr mek üzere gökten bin melek i nmişti. Hatta düşman or­ dusunun etrafındC' tekbir sodaları ve silah şa kırdı ları işi­ tiliyordu . Huzayfe (R.A.) hazretleri dönüp gel irken yolda. gözüne yirmi kadar süvari görünüp ona dediler ki: « Dos­ tuna haber ver, Allahü Teaıa hazretleri onun düşmanla­ rını dağıttı.» Hazret-i Huzayfe gelip Peygamberimiz (S.A.) Efendi­ mizin huzuruna g i rdi ve durumu olduğu gibi anlattı. Re­ s ul-Ü Ekrem tatlı tatlı gülümsedi. Kısacası, Ebu Süfyan devesine binip g itti. Diğer Ku­ reyşliler de onun arkasından hareket etti. Fakat Amr bin As ile Halid bin Vel id i kiyüz kişilik bir

1 74

HAZRET! MUHAMMED'IN

süvari kuvveti ile artçı olara k görevlendirildiklerinden Ku­ reyş ordusu a rkasını a l ı ncaya kadar onlar geride kalıp beklediler. Gatafan kabileleri de Kureyş ordusunun göç ettiği­ n i gördüklerinde onlar da kalkıp Necid tarafına g ittiler. M üşri k kabi leleri böyle kalkıp giderlerken önemli mi ktarda yiyecek ve diğer eşya larını ordu yerinde bırak­ mış oldukları ndan ertes i günü müslümanlar onları topla­ yıp İslôm ordusuna götürdü ler. Bundan başka yirm i adet yüklü deve de ele geçiril­ d i k i , Ebu Süfya n onları Yah u d i reisleri nden Huyye adlı şahsa göndermiş o da hurma ve d iğ e r yiyecekler yükle­ tip geri yol lamıştı . Bu suretle İslôm askerleri kıtlık ve a ç l ı k belôsından kurtuldu. Ordu yiyecek bakı mından birden bol luğa ka­ vuştu. Peygamberi miz (S.A.) Efendimiz bundan sonra saha ' belerine h itaben : «Artık sıra size geldi . Bundan sonra Kureyşliler sizin üzerinize gelemiyecektinı buyurd u. Bu harpte müşriklerin kayı pları dört kişiden ibarett i . M üslümanl ardan d a beş kişi şeh id old u ki ikisi Evs ka­ bi lesinden üçü de Hazrec kabi lesinden idi. Bir de En­ sar'ın e n u l usu olan Sa'd bin M uaz ( R.A.) hazretleri mu­ harebenin son dönem inde ok ile kolundan a ğ ırca yara­ lanmıştı . K ı sacası şiddet li rüzgôr ve göze görü nmeyen asker­ ler ile düşman ord usu bozuldu ve M üslümanlar zafer ka­ zand ı . Hazret-i Peygamber de Zilh icce ayına bir hafta ka­ la Hendek gazvesinden dönerek hane-i saadetlerine ge, l i p silôhlarını ç ı kard ı . Fakat hemen Cebra i l Aleyhisselôm gelip Beni Ku­ rayza Yahudi leri üzerine yürümeleri i ç i n Cenab-ı Hak ta­ raf ı n.::! an emir getird i . ResO l-ü Ekre m tekrar silôhla;ıdı v e Bi la l - i Habaşi ( R . A . ) hazretlerine emredip : :>ı.imôme Medi ne'ye getirili nce Hz. Muha mmed (S.A.V.) onu karşıl ı ksız serbest bıraktı . Daha sonra o da M üslüma n oldu ve sahaheıerin büyüklerinden oldu. (Al­ lah (C.C.) nndan razı olsun.) Rebiul'evvelin başında Ebu Zer (R.A.) Medine'ye üç saat uzaklığı olan bir çayırlı kta oğ lu ile birl i kte Resül-ü Ekrem'in develerini güderken Uyeyne bin Hisn el-Fezari'­ nin kırk atlı ile gel ip Ebu Zer'in oğlunu öldürrrıüş ve de­ veleri a l ı p götürmüş olduğu haber verildiğinden ResCıl- ü Ekrem derhal M i kdad bin Esved'in eline bir sancak verd i ve onu atlı olarak ileri göndP.rdi. Kendileri de beşyüz ka­ '"lar İslôm askeri ile birl i kte Necid ülkesinde bulunan Ga· toton d iyarına doğru hareKet buyurdu. Hayber yolunda Medine'ye iki günlük mesafesi olan Zükard adlı yerde düşmanlara erişildi. Bir kaçı öldürül­ dü, develer geri a lındı. Sonra M ed ine'ye geri dönüldü. O sırada Kureyş'in bir kervanının Şam'da ı ı çıkıp Mekke'ye doğru gitmekte olduğu işitild i . Bunun üzerine Resül-ü Ekrem, Cemaziyel'ülanın başında Zeyd bin Ha-

180

HAZRETİ MUHAMMED'İN

rise (R.A.) hazretlerini yetmiş kiş i l i k b i r İslôm askeri ile birlikte Medi ne'den çıkardı. Zeyd de g id i p Med i ne'ye dör� mil uzaklığı olan Ay­ san adlı yerde Kureyş kervanına rastladı ve kervanı vu­ rup mevcud olan bütün malları aldı. Bu mallar içi nde Saf­ van bin Umeyye'nin çok miktarda gümüş ü vard ı . Bundan başka bir çok da esir aldı ki Resul-Ü Ekrem' i n kızı Zey­ neb (R. Anha) hazretleri nin zevcesi ( kocası) olan Ebul 'As b in er-Rebi de bu esirler içinde bulunmakta idi. Ebul'As Medineye gel ince Hazret-i Zeyneb'e sığındı. O da hima­ ye ettiğinden Resul-Ü Ek rem onu karşı l ı ksız serbest bı­ ra ktı. Bundan sonra Ebul'As da İslôm şerefi ile şereflen­ d i ğ inc1en Hazret-i Peygamber yine Zeyneb'i ona verd i . Şaban a y ı başı nda Resül-ü Ekrem. Abdurrah man bin Avf (R.A.) hazretleri ni bir miktar askerle Beni Kelb kabi­ lesini İslôm d inine davet etmek üzere Dümet'ül-Cendel adlı bölgeye gönderdi. O zat gidip onları üç gün dine da­ vet ett i . Reisleri Esbağ bin Amr - Hı ristiyan idi - İslôm ile müşerref olunca kabilesi halkının çoğ u imana geldi. İman etmeyenler de cizye vermek üzere orada ka ldı. İbn Avf (R.A.). Esbağ'ın kızı Temadır ile evlendi ve onu alıp Me­ d i ne'ye getirdi. Yine Şaban ayı başları nda Beni Sa'd b i n Bekr kabi­ lesi, Hayber Yahud ileri ile M üslümanlar a leyh ine bir itti­ fak kurmak üzere toplanma kta oldukları işitildiğinden Hazret-i Ali (R .A.) bir m ikta r askerle o tarafa g itti. Beni Sa'd orta lıkta yoktu. Ancak Gamci adlı yerde on ların hay­ vanlarına tesadüf ed ildi ve beşyüz deve ile iki bin koyun a l ı p Med ine'ye getird i . Hazret-i Peygamber d e onların beşte birini Beytü lmal için ayırdı ve geri kalanını da is­ lôm askerlerine dağıttı . Kısacası, Hendek savaşında kôfir toplulukları dağ ı la­ rak savuşup g itmeleriyle M üslümanlar artı k meydana cık­ tı ve her tarafa a rtık cekini:meden gönderilir oldu. İslöm dini g ü nden güne kuvvet ve şeref bulmaktaydı .

HAYATI

181

Cah i liye devrinde Araplar haksız yere kan dökmek ve yoksullu k bahanesi ile kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek gibi insanlığa yakışmayan fena huylardan sa­ kınmazlar, h ı rsızlık ve zina gibi ç i rkin işlerden çekinmez­ lerd i . Hazret-i M uhammed ( S. A . ) Efendimizin getirdiği şe­ riat i le bu gibi kötü huylar ve çirkin işler yasakland ı . Hal­ ka güzel huylarla ahlôk lanmaları öğüdünde bulunuldu. İyi a meller işlemeleri emir buyuruldu. Akıl ve insafı olanlar. Hazret-i Peygamber'in muci­ zelerini ve İslôm d i n i n i n güzelliklerini gördüler ve iman getirdiler. Kabile ve Aşiretlerin i leri gelenlerinin büyük çoğ un­ luğu güzel söz söyleyenlerden olmaları dolayısiyle Kur'­ anı Kerim'in son mertebede olan belôgatı na ba kıp insan kelamı olmad ığını anladı lar. La k i n kendi aşiret ve Kabilelerine riyaset (Başkan­ lık ) etmeğe al ışmış oldukları ndan reisliklerin i elden çıkar­ mamak için halkı eski bötı l inançlarında tutmak üzere is­ rar ett i ler. Bil hassa Ku reyş kabilesinin ileri gelenleri kendi içle­ ri nde yetişip büyü müş olan o büyük Peyga mber'e d iğer halk tabakası ile beraber olarak tabi olmaktan uta nır­ lard ı . Hattô bazı ları apaçık muc izelerden olan Kur'a n ' ı n belagatına söyleyecek b i r söz bulamayıp : « Bu Ku r'an . Mekke'n i n ileri gelenlerinden Velid bin Mug ire v e -!-o i : beldesinin hakimi olan U ruc bin Mesud es-Sa kafi gibi bir büyük adama naz i '. olsaydı ya» ded iler . Böylece, akıllarınca kendi araları nda mal ve itibarca büyük bild ikleri kimseleri gerçekten büyük sa n ı rlar ve peygamberl ik makamını onlarda n beğendiklerine verd i r­ mek isterlerd i . Halbuki, büyük bildikleri adamlardan - Velid bin Mu­ gire g ibi - bazıları çok geçmeden Mekke'de öldü. Bir ço-

182

HAZRETİ MUHAMMED'İN

ğu da Bedir'de öldürüldü. Bundan dolayı Mekke'nin reis­ liği Ebu Süfyan'a geçti. Urve bin Mes'ud es-Sekefi her ne kadar heı ıüz ha­ yatta ise de Taif'de reislik yapmakta ve h üküm sürmek­ te idi. Lakin kardeşinin oğlu olan Mugire bin Şu'be es-Sa­ kafi, Beni Malik kabilesinden Lôt adlı puthanenin hade­ mesi olan on üç kişiyi öldürmüş ve bundan dolayı Beni Malik ile Mugire'nin kabilesi arası nda büyük bir düşman­ lık g i rmiş idi. Urve uzak görüşlü ve sözü geçer bır adam olması dolayısiyle bu on üç kişinin diyetlerini verdi ve iki kabi­ leyi barıştırdı. Mugire ise Hendek gazasından sonra Medi ne'ye gel­ d i ve M üslüman olmakla şereflendi. işte bu Mugire gayet hazı rcevap, cin fikirli ve amca­ sı gibi şan ve şöhret sah ibi bir adamdı. Bundan dolayı onun i mana gel mesi Müslümanları memnun etti ve müş­ riklerin pek gücüne g itti. Kureyş reislerinden ö le n ve öldürülenlerin yerlerine gecen İ krime bin Ebu Cehil ve Safvan bin Umeyye gibi yeni reisler de babalarının yolunda israr etmekte iseler de pek de o kadar umumi efkara karşı d u ramıyorlardı. Fakat Resul-ü Ekrem ile savaşı r d u rumda oldukla­ rından dolayı onlara tabi olan halk tabaaksının büyük ço­ ğ unluğu M üslümanlar ile karışıp kaynaşamadıklarından İslam dininin güzelliklerini bilemiyorlardı . Diğer kabile ve aşiretler de Kureyşliler ile Müslüman­ lar arasındaki muharebelerin sonucunu bekliyorlardı . Bununla beraber herhang i b i r bahane i l e İslam dini­ nin güzel liklerini öğrenenler ve bilhassa Resul- ü Ekrem'in mübarek yüzün ü gören1er de her birinin ardı sıra yavaş yavaş i mana geliyorlardı. Çünkü, Fahr-i Alem (S.A.V.) Efendimiz hazretlerinin dış görünüşü herkesten ziyade g üzel ve ah lakı son dere­ ce mükemmel idi.

HAYATI

183

Şöyle ki: Bütün azası tam, m ütenasip ve müstesna b i r d u rumda olup tüm vasıfları mutedil bir halde idi. Yüzünde bir nur ve parlaklık, sözlerinde bir akıcılık ve g üzel lik, dilinde bir açı klık ve fasihl i k , ifadelerinde son derece bir belôgat vardı. Boş yere bir söz söylemeyip her kelcmı hikmet ve nasihat dol u idi. Herkesin akıl ve idra kine göre söz söy­ lerdi. Güler yüzlü ve tatlı sözlü olup ev halkına. h izmetçi­ lerine, sahabelerine g üzel muamele ettiği g ib i diğer hal­ ka da l ütuf ve yumuşaklık ile muamele ederdi. Ha l i m v e mütevazi idi ve insana a i t olgunlukların hepsini kendinde toplamış idi. Bunu nla beraber ta m bir a ğ ı rbaşlılığı ve heybeti vardı. Saadetli meclisine girenler faydalanır ve kendilerin­ de bir sevine bulurlard ı . Onu tanı mayan bir ki mse ansızın görse kendisini bir korku a lırd ı . Kısacası bütün güzel huyları n ve seçkin vasıfları n kemal derecesi O'ndaydı. Benzeri yaradılmamış b i r mü­ barek varl ık idi . B u du ruma göre Kureyş i i ler ile bir barış andlaşması yapı l ı p da iki taraf halkı birbiri ile sertıestce görüşseler, bütün müşrikler İslôm d i ninin güzelliklerini ve Resül-ü Ekrem'in mucizeleri ni görü p öğrenebilirlerd i . Bu surette ise h e r tarafta İslôm d inine umumi bir meyi hasıl olacağı ve az zaman içerisinde Müslümanlığın bölge bölge yayılacağı acık idi. Kısacası İslôm dininin Arabistan'da kolaylıkla yayıl­ ması için bir barış a ndlaşmas ına i htiyaç vardı.

H U D EVBİVE BARIŞ ANDLAŞMASI ResOl-ü Ekrem (S.A.) Efend i miz hazretlerı. h icret ı n altıncı senesi Zilkade ayı n ın i lk g ü n ü b i n beşyüz kadar sahabesi ile Medine'den çıkıp Mekke'ye doğru yola cık tı. M uhterem zevceleri Ümmü Seleme (R. Anha) hazret­ lerini de beraber götürd ü . Mübô rek niyetleri, savaş olmayı p s ı r r Ömre yani S a y ve tavaf ile Kôbe'yi ziyaretten ibaretti . Buna delil olmak üzere ya nı nda mükemmel savaş a letleri götürmeyip sa ­ habelerine de yolcu silôhı olan birer kılıç takt ı rd ı . . Medinelilerin « M i katıı maha lli olan Zül-Huleyfe adlı yere vard ı ğ ı nda ihrama g i rdi . ve yetmiş kadar kurba n l ı k deveye nişan vurdu. Fa kat Kureyşli ler engel olup da savaşa kalkışırlar d iye Gıfar M uzeyne ve Cüheyne gibi Medine etrafı nda bulunan bedevi kabileleri de birl i kte hac etmek üzere da ­ vet buyurdu. İşte bu Arab kabileleri ise. « Peygamber daha önce kendisini Medi ne'de kuşatmış olan Ku reyşl ileri n içine g i ­ diyor, kend isini teh l i keye atıyor. Artık geri gelmek ihti­ mali yoktur» d iyerek birlikte gitmekten çekindiler. Güya evlerindeki işlere bakacak ki mseleri olmadığı bahanesini ileri sürerek özür dilediler. Hazret-i Peygamber, Kureyşl ilerin durumunu araş­ tı r mak için Mekke tarafına casus gönderm:şti. Ustan adlı yere varınca casus dönüp geldi. Kureyşlilerin, ResOl-ü Ekrem'in M edine'den cıktı ğ u ıı naber a l ı nca hemen top-

HAYATI

185

lanmış ve diğer bazı Arab kabilelerini de a ralarına ala­ rak savaşa hazırlanmış olduklarını ve iki yüz atlı ile Ha­ lid bin Velid'i ileriye gönderdikl�rini, onun da Gamim ad­ l ı yerde beklemekte olduğu haberini getirdi. Bunun üzerine Usfan'dan i leri doğru hareket edilin­ ce Hazret-i Peygamber: «Sağ tarafı tutunuz» buyurdu. Bundan dolay lslöm orousu yol un sağ tarafına kayarak sarp bir yokuşa doğru yöneldi. Halid bin Velid bunu uzaktan görünce derhal dönüp Kureyşlilerin yanına vardı ve durumu haber verdi . İslôm ordusu ise bir tepeye ulaştı ki buradan aşıldı­ ğ ı takdirde Kureyşli lerin Mekke dışında Hudeybiye adlı mahalde ordu kurdukları yere inilird i . İ lahi hikmetin bir eseri olarak Resul-ü Ekrem'in Kus­ va adındaki binek devesi çöküverd i. Sahabeler . kaldı rmak istedilerse de kal kmadı o huysuz bir hayvan gibi i nat edi p durdu. Sahabeler Hazret-i Peygamber'e

Şuca' Esedi, Medi ne'ye gel ip Haris'in böyle kötü mu­ amelesini anlattığında Resül-ü Ekrem. Haris için « M ülkü zôil olsun !» diye beddua etti. Çok geçmeden Haris küfür üzere vefat ederek canını Cehenneme ısmarlayıp g i tti. Yemôme h ü kümdarı Hevze de H ı ristiyanlık dininde id i . Sel it Amiri ( R.A.) hazretleri varıp ona Resü l - ü Ekrem'-

HAYATI

207

i n mektubunu verdiğinde Hevze: « Eğer beni kendisine vel iahd yapatsa Müslüman olurum ve ona yardım ede­ rim. Aksi halde onunla savaşı rım» dedi. Resul-ü Ekrem: «Yô Rab! Sen onun hakkından gel» buyurdu. Arası çok geçmeden Hevze de kôfir olduğu halde vefat etmiştir. Hevze tarafından Medine'ye gönderilmiş olan Reh­ hal adlı ki mse Müsl üman epeyce Kur'an-ı Kerim de öğ­ renmiş iken Yemôme'ye geri dönünce dinden dönerek Resul-Ü Ekrem'in Müseylemet'ü l- Kezzab'ı peygamberl ikte kendisine ortak ettiği şeklinde akıl almaz bir yalan söy­ lemiştir. Abdul lah bin Huzafe ( R.A.) h·a zretleri de İ ran Payitah­ tına va rıp Resuül-Ekrem'in mektubunu teslim edince Şah H üsrev Perviz hiddetlenerek mektubu yırtıp parça parça etti. Resul-Ü Ekrem: «Allah da onun mülkünü ve devleti­ ni parçalasın» diye Hüsrev Perviz'e bedduada bulundu. Hüsrev Perviz kendi tarafından Yemen'de val i bulu­ nan Sôsôni hanedanından Bôzôn'a haber gönderip; « Şu h icaz tarafı nda Peygamberl ik davası güden adamı bana gönden> diye emretti. Bôzôn da Resul-ü Ekrem'e «Hemen Şah'ın yanına varmalısın!» diye mektup yazarak iki me­ mur ile Medine'ye gönderdi. Memurlar gelip Hazret-i Pey­ ga riıber'in huzuruna g i rdiler ve Bözön'ın mektubunu ver­ a ı rer: « Hemen Şa h'ın yanına gidersen Bôzôn da senin af­ fını ısıeyen mektup yazar. Eğer yüz çevirirsen seni yok eden> dedi ler. Resul-Ü Ekrem de: «Yarın cevap veririm» diye onları huzurundan çıkard ı . Daha sonra Resul-Ü Ekrem'e ilôhi vah iy geldi . Ce­ nab-ı Hak tarafı ndan Hüsrev Perviz'in o gece oğlu tara­ fı ndan öldürülmüş olduğu haber veri ldi. Resu l-Ü . Ekrem de o memurları çağı rdı ve durumu onlara haber verd i : «Benim şeriat ı nı yakı nda Şah'ın e riştiği yerlere erişecek­ tir. Bözö n'e söyleyin imana gelsin» buyurdu. Memurlar dönüp San'a'ya varmışlar ve durumu Bô-

208

HAZRETİ MUHAMMED'İN

zôn'a haber vermişlerd i . Bir kaç gün geçtikten srn ra Şi­ ruye tarafından babası n ı n öldürüldüğüne dair ve 1-!azret - i Peygamber'e doku nulmamasını bildiren bi r ferman gelin­ ce düşündüler k i H üsrev Perviz'in katli Resul-ü Ekrem'in haber verd iği günün gecesine tesadüf ed iyor. Bu mucize­ yi görünce gerek Bôzôn ve gerekse onun mahiyetinde bu­ lunan İ ranlıların hepsi i mana geld i l er. Resul-Ü Ekrem de Bôzôn'ı San'a valisi olara k tay i n etti. İşte Hazret-i Peygamber' i n i l k tayin ett i ğ i v a l i od ur. Acem me l i klerinden i l k imana gelen de od u r.

.

.

HAZRET·İ PEVGAMBER'İN ÖMRESI H icretin yedinci senesi Zilkadesinin başlarında «Öm­ re» yani Kôbe'yi tavaf ve ziyaret niyetiyle ResOl-ü Ek­ rem Medine'den çıktı ve kurbanlık olarak altmış deve d� götürdü. Yedekte yüz at vardı . Çocuklar ve kadınlardan başka olarak iki bin sahabe de beraberdi. Mekke'ye yaklaştı klarında Kureyşliler Mekke'den çı­ kıp uzaktan Resül- Ü Ekrem'in Mekke'ye g i �işini sevrettiler. Resul-Ü Ekrem deve üzerinde olup sahabeleri etra­ fını sarmı ş oldukları halde Abdullah bin Revaha (R.A.) hazretleri Resul-Ü Ekrem'in önünde yürüyüp, i lôhi tarzı n­ da güzel şiirler okurdu. Abdu llah bin Revaha (R.A.) hazretleri Hazrec kabile­ sinden olup Hazret-i Peygamber'e Akabe'de biat edenler­ den ve Bedir gazvesinde bulunan sahabelerdendi. Meş­ hur şai rlerden olup daima kôfirlerin bôtıl dinlerini zem yolu nda ş i i rler söylerdi. Bu defa da Resül-ü Ekrem'in önünde o türlü şiirler söyleyip gidiyordu. Bu suretle Mekke'ye gi rdiler. Hemen ResOl-ü Ekrem Beytullah'ı ziyaret edip Safô ile Merve arasında sa'yetti. Sahabeler de öylece tavaf ve sa'yettiler ve Kôbe'yi ziya­ ret hü kümlerini yerine getirdiler.

210

HAZRETİ MUHAMMED'İN

Resul-ü Ekrem'in H udeybiye vak'asından önce gör­ müş olduğu rüya işte bu defa aynıyla cıktı. Resul-ü Ekrem'in amcası Abbas bu defa kendi zev­ cesi Ü m mül-Fadl'ın kızkardeşi olan Meymune binti Ha- . ris'i Hazret-i Peygamber'e nikôh ettird i . Resul-Ü Ekrem üc gün Mekke'de kaldıktan sonra ç ı ­ kıp sahabeleri ile beraber Med ine'ye döndü .

._

H İ C R ETİN SEKİZİNCİ SENESİ Halid b in Velid, Osman bin Ebi Talha ve Amr bin el -As hicretin sekizinci senesi seferinde Medine'ye gelip İslônı ile müşe rref oldular. Halid bin Velid, Beni Mahzum'un ileri gelenlerinden olup Kureyş l i lerin süvari başbuğu makamı nda idi. Harp sanaıı kend isine Allah tarafı ndan verilmiş bir keyfiyetti. Uhud gazvesinde Kureyşl iler mağlup olmuş iken galip gelmelerine o sebep olmuştu . Müslüman olduktan sonra İslôm dinine pek büyük h izmetler etmiştir. ' Osma n b i n Ebi Talha da Abdüddar oğul ları ndan olup Kôbe'n i n perdecisi idi. Kôbe'nin anahtarı onları n elinde id i . Amr b i n el-As. Beni Seh m ' i n i leri gelenlerinden ve Arab'ı n dahi lerinden yani cin fikirli lerinden akıllı ve h i k­ met sah i b i bir zat olup zor iş leri n çözülüp düzeltilmesin­ de eşi ve benzeri ol mayan biri idi . Kureyşli lerin ileri gelenlerinden böyle üç büyük za­ tın b i rlikte gelip de iman etmeleri M üslümanlar için bü­ yük bir memnuniyet vesilesi oldu.

M UTE M U HAREBESİ M ute, Şam d iyarı nda Kerek beldesinin gü ney tara ­ fında Belka'ya a it b ir yerdir. H icretin sekizinci senesi Cemaziyelevvel'inde orada büyük bir harp ol muştur. Müslümanları n Bizans askerleri ile ilk önce meyda­ na gelen muharebesi bu vak'adı r. SebeJi şudur k i : Resul-Ü Ekrem, Haris bin Umeyr Ez­ di (R.A.) hazretlerini bir mektupla Busra valisine gönder­ mişti. .H aris (R.A.) hazretleri M ute'ye vardığ ında Bizans i m ­ paratorunun va lilerinden Şurahbil b i n Amr el-Gassani onu Resul-ü Ekrem'in elcisi olduğunu öğrenmiş old uğu halde öld ürmüştü. Ondan başka Resul-ü Ek rem'in h ic bir elcisi öldürülmemişti. Hazret-i Peygamber elçisinin öldürülduğüne vakıf olduğunda pek çok müteessir oldu. Hemen kendi azadlı kölesi oları Zeyd bin Harise iR.A.) hazretlerini başkumandan tayin ederek mübarek sancağı eline verd i ve üç bin İslöm askeri ile onu Medi­ ne'den çıkard ı . Yine bu sıralarda Medi ne'den bölük böl ü k çıkan İs­ ıam askerleri putperest topl uluklarını vurup yağ malamak. ta ve kôh galip, kôh mağlup olunmakla birl ikte arasıra Medine'ye ganimet mallar getirilmekte idi. Hazret-i Peygamber bizzat Medine dışında Seniy­ yet'ul - Veda adlı yere kadar çıkıp onları geçirdi: «Zeyd

HAYATI

2 '.3

bin Harise şehid olu rsa yerine Cafer bin Ebi Talib, o da şeh id olursa Abdullah bin Revaha geçsin o da şehid olur­ sa Müslümanlar içlerinden birini seçsin» buyurdu. Ş ü rahbil, İslôm ordusunun hare ketini işitince karde­ şi Süddüs bin Amr ile iieriye bir miktar süvari kuvveti sevk ederek cok sayıda asker toplamaya da girişti ve Bizans İmparatorundan da ya rdı m istedi . Bunun üzerine M üslümanlara karşı gelmek üzere Şanı d iyarında bulunan Rum askeri ile İmparatora tabi olan Arablardan mürekkep gayet büyük b i r ordu meyda­ na getiril mişti. Suddüs sür'atli bir şe kilde hareket ederek Vad i-ül Kura'da İslôm askerlerine karşı geldi. Lakin savaşa g iri­ şince ad keri bozuldu, kendisi de öldürüldü. İslôm askerleri oradan kalkıp Maôn'a va rdıkları nda yüz b!n k işiden fazla mükemmel bir Biza ns ordusunu n lıa reket etmiş olduğu işitildi. Askeri kumandanlara dur­ gunluk geldi. İki g ün Maôn'da kaldılar ve d u rumu Resül-ü E krem'e yazalım da gelecek cevabı bekleyelim. dedi ler. La kin Abd ul lah bin Revaha (R.A.) hazretleri diğerle­ rini gayrete getirip teşvik ederek hemen Allah'a tevek ­ k ü l ederek yürüdüler. M ute adlı yere va rdı klarında düşman as keri gelip gö­ ründü. Gerek sayıca ve gerekse savaş araç ve g ereç!eri ba kı m ı ndan o kadar büyü k ve m ü kemmel bir ordu idi. Üç bin askerle ona karşı varmak mümkün değildi. Lakin geri çekilip de ya kayı kurtarmak da zordu. Hemen Zeyd bin Harise (R.A.) hazretleri sancağı el i­ n e a l ı p savaş meydanına g i rd i . Müsl ümanlar da o nun et­ rafı nda saf bağlayıp d urdu . Zeyd (R.A.) mızra k i l e vurulup şeh id olunca sancağı Cafer bin Ebu Tal i b ( R.A.) hazretleri tuttu. O da pek çok yerinden yaralandı. La kin asla a ld ı rış etmeyip yerinde se­ bat etti.

214

HAZRETİ MUHM fMED'İN

Hattô sağ eli kesildi. Hemen sancağı sol eline aldı. Sol eli de kesilince bu sefer hemen sancağa sarı ldı ve nihayet şeh id oldu. Abdullah bin Revaha (R.A.) hazretleri hemen koştu ve sancağı alıp savaşmaya başladı. O da şeh id olunca islôm ordusu başbuğsuz kald ı . Bu sırada on kadar Müslüman daha şeh id olmuştu. Bundan dolayı İslôm askerleri bozu lup dağ ı l d ı . Fakat sancak yere düşmesin diye Ebu Yüsr el- Ensa­ ri (R.A.) hazretleri aldı ve M üslümanlar tarafından ku­ mandanlığa he r kim seçilecekse oı:ıa teslim etmek üzere Sabit bin Akranı Aclani (R.A.) hazretlerine verd i . İslôm askerleri bozguna uğramış olarak geri dönüp giderken Halid bin Velid (R.A.) hazretleri önlerine geçip onları alıkoymak istediyse de faydalı olamad ı . Lô k i n k e n ­ d i s i b i r yer seçerek dayanıp durd u. Sonra Kutbe bin A m r (R.A.) hazretleri askerin önü­ ne geçip « Ey cemaat-ı M üslimin! Kaçarken ölmel; buyurd u . Ebu Bekir es-Sıdd ı k (R.A.) ve Ömer el - Fa ruk (R A . ) hazretleri d e bu ik i y ü z kişi içinde idiler. ·

Ebu Ubeyde, Amr bin As' ı n ya nına vard ı ğ ı nda aske­ re imam olmak istedi. Amr ise «Sen bana ya rd ı m etmek için geld i n . As ı l kumandan benim» ded i. Ebu Ubeyde yu­ muşak bir zat olduğundan « ResOl-ü Ekrem ihtilaf etme­ yiniz. Sen bana uymazsan 'ben sana uya rımı> diyerek Amr bin As cemaate imam olup namaz k ı l d ı rd ı . Bundan dolayı sahabelerin en büyükleri nden olcr

218

HAZRETİ MUHAMMED'İN

Ebu Bekir es-Sıddık (R.A.) ile Ömer el-Faruk (R.A.) haz­ retleri Amr b in As'ın riyaseti altına g irmiş oldu. Amr b in As bilgili ve tedbirli bir adam olup M üslü­ manların itaat derecesini ve disipl inini görünce hemen savaş için gerekli tedbirleri sert bir şekilde yeri ne getir­ meye başladı. Hattô gece orduda ateş yakılmasını çok sıkı bir şe­ kilde yasaklayarak « Her kim ateş yakarsa onu o ateş içi­ ne atarı m» d iye ilôn etti . Hava pek soğ u k olduğundan asker gelip Ebu Bekir es-Sıddık ile Ömer e l- Feruk'a şi kôyette bulundu. Hazret-i Ömer, « N e demek, bu adam askeri soğ uktan kıracak m ı » diye Amr'ın yasağını kaldırmak istedi i s e de Hazret-i Ebu Bekir; « Dokunma yô Ömer! Hazret-i Peygamber onu sırf savaş durumlarını iyi bildiği için başbuğ tayin etti. Ma­ dem k i bu saatte başbuğdur, onun işine karışmak caiz değild in> dediğ inden Hazret-i Ömer sustu. Amr bin As'ın bı,ı yasağı ise aslı nda güzel bir ted­ bird i . Zira orduda ateş yansa İslôm askerlerinin ne ka­ dar olduğu tahmin olunabil irdi. Düşman ise ç ok kalaba lık olduğundan İs lô m asker­ lerinin beş yüz k işiden ibaret olduğunu bilse telôş etme­ yerek dayanıp dururdu . Amr bin As i se kurduğu düzeni kimseye açmayıp he­ men sabahleyin düşman üzerine ansızın ş iddetli bir hü­ c umda bulundu. Düşman da M üslümanları n ne kadar olduğunu bil­ mediği nden birden bire ürküp bozuldu. Bir çok hayvanla­ rını bıra kara k dağılıp kaçmaya yuz tuttu. Hiç bir zaman başkumandanın işine karışmak caiz o l mayıp askerin b i ri nc i vazifesinin, ômirine itaat olduğu­ na bu vak'a acık bir delildir. Amr bin As daha yeni M üslüman olmuşken böyle bü­ yük sahabelerden meydana gelmiş bir askeri kuvvete ku-

HAYATI

219

mandan olup zafer kazanarak Medine'ye dönüşünde se­ vinip sayı ldı. « Resul-ü Ekrem yarıırı d a benim diğer sahaoelerden daha faziletli ve üstün bir du rumum olmasa böyle en sev­ g i l i sahabelerini maiyetime vermezdi» yollu yanlış bir fik­ re kapıldı. Halbuki onun ensar ve muhaci rlerden meydana ge­ len üçyüz kişilik bir sahabe ordusuna başbuğ tayin edil­ mesi ise sırf bilgili ve akıllı askeri işlerde kudretli zatlar­ dan ol ması i le beraber büyük va l idesi nin Kuzöa neslin­ den olması na bağlı idi. Halbuki bir kimsenin bir hususta mümtaz (ayrı, seç­ kin) olup da bundan dolayı bir taifeye baş olmasından dolayı her hususta üstün olması lözım gel mez. Bunun üzerine Amr bin As Medine 'ye döndü kten sonra Hz. Peygamberin huzurunda «Yô Resulul lah ! En çok sevdiğin kimd i r?» diye sordu. Resu l-Ü Ekrem de: «Aişe'd inı diye cevap verd i . Sonra A m r b i n A s « Kadı nlardan değ i l , erkekler için­ de en çok sevdiğin kimdir?» dediğinde Resul-Ü Ekrem de: «Aişe'nin pederi Ebu Bekir'd i r» buyurdu. B:Jnun üzerine Amr bin As : «Ya ondan sonra en çok k i ı � ı i seversin?» dediğinde, Hazret-i Peyga mber: «Ömer'i severim» dedi . Böylece Amr, daha sonra kimi seversin, d iye sorduk­ ça Resul-ü Ekrem de s ı rası ile d iğer sahabeleri ni söyle�i. Bu şekilde bir çok sahabelerin isimleri zikred ilip he­ nüz kendisine sıra gelmediğinden Amr bin As sustu. Amr bin As'ın, Resul-ü Ekrem ile olan bu konuşma­ sını h i köye ettikten sonra «En sona kal ı rı m d iye korkum­ dan sesimi kesip sustum» dediği rivôyet edi l mişt i r. Gerçekten Amr bin As ( R.A.) hazretleri sahabelerir büyüklerinden ise de o zaman sahabeler iç inde ona nis­ petle Allah ve Resulü indinde daha sevgi l i ve daha fazi-

220

HAZRETİ MUHAMMED'lN

letli pek çok zatlar ve onun tabakasının üst tarafı nda lıay­ li tabakalar var idi. İşte o tabakalarda bulunan seçkin sonabeler sayı l­ dı ktan sonra Amr bin As'a sıra geleceğini anlayarak sö­ zü uzatmayıp kısa kesmiştir. NOT :

Sahabelerin birinci tabakası, Allah ve Re s ü l ü n e ilk inananlar: '

Hadicet'ül Kübra, Ebu Beki r bin Kuhafe, Zeyd bin Harise, Osman bin Affan , Abdum... :ı man bin Avf, Sa'd b i n Ebi Vakkas, Zübeyr b i n el-Avvam, Talha bin Abdullah, E b u Ubeyde b i n Cerrah, Said b i n Zeyd, Osman b i n Maz ' u n . Erkam, Ammar b i n Yasir v e Bilal-i Habeşi ile Ömer b in Hattab'ın M üslüman olmasından ö n c e im a n a gelen seç­ kin sahabelerd ir. Otuz dokuz kişiye ulaşı rlar. Hazret-i E r­ kam'ın Sata üzerinde olan evinde toplanıp Resü l - ü E kre m ile gizli sohbetlerde bulunurlard ı . Hazreti Ömer de o evde imana geld i . O n u n l a Müslü­ manların sayısı k ı rka ulaştı. Böylece İslöm dini ilön edildi. Bunlardan on kişiye Peygamberimiz (S.A.) Efend i m iz daha hayatları nda i ken Cennet ile mü jdeledi. İşte bunlara Aşere-i M übeşşere ( Cennetle müjdele­ nen on kişi) denir ki, mübörek isimleri şunlard ı r . 1 2 3

-

-

-

4 5 6

-

7

-

8 9 10

-

-

-

-

-

Ebu Bek i r es-Sıddık Ömer el-Faru k Osman b i n Affan Ali b in Ebu Tai ib Ta lha b in Ubeydullah Zübeyr b in el-Avvam Sa'd bin Ebi Vakkas Said bin Zeyd Abdurrahman bin Avf Ebu Ubeyde bin Cerrah

HAYATI

221

(Radiyellôhü anhüm ve radü a nh . ) Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz bir yerde otursa sağında Ebu Bekir (r.a .), solunda Ömer ( r.a.) otururdu. Karşısı nda Osman ( r.a.) başkôtiplik vazifesi yapardı. Ali de Resul-ü Ekrem'ln sır kôtibi idi. (Allah cümlesinden ra­ zı olsun.) Peygamberimiz (S.A.) Efendi m iz, Ebu Bekir'in kızı Aişe'yi ve ômer'in kızı Hafsa'vı kendisine nikôh edip iki­ sine de damat olmuştu. Osman'a bir kızını ve onun vefatında diğer kızını ver­ diği g ibi Ali'yi de en sevgili kızı olan Fôtımatüzzehra (R. Anha) hazretlerini verip ikisini de kendisine damat et­ mişti. Bu dördü Hulefö'yı Raşidin'dir ki bütün sahabelerin en üstünüdür. Yukarıda açı kladığımız şekilde Hazret-i Ebu Bekir cahiliyet devrinde büyümüş olduğu halde asla putlara tap­ mamıştı. Hazret-i Ali ise Köinatın Efendisinin mübarek hane­ lerinde büyüyüp daha çocuk iken İslôm ile müşerref ol­ muştu. Bundan dolayı sahabeler içinde hiç putlara secde et­ memiş olmak bu ikisine mahsus bir şeref ve meziyettir. Cenab-ı Hak her ikisinden razı olsun. l-lazret-i Talha, Zeyd bin Harise'den sonra i l k önce i mana gelen beş kişiden biridir. Unud savaşında kôfir­ lerden biri Resul-ü Ekrem'in üzerine kıl ı ç ile saldırdığın­ da Talha bu ha mleyi elivle önleyip bu darbeden eli ço­ lak kalmıştı. Hazret-i Zübeyr, Hazret-i Hadicet'ül Kübrô'nın kar­ deşinin. oğlu ve Hazret-i Ebu Bekir'in damadıdı r. Anası da Resul-ü Ekrem'in halasıdır. Bütün savaşlarda Resul-ü Ek­ rem ile birlikte bulunmuştur. Hazret-i Sa'd bin Ebi Vakkas da i l k önce iman eden­ lerdendir. İlk önce Allah yolunda ok atan ve din uğrun-

HAZRETİ MUHAMMED"iN

�22

da kan döken odu r. Uhud savaşı nda sonuna kadar da­ yananlardan birid ir. ResOl-ü Ekrem' i n yanından ayrı lma­ yıp o gün bin o k atmıştı. Hazret-i Said bin Zeyd, Ömer'in a mcası nın oğ ludur ve onun kız kardeşi i le evlenmişti r. Zevcesi ile birl i kte Hazret-i Ömer'in Müslüman olmasına sebep olmuştur. Hazret-i Abdu rra h ma n bin Avf Beni Zühre kabilesin­ den ol up ResOl-ü Ekrem'in a nası Amine Hatun'un a kra­ basındand ır. Uhud savaşı nda yirmi bir yerinden yaralan­ mış ve yara n ı n bir ayağında olduğundan topal kalmıştı . Hazret-i Ebu Ubeyde bin Cerrah da Uhud savaşında ResOl-ü Ekrem'in yüzüne batan h a lkaları dişleri ile tutup Çıkarı rken iki ön dişi çıkıp düşmüştü. Sahabelerin ikinci tabakası, Hazret-i Ömer' i n M üslü­ man olmasından sonra İslôm ile müşerref olanlardır. Üçüncü tabakası Akabe'de i l k biat eden Medineli­ lerdir . Dördüncü tabakası i kinci defa Akabe'de biat eden Med inelilerd ir. Bunlar, yetmiş küsur zat idi. Beşi nci tabakası, ResOl-ü E krem' i n M�kke'den h ic­ retinde henüz Kuba'da iken gelip de ona ulaşan muha­ e;irlerd i r. Altıncı tabakası Bed ir savaşında buluna n ensar ve muhacirlerdir ki. bunlara aynı zamanda « Bed ir ashabı» denir. Yed inci tabakası Bed ir savaşı ile Hudeybiye seferi arasında göç edenlerdir. Sekizinci tabakası Hud�ybiye'de « Rıdvan» ağacı a l ­ tı nda biat eden sahabelerdir. Dokuzuncu tabakası H udeybiye barışından sonra hic­ ret edenlerd i r. Amr bin As bunları n en ileri gelenlerindend i r. •

,

B AZI ASKERi VAK'ALAR Receb ayı n ı n başlarında Ebu Ubeyde bin Cerrah ( R.A.) hazretleri başbuğ olara k üc yüz İslôm askeri ile ba­ tıdaki sahil tarafına gönderildi. Ömer el-Faruk (r.a.) hazretleri de onun maiyetinde id i . Bundan maksad Cüheyne kabilesi nden b i r taifeyi ce­ zalandırmaktı . Fa kat savaş yapı lma ksızı n geri dönüldü. Şaban ayı başlarında Ebu Katôde bin Reb'i (r.a.) haz­ retleri on beş k i ş i l i k bir müslü ma n kuvveti ile Necid ta­ rafına g itti . Bir aşireti vurdu. İk iyüz deve ve iki bin koyun­ larını sürüp götürdü.

M EKKE'N İ N FETHİ Yukarıda açı kladığı mız şeki lde Hudeybiye'de barış yu pıldığı ndan Huzôa kabilesi Müslümanların , Beni Bek ir kabilesi de Mekke' l i Kureyşli lerin h i mayesi altına g irmiş­ lerdi. Halbuki Huzôa kabilesi ile Beni Bek i r kabilesi ara­ sı nda eski bir düşma n l ı k olduğundan bu sekizinci hicri sene başlangıcında Beni Bekir ansızın H uzôalı ların üze­ rine hücum ed i p Kureyş reislerinden Safvan bin Ümeyye İ k rime b i n Ebu Cehl, Süheyl bin Amr, H uveylid bin Ab­ dul'uzza ve M ü kriz bin Hafs da bir miktar Kureyşliler ile Beni Bekr'e yard ı m ederek H uzôa lı lardan yirmi üç kişiyi öldürmüşlerdi. Bunun üzerine Huzôa kabilesi tarafından Amr bin Sa l i m Huzai kırk atlı i le birl i kte Medine'ye gelerek duru ­ mu arzetti . B u şekilde Kureyşliler, Beni Bek i r kabilesi i l e bera­ ber Huzôa l ı lara taa rruz ettiklerinden dolayı Hudeybiye ba­ rış a nd laşmasını bozmuş oldular. Bundan dolayı ResGl-ü Ekrem de Huzôalılara düşündükleri nden daha ziyade ya r­ dım edeceğ ine söz verdi ve Ku reyşli lere : «Ya H uzôalılar­ dan öldürülen adamları n diyetleri n i verirsiniz, yahut Beni Bekri h i maye etmekten vazgeçersiniz» diye haber gön­ derd i . Kureyşli ler· he r i k i şek l i de k a b u l etmedi lerse d e ancl­ lrJşmayı kendileri n i n bozmuş olduklarını düşündükçe te­ laşa düştüler.

HAYATI

225

Hattô Ha ris bin H işam ve Abdu llah bin Ebi Rebia, Safvan bin Ümeyye ile arkadaşları na gidip «Sizin yaptı­ ğ ınız bu hareket Muhammed i le aramızda olan andlaşma­ yı bozmak demekti r» diyerek onları azarlayıp kınad ılar. Kısacası Kureyş reisleri birbirine düşüp nihayet Re­ sul-Ü Ekrem ile barış andlaşması nı yenileyip uzatmak üze­ re Ebu Süfyan'ı Medineye yolladı lar. Ebu Süfyan Medıne'ye geldi kızı Ümmü Habibe (R. Anha) hazretleri ile gorüştü. Sonra ResCıl-ü Ekrem ile bu­ l uştu. Andlaşmayı yeni lemek hususunu arzetti. Lôkin her­ hangi bir cevap alamadı . Sonra Ebu Bek ir es-Sıddık (R.A.), Osman Zinnureyn (R.A.), Ali bin Ebu Talib (R.A.) ve Ensar'ın ul ularından olan Sa'd bin Ubade (R.A.) hazretleri gibi büyük sahabelerin h i mayesine girmek için müracaat ettiğinde « Bizler kendi­ l i ğ i mizden kimseye garanti veremeyiz. Resul-ü Ekrem her kimi h imaye ederse biz de onu h imaye etmeğe mecburuz» Ama Ömer el-Faruk (R.A.) hazretlerine gidip şefaat istedikleri nde Hazret-i Ömer: « Ben mi şefaat edeceğim? Dünyada bana bir arkadaş kal mayı p da sadece küçük bir karı nca bulsam, onu kendime arkadaş yaparak sizinle savaşırdım» diye açı ktan açığa şiddetli bir dille red cevabı vermişti. Ebu Süfyan her taraftan ümidini kesince Resul-Ü Ek­ rem'in en sevg i l i k ızı olan Fatımatüz-zeh ra (R. Anha) haz­ retlerinin yanına vardı. O sıralarda Hazret-i Fôtıma'nın oğ­ lu Resul-ü Ekrem'in göz nuru Hazret-i Hasan (R.A.) ayak üzeri nde geziyord u. Ebu Süfyan: « Ey M uhammed 'in muhterem kerimes i ! Bari sen beni himaye eylesen olmaz mı?» diye yalvard ı. Fatıma (R.A.) hazretleri : « Ben hatunum, kimseyi hi­ maye edemem» diye cevap verdi. Ebu Süfyan: «Ş u oğluna emret ki, halkın toplandığı F : 15

226

HAZRETİ MUHAMMED 'İN

yere çıkıp beni himaye ettiğini ilôn etsin bana yetişir. O da dünyanın son zamanına kadar bütün Arapları n ulusu odu r.ı diyerek Hazret-i Hasan'ı gösterdi. Hazret-i Fatıma : «Oğlum küçüktür. Henüz kimseyi h i­ maye edecek ve ki mseye garanti verecek yaşa ulaşmadı» diyerek özür beyan eyledi. Ebu Süfyan şaşırdı ve Hazret-i Ali'nin yanına vard ı. «Ya A l i ! Ben işin sarpa sardığını anladım. Ne yapayım, ba­ na bir nasihat ver ve işime yarayacak bir tedbir öğret» diyerek onu hayl ice sıkıştırdı. Hazret-i Ali çaresiz kalıp «Sen Kureyşl ilerin ulususu n. Cık halkın içi nde umumi bir himaye ilôn et. Sonra cık git» diyerek onu başından savmak istedi. E b u Süfya n: «Bu tedbir kôfi o lur m u ? N e dersin?» dediğinde Hazret-i Ali: «Orasını bilmem. fakat başka ted­ bir de bulamam» dedi. Bunun üzerine Ebu Süfyan hemen Hazret-i Peygam­ ber'in mescidine gelip bütün halka h itaben: «Ey nôs! Ben iki tarafı da kendi himayem a ltına aldım. Vallahi kimse be­ nim yaptığım andlaşmayı bozmaz zannederim» ded i. Ken­ disini tasd ik eden ki mse olmadı . Hemen devesine binip g itti. Sahabeler de «bu nedir?» diyerek onun arkasından birbirlerine bakıp gülüştülr. Halbuki Ebu Süfyan Medine'de fazlaca eğlendiğinden Kureyşliler galiba o da Muhammed'in tarafına meylederek gizlice ona ta bi oldu, diyerek onu itham etmişlerd i. E b u Süfyan geceleyın Mekke'ye varıp evine girdiğin­ de kabilesinin kendisini o şek ilde itham ettiğini karısı H ind ona bildirmiş ve: «Sen ne yaptın» diye sormuştu. O da bir şey yapmadığını haber verm iş. Bunun üzerine Hind de h i ddetlenerek onun göğsüne vurarak itmişti. Ebu Süfyan, kabilesinin kendisini itham etmesi nden ve karısının kötü muamelesinden dolayı dünyaya küsmüş ve günahtan kurtu lmak için sabahleyin Safa ve Merve'de-

HAYATI

227

ki Esaf ve Nöile adlı putları n yanına varıp onlar için kur­ ban kesmiş ve ölünceye kadar size ibadet etmekten ay­ rılmam, diye onlara söz vermiş. Kureyşlilerin ileri gelenleri de Ebu Süfyan'ın yanına geli p « M uha mmed'den ne haber var. Onunla barış and­ laşmasını yeniledin mi?» diye sordular. Ebu Süfyan: «Vallahi Muhammed'den barış istedi m bana b i r cevap vermedi. Ebu Beki r'in yanına g itti m. Ondan da b i r hayı r görmedim. Ömer bin Hattab'a başvurdum. Bize en büyük düşman onu buldum. Diğer sahabeleri do­ laştım . Her biri bir söz ile beni başı ndan savdı. H içbirinden yardı m göremedim. Hükümdarlarına bu derece itaat eden bir kavim görmedim. Bundan dolayı barış andlaşmasını ye­ nileyemedim. Sonunda Ali'nin hatırlatması ile kend iliğin­ den umumi bir barış ilôn ettim» diye cevap vermişti. «Ya, Muhammed senin bu ilônını tasdik etti mi?» d iye sordukları nda da Ebu Süfya n: «Hayır o tasd i k etmedi ama başka çare bulamadım.> dedi. O n la r da: «Öyleyse s e n hiç bir şey yapmamışsın. Se­ nin kendi kendine ilôn ettiğin barışın ne hükmü var? Ali seninle adeta eğlenmiş Sen bize barış haberi getirme­ djn ki , emin olalım. Savaş haberi getirmedin ki, sakınalım ve savaşa hazı rlanalım» diye onu azarlayıp kınadılar. Resul- Ü Ekrem ise Ebu Süfyan'ın Medine'den ayrıl­ ması ndan sonra sıkı sı kıya savaş hazırlıklarına başladı. Bir gün mübarek hücrelerinden çıkıp kapısı önünde oturdu ve Ebu Bekir'i çağ ı rınız diye emretti. Ebu Bekir es-Sıddık (R.A.) hazretleri gelip Resul-Ü Ekrem'in önünde oturdu. Bir müddet gizli konuştuktan son­ ra Resul-Ü Ekrem onu sağ tarafına geçirdi ve Ömer el -Fa­ ruk (R.A.) hazretlerini çağırdı. Hazret-i Ömer de gelip Hazret-i Peygamber' in h uzu­ runda oturdu ve biraz da onunla gizl i konuştu. Hz. Ömer, üst p erdeden söze g irip: «Yô Resulu lla h ! Onlar küfrün ba-

228

HAZRETİ MUHAMMED'İN

şıdır. Sana, büyücü, kôhin diyenler oniardı r. Müfteri. ya­ lancı diyenler oniardır» diyerek son derece öfke ve hiddet gösterdi. Resul-Ü Ekrem müsaade etmediği için sahabeler onun yanına varmadı klarından karşıdan bu duru mu seyrediyor­ lar ve konu nun ne üzerine olduğunu bilemeyip ya lnız Haz­ ret-i Ömer'in öfkeli sözlerini işiterek acaba Ömer yine ni­ ye darı ldı, diyerek bakışıp du ruyorlardı. Sonra Resul-Ü Ekrem Hazret-i Ömer'i sol tarafına ge­ çi rdi ve diğer sahabeleri çağ ırdı. Hepsi geldiler ve Hazret-i Peygamber'in önü nde dizil­ d i ler. Resu l- Ü Ekrem: «Size bu iki arkadaşınızın birer mi­ salini söyliyeyim mi?» buyurdu. Sahabeler: «Buyurunuz yô Resulullah» demeleri ile mübarek y üzünü Hazret-i Ebu Be­ kir'den yana cevirdi. «Allah yolu nda İbrahim yağdan daha mulayimd i» diye buyurdu. Sonra Hazret-i Ömer'e bakıp «Allah yolunda Nuh taş­ tan katı idi. Lôkin iş Ömer'in dediğidir. Hemen sefere ha­ zır olun» d iye sahabelere hazırl ı k yapmaları icin emir ver­ di. Sahabeler ise, meselenin ne olduğunu ve ne üzerine karar veri ldiğini bilmedikleri halde Resul-ü Ekrem'den so­ ramadı lar. Hazret-i Ömer pek ziyade öfkeli olduğundan onun da yanına varamadı lar. Fakat meclis dağ ı ldıktan son­ ra Hazret-i Ebu Bekir'in yanına vardı lar. Durumun tafsilôtı­ nı ondan sordular. Hazret-i Ebu Bekir de: «Resul-Ü Ekrem Kureyşliler üzeri ne bir sefer yapmak hususunda görüşünü sordu. Ben de, yô Resul ullah! Onlar senin kavmi ndir. En sonunda sa­ na itaat edecekleri malumundur, dedi. Sonra Ömer' i ça­ ğ ı rdı. Ondan görüşünü sordu. Ömer ise. küfrün başı on­ lardır. Sana şöyle, böyle diyen oniardır. diyerek müşrik­ lerin Resul-Ü Ekrem hakkında söyledikleri sözleri birer bi­ ı er sayd ı . Gerçekten Kureyşliler boyun eğmedikçe diğer kabileler boyun eğmez. İşte Resulullah da Mekke seferine

HAYATI

229

hazır olmanız için emir verdi» diye meseleyi açıkladı. Sa ­ habeler de sefer hazırlıkları na başladı. M edinede bu şekilde hazı rlıklara başlanması ile bir­ likte Hazret-i Peygamber: «Al lah'a ve Kıyamet gününe iman edenler mübarek ramazan'ı n ilk g ünlerinde Medine' ye gelsinler» d iye Gıfar Eslem, Süleym, Eşca', Müzeyne ve Cüheyne kabilelerine haber gönderdi. Ramazan'ı Şerifin ilk günlerinde Medine civa rında bu­ lunan kabileler hemen bölük bölük gel meğe başladı . Hazret-i Hassan (R.A.) hazretleri o sırada H uzôa ka­ bilesinin intikamını almak üzere müslümanları savaşa teş­ vik ede n ve gayrete getiren sözler söyledi. Resul-Ü Ekrem ise Kureyşlileri hazırlanmağa meydan vermeden basmak istediğinden hazırlı klarını onlardan g iz­ l iyordu. Hattô kendisini Necid tarafı ile meşgul göstermek için Ramazan'ın ilk gününde Ebu Katade (R.A. ) hazretleri ni bir mi ktar askeri kuvvetle izam vadisi yönüne gönderd i. Bir de Mekke yollarını tutmak üzere Huzôa kabilesine emretmişti. Onlar da bölük bölük etrafa dağı ldılar. Yolları, boğazları tutup bir taraftan diğer tarafa kuş uçurmaz ol­ d ular. Haşim Oğullarının azadlı larından olup Kureyş reisle­ rine ve bil hassa İbn Antal'a ha nendelik eden ve bozan ResOl-ü Ekrem hakkında söylenen hicviyeleri şarkı şeklinde okuyup onları eğlendiren ve bu şeki lde geçi nip giden Sare adı ndaki bir kadını vardı. Bu sırada o kadın Medi ne'de bu­ lunuyordu. Bed ir savaşından sonra Kureyşl iler uğradıkları hüzün ve matemden � olayı evvelki g i bi ha nendelere iti­ bar etmez oldular. Bu nedenle geçimini sağ layamadığ ı ifa­ de ederek sadaka istemiş, Resu lü Ekrem de ona bir deve yükü zahire vermişti. Bu defa dönüp Mekke'ye giderken Hôtib bin Belta , Resulü Ekrem'in savaş hazırlıkları ile meş­ gul olduğuna dair bazı Kureyş reislerine h itaben bir mek ­ tup yazıp onunla göndermişti.

'

230

HAZRETİ MUHAMMED'İN

Bu durumda Cenao-ı Hak tarafından Resulü Ekrem'e vahy yolu ile bildiril miş olduğundan Ali, Zübeyr ve Mikdöd (R. Anhum) hazretlerini çağı rdı ve: ıFilan yere gidiniz. Orada deve ile giden bir yolcu kadı n bulacaksı nız. Onun yanında bir mektup var. Onu alıp getirinizıı diye buyurdu. Onlar da oraya vardılar, Söre'yi buldular. Mektubu is­ tediler. Bende mektup yoktur dediğ i nde: «Resul ullah ya­ lan söylemez. Hemen mektubu çıka r. Yoksa seni soyup a ramağa mecburun dediler. Söre çaresiz saçları içinden mektubu çıkarıp verd i . O n l ar d a mektubu alıp Resulü Ekrem'e getirdiler. Mektup açı ldığı nda bunun Hatip bin Belta tarafından ya­ zılmış olduğu görüldü. Bu duru m son derece hayret ve şaşkınlığa sebep oldu. Zira savaş hazırl ı klarına dair düşmana bilgi vermek pek büyük bir suçtu r. Hatıb bin Belta ise Bedir savaşında buluna n seçkin sahabedendi. Bedir savaşına katı lanların kıymet ve dereceleri pek büyük olup bunlar diğer sahabe­ ler içinde mümtaz ve müstesna bir mevkiye sahip idiler. Resu lü Ekrem, «niçin bu işi işledin» diye onu aza rlar şekilde hitab ettiğ inde: 11.Yö Resulullah Vallahi ben mü'mi­ nim, imanıma asla zarar gelmemiştir. Fakat Kureyşliler içinde çolu k çocuğum var. Onları orada koruyacak aşi­ retim yok. Bu vesile ile Ku reyşliler içinde o l peyda etmek isted im.» diye özür d i ledi. Hazret-i Ömer el-Faruk kalkıp izin ver yö Resulullah, şu münafığın boynunu vurayım, dedi. Resulü Ekrem: «Ya Ömer! Hatib Bedir savaşında bu­ lundu. Ne b i l iyorsun, belki Cenab-ı Hak Bedir savaşına ka­ tılanlara, « her ne yapsanız ben sizi atfetmişimdir» demiş ola.» diye buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i Ömer «Al lah ve Resulü her şeyi en iyi bilendir» diye geri durdu. Daha önce müslümanlar aleyh inde bulunan pek çok

HAYATI

23 1

aşiret v e kubileler. H udoyblyo barış anlaşmasından sonra Resulü Ekrem'e tabı olduklarından bu defa yukarıda un latıldığı şekılde Hnu o ı - ı Peyuarııber tarafı ndan yapılan da­ vet üzerine etraftn vo civarda bulunan Arap kabileleri Ra· mazan ayının ilk günlorlnde yavaş yavaş Medine'ye gel· meğe başladılar. Sl1huholor do hazırlandılar. Bu şekilde Rosulü ı krom de işte bu hicretin sekizinci senesi Ramazanındun on uün geçtikten sonra on bin la­ lôm ylıı uı ı ıol ı ıoticelerini gördükçe p iş­ man ve mahcup olmnkl buyurd u . Bunun üzerine Safvan bin Ü meyye bir müddet put­ , perest olduğu ha lde emniyet üzere kaldı. Abdullah bin ez-Zeb'ari, Hazıet-i Ali 'nin kızkardeşi Ü mm-i Hani hazretlerinin kocası olan H u beyr bin Ebi Vehb Mahzumi ile beraber Necran'a g itti. H übeyre orada putperest olduğu halde öldü. İbn ez-Zeb'ari ise dönüp Mekke'ye geldi, özür d ile-

HAYATI

247

di. ResCıl-ü Ekrem de onu affetti. Ondan sonra o da özü r d i leme mahiyetinde nice şiirler v e ResCıl - ü Ekrem'e n ice medh iyeler söyledi. Hazret-i Hamza'nın kati li olan Vahşi bir müddet et­ rafta dolaştı . Lakin sığı nacak yer bulamayıp en son Re­ ResCıl-ü sCı l-ü Ekrem 'e sığınmak mecburiyetinde kaldı. Ekrem onu da affetti. Fakat « Gözüme görünme» diye bu­ yurdu. Bundan dolayı Vahşi serbest gezerdi. Lakin, Re­ sCıl-ü Ekrem'e asla görünmezdi. Den iz sahili üzerinde M üşellel adlı bir dağ ki - ora-ı dan Kudeyd adlı meşhur mahalle inilir - işte o dağ üze­ rinde Evs ve Hazrec kabilelerinin Menat adında bir putu vard ı . Ra mazan Bayramına altı gün kala Sa'd bin Zeyd b i n Eş,hel (R.A.) hazretleri onu yok etmekle görevlendi­ rıldiğinden gidip o putu ortadan kaldırdı. M ekke'ye bir konak mesafede bulunan Nahle adlı yerde Kureyşlilerin Uzza adında bir putu· vardı ki, müşrikler nazarında put­ ların en büyüğü idi. Ramazan bayramına beş g ü n kala onu parçalayıp yok etmek için de Halid bin Velid (R.A.) hazretleri görevlendirilerek bir m iktar süvari ile varıp onu parçaladı . Mekke'ye ü ç mil mesafede H uzeyl kabilesinin d e Süva adında b i r putu vard ı . O s ı rada A m r b i n As (R.A.) hazretleri de varıp onu parçalayıp yerle bir etti.

H UZEY M E VAK 'ASI

Mekke'nin feth inden sonra Resül-ü Ekrem kabilele­ ri dine davet etmek içi n her tarafa memurlar gönderi­ yord u . Halid bin Vel i d ' i de Nah le'den döndü kten sonra M uhacirler ve Ensa r ile Beni Sü leym kabilesi nden mey­ dana gelmiş b i r kuvvet ile Huzeyme kabilesine gönderd i . Halbu k i cahil iyet devri nde H uzeyme kabilesi Abd u r­ rahman bin Avf'ın babasını ve Halid bin Velid'in a mca ­ s ı n ı öldürmüş olduklarından H a l id onlardan intikam a l ­ mak i ç i n fı rsat ara rdı . B u n u n üzerine Halid bin Velid, Şevval ayında Mek­ ke'ye b i r konak uza k l ı kta b u l u na n Yelemlem nah iyesine vard ı . Beni Huzeyme s i lô h l ı olara k ka rşı çı ktı k l a rı nda Ha­ l i d : « S i l ô h ların:zı bıra k ı nız. Z i ra halk Müslüman oldu» de­ d i . Onlar da i taat ederek s i lôh ları nı b ı raktı lar. Şu halde onlara taa rruz olunması asla caiz değ il­ ken H a l i d onların e l lerini bağlattı . Ve kendilerini asker­ lere dağıtara k « Herkes kendi es i ri n i öldürs ü n ! » diye em­ retti . Be n i Sü leym kabilesi kendi ya n l a rı nda olan esirleri öldCrdüler. Ama muhacirler ve Ensa r öyle çirkin b i r işi işl �mekten yüz çevirerek ya nlarındaki esi rleri sal ıver­ d ı l er. Gerçe kten de H a l id'in bu hareketi pek ç i rkin bir iş oldu. Hattô suçunu bastı rma k için sahabelerin büyükle­ rinden olan Abdu rra h man bin Avf h.azretlerine: «Sen i n

HAYATI

24\}

pederinin intikamını aldım» dediğinde İbn Avf hazretleri « Öyle değ il, sen amcanın intikamını a l ma k için İslam as­ rı nda cah iliyet devri işini işledin» diye onu azarlad•. ResOl-ü Ekrem bu vak'ayı işittiğ i nde: «Ya Rabbi' Ben Halid'in işlediği işten uzağım» buyurdu. Bir çok mal ile � azreti Ali'yi H uzeyme Oğu l ları na gönderdi. Hazret-i Ali, H uzeyme Oğullarına g idip öldürülen adamlarını n d iyetlerini verdi. « Daha bir hakkınız kaldı mı?» d iye sord u. d i ­ ye bi rbirleri ile konuş maya baş ladılar. M u hacirlerin ise. Ensar'dan b i ri n i n reisliğini kabu l etme ihtimal i yok idi. Zira Kureyş l i ler Arapların en şerefli kabilesi oldukla­ rından dolayı başka bir kabi lenin emri a ltı nda g i remezler Fakat Sa'd bin Ubôde'nin konuşması. Ensar'a pek ziyade te'sir ettiğinden hemen ona biat o l u n mak üzere id i . H a l b u k i önce Hazrecliler ile Evs l i ler a rası nda rekabet g i recek ve onlar araları nda ittifak etseler muhacirler on­ lara muha lefet edecek. Kısacası müslüma n l a r içine büyük bir tefrika düşecekti. Bu ise M üs l ü manlar için büyü k bir teh l i ke idi. İşte öyle dar ve teh l i keli bir vakitte Ebu Bek ir es-Sıddık (R.A.) Ömer el-Faruk (R.A.) ve EbO Ubeyde bin Cerrah (R.A.)

hazretleri araya Hızır gibi g e l i p yetiştiler.

Şöyle ki; Hazret'i Ömer El-Faruk Ensar'ın o şekilde top

HAZRETi MUHAMMED1N

298

landildannı ışıttıaı anda hemen Hazret-1 Peygamber'ln evi­ ne gitti. Hazret-1 EbO Beklr'I çaOırdı durumu ona haber verdi. Hazret-1 EbQ Bekir es-Slddık da Hazret-1 Omer ile Hazret-1 EbO Ubeyde'yl alıp onlar ile blrllkte Bent Saide (Saide .Oullan) sofasına vardı. O zaman Ensar'dan biri kalkıp •Bizler ResOlullan'ın yardımcılarıyız. Bizler ls16mın hazır askeriyiz. Ey muhacirler! Sizler bizim içimizde, son­ radan gellp sıaınmış bir topluluksunuz. Reislik bizim hak­ kımızdır. Halbuki ResOl-ü Ekrem hangi mecliste bulunsa sae) tarafında t::bO Beklr'I ve sol tarafına Omer'I alırdı. EbO Ubeyde hakkında da •Bu ümmetin en eminidir der idi. Bu defa üçü birden meydana gelince sanki ResOl-ü Ekrem dirilmiş ve oraya gelmiş gibi Müslümanların kalblerlnl et­ klledl ve herkes onların sözünü bekleyip durdu. Hazret-1 EbQ Bekir es-Sıddıkda ResOl-ü Ekrem nasıl konuşmaya başlar ldlyse o şekilde önce CenaD-ı Hakk'a hamd ve sen6 ettikten sonra umuma hitaben: •Bu ümmet daha önce taştan ve ae)açtan yapma put­ lara tapardı. Cenab-ı Hak kendisine tapmalan ve kendi­ sini tevhld etmttlerl için onlara ResQI gönderdi. Arap kav­ mine babaları nın dinini terk etmek güç geldl. Hak Teaıa hazretleri ilk muhaclrler.I iman ile mümtaz kıldı. Onlar Haz­ ret-1 Peygamber'e

birer gam gideren arkadaş oldular.

Onunla blrllkte putperestlerin nice eza ve cefalarına sabır ve tahammül ettiler. işte yeryüzünde ilk önce Hakk'a ta­ pan ve ResQl'One iman eden onlardır. ResOl-ü Ekrem'ln ve­ fak6r arkadaşları ve gerçek yardımcılan ve aşireti onlar­ dır. Bundan dolayı reısııae herkesten ziyade 16ytf< ve mQs­ tehaktır.lar. Bu hususta onlarla kimse tartışamaz. MeGer ki zallm olsun. Ey Ensar! Sizin de dini bakımdan kıdeml­ :ntz, fazilet ve mezlyetlerlnlz lnk6r olunamaz Cenab-ı Hak sızı dinine ve ResOl'One yardım etmek için seçti VJI sizlere

H AYATI

299

ResOl'ün h icreti ni müyesser kıldı. Bizce de ilk muhacirler­ den sonra sizin mertebenizde kinµ;e yoktur. ResOlullah'a yard ı m ettiniz . Onun için dava e'i.tiğiniz fazilet ve şerefin ehlisiniz. Buna kimsenin bir diyeceğ i yoktur. Fakat reisl i k bahsinde Arap kabileleri anca k Ku­ reyşli leri b ilir başkasının reisliğini kabul etmez. Zira Ku­ reyş kavmi soy ve sopça Arapların en faziletl isidir ve mem­ leketleri Arap yarımadasının ortasıdır. Biz ümera ( Emir­ ler) yız. Siz Vüzera (Vezirler) sınız. Hiç bir meşveretten geri bıra kılmazsınız. Sizin görüş ü n üz a l ı n madıkça bir iş görü l mez ded i . Hazret-i Ömer de Ensar'a h itaben « Resul - ü Ekrem hasta iken sizi bize vasiyet etti. Eğer siz idareci olacak olaydınız bizi size vasiyet ederdi » d iye Hazret-i Ebu Bek ir'­ i n sözleri n i te'yid etti. Ensar; d iyecek bir söz bulamayıp fikir ve mütalaaya daldı lar. Fakat içlerinden Hubab bin M ünz i r bin Cemuh kal ktı ve « Bizden bir reis, sizden de b i r rP.is olsun» dedi. Hazret-i Ömer el - Fa ru k « İ ki reis bir a ra ­ aa o!amaz. Peygamber hangi kaöileden ise Halifesi d e o kabi leden olmadı kça vallahi A raplar kabul etmez ve boyun eğmez» dedi . H ubab bin M ü nzi r onu red dederek « Ey E n ­ s a r ! B u dine Araplar, s i z i n kıl ıç!arınız ile boyun e ğ d i . Hak­ k ı nızı başkasına kaptı rmayı nız» dedi. H azret-i Ömer onu azarladı. O d a sert cevaplarla kn�sı l ı k verip mücadeleye başladı. O zaman Ubeyde bin Cerrah söze başlayı p « Ey . Ensar! Önce bu d ine yard ı m eden sizler i d i n iz . Sa k ı n önce işi bozan da siz olmayasınız» ded i . B u n u n üzerine Ensar'dan v e Hazrec kabilesi nden Sa'd bin Nu'man bin Kôab bin Hazrec'in oğlu Beşir (R.A.) haz­ retleri ayağa kal ktı ve « Ey nös Muhammed Ku reyşlilerden­ dir. Kendi kavmi onun h ilôfetine daha lcyık ve daha müs­ tahaktır. Bizim her ne kadar İslama öncülük yapma, cihad ve yard ı m hakkımız varsa da bizim ondan muradımız Allah'ın ResOl'ünün rızaları .. icü. Biz bundan dolayı d ünyaca bir karş ı l ı k ve mükatat iste ,:;,eyiZ» dedi.

300

HAZRETİ MUHAMMED'İN

Hubab bin Munzir, «Yô Beşir; Sen amcanın oğlunu (yani Sa'd bin Ubô'deyi) kıskanıyorsun> dedi. Beşir bin Sa'd «Yok, va llahi öyle deği l . Lô kin bu kavmin hakları na taarruz ve tecavüzü caiz görmüyorum» ded i . İşte o za­ man Hazret-i EbCı Bekir es-Sıddık; «Size bu . iki zatı inti­ hap ettim. Birine biat ediniz» diye Ömer el-Faruk ile EbCı Ubeyde'yi gösterd i. İkisi birden geri çekildiler ve Hazret-i Peygamber'in ileri geçirdiğ i ratın önüne kim geçebilir» de­ diler. Bu sırada gürültü büVüdü. Ded ikodu çoğaldı. Her kafadan bir ses ve her ağızdan bir söz çıkar oldu. Bunun üzerine Hazret-i Ömer el-Faruk sözü kestirdi ve Hazret-i EbCı Bek ir es-Sıddı k'a h itaben : « ResCıl-ü Ekrem seni d i n i n rükünlerinin en büyüğü olan namazda kend isine halife yaptı. Seni lıepi mize imam eyledi. Elini uzat, sana biat edeyim» deyip EbCı Ubey'c'.e ile birlikte Hazret-i EbCı Be­ kir'e biat edecek oldukları nda Beşir bin Sa'd koştu ve onlardan evvel EbCı Bekir' i n elini tuttu. Biat etti. Hazret-i Ömer ve EbCı Ubeyde de biat edince beri tarafta bir biri ile fısı ltı halinde konuşmakta olan Evs ka­ oilesi de reisleri olan Üseyyid bin Hudayr ile birlikte gelip biat ettiler. Bu suretle Hazrecli lerin ittifakı bozuldu. Sa'd bin Uba­ de'ye biat bahsi bertaraf oldu . Bütün Ensar ve muhacirler hep birden Hazret-i EbCı Bekir'e biat etmek üzere o dere­ ce hızla koşuştular ki. az kaldı Sa'd bin Ubôdeyi çiğ neye­ yazdılar. İlk önce Hazret-i Ali gel ip biat eylemediği gibi Zubeyr bin el-Avvam , M i kdad bin el-Esved, Selman-ı Fa­ risi, EbCı Zer el-Gıfari, Ammar bin Yasir ile Utbe bin EbCı Leheb gibi Haşimoğullarından diğer bazı zatlar da Haz­ ret-i Ali'ye biat etmek istedi ler. Bundan dolayı gelip Haz­ ret-i EbCı Bekir'e biat etmediler. Lôkin sonra hepsi gel ip hakkı ile ResCılullah'ın hal ifesi olan Hazret-i EbCı Bekir'e biat ettiler. Rivayet ed ilmiştir ki, Hazret-i Ali (K.V.) ve Zübeyr (R.A.) hazretleri « Biz EbCı Bekir'in şeref ve faziletini bili-

HA YATI

201

riz. O mağara arkadaşıdır. ResOlullah onu hayatında iken i mamlığa geçirdi. H ilafete herkesten daha lôyık ve müs­ taha k olduğunu tasdik eyleriz. Fakat bu hususta meşve­ retten hariç tutulduğumuz için g ücendik» demişler. Gerçekten Halifelik konusu müslümanlarca en büyük ve en önemli bir iş idi. Hazret-i Peygamber'i n vefatı üzeri­ ne bütün sahabeler b irleşip de oybirl iği i le içlerinden biri­ rıi seçmeleri gerekirdi. O halde Hazret-i Ali ve Zübeyr gibi seçkin sahabelerin görüşlerine müracaat edilmesi zaruri bir şeyd i. Ne çare ki Hazret-i Peygamber'in vefatı üzerine herkes ne yapacağını şaşırdı. Ensar' ı n da kendi içlerinden bir reis seçmeye kalkışması işi çığırı ndan çıkard ı . Derhal E b u Bekir, Ömer v e E b u Ubeyde yetişmesey­ d iler İbn Ubade'ye biat olunacak ve bundan dolayı Haz­ recl i ler ile Evsliier arasında rekabet düşerek önce Ensar ikiye bölü necek ve Kureyşliler ise bunların h içbirini asla kabul etmeyi p İslöm milleti içine büyük bir tefrika düşe­ cekti. işte bu gibi fenalıkların o rtadan kaldırı lmasına Haz­ ret-i Ebu Bekir es-Sıddık muvaffak oldu. Onun Hal ifel iğe seçi l mesi ile İslôm milleti büyük bir tehl ikeden kurtuldu. (Allah ondan razı olsun ve yüzünü mükerrem kı lsın.) İşte son Peygamber Efendim iz (S.A.V.) hazretlerinin vefat günü -ki Rebiül'evvel ayının on ikinci pazartesi günü idi- öyle garip mücadeleler ve karşılıklı konuşmalar vuku buldu ve neticede Hazret-i Ebu Bekir es-Sıddık Resulullah' ı n halifesi oldu. Ertesi salı günü umumi biat oldu. Şöyle ki, Hazret-i Ebu Bekir Mescid-i Şerif'e gel ip minbere cıktı. Cenab-ı Hakk'a hamd ve şükür ettikten sonra: « Ey nös! Ben sizin üzerinize vô l i ve idareci oldum. Halbuki sizin en hayırlınız değilim. Eğer iyi l i k yaparsam bana yarq ım edi­ niz ve eğer kötülük yaparsam bana doğru yolu gösteriniz. Doğruluk emanettir, yalancılık hıya nettir. Sizin zayıfımı: be­ n i m i nd imde kuvvetlidir ki, hakkını alıveririm. Ve kuvvetli­ niz benim i nd imde zayıftır ki, ondan başkası nın hakkını a l ı rım. İnşaallahO Teôlô h içbiriniz cihadı terketmesin. Ci-

302

HAZRETİ MUHAMMED'İ N

hadı terk eden kavm zeli l olur. B e n Allah'a v e ResCıl'üne itaat ettikçe siz de bana itaat ediniz. Eğer ben Allah'a ve ResCıl'üne ôsi oh.:r isem sizin de bana boyu n eğmeniz ge­ rekmez. Kalkınız na maza Allah size merhamet etsin» dedi. Sonra Hatem'ül Enbiya hazretlerini techiz ve tekfin ettirip defnettirdi. Hazret-i Peygamber tarafı ndan Üsameye ve­ rilmiş olan mübarek sancak ki, Resul-Ü Ekrem'in vefatında Üsame' nin bayraktarı olan Büreyde onu getirip Hazret-i Peygamberi'ni evinin önüne di kivermişti. Hazret-i Ebu Be­ kir onu yine Büreyde'ye verd i ; ve Üsame' nin kapısı önüne diktird i ve « Kimse seferden geri kalmasın» diye nida ettir­ di. üsame (R .A .) hazretleri mübarek sancak ile Medine dışına çıkıp eski ordu yerine vÖrdı ve yine orada ordusu­ nu kurdu. Diğer sahabeler de Resulullah'ın halifesine ita­ at ederek hemen silôhlandılar ve ordugaha toplandılar. Fakat Üsame pek gene olduğundan Ensar'da n bazı ları onun azledilerek yerine büyük sahabelerden birinin tayin edilmesini istediler. Hazret-i Eb u Bekir es-Sıddık'ın canı sıkı ldı « Resul-Ü Ekrem'in tay in ettiği bir başkumanda­ nı ben nasıl azledip değiştirebilirim» dedi. Rebiul'ôhır ayı­ nın ilk günü ResOlul lah'ın halifesi ord ugaha gitti, Hazret-i üsame'yi atına bindirip kendisi yaya olara k onu uğurladı. Hazret-i Üsame ona; « Ya sen de bin yahut ben de ineyim» dedi. Ha life Hz. Ebu Bekir hazretleri ne ben bineyim, ne sen in. Allah yolunda biraz benimde ayakları m tozlansa ne olum dedi. Gereken yere kadar yürüyerek İslôm ordu­ sunu geçird i . Üsa meye; «Allah selômet versi n, g il Resülallah sana ne emretti ice ona gore ha reket et» :diye. veda ettiğ i vakit « Eğer düşüncene uygun .QeMrse öırıer'i bana yardımcı ol­ mak üzere bıra kıver» de d i. Hazret i Ö mer'i b ı raktı. Bu:ıun üzerine Halife hazretleri Ömer el-Faru� ile bir­ likte Medi ne'ye döndü Üsame de İslôm ordusu ile Şam tarafına gitti. Belka nah iyesine vardı ve düşmanları atlara

HAYATI

303

çll}netti. Babasının katilini bulup öldürdü. Başarı kazanıp muzaffer oldu ve nice ganimet malları aldı. işte ResOlullah'ın en son donattığı ve birinci hallfe­ sl'nln en evvel sevk ettiği ordu budur. Allahümme salll aıa Muhammedin ve aıa ôllhl ve as­ hablh l ecmaln.

C İ N D E K İ L E R SAHİFE Mukaddime Son Peygamber Muhammed (S.A.V.l 'in Doğumlanndan Önce meydana gelen olağanüstü olaylar . . .. Hazret-i Muhammed CS.A.VJ'ın Doğumu . . . . . . . . . . . . . . Son Peygamber Hazret-i Muhammed'in Doğumundan Peygamberliğine kadar meydana gelen olağanüstü durumlar ... ... ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Peygamberimiz (S.A.V.l Peygamber Oluşu . . Peygamberimizin Hicreti · ... ... .. . Bedir Savaşı ... . Ubud Gı:zvesi CHarbil Bi'r-i Maün Vak'ası . . . . . Beni Nadir Savaşı . . . . . Hicret'in Beşinci Yılı . . . . . . . . . Hendek Gazvesi fSavaşıl . . Hicret"in Altıncı Yılı ... ... . . . Hudaybiye Banş Andlaşması Hay,ber Kalesinin Fethi ... . . Hazret-i Peygamber CA.S.l 'in Elçileri Hazret-i Peygamberin C A.S.l Ömresi Hicret'in Sekizinci Senesi Mute Muhaberesi ... Bazı Savaş Vak'alan .. Bazı Askeri Vak'alar . . . Mekke'nin Fethi .. . ... ... . .. Huzeyme Vak'ası .. Huneyn Savaşı ... . .. Garib Bir Vak'a Evtas VaJ,'ası ... .. . Taif Muhasara sı .. Ganimetlerin Taksimi Resül-ü Ekrem'in Mekkeye ve Oradan Medinc'ye Dönüşü Esnasında Meydan'a Gelen Bazı Vak'alar Hir:ret'in Dokuzuncu Senesi Tebük Harbi ... .. . . . . . . . . . . . . . . . . Taif'iilerin Müslüma:ı. Oluşu . . . . . . .. . Dokuzuncu Hicri Senenin Diğer· Vak'aları Hicret'in Onuncu Senesi Veda Haccı ... ... ... . . . . . Hicret'in Onbirinci Senesi ...

...

...

...

. . .

. . .

. . .

...

...

...

...

...

...

. .

.

.

.

.

. . .

. . .

.

.

.

.

...

... .

.

.

.

.

.

.

.

.

. .

.

. .

.

.

. .

.

.

.

.

...

..

...

.

3

.. .

5

.

16

22 34 6ı:I 89 1 22 151

154 158 162 179 184 199 204 209 211 212 217 223 224 248 250 255 2.57 258 260

2U2 265 �70 276 278 279 284 288

Bu kitap, Resıil-ü Ekrem aşkımız, kopmaz bağlılığımız

IS.A.V. ) 'e yakıcı ve izinde

gidişi­

mizin bir ifadesidir. Ey nurlu yolundan gittiği miz Efendimiz, Zat-ı Risalet Penıih-ına bağlılığı­



� r-:J '.':.J

mızı hiçbir cazibe aleti ölçemez. Ey hilkat bah­ çesinin ilk meyvesi «Hutben okunur minber-i iklim-i bekada, Hükmün tutulur mahkeme-i rıiz-l! cezada

r� Gülbank-i kudüm-un çalınır Arş-ı hudada, l. 'J

r:J [� r;ı

Sen

Ahmed-u

Mahmıid-u

Muh'lmmed'sin

0 ....

efendim, Hak'tan

bize

sultan-ı

müeyyed!''

!.." J Sultan-ı Resıil-u Şah-ı

fJ fJ

Menşar-ı

�- ı_�

Sen

r::1

..ı ı-

Esm a-i şerif'in anılır arz-ı semada

efendim.

ı

mümeccedsin efendim,

Biçarelere devlet-i seramedsin efendim. Divanı

f] fJ (:1 l-::-� ��E

ilahide ·Le

serıimedsin efendim, emruk•le

Ahmed-u

m üeyyedsin

Mahmud-u

efendim.

Muhammedsin efendim,

Haktan

_-... �-

bize

Sultan-ı müeyyedsin

efendim.

r .� ";

I..; J

r�

G ....,

..

B EYAZIT - I STANBU I{;) r,y:- :;U'j"{ �C��"'];�'jj���t. - �--;jt?} ,__i :-:.1...::..t ı..!J � �--� -

-

----·

_J ..