Goethe : Işık.. Biraz Daha Işık [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

SALAH BİRSEL

İŞIK..BİRAZ DAHA İŞIK

BROY YAYINLARI: 85 ekim '92

kapak tasarım

HOY AJANS

SALÂH BİRSEL Goethe: Işık... Biraz Daha Işık

YAŞAMI SANATI YAPITLARINDAN SEÇMELER

/) )

bkz. Prom etheus. Ç evire n le r: M eh m et Başaran - T ev -

fik U ğ u rlu . Y ü c e l D erg is i. S a y ı: 1 1 9 , 1946.

GOETHE

çük p a rç a kalm iş, b u n lar d a 1888 yılında yayınlan­ m ıştır. Goethe, P ro m eth eu s’u bir de 1806 yılında yaz­ m ay a başladığı P aııd o ra adlı oyununda sahneye çıka­ ra c a k tır.

M UHAM M ET (M AHOM ET) G O ETH E 1772 y ıllarında K u r’a n ’ı okuduktan so n ra H azreti M uham m et üzerine bir m anzum oyun yazm aya başlar. A m a oyun, G oethe’nin birçok t a ­ sarısı gibi yarıd a kalır. G oethe eserinde toplum a yön verm ek isteyen ü stü n insanların, bulundukları toplum la çatışm a halinde olduklarını o rta y a koym a­ yı düşünüyordu. K endine göre bir M uham m et y a r a t­ m aya kalkışan Goethe X V III. yüzyılın o soğuk entelektüalizm ini eleştirm eyi istiy o r ve V o ltaire’in Mu­ h a m m e t adlı eserindeki gö rü şe karşı çık arak S tu rm und D ra n g öğretisini sü rd ü rü y o rd u . Goethe, aynı yıl içinde «M uham m et'in Şarkısı» adında b ir şiir de yaz­ m ış ve bu Çeşitli Ş iirler adlı kitab ın d a yayınlanm ıştı. Goethe, V oltaire’in M uham m et’ini hiçbir v a k it benim sem em iştir. 1S00 yılında W eim ar D ükü Vol­ ta ire ’in eserinin A lm ancaya çevrilm esini kendinden istediği v a k it buna hem en evet diyem em iş am a so n ­ rad a n «rollerini, oyundaki bütün sözcüklere bağlı k a­ la ra k ezberleyen, diksiyonlarını ve jestle rin i uzun uzadıya ta rta n » W eim ar T iy atro su oyuncularına y a ­ ra rlı olacağı düşüncesiyle öneriyi kabul etm işti. O sıra la rd a von Hum bolclt’un F ra n sız oyunları üzerine yazdığı b ir yazı da G oelhc’nin bu k a ra rın ı p e k iştir­ m iştir.

OYUNLARINDAN SEÇMELER

IIJS T T İG M IZ ŞEY (W as w ir B ringen) G O E T H E ’N ÎN 26 h a z iran 1802’de L a u c h sta d t T iy atro su n u n yeniden açılm ası dolayısıyle yazdığı bir perdelik bir o yundur bu. E ski tiy a tro M artin ile M arthe adındaki iki kişinin kulübesiyle tem sil edil­ m iştir. A m a K azanç T anrısı M ercurius bir büyü ile bu kulübeyi büyük bir bina haline getirm eyi başarır. B u a ra d a iki ih tiy a r d a Philem on ile B aucis (') ad ­ larını alır. D aha so n ra sahneye T ra g ed y a ’yı tem sil eden genç P a th o s ile 'N ym phe ve Phone girer. N ym ­ phe, D oğa D uvgusu’nu, Phoııe de O pera’yı canlandı­ rırla r. B unların yanında iki dc çocuk v ardır. Ço­ cu k lard an biri Y aratıcı D üş G ücü’nii, ötekisi ise T iy atro S a n a tı’ııı tem sil eder. D ah a sonraki s a h ­ nelerde W eim ar T iy atro su n u n tiy a tro sa n a tın a yap tığı k a tk ıla r üzerinde durulur. B u biraz d a GoeIh e’nin bu tiy a tro n u n m üdürlüğünü yaptığı zam anı a n latm ak tad ır. O yunun son sahnelerinde M ercurius yeniden o rta y a çıkar. Bu kez m iinadi rolündedir, halk ile Alm an tiy a tro su arasındaki ilişki üzerinde durur. Oyun çok başarılı bir biçimde tem sil edilm iş­ tir. A m a k itap haline geldiği vakit ço k lan oyunu be­ ğenm em işlerdir. Schiller en giizcl p arçaların bile d i­ lencilerin giysisi üzerine işlenmiş yıldızlara benzedi­ ğini yazm ıştır. Oyun 1814 yılında Halle T iy a tro su ­ nun açılışı sırasın d a d a oynanm ıştır. Bu kez oyuna yeni eklem eler yapılm ıştır. A pia bu eklem eleri Goe­ th e ’nin kendisi değil, onun yol gösterm esi ile yaz­ m am R eim er yapm ıştır. (i)

Bunlar aynı zamanda İkinci Faust'un kişileridir.

GOETHE

SUÇ O RTAK LARI (Die M itschuldigen) G O E T H E ’N ÎN bu üç perdelik m anzum g ü ld ü rü ­ sü ilkin b ir perde o la ra k yazılm ış ve 1770 yılında sön biçim ini alm ıştır. K onusu şöyledir: İçkiye ve k u m ara düşkün olan ve serüvenlere atılm ayı seven Soellcr b ir hancının Sophie adındaki kızıyle evlidir. A m a Sophie, A lceste adındaki b ir şövalyeye de içten b ir sevgi beslem ektedir. Soeller’in b ir m askeli balo­ ya gideceği gece A lceste, uzun b ir a y rılık ta n sonra, o rta y a çıkm ış ve h a n a yerleşm iştir. Soeller h e r za­ m anki gibi karısını m askeli baloya götürm eyecektir. A m a Sophie de buna ses çık arm am ak tad ır, çünkü o d a A lceste ile buluşm ayı düşünm ektedir. Soeller bu a ra d a fırsatın ı bulup A lceste’in odasına g ire r ve ken­ disini alacaklılarının dayağından k u rta ra c a k olan p a­ r a dolu b ir keseyi aşırır. A m a odadan çıkacağı s ıra ­ d a karisiyle A lceste’in birbirleriyle senli benli ko­ n u ştu k la rın a tan ık olur, ö te yandan, Sophie nin b a ­ b ası da .Alceste’in b ir m ektubunu ele geçirm ek iste­ diği için odaya girm iş çekm eceleri k a rıştırm a y a b a ş ­ lam ıştır. Soplıie’nin babası bu halde y a k a la n ırsa da p a ra ' kesesinin çalınm ış olm asının m eydana çıkm asıyle o da kızını suçlar. A lceste ile Soeller arasın d a p a tla k veren b ir ta rtış m a da bütün bu o lan la ra tuz biber eker. Soeller karisiyle A lceste’i su çüstü y a k a ­ ladığına inandığı için A lceste’e çok k a b a davranır. A m a A lceste b u n a h e r zam anki kibarlığı ile karşılık v e rir ve Sophie’nin erdem li ve kocasına bağlı bir kadın olduğunu a n la tır ve Soeller’e hırsızlığını itira f e ttirir. Sonunda h e rk e s b irbirini b a ğ ışla r çünkü hiç biri yeterince m asum değildir. Komedi, Soeller in şu sözleriyle son b u lu r: «Bu kez, içimizden kim se asıl­

OYUNLARINDAN SEÇMELER

mış olm ayacak!». L essiııg’in etkisini taşıyan bu g ü l­ dü rü konusunu da İs a ’nın «Bu taşı ilk, içinizde gü­ nahsız olan atsın» sözünden alm ıştır. Oyunun oldukça b a sit bir tem a üzerine k u ru l­ ması, değerini düşürm ektedir. Ne v a r ki, bıınu ilk anlayan da Goethe olm uştur.

A K IIİL I E U S (Aclıilleis) BİLİN D İĞ İ üzere A khilleus m itosu Ilo m c ro s’un İlyadıı’sında yer alır. A m a H om eros destanının dı­ şında da A khilleus birçok sa n atç ıla ra ilhanı k ay n a­ ğı olm uştur. A iskhylos bu Thcssalialı yiğit için bir üçlem e «M yrm idoıdar, N ıreid ler, Ile k to r’uıı K u rta ­ rılışı» yazm ışsa da bu üç oyun ne yazık ki şim dilere kalm am ıştır. E u rip id es’in yine A khilleus üzerine yazdığı Sklıerialılar adlı oyunu da y itiktir. B una k a r ­ şılık aynı yazarın Iplıigeııia A ulis’te adlı oyunu bu­ günlere ulaşabilm iştir. A khilleus’un öyküsü yeni çağlarda birçok ope­ ra la ra da konu olm uştur. B u n lar arasın d a A ndré C am pra ile A ntonio C a ld ara’nın bestelediği operalar sayılabilir. Goethe de 1799 yılında Schiller ile y ap ­ tığı bir konuşm a sırasın d a bu konuyu işlemeye k a ­ r a r verir. A m a F a u s t y a z a n ancak ertesi yılın m art aym da düşüncesini uygulayabilm iştir. Ne v a r ki, Goethe,. düşündüğü taslağ m ancak birinci bölüm ü­ nü yazabilm iştir. 651 dizelilc bu bölüm ITektor’un ölüsünün odun yığını üzerinde yakılm asıyla başlar. Alevlerin T ro y a su rla rın a v u ran gölgesini kin ve

GOETHE

öfkeyle seyreden Akhilleus, d a h a so n ra sahile doğ­ ru dağılan savaşçılarını toplar. G oethe şiirinde do­ ğayı an la tm a y a çok önem verm iştir. B u yeni çağla­ rın bir özelliğidir. A m a G oethe’nin H om eros’ta n ay­ rılışı sadece doğa tasv irlerin d e de kalm az. Konu da oldukça değiştirilm iştir. G oethe’ye göre A khilleus yakın bir gelecekte öleceğini bilm ektedir. Bu ara d a Polyksena’ya âşık olur. Düğün günü de Apollon t a ­ rafın d an ta p m a k ta öldürülür.

HA LK G E N E R A L İ (D er liiirg erg en eral) 1793 YII.TNDA yazılan ve W eim ar T iy atrosunda oynanan bu bir perdelik oyunım konusu şu d u r: Bön bir kişi olan M artin U s ta ’ya bir gün Schnaps adında bir ark ad aşı gelir, kendisini yem eğe d av et ettirm ek için birtakım m a rta v a lla r u y d u ru r ve şim dilerde Jacobiıılerin generali olduğunu söyler. A m a Sclıııaps’ı öteden beri çekem eyen G eorg ta m sırasın d a içeri g ire r ve onu dövm eye başlar. Ivose un fe ry a tla ­ rın a şehrin yargıcı koşup gelir. Gözü korkm uş olan M artin dostunu sa k la r ve yargıcı yanlış yola iteler. N e v a r ki, M artin ’in yalanını anlayan yargıç onu ark adaşlarıyle b irlikte b ir ihtilal h azırlam akla suçlar. Tam tu tu k lan a c a k la rı sıra d a şehrin dukası içeri gi­ rer. S chnaps’ın iki yüzlülüğünü o rta y a ç ık a rır ve m asum ların hapse girm esini önler. Oyun, dukanın, seyircilere «özgürlük, eşitlik, kardeşlik» gibi form ü l­ lere hem en kapılm am alarını öğütlem esiyle son bu­ lur.

OYUNLARINDAN SEÇMELER

G oethe’nin bu oyunda uyguladığı canlı diyalog A lm an tiy a tro su n a büyük k a tk ıd a bulunm uştur. Oyıında yergi un su ru çok h a fif k alm aktadır. ETatta G oethe’nin B üyük C ophte (D er G rossekophta) adlı oyunundaki yerginin de aşağısına düşm ektedir. Ama H alk G enerali zam anında çok beğenilm iş ve on yıl­ dan fazla oynanm ıştır. H alk G enerali’ni H e rd e r’le Schiller de çok beğenm iştir.

ELPENO R G O E T H E ’NIN 1781 yılında yazm aya başladığı EIjHMior, yarıd a kalm ış oyunlardan biridir. H yginus’ un, Y unanlı A ntiope ile çocuklarını konıı alan bir m asalından esinlenm iştir Goethe. 180(5 yılında yayuılaııan oyun, ikinci perdede kalm ıştır. K onusu, Y unan m itologyasına dayandığı halde bu tra g e d y a d a Iphigenie T a u ris’te gibi Y unan oyunlarm a benzemez. O, G oetlıe’ye özgii tra g e d y a la r­ dan biridir. Oyun sonunda öliim diye b ir şey yok­ tu r, yeniden canlanm a vard ır. E ser, S tu rm uııd D rang h av asın d a yazılm ıştır. A m a o klasik üç biılik k u ­ ralından d a uzak kalınam am ıştır. Elpenor, kötülüğü, yüreğinin tem izliği ile a lt eden bir kişiyi canlandırır. Acı İçinde d ü n y ay a gelm iş cjlan E lpenor m utluluğa doğru yol alır.

GOETHE

BA LTIIA ZA R (B elsazer) G O E T H E ’N IN delikanlılığında K lepstock ile B odm er’in etkisi altın d a yazdığı eserlerden bugüne kalabilm iş tek d ram d ır bu. A m a bu d a eserin bü tü n ü değil, an cak bir parçasıdır. 1767 yılında G oethe kız kardeşine yazdığı m ek tu p ta bu dram ı bitirdiğini yazıyor ve onun b ir taslağını gönderiyordu. A m a b irk aç ay so n ra aynı G oethe eseri yaktığını bildire­ c e k tir kız kardeşine. Bu frag m an ancak G oethe’nin delikanlılık çağm daki y a ra tm a la rı üzerine b ir ışık tu tm a k bakım ından önem lidir. E se r F ra n sız «alexandrin»iyle yazılm ıştır ki bu da G oethe’nin o çağda F ra n sız edebiyatını çokça okuduğunu ve o n a h a y ra n kaldığım belli etm ektedir.

SA N A TÇ IN IN ULULANM ASI (K üııstlers A pothoose) B U N LA R G oethe’nin 1788 yılında yazdığı diya­ loglardır. K onuşm a b ir müzede, bir tablo kopya eden genç b ir ressam la, onun yaptığı işi öven u s ta bir ressam a ra sın d a geçer. Genç ressam kendisiyle ta b ­ losunu kopya e ttiğ i sa n atç ı a ra sın d a büyük m esa­ feler bulunduğunu öne sü re re k yürekliliğini y itird i­ ği vakit, u s ta san atçı onu y ü rek len d irir ve b ir s a ­ natçının tek başına b ü tü n ustalığını ele geçirem eyeceğini belirtir. K onuşm anın öteki kişileri, gerçegi y an ­ sıtm ak d u ru rk e n ressam ın tablo kopya etm csüıi kı­ nayan bir am atörle, resm i getireceği p a ra bakım ından

OYUNLARINDAN SEÇMELER

değerlendiren b ir tablo tüccarıd ır. M üzeye d a h a so n ra şeh rin prensi de gelir ve yüksek fiy a ta olmuş b u ^ re s­ sam ın tablosunu alır. D erken s a n a t tan rıça sı M t a d a b u lu tlar arasm dan sıyrılıp konuşanlaı a k a tılır vc «iyi eserle iyi şiirin ölüm lü yaşam da olduKu £ l • ölüm süz y aşam d a d a bovuna yükseldıguu» ve ozana ölüm süzlüğünden ö tu ru m em nun olm asın, öğütler. A m a şa ir b ü tü n h a y a tı boyunca çektiği acı­ la rı düşünerek bu sözlerden m utluluk duym az. O, b ir sa n atç ıy a h a y a tı sonunda verilecek yüksek üc­ retin, h ay atın ilk b asam ak ların d a verilm esine inan­ m aktadır. G oethe1nin liir S an atçuıuı Y olculukları ad ­ lı k itab ın d a öne sürdüğü bu düşünceler kendisinin tem el düsüncelerindendir. B unları m ek tu p ların d a da sık sık söz konusu eder. Gençliğinde sa n a ta tan rısa l bir şey gözüyle b a k a n G oethe’nin zam anla san atın in sansal yanını gördüğünü de o rta y a k o y a r bu dıya-

duygululugun za fer i

(D er T rium ph d er E m pfindlichkeit) BU altı perdelik düzyazı halindeki oyun 30 ocak L778 günü W eim ar’da oynanm ıştır. Oyun m onodram biçimindedir. M onodram o v ak itler pek geçer^ a eğey­ di Çokluk kadın olan tek bir kişiye dayanırdı oyun. Oyunda koro görevindeki ölcld kişiler ya pandonu­ m a y a d a müziğe uygun dans yaparlardı. Uı dm oyuncu K orona S ch rö ter için' yazılm ış olan oyun W eim ar saray ın ın esinlediği düşsel bir sa ra y d a g ı ger K ral A ndrason kız kardeşi F e ria ile nedim ele­ rine, karısm ın a rtık kendisini sevm ediğim yalanır.

GOETHE

F e ria ’nm konağına m isafir o lara k gelen bir prensin kralın karısı M andandane’ye benzeyen bir bebeğe aşkını ilân etm esi, nedim elerin de bu konuda kuşku­ larını u y a n d ırırsa da, M andandane kendisine değil, bir bebeğe âşık olan birine yüz verecek kadın de­ ğildir. Böylece saray ın ü stü n e getirilm iş olan k a ra b u lu tla r da dağılır.

TA N R ILA R , Y İĞ İTLE R ve W IELA N D (G ötler, llc h lu n und W ieland) SATYROS ile b irlikte 1773 so n b ah arın d a yazı­ lan bu oyunda M ercurius, E uripides, A dm etos ve A lkestis, W ieland ile ta r tış ır la r ve W ieland’m Alk e stis adlı oyunuyle, bu oyunu savunm ak üzere y a ­ yınladığı beş m ektup üzerinde du ru rlar. W ieland bu oyununda kendine özgü hellenizm anlayışım verm ek istem iş, G oethe de bu anlayışa kızm ıştı. N e v a r ki, bu yergi niteliğindeki oyun oy­ nandığı v a k it eskiye bağlı in san lar W ieland’dan y a­ n a çıkm ışsa d a gençler G oetlıe’yi desteklem iştir. İh ­ tiy a r B odker de G oethe’nin oyununu sav unm uştur. A m a L essing oyunda hiçbir şey bulm am ıştır.

ROMANL ARI, SEÇMELER

G ENÇ W E R T IIE R ’IN ACILA RI (Die Leiden ıles jıuıgen W erth ers)

Y y E R T IIE R ilk 1774 yılında yayınlanm ıştır, am a G oethe oım so n rad an yine işlemi;} ve bugün­ kü biçimde eser 1782’de yayınlanm ıştır. W erther, R ousseau’nun Ju lie y a da Yeni Iléloise'i gibi m ek­ tu p la rla anlatılan bir rom andır. A m a b u rad a rom a­ nın başkişisinin m ektupları çeşitli kim selere yazıl­ m ıştır. R ousseau'nun eseriyle W erllier’in bir ay rılı­ ğı da G oethe’nin felsefesel bir tem ele dayanm adan rom anım yazmış olm asıdır. W erth er zam anında büyük y a n k ılar uyandırm ış bir rom andır. Sözgelişi Napoléon M ısır seferine çı­ k ark en yanm a W e rth e r’i alm ayı savsaklam am ıştır. W e rth er o çağa göre şaşırtıcı yenilikler getirm iştir. İlkin W erth er h a y a tın ve k en t soylu yaşayışının bir aynasıdır. Gerçi R iclıardsou, Sm ollett ve R ousseau’ n u n ro m an ları d a insan h ay atın ı y ansıtan eserler­ dir am a A lm an kentsoylularının İngiliz ve F ran sız

GOETHE

k e n t soylularından değişik olduğu d a unutulm am alı­ dır. Sonra, YVerther adını andığım ız y azarların ro ­ m an ların d an d a h a sade ve d a h a içtendir. W e rth e r b ir sevgi, d a h a doğrusu, sevgiyi özle­ me rom anıdır. G oethe m ek tu p larla uzayıp giden monoloğunda, o güne k a d a r kim senin yapm adığı bir biçim de insan ruhunun gizli n o k taların ı ve tepkile­ rin i dile g etirm iştir. W e rth e r doğaya tap a n b ir kişi­ dir. C h a rlo tte ’ye olan aşkı onun çevresindeki şiire d ah a da yaklaşm asına yardım cı olur. W e rth e r do­ ğanın k arşısın d a kendi ru h u n a ren k k atacak sesler bulur. R uhsal gerçeği işleyen W erth er, bu yanıyle m odern rom anı m u ştu la r ve rom antizm in tem elleri­ ni a ta r. Rom anın ilk bölüm ü G oethe’nin H om eros’un betim sel sa n atın a ne k a d a r h a y ra n olduğunu açık bir biçimde gösterm ektedir. Bu bölüm deki doğa be­ tim lem eleri gerçekten çok ustacad ır. Rom anın ikinci bölüm ünde ise O ssian’ın etk isi kendini belli eder, özellikle sonbaharın hüzünlü b ir gününde birdenbi­ re p a tla k veren ve o k u rla rı rom anın sonundaki d ra ­ m a hazırlay an fırtın a ta m O ssian’ın etkisidir. W e rth e r yaşannuş b ir rom andır. Ç ünkü kişile­ rin tüm ü gerçek h a y a tta n alınm ıştır. C h a rlo tte Buff, G oethc'nüı 1772 balların d a aşık olduğu L o tte ’den b aşkası değildir. A lb ert de, L o tte ’nin nişanlısı J. - G. Ç h ristian K e stn er’dir. B u n lar 1773 yılında evlen­ m işlerdir. G octlıe’nin gerek dostlarına, gerekse L o tte ile K e stn er’e yazdığı m ektuplarla, K e stn er’in günlü­ ğü bunu apaçık gösterm ektedir. Bu m ektuplar W e rlh e r’in «şiir ve gerçeği» adını verebileceğim iz öğelerinin sap tan m asın d a büyük bir rol oynam ıştır. K itabın sonundaki in tih ar sahnesini G octhe’ye esin­ leyen de K estnor olm uştur. ÇLinkü W e rth e r’i yazdığı s ıra la rd a K cstner, G oetlıe’ye b ir m ektup yazmış,

OYUNLARINDAN SEÇMELER

ona Jéru salem adındaki genç diplom atın in tiharını an latm ıştır. G oethe’nin M aximilienne L a Roche B re n ta n o ’ya olan dostluğu da W e rth e r’de yansısını bulur. G örü­ lüyor ki, G oethe h e r şeyi kendi özel h a y a tın a d a y a n ­ dırm ıştır. W e rlh e r’in yayınlanm ası onu o k u y anlardan ki­ m ilerinin kendilerini öldürm elerine do yol açm ıştır. Bunu gören Goethe 1775 yılında yazdığı ve »Verther’e eklediği bir şiirde şu dizeyi kullanm ak zorunda kal­ m ıştır: «Adam ol ve benim yolum dan yürüm e.» W 'ertlier’i Jules-E m ile M assenet (1812-1912) op era haline getirm iştir. 1892’de V iyana’da, ertesi yıl da P a ris ’te oynanan bu opera, Maııon gibi Masse n et’ııiıı en güçlü eserlerindendir. M assenet’deıı ön­ ce Vincenzo P uccitta (1778-1801) da bir W e rth er ope­ rası düzenlemiş, bu da 1804 yılında M ilano’da oy­ nanm ıştır. G oethe’nin esinlediği eserler a r ısında V ictor V reuls’üıı (1876-1944) yine W e rth er adını taşıyan eseriyle A lberto R andeger Oğul’un (1880-1918) W e rth e r’in Gölgesi adını taşıy a n ve 1899 yılında T rie ste ’de oynanan m usikill oyunu da sayılabilir.

GENÇ 'WERTHER’ÎN A C ILAR I (Ç ie Leiden des jungen W e rth ers ) Konu: W ö r th e r k ü ç ü k bir şehirde C h a rlo tte a d ın d a b ir kızla ta n ış m ış ve ona d e lic e v u ru lm u ş tu r. A m a b ir süre sonra C h a r lo tte ü n

A lb e rt

ile

nişanlı

old u ğ u n u

ö ğ re n ir.

A lb e rt

d ü rü s t bir insan sa y ılırs a da b iraz b ö n c e d ir. W e r th e r , A lb e rt'le

d o s tlu k

k u rm u ş tu r. A lb e rt, W e r th e r 'in

d u y g u la rın ı

b ilm e k te am a o n u n la se vg ilisin i ç o k sıkı bir b iç im d e g ö ­ z e tle d iğ in d e n sonra

bu a ş k ta b ir z a ra r g ö rm e m e k te d ir. B ir süre

C h a rlo tıo 'la

A lb e rt

e v le n irle r

de...

Bu

o v lilik

ta tlı

b ir ze h ird e n başka b ir şey o lm a y a n aş kın W e r t h e r ’i daha da k e m irm e s in e lo tto 'u n y ü zd e n

yo l aç ar. A m a W e r th e r bu arad a

k e n d is in i gizli

bir aş kla

C h a r-

se vd iğ in i a n la m ış tır. Du

d e , b ir d e fa s ın d a C h a r lo ttc ü

k a v ra y ıp

onu

öpü-

cü k le ro b o ğ a r. N e v a r ki, so n rad a n yin e u m u ts u z lu ğ a k a ­ p ılır v e yip

d o s tla rın a

on lard an

küçük

a y rılır.

bir yo lc u lu ğ a ç ık a c a ğ ın ı

N iy e ti,

u ş a ğ ın ın

A lb e rt'd e n

s ö y le ­ ödünç

olara k a ld ığ ı ta b a n c a ile k e n d in i ö ld ü rm e k te d ir. C h a rlo tte is te n ile n ta b a n c a y ı uşağa te s lim e d e rk e n ğini d u yar.

ellerin in tit r e d i­

ROMANLARINDAN SEÇMELER

LXIX. MEKTUP

21 Kasım İK İM İZ İ de yok edecek zehri hazırladığını görm ü­ yor, anlam ıyor. Bense, bana uzattığı o öldürücü zehri bir nefeste dikiyorum . Bana yönelttiği o iyilik dolu bakışlarla ne anlatm ak istiyor? Sık sık, hayır kimi zaman bu bakışlar ne anlama geliyor? Benim gizteyem ediğim duygularım ı görünce memnun olm ası, çek­ tiklerim e karşı duyduğu acımanın alnında belirm esi neye dayanıyor? Dün, ondan a yrılırken , bana elini uzatarak dedi ki: -A lla h a ısm arladık, sevgili W erth er». Sevgili W e r­ ther! Bu -se vg ili» sözünü bana İlk kez söylüyordu. Duyduğum sevinç iliklerim e dek işledi. Yüz kez te k ­ rarladım o sözü. Akşam yine onu tekrarlayarak yata­ ğıma girerken birden kendim e: «İyi geceler, W erther» dedim . Sonra da kendime gülm ek zorunda kaldım .

GOETHE

LXX. MEKTUP

24 Kasım

NEDEN acı çektiğim i anlıyor. Bugün bana kalbi­ min en derin köşesine işleyen bir bakışla baktı. Onu yalnız yakalam ıştım . Hiç konuşmadım. O da gözleri­ ni bana dikerek uzun uzun baktı, O çekici güzelliğini, o zaman zaman beliren dehasını görem iyorum artık. Bunlar gözümden yitip g itm işti. Şimdi çok daha güç­ lü bir bakışla, en tatlı bir acım a ve en yakın bir ilgi ile dolu bir bakışla beni etkiliyordu. Niçin ayaklarına atılm ayı göze almadım? Niçin kollarım ı boynuna sa­ rıp binlerce öpücükle karşılık verm eyi göze alam a­ dım? Derken klavsenine el attı. Hem klavsen çalı­ yor, hem de m ırıldanır gibi güzel şarkılar söylüyordu. Sesi öylesine tatlıydı ki... Dudakları hiç böyle güzel görünm em işti bana. Denebilir ki, bu dudaklar, uyum­ lu sesleri, klavsenden çıkar çıkmaz kavram ak için aralanıyorlardı. O güzelim ağzı uyumlu seslerin bir yankısından başka bir şey değildi. Ah, duygularımı an­ latabilecek güçte olsaydım! Daha çok dayanamadım, ona doğru eğilerek şuna yemin ettim : «Üzerinde m e­ leklerin uçuştuğu bal dudaklar, size hiç mi hiç do­ kunmayacağım». Oysa onlara dokunmayı o kadar çok isterdim k i... Ama işte bu duygu ruhumun önüne bir duvar gibi dikiliyor. Bu mutluluğu tatm alı sonra da ölm eliyim . Ü stelik günahımın cezasını da çekm eli­ yim . Ne dedim , günah mı?

ROMANLARINDAN SEÇMELER LXXII. MEKTUP 1 A ralık W ILHELM ! Sana anlatm ış olduğum o m utlu za­ vallı Lotte’nin babasının yanında çalışıyordu. Kıza kar­ şı beslediği o sonuçsuz sevgiyi uzun süre kendi için­ de saklam ış. Sonradan açığa vurm uş, bu da kovul­ masına yol açınca aklını oynatm ış. A lb e rt bu öyküyü bana büyük bir soğukkanlılıkla anlattı. Belki sen de bunları öyle okursun. Am a bu coşkusu? sözlerin be­ nim üzerim de .neler uyandırdığını, beni nasıl ö fkelen ­ dirdiğini hesap etm elisin.

LXXIII. MEKTUP 4 A ralık GÖRÜYO RSUN dostum ben tükendim . Bunlara daha uzun bir süre dayanacak durumda değilim . Bu­ gün onun yanına oturm uştum ... Klavsende değişik ha­ valar parçalar çalıyordu o da. Ö yle anlam lıydı ki bu parçalar, her şeyi, her şeyi d ile getiriyordu. Ne diye­ yim ? ... Kız kardeşi de bebeğini dizim in üzerine oturt­ muş, giydiriyordu. G özlerim den yaşlar akmaya baş­ ladı. Eğildim ve parmağında evlilik yüzüğü bulundu­ ğunu gördüm. Göz yaşlarım yine akmaya başladı. Bir­ den tanrısal bir tatlılığ ı bulunan o eski havayı çal­ maya koyuldu. İçimin ferahladığım duydum. G eçm iş­ te geçen günlerim izi, bu parçayı dinlediğim dakika­ ları, acılarım ı, boşa çıkan um utlarım ı bir bir hatırla­

272

GOETHE dım. Bu arada odada bir aşağı bir yukarı dolaşıyor­ dum. N eredeyse bunalacaktım . Boğulurcasına: «Tan­ rı aşkına.» dedim , «bitirin artık şunu. Tanrı aşkına bitirin.» Durdu, yüzüme dikkatli dikkatli baktı. Sonra da en derin yerim e saplanan bir gülüşle: «VVerther, sen çok hastasın, hadi yalvarırım git yat biraz. En sevdiğin yem ekler bile seni iğrendiriyor» dedi. Ben de yanından ayrılm ak zorunda kaldım . Tanrım! H ali­ mi görüyorsun, ç ektiklerim e bir son verirsin elbet.

LXXIV. MEKTUP 6 A ralık

HAYALİ gözümün önünden hiç ayrılm ıyor! İster uyanık olayım , ister uykuda, aklım , düşüncem hep onda. Şuracıkta gözlerim i kapayınca, görme gücümün toplandığı kafamda onurı kara gözleri canlanıyor. Bu­ nu sana m ektupla anlatam am . G özlerim i kapar kapa­ maz gözleri karşım a bir deniz b ir uçurum gibi dikiiiyor. Kafam ın içindeki bütün duygu tellerin i titr e ­ tiyor. İnsan, şu kendini beğenm iş yarı-tanrısal yaratık ne biçim şey? En gerekli zam anlarda gücünü yitm iş bulm uyor mu? Sevinçten coştuğu ya da acının yükü altında ezildiği vakit bile bu iki aşırı uç arasında hapsolup kalm ıyor mu? Sonsuzluk denizinin İçinde boğulmayı dilediği zaman ise yine istem eye istem eye o renksiz varlığına dönmez mi?

ROMANLARINDAN SEÇMELER

LXXV. MEKTUP 8 A ralık SEVGİLİ W ILHELM , ben şimdi ruhuna şeytan g ir­ miş denilen o zavallılardan biri gibiyim . Bu duruma sık sık düşüyorum, ß'u ne istek, ne de yürek darlığı. Bu boğazıma sarılan, içim i parçalam aya yeltenen bir iç kudurganlık. Vay bana, vaylar bana! İşte o zaman, insanlara düşman m evsim in gözlerim izin önüne ser­ diği o

karanlık gecelerin

içinde

kendimi yitirm eye

koşuyorum. Dün akşam, şehrin dışına kadar uzanmak zorun­ da kaldım . Irmağın ve çevredeki bütün derelerin taş­ tığını duym uştum . W a h lh eim ’dan bu yana o sevgili vadimi sular basm ıştı. Saat on bire doğru oraya var­ dım . Ne korkunç manzaraydı! Ay ışığında bir kaya­ nın üstüne çıkıp kum dolmuş derelerin tarlaları, ça­ yırları, çitleri ve her şeyi kapladığım , rüzgârların gü­ rültülü soluklprryle kabaran bir denizin vadiyi baştan başa sardığını gördüm. A y, siyah bir bulutun arkasın­ da dinlendikten sonra, yeniden ortaya çıkınca seller denizin o güçlü ve görkem li görüntüsünü yansıtarak gürültü ile akıyor, rüzgâr dalgaların böğürmesine yol açıyor v€ dağlar da bu böğürtüleri yankılıyordu hâlâ. Bir korkuya kapıldım . Sonra da bir istek uyandı içim ­ de. Kollarım ı açmış, uçurumun kenarında, ayakta du­ ruyordum. A şağılara baktıkça bu istek daha da arttı. A cılarım a çektiklerim e son vdrm ek için kendimi uçu­ ruma atm ak, dalgalar gibi uğuldamakla elde edece­ ğim o sözle anlatılm az sevinç beni kendimden g eçi­ riyordu. N asıl, ayaklarını yerden kesm ek ve böylece bütün acılarına son verm ek gücünü kendinde bulama-

GOETHE din değil mi? Evet, evet daha vaktim gelm ed], bunu anlıyorum . Ah W ilh elm , burgaçlarla dönm ek, bulut­ ları dağıtm ak, dalgaları zorlam ak için varlığım ı m em ­ nunlukla y itireb ilird im ! Am a ne yazık ki, biz tutsak-lar bu m utluluktan hiç mi hiç pay alam ayız. Bir yaz günü yaptığım ız gezintiden sonra Lotte ile altında dinlendiğim iz söğüt ağacının bulunduğu yere hüzünle bakınca, orayı da su bastığını gördüm. Söğüt çok zorlukla belli oluyordu. ‘Ya o çayır, av köş­ künün çevresindeki arazi, ağaçlarım ız ne olm uştur,' diye düşündüm. Hiç kuşkusuz sel. onları da yıkm ış, p aralam ıştır. Geçm iş günlerden kopan b.ir ışık, dü­ şünde sürüler, çay ırla r ve yüksek orunlar gören bir mahpus gibi içim de parıldadı. Birden d urakladım ... Kendime kızm ıyordum . Çünkü ölm ek yürekliliğini gös­ tere b ilird im . Eğer g ö sterem e d im s e... İşte şimdi bi­ tik ve yürek paralayıcı varlığını biraz daha sürdürm ek ve yaşama koşullarım biraz daha h afifletm ek için ka­ pı kapı ekm ek dilenen ve tarlalar arasında çalı çırpı toplayan ihtiyar bir kadından başka bir şey değilim .

LXXVI. MEKTUP 17 A ralık BU, ne bu dostum? Kendi kendimden korkuyo­ rum. Ona karşı duyduğum aşk çok kutsal, çok tem iz, çok kardeşçe bir duygu değil mi? Hiç içim de kötü bir arzu uyandı mı? Yem ine baş vurm ak istem iyorum . Am a düşlerden yakamı sıyıram ıyorum bir türlü. Böyle

ROMANLARINDAN SEÇMELER

birbirine karşıt etkileri dıştan gelen güçlere yoran­ lar m eğer ne kadar haklıym ış! Bu gece, sana söyle­ m ekten korkuyorum, bu gece, düşümde, onu kolları­ mın arasına aldım ve iyice sıktım , sıktım . O güzelim ağzını, o titreyen dudaklarını da binlerce ateş gibi yanan öpücüğe boğdum. Bundan çek haz aldığı göz­ lerinden anlaşılıyordu. Benim gözlerim de onun sar­ hoşluğunu paylaştı. Yüce Tanrı! Şimdi şu anda o beni kendimden geçiren anları hatırlayarak mutlu ol­ mam da suç sayılır mı? Ey Lotte, Lotto! Ben tüken­ dim artık. Duygularım sapıttı. Sekiz gündür kendim ­ de değilim . Gözlerim yaş dolu. A rtık hiçbir yerde değilim , ama her yer bana vız geliyor. Hiçbir şey is­ tem iyor, hiçbir şey dilem iyorum . En iyisi, kalkıp bu­ ralardan gitm ek.

LXXVII. MEKTUP 20 A ralık BEN ARTIK gitm eliyim . Sana teşekkü rler W ilhelm . Dostluğun tam zamanında gerekeni söyletti sana. Evet, haklısın. En iyisi benim gitm em . Sizin yanınıza dön­ memi yazıyorsun ama buna pek aklım yatm adı. Hiç bir şey yapamazsam da şöyle biraz başka yerlere doğru yolculuk edebilirim . Etrafın don kesmiş olması bana bu kararı verdirtlyor. Bir de yolların iyi olaca­ ğını umuyorum. Beni gelip almak istediğini yazmana çok memnun oldum. Bana on beş güç daha müsaade et. ¡kinci bir mektubumu da bekle. M eyveyi hamken koparm am alı. On beş gün eksik, ya da fazla, durumu

GOETHE çok değ iştirir. Annem e oğlu için dua etm esini söyle. Onu çokça üzdüğüm için de beni bağışlasın. M utlu kılm am gereken kişileri d ertlendirm ek de benim alın yazım . A llaha ısm arladık, sevgili dost! Tanrı sevgisi­ ni senden esirgem esin! A llaha ısmarladık!

LXXVIII. MEKTUP Saat on birden

sonra.

ETRAFIM derin bir sessizliğe gömülü. Ruhum da öyle. Tanrım , sana bin teşekkür! Şu son dakika­ larda bana ateş ve güç verdin! Pencereye yaklaşıyorum , sevdiceğim . Sonsuz gökyüzünde, başımın üstünden kayıp giden ve fır tı­ na getiren bulutların berisinde birkaç yıldızın, her­ kesten uzakta parıldadığını görüyorum. Ey pırıl pırıl parlayan yıldızlar, siz, hiç mi hiç yere düşmeyeceksiniz. Sonsuzluk sizi de beni de bağrına basmış. En güzel yıldız küm elerinden biri olan Büyük A y ıy ı gör­ düm. G eceleyin sizin evden çıktığım vakit, tam ka­ pının karşısında parlıyordu. Onu, kendimden geçerek sık sık seyretm işim dir. Onu m utluluğum a tanık yap­ mak İçin, çokluk ona doğru e lle rim i kaldırm ışım dır. Dahası v a r... Am a Lotte seni bana hatırlatm ayan ne var ki? Beni d ö rt bir yanımdan çevirm iş değil misin? Bir çocuk gibi, e lle rin in dokunmakla kutsallaştırdığı birtakım önemsiz eşyaları aşırıp saklayan ben değil miyim? O cici, o sevgili resm ini yine sana geri veriyo ­ rum C h a rlo tte l Sana m iras olarak bırakıyorum . İyi

ROMANLARINDAN SEÇMELER saklam anı rica ederim . Ona b in lerce öpücük yap ıştır­ dım . Odama girerken, çıkarken, gözlerim onu bin kez selâm ladı. Babana mektup yazıp cesedim in şurda, burda sü­ rüklenm em esine çalışm asını rica e ttim . M ezarlığın, arkada, kıra bakan yanının bir köşesinde iki ıhlamur ağacı var. D ileğim oraya göm ülm ektir. Bunu dostum olduğu için yapsın. Yapm am asına bir engel yok. Sen de rica et babandan. Dini bütün H ıristiyanların, benim gibi bir zavallının yanlarına göm ülm esini isteyecek­ lerini sanmıyorum. Ah, ben asıl ıssız bir vadiye ya da gelip geçeni bol bir yol kenarına göm ülm ek isterdim . Bir papazla bir Levili (') m ezarım ın yanından geçer­ ken gözlerini gökyüzüne doğru ç e v ire b ilirle r ve Tan­ rıya şükredebilirlerdi. Bir Sam iriyeli H ise alınyazım için gözyaşı dökerdi. Ey C harlotte! Bana ölümün sarhoşluğunu vere­ cek olan şu uğursuz kadehi, elim titrem e d en , alıyo­ rum. Onu sen uzatıyorsun bana. Ben dc gözümü kırp­ madan alıyorum . Y aşantılarım ın bütün istekleri, bü(> )

T e v r a t'a

B un lar ö z e llik le (-)

B u rad a

g ü re

Lovi

k e n d ile rin i Luka

o y m a ğ ın d a n

h a h am lığ a

In c ili'n d e

sözü

o lanlara

ve rile n

ad

a d a m ış la rd ı. ed ilen

S a m iriy e liy e

ta ş

var. ö y k ü y e g ö re bir ad am u ğ ru ların s a ld ırıs ın a u ğ ra m ış tır. Y e r ­ d e ö lü m

h a lin d e y a ta n

a d a m ın

g e ç e rs e d e b u n la r y a ra lıy la

y a n ın d a n

hiçbir

b ir pa p azla

b iç im d e

bir Levılı

ilg ile n m e zle r. A m a

so n rad a n g e ç e n b ir S a m iriy e li a d a m ın y a rd ım ın a ko şar ve y a ra ­ ların ı

sarar. S a m iriy e lile r ö lü m d e n sonra d iriliş e in an m azla r. B u rad a Sa-

m iriy e lin in gö z yaşı d ö k e c e ğ in in

s ö y le n m e s i d e

bu na b a ğ la n a ­

bilir. F ilis tin 'd e K u d ü s 'e y a k ın bir şehir olan S a m iriy e 'd c ya şayan S a m iriy e lile r T e v r a t'ın

sa d ec e

Le vilile r, S a y ıla r, T e s n iy e ) dilerin

ö fk e le rin i

ç e k e rle rd i

ilk

beş

b a ğ lıy d ıla r. ü s tlerin e.

k ita b ın a

(T e k v in ,

Bu y ü z d e n

Ç ık ış

b ü tü n Y ah u -

GOETHE tün um utları gerçekleşti, ö lüm ün tunçtan kapısını büyük bir soğukkanlılıkla çalıyorum . Kendimi sana adamak, kendimi sepin yolunda öldürm ek az m utlu­ luk değil. Benim ölümüm sana dinginlik ve huzur ge­ tire ce ks e ölüme pervasızca koşarım. Ne yazık ki, sev­ dikleri için kanını akıtm ak, ölm ekle onlara yeni ve bin kat daha iyi bir yaşam sağlamak ancak birkaç yi­ ğide nasip olm uştur. C harlotte, şim di, şu anda üstümde taşıdığım giy­ s ilerle gömülm ek isterim . Onlara senin parm akların değdiği için kutsallık kazanm ışlardır. Bunu babandan da rica ettim . Ruhum, tabutumun üstünde kanat çır­ pacak. C eplerim i kim se karıştırm asın. Seni küçük­ lerle ilk gördüğüm gün, göğsünde fiyonk yapılm ış pem be kurdeleler vardı ya, işte onlara binlerce öpü­ cük kondur. D ostlarının mutsuz sonunu anlat onlara. Sevgili çocuklar! Topunu yörem de sıçrarken görüyo­ rum. Ah, ben sana ne kadar ^bağlıydım! O ilk andan sonra, senden ayrılam ayacağım ı anlam ıştım . O kur­ d elele ri benim le birlikte göm sünler. Onları bana do­ ğum günümde armağan etm iştin . Onlara yiyecek gibi bakardım hep. Am a o yolun beni, şimdi şurada bu­ lunduğum noktaya g etireceğini sezem em iştim . Sakin ol, yalvarırım , sakin o l... Tabancayı doldurdum. Saat gece yarısını çalıyor. G itm eli.

Lotte! Lotte! Elveda! Elveda!

ROMANLARINDAN SEÇMELER

W ILHELM M E IS T E R IN TİYATROCULUĞU (W ilhelm M eister th e a tra lisc h e Sendung) U R FA U ST nasıl F a u s t’un ilk taslağ ı ise, çok­ luk U rm eisler adiyle anılan W ilhelm M eister’in tiy a tro c u lu ğ u d a W ilhelm M eister’in Ç ıraklık Yıla n ’nın ilk biçimidir. C oetlıe'nin günlugu ile mckunlarm dan bu rom anın 1777-1785 yılları arasın d a vazıldmı anlaşılm aktadır. R om anı okum uş oldukla­ rım söyleyen W ieland, W eim ar D ükü K arl A ugust ve G octhe’nin annesi de rom anın bu tarih le rd e y a­ nıldığına tanıklık etm ektedir. T anıkların bu sözleri­ ne ve G octhe’nin annesinin eserden altı kopyanın bulunduğunu belirtm esine karşın G oethe'nın ölüm ün­ den so n ra U rm eister o rta y a çıkm am ıştır. A ncak 1909 yılında B illeter onu *Z ü rich'teki özel arşivler ara sın d a bulup edebiyat dünyasına kazandırm ıştır. Bövlece 1912 yılında M ayne’nin çalışm aları sonunda yayınlanan rom an ilk taslak la Ç ıraklık Y ıllan a ra ­

GOETHE

sındaki değişik p a rç a la rı o rta y a koym asıyle değer kazan m ak tad ır. İlk ayrım elbette iki rom anın adla­ rın d a görülm ektedir. B undan b aşk a altı k itap h a ­ linde olan U rm eister, Ç ırak Y ılla n ’nda d ö rt kitaba indirgenm iştir. S onra rom anın kişileri ne k a d a r can­ lı o lara k anlatılm ış o lu rsa olsun b u rad a ön planda yer alm azlar. Ön plana egemen olan tiy a tro kum pan­ yasıdır. B ununla b irlikte U rm eister’de de rom anın başkişisinin adı W ilhelm M eister’d ir ve başından ge­ çen serüvenler de Ç ırak YıUarı’ndaki serüvenlerin aynıdır. U rn ıeister’d e W ilhelm M eister’iıı h a y a tı ço­ cukluğundan a lın a ra k sahneye çıktığı, kendinde az çok H a m le t’in kişiliğinin canlandığım hissettiğ i g'ünlcre k a d a r getirilm ektedir. Onun için W ilhelm Meiste r ’i günlük gerçekten çıkm aya g ö tü ren kukla oyun­ ları, oyuncularla karşılaşm ası, oyunculardan J a rn o ’ nun kendisine S h ak esp eare’in eserlerini tanıtm ası, hepsi hepsi v a rd ır bu ilk ta sla k ta . A m a bütün bunlar o çağın tiy atro ların ı, tiy a tro d a k i üç birlik kuralım , Corneille ile R acine’in büyüklüğünü, L essing’in yeni düşüncelerini ta rtış m a k için b ir vesileden b aşk a bir şey değildir. G oethe W ilhelm M e iste rin T iyııtroculuğu’nda insanoğlunun sık sık b ir şeyler yapm ak istediğini, doğanın ise bunun için in san a gerekli yeteneği v er­ mediğini a n latm ak istem iştir, in san o ğ lu yeteneği­ nin bulunm adığını anlayınca yapm ak istediği işten vazgeçm eyi d ü şünür am a, kendisini de iyice ta rta c a k bir gücü bulünm am asıyle bunu da yapam az.

ROMANLARINDAN SEÇMELER

W ILH ELM M E IST E R ’IN ÇIRA KLIK Y ILLA R I (W ilhelm M eisters L e h rja h re ) G O E T H E ’N IN en önemli ro m an ların d an biri olan W ilhelm M eister’in Ç ıraklık Y ılları 20 yıllık bir çalışm adan so n ra 1796 yılında tam am lanm ıştır. B un­ d an önce yazılan W ilhelm M eister’in T iy atroculuğu’ n a bir ilk denem e gözüyle bakılabilir. E se r b ir tiy a t­ ro rom anı o lara k düşünüldüğü halde, öykü birinci bölüm den so n ra a n a am aç olan «M eister’in tiy a tro hayatı»m y itirir. Gerçeği şu ki, 1780 yılından sonra G oethe’nin kafasını k u rcalay an tem el sorun insa­ nın yetişm esidir. Onun için, rom an b ir eğitim te c rü ­ besi olm ak yolunu izler. G oethe’ye göre insanların tüm ü, son ncfeslerüıe k a d a r «çırak* olm aktan k u r­ tulam az. A m a in sa n la r boyuna kendilerini o lu ştu r­ m ay a çalışırlar. Önemli olan sa ğ a sola sapm adan, d oğru yolda yürüyebilm ektir. Goethe, bizim benli­ ğimize uym ayan ve dışarıdan zorla bize kabul ptti-

GOETHE

rilm ek istenen b u y ru k la ra, düşüncelere karşıdır. Goethe, in sanların d o ğ u şta içlerinde taşıd ık ları öze göre b ir h a y a t,tu ttu rm a s ın ı ister. A m a bu çok te h ­ likeli b ir yoldur. Ç ünkü in san kolayca aldanabilir. N itekim W ilhelm de h a y a tın ın sonunda şiiri ve ti­ y a tro y u değil etkin h a y a tı bulm uştur. İş te Çıraklık Yıllan, G oethe’nin b ir b a şk a eseri olan T o rq u ato T asso gibi, bu iki k a rş ıt h a y a t üze­ rine k u ru lm u ştu r. W ilhelm çeşitli çevrelerde b u lu ­ n u r: T iy atro kum panyasında, ilk delikanlılık yılla­ rının kentsoylu dünyasında, şato ve s a ra y in sanları arasın d a, P ro te s ta n la r çevresinde. B u ra la rd a W il­ helm , kendi özgür ve lay ik düşüncelerine dinsel dü­ şüncelerin k a rşı çıktığını g ö rü r. Bu, «rococo» çağı­ nın büyük bir tablosu gibidir. R om anın gereçlerinin bü y ü k b ir h u z u ra ve yenici k lasik düşüncelere d a ­ yan m asın a rağm en, h e r bölüm ün M ozart’ın bir «rondo»suna benzediği söylenebilir. G erçekte hoppalığı ve doğal güzelliği ile W ilhelm ’i büyüleyen Philine ta m X V in . yüzyıl tipidir. R om anın boyuna kad ın lara d o ğ ru yönelm iş olm ası d a çok ilginçtir. W ilhelm is­ te r oyuncular a ra sm d a olsun, iste r so y lu lar arasın d a olsun, is te r eğiticiler a ra sm d a olsun, h e r v a k it kendi ru h u n u o k şay acak b ir kadın bulabilm ektedir. Bu k a ­ d ın ların tü m ü W ilhelm 'in h a y a tın ın b ir parçasını tem sil eder. B unların sonuncusu T hérèse de W ilhelm ’ in çıraklığının en y üksek n o k tasın ı canlandırır ki bu en yüksek n o k ta d a W ilhelm ’i etkin bir h a y a ta u la ş­ tırır. A m a gerçek «tem iz n ıh » u tem sil eden ve W il­ helm ’i b ü tü nleyen N a th a lie ’den b a şk ası değildir. N a th alie ile X V III. yüzyıl ru h u yeniden o rta y a çıkar. Ç ünkü «Büyülü F lav ta» n ın sonunda y er alan o «Bil­ gelik T apm ağı»nm sessiz ve d erin « a h re t m u tlu lu ­ ğu» N a th a lie ’yi de sa rm a la m a k ta d ır. Am a, bir b a ş­

ROMANLARINDAN SEÇMELER

k a açıya göre, X V III, yüzyıl zevkini g ö steren sın ır­ ların a ltü s t edildiği de söylenebilir. D oğrusu, M ig­ non ile yaşlı h a rp çalgıcısının v arlıkları, rom anın nefis h azların a değgin yanıyle, entelektüel yanını çok aşm ak tad ır. E s ra rlı ve ro m a n tik iki varlığı can­ lan d ıran bu kişiler ro m a n a değişik bir çeşni k a ta r. W ilhelm, M ignon’a, onun ru h u n u kendinde taşıdığı için bağlanır. M ignon’un ölüm üyle çalgıcının o rta d a n kaybolm ası W ilhelm için çok önem lidir. Ç ünkü Mig­ non ölür ölmez W ilhelm, kendi yetişm e çizgisinde yeni bir aşam ay a ulaşır. G oethe’nin çağdaşlarını ted irg in eden g erçek ­ çi sahnelerin dışında rom an b ir yandan canlı tâsvirlerle, bir yandan da ta rtış m a ve düşüncelerle yü­ rü tü lü r. D ah a önceleri W ilhelm M eister’in T iy atro culuğu'nda yer alan, W ilhelm in Shakespeare üzerine düşünce ve ta rtışm a la rı ile H a m le t’in derinliğine bir eleştirisi ve bir de bu oyunun oynanm ası sanki iist ü ste binişm iş üç sahneyi o lu ştu rm a k ta d ır. B urada, sevgilisi tara fın d a n te rk edilen A urelie ile H am let teki O felya arasın d a bir koşutluk kuru ld u ğ u n a d a işa re t etm eliyiz. B u üç sahnenin ü s t ü ste binişm esi gibi rom anın çeşitli kişilerinin ru h halleri de ü s t ü ste binişm ektedir. Öyie ki bunların tü m ü sanki bir çeşit tiy a tro sahnesini canlandırm aktadır. Ç ıraklık Y ılları’nın yayınlanm ası birçok yankı­ la ra yol açm ıştır. Jacobi olsun G oetlıe’nin çevresin­ deki önemli kişiler olsun, birçokları rom an k arşısın ­ d a öfkelenm işlerdir. B u n lar gerçeğin, d a h a doğrusu aşağı ta b a k a insan ları gerçpğinin dile getirilm esini doğru bulm am ışlardır. B u n a karşılık H um boldt, d a ­ h a ilk bölüm y ay ın lan ır yayınlanm az rom anın öne­ mini anlam ış ve G octhe’yi yolunu sürdürm esi için yüroklendirnıiştir. G oethe ile Schiller in yazışm ala-

284

GOETHE

n n d a n d a anlaşılacağı üzere Schiller de eski rom a­ nın yeniden ele alınm ış olm asını m em nunlukla k a r ­ şılam ıştır. N e v a r ki, G oethe’nin rom anını en çok be­ ğenen ve ondan esinlenen ro m an tik ler olm uştur. Novalis, H einrich von Ofterdingen. adlı kitabm ı y a z a r­ ken G oethe’nin rom anını kap lay an şiir h avasını s ü r­ d ü rm ü ştü r. F . Schlegel de G oethe’nin eserini, F r a n ­ sız İh tilâli yanı sıra, yeni çağın önemli olaylarından biri o lara k gö sterm iştir.

'WILHELM MEISTER’IN ÇIRAKLIK YILLARI Konu: Zengin bir aile çocuğu olan genç W ilh elm M eister'in tiyatro ya heves duym ası iki nedene dayanm aktadır. Bi­ rincisi, yazdığı manzum oyunları oynatm ak istem ektedir. İkincisi de M arianne adındaki bir tiyatro oyuncusuyle il­ gisi bulunm asıdır. Am a M arianne'ın kendisini aldattığı sa­ nısına kapılınca genç adam , iş ortağı W e rn e r'in öğüdüne uyarak yolculuğa çıkar. Böyloce kimi alacaklarını to p la ­ mak fırsatını da bulabilecektir. W ilh e lm M e is te r yola ç ı­ kar çıkm az M elina adında bir gezici tiya tro sının

müdürüyle

tanışır.

Böylece

W ilh e lm

kum panya­ öteden

beri

kafasını kurcalayan bir dünyanın içinde buluverm jş olur kendini.' W ilh e lm

bu

arada

oyuncular arasında

M ignon

abında güzel ve hastalıklı bir kızcağızla tan ışır. M ignon, yaşlı bir harp çalgıcısına sıkı sıkıya bağlıdır. W ilhelm bu çalgıcıdan da M ignon'a gösterdiği sevgiyi esirgemez. Bu durumdan yararlanan tiya tro müdürü W ilh e lm 'e ken-

ROMANLARINDAN SEÇMELER

GOETHE

di aralarına katılm asını ve kum panyayı para bakım ından desteklem esini önerir. Bunu kabul eden genç adam kum ­ panya ile şehir şehir dolaşm aya başlar. Kum panyada Philine adında hafifm eşrep

bir oyuncu

da vardır. Philine kısa zam anda W ilh e lm 'i b ü y ü le r-v e ona, bir gün

yeniden

kavuşm ayı

umduğu

M arianne'ı

zaman

zaman unutturur. Kum panya, bir gün kalm akta oldukları bir handa bir konta rast gelir. Kont, o günlerde civardaki şatosuna bi. prensin

konuk

cuların

prensi

olarak

gelm esini

eğlendirebileceğini

beklem ektedir. düşününce,

T iy a tro ­

onları

şa­

tosuna davet eder. W ilh e lm böylece kendini yeni bir sah­ nede, saray hayatı sahnesinde bulur ve bir baronesin göz­ desi oluverir. W ilh e lm , işte bu sırada, şatodaki insanlar­ dan birinin öğüdüyle Shakespeare, onun ortalık

yerine doğru

Shakespeare i

gözlerini iteler.

okum aya

kam aştırır ve

onu

Ne var ki, prensin

başlar. hayatın şatodan

ayrılm asından sonra tiyatrocular da oradan sepatlenir. Dönüşte, kum panyanın yolu bir ormandan geçer ve bu tiyatrocuların haydutların saldırısına uğram asına yol açar. W ilh e lm

yaralanm ıştır

ve

ölümden

yardım larına

koşarı

bir topluluk içindeki bir kadının doktoru sayesinde kur­ tulur. Kadın yanındakilerle birlikte ortadan kaybolunca W ilh e lm

onun adını öğrenem ediğini onlar ve ona « A m a ­

zon» adını verir. Am azon

bundan

böyle M arianne gibi,

W ilhelm 'in sık sık özlem ini çektiği bir varlık olur. Bu olaydan sonra kum panya dağılır, W ilh e lm de harp çalgı­ cısı ve M ignon ile birlikte yeni bir tiyatro kum panyasına katılır. Kum panyanın müdürü Serlo tiyatroya ciddi bir in­ çim de bağlanm ış bir sanatçıdır. W ilh e lm layan

birçok sorunu

onun yardım ıyle

kafasını kurca­ derinleştirm eyi

başarır. Ne var ki, Serlo'nun Aurelie adında bir kız kardeşi do vardır.

Dostu

Lotlıoire tarafından terk edilm iş olan

Aurelie, W ilh e lm 'i kendine dost tutar ve ona dertlerini açar. Am a W ilh e lm ,

Aurölio'nin

acılarını

dindirmenin

üstesin­

den gelem ez. Burada W ilh e lm M eister'in Tiyatroculuğu k i­ tabından alınan bölüm sona ermiş olur.

GOETHE Aurélie'nin

SE Ç M E LE R

ölüm ünden

sonra genç adam

Lothaire'in

konağının yolunu tutar. N iyeti Aurélie'ye yaptıkları şeyler için Lothaire'e çatm aktır. Am a hiç um m adığı bir çevre içinde buluverir kendini. Bilgelerden meydana gelen bu çevrenin insanları, gözlerine kestirdikleri kişileri uzaktan ve gizlice eğitm eye çalışm aktadır. W ilhelm diği Am azon'unu da burada bulur.

o pek özle­

Am azon'un asıl adı

N athalie'dir. Am a W ilh e lm , Nathalie'nin çok zeki bir ar­ kadaşı olan Thérèse'e de gönlünü kaptırm aktan

kendini

alıkoyam az. Son ana kadar okurlar W ilh e lm 'in N athalie'ye mi, yoksa Thérèse'e mi yöneleceğini kesin olarak ke s ti­ rem ezler. Am a

bu savaştan Nathalie galip olarak çıkar,

Thérèse de Lothaire'le evlenir.

D Ö R D Ü N C Ü KİTAP BÖLÜM : X III Serlö W ilh e lm ’i kucaklayarak karşılarken: — Sîzsiniz değil mi? Yanılm ıyorum ya? Doğru­ su hiç değişm em işsiniz. Sanatların en yücesine karşı beslediğiniz sevgi hep aynı canlılık ve güçle sürü­ yor mu?' Sizi yeniden görm ek bilseniz beni ne kadar memnun e tti. Son m ektuplarınızın bende uyandırdığı kuşkuların tümünü unuttum işte, diye bağırıyordu. Şaşırm ış olan W ilh elm ondan sözlerini açıkla­ masını istedi. Serlo da şu karşılığı verdi : — Bana eski bir dost gibi davranm adınız, [şe ya­ ramaz kim seleri bile bile salık veren bir prens gibi davrandınız bana. Alınyazımız seyircilerin vereceği yargıya b ağlı. Korkarım ki sizin o Bay M elina'n ızia adam larının burada hararetle karşılanm ası pek kolay olm ayacak. W ilh elm onlardan yana birkaç söz söylem ek is­ tedi ama Serlo onları öyle m erham etsizce yerin di­

ROMANLARINDAN SEÇMELER

bine soktu ki, dostumuz, genç bir kadınm içeri girm e­ sini, konuşmanın kesilm esine yol açtığı için, büyük bir sevinçle karşıladı. Serlo kadını «kız kardeşim » diye tan ıttı W ilh e lm e . Kadın, W ilh e lm e çok yakın­ lık gösterdi. Konuşması o kadar ta tlı idi ki W ilh elm onun zeki yüzüne ayrı bir s ev im lilik katan bir acının oldukça b e lirli çizgilerini görem edi bile. W ilh elm , uzun bir süreden beri, ilk kez, kendi­ ni, ruhunu okşayan bir çevrede bulm uştu. Şim diye dek sözlerini dinleyenler bunu saygı gereği yapm ış­ lardı. Şim diyse sanatçılar ve sanattan anlayan k iş i­ lerle konuşmak m utluluğuna e rm iş ti. Bunlar her ko­ nuda bilgi sahibi olduktan başka verd ikleri cevaplar da öğretici bir n itelik taşıyordu. Yeni oyunları öyle bir hızla gözden geçiriyorlar, onları öyle bir güven duygusuyle değerlendiriyorlardı k i... Bundan başka seyircilerin yargılarına da saygı gösterm eyi vo birbir­ lerini hem encecik aydınlatm ayı b iliyorlardı. Am a W ilh e lm , Shakespeare'e büyük bir saygı beslediği için, söz de dönüp dolaşıp ona geldi. W il­ helm bu eşsiz yapıtların A lm anya’da büyük yankılar doğuracağına inanıyordu. Bunun için üzerinde uzun boylu çalışm ış olduğu H a m le t’i öne sürm ekten geri kalm adı. Serlo ona, elinden gelm iş olsaydı, bu oyu­ nu çoktan sahneye koyacağını ayrıca Polonius rolünü kendinin oynayacağını inandırm aya çalışarak anlattı. Sonra da gülerek: «Prensi b ulalım . O felyaları bulu­ ruz,» diye ekledi. W ilh elm , bu şakanın A u re lie ’nln hoşuna gitm ed i­ ğini anlamadan. H am let'i nasıl oynamak gerektiğini her zamanki gibi uzun uzadıya ve ders veriyorm uşçasına anlatm aya koyuldu. Yaptığı incelem elerin bizim o bildiğim iz sonuçlarım bütün ayrın tılarıyle onların önüne serdi. Kendi görüşünü kabul ettirm ek ve Ser-

288

GOETHE lo'nun, düşünceleri üzerine beslediği kuşkuları iyice silebilm ek için elinden geleni ardına koymadı. Serlo sonunda : — Peki dediklerini kabul ettik, dedi. Am a bununla neyi anlatm ak istiyorsun? — Çok şey, diye karşılık verdi W ilh elm . Size an lattığ ım a tıpatıp uyan bir prens düşünün. Babası ansızın ölmüş olsun. H ükm etm ek hırsı ve dileği yok onun içinde. Kral oğlu olm ak y etiyo r ona. Ne var ki, kralla uyrukları arasındaki m esafeye dikkat kesilm ek gereğini duyuyor. Taç giym e hakkı babadan oğula ge­ çen bir şey değildir. Am a kral daha uzun b ir süre ya­ şam ış olsaydı, b iric ik oğlunun haklarım güven altına alacak ve onun tahta oturm a um utlarını sağlam term e lle re dayandıracaktı. G elin görün ki, umudunun tam tersin e, amcası, belki de sonsuza dek onu tahttan uzaklaştırm aktadır. Hem de bir sürü vaatlerden son­ ra. O kendini, bundan böyle mal ve ş e re f bakımından yoksullaşm ış görecek ve delikanlılığından beri ken­ di malı gözüyle baktığı şeylere karşı bir yabancılık duyacaktı, işte gönlünü m elankoliye kaptırm ası ilk olarak burada başlar. Herhangi bir soylu kişiden daha fazla ve hatta onun kadar olm adığını düşünmeye ko­ yulur artık. Kendini herkesin hizm etine adar. A rtık nazik ve tatlı dilli değildir. Yoksul ve düşkündür. «Eski günlerine gelip geçm iş bir düş gibi ba­ kar. Am cası onu yüreklendirm ek, durumuna başka g özlerle bakabilm ek gücü verm ek için boşuna uğraşır, içindeki boşluk duygusu ondan, hiç mi' hiç, uzaklaş­ maz. «İkinci darbe onu daha derinden yaralam ış, daha aşağılara itelem iştir. Bu, annesinin evlenm esi olayı­ dır. Babası ölünce bu sadık ve müşfik çocuğun anası kalm ıştı geriye. Bir büyük ölünün kahraman yüzünü

ROMANLARINDAN SEÇMELER ancak yapyalnız kalmış anasının yanında ağartabileceğini umuyordu, işte bu anayı da yitiriy or. Ölümden de beter bir şey bu. İyi y e tiş tirilm iş bir oğulun anası ve babasına qüvenm e yolu da böylece ortadan kalk­ mış oluyor. Ölüden hiçbir yardım gelm iyor. Hayatta kalan ise destek olmaya yanaşm ıyor. Çünkü o da bir kadın, o da kendi cinsinden olan bütün kadınlar gibi güçlü değil. «İşte bunun için kendini y etim ve kolu kanadı kı­ rılm ış sayıyor. Dünyada, hiçbir m utluluk yitirdiğinin yerini tutacak gibi değil. Dünyaya gelirken kederli ve karam sar değildi ama şimdi keder ve kuruntu bü­ tün benliğini çökertm iştir. İşte onun görünüşü budur. Oyuna herhangi bir şey kattığım ı, ya da herhangi b ir parçasını abarttığım ı sanmıyorum.» Serlo kız kardeşine baktı ve dedi ki — N asıl, dostumuzu sana iyi anlatm ışım değil mi? İşe iyi başladı. Bize daha çok oyunlar anlatacak ve bizi kandıracak. W ilh elm niyetinin kandırm ak değil inandırm ak olduğunu yem inlerle anlattı ve biraz daha sabretm e­ lerini istedi — Bütün düş gücünüzü kullanarak bu delikanlı­ nın, bu kral oğlunun yerine koyun kendinizi, dedi. Onun nasıl bir durum içinde bulunduğunu hiç aklı­ nızdan çıkarm ayın ve babasının hayalinin göründüğü­ nü öğrendiği andan başlayarak onu gözleyin. Sonra da babasının saygıdeğer hayali o korkunç gecede önünde ilerlediği vakit ona eşIik edin. Büyük bir kor­ kuya kapılacaktır o. Hayale seslenecek, hayalin ken­ disine işaret ettiğini görecek, hayali izleyecek ve ha­ yalin sözlerine kulak kabartacaktır. Babasının jm c asını suçlayan o korkunç sesi kulaklarında çın çın öter. Babası onu öç almaya da ite le r vc tekrar tekrar '

290

GOETHE «Beni unutm a!» der. Peki hayalet kaybolduktan sonra karşım ızda kim kalm ıştır? Ö ce susamış yiğ it b ir de­ likanlı mı? Yoksa tacını eline geçirene meydan oku­ maya itelenen doğuştan prens olan biri mi? Hayır. Herkes tarafından terk edilen ve kara kara düşünce­ lerle şaşkınlık altında ezilen birid ir bu. Etrafında gü­ lüm seyen canileri gördükçe içi kararan biri. Babası­ nı unutm ayacağına ant içer. Sonunda dudaklarından şu derin anlam lı sözler dökülür: «Zaman rayından çıktı. Vay bana, vaylar bana ki dünyaya onu rayına oturtm ak için geldim .» Ö yle sanıyorum ki, H am let'ln davranışlarının anahtnrı bu sözlerde saklıdır. Bence Shakespeare’in anlatm ak istediği şu: «Büyük bir iş o iş e yeteneği olmayan birine v erilm em elid ir.» Bana kalırsa H am let başlan başa bu düşünceye dayanıyor. Bu muhakkak. Küçük ç içe kler dikm eye elverişli bir saksıya bir meşe ağacı dikildiğini düşünün. M eş e kök salmaya başla­ dığı v ak it saksı kırılm az mı? Güzel, saf ve ahlaklı bir insan, yiğ itliğ e özgü maddi güçten yoksun olursa taşıdığı yükün altında ezilir. Onu ne atabilir ne de taşıyabilir. O görevi kut­ sal bir şey sayar, ama bu taşınacak cinsten bir şey değil. Ondan olanağı olmayan bir şey isten m iştir. Ama bu kendisi için olanaksızdır, başkaları İçin değil. O, işte bu yüzden, kıvranıyor, sağa el atıyor, sola el atıyor, üzülüyor, ilerliyo r, g eriliyor, boyuna varaca­ ğı hedefi düşünüyor. A m a sonunda hedefini de y iti­ riyor, üstelik huzura da kavuşamıyor

ROMANLARINDAN SEÇMELER

WILHELM M EISTER’İN YOLCULUK YILI A l i l (Wilhelm M eisters W aitderjalire, Oder die Entsagenden) GOETHE bu eğitim romanını Wilhelm M eister’ in Çıraklık Yılları’nın bir devamı ve sonu o ln n k üze­ re ilk 1798 yılında yazmayı tasarlam ıştır. Ama eser 1807 yılında Goethe’nin kafasında olgun bir hale ge­ lir. Ne var ki romanın işlenmesi çok uzun yıllar alır ve ancak 1821’dc yayınlanır. Ama bu da romanın bi­ rinci bölümüdür. Aynı yılda Rahip Pustkuchen (17931834)'in Goethe’nLn eserini küçümseyen bir yapıtı y a­ yınlanmışsa da Tieok Nişanlılar adlı öyküsünde, Immermann da M askaralık adlı yapıtında Pustkuchen'e karşı çıkarlar. Bunun üzerine Goethe 1825-1S29 yıl­ larında eserini yeniden gözden geçirir ve onun sa­ n a t değerini daha da artırır. K itap bu haliyle 1837’ de Goethe’nin ölümünden sonra, Eckermann tarafın ­ dan yayınlanır.

GOETHE

Wilhelm M eister’in Yolculuk Y ıllan tam bir eği­ tim romanıdır. Goethe daha önceki yıllarda yazdığı kimi öyküleri de bu rom anm içine sokuşturm uştur. B unlar romanm bütününe çok ince bir bağla bağ­ lanm ışsa da bir başlarına yine de bir güzellik ta şır­ lar. Bunlar arasında «İhanet Eden Kim?», «Elli Ya­ şındaki Adam», «Yeni Melusine» ve «Tehlikeli Konu» sayılabilir. İkinci kitabın üçüncü bölümünde yer alan «Elli Yaşındaki Adam» aldatıcı aşk üzerine ya­ zılmış ruhsal b ir incelemeye dayanır. Olgun bir erke­ ğe âşık olan bir kızla, içi geçmiş bir kadına tutulan bir gencin hikâyesi olan «Elli Yaşındaki Adam» bu iki genç kişi arasında başlayan gerçek bir aşkla sağ­ lıklı bir çözüm biçimine ulaşır. «Yeni Melusine» romanm kişilerinden Friedrich’ in anlattığı bir öyküdür. Üçüncü kitabın altıncı bö­ lümünde yer alan bu öykü de birtakım fan tastik öy­ küleri kendi başından geçmiş gibi anlatan Friedrich in karakterini koyar ortaya. Birinci kitabın sekizinci bölümündeki «İhanet Elden Kim?» öyküsü de iki kız kardeşe birden âşık olan ve bir türlü bunlardan birini seçemeyen bir pı­ sırığın ve kararsızın öyküsüdür. Üç kitaptan meydana gelen Wilhelm M eister’in Yolculuk Y ıllan’nda ihtiyar Goethe’nin bütün h ay at tecrübesi ve eğitim üzerine düşünceleri bulunm ak­ tadır. Bu, romanı oldukça ağırlaştırır ve bölük pör­ çük bir hale sokar. M anzaralar rom anda dekor ro ­ lünden öteye geçemez. Goethe’nin duyarlığı ile doğ­ rudan doğruya bir ilişki kuram az artık bunlar. Yal­ nız bu m anzaralar Goethe’nin ruhunda, yazarın son yıllarında dinsel bir kaygıyla araştırdığı doğanın

ROMANLARINDAN SEÇMELER

kutsal giziyle dönge kurarlar. Şu v ar ki bu m anza­ ralar, hay ata ve'güneşe açılan düzlüklere benzeyen öykülerde canlı birv nitelik kazanırlar. Bununla bir­ likte bütün eseri kaplayan bir düşünceden söz edile­ bilir: «Her insan Bütthk içinde yer almalıdır, insan ancak bu yolla evrensCİe\ılaşabilir.» Bu da Goethe’ nin bütün yazdıklarının ÎXr\özü gibidir.

WILHELM MEISTER'İN YOLCULUK YILLARI Konu: W ilh e lm M eis te r oğlu Felix'i e ğ itm e k am acıyle onun­ la birlikte bir yolculuğa çıkar. Yola çıkm adan önce Nathalie'ye bir çatının altında en çok üç gün kalacağı üzerine söz verm iştir. İlk, bir dülger ailesiyle karşılaşırlar. Joseph adındaki

dülger, eski ve harap bir kilisede oturuyordu.

Dünyaya gözlerini de burada açm ıştı. Kilise Ermiş Joseph'e adanm ış bir kiliseydi. Dülger Joseph de farkında olmadan Ermiş Joseph'in hayatını yaşıyordu. Dülger, M eryem adın­ da yoksul bir kızla evlenm iş ve kiliseyi onarm ıştı. Dülg er’in kurm uş olduğu aile ataerkil

bir

aile tipindeydl.

W ilh e lm M e is te r rom anın başkişisi değildir. O , ro ­ mana bir bütünlük veren b ir, bağ, b ir çeşit tan ıktır. Am a her zaman olayların tam

o rtalık yerinde bulunur ve ro ­

manda çeşitli insanların ileri sürdüğü eğitim sel ve to p lu m ­ sal görüşlerin bir yorum unu yapm aya çalışır. M on tan ile W ilh e lm arasındaki bir tartışm a bizi hemen konunun en

ı

GOETHE can alacak yeriyle karşı karşıya getirir. Yeni yetişen genç­ ler yeni bir çağı m uştulam aktadır. A nsiklopedik

kültürü

bir amaç olarak benim seyen çağ sona ermiş, uzm anlık ça ­ ğı başlam ıştır. A raştırıcılar artık bir nokta üzerinde d e­ rinleşm ekte ama bir yandan da parçayı bütüne bağlamayı unutm am aktadırlar. M ontan şöyle d e r : «Bir zanaat üze­ rinde ustalaşm ak kadar iyi bir şey yoktur. A m a bu zanaat, dar görüşlü bir insanın elinde zanaat olm aktan öteye g e­ çem ezken, üstün yetenekli birinin elinde sanata dönüşür. Usta bir insan bir iş ya p tı m ı, onu gereğince yapar. Baş­ ka bir deyişle usta adam yaptığı işte sağduyuylo y a p ıl­ mış şeyin b ir s.mgesini görür.» M ontan, Ç ıraklık Y ılları'ndaki Jarno'nun yeni bir kişiliğinden başkası değildir, ö lü m ­ süz olan, zorunlu olan ve bir de. yasalar G oethe'nin görü­ şünün üç tem el öğesidir. W ilh e lm M e is te r ile oğlu Felix'in karşılaştığı ikinci otuurkil aileyi ise bir amca yönotir. Am canın etrafında Leonardo, Julie ve Hersilie adında üç yeğeni vardır. Bun­ lar Ç ıraklık Yılları'ndaki Lothairo, Nathalie ve Kontos'in bi­ rer kopyası gibidir. A ileye yol gösteren düstur ş u d u r: «Yararlı olandan yola çıkarak ve doğruluktan ayrılm ayarak güzelliğe erişilir». İlk delikanlılık yıllarını yaşayan Felix'le Hersilie ara­ sında saf ve tem iz bir aşk başlam ıştır. Hersilie dağdaki kayalıklar arasında yetişm iş bir çiçeği andırm aktadır. Oysa romanın öteki bölüm lerinde ortaya çıkan o iyi kalpli M akarie'nin başka m eziyetleri de vardır. Doğal, insanüstü ve tanrısal bir yasa olan astronom ik m atem atiğe iyiden iyi­ ye bağlı olan M akarie, gezegenlerarası alanlarda yaşıyor gibidir. No var ki M akarie o üstün uyumun gizem ci sey­ rine kaptırm az kendini. Tersine, evrensel bir yücelik için­ de yaşayarak insanla ve yeryüzüyle ilgili her şeyi o üstün uyumla bağdaştırır. Am a romanın sonunda yazar, yeraltı zenginliklerini ve gizlerini keşfeden kişiyi M ak a rie'y e karşı çıkarır: Bu arada amca üçüncü çileden başka bir şey olm a­ yan toplum sal ilkeyi açığa v u r u r: Bir insanın dünyaya go-

ROMANLARINDAN SEÇMELER tirdiği çocuklar daha başka

kuşakların

m eydana çık m a ­

sına yol açar. Buna karşılık amcanın yeğeni Leonardo ku­ şakların yeni örgütlere ihtiyaç duyacağını ileri sürer ve dağdaki iplikçi ve dokum acılara uzak ülkelerden gelmiş pam uklar iletir. Leonardo küçük endüstrinin gelişm esi için her işçinin en iyi çalışm a koşulu içinde olmasına da bü­ yük bir önem

verir. N e var ki, m akinenin icadı bu huzur

içindeki endüstriyi allak bullak eder ve

ortaya bir göç soru­

nu çıkarır. İnsanlar daha üstün bir kültüre ulaşmak ve y e ­ niden çile doldurm ak zorunda kalm ışlardır. A ile ve yurt ideali yavaş yavaş yerini insanlık idealine bırakm aya baş­ lar. Am a bu yeni düşüncelere alışm ak için insanların bir «Eğitim

lli»nde eğitilm eleri gerekir. W ilh e lm

M eis te r de

işte oğlunu böyle bir eğitim ilinde bırakır. Ç ıraklık Yılları ile karşılaştırılacak

olursa bu eğitim

enstitüsü düşüncesinin yepyeni bir şey olduğu anlaşılır. Bu düşüncelerde yeni yüzyılın, özellikle de eğitim ci Pestalozzi'nin etkisi vardır elbet. G oethe ilkin bu düşüncelere karşı çıkm ışsa da sonradan bunları H o lw y l Okulunda u y­ gulayan Follenberg'in başarısı karşısında düşüncesini d e. ğiştirm iş vo bu yeni eğitim sistem ine dört elle sarılm ıştır. Yolculuk

Yılları'ndaki

«Eğitim

İli»

o

İsviçre

okulunun

G oethe tarafından yapılan bir yorum undan başkası değil­ dir. Bu okula göre çocuklar ilkin tarım işlerinde ç a lıştırıl­ m akta,

sonradan

yeteneklerine

uygun işlere ayrılm akta­

dırlar. Çocuklar uyum içinde çalışm aya alışm ak için işle­ rini yaparken hep birlikte şarkı da söylerler. Zam anla ken­ dilerindeki din duygusu da geliştirilir. Ne var ki, din ço ­ cuklara katı kurallarla öğretilm ez. Daha çok onlardaki din duygusunu yavaş yavaş ortaya çıkarm ak yoluyle yapılır bu. Bu dinin başlıca ilkesi çocukların çevresindeki b üyük­ lere saygı duym asıdır. Büyüdükçe acı çekm enin ve fed a ­ kârlığın zorunluğunu, yani kçndinden küçük insanlara da saygı gösterm ek gerekeceğini de öğrenirler. N ihayet d e­ likanlı oldukları vakit, toplu yaşama

ve çalışm aya

olan

sevgileri yüzünden kendilerine eşit olanlara da saygı gös­ term eyi başaracaklardır. Olgun adam

bu üç aşamayı da

GOETHE kendinde birleştiren b jr adam dır. Üç resim galerisi bu üç aşam ayı canlandırır. Üçüncü galeri «Ermişler Ermişi» a d ı­ nı taşır ve yılda bir gün açık durur. Buraya da ancak ha­ yata atılm ak üzere olan çocuklar girebilir. Bu üçüncü ga­ leri Isa'nın hayatına ait resim lerle doludur. Bu Hıristiyanca yorum böylece Faust'un son sahnesiyle de birleşmiş olur. G oethe.

bu yapıtınd a,

insan

bedeni

üzerinde derin

bir araştırm a yapılm asını da fine sürer. Romanın sonu da bu düşünceye göre ayarlanm ıştır. W ilh e lm M eis te r attan düşen oğlu Felix'i kurtararak bilgisini kuram halinden pra­ tik bir hale getirm iştir.

İK İN C İ KİTAP

BÖLÜM : I Üçler art arda göründüler ve yeni gelen adamı dostça karşıladılar. Üçler (bir ağızdan): — M adem oğlunuzu bize em anet ediyorsunuz, biz de yöntem lerim izi daha b ir açmak zorundayız si­ ze. Bir sürü dışla ilgili a yrın tıla r görmüş olsanız bile, bunlar, ilk bakışta ne olduklarım ortaya koymaz. Söy­ leyin bakalım hangi nokta üzerinde aydınlanm ak is­ tersiniz? — Yapm acıksız ama garip bir biçim de selam laşanlara rastladım . Bu selam ların anlam ını bilm ek is­ terd im . Sizde her halde bu dışla ilgili iş are tler birta­ kım iç hayata bağlı. İç hayat da dışa. Bana bu iliş ­ kinin ne biçim bir şey olduğunu anlatın. — Dünyaya tam bir sağlıkla gelen çocuklar yan­ larında çok şey getirm iş olurlar. Doğa onlara dün­ yaya geldikten sonraki yaşam larında gerekli her şe­ yi v erm iştir. Bizim görevim iz bunları g eliştirm ek tir.

ROMANLARINDAN SEÇMELER

N e var ki, çoğu zaman bunlar kendi kendilerine daha da İyi g elişirle r. Yalnız bu ö ze llik le r içinde bir tanesi vard ır ki onu çocuklar b eraberlerinde g etirm ezle r. Oysa sözcüğün en geniş anlam ıyle insanı insan yapan da budur. Bunun ne olduğunu anladınızsa, söyleyin lütfen. W ilh elm b ir an düşündü, sonra başını iki yana doğru salladı. Ü çler. W ilh e lm ’e yeteri kadar zaman bıraktıktan sonra : — Bu, saygının ta kendisidir, dediler, W ilh elm şaşırm ıştı. Ü çler sözlerini şöyle s ü rd ü rd ü le r: — Saygı. Kim sede yok bu. Belki sizde de yok. Siz burada üç türlü iş are t gördünüz. Biz üç türlü saygı öğretiyoruz. Bunlar bir bütünü oluşturm ak için yan yana g eldikleri v ak it güçlerinin ve e tkilerin in en yüksek noktasına erişm iş o lu rlar. İlk saygı h areketi, bizim yukarım ızda olana yön elm iştir. Bunun İçin kol­ lar göğüs üstünde kavuşturulur ve gözler sevinçle gökyüzüne ç ev rilir. Biz bunu çok küçük öğ rencilerim i­ ze öğretiyor ve onlardan gökyüzünde b ir Tanrı bu­ lunduğuna, bu T anrı’nın ana, baba ve öğretm enlerinde te c e lli ettiğ ine inanm alarını istiyoruz. İkinci saygı ha­ reketi bizden aşağı olanlara yön elm iştir. Bunun için e l­ le r arkada b irle ş tirilir, daha doğrusu ken etlen d irilir, gözler de gülüm sem e içinde yere çev rilir. Bu toprağa önem verilm esi ve ona sevgi İle bakılm ası anlamını taşır. Çünkü karnım ızı doyurma olanağını bize sağla­ yan top raktır. Bize sözle anlatılm az m utluluklar sağ­ layan odur. Am a sınırsız acılar veren de odur. İnsan b ile re k ya da bilm eyerek kendine bir zarar verirse, kasten ya da tesadüfen başkaları kendisini yaralarsa ya da bilinm edik bir güç insanoğlunu acıya bo­ ğarsa, bunun üzerinde iyice durmak g erekir: Bunlar insanın bütün ömrü boyunca karşılaştığı teh lik e ler-

GOETHE dir. A m a öğrencilerim izin dersin bu kesim inden ye­ terince yararlandıklarını anlar anlamaz onları bu du­ rumdan büyük bir tezlikle uzaklaştırırız. Onları yü­ rekli olm aya, arkadaşlarına yaklaşm aya ve arkadaş­ larını kendilerine örnek alm aya iteleriz. A rtık onlar dim dik, sarsılm az ve pervasızdırlar. Bencilcesine ken­ di içlerin e kapanmış da değ illerdir. A rkadaşlarıyle el ele verd iklerin de bütün dünyaya meydan okuyabi­ leceklerd ir. İşte bizim bütün söyleyebileceğim iz bu kadar. — Çok iyi anladım , dedi W ilh elm . İnsanlar sade­ ce kötülükten ve dedikodudan hoşlandıkları için acık­ lı b ir duruma sürüklenm işler. Bu kötü alışkanlıklara kendilerini kaptıranlar kısa zamanda Tanrı'yı unutup insanları hor görm eye, onlara kin beslem eye baş­ larlar. ö vazgeçilm ez, o herşeyin tem elin d e olması gereken özsaygısını ise gurur ve hırs yolunda y iti­ rirler. W ilh elm sözlerini şöyle sürdürdü: — Bunlar bir yana, sizden bir noktaya karşı çık­ mama izin verm enizi rica ederim . İlkel ulusların o kocaman doğa olayları ile gizem li ve açıklanması ola­ naksız daha başka o laylar karşısında duydukları kor­ kuya acaba, her zaman için, daha yüksek bir duygu ile daha saf bir anlayışı doğuran bir tohum gözüyle bakılam az mı? Ü çler buna şu karşılığı verdi — Korku doğaya uygun bir yerdir, ama saygı öy­ le değil. İnsanlar bilm ed ikleri bir varlıktan korktuk­ ları gibi güçlü kuvvetli varlıklardan da korkarlar. Güç­ lü olan, korktukları şeyle savaşm aya, güçsüz olan ise ondan kaçmaya bakar. Am a ikisinin de amacı kurtul­ m aktır. İkisi de korktukları şeyi bir süre için kendi­ lerinden uzak tu ttu kla rı, özgürlüklerine ve bağımsız-

ROMANıARINDAN SEÇMELER

tıklarına, bir ölçüde yeniden kavuştukları vakit ken­ dilerini mutlu sayarlar. İlkel insan, bu davranışı, ha­ yatı boyunca m ilyonlarca defa yin eler. Korku onu özgürlüğe ite le r, özgürlük de korkunun içine yuvarlar. Böylece bir arpa boyu yol alm am ış olur. Korkmak ko­ laydır ama insanı tedirgin eder. Saygı gösterm ek zor­ dur ama insanı huzura kavuşturur. İnsan saygılı ol­ maya isteksiz olarak boyun eğer, daha doğrusu, hiç boyun eğm ez. Bu insanın tabiatında bulunması g ere­ ken üstün bir duygudur. Bu yalnız, öteden beri erm iş ya da Tanrı sayılan o çok değişik varlıklarda kendi, kendine gelişeb ilir. Özsaygı gücünü buradan alır. Sa­ yısı sadece üç olan ve birbirlerinden tap tıkları varlık yüzünden ayrılan bütün o gerçek dinlerin tem elin d e de o vardır. Üç adam susmuştu. VVilhelm de bir süre, düşün­ ceye dalarak ağzını açmadı. Am a kendini bu garip sözlerin anlamını yorum layacak durumda görm ediği için bu saygıdeğer insanlardan sözlerini sürdürm ele­ rini istedi. Onlar da, vakit kaybetm eden bunu y a p tı­ lar : — Korkuya dayanan hiçbir dine önem verm eyiz biz. İçinde taşıdığı saygı duygusu nedeniyle insanoğ­ lu başkalarına saygı g österir ve onlardan saygı gö­ rür. Böylece kendi kendisiyle çatışm am ış olur. Bizim yukarım ızda olana beslenen saygıya dayanan dine biz etn ik din adını veririz. Bu, ulusların dinidir ve zavallı b ir korkudan kurtulm anın ilk mutlu b elirtisid ir. Adı ne olursa olsun bütün payen dinler bu tür içine girer. Bize eşit olanlara saygıya dayanan ikinci dine felse­ fe dini adını veriyoruz. Çünkü orta tabakada y er alan filo zo f yüksektekileri de, aşağıdakileri de kendi ala­ nına indirger. Bilge adına da bu görevinden ötürü eri­ şir. Kendisine eşit insanlarla ve giderek, bütün in­

299

300

GOETHE

sanlarla kurduğu İlişk ile rin ve zorunlu olarak ya da tesadüfen etrafında y e r alan bütün o yeryüzü nesne­ le riy le kendi arasındaki bağın özünü anlamaya y e te ­ nekli olan filo zo f, sadece o, kozm ik anlam da, gerçek­ te yasar. G eriye bizden aşağıdakilere saygıya daya­ nan üçüncü din kalıyor. Buna da H ıris tiya n lık adını veriyoruz. Çünkü bu anlayış özellikle bu dinde orta­ ya çıkar. Bu din İnsanların varabileceği ve varm ası gereken e n yüksek noktadır. Ne var ki, yeryüzünü ayak­ ları altında çinnem ek bir gökvüzü yurduna özlem dııvm ak da dooru d eğ ildir. Yoksulluğu ve düşkün­ lüğü, alavı ve küçüm sem eyi, rezilliği ve s efale ti, acı­ yı ve ölümü ve dalıası suçu ve günahı da engel sav­ m am ak, onlara kutlulaştırm a aracı gözüyle bakmak gerekir. Doğrusunu isterseniz, bu dinin izlerin e bütün ta rih boyunca rastlanır. Am a iz dem ek amaç dem ek d eğ ild ir. Bir kez amaca varıldı mı, bir daha geriye dönülm ez. Bu şu d em ektir ki, H ıris tiya n lık ortaya çıktıktan sonra, artık bir daha ortadan kalkam az. Tan­ rısal bir n itelik kazandığı için de yok edilem ez. W il­ helm : — Peki siz bu d inlerden hangisine bağlısınız? d i­ ye sordu. Ü çler de : — Üçüne birden, karşılığını v erd i. Çünkü gerçek din, üçünün birleşm esinden doğar. En üstün saygı, insanın kendisine olan saygısı bu üç saygıdan oluşur. Bu üç saygı da insanın kendisine olan saygısından meydana gelir. Böylece insanoğlu erişeb ileceğ i en yüksek noktaya erişm iş olur ve kendini Tanrı ile do­ ğanın yarattığı en yüksek varlık sayar. Bu yüksek nok­ tada da, bencilliğin ve kendini beğenm işliğin etkisiy­ le yeniden bayağılığa düşm eksizin, yaşam ını sürdürebi­ lir.

ROMANLARINDAN SEÇMELER Bu biçim de gelişen bir inanç beni hiçbir bi­ çim de şaşırtm ıyor. Dahası, yaşam ım ız hoyunca şurdan burdan edindiğim iz bilg ilere çok uygun düşüyor. Şu ayrım la ki, başkalarını ayıran şey, sizi birleştirm iş oluyor. Ü ç le r : — Dünyanın büyük bir parçası bu inancı yürütü­ yor. Am a kim se bu işin farkında değil, diye karşılık v erd iler. W ilh elm de : — N erede ve kimin tarafından uygulanıyor? diye sordu. Ü çler : — Bu onların İçlerinde uygulanm aktadır, diye h aykırdılar yüksek sesle. Çünkü bunlardan biri etnik­ tir ve bütün uluslara uym aktadır. İkincisi H ıristiyanîa ir ve acıyla savaşanlara ve bu yolda zafer kazanan­ lara seslenir. Üçüncüsü ise erm işlerin ruhsal yaşan­ tıların ı ö ğretir. Yani en üstün, en bilge insanların ya­ şantısını. Kanış ve tanrı esinini doğuran sem boller ve adlar altında bu üç tanrısal kişinin de en yüksek b irlik sayılm ası gerekm ez mi? Benim gibi bu üç öğretinin yabancısı olmayan, yaşını başını alm ış birine bütün bunları büyük bir açık­ lık ve m antık içinde anlatm ış olduğunuz için size teşekkü r ederim . Bu yüksek anlamlı ilkeleri çocukla­ rın kafasına sokabilm ek için onları çocuklara ilkin duygu olarak aşıladığınızı, sonra da kimi sem bollerle anlattığınızı düşününce sizi gönülden destekliyorum . — İyi bildiniz. A m a oğlunuzun g üvenilir ellerd e bulunduğuna iyice inanm anız için size kimi şeyler daha anlatm am ız gerek. Am a bunu da yarın sabah ya­ parız. Şimdi siz dinlenip yorgunluk alın. Böylece yarın sabah erkenden bizim le tapınağa geldiğiniz zaman daha olgunlaşm ış olursunuz. Bir eksiğiniz de kalmaz:

RUII YAKINLIKLARI (Die W ahlvervvandtscliafteil) GOETHE bu romanını 1807 yılında bir öykü olarak düşünmüş ve onu Wilhelm M eister’in Yolcu­ luk Yılları’nda kullanmayı tasarlam ıştır. Ama 1808 nisanında onu ayrı bir roman olarak yazm aya başla­ mış ve 1800 ekiminde bitirm iştir. Aynı yılın aralık ayında da yayınlanan Rulı Yakınlıkları adını F.S.T. Gehler’in Fizik Sözlüğü (Physikalisches W örter­ buch)’nden alır. Sözlükte İsveçli bilgin Torbern Bergm aıı’ın daha önce kullandığı bir form ül (Latincesi: attractio electiva duplex) ver alm ıştır ki bu formül kim yasal bir olayı dile getirm ektedir. Bu kimyasal olaya göre, birbiriyle birleşmiş iki cisim, belli birtakım özellikleri olan iki ayrı cisünle k a r­ şı karşıya geldikleri vakit birbirinden ayrılıp bu yeni cisimlerle birleşirler. Goethe’ııin romanı insan duyguları dünyasında da aynı olaym yinelendiğini anlatm ak hedefini güder. Fizik dünyayı etkileyen

ROMANLARINDAN SEÇMELER

mıknatıslı bir gücün insan ruhlarını da etkilediğini gösterm ek ister Goethc. Ne v ar ki, ta b iat birbirleriyle bağdaşan yasaların bir uyumundan m eydana gelse de, insan ruhu evreninde duyguların yanı sıra bir de ahlâk kuralları vardır. Ve bunlar duygular k a­ d ar güçlüdiir. D uygularla ahlak kuralları arasında bir çatışm a belirdiği vakit de buna öyle kolay ko­ lay bir çözüm bulunamaz. Goethe’nin bu düşüncesi çok eleştirilm iştir. Yüz yıldan beri Goethe’nin evliliği savunduğu mu, yok­ sa onu yere mi çalmak istediği anlaşılmış değildir. Tanınmış bilginlerden Walzel, eserin Goethe çağı­ nın ahlâk anlayışına taban tabana k arşıt olduğunu söylemiştir. Ama Goethe’nin de kendisine karşı çı­ kanlara verdiği karşılıklar vardır. Goethe, tez ileri sürm ek ve çözüm biçimleri gösterm ek işinin ozanın, işi olmadığını belirtm iştir. Ozan, iki çözüm biçimin­ den aynı derecede uzakta d u rarak hayatın hesaba gelmeyen gerçeğini yansıtır. Doğrusu şu ki, roman, toz demek değildir. Goethe Incil'deki t «Bir kadına arzu ile bakan onunla zina işlemiştir» sözünü hiç gözden yitirmeden romanını yazdığını söylemişse de bunu tez saymak doğru değildir. Bu, olsa olsa Goeth e’yi esinlemiştir. llııh Yakınlıkları ruhları b ir alev gibi yakan o «sevmek ve acı çekmek»le yoğrulmuş tatlı ve hü­ zünlü bir şiiri dile getirir. Romanın sonu tam Hırrstiyanca bir anlayışla son bulsa da Goethe yine de bu H ıristiyanca öyküden şiir olanı kurtarm asını bi­ lir. Goethe’nin hemen hemen hiçbir eseri Kulı Yakuılıkları kadar duygu ve renk bakımından zengin değildir. O ttilie’nin kendisi şiir mucizesinden başka­ sı değildir. Goethe onu sadece gözlerinin önünde canlandırmamış, ona bir de aşık olm uştur. Romanın

GOETHE

bütün üslubu yaşanm ış ve acı çekilmiş b ir yaşamın üslubunu oluşturur. XVIII. yüzyıldan m iras kalan güzellik anlayışıyle Goethe’nin uyumlu dalgaları andıran düzyazısı, yeni, ta tlı ve ince bir duyarlıkla tazelenmiş olarak bu üslubu süsler. Goethe bu ro­ manından söz ederken herkesin onun karşısında, k a ­ panm ası olanaksız bir y ara alabileceğini ve iyileş­ m ekten korkan bir ruh haline bürünebileceğim söy­ ler. Bu sözlerin gerçekle ilgisi ne olursa olsun, doğ­ rusu Goethe düzyazıyı hiçbir vakit bu k ad ar u sta ­ ca kullanm am ıştır. Goethe’nin deyişiyle bu rom an­ daki «sözcükler insanın etine saplanm aktadır». Romamn, başarısını sağlayan da bu üslup olm uştur. Stendhal’den Fogazzaro’ya, Thomas Mann’dan Rilke’ ye kadar bütün büyük yazarlar R uh Yakınlıkları’ nın büyük bir eser olduğunda birleşirler. RUH YAKINLIKLARI

Ko n u :

Ruh Y akın lıkları duygu ile ahlakın bir çatışm asıdır. Rpmanda bir yanda evlilik bağının kutsallığı, bir yanda tutkuların gücü yer alm aktadır. Yüzbaşı ile O ttilie'nin şato­ ya gelm esinden sonra kamçılanan bu tutkular şato sahibi kocanın

(E d uard )

O ttilie 'y e .

karısının

(C h a rlo tte ) da

Yüzbaşıya tutulm asıyla çapraşık bir hal alır. Am a yavaş yavaş iki çift gerçeği unutm uş olduklarını anlarlar ve ken­ di durumları üzerinde düşünm eye başlarlar. Aşk ile ödev arasındaki bu çatışm ada

hiçbir

kurtuluş belirtisi yoktur.

Charlotte ile Eduard iç bakım ından birbirlerinden kopm uş­ lardır. A m a bir gün yine de, istem eye istem eye birbirle­ rinin kollarına atılırlar. Ne var ki, tabiat bu karışık anlamlı aşk gecesinden

öcünü a la c a k tır: Doğan

çocuğun

yüzü

Yüzbaşının yüzüne, gözleri de O ttilie'nin gözlerine benze­ yecektir. O te yandan O ttilie kendiliğinden doğru yoldan çıka­ cak yaradılıştı) değildir. Bütün davranışları kendi gücünün

ROMANLARINDAN SEÇMELER

G O ETHE

üstündeki

bir

büyük

güç

tarafından

olan aşkı da aynı seyri izler.

yönetilir.

Eduard'a

Kendi iradesinin dışında

olan bir şeydir bu. O ttilie. nefes alır, sesleri işitir, eşya­ ları görür gibi sever. Eduard yakınında, ya da uzaklarda bulunsun, kendi tabiatının itkilerine uysun ya da uym a­ sın, bunların hiç biri O ttilio'nin sevgisini etkilem ez. Dahası, Eduard. kendisiyle kavga edip de savaşa gitm eye kalk­ tığı

vakit

bilo

O ttilie

günahsızlık

duygusunun

yönettiği

bir aydınlık ve uyum içinde yaşam aktan bir an için bile ayrılm az. Am a ölümlo sonuçlanan bir kaza, O ttilie ’nin ah­ lak anlayışını sarsar. Bu kaza, Eduard ile Charlotte'un o bir gecelik kaçak aşkları sonunda dünyaya gelen çocu­ ğunu hedef tutm uştur. Eduard uzun bir ayrılıktan sonra O ttilie'nin nirlenen

karşısına

dikilince, aralarındaki tartışm aya

O ttilie, bakm ayı

üstüne

aldığı

çocukla

si­

birlikte

bir kayığa biner ve golü geçerek evine gitm ek ister. Am a o kadar öfkeli ve telâ ş lıd ır ki dengesini y itirir ve kuca­ ğındaki çocuğun göle düşüp boğulmasına yol açar. Ç o­ cuğun gölden çıkarılm asından sonra O ttilie T an rı'ya no kadar yalvarırsa yalvarsın, çocuk bir daha hayata dönm ez. Ölümü çocuğun annesine unlatan O ttilie olur. Charlottc'a aynen şunları s ö y le r: «Yolum dan ç ık m ış tım , kendi yasa­ larımı uygulam ıyordum , daha doğrusu yasalarım ın ne ol­ duğunu bile bilm iyordum . A m a şimdi T an rı, korkunç bir biçim de beni uyardı. Şuna kesin olarak kararlıyım Hiç bir va k it Eduard'ın olm ayacağım ». O ttilie daha sonraki günlerde öğrenimini tam am lam ak üzere okula gitm eye karar verir. Yola çıkar, ama araba bir handa mola verdiği vakit orada kendisinden önce gelip yolunu kesen E d ıu rd 'la karşılaşır. Eduard, O ttilie'ye ken­ disinin dc haklı

olduğunu, hiçbir

türlü kaçışın yarar ver­

m eyeceğini çünkü insanların kendilerinden kaçam ayacağını kaoul e ttin r. İnsanlar ancak iç dünyalarını dış dünyadan ayırabilirler ama yine de o dış dünyada bir makino davranışıyle yaşam aktan kurtulam azlar. Bunun üzerine şatoda o eski hayatın silik bir kopyası sürdürülm eye başlar. O ttilie ev işlerinde C h arlotte’s yar­

306

GOETHE dımcı

olur. V e

Yüzbaşı

ila

s a vaşa gid ip

bi rl ık ıo

g e ld ik te n

ba h ç e d e k i

sonr a a lb ay olan

ç iç e k le re

bakar.

Eduard

lla v ta ç a M ığ ı v a k itle r d e on a p iy a n o ile eşlik ed er. A m a İnç bir k o n u ş m a y a ka tı lm a z ve ke ndi iradesini g e re k tir e n hiçbir

iş y a p m a z . Y a v a ş y a v a ş so fr ay a o t u r m a k t a n da k a ­

ç ın ır ve y iy ece ğ in i

iyico kısar. K endini y a v a ş y a v a ş ö l ü ­

m ü n eline t e rk e t m iş tir ar tı k . On u n için h a y a t artı k y a vaş yava ş m a d d e yanını y it ir m e k t e ve ışık gibi m a d d e y e d a ­ y a n m a y a n bir va rlık k a z a n m a k t a d ı r . Edu ard ile Ü llılıu için a,tık

k o n u ş m a k , birbirine b a k m a k gere kli değildir. Onlar için

gerekli

oLn

bir arad a

o lm a k ,

bir

bü tü n

te şkil

e t m e k tir ,

l'.u tur çeşit evlilik r u h u d u r ki insanı sarhoş ed en d u y g u l.ıidaiı p a y alı n m a y a n bir a t m o s f e r d e gelişir. D ü n y a ötes i b.r

ıııu ıluluijurı

gu su

da

da ha

yaklaşm akla

ya nsıs ın ı

an dır an

ş im d id e n

bu

iyid en iyiye ke ndini

ile bakıla bilir

k a p tır m ış

eşiğin e d a yan ır .

duy­ Dun a

koşup

ge le n

v e ru k o n

g o ıu f .

L d u a rJ

s ö yle m es i için y a lv a r ır

şa to

Bu a t m o s fe r e

olan O lt ıl ıe ,

Orta h iz m et çisi

çığ lı ğına

ya şam asını

so ğ u m a

k a p la m ış t ır .

oları ve ruhları k e n d in d e n geçiren olum u d o ğ ­

ru tatlı b.r ilerle me gö zü y le m ün

ha y a t ta n

a t m o s fe r i

ha lkı,

ay akların a

s o nu nda

ölü­

N a n n y ’nin u m u t s u z »

O tb lie yi kapanır

son ve

bir

ne lesi ni şeyler

O tt il ıe 'n in son sözleri E J u a rd 'd a n

sü rd ü r m e y i is t e m e k

olur.

Ott il ıe 'n in ö z l e m i n e k a tla n a m a y a n Edu ard ise bir süre sonra olur. R om an şu sözlerle son bıılur

«İki sevgili ni­

ha y e t yan ya na u z a n m ış y a tıy o r. Onların o sons uzluğ a a ç ıl ­ m ış ba rın a ğ ın d a huzur bul um

sü rm e k te d ir

Dır ga ıı y e n i ­

den diril,p de birb irlerinin bu k a d ar y a k ın ı n d a öl dük le rim gö rd ükleri vakit kim bilir ne kada r m utl u o l j c a k t ı r bu ıkı ücvçj.lı;>.

ROMANLARINDAN SEÇMELER

İK İN C İ BÖLÜM

DİLİM : V OTTİLİE’NİN GÜNLÜĞÜNDEN D Ü N Y A D A herkes ne olmak istediğiyle ölçülür. Am a insanın bir şeyler olmayı da istem esi gerek. Can sıkıcı insanlara ne olduğu bilinm eyenlerden daha çok katlanılır. Topluma her şey kabul e ttirile b ilir, sadece sürüp giden şeyler kabul e ttirilem e z. İnsanları ancak ayağımıza g eldikleri vakit tan ı­ mam ız yetm ez, ne olduklarını iyice anlamak için on­ ların ayağına g itm eliyiz. Bize konuk gelen kişilerin birçok yanlarını eleş­ tirm em izi ve yanımızdan a yrılır ayrılm az onları daha az hoşgörüyle değerlendirm em izi az çok doğal bulu­ yorum . Çımt-'i^iıerkese kendi gözümüzle bakmaya hak­ kım ız vardır Sanırım . Bilge ve haktanır kişiler, bu gibi hallerde, amansız bir kınamaya pek yanaşm azlar. Buna karşılık başkalarına konuk olarak gidip de

307

goethe

onların eır halleri ve alışkanlıklar, içinde, önleyem e­ dikleri b ir durumun doyurduğu zorunluklpra nas. kat­ landıklarm , onların karşısında nasıl davrandıkların S S vakit, birçok bakım lardan bize kusurlu görünen kişileri gülünç saymamız da akıldan nivetten yoksun olm am ızı g erektirir. Kadınlarla ilişki kurmak göreneğin

iv

istediği b ir

^ i n s a n ı n özünü ortaya koyan karakteri davranış bilnişiyle nasıl bağdaşabilir? İnsanın « ü n d e olan şey davranış bilgisiyle adam akıllı göze batar Herkes nem li olanı İster, ama bunun kendisini tedirgin e.m e" '" “

k e k in ig ö z le r in d e gözlüklerle b it tad ın ın oda-

r;k bscnlibcnimky her z»mnn için

üoımaya duyaniri

^

yfea Drado

îSEssaSSKSSSS

2 :S 2 & -;r,:s ni? Ö7gür

o l m a d a n kendim özgür sanan insan kadar Öztgür tutsak değildir

ROMANLARINDAN SEÇMELER Bir başkasının m eziyetlerin e karşı aşktan başka kurtuluş yolu yoktur. İnsan, oda hizm etçisinin gözünde yiğ it değildir, d erler. Bu. şu bakımdan doğrudur ki. yiğ itleri sadece y iğ itler tanır. Oda h izm etçileri, anlaşılan, kendi ben­ zerlerini değerlendirm esini b ilirler ancak. Büyük adam lar ancak küçükleriyle yüzyıllarının adam ıdırlar. İnsanlar

çokluk

olduklarından

daha tehlikeli

sa-

nılır. B ilgeler de d elile r de saldırgan değildir Am a yarı-b ilg elerle, yarı-kaçıklar çok te h lik e lid ir. İnsan dünyadan sanat aracılığıyle yakasını kur­ tarır. Am a dünyaya bağlanması da sanatla olur. En çok mutlu olduğumuz anda da. en çok kederli olduğumuz anda da sanatçıya gerek duyarız. Sanat güç ve iyi olanla uğraşır. Güç işlerin kolaylıkla yapıldığını görm ek, bizi olanaksız olanı tanım aya götürür. Am aca yaklaşıldıkça güçlükler çoğalır. Tohum ekm ek, ekini biçmek kadar zor değildir.

İKİNCİ BÖLÜM D İL İM : X III

BİRBİRLERİNE adam akıllı ama bir süre birlikte yaşayan lıyorlar. Bundan güvenilir bir dan. herhalde yeniden aynı

yabancı ve ilgisiz olan iki kişi b irbirlerine açı­ yakınlık doğuyor. Bun­ çatı altında yaşayan ve

309

310

ÜOKT11E birbirlerinden bir gün, bir saat ayrılm ayan iki dostu­ muzun birbirlerinden hiçbir şey saklam ayacaklarını b eklem ek gerekir. İki dostumuz eski günlerdeki du­ rum larını tekrar tekrar hatırlad ılar ve Albay, Charlotte" un, yolculuktan döndükten sonra O ttilie 'y i Eduard’a bırakm ayı, ve ondan sonraki günlerde Edııard ile Charlo tte ’u birleştirm eyi düşündüğünü saklam adı. Bu ha­ bere çok memnun olan ve hatta onunla kendinden geçen Edııard ise, her türlü sınırı aşarak C harlotte ile Albayın karşılıklı m eyillerinden söz e tti. C har­ lotte Albayın gözüne hoş ve alım lı geldiği için, Eduard onu iyice allayıp pulladı. Albay ne inkâr edecek, ne de her şeyi ortaya dökecek bi'r durumdaydı. Am a Eduard onun düşün­ celerini p ekiştirm ekten ve güçlendirınektcn bir an geri kalm adı. Ona göre her şey yalnız olağan değil, aynı zamanda olmuş bitm iş gibi görünüyordu. H er şe­ yi kendi isteklerine göre kararlaştırm aktan başka ya­ pacakları bir iş yoktu. Eduard C harlotte'tan boşana­ caktı? Boşanmayı evlilik izleyecek ve sonunda Eduard O ttilie ile yolculuğa çıkacaktı. İnsanın hayalinde yer alan hoş şeylerden hiçbir ihtim al, yeni sağlanan b irleşm elerin in tadını yepyeni bir m em lekette çıkarm ayı umut eden ve nelerle kar­ şılaşırlarsa karşılaşsınlar anlaşm alarını bozmayacak­ larına söz veren iki sevgilinin, iki genç kocanın tasar­ ladıkları kadar m em nunluk verici değildi. Bu arada, Albayla C harlotte şato, para ve elde edilm eye değer öteki maddî tesisatlarla İlgili her şeyi düzenlem ede ve herkesi memnun edecek bir üleştirm e yapmada tam yetki sahibi olacaklardı. A m a Eduard’ın en elve­ rişli bulduğu ve en çok bel bağladığı şey, çocuğun annesinin yanında kalacak olm asıydı. A lbay onu kendi kafasına göre yetiştirecek, yönetecek, yeteneklerini

R( İMANLARINDAN SEÇMELER g eliştire ce k ti. V aftiz sırasında çocuğa kendi ortak adları olan O tto adını verm iş olm aları çok anlam lıydı. Bunlar Eduard’ın kafasında öylesine olgunlaşm ış­ tı kİ, bunları gerçekleştirm ek için bir gün daha bek­ lem ek istem edi. İkisi birden şatonun yolunu tu ttu lar ve Eduard’ın bir evi bulunan bir kasabaya geldiler. Eduard, Albayın dönüşünü bu evde b ekleyecekti. Ama duygularına egemen olmak ve attan aşağı inm ek gü­ cünü kendinde bulamadığı için arkadaşına kasabadan geçerken de eşlik e tli. İkisi de at üzerindoydiler ve önemli bir konuşmaya d alm ışlardı. Böylece ikisi de yolu sürdürdü. Birden uzaklarda tepenin üstündeki yeni evi fark e ttile r. Kırmızı k irem itlerin parıldadığını ilk kez görüyorlardı. Eduard karşı konmaz bir isteğe kapıldı o anda. H er şey hemen bu akşam yoluna konulm alıydı. Eduard dolaylardaki bir köyde saklanacaktı. A lbay ko­ nuyu C h arlotte'a tepeden inme açacak ve onun çok­ ça düşünm esine engel olacaktı. Bu beklenm edik öne­ ri C h a rlo tte ’un duygusuna özgürce ortaya koymasını engelleyecekti. Çünkü kendi arzularını onunmuş gibi gösteren Eduard bu apaçık d ilekleri ondan ünce dile g etirdiğine ve C harlotte'un buna hem encecik evet diyeceğine inanıyordu. Çünkü kendisinin bundan baş ka bir isteği yoktu. N eşe içindeydi. Bu mutlu sonuca daha şimdiden olmuş bitm iş gözüyle bakıyordu. Kısa zamanda haber alabilm ek için tetik te b ekleyecekti. Albay da birkaç el ateş edecekti. Eğer gece bastırm ış ise havaî fişek atacaklardı. A lbay, atla şatoya doğru yollandı. Am a orada C harlotte'u bulam adı. Bugünlerde C harlotte'un yem evde oturduğunu, bugün de bir komşusunu yoklamaya

312

GOETHE gittiğini ve herhalde eve pek erken dönem eyeceğini öğrendi. Bunun üzerine atını bırakm ış olduğu hana döndii. Bu sırada, karşı konulmaz bir sabırsızlığın e tk i­ siyle Eduard gizlendiği yerden çıkm ış ve sadece ba­ lıkçı ve avcıların bildiği, in cin top atan patikalardan geçerek şatonun korusuna g elm işti. İkindi vakti gölün kıyısındaki ağaçların altındaydı. Gölün, bütünlüğü ve berraklığı ile ilk kez farkına varıyordu. Öğleden sonra Onilie göle doğru bir geziye çık­ m ıştı. Çocuğu da yanına alm ıştı ve alışkanlığı üzere hem yürüyor, hem de okuyordu. Büyleco gölün öteki tarafına geçildiği yerdeki m eşelerin yanına kadar gel­ m işti. Çocuk uyumuştu. Onu toprağın üzerine bırak­ t ı , kendi de yanma oturarak kitabını okumayı sürdür­ dü. Kitap duygulu insanları kendine bağlayacak ve tutsak edecek kitaplardan biriydi. O ttilie de zamanı, saati unutmuş ve -Y e n i ev»e koradan dönmek için uzun bir yolu olduğunu aklından çıkarm ıştı. Yerde, kitabına gömülmüş, hiç kıpırdam adan oturuyordu. O kadar sevim li bir hali vardı ki, çevresindeki ağaçlar canlı olsaydı onu hayran hayran seyreder ve büyük hazlar alırdı. Tam bu sırada, batan güneşin bir ışını onu arkasından yakalam ış ve yanaklarıyla omuzlarını kızıla boyam ıştı. O ana kadar kendini kim seye gösterm eden uzun bir yol almış olan ve koru ile dolaylarında kim seye rastlam ayan Eduard, daha ileriye gitm eyi göze alm ıştı. Sonunda m eşeliğin civarındaki ağaçları da geçince Otlilie 'y i gördü. O ttilie de onu gördü. Eduard ona doğru uçtu. Şimdi ayaklarının dibindeydi. Eduard uzun bir süre konuşmadan durdu. Bu sırada ikisi de kendile­ rine gelm eye çalışm ışlardı. En sonu, birkaç sözle

ROMANLARINDAN SEÇMELER Eduard buraya kadar niçin ve nasıl geldiğini anlattı. Albayı C lıa rlo tte ’a gönderm işti. Belki şu anda ortak alınyazıları için bir karar alınıyordu. Eduard, O ttilie ’ nin sevgisinden hiç mi hiç kuşkulanm am ıştı. Herhalde O ttilie de kendi sevgisinden hiç kuşkulanm am ış ola­ caktı. Eduard isteğine evet dem esi için kıza yalvardı. Kız duraksıyordu. Eduard yeniden yalvardı. Eski hak­ larını öne sürüyor ve O ttilie yi kolları arasında sık­ mak istiyordu. Kız ona çocuğu gösterdi. Eduard çocuğu görünce şaşırdı. «Aman A llahım !» dedi, «Eğer karımdan ve dostumdan kuşkulanmış ol­ saydım , bu çocuğun yüzü onları suçlamaya y eterd i. Şu çizgilere bak, bunlar Albayın yüz çizgileri değil mi? Doğrusu, ben böyle benzeyiş görmedim.» O ttilie : «Ne m ünasebet!» dedi. «Herkes onun ba­ na benzediğini söylüyor.» Eduard «Olur mu böyle şey?» diye karşıladı. Tam bu sırada çocuk gözlerini açtı. İri, siyah, derin ve sevim li gözlerdi bunlar Ço­ cukcağız daha şimdiden dünyaya büyük bir anlayışla bakıyordu. Önüne dikilm iş olan bu iki kişiyi tanımış bir hali vardı. Eduard çocuğun üzerine eğildi ve sonra O ttilıe ’nin önünde iki kez diz çöktü. «Bu sensin!» diye bağırdı. «Bgnlar senin gözlerin. Ah, bırak yalnız senin gözlerine bakayım. Bu çocuğun dünyaya gelm esine yol açan o uğursuz saatin üzerine bırak bir örtü ör­ teyim . Zam anla birb irlerine yabancılaşan bir erkekle bir kadının, sarılıp kucaklaştıkları vakit, o ateşli is­ tek leriyle meşru bir bağa saygısızlık edebileceklerini öne sürerek senin tem iz ruhunu bulandırmaya hakkım var mı? Evet madem artık bp noktaya geldik, madem C h a rlo tte ’la olan evliliğin sona erecek, madem sen benim karım olacaksın, bunu sana niye söylem eye­ yim? Ne diye bu çocuğun ikili bir eş aldatmacadan geldiği sözünü, o amansız sözü ağzıma almayayım ?

314

GOETHE Bu çocuk karım la beni birbirim ize yaklaştıracağı y e r­ de beni karım dan, karım ı da benden uzaklaştırıyor. Varsın tanı kliğiyle beni suçlasın. Varsın bu güzelim gözler, bir başkasının kucağında, senin gözlerine ‘ Ben şen ind im ,’ desin. O ttilie biliyor musun, iyice biliyor musun ki ben bu suçun bu kabahatin karşılığını an­ cak senin kollarında ödeyebilirim ?» Eduard birden ayağa fırlayarak «Dinle!» diye ba­ ğırdı. Albayın kendine haber verm ek için bir el ateş ettiğini duyar gibi olm uştu. G erçekte, civardaki or­ manda avlanan bir avcıydı bu. Am a başka bir tüfek sesi işitilm ed i. Eduard sabırsızlanıyordu. işte o zaman, sadece O ttilie güneşin dağların arkasında battığını gördü. Son bir kez üst kat pence­ relerini p arlatm ıştı. «Eduard, git artık.» diye bağırdı O ttilie . «Uzun zaman acı çektik. İkim izin de Charlo ttc ’a borçlu olduğumuz şeyi düşün. Bizim g elece­ ğim iz için o karar verecek. Üstüne varnıayalım . O izin verirse, senin olurum . Yoksa, senden vazgoçmem gerekecek. Kararın çok kısa zamanda alınacağı­ na inandığına göre bekleyelim . Albay seni köyde bi­ liyor madem, dön oraya. Bir açıklam ayı gerektiren birçok şey o labilir Konuşmaların başarıyla sonuç­ landığını haber verm ek için bir el ateş bile ed ilm iş­ tir belki. Belki de şu anda A lbay seni arıyordur. Onun C h a rlo tte ’u bulam adığım biliyorum . Ama C harlotte un nerede olduğu bilindiğine göre A lbay oraya da g id e­ bilir. Görüyorsun birçok ihtim al var. Bırak beni gide­ yim. C harlotte neredeyse eve döner Yukarıdaki evde beni çocukla bekler.» O ttilie çabuk çabuk konuşuyordu. Bütün ih tim al­ leri aynı zamanda ortaya döküyordu. Eduard ın ya­ nında mutluydu ama şimdi ondan ayrılm ak gerektiğini duyuyordu. «Sana yalvarıyorum , rica ediyorum sevgi­

ROMANLARINDAN SEÇMELER lim,» diye bağırdı. «Köye dön ve A lbayı bekle.» Eduard. O ttille 'y e ilkin büyük bir sevgiyle baktı, sonra onu kollarının arasında sıkarak: «Sözünü dinleyeceğim » dedi. O ttilie de onu kollarıyla sararak sevecen­ likle bağrına bastı. Um ut, gökten kayan bir yıldız gi­ bi. gelip başlarına konmuştu. Düş kuruyorlar, bir­ birlerinin olduklarını sanıyorlardı. İlk kez olarak öz­ gürce öpüştüler. Sonra da üzüntü ve acıyla b irb irle­ rinden ayrıldılar. Güneş batm ıştı. Karanlık basmak üzereydi. Gölün üzerine nem li bir buğu yayılm ıştı. O ttilie heyecan­ lıydı. Başını kaldırıp tepedeki eve baktı ve balkonda C harlotte'un beyaz urbasını görür gibi oldu. Gölü do­ lanarak geri dönmek epey zaman alacaktı. C harlotte un çocuğunu büyük bir sabırsızlıkla beklediğini b iliyo r­ du. Ç ınarların önünde uzanıp gittiğini gördü. Eve doğ­ rudan doğruya çıkan patikadan kendisini sadece şu gölcük ayırıyordu. Bir bakış gibi, bir anda gölün öbür yakasında olduğunu düşündü. Kendini buna öylesine kaptırm ıştı ki çocukla suyu geçm enin teh likeli oldu­ ğunu unuttu. Kayığa doğru koştu. Yüreğinin küt küt attığını, bacaklarının sallandığını ve bayılm ak üzere bulunduğunu fark etm edi bile. Kayığa atladı, küreği aldı ve kayığı çekmeye çalıştı. Daha çok çabalam ak ve kayığı kıyıdan uzak­ laştırm ak gerekiyordu. Oysa kayığın başı sağa, sola kaçıyor, az çok göle doğru yöneliyordu. Çocuk sol kolondaydı, kitapsa sol elinde. Ö teki eliyle ise küreği tutuyordu. O ttilie bir iki sallandı ve kayığın içinde düştü. Tutunmak isterken sağ elindeki kürek de, sol kolundaki ve elindeki çocuk ve kitap da hepsi e lle rin ­ den kurtulm uş, suya düşmüştü. Çocuğun giysisini hâlâ elinde tutuyordu. Am a öyle bir biçim siz durum­ daydı ki bu, doğrulmasına engel oluyordu. Boş kalan

316

G O im iE sağ kolu da dönm esine ayağa kalkmasına yardımcı olmuyordu. Sonunda başardı, çocuğu sudan çekip çıkardı. Am a ne yazık ki, çocuğun gözleri kapalıydı. Soluğu kesilm işti. O ttilie artık kendine gelm işti ama acısı o ölçü­ de artm ıştı. Yolunu şaşıran kayık hemen hemen gö­ lün ortasındaydı, kürek ise kayıktan çok ötede yüz­ m ekteydi. O ltilie kıyıda kim secikler görem edi. Zaten, görse de ne işe yarardı bu? H er şeyden ayrı düşmüş bir halde o -aşılm az, o kalleş su üzerinde sallanıp duruyordu. O ttilie kendi kendisinin yardım ına koşmak iste­ di. Suda boğulmuş kişilerin kurtarıldığını sık sık işitm isli. Yaş gününde böyle bir kurtarma olayına daha tanık olm uştu. Bunun için çocuğu soydu ve onu mus­ linden urbasıyle kuruladı. Bütün göğsü açılm ıştı ve ilk kez olarak onu özgür göğe karşı tuttu. I'k kez olarak çıplak göğsüne carili bir varlığı basm ıştı, ama ne ya­ zık, bu varlık artık canlı değildi. Zavallı yaraiığın soğuk e lleriyle ayakları göğsü­ nü ta yüreğine dek dondurmuştu. Gözlerinden bitm ez tükenm ez yaşlar dökülüyor-ve bunlar küçük ölüye bir sıcaklık, bir yaşam görünüşü veriyordu. O ttilie b ıkm ı­ yor, usanmıyor, çocuğu şaliyle sarıyor ve soluğu, öpü­ cükleri, okşam aları, göz yaşları, bağrına basm alarıyla, tek başına kalmakla sağlayamadığı yardım ın yerini doldurmaya çalışıyordu. Her şey boşunaydı. Çocuk kollarında cansız ola­ rak yatıyordu. Kayık ise suyun üstünde kıpırdamadan duruyordu. Am a burada da O ttilie ’nin o yüce ruhu onun yardımına koşmuştu. O ttilie yüzünü gökyüzüne doğru kaldırdı. Kayıkta diz çöktü, iki kolııyle, le k e ­ siz göğsü üstünde şim diden kaskatı kesilm iş olan ve

R O M A N I ARINDAN SEÇMELER

lerm erin beyazlığını ve ne yazık, soğukluğunu alm ış lan çocuğu havaya kaldırdı. N em li gözlerim de goküzündeki T a n rıy a doğru y ö n e l t t i . . Y u k a rıla rd a n yardım iledi. Tem iz yürekli bir insan hiçbir yerd e bulumaığı desteği orada her vakit çok çok bulacağına ına*rdl O ttilie 'n in yüzünü b ir bir ışıldam aya başlayan ıldızlara doğru kaldırm ası hiç de sonuçsuz ka made la f.f bir rüzgâr çıktı ve kayığı m eşelere doğru itm eye taşladı.

GÜ N L Ü K ve AN ILARI, SEÇM ELER

G Ü N IJO K

(Tagebiielıer)

^ - J ^ O E T I T E ’nin 1 5 haziran 1 7 7 5 ' t e kadın ve şar a p üzerine yazd ığı bir dörtlükle b a şlay a n G ü n lü k ’ii, y a z a rın ölümünden altı giin önce, 1 6 m a r t 1 8 3 2 ’de son bulur. B ü y iik YVeimar ba sk ısın d a 1 6 kitap tu ­ tan günlüğün üçü, içindekilere (fih ris t) a y rılm ış ­ tır. G ü nlük te a t la m a la r e k s ik değildin A m a en b ü ­ y ü k boşluk 1 7 8 3 ile 1 7 8 5 y ılları arasınd adır. Güııliik’ ün ilk yirm i yılı kasa n o tla rla o lu ştu ru l­ muştur. Y a ln ız araçla bir G o c th e ’rıin kimi dü şü n ­ celeri bir ş im şe k gibi çak ar. B u n a k a r şılık 17 b ü 1 7 8 7 y ılların d a İ t a l y a ’y a y a p tığ ı y o lc u lu ğ a değgin notların s a y ıs ı pek fazlad ır. 17 9 8 yılından son ra ise Günlük, belirli b ir nitelik kazanır. A r t ı k bir insanın kendi kendine y a p tığ ı itira fla rı yanı s ıra, o gün için-

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER dc görülen ve y ap ıla n işlerin nesnel b ir eleştirisi de y e r alır. Son y ılla r d a giinliik d a h a düzenli o l a r a k t u ­ tulm uştur. G oeth e bir giiniin gü n lü ğü nü s ap tad ık tan son ra, öteki s a y fa n ın başın a da ertesi günün tarihini y a zm a d an kalem i elinden bıra km az . Son günlerinde bile bu hu yu n u b ıra k m a m ış tır. 1 6 m a r t 1SÖ2 günü o sa d ık sekre teri J o h n eliyle g ü n lü ğ ü n e : «Bütüıı gün y a t a k t a n çıkm adım , çünkü kendimi iyi hissetm edim » diye y azd ırd ık ta n son ra ertesi günün kâğıdı üzerine de «C u m artesi» sözünü k o ndu rm uştur.

D enebilir ki Günlük bu yöntem li h a liy le d a h a çok b ir tic a re t bilançosunu an d ırm a k ta d ır. Ona « y a ­ ş a m işlerinin a n a kitabı» d a denebilir. Goethe, bu yüzden gün lü ğü ne çok d e ğ e r v e r ir ve y a k ın la rın a giinliik tutm aların ı öğütlerdi. İn san ın gö rdüğ ü, g e r ­ çekleştirdiği, üzerinde dü şü n düğü şeylerd en b ir « h a ­ zine» m ey d an a getirm esini öğrenm esi, kendisine cep ­ heden b a k m a y a alışm ası için gü n lü k tu tm a k g e r e k ­ tiğine inanırdı. G oeth e gün lü ğü nde l a f ı f a z la u z a tm a y ı sevmez, Çokluk d a ku p k u ru bir biçimde a n la tır an latacağın ı. A m a bu geçm işin o rtad a n yitm esin e engel o lm ak ta ve G o e lh e ’nin v a rlığ ın ı en k ü ç ü k n o k t a la r ın a dok s a p ta m a k ta d ır . E n g e re k s iz haberlerin bile, hiç. de­ ğerlendirilm eden, arL a r d a giinliiğe doldurulm uş ol­ masının nedeni de bııdur. Sözgelişi 2 ekim 18US g ü ­ nü N a p o le o n ’la buluşm asını bakiri ne k a d a r k ısa bir biçimde bildirir: «Sahalı. D a h a son ra tm p a rat o r ’un y a n m a gittim ». 1 6 ekim 1S 0 6 günü G lıristiane' la evlenmesini de bir tek sözcükle an la tır: « T ra u n ğ (E v li l i k ) . N e v a r ki, G o e lh e ’nin bu tutum unun a n la ­ mı açıktır. O hor şeyin bir bilançosunu v erm ek ister.

319

320

GOETHE

İSVİÇRE MEKTUPLARI ( B r i e f e a u s der Şelnveız) G O E T I I E , 1 7 7 5 , 1 7 7 9 ve 1 7 9 7 y ılların d a İ s v i ç ­ r e ’y e y a p tığ ı üç y olc uluktan bir h ayli not t u ta r a k dönm üş ve so n r a bu n lard an y a r a r l a n a r a k m ektup Llirü içine giren eserler yazm ıştır. B u n la rd a n birin ­ cisi olan İ s v iç r e M ektupları, B irin c i ß ülüm (B r ie fe au s d e r Schweiz, E r s t e A b teilu n g ) W e r t h c r ’e y a z ı­ lan düşsel m ektuplardan m e y d a n a gelir. B u n la r 20 s a y f a y ı geçm eyen 1 5 m ektuba d a ya n ır. M ektupların üzerinde tarih bulun m adığı gibi y e r de yazılı d e­ ğildir. K i t a p t a kendi ö n y a r g ı ve geleneklerine bağlı is v iç r e lile r üzerine yap ılan kim i açık lam aların dışın­ da G o c th c ’nin yolculuğu ile ilgili bilgi yo k tu r. M ek ­ t u p la rd a W erU ier d a h a çok kendi eğilimlerini a n la t ­ m a k ta , sevdiği sevm ed iğ i kişileri aç ığ a v u r m a k la d ır . Çıp lak kadın vücudu üzerine de kim i düşüncelere ra s t la n a n k it a p ta s a n a t ile y a ş a m ın ilişkileri üzerinde de du ru lm aktad ır. Goethe, bun ları elden geçirip W er Hier rom a n ın ­ d a önsöz o l a r a k k u llan m ay ı d ü şü n m ü şse de, s o n r a ­ dan bundan c a y m ış tır . 17 9 ü ş u b atın d a bunları S c h il­ ler* in Die l l o r e u adlı dergisind e y a y ın la m a k üzere işlemiş, a m a m ek tu p lar an eak 18 08 yılın da İs v iç r e Mektupları, İkiııci Dölüm (B r ie f e au s der Schweiz, Z w eite A b teilun g ) ile birlikte yay m la n m ıştır. B u İkinci Dölüm G oeU ıe’ııin İs v iç r e 'y e 1 7 7 9 yı­ lında y a p tığ ı ikinci yolculuğundan söz oder. G oeth e bunları 17 8 0 yılının ilk a y la r ın d a yazm ış vc bun­ lard an kimilerini, 1 7 9 6 ’da, Die l lo r e ı ı ’de y a y ın la m ış ­ tır. B u n la r g e r ç e k m ektu p lard ır, C u c lh e ’nin d o s t la ­ rına, özellikle de B a y a n voıı S te in ’a yazılm ıştır. 2 5 m ektup tan en ilginci G oeÜ ıe’ııin genç Dük Ivarl Aıı-

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER

gust eşliğinde Saint-G othard dağına tırm anışını an ­ latan m ektuptur. 1797 Yılında F ran k fu rt, Heidelberg, S tu ttg a rt ve Tübingen Üzerinden İsviçre Yolculuğu (Reisi in die Schweiz von 1797 über F ran k fu rt, Heidelberg, S tu ttg a rt und Tübingen) adlı üçüncü İsviçre mek­ tupları ise birtakım notlardan oluşur. Eckerm ann bunları Goethe’nm ölümünden sonra, 1833 yılında bir aray a getirm iş ve araların a m ektuplar k atarak yayınlam ıştır. F ra n k fu rt’ta başlayan bu yolculuk bilgi ve belge bakımından büyük bir önem taşır. Goeth e’nin yaşam ı üzerinde de ayrıntılı bügiler verir.

İTALYA YOLCULUĞU (Italienische Reise) GOETHE bu eserinde eylül 1786’dan mayıs 1788’e k ad ar süren İtaly a yolculuğunu anlatm akta­ dır. E ser üç bölümdür. Birinci bölümde K arlsbad’dan Roma’ya yapılan yolculukla Roma’da geçen günler (kasım 1786-ş u b a t 1787) anlatüm aktadır. ikinci bölümde Napoli’ye ve Sicilya’ya yapılan yolculuk ve yeniden Napoli'ye dönüş (25 şu b at 1787 - 6 haziran 1787) dile getirilm iştir. Üçüncü bölüm ise G oethe’ nin Roma’da ikinci kez kalışının öyküsüdür. Bu da 1787 haziranından 22 nisan. 1788’e değin sürer. Goethe bu eserini zaman zaman yazm ıştır. Ama eserin büyük bir parçasını 1813-1817 yülarında ka­ leme alm ıştır. Yalnız Roma karnavalından söz eden parça çok önceleri yazılmış ve yazarın W eimar’a dö­

322

GOETHE

nüşünün ilk yıllarında yayınlanm ıştır. E serin birinci bölümli 1816 yılında kitap haline gelmiştir. İkinci bölümün yaymlanış tarih i ise bundan bir yıl sonra­ ya rastlam aktadır. Üçüncü bölüm ise ancak 1829 yı­ lında yazılmış ve yine o yıl yayınlanm ıştır. Goethe bu eserini yazm ak için özellikle m ektup­ lardan ve dostu C harlotte von Stein’m günlüğünden yararlanm ıştır. Birinci bölüm daha çok C harlotte von Stein’e, H erder’e, W eimar D ukasına yazdığı mek­ tupların bir ürünüdür. İkinci bölümde ise Goethe kendi tu ttu ğ u günlükten yararlanm ış ve bu bölümü yazar yazmaz da günlüğünü yakm ıştır. Bu bölüm­ de H erder’e yazılan m ektuplar da işe yaram ıştır. Üçüncü bölüm ise hemen hemen m ektuplara dayan­ m aktadır. Bunlar arasında Goethe'ye gelen mek­ tu p lar da işe yardım cı olm uştur. Goethe’nin bu bö­ lümde yaptığı iş, m ektuplar arasında hir bağlantı kurm ak için ara-yazılar yazm aktan öteye geçmemiş­ tir. Onun için bu bölümün öteki iki bölümle olan bağı çok çürük b ir temele oturur. Kitabın en güzel p arça lan Venedik, Verona, N a­ poli ve Sicilya’yı anlatan yerlerdir. Bunlar da eserin birinci ve ikinci bölümünde yer alır. Goethe bu şe>hirlerde Italyan hayatını çok yakından görm üş ve İtalyanların sokakta yaşayan bir ulus olduğu duygu­ suna varm ıştır. Ne v ar ki, Goethe bu şehirlerden en çok Napoli’yi beğenmiştir. Napoli ona göre sevinç ve neşe saçan bir şehirdir. Şu v ar ki Goethe, Napolilüerin hüznünü de yakından tanım ış ve «Napolili, de­ niz cennetiyle Vezüv cehennemi arasında yaşar» de­ miştir. Goethe’nin bu düşünceye varmasının bir ne­ deni de o sıralarda Vezüv yanardağının püskürm esi­ dir. Ama Goethe, Napoli’de yalnız halkla değil, sa­ natçılarla da ilişki kurar. O zamanın ünlü ressam-

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER

lanndan H ackert bunlardan biridir. Goethe, H ack ert’ in resim üzerine düşüncelerini büyük bir ilgiyle din­ ler. Kniep'le de dostluk k u ra r ve Sicilya yolculuğunu onunla birlikte yapar. Ressam Tischbein’le dostluğu da İtaly a’da başlam ıştır. Tischbein da Goethe’yc N a­ poli’ye değin eşlik etm iştir. Eserde Goethe’nin Palerm o valisiyle tanışm ası Cagliostro’nun annesini ve kız kardeşini ziyareti de çok canlı bir biçimde anlatılm ıştır. Yerli kılavuz­ lardan y ararlan arak Goethe Sicilya’yı b ir baştan bir başa dolaşm ıştır. O tarihlerde bir yabancının bunu yaptığı hemen hemen görülmemişti. İtaly a yolculuğu Goethe’nin klasik san atı daha iyi anlam asm a yol açm ıştır. Bu klasik sanatı tan ı­ ması da ona F a u s t’u yazm ak düşüncesini verm iştir. Goethe F a u st üzerine ilk Roma’da düşünmeye başla­ mıştır. Torquato Tasso’yu ise Napoli’den Palerm o’ya giderken tasarlam ıştır. İTALYA YOLCULUĞU Roma, 1 Kasım 1786 EVET, en sonu dünyanın bu başkentine geldim . Burayı, on beş yıl önce kültürlü ve aydın bir dostun yanında görmüş olsaydım , kendimi çok mutlu sayar­ dım. Am a m adem, Roma'yı tek başıma gezm ek, her şeyi kendi gözlerim le görmek zorundayım, bu m ut­ luluğa bu kadar geç erişm iş olm am a ses çıkarm ıyo­ rum. Tirol dağlarını uçar gibi .geçtiğimi söyleyebilirim . Verona, Vicenza, Padua ve V e n ed ik ’i adam akıllı tan ı­ dım. Ferrare, Cento ve Bologna’yı o kadar değil. Floransa'yı ise gördüm, görm edim . Roma’ya varm ak ar­ zusu bende öylesine güçlü idi ve arzu her an öyle­ sine artıyordu ki hiçbir yerde doğru dürüst dinlene­ medim . Floransa'da da sadece üç saat kaldım . Şimdi

324

GOETHE buradayım ve dinginliğe kavuşmuş bulunuyorum. Bu dinginlik bütün hayatım boyunca süreceğe benziyor Çünkü insan bir şeyin içini, dışını parça parça öğ­ renm işse onu kendi gözleriyle gördüğü vakit, dene­ b ilir ki o insan için yeni bir yaşam başlar. G ençliği­ min bütün düşlerini şimdi canlı olarak görüyorum. H atırladığım o ilk oym alar - babam Roma yı gösteren resim leri bir odada toplam ıştı şimdi gerçek olarak karşım da. Çok eskiden beri tanıdığım o tahtadan, al­ çıdan ve m antardan heykeller, oym alar, re sim ler ve tablolar topluca yolumu kesiyor. Bu yepyeni dünya­ da, her gittiğim yerde bir tan ıd ıkla karşılaşıyorum . H er şey düşündüğüm gibi, her şey yepyeni. G özlem ­ lerim ve düşüncelerim için de aynı şeyi söyleyeb ili­ rim . Burada bana yabancı gelen hiçbir şey yok. Eski düşüncelerim o kadar durulaştı, o kadar canlılık ka­ zandı, o kadar b irb irleriyle kaynaştı ki sanki yeni dü­ şüncelerm iş gibi görünm eye başladı. Pygmalion Elise'yi kendi kafasına göre yontup ona bir sanatçının vereb ileceğ i gerçekliği ve can­ lılığı kattığı vakit Elise kendisine yaklaşır ve der ki: «İşte ben gerçek E lise’yim.» Şu var ki, yaşayan ka­ dınla yontulan taş arasında büyük bir ayrılık vardı. N efsine düşkün bir ulusun içinde yaşam ak benim iç gücüme iyi geliyor. H er yabancının kendisine göre değerlendirdiği İtalya üzerine çok ş eyler söylenm iş, çok ş eyler yazılm ıştır. Ben İtalyanları küçüm seyen, kınayan insanları bağışlıyorum . O nlar bizden çok uzakta. O nlarla bir yabancı olarak ilgi kurm ak da çok yorucu ve te h lik e li.

Roma, 5 Kasım

rine

İŞTE yedi günden beri buradayım . Bu şehir üze­ edindiğim toplu düşünce yavaş yavaş ruhumu

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER sarıyor. Boyuna geziyor, dolaşıyoruz. Yeni Roma ile antik Roma’nın planını iyice öğrendim . H arabeleri ve anıtları adam akıllı inceliyor, şu ya da bu villayı ge­ ziyorum . Çok antika olan şeyleri yavaş yavaş b elle­ meye bakıyorum . G özlerim i açıyorum sadece ve ba­ kıyorum . Sonra oradan ayrılıyor ama yine geliyorum . Çünkü insan Roma'yı görm eye ancak Roma'da hazır­ lanabilir. Ne var ki, antik Rom a’yı ortaya çıkarm ak için yeni şehri didik didik etm enin güç ve yorucu bir iş oldu­ ğunu itira f e tm eliyim . Am a sonunda büyük b ir haz elde etm ek için bunu yapmak gerek. G örkem li yapı­ larla, yıkılm ış binaların kalıntıları insanın bütün kav­ rama gücünü aşıyor. Barbarların elinden kurtulm uş şeyleri de çağdaş Roma'nın m im arları kırıp g eçirm iş­ ler. İki bin y ıllık , ya da daha fazla bir geçm işi olan ve zaman zaman çeşitli biçim lerde altü st edilen ve ada­ makıllı değişikliğe uğratılan böylesine bir şehri de­ ğerlendirm eye kalkm ak ve bu değişiklik boyunca top­ rağın, dağın, çokluk sütunla duvarın aynı kaldığını ve ulusun eski ulusun n iteliklerin i taşıdığını düşünmek insana alınyazısının o değişm ez damgasının ken­ di üzerine vurulm uş olduğu sanısını veriyor. Roma mn, eski Roma’nın yerinip nasıl aldığını çözm ek, ama sadece yeni şehrin eskisinin tahtına nasıl oturduğunu değil. R om anın çeşitli evrelerinin eskisinin evrelerine nasıl sahip çıktığını anlam ak bir gözlemci için, baş­ langıçta bile kolay değil. Ben ancak yarı gizli nokta­ ları kavramak ve ortaya çıkarm akla yetiniyorum . Ha­ zırlık niteliğindeki çalışm alar ancak b ö ylelikle ya­ rarlı o labilir. Çünkü on beşinci yüzyıldan günümüze gelinceye dek, birçok değerli sanatçı ve bilginler, bütün yaşam ları boyunca bu nesnelerin üzerine eğil-

326

GOETHE rriişler. En büyük eserleri bulabilm ek için şehri baştan başa ve çabuk çabuk taram aya başlayınca görkem li şeh ir de bize yavaş yavaş nefesini duyuruyordu. Baş­ ka şeh irlerd e önemli anıtları bir bir aram ak gerek. Roma'da ise dört bir yanım ız onlarla dolu. İster yürü­ yün, is te r durun, ç eş it ç eş it m anzarayla karşı karşıya olursunuz. Saraylar, harabeler, bahçeler, kırlar, uzak ve sın ırlı ufuklar, m innacık evler, zafer takları, sütun­ lar, bütün bunlar o kadar yakın ki b irb irlerine onla­ rın resm ini tek bir sayfa üzerine bile g eçirebilirsiniz. Bütün bunları anlatabilm ek için bir kalem gerek. Bir tek kalem in elinden ne gelir? Hem akşam olunca bu kadar çok şey görmüş ve bu kadar çok şeye hayran kalm ış olmak yüzünden insan yorulduğunu ve bitkin­ leştiğini hissediyor. 10 Kasım U ZUN süredir elde edem ediğim bir dinginlik, bir düşünce duruluğu içinde yaşıyorum burada. H er şeyi olduğu gibi görm ek ve kavram ak alışkanlığım , göz­ le rim le görm ediğim şeye inanm am ak huyum ve her türlü iddiaya yüzde yüz arka dönmek eğilim im bir kez daha bana yardım cı oldu v e,b e n i gizliden gizliye m ut­ lu kıldı. Her gün dikkate değer yeni bir eser, her gün taptaze, büyük ve eşsiz g ö rü n tü ler... B ir de uzun süredir kafam da yaşattığım , düşlediğim , ama hayal yoluyle bir türlü erişem ediğim o bütün. Bugün C estius ehram ını gezdim . Akşam da Palatin tepesine çıktım . Orada, tepede, saray yıkıntıları kayalar gibi yükseliyordu. Bu yüzden hiç bir şey an­ latılab ilecek gibi değildi. Doğrusu, şurada burada zevksiz ve ıvır zıv ır şeylerle karşılaşılıyordu ama

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER bunlar bütünün görkem liliğini bozmuyordu. Hem en hem en herkesin, her fırs atta yaptığı gibi ben de kendi içim e kapanınca, sonsuz bir m utluluk duydum. Bunu açıklam aktan çekinm iyorum . Burada görm esini bilen ve çevresine ciddi olarak bakan kişi­ lerin ruhları güçlenir. Bunlar sağlam lık kavram ını, hiç mi hiç bu denli canlılıkla kavrayam azlar. İnsanın ruhu pekişir, hiç de kısır olmayan bir yo­ ğunluk kazanır, neşe ile karışık bir dengeliliğe ulaşır. Ö yle sanıyorum ki, yeryüzünü dolduran şeyleri hiç bir yerde burada olduğu kadar doğrulukla değerlend irem ed im . Bu değerlen dirm elerin bana hayatım bo­ yunca yararlı olacağını düşünerek seviniyorum . Şimdi bırakın artık gördüklerim i istediğim gibi anlatayım . O nları daha sonra sıraya korum. Burada keyif sürm ek için bulunmuyorum. Ö ğrenm ek, kırk ya­ şım a gelm eden kafamı eğitm ek istiyorum . 20 A ralık BÜTÜN bunlar bana neşeden çok acı ve yorgun­ luk veriyor. Benim iç dünyama biçim veren o yem ­ den doğuş (rönesans) durmadan çalışıyor. Burada ki­ mi b ilgilerin tem elin e ineceğim ! düşünmüştüm, ama her şeye baştan başlayacağım ı, birçok şeyi aklım ­ dan sileceğim i ve bildiklerim i yeniden öğreneceği­ mi düşünm em iştim . Şimdi şuna adam akıllı inandım ki, kendimi ne kadar inkâra kalkışırsam , sevincim o denli fazla ölüyor. Ben bir kule yapmak yolunda kusurlu tem el açan bir m im ara benziyorum. Ne var ki, m im ar hatasını tam zamanında anlıyor da tem e lin üstünde yükselen kuleyi yıkıyor ve planını daha g eliştire re k da­ ha sağlam bir yapı elde etm enin yollarını araştırıyor. Böylece g elecekteki yapının sağlam lığına artık iyice

328

GOETHE inandığı için de m em nunluk duyuyor. İnşallah, m e m le ­ kete dönüşümde, burada çok daha geniş bir dünya­ da sürdüğüm hayatın m anevî çiçeklerinin açtığını gö­ rü rler bende. Evet burada insanın sanat anlayışıyle bir­ likte ahlâk anlayışı da baştan başa kalıp değ iştiriyo r. D oktor M ü n ter (') burada. S icilya ’ya yaptığı bir yolculuktan dönmüş. Ç alışkan ve yaman bir adam. A m acının ne olduğunu bilm iyorum . M ayısta sizin ora­ lara g elecek. H er halde anlatacak çok şey bulur. İki y ıld ır İtalya'da dolaşm ış durmuş. Birçok b elg e lik le rle , birçok özel kitaplıkların kapılarını kendisine açacak olan önem li tavsiye m ektuplarına yeterince aldırm a­ dıkları için İtalyanlara kızıyor. Bu onun istediği he­ defe tam anlam ıyle erişm esin e engel olmuş. D oktor M ün ter'in az bulunur paralardan m eydana gelm iş bir koleksiyonu var. Bana anlattığına göre e lin ­ de sikkeler bilim i üzerine çok değerli bir el yazması v arm ış, Linne'ninkinin ayarında bir şeym iş. H erder, her halde bu konuda daha aydınlatıcı b ilgi is teyecektir. Belki de D oktor onun kopya edilm esine izin v erir. Bu yapılm ası gereken bir iş. Bizim de er geç bu özel bilim dalı üzerinde cid dilikle çalışm am ız gerekecek.

25 A ralık BURADA en güzel şeyleri bir ikinci kez gidip görm eye başladım , ilk hayranlık şimdi yerini alışkan­ lığa bırakıyor. Eserin değeri de daha yanlışsız olarak b eliriyor, insanların yaptıkları şeylerin anlam ını iyice (*)

A n tik

yolculuklarda

eserler üzerine çalışm ış derlediği

hikâyeleri

bir ilâhiyatçı. Y ap tığ ı

Sicilya ve N apoli

ö yk ü le ri

adiyle yayınlam ıştır. G oethe Bayan Stein a yazdığı b ir m e k tu p ­ ta onun için ağır bir dil kullanır.

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER anlayabilm ek için, ilkin ruhun tam bir özgürlük içinde olm ası, lâzım . M e rm e r çok tuhaf bir m addedir. B elveder Apollon’unun aslı bunun için insana sonsuz bir haz v e ri­ yor. O canlı, özgür ve gençliğin! yitirm eyen varlığın yüce soluğu alçıdan yapılm ış en başarılı kopyalarda bile görünmüyor. Oturduğum evin karşısın daki Rondanlnl sarayında b ir M edusa maskesi var. Doğal büyüklükten daha bü­ yük olan bu güzel ve soylu yüzde, ölümün soğukluğu çok başarılı ve sözle anlatılm az b ir biçim de dile g eti­ rilm iş. Daha şim diden bir kopyasını elde e ttim . Ama m erm erin büyüsü ortadan silinm iş durumda. Ten ren­ gine çalan o sarım tırak taşın yarı saydam soyluluğun­ dan eser yok. A lçı, taşın yanında teb e şir gibi kalıyor ve ölüyü andırıyor. Bununla birlikte bir alçı dökümcüsünün dükkânı­ na gitm ek, heykel parçalarının' kalıplardan b ir bir çıktığını görm ek ve böylece biçim üzerine yepyeni b ilg iler elde etm ek insana büyük bir haz y e riy o r. Üs­ te lik Roma’da dağınık olarak b u lu n a n .b ir sürü şey burada bir arada görülmüş oluyor. Bu, heykeller ara­ sında karşılaştırm a yapmaya da olanak verdiğinden çok değerli bir şey. Jüp iter’in o dev gibi başını satın alm aktan kendimi alam adım . Şimdi o karyolam ın kar­ şısında, güneş alan bir yerde duruyor. H er sabah onun önünde dua ediyorum . Ancak, Jüpiter in başı bü­ tün kocam anlığına ve gösterişine karşın çok gülünç bir olaya yol açtı. Bizim ihtiyar pansiyon sahibem iz yatakları yapm a­ ya geldiği vakit, genel olarak kendisine pek düşkün olan kedisi de ardını bırakm az. Ben o gün salonda oturuyor, kadının odamda çalıştığını duyuyordum. Bir­ den kadın, her zaman yaptığının tam tersine odanın

GOETHE kapısını hızla açtı ve beni b ir mucize görm eye ça­ ğırdı. Kendisine ne olup b ittiğini sordum, o da kedinin Tanrı ya taptığını haber verdi. Kadın, uzun süredir ke­ dinin bir H ıristiyan kadar sağduyu b e lirtile ri göster­ diğini ama bu kez tam bir m ucize yarattığ ın ı da e k le ­ di sözlerine. M ucizeyi kendi g özlerim le görebilm ek için odaya koştum . Doğrusu manzara oldukça şaşır­ tıcıyd ı. H eykelin gövdesi bir hayli aşağıdan kesilm iş­ ti. Ü stelik büyük bir ayak üzerine oturtulduğu için baş oldukça yüksekte kalıyordu. Kedi masanın üzeri­ ne çıkm ış, ayaklarını Jüpiter'in göğsüne dayam ıştı ve iyice germ işti. Böylece burnu tam Jüp iter’in kutsal sakalına erişebildiği İçin onu dünyada eşi bulunmaz b ir biçim de yalıyordu. Pansiyoncu kadınla benim işe karışm am ıza da hiç kulak asm adı. Kadıncağızın kur­ duğu düşü bozmadım . Am a ben kedinin bu tuhaf biçim deki tapınm ası nedenini anlam ıştım . Burnu kes­ kin olan hayvan, hiç kuşku yok, kalıptan sakal boş­ luğuna düşen ve orada kalan yağın kokusunu alm ıştı. 25 Ocak 1787 BURADA herkesin kendine göre bir iş tutturup hu­ zur içinde yaşam ası çok hoşuma gidiyor. Sanata çok­ ça bir yeteneği olmayan ama yaşam ını sanata verm iş bulunan bir rahibin evinde çok nefis yağlıboya tab­ loların küçültülm üş ilginç kopyalarını gördük. Bun­ ların en başarılısı dâ Leonardo da V lnci'nln M ila n o ’ daki «Akşam Yem eği» ta b lo s u 'id i. Tablo İsa’nın ma­ saya havarileriyle b irlikte dostça ve neşe içinde otu­ rup da onlara «İçinizden biri bana ihanet ediyor.» de­ diği anı canlandırıyordu. Bu kopyaya, ya da yapılm akta olan öteki kop­ yalara dayanan bir oyma elde edeceğim i um uyorum.

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER Bu şaheserin, aslına çok bağlı kopyalarını yapıp hal­ ka dağıtm ak, v erileb ilec ek en büyük arm ağandır. Birkaç gün önce bir Fransisken olan Rahip Jacquier'yi Trinita de M o n ti’de ziy are t e ttim . Doğuştan Fransız olan çek yaşlı ama çok ta tlı çok uyanık b ir adam. M atem atik üzerine yazdığı yazılarla tanınıyor. Zamanında en değerli insanlarla tanışm ış. V o lta ire ’ in sevgisini de kazanmış ve dahası onun evinde bir­ kaç ay konuk olarak kalm ış. Burada daha birçok değerli insanla da tanıştım . Bu g ib iler pek çok burada. Ama papazların b irb irle­ rine güvenm em eleri, tümünün birbirinden uzak dur­ masına yol açıyor. Kitap alıp verm e işi bunları bir­ birlerin e yakınlaştıram adığı gibi edebiyat haberleri de bir rol oynayam ıyor. Bu yüzden yalnız adam lar için en uygun şey top­ luluktan uzak yaşayan keşişlerle arkadaşlık kurmak. Başarısı için bizim de büyük çaba harcadığım ız A ristodem e'in oynanmasından sonra benim de böyle bir hayata boyun eğip eğm eyeceğim i bir kez daha yokla­ dılar. Gerçeği şu ki, hed efleri ben değildim . Kendi topluluklarını güçlendirm ek istiyorlardı. Beni de bir alet gibi kullanacaklardı. Eğer onların yanında yer al­ mış, onlar gibi düşündüğümü açıklam ış olsaydım kısa bir hayalet rolü oynamaktan öteye g eçm eyecektim . Am a benden bir şey elde edem eyeceklerini anlayınca yakamı b ıraktılar Ben yine yolumu sürdürüyorum. Hiç kuşku yok, varlığım ın bir safrası var şim di. Am a bu gerekli bir ağırlık kazandırıyor bana. Uzuri süre benim le bir oyuncak gibi oynayan hayaletlerden korkm uyorum artık. Siz de yürekliliğinizi yitirm em eye bakın. Beni su yüzünde tutar ve yeniden kendinize doğru çekersiniz.

FRANSA SEFER İ (Campagne Ln Frankreich)

1817 YILINDA yayınlanan bu eser Goethe’nin 1793’te W eimar Büyük Dukası’nın yanı sıra katıldığı F ran sa seferini anlatm aktadır. P rusya ile A vustur­ ya'nın F ra n sa ’daki «Eski Rejim»i k u rtarm ak için yaptıkları son savaştır bu. Goethe, h er zaman yaptı­ ğı gibi düşmandan kaçan erlerin, köylülerin ve hal­ kın arasına karışarak savaşın çeşitli görünümleriyle doğrudan doğruya tem asa geçmiştir. Bu küçük kita­ bın özgünlüğü tasvirlerinden gelir. Savaş, Goethe için, doğal bir olaydan başka bir şey değildir. Onu, bir ta r ­ lanın sürülmesini anlatıyorm uş gibi hiç heyecanlan­ madan dile getirir. H a tta en korkunç, en yırtıcı sah­ neleri bile durgun bir gözlemci sıfatıyle anlatır. Za­ ten öyle çok uzun boylu bir sefer de değildir bu. P ru s­ ya - A vusturya ordusu saldırısını yarıda bırakm ak zorunda kalır. Goethe’nin savaşla geçen bir günün sonunda söylediği şu sözler ileriyi gören bir insanın sözleri olarak anılır: «Bugün dünya tarih i için yeni bir çağ başlıyor. ‘O gün ben de oradaydım !’ diyebi­ lirsiniz.»

FRANSA SEFERİ 3 Eylül 1792 SABAHLEYİN erkenden şehre atla gid ecekler top ­ landı, ben de onlara katıldım . Kaleye g irer girm ez te s ­ lim den önce yapılm ış büyük hazırlıklarla karşılaştık. Bunlar daha uzun boylu bir karşı koyma niyetini açı­ ğa vuruyordu. Sokaklardaki kaldırım taşları baştan ba­ şa çıkarılm ış, e vler boyunca is tif e dilm işti. Hava yağ­ murluydu. Bu yüzden gezim izin hiç de iç açıcı bir yanı kalm am ıştı. Böyle olunca, biz de en iyi likörlerin her çeşiti bulunan büyük mağazaları dolaştık. O nların ta­ dına da baktık ve her türünden birer tane aldık. Li­ körlerin içinde «İnsan m erhem i» adını taşıyordu biri. Bu, ötekilerden daha keskin ve az şekerliyd i. İnsana canlılık veriyordu. Ş e k e rle m e le r karşısında da hiç nazlanm adık. Bunlar baharatla yapılm ış ve silindir bi­ çim inde kâğıtlara s arılm ış tı. Bunca güzel şeyle karşı­ laşınca geride b ıraktığım ız sevdiklerim izi düşündük. Bunlar, hiç kuşku yok, Hm deresinin (') kıyısındaki

(>) renin adı.

W e im a r Dukalığında

Saale ırm ağına dökülen bir de­

GOETHE sevdiklerim izin pek hoşuna g idecekti. Kutular paket­ lendi. O güne kadar silahlarım ızın elde ettiğ i başa­ rıyı anlatm ak üzere A lm anya'ya gönderilen iyilikse­ v er ulaklar bunlardan kim ilerini yüklenm ekten geri kalm adı. U laklar anayurtta kalmış dostlarım ızı ada­ makıllı yatıştıracak ve yolculuğumuzun bizi iyilik ve zekânın hiç mi hiç eksik olm adığı bir m em lekete ulaş­ tırdığım onlara anlatacaktı. Daha sonra yer yer yakıp yıkılm ış şehri seyret­ tik. İnsanoğlunun benzerlerine reva gördüğü bu felâ ­ ketlerde, doğanın insanın üstünde yağdırdıklarında olduğu gibi, gerçekten alın yazısı ile Tanrı koruyucu­ luğunun varlığını ortaya koyuyora. benzeyen özel haller bulunduğunu bir daha fark etm ek fırsatını elde ettik. M eydanın ucundaki bir evin yer katında, sayısız pence­ reyle iyice aydınlatılm ış bir çini mağazası vardı. Bize anlattıklarına göre, bir bomba zıplaya zıplaya gelm iş dükkân kapısının o taştan ve entipüften yan dikm e­ sine çarpm ıştı. Buraya çarptıktan sonra başka bir yön tu ttu rm u ştu. G erçi kapının dikm esi harap olm uştu ama koruyuculuk görevini de başarm ıştı. Sergilenm iş olan o parlak çin iler, iyi silinm iş ve kaynak suları te r­ tem iz v itrin lerin arkasında göz kam aştırıcı ışınlarla yansıyordu. Ö ğle tabldotunda bize Bar şarabı ve nefis bir ko­ yun buduyle bir şölen ç ek tiler. Şarabın bir yerden bir yere taşınm aya gelm eyen bir özelliği vardı. O, ancak yapıldığı şehirde bulunup içileb ilird i. Bu gibi şölenlerde bir âdet daha vardı. Size sadece kaşık veriyo rlard ı. Bıçakla çatalı sizin getirm eniz g erekti. O m ahallin bu âdetini bize daha önce söylem işler biz de yanım ızda gerekli sofra takım ların ı g etirm iştik. Bunları şölenin verild iğ i yerde de satıyorlardı. Bıçak­

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER la çatallar-düm düzdü, ü stleri de ustalıkla işlenm işti. Uyanık ve ayağına çabuk genç kızlar, birkaç gün kendi garnizonlarının subaylarına yaptıkları gibi bize hiz­ m e t ediyorlardı. Bu arada, V erd u n ’ün ele g eçirilm esi sırasında bir olay oldu. Tek bir olay olm akla b irlikte büyük coş­ ku uyandırdı ve herkesin ilgisini ç ekti. Prusyalılar şehre girerken kalabalıktan biri bir el ateş e tti. Am a kim se yaralanm adı ('). Bir Fransız kumbaracı eri bu atakça işi kendisinin yaptığını inkâr etm edi, etm ek d e o s te m e d i. Fransızın, Prusyalılar tarafından yakala­ nıp götürüldüğünü ben de gördüm. Çok yakışıklı ve boylu poslu bir d elikan lıyd ı. Sakindi ve kendine gü­ veni olan bir hali vardı. Hakkında karar verm eden tu ­ tup hapse atm am ışlardı. M uhafızların hem en yanında, altında M euse nehrinin b ir kolu geçen bir köprü var­ dı. Fransız, köprünün korkuluğu üzerine oturm uştu. Bir süre sakin sakin kaldı orada. Birden arkaya doğru taklak atarak kendini ırm ağa a ttı. Irm aktan çıkardık­ ları vakit ölm üştü. G elecek için bir hayli anlam taşıyan bu ikinci yiğitçe davranış, bir gün önce m e m le ke tlerin e dönen göçm enler arasında kin yarattı. H er zaman aklı başın­ da diye tanınan insanların ne avcıya, ne de kom uta­ na saygılı bir gömme töreni yapılm am asını savunduk­ larını işittim . Doğrusu bu insanlardan başka duygu­ lar beklenirdi. Çünkü o zamana kadar Fransız bir(ı) tadır.

Goothe'nin anlattığı bu öykü gerçeğe pek uym am ak­ M . Chuquet

İlk P ru s y a 'İs tilâ s ı

(Prem ière

invasion

Prussienne) adlı kitabında inanılır Alman belgelerine dayanarak söz konusu kişinin bir kum baracı eri değil dc 9. Alaya bağlı bir süvari eri olduğunu, tüfeğinden çıkan kurşunun da hafif süvari teğm enlerinden

Kont

Henkel'i

öldürdüğünü

yazm aktadır.

GOETHE Iilklerinin bize katılacağını b elirten

hiçbir

davranış

g örülm em işti. Ne var, V erdunlülerin kralı karşılam a töreni her­ kese neşe kattı. İyi ailelerd en ve en güzel kızlardan seçilen on d ö rt genç kız H aşm etm eab ’a çok içten sözlerle «hoş geldiniz» d ed iler ve ona çiçek ve m ey­ ve sundular. Kralın yakınları zehirlenm ekten korktuk­ ları için krala m eyvelere el sürm em esini öğütledilerse de bu yüce kralın iştah açıcı m eyveleri kibarca ka­ bullenm esini ve onları korkusuzca tatm asını eng elle­ yem edi. Görünüşe bakılırsa bu sevim li kızlar bizim genç subaylarım ız katında da güvensizlik uyandırm ışlardı. Bu, verilen baloya katılm ak şansını elde edenlerin bu genç kızların s ev im lilik, güzellik ve giyim kuşam ını öve öve bitirememeslyle de doğrulanm ıştı. En maddesel ihtiyaçları sağlam ak için de ted ­ b irle r alındı. Umulduğu ve sanıldığı gibi kalede çok bol ve iyi azık bulunmuştu. K endim ize gelm ek için belki gereğinden çok bir te zlik le onlardan yararlan­ dık. A m a gördüm ki. birinci derecede gerekli birçök aşlık gibi İsli et, domuz yağı, şarap ve m e rcim ekler­ den fazla kullanılm adı. Buna, bizim durumumuzda da kızm am ak g erekird i. Buna karşılık, bir cephaneliğin, daha doğrusu b ir ç eş it silah m üzesinin, uzun boylu düşünmeden yağma edilm esi eğlenceli bir s ey ir ol­ m uştu. Yeniden çok eski olan ç eş it ç e ş it silahı bir m anastırda top lam ışlard ı. İnsanoğlu kendini savun­ mak istediği v ak it bu garip zırıltıla rla düşmanın ile r­ lem esini engelliyor ya da onu öldürüyordu. Bakın bu yağm a, patırtıya meydan verm eden nasıl yapıldı. Şehir ele g eçirildikten sonra kom utan­ lar şehirde azık adına ne bulunduğunu anlam ak iste­ m işlerdi. Bunun için bu silah deposunu da ziyaretten

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER geri kalm adılar. Ordunun genel ihtiyaçlarına az çok yararlı olabilecek şeyleri savaş salması olarak a lır­ larken kendilerinin olm asından memnun kalabilecek­ leri bir sürü eşyayla k arşılaştılar. Bu a ra ş tırm a y a 'k a ­ tılan İnsanlar içinde kendilerine uygun düşecek bir şeyler bulmayan kim se çıkm am ıştı. Derken bu yağma her aşamadaki insana yayıldı, öyle ki, sonunda sözü geçen defineden hem en hem en bütün halk payını al­ dı. Depoyu bekleyen nöbetçilere, koleksiyonu görmek için küçük bir bahşiş veriyo rlar ve içeri girip ze vk leri­ ne uygun bir şey alıyorlardı. Benim uşağım da aynı yoldan uzun ve düz bir baston edinm işti. U stalıkla si­ cim sarılm ış sağlam bir bastondu bu. İlk bakışta bas­ tondan başka bir şeyi andırm ıyordu. A m a ağırlığı için­ de teh lik e li bir şeyin bulunduğunu haber veriyordu. Gerçekten içinde, aşağı yukarı dört ayak uzunluğun­ da bir süngü saklıydı. Güçlü kuvvetli bir insanın elin ­ de bu silah çok işe yarandı. Böylece, kimi zaman du­ rumu sürdürerek, kim i zaman yakıp yıkarak, kimi za­ man çalarak, kimi zaman da para ödeyerek düzen ile düzensizlik arasında yaşayıp gidiyorduk. İnsanların sa­ vaşı teh lik e li görm esinin nedeni de buydu belki. 19 Eylül 1792, G ece. G Ü N D Ü Z böylece geçm işti. Fransızlar y e rle rin ­ den hiç kıpırdam am ıştı. Sadece K ellerm ann daha e l­ verişli bir yeri ele geçirm eye g itm işti. A dam larım ızı ateşin yanından çekm işlerdi. Buna pek aldıran ol­ madı ama orduda büyük bir iç üzüntüsü baş göster­ m işti. Ne var ki, sabahleyin hâlâ Fransızları kılıçtan ge­ çirm ek ve topunu m ideye ¡»dinmekten söz ediliyordu. Brunswick Dukasıyla ordumuz bana tam bir güven verdikleri için ben de bu teh likeli duygulara k atılı­ yordum . Şimdi artık herkes dukanın önünde, bir ha­ yale kapılm ış olarak yola koyulm uştu. B irbirlerinin

GOETHE

yüzüne bakmamaya çalışıyorlardı, çünkü gözleri kar­ şılaşınca ağız dolusu küfür savuruyorlar ve beddua ediyorlardı. G ece olunca kim ileri rasgele bir daire çev ire rek oturm uşlardı. Am a dairenin ortasında, her zaman olduğu gibi ateş yakılm am ıştı. Çoğu susu­ yor, ancak birkaçı konuşuyordu. Doğrusu kim se dü­ şünecek, yargıda bulunacak durumda değildi. Sonun­ da, bana, bütün bunlar üzerine ne düşündüğümü sor­ dular. Çünkü onları sık sık neşelendirm iş ve sağsözlerle yüreklendirm iş biriydim . Bu kez dedim ki: «Bu­ rada ve bugün dünya tarihinin yeni bir dönemi başlı­ yor. ilerid e 'O gün ben de ordaydım ’ d iyeceksin iz.Kim senin ağzına atacak bir şey bulam adığı bir andı bu. Ben sabahleyin satın alm ış olduğum bir par­ ça ekm eği istedim . Dün bol bol dağıttığım şaraptan sadece küçük bir şişe kalm ıştı. Dün gece, ateşin kar­ şısında ustaca yürüttüğüm sihirbazlık rolümden iyice vazgeçm ek zorundaydım. Top ateşi k es ilir kesilm ez yağm urla karışık bir fırtın a iyiden iyiye bastırdı. Açık havada, yapışkan ve killi bir toprak üzerindeki varlığ ım ız adam akıllı ağır­ laştı. A m a gece ilerleyin ce, bunca uykusuz geceye ve beden ve ruh coşkusuna karşın hepim izin uykusu geldi. S ert rüzgârı kesen bir tüm seğin berisinde iyi kötü uyumuştuk ki biri bu gece için toprağı kazıp içine girm em iz ve üstümüze de p altolarım ızı örtm e­ miz gereğini öne sürdü. G ereken hazırlıklar yapıldı ve süvari topçularının verdiği a le tle rle çukurlar ka­ zıldı. W e im a r Dukası bile bu vakitsiz göm ülm eyi kü­ çüm sem edi. Bu m ünasebetle sekiz gros O karşılığında sözünü (*) kulla nıla n

X V III.

y ü z y ıld a

madeni

A lm a n y a ,

bir para.

Fransa

vo

L ü k s e m b u r g 'd a

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER ettiğ im battaniyeyi alıp örtündüm , üstüne de nemli olm asına pek aldırm adan paltom u çektim . Ulisses hiç kuşkusuz aynı biçim de elde ettiğ i paltonun altın ­ da daha mutlu, daha rahat bir uyku uyum am ıştır ('). Bütün bunlar, karşım ızdaki bir tepede ağaçların altında Fransızların bir bataryası bulunduğuna ve bu­ nunla bizi gerçekten toprağa gömüp kolayca yok ede­ bileceklerine dikkatim izi çeken bir albayın düşünce­ sine uymadan yapılm ıştı. A m a biz rüzgârı duymadı­ ğım ız barınaktan ve büyük bir a kıllılıkla sağladığım ız rahattan vazgeçm eye hiç de niyetli değildik. Sonunda, elverişsiz bir durumu ortadan kaldırm ak için insan­ ların tehlikeyi göze alm aktan çekinm ediklerini bir kez cıaha anladım. 21 eylül sabahı uyandığım ız vakit birb irlerim ize neşesiz ve isteksiz bir halde günaydın dedik. Çünkü kötü ve umutsuz bir durumda olduğumuzu hissedi­ yorduk. Çok büyük bir a m fite a tr’ın kenarına y erle ş ­ m iştik, karşım ızda, eteğinde ırm aklar, gölcükler ve bataklar olan ve ancak doruklarını görebildiğim iz te­ pelerde düşman bizi yarım daire halinde çevirm işti.

W e im a r, A ralık

1 7 9 2 -N is a n

1793

A M A ne var, bütün bu korkunç şeylerden kur­ tulm ak için, son bir kez, dünyanın beş para etm ed i­ ğini ilan e ttim . Tam bu sırada, tuhaf bir alın yazısıyle, Reinecke Fuchs elim e geçti. O güne kadar ese rle rim ­ (>)

G oethe burada O dysseia’nın X IV . şarkısında yer alan

bir öyküye dokunuyor. Ulisses bu şarkıda Troia'da, soğuk bir gecede örtünm ek için bir paltoyu anlatır.

nasıl ödünç olarak aldığını

GOETHE de, m eydanlardaki, sokaklardaki halkın serüvenlerini, tiksin ti verinceye dek işlem iştim . Sarayların, kralla­ rın aynasına bir göz atm ak benim için gerçek bir de­ ğ işiklik oldu. ( ...) Bu güzel eserden iyice yararlan­ mak için, hemen o an aslından ayrılm ayan b ir ben­ zerini yazmaya başladım . Sonradan nasıl altı ölçülü d ize ler kullanmaya karar verdiğim i de aşağıda okuya­ caksınız. Uzun yıllardan beri, A lm an ya’da, K lopstock’un izinden giderek, adam akıllı savruk olan altı ölçülü di­ ze ler (hexam ètre) yazılıyordu. Voss, şurada burada bu ölçüyü kullanarak bunun daha iyi yapılabileceğini gös­ te rm iş ti. Kendi çalışm alarına, ç evirilerin e karşı bile amansızca davranıyordu. Oysa, halk onun eserlerini severdi. Ben de altı ölçülü dizelerle iyi ö rnekler v er­ m ek İstiyor ama bunu başaram ıyordum . H erder ile W ieland, bu konuda, belli bir ölçüye bağlanmak iste­ m iyorlardı. Bu yüzden de, şim dilik genel duruma ters düşen, ama gün geçtikçe önem li bir hal alan V o ss’un çalışm alarından söz etm eyi göze alanlar pek azdı. O ku rlar bile uzun bir süre V o ss’un ilk şiirlerin i yeğ­ lem işlerdi. Onları daha akıcı buluyorlardı. A m a ben, yaptığı işin önemi yadsınam ayacak olan Voss'a karşı gizli bir güven besliyordum . Daha genç olsaydım ve durumum da elverseydi seve seve Eutin'e (') gider ve Voss'tan sırrını sorardım . Çünkü Voss, Klopstock a karşı beslediği övgüye değer bir bağlılık nedeniyle, o ünlü ve alıngan ozan hayatta olduğu süre, onun yü­ züne karşı hiç b ir v akit, A lm an şiirinin sağlam bir te ­ mel üzerine oturtulm ası isteniyorsa, onu kurarken daha köklü ölçüler kullanm ak gerektiğini söylem em işti. Voss'un yaptığı uyarm alar benim için bir kâhinin söz­ (ı)

Voss'un oturduğu kasabanın adı.

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER leri değerindeydi. İyi niyetim in bir tanığı olm ak üze­ re okuduğum G eorgîcjue'lenn (') önsözünde çektiğim güçlüğü hâlâ zevkle anarım . A m a bundan ne yarar sağladığım ı söyleyem em . Çünkü, çok iyi biliyordum ki ben ancak uygula­ ma ile kültür edinebilirdim . Bunun için, bunu fırsat bilerek, binlerce altı ölçülü dize yazdım . Bence, işin önem li yanı tekniğin kusurlarına aldırm am ak ve esere kalıcı bir değer katm aktı. Böylece kusurlu olan daha İyi görülür ve g id erilir diye düşünüyordum. Bu yüz­ den bütün boş zam anım ı başarısını da kendinde ta­ şıyan bir çalışm aya verdim .

(i)

Virgilius'ün

bir yapıtı.

Latincesi georgicus olan bu

sözcük «kır şiirleri» anlam ına gelm ektedir.

MAINZ KUŞATMASI

MAINZ KUŞATMASI, Goethe’nin eserleri için­ de F ran sa Seferi’nin norm al bir uzantısı ve doğal bir sonucudur. Bununla birlikte K uşatm a, H. Loiseau’ nun dediği gibi F ran sa Seferi’nden gerek ruh, ge­ rekse biçim bakımından bir hayli ayrılır. O F ran sa Seferi gibi, özellikle de bunun ikinci bölümü gibi ta ­ rihsel olayların öyküsünü ağırlaştıran ya d a ark a plana iten kişisel düşüncelerle dolu b ir özyaşamöyküsü değildir. Ona hızla yürütülen b ir savaş gün­ lüğü gözüyle bakılmalıdır. Bireysel öğeler ancak ki­ tabın son sayfalarında o rtay a çıkar. B unlar hiç de çok sayılmaz. Goethe, bu eseri yazarken bir gör­ gü tanığı gibi davranm ış ve gördüğü olayları, çok­ luk bir gazetecinin kuru üslubuyle anlatm ıştır. Yo­ rum a çok az baş vurm uştur ve baş vurduğu zaman da bunu kısa kesmeye büyük bir dikkat gösterm iş­ tir.

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER

Maiıız K uşatm ası kuruluğu ve anlatılan, şeylerin bile bile kısa tutulm ası yüzünden edebiyatçılara il­ ginç gelebilecek bir eser değildir. Ama yazarrn F ra n ­ sa Seferi’nde olduğu gibi b urada da okurları sıkm am aya çalıştığı gürülm ektedir. Bu nedenle Goethe eserine birçok fıkralarla tablocuklar sokuşturm ak­ tan geri kalmamıştır.

M A IN Z K U ŞA TM A SI 1 H A ZİR A N D A alay M arienborn'a yaklaştı. Ordu­ gâhın yer değiştirm esi bütün günü aldı. Topçu b irlik­ leri de y e r değiştirdi. Savunma için daha bir sürü ted b ir alındı. Yüzbaşı von Voss'un ziyaretine g ittim . Durumu hiç de um ut verici değildi. Onu yatağında otururken buldum. A rkadaşlarını tanıdığı anlaşılıyordu, ama konuşam ıyordu. C errahın işareti üzerine orada daha fazla kalm adık. Dönüşte bir arkadaşım , birkaç gün önce yüzbaşının bulunduğu odada M arienborn üzeri­ ne h araretli bir tartışm a yapılm ış olduğunu anlattı. Tartışm aya katılanlardan biri, çoğunluğun düşüncesi­ ne karşı çıkm ış ve karargâh olarak kullanılan M arienborn’un abluka altına alman ve kuşatmaya hazır­ lanılan şehre pek yakın olduğunu ileri sürm üş. Bu du­ rumda, her zaman için ani bir saldırı beklem ek gere­ k ir dem iş. A m a yukarıdan gelen buyruklara ve alınan ted b irle re karşı çıkm ak günün modası olduğu için

344

GOETHE adamın sözlerine pek aldırm am ışlar ve bu uyarıyı, da­ ha başkalarında olduğu gibi, önem sem em işler. 2 haziranda, Fransızların saldırısında onlara kı­ lavuzluk etm iş olan O berolm lu bir köylüyü astılar. A raziyi iyice bilm eden Fransızların dolam baçlı yol­ lardan bize yaklaşm asına olanak yoktu. Fransızlarla yine aynı şehre döndükten sonra beceriksizce davra­ nışı da köylünün felaketin e yol açmış. Bizim bölgeyi adam akıllı incelem esi için gönderdiğim iz devriyelerden birinin elin e düşmüş. A lbay La V iere askerî bir tören le gömüldü. Yüz­ başı von Voss da öldü. Prens Ludvvig ile General Kalkreuth, daha birkaç kişiyle birlikte öğle yem eğini D ük’ün sofrasında yed iler. Akşam , Rhin nehri üze­ rindeki adacığa toplar yağdı. 3 haziranda öğleyin Voss S te in ’ın ormandaki evin­ de bir şölen v erild i. Hava çok güzeldi. M anzaraya da diyecek yoktu. Savaşın böyle haz verici yanları vardı. Am a bunlar ölüm ler, yakıp yıkm alar ile ortadan kalkı­ yordu. Akşam olunca Yüzbaşı von Voss, La V iere'in yanına gömüldü. 5 haziran ordugâhın korunm asıyle ilgili çalışm a­ larla geçti. M ein ırm ağı üzerindeki adacığa top lar yağdı ve düşman iyice saldırdı. 6 haziranda Prusyalı ve A vusturyalI g en eraller öğle yem eğini, dülgerler tarafından bu gibi şölenler için inşa edilen büyük bir salonda Dük ile b irlikte y ed ile r. Benim karşım a düşen W egn er alayından bir yarbay, bir nedene dayanmaktan çok inadının e tk i­ siyle boyuna beni süzdü. 7 haziranda, sabahleyin, bir sürü m ektup yazdım . Karargâhtaki yem ekte bir komutan g elecek kuşatma

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER üzerine uzun ve tum turaklı bir söylev geçti, bugüne kadar alman te d b irle r üzerinde uluorta konuştu. A kşam a doğru bir dostum , beni inatla süzmüş olan ve birkaç gün önce benim le tanışm ak istem iş olan yarbaya götürdü. Yarbay bizi hiç de hoş karşı­ lam adı. O rta lık karardığı halde m um ları yakmadı ve konuklara ikram ı âdet olan şarapla Seltz suyu bile verm ed i. Ü stelik tatsız tuzsuz şeylerden açtı boyu­ na. Yarbayın bu saygısızlığım geç kalm ış olm am ıza yoran dostum yarbayın yanından ayrılırken özür d ile ­ m ek için geride kaldı. Ne v a r ki, yarbay bütün açık kalp­ liliğ iyle dostuma boşuna yorulduklarım söylem iş, çün­ kü dün masada beni uzun boylu gözden geçirirken benim tanışm ış olduğu adamla hiç bir ilişiğim olm adı­ ğım anlam ışm ış. Yeni birisiyle tanışm ak için yaptığı­ mız bu denem ede uğradığım ız başarısızlık bizi hayli eğlendirdi. 8 haziranda baş kaldırm adan R eineke Fuchs adlı kitabım a çalıştım . D ükle b irlikte atla D arm stadt or­ dugâhına g ittik. Orada Landgrave’a içten saygılarım ı sundum. Landgrave uzun yıllardan beri bana hiç ek­ silm eyen iltifatlard a bulunmuştu. A kşam , Prens M axim ilien de Zvveibrücken, Albay von Stein ile D ük’ü görm eye geldi. Konuşmalarında birçok sorunlar üzerinde durdular ve konuşm alarını artık herkesin bildiği o pek yakındaki kuşatma hare­ kâtının gizli tutulan başlama tarih iyle b itird ile r. 9 haziranda Fransızlar Helligkreuz’ta küçük bir başarı sağladılar. A vusturya topçu ateşinin altında kiliseyi v e köyü ateşe v e rd ile r v e bizden birkaç tu t­ sak alarak çekilip g ittile r. A m a kendilerinden de kimi ş ey ler y itird ile r. 10 haziranda da. güpegündüz G unzenheim 'e sal­ dırd ılar. G eriye püskürtüldüler am a, bir an Fçin bir-

346

GOETHE İlklerim izin sol kanadı özellikle de D arm stadt ordu­ gâhı için korktuk ve kaygılandık. ( ...) 16 haziran. Uzun süre lafı edilm iş olan ve düşman için bir giz n iteliği taşıyan M ainz kuşatm ası, nihayet başlayacaktı. S iperlerin bu gece kazılacağı kulaktan kulağa fısıldanıyordu. Çok karanlık bir ge­ ceydi. VVeissenau tabyasının iyice öğrenilm iş olan yolunda atla gidiyorduk. Hiçbir şey görülmüyor, hiçbir şey işitilm iyordu. Birden atlarım ız durakladı. Karşı­ mızda b irerle kolda yürüyen ve zar zor fark edilen bir askerî b irlik vardı. Kurşunî e lb ise le r giym iş olan, s ırt­ larında da yine kurşunî renkte tabya sepeti taşıyan Avusturya e rleri sessiz sessiz geçip gidiyorlardı. Za­ man zaman küreklerle kazm alar, b irbirlerine çarpıp gürültü çıkarıyorlardı da, böylece, yakınlarım ızda bir şeylerin kım ıldadığını anlıyorduk. Bundan daha garip, daha ucube bir topluluk düşünülem ezdi. Çok az belli oluyorlar ve hiç mİ hiç daha belirgin bir hal almadan görünüp kayboluyorlardı. Hepsi de geçinceye dek, ye­ rim izden oynamadık. Çünkü, hiç değilse buradan ba­ kışlarım ızı A vusturyalIların siper kazacakları yere yö­ neltebilird ik. Düşmana nerede olduğumuzu haber verm e tehlikesi taşıyan bu denli g iriş im ler sonunda, yüksekteki tabyalardan bulunduğumuz bölgeye, rast­ lantıyla da olsa, ateş açılm ası beklenebilirdi. Doğ­ rusu, bu bekleyiş çok sürm edi. Tam da siper kazıla­ cak yere birden bir yaylım ateşidir açıldı. Kimse bu­ nun nedenini çözem edi. Fransızlar şehirden dışarı çıkıp bizim öncü b irliklerim ize kadar sokulm uşlar mıydı, yoksa daha iç erilere de mi kaym ışlardı? Hiç bir şey anlayam adık. Derken yaylım ateşi durdu ve yeniden derin bir sessizlik kapladı çevreyi, işin ne olduğunu ancak erte si gün anlayabildik. Düşman sanarak ilerleyen b irlikle rim ize ateş, açan bizim ken­

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER di öncü b irlikle rim izd i. B izim kiler buna çok şaştılar ve kızdılar. Herkes kendi tabya sepetini fırla tıp attı. Kazm alarla kürekleri zor kurtardık. Fransızlar da ken­ di tabyalarında bize kulak kabartm ışlar, te tik te bek­ liyorlardı. Hiç bir şey yapamadan geri döndük. Bütün kuşatma ordusu büyük bir üzüntü içindeydi. 17 haziran. Fransızlar şose kenarına bir batarya y e rle ş tird ile r. G ece, korkunç b ir yağm ur yağdı ve rüzgâr esti. 18 haziran. Y e tk ili k iş ile r siper açm ak İçin ya­ pılan son girişim deki başarısızlığı tartış m ak İçin top­ landı. Sonunda h arekete geçilen yerin kaleden çok uzakta bir yer ol arak saptanm ış olduğu sonucuna v ard ı­ lar. Bunun üzerine kaleye koşut olan üçüncü siperin daha öne alınm asına karar v e rild i. Böylece bu isten biçim bakımından kendim ize bir yarar sağlayacaktık. Hem en harekete geçildi ve İş isten ilen gibi oldu. 24 haziran. D urum larının gittikçe kötüleştiğini gö­ ren ve kıtlığın artm asını önlem ek isteyen Fransızlar­ la p o litikacılar ihtiyarlarla hastaları hiç acımadan şe­ hirden dışarı çıkarıp C as te l'e yollandırdılar. Am a bun­ lar aynı yırtıcılık la geriye püskürtüldü. D ışarıdaki düş­ man ile içerideki düşman arasında, bir m engene için­ deym işçesine sıkışan bu silahsız ve d esteksiz zaval­ lıların acısı her türlü düşü aşıyordu. Bu arada A vusturyalIların bandosunu gidip din­ lem eyi de unutm adık. Bu bando birleşm iş orduların bütün bandolarından daha üstündü. 25 haziranda, öğleden sdnra b irliklerim izin sol ka­ nadından şiddetli bir top atışı duyulmaya başladı. Nedeni bir türlü anlaşılam adıysa da sonradan bu top seslerinin Rhin nehri üzerinden geldiği meydana çık­ tı. Rhin nehri üzerinde Hollanda filosu m anevra yapı­

348

GOETHE yorm uş. Kral da gem ilerden birinde im iş, E llfeld'e de bu v es ile ile gelm işm iş. 27 haziranda bom bardım anlar başladı. M an astır yöneticisinin evi daha ilk ateşte yanm aya başladı. G eceleyin, b izim kiler VVeissenau ile manastırın üst tarafındaki tabyaya karşı başarılı bir saldırıda bulundular. Bunlar ikinci siperin savunulm ası için vazgeçilm ez y erle rd i. 28 haziran gecesi. Kilise boyuna bom bardım an edildi. K ilisenin çan kulesi ile çatısı ateş aldı. Ç ev­ redeki b ir sürü ev de yanmaya başladı. G ece y arı­ sından sonra sıra C ezvitlerln kiliselerin e geldi. Bu korkunç m anzarayı M arienborn'daki tabyadan seyrediyorduk. A ydınlık bir geceydi. Gökyüzünde bir sürü yıldız vardı. Denebilir ki, bom balar gökyüzü m eşaleleri ile yarış halindeydi. Zam an zaman y ıl­ dızların bombalardan iyice ayırt edilem ediği oluyordu. Kızıl top güllelerinin yükselişini ve düşüşünü görmek bizim için bir yen ilik olm uştu. G ü llele r ilkin gökyü­ zünde düz bir çizgi doğrultusunda gidiyorsa da belli b ir yüksekliğe geldikten sonra birden bir parabol çi­ zerek aşağı doğru inişe geçiyordu. Havada görülen alev le r de güllelerin az sonra hedefine ulaşacağını ha­ b er veriyordu.

KENDİ HAYATIMDAN Ş İİR ve GERÇEK (D ichtung und W ahrheit) GOETHE’NIN kendi yaşam ını anlattığı bu ki­ tabın ilk üç bölümü 1811 ile 1814, dördüncü bölümü de 1817 Ue 1830 yıllan arasında yazılmıştır. Goethe k itap ta çocukluğundan başlayarak F ra n k fu rt ta Wei­ m ar Büyük Düküyle buluştuğu güne k ad ar olan ya­ şamını anlatm aktadır. W eimar Dükünün gecikmesi üzerine İsviçre’ye gitm eye k a ra r veren Goethe o geceyi Heidelberg’te geçirir. E rtesi sabah b ir haber­ ci Dük’ün W eimar’da kendisini beklediğini haber ve­ rince yazar yine gerisin geriye döner, kitap da Egm ont’tan alınmış bir sözle son bulur. Şiir ve Gerçek, Goethe’nin öteki birçok kitabında olduğu gibi, kişüeriyle kendisi arasm da bü­ yük benzerlikler bulunduğunu o rtay a koyar. Goethe yaşam öyküsünün şiirleştirilm iş gerçeğinden y a ra t­ m alarının katkısız şiirine çok kolaylıkla geçebilen bir yazardır. Bu şu demeye gelir ki Goethe nin ya-

350

GOETHE

şam öyküsü ikiye ayrılır. Birincisi kendi gerçek yaşa­ mını o rtay a koyan kitaplarda görünür. Bunlar a ra ­ sında Şiir ve Gerçek, İsviçre Mektupları, Yıllık, İta l­ ya Yolculuğu, E ckerm ann’ın Goethe’yle Konuşm a­ ları, Şansölye Müllerile K onuşm alar sayılabüir. İkin­ ci yaşam öyküsü ise eserlerinde belirir. Ama Goethe' nin gerçek hayatım elde etm ek için bunları birleştir­ mek gerekir. Sözgelişi ozanın gençliğinde Sesenlıeim P rotestan papazının kızı Friederike’ye olan aşkım anlam ak için «Kavuşma ve Ayrılış» gibi kimi lirik şiirlerine ve F a u st’un M argarete’yle ilgili sahneleri­ ne bakm ak gerekir. B unlara koşut olarak Friederike Brion’a olan aşkı Şiir ve Gerçek’te anlatılm ıştır. Bir örnek daha vermek gerekirse Goethe’nin gençliğinde yazdığı oyunlar üzerine Şiir ve Gerçek’te bilgi veril­ mediği, bu bilginin ancak Wilhelm M eisler’de bu­ lunduğu söylenebüir. Şu da var ki, Goethe’nin her iki yapıtta da yer almayan yaşamöyküsü, aydınlanmadan kal­ mış bulunm aktadır. Biz ancak G oethe’nin bize açık­ lam akta sakm ca görmediği gerçeklerini bilmekte­ yiz. Friederike’den ayrıldıktan sonra onu bir daha görmek istemediğini itiraf eden Goethe’nin kendisi­ dir. Bunun için Goethe’nin eserine Erm iş A vgustinus ya da Rousseau’nun İtiraflariı gözüyle bakamayız. Goethe kendini halkın gözleri önünde sergilemekten kaçınm aktadır. Onun isteği bize ve kendisine n a s ıl oluştuğunu, bu yolda ne gibi değişiklikler geçirdi­ ğini gösterm ektir sadece.

ŞİİR VE GERÇEK

BİRİNCİ KİTAP 28 A ĞUSTOS 1749'DA öğle vakti saat on i'kiyi çalarken ben M ain kıyısındaki F rankfurt’ta dünyaya g eldim . Y ıldızların durumu elverişliyd i; güneş o gün Sümbüle burcunda ve en yüksek noktasında bulunu­ yordu: M üşteri ile Zühre ona g üler yüzle bakıyorlar­ dı. U ta rit som urtkan değildi, Z üh al’le M erih de lakayt duruyorlardı; yalnız, tam o sırada bütünleşen ay, g ü ­ neşle karşı karşıya g elişinin te s irin i, bilhassa bu onun kendi saatına rastladığı için, büsbütün g ö steri­ yordu. Bundan dolayı o benim doğuşuma engel oldu ve ben, bu saat geçtikten sonra doğabildim . Sonradan m üneccim lerin bana pek uğurfu diye te fs ir etm esini bildikleri bu iyi alam etler, her halde benim yaşam aklığım a sebep olmuş olacaklar; zira ben ebenin beceriksizliği yüzünden âdeta ölü olarak doğmuşum ve ancak bir hayli uğraştıktan sonra bana

GOETHE gözlerim i açtıra bilm iş le r. Bununla beraber, yakınları­ mı büyük bir tela şa düşüren bu olay, dedem Belediye Başkanı Johann W olfgang T ex to r’un doğum rfıütehassısı bir hekim tayininde ve e b e le r için bir okul açıl­ masında, yahut da bunların yeniden ders görm ele­ rinde amil olm asını sağlam akla, hem şirelerim için faydalı olm uştu; h er halde bunun, benden sonra doğan birçok kim selere iyiliği dokunmuş olsa gerek. İnsan çocukluğunun ilk zam anlarında karşılaş­ mış olduğu şeyleri hatırlam ak istediği vakit çok de­ falar, başkalarından iş ittik le riy le , gerçekten kendi gözleriyle gördüklerini, birbirine karıştırıyor. Onun için ben bu hususta, zaten hiç bir neticeye u laştır­ mayacak olan, sıkı bir araştırm a yapmadan, bizim , esas itib ariyle iki evin duvarları d elin erek b irle ş tiril­ m esinden meydana gelm iş, eski bir evde oturduğumu­ zu hatırlıyorum . Kuleye benzeyen bir m erdivenle, bir­ birinden ayrı odalara çıkılıyordu; katların denksizliği de, basam aklarla tela fi edilm iş bulunuyordu. Biz çocukların, yani küçük kardeşim le benim , en çok hoşlandığım ız yer, aşağıdaki geniş avluydu; bunun bir kapıdan başka, bir de iri tahta parm aklıkları vardı ki, bunların arasından sokakla ve açık havayla doğru­ dan doğruya tem as edilebiliyordu. O zamanki evlerin pek çoğunda rastlanan bu kuş kafeslerine tahtaboş deniliyordu. K adınlar dikiş dikm ek ve iş işlem ek için burada otururlardı; aşçı kadın salatasını burada ayık­ lardı; komşu kadınlar da b irb irleriyle buradan konu­ şurlardı ve böylece sokaklar senenin güzel m evsim in­ de, güney ü lkelerini andırırdı. H erkesle böyle sam i­ m ileşm ekle, insan kendisini serbest hissederdi. Bu tahtaboşlar sayesinde çocuklar da kom şularıyle tem a­ sa gelirlerd i; böylece karşım ızda oturan ve ölen be­ lediye başkanının oğulları olan von O chsenstein adlı

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER üç kardeş, benden pek hoşlanarak, benim le m u h telif şekillerd e meşgul olu rlar ve şakalaşırlardı. Bizim kiler, her zaman ağır başlı olan v e herkes­ ten uzak duran bu adam ların beni teş vik e ttik le ri türlü türlü yaram azlıkları, anlata anlata b itire m ezlerd i. Ben bu m uzipliklerin yalnız b ir tan esin i zikrediyorum . Bir­ kaç gün evvel çanak çöm lek pazarı olmuş ve bu gibi eşyadan yalnız m utfak için bir m üddet yetecek kadar ted arik edilm ekle kalınm am ış, aynı zamanda biz ço­ cuklara da oyuncak olsun diye, ufak boyda birçok kablar alın m ıştı. Havanın güzel olduğu bir gün öğle­ den sonra, evin içinde her şeyin derin bir sessizliğe d alm ış bulunduğu bir sırada, ben tahtaboşta çanak ve ç ö m leklerim le kendi kendim e oynayıp dururken, artık bu işten usanarak kapların birini kaldırıp sokağa atm ış ve bunun öyle pek hoş bir şekilde parçalanışın­ dan, büyük bir zevk duym uştum . Benim bundan pek hoşlandığım ı, hatta sevincim den el bile çırptığım ı gö­ ren von O c h s e n s te ln le r: «Bir tane daha!» diye hay­ kırm ışlard ı. Bunun üzerine hem en kapların bir tan esi­ ni daha atm ış ve onlar hiç durmadan: «Bir tane da­ ha!« d iye haykırdıkça, o küçük ten c ere le rin , tavaların ve te s tile rin hepsini b ire r b ire r kaldırım ların üzerine fırla tm ış tım . Kom şularım beni alkışlam akta devam ediyorlardı, ben de onları eğlendirdiğim e son derece m em nundum . Fakat benim çanak çöm lek mevcudum tükendiği halde, o n lar hâlâ: «Bir tane daha!» diye hay­ kırıyo rlardı. Onun için doğru m utfağa koşarak, p arça­ landıkları vakit tab ii daha eğlenceli bir manzara arz eden, toprak tab aklan g etirm eye başlam ıştım ; böylece gidip g elerek, rafta sıra sıra d izili duran tabaklardan yetişe b ild ik le rim i b irer b irer alıp gelm iş ve onlar yine memnun kalm adıkları için, sürükleyip getireb ildiğ im bütün çanak ve çöm lekleri aynı akıbete uğratm ıştım .

GOETHE Neden sonra bana engel olup işin önüne geçecek bir kim se çıkag elm işti. A rtık iş işten g eçm işti, ve kırılan bunca çanak ve çöm leğe karşılık, hiç olm azsa eğlen­ celi bir hikâye elde edilm işti ki, bununla bilhassa o muzip k ışk ırtıcılar, öm ürlerinin sonuna kadar alay edip durm uşlardı.

YEDİNCİ KİTAP O Z A M A N K İ A lm an edebiyatı hakkında o kadar bol ve yetkili yazılar yazılm ış bulunuyor ki, bunun­ la az çok ilgilenen herkes, bu hususla yürütülmüş olan fik irle r de birbirine oldukça uygun olduğu için, bu yazılardan m ükem m el b ilg iler edinebilir; benim burada parça parça ve bazılarını atm ak suretiyle an­ latm ayı tasarladığım ş eyler ise, herhalde bu edebi­ yatın asıl kendi m ahiyetinden ziyade, benim le olan m ünasebeti hakkında olacaktır. Onun için ben ilk­ önce halkı olağanüstü bir şekilde heyecanlandıran şeylerden her mutlu yaşayışla, her neşe saçan ve başlı başına bir sevinç kaynağı olan canlı şiir sana­ tın ın , iki ezelî düşmanından bahsedeceğim ki, bunlar da: A lay ve ten k ittir. Sakin zam anlarda herkes kendi bildiği gibi yaşa­ mak İster: Her yurttaş işiyle gücüyle uğraşmak, on­ dan sonra da eğlenm ek arzusunu besler; bu arada her m uharrir de eser yazarak, bunları tanıtm ak amacını gü­ d er ve buna karşılık kendisi iyi ve faydalı bir şey yap­ tığına inandığı İçin, m ükâfat değilse bile hiç olmazsa takd ir bekler. İşte böylece kendi halinde yaşayan

GÜNLÜK VE ANILARINDAN SEÇMELER alaycılar, m ü e llifle re de te n k itç ile r sataşarak, bu ba­ rışsever insanları âdeta zorla çileden çıkarırlar. A lm an edebiyatının ben dünyaya geldiğim za­ mana rastlayan safhası daha öncekine karşı yükselen itirazlardan doğmuştu. O kadar uzun m üddet dışarıdan gelen insanlarla dolup taşan, başka m ille tle rin akınlarına sahne olan ve gerek bilgi, gerekse diplom asi işlerinde yabancı dilleri kullanm ak zorunda kalan A l­ m anlar, kendi dilini g eliştirm ey e imkân bulam am ıştı. Bunun için bir sürü yeni id arelerle birlikte; pek çok da lüzumlu ya da lüzumsuz yabancı sözler sokulmuş ve hatta bilinen ş eyler için bile, hep başka d illerin te rim le riy le ifade tarzlarına baş vurm ak âdet olm uştu. Aşağı yukarı iki yüz yıldan beri talihsiz bir durumda ve g ürültüler içinde yaşayarak kabalaşm ış olan A l­ m anlar, m uaşeret usullerini öğrenm ek için Fransız okullarına gidiyor, vakarlı bir şekilde söz söyleyebil­ mek için de, Rom alılardan ders alıyorlardı. Fakat ay­ nı şeyi anadilim ize de yaym ak lazım dı; zira o ya­ bancı te rim le rin doğrudan doğruya kullanılm ası ve ya­ rı A lm an calaştırılm ası hem kibar âlem deki, hem de iş hayatındaki konuşma tarzını gülünç bir hale g etir­ m işti. Bundan başka güney d illerinin o teşbihli sö zle­ ri de ölçüsüzce benim senerek son derece aşırı bir şekilde kullanılıyordu. Yine bu kabilden olmak üzere, p renslerle e şit olan en ileri gelen Rom alıların kibar­ lığı, küçük A lm an şehirlerin d e bilg inler arasındaki m ünasebetlerde ta k lit ediliyordu ki, bu yüzden de insan her yerde ve hatta kendi evinde bile âdeta bir yabancılık hissediyordu. Lâkin bu safhada birçok dâhiyane e serler vücu­ da g etirilm iş bulunduğundan, neşeleri yerin e gelm e­ ye başlayan A lm anların lib erallik hisleri de harekete g eçm işti. G erek bu duygu, gerekse buna katılan sa­

GOETHE mim i bir ağ.r b aşlılık, m uharrirleri te m iz ve tabu bir ifade ile, araya yabancı sözler karıştırm adan ve her­ kesin anlayabileceği bir tarzda yaz. yazm aya zor­ luyordu. Ancak bu övülm eye değer gayretler saye­ sinde, anadilin o ölçüsüz yayvanlığına butun açılm ış ve hatta, çok geçm eden her tara fı kaplayacak olan o büyük seli tutan set bile delinm işti Bununla beraber, fakü ltelerin dördünde de inatçı bir ukala­ lık uzun m üddet tutunm uş ve aradan pek çok zaman geçtikten sonra, bu da nihayet başka bir şekle burunBöylece. tabiatın kafalar, iyi işleyen ve gözler. -.İmadan çocuklarının eline, üzerinde denem eler ya,a b ile c e k le ri. düzeltm ek için uğraşabilecekler, ve iş ,ek o kadar önem li olmadığı için, d iledikleri gibi de ılay edeb ilecekleri, iki şey geçm iş buiunuyordu; bunardan biri yabancı sözlerle, te rim le rle ve ifade tarz arıyle çirkinleşm iş olan anadilleri, oburu ise bu gibi