Buyuk Turkce Sozluk [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

Büyük Türkçe Sözlük Sürüm No: 1.0 Açı klama

Farabi

(veya ağ zı nı n içine) bakmak * ne söyleyeceğini beklemek. * onun sözüne göre davranmak. ... (bir) hâl almak * bir duruma gelmek. ... canlı sı * düş künü. ... damgası nı vurmak * (biri için) kötü bir yargı ya varmak. ... -e kuvvet * herhangi bir ş eye ağ ı rlı k verildiğ inde kullanı lı r. ... fı rı n ekmek yemesi lâzı m * bir duruma eriş mek için pek çok emek vermesi, çalı ş ması gerekir. ... gözüyle bakmak * yerine koymak. ... ile beraber * ile birlikte. ... kim ... kim * yakı ş tı rı lan ş eyin uygunsuzluğ unu belirtmeye yarar. ... olsun, ... olsun, * sözü geçen her ş ey. ... süsü vermek * gerçeğ e aykı rı olarak, kendisinde veya herhangi bir ş eyde üstün bir nitelik veya değer varmı şgibi göstermek. ... ziyafeti çekmek * herhangi bir ş eyi en iyi biçimde baş armak, herhangi bir yönüyle doyurmak. ...-a veya ...-e gelince * sı ra gelince anlamı na gelerek bir konu bittikten sonra sözü baş ka bir konuya geçirmeye yarar. * ayrı calı k gösteren bir düş ünceye geçildiğ ini anlatı r. ...-a, ...-ya getirmek * birini bir duruma getirerek istediği gibi davranmak. ...-den eylemek * yoksun bı rakmak. ...-ı nda / ...-inde değil * bir ş eyin söylenen niteliğ ine önem vermeyi anlatı r. ...i tutmak * bir iş i yapacağ ıve göreceği o zamana rastlamak. ...ikinci plâna düş mek * bir kimsenin veya topluluğun gözünde eski önemini, değ erini yitirmek.

...ile beraber * -dı ğ ı/ -diği anda. * -dan / -den baş ka. * -dı ğ ı/ -diği hâlde. ...-ması yla, ...-mesi bir olmak * aynıanda, çabucacı k, birden. ...maya veya ...meye görsün (veya gör) * söz konusu fiilin doğ uracağ ısonuca kesinlik kazandı rmak için kullanı lı r. ...nı n resmidir... * bir durumun olacağ ıkesin ve bellidir. 19 Mayı s 30 Ağ ustos * Zafer Bayramı . a

* Seslenme bildirir.

a * (a:) Şaş ma, hatı rlama, sevinme, acı ma, üzülme, kı zma gibi duygularıgüçlendirir, cümlenin baş ı nda veya sonunda kullanı lı r. a/e * Çekimli fiilin sonuna gelerek anlamıpekiş tirir. -a- / -e-a / -e

*İ simden fiil türeten ek. * Yönelme durumu eki: dağa, eve, yola, öne. Ünlü ile biten isimlerden sonra araya y sesi girer.

-a / -e

* Fiilden zarf türeten ek: yaza yaza, gide gide, koş a koş a, düş e kalka, güle oynaya. Ünlü ile biten fiillerden sonra araya y sesi girer: yaş aya yaş aya, bekleye bekleye, okuya okuya, yürüye yürüye. Bu ek göre, kala, geçe, sapa örneklerinde kalı plaş mı ş tı r. a, A

ab aba

* Türk alfabesinin birinci harfi, ses bilimi bakı mı ndan kalı n ünlülerin düz ve genişolanı nıgösterir. * Nota iş aretlerini harflerle gösterme yönteminde lâ sesini bildirir. * Su. * Yünden, dövülerek yapı lan kalı n ve kaba kumaş . * Bu kumaş tan yapı lmı şyakası z ve uzun üstlük. * Bu kumaş tan yapı lmı şolan. * Eskiden derviş lerin giydiği abadan yapı lmı ş , önü açı k hı rka. * Abla. * Anne.

aba altı ndan değ nek (sopa) göstermek * yumuş ak görünmekle birlikte yine de gözünü korkutmak. aba gibi

* (kumaşiçin) kaba ve kalı n.

aba güreş i * Aba giyilerek ve bele kuş ak bağlanarak yapı lan bir tür güreş . aba vakti yaba, yaba vakti aba * kiş i, ihtiyaçları nıvaktinden önce ve ucuz olduğ u zaman karş ı lamalı dı r. abacı * Aba yapan veya satan kimse. * Abadan giyecek yapan veya satan kimse. * Bedavacı , asalak. abacıkebeci, ara yerde sen neci? * "anlamadı ğı n bu iş e ne karı ş ı yorsun?" anlamı nda kullanı lan bir söz. abacı lı k * Aba yapma veya satma iş i. * Abadan giyecek yapma veya satma iş i. abadî * Kalı nca ve açı k saman renginde, yarı mat bir yazıkâğ ı dı türü. abajur

abajurcu

* Iş ı ğ ıbir yere toplamak, doğrudan doğ ruya gözlere vurması nıönlemek için kullanı lan lâmba siperi. * Genellikle üzeri siperli masa lâmbasıveya ayaklılâmba. * Abajur yapan veya satan kimse.

abajurculuk * Abajurcunun iş i veya mesleğ i. abajurlu

* Abajuru olan.

abaküs * Sayı boncuğ u, çörkü. abalı

* Abasıolan, aba giymişolan.

abandı rma * Abandı rmak iş i. abandı rmak * Bir kimsenin bir yere abanması nısağlamak. * Bir hayvanıyere çöktürmek. abandone * Dövüş emeyecek duruma gelen (boksör). abandone etmek * dövüş emeyecek duruma getirmek. abandone olmak * dövüş emeyecek duruma gelmek. abanî

abanma

* Sarı mtı rak dallınakı ş larla iş lenmişbir tür beyaz, ipek kumaş . * Bu kumaş tan yapı lmı ş . * Abanmak iş i.

abanmak

abanoz

* Eğ ilerek bir ş eyin, bir kimsenin üzerine kapanmak. * Bir yere veya bir kimseye yaslanmak, dayanmak. * Bir ş eyin veya bir kimsenin üzerine çöküp çullanmak. * Birine yük olarak onun sı rtı ndan geçinmeye bakmak. * Abanozgillerin ağ ı r, sert ve siyah renkli tahtası .

abanoz gibi * çok sert. abanoz kesilmek * sertleş erek dayanı klı lı ğ ıartmak. * kirden matlaş mak, rengini kaybetmek. abanozgiller *İ ki çeneklilerden, sı cak ülkelerde yetiş en ve kerestesine abanoz denilen bir bitki familyası . abanozlaş ma * Abanozlaş mak durumu alma. abanozlaş mak * Ağaç ve benzeri maddeler uzun süre suda kalarak kararmak. * (insan) uzun süre güneş te kalarak kararmak, yanmak. abartı

* Abartma, mübalâğa.

abartı cı * Bir ş eyi olduğ undan büyük veya çok gösterme huyunda olan (kimse), abartmacı , mübalâğacı . abartı cı lı k * Abartı cıolma durumu, abartmacı lı k, mübalâğ acı lı k. abartı lı

* Olduğundan fazla gösterilen, mübalâğalı .

abartı lma * Abartı lmak iş i. abartı lmak * Abartmak iş ine konu olmak, mübalâğ a edilmek. abartı sı z abartı ş abartma

* Olduğundan fazla gösterilmeyen, mübalâğası z. * Abartmak iş i veya biçimi. * Abartmak iş i, mübalâğ a.

abartmacı * Abartı cı , mübalâğacı . abartmacı lı k * Abartı cı lı k, mübalâğacı lı k. abartmak

* Bir ş eyi olduğ undan büyük veya çok göstererek anlatmak, mübalâğa etmek.

abartmalı * Abartı lmı ş , mübalâğ alı . abartması z * Abartı lmamı ş , abartmadan, mübalâğ ası z. abası z

* Abasıolmayan, aba giymemişolan.

abaş o * Alt, alttaki, aş ağ ı . * Gemiyi baş tan veya kı çtan halatla karaya bağlama. abat * Bayı ndı r, mamur. * Şen, rahat. abat etmek * mamur etmek, rahata kavuş turmak, zenginleş tirmek, gönendirmek. abat eylemek * abat etmek. abat olmak * mutlu olmak, rahata kavuş mak, gönenmek. abayısermek * bir yere teklifsizce yerleş mek. abayıyakmak * gönül vermek, tutulmak, âş ı k olmak. Abaza Abazaca abazan

* KuzeybatıKafkasya'da yaş ayan bir halk ve bu halka mensup olan kimse. * Abazalar tarafı ndan kullanı lan dil. * Karnıaç olan (kimse). * Uzun süre kadı nsı z kalan (erkek).

abazan kalmak * uzun süre cinsel iliş kide bulunmamak, kadı nsı z kalmak. abazanlı k * Abazan olma durumu. Abbas yolcu * yola çı kacak kimse. Abbasî

* Abbas bin Abdülmuttalib soyundan gelen, Bağ dat merkez olmak üzere Ön Asya ve Kuzey Afrika'da 7501258 tarihleri arası nda hüküm süren sülâle. abd

Abdal

* Kul. * Köle. * Safevîler devrinde İ ran'da yaş ayan Türk oymakları ndan biri.

* Anadolu'da yaş ayan birtakı m oymaklara verilen ad. abdal * Eskiden bazıgezgin derviş lere verilen ad. * Dilenci kı lı klı , üstü baş ıperiş an kimse. * Bkz. aptal. abdala malûm olur * bir ş eyin olacağı nıönceden sezen kimseler için ş aka yollu söylenir. abdallı k * Abdal olma durumu. abdest

* Müslümanları n, bazı ibadetleri yapabilmek için el, ağı z, burun, yüz, kol, ayak yı kama ve baş a, enseye ı slak el gezdirme, kulağıtemizleme biçiminde yaptı klarıarı nma. *İ drar yapma ve kalı n bağı rsağ ıboş altma. abdest almak * abdest yoluyla arı nmak. * namaz kı lmak için gerekli yı kama kuralları nı yerine getirmek. abdest bozmak * ayak yoluna gitmek. abdest bozulmak * yeniden abdest alma gereği ortaya çı kmak. abdest tazelemek * yeniden abdest almak. abdestbozan * Şeritgillerden, vücudu yassı , birbirine kenetlenmişboğ umlarıbulunan ve bazı sımetrelerce boyda olan bir bağı rsak asalağ ı , tenya, ş erit. abdestbozan otu * Gülgillerden, siyah ve yeş il boya çı karı lan bir bitki (Poterium spinosum). abdesthane * Abdest bozacak yer, ayak yolu, tuvalet. abdesti gelmek (veya olmak) * abdest bozmaya ihtiyaç duymak. abdesti kaçmak * abdest bozma ihtiyacı varken yok olmak. abdestinde namazı nda * dindar. abdestinden ş üphesi olmamak * yaptı ğ ıiş te kusuru olmadı ğı nıkesin olarak bilmek. abdestini vermek * azarlamak. abdestli abdestlik

* Abdest almı şbulunan veya abdesti bozulmamı şolan. * Abdest alı nacak yer. * Abdest alı nı rken giyilen ve kolsuz hı rkaya benzeyen bir tür giyecek.

* Abdest almaya yarayan. abdestsiz * Abdest almamı şveya abdesti bozulmuşolan. abdestsiz yere basmamak * din buyrukları na titizlikle uymak. abdiâciz

* Alçak gönüllülük bildirmek üzere "ben" yerine kullanı lı r.

abdülleziz * Akdeniz bölgesinde ve Afrika'da yetiş en çok yı llı k ve otsu bir bitki (Cyperus esculentus). * Bu bitkinin yemişgibi yenilen, tatlı ve yağlıürünü. abece

* Bkz. alfabe.

abece sı rası * Bkz. alfabe sı rası . abecesel

* Bkz. alfabetik.

aberasyon * Sapı nç. abes

* Akla ve gerçeğ e aykı rı . * Gereksiz, lüzumsuz, yersiz, boş .

abes bulmak * gereksiz, saçma saymak. abes kaçmak * uygunsuz düş mek. abesle uğraş mak (veya abesle iş tigal etmek) * yersiz, yararsı zş eylerle vakit öldürmek. abeslik abı hayat

* Abes olma durumu. * Efsanelere göre içen kimseye ölümsüzlük sağ layan bir su, bengi su.

abı hayat içmiş * yaş ıçok ilerlemişolduğ u hâlde genç görünen (kimse). abı kevser * Cennette bulunduğ una inanı lan Kevser ı rmağı nı n adı . abı ru

abide

* Yüz suyu. * Irz, namus, ş eref, haysiyet. * Anı t.

abideleş me * Anı tlaş ma.

abideleş mek * Anı tlaş mak. abideleş tirme * Anı tlaş tı rmak iş i. abideleş tirmek * Anı tlaş tı rmak. abidemsi abidevî abis

* Anı t benzeri. * Anı tla ilgili, anı tsal, anı ta benzer, anı t gibi. * Okyanusları n çok derin yeri ve daha özel olarak, güneşı ş ı ğı nı n eriş emediğ i kesim.

abiye * Bayanları n özel gecelerde giydiğ iş ı k giysi veya tuvalet. abla

* Bir kimsenin kendinden büyük olan kı z kardeş i. * Büyük kı z kardeşgibi saygıve sevgi gösterilen kı z veya kadı n. * Genel ev veya randevu evi iş letmecisi kadı n, çaça, mama.

ablak * Yayvan ve dolgun yüz veya yüzü böyle olan (kimse). ablakça ablaklı k ablalı k

* Ablak gibi, ablak tarzı nda. * Ablak olma durumu. * Abla olma durumu.

ablalı k etmek * abla gibi yakı n ve koruyucu davranı ş ta bulunmak. ablâtif ablatya abli

* Çı kma durumu. * Uzunluğ u 150, geniş liğ i 4-10 kulaç olan bir balı k ağ ı . * Yarı m serenleri sağ a, sola veya ortaya çevirmek için bunları n ucuna bağ lıbulunan donanı m.

abliyi kaçı rmak (veya bı rakmak) *ş aş ı rmak, soğuk kanlı lı ğ ı nıyitirmek, ipin ucunu kaçı rmak. abluka

* Bir ülkenin veya bir yerin dı şdünya ile olan her türlü bağ lantı sı nıkuvvet kullanarak kesme, kuş atma, ihata.

abluka altı nda tutmak * ablukayıdevam ettirmek. abluka etmek * genellikle denizden kuş atmak. * etrafı nı çevirmek, bulunduğu yerden ayı rmak.

ablukaya almak * Bkz. abluka etmek. ablukayı kaldı rmak * abluka kararı ndan ve uygulaması ndan vazgeçmek. ablukayı yarmak * abluka bölgesini zor kullanarak yarı p geçmek. abone * Önceden ödemede bulunarak süreli yayı nlara alı cıolma iş i. * Peş in para ile bir ş eye belli bir süre için alı cı olan kimse. * Bir yere gitmeyi alı ş kanlı k hâline getirmek. abone etmek * peş in para ile belli bir süre için bir ş eyi sürekli olarak almayı sağ lamak. abone olmak * peş in para ile belli bir süre için bir ş eyi sürekli olarak almayı önceden üstlenmek. abone yapmak * abone olmayısağlamak.. abonelik

* Abone veya aboneler için kullanı labilecek kadar olan.

abonman * Bir satı cıveya kamu kuruluş u ile alı cı lar arası nda yapı lan anlaş ma. aborda * Bir deniz teknesinin baş ka bir tekneye, bir iskeleye veya bir rı htı ma yanı nıvererek yanaş ması . aborda etmek * (gemi için) yanlaması na yanaş mak. abra

* Bozuk teraziyi dengelemek için hafif gelen kefeye konulan taş , demir, çivi gibi ağ ı rlı k, dara. * Bir değ iştokuş ta üste verilen ş ey.

abrakadabra * Eski çağlarda bazı hastalı klara iyi geldiğine inanı lan büyülü söz. * Sihirbazları n sı kça kullandı ğıbüyülü söz. abrama abramak

* Abramak iş i, idare. * (deniz taş ı tlarıiçin) Yönetmek, idare etmek.

abraş * Alaca benekli. * (bitki yaprakları nda) Klorofil azlı ğ ı ndan dolayıaçı k renkte lekeleri olan. * Çilli, çopur yüzlü, açı k renk gözlü, çapar. * Deseni ve atkı sıbozuk halı . * Çarpı k, eğri, düzgün olmayan. * Ters, kaba, görgüsüz. abril * Nisan, april. abstraksiyonizm

* Bkz. soyutçuluk. abstre * Soyut, somut karş ı tı , mücerret. abstre sayı * Bkz. soyut sayı . absürt

* Saçma.

absürt tiyatro * Bkz. saçma tiyatro. abu * Şaş ma ve korku bildirir. abuhava

*İ klim.

abuk sabuk * Akla, mantı ğ a uymayan, düş ünmeden söylenen, saçma sapan (söz). abuk sabuk konuş mak * saçma sapan söz söylemek. abuk sabukluk * Ciddiyetsizlik, saçmalı k. abuli abullabut

*İ stenç yitimi, irade kaybı . * Hantal, kaba ve anlayı ş sı z (kimse). * Biçimsiz ve kötü giyinen, giyimine özen göstermeyen (kimse).

abullabutluk * Abullabut gibi davranma, abullabut olma durumu. abur cubur * Sı rası , tadı , yararı gözetilmeksizin rastgele yenilen ş eyler. *İ ş e yaramayan, boş . abus

Ac acaba

* Ası k suratlı , somurtkan (kimse). * Somurtkan, çatı k, ası k (yüz). * Niteliğ i bilinmeyen, garip, acayip. * Aktinyum'un kı saltması . * Merak, kararsı zlı k veya kuş ku anlatı r.

-acak / -ecek * Fiil çekim eki (gelecek zaman eki). * Fiilden isim ve sı fat yapma eki. Acar * GüneybatıKafkasya'nı n Türkiye sı nı rı na yakı n bölgesinde yaş ayan bir halk. acar

* Atı lgan, gözü pek, yiğit, kabadayı , yı lmaz, kabı na sı ğmaz. * Güçlü ve becerikli, çevik, enerjik. * Yeni. Acara

* Bkz. Acar.

acarlaş ma * Acarlaş mak iş i. acarlaş mak * Acar duruma gelmek. acarlı k

* Acar olma durumu.

acayibine gitmek * yadı rgamak, tuhafı na gitmek. acayip

* Sağduyuya, göreneğe, olağ ana aykı rı ,ş aş ı lacak, ş aş maya değer, garip, tuhaf, yadı rganan, yabansı . * Şaş ma anlatı r.

acayip olmak * yadı rganacak bir duruma girmek. acayipleş me * Acayipleş mek durumu. acayipleş mek * Baş kalaş mak, yadı rganacak bir duruma girmek. acayipleş tirme * Acayipleş tirmek iş i. acayipleş tirmek * Acayip, yadı rganacak bir duruma getirmek. acayiplik * Acayip olma durumu, yabansı lı k, gariplik, tuhaflı k. accelerando * Parçanı n çalı nı rken gittikçe hı zlanacağ ı nıanlatı r. acele

* Çabuk davranma zorunluluğ u, ivedi, ivecenlik. * Vakit geçirmeden, tez olarak.

acele acele * Çabuk çabuk, hı zlı olarak, büyük bir çabuklukla. acele etmek * çabuk davranmak, ivmek. * telâşetmek, sabı rsı zlanmak. acele iş eş eytan karı ş ı r * düş ünüp taş ı nmadan, ivedi olarak yapı lan iş ten iyi sonuç beklenmemesi gerektiğ ini anlatı r. aceleci * Tez işgören, çabuk davranan, telâş lı , ivecen. acelecilik

* Aceleci olma durumu, ivecenlik. aceleleş tirme * Aceleleş tirmek iş i. aceleleş tirmek * Çabuklaş tı rmak. aceleye gelmek * çabuk yapı ldı ğı için gereken özen gösterilmemişolmak. aceleye getirmek * zaman darlı ğı ndan yararlanarak birini aldatmak veya bir iş i üstünkörü yapmak. Acem *İ ranlı . *İ ran'a özgü. *İ ran ülkesi. acem

* Türk müziğinde mi notası na yakı n bir perde.

Acem halayı * Güney Anadolu yöresinde oynanan bir halk oyunu. Acem kı lı cıgibi * hem birinden yana, hem ona karş ıolabilen. Acem lâlesi * Taş kı rangillerden, turuncu ve sarırenkte çiçekli, yı llı k ve çok yı llı k türleri olan, tohumla saksı da ve tarlada üretilebilen bir süs bitkisi, güneştopu. Acem pilâvı * Safran ve zencefil ile yapı lan İ ran usulü bir pilâv çeş idi. acemaş iran * Klâsik Türk müziğ inde kullanı lan ş et makamları ndan biri. acemborusu * Canlıkı rmı zı çiçekler açan bir süs bitkisi (Bigonia radicams). acembuselik * Klâsik Türk müziğ inde kullanı lan birleş ik bir makam. Acemce acemi

* Farsça. * Bir iş in yabancı sıolan, eli iş e alı ş mamı ş , bir iş i beceremeyen. *İ ş inde, mesleğ inde ilerlememiş . * Bir yerin, bir ş eyin yabancı sı . * Saraya yeni alı nmı şcariyelere verilen ad.

acemi ağası * Hareme yeni alı nan cariyelerin ağ ası . acemi çaylak * Tecrübesiz, toy, beceriksiz. acemi er

* Askere yeni alı nan ve eğ itim dönemini henüz tamamlamamı şer.

acemi ocağ ı * Osmanlıordusuna kapıkulu eri yetiş tirmek için kurulan okul. acemi oğlanı * Yeniçeri ocağı nda yetiş tirilmek üzere tutsaklardan veya devş irme yoluyla Hristiyanlardan toplanan çocuk. acemice * Toyca, beceriksizce. acemileş me * Acemileş mek durumu. acemileş mek * Beceriksizlik göstermek, bocalamak. acemilik

* Acemi olma durumu, aceminin çekingenliği ve ürkekliği, acemice davranı ş , toyluk.

acemilik çekmek * henüz alı ş madı ğ ıbir iş te zorluk çekmek, bocalamak. acemilik etmek * düş üncesizce hareket etmek, acemice davranmak. acemkürdi * Klâsik Türk müziğ inde birleş ik bir makam. acemleş me * Acemleş mek durumuna gelmek. acemleş mek * Kültür ve medeniyet bakı mı ndan İ ran'ıveya İ ran halkı nıörnek almak. * Kendini İ ranlı gibi hissetmek veya İ ranlıgibi davranmak. acemleş tirme * Acemleş tirmek iş i. acemleş tirmek * Kültür veya medeniyet bakı mı ndan İ ran'ıveya İ ran halkı nı örnek aldı rmak, Acem kültürünü yaygı nlaş tı rmak. acente

* Bir kuruluş un malî veya ticarî iş lerini kazanç karş ı lı ğı nda yürüten ticarethane. * Vapur ortaklı ğ ıveya banka ş ubesi. * Bir kurumun veya ş ubelerinin baş ı nda bulunan kimse. * Bir kuruluş a bağlıolmaksı zı n sözleş meye dayanarak belirli bir yer ve bölge içinde sürekli olarak ticarethane veya iş letmeyi ilgilendiren iş lerde aracı lı k eden, bunlarıo iş letme adı na yapan kimse. acentelik

acep aceze

* Acentenin yaptı ğıiş . * Acente kuruluş u. * Acaba. * Acizler, güçsüzler, eli ermezler, düş künler.

acı * Tat alma organı nda bazımaddelerin bı raktı ğıyakı cıdurum, tatlıkarş ı tı . * Tadı bu nitelikte olan. * Keskin, hoş a gitmeyen, ş iddetli.

* Renk için, koyu. * Ağ rı , sancı . * Dı ş arı dan gelen bir etki ile dı şorganlarda birdenbire oluş an ve o etkilerin kalkmasıile duyulan rahatsı zlı k, ı stı rap.

acı acı

* Kı rı cı , üzücü, incitici, dokunaklı , korkunç. * Ölüm, yangı n, deprem gibi olayları n yarattı ğıüzüntü, keder, elem. * Acıolarak, acı vererek, acıduyurarak, üzüntü içinde. * Dokunaklı , kı rı cı , üzücü olarak, üzüntü içinde.

acı ağaç

* Sedef otugillerden, sı cak ülkelerde yetiş en, kabuğ u ve odunu hekimlikte kullanı lan küçük bir ağaç, kavasya (Quassia amara). acı badem * Gülgillerden bir meyve ağ acı(Amygdalus amara). * Bu ağacı n acı mtı rak, keskin kokulu meyvesi. acı badem kurabiyesi *İ rmik ve ş ekerle yoğrularak üzerine acıbadem konduktan sonra fı rı nda piş irilen bir çeş it kurabiye. acı bakla * Baklagillerden, acıolan taneleri suda tatlı laş tı rı larak yenilen otsu bir bitki, Yahudi baklası(Lupinus termis). acı bal acı balı k amarus). acı ceviz

* Deli bal. * Sazangillerden, Avrupa'da ve ülkemiz göllerinde yaş ayan, 8-10 cm uzunluğ unda bir balı k, gördek (Rhodeus

* Genellikle Kuzey Amerika'da yetiş en, güzel görünüş lü bir ceviz türü.

acı çekmek (veya duymak) * ağ rı , sı zıduymak. * üzülmek, üzüntü içinde kalmak. acı çiğ dem * Zambakgillerden, 10-30 cm boyunda, ş erit yapraklıve açı k renk çiçekli, tohumları romatizma tedavisinde kullanı lan zehirli bir çiğ dem türü, güz çiğ demi (Colchicum autumnale). acı elma

* Bkz. ebucehil karpuzu.

acı gelmek * dokunaklı , kı rı cı , üzücü gelmek. acı görmüş * kötü günler yaş amı ş . acı hı yar

* Bkz. ebucehil karpuzu.

acı karpuz * Bkz. ebucehil karpuzu. acı kavak * Dağkavağ ıveya titrek kavak (Populus tremula). acı kavun

* Bkz. eş ek hı yarı . acı kök * Loğusa otu köklerinin kurutularak dövülmesiyle elde edilen acıbir toz. acı kuvvet * Sert, etkili, zorlu kuvvet. acı marul

* Birleş ikgillerden, tadıacı , diş li yapraklı , sürgününden çı kan sütü uyuş turucu ve yatı ş tı rı cıolarak kullanı lan iki yı llı k bir bitki (Lactuca virosa). acı meyan * Bkz. dikenli meyan. acı ot

* Kuzey Anadolu dağ ları nı n ormanları nda yetiş en, toprak altı nda bilek kalı nlı ğı nda kökü bulunan çok yı llı k ve otsu bir bitki (Tamus communis). acı patlı canıkı rağıçalmaz * kötü durumda olan bir kimseyi yeni kötü durumlar etkilemez. acı sakı z * Çam sakı zı . acı söylemek * olumsuz bir davranı ş a karş ıgerçeğ i olduğu gibi söylemek. acı söz acı su

* Kiş inin onuruna dokunan gönlünü inciten söz. *İ çindeki minerallerin etkisiyle tadısert olan kuyu veya pı nar suyu.

acı tatlı *İ yi kötü. acı vermek * üzüntüye sebep olmak, incitmek. acı yavş an * Tüylü dalak otu. acı yitimi

* Sinir bozukluğ u, çok ilâç alma, donma gibi sebeplerle acıduyumunun birazı nı n veya tamamı nı n yok olması , analjezi. acı yonca

* Kı zı l kantarongillerden, bataklı k yerlerde yetiş en, kötü kokulu ve çok acıolan yapraklarıhekimlikte kullanı lan bir bitki (Menyanthes trifoliata). acı ca

* Oldukça acı .

acı kı lma * Acı kı lmak iş i veya durumu. acı kı lmak * Acı kmak iş ine konu olmak. acı klı

* Acı ndı racak, acıverecek nitelikte olan, dokunaklı , koygun.

* Acıgörmüş , yaslı , kederli. acı klıkomedi * Eğlendirici olmayıamaçlamayan, dramatik yönü ağı r basan, duygusal bir oyun türü, trajikomik. acı kma acı kmak

* Acı kmak iş i. * Açlı k duymak, yemek yeme ihtiyacı duymak. * Uzun süre bir ş eyin yokluğunu çeken kimse, o ş eyden ne kadar çok elde etse, yine kendisine yetmeyeceğ ini

düş ünür. acı ktı rma * Acı ktı rmak iş i. acı ktı rmak * Açlı k duyması na sebep olmak. * Aç bı rakmak, yeterince doyurmamak. acı lanma

* Acı lanmak iş i.

acı lanmak * Tadı acıolmak, acı laş mak. * Acı lıdurumda olmak, üzüntüye kapı lmak, üzülmek. acı laş ma

* Acı laş mak iş i.

acı laş mak * Tadı bozulmak, acıolmak. * Dokunaklıduruma gelmek. * (konuş ma) Kı rı cı , sert bir durum almak. * Yemlerde genellikle yağasitlerinin oksidasyonu ve hidroliz sonucu uygun olmayan koku ve tat meydana gelmek. acı laş tı rma * Acı laş tı rmak iş i. acı laş tı rmak * Acıbir duruma getirmek. acı lı

acı lı k

acı lı lı k

* Acıkatı lmı şolan. * Acı sıolan, kederli. * Acıolma durumu. * Dokunaklı lı k, kederlilik, yaslı lı k. * Acı lıolma durumu.

acı ma * Acı mak iş i. * Baş ka bir kimsenin veya canlı nı n mutsuzluğuna karş ıduyulan üzüntü, merhamet. acı mak * Tadı acıduruma gelmek, acı laş mak. * Acı lı , ağ rı lıolmak. * Baş kası nı n acı sı na ortak olmak veya durumundan üzüntü duymak.

* Baş kası nı n uğ radı ğ ıveya uğ rayacağıkötü bir duruma üzülmek, merhamet etmek. * Bir ş eyi vermeye kı yamamak veya verdiğ ine, elden çı kardı ğı na üzülmek. acı ması z

* Acı maz, katıyürekli, merhametsiz.

acı ması zca * Acı ması z olarak, acı ması z bir biçimde, zalimce, zalimane. acı ması zlı k * Acı maz olma durumu, merhametsizlik, zulüm. acı mı k acı msı

* Buğday tarlaları nda yetiş en, tohumu zehirli, yabanî bir bitki, belemir. * Acı ya yakı n tadıolan, tadıaz acıolan, acı mtı rak. * Dokunaklı .

acı mtı rak * Acı msı . acı nacak * Üzüntü duyulacak, merhamet edilecek. acı ndan ölmek * açlı ktan ölmek. * çok acı kmak. acı ndı rma * Acı ndı rmak iş i. acı ndı rmak * Bir kimsenin acı ması na yol açmak, merhamete getirmek. acı nı lacak * Üzüntü duyulacak, merhamet edilecek durumda bulunan. acı nı lma * Acı nı lmak iş i. acı nı lmak * Acı nmak iş ine konu olmak. acı nma acı nmak

acı rak

* Acı nmak iş i. * Acı mak iş ine konu olmak. * Baş kası nı n hesabı na üzülmek, yazı klanmak, yerinmek, eseflenmek, esef etmek, teessüf etmek. * Az acı , acı mtı rak.

acı rga * Yaban turpu. acı sıçı kmak * olumsuz, kötü sonucu ortaya çı kmak. acı sıiçine (veya yüreğ ine) çökmek (veya iş lemek) * bir ş eyin acı sı nıpek çok duymak.

* olmadan olacağ ıdüş ünerek çok üzülmek. acı sı na dayanamamak * bir kimse bir yakı nı nı n ölümünden büyük üzüntü duymak. acı sı nıalmak * acı lı ğ ı nıgidermek. * sı zı yıdindirmek. * kederini azaltmak. acı sı nıbağ rı na basmak *ş ikâyet etmeden üzüntüye katlanmak. acı sı nıçekmek * yapı lan yanlı şbir iş in kötü sonucunu görmek. acı sı nıçı karmak * (tat için) acı lı ğı nıyok etmek. * uğradı ğ ımaddî veya manevî zararı karş ı layacak bir işyapmak. * öç almak, intikam almak. acı sı nıgörmek * bir yakı nı nı n ölümünü görmek. acı sı z

acı tı ş acı tma acı tmak

acı yı cı

* Tadı acıolmayan. * Ağrı , sı zıduyulmayan. * Üzüntü, sı kı ntıolmayan, kedersiz. * Acı tmak iş i veya biçimi. * Acı tmak iş i. * Acı lı k vermek. * Ağrıve sı zıduyması na sebep olmak. * Acı ma duygusu olan (kimse).

acı yı ş * Acı mak iş i veya biçimi. acibe acil

* Hiç görülmemiş , alı ş ı lmamı ş ,ş aş ı lacak veya yadı rganacak ş ey. *İ vedi, ivedili.

acil servis * (hastanelerde) Vakit yitirilmeden bakı lmasıgereken hastaları n ilk tedavilerinin yapı ldı ğ ıyer. acil ş ifalar dilemek * hastanı n kı sa sürede iyileş mesi dileğinde bulunmak. acilen aciyo

* Hemen, hiç zaman yitirmeden, tez elden, gecikmeden, ivedilikle. * Bkz. acyo.

aciz

* Gücü bir iş e yetmez olanı n durumu, güçsüzlük. * Beceriksizlik. * Birinin borcunu vaktinde ödeyememesi durumu.

âciz * Gücü bir iş e yetmez olan, güçsüz. * Beceriksiz. âciz kalmak * çok uğ raş maya rağmen o iş i yapamamak. âcizane

* Söz söyleyen kimsenin kendi yaptı kları nıabartmamak için kullandı ğ ı"acizlere yakı ş acak biçimde" anlamı nda bir nezaket sözü. âcizleri âcizlik acube

* Alçak gönüllülük göstermek için "ben" zamiri yerine kullanı lan bir söz. * Beceriksizlik, güçsüzlük. * Tuhaf kimse.

acul * Tez canlı , içi tez, ivecen. * Hı zlı , çabuk. acun * Dünya. acur

* Bkz. ajur.

acur

* Kabakgillerden, kabuğu çizgili ve tüylü, sarı mtı rak, yeş il veya sarı , üzeri yeş il lekeli, irice bir çeş it hı yar (Cucumis flexuosus). acurlu acuze

* Bkz. ajurlu. * Huysuz, çirkin, yaş lıkadı n, cadıkarı .

acyo * Herhangi bir paranı n gerçek değ eriyle sürüm değeri arası nda veya bir ticaret senedinin üzerinde yazı lı miktar ile indirimden sonraki tutarı arası nda doğ an fark. * Bir ticaret senedinin yenilenmesinde alı nan komisyon. * Senetli kredi iş lemlerinde bankaları n yaptı klarıtahsilât. acyocu

* Borsa veya piyasada tahvil için çeş itli hileler uygulayan, dolaplar çeviren kimse.

acz içinde olmak * gücü yetmemek, becerememek. acze düş mek * çaresiz kalmak, elinden birş ey gelmemek. aç

* Yemek yeme ihtiyacıolan veya yemesi gereken, tok karş ı tı . * Yiyecek bulamayan, yoksul kimse. * Gözü doymaz, haris. * Çok istekli, çok hevesli. * Karnıdoymamı şolarak. -aç / -eç *İ simden isim ve sı fat yapma eki: bakr-aç, top-aç, kı r-aç vb. * Fiilden sı fat yapma eki: gül-eç vb. * Fiilden isim yapma eki: tı ka-ç, say-aç, sür-eç vb. aç acı na

* aç olarak, bir ş ey yemeden.

aç açı k kalmak * yoksulluk içinde, evsiz barksı z kalmak. aç ayıoynamaz * kendisinden işbeklenilen kimseden emeğinin karş ı lı ğ ıesirgenmemelidir. aç bı rakmak * yiyecek vermemek veya karnı nıdoyurması na engel olmak. aç bîilâç

* Sürekli olarak aç ve bakı msı z. * Sürekli olarak aç ve bakı msı z.

aç doymam, tok acı kmam sanı r * aç insan elde ettiğinden çoğunu ister, varlı klı insan ise var olanla yetinir gibi görünür. aç doyurmak * yoksullarıbeslemek. aç gezmektense tok ölmek yeğ dir * yoksulluk ölümden de beterdir. aç göz aç gözlü

* Gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris. * Mala veya yiyecek içecek ş eylere doymak bilmeyen, gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris, camgöz.

aç gözlü * karş ı tı . aç gözlülük * Aç gözlü olma durumu veya aç gözlüye yakı ş acak davranı ş , doymazlı k, tamahkârlı k, tamah. aç gözlülük * karş ı tı . aç gözlülük etmek * bir ş eye karş ıaş ı rıistek duymak, doyumsuzca davranmak, tamahkârlı k etmek. aç gözünü, açarlar gözünü * "uğraş ı larda uyanı k bulunmak gerekir, yoksa umulmadı k bir anda büyük zararlarla yüz yüze gelirsin" anlamı nda kullanı lı r. aç kalmak * karnı nıdoyuramamak. * yoksulluğa düş mek.

aç karnı na * mide boş ken henüz birş ey yiyip içmemiş ken. aç kurt gibi (yemek, üş üş mek veya saldı rmak) * büyük bir istekle. aç susuz kalmak * yoksulluktan yaş ayamayacak bir duruma gelmek, yoksul bir duruma düş mek. aç tavuk kendini arpa ambarı nda sanı r * insanlar, yokluğunu, yoksulluğunu çektikleri ş eyler için olmayacak hayaller, düş ler kurar. açacak

açalya açan

açar

açelya

* Açmaya yarayan araç. * Anahtar. * Kokusuz, güzel renkli çiçekler açan bir bitki, açelya, azelya. * Açmak iş ini yapan. * Oynak kemiklerin arası ndaki açı larıgeniş letmeye yarayan kasları n genel adı , büken karş ı tı . * Anahtar. *İ ş tah açmak için yemekten önce içilen alkollü içki, aperitif. * Bkz. açalya.

açı zaviye.

* Birbirini kesen iki yüzeyin veya iki doğrunun oluş turduğ u çı kı ntı . * Birbirini kesen iki yüzey veya aynınoktadan çı kan iki yarı m doğrunun oluş turduğ u geometrik biçim, * Görüş , bakı m, yön.

açı ölçüm * Açıölçmede söz konusu olan yöntem ve teknik. açı cı

* Açmak iş ini yapan.

açı ğ a alı nmak * görevine son verilmek. açı ğ a alma * bir görevliyi geçici bir süre iş ten alma. açı ğ a almak * görevine son vermek. açı ğ a çı karmak * iş inden çı karmak. açı ğ a çı kmak * belli olmak, anlaş ı lmak. * iş inden çı karı lmak. açı ğ a vurmak * belli etmek, ortaya çı karmak. * gizli bir durumu ortaya çı karmak.

açı ğ ıçı kmak * saklamakla görevli bulunduğ u paranı n veya malı n eksik olduğ u anlaş ı lmak. açı ğ ı nı kapatmak * eksiğini tamamlamak. açı k * Açı lmı ş , kapalıolmayan, kapalıkarş ı tı . * Engelsiz. * Örtüsüz, çı plak. * Boş . * Görevlisi olmayan, boş(iş , görev), münhal. * Aralı ğı çok. *İ ş ler durumda olan. * Kolay anlaş ı lı r, vazı h. * Gizliliğ i olmayan, olduğ u gibi görünen. * Her türlü düş ünceyi hoş görüyle karş ı layabilen, etkisinde kalabilen. * (renk için) Koyu olmayan. * (kitap, resim, film için) Seviş me sahnelerini bütün çı plaklı ğ ı yla anlatan. * Kapalıolmayan (hava, işyeri). * Belli bir yerin biraz uzağ ı . * Denizin kı yı dan uzakça olan yeri. * Doğru olarak, açı kça. * Bir ihtiyacı n karş ı lanamamasıdurumu. açı k açı k

* Saklamaksı zı n, gizli yer bı rakmaksı zı n, içtenlikle.

açı k ağı l * Koyunları n ve keçilerin barı ndı rı ldı klarıüstü açı k, etrafıtaşduvar veya ölü çitlerle çevrili basit barı nak. açı k ağı zlı * Aptal, sersem, ahmak. açı k alı nla * baş arı ve övünç ile. açı k artı rma * Bir malı n satı ş ı nda alı cı lar arası nda fiyat artı rma yarı ş ı na dayanan satı ş . açı k bilet

* Yolculuklarda dönüştarihi kararlaş tı rı lmamı ş , belirli bir dönem için geçerli, gidişdönüşbileti.

açı k bono * Para hanesi boşbı rakı larak imza edilen bono. açı k bono vermek * sı nı rsı z yetki tanı mak. açı k bölge * Gümrük sı nı rlamaları nı n olmadı ğ ıbölge, serbest bölge, serbest mı ntı ka. açı k celse * Açı k duruş ma. açı k ciro

* Senet veya çek arkası na kime ödeneceği belirtilmeden imzalanma yoluyla yapı lan ciro.

açı k çek * Üzerine para miktarıyazı lmamı ş , çek. açı k deniz

* Denizin, kara suları nı n dı ş ı nda kalan bölümü. * Yakı n karalarla çevrili olmayan deniz, engin. açı k devre *İ çinden sürekli akı m geçmeyecek bir yalı tkanla kesilmişelektrik devresi. açı k dolaş ı m sistemi * Genellikle bütün eklem bacaklı larda ve birçok yumuş akçada bulunan atardamar ve kan boş luğundan oluş muşaçı k bir dolaş ı m sistemi. açı k duruş ma * Mahkemede herkesin duruş mayıdinleyebileceği oturum. açı k düş me * Yağ lıgüreş te pehlivanı n kı ç üstü düş erek yenilmişsayı lması . açı k eksiltme * Yaptı rı lacak bir iş in veya satı n alı nacak bir malı n ucuza sağ lanmasıiçin iş i yapacak veya malı satacak kiş iler arası nda fiyat düş ürme yarı ş ı na dayanan iş lem. açı k elli

* Cömert.

açı k ellilik * Cömertlik. açı k fikirli * Olayları ve özellikle yenilikleri iyi anlayı p gereği gibi karş ı layabilen, düş ündüğ ünü olduğ u gibi söyleyebilen (kimse). açı k fikirlilik * Açı k fikirli olma durumu. açı k hava * Bulutsuz hava. * Bahçe, park gibi yapıdı ş ıolan yer. açı k hava sineması * Yazı n veya iklimi elveriş li yerlerde sürekli olarak çalı ş an, üstü açı k, yanları kapalı sinema. açı k hava tiyatrosu * Yazı n veya iklimi elveriş li yerlerde sürekli olarak çalı ş an, üstü açı k, yanları kapalı tiyatro. açı k hece

* Ünlü ile biten hece.

açı k hesap * Peş in para veya bono vermeden yapı lan alı şveriş . açı k imza * Üzeri boşbı rakı lan bir kâğı dı n altı na, dolduracak olana güvenilerek atı lan imza. açı k iş letme * Maden yatağ ı nıörten verimsiz topraklar kaldı rı ldı ktan sonra açı k havada yapı lan iş letme. açı k kahverengi * Kahverenginin bir veya birkaç ton açı ğı . açı k kalp ameliyatı * Kalbin içi açı lmadan önce dolaş ı m sun'î kalp denilen bir aygı ta devredildikten sonra yapı lan kalp ameliyatı . açı k kalpli

* Bkz. açı k yürekli. açı k kalplilik * Bkz. açı k yüreklilik. açı k kapamak * (bütçe) gider fazlası nıpara sağlayarak gidermek. açı k kapıbı rakmak * gereğ inde, bir konuya yeniden dönebilme imkânıbı rakmak, kesip atmamak. açı k kapıpolitikası * Yabancımallarıbir ülkeye serbestçe sokma politikası . açı k kapısiyaseti * Açı k kapı politikası . açı k konuş mak * gerçeğ i çekinmeden söylemek. açı k kredi * Bankaları n güvendikleri müş terilere rehin, ipotek veya kefil istemeksizin verdikleri borç para. açı k liman * Bütün gemilerin formalite yönünden kolayca girip çı ktı kları liman. * Hava ş artları ndan kolayca etkilenen liman. açı k maaş ı * Görevinden alı nan birine yasaca tanı nan, belirli bir süre içinde ödenen aylı k. açı k mavi * Mavinin bir ton açı ğı . açı k mektup * Zarfı yapı ş tı rı lmamı şmektup. * Yazı ldı ğı kimseye gönderilmeyip bası n yoluyla açı klanan mektup. açı k olmak * (o yerde) kendisi her zaman iyi karş ı lanmak. açı k ordugâh * Kı rda kurulan ordugâh. açı k oturum * Güncel, siyasî, sosyal ve bilimsel konuları n veya sorunları n herkesin izleyebileceğ i bir biçimde açı k olarak tartı ş ı ldı ğıtoplantı . açı k oy

* Verenin adı nıgösteren ve konuş ulan sorun üzerindeki düş üncesini belli edecek yolda verilen oy.

açı k öğretim * Ders konularıradyo ve televizyon gibi araçlarla yayı mlanan veya posta ile ilgililere ulaş tı rı lan öğ retim yöntemi. açı k önerme *İ çerisinde değ iş ken bulunan ve bu değ iş kenin alacağ ıdeğerle doğruluğ u veya yanlı ş lı ğ ıkesinleş en önerme. açı k pazar * Gümrük kaydıolmayan, her devletin malı nı serbestçe satabileceği ş ehir veya ülke. açı k pembe * Pembenin bir ton açı ğ ı .

açı k poliçe * Eksik bilgileri sonradan tamamlanmak üzere düzenlenen poliçe. açı k rejim * Parlâmenter rejim. açı k saçı k * Göreneğ e aykı rıderecede çı plak veya örtüsüz. açı k saçı k konuş mak * cinsî konularla ilgili sözler söylemek. açı k sarı * Sarı nı n bir ton açı ğı . açı k sayı m * Bir seçim sonunda verilen oyları n açı k olarak sayı lması , aleni tadat. açı k seçik * Çok açı k, çok belirgin. açı k senet * Bkz. açı k bono. açı k söylemek * anlaş ı lmamı şyönünü bı rakmadan anlatmak veya çekinmeden söylemek. açı k sözlü * Her ş eyi olduğu gibi söyleyen, sözünü esirgemeyen. açı k sözlülük * Açı k sözlü olma durumu. açı kş ehir * Düş man saldı rı sı na karş ısavunma önlemleri alı nmamı ş , içinde herhangi bir askerî hedef bulunmayan ve bu durumu önceden ilân edilmişolan ş ehir. açı k taş ı t * Üstü örtülmemiştaş ı t (araba, otomobil vb.). açı k teş ekkür * Herhangi birine bası n yoluyla edilen teş ekkür. açı k tohumlular * Tohumlarıkozalak pulları üzerinde açı k olarak bulunan çiçekli bitkilerin ayrı ldı ğ ıiki büyük daldan biri. açı k tribün * Açı k havadaki spor müsabakaları nda seyircilerin oturduğ u ve üstü kapalıolmayan bölüm. açı k tutmak * bir işyerinin çalı ş ı r durumunu sürdürmek. açı k vermek * gelir, gideri karş ı lamamak. * gizlenmek istenen bir olayı , bir düş ünceyi veya durumu elde olmayarak ortaya koymak, açı klamak. açı k yara açı k yeş il

* Kapanmamı ş , sürekli iş leyen yara. * Yeş ilin bir ton açı ğ ı .

açı k yürekle * özü sözü bir olarak, hiçbir ş ey saklamaksı zı n. açı k yürekli * Düş ündüğ ünü olduğ u gibi söyleyen, içi temiz, gizli yönü olmayan (kimse), samimî, açı k kalpli. açı k yüreklilik * Açı k yürekli olma durumu, samimiyet, açı k kalplilik. açı k zaman * Tutkalı n yüzeye sürüldüğ ü an ile pres edilip, sı kı lması gereken an arası nda geçen süre. açı kağ ı z açı kça

* Turpgillerden bir bitki (Hesperis acris). * Gizli bir yönü kalmaksı zı n, kolay anlaş ı lı r bir biçimde.

açı kçası * Doğrusu, açı k olanı , anlaş ı lı r biçimi, gizli kapaklıolmayan yanı . * Açı k olarak. açı kçı

* Borsada fiyat dalgalanmaları ndan yararlanarak açı ktan para kazanan (kimse).

açı kgöz * Uyanı k davranarak çı karı nısağ layan, imkânlardan kurnazca yararlanması nıbilen. açı kgözlük * Açı kgözlülük. açı kgözlülük * Açı kgöz olanı n durumu, açı kgöze yakı ş acak davranı ş . açı klama

* Açı klamak iş i, izah.

açı klama cümlesi * Bir önceki cümleyle bağlantıkuran yani, demek ki, öyle ki gibi bağlayı cı larla baş layan, söz konusu duygu veya düş ünceyi bütünleyen cümle. açı klama yapmak * herhangi bir konuyu aydı nlı ğa kavuş turmak amacı yla konuş mak veya yazmak. açı klamak * Bir konuyla ilgili olarak gerekli bilgileri vermek, izah etmek. * Bir sorunla ilgili olarak aydı nlatı cı bilgi vermek, tavzih etmek. * Bir sözün, bir yazı nı n ne anlatmak istediğ ini belirtmek, yorumlamak. * Açı kça söylemek, ifş a etmek. * Belirtmek, göstermek, açı ğa vurmak, izhar etmek. açı klamalı * Birtakı m açı klamalarla anlaş ı lması , öğ renilmesi kolaylaş tı rı lmı ş , izahlı . açı klanan * Açı klamalar sonunda ortaya çı kmasıbeklenen kavram. açı klanma * Açı klanmak iş i. açı klanmak

* Açı klamak iş i yapı lmak, izah edilmek, ifş a edilmek. açı klar livası *İ ş i gücü olmayan, boş ta kalan kimse. açı klar livası * iş i gücü olmayan, boş ta kalan kimse. açı klar livasıolmak * işbulamayarak iş siz ve kazançsı z kalmak. açı klaş ma * Açı klaş mak durumu almak. açı klaş mak * Açı k duruma gelmek. * Rengi açı lmak. açı klaş tı rma * Açı klaş tı rmak iş i. açı klaş tı rmak * Açı k duruma getirmek. * Rengini açtı rmak. açı klatma * Açı klatmak iş i. açı klatmak * Açı klaması nısağ lamak. açı klayan

* Açı klamalar sonucunda elde edilen kavram.

açı klayı cı * Bir sorunu gerekli açı klı ğ a kavuş turan. * Kendinden önce gelen kelimeyi belirten, açı klayan (kelime veya kelimeler): "Atatürk yeni Türkiye'nin kurucusu, daima saygı ile anı lacaktı r" cümlesindeki 'yeni Türkiye'nin kurucusu' sözü Atatürk adı nı n açı klayı cı sı dı r. açı klayı ş * Açı klamak iş i veya biçimi. açı klı ğa kavuş turmak * (bir konu veya sorunu) aydı nlatmak, kapalı lı ktan kurtarmak, anlaş ı lı r duruma getirmek. açı klı k

* Açı k olma durumu. * Uzaklı k, mesafe. * Örtüsüz, çı plak yer. * Boşve genişyer. * Bir yerin uzaklara kadar bakı labilecek ve bakanı n içinde ferahlı k doğuracak durumda olması . * Gerçeği olduğ u gibi yansı tma durumu. * Bir söz veya yazı da maksadı n açı k olmasıözelliğ i, vuzuh. * Dürbün, fotoğ raf makinesi gibi optik araçlarda ağ ı z çapı ,ı ş ı ğ ı n girebildiği delik.

açı klı k getirmek (veya kazandı rmak) * (bir konu veya sorunu) anlaş ı lı r duruma getirmek. açı klı kölçer * Bir mikroskobun açı klı ğ ı nı ölçmeye yarayan alet. açı kta bı rakmak

* işve görev vermemek, yersiz yurtsuz bı rakmak veya birkaç kiş iye birlikte sağ lanan bir iyilikten birini yararlandı rmamak. açı kta kalmak (veya olmak) * işve görev bulamamak, yersiz yurtsuz kalmak veya birkaç kiş inin birlikte eriş tiğ i bir iyilikten yararlanamamak. açı ktan

* Bir yerin uzağ ı ndan. * Sı ra ve aş ama gözetilmeden, dı ş arı dan atayarak. * Emek ve para harcamadan.

açı ktan (para) kazanmak * emek ve sermaye olmadan para kazanmak. açı ktan açı ğ a * Belirgin olarak, göz göre göre. açı ktan kazanmak * emek ve sermaye koymadan kazanç sağ lamak. açı ktan para almak * bir işveya mal için, kararlaş tı rı lmı şücret veya değer dı ş ı nda para almak. açı ktan tayin * Derece ve belli bir sı ra gözetilmeksizin yapı lan atama. açı lama

*İ leride, içlerinde en uygununun seçilebilmesi için, güç bir sahnenin çeş itli açı lardan çekiminin yapı lması .

açı lı m ölçülür.

* Açı lma. * Bir yı ldı zla gök ekvatoru arası ndaki uzaklı k; kuzeye doğ ru olanı artı , güneye doğru olanıda eksi iş aretiyle

açı lı p saçı lmak * (kadı n için) çok açı k saçı k giyinmeye baş lamak. * (kadı n için) eskisine göre ölçüsüz davranı ş larda bulunmaya ba ş lamak. açı lı ş

* Açı lmak iş i veya biçimi. * Yeni bir yapı nı n, yerin veya yeni bir kuruluş un çalı ş maya baş laması , küş at.

açı lı şkonuş ması * Herhangi bir toplantı nı n açı lmasısı rası nda yapı lan ilk konuş ma. açı lı ştöreni * Bir açı lı ş ıkutlamak için yapı lan toplantı , resmiküş at. açı lma

açı lmak

* Açı lmak iş i. * Bir film çekiminde karanlı kta baş layı p gittikçe aydı nlanarak görüntülerin belirmesine dayanan noktalama. * Bir grupta, sı raları n jimnastik alı ş tı rmalarıiçin dağı nı k düzene girmesi. * Çatlama. * Açmak iş i yapı lmak veya açmak iş ine konu olmak. * (renk için) Koyuluğunu yitirmek. * Kendine gelmek, biraz iyileş mek, ferahlamak. * (gemi) Gitmek, uzaklaş mak. * Sı kı lması , çekinmesi, tutukluğ u kalmamak. * (kuruluş lar için) İ lk kez veya yeniden iş e baş lamak.

*İ ş ini gereğ inden veya götürebileceğinden geniştutmak. * Geniş lemek, bollaş mak. * Delinmek, yı rtı lmak. * (sis, karanlı k, duman için) Dağı lmak, yoğ unluğunu yitirmek. * Gereken güce ulaş mak. * Sı rrı nı , üzüntüsünü, sorunları nıbirine söylemek. * (pencere, kapı , yol için) Geçit vermek. * Ayrı ntı ya girmek. * (yüzerken) Kı yı dan uzaklaş mak. açı m * Açma, açı lı ş , küş at. açı mlama * Açı mlamak iş i, teş rih, ş erh. açı mlamak * Bir sorunu veya konuyu ele alı p en ince noktaları na kadar gözden geçirerek anlatmak, ş erh etmek, teş rih etmek. açı mlanma * Açı mlanmak iş i. açı mlanmak * Açı mlamak iş ine konu olmak. açı ndı rma * Açı ndı rmak iş i. açı ndı rmak * Açı nması nısağlamak. * Bir cismin yüzeyini açarak bir düzlem üzerine yaymak. açı nı m

açı nma açı nmak

açı nsama

* Açı nmak iş i, inkiş af. * Bir cismin yüzeylerinin açı lı p bir düzlem üzerine yayı lması . * Açı nmak iş i. * Geliş mek. * (tohum, hastalı k için) İ çindeki yetenekler uyanarak amacı na varmak, geliş mek, inkiş af etmek. * Açı nsamak iş i, istikş af.

açı nsamak * Bir yerin özelliklerini ortaya çı karmak için araş tı rma ve inceleme yapmak, istikş af etmek. açı ortay * Bir açı sal bölgeyi, ölçüleri birbirine eş it olan iki açı sal bölgeye ayı ran doğ ru. açı ortay düzlemi *İ ki düzlemli bir açı yıiki komş u ve eş it açı ya bölen düzlem. açı ölçer açı sal

* Bkz. iletki. * Açıile ilgili.

açı sal bölge * Açıile iç bölgesinin birleş iminden oluş an düzlem parçası . açı sal çap * Ay ve Güneşgibi gök cisimlerinin iki doğ rusu arası ndaki açı . açı sal hı z * Hareket eden bir cismi duran bir noktaya birleş tiren doğ ru parçası nı n birim zamanda taradı ğıaçı . açı sal ivme * Açı sal hı zı n birim zamanda değ iş en niceliği. açı sal sapma * Belli bir açı düzeyinde gerçekleş en sapma. açı sal uzaklı k * Gök cisimlerinin (yı ldı z veya gezegen) birbirlerinin karş ı laş ma düzlemine göre uzaklı ğı . açı sal yol * Hareket eden cismin birim zamanda gözlemciye göre aldı ğı yol. açı ş

* Açmak iş i veya biçimi. * Bir kuruluş u çalı ş maya baş latma.

açı şkonuş ması * Herhangi bir toplantı yıbaş latmak için yapı lan ilk konuş ma. açı t açkı

açkı cı

açkı lama

* Bir duvarda açı k bı rakı lmı şbulunan kapı , pencere, kemerleme benzeri açı klı k. * Bir cismin yüzeyi üzerinde sert bir madde veya bir araç sürterek onu düzleş tirip parlatma, perdah. * Demircilikte delik büyütmekte kullanı lan araç. * Anahtar ve her türlü açma aracı . * Açkıyapan (kimse), perdahçı . * Anahtarcı . * Açkı lamak iş i.

açkı lamak * Açkıile parlatmak. açkı lanma * Açkı lanmak iş i. açkı lanmak * Açkıyapı lmak, perdahlanmak. açkı latma * Açkı latmak iş i. açkı latmak * Açkıiş i yaptı rmak, perdahlatmak. açkı lı * Açkıyapı lmı ş , perdahlanmı ş , perdahlı . açkı sı z

* Açkıyapı lmamı ş , perdahlanmamı ş , perdahsı z. açlı ğı öldürmek * açlı k hissini geçiş tirmek, yatı ş tı rmak. açlı k

* Aç olma durumu. * Kı tlı k. * Yoksulluk. * Aş ı rıistek içinde bulunmak.

açlı k çekmek * yoksulluk içinde bulunmak. açlı k grevi * Kendisine veya baş kaları na yapı lan bir haksı zlı ğıprotesto için bir kimsenin aç durarak gösterdiği tepki. açlı ktan gözü (veya gözleri) kararmak (veya dönmek) * çok acı kmak. açlı ktan imanıgevremek * çok acı kmak. açlı ktan nefesi kokmak * yoksulluk içinde bulunmak. açlı ktan ölmek * dayanı lmaz derecede acı kmak, çok acı kmak. açlı ktan ölmeyecek kadar * (yiyecek, içecek için) pek az (yemek, içmek). * gereğ inden az. açma

* Açmak iş i. * Orman içinde ağ aç kesme veya yakma yoluyla tarı ma elveriş li bir duruma getirilen arazi. * Bir çeş it susamsı z, kalı nca yağ lısimit.

açmacı * Açma yapan veya satan kimse. açmak

* Bir ş eyi kapalı durumdan kurtarmak. * Bir ş eyin kapağı nıveya örtüsünü kaldı rmak. * Engeli kaldı rmak. * Sarı lmı ş , katlanmı ş , örtülmüşveya iliklenmişolan ş eyleri bu durumdan kurtarmak. * Oyarak veya kazarak çukur, delik oluş turmak. * Tı kalıbir ş eyi, bu durumdan kurtarmak. * Çevresini geniş letmek. * Birbirinden uzaklaş tı rmak. * Yarmak. * Düğ ümü veya dolaş mı şbir ş eyi çözmek. * Bir kuruluş u, bir işyerini, bir yeri iş ler veya ilk defa kullanı lı r duruma getirmek. * Bir aygı tı , bir düzeni vb.lerini çalı ş ı r duruma getirmek. * Alı şveriş i baş latmak. * Rengin koyuluğunu azaltmak. * Yakı ş mak, güzel göstermek. * Ferahlı k vermek. * Bir konu ile ilgili konuş mak. * Savaş la almak, fethetmek. * Avunmak veya danı ş mak için söylemek. * Yapmak, düzenlemek.

* Ayı rmak, tahsis etmek. * Sı kı lganlı ğ ı nı , utangaçlı ğı nıgidermek. * Görünür duruma getirmek. * (hava için) Bulutları n dağ ı lması yla gök yüzü aydı nlanmak. * Geçit vermek. *İ çini dökmek. açmalı k

* Kiri çı karmak veya eş yayıiyice temizlemek için kullanı lan her türlü madde.

açmaz * Satranç oyununda ş ahıkoruyan taş lardan birinin yerinden oynatı lmaması durumu. *İ çinden zor çı kı lı r durum. * (tulûatta) Karş ı sı ndakine bir nükte veya tekerleme söyleme kolaylı ğı nıveren söz. açmaz halatı * Gemilerin limana bağlanmasıve sahilden esecek rüzgârla rı htı mdan uzaklaş mamasıiçin kı yı ya dikine bağlanan halat. açmaza düş mek * içinden çı kı lmasıgüç durumda kalmak. açmaza getirmek (veya düş ürmek) * düzen, hile yapmak, bir kimseyi oyuna getirmek, zor duruma sokmak. açmazlı k * Açmaz olma durumu. * Ağzıpek sı kıolma durumu, ketumiyet. açtıağzı nı , yumdu gözünü * öfkelenerek veya kı zarak ağ ı r sözler söyledi. açtı rma

* Açtı rmak iş i.

açtı rma kutuyu, söyletme kötüyü * kötü konuş abilecek birine, bildiklerini açı klama fı rsatıverilmemesi gerektiğini öğ ütler. açtı rmak * Açmak iş ini yaptı rmak. ad

* Bir kimseyi, bir ş eyi anlatmaya, tanı mlamaya, açı klamaya, bildirmeye yarayan söz, isim: Çocuk, kedi, ağaç, düş ünce, iyilik, Ahmet, Ertuğ rul birer addı r. * Herkesçe tanı nmı şveya iş itilmişolma durumu, ün, nam, ş öhret. * Anı lacak değ er, önem. *İ sim. ad ad almak

* Sayma, sayı lma. * kendisine ad verilmek. * ün kazanma.

ad bilimi

* Özel adlar üzerinde duran ve özel adlarıköken bilgisi, tarihî geliş me, dil ve kültür sorunları açı sı ndan inceleyen bilim dalı . ad cümlesi * Bkz. isim cümlesi.

ad çekilmek * ad çekmek iş i yapı lmak. ad çekilmek * ad çekmek iş i yapı lmak. ad çekimi * Bkz. isim çekimi. ad çekme * Ad çekmek iş i, kur'a. ad çekmek * raslantı ya ve talihe bağ lıbir ayı rma yapmak için, her birinde birer ad yazı lmı şkâğ ı tlardan birini çekmek, kur'a çekmek. ad çekmeye girmek * kur'aya tâbi olmak. * oyunun baş langı cı nda, oyuncular arası nda alan seçimi, baş lama atı ş ıveya karş ı lama hakkıiçin öncelik sağ layan iş . ad çektirmek * ad çekmek iş ini yaptı rmak. ad değiş imi * Bkz. mecazimürsel. ad durumu * Bkz. isim hâli. ad gövdesi * Bkz. isim gövdesi. ad koymak * çağ ı rmak veya anmak için bir canlı ya, bir yere, bir ş eye ad vermek, adlandı rmak, isim koymak, tesmiye etmek. ad kökü

* Bkz. isim kökü.

ad takmak * adlandı rmak, ad koymak. ad tamlaması * Bkz. isim tamlaması . ad vermek * ad koymak, adlandı rmak, tesmiye etmek. * bir iş i kimin yaptı ğ ı nısöylemek. ad yapmak * isim yapmak. ada

* Her yanısu ile çevrilmişkara parçası . * Trafiğ e açı k bir yol üzerinde sola dönüş leri sağ layan, sağtarafta veya yol ortası nda yer alan kaldı rı m taş ı yla ayrı lmı şalan. * Çevresi yollarla belirlenmişolan arsa ve böyle bir arsayı kaplayan yapı lar topluluğ u. ada balı ğ ı * Bkz. amber balı ğ ı .

ada çayı * Ballıbabagillerden, yurdumuzda çok yetiş en tüylü ve beyazı mtı rak yapraklarıolan ı tı rlıbir bitki (Salvia oflicinalis). * Bu bitkiden yapı lan sı cak içecek. ada gibi gemi * pek büyük (gemi). ada soğ anı * Zambakgillerden, soğanı ndan ilâç olarak yararlanı lan birtakı m maddeler elde edilen çok yı llı k bir bitki (Urginea maritima). ada tavş anı * Evcil cinsleri de olan tavş ana yakı n bir kemirici memeli (Oryetolagus cuniculus). adabı muaş eret * Terbiyeli, ince davranmak için tutulmasıgereken yollar, davranı ştöresi, davranı şbilgisi, topluluk töresi, görgü. adacı k

* Küçük ada.

adacı lı k * Kavramları n gerçek varlı klar olduğ unu kabul eden, kavram gerekliğ ine karş ı t olarak, tümel kavramları n yalnı zca nesnelerin adlarıolduğ unu ileri süren görüş , nominalizm. adagio * Yavaş , ağı r olarak. * Bu biçimde çalı nan beste. adak * Adamak iş i veya adanı lan ş ey, nezir. adak adamak * bir dileğin gerçekleş mesi amacı yla kurban kesip yoksullara dağ ı tmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette bulunmak. adaklama

* Adaklamak durumu.

adaklamak * Küçük çocuk yürümeye baş lamak. adaklanma * Adaklanmak iş i veya durumu. adaklanmak * Niş anlı duruma gelmek, niş anlanmak. adaklı

adaklı k

adaksı z

adale

* Adağıolan, adak adamı şolan. * Niş anlı , yavuklu, sözlü. * Adak olarak ayrı lmı ş(hayvan). * Adak adanan yer. * Adağıolmayan, adak adamamı şolan. * Niş anlı olmayan.

* Kas. adaleli * Kaslı , kaslarısı kı , geliş miş . adalesiz adalet

* Kassı z. * Hak ve hukuka uygunluk, hakkıgözetme, doğ ruluk, türe. * Bu iş i uygulayan, yerine getiren devlet kuruluş ları . * Herkese kendine uygun düş eni, kendi hakkıolanıverme.

adalet dağ ı tmak * kanunları n saydı ğı haklarısahiplerine vermek, tanı nmak. adalet divanı * Devletler arası ndaki birtakı m hukuk anlaş mazlı kları na bakan ve merkezi La Haye'de bulunan uluslar arası mahkeme. adalet kapı sı * Hak ve hukukun aranmasıiçin baş vurulan merci, mahkeme. adalet mahkemesi * Bkz. adliye mahkemesi. adalet örgütü * Adliye teş kilâtı . adalet sarayı * Mahkemelerin bulunduğ u büyük yapı . adalete teslim etmek * sanı ğ ı , adalet iş leriyle uğraş an kuruluş a götürmek. adalete teslim olmak * sanı k, adalet iş leriyle uğraş an kuruluş a gidip hakkı nda gerekli iş lemin yapı lması nıistemek. adaletine sı ğ ı nmak * (birinden) anlayı ş , hoş görü, yakı nlı k beklemek. adaletli

* Adalete uygun düş en veya adaletli olan, adil.

adaletlilik * Adaletli olma durumu. adaletsiz

* Adalete aykı rıdüş en veya adaleti olmayan.

adaletsizlik * Adalete aykı rıdavranı ş . adalı adalî

adam

* Ada halkı ndan olan (kimse). * Kas niteliğ inde olan; kasla ilgili olan, kası l. * Kaslarıiyi geliş miş , adaleli, kaslı . *İ nsan.

* Erkek kiş i. *İ yi yetiş miş , değ erli kimse. * Birinin yanı nda ve iş inde bulunan kimse. * Birinin yararlandı ğı , kullandı ğıkimse. * Birinin sözünü dinleyen, nazı nı çeken kimse, kayı rı cı . *İ yi huylu, güvenilir kimse. * (belirsizlik zamiri yerine), Herkes, kim olursa olsun. * Görevli kimse. * (isim tamlamaları nda) Bir alanda derin bilgisi olan veya bir alanıbenimseyen. * Eş , koca. adam adama (savunma) * futbolda, basketbolda karş ıtakı m oyuncusunu kollama, rahat hareket etmesini, sayıyapması nıengelleme. adam akı llı * Bkz. adamakı llı . adam almamak * son derece kalabalı k olmak. adam azmanı * Çok iri yapı lıkimse. adam baş ı na * her kiş iye, her birine. adam beğ enmemek * herkesi değ ersiz görmek. adam boyu * Yaklaş ı k olarak normal bir adam boyunda. *İ nsan boyunca. adam değ ilim * herhangi bir durumun gerçekleş memesi hâlinde, kendisinin insan sayı lamayacağ ıanlamı nda kullanı lan ant, göz dağ ısözü. adam etmek * eğ itmek, yetiş tirmek, topluma yararlı duruma getirmek. * bir yeri düzene sokmak veya bir ş eyi iş e yarar duruma getirmek. adam evlâdı *İ yi bir ailenin iyi yetiş mişçocuğ u. adam gibi * terbiyeli, akı llıuslu. * adamlı ğ a, insanlı ğ a yaraş ı r yolda. * iyice. adam hesabı na koymak * birine değer vermek, saygıgöstermek. adam içine çı kmak * topluluğ a karı ş mak, değerli insanları n bulunduğu yerlere gitmek, eş e dosta gitmek. adam içine karı ş mak * değ erli bir topluluğa girmek, kendisine değ er verilir olmak. adam kı tlı ğı nda (veya yokluğunda) * iş e yarar kimselerin bulunmadı ğ ıdurumda. adam kullanmak

* iyi çalı ş tı rması nıbilmek. adam olmak * geliş mek, büyümek, ş iş manlamak. * iyi yetiş mek, iyi bir duruma gelmek. adam sarrafı *İ nsanları n karakterini çabuk anlayacak duruma gelmişkimse, insan sarrafı . adam sen de! (veya yalnı z adam) * bir iş in önemsenmediğ ini anlatmak için söylenir. adam sı rası na geçmek (veya girmek) * daha önce toplumda önemli bir yeri veya özel bir değeri yokken artı k kendisine önem ve değ er verilmek. adam yerine koymak * adamdan saymak, varlı ğ ı nıkabul etmek. adama * Adamak iş i. adama dönmek (veya benzemek) * düzelmek. adamak

* Bir dileğ in gerçekleş mesi amacı yla kurban kesip yoksullara dağ ı tmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette bulunmak, nezretmek. * Kutsal saydı ğıbir ş ey uğruna kendini feda etmek, ant niteliğ inde söz vermek. * Ayı rmak. adamakı llı * Gereğ inden çok, iyice. adamakla mal tükenmez * büyük vaatlerde bulunanlar için alay yollu söylenir. adamca

*İ nsana yaraş ı r biçimde. *İ nsan sayı sıolarak.

adamcağı z * Kendisine karş ısevgi veya acı ma duyulan adam. adamcası na * Adamca. adamcı k * Yerilen, küçümsenen; acı nan (kimse). adamcı l

*İ nsandan ürkmeyen, insana alı ş mı şolan, insana sokulan, sı cakkanlı , munis.

adamcı llı k * Adamcı l olma durumu. adamdan saymak * bir kimseye değeri olmadı ğıhâlde değer vermek, saygıduymak. adamı * (bir iş i) ustalı kla yapan. adamı n adıçı kacağı na canıçı ksı n

* Bkz. insanı n adıçı kacağ ı na canıçı ksı n. adamı n alacasıiçinde, hayvanı n alacasıdı ş ı nda * Bkz. insanı n alacası içinde, hayvanı n alacasıdı ş ı nda. adamı n iyisi alı şveriş te (veya işbaş ı nda) belli olur * bir kiş iyi iyi bir insan olarak değ erlendirebilmek için alı şveriş te veya işbaş ı nda ahlâk dı ş ıdavranı ş larda bulunmamasıgerekir. adamı na çatmak * Bkz. tam adamı na çatmak. adamı na düş mek * (yapı lacak bir iş ) güzel bir rastlantısonunda anlayanı na, uzmanı na verilmişolmak. adamı na göre * kiş iler arası nda ayrı calı k gözeterek. * herkesin yeteneğine uygun olarak. adamı nı bulmak * Bkz. tam adamı nı bulmak (veya adamı na düş mek). adamkökü * Bkz. adamotu. adamlı k

*İ nsana yakı ş acak durum, tutum ve davranı ş . * Yabanlı k.

adamlı k sende kalsı n * iyilik bilmese de sen yine iyilik et. * bu iş i nası l olsa sana yaptı racaklar, bari kendiliğ inden yap da onurunu koru. adamotu adamsı z

* Patlı cangillerden, genişyapraklı , kötü kokulu bir bitki, kankurutan, adamkökü (Mandragora autumnalis). * Yardı mcı sı z, hizmetçisiz. * Erkeksiz, kocası z.

adamsı zlı k * Adamsı z olma durumu. a'dan z'ye kadar * baş tan aş ağ ı , bütünüyle. Adana kebabı * Kı yması na bolca acıbiber katı larak hazı rlanan ş işköfte. adanma adanmak adap

* Adanmak iş i. * Adamak iş ine konu olmak. * Töre. * Yol yordam, yol yöntem.

adap erkân * Yol yöntem.

adaptasyon * Uyarlama. * Bir eseri çevrildiği dilin, konuş ulduğ u toplumun yaş ayı ş ı na, inançları na uyarlama. * Uyma. adapte

* Uyarlanmı ş .

adapte etmek * uyarlamak. adapte olmak * uymak. adaptör * Bir âletin çaplarıbirbirinden farklıolan parçaları ndan birini ötekine geçirebilmek için yararlanı lan bağ layı cı . adaş adaş lı k

* Adlarıaynıolanlardan her biri. * Adaşolma, aynı adı taş ı ma durumu.

adatepe

* Genellikle tropikal bölgelerde görülen ve çevresindeki alçak alanlar üzerinde dik yamaçlarla bir ada gibi yükselen, aş ı nı mdan dolayıortaya çı kmı ştepe. adatma

* Adatmak iş ini yaptı rmak.

adatmak * Adamak iş ini yaptı rmak. adavet aday

* Düş manlı k, yağ ı lı k. * Bir görev, bir işiçin kendini ileri süren veya baş kalarıtarafı ndan ileri sürülen kimse. * Bir işiçin yetiş tirilmekte olan kimse, namzet.

aday adayı * Herhangi bir iş i yapmak, bir görevi yüklenmek için adaylı k aş aması nı kazanmak amacı yla baş vuran kimse. * Milletvekili ve senatör seçimlerinde, partinin adayıolmak için, partisinde yapı lan ön seçimlere adaylı ğ ı nı koyan kimse. aday göstermek * bir işveya bir görev için birini aday olarak belirlemek: Anayasa. aday olmak * herhangi bir iş e alı nmak veya seçilmek için istekli olmak. adayavrusu *İ ki veya üç çifte kürekli küçük balı kçıteknesi. adaylı ğı nıkoymak * bir işveya göreve seçilmek için kendini ileri sürmek. adaylı k

adcı

* Herhangi bir iş , bir görev için kendini ileri sürme veya baş kalarıtarafı ndan ileri sürülme, namzetlik. * Bir görevde yetiş tirilme.

* Adcı lı k öğretisiyle ilgili olan. * Bu öğ retiye bağlıkimse. adcı lı k

* Kavramları n gerçek varlı klar olduğ unu kabul eden, kavram gerçekliğ ine karş ı t olarak, tümel kavramları n yalnı zca nesnelerin adlarıolduğ unu ileri süren görüş , isimcilik, nominalizm. addan türeme fiil * Bkz. isimden türeme fiil. addedilme * Addedilmek iş i. addedilmek * Sayı lmak. addetme

* Addetmek iş i.

addetmek * Saymak. addolunma * Addolunmak iş i veya durumu. addolunmak * Sayı lmak. adedî adem

Âdem

* Adetçe, sayı ca. * Yokluk, hiçlik, ölüm. * Osmanlı ca sözlerle birleş erek "-siz, -lik" anlamı nda kullanı lı r. * Dinî inançlara göre ilk yaratı lan insan ve ilk peygamber. *İ nsan, insanoğ lu, adam. *İ nsanda bulunmasıgereken olumlu özelliklere sahip olan.

Âdem baba *İ nsanlı ğı n babası , Hz. Âdem. * Hapishanede çevresindeki mahkûmlarıharaca bağ layan kimse. * Afyonkeş . Âdem elması * Gı rtlak çı kı ntı sı . Âdem evlâdı * Bkz. âdemoğlu. Âdemci

* Âdemcilik yanlı sıolan kimse.

Âdemcilik * XX. yüzyı lı n baş ı nda simgeciliğe karş ıbir tepki olarak Rusya'da ortaya çı kan bir edebiyat akı mı . ademimerkeziyet * Yerinden yönetim. ademimerkeziyetçi * Yerinden yönetimci.

ademimerkeziyetçilik * Yerinden yönetimcilik. ademiyet âdemiyet

* Yokluk. *İ nsanlı k. * Doğru dürüst insana yakı ş ı r durum, adamlı k.

âdemoğlu *İ nsan denilen yaratı kları n hepsi. âdemotu * Bkz. adamotu. adenit adese

adet

âdet

* Lenf düğümleri iltihabı . * Mercek. * Kovucuk. * Görüşderecesi, inceliğ i. * Sayı . * Herhangi bir sayı da olan (ş ey), tane. * Bir kimsenin yapmaya alı ş mı şolduğ uş ey, alı ş kı . * Topluluk içinde eskiden beri uyulan kural, töre. * Ay baş ı .

âdet edinmek * bir ş eyi alı ş kanlı k ve huy durumuna getirmek. âdet görmek * (kadı n) ay baş ıolmak. âdet olmak * öteden beri yapı lı r olmak. * bir ş ey gelenek durumuna gelmişolmak. âdet yerini bulsun diye * gerekli görüldüğü için değ il, yalnı z alı ş ı lmı şolduğ u için. âdeta

adetçe

* Bayağ ı , basbayağ ı , hemen hemen, sanki. * Bayağ ıyürüyüş le. * Sayı bakı mı ndan, sayı ca.

adetimürettep * Bkz. tam sayı . adezyon kuvveti * Yan yana duran veya sürtünen iki cismin molekülleri arası ndaki çekişkuvveti. adı(veya ismi) gibi bilmek * çok iyi bilmek.

adıbatası(veya adıbatası ca) * "yok olası " anlamı nda bir ilenme. adıbatmak * (sevilmeyen bir ş ey veya kimse için) unutulmak, adıanı lmaz olmak, artı k sözü edilmemek. adıbelirsiz * ünü olmayan, tanı nmayan, kim ve ne olduğ u bilinmeyen. adıbile okunmamak * birine hiç önem verilmemek. adıçı kmak * kötü bir ün kazanmak. * hakkıolmayan bir ün kazanma. adıçı kmı şdokuza, inmez sekize * birinin bir kere adı çı ktı ktan sonra onun hakkı ndaki yaygı n inanç artı k kolay kolay düzelemez. adıdeliye çı kmak * deli olmadı ğı hâlde deli olarak tanı nmak. adıduyulmak * tanı nmak, ünlenmek. adıgeçmek * anı lmak, söz konusu olmak, ismi geçmek. * adı yazı lmak. adıkaldı rı lmak * anı lmaz olmak, silinip gitmek. adıkalmak * bir kimse veya bir ş ey ortadan çekildikten, öldükten sonra dillerde yalnı z adıdolaş mak. adıkarı ş mak * (kötü) bir iş le birinin ilgisi bulunduğ u söylenilmek. adıkötüye çı kmak * ünü kötü olarak yayı lmak. adıolmak * gereksiz, yersiz ünü olmak. adısanı * bir kimsenin kimliği. adıüstünde * adı ndan belli olduğu gibi. adıvar

* yaş amayan, yalnı zca hayalde var olan.

adıverilmek * ad takı lmak. adı l adı m

* Zamir. * Yürümek için yapı lan ayak atı ş ları nı n her biri.

* Bir adı mda alı nan yol (bu uzunluk 75 cm sayı lı r). * Giriş im, hamle. * Bir gösterge ucunun eşolarak ayrı lmı şyaylardan biri boyunca aldı ğ ıyol. * Ayakta temel duruş tan, bir ayağı n türlü yönlerde iki ayak boyu kadar ara ile yer değ iş tirmesi. * Teknolojide iki diş li arası ndaki aralı k. adı m adı m * Ağı r ağ ı r, yavaşyavaş . adı m adı m gezmek * her yerini dolaş ı p görmek. adı m adı m izlemek * arkası ndan izlemek. * gizlice takip etmek. adı m atmak * yürümek için ayağ ı nıöne doğru uzatı p basmak. * bir iş e ilk kez giriş mek. adı m atmamak * gitmemek, uğramamak, aramamak. adı m baş ı * Birbirine yakı n yerlerde, sı k sı k. adı mı nıattı rmamak * bir yere girmesine engel olmak. adı mı nıgeri almak * baş ladı ğ ıbir iş ten geri dönmek. adı mlama * Adı mlamak iş i. adı mlamak * Adı mla ölçmek. * Bir yerde ileriye geriye doğ ru giderek dolaş mak. adı mları nıaçmak * yürürken hı zlanmak. adı mları nıseyrekleş tirmek * hı zlıyürürken adı mları nıyavaş latmak. adı mları nısı klaş tı rmak * daha küçük ve çabuk adı mlar atarak hı zlı yurümek, ivmek, acele etmek. adı mlı k

* Adı m uzunluğunda olan. * Bir yerin çok uzak olmadı ğ ı nıbelirtmek için kullanı lı r.

adı msayar * Yürüme sı rası nda gerçek sonuçlara varabilmek için geçilen yerin uzunluğunu anlayabilmek amacı yla ayağ a takı lan alet, pedometre. adı na

*oş eyin veya o kimsenin yerinde olarak, namı na, onun hesabı na.

adı nıağ zı na almamak * dargı nlı k, kı rgı nlı k, kı zgı nlı k gibi bir sebeple bir kimseden hiç söz etmemek.

adı nıalmak * ad takı lmak, ad verilmek. adı nıanmak (veya anmamak) * birinden söz etmek (veya etmemek). adı nıbağ ı ş lamak * bir baş kası ndan adı nısöylemesini istemek. adı nıbozmak * andı na uymamak, andı na aykı rıdavranmak. adı nıkirletmek (veya lekelemek) * adı nı n kötüye çı kması na yol açmak. adı nıkoymak * karş ı lı ğ ı nıveya fiyatı nıkararlaş tı rmak. adı nıtaş ı mak * birinin adı yla anı lmak, sahip olduğ u adı n sorumluluğ unu yüklenmişolmak. adı nıvermek * birinin adı nıbildirmek. * biri tarafı ndan salı k verildiğini söylemek. adı yla sanı yla * bilinen ün ve niteliğiyle. adî

adî adı m

* Sı radan, hiçbir özelliğ i olmayan. * Aş ağ ı lı k, bayağ ı , alçak. * Adı mda uygunluk, beraberlik gerektirmeyen ve grup olarak yapı lan bir tür yürüyüş .

adî defter * Bir iş letmenin veya ticarethanenin yaptı ğıiş lemlerinin muhasebe kayı tları nı n geçirildiğ i ticarî defter. adî kesir * Bayağ ıkesir. adî suçlu adil

adilâne adîleş me

* Basit suçlarıiş leyen kimse. * Adaletle işgören, adaletten, haktan ayrı lmayan, hakkıyerine getiren, adaletli. * Hakka uygun, haklı . * Adalete uygun olarak, hakça. * Adîleş mek durumu.

adîleş mek * Adî bir duruma girmek, bayağı laş mak. adîleş tirme * Adîleş tirmek iş i. adîleş tirmek * Adîleş mesine yol açmak.

adîlik adisyon

* Bayağ ı lı k, düş üklük, aş ağ ı lı k. * (lokanta, otel gibi yerlerde) Hesap.

adlandı rı lma * Adlandı rı lmak iş i. adlandı rı lmak * Ad vermek iş i yapı lmak. adlandı rma * Adlandı rmak iş i. adlandı rmak * Bir kimseyi veya bir ş eyi kullanarak belli etmek, ad vermek, ad koymak, tesmiye etmek. * Ad koyma, ad vermeyi sağ lamak, tesmiye etmek. adlanma

* Adlanmak iş i.

adlanmak * Kendisine ad verilmek. * Kötü ün kazanmak. adlaş ma

* Adlaş mak durumu.

adlaş mak * Ad durumuna gelmek. adlaş tı rma * Adlaş tı rmak iş i. adlaş tı rmak * Ad durumuna getirmek. adlı

* Adıolan. * Ünlü.

adlıadı yla * herkesin bilip tanı dı ğ ıbiçimde. adlısanlı * Ünlü. adlî

* Adaletle ilgili.

adlî makam * Adalet iş lerinin görüldüğü ve sonuca bağ landı ğı kamuya ait yönetim yeri. adlî merci * Adaletle ilgili sorunları n çözümü için baş vurulan resmî daireler. adlî polis * Adliye içerisinde güvenliğ i sağlayı p adlî iş lere yardı mcıolan kolluk gücü. adlî sicil

* Bir kimsenin mahkûmiyetinin olup olmadı ğ ı nı n anlaş ı lmasıiçin konulmuşolan kayı t yöntemi. adlî tabip * Adlî tı pta görevli doktor. adlî tatil

* Her yı l 20 Temmuz ile 5 Eylül tarihleri arası nda, kanunda yazı lı durumları n dı ş ı nda, hiçbir adlî iş lemin yapı lmadı ğısüre. adlî tı p adlî yı l

* Tı bbı n adalete yardı m eden kolu; adaletin bu iş le uğraş an kuruluş u. * Mahkemelerin bir yı l içindeki çalı ş ma süresi.

adlî zabı ta * Bir suç sonrasısanı ğ ıve suç delillerini adlî yetkililere sunan kolluk kuvveti. adliye * Hukuk ve adalet iş lerini gören devlet kuruluş ları . * Hukuk ve âdalet iş lerinin görüldüğü resmî yapı . adliye encümeni * Adalet komisyonu. adliye mahkemesi * Anayasa mahkemesi, genel mahkemeler, askerî ve idarî mahkemeler dı ş ı nda kalan ve denetim mahkemesi olan Yargı tay ile hüküm mahkemeleri. adliye nezareti * Osmanlıİ mparatorluğunda adliye teş kilâtı nı n bağlıolduğ u en üst makam. adliye teş kilâtı * Yargıorganlarıve bu organları n birbirleriyle olan iliş kilerini, derecelerini, görev ve yetkilerini düzenleyen ve yürüten mekanizmanı n bütünü. adliye vekâleti * Adalet bakanlı ğ ı . adliyeci

* Adliye kuruluş unda meslek görevlisi.

adrenalin * Böbrek üstü bezlerinin etkili bir maddesi; hekimlikte damarları daraltma, bronş larıaçma, kanamalarıkesme gibi amaçlarla kullanı lı r. adres * Bir kimsenin arandı ğ ı nda bulunabileceğ i yer, oturduğ u yer. * Gönderilen ş eyin üzerine, alı cı nı n adı nıve bulunduğ u yeri bildirmek için yazı lan yazı . adres bı rakmak (göstermek veya vermek) * arandı ğı nda bulunabileceği, oturduğ u yeri bildirmek. adres defteri * Kiş ilerin kendilerine lâzı m olan adresleri topladı klarıdefter. adres kartı * Adres defteri. adres kitabı * Genellikle belli bir işveya meslekte olanları n işve ev adreslerini toplu olarak gösteren kitap.

adres makinesi * Posta gönderilerinin üzerine kâğı t, plâstik veya madenden, adres basan alet. adres rehberi * Adres defteri. adsı z * Adıolmayan, isimsiz. * Türklerde, ailesinden ayrı ldı ğı için artı k onun adı nıtaş ı mak, onun adıile anı lmak hakkı nıyitirmişolan ve ancak bir yararlı k gösterince ad kazanabilen delikanlı . adsı z parmak * Orta parmak ve serçe parmak arası ndaki parmak, yüzük parmağ ı . aerobik * Hı zlımüzik temposu eş liğinde yapı lan, vücudun çevikliğ ine ve hareketliliğ ine dayanan bir tür jimnastik. aerobik solunum * Hücrede yalnı z moleküler oksijenin kullanı ldı ğ ıbir solunum ş ekli. aerodinamik * Hareket hâlinde olan bir cisim üzerinde havanı n yarattı ğ ıetkiyi inceleyen bilim. * Aerodinamik bilim alanı yla ilgili. * Fizik biliminin gazları n hareketini inceleyen dalı . af

* Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayıbağı ş lama. * Mazur görme veya görülme. * (görevden) çı karı lma.

af buyurun! * "affedersiniz" veya "affı nı zırica ederim" anlamı nda bir söz. af çı karı lmak * bir suçun bağı ş lanmasıiçin Türkiye Büyük Millet Meclisinden kanun çı karmak. af dilemek * bağ ı ş lanması nıistemek. af kapsamı na alı nmak * af kanununa girmek. afacan * Zeki ve yaramaz (çocuk). afacanlaş ma * Afacanlaş mak iş i. afacanlaş mak * Yaramazlaş mak, yaramaz, ele avuca sı ğ maz duruma gelmek. afacanlı k * Afacan olma durumu, yaramazlı k. afak * Ufuklar, dört bir taraf. afakan afakî

* Bkz. hafakan. * Belli bir konu üzerine olmayan (konuş ma), dereden tepeden.

* Nesnel, objektif. afakîlik * Bkz. objektiflik. afal afal afallama

* Şaş kı n bir biçimde. * Afallamak iş i.

afallamak * Şaş kı nlı ktan sersemleş mek. afallaş ma * Afallaş mak iş i. afallaş mak * Şaş kı nlı k içinde kalmak, ş aş ı rı p bir ş ey yapamaz olmak. afallaş tı rma * Afallaş tı rmak iş i. afallaş tı rmak * Şaş kı nlı k içinde bı rakmak, birini ş aş ı rı p bir ş ey yapamaz duruma sokmak. afallatma * Afallatmak iş i. afallatmak * Şaş kı nlı ğ a düş ürerek sersemleş tirmek. afat afazi

* Afetler, belâlar, kı ranlar. * Bkz. söz yitimi.

aferin * Okş ama, alkı ş lama, beğenme gibi duygularıbelirtmek için söylenir, bravo. * Eskiden öğrencilere verilen beğenme ve takdir kâğ ı dı . aferin almak * değ erli görülüp beğ enilmek. aferist afet

afetzede

* Vurguncu, dalavereci, çı karı nı bilen, çı karcı . * Doğanı n sebep olduğ u yı kı m. * Kı ran. * Çok kötü. * Güzelliği ile insanış aş kı na çeviren, aklı nıbaş ı ndan alan kadı n. * Hastalı kları n dokularda yaptı ğı bozukluk. * Afete uğramı ş , afet görmüş .

affa uğramak * bağ ı ş lanmak, affedilmek. affedersin veya affedersiniz

* özür dilemek için söylenir. * karş ıçı kmak için söylenir. affedilme * Bağ ı ş lanma. affedilmek * Bağ ı ş lanmak. affetme affetmek

* Bağ ı ş lama. * Bağ ı ş lamak. * Hoş görü ile karş ı lamak, mazur görmek. * Görev veya iş ten çı karmak.

affetmemek * bağ ı ş lamamak, hoşgörmemek. affetmiş sin * "hiç de öyle değ il", yanı lı yorsun" anlamı nda kullanı lı r. affettirme * Affettirmek iş i. affettirmek * Bağ ı ş lanması nısağ lamak. affettuoso * Bir parçanı n yumuş ak ve duygulu bir biçimde çalı nacağı nıanlatı r. affeyleme * Affeylemek iş i. affeylemek * Affetmek. affı nıdilemek (veya istemek) * bir işveya görevi yerine getiremeyeceğini nezaketle bildirmek. affı nı za sı ğı narak * "bağ ı ş layacağ ı nı za güvenerek" anlamı nda bir nezaket sözü. affolunma * Affolunmak iş i. affolunmak * Bağ ı ş lanmak, affedilmek. Afgan * Afganistan halkı ndan veya bu halkı n soyundan olan kimse. * Afganistan'a ve Afganistan halkı na özgü olan. Afganlı * Afgan. afi

* Gösteriş , çalı m, caka.

afi kesmek (satmak veya yapmak) * birine karş ıgösterişyapmak, kabadayı lı k etmek.

afif afife afili

*İ ffetli. * Namuslu, iffetli, saygı değer (kadı n). * Gösteriş li, çalı mlı .

afis * Gümüşbalı ğ ı nı n küçüğ ü. afiş

* Bir ş eyi duyurmak, tanı tmak için hazı rlanan, çoğ u resimli duvar ilânı .

afişasmak * duvarlara ilân yapı ş tı rmak. afişyutmak * yalana dolana kanmak. afiş çi * Afişyapan sanatçı . afiş çilik afiş e

* Afişyapma sanatı . * Açı ğ a çı kmı ş , duyulmuş .

afiş e etmek * açı ğ a vurmak, belirtmek, duyurmak, dile düş ürmek, reklâm etmek. afiş e olmak * (bir kimse) bilinmeyen bir yönüyle tanı nmak. afiş leme

* Afişasma iş i, afiş lemek iş i.

afiş lemek * Afişası p duyurmak. * Nitelemek, göstermek. afiş te kalmak * (oyun için) ilgi görerek günlerce oynanmak. afiyet

* Hasta olmama durumu, sağ lı k, esenlik.

afiyet bulmak * iyileş mek, sağlı ğı nıkazanmak. afiyet olsun * bir ş ey yiyip içenlere "yarası n" anlamı nda söylenen iyi dilek sözü. afiyet ş eker olsun * "yarası n, ağ ı z tadı yla yensin'" anlamı nda söylenir. afiyet üzere olmak * sağlı klı , rahat yaş amak.

afiyetle afoni

* ağ ı z tadı yla, keyifle. * Bkz. Ses yitimi.

aforizm * Özlü söz, özdeyiş . aforoz

* Hristiyanlı kta kilise tarafı ndan verilen "cemaatten kovma" cezası .

aforoz etmek * kilise birliğ inden çı karmak. * darı lı p biriyle konuş mamak, yakı nıolmaktan çı karmak, ilgiyi kesip uzaklaş tı rmak, adı nıduymak bile istememek. aforozlama * Aforozlamak iş i. aforozlamak * Aforoz etmek, kovmak. aforozlu

* Aforoz edilmiş , kovulmuş , uzaklaş tı rı lmı ş .

afra tafra * Çalı m. * Çalı mlı . afralıtafralı * Çalı mlı . Afrika çekirgesi * Değiş ik boyda ve renkte genellikle kuzey Afrika'da ekilmemişarazilerde rastlanan zararsı z bir çekirge (Locusta migratona). Afrika domuzu * Çift parmaklı lardan, kalı n derili, Afrika'da yaş ayan ve yaban domuzuna benzer bir hayvan (Phacochoerus aethiopicus). Afrika menekş esi *İ ki çeneklilerden, tüylü yapraklı , mor, pembe, beyaz renkli çiçekleri olan, evlerde saksı da yetiş tirilen çok yı llı k bir süs bitkisi (Saintpaulia ionantha). Afrikalı * Afrika kökenli olan kimse. * Afrikalıoyuncu. Afrikalı lı k * Afrikalıolma. afsun afsuncu

* Büyü, füsun. * Büyücü, üfürükçü.

afsunculuk * Afsuncunun yaptı ğıiş . afsunlama

* Afsunlamak iş i. afsunlamak * Büyülemek. afsunlanma * Afsunlanmak iş i. afsunlanmak * Büyülenmek. afsunlu

* Büyülü, sihirli, füsunkâr.

Afş ar * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. aft aftos

* Pamukçuk. * Oynaş , metres.

afur tafur * Çalı m. afur tafura gelmemek * çalı m satmadan hoş lanmamak; böyle bir davranı ş a karş ıtepki göstermek. afyon

* Olgunlaş mamı şhaş haşkapsüllerine yapı lan çizintilerden sı zan, sonradan katı laş an süt; içinde morfin ve kodein gibi çok uyuş turucu maddeler bulunan, güçlü bir zehir olmakla birlikte, hekimlikte kullanı lan değ erli bir ilâç. afyon çekmek * keyif için afyon yutmak. afyon ruhu * Yatı ş tı rı cıolarak kullanı lan afyon tentürü. afyonkeş * Keyif için afyon yutan veya çeken (kimse), afyon tiryakisi. afyonkeş lik * Afyon çekmeye düş künlük. afyonlama * Afyonlamak iş i. afyonlamak * Afyon vererek uyuş turmak, uyutmak. * Telkin yoluyla doğru düş ünmeyi önleyerek zararlıbir yola sürüklemek. afyonlanma * Afyonlanmak iş i. afyonlanmak * Afyonlamak iş i yapı lmak. afyonlu *İ çinde afyon bulunan. * Afyon yutmuş . * Dalgı n, uyuş muş , uyuş uk (kimse).

afyonu baş ı na vurmak * aş ı rıdavranı ş larda bulunacak kadar öfkelenmek, ne yaptı ğ ı nı bilememek. afyonunu patlatmak * kendi keyfine dalmı şolan birini öfkelendirmek. Ag

* Gümüş 'ün kı saltması .

aga * Ağa. agâh

* Bilir, bilgili, haberli, uyanı k.

agâh olmak * bilgi edinmişolmak. agami

* Güney Amerika'da yaş ayan, mavi ve yeş il metalik yansı malıbir kuş .

aganta emir.

* Yı sa veya lâçka edilmekte olan bir halatı n ve zincirin kı sa bir süre elde tutulup bı rakı lmamasıiçin verilen

agaragar * Deniz yosunları ndan çı karı lan, beslenme endüstrisinde, hekimlikte ve bakteriyolojide kullanı lan bir tür jelâtin, jeloz. agel * Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine bağ ladı kları , yünden örülmüşkalı n çember bağ . agitato

* Bir parçanı n canlıve coş kulu çalı nacağ ı nıanlatı r.

aglütinasyon * Kümeleş im. aglütinin

* Serumda meydana gelen antikor.

agnosi * Tanı sı zlı k. agnostik

* Bilinemezci. * Bilinemezcilikle ilgili.

agnostisizm * Bilinemezcilik. agnozi

* Duyularda herhangi bir bozukluk olmaması na rağmen sı nav sisteminin belirli bir yerindeki doku bozukluğ undan ileri gelen algıkaybıveya yokluğ u. Agop'un kazıgibi bakmak * aptal aptal bakmak. agora

* Yunan klâsik devrinde, sitenin yönetim, politika ve ticaret iş lerini konuş mak için halkı n toplandı ğ ıalan, halk meydanı .

agorafobi * Bkz. alan korkusu. agraf agrafi

* Kanca, kopça. * Bkz. yazma yitimi.

agrandisman * Büyültme. agrandisör * (fotoğ rafçı lı kta) Büyülteç. agreje agreman

* (yabancıülkelerde) Doçent olmak için sı nav vermişkimse, doçent. * Bir elçinin bir ülkeye atanması ndan önce o ülkeden istenen uygun görme yazı sı .

agu * Süt çocukları nı n neş elendikleri zaman çı kardı klarıses. agu bebek * Büyüdüğ ü hâlde bebekliğe özenen çocuklara alay yollu söylenir. agucuk

agulama

* Süt çocuğ u. * Süt çocuğ unu sevmek için söylenir. * Agulamak iş i. * Yeni doğmuşbebeklerin çı kardı ğı ses.

agulamak * (bebek) Agu agu diye ses çı karmak. aguş

* Kucak.

ağ *İ plik, sicim, tel gibi ince ş eylerden kafes biçiminde yapı lmı şörgü. * Örümcek gibi birtakı m hayvanları n salgı ları yla oluş turduklarıörgü. * Ülke yüzeyine yaygı nlaş tı rı lmı şörgü, ş ebeke. * Tuzak. * Oyun alanı nıortadan ikiye bölen iple yapı lmı şörgü. * Çaprazlama örgü ile yapı lan ve kale direkleri arkası na gerilen örgü, file. ağ * Donun veya pantolonun apı şarası na gelen yeri, apı ş lı k. ağatmak (veya bı rakmak) * balı k avlamak için denize ağsalmak. ağbenek

* Açı klı koyulu kahverengi ağgörünüş ünde olan, arpa yaprakları na yerleş erek oldukça önemli zararlara yol açan asklımantar. * Bu mantarı n ortaya çı kardı ğı ekin hastalı ğı . ağçekmek

* yakalanan balı kları toplamak için ağısudan çı karmak. ağiğ nesi * Ağı n örülmesinde kullanı lan iğbiçiminde tahtadan veya plâstikten yapı lmı şalet. ağipliği

* Keten, kenevir, naylon gibi maddelerden ağyapı mı nda kullanı lan iplik.

ağkayı ğ ı * Balı k ağları nıtaş ı yan kayı k. ağkepçe

* Balı kçı lı kta kullanı lan, ağ dan örülerek yapı lan uzun saplısepet.

ağkurdu * En çok elma ve erik gibi yemişağaçları na zarar veren bir kurt. ağkurş unu * Balı k ağları nısuda tutmaya yarayan zeytin çekirdeğ i biçiminde delikli kurş un madde. ağmantarlar *İ nsan ve hayvanlarda hastalı ğ a yol açan ve birçok türü içine alan ilkel bitkiler topluluğu. ağtabaka

* Göz yuvarları nı n iç yüzeyinde görme sinirinin yayı lmasıile beliren, ı ş ı ğ a duyarlı , ağ ı msıbölüm, retina.

ağtonos * Gotik mimaride kullanı lmı ş , ağbiçiminde parçalı tonos. ağtorba

* 25 cm geniş liğ inde ve 50 cm uzunluğunda ağ dan yapı lmı şkı rmı zıyosunları n suya dalı narak avlamada kullanı lan, bir ip ve kayı ktaki makara yardı mıile suyun yüzeyine çı kı p inebilen bir torba. ağyatak ağa

* Hamak. * Kı rlı k kesimde geniştopraklarıolan, sözü geçen, varlı klıkimse. * Halk arası nda sayı lan ve sözü geçen erkeklere verilen san. * Büyük kardeş , ağ abey. * Okur yazar olmayan yaş lı ca kiş ilerin adları yla birlikte kullanı lan san. * Osmanlıİ mparatorluğunda bazı kuruluş ları n baş ı nda bulunanlara verilen resmî san.

ağa borç eder, uş ak harç * ağ a para sı kı ntı sıiçinde olup borç etse de, uş ak, hâlden anlamaz ve bol harcamayı sürdürür. ağa kapı sı * Yeniçeri ağası nı n dairesi. ağa yamağı * Yeniçeri ağası na bağlıemir çavuş u. ağababa

ağabey

ağabeylik

* Dede, ata. * Sanı"ağa" olan babaya çocuğ unun sesleniş i. * Bir yerde, bir topluluk içinde etkili olan, sözü geçen, ileri gelen (kimse). * Bir kimsenin kendinden yaş ça büyük olan erkek kardeş i. * Kardeşolmayanlar arası nda da genellikle yaş ça büyük olanlara bir saygı sesleniş i olarak kullanı lı r.

* Ağabey olma durumu. ağabeylik etmek (veya yapmak) * Birini ağabey gibi korumak, gözetmek. ağaca çı kan keçinin dala bakan oğlağ ıolur * çocuklar ana ve babaları ndan öğ rendiklerini yapmaya özenirler. ağaca çı ksa pabucu yerde kalmaz * davranı ş ları na engel olacak hiçbir takı ntı sıyok. ağaca dayanma kurur, adama (insana) dayanma ölür * insan yapacağ ıiş te baş kaları na değil, kendine güvenmelidir. ağacıkurt, insanıdert yer * kurt ağ acı nası l içten içe kemirirse dert de insanıiçten içe yer bitirir. ağaç

* Gövdesi odun veya kereste olmaya elveriş li bulunan ve uzun yı llar yaş ayabilen bitki. * Bu gibi bitkilerin gövdesinden ve dalları ndan yapı lan. * Direk.

ağaç arı sı * Düzgün kanatlı , kuyruğunda yumurtlama hortumu olan, 3-4 cm boyunda ağaç zararlı sı . ağaç balı * Erik, kayı sıgibi ağaçlardan sı zan zamk. ağaç biti

* Yarı m kanatlı lardan, bitkiler üzerinde yaş ayan, sı çrayı cıbir böcek türü (Psylla).

ağaç çileğ i * Ahududu. ağaç ebegümeci * Ebegümecigillerden, boyu yüksek bir ot (Fr. lavatere). ağaç kaplama * Konut duvarları nıyalı tma ve güzelleş tirme amacı yla ağaç veya ağ aç ürünlerinden yararlanı larak yapı lan kaplama. ağaç kavunu * Turunçgillerden, Akdeniz ülkelerinde yetiş en, taç yaprakları mavimsi pembe, küçük bir ağaç (Citrus medica). * Bu ağacı n iri bir limon görünüş ündeki buruş uk kabuklu yemiş i. ağaç kurbağ ası * Kurbağagillerden, boyu 3-5 cm olan, sı rtıyaprak yeş ili, ağaçlara tı rmanan bir kurbağ a türü (Hyla arborea). ağaç kurdu * Ağaçları kemirerek beslenen birtakı m sinek kurtçukları na verilen ad. ağaç küpesi * Hatmi. ağaç mantarı * Ağaçta biten bazitli mantarlara verilen ad. ağaç minesi * Mine çiçeğ igillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiş tirilen, kı rmı zı , mor çiçekli bir ağaççı k (Lantana). ağaç mobilya

* Oturma, yemek yeme, çalı ş ma, yatma vb. iş lerin yapı lması nda kolaylı k ve rahatlı k sağlayan, parçaları nı n büyük çoğ unluğu masif, lifli, yangalıve tabakalıağaç malzemeden yapı lan, taş ı nabilir veya sabit olarak kullanı lan eş ya. ağaç nemi * Ağaçta bulunan su miktarı nı n, aynıağacı n mutlak kuru ağı rlı ğ ı na oranı . ağaç olmak * bir yerde ve ayakta çok beklemek. ağaç oyma * Oyma baskısanatları ndan düz bir baskıtekniğ i. ağaç sakı zı * Reçine. ağaç sansarı * Sansargillerden, sı rtıkoyu esmer, karnıdaha açı k, iyi tı rmanan, postu değ erli bir memeli türü (Martes martes). ağaç yaşiken eğ ilir * çocuklar küçük yaş ta kolay eğ itilir, büyük insan kolay kolay eğitilemez. ağaççı k * Taflan gibi, dallarıdibinden baş layarak çatallanan küçük ağ aç. ağaççı lı k

* Ağaç yetiş tirme iş i.

ağaçdelen * Yuva yapmak için ağ açlarıoyan böcek. ağaçkakan * Serçegillerden, ağaç kurtlarıile geçinen bir kuş(Picus). ağaçkesen * Zar kanatlı lardan, kurtçuklarıen çok gül fidanları üzerinde yaş ayarak yapraklara zarar veren, kara renkli bir böcek (Hylotoma). ağaçlama * Ağaçlamak iş i. ağaçlamak * Ağaçlandı rmak. ağaçlandı rı lma * Ağaçlandı rı lmak iş i. ağaçlandı rı lmak * Ağaçlıduruma getirilmek. ağaçlandı rma * Ağaçlandı rmak iş i. ağaçlandı rmak * Bir yeri ağaçlıduruma getirmek. ağaçlanma * Ağaçlanmak iş i. ağaçlanmak * Ağaçlıduruma gelmek.

ağaçlaş ma * Ağaçlaş mak durumu. * Bitki ş ekilleri gösteren ve akiklerde olduğu gibi maden filizlerinin gerek yüzeyinde gerek içlerinde rastlanan tabiî desen. ağaçlaş mak * Ağaç durumuna gelmek. ağaçlı ağaçlı k

* Ağacıolan. * Ağaç öbeğ i. * Ağacıbol olan (yer).

ağaçlı klı * Ağaçları bol olan (yer). ağaçsı * Ağaca benzeyen, ağacıandı ran. ağaçsı z

* Ağacıolmayan.

ağalanma * Ağalanmak iş i. ağalanmak * Ağa tavrıtakı narak çalı m yapmak. ağalı k * Ağa olma durumu. * Kibar ve cömertçe davranı ş . -ağ an / -eğen * Fiilden sı fat ve isim yapma eki: yat-ağ an, gez-eğen, ol-ağ an, dur-ağan, piş -eğ en vb. ağanı n alnıterlemezse ı rgadı n burnu kanamaz * işveren iş çisi ile birlikte çalı ş mazsa iş çi iş e var gücüyle sarı lmaz. ağanı n eli tutulmaz * cömertliği, elinin açı klı ğı , tartı ş ı lmaz. ağarı k

* Aklaş mı ş , rengi solmuş .

ağarma * Ağarmak iş i. * Tan atma, ş afak sökme. ağarmak * Ak olmak, ak duruma gelmek, beyazlanmak, solmak. * Aydı nlanmak. ağartı * Uzaktan ancak seçilebilen, belli belirsiz bir aklı k. * Süt, yoğ urt, peynir, ayran gibi yiyecek ve içecekler. ağartı lma * Ağartı lmak iş i. ağartı lmak

* Temizlenmek, beyazlatı lmak. ağartma * Ağartmak iş i. * Kuyumculukta gümüş ü temizleme iş i. ağartmak * Ak duruma getirmek, beyazlatmak. ağbeneklilik * Arpa bitkisinde görülen mantar hastalı ğı (Pyrenophora). ağcı ağcı k

* Ağile balı k tutarak geçinen kimse. * Palmiyelerde çiçeklerin dibinin çevresindeki telli kı n.

ağcı lı k * Ağile balı k tutma. ağda

* Kaynatı larak çok koyu ve yapı ş kan bir macun durumuna getirilen pekmez veya limonlu ş eker eriyiğ i.

ağda yapmak * vücuttaki fazla tüyleri ağ da ile almak, temizlemek. ağdacı

* Şeker, tatlıve helva yapı mı nda ağ da hazı rlayan iş çi. * Ağda ile vücuttaki fazla tüyleri veya kı llarıtemizlemeyi meslek edinmişkimse.

ağdalanma * Ağdalanmak iş i. ağdalanmak * Ağda durumuna gelmek, ağ dalaş maya baş lamak. * Ağda bulaş mak. ağdalaş ma * Ağdalaş mak durumu. ağdalaş mak * Ağda durumuna gelmek, ağ dalanmak. * (sohbet) Tam tadı na varı lı r durum almak, koyulaş mak. ağdalaş tı rma * Ağdalaş tı rmak iş i. ağdalaş tı rmak * Ağda durumuna getirmek. ağdalı

ağdalı k ağdı rma

* Ağdalanmı ş . * (deyişiçin) Bilinmeyen kelimelerle, anlaş ı lması güç, dolambaçlı cümlelerden oluş an. * Karmaş ı k. * Pekmez yapmaktan baş ka iş e yaramayan üzüm. * Ağdı rmak iş i.

ağdı rmak

* Ağması na sebep olmak. * Aş ağ ıinmek, yük veya terazide denge bozularak bir yanı ağ ı r gelmek.

ağı

* Organizmaya girince kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarı na göre canlı yıöldürebilen madde, zehir. ağıağ acı * Zakkum. ağıçiçeğ i * Zakkum. ağıgibi * acıveren, çok etkileyen. * çok sert, keskin. ağıotu * Baldı ran. ağı l

* Koyun ve keçi sürülerinin gecelediğ i, çit veya duvarla çevrili yer. * Bazıyı ldı zları n, özellikle ayı n çevresinde görülen genişve aydı nlı k teker, ayla, hale. * Bazıgörüntülerdeki çok ı ş ı klıcisimleri çevreleyen ı ş ı klıteker.

ağı lama * Ağı verme, zehirleme. ağı lamak

* Ağı vermek, zehirlemek. * (bir ş eye), Ağı katmak.

ağı landı rma * Ağı landı rmak iş i. ağı landı rmak * Ağı lıduruma getirmek. ağı lanma

* Ağı lanmak iş i.

ağı lanmak * Bilmeden veya farkı nda olmadan zehirli bir ş ey yemek veya içmekle zehirlenmek. ağı laş ma

* Ağı laş mak durumu.

ağı laş mak * Ağı lıduruma gelmek. ağı lda oğlak doğsa ovada otu biter * Tanrıher yarattı ğ ı nı n rı zkı nıverir. ağı lı *İ çinde ağıbulunan, zehirli. ağı lıböcek * Kı n kanatlı lardan, baş ka böcekleri yemesi bakı mı ndan yararlıbir böcek. (Carabus). ağı llanma * Ağı llanmak durumu.

ağı llanmak * Toplanı p bir arada durmak. * Çevresinde ağ ı l denen hale oluş mak, halelenmek. ağı m ağı mlı

* Ayağı n üstündeki tümsek yer. * Üstü aş ı rıtümsek olan (ayak).

ağı na düş ürmek * tuzağ ı na düş ürmek. ağı nma * Ağı nmak iş i. ağı nmak ağı r

ağı r ağı r

* (hayvan) Yere yatı p yuvarlanmak. * Tartı da çok çeken, hafif karş ı tı . * Davranı ş larıyavaşolan. * Değeri çok olan, gösteriş li. * Çapı , boyutlarıbüyük. * Çetin, güç. * Tehlikeli, korkulu, vahim. * Sı kı nt ı veren, bunaltı cı . * Dokunaklı , insanı n gücüne giden, kı rı cı . * Yavaş . * Ağı rbaş lı , ciddî. * (koku için) Keskin, boğ ucu. * (yiyecek için) Sindirimi güç. * Yoğun. * (uyku için) Uyanı lmasıgüç, derin. * Kı sı k, alçak. * Güç iş iten, sağ ı r. * Ağı r siklet. * Acele etmeden. * Fazlası yla.

ağı r aksak yürümek (veya gitmek) * pek yavaşolarak. ağı r almak * bir iş te yavaşdavranmak. ağı r araç ağı r ayak

* Ağı r vası ta. * Doğurmasıyakı n (gebe kadı n).

ağı r basmak * ağ ı rlı ğı fazla gelmek. * bir iş te gücü ve etkisi üstün gelmek. ağı r basmak * gücü, etkisi veya özelliğ i daha üstün ve belirgin olmak. * bir iş te gücü ve etkisi üstün gelmek.

ağı r basmak * bir kimse kâbusa uğ ramak. ağı r canlı * Çok yavaşişyapan, çevik olmayan. * Varlı ğı sı kı ntıveren sevimsiz. * Tembel. * Gebe (kadı n). ağı r canlı lı k * Hareketlerin yavaşolması , hı mbı llı k, tembelce davranı şbiçimi. ağı r ceza

* Ağı r hapis ve beşyı ldan yukarıolan hapis cezaları .

ağı r çekmek * tartı da ağ ı r gelmek. ağı r durmak * ciddî, ağ ı rbaş lı , oturaklı , soğukkanlıhareket etmek. ağı r elli * Bkz. eli ağ ı r. ağı r ellilik * Eli ağı r olma durumu. ağı r ezgi

* Çok ağı r, yavaşyavaş , ahenkli.

ağı r gelmek * gücüne gitmek, onuruna dokunmak. * yapı lması güç gelmek. ağı r hapis cezası * 2-24 yı l veya ömür boyu hapis cezası . ağı r hastalı k * Ölümle sona erebilecek gibi olan hastalı k. ağı r hidrojen * Döteryum. ağı r iş

* Büyük tehlikeler yaratan ve fazla güç isteyen her türlü iş .

ağı r iş itmek (veya duymak) * kulaklarıiyi iş itmemek, kulakları az iş itmek. ağı r kaçmak * gücendirici olmak. ağı r kayba uğ ramak * maddî ve manevî büyük zarar görmek. ağı r kayı p * (savaş , deprem, sel gibi doğ al afetlerde) Büyük kayı p. * Maddî zarar. ağı r küre

* Yer yuvarlağ ı nı n, yoğ unluğu ve katı lı ğı çok olan bölümü, barisfer.

ağı r ol!

* ciddî, ağ ı rbaş lı , soğ ukkanlı , sabı rlıol!. * acele etme, yavaşol!.

ağı r oturmak * uslu durmak. ağı r para cezası * Bazısuçlara göre takdir edilen para cezası . ağı r sanayi * Üretim araçlarıyapan sanayi. ağı r satmak * nazlanmak, gönülsüz davranmak. ağı r sı klet * Bazıspor dalları nda yarı ş macı ları n ağ ı rlı ğıile sı nı rlandı rı lan kategori, baş ağ ı rlı k. ağı r söylemek * acı , dokunaklı , sözler söylemek. ağı r söz

* Kiş inin onuruna dokunan, dayanı lmasıgüç söz.

ağı r su * Bazınükleer reaktör tiplerinde nötron yavaş latı cı sıolarak kullanı lan, içinde hidrojen atomlarıyerine döteryum izotoplarıbulunmasısonucu oluş an su (DO). ağı r top * Güçlü, ünlü, tanı nmı şkimse. ağı r uyku

* Uyanı lmasıgüç, derin uyku.

ağı r vası ta * Motoru, ağ ı r yük veya birden fazla römork taş ı mak amacı yla güçlendirilmişkamyon ve benzeri araç. ağı r vası ta ehliyeti * Ağı r vası ta sürücülerine verilen kullanma belgesi. ağı r yağ * Kalı n yağ. ağı rbaş lı * Davranı ş larıölçülü, olgun (kimse), vakur, ciddî. ağı rbaş lı lı k * Ağı rbaş lıolma durumu, vakar, ciddiyet. ağı rca

* Oldukça ağ ı r.

ağı rdan * Ağı r olarak. ağı rdan almak * bir iş i gereken süre içinde bitirmemek. * bir iş i gönülsüz, isteksiz yapmak, geciktirmek. ağı rkanlı

* Hippokrates'in ortaya attı ğıağ ı r canlı lı k, soğukluk, kolayca duygulanmayı şgibi nitelikleri kendinde toplayan kiş ilik tipi. * Bkz. ağı r canlı . ağı rkanlı lı k * Ağı rkanlıolma durumu. ağı rlama

* Ağı rlamak iş i, ikram, izaz. * Gelin veya güvey karş ı lanı rken çalı nan kı vrak bir hava.

ağı rlamak * Konuğ a saygıgöstererek onun her türlü rahatı nı , ihtiyacı nısağ lamak, ikram etmek, izaz etmek. ağı rlanma * Ağı rlanmak iş i. ağı rlanmak * Ağı rlamak iş ine konu olmak. ağı rlaş ma

* Ağı rlaş mak durumu.

ağı rlaş mak * (hava) Sı kı cıve bunaltı cıbir durum almak, bozulmak. * (hasta için) Tehlikeli duruma gelmek, fenalaş mak. * Yavaş lamak. * (gebe kadı n için) Doğ urmasıyaklaş mak. * Ağı rbaş lıolmak. * (yiyecek) Bozulmaya yüz tutmak. * Güçleş mek, zorlaş mak. * (organ için) Görevini yapamaz duruma gelmek. ağı rlaş tı rma * Ağı rlaş tı rmak iş i. ağı rlaş tı rmak * Bir ş eyin ağ ı rlaş ması na yol açmak. ağı rlatma

* Ağı rlatmak iş i.

ağı rlatmak * Ağı rlamak iş ini yaptı rmak. ağı rlı ğ ı nca altı n değ mek * çok değerli olmak. ağı rlı ğ ı nı(ortaya) koymak * kimliğ ini ve kiş iliğini kabul ettirmek. ağı rlı k

* Ağı r olma durumu. * Değerli olma durumu. * Ağı rbaş lı lı k. * Tehlikeli olma durumu. * Sı kı nt ı lı , bunaltı cıdurum. * Orduda bir birliğ in cephane, yiyecek ve eş ya yükleri. * Çeyizini düzmek için güveyin geline verdiği para, kalı n. * Uyuş ukluk ve gevş eklik durumu. * Uykuda iken gelen ve insana boğ ulur gibi bir duygu veren durum. * Yer çekiminin, bir cismin molekülleri üzerindeki etkisinin oluş turduğ u bileş ke.

* Takı . * Yük, külfet. * Sorumluluk. * Etki, yetki, baskı , güçlük. * Dikkati ve önemi bir ş ey üzerinde yoğ unlaş tı rmak. * Terazilerde tartma iş i yapı lı rken bir kefeye konulan nesne. * Değerlendirmelerde herhangi bir konu veya evreye, olağ anı n üzerinde ve belli oranda, fazladan bir değ er tanı nması . ağı rlı k basmak (veya çökmek) * gevş eklik ve uyku gelmek. * (uykuda) sı kı ntı lıduruma girmek. * Ağı r bir hava kaplamak, sessizlik oluş mak. ağı rlı k merkezi * Bir cismin bütün noktaları na ayrıayrıetki yapan yer çekimi kuvvetlerinden oluş muştek kuvvet durumundaki bileş kenin uygulama noktası . * Bir iş in en önemli bölümü. ağı rlı k olmak * birine yük olmak, kendi masrafı nıbaş kası na çektirmek, sı kı ntıvermek. ağı rlı klı (değer).

* Değerlendirmelerde, herhangi bir konu veya evreye olağ anı n üzerinde ve belli bir oranda, fazladan tanı nan

ağı rsama * Ağı rsamak hareketi. ağı rsamak * Birine karş ısoğ uk davranarak sı kı ntıverdiğini anlatmak. * Bir iş i yavaşyapmak, önemsememek, ilgilenmemek. * Bir iş i ağı r bulmak, yük saymak, yüksünmek. ağı rş ak * Yün, iplik eğ irilen iğ i ağı rlaş tı rmak için alt ucuna geçirilen yarı m küre biçiminde, ortası delik ağ aç veya kemik parça. * Teker biçiminde yassı nesne, kurs. ağı rş aklanma * Ağı rş aklanmak iş i veya durumu. ağı rş aklanmak * Çı banda veya (ergenlik sı rası nda) memede ağ ı rş ak biçiminde bir tümsek oluş mak. ağı ş

* Ağmak iş i veya biçimi. * (su buharı nı n ve baş ka gazları n) Yerden havaya doğru çı kı ş ı , yağı şkarş ı tı .

ağı t

* Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğ ini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bı raktı kları nı n acı ları nıveya büyük felâketlerin acı lıetkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazı lan yazı , sağ u, mersiye. * Ağlama, gelin olan bir kı zı n arkası ndan meziyetlerini sayı p dökerek ağ lama. ağı t yakmak (veya tutturmak) * ağ ı t söylemek, ağı t düzmek. ağı tçı ağı tçı lı k

* Ölüye ağı t söylemek için para ile getirilen kimse, sağ ucu. * Ağı tçı nı n iş i veya mesleğ i.

ağı tlama ağı z boş luk.

* Ölmüş leri anmak için düzenlenen törende okunan övgü. * Yüzde, avurtlarla iki çene arası nda, ses çı karmaya, soluk alı p vermeye ve besinleri içine almaya yarayan * Bu boş luğ un dudaklarıçevrelediğ i bölümü. * Kapları n veya içi boşş eylerin açı k yanı . * Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğ ü yer, munsap. * Koy, körfez, liman, yol gibi yerlerin açı k yanı . * Birkaç yolun birbirine kavuş tuğu yer, kavş ak. * Kesici aletlerin keskin yanı . * Bir dilin sı nı rları içinde, bölgelere ve sı nı flara göre değ iş en söyleyişözelliğ i. * Birini yanı ltmak, kandı rmak amacı yla dolambaçlıbirtakı m sözler söyleme özelliği. * Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü. * Bazen "kez" anlamı na gelir. * Üslûp, ifade özelliğ i. * (tehlikeli ş eyler için) Pek yakı n yer.

ağı z

* Yeni doğurmuşmemelilerin ilk sütü.

ağı z açmak * söz söylemek, konuş mak. * azarlamak, paylamak. ağı z açmamak * tek bir söz olsun söylememek, susup kalmak. ağı z açtı rmamak * çok konuş arak baş kaları nı n söz söylemesine, konuş ması na engel olmak. ağı z ağ ı za * ağ zı na kadar, tamamen. ağı z ağ ı za vermek (veya konuş mak) * iki kiş i birbirine pek yakı n durarak baş kaları iş itmeyecek biçimde konuş mak. ağı z alı ş kanlı ğ ı * Çok söylendiğ i için bir sözü sı k sı k kullanma durumu. ağı z aramak (veya yoklamak) * öğrenmek istenilen ş eyi söyletecek yolda dil kullanmak. ağı z birliği * Bir konuda anlaş arak aynıbiçimde konuş ma, söz birliğ i. ağı z birliği etmek * bir konuda anlaş arak aynış ekilde konuş mak, söz birliğ i etmek. ağı z birliği etmek * bir konuda anlaş arak aynıbiçimde konuş mak, söz birliğ i etmek. ağı z burun birbirine karı ş mak * dayak yeme sonunda yüzü, yara bere içinde kalmak. * yüzde aş ı rıöfke, üzüntü, yorgunluk gibi durumları n izleri görünmek. ağı z dalaş ı * Ağı z kavgası , karş ı lı klıatı ş ma, bağrı ş ma, dil dalaş ı . ağı z değiş ikliğ i

* Yemeğ in çeş idinde değ iş iklik. ağı z değiş tirmek * önce söylediğini baş ka türlü anlatmak. ağı z dil vermemek * hiç konuş mamak, susmak. ağı z dolusu * Ağzı n alabileceğ i kadar. * (küfür için) Birbiri ardı nca, birçok. ağı z kâhyası * Birinin söyleyeceğ i sözlere karı ş an kimse. ağı z kalabalı ğ ı * Birbirini tutmayan gereksiz sözler. ağı z kalabalı ğ ı na getirmek * birini gereksiz sözler söylemek yolu ile ş aş ı rtmak. * söz söyleme becerisine sahip olma. ağı z kavafı * Karş ı sı ndakini kandı rmak için gerekli gereksiz çok söz söyleyen. ağı z kavgası * Karş ı lı klıağ ı r sözler söyleyerek yapı lan çekiş me, atı ş ma, dil kavgası . ağı z kokusu * Bir kimsenin çekilmez davranı ş ları , istekleri, sözleri. ağı z kullanmak * duruma, ortama göre söz söylemek, sözünü amacı na göre değ iş tirmek. ağı z niş anı * Yalnı z sözle yapı lan niş anlanma. ağı z satmak * yüksekten atarak kendini övmek. ağı zş akası * Sözle yapı lan ş aka. ağı z tadı * (ailede veya toplumda) Dirlik düzenlik, iyi geçinme veya rahatlı k. ağı z tadı yla * huzurla, rahatlı k içinde, içine sine sine, lezzetini duyarak. ağı z tamburası çalmak * sözle avutmaya, oyalamaya çalı ş mak. ağı z tatsı zlı ğ ı * Bir topluluk içindeki geçimsizlik, huzursuzluk. ağı z tı kamak * konuş ma imkânıvermemek. ağı z tüfeği * Mermileri ş iddetle üflenerek fı rlatı lan bir çeş it tüfek taslağ ı . ağı z tütünü

* Keyif için ağ ı zda çiğ nenen bir tür tütün. ağı z ünlüsü * Geniz yoluna kaymadan çı kan ünlü, ağ ı zsı l ünlü. ağı z yapmak * birini kandı rma, yanı ltma amacı yla duyguları nı , düş üncelerini olduğundan baş ka türlü gösterecek biçimde konuş mak. ağı z yaymak * açı k ve dürüst konuş maktan kaçı nmak. ağı z yer, yüz utanı r * armağ an alan, armağanıverenin isteğ ini yerine getirmeye çalı ş ı r. ağı z yoklamak * Bkz. ağı z aramak. ağı zda dağı lmak * (genellikle hamur iş i için) iyi piş mişve lezzetli olmak. ağı zda sakı z gibi çiğnemek * bir söz veya düş ünceyi sı k sı k tekrarlayı p durmak. ağı zdan

* Yazı lıolmayarak, sözle, sözlü, ş ifahî.

ağı zdan ağı za * Herkes birbirine söyleyerek. ağı zdan ağza dolaş mak (veya geçmek) * herkes birbirine söylemek. ağı zdan burun yakı n, kardeş ten karı n yakı n * "insanı n kendi yararıher ş eyden önemlidir" anlamı nda kullanı lı r. ağı zdan dolma * (top veya tüfek için) Namlusu ağzı ndan doldurulan. ağı zdan kapmak * baş kaları ndan dinlemek yolu ile yarı m yamalak birtakı m bilgiler edinmek. ağı zlama * Ağı zlamak iş i. ağı zlamak * Bir iş i kolaylamak. * Bir parçayı yuvası na geçirmek için önce yuvanı n ağ zı nı ayarlamak. * Bir boğ azı n veya bir limanı n ağ zı nıortalamak. ağı zlara sakı z olmak * herkesin diline düş mek. ağı zlaş ma * Ağ ı zlaş mak iş i veya durumu. ağı zlaş mak *İ ki kan damarı , birbiri içine açı lmak. ağı zlı

* Ağzıherhangi bir biçimde olan.

ağı zlı k

* Bir ucuna sigara takı lan, öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçimindeki araç. * Nefesli çalgı larda ağza gelen yer. * Yemişküfelerinin üzerine yapraklıdallarla yapı lan kapak. * Kuyu bileziğ i. * Su tesisatı nda su alı p vermeye yarayan vanalıuç. * Hayvanı nı sı rması na, zararlıbir ş ey yemesine engel olmak için ağzı na takı lan tel, deri gibi kafes. * (dokumacı lı kta) Çözgünün açı lı p kapandı ğ ıve içinde mekiğ in geçtiğ i yer. * Telefon ve benzeri cihazlarda ağ za yaklaş tı rı lan bölüm. * Bir ş eyin baş ladı ğı yer. * Huni.

ağı zlı kçı * Ağı zlı k yapan veya satan kimse. ağı zotu

* Toplarıateş lemek için falyaya konulan ve barutun patlaması na sebep olan madde.

ağı zsı l * Ağı zla ilgili. ağı zsı l ünlü * Bkz. ağı z ünlüsü. ağı zsı z

* Ağzıolmayan. * Yumuş ak huylu, sessiz.

ağladıağlayacak * ağ lamak üzere olan. ağlama

* Ağlamak iş i.

ağlamak * Üzüntü, acı , sevinç, piş manlı k aldanma vb.nin etkisiyle göz yaş ıdökmek. * Ağaç budandı ğ ı nda kesilen yerlerden besi suyu veya öz su akmak. * Sı zlanmak, yakı nmak. * Bir duruma karş ıüzüntü duymak. ağlamak para etmez * üzülmenin yararıolmaz. ağlamaklı * Ağlar gibi olan, üzüntülü. ağlamaklıolmak * ağ layacak duruma gelmek. ağlamalı * Ağlar gibi olan, ağ layacak gibi. * Acı ma duygusu uyandı racak hâlde, sı zlamalı . ağlamayan çocuğa meme vermezler * hakkı nıaraması nıbilmeyen kimsenin iş i görülmez. ağlamsı ağlanma

* Ağlayacak gibi, ağ lamalı . * Ağ lanmak iş i.

ağlanmak * Ağlamak iş i yapı lmak. ağlantı

* Hafif hafif ağ lama.

ağlar gözden, sahte sözden kendini sakı n * "kendini acı ndı ranlardan kork" anlamı nda kullanı lı r. ağlaş ma ağlaş mak

* Ağlaş mak iş i. * Birlikte ağlamak. * Sı zlanmak.

ağlata ağ lata * Sürekli ağ latarak, devamlıeziyet ederek, üzerek. ağlatı

* Trajedi.

ağlatı cı * Ağlamaya yol açan. ağlatı ş ağlatma ağlatmak

* Ağlatmak iş i veya biçimi. * Ağlatmak iş i. * Ağlaması na yol açmak.

ağlaya ağlaya * Ağlayarak. ağlayanı n malıgülene hayretmez * birinden haksı z olarak alı nan malı n onu alana yararıolmaz. ağlayı cı ağlayı ş

* Ölünün ardı ndan ağ lamak için para ile tutulan kimse, ağ ı tçı , yasçı . * Ağlamak iş i veya biçimi.

ağlı * Ağıbulunan. ağma

ağmak

ağnam ağnama

* Ağmak iş i. * Akan yı ldı z, ş ahap. * Sarkmak, aş ağı ya inmek, eğ ilmek, meyletmek. * Yükselmek, yukarıçı kmak. * Koyun ve keçi baş ı na alı nan vergi, sayı m vergisi. * Ağ namak iş i.

ağnamak

* (hayvan) Yere yatı p yuvarlanmak.

ağnamcı * Ağnam vergisi toplayan kimse. ağraz

* Kötü niyet ve düş manlı klar.

ağrı * Vücudun herhangi bir yerinde duyulan sürekli ve ş iddetli acı . ağrıkesici * Acı yı , sı zı yıdindirici (ilâç). ağrıkesimi * Ağrıduyusunun kendiliğ inden veya tedavi sonucu yok olması , analjezi. ağrısı zı * Rahatsı zlı k veren acı , sancı . ağrı kesen * Ağrıduyusunu ortadan kaldı ran, dindiren (ilâç vb.), analjezik. ağrı larda göz ağrı sı , her kiş inin öz ağ rı sı * herkesi en çok ilgilendiren ş ey kendi derdidir. ağrı lı ağrı ma

* Ağrı yan, ağrı sıolan. * Ağrı mak iş i. * Memeli hayvanlarda görülen ara konakçıkenelerin bulaş tı rdı ğıağ rı ma asalakları ndan ileri gelen hastalı k.

ağrı ma asalakları * Omurgalı lardan alyuvar asalağ ıolarak yaş ayan türlü biçimlerdeki sporlular topluluğ u. ağrı mak * (vücudun bir yeri) Ağ rı lıolmak. ağrı na gitmek * onuruna dokunmak veya gücüne gitmek. ağrı sıtutmak * (gebe kadı n için) doğ um sancı larıbaş lamak. * (hasta bir organ) ağrı maya baş lamak. ağrı sı z

* Ağrı sıolmayan. * Ağrıvermeden. * Dertsiz, tasası z.

ağrı sı z baş ı na kaş bastıbağ lamak * kendine gereksiz yere işçı karmak. ağrı tma ağrı tmak

* Ağrı tmak iş i. * Ağrı ması na yol açmak.

ağsı ağu

* Ağgörünüş ünde olan, ağgibi örülmüşolan. * Ağı .

ağulamak * Ağulamak. ağustos

* Yı lı n 31 gün süren sekizinci ayı .

ağustos böceğ i * Eşkanatlı lardan, erkeği yazı n karnı nı n altı ndaki özel bir organdan kesik ve sürekli ses çı karan bir böcek, orak böceği (Cicada plebeja). ağustos böcekleri * Genç sürgünlerden öz su emerek tarı m ve orman bitkilerine zarar veren birçok türün bulunduğu eş kanatlı lar familyası . ağyar

* Baş kaları , yabancı lar, eller.

ağza alı nmaz (veya ağ za alı nmayacak) * söylenmesi ayı p, çirkin (söz, küfür). ağza almamak * anmamak, sözünü etmemek. ağza düş mek * dedikodu konusu olmak. ağza koyacak bir ş ey * yiyecek bir ş ey. ağza tat, boğaza feryat * (yiyecek için) miktarıçok az olan. ağzıaçı k * Şaş kı n, alı k, bön. * Hayranlı kla, büyülenmişolarak. ağzıaçı k (veya ağzıbir karı şaçı k) kalmak * çok ş aş ı rmak, ş aş akalmak. ağzıaçı k ayran delisi (veya budalası ) * yeni gördüğü her ş eye ş aş kı nlı kla bakan, ş aş ı ran. * saf, bön. ağzıbir

* Söz birliği etmiş .

ağzıbozuk * Sövmeyi alı ş kanlı k edinmişolan, küfürbaz. ağzıburnu yerinde * oldukça güzel, yakı ş ı klı . ağzıçirişçanağı na dönmek * ağ zıkuruyup acı laş mak. ağzıdili bağlanmak

* herhangi bir sebeple konuş amaz olmak. ağzıdili kurumak * herhangi bir sebeple tükürük az olmak. ağzıdili tutulmak * beklenmedik bir durum karş ı sı nda heyecanlanmak, hayranlı k duymak. ağzıdolu dolu konuş mak * heyecanlı söz söylemek. ağzıgevş ek * Sı r saklamaz, sı r tutmaz. ağzıhavada * çevresindekilerden habersiz, alı k, ş aş kı n. ağzıkalabalı k * Birbirini tutmayan sözler söyleyen, yerli yersiz çok konuş an, boş boğaz. ağzıkara

* Kara haber vermekten hoş lanan, ş om ağ ı zlı . * Bir yerde konuş ulanıveya yapı lanıduyup görmesi istenilmeyen (kimse).

ağzıkenetli * Sı r tutan, sı r saklayan (kimse). ağzıkilitli * Dudakları beyaz (at). * Sı r saklayan. ağzıkulakları na varmak * çok sevinmek. ağzıkulakları nda * çok sevinçli, mutlu. ağzıkurumak * bir konuyu çok söylemek sebebiyle, ondan bı kmak. * içecek ihtiyacı duymak. ağzıkurusun * felâket dileğinde bulunanlara karş ıkullanı lan bir ilenme. ağzılâf (veya lâkı rdı ) yapmak * kolay konuş ma yeteneğ i olmak. * inandı rı cısöz söyleme yeteneğ i olmak. ağzıoynamak * bir ş eyler yemek. * konuş mak. ağzıpek ağzıpis

* Sı r vermeyen, ketum. * Sövmeyi huy edinmişolan.

ağzısı kı * Bkz. ağzıpek. ağzısulanmak

* imrenmek. ağzısüt kokmak * çok genç ve toy olmak. ağzıteneke kaplı (olmak) * çok sı cak veya çok acı ş eyleri kolaylı kla içebilen veya yiyebilenler için ş aka yollu söylenir. ağzıtorba değil ki büzesin * herkesin dedikodu yapması nı n önüne geçilemeyeceğini anlatı r. ağzıvar, dili yok * pek sessiz, kendi hâlinde. * konuş mayan, derdini anlatamayan. ağzıvarmamak * söylemeye, açı klamaya gönlü elvermemek. ağzıyanmak *oş eyden büyük zarar görmek. ağzı na (veya diline) kira istemek * söylemesi beklenen ş eyi söylemekte nazlıdavranmak. ağzı na (veya diline) sağ lı k * bir sözü yerinde söyleyen kiş ilere söylenir. ağzı na (veya önüne) bir kemik atmak * birini küçük bir çı kar göstererek susturmak. ağzı na abdestle almak * o kiş iyi anarken çok saygı lıdavranmak. ağzı na almak * söylemek. ağzı na almamak * adı nıağ zı na almamak. ağzı na almamak * söz konusu etmemek, anmamak, söylememek. ağzı na atmak * yemek için ağza koymak. ağzı na bakakalmak * sözlerine hayran olmak. ağzı na baktı rmak * kendini zevk ile dinletmek. ağzı na bir parmak bal çalmak * birini tatlısözlerle veya çeş itli hediyelerle bir süre için kandı rmak, oyalamak. ağzı na bir ş ey (veya bir çöp) koymamak * hiçbir ş ey yememek. ağzı na bir zeytin verir, altı na (veya ardı na) tulum tutar. * yaptı ğ ıküçük iyiliklere karş ı lı k büyük çı kar bekler. ağzı na burnuna bulaş tı rmak * bir iş i beceremeyip berbat etmek, bozmak.

ağzı na düş mek * çok yaygı n olarak bilinip konuş ulmak. ağzı na etmek * haddini bildirmek. ağzı na geldiği gibi * önünü sonunu düş ünmeden. ağzı na geleni söylemek * nezaket dı ş ı na çı karak ağı r ve kı rı cısözler söylemek. * çok ve düş üncesizce konuş mak. ağzı na gem vurmak * susturmak, söyletmemek. ağzı na kadar * boşyeri kalmayacak biçimde. ağzı na kilit takmak (veya vurmak) * susturmak. ağzı na koymamak * yememek veya içmemek. ağzı na lâyı k * bir yiyeceğ in tadıanlatı lı rken "sen de yesen, beğenirsin" anlamı ile söylenir. ağzı na sakı z olmak * dedikodusuna konu olmak. ağzı na sürmemek * bir ş eyden hiç yememek. ağzı na taşalmı ş * söze karı ş mayı p susanlar için kullanı lı r. ağzı na tı kamak * susturmak, fazla konuş ması na engel olmak. ağzı na tükürmek * birini küçültmek üzere küfür olarak kullanı lan uygunsuz sözler sarf etmek. * birine benzemek. ağzı na verilmesini beklemek (veya istemek) * çalı ş mayı p, iş lerinin baş kalarıtarafı ndan yapı lması nıbeklemek. ağzı na vur, lokması nı al * yumuş ak huylu kimseye her istenileni kolaylı kla yaptı rabilme anlamı nda bir atasözüdür. ağzı na yakı ş mamak * söylemesi ayı p kaçmak, uygun düş memek, yakı ş ı k almamak. ağzı nda bakla ı slanmamak * hiç sı r saklamamak. ağzı nda bı rakmak * Bkz. lâf ağzı nda kalmak. ağzı nda büyümek * sevmediğinden veya içi almadı ğı ndan yutamamak.

ağzı nda gevelemek * açı kça söylememek. ağzı nda yaşkalmamak * bir düş üncesini bir kimseye birçok kez söylemişolmak. ağzı ndan

* birisinden dinleyerek. * adı na.

ağzı ndan baklayı çı karmak * Bkz. baklayı ağzı ndan çı karmak. ağzı ndan bal akmak * çok tatlıkonuş mak. ağzı ndan çı kanı(veya çı kan sözü) kulağ ıduymamak (iş itmemek) * sözlerini tartmadan söylemek. ağzı ndan çı kmak * bir sözü istemeden, farkı na varmadan söylemek, söylemişbulunmak. ağzı ndan çı t çı kmamak * hiçbir ş ey söylememek. ağzı ndan dirhemle çı kmak * çok az konuş mak. ağzı ndan dökülmek * açı kça söylemekten çekindiğ iş ey, konuş ması ndan belli olmak. ağzı ndan düş memek (veya düş ürmemek) * her zaman sözünü etmek. ağzı ndan girip burnundan çı kmak * türlü yollara baş vurarak birini bir ş eye razıetmek, kandı rmak. ağzı ndan hayı r çı kmazsa bari ş er söyleme * "lehte konuş muyorsun, bari aleyhte de konuş ma" anlamı nda kullanı lı r. ağzı ndan kaçı rmak * istemediğ i hâlde boşbulunup söyleyivermek. ağzı ndan kapmak * birinin bildiği ş eyleri, ustalı klıkonuş malarla ona sezdirmeden öğrenmek. * birinin konuş ması nı keserek kendi söze ba ş lamak. ağzı ndan lâkı rdı(veya lâf) almak (veya çekmek) * karş ı sı ndakini konuş turarak birtakı m gizli ş eyleri öğrenmek. ağzı ndan lokması nıalmak * birinin hakkıolan ş eyi ondan almak. ağzı ndan yel alsı n * ağ zı nı hayra aç. ağzı nı(veya çenesini) tutmak * boş boğazlı k etmemek. * kötü söz söylememe. * bir konuda arzu edilmeyen düş üncelerin açı ğ a çı kması nıbir ş ekilde önlemek.

ağzı nıaçacağ ı na gözünü aç * dikkatsiz kiş ileri uyarmak için "dikkatli ol uyanı k ol!" anlamı nda kullanı lı r. ağzı nıaçı p gözünü yummak * öfke ile, sonunu düş ünmeden ağzı na gelen bütün ağ ı r sözleri söylemek. ağzı nıaçmak * konuş maya baş lamak. * ağ ı r sözler söylemeye baş lamak. * alı k alı k bakmak. ağzı nıaçmamak * hiçbir söz söylememek, ses çı karmamak. ağzı nıaramak (veya yoklamak) * Bkz. ağı z aramak. ağzı nıbı çak açmamak * üzüntüsünden söz söyleyecek durumda olmamak. ağzı nıbozmak * kaba sözler söylemek, küfretmek. ağzı nıburnunu çarş amba çanağı na (veya pazarı na) çevirmek * kı rı p parçalamak, dövmek. ağzı nıburnunu dağı tmak * birinin yüzüne ş iddetle tokat, yumruk indirmek. ağzı nıdilini bağlamak * birini konuş amaz duruma getirmek. ağzı nıhavaya (veya poyraza) açmak * umduğ unu elde edememek. ağzı nıhayra aç! * kötü ihtimaller söz konusu edildiğ inde gerçekleş memesi dileğ i ile söylenir. ağzı nıhayra açmak * Bkz. ağzı nıhayra aç!. ağzı nıkapamak * kendisine çı kar sağlayarak bir kimseyi susturmak. ağzı nıkapamak (veya kilitlemek) * susmak, bir ş ey söylemek istememek. ağzı nıkiraya vermek * kendini de ilgilendiren bir konuda düş üncesini söylememek. ağzı nıkoklamak * niyetini ve durumunu öğ renmek. ağzı nıkullanmak (veya satmak) * birinin söylediklerini kendi düş üncesi gibi göstermeye çalı ş mak. ağzı nımühürlemek * konuş mamak, susmak. ağzı nıöpeyim (veya seveyim) * sevindirici bir söz söyleyene "ne güzel söyledin" anlamı nda kullanı lı r.

ağzı nısı kı(veya pek) tutmak * sı r vermemek. ağzı nıtı kamak * sözünü kesmek susturmak. ağzı nıtoplamak * söylemekte olduğu kötü söz veya küfürleri kesmek. ağzı nıyoklamak * birinin bir ş ey hakkı nda bildiğ ini kendisine sezdirmeden söyletmeye çalı ş mak. ağzı nı n içi yangı n yerine dönmek * ağ zı nı n tadı bozulmak, tat alma duyusunu yitirmek. ağzı nı n içine baktı rmak * sözlerini seve seve ve dikkatli dinletmek. ağzı nı n içine girmek * çok yanaş mak, iyice sokulmak. * hayranlı kla, büyük bir zevkle seyredip dinlemek. ağzı nı n kaş ı ğı (kalı bı veya lokması ) olmamak * bir ş ey bir kimsenin uğ raş abileceğ i konulardan olmamak. * bir ş ey, bir kimsenin sözünü edemeyeceğ i kadar değ erli olmak. ağzı nı n kokusunu çekmek * bir kimsenin çekilmez davranı ş ları na katlanmak. ağzı nı n mührü ile * oruçlu olarak. ağzı nı n payı nı(veya ölçüsünü) vermek * verilen karş ı lı kla bir kimseyi söylediğ ine veya yaptı ğı na piş man etmek. ağzı nı n perhizi yok * ağ zı na geleni söyler. ağzı nı n suyu akmak * çok beğenip istemek, imrenmek. ağzı nı n tadıbozulmak (veya kaçmak) * bir kimsenin kurulu düzeni dirliği bozulmak. ağzı nı n tadı nı almak *oş eyin acıtecrübesini geçirmişbulunmak. ağzı nı n tadı nıbilmek * güzel yemeklerden anlamak. * her ş eyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak. ağzı nı n tadı nıbilmek * güzel yemeklerden anlamak. * her ş eyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak. ağzı nı n tadı nı kaçı rmak * bir kimsenin kurulu düzenini bozmak; neş esini, keyfini bozmak. ağzı yla kuştutsa... * ne yapsa, ne kadar çaba ve ustalı k gösterse. ah

* Sesin tonuna göre piş manlı k, öfke, özlem, beğenme, sevgi gibi duygular anlatı r. * (a:h) Ağ rı , acıduyulduğ unda söylenir. * (â:h) İ lenme, beddua. ah alan onmaz * "kötülük ettiğ i için beddua alan iflâh olmaz" anlamı nda kullanı lı r. ah almak

* birinin ilenmesini üstüne çekmek.

ah çekmek * derin bir keder veya özlemle içten gelerek ah demek. ah etmek

* acıile içini çekmek. * ilenmek.

ah vah etmek * piş manlı ğı nı , üzüntüsünü dile getirmek. ah yerde kalmaz * "kötülük cezası z kalmaz" anlamı nda kullanı lı r. aha

*İ ş te burada.

ahacı k * Dikkati çok yakı n bir noktaya çekmek için kullanı lı r. ahali

* Araları nda aynı yerde bulunmaktan baş ka hiçbir ortak nitelik düş ünülmeksizin bir ülkede, ş ehirde veya semtte oturanları n tamamı . * Bir yerde toplanan kalabalı k, halk. ahar * Hattatları n kâğı t cilâlamak için kullandı klarıniş asta ve yumurta akı ndan yapı lan özel bir karı ş ı m. aharlama

* Aharlamak iş i.

aharlamak * Ahar sürmek. aharlı

* Aharıolan, üzerine ahar sürülmüşolan.

ahbap * Kendisiyle yakı n iliş ki kurulup sevilen, sayı lan kimse. * Seslenme sözü olarak da kullanı lı r. ahbap çavuş lar * her vakit birlikte görülen ve birbirine çok bağ lıolan arkadaş lar için söylenir. ahbap çı kmak * önceden tanı ş mı şolmak. ahbap kusuruna bakan ahbapsı z kalı r * "dostları n ufak tefek kusurları na bakmamak gerekir" anlamı nda kullanı lı r. ahbap olmak * arkadaşolmak, dostluk kurmak, yakı nlı k kurmak.

ahbapça

* Dostça, içten, teklifsizce.

ahbaplı ğa dökmek * yerli yersiz yakı nlı k göstermek. ahbaplı k * Ahbap olma durumu, ünsiyet. ahbaplı k etmek * arkadaş lı k etmek, arkadaş ça konuş mak. ahcar ahçı

* Taş lar. * Aş çı .

ahçı baş ı * Aş çı baş ı . ahçı lı k

* Aş çı lı k.

ahde vefa (etmek) * (devletler hukukunda) devletlerin, katı ldı klarımilletler arası antlaş malara uyma zorunluluğ unda oldukları nı belirten kural. * sözünde durma. ahdetme

* Ahdetmek iş i.

ahdetmek * Bir ş eyi yapmak için kendi kendine söz vermek. * Yemin etmek. ahdî Ahdiatik

* Antlaş maya göre olan, antlaş ma gereği olan. * (Hristiyanlara göre İ branilerde) İ sa'dan önceki kutsal kitaplar.

Ahdicedit * (Hristiyanlara göre İ branilerde) İ sa'dan sonraki kutsal kitaplar. ahengi bozulmak * dirliğ i, düzeni bozulmak. ahenk

* Uyum. * Uyuş ma, anlaş ma. * Çalgı lıeğlence.

ahenk almak * uyumlu hâle gelmek. ahenk kaidesi * Bkz. ünlü uyumu. ahenk kurmak * uyuş ma sağ lamak, anla ş ma sağlamak.

ahenk sağ lamak * düzene sokmak, birliği sağlamak. ahenk tahtası * Telli çalgı lardan üzerine teller gerilmişbulunan kapak tahtası . ahenk vermek * düzeni, uyumu sağlamak. ahenk yapmak * çalgı lıeğ lence düzenlemek. ahenkleş tirme * Ahenkleş tirmek iş i. ahenkleş tirmek * Ahenk sağlamak. ahenkli * Uyumlu, düzenli. * Eğ lenceli. ahenklilik * Ahenkli olma durumu, uyumluluk. ahenksiz

* Uyumsuz, düzensiz. * Eğ lencesiz.

ahenksizlik * Uyumsuzluk, düzensizlik. ahenktar aheste

* Ahenkli. * Yavaş , ağı r.

aheste aheste * Yavaşyavaş , ağı r ağ ı r, usul usul. aheste beste * Yavaşyavaş , ağı r ağ ı r. ahfat

* Torunlar, soy.

Ahfeş 'in keçisi gibi baş ı nısallamak * söylenen sözü anlamadan kafa sallayarak onaylamak. ahıçı kmak * yaptı ğ ıilenme etkisini göstermek. ahıtutmak * birinin ilenmeleri gerçekleş mek. ahıyerde kalmamak * yaptı ğ ıilenme er geç etkisini göstermek. ahı mş ahı m * Beğ enilecek, değer verilecek bir ş ey değil.

ahı mş ahı m bir ş ey değil * beğ enilecek, değer verilecek bir ş ey değil. ahı r

* Evcil büyük başhayvanları n barı ndı ğ ıkapalıyer, hayvan damı .

ahı ra çekmek * bir sürüyü ahı ra kapamak, bir hayvanıahı ra bağlamak. ahı ra çevirmek * bir yeri pis, bakı msı z, dağ ı nı k, harap duruma getirmek. ahı rlama

* Ahı rlamak i ş i.

ahı rlamak * (hayvan) Ahı rda uzun süre kalı p hamlaş mak. Ahı ska Türkleri * Gürcistan'ı n Türkiye sı nı rları na yakı n bölgelerinde yaş amı şolan, ancak 2. Dünya Savaş ısonları nda Sovyetler Birliğ inin değ iş ik bölgelerine sürülen Türkler. Ahi * Ahilik ocağ ı ndan olan kimse. ahi

* Cömert, eli açı k.

Ahilik

* Kökü eski Türk töresinde olan ve Anadolu'da yüksek bir geliş im gösteren esnaf, zanaatçı , çiftçi gibi bütün çalı ş ma kolları nıiçine alan ocak. ahilik ahir

ahir vakit

* Eli açı k olma durumu, cömertlik. * Son, sonraki, ahı r. * Sonra, en sonra, sonunda. *İ nsan ömrünün son yı lları .

ahir zaman * Son zaman. * (halk inanı ş ı na göre) Dünyanı n son günleri, kı yametin kopmak üzere bulunduğ u günler veya yı llar. ahir zaman peygamberi * Müslümanlarca son peygamber olduğuna inanı lan Hz. Muhammed. ahiren ahiret ahiretlik

* Son zamanlarda, son günlerde, son olarak, yakı nlarda. * Bkz. ahret. * Bkz. ahretlik.

ahit * Kendi kendine söz vererek bir iş i üzerine alma, ant. * Antlaş ma. * Devir, zaman.

ahitleş me * Ahitleş mek iş i. ahitleş mek * Antlaş mak. ahitname

* Antlaş ma belgesi, antlaş ma, anlaş ma.

ahiz * Alma. * Kabul etme. ahize * Bir elektrik akı mı nıalı p baş ka bir kuvvete çeviren âlet, alı cı , reseptör. ahkâm

* Yargı lar, hükümler.

ahkâm çı karmak * kendi düş üncelerine dayanarak birtakı m yargı lara varmak. ahkâm kesmek * çekinmeden kesin yargı larda bulunmak, bilir bilmez konuş mak. ahkâm yürütmek * (bir sözden) kendi anlayı ş ı na göre sonuçlar çı karmak. ahlâf ahlâk bilim.

* Birinin yerine geçenler, halefler, kuş aklar, eslâf karş ı tı . * Bir toplum içinde kiş ilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulunduklarıdavranı şbiçimleri ve kuralları . * Belli bir toplumun belli bir döneminde bireysel ve toplumsal davranı şkuralları nıtespit eden ve inceleyen *İ yi nitelikler, güzel huylar.

ahlâk bilimi * Yarar, iyi, kötü gibi sorunlarıinceleyen, törelere dayanan bir davranı şyasasıgeliş tiren, neyin uğ runda savaş ı lmaya değ er, neyin hayata anlam kazandı rdı ğı , hangi davranı ş ı n iyi ve hangisinin kötü olduğu gibi sorunları kendine konu edinen bilim, etik. ahlâk dı ş ı * Töre dı ş ı . ahlâk dı ş ı cı lı k * Ahlâk bilimine aykı rıdavranma. ahlâk yasası * Ahlâk iş lerini belirleyen, kendine uyulmasıahlâk açı sı ndan gerekli olan genel ve geçer kural. ahlâk zabı tası * Büyük ş ehir halkı nı n sosyal ve sağ lı k durumunu koruyan, ş ehir düzeni için çalı ş an teş kilât. ahlâkça ahlâkçı

* Ahlâk anlayı ş ı na göre, ahlâk değerlerine bağlı lı kla. * Ahlâk konuları nıinceleyen filozof veya bu konularla uğ raş an kimse. * Her ş eyi ahlâk açı sı ndan değ erlendiren kimse.

ahlâkçı lı k * Ahlâkıbir araç değ il, bir amaç sayan öğ reti, törecilik, moralizm. ahlâken ahlâkı yat

* Ahlâka uygunlukla. * Ahlâk bilimi.

ahlâkî * Ahlâka uygun, ahlâkla ilgili. ahlâkî vazife * Kanunun zorlamasıolmaksı zı n, doğ ru bilindiğ i için yapı lmasıgereken iş ler. ahlâklı

* Ahlâk kuralları na bağ lı , bunlara uygun davranan (kimse).

ahlâklı lı k * Bir insanı n veya bir insan grubunun iyi ve kötü açı sı ndan davranı şbiçimi ve ahlâkî düş ünüş ü. * Ahlâk kuralları , yasalarıile uyum içinde olma. ahlâksı z

* Ahlâk kuralları na uymayan. * Dürüst davranmayan, kötü huylu, terbiyesiz.

ahlâksı zca * Ahlâksı z biçimde veya tarzda. ahlâksı zlı k * Ahlâksı z olma durumu. * Ahlâk kuralları na uymama, ahlâksı zca davranı ş . ahlâksı zlı k etmek * ahlâksı zca davranmak. ahlama ahlamak ahlat

ahlât

* Ahlamak iş i. *İ ç çekmek, ah etmek, ah çeker gibi ses çı karmak. * Gülgillerden, kendi kendine yetiş en, üzerine armut aş ı lanan ağaç, yaban armudu (Pirus piraster). * Bu ağacı n, armuda benzeyen ve ancak iyice olgunlaş tı ktan sonra yenilebilen yemiş i. * Kaba adam, yol iz bilmez kimse. * Bir karı ş ı m içindeki parçalar, ögeler. * Beden yapı sı nı n temelini oluş turan ögeler.

ahlâtı erbaa * Bedende bulunduğ u var sayı lan dört öge. ahlatı n (veya armudun) iyisini (dağda) ayı lar yer * kendilerine yakı ş mayan güzel bir ş eyi eline geçirenler için kullanı lı r. ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez * ahmağa gereğ inden çok ilgi gösterirseniz sizi sı k sı k uğ raş tı rı r. ahmak

* Aklı nı gereğ i gibi kullanamayan, bön, budala, aptal. ahmak yerine koymak * bir kimseye aptalmı ş , anlamazmı şgibi davranmak. ahmakça

* Biraz ahmak. * (ahmak'ça) Ahmağ a yakı ş ı r nitelikte, aptalca.

ahmakı slatan * Yavaşyavaşve ince ince yağan yağ mur, çisenti. ahmaklaş ma * Ahmaklaş mak durumu. ahmaklaş mak * Ahmak duruma gelmek, aptallaş mak. * Bir an için ş aş alayı p bocalamak. ahmaklaş tı rma * Ahmaklaş tı rmak iş i. ahmaklaş tı rmak * Ahmaklaş ması na sebep olmak, aptallaş tı rmak. ahmaklı k * Zekâsıaz geliş mişolma durumu, budalalı k, anlayı ş sı zlı k, akı lsı zlı k. ahraz ahret dünya.

* Dilsiz, sağı r ve dilsiz. * Dinî inanı ş a göre, insanı n öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağ ıve Tanrı 'ya hesap vereceği yer, öbür

ahret adamı * Dünya iş lerinden el çekip sürekli ibadetle uğraş an kimse. ahret kardeş i *İ nanç ve ibadette birbirinden ayrı lmayan ve bu iliş kiyi ahrette de sürdüreceklerini düş ünen kadı nlara verilen ad. ahret suali * Gereksiz ve usandı rı cısoru. ahret yolculuğu * Ölüm. ahreti (veya öbür dünyayı ) boylamak * ölmek. ahretini yapmak (veya zenginleş tirmek) * hayı r iş leri yaparak sevap kazanmak. ahretlik * Besleme kı z. * Ahret kardeş i olan kadı nlardan her biri. ahrette on parmağıyakası nda olmak * kendisine karş ısorumlu olan kimseden ahrette davacıolmak. ahş a

*İ nsanı n veya hayvanı n göğ sü ve karnıiçindeki organlar, bağ ı rsak, ciğ er gibi ş eyler. ahş ap * Ağaçtan, tahtadan yapı lmı ş . ahtapot

* Kafadan bacaklı lardan, dokunaçlıbir mürekkep balı ğıtürü (Octopus). * Genellikle burun zarı üzerinde çı kan bir çeş it ur, polip.

ahtapot gibi * sı rnaş ı k, yapı ş kan kimse. * sömürmek amacı yla birçok iş e, konuya el atan, yayı lan. ahu

ahu gibi

* Ceylan, karaca. * Güzel, ince, zarif kadı n. * çok güzel, çekici.

ahu gözlü * Güzel gözleri olan. ahu parçası * Çok güzel, çekici. ahududu * Gülgillerden, dikenli bir bitki (Rubus idaeus). * Bu bitkinin duta benzeyen, kı rmı zırenkli, sulu ve kokulu yemiş i, ağaç çileği. ahval * Durumlar, hâller, vaziyetler. * Davranı ş lar. * Olaylar. ahzetme

* Ahzetmek iş i.

ahzetmek * Almak, kabul etmek. ahzüita

* Alı şveriş , alı m satı m, aksata.

ahzükabz * Kendine mal etme. aidat

aidiyet

* Ödenti. * Kesenek. * Ait olma durumu, iliş kinlik.

aile * Evlilik ve kan bağ ı na dayanan, karı , koca, çocuklar, kardeş ler arası ndaki iliş kilerin oluş turduğu toplum içindeki en küçük birlik. * Karı , koca ve çocuklardan oluş an topluluk. * Aynısoydan gelen kimseler zinciri. * Araları nda kandaş lı k veya hı sı mlı k bulunan kimselerin tümü. * Birlikte oturan hı sı m ve yakı nları n tümü. * Eş , karı .

* Aynıgaye üzerinde anlaş an ve birlikte çalı ş an kimselerin bütünü. * Temel niteliği bir olan dil, hayvan veya bitki topluluğ u. aile adı

* Soyadı .

aile bahçesi * Ailelerin rahatlı kla gidebileceği, genellikle içkisiz yer. aile bütçesi * Kı sa bir süre içinde bir iş çinin veya iş çi ailesinin hayat seviyesinde meydana gelen değ iş meleri belirlemek amacı yla yapı lan istatistik çalı ş ması . aile dostu * Ailece tanı ş ı lan ve evlerine gidilip gelinen ahbap, yakı n. aile gazinosu * Sadece evlilerin girebildiği ve birlikte eğ lendikleri yer. aile hayatı * Aile bireylerinin bütün iş lerini düzenli olarak ev içinde yapma durumu. aile hukuku * Aileyi oluş turan kiş ilerin karş ı lı klıhak ve görevlerini düzenleyen hukuk dalı . aile meclisi * Aile makamı nı n görevini yerine getiren kan veya soy hı sı mları ndan en az üç kiş iden oluş an heyet. aile ocağ ı * Ailenin kurduğ u, yerleş tiğ i, geliş tirdiğ i ev. aile plânlaması * Ailede çocuk edinmeyi sı nı rlama, doğum kontrolu. aile reisi * Kanunlara göre aile yükümlülüğ ünü taş ı yan kimse. aile saadeti * Genellikle karı , koca bazen de büyükler ve çocuklar arası ndaki uyum, anlaş ma, sevgi ve hoş görü. ailece ailecek

* Bütün aile birlikte. * Ailece.

ailelik * Aile sayı sı nı n bütünü. ailesiz ailevî ait

* Ailesi olmayan. * Aile ile ilgili. *İ lgilendiren, iliş kin, iliş ik, ilgili, için, -e düş en.

ait olmak * ilgilendirmek, birinin olmak, birine düş mek. ajan

* Bir devlet veya kuruluş un gizli amaçlarıiçin çalı ş an kimse, casus. * Bir kimsenin, bir ortaklı ğı n veya bir devletin bazıiş lerini gören kimse, işgörevlisi, temsilci. ajanda

* Unutulmamasıiçin gerekli notları yazmaya yarayan takvimli defter, andaç.

ajanlı k * Ajan olma durumu. * Ajanı n görevi. ajans * Haber toplama ve yayma iş iyle uğraş an kuruluş . * Bir ticarî kuruluş u tanı tan, onunla ilgili bilgi aktaran ve bu yolla kazanç sağlayan işkolu. * Bu işkolları nı n çalı ş tı ğı büro. ajitasyon

* Ruhsal gerginliğ in dı ş a vurması .

ajur * Delikli örgü, gözenek. ajurlu ak

-ak / -ek -ak / -ek

* Ajuru olan veya her yanıajur biçiminde iş lenmişbulunan, gözenekli. * Kar, süt gibi ş eylerin rengi, beyaz, kara ve siyah karş ı tı . * Bu renkte olan. * Temiz namuslu. * Sı kı nt ı sı z, rahat. * Beyaz leke. * Bazış eylerde beyaz bölüm. *İ simden isim türeten ek (küçültme eki): baş -ak, ben-ek vb. * Fiilden yer isimleri türeten ek: dur-ak, yat-ak vb.

-ak / -ek * Fiilden alet isimleri türeten ek: or-ak, bı ç-ak, tara-k, ele-k, küre-k vb. ak ağ a

* Saraylarda hizmet gören hadı m ağ aları nı n beyaz ı rktan olanı .

ak Arap

* Arap sözcüğü "zenci" anlamı na da geldiğ inden ası l Arapları n söz konusu olduğ u anlatı lmak istenirken kullanı lı r. ak basma

* Ak su, perde, katarakt.

ak basmak * Göze beyaz leke inerek görme yetisini yitirmek. ak benek benek.

* Gözün saydam tabakası nda bir yara veya çı ban sonucunda oluş muş , görmeyi derece derece azaltan beyaz

ak demir * Dövme demir. ak don kara don geçitte belli olur

* Bkz. akıkarası geçitte belli olur. ak düş mek * (saç ve sakal) tek tük ağ armaya baş lamak. ak gözlü

* Gözlerinin rengi pek açı k olan ve nazarı nı n hemen değdiğ ine inanı lan (kimse).

ak gün ağ artı r, kara gün karartı r * mutlu bir yaş ayı şkiş iyi dinç kı lar, mutsuz bir yaş ayı şise yı pratı r. ak kan

* Lenf.

ak kan yangı sı * Adenit. ak koyunun kara kuzusu da olur * iyi bir aileden kötü bir çocuk da çı kabilir. ak köpek kara köpek geçit baş ı nda belli olur * kimin ne olduğu deney veya sı nav sonunda anlaş ı lı r. ak madde * Demet durumundaki sinir liflerinden oluş an beynin iç, omuriliğin dı ştabakası . ak mıkara mıönüne düş ünce görürsün *ş imdiden boş una düş ünme, sonuç belli olduğ u zaman anlarsı n. ak pak

ak pak

* tertemiz. * saçısakalıağ armı ş . * Bembeyaz, temiz, parlak.

ak pas

* Lâhana, turp, ş algam, karnabahar gibi bitkilerin kök dı ş ı ndaki bütün bölgelerine yerleş ebilen, özellikle semiz otugillerde karş ı laş ı lan yosunumsu mantar (Albugo candida). ak sakaldan yok sakala gelmek * çok yaş lanı p iyice kuvvetten düş mek. ak sülümen * Cı va ile klorun birleş imi olan, çok zehirli, beyaz bir toz, süblime, sülümen. ak yazı lı * Bahtlı ,ş anslı . ak yel ak yem ak yı ldı z

* Güneyden esen rüzgâr, lodos. *İ zmarit, istavrit, uskumru gibi balı kları n beyaz etinden yapı lan ve oltada kullanı lan yem. * Çoban yı ldı zı .

aka * Büyük kardeş , ağ abey. akabe

* Tehlikeli, sarp ve zor geçit. akabinde * Arkası ndan, hemen arkadan, ardı ndan, hemen ardı ndan. akacak kan damarda durmaz * herhangi bir zarar karş ı sı nda bunun kaçı nı lmaz olduğunu anlatarak avundurmak için söylenir. akaç

* Bir yerde birikip kalan sı vı ları , bir iş lem sonunda geriye kalan artı kları , gereksiz nesneleri dı ş arı ya akı tmak için kullanı lan boru, oluk veya baş ka araç. * Kanal, ark, su yolu. * Yer altısu oluğu. akaçlama * Akaçlamak iş i, tefcir, drenaj. * Yer altısuları nı toplayan tesisat. akaçlamak * Bir yerde birikmişsularıakı tmak. * Bataklı klarıakaç yoluyla kurutmak. akaçlatma * Akaçlatmak iş i. akaçlatmak * Akaçlama iş ini yaptı rmak. akademi

* Bilginler, yazarlar, sanatçı lar kurulu. * Yüksek okul. * Çı plak modelden yapı lmı şinsan resmi.

akademici * Kurallara bağ lı resim ve heykel çalı ş masıyapan kiş i veya sanatçı . akademicilik * Resim veya heykel çalı ş ması nda kurallara bağlı lı k. akademik * Akademi ile ilgili. * Bilimsel niteliğ i olan. akademisyen * Akademi üyesi. akağaç * Gürgengillerin, kerestesinden yararlanı lan beyaz kabuklu bir türü (Betula alba). akait akaju

akak

* Bir dinin öğrenilmesi gereken inançları nı n ve tapı nma kuralları nı n tümü veya bunlarıtoplayan kitap. * Maun. * Maundan yapı lmı ş . * Akarsu yatağ ı , yatak, mecra. * Irmak, dere, çay, küçük akarsu. * (su için) İ vinti yeri. * Eğ imi, iniş i fazla olan yer.

akala

* Amerikan tohumundan yurdumuzda üretilen bir pamuk türü.

akamber

* Özellikle amber balı ğ ı nı n bağ ı rsakları ndan çı karı lan, kül renginde, yapı ş kan, bükülgen ve misk gibi kokulu olan bir taş . * Sı cak üİ kelerde yetiş en bir ağ açtan (Hymenea) elde edilen katı , güzel kokulu reçine. akamet

* Kı sı rlı k, verimsizlik. * Baş arı sı zlı k, sonuçsuzluk.

akamete uğ ramak * baş arı sı z, sonuçsuz kalmak. akan sular durmak * itiraza, söyleyeceğ i söze yer kalmamak. akan yı ldı z * Güneşsistemine bağ lı , kesin yörüngesi bulunmayan ve bu sebeple atmosferin üst katmanları na girince ateş külçesi durumuna dönüş en küçük gök cismi, ağma, ş ahap, meteor. akar * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağgibi mülk. akar amber * Asya ve Amerika'da yetiş en, odunu ceviz ağacı nı nkine benzeyen, güzel kokulu öz suyu olan büyük bir ağ aç (Liquidambar orientalis). akarca

akaret

* Kemik veremi. * Sürekli iş leyen çı ban, fistül. * Küçük akarsu. * Kaplı ca. * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân gibi mülk.

akarlar * Tı knaz yapı lı , gövdeleri halkası z, baş larıgöğüsle birleş ik, ağ ı z yapı larıı sı rı cı , sokucu veya emici örümceğ imsiler takı mı . akarsu * Yeryüzünde ve yer altı nda belirli bir yatak içinde, eğim boyunca sürekli veya zaman zaman akan su. * Tek sı ra elmastan veya inciden gerdanlı k. * Kesintisi olmayan, aralı ksı z. akaryakı t * Benzin, gaz yağ ı , mazot gibi sı vıdurumunda olan yakacak. akaryakı t istasyonu * Benzin, gaz, motorin gibi yakı tları n satı ldı ğ ıyer. akasma

* Düğ ün çiçeğ igillerden, beyaz çiçek veren, bahçelerde süs çiçeği olarak yetiş tirilen sarı lı cıbir bitki; yaban asması , Meryem ana asması (Clematis vitalba). akasya

* Baklagillerden, sı cak iklimlerde birçok çeş itleri yetiş en ve tanen, zamk, boya gibi maddelerinden yararlanı lan bir ağaç (Acacia). * Baklagillerden, yurdumuzda yetiş en bir süs ve gölge ağ acı , salkı m ağ acı(Robinia pseudoacacia).

akbaba

* Akbabagillerden, baş ıve boynu çı plak olan, dağlı k yerlerde yaş ayan, leş le beslenen, çok yüksekten uçarak keskin gözleriyle çok uzaklarıgörebilen, iri ve yı rtı cıbir kuş(Vultur monachus). * İ htiyar. akbabagiller * Gündüz yı rtı cı larıalt takı mı nı n, kanatlarıgenişve büyük olan, iyi uçan büyük kuş larıiçine alan bir familyası . akbakla akbalı k

* Kuru fasulye. * Sazangillerden, eti kı lçı klı , yumurtasıile tarama yapı lan bir balı k (Leuciscus). * Akya balı ğı .

akbalı kçı l * Leyleksilerden, bataklı k, ı rmak ve göl kı yı ları nda yaş ayan, oldukça büyük, ak renkli bir kuştürü (Egretta alba). akbaş

* Yazı n kutup bölgelerinde yaş ayan, kı ş ı nı lı k kı yı lara göçen, kı sa ve ince gagalı , siyah bacaklıyabanî bir tür kuş , deniz kazı(Bemicla). akbuğ day * Kurak iklime dayanı klı , beyaz kabuklu, ekmeklik buğ day. akburçak

* Baklagillerden, burçağa yakı n bir bitki cinsi (Lathyrus sativus).

akciğ er organ.

* Göğüs kafesinin büyük bir bölümünü dolduran ve solunum organı nı n temeli olan, sağ lısollu iki parçalı

akciğ er göbeğ i * Akciğerin, iç yan yüzünün hemen arkası nda bronş , sinir ve damarları n girip çı ktı ğı yer. akciğ er kesecikleri * Akciğer lopçuğunun parçaları ; bronş çukları n son bölümü. akciğ er lopçuğ u * Birçok akciğ er keseciğ inin birleş erek oluş turduğu parça. akciğ er peteği * Akciğerlerde solunumda gaz alı şveriş ini sağlayan, hava borucukları nı n sonunu oluş turan kesecik. akciğ er zarı * Göğüs boş luğ unun içini ve bu boş luğun içinde bulunan akciğ erin dı ş ı nıkaplayan ince zar, plevra. akciğ erliler * Karı ndan bacaklı yumuş akçaları n tek ciğerle soluk alan bir takı mı . akça akça

* Oldukça beyaz, beyazca. * Bkz. akçe.

akça armudu *İ nce kabuklu, sarı , etli ve sulu bir tür armut. akça pakça

* Beyaz tenli, güzel (kadı n). akça yel * Güneydoğ udan esen yel, keş iş leme. akçaağaç

* Akçaağaçgillerden süs ağacıolarak da dikilen tahtasıhafif ve sağ lam bir ağ aç, isfendan (Acer).

akçaağaçgiller *İ ki çeneklilerden, örneğ i akçaağaç olan bir bitki familyası . akçakavak * Akkavak. akçalı * Paraya bağ lı , parayla ilgili, malî. akçe

akçı l

* Küçük gümüşpara. * Her tür madenî para. * Rengini atmı ş , ağ armı ş , içinde ak renk bulunan.

akçı llanma * Akçı llanmak iş i. akçı llanmak * Akçı l duruma gelmek, rengini atmak veya atmı şgibi olmak. akçı llaş ma * Akçı llaş mak iş i veya durumu. akçı llaş mak * Akçı l duruma gelmişolmak. akçı llı k

* Akçı l olanı n durumu.

akçöpleme * Zambakgillerden, yaprakları nı n uzun, genişolması , çiçeklerinin güzelliğ i dolayı sı yla bahçe çiçekleri arası na giren zehirli bir bitki cinsi (Veratrum album). akdarı

* Buğdaygillerden, bir yı llı k veya daha uzun yaş ayabilen otsu bir bitki türü (Panicum miliaceum).

akdedilme * Akdedilmek durumu. akdedilmek * Akdetmek iş i yapı lmak. Akdeniz humması * Malta humması . Akdeniz mavisi * Parlak ve canlıgörünümde mavi rengin bir türü. akdetme * Akdetmek iş i. akdetmek

* (mukavele, muahede, ittifak gibi karş ı lı klı bağ lanma anlamıtaş ı yan Arapça sözlerle) Yapmak. akdiken * Hünnapgillerden, hekimlikte ve boyacı lı kta kullanı lan bir bitki cinsi, güvem eriğ i, geyik dikeni (Rhamnus cathartica). akdoğan * Kartalgillerden bir doğan türü, aksungur. akdut akemi akgünlük

* Beyaz renkte olan dut. *İ ki elemanlımermer yapı ş tı rı cı sı . * Tütsü olarak yakı lan bir tür ağ aç sakı zı .

akhardal * Hekimlikte iç sürdürücü olarak kullanı lan hardal türlerinden biri (Sinapis alba). akı

* Herhangi bir kuvvet alanı nda, belli bir düzlemin belli bir bölümünden geçtiği var sayı lan güç çizgileri,

seyelân. akıak karasıkara * beyaz tenli, kara gözlü, kara saçlı . akıkarası geçitte belli olur * bir iddiadaki doğ ruluğ un ancak deney veya sı nav sonunda belli olacağı nıanlatmak için söylenir. akı bet

* (bir işveya durum için) Son, sonuç. * Sonunda, eninde sonunda.

akı betine uğramak * birinin içinde bulunduğu kötü duruma düş mek. akı cı * Akma özelliğ i olan. * Kolay söylenebilen, okunabilen, anlamca açı k (anlatı m), selis. akı cı ünsüz * Ciğerlerden gelen havanı n, ağı z boş luğundaki yarıkapalı bir engele çarpması yla oluş an bol sesli ünsüz (r, l, ğ, y). akı cı lı k * Akı cıolma durumu. * Söz, yazıve anlatı mı n akı cıolma özelliği, selâset. akı cı lı k ölçeği * Bir sı vı nı n belli sı caklı ktaki akı cı lı ğ ı nıölçmekte kullanı lan alet. akı l

* Düş ünme, anlama ve kavrama gücü, us. * Hafı za, bellek. * Öğüt, salı k verilen yol. * Düş ünce, kanı .

akı l akı l, gel çengele takı l * bir sorunun nası l çözümleneceğini düş ünememe durumu.

akı l akı ldan üstündür * bir kimsenin aklı na gelmeyen bir çare, herhangi birinin aklı na gelebilir. akı l almak * danı ş mak, görüşalmak. akı l almamak * inanı lacak gibi olmamak, akla uygun gelmemek. akı l almaz * inanı lacak gibi olmayan, inanı lmaz. akı l danı ş mak * bir konuda birinin görüş ünü sormak. akı l defteri * Hatı rlanı p yapı lmasıgereken ş eylerin yazı ldı ğ ıküçük defter, not defteri, muhtı ra defteri, ajanda. akı l dı ş ı * Akla, gerçeğe, uygun olmayan. * Us dı ş ı , gayriaklî, irrasyonel. akı l dı ş ı cı lı k * Akı l dı ş ıdavranma yanlı sıgörüş , us dı ş ı cı lı k, irrasyonalizm. akı l diş i

* Yirmi yaşsı raları nda altlıüstlü ve sağlısollu, en içeride çı kan azıdiş i, yirmi yaşdiş i.

akı l doktoru * Psikiyatrist. akı l durdurmak * bir ş ey çok ş aş ı rtı cınitelikte olmak, insanış aş ı rtmak. akı l erdirememek (veya ermemek) * ne olduğunu anlayamamak, sı rrı nıçözememek. akı l erdirmek * anlamak, sı rrı nı çözmek. akı l etmek * herhangi bir önlem veya çareyi zamanı nda düş ünmek, vaktinde hatı rlamak. akı l hastahanesi * Akı l hastaları nı n yatı rı ldı ğıhastahane. akı l hastası * Ruh hastası , deli. akı l havsala almamak * akla mantı ğ a sı ğmamak. akı l hocası * Birine yol gösterip akı l öğ reten kimse. * Herkese akı l öğ retmeye meraklıkimse. akı l için yol (veya tarik) birdir * iyi düş ünülünce ayrıayrıkimselerce varı lacak sonuç hep aynı dı r. akı l iş i değil * akla uygun değil, doğru değ il.

akı l kârıolmamak * akı llıbir kiş inin yapacağ ıişolmamak. akı l kethüdası * Herkese akı l öğ retme merakı nda olan kimse. akı l kumkuması * Çok bilmişkimse. akı l kutusu * Çok akı llı , zeki kimse. akı l öğretmek * nası l davranacağ ı nıgöstermek, yol göstermek, akı l vermek. akı l sı r ermemek * bir iş in niteliğ ini, gizli yönlerini anlayamamak. akı l terelelli * pek deliş men, kendisinden ciddî bir düş ünce, davranı şbeklenmeyen (kimse). akı l var, yakı n var (veya akı l var, izan var) * kafa yormaya gerek yok. akı l vermek * bir konuda yol göstermek, akı l öğ retmek. akı l yaş ta değ il, baş tadı r * akı llıolma ile yaş lıolma arası nda ilgi yoktur; bazıküçükler büyüklerden daha akı llı olabilir. akı l yormak * hatı rlamaya çalı ş mak, zihnini zorlamak. akı l yürütmek * herhangi bir konuda fikir vermek. akı l zayı flı ğ ı * Deliliğe kadar varmayan akı l bozukluğ u. akı lcı

* Akı lcı lı kla ilgili. * Akı lcı lı ktan yana olan kimse, usçu, rasyonalist.

akı lcı lı k

* Akla dayanan, doğ ruluğ un ölçütünü duyularda değil, düş ünmede ve tümden gelimli çı karmalarda bulan öğretilerin genel adı , usçuluk, akliye, rasyonalizm. * Akla ve akı l yolu ile varı lan yargı ya inanma, akla aykı rıveya akı l dı ş ıhiçbir ş eyi tanı mama davranı ş ıve tutumu, akliye, rasyonalizm. * Bilginin evrensellik ve zorunluluğ unun deneyden ve deneye dayanan genellemeden değil, yalnı zca akı ldan çı kartı labileceğ ini savunan öğreti, rasyonalizm. akı lda kalmak * akı lda yer etmek, unutulmamak. akı lda tutmak * unutmamak. akı ldan çı karmak * düş ünmemek, unutmak, umudunu kesmek. akı ldan çı kmak * unutulmak.

akı ldan çı kmak * unutmak. akı ldan çı kmamak * unutamamak. akı ldan geçirmek * bir ş ey yapmayıdüş ünmek, tasarlamak. akı llandı rma * Akı llandı rmak iş i, durumu. akı llandı rmak * Aklı nı kullanması nısağ lamak, aklı nıbaş ı na getirmek. akı llanma * Akı llanmak iş i. akı llanmak * Karş ı laş ı lan olayları n sonuçları ndan yararlanarak davranmak. * Uslanmak. akı llara durgunluk vermek * çok ş aş ı lacak bir sey olmak. akı llarıpazara çı karmı ş lar, herkes yine kendi akı lı nıalmı ş(veya akı llar gelin olmuş , herkes kendininkini beğenmiş ) * "insan kendi aklı nıbaş kası nı nkinden üstün görür" anlamı nda kullanı lı r. akı llı

* Gerçeği iyi gören ve ona göre davranan. * Karş ı sı ndakinin düş üncesizliğ ini belirtmek için söylenilen uyarma sözü. * (alay yollu) Düş üncesiz, aptal.

akı llıdüş ününceye kadar deli çocuğ unu (veya oğlunu) everir * kendini akı llısananlar çok kez akı lsı z diye tanı nanlardan daha az baş arıgösterir. akı llıgeçinmek * kendini çok akı llı sanmak. akı llıköprü arayı ncaya dek deli suyu geçer * atak kiş i tehlikeyi göze alarak iş e giriş ir ve çabuk sonuç alı r. akı llıolmak * gerçeklere uygun davranmak. akı llıuslu * Akı llıolarak, yaramazlı k etmeyerek, dengeli. akı llı ca

akı llı lı k

* Akla yakı n, doğ ru olarak. * Akla yakı n, doğ ru, makul. * Akı llıolma durumu; uyanı klı k.

akı llı lı k etmek * yerinde ve uygun davranmak. akı lsal

* Düş ünceyi ve gerçeğ i somut değ erlerle birbirine bağlayan hakikati içine alan ş ey.

akı lsallaş tı rma * Akı lsallaş tı rmak durumu. * Bilinç dı ş ıolayları n mantı k ve akla dayalıolarak açı klanması . akı lsallaş tı rmak * Bir ş eyi akı lsa duruma getirmek. akı lsı z

* Aklı , gerçeğ i görüp ona göre davranmaya elveriş li olmayan, anlayı ş ı kı t.

akı lsı z baş ı n cezası nı ayak çeker (veya akı lsı z iti veya köpeği yol kocatı r) * düş üncesizlik veya tedbirsizlik yüzünden, gereksiz yere gidip gelme zahmetine katlanı lı r. akı lsı zlı k

* Akı lsı z olma durumu. * Akı lsı zca yapı lan işveya davranı ş .

akı lsı zlı k etmek * düş üncesiz ve yersiz davranmak. akı m

* Akmak iş i. * Hava, su gibi akı ş kan maddelerin veya elektrik yüklerinin belli bir yönde akı ş ı , yer değiş tirmesi, cereyan. * Sanatta, siyasette, düş ünce hayatı nda ortaya çı kan yeni bir görüş , yöntem, hareket, cereyan tarz. * Debi.

akı m derken bokum demek * sözünü yolunca söyleyememek, düzensiz ş eyler söylemek. akı m ölçümü * Bir akarsuyun veya kanalı n su yolunda bir saniyede akan su hacmini ölçme. akı mcı

* Belli bir akı ma bağ lı kiş i.

akı mölçer * Bir elektrik akı mı nı nş iddetini ölçmeye yarayan araç, amperölçer. akı mtoplar * Akü, akümülâtör. akı n

* Kalabalı k bir ş eyin arkasıkesilmeyen bir gelişdurumunda olması . * Düş man toprakları na tedirgin etme, yı ldı rma, çapul gibi amaçlarla toplu olarak yapı lan baskı n. * Futbolda sayıyapmak amacı yla karş ıtakı m kalesine doğ ru genellikle topluca giriş ilen saldı rı , hücum.

akı n * Kazak-Kı rgı z Türklerinin saz ş airlerine verdiğ i ad. akı n akı n * Arkasıkesilmeyen kalabalı k öbekler durumunda. akı n etmek * toplu olarak gitmek, üş üş mek. * düş man ülkesine saldı rmak, baskı n yapmak. akı ncı

akı ncı lı k

* Düş man ülkesine akı n yapan savaş çı . * Görevi karş ıtarafa top sürmek ve sayıyapmak olan ön sı radaki oyuncu, forvet. * Akı ncıolma durumu.

akı ncı lı k etmek * düş man ülkesinde karş ıgüçleri yı ldı rmak, tedirgin etmek. akı ndı rı k * Reçine, çam sakı zı , akma. akı nkayası * Kaya balı ğı giller familyası ndan derin ve uzaklarda yaş ayan ince, uzun bir balı k türü. akı ntı * Akmak iş i. * Havanı n veya suyun herhangi bir yöne doğru yer değ iş tirmesi, akı m, cereyan. * Hastalı k sebebiyle vücudun bir yerinden sulu madde akması . * Eğ iklik, eğ im, meyil. * Çam türü ağ açlarda bulunan reçinenin eriyerek akmasıolayı . * Sı vıyapı ş tı rı cı ları n ağaç yüzeylerine gereğinden çok sürülmesi ile oluş an durum. akı ntıbilimi * Deniz akı ntı ları nıinceleme konusu edinen bilim dalı . akı ntıçağanozu * Akı ntı ya kapı lmı şyengeç. * Vücudunda göze çarpacak bir çarpı klı k bulunan kimseler için kullanı lı r. akı ntı lı

* Akı ntı sıolan, eğik, meyilli.

akı ntı ölçer * Bir akarsuyun ve kanalı n akı ntı hı zı nıve düzeyini ölçmeye yarayan alet. akı ntı ya kapı lmak * bir akı ntı nı n etki alanı na girmek, akı ntıile birlikte sürüklenmek. * etki altı nda kalarak bir topluluğ un davranı ş ı na katı lmak. akı ntı ya kürek çekmek * olmayacak bir işuğ runda boş una çabalamak. akı p gitmek * (zaman için) çabuk geçmek. akı ş

* Akmak iş i veya biçimi. * Geçip gitme, sürüp gitme. * Akı n.

akı ş kan * Kendilerine özgü bir biçimleri olmayı p içinde bulunduklarıkabı n biçimini alan ve yı ğı n oluş turmayan (sı vı veya gaz), seyyal. akı ş kanlaş ma * Akı ş kan duruma gelme. akı ş kanlaş mak * Akı ş kan duruma gelmek. akı ş kanlaş tı rı cı * Akı ş kan duruma getirme özelliğ i olan. akı ş kanlaş tı rı cı lı k * Akı ş kan duruma getirme özelliğ i olma.

akı ş kanlaş tı rma * Akı ş kanlaş tı rmak iş i. * Akı ş kanları n niteliğini düzeltmek için yoğunlaş an akı mıiçinde parçacı kları n ası ltı sı nısağ layan yöntem. akı ş kanlaş tı rmak * Akı ş kan duruma getirmek. akı ş kanlı k * Akı ş kan olma durumu. akı ş ma * Kulağ a hoşgelen veya kolayca söylenen seslerin özelliğ i. akı ş malı * Akı ş ma özelliğ i olan. akı ş maz

* Dı şetkenlerin tesiriyle akı ş mazlı ğıdeğ iş meyen, durağ an.

akı ş mazlı k * Akı ş maz veya durağan maddenin durumu. akı tma * Akı tmak iş i. * Hayvanları n, özellikle atları n alı nları nda bulunan ve burunları na doğru uzanan beyaz leke. * Un, süt, yağ , yumurta, ş eker veya pekmezle yoğ rularak cı vı k bir duruma getirilen hamurun kı zgı n saç üzerinde piş irilmesiyle yapı lan bir çeş it tatlı . * Enli bilezik. akı tmak

* Akması nı sağlamak, akması na yol açmak, dökmek.

akı tmalı * Alnı nda akı tmasıolan (hayvan). akide

* Bir ş eye inanarak bağ lanı ş , inanç, din inancı .

akide * Şekerin kaynatı larak ağ da durumuna getirilmesi yolu ile yapı lmı şrenkli ve kokulu, ağ ı zda güç eriyen ş eker; daha çok akide ş ekeri yerine kullanı lı r. akide ş ekeri * Bkz. akide. akidesi bozuk *İ nancızayı f olan (kimse). akideyi bozmak * doğ ru bilinen bir inanı şveya gidiş ten ayrı lmak. akik

* Yüzük taş ı , mühür gibi ş eyler yapmakta kullanı lan, türlü renklerde, yarısaydam, parlak ve değerli bir taş ; kalseduan kuvarsı nı n bir türüdür. akil

* Akı llı .

akil baliğ * Döl verebilecek duruma gelmişolan, erin. akil baliğolmak

* döl verebilecek eriş kin duruma gelmişolmak. * rüş tünü ispat etme yaş ı na gelmişolmak. akilâne

* Akı llı ca.

akim * Kı sı r, verimsiz, döl veremeyen. * Sonuçsuz, baş arı sı z. akim kalmak * sonuca ulaş amamak, baş arısağ layamamak. akis

* Iş ı k veya ses dalgaları nı n yansı tı cıbir yüzeye çarparak geri dönmesi, yansı ma, yankı . * Bir cismin, parlak bir yüzeyde görünmesi. * Bir ş eyin baş ka bir ş ey üzerinde yarattı ğ ıetki. * Evirme, evirtim.

akis uyandı rmak * bir konunun üzerinde düş ünülmesine, tartı ş ı lması na yol açmak, ilgi veya tepki yaratmak. akit * Hukukî sonuç doğ urmak amacıile iki veya daha çok kimsenin veya kuruluş un karş ı lı klı ve birbirine uygun irade beyanlarıile gerçekleş en iş lem, sözleş me, mukavele, kontrat. * Nikâh. âkit

* Bir iş i karş ı lı klıolarak kararlaş tı rı p üstlerine alan taraflardan her biri, sözleş me veya mukavele yapan.

akit vaadi * Ön sözleş me. akkaraman * Vücudu beyaz, ağı z, burun, göz etrafı , kulak ve ayaklarda siyah lekeler bulunabilen, kaba karı ş ı k yapağı lı , Orta Anadolu ve Doğ u Anadolu'nun batıkesimlerinde yaygı n olarak yetiş tirlen yerli bir tür koyun. akkarı nca * Düz kanatlı lardan, sı cak veya ı lı man ülkelerde yaş ayan, bitkilere çok zarar veren bir böcek cinsi, termit (Termes). akkarı ncalar * Ağı z parçalarıiyi geliş miş , iri baş lı ,ı sı rı cıböcekler topluluğ u, termitler. akkavak akkefal

* Söğütgillerden, yaprakları nı n altıbeyaz olan bir kavak türü, akçakavak, Hollanda kavağı(Populus alba). * Sazangillerden bir cins tatlısu balı ğ ı(Alburnus).

akkelebek * Hemen bütün meyve ağ açları nda tomurcuk düş manısayı lan, iri ak kanatlarıkalı n, kara damarlıbir kelebek (Aporia crataegi). akkirpani * Ak, fakat kirli. akkor akkorluk

* Iş ı k saçacak beyazlı ğ a varı ncaya değ in ı sı tı lmı şolan. * Akkor olma durumu.

akkuş akkuyruk

* Atmaca, yı rtı cıbir kuş . * Tadı nıartı rmak için çay harmanı na katı lan beyaz bir çay türü.

-akla / -ekle * Bazıfiillerin sı klı k çatı ları nıtüreten ek: tart-akla- , it-ekle- vb. akla fenalı k vermek * çok ş aş ı rmak, çı ldı racak gibi olmak, zı vanadan çı kmak. akla gelmedik * düş ünülemeyen. akla gelmeyen baş a gelir * insan ummadı ğ ı , düş ünmediğ iş eylerle daima karş ı laş abilir. akla gelmez * hatı rlanamaz, düş ünülemez. akla hayale gelmez * inanı lmaz. akla karayıseçmek * (bir iş i baş arı ncaya değin) çok sı kı ntı çekmek, güçlüklerle karş ı laş mak. akla sı ğ ar gibi * aklı n kabul edebileceği biçimde, makul. akla sı ğ mak (veya sı ğ mamak) * inanı lacak gibi olmamak. akla yakı n * aklı n benimseyebileceği, aklı n kabul edebileceğ i. akla yatkı n * uygun, akı llı ca, makul. akla zarar (veya ziyan) * çok ş aş ı lacak, ş aş kı nlı ğ a uğratacak (ş ey). aklama

* Aklamak iş i, ibra.

aklama belgesi * Alacak verecek kalmadı ğı nıgösteren belge, ibraname. aklamak

aklan

aklanma

* Suçsuz veya borçsuz olduğ u yargı sı na vararak birini temize çı karmak, tebriye etmek, ibra etmek. * Baş arı lıgösterilmek, değerli olarak nitelendirilmek. * Suları nıbir denize veya göle gönderen bölge, maile. * Bir dağsı rası nı n yamaçları ndan her biri. * Aklanmak iş i.

aklanmak * Ak olmak, temizlenmek.

* Bir dava sonunda temiz ve iliş iksiz çı kmak, temize çı kmak, beraat etmek. aklaş ma * Aklaş mak iş i. aklaş mak

* Ak duruma gelmek, ağarmak, beyazlaş mak.

aklaş tı rma * Aklaş tı rmak iş i. aklaş tı rmak * Aklaş ması nısağlamak, beyazlaş tı rmak. aklen * Akı l icabı , akı l gereğ ince. aklevrek aklı

* Tatlısu levreği. * Akıbulunan, ak renkli.

aklıalmamak * anlayamamak, kavrayamamak. * bir ş eyin olabileceğine inanmamak. * uygun bulmamak. aklıbaş ı na gelmek * davranı ş ları nı n yanlı ş lı ğ ı nı sezerek doğ ru yolu bulmak. * ayı lmak, kendine gelmek. aklıbaş ı nda * sürekli akı llıdavranan. * doğ ru dürüst, kusursuz. aklıbaş ı nda olmamak * iyi düş ünebilir durumda olmamak. aklıbaş ı ndan bir karı şyukarı(veya yukarı da) * düş ünmeden aklı na geleni yapan. aklıbaş ı ndan gitmek * çok sevinçten veya çok korkudan ne yapacağ ı nış aş ı rmak. aklıbaş ka yerde olmak * baş ka ş eyler düş ünmek. aklıbir yerde olmak * düş ünülmesi gerekenden baş ka bir ş ey düş ünmek. aklıbokuna karı ş mak * korkudan ş aş ı rı p ne yapacağı nıbilememek. aklıçı kmak * titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak. aklıdağı lmak * düş ünceyi belli bir konu, sorun üzerinde toplayamamak. aklıdurmak * düş ünemez bir duruma gelmek, ş aş ı rmak.

aklıermek * anlayabilmek. * akı lca olgunlaş mak. aklıevvel * Akı llı geçinen. aklıfikri bir ş eyde olmak * bütün düş ündüğü bir konuda yoğ unlaş mak. aklıgitmek *ş aş ı rmak, korkmak. * çok beğenmek, bayı lmak. aklıkalmak * beğ enilen bir ş eyi düş ünmekten kendini alamamak. aklıkaralı * Akıve karasıolan, beyazlısiyahlı . aklıkarı ş mak * ne yapacağ ı nı bilememek, ş aş ı rmak, bocalamak. aklıkesmek * bir ş eyin olabileceğine inanmak. aklıkesmemek * sonucu tahmin edememek, ilerisini görememek. aklısı ra * aklı nca, sandı ğ ı na göre, düş ünüş üne göre, umduğuna göre. aklısı ra

* Aklı nca.

aklısonradan gelmek * verdiğ i kararı n yanlı şolduğ unu anlayı p vazgeçmek. aklıtakı lmak * zihni bir ş eyle uğraş mak. aklıtam ayar * aklıyerinde. aklıyatmak * anlamaya baş lamak, olacağ ı na inanmak, tatmin olmak. aklızı vanadan çı kmak * delirmek, aklı nıoynatmak. aklı evvel

aklı k

* Densiz, münasebetsiz, sağ duyu sahibi olmayan. * Kendisini en akı llı sanan. * Ak olma durumu. * Kadı nları n makyaj için yüzlerine sürdükleri beyaz bir sı vı , düzgün.

aklı ma gelen baş ı ma geldi * olması ndan korktuğ um ş ey oldu.

aklı mda! söz.

* lâdes oyununa katı lanlardan biri ötekine bir ş ey verirken karş ı dakinin "unutmadı m" anlamı nda söylediği

aklı na birş ey gelmek *ş üphelenmek. aklı na düş mek * hatı rlamak. * kafası nda bir düş ünce doğ mak. aklı na esmek * daha önce düş ünmemişolduğu ş eyi birden yapmaya karar vermek. aklı na geleni söylemek * rastgele konuş mak. aklı na geleni yapmak * her istediğ ini düş ünmeden yapmak istemek. aklı na gelmek * hatı rlamak, anı msamak. * bir ş eyi yapmayıdüş ünmek, tasarlamak. aklı na getirmek * hatı rlatmak. * düş ünmek. aklı na koymak * bir ş ey yapmaya kesin olarak karar vermek. * kararlaş tı rmak, çok istemek. aklı na koymak * bir kimse birine, bir ş ey telkin etmek. aklı na sı ğdı rmak * bir ş eyin olabileceğine inanmak, aklı almak. aklı na sı ğmamak * anlayamamak, kavrayamamak. * olabileceğine inanmamak. aklı na ş aş ayı m (veya ş aş arı m) * adı geçen kimsenin akı lsı zca bir davranı ş ta bulunduğ unu anlatı r. aklı na takmak (veya aklı nıtakmak) * sürekli olarak bir ş eyi düş ünmek, bir düş ünceye saplanı p kalmak. aklı na turp sı kayı m * birinin düş üncesini ve yaptı ğ ı nıbeğ enmemek. aklı na tükürmek * birinin düş üncesini beğenmemek, kı namak. aklı na uymak * birinin uygun olmayan görüş üne göre işyapmak, davranmak. aklı na vurmak * birden düş ünüvermek. aklı na yelken etmek * düş üncesizce davranmak veya aklı na geleni hemen yapmak.

aklı nca

* (küçümseme yollu) Düş üncesine göre, aklısı ra.

aklı nda kalmak * unutmamak. * hatı rlamak. aklı nda olsun! * unutma!. aklı nda tutmak * öğrenmek, bellemek. * unutmamak. aklı ndan çı karmamak * devamlıhatı rlamak, hiç unutmamak. aklı ndan çı kmak * unutmak. aklı ndan geçirmek * bir ş ey yapmayıdüş ünmek, tasarlamak. aklı ndan geçmek * düş ünmek. aklı ndan tutmak * bir ş ey düş ünmek. aklı ndan zoru olmak * arada bir durum ve ş artları n gerektirdiğ i gibi davranmamak. aklı nı (bir ş eyle) bozmak * bir ş ey üzerine düş erek hep onunla uğraş ı p durmak. aklı nı baş ı na almak (veya toplamak, devş irmek) * akı lsı zca davranı ş larda bulunmaktan kendini kurtarmak. aklı nı baş ı ndan almak * düş ünemeyecek bir duruma getirmek, çok ş aş ı rtmak. aklı nı baş ka yere vermek * konuş ulan konudan baş ka bir ş ey düş ünür olmak. aklı nı çalmak * ilgisini aş ı rıderecede çekmek. aklı nı çelmek * niyetinden, kararı ndan caydı rmak. * ayartmak, baş tan çı karmak. aklı nı kaçı rmak * delirmek. * gereksiz, yersiz işyapmak. aklı nı oynatmak * çı ldı rmak. * akı l dı ş ıiş ler yapmak. aklı nı peynir ekmekle yemek *ş aş kı nca ve akı lsı zca iş ler yapmak.

aklı nı ş aş ı rmak * yerinde olmayan bir işyapmak, yersiz düş ünmek. aklı nı takmak * sürekli olarak aklıbir ş eyle uğraş mak. aklı nı n köş esinden geçmemek * hiçbir zaman düş ünmemek. aklı nı n terazisi bozulmak * akı llı ca olmayan davranı ş larda bulunacak bir duruma düş mek. aklı nla bin yaş a * akla yakı n görülmeyen bir düş ünce ileri sürene söylenir. aklı selim aklî

* Sağduyu. * Akı lla ilgili, akla dayanan.

akliyat * Akı l yolu ile kazanı lan bilgiler. akliye

* Akı l hastalı kları ile ilgili hekimlik kolu. * Akı l hastalı kları ile ilgili hastahane bölümü. * Akı lcı lı k, usçuluk, rasyonalizm.

akliyeci * Akı l hastalı kları uzmanı . akma

* Akmak iş i. * Reçine, çam sakı zı , akı ndı rı k.

akma hançer * Ortasıoluklu hançer. akma sı nı rı * Malzemenin belirli bir gerilme uygulanması yla sı nı rlıve kalı cıdeformasyona uğ ramasıveya belirlenen toplam uzamaya maruz kalmasıdurumundaki mukavemeti. akmak

akmantar

* (sı vımaddeler veya çok ince taneli katımaddeler için) Bir yerden baş ka bir yere doğru gitmek. * (bu gibi maddeler) Aş ağı ya, yere düş mek. * (sı vıbir madde için) Bir yerden çı kmak. * (bir kap veya bir yer) İ çindeki veya üstündeki sı vı yısı zdı rmak. * Çabucak savuş mak; ortadan kaybolmak. * Art arda ve toplu olarak gitmek. * (kumaşiçin) Yı pranı p iplikleri erimeye baş lamak. * (zaman için) Çabuk geçmek. * (boya için) Birbirine karı ş mak. * Karı ş mak, katı lmak. * Sürüp gitmek. * Tadı güzel ve besleyici bir tür mantar, keçi mantarı(Agaricus campestris).

akmasa da damlar * çok değilse bile, az çok bir gelir veya kazanç sağ lar.

akmaz

* Durgun su, gölet.

akompanyatör * Bir parça çalı ndı ğı zaman ses veya bir âletle ona katı lan kimse, eş lik eden. akonitin

* Boğ an otundan çı karı lan ve hekimlikte kullanı lan zehirli bir madde.

akont * Bir borca karş ı lı k, hesabıdaha sonra görülmek üzere yapı lan kı smî ödeme. akordeon * Üstündeki düğ melere veya tuş lara basarak, metal dilcikleri titretme yolu ile çalı nan körüklü, elde taş ı nabilir bir çalgı . * Kumaş larda makine ile yapı lmı şkı rma. akordeoncu * Akordeon çalan kimse. akordiyon * Bkz. akordeon. akordiyoncu * Bkz. akordeoncu. akordu bozuk * Birbirini tutmayan, uyumsuz, akortsuz. akort * Bir çalgı yıdoğru ses vermesi için ayarlama. * Armoniyi sağlayan seslerin birleş mesi. akort etmek * çalgı ları n seslerini ayarlamak, düzenlemek. akort yapmak * çalgı ları n tellerini, ses veren araçları nı ayarlamak. akortçu

* Piyano ve org gibi müzik aletlerini ayarlamayı meslek edinmişkimse.

akortlama * Akortlamak iş i. akortlanma * Akortlanmak iş i. akortlanmak * Akortlanmak iş i yapı lmak. akortlatma * Akortlatmak iş i. akortlatmak * Akortlamak iş ini yaptı rmak. akortlu * Akordu olan, akort edilmiş . akortsuz

* Akordu olmayan, akort edilmemiş . * Birbirini tutmayan, uyumsuz. akortsuzlaş tı rmak * Radyoda bir ayar frekansı nda sapma meydana getirmek. akortsuzluk * Ses düzensizliğ i veya ayarsı zlı ğı . * Radyoda gerçek ayar frekansıile doğ ru değeri arası ndaki sapma. akraba * Kan veya evlilik yoluyla birbirine bağlıolan kimseler, hı sı m. * Oluş ma yönünden aynıkaynağ a dayanan ş eyler. * Biri, diğerinin sonucu olan ş eyler. akraba çı kmak * önceden tanı ş madan veya bilmeden konuş arak akraba oldukları nıanlamak. akraba diller * Aynıana dilden gelen diller. akraba olmak * evlilik yoluyla yakı nlı k kurmak. akrabalı k * Akraba olma durumu. akran

* Yaş ça denk, yaş ı t, boydaş , öğ ür.

akranlı k * Akran olma durumu, yaş ı tlı k. akreditif

* Belirli bir nicelikteki para için, bir bankanı n yükümlülüğü altı nda, üçüncü bir kiş i yararı na bir baş ka bankada veya aracı sı nda açtı rı lan kredi. * Kredi mektubu. Akrep * Zodyak üzerinde Terazi ile Yay burçlarıarası nda yer alan burç. Zodyak. akrep

* Akreplerden, sı cak ve nemli yerlerde yaş ayan, kı vrı k ve kalkı k kuyruğunda zehirli bir iğ nesi olan böcek (Scorpio). * Saatin iki ibresinden küçüğü. akrep gibi * her fı rsatta sözleriyle baş kaları nıincitme veya onlara kötülük etme durumunda olan. akrepler akrobasi akrobat

* Örümceğ imsilerin, örneği akrep olan takı mı . * Cambazlı k, akrobatlı k. * Cambaz.

akrobatlı k * Cambazlı k. akromatik

* Beyaz ı ş ı ğ ıçözümlemeden geçiren, renksemez. * Hücrede boyayıkabul etmeyen (bölüm). akromatik iğiplik * Mitozun ilk evresi sonunda bütün hücrelerde beliren ve hücre boyaları yla pek boyanamayan iğbiçimindeki oluş um. akromatin * Hücre çekirdeğ i içindeki ince iplikçiklerden yapı lmı ş , kromatin ile boyanmamı şolan kromozomları oluş turan bölüm. akromatopsi * Bkz. renk körlüğü. akromegali * Genel geliş me bittikten sonra el, çene, burun gibi vücudun sivri kı sı mları ndaki kemiklerin kalı nlaş ması , büyümesi veya uzaması . akropol * Eski Yunan ş ehirlerinde, en önemli yapı ları n ve tapı nakları n bulunduğ u iç kale. akrostiş

* Her dizenin ilk harfi yukarı dan aş ağ ı ya doğ ru okununca ortaya bir söz çı kacak biçimde düzenlenmiş manzume, muvaş ş ah, tevş ih. aks aksak

* Dingil. * Aksayan, hafifçe topallayan. *İ yi gitmeyen, iyi iş lemeyen. * Türk müziğinde oldukça kı vrak bir usul. * Eski Yunan ve Lâtin ş iir ölçüsünde, sondan bir önceki hecesi kı sa olacak yerde uzun olan dize.

aksak eş ekle yüksek dağ a çı kı lmaz * eksik araçlarla sağlı klıişyapı lmaz. aksakal

aksaklı k aksam aksama

* Köyün veya mahallenin ihtiyar heyetinde olan kimse. * Ermiş , evliya. * Aksak olma durumu. * Kı sı mlar. * Aksamak iş i.

aksamak * Hafif topallamak. * (bir iş ) Gereği gibi yürümemek, geri kalmak. aksan * Bir ülkenin insanları na veya bir çevreye özgü söyleyişözelliği. * Vurgu, kelime vurgusu, grup vurgusu. aksanıbozuk * Bir dildeki kelimeleri doğru söyleyemeyen. aksata

* "alma ve verme" Alı şveriş . aksatı ş * Aksatmak iş i veya biçimi. aksatma aksatmak aksayı ş

* Aksatmak iş i. * Aksaması na yol açmak, bir iş i gereğ i gibi yürütmemek. * Aksamak iş i veya biçimi.

akse * Hastalı k nöbeti, kriz. aksedir

* Kaplamasımobilyacı lı kta kullanı lan, açı k kahve rengi öz odunlu olan bir ağaç (Thuya occidentalist).

akselerograf *İ vmeyazar. akselerometre *İ vmeölçer. akseptans * Yabancıülkelerde okuyacak öğrenciler için gönderilen kabul belgesi. * Poliçelerin üzerine "kabulümdür" biçiminde yazı larak altıimzalanan açı klama. aksesuar nesne.

* Bir aletin, bir makinenin iş levine katı lmayan, ancak kendine özgü ayrıbir yararıbulunan alet, araç veya

* Konunun gerektirdiği ölçüde kullanı lan, bir sahne içinde yer alan veya oyuncunun dekor gereğ i kullandı ğı çeş itli eş ya. * Kadı n giyiminde giysiyi bütünleyen ayakkabı , çanta, kemer, ş apka, eldiven, mücevher gibi eş ya. aksesuarcı * Aksesuarı hazı rlayan kimse. * Aksesuar kullanması nıseven. aksetme aksetmek

* Aksetmek iş i. * (ses) Bir yere çarpı p geri dönmek, yankı lanmak, yankıvermek. * (ı ş ı k) Bir yere vurmak. * (bir ı ş ı k veya bir ş ekil) Düz ve parlak bir yüzeye çarpı p orada aynen görünmek, yansı lanmak. * Ulaş mak, yayı lmak, duyulmak. * Evirmek, tersine çevirmek.

aksettirme * Aksettirme iş i. aksettirmek * (sesi) Yankı lamak. * (ı ş ı ğ ı ) Yansı tmak. * Haberi, durumu, ulaş tı rmak, yaymak, duyurmak. aksı rı k

* Herhangi bir sebeple burun zarı nı n gı cı klanmasısonucu solunum kasları nı n birdenbire kası lması yla ağ ı z ve burundan hı zlı , gürültülü soluk boş almasıolayı , aksı rma, hapş ı rma, hapş ı rı k.

aksı rı klı * Aksı rı ğa tutulmuş , aksı rı ğ ıolan, sı k sı k aksı ran, hapş ı rı klı . aksı rı klı tı ksı rı klı * Yaş lı , hastalı klı . aksı rı ş

* Aksı rma, aksı rma biçimi.

aksı rma * Aksı rmak iş i. aksı rmak

* Burun zarları nı n gı cı klanmasıile solunum kasları nı n birdenbire kası lmasıüzerine, ağ ı z ve burundan hı zlı , gürültülü soluk boş altmak, hapş ı rmak. aksı rtma

* Aksı rtmak iş i.

aksı rtmak * Birinin aksı rması na sebep olmak, hapş ı rtmak. aksi

aksi aksi aksi gibi

* Ters, zı t, karş ı t, olumsuz, menfi. * Uygun olmayan. *İ natçı , hı rçı n, huysuz. * Olumsuz bir biçimde, ters ve kı zgı n olarak. * istenmediğ i hâlde, aksilik olarak.

aksi hâlde * yoksa, öyle olmazsa. aksi ş eytan * iş ler yolunda gitmediğ i zaman "ne kadar ilgisiz, münasebetsiz" anlamı nda kullanı lı r. aksi takdirde * yoksa, aksi hâlde. aksi tesadüf * "ş anssı zlı ğ a bak" anlamı nda kullanı lı r. aksilenme * Aksilenmek iş i. aksilenmek * Aksileş mek, huysuzlanmak. aksileş me * Aksileş mek iş i. aksileş mek * Huysuzlanmak, huysuzluk etmek, ters davranmak, inatçı lı k etmek. aksiliğ i tutmak * güçlük çı karmak, inadı nda direnmek. aksiliğ i üstünde

* olumsuz davranı ş lı . aksilik * Terslik, inatçı lı k, huysuzluk. * Bir iş in yolunda gitmemesi durumu, uygunsuzluk, elveriş sizlik. aksilik çı kmak * engel ortaya çı kmak. aksilik etmek * güçlük çı karmak, uyuş maya yanaş mamak, huysuzluk etmek, inatçı lı k etmek, ters davranmak. aksine aksiseda

* Tersine. * Yankı .

aksiyom * Kendiliğ inden apaçı k olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin ön dayanağ ıolan temel önerme, belit, mütearife. aksiyon * Bir kuvvetin, maddî bir etkenin, bir düş üncenin ortaya çı kması . *İ nsan etkinliğinin veya iradesinin açı ğ a çı kması . * Hareket, iş . * Bir oyuncunun sahne üzerindeki hareketi, bu hareketten ortaya çı kan geliş im. * Oyunun teması nıgeliş tiren baş lı ca olay, hikâye, geliş im. * Sermayenin belirli bir bölümü. * Hisse senedi, pay senedi. aksoğ an

* Ada soğanı .

akson * Sinir uyarmaları nısinir hücresinden ileriye uzatmaya yarayan, sinir hücrelerinin uzantı ları ndan en belirli ve uzun olanı . aksona * Vurgun hastalı ğ ı na karş ıuygulanan emniyet durakları . aksöğ üt aksu aksungur

* Söğütgillerden, kabukları eczacı lı kta kullanı lan bir söğ üt türü (Salix alba). * Gözdeki billûr cismin saydamlı ğ ı nı yitirerek ağarması ndan ileri gelen körlük, ak basma, perde, katarakt. * Akdoğ an.

aksülâmel * Tepki, reaksiyon. akş am

* Gündüzün son ve gecenin ilk saatleri. * Gece. * Akş am vakti kı lı nan namaz.

akş am ahı ra sabah çayı ra * hayatta yiyip içip yatmaktan baş ka kaygı sı olmayanlar için söylenir. akş am akş am

* Akş amı n olduğ uş u dar zamanda. akş am azadı * Ders çı kı ş ı , ders paydosu. akş am ezanı * Günün dördüncü namaz vaktini bildiren ezan; güneş in battı ğ ısı ralar. akş am gazetesi * Baskı sıöğ leden sonra, özellikle akş ama doğru yapı lan gazete. akş am güneş i * Etkisi azalmı şgün ı ş ı ğı . * Yaş lı lı k dönemi. akş am karanlı ğ ı * Alaca karanlı k. akş am namazı *İ kindi ile yatsınamazıarası nda kı lı nan namaz. akş am pazarı * Pazarlarda, iş portalarda akş ama doğ ru tezgâhta kalmı şmalları n ucuz fiyatla satı lı ş ı . akş am piyasası * Akş am üzerleri belli bir yerde yapı lan gezinti. akş am saati * Akş am vakti, akş amleyin. akş am simidi *İ kindi üzeri çı karı lan sı cak, susamlısimit. akş am yeli * Akş amlarıesen serin rüzgâr. Akş am Yı ldı zı * Venüs, Çulpan. akş ama doğru * Gündüzün akş ama yakı n bir zamanı nda. akş ama kadar * bütün gün, ara vermeden. akş ama kalmak * (iş ) gecikmek, bitmemek. akş ama sabaha * Neredeyse, pek yakı nda, kı sa bir zaman içinde. akş amcı * Akş amlarıiçki içme alı ş kanlı ğı nda olan kimse. * Çalı ş masıakş ama rastlayan. * Çalı ş maları nıdaha yoğ un olarak akş am saatlerinde yapan. akş amcı lı k * Akş amcıolma durumu. akş amcı lı k etmek * akş amcı lar içki içmek amacı yla bir araya gelmek.

akş amdan * akş am olmak üzere iken, akş ama doğ ru. akş amdan akş ama * Her akş am üst üste. akş amdan kalmı ş(veya kalma) * geceki sarhoş luğ un mahmurluğ unu taş ı yan. akş amdan kavur, sabaha savur * kazandı ğ ı nıgünü gününe harcayan tutumsuz kimselerin durumunu anlatmak için kullanı lı r. akş amdan sonra merhaba (veya sabahlar hayrolsun) * işiş ten geçtikten, olan olduktan sonra gösterilen ilgi için söylenir. akş amıbulmak (veya akş amıetmek) * akş amlamak, günü bitirmek. akş amı n iş ini sabaha (veya yarı na) bı rakma * bu gün yapı lmasıgereken bir iş i ertesi güne bı rakmak sakı ncalı dı r. akş amki

* Akş am olan, akş am yapı lan.

akş amlama * Akş amlamak durumu, iş i. akş amlamak * Bütün günü bir yerde veya bir iş te geçirerek akş ama eriş mek, akş amı bulmak. * Akş amıbir yerde geçirmek. * (ay) Dolun ay durumundan sonra geç doğ mak. akş amlar (veya akş am ş erifler) hayrolsun! * akş am vakti kullanı lan esenleme sözü, iyi akş amlar!. akş amları * Akş am vakti. * Her akş am. akş amlatma * Akş amlatmak iş i. akş amlatmak * Akş amıyaptı rmak, akş amıbuldurmak veya ettirmek. akş amleyin * Akş am saatlerinde, akş am olduğ unda, akş am vakti. akş amlısabahlı * Her akş am ve her sabah. akş amlı k * Akş ama özgü olan, akş am için. akş amlı k sabahlı k * Nerede ise, kaçı nı lmaz sonuç pek yakı n. akş amsefası * Gecesefası . akş amüstü * Güneş in battı ğı sı ralarda, akş ama doğru, akş am yaklaş ı rken.

akş amüzeri * Bkz. akş amüstü. akş ı n

* Kı lları nda ve gözlerinde, bazen de derisinde doğ uş tan boya maddesi bulunmadı ğı için her yanıak olan (hayvan veya insan) çapar, albino. akş ı nlı k aktar

aktarı cı

* Akş ı n olma durumu. * Baharat, ev ilâçları , gereçleri satan kimse veya dükkân. * Anadolu'da iğne, iplik, baharat, zarf, kâğ ı t, tütün vb. satan kimse veya dükkân. * Dam kiremitlerini aktarı p kı rı klarıyenileyen kimse. * Voleybolda öbür oyuncuları n vurmasıiçin topu, ağı n üzerine yükselten oyuncu. * Görüntüyü bir bölgeden baş ka bir bölgeye ileten araç.

aktarı lma * Aktarı lmak iş i. aktarı lmak * Aktarmak iş ine konu olmak. aktarı m * Aktarma iş i, nakil. aktarı ş aktariye aktarlı k

* Aktarmak iş i veya biçimi. * Aktarı n sattı ğ ış eyler. * Aktarı n yaptı ğ ıiş .

aktarma * Aktarmak iş i. * Bir taş ı ttan baş ka bir taş ı ta geçme. * Sürülmemiştarlayı ilk veya ikinci kez sürme. * Alı ntı , iktibas. * Bir oyuncunun topu kendi takı mı ndan bir baş ka oyuncuya göndermesi. * Arı ları bir kovandan ötekine geçirme. * Bir hesaptan baş ka bir hesaba para havale etme, virman. aktarma etmek * aktarmak. aktarma yapmak * bir taş ı ttan ötekine geçmek. * bütçede bir bölümden baş ka bir bölüme ödenek geçirmek. aktarmacı * Aktarma iş ini yapan kimse. aktarmacı lı k * Aktarma iş i, aktarma iş iyle uğ raş ma. aktarmak

* Bir yerden, bir kaptan baş ka bir yere veya kaba geçirmek.

* Bir ş eyin yolunu, yönünü değ iş tirmek. * Bir kitaptan veya bir yazı dan bir bölümü almak, iktibas etmek. * Bir dilden baş ka bir dile çevirmek, tercüme etmek. * Çatıkiremitlerini gözden geçirerek kı rı k ve bozuk olanları nı n yerlerine sağ lamları nıkoymak. * Sürülmemiştarlayı ilk ve ikinci kez sürmek. *İ letmek; bildirmek. * Bir tekniğ e göre biçimlendirmek, uyarlamak. * Bir kitabı , daha çok Kur'an'ıbaş ı ndan sonuna kadar okumak. aktarmalı * (taş ı tlar için) Belli bir süre sonra inilip baş ka bir taş ı ta binilmesini gerektiren. aktarması z * (taş ı tlar için) Belli bir süre sonra inilip baş ka bir taş ı ta binilmesini gerektirmeyen. aktartma

* Aktartmak iş i yaptı rmak.

aktartmak * Aktarmak iş i yaptı rtmak. aktavş an aktif

* Bir cins iri çöl sı çanı(Jaculus). * Etkin, canlı , hareketli, çalı ş kan. * Etkili, etken. * Bir ticarethanenin, ortaklı ğ ı n para ile değ erlendirilebilen mal ve hakları nı n tümü. * Etken.

aktif fiil * Etken fiil. aktif metot * Öğrencilerin, kiş isel çalı ş maları nı ve işyapma yeteneklerini geliş tirmeyi sağ layan bilimsel yöntem. aktif rol oynamak * etkili olmak. aktif taş ı ma * Bir maddenin hücre zarı ndan enerji harcanarak hücre içine veya dı ş ı na taş ı nması . aktifleş me * Aktif duruma gelme. aktifleş mek * Canlıhareketli, etkili olmak, aktif duruma gelmek. aktifleş tirme * Aktifleş tirmek iş i. aktifleş tirmek * Aktifleş mesini sağ lamak, aktif duruma getirmek. aktiflik * Etkinlik. aktinit

* Aktinyum, toryum, protaktinyum, tulyum, plûtonyum, amerikyum, küryum ve berkelyum radyoaktif elementlerinin ortak adı . aktinoloji

* Güneşı ş ı nları nı n hem insan hem de bütün canlı lar üzerinde etkisini inceleyen bilim dalı . aktinyum * Atom numarası89, atom ağı rlı ğı227 olan, radyoaktif bir element.Kı saltmasıAc. aktinyumlu * Özünde aktinyum bulunduran. aktivite aktivizm

* Etkinlik. * Etkincilik.

aktör * Erkek oyuncu. * Olduğundan baş ka türlü görünen kimse. aktöre * Ahlâk. aktörlük

aktris aktüalite

* Aktörün görevi, aktörün yaptı ğ ıiş . * Olduğundan baş ka türlü görünme, kendini baş ka türlü gösterme. * Kadı n oyuncu. * Güncellik. * Günün olayıveya konusu.

aktüalitesini kaybetmek * güncelliğini yitirmek. aktüalizm * Geçmişjeolojik olayları n bugünkülere bakarak açı klanabileceğ ini ileri süren öğ reti, edimselcilik. * Kuvveden fiile geçmişolan hâl (Aristo felsefesi). aktüel

akur

* Güncel, ş imdiki. * Edimsel. * Azgı n, kı zgı n (hayvan).

akustik * Fizik biliminin konusu ses olan kolu, yankı bilimi. * Kapalıbir yerde seslerin dağı lı m biçimi, ses dağ ı lı mı , yankı lanı m. akut *İ lerlemiş ,ş iddetli, acil (hastalı k). akuzatif akü

* Yükleme durumu. * Akümülâtörün kı saltı lmı şadı .

akümülâtör * Elektrik enerjisini kimyasal enerji olarak depo eden, istenildiğinde bunu elektrik enerjisi olarak veren cihaz, akı mtoplar.

aküpunktür * Vücudun belirli noktaları na genellikle altı n iğne batı rarak yapı lan Çin'de yayı lmı şolan tedavi. akva

akvam akvarel

* Kuvvetli, sağlam. * Bir tür sı rmalı ve köstekli bı çak. * Kavimler. * Sulu boya resim.

akvaryum * Tatlıveya tuzlu su hayvanları nı n, su bitkilerinin yapay bir ortamda beslendiğ i cam su kabı . akvaryumcu * Akvaryum iş iyle uğ raş an kimse. akvaryumculuk * Akvaryumcunun mesleği. * Süs balı ğ ıbeslemeciliğ i. akya balı ğ ı * Uskumrugillerden, ufak pullu, 10-15 bazen de 50-60 kg gelen bir balı k, akbalı k (Lichia amia). akyuvar

* Kan ve lenf gibi vücut sı vı ları nda bulunan çekirdekli, yuvarlak hücre, lökosit.

akzambak * Zambakgillerden, süs bitkisi olarak yetiş tirilen, çiçeğ i dişve yüz ş iş lerinin tedavisinde kullanı lan bir bitki (Lilium candidum). Al * Alüminyum'un kı saltması . al al

* Aldatma, düzen, tuzak, hile. * Kanı n rengi, kı zı l, kı rmı zı . * Bu renkte olan. * (at donu için) Dorunun açı ğ ı , kı zı la çalan. * Yüze sürülen pembe düzgün, allı k.

al (veya alı n) * iş te. al (veya kanlı ) gömlek gizlenemez * gizli tutulmasıelde olmayan ş eyler için söylenir. -al- / -el*İ simden fiil türeten ek. -al / -el

*İ simden sı fat türeten ek: gen-el, gövel (< gök-el), güz-el ( oğlan, kı z-an, kök-en vb. * Fiilden sı fat türeten ek.

ana

* Çocuğ u olan kadı n, anne. * Yavrusu olan diş i hayvan. * Dince aziz tanı nan bazıkadı nlara verilen saygı unvanı . * Yaş lıkadı nlara saygı lıbir seslenme sözü olarak kullanı lı r. * Velinimet. * Alacağ ı n veya borcun, faizin dı ş ı nda olan bölümü. * Temel, ası l, esas. * Çizgilerden herhangi birini anlatan kelimeye sı fat olarak geldiğ inde, o çizginin, belirli bir kural altı nda hareket ederek bir yüzey oluş turmaya yaradı ğı nıanlatı r. ana arı * Arı beyi. ana avrat düz (veya dümdüz) gitmek * sövmek, küfretmek. ana baba

* Ana ile babanı n oluş turduğ u birlik.

ana baba bir * aynıana ve babadan olan (kardeş ler). ana baba eline bakmak * ana ve babanı n verdiği para ile geçinmek. ana baba günü * Çok kalabalı k. * Sı kı nt ı lıkalabalı k, telâş lı , tehlikeli zaman, yer veya durum. ana baba yavrusu * nazlıbüyütülmüşçocuk. ana bilim dalı * Üniversite veya fakültelerde bölümlerin alt bilim veya uzmanlı k dalları . ana bir, baba ayrı * analarıbir, babaları ayrıolan (kardeş ler).

ana cadde * Şehirde ara sokakları n açı ldı ğ ıgenişyol. ana çizgi

* Belli bir kurala göre yürütülerek bir biçimin oluş ması na yarayan çizgi.

ana dal * Ağaç, ağ aççı k veya çalı larda gövdeden ilk çı kan ve bitkinin çatı sı nıoluş turan dal. ana defter * Ticarî bir kuruluş un, aylı k ve bilânço hesapları nıgösteren defter, büyük defter, defterikebir. ana deniz * Kı talarıbirbirinden ayı ran engin deniz, okyanus, umman. ana deniz bilimi * Oş inografi. ana dil * Baş ka diller veya lehçeler türetmişolan dil. ana dili ana direk

*İ nsanı n çocukken anası ndan, evindekilerden ve soyca bağ lıolduğu topluluktan öğ rendiği dil. * Gemilerde, ekleme direklerde dipteki temel parça.

ana doğrusu * Dönen silindirin yan yüzünü oluş turan dikdörtgenin bir kenarı . * Dönen koninin yan yüzünü oluş turan dik üçgenin hipotenüsüne verilen ad. ana duvar * Bir yapı nı n, dört bir yönünü çevreleyen kalı n dı şduvar. ana düş ünce * Temel fikir. ana fikir

* Belirli bir konuda bir yazı nı n temeli olan düş ünce.

ana gibi yâr olmaz, Bağ dad gibi diyar olmaz * insanlar içinde bize ana kadar candan bağlıdost yoktur. ana kadı n * Bir ailede veya bir toplulukta en çok sayı lan kadı n. ana kapı * Bir yapı nı n süslü, büyük ön kapı sı . ana kara

* Yeryüzündeki beşbüyük kara parçası ndan her biri, kı ta.

ana kent

* Bir ülkenin veya bir bölgenin çevresindeki yerleş im yerlerine ekonomik ve toplumsal yönlerden egemen olan ve genellikle ülkenin baş ka ülkelerle olan her türlü iliş kilerinin sağlandı ğ ıen önemli kenti, metropol, büyük ş ehir. * Bir ülkede büyük kentlerden herhangi biri, metropol, büyük ş ehir. ana kı zı na taht kurar, kı z bahtı kocadan arar (veya ana kı zı na taht kurmuş , baht kuramamı ş ) * kocasıiyi olmayan bir kadı n, kendi ne kadar zengin olursa olsun, mutlu olamaz. ana kitap

* Bir bilim alanı nda yazı lmı ştemel kitap.

ana kök

* Tohumun çimlenmesinden sonra kökçüğ ün toprağa dalarak geliş mesi sonucu oluş an ilk kök.

ana kraliçe * Kralı n annesi. * Arı beyi. ana kubbe * Camilerde ayaklar veya ana duvar üzerindeki kasnağ a oturtulmuşkubbe. ana kucağ ı * Ananı n sevgi ve sevecenlikle dolu çevresi. ana kuyu * bir ocakta ana çı kı şve havalandı rmada kullanı lan kuyu. ana kuzusu * Pek küçük kucak çocuğ u. * Sı kı nt ı ya, güç iş lere alı ş mamı ş , nazlıbüyütülmüşçocuk veya genç. ana mektebi * Bkz. anaokulu. ana motif * Bir sanat eserinde sı k sı k tekrarlanarak ona özellik kazandı ran motif, laytmotif. ana muhalefet *İ ktidarı n dı ş ı nda sayı ca en üstün olan parti. ana ortaklı k * Birçok ortaklı ğı n pay senetlerini elinde bulundurarak onlarıdenetimi altı nda tutan sermaye yatı rı m ortaklı ğ ı , holding. ana rahmine düş mek * döl yatağ ı nda cenin oluş mak. ana saat

* Bir gözlem evi veya kurumda, saatler içinde en doğru giden ve öbür saatlerin ayarlanması nda kullanı lan

saat. ana sanlı * Soyadı nıana yönünden alan. ana sav

*İ leri sürülerek savunulan düş üncelerin en belli baş lıolanı .

ana sayaç

* Belirli bir yerleş im birimine veya bir ş ehre verilen toplam gazı n ölçülmesi amacı yla, ana dağ ı tı m boru hattı baş langı cı na tesis edilen sayaç sistemi. ana sı nı fı * Genellikle beşyaş ı nıbitirmişçocuklarıilkokul öğ renimine hazı rlayan sı nı f. ana sözleş me * Taraflar arası düzenlenen ilk ve temel sözleş me. ana ş ehir

* Ana kent.

ana toplardamar * Kirli kanıkalbin sağkulakçı ğ ı na boş altan iki büyük toplardamardan her biri.

ana vatan * Ana yurt. * Bir ş eyin ilk kez yetiş tigi, göründüğ ü yer. ana yapı * Bir yapıbütünü içinde yükseklik ve biçim bakı mı ndan göze çarpan, önemli bölüm. ana yarı sı * Teyze. ana yol

ana yön

* Küçük yolları n kendisine açı ldı ğı büyük yol. * Cadde. * Kuzey, güney, doğ u ve batıyönlerinden her biri.

ana yurt *İ lk yurt edinilen yer, ana vatan. ana yüreğ i * Annelik duygusu, ana sevecenliği. anabolizma * Özümleme. anaca

* Ana olarak.

anacı k * Küçük anne. * Sevimli, sempatik anne. anacı l * Anası na düş kün (çocuk). anaç

* Yavru yetiş tirecek duruma gelmişolan hayvan veya yemişverecek durumdaki ağ aç. *İ ri, kart. * Kurnaz, deneyli, bilgili, baş ı na buyruk.

anaçlaş ma * Anaçlaş mak iş i. anaçlaş mak * Anaç duruma gelmek. anaçlı k

* Anaç olma durumu.

anadan (yeni) doğmuş a dönmek (veya anadan yeni doğ muşgibi olmak) * dertsiz, tasası z, sağ lı klıbir duruma gelmek. anadan doğma * çı rı lçı plak. * doğ uş tan olan. anadan görme * annesinde gördüğü gibi. * geleneksel.

Anadolu

* Ön Asya'nı n bir parçasıolarak Türkiye'nin Asya kı tası nda bulunan toprağı na verilen ad.

Anadolulu * Anadolu halkı ndan olan (kimse). anadut * Ekin veya ot demetlerini arabaya yüklemeye veya harmanıaktarmaya yarayan, uzun saplı araç, dirgen, yaba. anaerki

* Soyda temel olarak anayıalan ve ailede çocuklarıana klânı na mal eden ilkel bir toplum düzeni, maderş ahîlik. anaerkil

* Anaerki temeline dayanan, maderş ahî, matriarkal.

anaerkillik * Kadı nı n üstünlüğ üne dayalı toplumsal örgütlenme düzeni. * Ananı n egemen olduğ u aile hayatı . anaerobik * Oksijensiz yerde yaş ayabilen, yetiş ebilen. anafor

* Bir engelle karş ı laş an su veya hava akı ntı sı nı n dönerek ve çukurlaş arak yaptı ğ ıçevrinti, ters akı ntı ları n oluş turduğu dönme, eğ rim, çevri, burgaç, girdap. * Karmakarı ş ı k, sinirli, güç durum. * Yolsuz veya emeksiz elde edilen ş ey. anafora kaptı rmak * emeksiz, karş ı lı ksı z olarak baş kası nı n yararlanması na imkân vermek. anaforcu

* Yolsuz veya emeksiz kazanç peş inde olan (kimse).

anaforculuk * Anaforcu olma durumu. anafordan * yolsuz veya emeksiz olarak. anaforlama * Anaforlamak iş i. anaforlamak * Yolsuz veya emeksiz olarak kazanç elde etmek. anaforlu

* Akı ntı lı , cereyanlı .

anagram * Bir kelimedeki harflerin yerini değiş tirerek elde edilen kelime. anahtar

* Bir kilidi açı p kapamak için kullanı lan araç, açar, açkı . * Bir ş eyin zembereğ ini kurmak için kullanı lan araç, kurgu. * Şifre yazmak ve çözmek için kararlaş tı rı lmı şolan yol. *İ stenilen yere veya aygı ta, isteğ e göre elektrik akı mı nı n geçmesini sağ lamak için kullanı lan düzen, komütatör. * Somunlarıveya vidalarıçevirerek sı kı ş tı rı p gevş etmek için kullanı lan çelik saplıaraç. * Notaları n müzik merdivenindeki yükseklik derecelerini göstermek ve buna göre okunması nısağlamak için portenin baş ı na konulan iş aret.

* Konserve kutuları nı n kapağ ı nıkeserek açmaya yarayan alet, açacak. * Vesile, araç, vası ta. anahtar ağı zlı ğı * Mobilya kapakları nı n ve çekmecelerin yüzlerine açı lan anahtar deliklerinin üzerine çivilenen paslanmaz çelik veya dökümden yapı lmı şortasıanahtara uygun, delikli metal ve plâstik gereç. anahtar bitkiler * Mera üzerinde çok bulunan ve bunları n doğru bir ş ekilde otlatı lmaları ile tüm meranı n doğ ru bir ş ekilde otlanmı şolacağ ıkabul edilen bitki türleri. anahtar kelime * Bir kompozisyonda kullanı lan temanı n ifade edildiği baş lı ca kelimelerden biri. anahtar taş ı * (yapı cı lı kta) Kemerlerin en üstündeki taş , kilit taş ı . anahtar uydurmak * bir kilidi açmak için kendi anahtarı ndan baş ka bir anahtar kullanmak. anahtar vermek * (tulûat tiyatrosunda) komiğ e nükte yapma kolaylı ğıvermek. anahtarcı * Anahtar yapan, satan veya onaran kimse. * Kapı , kasa gibi yerlere anahtar uydurarak hı rsı zlı k yapan kimse. anahtarcı lı k * Anahtarcı nı n yaptı ğ ıiş . anahtarıbeline takmak * evde yönetimi ele almak. anahtarlı k * Anahtarları n kaybolması nı önlemek, kolayca kullanı lması nısağ lamak için takı ldı ğı maden, deri ve benzerinden yapı lan halka veya kı lı f. -anak / -enek * Fiil köklerinden isim türeten ek. anakonda * Boğ agillerden tropikal Güney Amerika'da yaş ayan, avı nısararak ve sı karak öldüren yı lan (Eunectes murinus). anakronik * Çağ ıgeçmiş , çağa uymaz, eskimiş . anakronizm * Tarihe aykı rı lı k. * Çağ a uymama. analaş tı rma * Analaş tı rmak iş i. analaş tı rmak * Annedeki özellikleri kazandı rmak. analı

* Anasıolan.

analıkuzu kı nalıkuzu * Bkz. analı .

analıkuzu, kı nalıkuzu * annesi sağolan çocukları n mutluluğ unu anlatı r. analı k

* Ana olanı n durumu. * Ana duygusu. * Ana yerini tutan veya ana kadar yakı nlı k gösteren kadı n. * Üvey ana. * Anaca davranı ş .

analı k etmek * analı k görevini yapmak veya ana gibi yakı nlı k göstermek. analı kı zlı * Salça, tuz, su, bulgur ve kı ymanı n yoğ rularak küçük köfteler hâline getirilmesi ve bu malzemenin et suyu ve nohut ile piş irilmesiyle hazı rlanan yemek. analist * Tahlil, analiz yapan kimse, çözümleyici. analitik analiz

* Çözümlemeli. * Çözümleme, tahlil.

analiz etmek * Çözümlemek, tahlil etmek. analizci * Analizle uğraş an veya analiz yapan kimse. analizör analjezi analjezik

* Analiz yapan cihaz, aygı t veya organ. * Ağrı yıdindirme, acıduyumunu yok etme, acıyitimi. * Bkz. ağrı kesen.

analoji * Benzeş im, benzeş me. * Andı rı ş , andı rı ş ma. * Örnekseme. analojik

* Analoji ile ilgili, benzeş meye dayanan.

anam avradı m olsun * birini kesin olarak inandı rmak için söylenen çok kaba bir ant. anam babam * teklifsiz bir seslenme. anam!

anamal

* Kadı n erkek, büyük küçük herkese karş ıkullanı lan teklifsiz bir seslenmek. * Sese verilen tona göre ş aş ma, beğ enme, acı , üzüntü gibi duygular anlatı r. * Sermaye, kapital.

sermaye.

* Bir ticaret iş inin kurulması , yürütülmesi için gereken anapara ve paraya çevrilebilir malları n bütünü,

anamal birikimi * Anamalcı nı n elde ettiği artı k değ erin bir bölümünü kendi kullanı rken büyük bölümünü anamalı na ekleyerek onu büyütmesi. anamalcı * Üretim araçları nıözel mülkiyetinde bulunduran, anamal sahibi, sermayedar, kapitalist. * Anamalcı lı k düzenini benimsemiş . anamalcı lı k * Anamala dayanan ve kâr amacıgüden üretim düzeni, kapitalizm. anan yahş i, baban yahş i * birini, bir iş e razıetmek için gereğ inden çok överek yumuş atmak amacı güdüldüğ ünü baş kası na anlatı rken kullanı lı r. ananas * Ananasgillerden, sı cak ülkelerde yetiş en bir ağaç (Ananas sativus). * Bu ağacı n tadı , kokusu çok beğ enilen meyvesi. ananasgiller * Bir çeneklilerden, sı cak ülkelerde yetiş en ve örneği ananas olan bitki familyası . an'ane an'aneci

* Gelenek. * Ananeye bağ lıolan, gelenekçi.

an'anecilik * Gelenekçilik. an'anesiz * Geleneğ e sahip bulunmayan. ananet an'anevi

* Erkekte cinsel güçsüzlük, puluçluk. * Geleneğ e dayanan, geleneksel.

ananı n ak sütü gibi (helâl olsun) * anamı n sütü bana nası l helâl ise, bu da sana öyle helâl olsun. ananı n örekesi * saçma bir söze karş ıverilen karş ı lı k. anaokulu

* Öğrenim çağ ı na henüz gelmemişiki ile altıyaşarası ndaki çocuklarıokul düzenine hazı rlayan eğ itim kuruluş u. anapara anarş i

anarş ik

*İ ş letilen paranı n faiz katı lmamı şbütünü. * Siyasî ve idarî kurumlardaki çözülme sonucu olarak devlet denetiminin kalmamasıdurumu, baş sı zlı k. * Kargaş a, baş ı boş luk. * Anarş i niteliğinde olan.

anarş ist

* Anarş i ile ilgili olan. * Anarş izm yanlı sı olan kimse.

anarş istleş me * Anarş istleş mek iş i veya durumu. anarş istleş mek * Anarş ist özelliği taş ı mak. anarş istlik * Anarş ist olma durumu, iş i. anarş izm * Tarihî ş artlar ne olursa olsun devletin ortadan kaldı rı lması na çalı ş an öğreti. anartri

* Dil tutukluğ u.

anasıağ lamak * çok sı kı ntıçekmek, eziyet çekmek, bitkin duruma gelmek. anasıdanası * soyu sopu, bütün aile. anasıkı lı klı * görüş , davranı ş , huy vb. bakı mı ndan anası na benzeyen. anasıturp (veya sarı msak), babasış algam (veya soğ an) * ne olduğu belirsiz kimselerin çocuğ u. anasıyerinde * bir gencin anasıkadar yaş lı(kadı n). anası l

* Kökten, ası l olarak, esaslıbir biçimde.

anası na avradı na sövmek * birinin anası nı ve karı sı nıamaçlayarak çirkin söz söylemek. anası na bak, kı zı nıal, kenarı na bak, bezini al * bir kı zı n karakterini öğrenmek isteyenler, anası nı n hâlini göz önüne alı rlarsa aldanmamı şolurlar. anası ndan doğduğ una piş man * çok tembel, üş engeç. * canı ndan bezmiş . anası ndan doğduğ una piş man etmek * çok eziyet etmek, çok üzmek, bezdirmek. anası ndan emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek * bir iş i yaparken çok sı kı ntıçekmek. anası ndan emdiği sütü burnundan getirmek anası nıağlatmak * bir kimseye çok eziyet etmek, çok sı kı ntı çektirmek. anası nıbellemek * bir kimseye en büyük kötülüğ ü yapmak.

anası nıeş ek kovalası n! * sözü edilen kimse veya işiçin bı kkı nlı k, dikkate almama ve umursamama anlatı r. anası nısat! (veya satayı m) * önem verme, aldı rma, umursama, bunun için gam yeme (yemem)!. anası nı n gözü * çok kurnaz, çok açı k göz, dalavereci, hinoğluhin. anası nı n ipini satmı ş(veya pazara çı karmı ş ) * ipsiz, kendisinden her türlü soysuzluk beklenebilen (kimse). anası nı n kı zı * anası nı n huyları kendisinde de görülen kı z. anası nı n körpe kuzusu * pek küçük kucak çocuğu. anası nı n nikâhı nıistemek * bir ş eye değ erinden çok para istemek. anası r anası z anası zlı k

* Unsurlar, ögeler. * Anasıolmayan. * Anası z olma durumu.

anason * Maydanozgillerden, kokulu tohumu hamur iş lerinde ve rakı yapı mı nda kullanı lan, yurdumuzda ekimi yapı lan bitki (Pimpinella anisum). anatomi *İ nsan, hayvan ve bitkilerin yapı sı nıve organları nı n birbiriyle olan ilgilerini inceleyen bilim, teş rih. * Beden yapı sı , gövde yapı sı . * Bir ş eyin oluş umunda göze çarpan özel yapı . anatomici * Anatomi uzmanı . * Anatomi dersi veren öğ retim üyesi. anatomik

* Anatomi ile ilgili. *İ nsan vücudunun anatomisi ile ilgili.

anatomist * Anatomiyle uğraş an bilimci. anavaş ya * Göçücü balı kları n Akdeniz'den Karadeniz'e çı kması , katavaş ya. anayasa

* Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargı lama güçlerinin nası l kullanı lacağ ı nıgösteren, yurttaş ları n kamu hakları nı bildiren temel yasa, kanunuesasî, teş kilâtı esasiye kanunu. anayasacı * Anayasayısavunan, anayasadan yana olan. * Anayasa konusunda yetkili olan, anayasa okutan (kimse). anayasal

* Anayasa ile ilgili. anbean * Dakikadan dakikaya, her an, gittikçe. anca

* Ancak.

anca beraber, kanca beraber * bir iş te iki veya daha çok kimsenin, o işkötü de gitse, birbirinden ayrı lmamaları gerektiğini anlatı r. ancak

ançüez andaç

andante

* "Yalnı z, sadece" gibi sı nı rlama anlatı r. * "Olsa olsa", "en çok", "daha çok", "güçlükle" gibi, bir ş eyin daha çoğunun, ilerisinin olmadı ğ ı nıgösterir. * "Lâkin", "ama", "yalnı z" gibi bir düş ünceye karş ı t ikinci bir düş ünceyi anlatı r. * En erken. * Genellikle hamsi, bazen de çaça, sardalye veya tirsi balı kları ndan yapı lan tuzlu ve yağ lıezme. * Ajanda. * (çoğ ul durumunda) Anı lar, hatı rat. * Anı , yadigâr. * Yarıyavaş , adagio ile andantino arası .

andantino * Andante'den daha canlı , daha hı zlı . andaval

* Ahmak, aptal, beceriksiz, saş kı n, bön.

andavallı * Bön ve görgüsüz, beceriksiz (kimse). andemi andemik andezit

* Belli bir bölgede sı k sı k görülen hastalı k. * Belli bir bölgede sı k sı k görülen. * Plâjiyoklâzlıbir yanardağkültesi.

andı k * Sı rtlan. andı rı ş

* Andı rmak iş i veya biçimi, analoji. *İ ki ş ey arası nda bazınoktalardaki uygunluk, benzerlik durumu, temsil.

andı rı ş ma * Andı rı ş mak iş i, analoji. *İ ltibas. andı rı ş mak * (bir ş ey) Baş ka bir ş eyi andı rmak. andı rma

* Andı rmak iş i.

andı rmak * Anmak iş ini yaptı rmak. * Benzer yanlarıbulunmak, çağ rı ş tı rmak. andı z

* Yapraklarıdikenli olan bir çeş it ardı ç. * Servi ağacı . * Kı rlarda yetiş en yabanî bir otun kökü.

andı z otu * Birleş ikgillerden, nemli yerlerde yetiş en, sarı çiçekli, acıve kokulu bir ot (İ nula). andoskop * Bkz. endoskop. andoskopi * Bkz. endoskopi. andropoz * Erkeklerde yaşdönümü. anekdot * Kı sa veya özlü anlatı mıolan güldürücü hikâye, fı kra. anele anemi anemik

* Gemilerde türlü iş lerde kullanı lan bir tür demir halka. * Kansı zlı k. * Kansı z.

anemometre * Yelölçer. anemon aneroit anestezi

* Dağlâlesi. * Cı va yerine bir maden kutu kullanmak temeline dayanan kadranlıbarometre. * Uyuş turucu bir ilâçla vücudun bütününde veya belirli bir bölgesinde duyuları n yok olması , duyum yitimi.

anestezist * Anestezi uzmanı . anesteziyoloji * Duyum yitimi bilimi. anevrizma * Bir atardamarı n bir noktası nda oluş an ur biçimindeki gevş eme ş iş kinliğ i. angaje

* Sözle veya yazı lıolarak bağlanan.

angaje etmek * birini söz veya yazıile bağlamak, taahhüt etmek. angaje olmak

* sözle veya yazı lıolarak bir ş eye bağ lanmak. angajman * Yüklenme, üstlenme, bağlantı , taahhüt. angajmanlı * Bağ lantı sı , taahhüdü olan. angajmansı z * Bağ lantı sı , taahhüdü olmayan. angajmansı zlı k * Angajmanıolmama durumu. angarya * Bir kimseye veya bir topluluğa zorla, ücret vermeden yaptı rı lan iş . * Kölelik düzeninde köylünün derebeyine yaptı ğızorunlu ücretsiz hizmeti. * Savaşdurumundaki bir devletin, kendi suları ndaki yabancı bir devletin ticaret gemilerine el koyarak bunlardan yararlanması . * Olağ anüstü durumlarda veya sı kı yönetimde devletin vatandaş lara ait ta ş ı tlara el koyması . * Usandı rı cı , bı ktı rı cı , zorla yapı lan iş . angarya çekmek * bir iş i isteksizce, hatı r için yapmaya mecbur olmak. angaryacı * Baş kası na ücretsiz işyaptı ran kimse. angaryaya koş mak * birini zorunlu olmadı ğıhâlde bir iş te çalı ş maya zorlamak. angı ç

* Harman zamanıfazla sap yüklemek için öküz ve at arabaları nı n iki tarafı na takı lan parmaklı k.

angı n * Ünlü, anı lmı ş , meş hur. Anglikan

*İ ngiliz kilisesine bağlıolan (kimse).

Anglikanizm *İ ngiliz kilisesinin tuttuğ u inanç yolu. Anglofil

*İ ngiliz yanlı sı .

Anglosakson * V. ve VI. yüzyı lda Büyük Britanya'yıele geçiren Cermen ı rkı ndan oymaklara verilen ad. * Ana dili İ ngilizce olan kimse. *İ ngilizlere has olan. Angolalı * Angola'da yaş ayan (kimse). angström * Metrenin on milyarda biri değerine eş it olan ı ş ı k dalgaları nıölçme birimi. Kı saltmasıA. angudî angut

* Angut kuş unun renginde. * Ördekgillerden, tüyleri kiremit renginde, evcilleş tirilebilen bir yaban kuş u (Casarca ferruginea).

* Ahmak, kaba saba. anha minha * Aş ağ ıyukarı . anhidrit anı

anı k anı klama

* Genellikle kaya tuzu ve alçıtaş ı yla birlikte bulunan doğal, susuz kalsiyum sülfat. * Hatı ra. * Yaş anmı şolayları n anlatı ldı ğ ıyazıtürü, hatı ra. * Hazı r. * Anı klamak iş i.

anı klamak * Hazı rlamak. anı klaş ma * Anı klaş mak iş i. anı klaş mak * Hazı r olma durumu. anı klı k

* Hazı rlı k.

anı laş ma * Anı laş mak iş i, anı durumuna girme. anı laş mak * Anıniteliği kazanmak. anı lma anı lmak

* Anı lmak iş i. * Anmak iş ine konu olmak, hatı rlamak.

anı msama * Hatı rlama. anı msamak * Hatı rlamak. anı msanma * Hatı rlanma. anı msanmak * Hatı rlanmak. anı msatma * Hatı rlatma. anı msatmak * Hatı rlatmak. anı rı ş

* Anı rma iş i veya biçimi.

anı rma anı rmak anı rtı

* Anı rmak iş i. * (eş ek) Bağ ı rmak. * Eş eğ in anı rı rken çı kardı ğ ıses.

anı rtma * Anı rtmak iş i. anı rtmak anı ş tı rma

* Anı rması nısağlamak. * Anı ş tı rmak iş i. * Bir yazı da veya ş iirde bilinen bir olayı , bir atasözünü anlatma veya çağ rı ş tı rma sanatı , telmih.

anı ş tı rmak * Bir ş eyi açı kça söylemeyip üstü kapalıanlatmak, dolaylıanlatmak, ima etmek ihsas etmek. anı t

* Önemli bir olayıveya büyük bir kiş inin gelecek kuş aklarca tarih boyunca anı lmasıiçin yapı lan, göze çarpacak büyüklükte, sembol niteliğinde yapı , abide. * Önemi ve değ eri çok olan eser. anı t mezar * Görkemli, anı tsal mezar. Anı tkabir * Atatürk'ün mezarı . * (küçük a ile) Tarih değ eri olan kiş ilerin mezarıolarak yapı lan anı t değ erindeki yapı . anı tlaş ma * Anı tlaş mak iş i. anı tlaş mak * Anı t durumuna gelmek, anı t değ eri kazanmak. * Saygıve sevgi ile anı lı r duruma gelmek, abideleş mek. anı tlaş tı rı lma * Anı tlaş tı rı lmak durumu. anı tlaş tı rı lmak * Anı tlaş tı rmak durumuna getirmek. anı tlaş tı rma * Anı tlaş tı rmak iş i. anı tlaş tı rmak * Anı t durumuna getirmek, abideleş tirmek. anı tsal * Anı t niteliğinde olan, anı ta benzeyen, abidevî. * Büyüklüğü, görünüş ü ve güzelliğiyle görenleri etkileyen, görkemli. anı tsı * Anı ta benzer. anı z

* Ekin biçildikten sonra tarlada kalan köklü sap. * Ekin biçildikten sonra sürülmemiştarla. anı z biçmek * anı zıve tarla kenarı ndaki otlarıbiçmek. anı z bozmak * anı zıalt üst etmek için toprağ ıyüzden sürmek. anı zlı k anî

anî akı n anî hı z

* Anı zısökülmemiştarla. * Bir anda oluveren, apansı z. * Ansı zı n, birdenbire. * Bir anda gerçekleş tirilen hücum. * Bir andaki hı z.

anîde * Hemencecik, bir anda, birden. anîden anif anilin

* Ansı zı n, birdenbire. * Sert, kaba. * Benzenden türeyen bir amin.

anilin boyalar * Taşkömürü eterinden elde edilen, fotoğ rafçı lı kta, bası m iş lerinde, boya sanayiinde kullanı lan organik boya cevheri. animasyon * Canlandı rma. animato animizm anjin

* Bir parçanı n canlıçalı nacağ ı nıanlatı r. * Canlı cı lı k. * Boğ az mukozası nı nş iş mesi, boğ ak, yutak iltihabı , hunnak, farenjit.

anjiyo * Anjiyografinin kı saltması . anjiyo olmak * anjiyografi çektirmek veya yaptı rmak. anjiyografi * Damar içine x ı ş ı nları nıgeçirmeyen bir madde ş ı rı nga edildikten sonra damarları n filminin alı nması . anjiyoloji

* Dolaş ı m organları nıinceleyen anatomi bölümü.

Anka

* Masallarda adıgeçen ve gerçekte var olmayan büyük bir kuş , Zümrüdüanka.

Ankara keçisi * Uzun, kı vı rcı k ve ipek gibi yumuş ak kı lları olan ve Ankara yöresinde yetiş tirilen evcil keçi türü, tiftik keçisi. Ankara kedisi * Uzun tüylü ve Ankara yöresinde yetiş en kedi ı rkı . ankastre

* Bir oyuğ a, yuvaya yerleş tirilmiş(tesisat).

ankesörlü telefon * Kutulu telefon. anket

* Soruş turma, sormaca.

anket yapmak * bir konuda soruş turma, araş tı rma yapmak. anketçi

* Soruş turmacı .

anketçilik * Soruş turmacı lı k. anketör

* Anket yapan uzman.

ankiloz * Oynar eklemlerde oynaklı ğ ı n kalmaması yla eklemin iş lemez duruma gelmesi, eklem kaynaş ması . anladı msa arap olayı m * hiçbir ş ey anlamadı m. anlak anlaklı

* Zekâ. * Zeki.

anlam * Bir kelimeden, bir sözden, bir davranı şveya olgudan anlaş ı lan ş ey; bunları n hatı rlattı ğ ıdüş ünce veya nesne, mana, fehva. * Bir önermenin, bir tasarı nı n, bir düş üncenin veya eserin anlatmak istediğ iş ey. anlam aykı rı lı ğı * Karş ı t anlamlıkelimelerin, sözlerin bir araya gelmesi. anlam bayağı laş ması * Anlam kötüleş mesi. anlam bilimi * Dili anlam açı sı ndan inceleyen bilim dalı , semantik. anlam bilimsel * Anlam bilimi ile ilgili, semantik. anlam çı karmak * bir cümlede veya bir metinden yeni ve değiş ik bir anlam yakalamak veya bulup çı karmak.

* yersiz ve gereksiz bir yargı ya varmak, yanlı şdeğ erlendirmek; bir söze, söyleyenin aklı ndan geçmeyen bir anlam vermek. anlam daralması * Genişkavramlarıolan bir kelimenin, bu kavramlar içinden tek bir anlam bildirmesi durumu, genel bir anlamdan özel bir anlama geçiş . anlam değiş mesi * Anlamı n daralması , geniş lemesi, kaymasıveya bayağı laş ması . anlam geniş lemesi * Dar bir anlamda kullanı lan bazıkelimelerdeki anlamı n ilgili kavramlara yayı lması . anlam iyileş mesi * Kötü ve olumsuz bir anlamıolan bir kelimenin zamanla iyi bir anlam kazanması . * Bkz. isimden türeme fiil. anlam kayması * Yeni bir anlam vermek üzere kelimelerin gerçek anlamları ndan kayarak kalı plaş maları . anlam kötüleş mesi * Anlamıiyi ve olumlu olan bir kelimenin zamanla kötü veya kötüye doğru giden bir anlam kazanması . anlam vermek * kendince bir yargı ya varmak, yorumlamak. anlama * Anlamak iş i, vukuf. * Bir olay veya önermenin daha önce bilinen bir kanunun veya formülün sonucu olduğunu görme. anlamak * Bir ş eyin ne demek olduğ unu, neye iş aret ettiğini kavramak; yeni bilgileri eskileriyle bir araya getirerek sonuç niteliğ inde baş ka bir bilgi edinmek. * Sorup öğrenmek. * Doğru ve yerinde bulmak. * Birinin duyguları nı , isteklerini, düş üncelerini sezebilmek. * Bir ş ey üzerinde bilgisi bulunmak. * (olumsuz veya soru biçiminde) İ yilik görmek, yararlanmak. * Sahip olmayı istemek, dileğinin yerine getirilmesini istemek. anlamamak * hoş lanmamak, ilgilenmemek. anlamamazlı k * Anlamazlı k. anlamazlı k * Bir ş eyi anlamamı ş , kavrayamamı şgibi davranmak. anlamazlı ktan gelmek * bir ş eyi anladı ğı hâlde anlamamı ş , farkı na varmamı şgibi davranmak. anlamdaş * Eşanlamlı , müradif, müteradif, sinonim. anlamdaş lı k * Eşanlamlı lı k. anlamı na gelmek (veya manaya gelmek) * (bir anlam) bildirmek. anlamlandı rma

* Anlamlandı rmak iş i. anlamlandı rmak * Anlamı nı açı klamak; anlam vermek, anlam kazandı rmak. anlamlı

* Anlamıolan, bir ş ey demek isteyen, düş ündürücü, manalı , manidar.

anlamlıanlamlı * Anlamlı olarak. anlamlı lı k * Anlamlı olma durumu. anlamsal * Anlamla ilgili, semantik. anlamsı z * Anlamıolmayan, önemli bir ş ey anlatmayan, manası z. anlamsı zlaş ma * Anlamsı zlaş mak durumu. anlamsı zlaş mak * Anlamsı z duruma gelmek. anlamsı zlaş tı rma * Anlamsı zlaş tı rmak durumu. anlamsı zlaş tı rmak * Anlamsı z duruma getirmek. anlamsı zlı k * Anlamsı z olma durumu, manası zlı k. anlarsı n ya! * açı klanmamasıgereken bir olayı dolaylıyoldan anlatmak için kullanı lı r. anlaş ı k * Araları nda anlaş ma bulunan taraflardan, kimselerden biri. anlaş ı lan

* anlaş ı ldı ğı na göre, galiba.

anlaş ı ldıVehbi'nin kerrakesi * iş in iç yüzü, gerçeğ i öğ renildi. anlaş ı ldıVehbi'nin kerrakesi * Bkz. anlaş ı ldıVehbi'nin kerrakesi. anlaş ı lma * Anlaş ı lmak iş i. anlaş ı lmak * Anlamak iş ine konu olmak, belli olmak, ortaya çı kmak. anlaş ı lmaz * Anlaş ı lmasıgüç olan, bir anlam verilemeyen, karı ş ı k, muğ lâk. anlaş ma

* Anlaş mak iş i, uyuş ma, itilâf.

* Devletler arasısiyasî, ekonomik, kültürel vb. alanlarda yapı lan uzlaş ma ve bu uzlaş manı n tespit edildiğ i belge, uyuş ma, itilâf, antant. anlaş ma yapmak * anlaş ma belgesi düzenleyip imzalamak. anlaş mak * Düş ünce, duygu, amaç bakı mı ndan birleş mek. anlaş malı * Anlaş maya dayanan. anlaş maya varmak * bir konuda birisiyle anlaş mak. anlaş mazlı k *İ ki veya daha çok tarafı n karş ı laş an düş ünce ve amaçlarıarası nda ayrı lı k, uyuş mazlı k, ihtilâf. anlaş mazlı k çı kmak * bir konuda uyuş mazlı k söz konusu olmak. anlaş tı rma * Anlaş tı rmak iş i. anlaş tı rmak * Anlaş mayı , uzlaş mayı , uyuş mayısağlamak. anlata anlata bitirememek * bir ş eyden çok söz etmek, övmek. anlatı * Hikâye etme, tahkiye. anlatı cı anlatı lma

* Hikâye, fı kra gibi ş eyleri anlatan kimse. * Anlatı lmak iş i.

anlatı lmak * Anlatmak iş ine konu olmak. anlatı m * Anlatmak iş i. * Bir duyguyu, bir düş ünceyi, bir konuyu söz veya yazıile bildirme, ifade. anlatı m bilimi * Üslûp yöntemlerini inceleyen edebî araş tı rma, inceleme, stilistik. anlatı m tonu * Anlatı mda mantı k ve düş ünce özelliğ ine göre oluş an ton. anlatı mcı * Yalnı zca hikâye etmeye ağ ı rlı k veren (eser). * Eserlerinde hikâye etmeye, tahkiyeye ağı rlı k veren (yazar). anlatı mcı lı k * Bkz. ekspresyonizm. anlatı mlı * Düş ünce ve duyguyu güçlü ve canlıbir biçimde anlatan.

anlatı ş anlatma

* Anlatmak iş i veya biçimi, takrir. * Anlatmak iş i.

anlatmak * Bir konu üzerinde açı klamada bulunmak, bilgi vermek, izah etmek. *İ nandı rmak, belirtmek. * Söylemek, nakletmek. anlattı rma * Anlattı rmak iş i. anlattı rmak * Bir konu üzerinde bilgisini ölçmek, açı klama yaptı rmak. anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az * anlayı ş lıkimseleri en küçük bir söz bile etkiler, oysa anlayı ş sı z kimselere ne söylense yararsı zdı r. anlayı p dinlemek * (bir olayla ilgili olarak) iyice anlamak. anlayı ş

* Anlamak iş i veya biçimi, telâkki, zihniyet. * Anlama yeteneğ i, feraset, izan, zekâ. * Hoşgörme, hâlden anlama. * Ayı rı cıbir nitelik olmak bakı mı ndan görüş , zihniyet.

anlayı şgöstermek * istenilen veya söylenilen bir ş eyi hoş görüyle karş ı lamak. anlayı ş lı * Anlayı ş ıolan, ferasetli, izanlı , zeki. * Hoş görülü. anlayı ş lı lı k * Anlayı ş lıolma durumu. anlayı ş sı z * Anlayı ş ıkı t olan, kafası z, kavrayı ş sı z, vurdumduymaz, kalı n kafalı , izansı z, ferasetsiz, gabi. * Hoş görüsüz. anlayı ş sı zlı k * Anlayı şkı tlı ğ ı , kafası zlı k, kalı n kafalı lı k, vurdumduymazlı k, izansı zlı k, gabavet. * Hoş görüsüzlük. anlış anlı * Güzel, gösteriş li, ünlü. anlı k entelekt.

* Kı sa süren, bir an içinde olan. * Duyu ve iradeden ayrıolarak düş ünülen bilme melekesi, anlama gücü; usa vurma, yargı lama, müdrike,

anlı kçı lı k * Duyu ve irade karş ı sı nda anlı ğ ı n üstünlüğ ünü ileri süren doktrin, zihniye, entelektüalizm. anma * Birini veya bir ş eyi akla getirerek sözünü etme. * Ölmüşbir insanıhatı rlamak için yapı lan tören, ihtifal.

anma töreni * Bir kiş iyi veya bir olayıhatı rlamak için yapı lan tören. anmak

anmalı k anne

* Birini veya bir ş eyi akla getirerek sözünü etmek veya onu düş ünmek, zikretmek, hatı rlamak. * Bir sözü ağzı na almak. * Bir armağ anla gönlünü almak. * Adlandı rmak. * Anı lmak için verilen ş ey, hatı ra, yadigâr, bergüzar. * Çocuğ unu dünyaya getiren kadı n.

anne olmak * (kadı n) çocuk sahibi olmak. anneanne * Annenin annesi. annelik

* Anne olma niteliğ i veya durumu.

annelik etmek * annelik görevini yapmak veya anne gibi ilgi ve yakı nlı k göstermek. anofel

* Sı tma mikrobunu aş ı layan bir tür sivrisinek (Anopheles maculipennis).

anomali * Sapaklı k, aykı rı lı k. anonim

* Adısanıbilinmeyen. * Yaratı cı sı nı n adıbilinmeyen (eser).

anonim ortaklı k * Sermayesi paylara bölünmüşolan ve her ortağ ı n sorumluluğu sermayedeki payı yla sı nı rlıbulunan ortaklı k, anonim ş irket. anonim ş irket * En az beşkiş inin kurduğ u, sermayesi hisselere bölünmüşve her ortağ ı n sorumluluğu sermayedeki hissesi ile sı nı rlıortaklı k, anonim ortaklı k. anons

* Duyuru, duyurma.

anons etmek * sözle veya yazı yla bir durumu, bir haberi halka bildirmek. anonsör

* Bkz. sunucu.

anorak * Baş lı klı , su geçirmeyen spor ceket. anorganik *İ norganik. anormal

* Genel olan örneğe, alı ş ı lmı ş a ve kurala aykı rıolan; düzgün olmayan, gayritabiî.

* Dengesi bozuk, deli. anormalleş me * Anormalleş mek iş i. anormalleş mek * Anormal duruma gelmek. anormallik * Anormal olma durumu. anot

* Bir elektrolitte elektrik akı mı nı n gelip bağlandı ğ ıve içeri girdiğ i uç, artıuç.

ansefal * Kafatasıiçindeki beyin ve yardı mcı organları n hepsi. ansefalit ansı ma ansı mak

* Beynin irinsiz iltihaplıhastalı ğı . * Bkz. anı msama. * Bkz. anı msamak.

ansı z * Anlayı ş sı z, akı lsı z. * Birdenbire, habersiz. ansı zı n * Hiç hatı ra gelmedik bir sı rada, birdenbire, anî olarak, anîden. ansiklopedi * Bütün bilim, sanat dalları nıtek veya bir arada belli bir yönteme göre inceleyen eser, bilgilik. ansiklopedici * Ansiklopedi hazı rlayan veya satan (kimse). ansiklopedicilik * Ansiklopedicinin yaptı ğ ıiş . * Değiş ik alanlardaki bilgileri sistemli bir yöntemle bir araya getirme veya toplama iş i. ansiklopedik * Ansiklopedi ile ilgili. * Her konuda biraz bilgi sahibi olan. ansiklopedik sözlük * Alfabetik sı raya göre kelimelerin karş ı lı kları nıgenişbir biçimde veren, özel adlarıda içine alan sözlük türü. ant * Tanrı 'yıveya kutsal bilinen bir kiş iyi, bir ş eyi tanı k göstererek bir olayıdoğ rulama, yemin. * Kendi kendine söz verme. ant içmek (veya etmek) * bir ş eyi yapmaya veya yapmamaya ant ile söz vermek, yemin etmek. ant kardeş i * Bkz. kan kardeş i. ant verdirmek * bir ş eyi yapmasıiçin bir kimseye ant içirmek.

ant vermek * "Allah aş kı na, "çocukları nı n baş ıiçin" gibi sözlerle karş ı sı ndakini bir ş eye zorlamak. antagonizma * Tezat. antant

* Anlaş ma, uyuş ma, mutabakat, itilâf.

antant kalmak * anlaş mak, uzlaş mak. antarktik

* Güney kutupla ilgili, güney kutup yakı nı nda olan.

antarktik kara * Güney kutuptaki kara bölgesi. anten

* Boş lukta yayı lan elektromanyetik dalgalarıtoplayarak bu dalgaları n transmisyon hatları içerisinde yayı lması nısağ layan cihaz. * Duyarga. * Olta ş amandı rası nı n alt ve üst kı smı nda bulunan ince uçlar. anten yükselteci * Anten ile alı cıarası nda yer alarak elektromanyetik dalgaları n genliğini yükselten cihaz. antenli

* Anteni olan.

antenli balı k * Göğüs yüzgeçleri saplı , iskeleti kemikleş miş , sı rt yüzgeçleri uzamı şkemikli balı k türü. Antep baklavası * Antep yöresinde yapı lan özel bir tatlıtürü. Antep fı stı ğı * Antep fı stı ğı gillerin örnek bitkisi, yurdumuzda Gazi Antep ve Siirt bölgelerinde yetiş en, yanlı şolarak Ş am fı stı ğ ıda denilen bir ağaç (Pistacia vera). * Bu ağacı n, ince ve sert kabuklu, yağ lıyemiş i. Antep fı stı ğı giller * Ayrıtaç yapraklı lardan, tipik örneği Antep fı stı ğıağ acıolan bir familya. Antep iş i * Gazi Antep yöresine özgü, iplikleri çı karı lmı şve kafes ş eklini almı şkumaşüzerine aynırenk iplikle verevine sarı larak yapı lan bir çeş it el iş lemesi. anterit

*İ nce bağı rsak iltihabı .

anterograf * Bağ ı rsak kası lmaları nıölçmeye yarayan alet. anterosel

*İ nce bağı rsak fı tı ğ ı .

anterostomi * Bağ ı rsak düğ ümlenmesinin kesilip alı nması . antet

* Kâğ ı t veya zarf üstüne bası lmı şad ve adres, baş lı k. antetli * Baş lı klı . antetsiz

* Baş lı ksı z.

antialerjik * Alerjilerin önlenmesinde veya tedavisinde kullanı lan ilâçları n özelliği. antiasit

* Alkalik, kalevî.

antibiyotik * Bitkilerde, özellikle küf mantarları nda bulunan veya sentezle elde edilen, birçok mikroba karş ıkullanı lan, penisilin, streptomisin gibi maddelerin ortak adı . antibiyotik tedavisi * Bir veya birçok antibiyotiğ in durdurucu veya öldürücü etkisinden faydalanı larak yapı lan tedavi. antidemokratik * Demokrasiye aykı rı olan. antidot

* Bkz. panzehir.

antiemperyalist * Emperyalizme karş ıolan. antiemperyalizm * Emperyalizme karş ıtutum, davranı şveya öğ reti. antifriz

* Bir sı vı ya katı ldı ğ ı nda o sı vı nı n donma derecesini düş ürerek donması nıönleyen madde.

antihijyenik * Sağlı k kuralları na aykı rıolma. antijen

*İ çerisine girdiğ i organizma aracı lı ğ ı yla antikor oluş umunu sağlayan bakteri, virüs, parazit gibi protein yapı sı nda madde. antik

*İ lk Çağ daki uygarlı klarla, özellikle eski Yunan ve Roma uygarlı klarıile ilgili olan.

antik çağ * Eski Yunan ve Roma uygarlı kları nı n geliş ip yayı ldı ğ ıçağ. * Bu çağa özgü olan. antika * Eski çağlardan kalma eser veya tarihî değ eri olan eski eş ya. * Genele, olağana, geleneğ e aykı rı , acayip, tuhaf. * Mendil, örtü, yatak çarş afıgibi bezlerin kenarları na paralel ipliklerden bir bölümü çekilip dikey olanları n ikisi, üçü bir arada tire ile sarı larak yapı lan dişdişsüs, sı çan diş i, ajur. * Antik. antika mobilya * En az yüz sene evvel imal edilmişolan, ana hatlarda herhangi bir değiş iklik yapı lmamı şve belli bir ekole göre isimlendirilen mobilya. antikacı

* Antika eş ya veya eser satan veya toplayan kimse. antikacı lı k * Antika eş ya veya eserlerle uğ raş ma iş i. antikalı k

* Antika olma durumu. * Tuhaflı k.

antikapitalist * Kapitalist rejime karş ıolan kimse. antikapitalizm * Kapitalizme karş ıolma. antikası nıbilmek * en iyisini bilmek. antikatot yaprak.

* Bası ncıazaltı lmı şbir elektrik boş alma tüpünde, katot ı ş ı nları nıalan elektronik lâmbadaki genellikle metal

antikite * Tarihte İ lk Çağ, antik devir. antikomünist * Komünizme karş ı . antikomünizm * Komünizm aleyhtarlı ğ ı . antikor

* Hastalı k etkenlerini zararsı z duruma getirmek için vücudun çı kardı ğımadde.

antilop * Antiloplardan, sı cak ülkelerde yaş ayan, çok hı zlı koş an, boynuzlu bir hayvan (Anthilopus). * Bu hayvanı n derisinden yapı lmı ş . antiloplar * Gevişgetiren memeli hayvanları n bir familyası . antimon

* Atom numarası51, atom ağı rlı ğı 121,76 olan, 6300 C de eriyen, haddede veya çekiç altı nda iş lenemeyen, çoğ unlukla bası m harfleri alaş ı mı nda kullanı lan, mavimtı rak beyaz renkte bir element. Kı saltmasıSb. antinomi antipati

antipatik

* Çatı ş kı . * Sevimsizlik, soğ ukluk. * Karş ı t duygu. * Antipati uyandı ran, sevimsiz, soğuk.

antipatik bulmak * sevimsiz bulmak, kanıkaynamamak. antipropaganda * Karş ıpropaganda. antisemit

* Yahudilik aleyhtarlı ğ ı . antisemitist * Yahudilere karş ı düş manca duygular besleyen ve Yahudilere karş ıayı rt edici tedbirler alı nması nıisteyen görüş e bağ lıolan (kimse). antisemitizm * Yahudilere karş ı düş manca duygular besleyen ve Yahudilere karş ıayı rt edici tedbirler alı nması nı isteyenlerin görüş ü veya tutumu. antisepsi * Mikroplarıilâçla öldürme yolları . antiseptik * Antisepsi yapmak için kullanı lan veya antisepsi özelliğ i olan (madde). antisiklon * Yüksek bası nçlıatmosfer kütlesi; havanı n sarmal biçimli hareketi için kullanı lı r. antitez

* Karş ısav.

antitoksik * Antitoksin. antitoksin *İ çine giren toksinleri zararsı z hâle getirmek için vücudun çı kardı ğ ımadde. antlaş ma

*İ ki veya daha çok devletin saldı rmazlı k, savaş ta ittifak gibi konularda üstlenmelerini belirttikleri belge ve belgede belirtilen durum, muahede, pakt. antlaş mak * Antlaş ma yapmak, ahitleş mek. antlı

* Ant içmişveya ant içirilmiş .

antoloji * Şairlerin, yazarları n, bestecilerin eserlerinden alı nmı şseçme parçalardan oluş an kitap, seçki, güldeste. antrakt antrasit antre

* Ara. * Güçlükle tutuş an, koku, duman çı karmadan, büyük bir ı sıvererek yanan bir tür taşkömürü. * Bir yapı da girip geçilen yer, methal. * Baş langı ç yemeği.

antrenman * Bir spor dalı nda yapı lan alı ş tı rma veya hazı rlı k çalı ş ması , idman, egzersiz. antrenman yapmak * spor amacı yla çalı ş mak, alı ş tı rma yapmak. antrenmanlı *İ dmanlı . antrenmansı z * Antrenmanıolmayan, idmansı z.

antrenör

* Bir spor dalı nda sporcuyu eğ iten, yetiş tiren ve çalı ş tı ran kiş i, çalı ş tı rı cı .

antrenörlük * Antrenörün iş i veya mesleği, çalı ş tı rı cı lı k. antrepo

* Gümrüklere gelmişticarî eş yanı n konulduğ u, korunduğ u yer, ardiye.

antrepocu * Antrepo iş leten kimse. * Antrepoya bakan kimse. antrepoculuk * Antrepocunun yaptı ğı iş . antrkot

* Sı ğ ı rı n iki kürek arası ndan ve pirzolalı k yerinden çı kartı lan kemiğ inden sı yrı lmı şet dilimi.

antrok

* Triyas devri katmanları nda bulunan, derisi dikenlilerden, deniz lâlelerinin sapları nı oluş turan kalsiyum karbonat birleş imli fosil. antropoit

* Bkz. insansı .

antropoitler * Bkz. insansı lar. antropolog *İ nsan bilimi uzmanı . antropoloji *İ nsanı n kökenini, evrimini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim, insan bilimi. antropolojik *İ nsan bilimiyle ilgili, insan bilimsel. antropomorfizm *İ nsan biçimcilik. antroponim * Kiş i adları nıinceleyen bilim dalı . antroposantrizm *İ nsanıtabiatı n merkezi sayan, bütün öbür yaratı kları n insan için yaratı lmı şoldukları nı söyleyen dinî nitelikli öğreti, insaniçincilik. antropozoik *İ nsanı n belirmesi ve yayı lması nıniteleyen antropozoik devir teriminde geçer. antropozoik devir * Antropozoik. antrparantez * Söz arası nda, sı rasıgelmiş ken, istitrat. anut

*İ natçı , ayak direyici.

anüri anüs

*İ drarı nıyapamama ş eklinde ağı r bir böbrek rahatsı zlı ğıbelirtisi. * Sindirim kanalı nı n doğru bağ ı rsak denilen son bölümündeki çı kı şdeliğ i, makat, ş erç.

anüs yüzgeci * Balı klarda anüs bölgesinde tek olarak bulunan yüzgeç. anyon anzarot

aort apacı apaçı k

* Negatif elektrikle yüklü iyon, eksin. * Sı cak ülkelerde yetiş en bodur bir ağ aç (Sarcocolla). * Bu ağacı n yara tedavisinde kullanı lan reçinesi. * Rakı . * Kalbin sol karı ncı ğ ı ndan çı kan ve vücuda kı rmı zıkan dağı tan büyük atardamar. * Çok acı . * Çok açı k, çok belirgin.

apaçı klı k * Apaçı k olma durumu. * Bir ş eyin, hiçbir kuş kuya yer bı rakmaksı zı n aydı nlı k, açı k bir biçimde görünmesi. apak * Çok ak. apala apalak apandis

* Abla. * (bebekler ve küçük çocuklar için) Tombul, gürbüz, iri. * Kör bağ ı rsağ ı n ince bir parmak gibi olan son bölümü.

apandisit * Apandisin iltihaplanması . apansı z

* Hiç beklenmedik bir sı rada, pek ansı zı n.

apansı zı n * Birdenbire, çok anî olarak. apar topar * Telâşve acele ile, yaka paça. aparey * Çeş itli parçalardan meydana gelen alet, cihaz. aparkat aparma

* Boksta bükük kolla aş ağ ı dan yukarı ya doğ ru atı lan yumruk. * Aparmak iş i.

aparmak

* Almak, alı p götürmek. * Gizlice almak, alı p kaçmak, çalmak.

apart otel * Müş terilerin kendi yeme ve içme ihtiyacı nıkarş ı layabilmek için gerekli malzemeler ile donatı lmı şbağı msı z apartman veya villâ tipinde inş a edilmişancak otel gibi iş letilen konaklama tesisi. apartman * Birkaç katlı ve her katı nda bir veya birkaç daire bulunan yapı . apaş apatit

* Külhan beyi, kabadayı , hayta. * Doğada, kemik dokusunda bulunan, içinde flüor veya klor olan doğal kalsiyum fosfat.

apaydı n * Çok aydı nlı k. apaydı nlı k * Apaydı n olma durumu. apayrı apaz

apaz

* Büsbütün ayrı , bambaş ka. * Avuç. * Bir avuç dolusu. * Çok az.

apazlama * Apazlamak iş i. * Pupa ile orsa arası nda geminin omurgası na 450 açıile esen (rüzgâr). * Böyle esen bir rüzgârla. apazlamak * Avuçlamak. * Yelken rüzgârla dolup ş iş mek. * (gemi) Apazlama rüzgârla gitmek. apel aperitif

* Anonim ortaklı klarda sermaye artı rı mıiçin yapı lan ödeme çağ rı sı . *İ ş tahı açmak için yemekten önce içilen içki, açar.

apı ş * Butları n iç tarafı , iki bacak arası . apı şarası *İ ki bacağ ı n arası nda kalan yer. apı ş ak

apı ş ı k

* Bacakları nı açarak yürüyen, ayrı k bacaklı . * Bacaklarıaça aça yürüme. * Yorgun, güçsüz, ş aş kı n.

* Kuyruğunu apı şarası na alarak yı lgı n yı lgı n giden (hayvan). apı ş ı p kalmak *ş aş ı rmak. apı ş lı k apı ş ma apı ş mak

apı ş tı rma

* Ağ. * Apı ş mak iş i. * Hayvan yorgunluktan bacakları nıbirbirinden ayı rarak çöküvermek. * Oturmak, bacaklarıayı rarak çömelmek. * Ne yapacağ ı nıkestirememek, ş aş ı rmak. * Apı ş tı rmak iş i.

apı ş tı rmak * Hayvanıçok yorarak yürüyecek gücünü bı rakmamak. * Çifte demir atarak döndükçe geminin bir alan içinde kalması nısağ lamak. apiko

aplik

* Geminin, zinciri toplayı p demirini kaldı rmaya hazı r bulunması . * Hazı r, tetik. * Derli toplu, süslü, ş ı k. * Duvar ş amdanı , duvar lâmbası .

aplikasyon * Uygulama. * Bir kumaşüzerine baş ka bir kumaşparçası nı veya bir danteli dikme yolu ile uygulayarak yapı lan süs. * Eldeki haritaya göre arazi üzerinde bir parseli kazı klarla belirtme. aplike

* Düz veya desenli bir kumaş tan kesilmişmotiflerin bir baş ka kumaş a iş lenmişdurumu.

apokaliptik * Anlaş ı lmaz, kapalı , karanlı k (söz veya yazı ). apokrif * Doğruluğuna güvenilmez söz veya yazı . apolet

* Subaylarda rütbeyi göstermek için üniformaları n omuzları na takı lan iş aretli parça, omuzluk. * Giysilerin omuzları na süs olarak takı lan parça.

apoletleri sökülmek * bir suç sebebiyle rütbesi indirilmek veya askerlikten atı lmak. aport

* Avı n veya kendisine gösterilen ş eyin üzerine atı lı p getirmesi için köpeğe verilen buyruk.

aposteriori * Deney sonucu ortaya çı kan (bilgi), sonsal. apoş i * Çember biçiminde, telden yapı lma, torbaya benzer, büyük gözlü ağ . apotr

* Yardı mcı , koruyucu, havari. appassionato * Bir parçanı n coş kunca çalı nacağ ı nıanlatı r. apraksi apre

apreci apreleme

* Bkz. iş lev yitimi. * Kumaşveya derinin cilâlanması , perdahlanması . * Dokumacı lı kta, boyacı lı kta cilâ olarak kullanı lan madde. * Apre yapan kimse. * Aprelemek iş i.

aprelemek * Kumaşveya deriyi cilâlamak, perdahlamak. apreli apresiz april

* Apresi olan. * Apresi yapı lmamı ş , perdahlanmamı şveya cilâlanmamı ş . * Nisan ayı , abril.

apriori * Hiçbir denemeye dayanmayan ve akı l yordamı yla bulunup ortaya konan, önsel. apse

*İ rin birikimi, çı ban.

apse yapmak * bir doku içinde iltihap oluş mak. apseleş me * Apseleş mek durumu. apseleş mek * Yara irin bağ lamak, apse yapmak. apsent apsis

aptal

* Pelinle kokulandı rı lmı şsert bir içki. * Yönlü bir eksen üzerinde bir noktanı n, baş langı ç noktası na olan uzaklı ğ ı nı n cebirsel değ eri. * Bir noktanı n uzaydaki yerini bulmaya yarayan ana çizgilerden yatay olanı , koordinat. * Zekâsıpek geliş memiş , zekâ yoksunu, alı k, ahmak. * Küçümseme belirten seslenme; azarlama.

aptal aptal * Aptal gibi, aptalca, aval aval. aptal olmak * aptal durumda bulunmak.

aptal yerine koymak (veya koyulmak) * anlamaz, bilmez sanmak (sanı lmak). aptalca

* Biraz aptal. * (apta'lca) Aptala yaraş ı r nitelikte, aptal gibi, ahmakça.

aptalcası na * Aptala yakı ş ı r biçimde, aptal gibi. aptallaş ma * Aptallaş mak iş i veya durumu. aptallaş mak * Zekâsı nıiş letemez olmak, alı klaş mak, ahmaklaş mak. aptallaş tı rma * Aptallaş tı rmak iş i veya durumu. aptallaş tı rmak * Aptallaş ması na sebep olmak, aptal duruma getirmek, ahmaklaş tı rmak. aptallı ğa vurmak * bir ş eyi bilmez, anlamaz gibi görünmek. aptallı k

* Aptal olma durumu veya aptalca iş .

aptallı k etmek * aptalca davranmak veya aptalca işgörmek. apteriks

* Bkz. kivi.

aptes * Bkz. abdest. aptesbozan * Bkz. abdestbozan. aptesbozan otu * Bkz. abdestbozan otu. apteshane * Bkz. abdesthane. aptesli * Bkz. abdestli. apteslik aptessiz apukurya

* Bkz. abdestlik. * Bkz. abdestsiz. * Et kesimi yortusu.

apul apul * Tombul çocukları n bacakları nıaçarak salı na salı na yürüyüş lerini anlatı r. Ar

* Argon'un kı saltması . ar * Tarı m alanları için yüz metre kare değ erinde yüzey ölçü birimi. ar

* Utanma, utanç duyma.

-ar- / -er* Belirli fiillere gelen genişzaman eki: aç-ar, biç-er, geç-er, bat-ar, çı k-ar, yat-ar, kalk-ar, ölç-er vb. Bu ekle yapı lmı şisimler de vardı r: keser, açar "anahtar", çı kar "menfaat" vb. -ar- / -er*İ simden geçiş siz fiil türeten ek. -ar- / -er*İ simden geçiş li fiil türeten ek: baş -ar-mak, suv-ar-mak vb. -ar- / -er* Fiilden ettirgen çatı türeten ek: çı k-ar-mak, gid-er-mek vb. ar belâsı * namus ve onuru için baş kasısöz eder korkusu. ar damarı çatlamı ş * utanç duyulacak ş eyleri hiç sı kı lmadan yapan, utanmaz. ar etmek

* utanmak.

ar namus tertemiz * utanmasıolmayan. ar ve hayâ perdesi yı rtı lmak * utanmamak, utanç duymamak, yüzsüzlük etmek. ar yı lıdeğil, kâr yı lı * birinin sı kı lmayı bir yana bı rakarak yalnı z çı karı na baktı ğ ıanlatı lı rken söylenir. ara

*İ ki ş eyi birbirinden ayı ran uzaklı k, açı klı k, aralı k, boş luk, mesafe. *İ ki olguyu, iki olayıbirbirinden ayı ran zaman, fası la. * Kiş ilerin veya toplulukları n birbirine karş ıolan durumu veya ilgisi. * Toplu bulunan nesnelerin veya kimselerin içi. * Bir oyunda, bir filmde dinlenme süresi, antrakt. * Toplu jimnastik dizilmelerinde, sı radakilerin birbirlerinden yanlaması na olan uzaklı kları . * Aralı k. * Futbol oyununun kı rk beş er dakikalı k iki devresi arası nda oyunculara verilen on beşdakikalı k dinlenme süresi, haftayı m. * (basketbol ve voleybol için) Takı mları n oyun sı rası nda aldı klarıbirer dakikalı k dinlenme ve talimat alma süresi, mola. ara açmak * dostluğu bozmak, anlaş mazlı ğ a yol açmak. ara baş lı k * Esas bölümün alt baş lı kları nıanlatmak için kullanı lı r. ara bono * Arada ödenen olağ an dı ş ıbono. ara bozucu

* Ara bozan (kimse), fesatçı , fitçi, münafı k, müfsit. ara bozuculuk * Ara bozucu olma durumu, fitçilik, münafı klı k, fesat. ara bulma * Anlaş mazlı k durumunda bulunan kimseleri uzlaş tı rma iş i. ara bulmak * anlaş amayanlarıuzlaş tı rmak. ara bulucu * Uzlaş tı ran kimse, uzlaş tı rı cı . ara buluculuk * Uzlaş tı rı cı lı k. ara buluculuk etmek * ara bulmada yardı mcıolmak. ara cümle * Birleş ik veya yalı n cümlelerde anlamı biraz daha açı klamak için araya giren iki virgül veya iki kı sa çizgi içinde verilen cümle. ara deniz

* Okyanuslardan dar ve az derin boğ azlarla ayrı lan, karaları n arası na sokulmuşdeniz.

ara kapı *İ ki yapıveya oda arası nda, kolayca geçmek için açı lan kapı . ara kararı * Bir davanı n bakı lması nıkolaylaş tı rmak için yargı dan önce, arada önlem niteliğ inde verilen karar. ara kazanç * Malıbütünüyle devretmeden arada elde edilen kazanç. ara kesit

* Çizgilerin, yüzeylerin, katıcisimlerin birbirlerine rastladı klarıve kesiş tikleri yer.

ara konakçı * Asalağı n, geliş me evreleri sı rası nda beslenip barı ndı ğıkonakçı lardan her biri. ara mal * Üretimde gerekli malı elde etmek için kullanı lan yarıiş lenmişmal. ara nağme * Şarkı , türkü, köçekçe gibi küçük güfteli bestelerde, güftenin iki kı tasıarası na, baş ı na, sonuna da gelebilen, sözsüz çalı nan parça. * Sı k sı k söylenen söz veya açı lan sorun. ara nağmesi * Bkz. ara nağme. ara seçim * Genel seçimler dı ş ı nda yapı lan ara dönem seçimleri. ara sı cak

* Soğuk ve sı cak yemek servisi arası nda ikram edilen hafif sı cak yiyecekler.

ara sı navı * Üniversite ve yüksek okullarda yarı yı l içinde yapı lan sı nav.

ara sı ra

* Seyrek olarak, zaman zaman.

ara sokak * Ana yola açı lan ikinci derecedeki yol. ara söz * Doğrudan doğ ruya konuş ulan veya yazı lan konuyu ilgilendirmeyen dolaylısöz, istitrat. ara tümce * Bkz. ara cümle. ara vermek * yeniden baş lamak için, bir iş i bir süre bı rakmak, durmak. ara yerde

* arası nda, arada.

ara yön * Dört ana yönden ikisi arası nda olan yönlerden her biri. araba

* Tekerlekli, motorlu veya motorsuz her türlü kara taş ı tı . * Araba ile taş ı nmı şveya taş ı nacak miktar.

araba araba * Arabalar dolusu, birçok arabalarla. araba devrilince yol gösteren çok olur * işiş ten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur. araba falakası * Çift atlıarabalarda, okun dibinde ve iki yanı nda bulunan uçları na koş um kayı ş larıbağ lanan ağaç bölüm. araba kullanmak * araba sürmek. araba mezarlı ğ ı * Kullanı lmaz hâle gelmişveya eski arabaları n bı rakı ldı ğı yer. araba vapuru * Arabalıvapur. arabacı

* Arabayısüren kimse. * Araba yapan veya satan kimse.

arabacı lı k * Araba sürme iş i. * Araba yapma veya satma iş i. arabalı

* Arabasıolan. * Araba vapuru.

arabalıvapur * Arabaya taş ı yan vapur, vapur, araba vapuru. arabalı k * Araba konulan yer, garaj. * Araba dolduracak miktar.

araban

* Klâsik Türk müziğ inde bir makam.

arabanı n ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer * çocuklar, büyüklerin yaş ayı ş ı na uyarlar. arabanı n tekerine taşkoymak * güçlük çı karmak. arabankürdî * Klâsik Türk müziğ inde az kullanı lmı şbirleş ik bir makam. arabası nıdüze çı karmak * karş ı laş tı ğ ıgüçlükleri yenip iş ini kolay yürür hâle getirmek. arabaş ı

* Piş mişve dondurulmuşhamur yanı nda yenen tavuklu veya hindili çorba.

arabesk * Arap üslûbunda olan (ş ey). * Giriş ik bezeme. arabeskçi * Arabesk müzik sanatçı sı . arabeskleş me * Arabesk durumuna gelme. arabeskleş mek * Arabesk özelliği kazanmak veya arabesk durumuna gelmek. Arabî

Arabist

* Araplarla ilgili, Araplara özgü olan. * Arapça. * Arap dili ve edebiyatı yla uğraş an kimse.

Arabistan defnesi * Dulaptal otugillerden, Asya ve Afrika'nı n sı cak bölgelerinde yetiş en, kabuklarıhekimlikte kullanı lan bir ağaççı k (Daphne gnidium). Arabistik * Arap dili ve kültürü araş tı rmaları . arabizasyon * Araplaş tı rma. arabozan

*İ ki kiş inin arası ndaki dostluğu veya geçimi bozan (kimse), fesatçı , münafı k, müzevir.

arabozanlı k *İ ki kiş inin arası ndaki dostluk veya geçimi bozma iş i, münafı klı k, müzevirlik. aracı * Uzlaş tı ran, anlaş ma sağlayan kimse. * Üretici ile tüketici arası nda alı m satı m konusunda bağ lantıkuran ve bundan kazanç sağlayan kimse, mutavassı t. aracıkoymak * bir kimseyi, uzlaş ma sağlamak için görevlendirmek.

aracı lı ğ ı yla * Aracıolarak, bağ lantıkurarak, vası tası yla, yoluyla. aracı lı k

* Aracı nı n gördüğ ü iş , tavassut, vası ta.

aracı lı k etmek * bir iş in çözümünde araya girerek yardı m etmek, tavassut etmek. araç

* Bir işyapmakta veya sonuçlandı rmakta, gücünden yararlanı lan nesne. * Kiş iler veya nesneler arası nda bağ lantısağ layan ş ey, vası ta. * Bir ş eye ulaş mak, bir ş eyi elde etmek için yararlanı lan kimse veya ş ey. * Taş ı t. * Bir sonuca ulaş mak için kullanı lan ş ey.

araççı lı k

* Düş ünme biçimlerinin, kuramları n, mantı k ve ahlâk biçimlerinin yalnı zca hayatı n değ iş ik ş artları na uyma araçlarıolduğ unu savunan dünya görüş ü, enstrümantalizm. araçlı

* Araçla yapı lan veya olan, vası talı , bilvası ta.

araçlıjimnastik * Bkz. aletli jimnastik. araçsı z * Araç kullanı lmadan, doğ rudan doğruya yapı lan veya olan, vası tası z, bilâvası ta. araçsı zlı k * Araçsı z olma durumu. arada bir

* seyrek olarak.

arada çı karmak * baş ka iş ler arası nda bir iş i de yapı vermek. arada kalmak * iki tarafıuzlaş tı rmak üzere araya girme dolayı sı yla güç duruma düş mek. arada kaynamak * karı ş ı k bir durumda gereken ilgiyi görmemek. aradan

* o zamandan bu zamana dek.

aradan çekilmek * iliş iğini kesmek. aradan çı karmak * birçok iş ten birini yapı p bitirivermek. aradan kaldı rmak * işyapma imkânı nı yok etmek. Araf Arafat

* Cennet ile cehennem arası nda bir yer. * Mekke'nin doğusunda, hacı ları n, kurban bayramı nı n arife günü toplandı kları tepe.

Arafatta soyulmuşhacı ya dönmek * her ş eyini kaybedip çı rı lçı plak kalmak, çaresiz kalmak. aragonit

* Beyaz, yeş il, mavimsi gri renkte billûrlaş mı şbir tür kalsiyum karbonat.

arak * Ter. * Pirinç ve ş eker kamı ş ı ndan elde edilen bir tür rakı . -arak / -erek * Fiillerden zarf yapan ek. araka arakçı arakçı lı k

*İ ri taneli bezelye. * Araklayan, çalan, hı rsı z. * Hı rsı zlı k.

arakı ye * Derviş lerin giydikleri, tiftikten yapı lmı şince külâh. * Bir tür küçük zurna. araklama * Araklamak iş i, çalma, aş ı rma. araklamak * Çalmak, aş ı rmak. aralama aralamak

aralanma

* Aralamak iş i. *İ ki ş ey arası nda açı klı k oluş turmak, yarıaçmak. * Aralı klıduruma getirmek, seyrekleş tirmek. * Bitkilerin fazla dal ve çubukları nıkesmek, seyrekleş tirmek. * Aralanmak iş i.

aralanmak * Biraz açı lmak, aralı k olmak. * Gitmek, uzaklaş mak, yanı ndan ayrı lmak. * Seyrelmek. araları iyi

* dostlukları düzenli.

araları nda dağ lar kadar fark olmak * araları nda her yönden büyük ayrı lı klar bulunmak, benzer nitelikler çok az olmak. araları ndan kara kedi geçmek (veya araları na kara kedi girmek) * iki dost birbirine gücenmek, iki dostun arası na soğ ukluk girmek. araları ndan su sı zmamak * birbirleriyle çok yakı n, sı kıfı kıarkadaş lı k kurmak. araları nıaçmak * iki kiş i arası ndaki dostluğu, iliş kiyi bozmak.

araları nıbozmak * iki kiş i arası ndaki iliş kiyi bozmak. araları nıbulmak * birbirleriyle anlaş amayan iki kiş iyi uzlaş tı rmak, barı ş tı rmak. aralatma

* Aralatmak iş i.

aralatmak * Aralı k duruma getirtmek, biraz açtı rmak. aralı k

*İ ki ş ey arası ndaki açı klı k, mesafe. * Sı ra, vakit. * Uygun, elveriş li durum, fı rsat. * Evin iki bölümü veya iki oda arası ndaki dar geçit, geçenek, koridor. * Yı lı n 31 gün süren son ayı , ilk kânun. * Ayakyolu. * Yarıaçı k, tam kapanmamı ş . * Bir sesi bir baş ka sesten, kalı na veya inceye doğ ru ayı ran uzaklı k. * Toplu beden eğ itiminde art arda dizilenleri ayı ran açı klı k. * Portenin paralel çizgileri arası ndaki boş luk. * (bası mcı lı kta) Harfler veya satı rlar arası ndaki açı klı k, espas. * Borsada hisse senetlerinin alı m satı m emirlerinin verildiği süre.

aralı k etmek * aralamak, yarıaçmak. aralı k oyunu * Tiyatroda iki perde arası nda yapı lan koro, bale, monolog gibi eğlendirici oyun. aralı k vermek * yeniden baş lamak için bir iş i kı sa süre ile bı rakmak. * harfler arası nda veya satı rlar arası nda boş luk bı rakmak. aralı klı

* Birbirine bitiş ik olmayan, araları nda açı klı k bulunan. * Dizgide kelimeler, harfler veya satı rlar arası nda açı klı ğ ıolan, espaslı . * Kesik kesik.

aralı ksı z * Birbirine bitiş ik olan, araları nda açı klı k bulunmayan. * Sürekli, aralı k vermeden. aralı kta * Öbür ş eyler arası nda. arama

* Aramak iş i, taharri. * Saklanan sanı ğı n ve suç belgelerinin elde edilmesi için bir kimsenin ev, işyeri gibi yerlerde, üzerinde ve eş yası nda yapı lan araş tı rma iş lemi. arama emri * Yapı lacak araş tı rma iş lemi için yetkili organdan alı nan buyruk. arama kararı * Arama yapı labilmesi için hâkim tarafı ndan verilmişkarar. arama tarama * Polisin kuş kulu gördüğ ü kimseler üzerinde bı çak, silâh, esrar gibi yasak ş eyler araması .

* Denizdeki mayı nları toplama veya yok etme iş lemi. arama yapmak * birini veya bir ş eyi bulmaya çalı ş mak, taharri etmek. aramak

* Birini veya bir ş eyi bulmaya çalı ş mak. * Bir yöntem bulmaya çalı ş mak. * Araş tı rmak, yoklamak. * Ziyarete, hatı r sormaya gitmek. * Bir ş eyin yokluğ unu duyarak geri gelmesini istemek, özlemek. * Önem verip istemek. * Şart koş ulmak.

aramak taramak (veya arayı p taramak) * dikkatle aramak, çok aramak. aramakla bulunmaz * çok değerli, ancak rastlantıile ele geçer. Aramca Aramîce

* Bkz. Aramîce. * Samî dillerinin batı lehçelerini içine alan ve milâttan önceki dönemlerde kullanı lmı şbulunan ölü bir dil.

aranı lma * Aranı lmak iş i veya durumu. aranı lmak * Aramak iş ine konu olmak. * Söz konusu olmak. aranje aranjman aranjör

* Bu söz "düzenlemek" anlamı nda "aranje etmek" biçiminde kullanı lı r. * Düzenleme. * Düzenleyici.

aranma * Aranmak iş i. aranmak

arantı Arap

* Aramak iş ine konu olmak. *İ steklisi bulunmak. * Eksikliğ i duyulmak. * Kendi üstünü aramak veya ortalı kta kendi kendine bir ş eyler aramak. * Şart koş ulmak. * Olumsuz, kötü davranı ş larda bulunarak cezayıgerektirmek. * Aranı lan çözüm. * Orta Doğ u ile Kuzey Afrika'nı n büyük bir bölümünde yaş ayan halk ve bu halkı n soyundan olan (kimse). * Arap halkı na özgü olan ş ey. * (küçük a ile) Zenci, fellâh. * Koyu esmer veya kara.

arap

* Negatif fotoğraf.

Arap gibi olmak * simsiyah olmak, kararmak. Arap olayı m * (ş aka yollu) söylenen bir ş eyin doğ ruluğ una inandı rmak için kullanı lı r. Arap rakamları * Bugün kullandı ğı mı z sayı ları gösteren rakamlar. Arap sabunu * Potasla yapı lan, yumuş ak, esmer bir sabun. arap saçıgibi * karmakarı ş ı k. arap saçı na dönmek * iş ler çok karı ş ı p çözümlenmesi güç bir duruma gelmek. Arap tavş anı * Kemirgen memelilerden bir hayvan (Daculus daculus). Arap uyandı(veya Arabı n gözü açı ldı ) * geçen bir olaydan ders alı ndı ğı nıanlatı r. Arap zamkı * Akasyadan elde edilen bir zamk, zamkı arabî. Arapça * Samî dilleri ailesine giren ve Arap ülkelerinde kullanı lan dil. * Bu dile özgü olan. Arapçalaş tı rma * Arapçalaş tı rmak iş i. Arapçalaş tı rmak * Arapçaya çevirmek. * Arap dili özelliğ i kazandı rmak. Araplaş ma * Araplaş mak durumu. Araplaş mak * Arap olmak, Araplı ğ ıbenimsemek. Araplaş tı rma * Araplaş tı rmak iş i. Araplaş tı rmak * Arap kimliğini kazandı rmak. Araplı k

* Arap olma durumu.

Arapsaçı * Çözümlenemeyecek kadar karı ş ı k durum. Arapsaçı * Küçük, yuvarlak ve çok sı k yeş il yapraklarıolan uzadı kça aş ağ ıdoğ ru sarkan bir tür süs bitkisi.

ararot

* Sı cak iklimlerde yetiş en maranta adlıkamı ş tan ve baş ka bitkilerin kökünden çı karı lan, çocuk maması yapmaya yarayan un. ararot kamı ş ı * Maranta. Arasat

* Müslüman inanı ş ı na göre, kı yamet günü bütün ölülerin toplanacaklarıyer.

arası(veya araları ) açı lmak (açı k olmak veya bozulmak) * arkadaş lı klarısarsı lmak, arkadaş lı k bağlarıkopmak, birbirine darı lmak. arasıgeçmeden * vakit geçmeden, sı cağısı cağ ı na. arasıhoş(veya iyi) olmamak *oş eyden hoş lanmamak, araları nda gerginlik, geçimsizlik olmak. arasıolmamak * geçinememek. arasısoğ umak * aradan zaman geçerek önemini yitirmek. arası na (veya araları na) karı ş mak * büyüyüp yetiş mek. arası z arasta

* Sürekli olarak, arkasıkesilmeden, ara vermeden, müstemirren, vira. * Çarş ı larda veya alı şverişbölgelerinde aynıiş i yapan esnafı n bir arada bulunduğ u bölüm.

araş it * Yer fı stı ğı . araş tı rı

* Araş tı rma.

araş tı rı cı * Araş tı ran, inceleyen, araş tı rman, araş tı rmacı(kimse). * Meraklı , mütecessis. araş tı rı cı lı k * Araş tı rı cı nı n yaptı ğı iş . araş tı rı lma * Araş tı rı lmak iş i. araş tı rı lmak * Araş tı rma yapı lmak, gözden, geçirilmek. araş tı rma * Araş tı rmak iş i, taharri. * Bilim ve sanatla ilgili olarak yapı lan yöntemli çalı ş ma. araş tı rma filmi * Herhangi bir bilimsel araş tı rmada alı cı nı n salt bir kayı t aracı olarak kullanı lması yla elde edilen film. araş tı rma görevlisi

* Yüksek öğ retim kurumları nda yapı lan araş tı rma, inceleme ve deneylerde yardı mcıolan ve yetkili organlarca verilen görevleri yapan öğretim yardı mcı sı , asistan. araş tı rmacı * Bilim ve sanat alanları nda araş tı rma yapan kimse, araş tı rman. araş tı rmacı lı k * Araş tı rmacı olma durumu. araş tı rmak * Birini veya bir ş eyi bulmak için bir yeri gözden geçirmek. * Bir gerçeği ortaya çı karmak için aramalarda bulunmak, sormak, soruş turmak. * Bilimde ve sanatta yöntemli çalı ş malar yapmak. araş tı rman * Araş tı rı cı . aratı ş aratma aratmak

* Aratmak iş i veya biçimi. * Aratmak iş i. * Aramak iş ini bir baş kası na yaptı rmak. * Arzu ettirmek, istetmek.

aratmamak * yenisi, eskisinin yerini doldurabilmek, yokluğunu duyurmamak. araya almak * bir çevreye kabul etmek. araya girmek * iki kiş inin arası ndaki bir iş e karı ş mak. * iki kiş iyi uzlaş tı rmaya çalı ş mak. * bir işyapı lı rken ona engel olacak baş ka bir ş ey çı kmak. araya gitmek * harcanmak, kaybolmak, karı ş ı klı ğ a kurban olmak. araya koymak * bir iş te sözü geçer bir kimsenin aracı lı ğ ı na baş vurmak. araya soğukluk girmek * dostluk bağ ıgevş emek. araya vermek * yararsı z bir iş e harcamak. arayıaçmak * aradaki uzaklı k artmak. arayısoğutmak * zaman geçmek, eski yakı nlı k, dostluk kalmamak. arayıyapmak * araları açı lmı şiki kiş iyi barı ş tı rmak. * arası açı lmı şkimse ile barı ş mak. arayı cı

* Bir ş eyi aramayıişedinen kimse.

* Arama iş iyle görevlendirilmişkimse. *İ stenilen yı ldı zıteleskop içine getirebilmek için büyük teleskoplara paralel olarak bağlı , görüşalanı geniş olan küçük teleskop. arayı cı fiş eğ i * Bir tür donanma fiş eği. arayı p da bulamamak * beklenmedik iyi bir durumla karş ı laş mak. arayı p soranıbulunmamak (veya olmamak) * kimsesi olmamak. arayı p sormak * biri hakkı nda haber sormak veya birinin ziyaretine giderek ona karş ı ilgi göstermek. arayı ş araz

arazbar

* Aramak iş i veya biçimi. * Belirtiler. * Hastalı k belirtileri, semptom. *İ linek. * Türk müziğinde bir birleş ik makam.

arazbarbuselik * Türk müziğinde bir birleş ik makam. arazi * Yer yüzü parçası , yerey, yer, toprak. arazi açma * fundalı k, koruluk, sazlı k yerleri temizleyerek tarı ma elveriş li duruma getirme. araziye uymak * ortama, çevreye uymak, görünmemeye çalı ş mak. arbalet

* Kundaklı , tetikli yay.

arbede * Gürültülü kavga, patı rtı . arbitraj

* Hisse senedi, tahvil, yabancıpara gibi değ erli kâğ ı tlarıdaha kârlıgörülen baş ka kâğı tlarla değ iş tirme iş i.

arboretum * Botanik bahçesinde ağ aç ve benzeri bitkilerin dikimine ayrı lmı şbölüm. arda

ardak

*İ ş aret olarak yere dikilen çubuk. * Maden üzerine kazı ma yapmak ve çı krı kta çevrilen ş eyleri yontmak için kullanı lan çelik kalem. * Ardı l. *İ çten çürümeye yüz tutmuşağaç.

ardaklanma * Ardaklanma iş i, durumu.

ardaklanmak * (ağaçlarda) Mantarları n sebep olduğ u çürümeye uğ ramak. ardıarasıkesilmemek * aralı ksı z olarak gelmek. ardıardı na * Birbirlerini kovalayarak, ara vermeden, aralı ksı z. ardıkesilmek * arkasıgelmemek, tükenmek. ardısı ra

* Peş inden, arkası ndan.

ardı ç

* Servigillerden, güzel kokulu yaprakları nı kı ş ı n da dökmeyen, yuvarlak kara yemiş leri ilâç olarak kullanı lan bir ağ aççı k (Juniperus). ardı ç kuş u * Kara tavukgillerden, Avrupa ve Asya ormanları nda yaş ayan, sı rtıkahverengi, karnı ak, kuyruğ u kara bir kuş türü (Turdus pilaris). ardı ç otu

* Ardı ç ağ acı nı n küçük bitkisi.

ardı ç rakı sı * Cin. ardı l

* Birinin ardı ndan gelip onun yerine geçen kimse, öncel karş ı tı , halef. * Bir çı karı mda varı lan sonuç.

ardı l görüntü * Bir duyunun kaybolması ndan sonra geriye kalan görüntü. ardı lma ardı lmak

* Ardı lma iş i. * Birisinin sı rtı na ası lmak. * Musallat olmak, ası lmak, takı lmak. * Sataş mak, çatmak.

ardı n ardı n * Geri geri, ardısı ra. ardı na (veya arkası na) düş mek * arkası ndan gitmek, peş ini bı rakmamak. ardı na kadar açı k * (kapı , pencere için) sonuna kadar açı k. ardı nca

* Hemen arkası ndan, hemen ardı ndan, arkasısı ra, ardısı ra.

ardı nda yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayı lmaz * önemli kimseleri çekemeyip onlara dil uzatanları n çok olduğ unu anlatı r. ardı ndan (veya arkası ndan) atlıkovalamak * bir iş i gereksiz bir telâş la yapanlar için söylenir.

ardı ndan sapan taş ıyetiş mez * bir kimsenin çok hı zlı gittiğini anlatmak için kullanı lı r. ardı nıalmak (veya getirmek) * bitirmek, tamamlamak. ardı nıbı rakmamak * Bkz. peş ini bı rakmamak. ardı nıkesmek * arkasıgelmemek, önlemek, son vermek, durdurmak. ardı ş ı k

* Birbiri ardı ndan gelen, mütevali.

ardı ş ı k görüntü * Bir duyunun kaybolması ndan sonra da devam eden görüntü. ardı ş ı k olgular * Bir hastalı ktan sonra görülebilen fakat hastalı ğ ı n kesin sonucu olmayan olgular. ardı ş ı k sayı lar * Bir, iki, üç gibi birbiri ardı ndan gelen sayı lar. ardı ş ı klı k * Ardı ş ı k olma durumu. ardiye

ardiyeci

arduaz

* Genellikle ticaret eş yası nısaklamaya yarar yer, depo, antrepo. * Böyle bir yerde saklanı lan eş ya için ödenen ücret. * Ardiye iş leten kimse. * Ardiyeye bakan kimse. * Kayağan taş , kayrak.

arefe * Bkz. arife. arefe günü * Bkz. arife günü. arena

* Amfiteatrı n ortası nda, boğa güreş i, yarı ş , oyun gibi türlü gösteriler yapı lan alan. * Siyasî çekiş melerin geçtiğ i yer.

areometre * Sı vı ölçer. argaç

* Dokuma tezgâhları nda enine atı lan iplik, atkı .

argaçlama * Argaçlamak iş i. argaçlamak * Dokumada argaç atmak. argali

* Boynuzlugillerden, Kuzeydoğu Asya'da yaş ayan, büyük boynuzları olan yaban koyunu (Ovis ammon).

argı n

argı nlı k argı t

* Yorgun, zayı f, bitkin. * Beceriksiz. * Argı n olma durumu. * Geçit, boğ az, dağboğazı , derbent. * Keklik tutmakta kullanı lan, tahtadan kapanları n yan tarafları na bağ lanan ağaç parça.

argo

* Kullanı lan ortak dilden ayrıolarak aynı meslek veya topluluktaki insanları n kullandı ğ ıözel dil veya söz dağarcı ğ ı . * Serserilerin, külhan beylerinin kullandı ğ ısöz veya deyim. argolaş ma * Argolaş mak özelliği gösterme. argolaş mak * Karş ı lı klıargo konuş mak. * Söz argo durumuna gelmek. argon

* Atom numarası18, atom ağı rlı ğı 39,9 olan, havada %1 oranı nda bulunan, rengi, kokusu ve tadıolmayan bir element. Kı saltmasıAr. argonot

* Kafadan bacaklı lardan, salyangoz kabuğu biçiminde kabuğ u olan ve ahtapota benzeyen bir hayvan (Argonauta argo). argüman arı

arı

* Bir çı kı şkümesinin değ iş kenine verilen ad. * Temiz, münezzeh. * Yabancış eylerden arı nmı ş , katı ş ı ksı z, saf, halis. * Günahsı z. * Zar kanatlı lardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek (Apis mellifica).

arıbal alacak çiçeği bilir * iş ini bilen kimse nereye baş vuracağ ı nı bilir. arıbeyi * Her kovanda bir tane bulunan ana arı . arıbiti

* Kör, kanatsı z, kı zı lca renkli küçük sinek (Braula caeca).

arıdalağ ı * Bal peteğ i. arıgibi

* çok çalı ş kan.

arıgibi sokmak * iğ nelemek, acısöz söylemek. arıkil

* Porselen yapmakta kullanı lan bir çeş it ak ve gevrek kil, kaolin. ArıKovanı * Yengeç takı m yı ldı zıyöresinde bir yı ldı z kümesi. arıkovanı * Arı ları n içinde bal yaptı klarıçeş itli maddelerden yapı lmı şyuva. arıkovanıgibi iş lemek * (bir yerin) gireni çı kanı çok olmak. arıkuş u

* Arı kuş ugillerden, sı rtısarı , karnımavimsi yeş il, Güney Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Asya'da az ağ açlı klı , açı k yerlerde yaş ayan bir kuş(Merops apiaster). arıkuş ugiller * Omurgalıhayvanlardan kuş lar sı nı fı na giren bir familya. arısili * Tertemiz. arısütü arı cı arı cı lı k

* Genç iş çi arı nı n baş ı ndaki bezlerden salgı ladı ğ ıazotu çok madde. * Bal almak için arı yetiş tiren kimse. * Bal almak için arı yetiş tirme iş i.

arı k * Ark. * Fide veya fidan dikilen yer. arı k * Eti, yağı erimişzayı f, cı lı z, kuru, sı ska. arı k çekmek * tı kanan, bozulan arkları temizleyip açmak. arı k emek *İ ş çinin, ek süre içinde harcadı ğ ıve sonucunda artı k değ er yarattı ğ ı , karş ı lı ğı ödenmeyen emek. arı kçı

* Su yolu yapan kimse.

arı klama * Arı klamak iş i. arı klamak * Arı k (II) duruma gelmek. arı klaş ma * Arı klaş mak iş i. arı klaş mak * Arı k (II) olmak. arı klatma * Arı klatmak durumu. arı klatmak

* Arı k (II) duruma getirmek. arı klı k * Zayı flı k, sı skalı k. arı lama arı lamak arı lanma

* Arı lamak iş i, tenzih. * Bir ş eyde herhangi bir ayı p veya kusur bulunmadı ğ ı nı bildirmek, tenzih etmek. * Arı lanmak durumu, arı laş ma.

arı lanmak * Arı laş mak. arı lar

* Tek tek veya bir topluluk düzeni içinde yaş ayan, vücutları , özellikle karı nlarıve arka ayaklarıkı llarla örtülü zar kanatlı lar familyası . arı laş ma

* Arı laş mak durumu, arı duruma gelme, özleş me.

arı laş mak * Arı duruma gelmek, saflaş mak, özleş mek. arı laş tı rma * Arı laş tı rmak iş i, özleş tirme. arı laş tı rmak * Arı duruma getirmek, özleş tirmek. arı lı k

* Temizlik. * Katı ş ı ksı zlı k. * Günahsı zlı k.

arı lı k * Kovanları n konulduğu yer, kovanlı k. arı na dokunmak * utanç duymak. arı ndı rma * Arı ndı rmak iş i. arı ndı rmak * Arı nması nısağlamak. arı nı n yuvası na kazı k (veya çöp) dürtmek * tehlikeli kiş iyi kı ş kı rtmak. arı nı ş arı nma

arı nmak

* Arı nmak iş i veya biçimi. * Temizlenme. * Ruhun tutkulardan temizlenmesi. * Sanat yoluyla duyguları n arı nması .

* Temizlenmek. * Katı ş ı ksı z, arıduruma gelmek. * Rahatlamak. arı ş arı ş

* Kolun dirsekten parmaklara kadar olan bölümü. * Çözgü.

arı ş * Araba oku. arı tı cı

arı tı cı lı k arı tı m

* Arı tma özelliği olan. * Deterjan. * Arı tma iş i. * (petrol, yağvb. için) Arı tma iş i, rafinaj.

arı tı m evi * Şeker, petrol gibi maddelerin arı tı ldı ğ ıyer, tasfiyehane, rafineri. arı tı ş * Arı tmak iş i veya biçimi. arı tma

* Arı tmak iş i.

arı tma ünitesi * Doğal gaz üretim kuyuları ndan toplama hatları yla gelen gazı n içerisindeki hidrojen sülfür, karbondioksit ve su buharo gibi hidrokarbon bileş iğ i olmayan gazlarla, hidrokarbon kondanstları nı n tabiî gazdan ayrı ldı ğ ıbirim. arı tmak

arı z

* Temizlemek. * Katı ş ı ksı z duruma getirmek, tasfiye etmek. * Sonradan ortaya çı kan. * Bulaş mı ş , musallat olmuş .

arı z olmak * bulaş mak, sürekli görünür durumda olmak. * sonradan ortaya çı kmak. arı za

* Engebe. * Aksama, aksaklı k. * Bir notanı n sesini yarı m ton yükseltmek, alçaltmak veya eski durumuna getirmek için notanı n soluna konulan diyez, bemol ve bekâr iş aretlerinin ortak adı . arı za yapmak * Bozulmak, iş lemez duruma gelmek. arı zalanma * Arı zalanmak iş i. arı zalanmak * Arı za, aksaklı k göstermek.

arı zalı

* Engebeli. * (Araç vb. için) Aksayan, iş lemeyen, bozulmuş . * Yarı m yamalak, idare edecek biçimde.

arı zası z * Engebesiz, düz. * Aksamayan, bozulmadan iş leyen. * Huzurlu, rahat, mutlu. arı zî

Ari

arî

Ari dil

* Sonradan olan, dı ş tan gelen. * Geçici, eğreti. *İ ran'dan geçerek Kuzey Hindistan'a yerleş en halk veya bu halktan olan kimse. * Bu halkla ilgili, bu halka özgü. * Çı plak. * Özgür, hür. * Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İ ran grubuna verilen ad.

aria * Operalarda solistlerden birinin orkestra eş liğ inde söylediğ iş arkı , arya. arif

* Çok anlayı ş lıve sezgili (kimse), varı ş lı .

arif olan anlası n (veya anlar) * herkesin anlayacağ ıkadar açı k söylenmeyen bir sözün gerçek anlamı nıkavrayanlar için söylenir. arifane

* Arif olana yakı ş acak yolda, biçimde. * Yiyeceğ i ortaklaş a sağ lanan (toplantı ).

arifane ile * ortaklaş a. arife * Belirli bir günün, olayı n bir önceki günü veya ona yakı n günler, ön gün. arife günü * Dinî bayramlardan önceki gün. arioso Aristocu

* Dramatik ve lirik bakı mdan yüksek bir anlatı m gücü olan ağ ı r baş lı hava. * Aristotelesçi.

Aristoculuk * Aristotelesçilik. aristokrasi * Ekonomik, toplumsal ve siyasî gücün soylular sı nı fı nı n elinde bulunduğ u tarihî yönetim biçimi. * Soylular sı nı fı . aristokrat

* Aristokrasi yanlı sı . * Soylu. aristokratik * Aristokratlı kla ilgili. aristokratlı k * Aristokrat olma durumu. Aristotelesçi * Aristotelesçilik yanlı sıolan kimse. Aristotelesçilik * Yunan filozofları ndan Aristoteles'in felsefesi, gezimcilik. * Bu felsefeyi benimsemişolma durumu. aritmetik

* Matematiğ in, konusu sayı lar, bunları n özellikleri ve iş lemler olan kolu. * Bu bilimle ilgili.

aritmetik dizi * Ardı ş ı k terimleri arası ndaki ayrı m değiş meyen dizi: 1,3,5,7,9... dizisi aritmetik bir dizi olup ortak çarpan denilen değiş mez oranı2 sayı sı dı r. aritmetik iş lem * Aritmetik yoluyla yapı lan çözüm. aritmetik orta * Bir diziyi oluş turan sayı ları n toplamı nı n, dizinin terim sayı sı na bölünmesiyle elde edilen sayı . aritmetiksel * Aritmetik ile ilgili. aritmi aritmik ariya

* Kalp atı ş ları ndaki düzensizlik ve eş itsizlik. * Ritimli olmayan, düzensiz. * Sancağ ı , yelkeni veya sereni direkten aş ağıalma.

ariyet * Eğ reti, ödünç. * Belli bir taş ı nı r malı n kullanı lması nı n geri verilmek ş artı yla bedelsiz olarak bir kimseye bı rakı lması . ariyeten * Eğ reti olarak, ödünç olarak. ariz amik ariza arjantin

* Enine boyuna, her yönü ile. * Yüksek bir makama sunulan mektup veya dilekçe. * Büyük bira bardağ ı .

Arjantinli * Arjantin halkı ndan olan. ark

*İ çinden su akı tmak için toprağı kazarak yapı lan açı k oluk, arı k, hark, cetvel, kanal. arka * Bir ş eyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı . * Bir ş eyin sı rt durumunda olan yüzeyi. * Geri kalan bölüm. * Art, peş . * Otururken sı rtı n dayandı ğ ıyer. * (insan için) Vücut, beden. * Arkada olan, arkada bulunan. * Koruyucu, kayı rı cı , iltimasçı , piston. * Geçmiş , geride kalmı şzaman. arka (veya sı rt) çevirmek * eski ilgiyi göstermez olmak, yabancı gibi davranmak. arka arka

* Geriye doğ ru.

arka arkaya * Hemen birbirinin arkası ndan, art arda. arka arkaya vermek * birbirini korumak için birleş mek, destek olmak, dayanı ş mak. arka ayak

* Hayvanlarda vücudun gerisinde bulunan ayaklardan biri.

arka bulmak * bir koruyucu, kayı rı cı bulmak. arka çı kmak * bir kimseyi baş kaları na karş ıkorumak, kayı rmak. arka kapı dan çı kmak * okuldan baş arı sı zlı kla ayrı lmak. arka müziği * Bir oyunda hareket ve sözlerin yanısı ra etkiyi artı rmak için hafifçe çalı nan müzik. arka olmak * maddî, manevî yönden destek olmak. arka plânda * Geride. * Önemsiz. arka sokak * Ana yola açı lan ikinci derecedeki sokak. arka teker * Araçları n arka düzeninde yer alan tekerlek. arka vermek * desteklemek, dayamak. arka yüz arkaç

* Bir ş eyin arkada kalan yüzü. * Ağı l. * Dağsı rtları nda davarları n yatı rı ldı ğıdüz, rüzgâr almayan kuytu yer.

arkada bı rakmak * birinden daha ileri gitmek. arkada bı rakmak * bir ş eyden epey uzaklaş mı şbulunmak. * zaman bakı mı ndan geçmiş te bı rakmak. * (ölen kimseye göre) dünyada bı rakmak. arkada kalanlar (veya arkadakiler) * bir kimsenin öldüğünde veya bir yere gittiğ inde geride bı raktı ğ ıyakı nları . arkada kalmak * geriden gelmek, geride kalmak. * değ erce ileride olanları n arkası nda kalmak, ileri gidememek, geride kalmak. arkadan arkaya * Gizli gizli, el altı ndan, gizlice, belli etmeden. arkadan söylemek * kendisi bulunmadı ğıbir yerde kimseyi çekiş tirmek, dedikodusunu yapmak. arkadan vurmak * bir kimse kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmek. arkadaş

* Bir iş te birlikte bulunanlardan her biri, hempa, refik, yâren. * Birbirlerine karş ısevgi ve anlayı şgösteren kimselerden her biri.

arkadaşcanlı sı * arkadaş lı ğ a değer veren, arkadaş ları na çok düş kün olan kimse. arkadaşdeğ il, arka taş ı * zarar veren arkadaş lar için söylenir. arkadaşolmak * bir kimseyle dostluk kurmak, içten olmak. arkadaş ça * Arkadaşolarak; içtenlikle, dostça. arkadaş lı k * Arkadaşolma durumu, arkadaş a yakı ş ı r davranı ş , omuzdaş lı k, ünsiyet. arkadaş lı k etmek * bir iş te birlikte bulunmak; huyu ve düş ünceleri birbirine uymak. * bir süre beraber bulunmak, birlikte gitmek, eş lik etmek, refakat etmek. arkaik

arkaizm

arkalama

* Arkaizmle ilgili, eskimiş(söz veya eser). * Güzel sanatlarda klâsik çağöncesinden kalan. * Konuş ulan ve yazı lan dilde, kullanı mdan düş müşolan eski söz ve deyim. * Kullanı ldı ğıçağ dan daha eski bir çağ dan kalma bir biçimin, bir yapı nı n özelliğ i. * Arkalamak iş i, yardı m, müzaheret.

arkalamak * Arkası na almak, yüklenmek. * Bir kimseye güven vererek yardı m etmek, destek olmak, korumak, müzaheret etmek.

arkalanma * Arkalanmak iş i. arkalanmak * Kendisine yardı m edilmek, destek olunmak. arkalı

* Koruyanı , koruyucusu, dayanağıolan.

arkalı ç * Arkalı k. arkalı k

* Ev içinde giyilen kolsuz, kalı nca bir tür kı sa hı rka. * Sı rt dayamaya yarar yer. * Sı rtı nda yük taş ı yan hamalları n, yük taş ı rken kullandı kları arka yastı ğı , semer, arkalı k.

arkalı klı * Arkalı ğ ı , sı rt dayayacak yeri olan. arkalı ksı z * Arkalı ğ ı , sı rt dayayacak yeri olmayan. arkası(veya sı rtı ) yere gelmemek * sarsı lmamak, yerinden düş ürülememek, güçlü olmak. arkasıalı nmak * sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak. arkasıgelmek * devamlıolmak, sürekli olmak. arkasıkesilmek * tükenmek, son bulmak. arkasıolmamak * kayı racak kimsesi olmamak. arkasıpek * Güçlü birine veya sağ lam bir ş eye güvenen. arkasısı ra * arkası ndan. arkasısı ra * Ardı ndan, peş inden. arkasıyufka * Sevilen bir yemeğ in arkası ndan baş ka bir yemeğ in bulunmadı ğı nıanlatmak için söylenir. * Soğuğ a karş ıgereği gibi giyinmemişolma durumu. arkası na almak * sı rtı na yüklemek, taş ı mak. * desteğini sağ lamak. arkası na bakmadan gitmek * arkada kalanlarla hiç ilgilenmeden bir yerden ayrı lmak. arkası na düş mek (veya takı lmak) * bir iş i sona erdirmek için sı kıçalı ş mak. * (birini) gözden ayı rmayarak arkası ndan gitmek.

arkası nda (veya sı rtı nda) yumurta küfesi yok ya! * eski düş üncesini değ iş tirmekte, sözünden caymakta sakı nca görmeyenler için kullanı lı r. arkası nda dolaş mak (veya gezmek) * bir iş i yaptı rmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradı ğ ıyerlere giderek görüş me fı rsatıaramak. arkası ndan * birinin orada hazı r bulunmaması durumunda. arkası ndan koş mak * işyaptı rmak için birinin arzusunu kollamak, görüş me fı rsatı aramak. * birine çok ilgi duymak. arkası ndan sürüklemek * arkası ndan gelmesini sağ lamak. arkası nı(bir ş eye) vermek * dönmek. arkası nı(birine) vermek * birinin koruyuculuğ una güvenmek. arkası nı(veya peş ini) bı rakmak * vazgeçmek. arkası nıalmak * bir iş i tamamlamak. arkası nıdayamak * birinin koruyuculuğ una güvenmek. arkası nıgetirememek * baş ladı ğ ıbir iş i sürdürüp sona erdirememek. arkası nısı vamak * okş amak, övmek, iltifat etmek. arkası z * Arkalı ğ ıolmayan. * Koruyanı olmayan, koruyucusu, dayanağıolmayan. arkaüstü * Arkasıyere gelecek biçimde. arkaya bı rakmak (veya koymak) * sonraya, baş ka zamana veya iş in sonuna bı rakmak; ertelemek. arkaya kalmak * geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek. arke

*İ lk ana madde.

arkebüz * XV. yüzyı lda Fransa'da kullanı lmaya baş lanan, taş ı nabilir ateş li silâh. arkeen arkegon

* Kambriyumlardan önce oluş an en eski yer katı .

organı . arkeolog

* Eğ relti otları nda, bazısu yosunları nda, bütün kara yosunları nda ve bazıaçı k tohumlularda görülen diş ilik

* Kazıbilimci, arkeoloji uzmanıveya bilgini.

arkeoloji * Tarih öncesi ve eski çağ lardan kalma eserleri tarih ve sanat bakı mı ndan inceleyen bilim, kazıbilimi. arkeolojik * Arkeoloji ile ilgili. arkeopteriks * Hem kuşhem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili. arkı t

* Köy evlerinde kapı ları n arkası na konulan kalı n kuş ak.

arkoz * Birleş iminde feldspat bulunan, kum taş ıtüründen bir tortul kayaç. arktik arlanma arlanmak

* Kuzey kutupla ilgili, kuzey kutup yakı nı nda olan. * Arlanmak iş i. * (olumsuz olarak veya olumsuz anlamlıcümlelerde kullanı lı r) Utanmak.

arlanmaz * Utanmaz, sı kı lmaz. arlı

* Namuslu, utangaç, sı kı lgan.

arlıarı ndan, huysuz huyundan vazgeçmez * herkes kendi karakterine göre davranı ş ta bulunur. arma

* Bir devletin, bir hanedanı n veya bir ş ehrin sembolü olarak kabul edilmişresim, harf veya ş ekil, ongun. * Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takı mı .

arma donatmak * armayıyerli yerine koymak. arma soymak * hareketli olan armayı , limanda kı ş lamak, yağ mur ve kardan korumak amacı yla bir süre için sökmek. arma uçurmak (veya arma budatmak) * armayırüzgâra kaptı rmak. armada armador

* Donanma. * Geminin direk, seren, yelken ve ip gibi donanı mı nıdüzenleyen usta.

armadura * Gemide direklere takı lıhalatlarıbağ lamak için küpeş tenin iç tarafı nda bulunan delikli ve çubuklu levha. armağ an

* Birini sevindirmek, mutlu etmek için verilen ş ey, hediye. * Ödül. * Bir bilim adamı nı n emek verdiğ i dalda onu anmak için hazı rlanan bilimsel eser. * Bağ ı ş , ihsan. armağ an etmek * birine bir ş eyi armağan olarak vermek, hediye etmek. armalı armatör

* Armasıbulunan. * Ticaret gemisi sahibi.

armatörlük * Armatör olma durumu. * Gemi iş letme iş i, gemi iş letmeciliğ i. armatür * Bir aletin ana bölümünü oluş turan kı sı m. * Bir mı knatı sı n iki kutbu arası nda, kuvvet akı mı nıtoplu bir duruma getirmek için bu kutuplar arası na yerleş tirilen demir parçası . * Bir kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri. armoni

* Türlü sesler arası nda sağlanan uyum.

armoni orkestrası * Yalnı z üflemeli çalgı lardan oluş an orkestra. armonik * Armoni ile ilgili olan. * Armonika. armonika * Yan yana sı ralanmı şdeliklerden her biri üflenince, ayrınotada sesler çı karan küçük ağı z çalgı sı , mı zı ka. * Akordeon. armoniler * Frekansı , ana sesin frekansı ndan tam katıolan sesler. armonize

* Tamamlayı cısesler eklenmiş(müzik parçası ).

armonyum * Taş ı nabilir küçük org. armudî

* Armut biçiminde olan.

armudiye * Armut biçiminde nazarlı k olarak takı lan altı n. armudun iyisini (dağda) ayı lar yer * Bkz. Ahlatı n iyisini (dağ da) ayı lar yer. armut

* Gülgillerden, çiçekleri beyaz, yurdumuzun her yerinde yetiş en, bir ağ aç (Pirus communis). * Bu ağacı n rengi sarı dan yeş ile kadar değ iş ebilen tatlı , sulu, yumuş ak, ufak çekirdekli meyvesi. * Fazla bön.

armut gibi

* çok anlayı ş sı z, bön. armut kabağ ı * Ürünü, armut biçiminde olan bir süs kabağı . armut kurusu * Daha sonraki mevsimlerde yenmek üzere kurutulmuşarmut. armut pişağzı ma düş ! * bir iş e hiç emek harcamaksı zı n onun kendiliğinden olması nıbekleyenlerin durumunu anlatı r. armut top * Boksörün çalı ş maları nda kullandı ğıiçi havalı , dı ş ıderi, armut biçiminde top. armutun sapıvar, üzümün (veya kirazı n) çöpü var demek * her ş eye kusur bulmak, hiçbir ş eyi beğ enmemek. armuz Arnavut

* Gemilerde güverte ve borda kaplama tahtaları nı n yan yana gelmeleri sonucu araları nda oluş turduklarıçizgi. * Arnavutluk ve çevresinde yaş ayan bir halk. * Bu halka özgü olan (ş ey).

Arnavut bacası * Çatıpenceresi. Arnavut biberi * Acıkı rmı zıbiber. Arnavut ciğ eri * Ciğer tavası . Arnavut kaldı rı mı * Yollarda irili ufaklıtaş larla geliş igüzel yapı lan kaldı rı m. Arnavutça * Hint-Avrupa dilleri ailesine giren, Arnavutları n kullandı ğ ıdil. Arnavutlaş ma * Arnavutlaş mak. Arnavutlaş mak * Arnavut dilini ve kültürünü benimsemek. Arnavutlaş tı rma * Arnavutlaş tı rmak durumu. Arnavutlaş tı rmak * Arnavut kimliğ ini kazandı rmak. Arnavutluk * Arnavut olma durumu. * Arnavut halkı nı n bütünü. arnika

* Öküz gözü, sı ğ ı r gözü, mastıçiçeği.

aroma * Bitki özlerinden veya yağları ndan elde edilen hoşkoku. aromatik

* Hoşkokulu, aromalı . arozöz * Kamyon, araba gibi bir taş ı t aracı na, doldurma ve boş altma düzeni olan, bir su deposu eklenmesiyle oluş turulan, sulamaya yarar araç. arp * Bkz. harp (II). arpa

* Buğdaygillerden, taneleri ekmek ve bira yapı mı nda kullanı lan, hayvanlara yem olarak verilen, yurdumuzda çok yetiş tirilen bir bitki (Hordeum vulgare). * Bu bitkinin taneleri. arpa boyu kadar gitmek (veya yol almak) * pek az ilerlemek. arpa ektim, darıçı ktı * ters sonuç veren iş ler için söylenir. arpa güvesi * Tahı llara dadanan bir güve türü. arpa suyu * Bira. arpa ş ehriye * Arpa biçiminde dökülmüşş ehriye. arpacı

* Arpa alan ve satan kimse.

arpacıkumrusu gibi düş ünmek * ne yapacağ ı nı bilmeyerek derin derin düş ünmek. arpacı k

* Göz kapağ ı nı n kenarı nda çı kan küçük çı ban, it dirseği. * Tüfek, tabanca gibi ateş li silâhlarda namlunun en ileri bölümünde bulunan ve niş an alı rken gezle birlikte göz ile hedef arası nda aynı çizgi üzerine getirilen küçük çı kı ntı . * Arpa biçiminde ş ehriye. arpacı k soğanı * Tohumdan yetiş tirilen ve tohumluk olarak kullanı lan küçük soğ an. arpacı lı k arpağ an

* Arpa yetiş tirme veya alı p satma iş i. * Yabanî arpa.

arpalama * Atları n ayakları nda görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalı k. * Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalı ğ ı . arpalı k * Arpa ekilen yer, arpa tarlası . * Arpa konulan yer. * Hayvanı n diş inde bulunan ve hayvan yaş landı kça silindiğ i için yaş ı nıbelli eden bir niş an. * Müftü ve kazasker gibi din görevlilerine aylı k yerine verilen giyecek, yiyecek gibi ş eyler veya para. * Baş maklı k. * Karş ı lı ksı z yarar sağlanı lan yer veya kimse.

arpalı k etmek * arpalı k yapmak. arpalı k yapmak * bir kaynaktan sürekli olarak çı kar sağ lamak. arpasıçok gelmek * coş mak, azmak, kudurmak. arpçı arpej arsa

* Arp çalan kimse. * Bir akort oluş turan seslerin birbiri arkası ndan çalı nması . * Üzerine yapı yapı lmak için ayrı lmı şyer.

arsenik * Atom numarası33, atom ağı rlı ğı 74,91, yoğunluğ u 5,7 olan, atmosfer bası ncıaltı nda 4500 C de süblimleş en, maden filizlerinde çok yaygı n bulunan, metal görünümünde basit element, sı çan otu, zı rnı k. Kı saltması As. arsı ulusal * Uluslar arası . arsı z * Utanması , sı kı lması olmayan, yı lı ş ı k, yüzsüz (kimse). * Aç gözlü davranan (kimse). * Kolayca üreyebilen (bitki). arsı z arsı z * Utanmaz bir biçimde, yı lı ş arak, sı rnaş arak. arsı zca * Arsı z gibi, arsı za yakı ş an biçimde. arsı zlanma * Arsı zlanmak iş i. arsı zlanmak * Arsı zlı k etmek. arsı zlaş ma * Arsı zlaş mak iş i. arsı zlaş mak * Arsı z duruma gelmek. arsı zlı k

* Arsı z olanı n durumu veya arsı za yakı ş acak davranı ş , yı lı ş ı klı k, sı rnaş ı klı k.

arsı zlı k etmek * utanmadan, sı kı lmadan, yüzsüzce davranmak; aç gözlü davranmak. arslan

* Aslan.

arslanı n adıçı kmı ş , çakallar başkeser * haksı zlı ğı veya kötülüğ ü esas yapanı n yerine bu konuda adıön plâna çı kan kiş iler anlamı nda kullanı lı r. arslanlı

* Osmanlıdevletinde kullanı lan arslan baskı lıgümüşsikke. arş *İ slâm dinî inanı ş ı na göre göğ ün en yüksek katı . arş

* Askerlikte "yürü" komutu.

arş e

* Keman yayı . * Tren, troleybüs, tramvay gibi elektrikle iş leyen taş ı tlarda telden elektrik akı mıalmaya yarayan, yukarı ya doğru uzanmı şdemir yay. arş etip arş ı âlâ arş ı n

*İ lk örnek. * Dokuzuncu kat gök. * Yaklaş ı k olarak 68 cm ye eş it olan uzunluk ölçüsü.

arş ı nlama * Arş ı nlamak iş i. arş ı nlamak * Arş ı nla ölçmek. * Amaçsı z, genişadı mlarla dolaş mak. arş ı nlı k arş idük arş idüş es

arş iv

* Arş ı n ölçüsünde, arş ı n kadar. * Avusturya'da imparator ailesi prenslerine verilen unvan. * Arş idükün karı sı veya kı zı . * Avusturya hanedanı nda prenses. * Belgelik.

arş ivci * Belgelik görevlisi veya uzmanı . arş ivcilik

* Arş ivcinin yaptı ğı işveya görevi.

arş ivleme * Arş ivlemek iş i. arş ivlemek * Arş ive kaldı rmak, arş ivde saklamak. art * Arka, geri. * Bir ş eyin öbür yüzü. art arda * Birbirinin arkası ndan. art avurt

* Avurdun arka bölümü. art avurt ünsüzü * Dil ucunun art damağa çarpması ndan oluş an ve dilin yanları ndan akan ses. art bölge

* Deniz kı yı sı nda bulunan bir yerin gerisindeki bölge, hinterland.

art damak * Damağ ı n arka bölümü. art damak ünsüzü * Ciğerlerden gelen havanı n dil sı rtı yardı mı yla art damağ ı n çeş itli noktaları nda bazen patlayarak, bazen de sı zarak oluş turduğu ünsüz: k, g, ğ. art düş ünce * Bir düş üncenin arkası nda gizli tutulan ası l düş ünce. art elden * birini oyalayı p, ondan gizli olarak. art eteğinde namaz kı l * çok temiz huylu kimseler için söylenir. art niyet art oda

* Art düş ünce. * Gözde iris ile billûr cismin arası ndaki boş luk.

art teker *İ tici gücü sağ layarak bisikleti yürüten teker. art zamanlı * Evrim açı sı ndan ele alı nan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik. art zamanlı dil bilimi * Dil olayları nıdeğ iş ik zaman ve evrim açı sı ndan ele alan dil bilimi. art zamanlı lı k * Değiş ik zaman ve evrim açı sı ndan incelenen dil olayları nı n özelliği, diyakroni. artağ an * Alı ş ı landan veya beklenilenden artı k verimi olan, bereketli. * Çoğ alan, fazlalaş an, artı mlı . artağ anlı k * Alı ş ı landan veya beklenilenden artı k ürün verme durumu, bereket. artakalma * Artakalmak iş i veya durumu. artakalmak * Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak. artçı

* Yürüyüşdurumunda bulunan bir askerî birliğ in güvenliğini sağ lamak için arkadan gelmek üzere bı rakı lan kı ta, dümdar. * Geçmişbir sanat veya edebiyat çı ğ ı rı nısürdüren (sanatçı , hareket). artçı lı k

* Artçı nı n görevi.

arter

arterit artezyen

* Atardamar. * Trafiğ i yoğ un olan ana yol. * Atardamar bozukluğu. * Toprağı burgu ile delinerek açı lan ve suyu yükseğe fı ş kı ran kuyu.

artezyen kuyusu * Artezyen. artı * Toplama iş leminde + iş aretinin adı , zait. * Sı fı rdan büyük, önünde artı iş areti bulunan (sayı ), eksi karş ı tı , pozitif. artı sayı * Kendisinden önce + iş areti bulunan, sı fı rdan büyük sayı , pozitif sayı . artı uç artı k

* Elektrikli çözümlemede, sı vı ya batı rı lı p akı mı n geçmesini ağ layan, metal uçlardan artıyüklü olanı , anot. *İ çildikten, yenildikten veya kullanı ldı ktan sonra geriye kalan. * Kalan veya artan bölüm. * Bir ş ey harcandı ktan sonra onun artan bölümü. * Daha çok, daha fazla. * Bundan böyle, sonra, daha, yeter.

artı k değer *İ ş çinin, işgücünün karş ı lı ğıolarak, ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karş ı lı ğı nıödemeksizin sahip olduğu ek değ er. artı k emek *İ ş çinin, ek süre içinde harcadı ğ ıve sonucunda artı k değ er yarattı ğ ı , karş ı lı ğı ödenmeyen emek. artı k gün * Artı k yı llarda ş ubat ayı na eklenen, dört yı lda bir gelen 29. gün. artı k yı l artı klama

* Dört yı lda bir gelen 366 günlük yı l, seneikebire. * Artı klamak iş i.

artı klamak * Yemekte artı k bı rakmak. artı m * Artma, artı ş , çoğalma. artı mlı artı n artı rı lma

* Piş ince ş iş tiğ i için miktarı artmı şgibi görünen, artağ an. * Katyon. * Artı rı lmak iş i.

artı rı lmak * Artı rmak iş ine konu olmak, çoğaltı lmak, tezyit edilmek. artı rı m

* Bir ş eyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artı rma iş i, tasarruf. * Müzayedede artı rma.

artı rma

* Artı rmak iş i. * Alı cı lar arası ndaki yarı ş maya dayanan ve en yüksek fiyatısürene malı n verilmesiyle biten yöntem, müzayede. artı rmak

* Artması nısağ lamak, çoğ altmak. * Bir malıbaş ka alı cı ları n verdiğ i fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek. * Tutumlu davranı p biriktirmek, tasarruf etmek. * Herhangi bir davranı ş ta ileri gitmek.

artı ş * Artmak iş i veya biçimi, artma, artı m, çoğalı ş . artist

artist gibi artistçe artistik

* Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı , sanatkâr. * Eğ lence yerlerinde gösteri yapan kimse. * boylu poslu, güzel ve alı mlı(kimse). * Artiste benzer biçimde, artist gibi. * Güzel sanatları n gerektirdiği niteliğ e uygun, sanatlı .

artistlik * Artistin görevi. * Artist olma durumu. artma * Artmak iş i. artmak artmak

artrit artroz arttı rma

* Büyük heybe. * Eskisinden daha çok çoğ almak. * Gereğ ince harcandı ktan sonra bir miktar geri kalmak. * Değeri yükselmek, fazlalaş mak. * Eklem romatizması . * Genellikle ş ekil bozucu, iltihapsı z, süreğ en eklem hastalı ğ ı . * Arttı rmak iş i.

arttı rmak * Artı rmak iş i yapı lmak. * Yükseltmek.

aruz

* Hecelerin uzunluk ve kı salı k, kapalı lı k veya açı klı k değ erlerine göre türlü ses kalı pları ndan oluş an Divan Edebiyatı nazı m ölçüsü. arya

* Operalarda solistlerden birinin orkestra eş liğ inde söylediğ i, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça.

Aryanizm * IV. yüzyı lda Arius adlıbir papazı n kurduğu ve Hristiyan inanı ş ı nı n tersine olarak İ sa'nı n tanrı lı ğ ı nıinkâr eden mezhep. arz

arz

* Sunma. * (büyük bir makama) Anlatma, bildirme. * En, geniş lik.

arz * Yer, yeryüzü. arz dairesi * Bkz. enlem dairesi. arz derecesi * Bkz. enlem. arz etmek * sunmak. * saygıile bildirmek. arz odası * Mevkii olan insanları n, halkla görüş tüğ ü oda. arz talep kanunu * Belirli bir piyasada sunu ve talep dengesini düzenli tutma sistemi. arz ve talep * Üreticinin piyasaya mal çı karmasıve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayları , sunu ve istem. arzanî arziyat

* Enine olan. * Yer bilimi, jeoloji.

arzu *İ stek, dilek. * Heves. arzu duymak * birine veya bir ş eye karş ıistek duymak. arzu etmek * yürekten istemek. arzuhâl

* Dilekçe, istida.

arzuhâl gibi (veya kadar) * bir mektubun çok uzun olduğunu anlatmak için söylenir.

arzuhâlci

* Para ile dilekçe, mektup vb. yazan kimse.

arzuhâlcilik * Arzuhâl yazma iş i. arzulama * Arzulamak iş i. arzulamak *İ stek duymak, özlemek, istemek. arzulu

*İ stekli, hevesli.

arzusu kalmak * isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak. As * Arsenik'in kı saltması . as as

asas kat

* Kakı m. *İ skambil kâğ ı tları nda birli. * Bir iş te baş ta gelen (kimse veya ş ey). * Ast sı fatı nı n kı saltı lmı ş ı ; eklendiğ i kelimenin daha aş ağ ıderecelisini anlatan yeni kelimeler türetmeye yarar. * Herhangi bir ölçü biriminin bölündüğ ü eş it parçalardan her biri.

as yön * Ara yön. asa

* Bazıülkelerde, hükümdarları n, mareş allerin, din adamları nı n güç sembolü olarak, törenlerde taş ı dı klarıbir tür ağaç veya metalden değ nek. * Eskiden ihtiyarları n baston yerine kullandı klarıuzun sopa. asabî * Sinirli. * Sinirle ilgili, sinirsel. asabîleş me * Asabîleş mek iş i. asabîleş mek * Kı zmak, öfkelenmek, sinirlilik belirtileri göstermek, sinirlenmek. asabîlik asabiye

asabiyeci

* Asabî olma durumu. * Sinir hastalı klarıile ilgili hekimlik kolu. * Sinir hastalı klarıile ilgili hastahane bölümü. * Sinir hastalı klarıuzmanı .

asabiyet asal

* Sinirlilik, asabî yapı lıolma. * Baş lı ca, temel niteliğ inde olan, esasî.

asal gazlar * Atomları nı n dı şelektron halkaları tamamı yla veya geçici olarak elektrona doymuşolan gazlar (helyum, neon, argon, kripton, ksenon), soy gazlar. asal sayı (lar) * Bölenlerinin kümesi iki elemanlıolan elemanlardan biri 1, öbürü sayı nı n kendisi olan doğal sayı (lar). asalak parazit.

* Bir canlı nı n içinde veya üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun zararı na yaş ayan baş ka canlı , tufeyli, * Baş kaları nı n sı rtı ndan geçinen (kimse), ekti.

asalak bilimi * Asalakları n yapı sı nı , yaş ayı ş ı nı , konakçı yla iliş kisini ve yaptı ğ ıhastalı klarla bu hastalı klara karş ıgiriş ilecek savaş ıkonu alan bilim dalı , parazitoloji. asalaklaş ma * Asalaklaş mak durumu. asalaklaş mak * Asalak duruma gelmek. asalaklı k asalet

asaleten

* Asalak olanı n durumu. * Soyluluk. * Bir görevi yüklenmişolan, o görevin sahibi olan kimse, asillik, vekillik karş ı tı . * Yazı da veya sözde bayağ ısöz ve deyim bulunmamasıdurumu. * Bir görevde temelli olarak, ası l olarak, vekâleten karş ı tı . * Kendi adı na hareket ederek.

asaleten atama * Sürekli görev yapmak üzere bir göreve atama. asamble

* Kurul.

asansör araç.

*İ nsanları veya yükleri bir yapı nı n bir katı ndan ötekine veya yüksek yerlere çı karı p indiren elektrikle iş ler

asansör boş luğ u * Binalarda asansörün iş lemesi için bı rakı lan boş luk. asansörcü * Asansörün bakı m ve onarı mı nıyapan kimse. * Otel ve hastahane gibi büyük kuruluş larda asansörün düzenli çalı ş ması nısağ layan kimse. asap asar

* Sinirler. * Yapı lar, eserler.

asarı atika asayiş

* Eski yapı lar, eski eserler. * Bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunmasıdurumu, düzenlilik, güvenlik.

asayişberkemal * Güvenliğ in yerinde olduğ unu anlatı r. asbaş kan *İ kinci baş kan. asbest

* Tremolitin bozulması ndan oluş an lifli, kı rı lmadan bükülebilen ve ateş te niteliğ i değiş meyen bir mineral, taş pamuğ u, kaya lifi. asbest yünü * Asbestin iş lenerek yün biçimine sokulmuş u. aselbent

asenkron asepsi

* Hekimlikte ve koku yapı mı nda kullanı lan, aselbent ağacı nı n kabuklarıçizilerek elde edilen bir reçine. * Bu reçinenin elde edildiğ i ağ aç (Styrax officinalis). * Eşzamanlı olmayan, baş lama ve bitme anlarıbaş ka olan (olaylar); senkron, eşzaman karş ı tı , yadı n kurun. *İ lâç kullanmadan, yalnı zı sıyardı mıile aygı t ve pansuman gereçleri gibi ş eyleri mikropsuzlaş tı rma iş i.

aseptik * Her türlü mikroptan arı nmı ş . ases

* Gece bekçisi. * Osmanlıİ mparatorluğunda yeniçeri ocağ ı nı n kaldı rı lması ndan önceki güvenlik görevlisi.

asesbaş ı * Yeniçeri ocağı ndaki askerî görevinin yanısı ra, baş ş ehrin düzenini korumakla da yükümlü olan 28. ortanı n çorbacı baş ı sı na verilen ad. asetat asetatlı asetik

* Asetik asidin tuzu veya esteri, saydam. * Birleş imine asetat karı ş tı rı lmı ş . * Sirkeyle ilgili, sirkeyle aynıözellikleri taş ı yan.

asetik asit * Sirkeye tadı nıve özelliklerinden birçoğ unu veren asit. asetilen aseton asfalt

* Renksiz, sarı msak kokulu, güçlü ve beyaz bir ı ş ı k vererek yanan hidrokarbonlu bir gaz. * Birçok organik maddeyi eritmekte kullanı lan uçucu, kolayca alev alı r, eter kokusunda bir sı vı . * Siyah renkte ş ekilsiz bir cins bitüm. * Ana maddesi katran olan ve yolları n kaplanması nda kullanı lan karı ş ı m.

* Asfaltlanmı ş . asfaltit * Petrolün ayrı ş masıile oluş an ve çoklukta tortul kayaçları n gözeneklerinde bulunan doğal bitüm. asfaltlama * Asfaltlamak iş i. asfaltlamak * Asfaltla kaplamak. asfaltlanma * Asfaltlanmak iş i. asfaltlanmak * Asfalt dökülmek, asfaltla kaplanmak. asgarı müş terek * Herkes tarafı ndan kabul edilen nokta, üzerinde anlaş maya varı lan husus, uyuş ulan konu, ortak payda. asgarî

* En az, en aş ağı , en azı ndan, en düş ük. * Minimum.

asgarî ücret *İ ş çilere bir çalı ş ma günü karş ı lı ğ ıolarak ödenen ve iş çinin gı da, konut giyim, sağlı k, ulaş ı m ve kültür gibi ihtiyaçları nıgünün fiyatları üzerinden en az düzeyde karş ı lamaya yetecek ücret. ashap

ası

* Sahipler. * Hz. Muhammed'in meclislerinde ve konuş maları nda bulunanlar, sahabeler. * Asmak iş i.

-ası/ -esi * Fiilden sı fat yapan ek. ası da olmak (veya ası da kalmak) * bir iş e son verilmeyip öylece bı rakı lmı şolmak veya kalmak. ası k

* Somurtkan. * Ası lı .

ası k suratlı * Hoş nutsuzluğ unu, kı zgı nlı ğı nıyüzüne sert bir anlam vererek belirten" öfkeli görünüş lü yüzü olan. ası l

* Bir ş eyin kendisi, örnek, kopya karş ı tı . * Kök, köken, kaynak. * Gerçeklik, esas, hakikat. * Soy, nesep. * Gerçek. * Bir ş eyin temelini oluş turan, ana. * Aranı lan nitelikleri en çok kendinde toplamı şolan. * (a'sı l) Baş lı ca, baş ta gelen, gerçek olarak.

ası l nüsha * Bir yazma eserin veya belgenin kopyaları nı n dayandı ğıözgün biçimi. ası l sayı lar

* Sı ra veya üleş tirme eki almamı şyalı n sayı lar. ası l vurgu * Kelimenin aslı ndaki vurgu. ası lanma

* Ası lanmak iş i, intifa.

ası lanmak * Bir ş eyden yarar sağ lamak, intifa etmek. ası lı

* Ası lmı şolan.

ası lı ş * Ası lmak iş i veya biçimi. ası llı ası lma ası lmak

* Bir kökene dayanan, kökenli. * Ası lmak iş i. * Asmak iş i yapı lmak veya asmak iş ine konu olmak. * Bir yere tutunup sarkmak. * Tutup çekmek. * Bir ş ey isterken karş ı sı ndakini tedirgin edecek derecede ileri gitmek üstelemek, ı srar etmek. * Hı zla eline almak. * Boynuna ip geçirip sallandı rı larak öldürülmek, idam edilmek. * Karş ıcinsin ilgisini çekmek için çarpı cı davranı ş larda bulunmak. * Israrla üzerine gitmek, sonuna kadar mücadele etmek.

ası lmı ş adam * Salepgillerden, çiçekleri ası lmı şbir insana benzeyen ve köklerinden salep çı karı lan bir bitki. ası lsı z ası ltı

ası m

* Doğru olmayan, temelsiz, dayanaksı z, köksüz (haber). * Çözünemeyen madde parçacı kları nı n dibe çökmeden bir sı vıortamda kalmı şdurumu, süspansiyon. * Böyle bir sı vı karı ş ı mı , süspansiyon. * Asma iş i.

ası m takı m * Kadı nları n takı ndı kları süs eş yası . ası ntı

* Bir iş i hemen yapmayı p bekleterek geri bı rakma, tehir, tavik. * Birini tedirgin edecek kadar üzerine düş me. * Sı rnaş an, tebelleşolan kimse.

ası ntıolmak * tebelleşolmak, sı rnaş mak. ası p kesmek * (genellikle işbaş ı nda bulunan bir kimse için) yasayıçiğneyerek sert davranmak. ası r

* Yüzyı l.

* Çağ . ası rlarca * Yüzlerce yı l. ası rlı k asi

aside

* Yüzyı llı k. * Başkaldı ran, isyan eden. * Hayı rsı z, dik baş lı . * Un, et ve bamya ile yapı lan bir Arap yemeğ i.

asidimetre * Asitölçer. asil * Soylu. * Yüksek duygu ile yapı lan. * Bir görevde temelli olan, vekil karş ı tı . asileş me

* Asileş mek iş i.

asileş mek * Karş ıgelmek, başkaldı rmak, isyan etmek. asilik

* Asi olma durumu, isyan etme, isyankârlı k.

asilik etmek * karş ıgelmek, başkaldı rmak. asillik

asilzade

* Asil olma durumu, asalet. * Soylu olma durumu, soyluluk. * Soylu.

asilzadelik * Soyluluk. asimetri asimetrik

* Simetrisi olmayan, bakı ş ı msı zlı k. * Simetrik olmayan, bakı ş ı msı z.

asimilâsyon * Benzer hâle getirme, kendine benzetme, kendine uydurma, özümleme. * Benzeş me. asimile

* Bu söz "benzeş mek", "kendine uydurmak" anlamı nda "asimile etmek" biçiminde kullanı lı r.

asimptot * Bir eğ riye giderek yaklaş an, ama sonuna kadar uzatı lsa bile yaklaş tı ğ ıhâlde eğ riyi kesmeyen doğ ru; sonuş maz.

asistan

* Yardı mcı . * Araş tı rma görevlisi.

asistanlı k * Asistan, araş tı rma görevlisi olma durumu asistanı n görevi. asit

* Turnusolün mavi rengini kı rmı zı ya çevirmek özelliğ inde olan ve birleş imindeki hidrojenin yerine maden alarak tuz oluş turan hidrojenli birleş ik, hamı z. asit alkol

* Aynızamanda asit ve alkol grupları nı içeren birleş iklere verilen ad.

asit borik * Bkz. borik asit. asit fenik asitölçer ask

* Bkz. fenol. * Bir asidin özelliğ ini, konsantrasyon derecesini ölçmeye yarayan cihaz, asidimetre. * Bkz. asklı .

askarit * Bağ ı rsak solucanı . asker

* Erden mareş ale kadar orduda görevli bulunan herkes. * Askerlik görevi veya ödevi. * Ordunun yalnı z er rütbesinde olan bölümü. * Topluluk düzenine saygı sıolan, disiplinli. * Yurdun korunmasıyolunda iyi dövüş mesini baş aran.

asker çı karmak * (bir devlet) belli kanunlara bağlıolarak asker toplamak. * kı yı lara ve en çok düş man kı yı ları na asker indirme. asker gibi * disiplinli, düzgün. asker kaçağ ı * Askerlik ödevini yapmamak için asker ocağı ndan ayrı lan veya oraya gitmekten kaçan kimse. asker ocağı * Askerlik ödevinin yapı ldı ğı kı ş la, ordugâh, tahkimli bölge, gemi, tersane gibi hizmet yerlerine verilen ad. asker olmak * askerlik ödevine baş lamak. asker tayı nı * Erlere verilen azı k. askerce

* Askere yakı ş ı r biçimde.

askerci * Asker yanlı sı . askercilik

* Askerci olma durumu. * Bir tür çocuk oyunu. askere alı nmak * askerlik ödevini yapmak için er eğitim merkezine gönderilmek. askere çağrı lmak * askerlik ödevini yapmak için ş ubece istenmek. askere gitmek * askerlik ödevini yapmak için orduya katı lmak. askerî

* Askerlikle ilgili, askere özgü.

askerî ambargo * Bir ülkeyi cezalandı rmak amacı yla askerî alanda yaptı rı m uygulama. askerî ataş e * Bir ulusun yabancı ülkelerdeki elçiliklerinde görevli askerî uzman. askerî inzibat * Askerî birlikler arası nda düzeni, disiplini, kanunlarıyürütmekle görevli sı nı f ve bu sı nı ftan olan asker. askerî kaput * Askerlerin giydiğ i kalı n kumaş tan üstlük. askerî rüş tiye * Askerî ortaokul. askerîleş me * Askerîleş mek iş i. askerîleş mek * Bir yer askerlikle iliş kili duruma gelmek, askerlik niteliğ i kazanmak. askerîleş tirme * Askerîleş tirmek iş i. askerîleş tirmek * Asker yönetimine geçirmek; (bir ş eye) askerlik niteliği kazandı rmak. askeriye * Askerlik. askerlik

* Asker olma durumu; askerlik ödevi ordu hizmeti.

askerlik dairesi * Yurttaş larıaskere alma iş leriyle görevli olan askerlik ş ubelerinin bağlıbulunduklarıbölge dairesi. askerlik etmek * askerlik yapmak. askerlik hizmeti * Orduda belirli bir sürede yapı lan yurt ödevi. askerlik yapmak * kanunlara göre yurttaş ları n yükümlü olduklarıordu ödevinde bulunmak. askerlik yoklaması * Askerlik ş ubelerine kayı tlıkimselerin belirli zamanlarda yapı lan durum yoklaması .

askı

* Üzerine herhangi bir ş ey asmaya yarar nesne. * Pantolon veya giysilerin düş mesini önlemek için omuzdan aş ı rı lan bağ . * Artı rma, eksiltme gibi resmî işilânları nı n ilgili daire duvarı nda belli bir zaman süresince ası lıdurması . * Hastahanelerde kı rı k kol veya bacakları n ası larak tutturulduğu araç. * Çay, kahve taş ı maya yarar kahveci tepsisi, fener. * Saklanmak için tavana ası lmı şdizi veya hevenk. * Yeni yapı lan yapı ları n çatı sı na, ev sahibi tarafı ndan usta için veya düğün arabaları na düğün sahibi tarafı ndan arabacıiçin armağan olarak ası lan kumaş . * Gelinin oturacağıyerin üstüne ası lan süsler. * Kadı nları n kullandı ğıaltı n dizisi veya zincirli mücevherat. * Düğ ünlerde geline yakı nlarıtarafı ndan takı lan hediye. *İ pek böceğ inin kozası nısarmasıiçin yanı na konulan çalıçı rpı . * Saz ş airleri arası nda yapı lan deyişyarı ş ı nda üstün gelene verilmek için duvara ası lan kumaş , tabanca gibi ödül. askı da bı rakmak * sonuca vardı rmamak. askı da kalmak * (bir iş ) bir engel dolayı sı yla sonuca varamamak. askı lı

* Askı sıolan.

askı lı k * Avcı ları n sı rtları na taktı klarıaskıtakı mı . * Ası lı p saklanacak sebze, meyve. * Vestiyer. askı ntı

* Baş kaları nı n sı rtı ndan geçinen. * Karş ıcinsi rahatsı z eden kimse.

askı ya almak * altı boş alı p desteğ i kalmayan yapı yıdikmelerle boş lukta tutarak yı kı lmaktan kurtarmak. * oturmuşveya batmı şbir gemiyi yüzdürmek için baş ka teknelere asarak kaldı rmak. * bir iş i zamanı nda yapmayı p belirsiz bir zamana bı rakmak, savsaklamak. askı ya çı karmak (veya çı karı lmak) * evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayı tları nı n bulunduğu yerde askıyoluyla ilân etmek. askı ya çı kmak * ipek böceğ i koza sarmak üzere dallara çı kmak. asklı * Sporlarıask denen torbalar içinde oluş an (mantar). askospor asla Aslan

* Asklımantarları n sporuna verilen ad. * Hiçbir zaman, hiçbir biçimde. * Zodyak üzerinde, Yengeç ile Baş ak burçlarıarası nda yer alan burcun adı , Zodyak.

aslan * Kedigillerden, erkekleri yeleli, yı rtı cı , Afrika'da yaş ayan, uzunluğ u 160 cm, kuyruğu 70 cm ve ucu püsküllü, çok koyu sarırenkli güçlü bir memeli türü, arslan. * Gürbüz ve yiğ it adam.

aslan ağ zı * Havuz kenarları na konulan ve ağ zı ndan su akan aslan biçiminde süs taş ı . aslan gibi

* boylu boslu, güçlü ve yakı ş ı klı . * sağlı ğı yerinde.

aslan kesilmek * aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek. aslan payı * Hak edilenden daha çok alı nan pay. aslan sütü * Rakı . aslan yatağı ndan belli olur * bir kimsenin oturduğu yerin durumu, onun kiş iliğini belli eder, uygun bir durumda olması gerekir. aslan yürekli * Çok yiğ it, hiçbir ş eyden korkmayan. aslanağzı * Sı raca otugillerden, türlü renkte, güzel, kokusuz çiçekleri olan bir bitki. aslanca * Aslana yakı ş ı r yolda, aslan gibi, yiğitçe. aslangiller * Kedi cinsinden olan bütün et oburlarıiçine alan hayvan familyası . aslanı m!

* gençler, delikanlı lar için kullanı lan bir seslenme sözü.

aslanı n ağzı nda * elde edilmesi çok güç. aslankulağı * Bir sap üzerinde dizili sarıveya kı rmı zıçiçekli otsu bir bitki. aslankuyruğu * Ballı babagillerden, eskiden hekimlikte terletici olarak kullanı lan bir bitki, yer pı rasası(Leonurus). aslanlı k

* Yiğitlik, cesaretlilik.

aslanpençesi * Gülgillerden, sarı , beyaz çiçekli bir yabanî bitki (Alchemilla). * Şirpençe. aslen

* Kök veya soy bakı mı ndan.

aslıastarı * iç yüzü, gerçek ş ekli. aslıastarı * Esası , doğruluğu, geçerliliğ i. aslıastarı(veya aslıaslı ) olmamak * yalan, ası lsı z olmak.

aslıçı kmak * gerçek olduğu anlaş ı lmak, gerçek olduğ u ortaya çı kmak. aslıfaslıyok * yalan, uydurma. aslınesli

* Soyu sopu.

aslı k * Kı sı r olan (kadı n veya diş i hayvan). aslî

* Temel olarak alı nan, esas olan.

aslî düş ünce * Ana fikir. aslî maaş * Devlet dairelerinde çalı ş an memurlara verilen aylı ğı n, yükselmeye temel olan her aş aması . aslî nüsha * Bir yazı nı n çoğ altı lması na örneklik eden ilk nüsha. asliye asma

asma

* Temel, esas. * Asmak iş i. * Ası lmı ş , ası lı . * Asmagillerden, dalları çardak üzerine yayı lan bitkilere genel olarak verilen ad. * Belirli bir tür üzüm veren bitki (Vitis).

asma bahçe * Ayak ve kemerler üzerine kurulan teraslardan yapı lmı şbahçe. asma bı yı ğı * Asma dalları nı n çevresine tutunması na yarayan yeş il uzantı lar, sülük. asma biti * Eşkanatlı lardan, asmalara zarar veren, sarı msırenkte bir böcek, filoksera (Phylloxera vestatrix). asma kabağı * Kabakgillerden sürüngen veya sarı lgan, mevsimlik bir kabak türü (Lageneria vulgaris). * Bu türün ince uzun, sebze olarak kullanı lan ürünü. asma kat

* Yapı larda genellikle tabanla birinci kat arası na yapı lan, bası k tavanlı , altıboşkat.

asma kilit * Kilitlenecek ş eyin üstündeki halkalara geçirilip kapatı lacak biçimde yapı lmı şkilit. asma köprü *İ ki baş ı ndaki ayaklardan baş ka dayanağı olmayan, çoğ unlukla uzun ve yüksek köprü. asma merdiven * Yukarıucundan bir yere ası larak kullanı lan ip merdiven. asma yaprağ ı

* Zeytinyağ lı ve etli dolma yapmakta kullanı lan körpe asma yaprağ ı . asmagiller *İ ki çeneklilerden, belli baş lıtürü asma olan bitki familyası . asmak

asmalı

* Bir ş eyi aş ağı ya sarkacak biçimde bir yere iliş tirip sarkı tmak. * Üzerine takı nmak, kuş anmak. * Bir kimseyi boğazı ndan ip geçirip sarkı tarak öldürmek, idam etmek. * Gitmek zorunda olunan bir yere özürsüz gitmemek veya görevi olan bir iş i özürsüz yapmamak. * Asmasıolan.

asmalı k * Asma için ayrı lmı şyer veya toprak. asmolen

* Piş miştoprak, cüruf ve beton karı ş ı mı ndan yapı lan kiriş , putrel nervürler arası na konulan delikli tuğla.

asonans

* Yarı m kafiye, her dizenin sonunda gelen, aynıaksanıveren ünlünün ondan sonra veya önce gelen ünsüzü hiç dikkate almadan tekrarlama ş eklinde uyak. asorti asortik

* (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapı da olan. * (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapı da olan.

asosyal * Sosyal olmayan. asparagas * Uydurma, gerçek olmayan, gerçekmişgibi gösteren haber. aspidistra * Zambakgillerden, genellikle saksı da yetiş tirilen, yapraklarıdoğ rudan doğruya topraktan çı kan bir süs bitkisi. aspiratör

* Havadaki duman, toz vb. yabancımaddeleri emerek dı ş arıatan cihaz, emmeç.

aspirin * Ağrıkesici ve ateşdüş ürücü olarak kullanı lan beyaz renkli, ekş imtı rak ilâç. aspur

* Yalancı safran.

asrı saadet * Hz. Muhammed'in yaş adı ğ ızaman. asrî

* Modern, çağcı l.

asrîleş me * Çağ cı llaş ma, çağ daş laş ma. asrîleş mek * Çağ cı llaş mak, çağdaş laş mak. asrîlik

* Çağ cı llı k.

assai assolist ast

astar

* Birlikte kullanı ldı ğıterimin anlamı na aş ı rı lı k kazandı rı r: Adagio assai çok yavaş , çok ağı r. * Bir müzik programı nda daha çok en son olarak sahneye çı kan, alanı nda tanı nmı şve çok ünlü olan sanatçı . * Alt. * Birinin buyruğ u altı nda olan görevli, madun. * (birine göre) Rütbe veya kı demce küçük olan asker. * Giyecek, perde, çanta, ayakkabıgibi ş eylerde, kumaş ı n veya derinin iç tarafı na geçirilen ince kat. * Sı va veya boyadan önce vurulan kat. * Gemicilikte bir ş eyi sağlamlaş tı rmak için kullanı lan bez, halat, ağ aç vb.

astar boyası * Boyacı lı kta ası l boyadan önce sürülen, kiri kapatmak ve sürülecek boyanı n dayanı klı lı ğ ı nıartı rmak için kullanı lan boya. * Üzerine resim yapı lacak bezin veya duvarı n yağ lıboyayıemmesi için, resim yapı lmadan önce sürülen boya. astar kaplama * Kontratablalarda kör ağ acı n biçim değ iş tirmesini önlemek amacı yla iki yüzüne yapı ş tı rı lan kaplama katı . astar sürmek (veya vurmak, çekmek) * astar boyasıile boyamak. astarıyüzünden pahalıolmak * bir iş in ayrı ntı ları na harcanı lan para veya emek, elde edilen sonucun değ erini aş mak, masraflıolmak. astarlama * Astarlamak iş i. astarlamak * Astar geçirmek. * Boyacı lı kta, astar vurmak, astar sürmek. astarlanma * Astarlanmak iş i. astarlanmak * Astar geçirilmek. astarlatma * Astarlatmak iş i. astarlatmak * Astar yaptı rmak veya geçirtmek. astarlı * Astar geçirilmiş , astarlanmı ş . astarlı zarf *İ ç yüzüne ince bir kâğ ı t geçirilmişzarf. astarlı k astarya

* Astar olmaya elveriş li (kumaşvb.). * Bir gemiye yükleme veya boş altma için tanı nan süre.

astası m

* Öncüllerinden biri önceki tası mı n vargı sıdurumunda olan bir ek tası m.

astat

* Atom numarası85 olan, bizmutun alfa ı ş ı nları yla bombardı manısonucu elde edilen yapay element. Kı saltmasıAt. astatin

* Astat.

asteğmen * Orduda en küçük rütbeli subay. asteğmenlik * Asteğ men rütbesi veya asteğmenin görevi. astı ğı astı k, kestiği kestik * acı ması z, çok sert veya istediğ i gibi davranan kimseler için kullanı lı r. astı m

* Bronş ları n daralması ndan ileri gelen nefes darlı ğ ı .

astı mlı * Astı mıolan, astı m hastalı ğı na tutulmuşolan. astı rma astı rmak astigmat

* Astı rmak iş i. * Asmak iş ini yaptı rmak. * Net görmeyen, astigmatizme tutulmuş(göz).

astigmatizm * Gözün saydam tabakası nda meridyenlerin eş itsizliği yüzünden net görememe durumu. astragan

astrofizik astrolog astroloji

* Karakul kuzusunun kı vı rcı k ve parlak postu. * Bu posttan yapı lmı şolan. * Gök fiziği. * Yı ldı z falı yla uğ raş an kimse, müneccim. * Yı ldı z falcı lı ğı , müneccimlik.

astronom * Astronomi bilgini, gök bilimci. astronomi * Gök bilimi, felekiyat. astronomik * Gök bilimiyle ilgili olan. * Aş ı rıçok yüksek. astronomik fiyat * Çok yüksek fiyat.

astronomik rakam *İ nsana ş aş kı nlı k verecek derecede büyük rakam. astronot

* Uzay adamı .

astronotluk * Uzay adamıolma durumu veya uzay adamı nı n görevi. astropikal * Tropikal bölgelere yakı n, fakat daha yüksek bir enlemde olan. astsubay

* SilâhlıKuvvetler yasası na göre astsubay okulları nda yetiş erek SilâhlıKuvvetlere katı lan astsubay çavuş tan astsubay kı demli baş çavuş a kadar rütbesi olan asker. astsubay baş çavuş * Astsubaylı ğı n beş inci basamağ ı . astsubay çavuş * Astsubaylı ğı n ilk basamağ ı . astsubay kı demli baş çavuş * Astsubaylı ğı n altı ncıve son basamağ ı . astsubay kı demli çavuş * Astsubaylı ğı n ikinci basamağ ı . astsubay kı demli üstçavuş * Astsubaylı ğı n dördüncü basamağı . astsubay üstçavuş * Astsubaylı ğı n üçüncü basamağ ı . astsubaylı k * Astsubay olma durumu veya astsubayı n görevi. asude * Sessiz, rahat, sakin. asudelik asuman Asurca

* Huzur içinde olma, mutluluk. * Gök, gökyüzü. * Samî dilleri ailesine giren ve Milâttan önceki dönemlerde Ön Asya'da kullanı lmı şolan ölü bir dil.

Asyalı * Asya'da yaş ayan kimse. * Asya'ya özgü olan, Asya ile ilgili (olan). Asyalı lı k * Asyalıolma durumu. aş

* Piş irilerek hazı rlanan yemek.

aşdamı * Bazıbölgelerde yemek piş irilen yer, mutfak.

aşerme aşermek aşevi

yer.

* Aşermek durumu. * hamilelikte bazıyiyeceklere karş ıaş ı rıdüş künlük göstermek, çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek. * Para ile yemek yenilen yer, aş çı , lokanta. * Yoksullara parası z yemek yedirilen veya dağ ı tı lan yer, aş hane. * Düğ ün ve benzeri toplantı larda, verilecek yemekleri hazı rlamak için geçici olarak mutfak gibi kullanı lan * Tekkelerde yemek piş irilen yer.

aşocağ ı * Yemek piş irilip yoksullara dağ ı tı lan yer. aştaş ı nca kepçeye paha olmaz * sı kı ş ı k zamanlarda önemsiz ş eylerin değ eri çoktur. aşyermek * Bkz. aşermek. aş ağı

* Bir ş eyin alt bölümü. * Bir yere göre daha alçak yerde bulunan. * Eğ imli bir yerin daha alçak olan yeri. * Niteliğ i düş ük, kötü, adî. * Bayağ ı , adî. * Daha küçük, daha az; değ er yönünden daha az. * Aş ağ ı ya, yere doğru.

aş ağı (falan) yukarı * bir kimsenin adı nı n dilden düş ürmediğ ini, onun pek gözde olduğ unu anlatı r. * bir hizmette çok kullanı lan kiş ice, yakı nma olarak kullanı lı r. aş ağı almak * devirmek, yı kmak. aş ağı bitkiler * Su yosunları , mantarlar ve kara yosunlarıgibi su dı ş ı nda fazla boy atmayan damarsı z bitkiler. aş ağı düş mek * düzeyi, miktarı , niteliğ i alçalmak. aş ağı görmek * küçük görmek, beğ enmemek, hor görmek. aş ağı kalı r yeri (veya yanı ) yok * nitelikleri bakı mı ndan baş kaları yla karş ı laş tı rı ldı ğ ı nda eksiğ i olmayan, denk olan. aş ağı kalmamak * herhangi bir nitelik bakı mı ndan ondan geri olmamak. aş ağı kurtarmaz * bundan daha ucuza olmaz. * daha aş ağ ıbir durumu kendine lâyı k görmez. aş ağı mahalle * Yüksek bir yerleş im bölgesine göre alçakta kalan yer, yerleş im bölgesi. * Genel ev.

aş ağı tükürsem sakalı m, yukarı tükürsem bı yı ğ ı m * iki karş ı t ve aynıderecede sakı ncalıdurum karş ı sı nda karar verme zorluğunu anlatı r. aş ağı yukarı * Tama yakı n, yaklaş ı k olarak. aş ağı yukarı (yürümek) * bir baş tan bir baş a (yürümek). aş ağı dan almak * sert konuş an bir kimseye yumuş ak bir dil kullanmak, alttan almak. aş ağı lama * Aş ağ ı lamak iş i. aş ağı lamak * Değerinden düş ük göstermek. * Küçültücü davranı ş larda bulunmak, hor görmek. aş ağı lanma * Aş ağ ı lanmak durumu. aş ağı lanmak * Aş ağ ıduruma düş ürülmek. aş ağı laş ma * Aş ağ ıduruma düş me, mezellet. aş ağı laş mak * Aş ağ ı lı k duruma düş mek. aş ağı latma * Aş ağ ı latmak iş i. aş ağı latmak * Aş ağ ı lamak iş ine uğ ratmak, tenzil etmek. aş ağı lıyukarı lı * Aş ağ ı sıve yukarı sı olan; aş ağı sıyukarı sıbirlikte. aş ağı lı k

* Aş ağ ıolma durumu, adilik. * Niteliğ i düş ük, adî.

aş ağı lı k duygusu * Kiş inin gerçeklere uyan veya uymayan sebeplerle, benliğ ini yetersiz ve küçük görmesi. aş ağı lı k kompleksi * Kendini olduğ undan yetersiz, yeteneksiz ve güçsüz görme duygusu. aş ağı sama * Aş ağ ı samak iş i. aş ağı samak * Bir kimseyi veya bir ş eyi aş ağ ı lı k ve değ ersiz göstermek, hafife almak, hafifsemek, tezyif etmek. aş ağı sı aş ama

* Aş ağ ıtaraftaki. * Önem veya değ er bakı mı ndan gitgide yükselen bir sı ra basamakları n her biri, rütbe, mertebe, paye. * Varı lması istenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, merhale.

aş ama sı rası * Önem ve değer bakı mı ndan gitgide yükselen basamaklar dizisi, hiyerarş i. * Otoritenin en genişölçüde en üst mertebede olarak değiş ik önem sı ralarıarası nda katıve kesin bir biçimde dağı ldı ğ ıtoplumsal teş kilâtlanı şbiçimi, hiyerarş i. aş amalı * Aş amasıolan, kademeli. aş ar

aş arî aş çı

* Ondalı k. * Tarı m ürünlerinden alı nan onda bir nisbetindeki vergiler. * Ondalı k. * Yemek piş iren kimse, ahçı . * Yemek piş irip satan kimse. * Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta.

aş çıbaltası * Kemikli et kesmeye yarar küçük balta. aş çı baş ı * Birkaç aş çı nı n birlikte çalı ş tı ğ ıyerde bulunanları n baş ı . * Bir lokanta veya evde yemek piş irmekle görevli kimse. aş çı baş ı lı k * Aş çı baş ıolma durumu, aş çı baş ı nı n görevi. aş çı lı k

aş erat

* Aş çıolma durumu veya aş çı nı n görevi. * Yemek piş irme zanaatı veya bilgisi. * Onluklar.

aş hane * Aşevi. * Mutfak. aş ı * Organizmada belli birtakı m hastalı klara karş ıbağ ı ş ı klı k sağ lamak için vücuda verilen, o hastalı ğ ı n mikrobuyla hazı rlanmı şeriyik. * Bir ağ acı n dalıveya gövdesi üzerine, aynıfamilyanı n daha iyi bir türünden alı nan dal, göz, tomurcuk gibi parçalarıkaynaş tı rma iş i veya böylece eklenen parça. * Bu eriyiğin uygulanması . * Aş ı lı(kimse veya bitki). aş ıboyalı * Aş ıboyası renginde boyanmı ş . aş ıboyası *İ çine karı ş an demir hidroksit miktarı na göre pas sarı sı , kı zı l veya koyu esmer renk almı şgevrek kil. * Koyuca kı rmı zı , kiremit rengi. aş ıkâğ ı dı * Aş ıolanlara verilen resmî belge. aş ıolmak * aş ıyapı lmak.

aş ıtaş ı

* Taşdurumundaki aş ıboyası .

aş ıvurmak * bağ ı ş ı klı k veya tedavi amacı yla vücuda aş ıvermek, aş ıyapmak. aş ı cı

* Aş ıyapan kimse.

aş ı cı lı k * Aş ı cı nı n yaptı ğı iş . âş ı ğa Bağ dad sorulmaz * bir ş eye çok istekli olan kimsenin, o ş eyi elde etmedeki zorluklarıhiçe saydı ğ ı nıanlatı r. aş ı ğıcuk oturmak * iş i çok olumlu bir biçim almak. âş ı ğıkesilmek * tutku hâline getirmek. âş ı ğı n gözü kördür * kendisini aş ka kaptı ran kimse, sevgilisinin kusurları nıgörmediğ i gibi, çevresinde olup bitenlerle de ilgilenmez. aş ı k * Baldı r kemiğ i ile eklemleş erek bileğin belli baş lıoynak merkezini oluş turan, ayak bileğinde bulunan küçük kemiklerden biri. * Yapıçatı ları nda, uzun mertek, aş ı rma. âş ı k

* Bir kimseye veya bir ş eye karş ıaş ı rısevgi ve bağlı lı k duyan, vurgun, tutkun (kimse). * Halk içinde yetiş en, deyiş lerini sazla söyleyen, sözlü ş iir geleneğine bağ lıhalk ş airi. * Seviş en bir çiftten kadı na oranla genellikle erkeğe verilen ad. * Dalgı n, kalender (kimse). * Ahbap, arkadaşgibi bir seslenme.

aş ı k atmak * yarı şetmek, yarı ş mak. aş ı k atmak (veya aş ı k oynamak) * aş ı k kemiğiyle oyun oynamak. aş ı k kemiği * Aş ı k. âş ı k olmak * sevmek, tutulmak. âş ı kane * Âş ı ğa yaraş ı r biçimde (olan). âş ı klı k âş ı klı sı âş ı ktaş

* Âş ı k olanı n durumu. * çok seveni, düş künü. * Birbirleriyle seviş en erkek ve kadı ndan her biri.

âş ı ktaş lı k * Karş ı lı klıseviş me, muaş aka. âş ı ktaş lı k etmek * karş ı lı klıseviş mek. aş ı lama * Aş ı lamak iş i. * Yeni aş ı lanmı şağ aç. * Soğuğ a sı cak, sı cağa soğuk su katma. * Bu yolla elde edilmiş . * Bitkilerin aş ıyoluyla üretilmesi, ilkah. * Aş ı lanmı ş(ağ aç). aş ı lamak * Organizmada bağı ş ı klı k yaratmak veya yerleş mişbir hastalı ğ a karş ıkoyabilmek için hazı rlanmı şbir aş ı yı vücuda vermek, aş ıyapmak. * Elde edilmesi istenilen herhangi bir ağ acı n bir parçası nıanaç üzerine kaynaş tı rarak üretmek. * Baş kası na hastalı k geçirmek. * Birtakı m düş ünce veya duyguları baş kası na benimsetmek, telkin etmek, etkilemek. * Soğuğ a sı cak, sı cağa soğuk su katmak. aş ı lanma * Aş ı lanmak iş i. aş ı lanmak * Aş ı lamak iş ine konu olmak. aş ı latma aş ı latmak

* Aş ı latmak iş i. * Aş ı lamak iş ini yaptı rmak.

aş ı lı * Herhangi bir hastalı ğ a karş ıaş ı lanmı şolan (kimse). * Kendisine aş ıyapı lmı ş(bitki). aş ı lma * Aş ı lmak durumu. aş ı lmak aş ı m

* Aş mak iş ine konu olmak. * Erkek hayvanı n diş isiyle çiftleş mesi.

aş ı ndı rma * Aş ı ndı rmak iş i. aş ı ndı rmak * Aş ı nmak iş ine uğratmak. * Dokunduğ u cisimleri eriterek aş ı nması na yol açmak. * (bir yere) Pek çok gidip gelmek. aş ı nı m

aş ı nma

* Aş ı nmak iş i. * Erozyon. * Aş ı nmak iş i.

* Yer kabuğ unu oluş turan kayaçları n, baş ta akarsular olmak üzere türlü dı şetmenlerle yı pratı lı p, yerinden koparı lmaları veya eritilmeleri, itikal, erozyon. aş ı nmak

aş ı ntı aş ı r

* Birbirine sürtünerek incelmek. * Eskimek, yı pranmak. * Çı kı ntı larısilinmek, düzleş mek. * Aş ı nmı şyer. * On sayı sı . * Bir dinî tören sı rası nda veya cemaatle namaz kı lı ndı ktan sonra Kur'an'dan okunan on ayetlik bölüm.

aş ı ramento * Çalma, aş ı rma. aş ı rı * Alı ş ı lan veya dayanı labilen dereceden çok daha fazla, taş kı n. * Bir ş eye gereğ inden çok fazla bağlanan, önem veren, müfrit. * Bir ş eyin gereğ inden çok olanı . * Ötede, ötesinde. * Gereğ inden fazla, çok. aş ı rı bellem * Belleme yetisinin olağ anüstü bir durumda geliş mişolması . aş ı rı besi

* Olağ anüstü nicelikte yemek yeme veya yedirme.

aş ı rı doyma * Belli sı caklı ktaki bir sı vı içinde, eriyebildiği kadar eriyen bir maddenin, sı caklı ğ ı n düş mesine karş ı n bir sı nı ra kadar erimişolarak kalmasıdurumu. aş ı rı duyu * Herhangi bir duyu organı yla ve özellikle dokunma duyusuyla sağ lanan her tür uyarana karş ıolağ an dı ş ı bir duyarlı k gösterme durumu. aş ı rı erime * Erime noktası ndan daha aş ağ ıbir ı sıderecesine düş mesine rağ men birtakı mş artlar altı nda bir sı vı nı n katı laş mamasıdurumu. aş ı rı gitmek * ölçüyü kaçı rmak, usandı rmak. aş ı rı taş ı rı * Çok aş ı rı , fazla miktarda. aş ı rı uç aş ı rı cı lı k aş ı rı lı k

* Politika alanı nda sağveya sol görüş lerin en ateş li ve yı kı cıkanadı . * Beklenenin üstünde aş ı rı davranma eğilimi. * Aş ı rıolma durumu.

aş ı rı lma * Aş ı rı lmak iş i. aş ı rı lmak

* Aş ı rmak iş ine konu olmak. aş ı rı ntı * Aş ı rı lmı şolan (ş ey). aş ı rma

* Aş ı rmak iş i. * Baş kaları nı n yazı ları ndan bölümler, mı sralar alı p kendininmişgibi gösterme veya baş kaları nı n konuları nı benimseyip değ iş ik biçimde anlatma, intihal. * Aş ı rı lmı ş . * Yapıçatı ları nda uzun mertek, aş ı k. * Küçük kazan, kova, bakraç. aş ı rma kayı ş * Bir çarkıdöndürmek için kasnaktan kasnağ a geçirilen kuş ak biçimindeki kayı şçember. aş ı rmacı lı k * Baş kası na ait olan bir ş eyi izinsiz alma. * Bir yazarı n baş ka bir yazarı n eserinden konu veya biçim alması . aş ı rmak

* Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden öte yanı na geçirmek. * Çalı p götürmek. * Tehlike içinde bulunan bir ş eyi acele kaçı rmak. * Baş kası nı n eserinden parçalar alı p kendininmişgibi göstermek.

aş ı rmasyon * Çalma, aş ı rma. aş ı rtı aş ı rtma aş ı rtmak

aş ı sı z

aş ı t

aş ikâr

* Aş ı rma iş i. * Aş ı rtmak iş i. * Aş ı rmak iş ini yaptı rmak. * Aş ı rmak. * Herhangi bir hastalı ğ a karş ıaş ı lanmamı şolan (kimse). * Kendisine aş ıyapı lmamı ş(bitki). * Siper, kuytu yer. * Aş ı lacak yer. * Dağgeçidi. * Açı k, apaçı k, belli, meydanda olan.

aş ikâr etmek * açı klamak, belli etmek. aş ikâr olmak * belli olmak, ortaya çı kmak, belirginleş mek. aş ikâre aş ina

* Açı kça, belli ederek, saklamadan. * Bildik, dost, arkadaş , tanı dı k.

* Bilinen, tanı dı k olan. aş inalı k * Birbirini bilme, tanı ma, tanı ş ı klı k. * Tanı ş ı klı ğı gösterir davranı ş . aş inalı k göstermek * ilgilenmek, tanı dı ğı nıbelli etmek. aş iret aş iyan

aş k

* Oymak. * Kuşyuvası . * Ev, oturulan yer, mesken. * Aş ı rısevgi ve bağ lı lı k duygusu, sevi.

aş k etmek * hı zla vurmak. aş k olmayı nca meş k olmaz * güçlü bir istek olmayı nca hiçbir ş ey elde edilemez. aş k olsun * "Aferin" sözünden daha güçlü olarak bir davranı ş ı n, bir tutumun çok beğ enildiğ ini bildirir. * Beğ enilmeyecek bir davranı ş , bir tutum karş ı sı nda kı nama, sitem bildirir. * Derviş ler arası nda selâm sözü olarak kullanı lı r. aş k yapmak * cinsel iliş kide bulunmak, seviş mek. aş ka düş mek * âş ı k olmak. aş ka gelmek * bir ş eyi yapmak için büyük bir istek duymak, coş mak, coş kunluk göstermek. aş kı n

* Belli bir süreyi aş mı ş , ötesine geçmiş . * Benzerlerinden üstün. * Çok, fazla.

aş kı ncı lı k * Birey ve evrenseli birleş tirmeye çalı ş an ahlâkî nitelikli Amerikan felsefesi. aş lama

* Bkz. Aş ı lama.

aş lamak * Bkz. Aş ı lamak. aş lı k

* Aşyapmak için hazı rlanan ve saklanan ş eyler. * Dövüldükten sonra savrularak temizlenen ve kurutulan buğday. * Sı rası gelince kullanı lmak için saklanan yemeklik ş eyler, zahire.

aş ma * Aş mak iş i. aş mak

* Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanı na geçmek. * (süre) Geçmek, bitmek, sona ermek. * (erkek hayvan) Diş isiyle çiftleş mek. * Görünmeden kaçmak. aş na

* Aş ina.

aş na fiş ne * Gizli dost. * Gizli dostluk. aş oz

* Ahş ap gemilerin omurgaları nı n uzunluğ unca ve iki yanı nda borda kaplamaları nı n en dar yüzünü yerleş tirmek için açı lan keskin, sivri köş eli yuva. aş tı rma aş tı rmak

* Aş tı rmak iş i. * Aş mak iş ini yaptı rmak.

aş ure * Buğday, nohut gibi taneleri, kuru yemiş leri ş ekerle kaynatarak yapı lan bir tür tatlı . aş ure ayı * Muharrem ayı . aş ure günü * Aş urenin piş irildiğ i Muharrem ayı nı n onuncu günü. aş urelik

aş üfte

* Aş ure yapmada kullanı lan. * Aş ure dağ ı tmaya yarayan süslü kap. * Oynak, açı k saçı k kadı n, kokot.

aş üftelik * Aş üfte olma durumu. At at

-at

* Astatin'in kı saltması . * Atgillerden, binme, yük çekme veya taş ı ma gibi hizmetlerde kullanı lan memeli hayvan. * Satrançta, her yönde siyahtan beyaza ve beyazdan siyaha bir hane atlayarak L biçiminde hareket eden taş . *İ simden isim türeten ek (Arapça çokluk eki): gidiş -at, gelir-at vb.

at anası * Bkz. atlar anası . at baş ı (beraber) gitmek * eş it durumda olmak. at binenin (veya işbilenin), kı lı ç kuş ananı n * her ş ey, onu gereğ i gibi kullanması nıbilene yakı ş ı r. at binicisine göre kiş ner * insanları n, baş ları nda bulunan kiş inin etkisi altı nda kalarak, onun tutumuna göre davrandı kları nıanlatı r.

at cambazı * At alı p satan kimse. * Sirklerde veya eğ lence yerlerinde, at üstünde hünerlerini gösteren kimse. at çalı ndı ktan sonra ahı rı n kapı sı nıkapamak * işiş ten geçtikten sonra önlem almaya kalkı ş mak. at çevirmek * geri döndürmek. at donu

* Atı n tüyünün rengi.

at gibi * vücudu iri yarı olan (kadı n). at gözlüğ ü * Atları n koş um takı mı nda, göz hizası nda bulunan korumalı k. * Çevresinde olup bitenleri iyi algı layamama, değerlendirememe, sabit fikirlilik. at hı rsı zı gibi * kı lı k kı yafeti ve tutumu güven vermeyen (adam). at izi it izine karı ş mak * iyiyi kötüden ayı ramayacak kadar bir karı ş ı klı k ortaya çı kmak. at kestanesi * At kestanesigillerden, 15 ile 30 m yükseklikte, genişyapraklı , çiçekleri kokulu bir ağaç (Aesculus hippocastanum). * Bu ağacı n kestaneye benzeyen yemiş i. at kestanesigiller *İ ki çeneklilerden, örneğ i at kestanesi olan bir bitki familyası . at koş turacak kadar * pek geniş . at koş turmak * çok geniş , alabildiğ ine rahat hareket edilebilecek yer ve ortam yaratmak, veya bulmak. at meydanı * at koş uları nı n yapı ldı ğımeydan. at meydanı * At veya at arabalarıkoş uları nı n yapı ldı ğıyer. at nalıkadar * (niş an, madalya, elmas, plâka gibi göğ se takı lan ş eyler için) pek büyük. at olur, meydan olmaz (bulunmaz), meydan olur (bulunur), at olmaz (bulunmaz) * gerekli ş artlar her zaman bir arada bulunmaz. at oynatmak * atla hüner göstermek. * yarı ş mak. * bildiği ve istediği gibi davranmak. at pazarı nda eş ek osurtmuyoruz! * söyleneni dinlemeyene söylenen bir uyarma sözü. at sineğ i

* Çift kanatlı lardan, uzunluğ u 8 mm kadar olan, kanatlarıbüyük ve küt, at, sı ğ ı r ve domuzları n bacak ve kuyruk araları nda yaş ayan, eklem bacaklıbir sinek türü (Hippobosca equina). at var, meydan yok * yapacak güç var, ama kullanma imkânıyok. ata * Baba. * Dedelerden ve büyük babalardan her biri. ata et, ite ot vermek * bir iş i ters yapmak. atabek

* Bkz. atabey.

atabey

* Eski Türk devletlerinde, özellikle Selçuklularda ş ehzadelerin eğ itimi veya bağ ı msı z olarak bir eyaletin yönetimi ile görevli vezir. atacı lı k

* Uzaklarda bulunan ve birçok kuş aktan beri görünmeyen birtakı m özelliklerin yeni bir kuş akta birden ortaya çı kması , ataya çekme, atavizm. atadan babadan görmek * gelenek hâlinde eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak. ataerki

* Soyda temel olarak babayıalan ve ailede çocuklarıbaba soyuna mal eden topluluk düzeni, pederş ahîlik.

ataerkil * Ataerki temeline dayanan, pederş ahî, patriarkal. atak

atak

* Düş üncesizce her iş e atı lan, cür'etkâr. * Geveze, yalancı . * Atı lı m, akı n. * Saldı rı , saldı rı ş , hücum, hamle.

atak yapmak * akı n yapmak, atı lı m yapmak. ataklı k atalet

atalı k

* Atak olanı n durumu veya atakça iş , davranı ş , cür'et. * Tembellik. *İ ş sizlik, iş siz kalma, iş lemezlik. * Ataya yakı ş ı r davranı ş , babalı k.

atama * Atamak iş i, tayin. atamak ataman

* Birini bir göreve getirmek, tayin etmek. * Eskiden Rus Kazakları n baş buğ una verilen unvan.

atanma

* Bir göreve getirilme, tayin edilme.

atanma yapmak * tayin etmek. atanmak

* Bir göreve getirilmek, tayin edilmek.

ataraksiya * Hiçbir heyecan veya zihin etkisiyle uyarı lmayan ruh dinginliğ i, acı ya olduğ u kadar kı vanca karş ı da ilgisizlik. atardamar * Kalbin sağkarı ncı ğ ı ndan akciğ erlere, sol karı ncı ğ ı ndan vücudun diğ er bölümlerine kan taş ı yan damar, ş iryan. atari atarkanal

* Bilgisayarlarda basit programlarla düzenlenmişbir oyun türü. * Spermayıidrar yoluna salan iki kanal.

atasözü

* Uzun deneme ve gözlemlere dayanı larak söylenmişve halka mal olmuşsöz, darbı mesel: Ayağı nıyorganı na göre uzat. Atsan atı lmaz, satsan satı lmaz vb. ataş

* Tutacak.

ataş e * Bir elçiliğe bağ lıuzman, elçilik uzmanı . ataş elik

* Ataş e olma durumu veya makamı . * Ataş enin görev yaptı ğ ıyer.

Atatürkçü * Atatürkçülük yanlı sıolan (kimse), Kemalist. Atatürkçülük * Atatürk'ün düş ünce ve uygulamaları ndan kaynaklanan; Türk Devleti'nin bağı msı zlı k ve bütünlüğünü, millî egemenliğ i, kiş i özgürlüğ ünü, çağdaşolmayıamaçlayan; akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağ ı rlı klı , geleceğ e yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü. * Bu ilkeye bağlı lı k. atavik * Atacı lı kla ilgili. atavizm atbalı ğ ı atçı

* Atacı lı k. * Su aygı rı . * Soy at yetiş tiricisi.

atçı lı k * Soy at yetiş tiriciliğinde yapı lan at koş uları , at sergileri gibi çalı ş malar. ate

* Ateist. atefleksiyon * Döl yatağı nı n biçiminin bozulması . ateh

* Bunama, bunaklı k, ihtiyarlı k yüzünden alı k duruma gelme.

ateh getirmek * bunamak. ateist

* Tanrı tanı maz.

ateizm * Tanrı tanı mazlı k. atelye aterina ateş

* Bkz. atölye. * Gümüşbalı ğ ı . * Yanı cı cisimlerin tutuş ması yla beliren ı sıve ı ş ı k, od. * Tutuş muşolan cisim. * Isı tma veya piş irme için kullanı lan yer veya araç. * Patlayı cısilâhları n atı lması . * Vücut ı sı sı . * Coş kunluk. * Tehlike, felâket. * Büyük üzüntü, acı . * Kı rmı zı , alev renginde olan. * Öfke, hı rs, hı nç.

ateşaçmak * ateş li silâhla mermi atmaya baş lamak. ateşalmak * yanmak, tutuş mak. * (ateş li silâh) patlamak. * telâş lanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coş mak, acele davranmak, acele etmek. ateşalmaya mıgeldin? * uğradı ğ ıyerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenir. ateşbacayı(veya saçağ ı ) sarmak * bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak. ateşbalı ğı * Sardalye. ateşbasmak * kı zarmak, sı kı lı p baş ı na kan yürümek. ateşböceği * Kı n kanatlı lardan, karanlı kta ı ş ı ldama özelliğ i olan böcek (Lampyris noctiluca). ateşböcekleri * Kı n kanatlı lardan, örneği ateşböceği olan böcekler takı mı . ateşçı kmak

* Bkz. yangı n çı kmak. ateşçiçeği * Ballıbabagillerden, ateşkı rmı zı sırenginde çiçekler açan bir süs bitkisi (Salvia splendens). ateşdüş tüğ ü yeri yakar * bir acı yıonu çekenden baş kasıtam anlayamaz veya aynıölçüde üzülemez. ateşetmek * ateş li silâhlarla mermi atmak. ateşgecesi * Hristiyanlarda 24 Hazirana rastlayan Yahya yortusunun, meydanlarda ateşyakmak, bu ateş in üstünden atlamak ve çevresinde oynamak yolu ile kutlanan bir önceki gecesi. ateşgemisi * Eski çağlarda düş man gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapı lmı ş , içi yakı cı maddelerle dolu gemi. ateşgibi * çok sı cak. * zeki, çalı ş kan ve becerikli. * kı pkı rmı zı . ateşgibi yanmak * ateş i yükselmek. ateşhattı * Savaş ta en ilerideki birliklerin ellerindeki silâhlarla ateşaçabilecekleri hat. ateşkayı ğ ı * Ateşbalı ğı avlamak için kullanı lan ve içinde ate şyakı lan kayı k. * Yangı n söndürmede kullanı lan tulumbayıtaş ı mak için kullanı lan büyük ve genişkayı k. ateşkesilmek * çok kı zgı n davranı ş larda bulunmak, ateşpüskürmek. * (sonradan) çok çalı ş kan, hareketli ve becerikli olmak. ateşkesmek * ateş li silâhlarla yapı lan atı ş a son vermek. ateşkı rmı zı sı * Yanan ateş in rengi. ateşolmayan yerden duman çı kmaz * küçük de olsa birtakı m belirtilerin önemli olaylara iş aret olduğ unu anlatı r. ateşolsa cirmi kadar yer yakar * hasmı n pek önemsenmediğini anlatı r. ateşpahası * Çok pahalı . ateşparçası * Ateş in bir bölümü. * Çok canlı , hareketli, becerikli, çalı ş kan. * Çok yaramaz (çocuk). ateşpüskürmek *ş iddetli, öfkeli konuş mak. * çok öfkeli olmak. ateşsaçmak

* çok kı zmak, çok öfkelenmek. ateştuğlası * Ocak, soba gibi yerlerde kullanı lan, ateş e dayanı klıtuğla. ateşvermek * tutuş turmak. ateşyağ dı rmak * ateş li silâhlarla aralı ksı z mermi atmak. * çevresindekilere ağ ı r sözler söylemek. ateş ! ateş baz

ateş çi kimse. ateş çilik

* ateşetmek için verilen komut. * Osmanlı larda ş enlikler için donanma fiş eklerini hazı rlayan kimse. * Ateş le hüner gösteren oyuncu. * Fabrika, vapur, lokomotif gibi ateş le iş leyen yerlerde ocaklara kömür atı p ateş in sürekli yanması nısağlayan

* Ateş çinin iş i.

ateş e atmak * bile bile çok tehlikeli bir iş e giriş mek. ateş e dayanı klı * aş ı rıı sı dan zarar görmeyen. ateş e tutmak * az ı sı tmak. * üzerine ateş li silâhla mermi atmak. ateş e vermek * ateşiçine sokmak. * bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak. * aş ı rıtelâş a ve sı kı ntı ya düş ürmek. * bir ülkeyi savaş a sokarak veya kargaş a ve karı ş ı klı k yaratarak sı kı ntıve yı kı ma uğ ratmak. ateş e vurmak * bir yemeğ i piş mek üzere ocağ a koymak. ateş e vursa duman vermez * pek cimri olanlar için söylenir. ateş i baş ı na vurmak * çok öfkelenmek, sinirlenmek, coş mak. ateş i çı kmak (veya yükselmek) * (hasta için) vücut ı sı sıolağ andan çok artmak. ateş i düş mek * (hasta için) ateş i geçmek veya azalmak. ateş i uyandı rmak * sönmek üzere olan ateş i canlandı rmak. ateş in

* Ateş li, coş kun.

ateş ine (veya nârı na) yanmak * bir kimse yüzünden zarara uğramak. ateş ini almak * yüksek vücut ı sı sı nıdüş ürmek. * derece ile ateş i ölçmek. * acı yı , yanmayıazaltmak. ateş kes

* Savaş an iki kuvvetin karş ı lı klıolarak savaş ı durdurması , bı rakı ş ma, mütareke.

ateş le barut bir yerde durmaz * biri kı z, biri erkek iki gencin bir yerde yalnı z baş ları na kalmaları nı n sakı ncalıolduğunu anlatmak için söylenir. ateş le oynamak * pek tehlikeli bir iş le uğ raş mak. ateş leme

* Ateş lemek iş i.

ateş lemek * Tutuş turmak, yakmak. * Top, tüfek gibi patlayı cı maddeleri patlatmak. * Kı ş kı rtmak, heveslendirmek. ateş lendirme * Ateş lendirmek iş i. ateş lendirmek * Coş turmak, kı ş kı rtmak, ş iddetlendirmek. ateş lenme * Ateş lenmek iş i. ateş lenmek * Ateş lemek iş ine konu olmak. * Vücut ı sı sıartmak. * Coş mak, kı zı ş mak, ş iddetlenmek. ateş ler içinde * (hasta) çok ateş li bir durumda. ateş letme * Ateş letmek iş i. ateş letmek * Ateş lemek iş ini yaptı rmak. ateş leyici * Ateş leme niteliğ i olan. * Patlayı cımaddeleri ateş lemekte kullanı lan cihaz. ateş li * Ateş i olan. * Coş kun, coş turucu, coş kulu. * Cinsel istekleri güçlü olan. ateş li ateş li * Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, hararetli hararetli.

ateş li silâh * Patlayı cımadde aracıile mermi atan top, tüfek gibi silâh. ateş lik

* Ateşyakı lan veya konulan yer.

ateş lilik * Ateş li olma durumu. ateş perest * Ateş e tapan. ateş ten gömlek * acı , üzüntü veren, dayanı lmaz, sı kı ntı lıdurum. atfen

* Mal ederek, yükleyerek.

atfetme * Atfetmek iş i, isnat. atfetmek

atgiller

* Bir iş i veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek. * Yöneltmek, çevirmek. * Atları , eş ekleri ve zebralarıiçine alan, tek parmaklımemeliler familyası .

atıalan Üsküdar'ı geçti * fı rsatı n kaçı rı lı p artı k yapı lacak bir ş ey kalmadı ğ ı nı anlatı r. atı cı

atı cı lı k

atı f

atı fet

atı k atı k

*İ yi niş an alan, attı ğ ı nıvuran kimse. * Yalancı , ası lsı zş eyler uydurup söyleyen. * Atı cı olma durumu. * Bazıateş li silâhlar kullanarak yapı lan spor. * Yalancı lı k, uydurmacı lı k. * Yöneltme, çevirme. *İ liş kili bulma. *İ yilik, bağ ı ş , kayra, lütuf, ihsan, inayet. * Karş ı lı k beklemeden gösterilen sevgi. * Süt veya yoğurt çalkamaya yarar küçük yayı k. * Atı lmı ş , atı lan.

atı k kâğ ı t * Kâğ ı t, iş leme sürecinden veya kullanı mdan sonra arta kalan ve kâğ ı t veya karton üretiminde ve kâğı t hamuru yapı mı nda tekrar kullanı lan kâğı t veya karton parçaları . atı k su * Evlerde, işyerlerinde kullanı mdan dolayıkirlenen ve bina dı ş ı na sevkedilen pis su. atı l

* Tembel. *İ ş siz, aylak. * Etkisiz, iş e yaramaz. * Bkz. süreduran. atı lgan

* Çekinip korkmadan kendini tehlike veya güçlüklere atan. * Giriş ken.

atı lganlı k * Atı lgan olma durumu. atı lı m

*İ leri atı lma, atı lma iş i. * Hı zla ilerleme, hamle, savlet. * Herhangi bir konuda ilerleme çabası , hamle. * Sayı kazanmak amacı yla yapı lan atı lı ş , hücum.

atı lı mcı * Durumunu geliş tirme gücü gösteren, atı lı m yapan, hamleci. atı lı ş atı lma atı lmak

* Atı lmak iş i veya biçimi, atı lma. * Atı lmak iş i. * Atmak iş ine konu olmak. * Saldı rmak, hücum etmek. * Bir ş eye doğ ru birden gitmek, birden bir davranı ş ta bulunmak. * Bir iş e giriş mek, baş lamak. * Patlamak.

atı m * Atmak iş i. * Atı lan bir ş eyin gidebildiği uzaklı k. atı mcı * Pamuğ u, yünü yay veya tokmak gibi bir araçla kabartma, ditme iş ini yapan kimse, hallaç. atı mcı lı k atı mlı k

* Atı mcı nı n iş i, hallaçlı k. * Silâhıdoldurmaya yetecek veya en az bir atı m yapabilecek barut miktarı . * Konuş acak, yazacak söz veya bilgi.

atı n ölümü arpadan olsun * çok sevilen bir ş ey yapı lı rken veya sevilen bir yiyecek yenilirken sonuç kötü de olsa katlanı lacağı nıanlatı r. atı nı sağlam kazı ğa bağ lamak * eş eğini sağ lam kazı ğa bağlamak. atı p (veya atmak) tutmak * bir kimse veya bir ş ey için kötü konuş mak. * abartmalıkonuş mak. atı ş * Atmak iş i veya biçimi. * Bir silâhı n mermisini amaca ulaş tı rmak için gereken işve bilgi. * (kalp, nabı z için) Vuruş , çarpı ş .

atı şyeri atı ş ma

atı ş mak

atı ş tı rma

* Silâh atma alı ş tı rmalarıyapı lan yer, poligon. * Atı ş mak iş i. * Saz ş airlerinin deyiş le tartı ş maları . * Ağı z kavgasıetmek. * Kendisine dargı n olan bir kimseye barı ş ı kmı şgibi söz söylemek. * Saz ş airleri, belli bir ayak üzerine birbirlerini küçük düş ürmek amacı yla karş ı lı klıdeyişsöylemek. * Atı ş tı rmak iş i.

atı ş tı rma yeri * Ayaküstü yemek yenilen yer. atı ş tı rmak * Acele olarak yemek veya içmek. * (yağ mur veya kar) Serpiş tirmek. atı ş tı rmalı k * Atı ş tı rmaya yarayan. ati * Gelecek. atik atik atik tetik

* Çabuk davranan, çevik. * Eski, eski zamanla ilgili. * Çabuk hareket edebilen, çevik.

atiklik * Çabukluk, çeviklik. atkı

atkıiplik atkı lama

* Soğuğ a karş ıomuzlara, baş a, sı rta veya boyna alı nan örtü. * Bazıkadı n ayakkabı ları nda ve çocuk patiklerinde ayağı n üstünden geçen, yandan iliklenen ince uzun parça. * Büyük yaba. * Kapıve pencerelerin yapı mı nda üst tarafa konan ağaç, taşveya beton destek, üst eş ik. * Dokuma tezgâhları nda mekikle enine atı lan iplik, argaç. * Dokumacı lı kta mekikle enine atı lan iplik kumaş ı n en ipliğ i. * Atkı lamak iş i.

atkı lamak * Dokuma tezgâhları nda mekikle atkıatmak, argaçlamak. atkı lı

* Atkı sıolan.

atkuyruğu

* Atkuyruğugillerden, kök sapıömürlü olan, daha çok nemli yerlerde yetiş en ve ilâç olarak kullanı lan bir bitki (Equisetum arvense). * Genç kı zları n saçları nıbaş ları nı n arkası na toplayarak uç bölümünü kaldı rı p serbest bı raktı klarısaç biçimi. atkuyruğugiller * Eğ relti otugillerden, örneği atkuyruğ u olan bir bitki familyası . atla arpayıdövüş türmek (veya dalaş tı rmak) * fesat karı ş tı rmak, ara bozanlı k etmek. atladı geçti Genç Osman! * bir iş in bittiğ ini veya tehlikenin atlatı ldı ğ ı nıanlatı r. atlama

* Atlamak iş i. * Belirli bir yerden gerilip hı z alarak yapı lan sı çrama ile vücudu yerden kesip daha uzak bir yere kondurma veya belli bir yükseklikten aş ı rma. * Bu biçimde en uzağa atlamak veya en yükseğ i aş mak amacı yla yarı ş ı lan atletizm dalı . atlama beygiri * Yüksekliğ i 1.70'e ayarlanabilen ve atlamalar için kullanı lan beden eğitimi aracı . atlama tahtası * Daha iyi bir duruma geçmek için araç olarak kullanı lan yer veya kimse. atlama taş ı * Suyu geçerken üzerine bası p atlamak için konulan büyük taş , atlangı ç. atlama taş ıyapmak * daha iyi bir yere geçmek için bir durumu veya bir kimseyi araç olarak kullanmak. atlamak

atlambaç

* Bir engeli sı çrayarak veya fı rlayarak aş mak. * Yüksek bir yerden alçak bir yere, ayaküstü gelecek biçimde kendini bı rakmak. * Binmek. * (bası nda) Haberi zamanı nda verememek veya diğ er gazetelerden öğ renmek. * Okuma, yazıyazma, sayısayma gibi iş lerde bazıbölümleri bı rakı p geçmek. * Sı nı fıokumadan geçmek. * Yanı lmak, aldanmak. * Çı kmak, inmek. * Çocukları n atlama oyunu.

atlandı rma * Atlandı rmak iş i. atlandı rmak * Ata bindirmek veya binecek at vermek. atlangı ç * Suyu geçerken üzerine bası p atlamak için konulan büyük taş , atlama taş ı . atlanı lma

* Atlanı lmak iş i.

atlanı lmak * Atlanmak. atlanma

* Atlanmak iş i.

atlanmak atlanmak

* Ata binmek veya at edinmek. * Atlamak iş i yapı lmak.

atlar anası *İ ri yarı , erkeksi kadı n. atlar nallanı rken kurbağalar ayak uzatmaz * küçükler büyüklerin yanı nda hadlerini bilmelidir. atlar tepiş ir, arada eş ekler ezilir * büyüklerin çatı ş ması ndan küçükler zarar görür. atlas

* Yüzü parlak, sı k dokunmuşbir tür ipekli kumaş .

atlas * Dünyanı n, bir ülkenin, bir bölgenin fiziksel ve siyasî coğ rafyasıile ekonomi, tarih gibi konularda toplu bilgi vermek için bir araya getirilmişcoğ rafya haritalarıderlemesi. * Bir konuyu açı klamak için hazı rlanmı şresim veya levhalardan oluş muşkitap. atlas çiçeğ i * Uzun ve sarkı k yapraklı , parlak kı rmı zıçiçekler açan kaktüs. atlas çiçeğ igiller * Kaktüsgiller. atlas kemiğ i * Boyun omurları nı n üstten birincisi. atlatı lma

* Atlatı lmak iş i.

atlatı lmak * Atlatmak iş i yapı lmak veya bu iş e konu olmak. atlatma * Atlatmak iş i. atlatmak

* Atlamak iş ini yaptı rmak. * Kötü bir durumu geçiş tirmek. * Savmak. * Savsaklamak. * Aldatmak. * (bası nda) Baş ka ilgililerden önce bir haberin yayı mlanması nısağ lamak.

atlaya zı playa * atlayarak. * istekle, isteyerek. atlet

* Atletizmle uğ raş an kimse.

atlet fanilâsı * Kolsuz erkek fanilâsı . atletik

* Atletleri ilgilendiren. * Vücudu geliş miş , biçimli, atlet gibi.

atletizm

* Beden gücünü, çevikliği, yetenekleri geliş tirmeye yarayan koş u, atlama, ağı rlı k kaldı rma ve atma gibi, tek baş ı na yapı lan vücut çalı ş maları . atlı

* Atıolan. * Ata binmişkimse, süvari. * Binek atıkullanan asker veya asker sı nı fı .

atlı karı nca *İ ri bir karı nca türü (Ponera grandis). atlı kovalarcası na * gereksiz yere acele ederek. atlı spor

* At üzerinde yapı lan bütün sporları n genel adı .

atlı karı nca * Yere dikilmişbir eksen çerçevesinde döndürülen askı lara takı lı oyuncak atlar, uçaklar vb.den oluş an bir eğ lence aracı . atma

* Atmak iş i.

atma Recep, din kardeş iyiz * söylediklerin hep yalan (veya abartma), farkı ndayı z. atmaca

atmak

* Kartalgillerden, ava alı ş tı rı labilen küçük bir yı rtı cıkuş(Accipiter nisus). * Sapan. * Bir cismi bir yöne doğ ru fı rlatmak. * Bir ş eyi yere doğru bı rakmak. * (bir kimseyi) Uzaklaş tı rmak, göndermek, ilgisini kesmek. * Koymak. * Yerleş tirmek, bir kenara koymak. * Uzatmak. * Bir yerden baş ka bir yere taş ı mak. * (sille, tokat, kı lı ç) Vurmak. * (top, tüfek gibi silâhlar için) Patlatmak. * (kurş un, gülle, ok gibi ş eyleri) Hedefe iletmek. * (zaman bildiren tümleçlerle) Geri bı rakmak. * Örtmek. * (yapı lmı şkötü bir iş i birine) Yüklemek. * Sözle sataş mak. * Kovmak, dı ş arı ya çı karmak, ilgisini kesip uzaklaş tı rmak. *İ stenilmeyen bir ş eyi kendi malıolmaktan çı karmak. * Kullanı lmasıgelenek hâline gelmişbir ş eyi kullanmaktan vazgeçmek. * Çı karmak, dı ş arı ya vermek. * Patlayı cımaddelerle havaya uçurup yı kmak. * Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak. *İ çki içmek. * Bilmeden, kestirerek söylemek. * Yalan veya abartmalısöz söylemek. * Çatlamak, yı rtı lmak veya yapı ş ı k olduğu yerden ayrı lmak. * (kalp, nabı z gibi kan dolaş ı mıile ilgili organlar için) Vurmak, çarpmak. * (sı kı ntıdolayı sı yla) Giyilen bir ş eyi çı karmak. * Yazı lıveya banda alı nmı şbir metinden bazı bölümleri çı karmak. * Değerini eksiltmek.

* (renk için) Solmak. * Söylemek. * Göndermek, yollamak. * Haykı rmak, bağ ı rmak. * Etkisi kaybolmak, alı ş mak, bı rakmak. * Götürmek, sahiplenmek. atmasyon * Uydurma, palavra. atmasyoncu * Uydurmacı , palavracı(kimse). atmasyonculuk * Atmasyoncu olma durumu. atmı k

* Erkeklerin cinsel organı ndan salgı lanan madde, er suyu, bel, meni, sperma.

atmosfer

* Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz tabakası , gaz yuvarı . * Hava yuvarı . *İ çinde yaş anı lan ve etkisinde kalı nan ortam, hava. * Bası nç birimi olarak kullanı lan, 150 C de deniz yüzeyinde, 76 cm uzunluğ unda ve tabanıl cm 2 olan cı va sütununun ağı rlı ğ ı(l kg 33 gr). atmosfer bası ncı * Atmosferin yeryüzünde bulunan her cisim üzerine yaptı ğ ıbası nç. atmosferik * Atmosferle ilgili, cevvî. atol atom parçacı k.

* Mercanları n bir araya toplanması ile oluş muş , halka biçiminde adacı k, mercan ada. * Birkaç türü birleş ince çeş itli kimyasal birleş ikleri (molekülleri), bir tek türü ise bir kimyasal ögeyi oluş turan * (eski Yunan filozofları na göre) Gerçeğin son, artı k bölünemez, bozulamaz diye tasarlanan temel ögeleri.

atom ağ ı rlı ğı * Herhangi bir atomun 16 sayı sıile gösterilen oksijen atomuna göre ağı rlı ğ ı . atom bombası * Atom çekirdeklerinin parçalanması sonucu enerji oluş masıtemeline dayanan bomba. atom çağ ı * Atom enerjisinin insanlı ğı n hizmetine girdiğ i çağ. atom çekirdeği * Atomun çekim kuvvetinin etkisiyle, çevresinde elektronlar dolaş an, proton ve nötronlardan oluş an pozitif elektron yüklü merkez bölümü. atom enerjisi * Atom çekirdeklerinin parçalanması ndan veya hafif atomları n kaynaş ması ndan oluş an büyük enerji. atom numarası * Bir atom çekirdeğ inin içinde bulunan protonları n sayı sı . atom reaktörü * Nükleer parçalanma sonucu oluş an enerjiyi kontrol etmekte kullanı lan düzen.

atom santrali * Atomdan yararlanarak enerji elde eden fabrika. atom sayı sı * Bir atom çekirdeğ inin içerisinde bulunan protonları n sayı sı . atomal * Atomlarla ilgili olan. atomcu

* Atomculuk yanlı sı(kimse). * Atomla ilgili.

atomculuk * Evrenin, bölünmez parçaları n kümelenmesinden oluş tuğunu ileri süren öğ reti. atomik atonal

* Atomla ilgili olan. * Yeni bir bestecilik çı ğ ı rı na göre, ton ve makam temeline bağ lıkalmadan oluş turulan (beste).

atölye * Zanaatçı ları n veya resim, heykel sanatları yla uğ raş anları n çalı ş tı ğıyer, iş lik. atölye resmi * Bir iş in ayrı ntı ları nıgösteren ve atölyede yapı m sı rası nda kullanı lan 1/1 ölçüdeki teknik resim. atraksiyon * Gazino gibi yerlerde yapı lan, müş terileri oyalayı cı , eğlendirici, ilgi çekici gösteri. atropin

* Güzelavrat otundan çı karı lı p hekimlikte kullanı lan zehirli bir ilâç.

atsan atı lmaz, satsan satı lmaz * iş e yaramadı ğ ıveya sı kı ntı verdiğ i hâlde vazgeçilemeyen ş eyler ve kimseler için söylenir. attan inip eş eğe binmek * bulunduğ u önemli görevden daha aş ağ ıbir göreve alı nmak. attar

* Bkz. aktar.

attı ğıtı rnak kadar olamamak * bir kimsenin sözü edilenden daha değersiz olduğunu anlatmak için kullanı lı r. attı rma * Attı rmak iş i. attı rmak Au aut geçmesi. av

* Atmak iş ini yaptı rmak. * Altı n'ı n kı saltması . * Top oyunları nda topun karş ı takı m oyuncuları nı n vuruş uyla oyun alanı nı n veya kale çizgisinin arkası na

* Karada, denizde, gölde veya akarsularda evcil olmayan hayvanlarıvurma veya yakalama iş i. * Bir hayvanı n bir baş ka hayvanıyemek için yakalaması .

* Bu yollarla yakalanan hayvan. * Tuzağ a düş ürülen, kendisinden yararlanı lan kimse. -av / -ev

* Fiilden isim türeten ek: sı na-v, gör-ev, öd-ev, iş le-v, türe-v vb.

av avlanmı ş , tav tavlanmı ş * olan olmuş , işiş ten geçmiş , artı k yapacak bir ş ey yok. av dönemi * Av hayvanları nı n avlanmasıveya bu amaçla kullanı lan av araçları nı n kullanı lması nı n serbest olduğ u yı lı n belirli bölümü. av köpeğ i * Tazı , kopoy, zağ ar gibi ava yardı mcı lı k etmeye alı ş tı rı lmı şköpek. av kuş u

* Avlanı lan kuş .

av mevsimi * Av dönemi. av yasağ ı * Yı lı n av dönemi dı ş ı nda kalan zamanda konulan yasak. ava çı kmak * avlanmak için gitmek. avadancı * Eski Osmanlısarayı nda bir sı nı f hademe. avadanlı k * Bir iş i yapmak, bir aracıonarmak için kullanı lan alet takı mı . aval * Ticarî senetlerde, ödemeden sorumlu olanları n ödememesi hâlinde üçüncü bir kiş inin alacaklı lara senet bedelini ödeyeceğine iliş kin verdiği güvence. aval * Saflı ğı sersemlik derecesine varan (kimse). aval aval avam

avanak avanakça

* Aptal bir biçimde, aptal aptal. * Halkı n aş ağ ıtabakası . * Halk. * Kolaylı kla kandı rı labilen veya aldatı labilen, aptal, bön. * Avanak gibi, avanağa uygun düş en biçimde.

avanaklı k * Avanak olma durumu, avanakça davranı ş . avanaklı k etmek * aptallı k etmek, avanak gibi davranmak. avangart

* Öncü.

avans

* Alacağ ı na sayı lmak üzere önceden yapı lan ödeme, öndelik, peş inat.

avans almak * öndelik almak. avans çekmek * öndelik çekmek. avans vermek * öndelik vermek. avanta

* Bir kimsenin, emek vermeden sağladı ğıkazanç.

avantacı * Çı karcı , beleş çi, bedavacı . avantacı lı k * Çı karcı lı k, beleş çilik, bedavacı lı k. avantadan * bedavadan, beleş ten. avantaj

* Üstünlük sağlayan ş ey, yarar, kâr.

avantajlı * Yarar sağ layan, yararlı(durum veya ş ey). avantajsı z * Yarar sağ lamayan, yararsı z. avantür * Serüven, macera. avantüriyer * Serüvene atı lan, maceracı . Avar

avara

avara

* Kuzeydoğu Kafkasya'da Dağ ı stan Federe Cumhuriyeti'nde yaş ayan halk. * III. - VI. yüzyı llar arası nda Moğolistan'da VI. - IX. yüzyı llar arası nda Orta Avrupa'da yaş amı şhalk. * Bir geminin baş ka bir gemiden veya kı yı dan açı lması . * Kı yı ya dayanı larak sandalı n açı lmasıiçin kürekçilere verilen komut. *İ ş e yaramaz, kötü. * Üzerinde döndüğü ve kendisini taş ı yan milden bağ ı msı z olarak çalı ş an mekanizma.

avara kasnak iş lemek (veya dönmek) * hiçbir iş e yaramadan boş una. avaraya almak * o bölümün çalı ş ması nıdurdurmak. Avarca * Avarları n kullandı ğıdil. avare

*İ ş siz, iş siz güçsüz, baş ı boş , baş ı boş luk, aylak. avare dolaş mak * iş siz, iş siz güçsüz, baş ı boş , aylak dolaş mak. avare etmek * bir kimseyi iş inden alı koymak. avare olmak * iş siz güçsüz dolaş mak. avareleş me * Avareleş mek durumu. avareleş mek * Aylaklı k etmek. avarelik avarı z

avarya

avaz

*İ ş sizlik, baş ı boş luk, aylaklı k. * Kazalar, belâlar. * Engebeler, engeller, tümsekler, yüzey biçimleri. * Osmanlı larda önceleri yalnı z olağ anüstü durumlarda, sonralarıise sürekli olarak halktan toplanan vergi. * Bir deniz yolculuğ unda geminin veya yükünün gördüğü zarar. * Çeş itli sebeplerle dayanı klı lı ğı nıve esnekliğ ini kaybetmişyapağ ıve yün. * Yüksek ses, nara.

avaz avaz (bağı rmak) * var gücüyle bağ ı rmak. avazıçı ktı ğıkadar * çok yüksek sesle. avcı * Avlanmayıseven veya avıkendine işedinen kimse. * Avcı lara özgü olan. * Baş ka hayvanlarıyakalamakta usta olan (hayvan). * Bir ş eyi büyük bir istekle izleyen ve bulup ortaya çı karan, tanı tan kimse. avcıeri

* Piyade mangası nda her ere verilen ad.

avcıhattı * Savaş ta düş mana doğru dağ ı larak ön safta ilerleyen asker topluluğ u. avcıotu * Düğ ün çiçeğ igillerden, kokusuz, parlak zehirli bir bitki (Adonis). avcıuçağı * Düş man uçakları nıdüş ürmek için kullanı lan uçak. avcı lı k

* Avcıolma durumu veya iş i.

avcı lı k etmek * avlanma ile uğraş mak.

avcu kaş ı nmak * halk inanı ş ı na göre eline bir yerden para geçeceğ i anlaş ı lmak. avcuna saymak * peş in olarak ödemek. avcunu yalamak * umduğ unu ele geçirememek. avcunun içi gibi bilmek * (bir yeri, bir ş eyi) çok iyi ve ayrı ntı lı olarak bilmek. avcunun içinde tutmak * ona istediğ ini yaptı racak güçte olmak. avcunun içine almak * bir kimseyi baskı ve etkisi altı na almak. avdet * Dönüş , geri gelme. avdet etmek * dönmek, geri gelmek. avdetî avene

* (genellikle Musevîler için) İ slâm dinine dönmüşolan. * Yardakçı lar.

averaj * Ortalama. * Sayı farkı . avgı n * Duvarda suyun geçmesi için bı rakı lan delik veya üstü kapalısu yolu. avisto avize

* Ödenmesi gereken poliçelere yazı lan ve "görüldüğünde" anlamı na gelen bir terim. * Tavana ası lan, ş amdanlı , lâmbalı , billûr, cam veya metal süslü aydı nlatma aracı .

avize ağacı * Zambakgillerden, Amerika'dan dünyanı n her yanı na yayı lmı şolan, avize biçiminde sarkı k, iri ve beyaz çiçekli bir süs ağ acı (Yucca glosiosa). avlak

* Avıçok olan yer, av yeri.

avlama * Avlamak iş i. * Voleybolda karş ıoyuncuları n boşbı raktı ğıve yetiş emeyeceği yere topu yavaş ça indirip sayıalma. avlamak * Bir avıdiri veya ölü olarak ele geçirmek. * Tuzağ a düş ürmek, kurnazlı kla kandı rmak. avlanma * Avlanmak iş i. avlanmak

* Avlamak iş ine konu olmak. * Ava gitmek, ava çı kmak, av için dolaş mak. avlatma

* Avlatmak iş ini yaptı rma.

avlatmak * Avlanmak iş ini yaptı rmak. avlu avokado avrat

* Bir yapı nı n veya yapıgrubunun ortası nda kalan üstü açı k, duvarla çevrili alan. * Amerikan armudu (Persea americana). * Kadı n. * Karı , eş .

avrat pazarı * Cariyelerin satı ldı ğ ıpazar. * Kadı nları n öteberi sattı kları pazar yeri. avret

* Ut yeri.

Avrupa kayı nı * Avrupa'da yetiş en bir kayı n türü. Avrupaî

* Avrupalı lara vergi, Avrupalı lara benzer, Avrupalı lar gibi.

Avrupalı * Avrupa'da yaş ayan, Avrupa halkı ndan olan kimse. * Avrupa'ya özgü olan, Avrupa ile ilgili (olan). Avrupalı laş ma * Avrupalı laş mak. Avrupalı laş mak * Avrupalı ları n düş ünce, davranı şve yaş antı ları nıbenimsemek. Avrupalı lı k * Çağ daşolma, düş ünce ve davranı ş ta batıölçülerinde bulunma. Avş ar avuç

* Bkz. Afş ar. * Elin iç tarafı . * Elin yarıyumulmuşdurumu. * Yarıyumulmuşelin alacağ ımiktar.

avuç (veya el) açmak * dilenmek, para istemek, yardı m istemek. avuç avuç * Her defası nda bir avuç. * (para için) Bol bol, pek çok. * Avuçlayarak. avuç dolusu

* (para için) Pek çok. avuç içi * Elin parmak dipleri ile bilek arası ndaki iç bölümü. avuç içi kadar * pek küçük, dar (yer). avuçlama

* Avuçlamak iş i.

avuçlamak * Avuçla kavramak, avuçla almak. avukat * Hak ve yasa iş lerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde baş kaları nı n hakkı nı aramayı , korumayımeslek edinen ve bunun için yasanı n gerektirdiğ iş artlarıtaş ı yan kimse. * Gerekmediğ i hâlde baş kası nı n savunması nıüstlenen kimse. avukat tutmak * adlî iş lemleri gereğ ince yerine getirmek için bir avukata vekâletname verip onu görevli kı lmak. avukatlı k * Avukat mesleğ i. * Avukatı n yaptı ğ ıiş . * Gereksiz, boşsavunma. avunç

* Acı nı n hafiflemesi veya unutulması , avuntu, teselli.

avundurma * Avundurmak iş i. avundurmak * Oyalanması nısağlamak. * Acı sı nı hafifletmek, acı sı nı unutturmak, teselli etmek. avunma avunmak

avuntu

* Avunmak iş i, teselli. * Bir ş eyle uğ raş arak acı sı nıunutmak, sı kı ntı lardan uzaklaş mak, teselli bulmak, müteselli olmak. * Oyalanmak; yetinmek. * (hayvan) Gebe kalmak. *İ nsanıavutan ş ey, teselli.

avurdu avurduna geçmek * çok zayı flamak. avurt

* Yanağı n ağ ı z boş luğu hizası na gelen bölümü.

avurt satmak (veya avurt zavurt etmek) * beceremeyeceği ş eyleri becerebilecekmişgibi konuş mak. * korkutucu büyük sözler söylemek. avurt ş iş irmek * yanağ ı n iç tarafı ndaki boş luğ u su veya havayla doldurup ş iş kin duruma getirmek. avurt ünsüzü

* Dil ucunun ön damağa veya art damağ a çarpması ndan oluş an ve dilin yanları ndan akan ses: Dil, bel, el, dal, bal, al kelimelerindeki l ünsüzü gibi. avurtlama * Avurtlamak iş i. avurtlamak * Büyülenmek. * Çalı m satmak, yüksekten atmak. avurtlarıçökmek (veya avurtlarıbirbirine geçmek) * çok zayı fladı ğ ıyüzünden belli olmak. avurtlu

* Çalı m satan, yüksekten atan.

Avustralya kara tavuğ u * Serçegillerden, erkeğinin kuyruğ u lir biçiminde ve çok süslü bir Avustralya kuş u (Maenura superba). Avustralyalı * Avustralya kökenli olan (kimse). Avusturyalı * Avusturya kökenli olan (kimse). avutma avutmak

avutucu avutulma

* Avutmak iş i, teselli. * (bir kimsenin acı sı nı veya sı kı ntı sı nı ) Yatı ş tı rmak, teselli etmek. * Oyalamak. * Avutan, teselli eden. * Avutulmak iş i.

avutulmak * Avutmak iş ine konu olmak. Ay

* Yer yuvarlağ ı nı n uydusu olan gök cismi, kamer. * Yı lı n on iki bölümünden her biri. * Art arda gelen iki yeni ay arası nda geçen süre. * Bir ayı n herhangi bir gününden ertesi ayı n aynıgününe kadar geçen veya yaklaş ı k 30 gün olarak kabul edilen süre. ay -ay / -ey

* Birdenbire duyulan acı , ağrıveya ş aş ı rma, ürkme veya sevinç anlatı r. *İ simden isim türeten ek: kol-ay, düz-ey, gün-ey, yüz-ey vb.

-ay / -ey, y * Fiilden isim ve sı fat türeten ek: ol-ay, dene-y, yapa-y vb. ay ağı lı

* Ayı n aylası , hale.

ay aydı n, hesap belli * anlaş ı lmayacak bir ş ey yok, hesap ortada, açı k.

ay balı ğ ı * Ay balı ğ ı gillerden, 3 m boyunda, görünüş ü balı k baş ı na benzeyen, kuyruk yüzgeci hilâl biçiminde olan, Akdeniz'de yaş ayan bir balı k türü, pervane balı ğı , kemer balı ğı (Mola mola). ay balı ğ ı giller * Kemikli balı klar takı mı nı n çengel çeneliler alt takı mı na giren bir familya. ay balta

* Ağzıyarı m daire biçiminde olan balta, teber.

ay çekirdeğ i * Ay çiçeğ inin tohumu. * Genellikle vakit geçirmek için içi yenen kuru yemişçeş idi. ay dede

* (çocuk dilinde) Ay.

ay dedeye misafir olmak * gece açı kta yatmak, geceyi açı kta geçirmek. ay dönümü * Aybaş ı . ay evi ay gibi

* Ayla. * Bkz. ay parçası .

ay harmanlanmak * ayı n çevresinde ayla oluş mak. ay ı ş ı ğı

* Ayı n yeryüzüne verdiğ iı ş ı k. * Ayı n dolunay durumundaki parlak durumu, mehtap.

ay karanlı ğ ı * Bulutlar arkası nda kalan ayı n yaydı ğı hafif aydı nlı k. ay modülü * Gözlem araçları nıiçinde taş ı yan, ay araş tı rmalarıiçin kullanı lan ve ay yüzüne yumuş ak inişyapan araç. ay örümceğ i * Ay modülü. ay parçası(gibi) * (kadı n veya kı z için) çok güzel. ay takvimi * Ayı n gökyüzündeki görünen hareketine ve evrelerine göre düzenlenen takvim, kamer takvimi. Ay tutulması * Yer yuvarlağ ı nı n Güneşile Ay arası na girmesiyle, Ay'ı n yer yuvarlağ ıgölgesinde kalması , husuf. ay yı ldı z

* Türk bayrağ ı ndaki ayça ve beşı ş ı nlıyı ldı zdan oluş muşsimge.

ay yı lı * Ayı n on iki kez yeni aydan yeni aya gelmesi için geçen süre (354 gün 8 saat). aya

* Elin parmak dipleriyle bilek arası ndaki iç bölümü, avuç içi; ayak tabanı . * Yaprakları n düz ve parlak bölümü. ayağ a düş mek * iş e ilgisiz ve yetkisiz kimseler karı ş mak. ayağ a fı rlamak * hı zla ayağa kalkmak. ayağ a kaldı rmak * telâşve heyecana düş ürmek. ayağ a kalkmak * ayaklarıüzerinde durmak, dikilmek. * telâş lanmak, telâş a kapı lmak, heyecanlanmak. * (hasta) iyi olmak, iyileş mek. * saygıgöstermek için oturma durumundan ayak üzeri durumuna geçmek. ayağ ı(veya ayakları ) dolaş mak * yürürken telâş tan ayaklarıbirbirine takı lmak. ayağ ı(veya ayakları ) suya ermek * bir gerçeğ i anlayarak aklıbaş ı na gelmek. ayağ ıalı ş mak (veya alı ş mamak) * bir yere sürekli gitmek (veya gitmemek). ayağ ıdüş mek * Bkz. yolu düş mek. ayağ ıdüze basmak * güçlükleri yenerek ilerisinden korkmayacak bir duruma girmek. ayağ ıile (veya kendi ayağ ıile) gelmek * kendi isteğiyle gelmek veya emek çekilmeden elde edilmek. ayağ ıuğ urlu * geldiğ i yere uğur getirdiğ ine inanı lan (kiş i). ayağ ıüzengide * hemen yola çı kmak üzere olan. ayağ ıyerden kesilmek * ayağ ıyere değ mez olmak. * bir taş ı ta binip yaya yürümekten kurtulmak. ayağ ıyürüten baş tı r * halkı n düzen içinde çalı ş ması nıbaş takiler sağ lar. ayağ ı na (veya ayakları na) kapanmak * alçalı rcası na yalvarmak. * bağ ı ş lanmak için yalvarmak. ayağ ı na (veya bacağ ı na) geçirmek * aceleyle bir ş eyi giymek. ayağ ı na bağolmak * (biri) bulunduğ u yerden ayrı lması na veya yaptı ğ ıiş i sürdürmesine engel olmak. ayağ ı na bağvurmak * önüne bir engel çı karmak.

ayağ ı na çabuk * bir yere alı ş ı landan daha kı sa sürede gidip gelen. ayağ ı na çağı rmak * yanı na gelmesini istemek. ayağ ı na çelme takmak * biri yürürken ayaklarıarası na ayak uzatı p düş ürmek. * (birinin) iş inde yükselmesine engel olmak. ayağ ı na dolanmak (veya dolaş mak) * baş kası na yapmayıtasarladı ğıkötülük kendi baş ı na gelmek. * işyapmakta olan birine engel olmak, yürümesine engel olmak. ayağ ı na düş mek * çok yalvarmak. ayağ ı na gelmek * alçak gönüllülük göstererek birinin yanı na gelmek. * emek çekilmeden elde edilmek. ayağ ı na getirmek * sı ra, saygıgözetmeksizin birinin yanı na gelmesini sağ lamak. ayağ ı na gitmek * alçak gönüllülük ederek veya saygı göstererek birinin yanı na varmak. ayağ ı na ip takmak * bir kimseyi çekiş tirmek. ayağ ı na kira istemek * gelmeye nazlanmak, gitmeye üş enmek. ayağ ı na sı cak su mu, soğuk su mu dökelim? * ender gelen bir konuğa yarısitem, yarısevinçle söylenen söz. ayağ ı na üş enmemek * hamarat olmak, ayak iş lerini bı kmadan, yorulmadan yapmak. ayağ ı nda donu yok, fesleğ en ister (veya takar) baş ı na * yoksulluğuna bakmayarak süs ve gösterişyapmak ister. ayağ ı nı(veya ayakları nı ) altı na almak * tek bacağı nı(veya bacakları nı ) kı vı rı p üzerine oturmak. ayağ ı nı(veya ayakları nı ) öpeyim * yalvarı rı m. ayağ ı nıalamamak * ağ rıveya uyuş ma dolayı sı yla ayağ ı nı oynatamamak. * alı ş ı lan bir yere gitmekten kendini alamamak. ayağ ı nıbağlamak * engel olmak. ayağ ı nıçekmek * sı k sı k gittiğ i bir yere artı k uğramaz olmak, ilgiyi kesmek. ayağ ı nıdenk almak * baş kaları nı n kendisine yapmasıihtimali bulunan kötülüklere karş ı uyanı k davranmak. * dikkat.

ayağ ı nıdenk basmak * dikkatli ve uyanı k davranmak. ayağ ı nıgiymek * ayakkabı sı nı giymek. ayağ ı nıkaydı rmak * bir yolunu bulup birini iş inden veya görevinden uzaklaş tı rmak. ayağ ı nıkesmek * bir yere gitmez olmak, uğ ramamak. * baş kası nıbir yere artı k uğramaz duruma getirmek. ayağ ı nısürümek * verilen bir iş i ağ ı rdan almak. * bir yerden uzaklaş mak üzere bulunmak. * halk inanı ş ı na göre bir kimsenin gelmesi, ardı ndan baş kaları nı n da gelmesine yol açmak. * ölmek üzere olmak. ayağ ı nıtek almak * bir iş te iyi düş ünüp dikkatli davranmak. ayağ ı nıvurmak * ayakkabıayağı nıyara etmek. ayağ ı nıyorganı na göre uzatmak * giderini gelirine uydurmak. ayağ ı nı n (veya ayaklar) altı nda * (yüksek bir yerden) genişbir alanı görür durumda. ayağ ı nı n (veya ayakları nı n) altı nıöpeyim * "pek çok yalvarı rı m" anlamı nda kullanı lı r. ayağ ı nı n altı na almak * tekme ile dövmek. ayağ ı nı n altı na karpuz kabuğu koymak * bir yolunu bulup bir kimseyi düzenle iş inden uzaklaş tı rmak. ayağ ı nı n bağı nıçözmek * karı sı nıboş amak. * serbest davranması nıengelleyen iliş kilere son vermek. ayağ ı nı n bastı ğıyerde ot bitmez * uğradı ğ ıyere bereketsizlik, uğ ursuzluk getirir. ayağ ı nı n pabucu olamamak * değ erce ondan çok aş ağ ıolmak. ayağ ı nı n pabucunu baş ı na giymek * dengi olmayan bir kimseyle evlenmek. * değ ersiz bir kimseyi üstün bir yere geçirmek. ayağ ı nı n tozu ile * yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden. ayağ ı nı n tozunu silmeden * henüz yoldan gelmiş ken. ayağ ı nı n türabı olmak * bir kimse baş ka bir kimseye kul gibi bağlanı p onun her emrini yerine getirmek.

ayak

* Bacakları n bilekten aş ağı da bulunan ve yere basan bölümü. * Bacak. * Birtakı mş eylerin yerden yüksekçe durması nı sağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri. * Vücudun belden aş ağ ıbölümü. * Büyük bir ı rmağa karı ş an ikinci derecedeki akarsuları n her biri. * Göl ayağı . * Yürüyüş ün ağı rlı k veya çabukluk derecesi. * Basamak. * Halk edebiyatı nda uyak. * Halk edebiyatı nda koş uklarda kı sa yedekli dizelere verilen ad. * Yarı m arş ı n veya 30,5 cm uzunluğ undaki ölçü birimi, kadem. * 30,4 cm değ erinde İ ngiliz uzunluk ölçüsü birimi, fut. * (buzdolabıölçülerinde) İ ngiliz ölçüsü fut'un kübü alı narak hesaplanan değ er. * Bir doğ runun baş ka bir doğruyu veya bir düzlemi kestiği nokta. * Aş ağ ıdüzeyde, sı radan, bayağı .

ayak atmak * girmek. * ilk kez gitmek. ayak atmamak * bir yere hiç gitmemek, uğ ramamak. ayak ayak üstüne atmak * otururken bir bacağ ı nıötekinin üstüne almak. ayak bağ ı * Bir yere veya bir iş e gidilmesine engel olan ş ey. ayak basmak * bir yere varmak, ulaş mak. * girmek, gelmek, uğ ramak. * (bir yere veya mesleğ e) girmek, bağ lanmak. ayak basmamak * bir yere hiç uğramamak. ayak bileğ i * Baldı r kemikleriyle tarak kemikleri arası nda bulunan ve yedi kemikten oluş an ayağı n arka bölümü. ayak çekmek * kandı rmaya çalı ş mak, avutmak. ayak değiş tirmek * talim yürüyüş ünde kı sa bir adı m atmak yolu ile adı mları nıbaş kaları nı nkine uydurmak. ayak diremek * bir düş ünceyi, bir davranı ş ısonuna kadar sürdürmek, kendi tutumundan ş aş mamak. ayak divanı * Olağ anüstü durumlarda o anda bulunulan yerde padiş ahı n katı lması yla bir konuyu görüş mek ve karara bağlamak için yapı lan toplantı , ayakta toplanan meclis. * Ayakta yapı lan sohbet. ayak iş i ayak izi

* Birtakı m getir götür iş leri. * Herhangi bir zemin üzerinde ayağı n bı raktı ğıiz.

ayak keseri * Ayakta durarak ağ aç yontmaya elveriş li uzun saplıkeser. ayak kirası * Bir haber veya eş ya getirene emeğine karş ı lı k verilen para, ayak teri. ayak makinesi * Ayak yardı mıile iş letilen makine. ayak oyunu * Hile. ayak satı cı sı * Gezgin satı cı . ayak sürümek * verilen bir iş i ağ ı rdan almak. * gönderilen yere isteği ile gitmemek. ayak takı mı * Görgüsüzlükleri veya bilgisizlikleri dolayı sı yla toplum içinde aş ağ ıdurumda olan kiş iler. ayak tarağı * Bkz. tarak. ayak tedavisi * Ayakta oluş an bir hastalı ğ ı n veya rahatsı zlı ğ ı n tedavisi. * Ayakta tedavi. ayak teri

* Ayak parmaklarıarası ndan çı kan pis kokulu salgı . * Hizmet için bir yere gönderilen kimseye verilen ücret, ayak kirası .

ayak topu * Futbol. ayak tutmak * mani yarı ş maları nda karş ı sı ndakine uymasıgereken uyağı vermek. ayak ucu

* Yatanı n veya yatı lan bir yerin ayak uzatı lan yönü, yeri. * Ayak parmak uçları nı n oluş turduğu dar dayanak yüzeyi.

ayak uydurmak * yürüyüş te adı m atı ş ı nıbaş kaları nı nkine uydurmak. * kendi gidişve davranı ş ı nıbaş kası nı nkine benzetmek. ayak vermek * âş ı k atı ş maları nda dinleyicilerden biri uyak belirtmek. ayak yalı n * Yalı n ayak. ayak yapmak * birini aldatmak, kandı rmak için dalavere çevirmek. ayakaltı * Gelip geçenlerin çok olduğ u yer. ayakaltı na almak * hakir görülmek, gözden çı karı lmak.

ayakaltı nda bı rakmak * ezilmesine, yok olması na göz yummak, korumamak. ayakaltı nda dolaş mak * bir iş e yaramadı ğ ıhâlde herkesin iş ine engel olacak biçimde ortalı kta dolaş mak. ayakbastı * Bir yere dı ş arı dan gelen insan ve eş yadan alı nan vergi, toprakbastı . ayakçak

* Merdiven, merdiven basamağ ı . * Dokuma tezgâhıayaklı ğı . * Çocukları n, cambazları n ayakları na takı p yürüdükleri çifte sı rı k.

ayakçı * Ayak iş lerinde kullanı lan kimse. * Bir işsüresince tutulan hizmetçi. * Gezici satı cı , çerçi. ayakçı n

* Dokuma tezgâhları nda atkıipliklerini hareket ettirmek için ayakla bası lan tahta ayaklı k.

ayakkabı * Özellikle sokakta ayağı korumak için giyilen ve altıkösele, lâstik gibi dayanı klımaddelerden yapı lan ayak giyeceğ i, pabuç. ayakkabıvurmak * (ayakkabı ) ayağı zedelemek, ayağı rahatsı z etmek. ayakkabı cı * Ayakkabıyapan veya satan kimse, pabuççu. * Ayakkabısatı lan yer. ayakkabı cı lı k * Ayakkabı cı nı n iş i, pabuççuluk. ayakkabı ları nıçevirmek * konuk ayakkabı ları nı gidişyönüne doğ ru düzgün biçimde sı ralamak. * bazıdavranı ş larla konuğu gitmeye zorlamak. ayakkabı lı k * Ayakkabıkonulan yer, ayakkabıdolabı . * Ayakkabıyapmaya elveriş li olan (deri, kösele gibi ş eyler). ayaklama

* Ayaklamak iş i.

ayaklamak * Ayakla ölçmek. ayaklandı rma * Ayaklandı rmak iş i. ayaklandı rmak * Ayaklanmak iş ini yaptı rmak. ayaklanma * Ayaklanmak iş i. * Birçok kimsenin cebir ve ş iddet kullanarak devlet güçlerine karş ıgelmesi, başkaldı rma, isyan, kı yam. ayaklanmak * (çocuk için) Yürümeye baş lamak.

* (hasta için) Yürüyebilir duruma gelmek. * Ayağa kalkı p gitmeye davranmak. * (birçok kimse) Cebir ve ş iddet kullanarak devlet güçlerine karş ıgelmek, başkaldı rmak, isyan etmek. * Uyanmak, uyanı p kalkmak. ayaklar altı na almak * önem verilmesi gereken ş eyleri hiçe saymak, çiğ nemek. ayaklar baş , baş lar ayak olmak * değ ersiz kimseler baş a geçip, değ erli kimseler ise en geride bı rakı lmak. ayaklarıdolaş mak * yürürken ayaklarıbirbirine takı lmak. ayaklarıgeri geri gitmek * bir yere gönülsüz, istemeye istemeye gitmek. ayaklarıyere değmemek * çok sevinmek. ayakları na (veya ayağ ı na) kara su (veya sular) inmek * uzun süre ayakta kalmak veya yürümekten çok yorulmak. ayakları nısürümek * güçlükle yürümek, ayağ ı nı sürümek. ayakları nıyerden kesmek * bir taş ı ta binerek yürümekten kurtulmak. ayakları nı n (veya ayağı nı n) ucuna basmak * çok yavaş , sessiz, gürültü yapmamaya özen göstererek yürümek. ayaklı

* Ayağıolan. * Bir destekle yere dayanan. * Ayakla iş letilen.

ayaklı canavar * Çok hareketli, yaramaz, cin gibi çocuk. ayaklı koş ma * Halk ş iirinde müstezat tarzı nda söylenen deyiş . ayaklı kütüphane * Pek çok konuda bilgisi olan, çok ş ey okumuşve öğrenmişolan, sorulan her soruya cevap verebilen kimse. ayaklı mani * Cinaslıayaklarla söylenen bir mani türü. ayaklı k

ayaksı z

* Ayakla iş letilen makinelerde ayağı n bastı ğ ıyer, pedal. * Ayak basacak yer. * Ayakçak. * Taban. * Ayağıolmayan.

ayaksı zlar * Omurgalıhayvanlarda amfibyumlar sı nı fı nı n en ilkel yapı lıtürlerini içine alan bir takı m. ayakta

* Ayağa kalkmı şdurumda. * Telâş lı , heyecanlı . ayakta kalmak * oturacak yer bulamamak. * yı kı lmamak, çökmemek. * değ erini yitirmemek, önemini korumak. ayakta tedavi * hastanı n yatağa yatı rı lmasıgerekli görülmeyerek kendisine ayakta yapı lan tedavi. ayakta tutmak * oturtmak gerekirken oturtmamak. * bozulması na, yı kı lması na, çökmesine engel olmak. * bir kuruluş un yaş aması nı sağ lamak. ayakta tutmak *oş eyin sürekliliğ ini sağlamak. ayakta uyumak * aş ı rıdalgı n, ş aş kı n veya yorgun olmak. ayaktan * (kesim hayvanlarıiçin) canlıolarak. ayaktaş ayakucu ayaküstü

* Arkadaş , yoldaş ; hempa. * Yeryüzünde bir noktada çekülün gösterdiğ i doğrultudaki alt yön. * Oturmadan, ayakta durarak; kı sa sürede. * Acele olarak. * Hazı r yemek, festfut.

ayaküzeri * Ayaküstü. ayakyolu

*İ nsanı n besin artı kları yla idrarı nıboş alttı ğıyer, abdesthane, helâ, kademhane, memiş hane, kenef, tuvalet.

ayal * Karı , eş . ayan âyan

* Belli, açı k. *İ leri gelenler. * Senato üyeleri.

ayan beyan * Besbelli, apaçı k, açı k seçik. ayan olmak * belli olmak, bilinir olmak. ayandon * 18 Ocak'ta baş layan bir fı rtı na. ayar

* Bir aygı tı n gereken iş i yapabilmesi durumu. * Saatler için belli bir yere göre kabul edilmişolan ölçü. * Altı n, gümüşgibi madenlerden yapı lmı şş eylerin saflı k derecesi. * Bir işveya bir davranı ş ta gereken ölçü. * Değer derecesi. ayar etmek * (bir aygı tı n) çalı ş ması nıdüzeltmek, düzenli iş ler duruma getirmek. ayarcı

* Esnafı n kullandı ğ ıölçü aletlerini denetleyen görevli.

ayarıbozuk * Belli bir ayarıolmayan. * Ahlâk, karakter veya aklı yerinde olmayan. ayarlama

* Ayarlamak iş i.

ayarlamak * Bir ölçünün doğ ruluğ unu belli bir örneğe göre düzeltmek, doğ rulamak. * Bir aygı tı belli bir işyapabilecek duruma getirmek. *İ ş leri birbiriyle çatı ş mayacak veya zamanı nda bitirecek biçimde düzenlemek. * Kandı rmak. ayarlanma * Ayarlanmak iş i. ayarlanmak * Ayar edilmek, birbirine uygun duruma getirilmek. ayarlatma * Ayarlatmak iş i. ayarlatmak * Ayar ettirmek. ayarlı

* (saat ve makine için) Ayarlanmı ş , doğ ru çalı ş masısağ lanmı ş , düzeltilmiş , düzenli, doğ ru. * (altı n ve gümüşiçin) Belirli bir ayarı olan.

ayarlıpense * Vida, cı vata ve musluk aksamı nı sı kı ş tı rmak amacı yla kullanı lan, ağı z açı klı ğ ıayarlanabilen özel alet. ayarsı z

* Ayarıyapı lmamı ş , ayarıbozuk, düzensiz. * Davranı ş larıölçüsüz. * (altı n ve gümüşiçin) Belli bir ayarıolmayan.

ayarsı zlı k * Ayarsı z olma durumu. * Ölçüsüzlük, düzensizlik. ayartı ayartı cı

* Baş tan çı karma. * Baş tan çı karan, doğru yoldan saptı ran, ayartan.

ayartı cı lı k * Ayartı cı nı n yaptı ğ ıiş .

ayartı lma

* Ayartı lmak iş i.

ayartı lmak * Ayartmak iş ine konu olmak. ayartma * Ayartmak iş i. ayartmak

* Baş tan çı karmak, doğ ru yoldan saptı rmak. * Kandı rmak. * Birini, çalı ş tı ğı yerden ayı rı p baş kası nı n yanı nda çalı ş maya kandı rmak.

ayaz * Duru, sakin havada çı kan kuru soğ uk. * (hava ve gece için) Soğ uk. ayaz kesmek * uzun süre soğukta kalı p üş ümek. ayaz paş a kol geziyor * dı ş arı da çok soğ uk var. ayaz vurmak * (sebze ve meyveler için) donmak. ayaza çekmek * kı ş ı n kuru soğ uk artmak. ayazda kalmak * soğukta kalmak. * boşyere beklemek, eline bir ş ey geçmemek. ayazlama * Ayazlamak iş i. ayazlamak * (hava) Ayaza çevirmek. * Ayazda kalı p üş ümek. * Boşyere beklemek, eline bir ş ey geçmemek. ayazlandı rı lma * Ayazlandı rı lmak durumu. ayazlandı rı lmak * Ayazlanması sağlanmak. ayazlandı rı lmı şrakı * Halk inanı ş ı na göre sı tma tedavisinde kullanı lmak üzere rakı nı n açı larak balkonda veya dı ş arı da bekletilmiş hâli. ayazlandı rma * Ayazlandı rmak durumu. ayazlandı rmak * Ayazlanması nısağlamak. ayazlanma * Ayazlanmak iş i. ayazlanmak

* Ayazda bı rakı lı p soğ umak. ayazlatma * Ayazlatmak iş i. ayazlatmak * Soğukta bekletmek. * Ayazda soğ utmak. ayazlı k ayazma aybaş ı

* Evlerde serinlemek için kullanı lan önü açı k yer, tahtaboş , balkon, taraça. * Rumları n kutsal saydı kları kaynak veya pı nar. * Ayı n ilk günü, ay dönümü. * Ayı n ilk günü.

aybaş ıolmak * (kadı nı n) ayda bir döl yatağ ı ndan kan gelmek, âdet görmek. aybeay * Aydan aya, ay ay olarak. ayça

* Ayı n ilk günlerinde aldı ğı yay biçimi, hilâl. * Bayrak ve sancak direklerinin tepesindeki pirinçten yapı lmı şay yı ldı zlısüs, alem.

ayçiçeği

* Birleş ikgillerden, sarırenkli çiçeği çok iri olan, yurdumuzda çok yetiş tirilen bir bitki, gün çiçeğ i, günebakan; gündöndü (Helianthus annuus). * Bu bitkinin yağçı karı lan tohumu. ayçiçeği yağ ı * Ay çiçeğ inden çı karı lan yağ. ayçöreği

*İ çine tarçı n, ceviz konularak ay biçiminde yapı lmı şçörek.

ayda yı lda bir * çok seyrek olarak. aydemir

* Yüzü yay biçiminde bir çeş it keser.

aydı n * Iş ı k alan, ı ş ı kl ı , aydı nlı k. * Kültürlü, okumuş , görgülü, ileri düş ünceli (kimse), münevver. * Kolayca anlaş ı lacak kadar açı k (söz veya yazı ), vazı h. aydı nger

* Parlak yüzeyli, saydam, mimarlı kta çizim için kullanı lan özel bir kâğ ı t.

aydı nlanma * Aydı nlanmak iş i. * Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinme, tenevvür. * Bir yüzeyin, karş ı sı na konulan eş it ı ş ı k kaynakları nı n sayı sıile orantı lıolarak aydı nlı k görünmesi. aydı nlanmak * Aydı nlı k olmak. * Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinmek, tenevvür etmek.

aydı nlatı cı * Aydı nlı k verici. * Bir sorunla ilgili gerekli bilgileri veren. aydı nlatı lma * Aydı nlatı lmak iş i. aydı nlatı lmak * Aydı nlatmak iş ine konu olmak. aydı nlatma * Aydı nlatmak iş i. * Sahnelerin ı ş ı klandı rı lmasıiş i. aydı nlatmak * Karanlı ğ ıgiderip görünür duruma getirmek. * Bir sorun üzerine bilgi vermek. aydı nlı k

boş luk.

* Bir yeri aydı nlatan güç, ı ş ı k. * Iş ı k alan. * Kolay anlaş ı lacak derecede açı k olan, vazı h. * Kötülükten uzak, temiz, saf. * Bir yapı nı n ortası na gelen oda ve öbür bölümlerin ı ş ı k almasıiçin, damı n ortası ndan zemine kadar açı lan

aydı nlı kölçer * Aydı nlı kları ölçmeye yarayan aygı t, lüksmetre. ayet * Kur'an surelerini oluş turan cümlelerden her biri. aygı n

* Bitkin.

aygı n baygı n * Güçsüz, çok yorgun, bitkin. * Duyguda ölçüyü kaçı rmı ş . * Kendinden geçercesine âş ı k, vurgun. aygı r

* Damı zlı k erkek at.

aygı r deposu * Aygı rları n bakı ldı ğ ıbüyük ahı r. aygı r gibi

* iri yarı cüsseli, güçlü (kimse).

aygı t * Birçok parçadan yapı lmı şalet, cihaz. * Vücutta belirli bir görevin sağlanması na yarayan organları n hepsi, cihaz. * Birkaç aletin uygun biçimde eklenmesinden oluş turulan ve bazıbelli deneylerin yapı lması na yarayan takı m. ay-gün takvimi * Güneş in görünen hareketlerine göre düzenlenen takvim. ay-gün yı lı * Hem ay evreleri değiş imi hem de güneş in gökyüzündeki görünen hareketi göz önüne alı narak düzenlenmiş olan takvim yı lı .

ayı

* Memelilerin et obur takı mı ndan, beşparmaklı , tabanları na basarak yürüyen, yurdumuzda boz türü bulunan, iri gövdeli hayvan (Ursus arctos). * Kaba saba. ayı balı ğı * Fok. ayı gibi

* iri yarı . * kaba, anlayı ş sı z (kimse).

ayı gördüm, yı ldı za itibarı m (veya minnetim) yok * bir ş eyin en iyisine alı ş tı ktan sonra ondan aş ağ ıolanlar beni doyuramaz. ayı görmeden bayram etme * bir işgerçekleş meden ona oldu gözüyle bakı lı p sevinilmemelidir. ayı gülü *İ ki çenekliler sı nı fı nı n düğün çiçeğigiller familyası ndan bir ş akayı k türü (Peconia corollina). ayı üzümü * Fundagillerden, küçük taneli yemiş ler veren, tüylü bir bitki (Arbutus uva ursi). ayı yavrusu ile oynuyor * iri ve yetiş kin birinin ufak tefek birine, bir çocuğ a el ş akası yapmasıveya gücünü onda denemesi karş ı sı nda ayı plama yollu söylenir. ayı yürüyüş ü * Gergin kol ve bacaklarla dört ayak yürüme. ayı bacağı * Çift yan yelkenlerden birini sağdan, birini soldan kullanma biçimi. ayı bı nıyüzüne vurmak * birinin kusurunu yüzüne söylemek. ayı boğ an ayı cı

ayı cı lı k ayı giller

*İ ri yarı , kaba ve anlayı ş sı z (kimse). * Ayıoynatmayıişedinen kimse. * Sert, kaba ve hoyrat (kimse). * Ayı cı nı n iş i, mesleğ i. * Memeli et oburlardan, ayı ları içine alan bir familya.

ayı k * Sarhoş luğ u veya baygı nlı ğ ıgeçmişolan. * Sarhoş luğ u geçmişbir biçimde. * Anlayı ş lı , uyanı k. ayı kla pirincin taş ı nı ! * bir iş in pek karı ş ı k ve içinden çı kı lmaz durumda olduğ unu anlatmak için kullanı lı r. ayı klama * Ayı klamak iş i. ayı klamak

* Bir ş eyin içinden, iş e yaramayan, gereksiz veya istenmeyen taneleri veya maddeleri ayı rı p çı karmak, temizlemek. * Bir görevde gereksiz görülenleri iş inden ayı rmak. ayı klanma * Ayı klanmak iş i. * Yaş ayan varlı klarda ortamı nş artları na en iyi uyan türlerin veya bireylerin üreyip kalması , uyamayanları n yok olması ,ı stı fa. ayı klanmak * Ayı klamak iş ine konu olmak. ayı klatma * Ayı klatmak iş i. ayı klatmak * Ayı klamak iş ini yaptı rmak. ayı klı k * Ayı k olma durumu. ayı kmak

* Ayı lmak, kendine gelmek, uyanmak, aklıbaş ı na gelmek.

ayı kulağ ı * Çuha çiçeğinin bir türü (Primula auricula). ayı lı k

* Kabalı k, kaba davranı ş .

ayı lı k etmek * kaba davranmak. ayı lı p bayı lmak * birini kendinden geçercesine sevmek. * aş ı rıölçüde sinir bunalı mlarıgeçirmek. ayı lma ayı lmak

ayı ltı ayı ltma

* Ayı lmak iş i. * Sarhoş luk, baygı nlı k gibi bir durumdan kurtulmak, kendine gelmek. * Aklıbaş ı na gelip gerçeğ i görmek. *İ çki içmişbir kimsenin duyduğ u başağrı sıve sersemlik, mahmurluk. * Ayı ltmak iş i.

ayı ltmak * Ayı lması nısağlamak. -ayı m / -eyim *İ stek kipi tekil 1. kiş i eki: yaz-ayı m, çiz-eyim, oku-y-ayı m, bekle-y-eyim vb. ayı n

* Arap alfabesinde on sekizinci, Osmanlı alfabesinde yirmi birinci harf.

ayı n on dördü * Dolunay.

ayı n on dördü gibi * yüzü çok güzel (kadı n veya kı z). ayı nga

* Kaçak tütün, tütün.

ayı ngacı * Tütün kaçakçı sı . ayı ngacı lı k * Tütün kaçakçı lı ğ ı . ayı nı n kı rk türküsü var, kı rkıda Ahlat üstüne * bir kimsenin hep aynış eyi veya hikâyeyi anlatmasıkarş ı sı nda söylenir. ayı nları çatlatmak * bu harfin gösterdiğ i Arapçaya özgü sesi gı rtlakta boğumlamaya çalı ş mak. ayı p * Toplumun ahlâk kuralları na aykı rıolan, utanı lacak durum veya davranı ş . * Kusur, eksiklik. * Utanç veren. ayı p etmek (veya yapmak) * yakı ş ı ksı zca davranmak. ayı p yerler * vücutta örtülü tutulması gereken yerler. ayı plama

* Ayı plamak iş i, takbih.

ayı plamak * Kı namak, takbih etmek. ayı planma * Ayı planmak iş i. ayı planmak * Ayı plamak iş ine konu olmak. ayı plı ayı psı z

* Ayı bı , kusuru olan. * Ayı bı , kusuru olmayan.

ayı ptı r söylemesi * "bunu söylemek size karş ısaygı sı zlı k olacak, ama söylemek zorundayı m" anlamı nda özür dilemek için kullanı lı r. * övünmek gibi olması n ama. ayı raç ayı ran

* Cisimleri, birleş ime veya ayrı ş ı ma uğ ratarak niteliklerini belirtmede kullanı lan madde, miyar. * Iş ı ğ ıyalı n ögelerine ayı rma özelliğ i olan.

ayı rı cı * Ayı rma özelliğ i veya gücü olan. ayı rı m

* Ayı rmak iş i. ayı rı m yapmak * eş it davranı ş ta bulunmamak, fark gözetmek. ayı rı m yaratmak * farklı lı k çı karmak, ikilik ortaya atmak. ayı rı mlama * Ayı rı m yapmak iş i. ayı rı mlamak * Ayı rı m yapmak. ayı rma * Ayı rmak iş i. ayı rmaç ayı rmak

* Bir ş eyi benzerlerinden ayı rt etmeye yarayan durum veya öge, farika. * Bölmek. * Bir bütünden bir parçayı herhangi bir amaçla bir tarafa koymak, saklamak. * Bir yeri bir engelle bölmek. * Birbirinden uzaklaş tı rmak. * Nitelik değiş ikliğini anlamak. * Seçmek. *İ ki veya daha çok kimse arası ndaki anlaş mayı , uzlaş mayıbozmak. * Farklıdavranmak, fark gözetmek. * (bir ş ey veya yeri) Bir ş ey veya kimse için kullanmayıbelirlemek, tahsis etmek.

ayı rt edilmek * Ayı rt etmek iş ine konu olmak. ayı rt etmek * Birkaç ş eyi birbirinden ayı ran niteliğ i anlamak, tefrik etmek, temyiz etmek. ayı rtı ayı rtma ayı rtmak

* Aynıcinsten olan ş eyler arası ndaki ince fark, nüans. * Ayı rtmak iş i. * Ayı rmak iş ini yaptı rmak.

ayı rtman * Sı navlarda, soruları n hazı rlanması ndan notları n verilmesine kadar bütün değ erlendirme çalı ş maları na katı lan görevli, mümeyyiz. ayı rtmanlı k * Ayı rtmanı n görevi, mümeyyizlik. ayı t

* Mine çiçeğ igillerden, Akdeniz çevresinde yetiş en, mavi, beyaz veya menekş e renginde çiçekler açan, 1-2 m boyunda bir ağaççı k, hayı t (Vitex agnus-castus). ayı ya kaval çalmak * anlayı ş sı z bir kimseye bir ş ey anlatmaya çalı ş mak. ayı yıvurmadan postunu satmak * henüz ele geçmemişbir ş ey üzerinde hesap yapmak.

ayin

ayinicem aykı rı

* Dinî tören, ibadet. * Mevlevî tekkelerinde okunan ağ ı r bestelerin biçimi. * Mevlevî ve Bektaş î tekkelerinde kadı n ve erkeğin birlikte katı ldı ğ ı , dinî müzikli sohbet töreni. * Alı ş ı lmı ş a, doğ ru diye bellenmiş e uygun olmayan, karş ı t, ters, mugayir. * Gidilen yol üzerinde olmayı p gidişyönüne ters düş en. * Çapraz, ters. * Bütün noktalarıaynı düzlemde bulunmayan.

aykı rıdoğ rular * Aynıdüzlemde bulunmayan doğrular. aykı rıdüş mek * uygun gelmemek, ters gelmek, ters düş mek. aykı rıkatmanlaş ma * Katmanlarıdüzenli bir biçimde olmayan katmanlaş ma. aykı rıolmak * ters olmak, zı t olmak. aykı rı lama * Aykı rı lamak iş i. aykı rı lamak * Dikey olarak gelmek; kestirmeden gitmek, düz yoldan ayrı lmak. aykı rı laş ma * Aykı rı laş mak iş i. aykı rı laş mak * Aykı rı duruma gelmek. aykı rı lı k * Aykı rı olma durumu, mugayeret, muhalefet. ayla

aylak

* Ayı n ve bazıyı ldı zları n dolayı ndaki ı ş ı k çevresi, ay ağ ı lı , hale. * Bazıkutsal kiş ilerin baş ıetrafı nda gösterilen ı ş ı k çevresi. *İ ş siz, boşgezen, avare. *İ ş siz, bir ş ey yapmayarak.

aylak olmak * boş ta olmak, yapacak bir iş i olmamak, boşoturmak. aylakçı

* Temelli iş i olmayan iş çi.

aylakçı lı k * Temelli işsahibi olmama durumu. *İ ş sizlik, avarelik. aylaklı k

* Aylak olma durumu, iş sizlik, avarelik.

aylaklı k etmek * boşdurmak, boşoturmak, iş siz güçsüz dolaş mak, çalı ş mamak. aylama

* Aylamak iş i.

aylamak * Beklemek. * Sürmek, devam etmek. * Ayıdolduran bir süre geçirmek, aylarca kalmak. aylandı z

* Sedef otugillerden, Avrupa'ya Çin'den getirilmiş , kı sa zamanda yetiş ip boy attı ğ ıiçin bir gölge ağ acı olarak dikilen, kötü kokan bir ağaç, kokar ağaç (Ailanthus glandulosa). aylanma

* Aylanmak iş i.

aylanmak * Bir yerin çevresinde dolanmak. aylı

* Üzerinde ay biçimi bulunan. * Ay ı ş ı ğ ıolan, mehtaplı .

aylı ğa geçmek * çalı ş masıkarş ı lı ğ ıolarak her ay belirli bir para alı nacak bir iş e baş lamak. * gündelikten veya ücretten kadroya geçmek. aylı k

* Birine, görevi karş ı lı ğ ıolarak veya geçimi için her ay ödenen para, maaş . * Bir ay içinde olan veya bir ay süren. * Ayda bir kez yapı lan veya çı kan. * ... aydan beri var olan. * Ay olarak, bir ay için.

aylı k almak * bir aylı k çalı ş ma karş ı lı ğ ı nda para almak. aylı k bağlamak * emekli olan veya baş ka sebeplerle çalı ş mayanlara her ay için belirli bir parayıödemeyi üstlenmek. aylı k vermek * aylı k olarak üstlenilen parayı ödemek. aylı kçı

aylı klı

ayma aymak

aymaz

* Aylı kla çalı ş an kimse. * Baş ka geliri olmayı p yalnı z aldı ğ ıaylı kla geçinen kimse. * Aylı k alan (kimse), maaş lı . * Karş ı lı ğ ıaylı kla ödenen. * Aymak iş i. * Kendine gelmek, aklıbaş ı na gelmek, ayı lmak. * Gerçeği anlamak. * Çevresinde olup bitenlerin farkı na varmayan, gafil.

aymazlı k * Çevresinde olup bitenlerin farkı na varamama durumu, aymaza yakı ş acak durum, gaflet. ayn ayna

* Göz. * Iş ı ğ ıyansı tan, varlı kları n görüntüsünü veren, cilâlıve sı rlıcam. * Gemilerde iş aretçi erlerin kullandı ğ ıdürbün. * Akı ntıve anaforun birleş tiğ i yerde oluş an su burgacı . * Doğramacı lı k ve yapı cı lı kta çerçeve içine geçirilen tahta veya taşlevha. * Küreğin yassıuç bölümü. * (atlarda) Diz kapağı . *İ yi bir durumda, yolunda. * (Karagöz oyununda) Perde. * Bir olayı , bir durumu yansı tan, göz önünde canlandı ran olay, durum, ş ey.

ayna gibi * dümdüz ve parlak. * (deniz için) kı mı ltı sı z, durgun. ayna taş ı * Yapı , anı t ve çeş me gibi yerlere konan yazı lıveya yazı sı z süslü taşlevha. ayna tı rnağ ı * Aynayı duvara tutturmak için kullanı lan nikel veya kromla kaplanmı şmetal parçası . aynabakar * Büyük, yumurtamsı , kı rmı zı msı mavi renkli bir erik türü. aynacı

aynacı lı k

* Ayna yapan veya satan kimse. * Hileci, iş ine hile karı ş tı ran. * Aynacı nı n yaptı ğ ıişveya aynacıolma durumu.

aynalı * Aynasıolan. * Parlak yüzlü, yakı ş ı klı , güzel. aynalısazan * Üzerinde az sayı da büyük pullar bulunan bir tür sazan balı ğ ı . aynalı k

* Geminin ve bağ lı bulunduğ u limanı n adıyazı lan, düz veya az yuvarlak kı ç bölüm.

aynalı k tahtası * Sandalları n kı ç tarafları nda oturanı n sı rtı nıdayaması na yarayan tahta. aynası z

* Aynasıolmayan. * Hoş a gitmeyen, kötü, yakı ş ı ksı z, çirkin, ters, biçimsiz. * Polis.

aynası zlı k * Aynası z olma durumu. aynaz

* Bataklı k.

aynaz aynen

* Köy oyunları nıyöneten kimse. * Olduğu gibi, değiş tirmeden, aynı yla.

aynı * Baş kası değ il, yine o. * Ayı rt edilemeyecek kadar benzeri özdeş i, tı pkı sı . * Değiş meyen, araları nda ayrı m olmayan. aynı ağ zıkullanmak * aynış eyi söylemek, aynıdüş ünceyi ileri sürmek. aynı kapı ya çı kmak * sonuç bakı mı ndan fark etmemek, aynısonuca varmak. aynı potada erimek * benzer konuları ve sorunlarıbirlikte düş ünmek veya değerlendirmek. aynı telden çalmak * aynış eyi söylemek. aynı yolun yolcusu * kötü sonlarıbirbirine eşolan. aynı zamanda * Hem de, bununla birlikte. aynı lı k aynı sefa aynı yla

* Aynıolma durumu, özdeş lik, ayniyet. * Birleş ikgillerden, çiçekleri sarırenkli bir kı r bitkisi (Calendula arvensis). * Hiçbir değ iş iklik olmadan, olduğu gibi.

aynî * Gözle ilgili. aynî aynî hak haklar. ayniyat ayniyet

* Para olarak değil, madde olarak verilen. * Taş ı nı r veya taş ı nmaz üzerinde doğ rudan doğruya egemenlik yetkisi veren ve herkese karş ıileri sürülebilen

* Kullanı lmaya veya harcamaya elveriş li, taş ı nması kolay eş ya. * Aynı lı k, özdeş lik.

aynş tayniyum * Bkz. einsteiniyum. ayol ayraç

* Daha çok kadı nları n kullandı ğ ıbir seslenme sözü. * Yay ayraç.

ayraç açmak * söz veya yazıiçine, ası l konu ile ilgisi az olan bir bölüm sı kı ş tı rmak. ayran

* Süt veya yoğurt yayı kta çalkalanarak yağı alı ndı ktan sonra kalan sulu bölüm. * Yoğurdu sulandı rarak yapı lan içecek.

ayran ağ ı zlı * Aptal, budala, sersem. ayran budalası * Aptal, sersem. ayran delisi * Bön, safdil. ayran gönüllü * Çabuk âş ı k olan. ayrancı

* Ayran yapan veya satan kimse.

ayrancı lı k * Ayran yapı p satma iş i. ayranıkabarmak * öfkelenmek, coş mak. * aş ı rıbir cinsel arzu duymak. ayranıyok içmeye, atla (veya tahtı revanla) gider sı çmaya * yoksulluğuna bakmadan gösterişyapmaya kalkanları n gülünçlüğünü anlatmak için kullanı lı r. ayranı m budur, yarı sısudur * yapı lan bir iş in yarı m yamalak olduğ u bildirilmek için kullanı lı r. ayranlaş ma * Ayranlaş mak özelliği veya durumu. ayranlaş mak * Ayran durumuna gelmek. ayrı * Yerleri bir olmayan. * Baş ka, baş ka türlü. * Yalnı z, tek baş ı na olan. ayrıayrı * Birbirinden ayrıolan, değ iş ik. * Her biri için. * (her biri) Ayrıolarak. ayrıbası m * Genellikle bir dergide yayı mlanmı şbilimsel bir yazı nı n ayrıbir broş ür olarak bası mı . ayrıbaşçekmek * topluluktan ayrı lı p kendi baş ı na işyapmak. ayrıcinsten * Farklıyapı da olan, heterojen. ayrıçanak yapraklı lar

* Çanak yapraklarıbirbirine bitiş mişolmayan bitkiler. ayrıdüş mek * birbirinden uzakta kalmak. * uyuş mamak. ayrıgayrıbilmemek (veya ayrı sıgayrı sıolmamak) * birbirinden hiçbir ş ey esirgemeyecek durumda olmak. ayrıseçi yapmak * birkaç ş ey arası nda fark gözetmek. ayrıtaç yapraklı lar * Taç yaprakları birbirine bitiş ik olmayı p yan yana yer almı şbulunan bitkiler. ayrıtutmak * farklıdavranmak. ayrı ca * Ayrıolarak. * Ayrıbir önem verilerek. * Bundan baş ka. ayrı calı

* Baş kaları na benzemeyen, ayrıtutulan, müstesna.

ayrı calı k * Baş kaları ndan ayrıve üstün tutulma durumu, imtiyaz. ayrı calı k tanı nmak (veya göstermek) * baş kaları ndan ayrıve üstün tutmak. ayrı calı klı * Ayrı calı ğ ıolan, ayrı calı k tanı nan, imtiyazlı . ayrı calı ksı z * Ayrı calı ğ ıolmayan, ayrı calı k tanı nmayan, imtiyazsı z. ayrı cası z * Ayrıtutulmadan, istisnası z. ayrı ç ayrı k

* Yol kavş ağ ı , iki yolun ayrı ldı ğ ıyer. * Ayrı lmı ş . * Ayrıtutulan, baş kaları na benzemeyen, ayrı calı , müstesna. * Kur'a dı ş ı , müstesna. * Ayrı k otu. * Düzgün ve uygun olmayan, çarpı k.

ayrı k küme * Ortak elemanlarıolmayan küme. ayrı k otu * Buğdaygillerden, kökü hekimlikte idrar söktürücu olarak kullanı lan yabanî bir bitki (Agropyrum repens). ayrı klı ayrı klı k

* Ayrıtutulmuş , benzerlerine uymayan, kural dı ş ıolan, istisnaî. * Ayrı klıolma durumu, ayrı tutma, ayrıtutulma, istisna.

* Bir konik (elips, daire, parabol, hiperbol) üzerinde hareket eden bir cismi, odağa veya merkeze birleş tiren doğrunun büyük eksen ile yaptı ğ ıaçı . * Önermelerin birbirine bağ lanmasıiş leminde ya ... ya ve ya da ile gösterilen iliş ki. * Kaplamlarıbirbirinden ayrıolmakla birlikte aynıyakı n cinsin kaplamı na giren kavramlar arası ndaki bağlantı . ayrı ksı * Alı ş ı lagelmiştöre ve davranı ş lara aykı rı olan, eksantrik. ayrı ksı ay

* Ayı n yörüngesindeki en beri noktası ndan art arda iki geçiş i arası ndaki süre farkı .

ayrı ksı yı l * Yerin kendi yörüngesindeki günberi noktası ndan art arda iki geçiş i arası ndaki süre farkı . ayrı ksı lı k * Ayrı ksıolma durumu. ayrı ksı z * Hiçbir ayrı ğ ıolmadan veya hiçbirini ayrı k tutmaksı zı n, istisnası z, bilâistisna. ayrı lanma * Ayrı lanmak durumu. ayrı lanmak * Ayrıduruma gelmek. ayrı laş ma

* Ayrı laş mak iş i, teferrüt.

ayrı laş mak * Benzerleri arası nda ayrıbir yeri ve önemi olmak, teferrüt etmek. ayrı lı ayrı lı k

* Ayrı lmı şolan, ayrıduran, munfası l. * Ayrıolma durumu. * Birinden uzak düş me. * Düş ünce, görüşveya duygu arası ndaki uymazlı k, mubayenet. * Evlilik birliğinin yargı ç kararı ile geçici bir süre için kaldı rı lması .

ayrı lı ş * Ayrı lmak iş i veya biçimi. ayrı lı ş ma

* Ayrı lı ş mak iş i veya durumu.

ayrı lı ş mak * Birbirinden ayrı lmak. ayrı lma

ayrı lmak

* Ayrı lmak iş i. * Bir biçmeden geçen beyaz ı ş ı ğ ı n türlü renklerde görünmesi. * Ayı rmak iş ine konu olmak. * Bir yerden, bir kimseden, bir ş eyden uzaklaş mak. * (karıve koca için) Evlilik birliğini bozmak.

ayrı lmazlı k * Özelliklerin, kendilerini taş ı yan nesnelerle; ilineklerin tözle bağlantı sı , kalı cı lı k karş ı tı .

ayrı m

* Ayı rmak iş i, tefrik. * Bir kimse veya nesnenin bir baş kası yla karı ş tı rı lmaması nısağlayan ayrı lı k; benzer ş eyleri birbirinden ayı ran özellik, baş kalı k, fark. * Alt bölüm. * Cinsleri ve türleri birbirinden ayı ran ana karakter, fark. * Ayrı lma noktası . * Bir veya daha çok sahne içinde geliş tirilip, olayı n tamamlanmı şbir parçası nıveren film bölüğü. ayrı mlama * Senaryonun hazı rlanması nda geliş tirim ile çevrim senaryosu arası nda yer alan, senaryonun sahne ve ayrı mları nı n belirlendiğ i, baş lı ca karakterlerin ayrı ntı ları yla çizildiği, konuş maları n son biçimini aldı ğı aş ama. ayrı mlaş ma * Ayrı mlaş mak iş i, farklı laş ma. * Hücrelerin veya canlı organizmaları n iş levlerine veya yaş ayı ştürlerine iliş kin yapı sal nitelik kazanması , farklı laş ma. * Bir iç kayanı n katı laş masısürecinde yer ve zamana göre ayrı mları n ortaya çı kması , farklı laş ma. ayrı mlaş mak * Ayrı mlıduruma gelmek, farklı laş mak. ayrı mlı

* Ayrı mı olan, araları nda ayrı m bulunan, değiş ik, farklı .

ayrı mlı lı k * Ayrı mlıolma durumu, farklı lı k. ayrı msama * Ayrı msamak iş i veya durumu. ayrı msamak * Bir ş eyi anlamak, bir ş eyi görmek, fark etmek. ayrı msı z

* Ayrı mlıolmayan, aynı , farksı z.

ayrı msı zlı k * Ayrı msı z olma durumu, farksı zlı k. ayrı ntı

* Bir bütünün önemce ikinci derecede olan ögelerinden her biri, detay. * Edebiyat veya sanat eserlerinde bir bütünün ögelerinden her biri, teferruat, tafsilât. * Bir tiyatro eserinde ana düş ünceye yardı mcıolan kelime, cümle veya eş ya.

ayrı ntı lara inmek * bir konuyu en küçük noktası na kadar inceleyip araş tı rmak. ayrı ntı lı * Ayrı ntı sıolan, teferruatlı , tafsilâtlı , detaylı , mufassal. ayrı ş ı k

* Ayrı ş mı şolan. * Ayrıtürden, çeş it çeş it, muhtelif.

ayrı ş ı klı k * Ayrı ş ı k olma durumu. ayrı ş ı m

* Ayrı ş mak iş i.

ayrı ş ma

ayrı ş mak

* Ayrı ş mak iş i. * Moleküllerin, türlü etkenlerle geçici olarak daha yalı n atom ve moleküllere bölünmesi, tahallül. * Birbirinden ayrı lmak, birliğ i bozmak. * Moleküller, türlü etkenler sebebiyle geçici olarak daha yalı n atom veya moleküllere bölünmek.

ayrı ş tı rma * Ayrı ş tı rmak iş i. ayrı ş tı rmak * Bütünün bozulması na sebep olmak. * Ayrı ş ması nısağ lamak. ayrı t

*İ ki düzlemin ara kesiti.

aysar * Ayı n etkisiyle huyunun değiş tiğ i sanı lan (kimse). * Değiş ken huylu, kararsı z (kimse). aysberg * Buz dağı . aysfild aysı z

* Buzla, bankiz. * Ay ı ş ı ğ ıolmayan (gökyüzü, gece).

ayş ekadı n * Kı lçı ksı z, lezzetli bir tür taze fasulye. aytı ş ma * Aytı ş mak iş i. aytı ş mak

ayva

* Atı ş mak, tartı ş mak, münakaş a etmek. * Halk ş airleri belli bir ayak çerçevesinde karş ı lı klıatı ş mak. * Gülgillerden, çiçekleri iri ve pembe, yaprakları nı n altıtüylü, orta yükseklikte bir ağ aç (Cydonia vulgaris). * Bu ağacı n büyük, sarırenkte, tüylü, mayhoş , dokusu sertçe, ufak çekirdekli meyvesi.

ayva göbekli * göbeği çukur olan (kimse). ayva hoş afı * Ayvadan yapı lan hoş af. ayva kompostosu * Ayvadan yapı lan komposto. ayva marmelâdı * Ayva ve ş ekerden yapı lan ezme. ayva reçeli * Ayva ve ş ekerden yapı lan kokulu reçel. ayva tüyü * Vücuttaki ince, sarıtüyler.

ayvadana ayvalı k ayvan

* Yüksekliğ i 15-70 cm , sı k tüylü, soluk sarı çiçekli, çok yı llı k ve otsu bir bitki (Achillea nobilis). * Ayva ağ açları nı n çok bulunduğ u yer. * Teras, sundurma. * Bir tarafıdı ş arı ya açı k olan oda.

ayvayı yemek * kötü duruma düş mek, iş i bozulmak. ayvaz * Büyük konaklarda mutfak ve yemek hizmetlerinde çalı ş tı rı lan uş ak. * Koca, erkek, eş . ayvaz kasap hep bir hesap * ha öyle ha böyle, ikisi de bir. ayvazlı k ayyar ayyarlı k

* Ayvazı n görevi. * Dolandı rı cı , hilekâr. * Dolandı rı cı lı k.

ayyaş *İ çkiye düş kün, içkici, içken, bekri. ayyaş lı k ayyuk

* Ayyaşolma durumu. * Göğün en yüksek yeri. * Göğün kuzey yarı m küresinde bulunan bir takı m yı ldı zı n en parlak yı ldı zı .

ayyuka çı kmak * (ses için) yükselmek. * (dedikodu için) herkesçe duyulmak, yayı lmak. Az az

az az

az buçuk

* Azot'un kı saltı lması . Bu gaz N kı saltmasıile de gösterilir. * Alı ş ı lmı şolandan, umulandan veya gerekenden eksik, çok karş ı tı . * Nicelik, güç, nitelik, süre bakı mı ndan eksiklik bildirir. * Uzun süreli, yavaşyavaş . * Küçük ölçülerle. * Bir parça, biraz.

az bulmak * yeterli görmemek, az saymak, azı msamak. az buz olmamak

* (bir ş ey) azı msanacak kadar olmak. az çok * Bir parça, oldukça. az daha az değil!

* az kalsı n, neredeyse. * birinin herhangi bir karakter bakı mı ndan göründüğü gibi olmadı ğı nıanlatmak için söylenir.

az geliş miş * geliş mesi gecikmişolan. * eğ itim düzeyi düş ük kalmı ş , üretimi daha çok ilkel tarı ma dayanan, doğ al kaynakları nıgereğ ince değ erlendiremeyen (ülke). az gelmek * yetmemek, daha çok istemek. az görmek * umduğ undan eksik bulmak. * azı msamak. az günün adamıolmamak * çok yaş amı ş , çok görmüşbulunmak. az kaldı(veya az kalsı n) * bir iş in olması , gerçekleş mesi, bitmesi çok yakı nken olmadı ğı nıanlatı r. az tamah çok ziyan getirir * hı rslıve pinti insan her zaman zararlıçı kar. aza

* Organlar, vücut parçaları . * Üye. * Vücut parçası , organ.

aza çoğa bakmamak * olanla yetinmek. aza sormuş lar: "nereye?" "çoğ un yanı na" demiş * küçük kazançları n bile hep varlı klıkimselere düş tüğü inancı nıbelirtir. azade

* Baş ı boş , erkin, serbest. * Baş ı boş , erkin, serbest olarak gürültüden azade yaş amak.

azade azade * bir ş eyden kurtulmuş , uzak. azadelik * Azade olma durumu, serbestlik. azalma azalmak

azaltma

* Azalmak iş i, eksilme, tenakus. * Az denecek bir miktara inmek veya eskisinden az bir duruma gelmek. * Etkisini yitirmek, hafiflemek. * Azaltmak iş i.

azaltmak

azamet

* Az denecek bir miktara indirmek veya eskisinden az bir duruma getirmek, kı rmak. * Etkisini yitirmesine sebep olmak, hafifletmek. * Ululuk, büyüklük. * Gurur. * Görkem, heybet. * Debdebe. * Çalı m, kurum, tekebbür.

azamet satmak * büyüklük taslamak, çalı m satmak, böbürlenmek. azametli

* Ulu, çok büyük. * Gururlu. * Görkemli, heybetli. * Debdebeli. * Çalı mlı , kurumlu.

azamî * En büyük, en yüksek, en çok, maksimum. azap

azap

* (Müslümanlı kta) Dünyada günah iş lemişolanlara ahrette verilecek ceza. * Organik veya ruhî büyük sı kı ntı , ezinç. * (Anadolu'nun birçok bölgesinde) Çiftlik uş ağı . * Anadolu beyliklerinde donanmadaki görevlerde kullanı lan asker.

azap çekmek * ahrette ceza görmek. * çok büyük sı kı ntı ya uğ ramak. azap vermek * acıçektirmek, üzmek. azar azar azar

* Paylama. * Süreyi uzatarak, yavaşyavaş , az az. * Küçük ölçülerle.

azar iş itmek * azarlanmak. azarlama * Azarlamak iş i, paylama. azarlamak * Paylamak, tekdir etmek. azarlanma * Azarlanmak iş i, paylanma. azarlanmak * Azarlamak iş ine konu olmak, paylanmak, kötü sözle karş ı laş mak.

azarlatma * Azarlatmak iş i. azarlatmak * Azarlamak iş ini yaptı rmak veya azarlanması na yol açmak. azat * Serbest bı rakma. * Okullarda paydos. * Serbest bı rakı lmı şolan. azat etmek * serbest bı rakmak, salı vermek. * (köle ve cariyeler için) özgürlüğünü geri vermek. azat eylemek * azat etmek. azatlı * Azat edilmiş(cariye veya köle). azatlı k

azatsı z azca

* Azat olma durumu, serbestlik. * Azat edilme vakti gelmişolan (cariye, köle). * Azat edilemez. * Oldukça az.

azdı rı lma * Azdı rı lmak iş i. azdı rı lmak * Azması na yol açmak. azdı rma azdı rmak

* Azdı rmak iş i. * Azması na sebep olmak. * Azgı n duruma getirmek. * Şı martmak. * Kötü davranı şveya alı ş kanlı klara sürüklemek, yoldan çı karmak.

azelya * Açalya. Azerbaycanlı * Azerbaycan halkı ndan olan kimse. Azerî

* Azerbaycan Cumhuriye'tinde ve güney Azerbaycan'da (İ ran'da) yaş ayan Türk soylu halk veya bu halktan olan kimse. * Azerî halkı na özgü olan, Azerî halkıile ilgili (olan). Azerîce azgı n

* Azerbaycan Türkçesi. * Azmı şolan.

* (ten için) Çabuk iltihaplanan, yarası hemen kapanmayan. * (çocuk için) Çok yaramaz. * Cinsel istekleri aş ı rıolan. azgı nlaş ma * Azgı nlaş mak iş i. azgı nlaş mak * Azgı n duruma gelmek. * Cinsel istekleri aş ı rı laş mak. azgı nlı k

* Azgı n olma durumu.

azı * Köpek diş lerinden sonra içeriye doğru, alt ve üst çenenin iki yanı nda beş er tane bulunan ve yiyecekleri öğütmeye yarayan diş lerin ortak adı , azıdiş i, öğütücü diş . * Öküz arabaları nda ön ve arka yastı klarıdingile bağlayan ağ aç çivi. azı çoğ a saymak (veya tutmak) * verilen küçük bir armağanıçok ve değ erli kabul etmek. azı diş i * Azı . azı cı k

* Çok az, biraz. * (süre ve miktar için) Az olarak, biraz.

azı cı k aş ı m kaygı sı z baş ı m * derdim olması n da baş ka bir ş ey istemem. azı k azı klı

azı klı k

azı lı

* Yiyecek, besin, gı da. * Azı ğ ıolan. * Yoksullarıdoyuran. * Azı k olarak ayrı lan veya hazı rlanan yiyecekler. * Azı k koymaya yarayan kap veya torba. * Hemen yemek üzere, harman zamanı ndan önce biçilip savrulan ekin. * Gözü bir ş eyden yı lmayan, azgı n. * Şiddetli, korkunç, çok etkili.

azı msama * Azı msamak iş i. azı msamak * Bir ş eyin umulduğundan az olduğ u yargı sı na varmak, daha fazlası nıistemek, az görmek, az bulmak. azı nlı k karş ı tı .

* Bir toplulukta herhangi bir nitelik bakı mı ndan ayrıve ötekilerden sayı ca az olanlar, ekalliyet, çoğ unluk * Bir ülkede egemen ulusa göre ayrısoydan ve sayı ca az olan topluluk, ekalliyet.

azı nlı k hükûmeti * Mecliste çoğunluğ u olmayan bir partinin kurduğ u hükûmet.

azı nlı kta kalmak * bir toplulukta belli bir sorun üzerine oy verenler, karş ıdüş ünceye oy verenlerden daha az olmak. azı ş ma

* Azı ş mak iş i.

azı ş mak * Gittikçe kı zı ş mak, ş iddetlenmek. azı ş tı rma

* Azı ş tı rmak iş i.

azı ş tı rmak * Azı ş ması na yol açmak. azı tma

* Azı tmak iş i.

azı tmak * Azgı n duruma getirmek. * Çı ğı rı ndan çı karmak. azil * Görevden alma. azim azimet

* Bir iş teki engelleri yenme kararı . * Gidiş .

azimet etmek * gitmek, yola çı kmak. azimkârane * Kararlı . * Kararlı lı kla, kararlıolarak. azimli * Kararı nda, tutumunda direnen, kararlı . azit aziz

azize aziziye

* Azothidrik asit HN3 deki hidrojenin yerine bir kökün geçmesi ile türeyen birleş iklere verilen ad. * Sevgide üstün tutulan, muazzez. * Ermiş , eren. * Ermişkadı n. * Sultan Abdülaziz'in ve devlet adamları nı n giydiğ i fes.

azizlik * Aziz olma durumu. * Muziplik. azizlik etmek * muziplik etmek. azledilme

* Azledilmek iş i. azledilmek * Görevden alı nmak. azletme azletmek azlı k

* Azletmek iş i. * Bir görevliyi iş inden ayı rı p açı kta bı rakmak, görevden almak, çı karmak. * Az olma durumu. * Azı nlı k.

azlolunma * Azlolunmak iş i. azlolunmak * Görevinden alı nmak, görevinden çı karı lmak. azma

azmak

azmak

azman

* Azmak iş i. *İ ki ayrıı rkı n karı ş ması ndan doğ an, kı rma, melez, metis. * Küçük su birikintisi, gölcük. * Bataklı k. * Taş kı nlı kta ileri gitmek, kötülüğ ünü artı rmak. * (deniz, ı rmak vb. için) Kabarmak, taş mak. * (yara, hastalı k vb. için) Etkili, tehlikeli duruma gelmek. * Cinsel duygularıartmak. * (çamaş ı r) Artı k ağ artı lamaz duruma gelmek. * (hayvanlar için) İ ki ayrı ı rktan doğmak. * Çok geliş miş . * Azma. * Kerestelik tomruk.

azman kaya * Kaya balı ğı nı n bir çeş idi. azmanlaş ma * Azmanlaş mak iş i. azmanlaş mak *İ rileş mek, kocaman duruma gelmek. azmetme

* Azmetmek iş i.

azmetmek * Bir iş teki engelleri yenmeye karar vermişolmak. azmettirme * Azmettirmek iş i. azmettirmek * Bir suçu veya herhangi bir iş i kesinlikle yapması na karar verdirmek.

azmı şkudurmuş tan beterdir * "coş kun ve heyecana kapı lmı şkimseyi zaptetmek zordur" anlamı nda kullanı lı r. aznavur

* Gürcüce, iri "yarı " "kı rı cı " sinirli, ası k yüzlü, sert kimse.

aznavur gibi * zalimce davranan. aznif * Bir tür domino oyunu. azoik

azol azonal

*İ çinde fosil bulunmayan (toprak). * En eski jeolojik (sistem). * Heterosiklik birleş iklerin önemli bir sı nı fı na verilen ad. * Yeryüzünün herhangi bir noktası nda enleme bağlıolmaksı zı n meydana gelen olay.

azot

* Atom numarası7, atom ağ ı rlı ğı14,008 olan, havada beş te dört oranı nda bulunan, rengi, kokusu, tadı olmayan element. Kı saltmasıN. azotlama

* Azotlamak iş i. * Azotlu besin almayan bitki veya hayvanları n dokuları ndaki serbest azotu tespit etme iş i.

azotlamak * Azotla karı ş tı rmak veya birleş tirmek. azotlanmı ş * Azotlama iş lemi yapı lmı ş . azotlu

*İ çinde azot bulunan.

azotometre * Bir organik maddede bulunan azotun gaz hacmini ayarlamaya yarayan aygı t. azotölçer

* Azotometre.

Azrail * Tanrıbuyruğu ile insanları n canı nıalmakla görevli olduğuna inanı lan melek. Azrail'e bir can borcu olmak (veya kalmak) * nası l olsa öleceğ ini kabul etmek. * hiç kimseye borcu kalmamak, bütün borçları ndan kurtulmak. Azrail'in elinden kurtulmak * ölümden kurtulmak. Azrail'le burun buruna gelmek * ölümle karş ıkarş ı ya gelmek. azvay

* Sarı sabı r.

B

b, B gösterir.

* Bor'un kı saltması . * Basso kı saltması . * Türk alfabesinin ikinci harfi. Be adıverilen bu harf, ses bilimi bakı mı ndan ötümlü, çift dudak patlayı cı sı nı

* Nota iş aretlerini harflerle gösterme yönteminde İ ngilizler b harfiyle "si" yi, Almanlar ise "si bemol"ü gösterirler. Ba * Baryum'un kı saltması . baba

* Çocuğ un dünyaya gelmesinde etken olan erkek. * Çocuğ u olmuşerkek. * Tarikatları n bazı sı nda tekke büyüğü. * Bu gibi kimselere verilen unvan. * Silâh kaçakçı lı ğı ,kara para aklama ve uyuş turucu madde ticareti gibi kirli ve gizli iş ler yapan çetenin baş ı . * Yaratı cı , kurucu kimse. * Gemi veya iskelede halatı n takı ldı ğı yuvarlak baş lı , iri demir, ağ aç veya beton dikme. * Kazı larda çı karı lan toprağ ı n miktarı nı hesaplayabilmek için yer yer bı rakı lan toprak dikme. * Çatımerteğ i. * Koruyucu, babalı k duygularıile dolu kimse; bir ülkeye veya bir topluluğ a yararlıolmuşkimse. * Ata.

baba baba adam * Yaş lı , ağ ı rbaş lı , iyi yürekli, olgun adam. baba bucağı * \343 baba ocağ ı . baba değil, tı rabzan babası * babalı k görevlerini yapmayan babalar için söylenir. baba evi

* Babadan, dededen kalma ev, toprak, yurt.

baba hindi *İ ri ve iyi beslenmişerkek hindi. baba koruk (veya erik) yer, oğlunun diş i kamaş ı r * babanı n yaptı ğıkötü iş in sı kı ntı sı nıçocuğ u çeker. baba mirası * Babanı n yaş adı ğ ıdönemden kalan değerli mal veya dost. baba nasihati * Bir babanı n verdiğ i öğ üt. baba ocağı * Babadan, dededen kalma mülk veya bir kimsenin içinde doğup büyüdüğü, yaş adı ğ ıev, toprak ya da yurt, baba evi, baba bucağ ı , baba yurdu. baba oğluna bir bağbağ ı ş lamı ş ; oğul babaya bir salkı m üzüm vermemiş * babalar çocukları için büyük fedakârlı klara katlanı rlar, ama çocuklar babalarıiçin fedakârlı kta bulunmazlar. baba olmak * (erkek için) çocuk sahibi olmak.

baba tatlı sı * Bir çeş it hamur tatlı sı ,ş ambaba. baba yadigârı * Babadan kalan, baba döneminde yapı lmı ş , babanı n hatı rası nıtaş ı yan. baba yurdu * Baba evi, baba ocağı . babaanne * (çocuğ a göre) Babanı n annesi. babaca babacan

* Baba gibi, babaya yakı n. * Cana yakı n, olgun, hoş görülü, iyi kalpli, güvenilir (erkek).

babacanca * Sevgi ve sevecenlikle, cana yakı n olarak. babacanlaş ma * Babacanlaş mak iş i veya durumu. babacanlaş mak * Babacan duruma gelmek. babacanlı k * Babacan olma durumu, cana yakı nlı k. babacı k * Küçük baba. * Sevimli, hoş , sempatik baba. babacı l * Babası nıçok seven, babası na çok düş kün olan. babacı lı k * Devletin türlü sı nı flar üzerinde babalı k ederek bu sı nı flar arası nda denge kurmaya çalı ş masıiş lemi, paternalizm. babaç babaçko

* Erkek kümes hayvanları nı n en iri ve yaş lıolanı . * (kadı n için) Güçlü ve gösteriş li, iri yarı .

babadan babaya * dedelere doğru zincirleme. babadan oğula * torunlara doğru zincirleme. * ataları ndan beri. babafingo * Yelkenli gemilerde direklerin ve gabyanı n üstünde bulunan en yüksek bölüm. Babaî Babaîlik

* Babaîlik mezhebinden olan kimse. * XIII. yüzyı lda Baba İ shak'ı n kurduğ u mezhep.

babaköş * Ayaksı z olduğu için yı lan sanı lan, solucanla beslenen bir tür kertenkele (Anguis fragilis). babalanma * Babalanmak iş i. babalanmak * Babalarıtutmak, öfkelenmek. * Diklenmek, kabadayı ca davranmak. babaları mı z * bizden, bizim kuş aktan öncekiler. babalı * Babasıolan. babalı babalı k

* Zaman zaman sinir nöbeti geçiren. * Baba olma durumu. * Üvey baba. * Kayı n baba, kayı n peder. * Yaş lıveya küçümsenen adamlara seslenme olarak kullanı lı r.

babalı k etmek * baba gibi davranmak. babalı k fı rı n has iş ler * babası nı n parasıile geçinenlere sitem olarak kullanı lı r. babam!

* teklifsiz bir seslenme sözü. * tekrarlanan iki emir kipi arası na getirilerek iş in sürekliliğini anlatmaya yarar.

babamı n (veya ustamı n) adıHı dı r, elimden gelen budur * gücüm ancak bu kadarı nıyapmaya yeter. babana rahmet * yapı lan bir iş , bir davranı şkarş ı sı nda "Allah senden razıolsun." anlamı nda kullanı lan bir söz. babasıtutmak (veya babalarıüstünde olmak) * gibi deyimlerde "çok öfkelenmek, öfkesi her hâliyle belli olmak" anlamı nda geçer. babası na çekmek * her yönü ile tamamen babaya benzemek. babası na rahmet okumak * hakkı nda iyilik düş ünmemek. babası nı n (veya babaları nı n) çiftliğ i * bir malı veya kuruluş u yalnı zca kendi çı karları na araç yapmak. babası nı n hayrı na * hiçbir çı kar gözetmeksizin. babası nı n oğ lu * her yönüyle babası na benzeyen erkek çocuk. babası z

* Babasıölmüşçocuk, yetim.

babayani

* Gösteriş i ve özentisi olmayan.

babayanilik * Babayani olma durumu. babayiğ it

* Güçlü kuvvetli. * Mert, korkusuz adam, kabadayı . * Bir giriş imde kendine güvenebilecek durumda olan.

babayiğ itlik * Babayiğit olma durumu, babayiğitçe davranı ş , kabadayı lı k. Babı âli

* Osmanlıimparatorluğ u döneminde İ stanbul'da sadaret (Baş bakanlı k), dahiliye ve hariciye nezaretleri (İ ç iş leri ve Dı şiş leri bakanlı kları ) ile ŞûrayıDevlet (Danı ş tay) dairelerinin bulunduğ u yapı . *İ stanbul'da bu çevredeki bası n. * Osmanlıhükûmeti. babı nda

* Konusunda.

babı ndan * Bkz. babı nda. Babî

* "Bâb'a ait" Babîlik yanlı sı .

Babîlik * XIX. yüzyı lda, İ ran'da Ali Muhammed Bab'ı n kurduğ u dinî öğreti. baca

* Dumanıocaktan çekip havaya vermeye yarayan maden veya kâgir yol. * Su yolu, lâğı m, maden ocağı gibi yer altı yapı ları nı n hava deliği.

baca baş ı * Ocağ ı n üstündeki taşraf. baca kulağı * Ocağ ı n iki yanı nda taş tan yapı lmı şufak raf. baca tomruğu * Bacanı n damdan yukarı bölümü. bacak * Vücudun kası ktan tabana kadar olan bölümü. * Hayvanlarda yürümeye veya atlamaya yarayan organ. * Bazış eylerin yerden yüksekçe durması nısağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri, ayak. * Oyun kâğ ı tları nda, oğlan, vale. bacak bacak üstüne atmak * otururken bir bacağ ı nıötekinin üstüne koyarak oturmak. bacak kadar * ufacı k. bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var * daha küçük, ama değ iş ik, herkesten farklıalı ş kanlı klar, huylar edinmiş . bacak kalemi

* Kaval kemiği. bacakkı ran * Nemli bölgelerde yetiş en yeş ilimsi sarı çiçekli bir bitki (Narthecium). bacaklarıkopmak * çok yorulmak. bacaklarıtutmamak * ayakları nı n üzerine bası p yürüyemeyecek duruma gelmek. bacaklı

* Bacağ ıolan. * Bacaklarıuzun olan, uzun boylu. * Felemenk altı nı na verilen ad.

bacaklı yazı *İ ri ve okunaklıyazı . bacaklı k

* Özellikle hokey oyuncuları nı n giydikleri deriden yapı lmı şkoruyucu.

bacaksı z * Bacağ ıolmayan. * Bacaklarıkı sa olan, kı sa boylu, bodur. * Yaş ı ndan büyük iş lere kalkı ş an çocuklar için söylenir. bacanak

* Karı larıkardeşolan erkeklerden her biri. * Dost, arkadaş .

bacanaklı k * Bacanak olma durumu. bacasıtütmek * (aile için) yaş amasısürüp gitmek. bacasıtütmez olmak * (aile için) dağ ı lmak veya iş i bozulmak. bacı

* Büyük kı z kardeş , abla. * Kı z kardeş . * Bir evde uzun zaman çalı ş mı şyaş lıkadı nlara (daha çok yaş lızenci kadı nlara) verilen unvan. * Tarikat ş eyhlerinin karı sı .

baç * Osmanlıİ mparatorluğunda gümrük vergisi. * Zorla alı nan para, haraç. -baç * Fiilden isim türeten -maç/-meç ekinin türü. baççı baççı lı k bad

* Baç alan kimse. * Baç alma iş i veya görevi. * Yel, rüzgâr.

badana

* Duvarlarıboyamak için kullanı lan sulandı rı lmı şkireç veya boya.

badana etmek (veya vurmak) * badanalamak, badana yapmak. badanacı * Geçimini badana yapmakla kazanan kimse. badanacı lı k * Badanacı nı n yaptı ğ ıiş . badanalama * Badanalamak iş i. badanalamak * Duvarlarıboyamak için sulandı rı lmı şkireç veya plâstik boya sürmek. badanalanma * Badanalanmak iş i. badanalanmak * Badana yapı lmak. badanalatma * Badanalatmak iş i. badanalatmak * Badanalamak iş ini yaptı rmak. badanalı * Badana edilmişolan. * Yüzüne çok pudra ve boya sürmüşolan (kadı n). badanası z * Badana edilmemiş . * Badanasıbozulmuş . badas * Harman kaldı rı ldı ktan sonra yerde kalan toprak, çöp ve samanla karı ş ı k tahı l taneleri, harman döküntüsü. badat bade badehu

* Birleş ikgillerden, ş ekeri çok, bir tür yer elması . * Şarap, içki. * Ondan sonra.

badeli * Aş k badesi içmişkimse. badeli âş ı k * Düş ünde bir pirin elinden aş k badesi içerek saz çalı p söyleyen halk ş airi. badem

* Gülgillerden, yurdumuzun her yerinde yetiş en ağ aç (Amygdalus communis). * Bu ağacı n yaşveya kuru yenilen yemiş i.

badem ağ acı

* Gülgillerden ilkbaharda beyaz ve pembe renkli çiçekler açan yüksekçe bir bitki, badem (Amygdalus communis ve Prunus amygdalus). badem bı yı k * Badem içi biçiminde üst dudağ ı n her iki yanı nda yer alan bı yı k. badem ezmesi * Ezilmişbademle yapı lan ş ekerleme. badem gibi * (salatalı k için) taze ve gevrek. badem gözlü * Badem içi biçiminde iri göz. badem içi * Bademin dı şkabuğ u alı ndı ktan sonra kalan içi. badem kürk * Tilki postunun yalnı z bacak kesiminden yapı lan kürk. badem parmak * Baş parmak. badem ş ekeri *İ nce bir ş eker tabakası yla kaplanmı şiç badem. badem tı rnak * Badem biçiminde uzunca tı rnak. badem yağı * Bademden çı karı lan ve deri, kösele gibi ş eyleri yumuş atmak için kullanı lan yağ . badema bademci

* Bundan sonra, bundan böyle. * Badem satan kimse.

bademcik * Boğ azı n iki yanı nda birer tane bulunan, badem biçimindeki organ. bademli *İ çinde badem bulunan yiyecek. bademlik bademsi baderna

* Badem ağaçları çok olan yer, badem bahçesi. * Badem biçiminde olan. * Halatı n aş ı nabilecek yerine sarı lan bez, halat sargı sı .

badı ç * Bakla, fasulye, bezelye gibi taze sebzelerde, içinde tohumları n sı ralanmı şbulunduğ u kabuk. badı saba badi

* Sabah vakti esen ve ruhu okş ayan, gönle ferahlı k veren hafif rüzgâr. * Ördek.

badi badi yürümek (veya gitmek, koş mak) * ördek gibi iki yana sallanarak yürümek (gitmek). badik

* Ördek; palaz. * Kı sa boylu.

badikleme * Badiklemek iş i. badiklemek * Ördek gibi iki yana sallana sallana yürümek. badikleş me * Badikleş mek durumu. badikleş mek * Ördek gibi sağa sol yalpa vurarak yürüme eğ ilimi göstermek. badire badiye

* Birdenbire ortaya çı kan tehlikeli durum. * Çöl.

badminton * Tenise benzeyen ve bir tür tüylü topla oynanan oyun. badya bagaj

* Ağzıgeniş , yayvan, büyükçe su kabı . * Yolcu yükü. * Tren, vapur gibi taş ı tlarda yolcuları n yüklerinin konulduğu yer. * Otomobillerin yük konulabilen, genellikle arkada olan bölümleri.

bagaj kapağ ı * Otomobillerde içine yük konulabilen bagajlarıkapatmaya veya kilitlemeye yarayan bölüm. bagaj kilidi * Bagaj kapağ ı nıkilitlemeye yarayan alet. bagaj memuru * Toplu taş ı m yerlerinde ve araçları nda bagaj iş lerini yürütmekle görevli kimse. baget *İ nce, kı sa değ nek. * Tı raş lanmı ş , dikdörtgen biçiminde değerli taş . * Düş ük gramajlıküçük boy ekmek. bagetli

* Bageti olan.

bağ * Bir ş eyi baş ka bir ş eye veya birçok ş eyi topluca birbirine tutturmak için kullanı lan ip, sicim, ş erit, tel gibi düğümlenebilir nesne. * Sargı . * Bağ lam, deste, demet. *İ lgi, iliş ki, rabı ta. * Kemikleri birbirine bağ lamaya, iç organlarıyerinde tutmaya yarayan lif demeti.

bağ

* Üzüm kütüklerinin dikili bulunduğ u toprak parçası . * Meyve bahçesi.

bağbahçe * Bahçe gibi taş ı nmaz mal. bağbı çağ ı * Bağve bahçelerde yetiş en meyve fidanları nı , bitki ve özellikle üzüm kütüklerini budamaya yarayan kesici alet. bağbozmak * bağ ı n üzümlerini toplamak. bağbozumu * Bağ da ürünün toplanması . * Bu iş in yapı ldı ğ ımevsim, güz, sonbahar. bağbudamak * bağ daki üzüm kütüklerini budamak. bağçubuğu * Asma fidesi. bağdoku

* Hücre sayı sıaz, hücre arasımaddesi çok ve genel olarak diğer dokularıbirbirine bağlayarak destek görevi yapan doku. bağfiil bağa

* Fiillerin zarf olarak kullanı lan ş ekilleri, ulaç, zarf fiil: gül-e gül-e, koş -arak, otur-up vb. * Kaplumbağ a. * Deniz kaplumbağası nı n kabuğ u. * Kaplumbağ a kabuğ u. * Kaplumbağ a kabuğ undan yapı lmı şveya bu kabuğ u andı rı r biçimde olan. * Ur.

bağa bak, üzüm olsun, yemeye yüzün olsun * kiş i, karş ı lı k beklediğ i iş ten istediğ ini alabilmek için gereken harcamalarıyapmalı dı r. bağan

* Vakti gelmeden ölü doğan yavru, düş ük. * Ölü doğ an kuzunun derisi.

bağboğan * Küsküt, ş eytansaçı . bağcı

bağcı k

* Bağyetiş tirip ürününü satan kimse. * Bağ layan veya soğ uk haddehaneden çı kan metal ş erit bobinlere bant yapı ş tı ran (kimse). * Bağ lama iş inde kullanı lan ş erit biçiminde bağ .

bağcı klı * Bağ ıolan, bulunan. bağcı ksı z * Bağ ıolmayan, bağsı z. bağcı lı k

* Bağyetiş tirme ve ürününü satma iş i. Bağ dad'ıtamir etmek * karnı nıdoyurmak. bağdadî

* Ağaç direkler üzerine çakı lmı şçı talara sı va vurularak yapı lan (duvar veya tavan). * Yapı larda kullanı lan çı ta.

bağdalama * Bağ dalamak iş i. bağdalamak * Düş ürmek için ayağ ı nıbirinin ayakları na takmak, çelme atmak. bağdama

* Bağ damak iş i.

bağdamak * Birkaç ş eyi birbirine geçirerek bağlamak. *İ çinden çı kı lmayacak bir duruma getirmek, kör düğüm etmek. bağdaş * Sağayağ ısol uyluğ un, sol ayağ ısağuyluğ un altı na alarak oturma biçimi. bağdaşkurmak * bu biçimde oturmak. bağdaş ı k * Her yeri aynıözelliğ i gösteren, mütecanis, homojen. bağdaş ı klaş ma * Bağ daş ı klaş mak durumu. bağdaş ı klaş mak * Aynıözelliğ i göstermek, homojen duruma gelmek. bağdaş ı klaş tı rma * Bağ daş ı klaş tı rmak iş i. bağdaş ı klaş tı rmak * Bağ daş ı k duruma getirmek, homojenleş tirmek. bağdaş ı klı k * Bağ daş ı k olma durumu, homojenlik. bağdaş ı lma * Bağ daş ı lmak iş i. bağdaş ı lmak * Bağ daş mak iş ine konu olmak. bağdaş ı m * Tutarlı k, tutarlı lı k, insicam. bağdaş ma * Bağ daş mak iş i, imtizaç. bağdaş mak * Anlaş mak, uzlaş mak, uymak, imtizaç etmek. * Çocuk oyunları nda arkadaşolmak. * Bağ daşkurup oturmak.

bağdaş maz * Uyuş maz, tutarsı z. bağdaş mazlı k * Uyuş mazlı k, geçimsizlik. bağdaş tı rı cı * Bağ daş ma sağ layan. bağdaş tı rma * Bağ daş tı rmak iş i. bağdaş tı rmacı * Bağ daş tı rmacı lı k yanlı sıkimse. bağdaş tı rmacı lı k * Pek çok değiş ik öğ retiyi birleş tirmeyi amaçlayan felsefî veya dinî öğ reti. * Farklıkökenlere sahip değiş ik kültür özelliklerini birleş tirme veya kaynaş tı rma iş i. bağdaş tı rmak * Bağ daş ması nı sağlamak. bağı

* Büyü, sihir.

bağı cı * Büyücü. * Baş tan çı karı cı . bağı l * Görece, izafî. * Baş ka bir cisme uyarak sürüklenen, aynızamanda kendine özgü bir kı mı ldanı ş ı da bulunan bir cismin görünürdeki bu kı mı ldanı ş ı nı n niteliği, izafî. bağı l değer * Bir aritmetik sayı sı nı n, önüne + ve - iş aretleri yazı ldı ktan sonraki değeri. * Bir sayı nı n rakamları ndan her birinin bulunduğ u basamağa göre aldı ğ ıdeğer, izafî değ er. bağı l nem * Bir metre küp hava içinde bulunan su buharıağ ı rlı ğ ı nı n, aynış artlardaki havanı n doymuşsu buharı nı n ağı rlı ğ ı na oranı . bağı ldak

bağı llı k

* Beş ikteki çocuğun düş memesi için beş iğe sarı lı p bağlanan, kumaş tan yapı lmı şenli bağ. * Kadı nları n âdet zamanı nda bağ ladı klarıbez. * Görece olma durumu, izafiyet, rölâtivite.

bağı m * Bir ş eyin veya bir kimsenin gücü ve etkisi altı nda bulunma durumu, tâbiiyet. bağı mlama * Bağ ı mlamak iş i. bağı mlamak * Bir ş eyi bağ ı m altı na sokmak, etkisi altı nda tutmak. bağı mlaş ma * Bağ ı mla ş mak iş i.

bağı mlaş mak * Bir ş eye veya bir kimseye tamamen bağ ı mlı olmak. bağı mlı

* Baş ka bir ş eyin istemine, gücüne veya yardı mı na bağlıolan, özgürlüğü, özerkliği olmayan, tâbi.

bağı mlısı ralı cümle * Anlam bakı mı ndan birbirine bağ lıolan ve özneleri, tümleçleri veya yüklemleri ortak olan cümle. bağı mlı lı k * Bağ ı mlıolma durumu, tâbiiyet. bağı msı z * Davranı ş ları nı , tutumunu, giriş imlerini herhangi bir gücün etkisinde kalmadan düzenleyebilen, hür, özgür, müstakil. * Herhangi bir kuruluş a, partiye bağlıolmayan kimse. bağı msı z milletvekili * Herhangi bir partinin adayıolmadan seçilen veya herhangi bir partiye bağ lıolmayan milletvekili, bağı msı z. bağı msı z sı ralıcümle * Anlam bakı mı ndan birbirine bağ lıolduğu hâlde özneleri, tümleçleri, yüklemleri ayrıolan cümle. bağı msı zlaş ma * Bağ ı msı zlaş mak iş i. bağı msı zlaş mak * Bağ ı msı z duruma gelmek. bağı msı zlaş tı rma * Bağ ı msı zlaş tı rmak iş i. bağı msı zlaş tı rmak * Bağ ı msı z duruma getirmek. bağı msı zlı k * Bağ ı msı z olma durumu veya niteliği, istiklâl. bağı n *İ nş aatta veya kazısı rası nda toprağı n çökmesini önlemek için yerleş tirilen parça veya dayak. bağı n vurmak * kazıduvarları nı n çökmemesi için bağ ı nlarla desteklemek. bağı ntı

* Bir nesneyi baş ka bir nesne ile uyarlıkı lan bağ . * Eş yayı , kavramlarıveya tasarı mlarıbirlik, bağ lı lı k, birliktelik gibi durumlarda toplayan görünüşveya nitelik, görelik, bağı llı k, izafet, rölâtivite. *İ ki veya daha çok nitelik arası nda matematik iş lemleri yardı mıile kurulan bağ lı lı k veya eş itlik. bağı ntı cı * Bağ ı ntı cı lı k yanlı sıolan kimse, göreci, rölâtivist. bağı ntı cı lı k * Bağ ı ntı lı lı k öğretisi; özellikle bilginin bağ ı ntı lıolduğunu ileri süren her türlü felsefe öğretisi; görecilik, izafiye, rölâtivizm. bağı ntı lı * Varlı ğı baş ka bir ş eyin varlı ğı na bağ lı bulunan, mutlak olmayan, göreli, izafî, nispî, rölâtif. bağı ntı lı lı k

* Var olabilmek veya belirlenebilmek için, bağı ntıyolu ile baş ka bir ş eye bağlıbulunma durumu, görelilik, izafiyet, rölâtivite. bağı r

* Göğüs. * (ok yayıve dağiçin) Orta bölüm. * Ciğer, bağ ı rsak gibi vücut boş lukları nda bulunan organları n ortak adı , ahş a.

bağı r yeleğ i * Eskiden zı rh altı na giyilen, köseleden yapı lmı şyelek. bağı rdak

* Bağ ı ldak.

bağı rgan * Bağ ı rı p çağ ı ran, tepkisini hemen ve sert bir ş ekilde dı ş a vuran kimse. bağı rı yanmak * üzüntü çekmek, çok acıduymak. * çok susamı şolmak. bağı rı p çağ ı rmak * öfkeyle bağ ı rmak. bağı rı ş

* Bağ ı rmak iş i veya biçimi.

bağı rı şçağı rı ş * Gürültü, ş amata. * Gürültüyle, ş amata ederek. bağı rı ş ma * Bkz. bağrı ş ma. bağı rı ş mak * Bkz. bağrı ş mak. bağı rma bağı rmak

bağı rsak

* Bağ ı rmak iş i. * (insan) Yüksek ve gür ses çı karmak. * Kendini belli etmek. * Yüksek sesle azarlamak. * Sindirim organı nı n mideden anüse kadar olan, ince bağ ı rsak ve kalı n bağı rsaktan oluş an bölümü.

bağı rsak askı sı *İ nce bağı rsağ ıkarnı n arka bölümüne bağ layan ve karı n zarı nı n bir bölümünden oluş an askı . bağı rsak iltihabı * Sindirim organı nda oluş an iltihabî durum ve buna bağ lıhastalı k. bağı rsak ingini * Çoğ unlukla sürgün ve karı n ağrı sıile beliren bağı rsak iltihabı . bağı rsak kazı ntı sı * Kalı n bağı rsak hastalı kları nda çı karı lan sümüksü madde. bağı rsak kurdu * Omurgalı ları n ve de özellikle insanları n bağ ı rsağ ı nda yaş ayan asalak solucan.

bağı rsak otu * Farekulağ ı . bağı rsak solucanı * Ortalama 25 cm boyunda, insanları n, özellikle çocukları n bağı rsakları nda asalak olarak yaş ayan yuvarlak solucan, askarit. bağı rsakları nıdeş erim * "canı na kı yarı m, öldürürüm" anlamı nda korkutmak, gözdağ ıvermek üzere kullanı lı r. bağı rtı

* Bağ ı rma sesi.

bağı rtkan * Çok bağı rı p çağı rmak huyunda olan (kimse). bağı rtlak bağı rtma

* Orta büyüklükte, eti sevilen bir cins göçebe ördek (Querquedula). * Bağ ı rtmak iş i.

bağı rtmak * Bağ ı rması na yol açmak. * Bir haberi, bir isteğ i, birinin aracı lı ğ ı yla duyurmak. bağı ş

bağı ş çı

* Bağ ı ş lamak iş i veya biçimi. * Bağ ı ş lanan ş ey, hibe, teberru. * Bağ ı şyapan kimse.

bağı ş ı k * Herhangi bir ödevin veya yükümlülüğ ün dı ş ı nda kalan, muaf. * Bazımikroplara karş ıaş ıveya doğ al yolla direnç kazanmı şolan. bağı ş ı klı k * Bir ödevin veya yükümlülüğ ün dı ş ı nda kalma durumu, muafiyet. * Bazımikroplara karş ıaş ıveya doğ al yolla kazanı lmı şdirenç durumu. bağı ş ı klı k bilimi * Bağ ı ş ı klı k olayları nı n ortaya çı kma ş artları nı , geliş imini, alı nabilecek önlemleri ve yapı labilecek tedaviyi inceleyen tı p dalı , immünoloji. bağı ş lama * Bağ ı ş lamak iş i, affetme, af. * Hibe etme. bağı ş lamak * Bir mal veya hakkıkarş ı lı k beklemeden birine vermek, teberru etmek. * Herhangi bir kötü davranı şiçin ceza vermekten vazgeçmek, affetmek. * Görevden çekmek, almak. * Deyimlerde "Tanrıesirgesin, ayı rması n" gibi anlamlarda kullanı lı r. bağı ş lamamak * karş ı sı ndakinin yanlı ş ı ndan, kusurundan doğ acak fı rsatlarıkaçı rmamak, acı madan değerlendirmek. bağı ş lanma * Bağ ı ş lanmak iş i, affedilme.

bağı ş lanmak * Bağ ı ş lamak iş ine konu olmak, affa uğramak, affedilmek, affolunmak. bağı ş latma * Bağ ı ş latmak iş i. bağı ş latmak * Bağ ı ş lamak iş ini yaptı rmak. bağı ş layı cı * Bağ ı ş layan. bağı t bağı tçı

* Sözleş me, akit, mukavele, kontrat. * Bağ ı t yapanlardan her biri, âkit.

bağı tlanma * Bağ ı tlanmak iş i veya durumu. bağı tlanmak * Bağ ı t ile sonuçlanmak. bağı tlaş ma * Bağ ı tlaş mak iş i veya durumu. bağı tlaş mak * Araları nda bağı t yapmak. bağı tlı * Bağ ı tla, sözleş me ile bağlanmı şolan. bağkesen

* Makaslıböcek.

bağlaç

* Eşgörevli kelimeleri veya önermeleri birbirine bağlayan kelime türü, rabı t: Ve, ya, veya, ya da birer bağlaçtı r. bağlaç grubu * Bağ laç öbeği. bağlaç öbeği * Bağ laçla veya bağlaçsı z birbirine bağ lanmı şolan, aynınitelikte iki veya daha çok kelimeden oluş an öbek. bağlaçlı * Bağ lacı olan. bağlaçlıtamlama *İ simleri, sı fatlarıarası na bağlaç alan isim veya sı fat tamlaması . bağlaçlıyan cümle * Birleş ik cümlelerde ki bağlacı yla temel cümleye bağ lanan yan cümle. bağladı ğ ıyerde otlamak * Bkz. bı raktı ğ ı m (bı raktı ğı ) bağ ladı ğı m (bağ ladı ğı ) yerde (çayı rda) otluyorsun (otluyor). bağlam * Cinsleri aynı veya birbirine yakı n olan ş eylerin bir arada bağ lanmı ş ı , demet, deste. * Bir ş iirdeki dörtlüklerin her biri, bent. * (herhangi bir olguda) Olaylar, durumlar, iliş kiler örgüsü veya bağlantı sı , kontekst.

* Bir dil birimini çevreleyen, ondan önce veya sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen, onun anlamı nı , değ erini belirleyen birim veya birimler bütünü, kontekst. bağlama

* Bağ lamak iş i. * Üç çift telli olan ve mı zrapla çalı nan bir saz. * Yapı larda duvarları birbirine bağ layan kiriş , putrel vb.

bağlama zarf fiili * Ve bağ lacıgörevinde kullanı larak, kendinden sonraki çekimli fiile veya fiilimsiye zaman ve kiş i bakı mları ndan uyan -ı p ekini almı şfiil: Gelip gitti (Geldi ve gitti) Gülüp geçti (Güldü ve geçti) gibi. bağlamacı * Bağ lama yapan veya satan kimse. * Bağ lama çalan kimse. bağlamacı lı k * Bağ lamacı nı n iş i veya mesleğ i. bağlamak * Bağveya baş ka bir araçla tutturmak. * Düğ ümlemek. * (yara için) İ lâç koyup bezle sarmak. * Denk yapmak, paket yapmak. * Oluş mak, tutmak, meydana gelmek. * Bir işveya kimse için ayı rmak, tahsis etmek. * (bir işiçin) Anlaş ma yapmak. * Birinde bir ş eye karş ıilgi, istek uyandı rarak o ş eye ilgi, yakı nlı k duyması nısağlamak. * Uyulmasızorunlu olmak. * Baş ka bir iş le uğ raş amaz durumda olmak. * Sona erdirmek, bitirmek, tamamlamak. * Gönlünü kazanmak. * Bütün ilgisini bir yerde yoğ unlaş tı rmak. * Geçiş i engellemek. bağlamalı k * Bağ lama yapmaya yarayan. bağlamsal * Bağ lam ile ilgili. bağlamsal anlam * Bir sözün kullanı lan veya amaçlanan bağ lama göre anlam kazanması . bağlanak bağlanı m

* Bağ lanı lacak ş ey, bağlantı , irtibat. * Bağ lanmak iş i veya biçimi. * (siyasî veya sosyal konularda) Yan tutma.

bağlanı ş * Bağ lanmak iş i veya biçimi. bağlanma * Bağ lanmak iş i. bağlanmak * Bağ lamak iş ine konu olmak. * Sevmek, içten bağ lıolmak. * Beklenen ş ey elde edilmez olmak. * Yalnı zca belli bir iş le uğraş mak.

* Bir ş ey bir kimseye ayrı lmak, tahsis edilmek. bağlantı *İ ki veya daha çok ş eyin birbiriyle bağlı , iliş ik veya ilgili bulunması , irtibat. *İ ki ş ey arası nda iliş ki sağ layan bağ . bağlantıborusu * Katlardaki pis ve kirli suları toplayan, kolona ileten boru. bağlantıkurmak * irtibat sağ lamak. * haberleş me sağlamak. bağlantıünlüsü * Bkz. bağlayı cıünlü. bağlantıünsüzü * Bkz. bağlayı cıünsüz. bağlantıyapmak * iliş ki kurmak; anlaş ma, sözleş me yapmak. bağlantı lı * Araları nda bağlantıbulunan, irtibatlı , rabı talı . bağlantı sı z * Araları nda bağlantıbulunmayan. * Askerî, siyasî yönden hiçbir bloka bağlıolmayan (ülke), bloksuz. bağlantı sı z ülkeler * Bağ lantı sı zlı k siyaseti izleyen ülkeler, bloksuz ülkeler. bağlantı sı zlı k * Bağ lantı sı z olma durumu. bağlantı sı zlı k politikası * Askerî, siyasî yönden hiçbir bloka girmeme siyaseti. bağlantı sı zlı k siyaseti * Bağ lantı sı z ülkelerin izlediğ i siyaset. bağlaş ı k

* Araları nda anlaş ma veya sözleş me sağlanmı şolan (kimse veya topluluk), müttefik. * Sonuç, sebep gibi birbiriyle sı kısı kı ya bağ lıve karş ı lı klıbağı mlıolan (nesne, terim).

bağlaş ı klı k * Bağ laş ı k olma durumu. bağlaş ı m

* Eş leme. * Araları nda ortak çı kar bulunan devletler iliş kisi.

bağlaş ı mlı * Araları nda karş ı lı klıdestek ve bağı mlı lı k bulunan. bağlaş ma

* Bağ laş mak iş i, ittifak.

bağlaş mak * Bir ş ey yapmak için birbirine antlaş ma veya sözleş me ile bağlanmak, ittifak etmek. bağlatma

* Bağ latmak iş i. bağlatmak * Bağ lamak iş ini yaptı rmak. bağlayı cı * Bağ lama niteliğ i olan. * Bağ lamaya ve birleş tirmeye yarayan: "Ve" bağ layı cıbir edattı r. * Uyulmasızorunlu. bağlayı cıünlü * Ünsüzle biten kelime kök ve gövdelerine ünsüz ile baş layan eklerin getirilmesi sı rası nda ve kök ile eki birbirine bağ layan ünlü: al-ı -r, aç-ı -l-mak, gec-i-k-mek vb. bağlayı cıünsüz * Ünlü ile biten kelime kök ve gövdelerine ünlü ile baş layan bir ek eklendiğinde araya giren y ünsüzü, koruyucu ünsüz: okul-da-y-ı m, eski-y-ince vb. bağlı * Bir bağile tutturulmuşolan. * Gerçekleş mesi bir ş artıgerektiren, tâbi, vabeste. * Bir kimseye, bir düş ünceye, bir hatı raya saygıveya aş k gibi duygularla bağ lanan, tutkun. * Sı nı rlanmı ş , sı nı rlı . * Kapatı lmı şolan, kapalı . * Bir kuruluş un yetkisi altı nda bulunan. * Bir halk inanı ş ı na göre, büyü etkisiyle cinsel güçten yoksun edilmiş(erkek). * Sadı k. bağlıkalmak * uymak, tâbi olmak. bağlıkredi * Kredi açan ülkeden mal veya hizmet satı n alı nması ş artıile sağlanan kredi. bağlıolmak * tâbi bulunmak. bağlısu bağlı k

* Ağaçta hücre zarı nı n emdiğ i ve taş ı dı ğ ısu. * Bağyeri, üzüm bağ larıçok olan (yer).

bağlı k bahçelik,-ğ i * Bağ ı , bahçesi zengin ve bol olan (yer). bağlı laş ı k * Biri ötekine bağlıolarak var olan; biri olmadan öteki düş ünülemeyen iki ş eyin, bu iliş ki yönünden durumu. bağlı laş ı m *İ ki veya daha fazla değiş ken arası ndaki bağı ntı . * Organizmanı n değ iş ik yapı , özellik ve olayları nda görülen karş ı lı klı ilgi, korelâsyon. bağlı laş ma * Bağ lı laş mak iş i. bağlı laş mak *İ ki ş ey arası nda karş ı lı klı bağ ı ntıolmak veya bağlı lı k kurmak. bağlı lı k

* Bağ lıolma durumu, merbutiyet. * Birine karş ı , sevgi, saygıile yakı nlı k duyma ve gösterme, sadakat.

* Bkz. Bağlı laş ı m. bağnaz * Bir düş ünceye, bir inanı ş a aş ı rıölçüde bağlanı p ondan baş ka bir düş ünce ve inanı ş ıkabul etmeyen, mutaassı p. bağnazlaş ma * Bağ nazlaş mak durumu. bağnazlaş mak * Bağ naz duruma gelmek. bağnazlı k * Bağ naz olma durumu, bağnazca davranı ş , taassup. * Bir düş ünceye, bir inanı ş a aş ı rıölçüde bağlanı p ondan baş kası nı düş ünmeme durumu, taassup. bağrıyanı k * Çok dert, acı , sı kı ntıçekmiş . bağrıyufka * Yufka yürekli, merhametli. bağrı kara *İ skete kuş unun bir türü (Saxicola torquata). bağrı na basmak * kucaklamak. * biriyle ilgilenerek onu koruyup kayı rmak, yetiş tirmek. bağrı na taşbasmak * sesini çı karmaksı zı n her türlü acı ya katlanmak. bağrı nı delmek * çok dokunmak, içine iş lemek. bağrı nı ezmek * üzülmek, dertlenmek. bağrı ş * Bağ ı rmak iş i veya biçimi. bağrı şçağ rı ş * Gürültü, ş amata. * Gürültüyle, ş amata ederek. bağrı ş a çağ rı ş a * Büyük gürültü ederek, bağı rarak çağı rarak. bağrı ş ma

* Bağ rı ş mak iş i, birlikte bağ ı rma.

bağrı ş mak * Birlikte veya karş ı lı klıbağı rmak. bağrı ş tı rma * Bağ rı ş tı rmak iş i veya durumu. bağrı ş tı rmak * Bağ ı rması na yol açmak, hep birden bağı rtmak. bağsı z

* Bağ ıbulunmayan.

baha

* Paha.

baha biçmek * değ erini belirlemek. bahadı r

* Savaş larda, çarpı ş malarda gücü ve yı lmazlı ğı yla üstünlük kazanan veya yiğ itlik gösteren (kimse).

bahadı rlı k * Bahadı r olma özelliğ i, durumu. Bahaî Bahaîlik bahane

* Bahaîlik yanlı sıkimse. * XIX. yüzyı lda Babîlikten doğ muşolan, İ ran'dan baş ka Avrupa ve Amerika'da da yayı lmı şbir din. * Bir ş eyin gerçek sebebi gizlenerek ileri sürülen sözde sebep.

bahane aramak * bir iş i yapmamak için sebep aramak. bahane bulmak * bir iş i yapmak veya yapmamak için sözde sebep göstermek. bahane etmek * herhangi bir ş eyi sebep olarak ileri sürmek. bahaneli

* Bahanesi olan.

bahanesiz * Bahanesi olmayan. bahar

* Kuzey yarı m küre için, 21 Martta gündüz gece eş itliğiyle baş layarak 22 Haziranda gün dönümü ile biten, kı şve yaz arası ndaki mevsim; ilkyaz, ilkbahar. * Bu mevsimde ağ açlarda açan çiçekler ve yapraklar. * Gençlik çağ ı . bahar

* Yiyecek ve içeceklere hoşkoku ve tat vermek için kullanı lan tarçı n, karanfil, zencefil, karabiber gibi maddeler. bahar bayramı * Genellikle mayı s ayı nı n ilk günlerinde kutlanan bayram. bahar dönemi * Yı lı n kı ş tan sonra gelen ilk ayları . bahar nezlesi * Bkz. saman nezlesi. bahar noktası *İ lkbaharda gündüz gece eş itliğ i anı nda güneş in gök ekvatoru çizgisi üzerinde bulunduğu nokta. baharat

* Tarçı n, karanfil, zencefil, karabiber gibi maddelerin toplu adı .

baharatçı * Baharat satan kimse. baharatçı lı k * Baharat satma iş i. baharatlandı rmak * Baharat ile süslemek, lezzetlendirmek veya baharat ekmek. baharatlı * Baharatıolan. baharatsı z * Baharatıolmayan. baharcı

* Baharat alı m satı mı yla uğraş an (kimse).

baharıbaş ı na vurmak * (alay yollu) gençliğ in verdiğ i coş kuyla gereksiz veya aş ı rıdavranı ş ta bulunmak. bahariye baharlı bahçe

* Divan edebiyatı nda, bahar tasviri ile baş layan kaside. *İ çinde karabiber, karanfil, tarçı n gibi bahar bulunan. * Sebze yetiş tirilen yer, bostan. * Çiçek ve ağaç yetiş tirilen yer.

bahçe domatesi * Tarla ve bahçelerde sun'î gübre kullanmadan, doğ al olarak yetiş tirilen domates türü. bahçe kekiği * Bahçelerde özel yöntemlerle yetiş tirilen kekik. bahçe makası * Çeş itli ot ve bitkileri düzgün kesmek ve budamak amacı yla yapı lan bir makas türü. bahçe nanesi * Bahçelerde yetiş tirilen bir nane türü. bahçeci

* Çiçek, ağ aç ve sebze yetiş tirme iş iyle uğ raş an kimse.

bahçecilik * Bahçecinin iş i. * Bahçe yapma iş i. bahçeli * Bahçesi olan. bahçelik

* Bağ ları , bahçeleri olan (yer).

bahçemsi * Bahçeye benzeyen, bahçe gibi düzenlenmişyer. bahçesiz

* Bahçesi olmayan.

bahçı van

* Geçimini bahçe ürünlerini yetiş tirip satmakla sağlayan kimse. * Bir bahçenin düzenlenmesi ve bakı mı yla görevli kimse.

bahçı vanlı * Bahçı vanıbulunan. bahçı vanlı k * Bahçı vanı n yaptı ğ ıiş . bahir * Deniz. * Aruzdaki vezin takı mları ndan her biri. * Mevlid'in bölümlerinden her biri. bahis

* Konuş ulan ş ey, konu. * Görüş ünde veya iddiası nda haklıçı kacak tarafa bir ş ey verilmesini kabul eden sözlü anlaş ma. * Söz. * Bir kitabı n bölümlerinden her biri.

bahis açmak (veya açı lmak) * belli bir konuda konuş maya baş lamak (baş lanı lmak). bahis konusu * Söz konusu. bahis mevzuu olmak * üzerinde konuş ulmak, söz konusu olmak. bahis tutuş mak * karş ı lı klıbahse girmek. bahisçi

* Oyunlarda veya at yarı ş ları nda yarı ş ı n sonuçları nıtahmin ederek bahis oynayan veya oynatan kimse, müş terek bahisçi. bahname bahrî bahrî

*İ çinde cinsel konularla ilgili açı k saçı k yazı ları n, resimlerin bulunduğ u eser. * Denizle ilgili. * Yalı çapkı nı .

bahriye * Bir devletin deniz güçlerinin ve kuruluş ları nı n bütünü. bahriye çifte tellisi * Hareketli bir halk oyunu ve ezgisi. bahriyeli

* Deniz Kuvvetlerine bağlıasker. * Deniz Harp Okulu öğrencisi.

bahse girmek * görüş ünde veya iddiası nda haklı çı kacak tarafa bir ş ey verilmesini kabul eden sözlü anlaş ma yapmak. bahsetme * Bahsetmek iş i.

bahsetmek * Bir konu üzerinde söz söylemek, konuş mak, sözünü etmek. bahsi geçmek * bir konu üzerinde konuş ulmuşolmak. bahsi kapamak * bir konu üzerindeki konuş mayıkesmek. bahsi kaybetmek * ileri sürülen, savunulan görüş ün yanlı şolduğ u ortaya çı kmak. bahsi kazanmak * ileri sürülen, savunulan görüş ün doğ ru olduğu belli olmak. bahsi tazelemek * konuş mayıaynıkonu üzerine getirmek. bahş etme * Bahş etmek iş i. bahş etmek * Bağ ı ş lamak, sunmak. bahş iş

* Bir hizmet görene hakkı ndan ayrıolarak verilen para.

bahş iş(veya beleş ) atı n diş ine bakı lmaz * para verilmeden sağ lanan bir ş eyin ufak tefek kusurları nıhoşgörmelidir. baht * Olacakları n, kaçı nı lmaz olduğunu belirleyen ilâhî iradenin insan için veya bir toplum için çizdiğ i hayat tarzı , kader, talih. * Şans, mutluluk. baht iş i

* Talihe bı rakı lmı ş , talihe bağ lı iş .

bahtıaçı k * Talihli. bahtıaçı k olmak * bir konuda ş ansıyaver gitmek, talih yüzüne gülmek. bahtıaçı lmak * talihi dönüp uygun duruma veya arzulanan sonuca gelmek. bahtıbağlıolmak * talihi kapalıolmak. * (kı zlar için) evlenecek istekli çı kmamak. bahtıkapanmak * talihsizliğ e uğ ramak, istenen sonuca ulaş mamak. bahtıkara * Mutsuz, talihsiz. bahtıkara olmak * sürekli olarak talihi yaver gitmemek, mutsuz olmak. bahtı na küsmek * talihsizliğ inden yakı nmak.

bahtiyar

* Bahtı olan, bahtlı , talihli, mutlu.

bahtiyarlı k * Bahtlıolma durumu, mutluluk. bahtlı

* Bahtı iyi olan, mutlu, talihli.

bahtsı z * Bahtı kötü olan, mutsuz, talihsiz. bahtsı zlı k * Bahtsı z olma durumu, mutsuzluk. bahusus bak bak!

* Hele, özellikle, üstelik. *ş aş ma bildirir.

bak! * iş te. *ş aş ma anlatı r. * küçümseme bildirir. bakaç

* Dürbün.

bakakalma * Bakakalmak iş i veya durumu. bakakalmak * Şaş kı nlı ğ a uğ rayı p ne yapacağ ı nı bilmez durumda kalmak. bakalı m (veya bakayı m) * içinde yer aldı ğ ıcümlenin güvensizlik, kuş ku, merak, uyarma gibi anlamları nı pekiş tirir. bakalit

* Formaldehit ile bir fenolün yoğ unlaş ması sonucu elde edilen yapay reçine.

bakalitli * Bakalit bulunduran, bakalit kaplamalı . bakalorya * (eskiden üniversite ve yüksek okullara girebilmek için lise öğ reniminden sonra verilen) Olgunluk sı navı . bakam

* Baklagillerden, odunundan kı rmı zıboya çı karı lan bir ağ aç, bakkam (Haematoxylon campechianum).

bakan

* Bakmak iş ini yapan (kimse). * Hükûmet iş lerinden birini yönetmek için, genellikle milletvekilleri arası ndan, baş bakan tarafı ndan seçilerek cumhurbaş kanı nca onaylandı ktan sonra işbaş ı na getirilen yetkili, vekil, nazı r. bakanak

* Gevişgetiren hayvanları n ayakları nı n arkası ndaki körelmiştı rnak, kemik çı kı ntı sı .

bakanlar kurulu * Baş bakan ve bakanlardan oluş an kurul, hükûmet.

bakanlı k

bakar

* Bakan olanı n durumu ve görevi, vekillik. * Bakanı n yönetimi altı ndaki kuruluş ları n bütünü veya bu kuruluş ları n bulunduğ u yer, nezaret, vekâlet. * Öküz, sı ğ ı r.

bakar kör * Gözleri sağ lam göründüğ ü hâlde göremeyen. * Çok dikkatsiz (kimse). bakar mı sı nı z? * seslenme ünlemi. bakara *İ skambil kâğ ı dıile oynanan bir kumar. bakarak bakarsı n

* göre. * olur ki.

bakaya

* Kalı ntı lar. * Askerlik çağ ı na girenlerden son yoklamada bulunarak askere alı nmı şolduklarıhâlde çağ rı ldı kları nda gelmeyen veya gelip de kı taları na gitmeden toplandı klarıyerlerden veya yollardan savuş anlar. * Ait olduğu yı l içinde toplanamayı p ertesi yı la kalan vergiler. bakı

* Özellikle dağlı k yörelerde bir yamacı n güneşı ş ı nları na, güneye veya kuzeye karş ıkonumunu belirleyen, bunun sonucu olarak da doğ al ş artları nıtespit eden durumu. * Fal. bakı cı * Bakmak iş iyle görevlendirilen kimse. * Bir ş eyi satı n almayıdüş ünmeden yalnı zca bakarak ilgilenen (kimse). * Falcı . bakı cı lı k

bakı lma

* Bakmak iş i. * Falcı lı k. * Bakı lmak iş i.

bakı lmak * Bakmak iş ine konu olmak veya bakmak iş i yapı lmak. bakı m

* Bir ş eyin iyi geliş mesi, iyi bir durumda kalması için verilen emek veya emek verme biçimi.

bakı m evi * Bakı ma ihtiyacıolan kimselerin bakı ldı kları , barı ndı kları kuruluş . * Kademe. * Kurum ve kuruluş larda motorlu araçları n onarı ldı ğ ıve korunduğ u yer veya birim. bakı m yapmak * araç ve gereçlerin düzenli çalı ş masıiçin onarı mı nıyapmak. bakı m yurdu * Yoksul veya kimsesiz yaş lıve sakatları n barı ndı rı lı p bakı ldı klarıyurt, darülâceze.

bakı mcı * Bakı m iş ini yapan kimse. bakı mı ndan * Bakı şveya görüşaçı sı , yönü, değ erlendirme açı sı , -e göre. bakı mlı

*İ yi bakı lmı ş , üzerinde iyi çalı ş ı lmı ş .

bakı mlı k * Filmin kartpostal büyüklüğ ünde cam bir perde üzerinde görünmesini sağ layan cihaz. bakı mlı lı k * Bakı mlı olma durumu. bakı msı z * Özen gösterilmemiş , bakı lmamı ş . bakı msı zlı k * Bakı msı z olma, terk edilme, yüzüstü bı rakı lma durumu. bakı ncak * Tüfeklerde hedefin uzaklı ğı na, yakı nlı ğ ı na göre ayar edilecek biçimde yapı lmı şiner kalkar gez, niş angâh. bakı ndı bakı nma

* Bak hele, olacak ş ey mi? gibi ş aş ma anlatı r. * Bakı nmak iş i.

bakı nmak * Bakmak iş i yapı lmak, çevreye göz gezdirmek, araş tı rmak. * Muayene olmak. bakı r

* Atom numarası29, yoğunluğu 8.95 olan, 10840 C ye doğru eriyen, doğ ada serbest veya birleş ik olarak bulunan, ı sıve elektriği iyi ileten, kolay dövülür ve iş lenir olduğundan eski çağ lardan beri türlü iş lerde kullanı lan, kı zı l renkli element. Kı saltmasıCu. * Bakı rdan yapı lmı şkap. * Bakı rdan yapı lmı ş . bakı r alaş ı mı * %1'in üzerinde çözünmüşelementlerin oluş turduğu bakı r alaş ı mları nı n genel adı . bakı r çalı ğı * Bakı r tuzlarıile zehirli duruma gelmiş . * Yeş ile çalar mavi renk. bakı r çalmak * (bakı r kaptaki yemek) bakı r tuzları ile zehirli duruma gelmek. bakı r kaplama * Demir benzeri madenlerin yüzeyinde bakı r katman oluş turma iş lemi. bakı r oksit * Kimyasal formülü CuO veya Cu2O olan bakı rı n oksit biçimi. bakı r pası * Bakı r üzerinde nemli havalarda oluş an bakı r hidrokarbonat. bakı r rengi

* Kı zı la yakı n kahverengi. * Bu renkte olan. bakı r sülfat * Göz taş ı . bakı r taş ı * Malakit. bakı r tuzu * Bakı r sülfat, göz taş ı . bakı rcı

* Bakı r iş leyen veya bakı r kap kacak satan kimse.

bakı rcı lı k * Bakı r kap yapma veya satma iş i. bakı rlaş ma * Bakı rlaş mak durumu. bakı rlaş mak * Bakı r rengini almak, (rengi) bakı rı n rengine benzemek. bakı rlı bakı ş

* Bakı r içeren maddeler. * Bakmak iş i veya biçimi.

bakı şaçı sı * Bir olayda, konuyu, düş ünceyi belirli bir yönden inceleme, görüşaçı sı . bakı şatmak * kı sa bir sürede bakı p geçmek. bakı ş ı k

* Bkz. bakı ş ı mlı .

bakı ş ı ksı z * Bkz. bakı ş ı msı z. bakı ş ı m *İ ki veya daha çok ş ey arası nda konum, biçim ve belirli bir eksene göre ölçü uygunluğ u. * Eksen olarak alı nan bir doğ rudan, benzer noktaları karş ı lı klıolarak aynıuzaklı kta bulunan iki benzer parçanı n birbirine göre olan durumu, tenazur, simetri. bakı ş ı mlı * Bakı ş ı mıbulunan, simetrik, mütenazı r. bakı ş ı msı z * Araları nda bakı ş ı m bulunmayan (iki ş ey) veya iki yanıarası nda bakı ş ı m olmayan (bir ş ey), asimetrik. bakı ş ı msı zlı k * Bakı ş ı msı z olma durumu, asimetri. bakı ş ma

* Bakı ş mak iş i.

bakı ş mak *İ ki veya daha çok kimse birbirine bakmak. * Kaçamak ve gizli olarak birbirine bakmak.

baki

* Sürekli, kalı cı , daimî. * Bir ş eyden artan (miktar).

baki kalmak * sürekli, kalı mlıolmak. * bir ş eyden artmak. * artakalan, geride kalan, öteki. bakir * Cinsel iliş kide bulunmamı ş(erkek). * El değ memiş , kullanı lmamı ş . * (toprak için) İ ş lenmemiş . * Eskimemiş , yı pranmamı ş , yeni. bakire bakirelik

* Cinsel iliş kide bulunmamı şdiş i; kı z, kı z oğ lan kı z. * Bakire olma durumu, erdenlik.

bakirlik * Bakir olma durumu; el değ memiş lik, bozulmamı ş lı k. bakiye

bakkal

* Artı k, artan, kalan, geri kalan. * Kalı ntı . * Yiyecek, içecek ve baş ka ihtiyaç maddelerini perakende olarak satan kimse. * Bu gibi ş eylerin satı ldı ğ ıdükkân.

bakkal çakkal * Bakkal ve benzeri iş lerle uğ raş an esnaf için küçümseme sözü. bakkal defteri * Karı ş ı k, düzensiz yazı larla dolu defter. bakkal kâğı dı * Kalı n ve kaba kâğ ı t. bakkala bı rakma! * bir iş i "bakalı m!" diyerek savsaklamak isteyenlere söylenir. bakkaliye

* Bakkal dükkânı nda satı lan ş eyler. * Büyük bakkal dükkânı .

bakkallı k * Bakkalı n iş i. bakkam bakla

* Bkz. bakam. * Baklagillerden, yurdumuzun her yerinde yetiş tirilen, taneleri badı ç içinde bulunan bir bitki (Vicia faba). * Bu bitkinin yeş il ürünü veya kuru tanesi. * Bir zinciri oluş turan halka veya parçalardan her biri.

bakla çiçeğ i * Sarı mtı rak eflâtuna çalan beyaz renkte olan bitki.

* Bu renkte olan. bakla dökmek (veya atmak) * bakla ile fala bakmak. bakla falı * Bakla taneleri ile bakı lan bir fal türü. bakla ı slanmamak * Bkz. ağzı nda bakla ı slanmamak. bakla kadar * (bit, pire gibi küçük böcekler için) çok iri. bakla kı rı * Beyazıçoğalmı ş , beyazlamaya yüz tutmuşrenk. * At donları ndan koyu ve iri lekeli kı r. bakla oda nohut sofa * Bkz. nohut oda. baklagiller * Bakla, fasulye, akasya, keçiboynuzu gibi, badı çlıpek çok sebze ve ağaçları içine alan, iki çenekli ayrıtaç yapraklı lardan büyük bir bitki familyası , bakliye. baklalı baklalı k

* Baklasıolan. * Bakla tarlası .

baklamsı * Bakla biçiminde olan. baklamsımeyve * Bkz. badı ç. baklan baklava

* Anguta benzeyen kı rmı zırenkli bir çeş it yaban kazı(Otis tarda). * Çok ince yufkadan yapı larak arası na kaymak, fı stı k, ceviz, badem gibi ş eyler konulan tatlı . * Eş kenar dörtgen biçiminde olan nesne.

baklava açmak * baklava yapmak için gerekli olan ince yufkaları hazı rlamak. baklava börek * (bir baş ka ş eyle karş ı laş tı rı ldı ğı nda) çok kolay ve zevkli (iş ). * çok tokluk durumunda "baklava börek olsa yemem" biçiminde kullanı lı r. baklava dilimi * Eş kenar dörtgen biçiminde olan. baklavacı * Baklava yapan veya satan kimse. baklavacı lı k * Baklava yapma veya satma iş i. baklavalı *İ çinde baklava bulunan.

*İ çinde baklava desenleri olan. baklavalı k * Baklava yapı mı nda kullanı lan veya baklava yapmaya elveriş li olan. baklayı ağ zı ndan çı karmak * sabrı tükenip o zamana kadar söylemediğ iş eyleri söylemeye baş lamak. * açı k söylemekten kaçı ndı ğıbir sorunu sonunda açı klamak. bakliyat bakliye bakma

* Baklagillerden elde edilen ürün. * Bkz. baklagiller. * Bakmak iş i.

bakmak * Bakı ş ıbir ş ey üzerine çevirmek. * Aramak. * (yer için) Yüzü bir yöne doğru olmak. * Bir ş eyin geliş mesi veya iyi bir durumda kalmasıiçin emek vermek. * Beslemek, geçindirmek. * (bir iş ) Birinden beklenmek. * (hasta için) Muayene etmek, tedavi etmek. * Yoklamak, incelemek, denemek. * Bir iş i yapmak, bir iş i yapmakla görevli olmak. * Yapı labilmesi bir ş eye bağ lı bulunmak. * Gözetmek, ilgilenmek. * Renklerde, Benzemek, andı rmak. * Önem vermek, önem vererek üzerinde durmak. * Anlamak, farkı na varmak. * Baş ka bir ş eyle ilgilenmeyip elindeki veya önündeki iş le uğraş ı r olmak. bakraç

* Çoğ unlukla bakı rdan yapı lan küçük kova. * Bir bakracı n alabildiği miktar.

baksana! baksanı za! * seslenme için kullanı lı r. * dikkat çekmek sözü. bakteri

* Toprakta, suda, canlı larda bulunan, çürüme, mayalanma veya hastalı klara yol açan, küresel, silindirimsi, kı vrı k biçimde olan, bölünerek çoğ alan, klorofilsiz, tek hücre canlı . bakteridi

* Şarbon hücresi gibi hareketsiz bakteri.

bakterigiller * Bakterilere verilen ad, bakterileri içine alan canlı lar. bakterisit

* Canlı ları n vücudunda veya laboratuar deneylerinde bakterileri fiziksel, kimyasal etkiyle öldüren (etken).

bakteriyel * Bakterilerle ilgili. bakteriyolog * Bakterilerle ilgili, bakteriyoloji alanı nda çalı ş an kimse.

bakteriyoloji * Bakterilerin ve genel olarak mikropları n biçimlerini, niteliklerini inceleyen bilim. bakteriyolojik * Bakteri bilimi ile ilgili. bakteriyoskopi * Bakterilerin mikroskopla incelenmesi iş lemi. baktı kça alı r * güzelliği birdenbire göze çarpmayan. baktı rma

* Baktı rmak iş i.

baktı rmak * Bakması na yol açmak, bakması nısağlamak. bal * Özellikle bal arı ları nı n bitki ve çiçeklerden topladı klarıbal özünden yapı p, kovanları ndaki petek gözlerine doldurdukları , rengi beyazdan esmere kadar değiş en tatlı , koyu, sı vımadde. * Olgunlaş mı şincirin, dı ş ı na sı zan tatlı sı . * Ağaçları n kabuğundan sı zarak pı htı laş an besi suyu. bal alacak çiçeğ i bilmek (veya bulmak) * çı kar sağlanabilecek yeri veya ş eyi bilmek veya bulmak. bal arı sı * Zar kanatlı lardan, bal yapan eklem bacaklıtürü (Apis mellifica). bal bal demekle ağ ı z tatlı lanmaz * sözde kalan dilek ve tasarı ları n işbitirmede hiçbir etkisi olmaz. bal baş ı * En temiz bal. bal çiçeği * Almaş ı k yapraklı , kı rmı zı veya kı rmı zı ya çalar sarırenkli çiçekli ağ aççı k. bal dök de yala * bir yerin çok temiz olduğ unu anlatı r. bal dudak * Bkz. bal dudaklı . bal dudaklı * Tatlıdilli. bal gibi

* pek tatlı . *ş üpheye yer bı rakmadan, çok iyi, adamakı llı .

bal kabağı *İ çi turuncu, iri ve tatlıbir kabak çeş idi (Cucurbita moschata). * Aptal, beyinsiz kimse. bal kelebeğ i * Bal kovanları na çok zarar veren bir böcek (Galleria mellonella). bal mumu * Arı ları n peteklerini yapmak için karı n halkalarıarası ndan salgı ladı klarıyumuş ak ve sarı msımadde. * Bu maddenin sanayide kullanı lmak için yapay olarak hazı rlanmı ş ı .

bal mumu gibi erimek * çok zayı flamak. bal mumu macunu * Mobilyadaki kusurları n onarı mı nda kullanı lan, toprak boya ile renklendirilmişbal mumu. bal mumu yapı ş tı rmak * unutulmaması için iş aret edip dikkati çekmek. bal özlü * Bal özü bulunduran. bal özü

* Bazıçiçeklerin içinde bulunan, arı ları n bal yapmak için emdikleri tatlısı vı , nektar.

bal özü bezi * Bitkilerin yaprak, yumurtalı k ve erkek organları nı n dibinde bulunan ve bal özü çı karan bez. bal özülük * Çiçeklerde bal özünü çı karan bezlerin bulunduğ u organ. bal peteğ i * Arı ları n içine bal doldurduğu bal mumu levha. bal rengi

* Kahverengine çalan sarırenk. * Bu renkte olan.

bal sağ mak * kovandan bal ürünü almak. bal tutan parmağ ı nı yalar * imkânlarıgenişbir iş in baş ı nda bulunan kimse bu imkânlardan az da olsa yararlanı r. bala

* Yavru, çocuk.

balaban *İ ri, büyük. * Şiş man, gürbüz (kimse, çocuk). balaban * Atmaca veya doğan gibi yı rtı cıbir kuş . balaban kuş u * Bataklı klarda yaş ayan, balı kçı la benzer, eti yağ lıve ağ ı r, iri bir kuş(Botaurus). balabanlaş ma * Balabanlaş mak durumu. balabanlaş mak * Balaban duruma gelmek, irileş mek. balabanlı k * Balaban olma durumu. balak balalayka

* Bkz. malak. * Üç köş eli, üç telli Rus halk sazı .

balama

balans

* Orta oyununda Rum tipi. * Karagöz, matiz ve külhan beyi tipleri tarafı ndan yabancıülkelerin tiplerine hitap ederken kullanı lan söz. * Denge, muvazene.

balans ayarı * Otomobilin sarsı lması nı önlemek için, tekerleklere gereğ i kadar balans pensi denen kurş un parçasıtakarak denge sağlama iş i. balans pensi * Arabaları n tekerleklerindeki dengeli dönmeyi sağlamak için cant ile lâstik kenarı na sı kı ş tı rı lan kurş un parçası . balar balast

* Çatıkiriş i olarak kullanı lan ve kiremitlerin altı na döş enen ince tahta, pedavra. * Demir yolları nda traverslerin altı na, ş oselerde düzeltilmiştoprak üzerine döş enen taşkı rı kları . * Safra.

balast direnç * Gerilimin büyük değ iş imlerinde, devredeki akı mısabit tutmak için konulan direnç. balast gemi * Ambarları nda yük bulunmayan gemi. balast yem * Çok büyük miktarda ham selüloz ihtiva eden ve dolayı sı yla yoğ un yemlerden çok daha düş ük sindirilebilir besin maddeleri ihtiva eden ve hayvanlara tokluk hissi vermek amacı yla kullanı lan yem. balat

* Orta Çağ da, üç bentten oluş an bir Batış iiri türü. * Batı da, belirli danslara eş lik eden bir tür ş arkı . * Serbest biçimli, romantik, müzik araçları yla çalı nan veya ş arkıolarak okunan eser.

balata * Soğuk ve sı cakta büyük bir sürtünme kat sayı sı na sahip olan suya ve yağ a dayanı klı , yavaşaş ı nan madde. * Motorlu araçlarda fren yapmayısağ layan, tekerlek mili üzerine yerleş tirilmişyarı m ay biçimindeki alet. balayı * Evlilik hayatı nı n ilk ayı veya ilk günleri. balbal balcı balcı lı k

* Eski Türklerde kiş inin anı lması için mezarı nı n veya bazı kurganları n etrafı na dikilen taş . * Arı yetiş tirip bal alan veya satan kimse. * Arı yetiş tirme veya bal alı p satma iş i.

balçak * Kabza. * Kabzanı n demir siperi. balçı k *İ çinde çeş itli organik maddeler bulunan, daha çok killi, koyu, yapı ş kan çamur, mil. * Güçlük çı kartan. *İ çindeki kil oranıyüksek, yağlı , su geçirmez, koyu toprak.

balçı k hurması * Sandı klara bası larak kurutulan hurma (veya kuru incir). balçı k inciri * Kurutulmuşincir, balçı k hurması . balçı klı

* Balçı ğıolan.

baldı r * Bacağ ı n dizden ayak bileğ ine kadar olan bölümü, incik. * Bu bölümün yumuş ak ve ş iş kin olan arka tarafı . baldı r bacak * Açı k saçı k görülen kadı n bacağı . baldı r kemiğ i * Baldı rda bulunan iki kemikten ince olanı . baldı rak

baldı ran

* Don ve pantolon gibi giysilerin dizden aş ağ ıolan bölümü. * Kı lı ç kayı ş ı nı n aş ağıuzanan parçası . * Maydanozgillerden, nemli yerlerde yetiş en zehirli bitkilerin ortak adı , ağ u otu. (Conium maculatum). * Bu bitkiden çı karı lan zehir.

baldı ran ş erbeti * Acıçekerek, yüz suyu dökerek elde edilen kazanç. baldı ranlı k * Çok baldı ran yetiş en yer. baldı rgan * Baldı ran. * Şeytan otu, ş eytan tersi otu (Ferula assa-foetida). baldı rıçı plak * Ayak takı mı ndan, iş siz, serseri. baldı rı kara * Nemli yerlerde yetiş en birçok eğ relti otu türünün ortak adı , karabaldı r. baldı rpatlatan * Güreş te hasmı n bir ayağ ı nıtutarak diz kapağ ı na kadar büküp üzerine yüklenme oyunu. baldı rsokan * Çift kanatlı ları n, sinekgiller familyası ndan, karasineğe çok benzeyen, kan emen, hastalı k bulaş tı ran, hayvan sağ lı ğ ıyönünden zararlıbir sinek türü (Stomaxys calcitrans). baldı z

* Erkeğe göre karı sı nı n kı z kardeş i.

baldo *İ ri ve dolgun taneli, pilâvlı k pirinç. bale

balerin

* Belli hafif figürlere, adı m atı ş lara, çoğ unlukla sahne düzenine ve müziğe dayalıgösteri türü. * Bu tür gösteri yapan sanatçıtopluluğu.

* Bale yapan kı z veya kadı n sanatçı . balerinlik * Ası l mesleğ i balerin olan kimse. balet balgam

* Bale yapan erkek sanatçı . * Solunum organları nı n salgı ladı ğı , ağ ı zdan dı ş arı atı lan sümüksü madde.

balgam atmak * yapı lmakta olan bir işveya bir konu üzerine kuş ku uyandı racak bir söz söylemek. balgam taş ı * Damarlı ve yarısaydam bir tür Kadı köy taş ı , Hacı bektaştaş ı , mühresenk. balgamlı * Balgamıolan. balgümeci * Bal peteğ ini andı ran bir tür dikişbüzgüsü. balhane

* Bal süzme ve paketleme iş lemlerinin yapı ldı ğı yer.

balı ğ a çı kmak * balı k avlamaya gitmek. balı k balı k

* Omurgalı lardan, suda yaş ayan, solungaçla nefes alan ve yumurtadan üreyen hayvanları n genel adı . * Zodyak üzerinde, Kova ile Koç burçlarıarası nda yer alan burcun adı . Zodyak.

balı k adam * Deniz dibine inilebilecek donanı mla su altı nda çalı ş mayıişedinen kimse, dalgı ç, kurbağ a adam. balı k baş tan kokar * bir iş te aksaklı ğ ı n baş ta olanlardan baş ladı ğ ı nıanlatı r. balı k bilimci * Balı klar sı nı fı nıinceleyen bilim adamı . balı k bilimi * Su ürünleri araş tı rmaları nda özellikle balı klar sı nı fı nıinceleyen bilim. balı k çorbası * Beyaz etli balı klardan yapı lan bir tür çorba. * Suda piş irilip kı lçı klarıayı klanmı ş , incecik kı yı lmı şbalı k ile soğ an, yağ, havuç, patetes ve domatesten hazı rlanan bir çorba türü. balı k eti

* Omurgalı lardan, suda yaş ayan hayvanları n yumuş ak ve açı k renkli eti.

balı k etinde * Ne ş iş man, ne zayı f olan, biçimli tombul. balı k istifi * Çok sı kı ş ı k olarak bir yere dolmuş(insanlar). balı k kartalı

* Kartallardan, su kı yı ları nda yaş ayan, balı kla beslenen, beyaz, kahverengi çizgili, yı rtı cıkuş(Pandion haliaetus). balı k kavağ a çı kı nca * hiçbir zaman olmayacak iş ler için söylenir. balı k otu * Cava ve Malabar'da yetiş en, zehirli meyvesiyle balı kları sersemleterek avlamaya yarayan bir bitki (Anamirta). balı k pazarı * Balı kçı ları n avladı ğıbalı kları n günlük ve taze olarak satı ş a sunulduğ u yer, ticarî merkez. balı k sütü * Yumurtlama sı rası nda erkek balı kları n çı kardı ğ ıbeyaz madde. balı k tabağı * Balı k koymaya yarayan kap. * Yayvan servis tabağ ı . balı k tutkalı * Balı k endüstrisi artı kları ndan üretilen, yavaşkuruyan, fakat bağ lama gücü yüksek yapı ş tı rı cı . balı k tutmak * balı ğı avlamak. balı k unu * Kurutulmuşbalı ktan özel iş lemlerle elde edilen un. balı k yağı *İ ri balı k ve deniz hayvanları nı n sanayide kullanı lan yağ ı . * Morina balı ğ ı nı n karaciğerinden çı karı lan ve hekimlikte zayı flı ğa karş ıkullanı lan iyotlu, vitaminli yağ . balı k yemi * Balı k avlamada oltanı n ucuna takı lan genellikle yiyecek türü madde. balı k yumurtası * Balı kları n daha çok sı ğyerlere bı raktı kları , üremelerini sağ layan yumurta. * Çoğ unlukla mersin balı ğ ı nı n, eritilmişbal mumuna batı rı larak hazı rlanan yumurtası , havyar. balı kçı

* Balı k tutan veya satan kimse. * Balı kçı lara özgü.

balı kçıdüğ ümü *İ ş leme baş langı cı nda yapı lan ve sonra kolayca çözülerek iş in tersine de tutturulan düğüm ş ekli. balı kçıkazağ ı * Balı kçı ları n soğ uk ve nemli havalarda giydiği boğ azlı ve yünlü kalı n kazak. balı kçıyaka * Kazaklarda boynu saran ve katlanabilen yaka, boğ azlı k. balı kçı l

* Balı kla beslenen, balı k yiyen. * Uzun bacaklı lardan, boynu ve gagasıuzun, su kı yı ları nda yaş ayan, balı k yiyerek beslenen büyük bir kuş (Ardea cinerea). balı kçı lgiller * Leyleksiler takı mı nı n balı kçı llar alt takı mı na giren bir familya. balı kçı lı k

* Balı k tutma, avlama iş i. * Balı k üretme, balı ktan yararlanma ve satma iş i. balı kçı llar * Çoğ unlukla uzun bacaklı , uzun gagalıbalı kçı l cinsinden kuş lar familyası . balı kçı n * Perde ayaklı lardan, uzunca gagalı , uzun ve çatal kuyruklu, deniz kı yı ları nda yaş ayan bir kuşcinsi, deniz kı rlangı cı(Sterna hirundo). balı kgözü * Ayakkabı ları n bağgeçirilen deliklerine ve kemer deliklerine takı lan maden, kemik gibi ş eylerden yapı lmı ş halka. balı kgözü objektif * Normal objektiflerden çok daha genişaçı yı alan ve görüntüyü dı şbükey ayna görüntüsü biçiminde veren objektif türü. balı khane * Balı kları n toptan satı ş a çı karı ldı ğ ı , soğ uk hava deposu olan yer. balı klama * (suya dalmada, atlamada) Balı k gibi gergin, düz ve başaş ağıbir biçimde. * Bir iş e, bir duruma, bir harekete sonucunun ne olacağ ı nıdüş ünmeden giriş erek. balı klamak * Balı klama tarzısuya atlamak. balı klandı rma * Balı klandı rmak iş i. balı klandı rmak * Balı k ile doldurmak, süslemek. balı klava * Deniz, göl ve ı rmaklarda balı k yatağ ıolan yer. balı klı

* Balı ğı olan.

balı knefesi * Balinagillerin baş ı ndan çı karı lan ve kozmetik maddeler ve süslü mumlar yapı mı nda kullanı lan bir yağ . balı ksı rtı * Balı k kı lçı ğı biçiminde birbirine paralel ve çapraz çizgili kumaşdeseni. * Yollarda suları n ortada toplanmayarak iki yana akmasıiçin yapı lan ş iş kinlik. balı ksı z

* Balı ğı olmayan.

baliğ * Döl verme çağ ı na eren, buluğçağı na ermişolan. baliğolmak * bulmak, eriş mek. * erinlik çağı na ermek, erinleş mek, buluğ a ermek, akı l baliğolmak. balina

* Balinalardan, uzunluğu 20 m, ağ ı rlı ğı 200 ton olan, yağı ve çubuklarıiçin avlanan memeli hayvan, kadı rga balı ğ ı , falyanos (Balaena mistycetus). * Giysilerin dik ve düzgün durmasıiçin bazıyerlerine özellikle yakaları na konulan sert, esnek, yassı , dar, uzun çubuk.

balina çubuğ u * Balinanı n ağzı na aldı ğ ısuyu dı ş arı ya süzüp içindeki deniz hayvanları nıtutması na yarayan ve üst çenesinin iki yanı nda tarak diş leri gibi sı ralanmı ş , boynuz dokusunda, esnek kemiksi bölümlerin adı . balina yağ ı *İ spermeçet balinası nı n kafa sinüslerinde bulunan yağ . balinalar balinalı

* Örnek hayvanıbalina olan, kutup denizlerinde yaş ayan memeli hayvanlar familyası . * Balina takı lmı şolan, balina geçirilmişolan (giysi).

balistik * Ateş li silâhlarda barut gazı nı n bası ncıile fı rlayı p hedefe varı ncaya kadar merminin havadaki hareketini inceleyen bilim. balkan * Sarp ve ormanlı k sı ra dağ lar. Balkanlar

* Hı rvatistan, Sı rbistan, Karadağ, Kosova, Slovenya, Arnavutluk, Makedonya, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Trakya'yı içine alan bölge. Balkanlı * Balkan devletlerinden olan, Balkanlarla ilgili. Balkanlı lı k * Balkanlıolma durumu. Balkanolog * Balkanoloji uzmanı . Balkanoloji * Balkan ulusları nı n dili, tarihi ve kültürü ile uğraş an bilim dalı . Balkar Balkarca balkı

balkı ma

* Bkz. Malkar. * Bkz. Malkarca. * Güzel süslü, parlak. * Ağrı , sancı . * Balkı mak iş i.

balkı mak * Parlamak, parı ldamak. * Şimş ek çakmak. * Su halkalanmak, dalgalanmak. * Kesik kesik ağrı mak, sancı mak. balkı r

balkon

* Parı ltı . * Şimş ek. * Bir yapı nı n genellikle üst katları nda dı ş arı ya doğ ru çı kmı ş , çevresi duvar veya parmaklı kla çevrili bölümü.

* Tiyatro ve sinema gibi büyük salonlarda asma kat. balkonumsu * Balkona benzer. balköpüğ ü * Açı k sarırenk. ballandı ra ballandı ra * Ballandı rarak. ballandı rma * Ballandı rmak iş i. ballandı rmak *İ mrendirecek biçimde övmek. ballanma

* Ballanmak iş i.

ballanmak * Bal bulaş mak, bal sürülmek. * Tatlı laş mak, tatlanmak, olgunlaş mak. ballı

*İ çinde bal bulunan.

ballıbörek * Çok lezzetli. ballıbörekli olmak * çok iyi anlaş mak. ballıpasta * Bal ile yapı lmı şveya içine bal konmuşpasta. ballı baba

* Ballı babagillerden, beyaz çiçekli ve çok yı llı k otsu bir bitki (Lamiumalbum).

ballı babagiller * Nane, lâvanta çiçeğ i, kekik gibi kokulu bitkileri içine alan ve iki çenekli bitiş ik taç yapraklı lardan oluş an bir familya. ballı darı *İ ncir. ballı k * Bal konulan kap. * Bağ larda görülen külleme hastalı ğı . * Ballı baba. ballı klı

* Ballı k hastalı ğ ıolan.

balo * Danslıve resmî giyimli gece toplantı sı . balo vermek * baloyu hazı rlamak, düzenlemek. balon

* Isı tı lmı şhava veya havadan daha hafif bir gazla doldurulan, atmosferde uçabilen, küre biçiminde araç.

* Hava veya gazla doldurulmuş , kauçuktan yapı lan çocuk oyuncağ ı . * Karnıyuvarlak ve ş iş kin, boynu dar cam kap. balon lâstik * Bisikletlerde kullanı lan bir lâstik türü. balon uçurmak * ilgililerin ne diyeceklerini ve nası l davranacakları nıanlamak amacı yla aslı olmayan bir haber yaymak. baloncu baloncuk

* Balon satan kimse. * Küçük balon.

balonculuk * Balon yapmak veya satmak iş i. balonvari * Balona benzer, balon gibi. balotaj baloz balsam

* Bir seçimde adaylardan hiçbirinin, gerekli oyu sağlayamamasıdolayı sı yla seçimin sonuçsuz kalması . * Gemici, iş çi gibi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili, danslıyer. * Bazıağ açlardan elde edilen, parfüm ve ilâçları n yapı mı nda kullanı lan reçine, belsem.

balsamlı * Balsam içeren, antiseptik ve besleyici özelliğ i olan (ilâç, merhem vb.). balsı ra

balta

* Yaprakları n üzerinde oluş an bir tür küf. * Bir tür kudret helvası . * Kesmek, yarmak, yontmak gibi iş lerde kullanı lan ağ aç saplı , demir araç.

balta değmemiş(girmemişveya görmemiş ) * içinden hiç ağaç kesilmemiş , sı k ve gür (orman, koru). balta olmak * direnerek bir ş ey istemek, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, ası lmak, musallat olmak. balta vurmak * balta ile kesmek, parçalamak. baltabaş * Başbodoslamasıomurga hattı na dikey olarak çelik lâmadan yapı lmı ş(gemi). baltacı

* Balta yapan veya satan kimse. * Odun kı rı cı . * Yangı n söndürme kuruluş ları nda balta kullanan er. * Önceleri sefer sı rası nda çalı lı k ve ormanlı k yerleri temizlemek, yol açmak, çadı rlarıkurup kaldı rmak, yükleri bindirip indirmekle; sonralarıkı zlar ağ ası na bağ lıolarak sarayıkorumak ve sarayı n dı şhizmetlerini yapmakla görevli kimse. baltacı k

* Küçük el baltası .

* Değirmen taş ı nı n ortası nda bulunan haç biçimindeki alet. baltadan kurtulmak * kesilmemek. baltalama * Baltalamak iş i, sabotaj. * Bilinçli ve kası tlıolarak, bir iş i veya bir durumu bozarak zarara yol açan harekette bulunma, sabote etme. baltalamak * Balta ile kesmek. * Bir iş i, bilinçli ve kası tlıolarak bozacak veya yı kacak davranı ş ta bulunmak, sabote etmek. baltalayı cı * Baltalama hareketini yapan kimse. baltalayı cı lı k * Baltalama iş ini yapan kimse. baltalı

baltalı k

* Baltasıolan. * Yollarıaçma ve düzenlemede balta ile donatı lmı şasker sı nı fı . * Sı k sı k kesimi yapı lan orman. * Bir köyün odun ihtiyacı nısağ laması na izin verilen koruluk veya orman bölgesi.

baltasıkütükten çı kmak * bir engelden, bir sı kı ntı dan kurtulmak. baltayıtaş a vurmak * farkı nda olmayarak birine dokunacak sözler söylemek, pot kı rmak. Baltı k

* Baltı k denizine kı yı sıolan ülkeler ve bu ülkelerin halkı .

Baltı k dilleri * Baltı k ülkelerinde konuş ulan Hint-Avrupa dil grubu. baltrap

* Atı cı lı kta hedef vazifesi gören plâkaları havaya fı rlatan yaylı alet.

balya * Çember ve demir tellerle bağlanmı şticaret eş yası . balya makinesi * Değiş ik tarı m ürünlerini ip ya da çember ile balyalama veya denkleme iş ini yapan alet. balya yapmak * balyalamak. balyalama * Balyalamak iş i. balyalamak * Balya yapmak, denk yapmak. balyalanma * Balyalanmak iş i. balyalanmak * Balyalamak iş i yapı lmak.

balyemez balyos balyoz

* Eskiden kara ve deniz savaş ları nda kullanı lan, orta çapta, uzun menzilli tunçtan top. * Osmanlıİ mparatorluğu döneminde Frenk ve özellikle Venedik elçilerine verilen ad. * Taş larıkı rmak, kazı k çakmak gibi iş lerde kullanı lan, çok iri ve ağ ı r çekiç, varyos.

balyoz gibi * çok ağ ı r, ezici (kol veya yumruk). balyozlama * Balyozlamak iş i. balyozlamak * Balyozla vurmak, balyozla dövmek. balyozlanma * Balyozlanmak iş i veya durumu. balyozlanmak * Balyoz ile dövülmek. bam teli

* Bazısazlarda kalı n ses veren tel veya kiriş . * Sakalı n, alt dudağı n hemen altı ndaki bölümü.

bam teline basmak (veya dokunmak) * en çok kı zacağı ş eyi yapmak veya sözü söylemek. bambaş ka * Büsbütün baş ka, apayrı , değ iş ik, farklı . bambaş kalı k * Bambaş ka olma durumu. bambu * Buğdaygillerden, sı cak ülkelerde yetiş en, boyu 25 m kadar olabilen, mobilya, merdiven, baston gibi birçok eş yanı n yapı mı nda kullanı lan bir tür kamı ş , Hint kamı ş ı , hezaren (Bambusa vulgaris). * Bu kamı ş tan yapı lmı şolan. bambul

* Kurtçuk evresinde ekinlerin kökünü, ergin evrede baş aklarıkemiren, kahverengi, kı n kanatlıböcek (Anisoplia austriaca). bambul otu * Sı cak ve ı lı man bölgelerde yetiş en otsu veya çalıtürü bir bitki (Heliotropium). bamya * Ebegümecigillerden bir bitki (Hibiscus esculentus). * Bu bitkinin hem taze, hem kurutularak yenilen ürünü. bamya tarlası * Mezarlı k. ban

* Osmanlıİ mparatorluğu döneminde Macaristan ve Hı rvatistan'da sancak beylerine ve küçük prenslere verilen unvan. ban ağacı

* Asya'nı n tropik bölgelerinde ve Afrika'nı n kuzeyinde yetiş en, yapraklarıtelek damarlı , çiçekleri salkı m durumunda, meyvesinden kokusuz bir yağelde edilen ağ aç (Moringa oleifera). * Sepetçi söğüdü, sorgun. ban otu

* Asya, Kuzey Afrika ve Avrupa'nı n sı cak bölgelerinde yetiş en zehirli ve otsu bir bitki (Hyoscyamus).

ban yağı * Hint yağı . bana * Ben zamirinin yönelme hâli ekli biçimi. bana bak! * "beni dinle" anlamı nda teklifsiz bir seslenme ve gözdağısözü. bana da ... demesinler * bir iş in kesinlikle yapı lacağ ı nıbelirtmek için söylenir. bana dokunmayan (veya beni sokmayan) yı lan bin yaş ası n * birçok kimseler, kendilerine kötülüğü dokunmayan kiş iye dokunmak istemezler. bana mı sı n dememek * hiçbir ş ey etkili olmamak, aldı rı şetmemek. banak banal

banallik banço aleti.

* Ekmek parçası , lokma. * Herkesin kullandı ğı , herkesin anladı ğ ı . * Bayağ ı , sı radan. * Banal olma durumu. * Amerika zencilerinin çaldı ğ ıgitar biçiminde, madenî gövdesi olan beşveya daha çok teli olan bir müzik

bançolaş ma * Bançolaş mak durumu. bançolaş mak * Banço durumuna gelmek. banda almak * bir sesi, ses cihazıile bant üzerine kaydetmek. bandaj

* Sargıile sarma. * Bağ , sargı .

bandajlama * Bandajlamak iş i. bandajlamak * Sargıile sarmak. bandajlatma * Bandajlatmak iş i. bandajlatmak

* Sargıile sardı rmak, bandaj yaptı rmak. bandı ra * Geminin hangi devlete ait olduğ unu gösteren bayrak. * Yabancıdevlet bayrağ ı . bandı ralı * Bandı rasıolan. bandı rma * Bandı rmak iş i. *İ pe dizilmişceviz, badem ve benzerlerinin, niş asta ile kaynatı lmı şüzüm suyuna veya baş ka bir tatlı ya batı rı lması yla yapı lan sucuk. * Kurutulacak üzümün güneş e serilmeden önce içine batı rı ldı ğıpotaslı suyun konulduğ u kap. bandı rmak * Banmak. * Çabuk kurumasıve renginin parlak sarıolmasıiçin üzüm salkı mları nı veya inciri küllü veya potaslıı lı k suya daldı rı p çı karmak. bando

* Türlü üfleme ve vurgulu çalgı lardan oluş an ve daha çok geçit törenlerinde kullanı lan mı zı kacı lar topluluğ u veya takı mı , mı zı ka. bandocu

* Bandoda görevi olan kimse, mı zı kacı .

bandoculuk * Bandocu olma iş i veya durumu. bandrol * Paket veya ş iş elerin ağ ı zları na konulan ş erit veya etiket. * Devletçe verginin kesildiğini gösteren etiket. * Bayrak direğinin tepesine süs olarak konulan uzun, kumaşş erit. bandrollü * Bandrolü bulunan. bangı r bangı r * Yüksek sesle, gürültüyle. bangı r bangı r ağ lamak * yüksek sesle, hı çrı karak ağlamak. bangı r bangı r bağı rmak * yüksek sesle, avazıçı ktı ğ ıkadar bağı rmak. bangı rdama * Bangı rdamak iş i. bangı rdamak * Öfkelenerek yüksek sesle bağı rı p çağı rmak, bangı r bangı r bağı rmak. Bangladeş li * Bangladeşhalkı ndan olan kimse. bani

bank

* Kurucu. * Yapan, kuran. * Etibank, Sümerbank gibi belirtme grupları nda banka sözünün yerine kullanı lı r.

bank

* Çoğ unlukla bahçelerde, parklarda oturulacak sı ra.

banka

* Faizle para alı p veren, kredi,iskonto, kambiyo iş lemleri yapan, kasaları nda para, değ erli belge, eş ya saklayan ve daha baş ka ekonomik etkinliklerde bulunan kuruluş . * Bankacı lı k iş leminin yapı ldı ğıyer. banka cüzdanı * Banka hesabıolanları n sahip olduklarıküçük defter, banka cüzdanı . banka defteri * Bkz. banka cüzdanı . banka gibi * çok zengin (kimse). banka kartı * Banka iş lemleri için otomatik makinede kullanı lan özel ş ifreli kart. bankacı * Bankacı lı k iş lemleri ile uğ raş an veya bankada görevli kimse. bankacı lı k * Banka iş lemleri yapma iş i. * Bankacı nı n mesleğ i. bankadan çekmek (veya almak) * bankadaki hesabı ndan para almak. bankamatik * Bankaları n para iş lemlerini günün her saatinde otomatik olarak yapan makine. bankaya yatı rmak * bankadaki hesabı na para koymak, biriktirmek. banker

bankerlik

* Banka sahibi. * Bankacı . * Para, altı n gibi taş ı nı r değerlerin ticaretiyle uğraş an kimse. * Çok zengin (kimse). * Banker olma durumu. * Bankerin yaptı ğıiş .

bankerzede * Banker ile olan işiliş kilerinde zarara uğrayan kimse. banket * Şehirler arası yolları n iki tarafı nda yayaları n yürümesine ve taş ı tları n trafiği aksatmadan durabilmesine yarayan çakı l veya toprak yol. bankiz * Buzla. banknot banko

* Devlet bankası tarafı ndan piyasaya çı karı lan kâğ ı t para. *İ şyerlerinde üzerine eş ya koymaya elveriş li, iştakibi için gelenle görevli arası na konulmuştezgâh.

* Talih oyunları nda, oyunu yönetenin ortaya koyduğu para. * Talih oyunları nda oyunu yöneten kimse. * Talih oyunları nda ortada toplanan paranı n hepsine oynandı ğı nıanlatı r. * Su altıtepeliğ i. banko at

* Yarı ş larda dereceye gireceği kesin olarak tahmin edilen at.

banko geçme * Banko geçmek durumu. banko geçmek * Yarı ş larda veya toto, loto gibi oyunlarda, bir atı n veya sayı nı n kesin olarak tutturulacağ ı nı tahmin edip iş aretlemek. banko sayı * Sayı sal loto oyununda, garanti olarak çı kacağ ıtahmin edilen sayı . banlama * Banlamak iş i. banlamak * Horoz ötmek. * Bağ ı rmak. banliyö

* Genellikle oturma alanıniteliğ inde olan, ş ehir merkezinden uzakta veya sı nı rları na yakı n yerlerde bulunan ş ehir yöresi, çevre, dolay. banliyö treni * Şehirle banliyö arası nda iş leyen tren. banma banmak

* Banmak iş i. * Katıbir ş eyi sulu veya tuz, biber gibi toz durumundaki maddelerin içine batı rı p çı karmak.

bant * Düz, ensiz, yassı bağ ,ş erit. * Yara üzerine yapı ş tı rı lan özel olarak hazı rlanmı şilâçlıküçük ş erit. * Ses alma cihazları nda seslerin kaydıiçin kullanı lan manyetik oksitli plâstik veya selüloz ş erit. bant çözmek * manyetik bir bant üzerine alı nmı şsesleri yazı ya aktarmak, deş ifre etmek. bant doldurmak * bir bandıses kaydederek kullanmak. bant zı mpara * Çekmeye dayanı klı , uzun kâğı t veya bezden üretilmiş , genellikle zı mparalama makinelerinde kullanı lan aş ı ndı rma gereci. bantlama

* Bantlamak iş i.

bantlamak * Bantla iki ş eyi birbirine tutturmak, bant yapı ş tı rmak. bantlayı cı * Bant yapan kimse. * Bantlama makinesi.

banttan vermek * genellikle radyo ve televizyonda banttan yararlanarak daha önceden alı nmı şbir sesi veya görüntüyü yayı nlamak. banyo

* Yapı larda, içinde yı kanı lan bölüm, hamam. * Banyo küvetinde yı kanma. * Tedavi amacıile hazı rlanan ilâçlısu. * Vücudun bir bölümünü veya bütününü, fiziksel veya kimyasal bir etki altı nda bir süre bulundurma iş lemi. * Duyarlıyüzeylerin iş lenmesinde belirli bir iş lemin gerektirdiği maddeyi erimişolarak içinde bulunduran

sı vı . banyo bataryası * Sı cak ve soğ uk su ile duşbağlantı sı nı n bir arada bulunduğu musluk takı mı . banyo almak * banyo yapmak. banyo dolabı * Banyo için gereken bütün malzemenin içinde bulundurulduğ u dolap. banyo havlusu * Banyo sonrasıkullanı lan ve özel olarak yapı lan havlu. banyo kabini * Duşkabini. banyo kazanı * Banyoyu ve suyu ı sı tmak için yapı lan özel kazan veya ı sı tma aleti. banyo küveti * Genellikle içine su doldurulup yı kanmaya elveriş li tekne. banyo sabunu * Banyo yaparken vücudu yı kamak için kullanı lan sabun. banyo takı mı * Banyo odaları nda ı slak zemine serilen altıplâstik, üstü havlu benzeri dokuma olan paspas. banyo yapmak * yı kanmak. banyolu

*İ çinde banyo bölümü olan. * Banyodan henüz çı kmı şbir kimsenin durumu.

banyosuz * Banyosu olmayan. baobap * Ebegümecigillerden, sı cak ülkelerde yetiş en, çok yüksek olmamakla birlikte, gövdesinin çevresi 20 m yi aş abilen bir ağ aç (Adansonia digitata). bap * Kapı . * (kitaplarda) Bölüm, baş lı k. * Konu, husus. * Arap gramerinde mastar çeş itlerinden her biri. bar

* Anadolu'nun doğu ve kuzey bölgesinde, en çok Artvin ve Erzurum yörelerinde el ele tutuş ularak oynanan, ağı r ritmli bir halk oyunu. bar

bar bar

* Danslı , içkili eğ lence yeri. * Ayaküstü içki içilen meyhane. * Bir salonda içki içmek için hazı rlanmı şköş e. * Hava bası ncıbirimi. * Cam kaplarda oluş an pas.

bar * Halterde kaldı rı lmasıgereken alet. bar ateş i

* Yoğun yaylı m ateş i.

bar bağlamak * kir bağlamak, paslanmak. bar bar

* Bağ ı rmak fiili ile kullanı larak bağ ı rı ş ı n öfkeli ve yüksek sesle olduğ unu anlatı r. * Apaçı k görünmek, ortada olmak.

bar havası * Bar oyunları nda tek veya toplu olarak söylenen ezgi. bar tutmak * bar oynamak için hazı rlanmak ve oyuna baş lamak. baraj

* Suyu toplamak, gücünden yararlanmak amacı yla akarsu üzerinde yapı lan bent, büğ et. * Herhangi bir alanda baş arı yıtespit etmek için gerekli olan ş art. * Futbol veya hentbolda serbest atı ş ıyapacak oyuncunun önünde karş ıtakı m oyuncuları nı n yanyana dizilip oluş turdukları duvar. baraj ateş i * Yoğun yaylı m ateş i. baraj mesafesi * Serbest atı şsı rası nda, atı şnoktası ndan kaleye doğ ru ve oluş turulan baraja kadar belirlenen nizamî ara açı klı ğı . baraj yapmak (veya kurmak) * (futbol veya hentbolda kaleye yapı lan vuruş larıönlemek için) oyuncular kale önünü kapatacak biçimde sı ralanmak, duvar yapmak. barajıaş mak * herhangi bir sebeple konulmuşolan ş artı yerine getirip baş arı sağlamak. barak

baraka

* Tüylü, kı llıçuha, kebe. * Bir cins tüylü av köpeği. * Tahta, çinko gibi hafif ş eylerden yapı lmı ş , temelsiz eğreti yapı .

barakacı k * Küçük baraka.

baran

* Yağmur.

barata

* Osmanlısarayı nda genel olarak bostancı ları n, baltacı ve kapı cı ları n giydikleri, kı rmı zıçuhadan yapı lmı ş , ucu kı vrı k, uzunca baş lı k. * Bilim doktorları nı n ve kardinallerin giydikleri dört köş e külâh veya baş lı k. baratarya barba barbakan

* Kaptanı n, tayfaları n, gemi sahibine, armatöre veya sigorta ortaklı ğ ı na bilerek verdikleri zarar. *İ htiyar Rum meyhanecilerine seslenmek için kullanı lı r. * Kale duvarları nda düş mana ok atmak için açı lmı şdelik.

barbar * Uygarlaş mamı ş . * Uygarlaş mamı şkavim, topluluk. * Kaba ve kı rı cı . * Kaba saba, ilkel. barbarca

* Barbara yakı ş an bir biçimde. * Kaba ve kı rı cı bir davranı ş la.

barbarizm * Bir sözün fonetik veya morfolojik yapı sı nda yapı lan büyük yanlı ş lı k. barbarlaş ma * Barbarlaş mak iş i. barbarlaş mak * Barbar gibi davranmak. barbarlı k * Barbar olma durumu. barbaş ı

* Bar oyunları nda sı ranı n sağbaş ı nda yer alan ve oyunun düzenini sağ layan kimse.

barbata

* Kalelerde mazgal ve mazgal siperlerinin oluş turduğ u girintili çı kı ntı lıdı şduvarları n üst bölümü, kale korkuluğu. barbekü

* Özellikle balkonlarda ı zgara et piş irmekte kullanı lan ve duvar içerisine gömülmüşocak.

barbunya * Barbunyagillerden, kı rmı zı pullu, beyaz etli, kemikli bir balı k (Mullus barbahı s). * Taneleri yuvarlak, oval veya yassı , kı rmı zı benekli, bir tür fasulye. barbunyagiller * Dikenli yüzgeçliler alt takı mı na giren, vücutlarıiri pullarla kaplı , barbunya ve tekir türleri iyi bilinen bir familya. barbut * Zarla oynanan bir çeş it kumar. barcı

* Bar iş leten kimse. barcı lı k * Barcıolma durumu. * Barcı nı n iş i veya mesleğ i. barça * Orta Çağ da kullanı lan kürekli ve yelkenli taş ı ma gemisi. * Kalyon türünden küçük savaşgemisi. barçak * Kı lı ç kabzası nı n siperi. barda

bardacı k

* Dam ustaları nı n kullandı ğı , baş ı nı n bir ucu çember parçasıbiçiminde eğ ri, öbür ucu keskin çekiç. * Fı çı cıkeseri. * Bir tür küçük ve tatlıyaşincir.

bardacı k eriği * Bardak eriği. bardağ ıtaş ı ran damla * sabı r tüketen aş ı rıdavranı şveya durum. bardağ ıtaş ı rmak * sabrı nıtüketmek. bardak

* Su ve benzeri ş eyleri içmek için kullanı lan, genellikle camdan yapı lan kap. * Bir bardağı n alacağımiktar. * (bazıbölgelerde) Toprak testi.

bardak eriğ i *İ ri ve tatlı bir tür erik. bardakaltı * Bardağı n konulduğu yeri kirletmemesi için kullanı lan, genellikle örgü, kâğı t veya plâstik örtü. * Yemek öncesi yenilen bardak altıbüyüklüğ ünde bir tür lâhmacun. bardakçı * Bardak veya çömlek yapan veya satan kimse. bardaktan boş anı rcası na yağ mak * (yağ mur) çok ş iddetli yağmak. bardan

* Çok beyaz.

bardan * Yük taş ı mak için kullanı lan çanta veya çuval. bardan bardan * Beyaz beyaz. bardo barem

* Aygı r ile diş i eş ek çiftleş mesinden üretilen her yaş taki hayvan. * Devlet memurları nı n maaş ları nı n derece ve tutarları nıdüzenleyen sistem ve çizelge.

baret baret

barfiks

*İ ş çilerin baş ları na giydikleri, metal veya plâstikten yapı lmı şş apka. * Küçük takke, papaz takkesi. * Bir tür süs iğnesi. * Çeş itli beden hareketleri yapmaya elveriş li yükseklikte, iki ayak üzerine tutturulmuşçubuklu jimnastik aracı .

bargâh *İ çine izinle girilen yer, otağ , yüksek divan. bargam barhana

barı barı nak

* Levreğ e benzer bir balı k. * Kafile, küçük kervan, göç. * Göç eş yası , ev eş yası . * Bahçe duvarı , çit. * Barı nı lacak yer, melce.

barı ndı rma * Barı ndı rmak iş i. barı ndı rmak * Barı nması nısağ lamak. barı nma

* Barı nmak iş i.

barı nmak * Doğa etkilerinden korunmak için kapalıbir yere sı ğı nmak. * Yerleş mek, yaş amak için uygun ş artlar bularak oturmak. * Çevresiyle uyumlu, dirlik içinde yaş amak. * (soyut kavramlar için) Bir yerde etkili olmak, geliş ecek ortamı bulmak. barı ş

* Barı ş mak iş i. * Savaş ı n bittiğinin bir antlaş mayla belirtilmesinden sonraki durum, sulh. * Böyle bir antlaş madan sonra insanlı k tarihindeki süreç. * Uyum, karş ı lı klı anlayı şve hoş görü ile oluş turulan ortam.

barı şgörüşolmak * her türlü dargı nlı ğı unutarak barı ş mak. barı şyapmak * barı şantlaş ması nıimzalamak. barı ş çı

barı ş çı l

* Barı ş ıseven, barı ş sever, sulhçu, sulhsever, sulhperver. * Barı ş ıamaçlayan, barı ş ıöngören. * Bkz. barı ş çı .

barı ş çı lı k * Barı ş çıolma durumu, kavga etmeme eğ ilimi.

barı ş ı k

* Baş kası ile barı şdurumunda bulunan, dargı n veya düş man olmayan, sevecen, hoş görülü.

barı ş ı k olmak * sevecen ve hoş görülü davranmak. barı ş ı klı k * Barı ş ı k olma durumu. barı ş ma * Barı ş mak durumu, uzlaş ma, anlaş ma. barı ş mak

*İ ki taraf, araları ndaki dargı nlı ğ ıkaldı rmak, uzlaş mak, anlaş mak. * Sevmek, zevk almak.

barı ş sever * Barı ş çı , barı ş çı l, sulhçu, sulhsever, sulhperver. barı ş severlik * Barı ş sever olma durumu. barı ş tı rma * Barı ş tı rmak iş i. barı ş tı rmak * Barı ş maları nısağlamak, ara bulmak. bari

barikat

* Hiç olmazsa, hiç değilse, o hâlde, öyle ise. * Keş ke. * Bir yolu veya geçidi kapamak için her türlü araçtan yararlanı larak yapı lan engel.

barikat kurmak * engel oluş turmak. barikat yapmak * çeş itli araçlarla bir engel oluş turmak. barikatlama * Barikatlamak iş i. barikatlamak * Barikat ile çevirmek, barikat yapmak. barisfer barit

* Bkz. ağı r küre. * Baryum oksit (BaO) veya baryum hidroksit Ba(OH)2.

baritin * Doğal baryum sülfat (BaSO4). baritli

*İ çinde barit bulunduran.

baritli yı kama * Kalı nbağ ı rsağ ı n ve rektumun radyolojik iş lemde baryum sülfatla doldurulmasıve yı kanması .

bariton

bariyer

bariz

* Tenor ve bas arası ndaki erkek sesi. * Basso ile alto arası nda ses veren, pistonlu bir tür ağ ı z çalgı sı . * Hemzemin geçitlerde kara yolu güvenliğ ini sağlamak için kullanı lan açı lı r kapanı r engel. * Kara yolları nı n kenarları na yapı lan korkuluk, engel. * Herhangi bir yolu kapamak için yapı lan engel. * Engelli at yarı ş ları nda üzerinden atlanmasıgereken yapay engel. * Açı k, göze çarpan, belirgin.

barizleş me * Barizleş mek iş i. barizleş mek * Bariz duruma gelmek. bark barka

* Bkz. ev bark. * Büyük sandal.

barkarol * Venedik gondolcülerinin söz ve müziği önceden yazı lmadan, içlerinden geldiği gibi söyledikleri ş arkı . * Ritmi üç zamanlımüzik eseri. barklanma * Barklanmak iş i veya durumu. barklanmak * Ev sahibi olmak; evlenmek. barkot barlam

* Çizgi im. * Bkz. barlam.

barmen * Bar tezgâhtarı . barmenlik * Bar tezgâhtarlı ğı . baro

* Bir ş ehir veya bir bölge avukatları nı n bağ lıolduklarımeslek kuruluş u.

baro baş kanı * Baro genel kurulunca en az on beşyı llı k kı demi olan avukatlar arası ndan seçilen ve baroyu temsil eden baro üyesi. barograf

* Bir hava taş ı tı nı n uçarken izlediğ i yolun yüksekliklerini çizgi hâlinde göstermeye veya iş aretlemeye yarayan alet, yükseklikölçer. barok

* M.S 1600 ile 1750 yı llarıarası ndaki klâsik sanatıizleyen resim, mimarlı k üslûbu.

* Batı edebiyatları nda dengeden çok harekete, düş ünceden çok duyuma, biçimlerin serbestçe yaratı lması ndan duyulan coş kuya önem veren, abartmalı , etkileyici, çeliş kiden çekinmeyen edebiyat akı mı . barok müzik * Çalgı lar arası nda veya çalgı larla sesler arası nda karş ı tlı klar kuran XVl-XVlll. yüzyı llar arası ndaki müzik reformunu oluş turan müzik. barokçu

* Barokçuluk yanlı sıolan kimse.

barokçuluk * Barok sanat ve edebiyat görüşve ilkelerini benimseyen akı m. barometre * Bası nçölçer. * Gösterge. baron baronluk

* Batı ülkelerinde vikont ile ş övalye arası nda soyluluk unvanı . * Baron olma durumu veya baronun görevi.

baroskop * Havanı n içinde bulunduğ u cisimlerin ağı rlı ğ ıüzerine yaptı ğ ıhafifletici etkiyi gösteren ve havası boş altı labilen bir fanus içinde terazisi bulunan fizik cihazı . barparalel * Düş ey direkler üzerine paralel olarak tutturulmuşiki tahta çubuktan oluş muşjimnastik aracı . barsak * Bağ ı rsak. barsam barsama barudî

* Yüzgeçleri dikenli ve zehirli bir çeş it çarpan balı ğ ı(Trachinus vipera). * Güzel kokulu yapraklarıyemeklere konulan, nane ve yaban kekiğ inin ortak adı . * Koyu gri renkte olan.

barut * Ateş li silâhla bir merminin atı lması na veya herhangi bir aracı n fı rlatı lması na yarayan, patlayı cı , katı madde. barut esmeri * Koyu esmer renkte olan (kimse). barut fı çı sı * Barut koymaya, doldurmaya ve muhafaza etmeye yarayan kutu, fı çı . barut fı çı sıgibi * çok kı zgı n, sinirli ve kinle dolu kimse. * her an olay çı kacak yer veya kavgaya yol açacak durum. barut gibi * öfkeli, huysuz, sert, aksi (kimse). * pek ekş i veya acı . barut hakkı * Mermiyi istenilen uzaklı ğa atabilmek için gerekli barut gazıbası ncı nısağ lamaya yetecek miktarda barut.

barut kesilmek (veya olmak) * çok öfkelenmek. barut kokusu gelmek * savaştehlikesi sezilmek. barut rengi * Koyu giri. barutçu

* Barut yapan kimse.

barutçuluk * Barut yapma veya alı p satma iş i. baruthane * Barut yapı lan veya saklanan yer. barutla oynamak * tehlikeli iş lerle uğ raş mak. barutluk

* Barut saklanan kap veya yer.

baryum

* Atom sayı sı56, yoğunluğ u 3.78 olan, doğ ada en çok baryum sülfat ve baryum karbonat olarak bulunan, havada çabuk oksitlenen, gümüşrenginde, katıve basit bir element. Kı saltması Ba. baryum karbonat * Karbondioksidin, barit üzerine etkisiyle elde edilen beyaz bir katı . baryum sülfat * Baritin. bas * En kalı n erkek sesi. * Sesi böyle olan sanatçı . * En kalı n sesli orkestra çalgı sı . bas (veya bas git) * çekil, yürü, git, defol!. bas bariton * Bası n çı kamadı ğ ıince tonlara çı kabilen, buna rağmen bası n indiğ i kalı n ve tok tonlara inemeyen sesi olan sanatçı . bas bas * Bağ ı rmak fiili ile kullanı larak bağ ı rı ş ı n yüksek sesle olduğ unu anlatı r. bas tutmak * ince sesli çalgı lara tek perdeden eş lik etmek. basak basaklı

* Merdiven. * Merdiveni olan.

basaksı z * Merdiveni olmayan. basamak

* Bir yere çı karken veya bir yerden inerken bası lan ve art arda gelen, birbirinden belirli aralı klarla yükselen düz yüzeylerden her biri. * Derece, aş ama, kerte. * Bir amaca ulaş mak için yararlanı lan kiş i, durum veya yer. * (aritmetikte) On kuralı na göre yazı lmı şbir sayı nı n, her rakamı nı n bulunduğ u sı ra, hane. * (cebirde) Bir tam denklemde bulunan bilinmeyenin en yüksek kuvveti. basamak basamak * Yavaşyavaş(yükselme veya inme). * Derece derece. basamak yapmak * bir durumu daha yükseğine eriş mek için araç olarak kullanmak. basamaklı * Basamağı olan, basamak basamak olan. basar

basar basarî basarna

* Göz. *İ leriyi görme, algı lama yetisi. * Merdivenin ayakla bası lan yüzeyi. * Görme ile ilgili. * Bir cismin bir yanı nıkaldı raçla yükseltme iş i. * Dalyanı n kapak yeri.

basbayağı * Alı ş ı landan, bilinenden hiçbir değiş ikliği olmayan. basen * Omurganı n bel ile kalça arası ndaki bölümü. * Kı tasal uzantı dan okyanus ortasısı rtları na kadar devam eden ve 4000-5000 m derinliğ i olan deniz dibi. bası * Resim kliş esi, dökme harf, taşkalı p kullanarak makine yardı mıile kâğı da ve bez gibi ş eylere yazı , resim çı karmak iş i, tabı . bası cı * Kitap, dergi gibi ş eyleri basan kimse, tâbi. bası cı lı k bası k

* Bası cıolma durumu veya bası cı nı n iş i. * Bası lmı ş , yassı laş mı ş . * Çok yüksek olmayan, alçak. * Kı sı k.

bası klaş tı rma * Bası klaş tı rmak iş i. bası klaş tı rmak * Bası k durumuna getirmek. bası klı k

* Bası k olma durumu. * Bir elipsin büyük ve küçük eksenleri arası ndaki farkı n büyük eksene oranı .

bası la

* Bası mcı lı kta, provalarda "bası nı z, bası lsı n" anlamları nda kullanı lan terim.

bası la vermek * prova hâlindeki bir kitabı n veya herhangi bir yazı nı n bası ma uygun olduğunu bildirmek. bası lı

bası lı ş

* Bası larak yerleş tirilmiş . * Bası m evinde bası lmı ş , matbu. * Bası lmak iş i veya durumu.

bası lma * Bası lmak iş i. bası lma dayanı mı * Dokusunu basarak ezmeye çalı ş an dı şetkilere ağ acı n gösterdiği direnç. bası lmak bası m

* Basmak iş ine konu olmak veya basmak iş i yapı lmak. * Basısanatı , tabaat. * Basıiş i, tabı , tipografya.

bası m evi * Basıiş i yapı lan yer, matbaa. bası mcı * Bası m evi iş leten kimse, matbaacı . bası mcı lı k * Bası m evi iş letme iş i, kitap basma iş i, matbaacı lı k. bası n

* Gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çı kan yayı nları n bütünü, matbuat.

bası n ataş esi * Resmî veya özel kurum ve kuruluş larda, yabancıtemsilciliklerde bası n ile ilgili konularıdüzenleyen yetkili ve sorumlu kimse. bası n bildirisi * Bası n yayı n organları na bilgi vermek amacı yla yetkili kurum veya kiş iler tarafı ndan hazı rlanmı şyazı lı açı klama. bası n dünyası * Görsel ve yazı lı bası n organlarıile burada görevlilerin tümü. bası n kartı * Mesleğ i bası n iş leri olan kimselerin taş ı dı ğ ıkimlik belgesi. bası n özgürlüğü * Görüşve düş ünceleri bası n ve yayı n yoluyla açı klayabilme ve yayabilme hakkı . bası n toplantı sı * Yetkili veya ilgili bir kimsenin, bir konu veya çeş itli konular üzerinde açı klamada bulunmak için gazetecilerle yaptı ğı toplantı . bası n yasağ ı * Bası n yayı n organları nı n bir konu hakkı nda yayı n yapması nıkı sı tlayı p engelleme.

bası nç

* Bir yüzey üzerine etkide bulunan gücün yüz ölçümü birimine düş en miktarı , tazyik.

bası nçlama * Bası nçlamak iş i. bası nçlamak * Hava taş ı t araçları nda, insan organizmasıiçin yeterli bası nç düzeyini sağlamak veya ayarlamak. bası nçlı * Bası nç yüklenmişolan. bası nçlısu * Bası nç yüklenerek fı ş kı rtı lma düzeyine getirilmişsu, tazyikli su. bası nçölçer * Hava bası ncı nıölçerek yer yükseltilerini ve hava değ iş imlerini tespit etmek için kullanı lan alet, barometre. bası nçölçüm * Hava bası ncıölçümlerini inceleyen birim. bası ölçer * Buharı n veya herhangi bir gazı n bulunduğ u kabı n yüzeyine yaptı ğ ıbası ncıbelirleyen alet. * Akı ş kanları n bası ncı nıölçen araç. bası p geçmek * önde gideni geçmek. * önem vermeyerek uğramamak. bası p gitmek * birdenbire gitmek, aklı na koyduğ uş eyi yapmak üzere bulunduğu yerden uzaklaş mak, çekip gitmek. bası rgama * Bası rgamak iş i. bası rgamak * Ağı rlı k çökmek veya basmak. * Kâbus çökmek. bası rganma * Bası rganmak durumu. bası rganmak * Üzerine ağı rlı k basmak, kâbus çökmek. bası ş * Basmak iş i. basil basiret

* Bakterilerin çomak biçiminde ince uzun olan türü. * Doğru görüş , uzağ ıgörüş , seziş , uyanı klı k, anlayı ş , kavrayı ş , dikkat, sağgörü.

basireti bağ lanmak * iyi düş ünemez, gerçeğ i göremez bir duruma düş mek. basiretli * Gerçeği görebilen, uzağı görebilen, basireti olan, sağgörülü. basiretsiz

* Gerçekleri görebilmekten uzak, ileri ve uzak görüş lü olmayan, sağ görüsüz. basiretsizlik * Gerçekleri, ileriyi ve uzağıgörememe, sağ görüden yoksun olma. basit

* Yapı lmasıveya anlaş ı lması kolay olan, karı ş ı k olmayan, bayağ ı . * Süssüz, gösteriş siz. * Bilgi ve görgüsü sı nı rlıolan, bayağ ı , görgüsüz. * Her zaman rastlanan, özelliği olmayan, olağan. * Kolay.

basit cisim * Maddesi tek elementten oluş muşcisim. basit cümle * Tek yargıbildiren cümle. basit faiz * Faizleri üzerine eklenmemişana paraya belli bir dönem sonunda verilen faiz. basit kelime * Anlamlı olarak daha küçük parçaya bölünemeyen, kök durumundaki kelime, yalı n kelime. basit kesir * Payıpaydası ndan küçük olan kesir. basit renk * Biçmeden geçen beyaz ı ş ı ğ ı n ayrı ldı ğ ırenklerden her biri. basitçe * Basit olarak, kolay tarafı ndan. basite indirgemek * basitleş tirmek, sade bir biçime döndürmek,basite irca etmek. basitleş me * Basitleş mek iş i. basitleş mek * Basit duruma gelmek. basitleş tirme * Basitleş tirmek iş i. basitleş tirmek * Gereksiz ayrı ntı lardan arı tarak sade duruma getirmek. basitlik Baskça

* Basit olma durumu. *İ spanya'nı n Bask bölgesinde kullanı lan dil.

basket * Basketbolda kazanı lan sayı . basket yapmak * basketbolda sayıkazanmak. basketbol

* Beş er kiş ilik iki takı m arası nda topu 3 m yükseklikteki karş ı lı klı duran ağgeçirilmişiki sepetten birine sokup sayıkazanmak esası na dayanan bir oyun. basketbolcu * Basketbol oyuncusu. basketbolculuk * Basketbol oynama veya oynatmak iş i. basketçi

* Basketbol oyuncusu, basketbolcu.

baskı

* Bir eserin bası lı şbiçimi veya durumu. * Basısayı sı . * Bir eserin bası larak tekrarlanan her bir kezi. * Giysinin içine kı vrı lı p dikilen kenarı . * Hak ve özgürlükleri kı sı tlayarak zor altı nda bulundurma durumu, tazyik. * Bir maddeyi sı kı p ezen alet, pres. * Belirli ruhî etkinlik ve süreçleri, kiş inin isteği dı ş ı nda bilinçaltı na itmesi veya bu itilenlerin bilince çı kması nı önleme durumu. * Karş ıtakı m oyuncusunun hareketini ve sonuç alması nıengellemek amacı yla uygulanan yakı n savunma durumu. baskıaltı nda tutmak * özgürlüğ ünü engellemek, kı sı tlamak. baskıgrubu * Bir iş in yapı lması nda, gerçekleş tirilmesinde veya tamamlanması nda baskıoluş turan güç. baskıkalı bı * Kitap kapları na süslemeler basmak için kullanı lan kalı p. baskıresim * Gravür tekniği ile yapı lan resim, kazı ma resim. baskıyapmak * bir kimseyi bir iş i yapmaya zorlamak, zor kullanmak. baskı cı

*İ ş lenecek kumaş lar üzerine kalı plara resim basan kimse. * Matbaacı lı kta baskı iş lerini yapan kimse. * Kı sı tlayı cı .

baskı cı lı k * Baskı cı nı n iş i. baskı da kalmak * yağ mur yağ dı ktan sonra toprağı n üst kı smısertleş erek tohumlar fidelenip toprak üstüne çı kmak. baskı lı * Baskı sıolan. baskı lı k baskı n

* Bir masadaki kâğ ı tları n uçmamasıiçin üzerlerine konulan özel biçimdeki ağı rlı k. * Suç iş lediğ i veya suçluları n bulunduğu sanı lan bir yere ansı zı n girme. * Kı sa süreli, beklenmedik saldı rı . * (sertlik, zorluk bakı mı ndan) Üstün.

baskı n basanı ndı r

* düş manıgafil avlayı p saldı ran taraf savaş ıkazanı r. baskı n çı kmak (veya gelmek) * (karş ı laş tı rma konusu olan kimseyi) geçmek, üstünlüğünü göstermek. baskı n vermek * anî ve habersiz girmek, saldı rı da bulunmak. baskı n yapmak * suç iş lendiği veya suçluları n bulunduğu sanı lan bir yere ansı zı n girmek. * düş mana ansı zı n saldı rmak. * ansı zı n konuk gelmek. baskı na uğ ramak * düş manı n beklenmedik bir saldı rı sı yla karş ı laş mak. * bir yerde suç üstü yakalanmak. * beklenmedik bir zamanda konuklar gelmek. baskı ncı * Baskı n yapan kimse. baskı sı z

* Hak ve özgürlükleri kı sı tlanmamı ş . * Disiplinsiz. * Terbiyesiz, ahlâksı z.

baskı sı z büyümek * serbest bir eğitimle yetiş mek. basklârnet * Kalı n sesli klârnet. baskül

* Çoğ unlukla bir kütleyi çok daha küçük bir kütle yardı mı yla tartmaya yarayan alet. *İ ki kolu sı ra ile kalkı p inebilen, ortası ndan veya uçları ndan birine az çok yakı n değ iş mez bir noktaya dayanan kaldı raç. basma

* Basmak iş i. * Üzerinde basıile yapı lmı şrenkli biçimler bulunan pamuklu kumaş . * Bu kumaş tan yapı lmı şolan. * Gazete, dergi, kitap gibi basıile hazı rlanmı şyazı lış eyler, matbua. * Bası lmı ş , matbu. *İ skambil kâğ ı dıile oynanan bir oyun. * Gübre, tezek.

basma kalı bı * Kitap, kumaşgibi ş eylerin baskı sıiçin hazı rlanan kalı p. basmacı * Basma yapan veya satan kimse. * Pamuklu, tülbent vb. üzerine kalı pla desen basan kimse. * Bohça ile köylerde eş ya satan kadı n, bohçacı . basmacı lı k * Basma alı m satı mı . * Pamuklu, tülbent vb. üzerine kalı pla desen basma iş i. * Matbaacı lı k. basmahane * Basma yapı lan işyeri.

basmak

* Vücudun ağ ı rlı ğı nıverecek biçimde ayak tabanı nıbir yere veya bir ş eyin üzerine koymak. * (küçük çocuklar için) Ayakta durabilmek. * Bir ş eyi, üzerine kuvvet vererek itmek. * Sı kı ş tı rarak yerleş tirmek. * Basıiş i yapmak, tabetmek. * Örtmek, bürümek, kaplamak. * Bir ş ey üzerinde kalı p, mühür gibi bir araçla iz yapmak. * Baskı n yapmak. * Bazıisimlerle birlikte sertlik, aş ı rı lı k anlamları nda yardı mcıfiil olarak kullanı lı r. * Bir kimse bir yaş a girmek. * Çevreyi kaplamak, çökmek. * Bası nç yaparak sı vıve gazları itmek. * Kümes hayvanları kuluçkaya yatmak. * Bir ş eyin etkisinde kalı p eziklik, üzüntü ve ağ ı rlı k duymak.

basmakalı p * Özgünlüğü olmayan, değiş iklik göstermeyen, bilineni tekrarlayan, harcı âlem, kliş e. basmakalı plaş mak * Basmakalı p durumuna gelmek. basmalı * Basma özelliğ i olan. basmalı k * Üzerine bası lacak ş ey. basso

* En kalı n erkek sesi. * En kalı n sesli orkestra çalgı sı .

bastana salatası * Domates, taze soğ an, yeş ilbiber, maydanoz, nane ve limon suyu kullanı larak yapı lan bir salata türü. bastarda

* Bkz. baş tarda.

bastı * Kı yma ile piş irilmişsebze. * Bastı rma. bastı bacak * Bacaklarıkı sa veya çarpı k (kimse). * (çocuk için) Yaramaz. bastı ğıyerde ot bitmez * gittiği yere uğ ursuzluk götürür, gittiği yerin bereketini kurutur. bastı ğıyeri bilmemek * çok sevinmek. *ş aş kı nlı ktan nerede olduğ unu seçememek, durumunu kontrol edememek. bastı k bastı rak bastı rı k

* Pestil. * Yol yapı mı nda çakı l, kum, curuf gibi maddeleri ezmeye ve sı kı ş tı rmaya yarayan alet. * Kapı yıarkadan bastı rmak için kullanı lan ağaç dayak. * Ağı rlı k, baskı , yük.

bastı rı lma * Bastı rı lmak iş i. bastı rı lmak * Bastı rmak iş ine konu olmak. bastı rı m

* Ruh dünyası nda oluş an tepkimelerin bilinç dı ş ı na yansı ması .

bastı rma * Bastı rmak iş i. * Bastı . bastı rmak * Basmak iş ini yaptı rmak. * Zararlıbir olayı önlemek. * Üstünlüğünü göstermek. * Bir kumaş ı n kenarı nıkı vı rı p dikmek. * Gidermek. * (cevap için) Hemen yetiş tirmek. * Ansı zı n birinin yanı na gitmek. * Birdenbire ve pek çok etkisini göstermek. * Kümes hayvanları nıkuluçkaya yatı rmak. * Baskıyapmak, üzerine iyice düş mek. bastika * Bir yelken serenine veya herhangi bir ağaca açı lan delik. baston

* Yürürken dayanmaya yarayan ağaç veya metalden yapı lan araç. * Geminin baştarafı ndaki yatı k direğ in (cı vadranı n) dı ş arı ya doğ ru uzanan parçası .

baston francala *İ nce, uzun ekmek. baston gibi (veya baston yutmuşgibi) * dimdik duran veya yürüyen (kimse). bastoncu

* Baston yapan veya satan kimse.

bastonculuk * Baston yapma veya satma iş i. bastonlu

* Bastonu olan.

bastonsuz * Bastonu olmayan. basur

* Kalı n bağı rsağı n alt bölümünde ve anüste toplardamarları n geniş lemesiyle oluş an varis, hemoroit.

basur memesi * Anüste geniş leyip meme gibi uzamı şdamar yı ğı nı . basur otu * Düğ ün çiçeğ igillerden, nemli ormanlarda biten, köklerinde basur memelerine iyi gelen bir madde bulunan, sarıçiçek açan küçük bir bitki (Ranunculus ficaria). basurlu

* Basuru olan, hemoroitli. basübadelmevt * Ölümden sonra dirilme. basya

* Sapotgillerden, tohumları ndan sabunculukta kullanı lan bir yağelde edilen, Asya'da yetiş en bir ağaç (Basia).

baş

*İ nsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağ ı z gibi organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser. * Bir topluluğu yöneten kimse. * Baş langı ç. * Temel, esas. * Arazide en yüksek nokta. * Bir ş eyin genellikle toparlakça ucu. * Bir ş eyin uçları ndan biri. * Kasaplı k hayvanlarda ve bazıyiyeceklerde tane. * Para değiş tirirken verilen veya alı nan üstelik, sarrafiye. * Bir ş eyin yakı nıveya çevresi. * "Baş " kelimesi birçok deyimde "öz varlı k, kendisi" anlamı nıtaş ı yan bir zamir niteliğindedir. * Önem veya yönetim bakı mı ndan ileride olan, en önemli, en üstün anlamı nda birleş ik kelimeler yapar. * Güreş te pehlivanları n ayrı ldı klarıbeşderecenin en yükseğ i. * "... baş ı na" adlardan sonra ve nicelik anlatan kelimeden önce gelerek üleş tirme anlamı verir. * Deniz teknelerinde ön taraf. * En uç, yüksek nokta veya en ön. baş

* Çı ban.

başağ ı rlı k * Ağı r sı klet. başağ rı sı * Baş ı n ağrı ması , baş ta oluş an rahatsı zlı k. * Sürekli sı kı ntıyaratan durum veya kimse. başağ rı sıolmak * sı kı ntıvermek, uğ raş tı rmak. başağ rı tmak * tedirgin etmek, bı kkı nlı k vermek, can sı kmak. başalamamak * çok uğ raş tı ran bir konu yüzünden vakit ve fı rsat bulamamak. başalmak * fı rsat bulmak. başaş ağı * Baş ıaş ağ ıgelmek üzere. başaş ağıdüş mek * kiş iliğ inden kaybederek toplum içindeki durumu sarsı lmak. başaş ağıetmek * tersine çevirmek. başaş ağıgelmek * tepesi üstü düş mek. başaş ağıgitmek

* sürekli zarar görmek veya kötüleş mek. başaş ağıgitmek * iş leri ters gitmek, sürekli zarar etmek. başbağ lamak * baş ı na bir örtü örtmek. * baş ak vermek. * birine veya bir ş eye bağ lanmak, intisap etmek. başbaş * çocukları n "Allaha ı smarladı k" anlamı nda ellerini baş ları na götürmelerini sağlamak için söylenir. başbaş a

* Birlikte, beraberce.

başbaş a (veya kafa kafaya) vermek * iki veya daha çok kimse bir kenara çekilip konuş mak. * dayanı ş mak. başbaş a bı rakmak * birinin, bir ş eyle veya bir kimseyle yalnı z kalması nısağlamak. başbaş a kalmak * biriyle veya bir ş eyle yalnı z kalmak. başbaş a olmak * birlikte bulunmak, beraber yaş amak. başbelâsı * Sı kı nt ı , üzüntü veren. başbezi

* Mendil.

başbı çağı * Ustura. başbiti * Bkz. bit. başbulmak * (alı şveriş te) kazanç bı rakmak. başçanağ ı * Kafa tası . başçekmek * ön ayak olmak. başçevirtmek * baş ıarkaya doğ ru döndürtmek. * birinin arkası ndan hayranlı kla bakmak. başdöndürmek * baş arı dan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek, aş ı rıheyecanlandı rmak. başdöndürücü * (çabuklukta) olağ anüstü, aş ı rı . * baygı nlı k verici. başdöndürücü

* Şaş kı na, serseme çevirici. başdönmesi * Göz kararı p düş ecek gibi olma. başedebilmek * bir kimseyi yola getirmeye veya bir ş eyi yapmaya gücü yetmek. başeğ mek * saygıgöstermek için başeğerek selâmlamak. * direnmekten vazgeçip buyruk altı na girmek, inkı yat etmek. başelde iken * ölmeden, yaş arken sağiken. başetmek (veya edememek) * gücü yetmek (yetmemek), baş arıkazanmak (kazanmamak). başgelmek * yenmek, gücü yetmek. başgöstermek * belirmek, ortaya çı kmak, zuhur etmek, vuku bulmak. başgöz etmek * evlendirmek. başgöz olmak * evlenmek. başkaldı rma * başkaldı rmak iş i, isyan. başkaldı rmak * ayaklanmak, yönetime karş ıgelmek, isyan etmek. * iyice coş mak, kabarmak. başkaldı rmamak * Bkz. baş ı nıkaldı rmamak. başkesmek * selâm için başeğ mek. başkı ç vurmak * baş tan gelen dalgalarla gemi, baş ıve kı çıüzerinde inip kalkmak. başkı rı lı r fes içinde, kol kı rı lı r yen içinde * aile içindeki, arkadaş lar arası ndaki uyuş mazlı klar yabancı lara duyurulmamalı dı r. başkomak (koymak) * bir ş ey uğruna ölümü göze almak. başkoş mak * bir iş i baş armak için çalı ş mak. başnereye giderse, ayak da oraya gider * küçükler büyüklerin izinde gider, her iş te onları örnek tutarlar. başol da, istersen soğ an baş ı ol * küçük bir iş te de olsa, baş ta olmak önemlidir. başolan boşolmaz

* bir yerde başolan kimse taş ı dı ğ ıdeğer dolayı sı yla o yere gelmiş tir. * işbaş ı ndaki kiş inin iş i çoktur. başörtüsü * Bkz. baş örtü. başsağlı ğı * Ölen bir kimsenin yakı nları na söylenen ilgi ve yakı nlı k anlatan söz. başsağlı ğıdilemek * ölen bir kimsenin yakı nları na ilgi ve yakı nlı k anlatan söz söylemek. başsallamak * karş ı sı ndakinin her sözünü uygun bulur görünmek. baştacı * Çok sevilen, çok yüksek tutulan (kimse veya ş ey). baştacıetmek baştacıetmek * çok sevmek ve saymak, el üstünde tutmak. baştutamamak * rüzgâr, fı rtı na yüzünden, yapı lı ş ı ndaki veya yükseliş indeki bir bozukluk sebebiyle gemi dümene uymamak, rotadan çı kmak. baştutmak * elebaş ıolmak. başucu * Yatı lan bir yerin başkonulan yönü veya yakı nı . başucu kitabı * Sı k sı k yararlanı lan, ana bilgileri veren, değ erini hiç yitirmeyen eser. başüstünde tutmak * çok iyi ağı rlamak. başüstünde yeri var * büyük bir saygıve ilgi ile karş ı lanı r veya ağ ı rlanı r. başüstüne * bir dileğin yerine getirileceğ ini içtenlikle belirtmek için "peki" anlamı nda kullanı lan söz. başvermek * (çı ban) olgunlaş mak. * (buğday vb. bitkiler) baş ak bağ lamaya baş lamak, baş ak oluş mak. * (gemi, kayı k) döndürmek, çevirmek. başyakmak * kötü duruma düş ürmek. başyapmak * (kuaför) saç bakı m ve tuvaleti yapmak. başyarı lı r (kı rı lı r) börk (fes) içinde, kol kı rı lı r kürk (yen) içinde * aile içindeki kiş ilerin anlaş mazlı klarıaile içinde kalmalı dı r. başyarma * Vida yapı mı nda kullanı lacak olan perçinlerin baş ları na tornavida yerleri açmak iş i.

başyastı ğ ı * Yatakta baş ı n altı na konulan yastı k. başyemek (baş ı nıyemek) * birinin ölümüne veya yok olması na sebep olmak. * birinin güç duruma düş mesine yol açmak. baş a baş * birinden üstün olmadan. baş a baş * Eş it durumda, dengeli olarak. baş a başgelmek * eş it olmak, denk olmak. baş a başnoktası * bir yabancıparanı n veya değ erli kâğ ı dı n piyasa değeri ile üstünde yazı lı değ erin aynıolmasıdurumu. baş a çı kmak * güçlükler çı karan biriyle olan iş ini, kendi istediğ i yolda sonuçlandı rabilmek. baş a çı kmak * bir ş eye gücü yetmek. baş a geçmek * en üstün yeri almak. baş a gelen çekilir * çaresiz durumlara düş üldüğ ünde insanı n kendini üzüntüye kaptı rmayı p bu durumlara katlanması nı n olağ an ve doğ ru bulunduğunu anlatı r. baş a gelmek * (kötü bir duruma) uğ ramak. baş a güreş mek * yağ lıgüreş te, en usta pehlivanlar baş pehlivanlı k için yarı ş mak. * en üstün sonucu elde etmek için mücadele vermek. baş a vermek * değ iştokuşyaparken üste bazış eyler vermek. baş ağaç * Boyuna dikey yönden kesilmişolan ve yı l halkalarıçember biçiminde görüntü veren ağ aç. Baş ak baş ak

* Zodyak üzerinde Aslan ile Terazi burçlarıarası nda bulunan burcun adı , Zodyak. * Arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerin taneleri taş ı yan kı lçı klıbaş ı . * Tarlalarda, bağ larda dökülmüşveya tek tük kalmı şolan ürün.

baş ak bağlamak (veya tutmak) * arpa, buğ day, yulaf gibi ekinlerde baş ak oluş mak. baş ak toplamak * tarlalarda kalmı şbaş aklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplamak. baş akçı * Tarlalarda kalmı şbaş aklarıveya bağ larda dökülmüşmeyveleri toplayan kimse. baş akçı k

* Çiçeklerde baş ağ ıoluş turan çiçek demeti veya topluluğu. baş aklama * Baş aklamak iş i. baş aklamak * Tarlalarda, bağ larda kalmı şdöküntüleri toplamak. baş aklanma * Baş aklanmak durumu. baş aklanmak * Baş ak bağ lamak, tutmak. baş aklı * Baş ağıolan (ekin). * Arka ucu baş ka biçimde olan (ok). baş aktör * Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli erkek oyuncu. baş aktörlük * Baş aktörün iş i veya mesleği. baş aktris

* Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli kadı n oyuncu.

baş aktrislik * Baş aktrisin iş i veya mesleği. baş altı * Yağ lıgüreş te pehlivanları n ayrı ldı ğ ıbeşderecenin ikincisi. * Gemilerde tayfa ve erlerin baştaraftaki koğuş ları . baş arı * Baş armak iş i veya baş arı lan iş , muvaffakı yet. baş arıgöstermek (veya kazanmak) * baş armak. baş arı lı

* Baş arı gösteren, muvaffakı yetli. * Baş arı lmı ş , üstesinden gelinmiş . * Baş arı lıbir biçimde, baş arıgöstererek.

baş arı lma * Baş arı lmak iş i. baş arı lmak * Baş arı ile sona ermek. baş arı m

baş arı sı z

* Elde edilen bir baş arı . * Bir sporcunun yapabileceği en iyi derece, takat sı nı rı , performans. * Baş arı göstermeyen, muvaffakı yetsiz. * Baş arı lamayan, muvaffakı yetsiz. * Baş arı göstermeyerek.

baş arı sı z olmak * baş arı sağlayamamak, baş arıgösterememek.

baş arı sı zlı ğ a uğramak * baş arı sı z olmak. baş arı sı zlı k * Baş arı sı z olma durumu, muvaffakı yetsizlik. baş arma

* Baş armak iş i.

baş armak * Bir iş i istenilen biçimde bitirmek, muvaffak olmak. baş asistan * En üst derecedeki asistan. baş asistanlı k * Baş asistan olma durumu. * Baş asistanı n görevi. baş at

* Benzerleri arası nda güç ve önem bakı mı ndan baş ta gelen, hâkim, dominant.

baş at karakter * Bir melezde her zaman ortaya çı kan karakter. baş atlı k * Baş at olma durumu, hâkimiyet. baş atlı k yasası * Irk karı ş ması nda güçlü öz yapı nı n sonraki soylardan üstün geldiğ ini kanı tlayan yasa. baş bakan * Hükûmet baş kanı ; bakanlar kurulunun baş ı , kabinenin baş ı , baş vekil. baş bakanlı k * Baş bakan olma durumu ve baş bakanı n görevi. * Baş bakanı n makamı . * Baş bakan ve görevlilerinin çalı ş tı ğı daire. baş bayi

* Bir dağ ı tı m iş inde bütün bayilerin bağ lı bulunduğ u ana bayi.

baş buğ

* Eski Türklerde baş , baş kan, komutan. * Osmanlıİ mparatorluğunda savaşzamanıbaş ka birliklerden ayrı lı p bir araya getirilerek oluş turulan birliğ in veya milis güçlerinin komutanı . baş çavuş * Astsubay baş çavuş . * Yeniçeri ocağı nı n çavuş u. baş çavuş luk * Astsubay baş çavuşrütbesi. baş çı

baş çı k

*İ ş çi baş ı . * Çiğveya piş mişkoyun, kuzu, sı ğ ı r baş ısatan kimse. * Çiçeklerin erkek organları nda çiçek tozunu taş ı yan torbacı k, haş efe.

baş danı ş man * Danı ş manları n baş ı . baş danı ş manlı k * Baş danı ş manı n iş i veya görevi. baş dekorcu * Dekorcuları n baş ı , dekor hazı rlamada en üst sorumlu. baş dekorculuk * Baş dekorcunun iş i veya mesleğ i. baş dizgici * Bir bası m evindeki dizgicilerin baş ı , baş mürettip, sermürettip. baş dizgicilik * Dizgicilerin baş ı . baş dümenci * Dümencilerin baş ı . baş dümeni * Gemi veya teknelerin baş ı na yerleş tirilen ve iyi bir manevra sağ layan dümen. baş efendi * Devlet dairelerinde kı demli memur, baş kâtip. baş eksper * Eksperlerin baş ı . baş eser * Kendi türünde en mükemmel eser, baş yapı t, ş aheser. baş eski

baş fiyat

* En kı demli kimse. * Yeniçeri bölüklerinin en kı demsiz subayıve erlerinin en kı demlisi. * En iyi ürün için tespit edilen fiyat.

baş gardiyan * Gardiyanları n baş ı . baş garson * Garsonları n baş ı , metrdotel. baş garsonluk * Baş garson olma durumu. * Baş garsonun iş i, metrdotellik. baş gedikli * En yüksek rütbeli astsubay. baş hakem * Yarı ş mayıveya oyunu yöneten hakemlerin baş ı . baş hekim * Bir hastahaneyi yönetmekle görevlendirilen hekim, baş tabip, sertabip. baş hekimlik * Baş hekimin görevi. * Baş hekimin makamı .

baş hemş ire * Bir klinik veya hastahanede hemş ireleri yönetmekle görevlendirilmişhemş ire. baş hemş irelik * Baş hemş ire olma durumu. baş hostes * Hava yolları nda hosteslerin en deneyimlisi ve yapı lan sefer boyunca hizmetten sorumlu kimse. baş ıaçı k * Örtü veya ş apka ile baş ı örtülmemiş . baş ıağ rı mak * bir iş ten dolayısorumlu duruma düş mek. baş ıbağ lanmak * biri evlendirilmek. * birini yandaşolarak kazanmak, kendi yanı nda tutmak. baş ıbağ lı * Serbest olmayan. * Evli. baş ıbelâda * çözülmesi güç, sı kı ntı lıbir durumda. baş ıbelâya girmek (veya uğ ramak) * sı kı cı , üzücü bir durumla karş ı laş mak. baş ıbütün * eş i hayatta olan (karıveya koca). baş ıçatlamak * baş ıçok ağrı mak. baş ıçekmek * herhangi bir konuda önde gitmek, ön ayak olmak. baş ıdara düş mek * sı kı ntı ya girmek. baş ıdaralmak * (para yönünden) sı kı ntı ya, darlı ğ a düş mek. baş ıdarda kalmak * parası zlı ktan dolayısı kı ntı da olmak. baş ıderde girmek * sı kı ntı lıbir duruma düş mek. baş ıdertte * çözülmesi güç, sı kı ntı lıdurumda. baş ıdevletli * Talihli, bahtıaçı k. baş ıdimdik * Onurlu, gururlu. baş ıdinç

* Kaygı sı z ve tasasıolmayan.

baş ıdönmek * insana, eş yanı n dönmesi, ayağı nı n altı ndan yerin çekilmesi gibi bir duygu gelmek. * sı kı ntıyaratan bir durum karş ı sı nda bunalmak. * görkemli bir ş ey karş ı sı nda ş aş ı rmak. * para veya mevki sebebiyle ş aş ı rı pş ı marmak. baş ıdumanlı * Doruğunu sis bürümüş(dağ). * Sevdadan veya içkiden sarhoş . baş ıgöğe ermek (veya değ mek) * beklenmeyen bir mutluluğ a ermek. baş ıhavada * sevinçli. baş ıhoşolmamak * bir ş eyden hoş lanmamak. baş ıiçin

* "çocuğ umuzun baş ıiçin", "annenizin baş ı için" gibi sözlerde değerli bir kiş i ortaya konarak kullanı lan ant veya yalvarma sözü. baş ıkalabalı k * yanı nda bir iş i konuş amayacak kadar çok kimse var. baş ıkazan gibi olmak * baş ı nda çok ağrıve uğultulu bir sersemlik olmak. baş ınâra yanmak * baş kası uğruna büyük bir zarara uğ ramak. baş ıönünde * uslu, çevrede gözü olmayan. baş ısı kı lmak (veya sı kı ş mak) * herhangi bir güçlük karş ı sı nda kalmak, bunalmak. baş ısı kı ya gelmek * herhangi bir güçlük karş ı sı nda bunalmak, zor durumda kalmak. baş ıtaş a değmek * ağ ı r bir durum kendisine ders olmak. baş ıtutmak * gürültüden veya üzüntüden baş ıağ rı mak. baş ıüstünde yeri olmak * her zaman iyi karş ı lanmak, ağı rlanmak. * bir düş ünce veya davranı ş ıuygun bulmak. baş ıyastı ğ a düş mek * yorgunluktan veya güçsüzlükten uykuya dalmak. baş ıyastı k yüzü görmemek * yatağ a yatı p uyumamı şolmak. baş ıyerde * utançla, kı rgı nlı kla, üzüntüyle. baş ıyerine gelmek

* zihin yorgunluğu geçmişolmak. baş ıyukarda * onurlu, kibirli, kendini beğenmiş . baş ıyumuş ak * Uysal, söz dinler (kimse). baş ızapt olunmamak * binicisini alı p götürmek. baş ı boş

* Bir ş eye veya kimseye bağ lıolmayan. * Bağ lanmamı ş , serbest bı rakı lmı ş . * Yönetimsiz, baskı sı z, denetimsiz.

baş ı boşbı rakmak * üstünde hiçbir baskıveya denetim bulundurmamak, kendi havası na bı rakmak. baş ı boşkalmak * baskıaltı nda bulunmamak, karı ş anı , görüş eni olmamak. baş ı boş luk * Baş ı boşolma durumu. baş ı bozuk * Askerlerin arası na katı lmı şsivil savaş çı . * Düzensiz topluluk. * Kargaş alı , karı ş ı k, içinden çı kı lamayan. baş ı bozukluk * Baş ı bozuk olma durumu. * Düzensiz davranı ş , düzensizlik, disiplinsizlik. baş ı kabak * Saçı dökülmüşveya dibinden kesilmiş . * Baş ı nı örtmeden. baş ı m gözüm üstüne * belirtilen istekleri içtenlikle yapmayıkabul etmeyi anlatı r. baş ı mla beraber * memnunlukla, seve seve. baş ı n sağolsun * yakı nları ndan birini toprağ a vermişbir kimseye söylenen ilgi ve yakı nlı k anlatan söz. baş ı na balta kesilmek (veya olmak) * sürekli istemek, ı srar etmek, inat etmek. baş ı na belâ açmak * kötü bir olay dolayı sı yla dert sahibi olmak. baş ı na belâ almak * bir sorunla karş ı laş mak, kötü bir duruma düş mek. baş ı na belâ olmak (veya kesilmek) * sı kı ntıvermek, tedirgin etmek, musallat olmak. baş ı na bir hâl gelmek * kötü bir duruma uğramak. * ölüm ihtimalini bildirmek için kullanı lı r.

baş ı na buyruk * kimseden izin almaksı zı n dilediği gibi davranan. baş ı na çalmak * bir ş eyi öfkeyle, nefretle geri vermek. baş ı na çalsı n * birine verilmek istenilen bir ş eyin öfke ve nefretle geri çevrildiğ ini anlatmak için söylenir. baş ı na çı karmak *ş ı martmak, çok yüz vermek. baş ı na çı kmak * birinden yüz bulup ona karş ıpek ş ı marı kça davranmak. baş ı na çorap örmek * birine, haberi olmadan kötü duruma düş ürücü davranı ş ta bulunmak. baş ı na dert etmek (veya açmak) * bir ş eyi üzüntü konusu yapmak. baş ı na devlet kuş u konmak * beklemediğ i büyük bir nimeti ele geçirmek. baş ı na dikmek * birini veya bir ş eyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek. * bir içeceğ i kabıyukarıkaldı rarak sonuna dek içmek. baş ı na dolamak * musallat etmek. baş ı na dünyanı n belâsı nısarmak * büyük felâket getirmek. baş ı na ekş imek * ağ ı r yük olmak. * üstüne kalmak. baş ı na geçirmek * baş ı na giymek. * bir ş eyi öfke ile birisinin baş ı na vurmak. baş ı na geçmek * görevi altı nda bulundurmak. * bir iş in yönetimini ele almak. * bir iş i yapmaya baş lamak. baş ı na gelmek * bir görevin baş ı na gelmek. * kötü bir durumla karş ı laş mak. * beklenmedik, ş aş ı rtı cıbir olay veya durumla karş ı laş mak. baş ı na güneşgeçmek * güneşçarpmak. baş ı na işaçmak * uğraş tı rı cıve üzücü bir iş in çı kması na yol açmak. baş ı na işçı karmak * istenilmeyen veya uğ raş tı rı cıbir iş e yol açmak.

baş ı na işçı kmak * boş a gitmeyen ve beklenmedik bir işveya olayla karş ı laş mak. baş ı na kakı nç etmek * yapı lan bir iyiliğ i sürekli olarak söyleyerek bı ktı rmak. baş ı na kakmak * yapı lan bir iyiliğ i yüzüne vurarak birini üzmek. baş ı na kalmak * istemediğ i hâlde bir iş i yapmak veya bir kimseye bakmak zorunluğ u ile karş ı laş mak. baş ı na kan çı kmak * öfkelenmek, hiddete kapı lmak, kontrolünü yitirmek. baş ı na karalar bağ lamak * çok kederlenmek. baş ı na oturmak * Bir iş i yapmaya baş lamak, iş e koyulmak. baş ı na sarmak * birine musallat etmek. baş ı na taç etmek * çok değer vermek, ilgi göstermek. baş ı na taşdüş mek (veya yağ mak) * felâkete uğ ramak. baş ı na vur, ağ zı ndan lokması nıal * uysal ve sessiz kimseler için kullanı lı r. baş ı na vurmak * (içtiğ i içki) ne yaptı ğı nıbilemez bir duruma düş ürmek. * (gaz veya sı caktan) baş ıağrı mak. baş ı na yı kmak * harap etmek, zor durumda bı rakmak. baş ı nda

* (bir ş eyin) sı rada önde olanı , önde geleni.

baş ı nda beklemek (veya durmak) * yanı nda durup gözetlemek. baş ı nda değirmen çevirmek * gürültü ile tedirgin etmek. baş ı nda kavak yeli esmek * (genç için) sorumluluk duygusundan uzak, zevk, eğlence peş inde koş mak. * gerçekleş meyecek ş eyler düş ünerek vakit geçirme. baş ı nda olmak * aynısı kı ntı lıdurumda bulunmak. baş ı nda olmak * yöneticisi olmak. baş ı nda paralansı n * yapı lan bir iyilik çok söylendiğ inde o iyiliğin artı k istenmediğ ini belirten bir söz.

baş ı nda torbasıeksik * eş ek gibi bir adam. baş ı ndan almak * kurtulmak, sorumluluğ u atmak. baş ı ndan aş ağ ıkaynar sular dökülmek * üzüntülü veya kötü bir olay karş ı sı nda birdenbire büyük bir sı kı ntıduymak. baş ı ndan aş kı n olmak * iş i pek çok olmak. baş ı ndan atmak * yapı lması güç bir iş i yapmaktan kendini kurtarmak. * sürdürülmesi gereksiz görülen bir bağ lı lı ğa, bir iliş kiye son vermek. baş ı ndan büyük iş lere giriş mek (veya kalkı ş mak) * gücünün üstünde olan iş lere kalkı ş mak. baş ı ndan geçmek * daha önce aynı duruma uğ ramı şolmak. baş ı ndan kesmek * yapı lması istenmeyen bir iş i baş tan engellemek. baş ı ndan korkmak * hayatı ndan kaygıduymak, cezalandı rı lmaktan korkmak. baş ı ndan savmak * bir istekte bulunanısözde bir sebeple uzaklaş tı rmak. baş ı nıağrı tmak * gereksiz sözlerle birini bunaltmak. * bir işiçin birini tedirgin etmek, uğ raş tı rmak. baş ı nıağrı tmamak (veya baş ı nı zıağrı tmayayı m) * uzun uzun anlatı lan bir sorunu sonuca bağ larken sözün uzadı ğ ı nıanlatmak için söylenir. baş ı nıalamamak * bir ş eyden kurtulamamak. baş ı nıalı p gitmek * izin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuş mak. baş ı nıateş lere yakmak * baş ı na büyük bir dert almak. baş ı nıbağlamak * birini niş anlamak veya evlendirmek. baş ı nıbeklemek * gözetlemek. baş ı nıbelâya sokmak * birini, kötü sonuçlar verecek bir duruma itmek. baş ı nıbir yere bağlamak * birini bir iş e yerleş tirmek, iş sizlikten, baş ı boş luktan kurtarmak. baş ı nıboşbı rakmak * yalnı z veya serbest bı rakmak.

baş ı nıçatmak * başağ rı sı nıönlemek için alnı n üstünden arkaya doğru eş arp ve benzeri ş eyleri çepeçevre bağlamak. baş ı nıçı karmak * (bitki için) filizlenmeye baş lamak. baş ı nıderde sokmak * sı kı ntı lıbir duruma girmek veya getirilmek. baş ı nıdik tutmak * onurunu korumak. baş ı nıdinlemek * sessiz, sakin kalmak. baş ı nıdöndürmek * mutluluktan yarısarhoşduruma getirmek. * kendine hayran bı rakmak. baş ı nıduman almak * sis kaplamak, sis bürümek. baş ı nıezmek * bir daha kötülük edemeyecek duruma getirmek. baş ı nıgözünü yarmak * bir iş i kötü yapmak, bir iş i istenildiğ i gibi yapmamak. baş ı nıistemek * öldürülmesini istemek. baş ı nıkaldı rmamak (veya kaldı ramamak) * bir iş i aralı ksı z sürdürmek. * iyileş ememek, yataktan çı kamamak. baş ı nıkaş ı maya vakti olmamak (veya baş ı nıkaş ı yacak vakti olmamak) * arada en ufak baş ka bir işyapamayacak kadar sı kı ş ı k durumda bulunmak. baş ı nıkoltuğunun altı na almak * ölümü göze alarak bir iş e giriş mek. baş ı nıkurtarmak * canı nıkorumak. * geçimini sağlayacak bir duruma gelmek. baş ı nınâra yakmak * birini ağı r bir zarara uğ ratmak. baş ı nıortaya koymak * bir iş e giriş irken ölümü göze almak. baş ı nısokmak * barı nacak bir yer bulmak. baş ı nıtaş tan taş a vurmak * çaresiz kalarak çok piş man olmak. baş ı nıtoplamak * (kadı n) saçı nıtoplayı p baş ı na bir çeki düzen vermek. baş ı nıuçurmak * Bkz. kellesini uçurmak.

baş ı nıvermek * kendini feda etmek. baş ı nıyakmak * güç bir duruma sokmak. baş ı nıyemek * yok olması na sebep olmak. baş ı nı n altı nda * yastı ğı nı n altı nda. baş ı nı n altı ndan çı kmak * birinin hilesiyle yapı lmak. baş ı nı n çaresine bakmak * kimseden yardı m görmeden kendi iş ini kendi yapmak. baş ı nı n derdine düş mek * baş ka bir ş eyle ilgilenmeyecek kadar sı kı ntı lıdurumda bulunmak. baş ı nı n dikine gitmek * kendi düş ünce ve görüş ünün en iyi olduğuna inanarak kimsenin öğ üdünü, uyarı sı nıdinlememek. baş ı nı n etini yemek * karş ı sı ndakini bezdirinceye, bı ktı rı ncaya kadar sürekli konuş mak veya söylemek. baş ı nı n gözünün sadakası * baş a gelecek bir belâyısavmak veya önlemek için yapı lan bağı ş , özveri. baş imam

* Birden çok imam bulunan camilerde yönetici durumundaki imam.

baş ka * Bilinenden ayrı , değiş ik, farklı , özge. * Nitelik yönünden alı ş ı lmı ş ı n dı ş ı nda bir üstünlüğ ü olan. * Konu edilen, bilinenden ayrınesne ve kimse için teklik veya çokluk olarak baş kası , baş kalarıbiçiminde kullanı lı r. * "Ayrı ca üstelik bir yana" anlamları nda -dan / -den baş ka biçiminde kullanı lı r. baş ka biri * diğ er bir kimse. baş ka iş i yok mu? * Bu iş e ne diye karı ş ı yor? Bu işonu ilgilendirmez. baş ka olmak * farklıolmak, değ iş ik görünmek. baş kaca * Ayrı ca. baş kafiye

* Dize baş ları nda aynıkelime olmamak kaydı yla aynı sesleri veren kelimelerden oluş an kafiye.

baş kahraman * Bir eserde baş rolü oynayan kiş i, baş kiş i. baş kalaş ı m * Bir kütlenin fizikçe ve kimyaca değ iş mesi, istihale, metamorfizm.

baş kalaş ma * Baş kalaş mak iş i. * Embriyon evresinden ergin olana değ in bir hayvanı n geçirdiği biçim ve yapıdeğiş imleri, istihale, metamorfoz. baş kalaş mak * Baş ka bir varlı ğa, niteliğ e dönüş mek, değiş mek, farklı lı k kazanmak. * Biçim değ iş tirmek, istihale etmek. * Kötüleş mek, bozulmak. baş kalaş tı rma * Baş kalaş tı rmak iş i. baş kalaş tı rmak * Baş ka bir duruma getirmek. baş kaldı rı * Ayaklanma, isyan. baş kalı k

* Alı ş ı lana benzememe, değiş ik olma durumu, değiş iklik.

baş kan * Bir topluluğun, bir toplantı nı n veya bir derneğin baş ı nda bulunan kimse, reis. * Bazıülkelerde devletin ve hükûmetin baş ı . baş kan vekili * Baş kanı n iş ini görmesi için yerine bı raktı ğı veya yetki verdiği kimse. baş kan yardı mcı sı * Baş kana yardı m eden sorumlu ve yetkili kimse. baş kanlı k * Baş kan olma durumu. * Baş kanı n görevi veya makamı , reislik, riyaset. baş kanlı k etmek * bir toplantıveya topluluğ u, baş kan olarak yönetmek. baş kanlı k makamı * Baş kanı n odası nı n bulunduğu veya oturduğu yer. baş kanlı k sistemi * Devlet yönetiminde tek bir kiş inin baş kanlı ğ ı nda hükûmet etme ve devleti yönetme esası na bağ lısiyasî sistem. baş karakter * Oyunun önde gelen aslî karakteri , aslî tipi. baş kası baş kâtip

* Diğer bir ş ahı s, herhangi bir kimse, diğeri, ötekisi. * Bir resmî dairede veya kuruluş ta çalı ş an kâtiplerin baş ı , baş yazman.

baş kâtiplik * Bir resmî dairede veya kuruluş ta çalı ş an kâtiplerin baş ı , baş yazman. baş kent * Baş ş ehir. baş kentlik

* Baş kent olma durumu. baş kesit * Ağacı n boyuna dikey yönde kesilmesi sonunda yı l halkaları nı n çember biçiminde görüntü verdiği yüzey. baş kilise baş kiş i

* Piskoposluk makamıolan büyük kilise, katedral. * Bir eserin veya bir oyunun en önemli kiş isi, baş kahraman.

baş komutan * Savaş ta bir devletin bütün kara, deniz ve hava kuvvetlerine komuta eden en büyük komutan, baş kumandan, serdar. baş komutanlı k * Baş komutanı n görevi. * Baş komutanı n makamı . baş konakçı * Asalağı n en iyi geliş tiğ i, dolayı sı yla en çok yararlandı ğı ve yaş amaktan hoş landı ğı konakçı . baş konsolos * En yüksek derecedeki konsolos. baş konsolosluk * Baş konsolosun görevi. * Baş konsolosun makamı . baş köş e

* Bir yerde en saygı n kiş inin veya büyüklerin oturması için ayrı lan yer.

baş köş eye kurulmak * saygı n kiş ilere ayrı lan yere oturmak. baş kumandan * Baş komutan. baş kumandanlı k * Baş komutanlı k. Baş kurt

* Rusya'daki Baş kurdistan Federe Cumhuriyeti'nde yaş ayan Türk halkıveya bu halkı n soyundan olan kimse. * Bu halka özgü olan, bu halkla ilgili.

Baş kurtça * Baş kurt Türkçesi. baş lâhana * Yapraklarısı kı , yuvarlak baş lılâhana (Brassica oleracea). baş lama

* Baş lamak iş i.

baş lama meridyeni * Boylamları n hesabı nda baş langı ç olarak kabul edilen meridyen. baş lama vuruş u * Futbolda oyuna ilk baş lamada veya her golden sonra topu santrada yeniden oyuna sokmada yapı lan vuruş . baş lama!

* (hoşolmayan bir söz veya davranı ş la ilgili olarak) "tekrarlama" anlamı nda emir.

baş lamak

* Bir iş e giriş mek, harekete geçmek. * Çalı ş ı r, iş ler, yürür duruma girmek. * Olmak, oluş mak, ortaya çı kmak, doğmak. * Görünmek. * Etkisini gösterme. * Hoşolmayan bir davranı ş a koyulmak.

baş langı ç * Bir iş in, bir dönemin, bir hayatı n vb.nin ilk bölümü. * Ön söz veya giriş , mukaddime. baş langı ç noktası * Bir iş in veya ş eyin baş ladı ğıyer. * Sı fı r sayı sı nı n, sayıdoğ rusundaki yeri. * Parametrelenmişbir yayı n uçları ndan biri. baş langı ç tutmak * bir iş i, bir dönemin, baş ladı ğınokta veya tarih olarak kabul etmek, belirtmek. baş lanı lma * Baş lanı lmak iş i. baş lanı lmak * Baş lanmak. baş lanma * Baş lanmak iş i. baş lanmak * Baş lamak iş ine konu olmak. * Başoluş mak. baş latı lma * Baş latı lmak iş i. baş latı lmak * Baş latmak iş i yapı lmak. baş latma

* Baş latmak iş i.

baş latmak * Baş laması na yol açmak. * (birinin) Kötü konuş ması na yol açmak. baş layı cı * Bir ş ey öğrenmeye yeni baş layan (kimse), müptedi. baş layı ş * Baş lamak iş i veya biçimi. baş lı

* Baş ıolan.

baş lıbaş ı na * Baş ka ş eylerden ayrıolarak kendi baş ı na, tek baş ı na. baş lı ca

* En önemli, baş ta gelen.

baş lı k

* Genellikle baş ıkorumak için giyilen nesne, takke, külâh, serpuş . * Hayvan koş umunun baş a geçirilen bölümü. * Bir sütunun, bir direğ in tepeliği. * Bir yazı nı n, bir kitabı n bölümlerinin baş ı na konulan ve konuyu kı saca tanı tan yazı , serlevha, antet. * Bazıbölgelerde, evlenirken, damadı n kaynatası na ödemesi görenek olan para. * Tablaları n veya işparçaları nı n düzgün kalması nısağ lamak amacıile baştarafları na takı lan parça. * Tekerlek parmakları nı n çakı lıolduğu kı sı m, top.

baş lı k atmak (veya koymak) * bir yazı ya baş lı k olarak ad bulmak. baş lı k vermek * bazıbölgelerde, evlenirken damat kaynatası na para veya mal vermek. baş lı kçı

* Baş lı k yapan veya satan (kimse).

baş lı klı * Baş lı ğ ıolan. * Antetli, anteti olan. baş lı ksı z * Baş lı ğ ıolmayan. baş mabeyinci * Osmanlısarayı nda mabeyincilerin baş ı . baş mak

* Ayakkabı , paş mak.

baş makale * Baş yazı . baş makçı * Ayakkabıyapan, satan kimse, paş makçı . * Camilerde, girişbölümünde, çı karı lan ayakkabı lara bekçilik eden kimse. baş makçı lı k * Baş makçı nı n iş i. baş maklı k * Padiş ahı n anne, kı z kardeş , kı z ve hasekilerine bağ lanan ödenek, has, arpalı k. * (camide) Ayakkabı konulan yer. baş mal

* Anamal, sermaye, kapital.

baş misafir * En değ erli konuk. baş muallim * Baş öğretmen. baş muallimlik * Baş öğretmenlik. baş mubassı r * Gözetmenlerin baş ıolan kimse. baş muharrir * Baş yazar, sermuharrir.

baş muharrirlik * Baş yazar olma durumu. baş murakı p * En üst düzeydeki denetçi. baş murakı plı k * Baş murakı bı n yaptı ğ ıiş . baş müdür * En üst düzeydeki müdür. baş müdürlük * Baş müdürle yönetilen kuruluş . * Baş müdürün çalı ş tı ğı daire. baş müfettiş * En üst düzeydeki müfettiş . baş müfettiş lik * Baş müfettişolma durumu. baş mühendis * En üst düzeydeki mühendis. baş mühendislik * Baş mühendisin yaptı ğ ıişveya görev. baş mürettip * Baş dizgici, sermürettip. baş mürettiplik * Baş mürettibin yaptı ğ ıiş . baş müsevvit * Yazımüsveddeleri hazı rlayan ve adı na müsevvit denen memurları n baş kanı . baş nokta * Baş langı ç noktası . baş oda

* Geleneksel Türk evinde özellikle konukları n ağ ı rlandı ğ ıbüyük ve özenli döş enmişoda.

baş oyuncu * Bir filmde veya tiyatro eserinde baş rolü canlandı ran oyuncu. baş oyunculuk * Baş oyuncu olma durumu. baş öğretmen * (ilkokullarda) Yönetimden sorumlu olan öğ retmen, müdür. baş öğretmenlik * Baş öğretmen olma durumu. baş örtü

* Kadı nları n saçları nıörtmek için kullandı klarıörtü, eş arp.

baş örtülü * Baş ı nı baş örtü ile örtmüşolan (kadı n).

baş papaz

* Bazıkiliselerin papazları na, öteki papazlara göre bir üstünlük veren unvan.

baş papazlı k * Baş papazı n görevi ve makamı . * Baş papazı n sorumluluğ unda olan bölge. baş parmak * El ve ayakta bulunan en kalı n parmak. baş pehlivan * Birçok pehlivanıyenerek gücünü kabul ettirmişpehlivan. baş pehlivanlı k * Baş pehlivan olma durumu. baş piskopos * Katoliklerde piskoposları n baş ı olan din adamı . baş piskoposluk * Baş piskoposun görevi ve makamı . baş rahip * Manastı rlarda en kı demli ve yönetimden sorumlu rahip. baş rahiplik * Baş rahibin görevi. baş rejisör * Baş yönetmen. baş rejisörlük * Baş yönetmenlik. baş rol * Baş oyuncunun rolü. * Bir filmin veya bir tiyatro eserinin baş kiş isini canlandı rma iş i. baş savcı * En üst düzeydeki savcı . baş savcı lı k * Baş savcıolma durumu. * Baş savcı nı n görevi veya makamı . baş sı z

baş sı zlı k

baş ş ehir

* Baş ıolmayan. * Yöneticisi, baş kanıolmayan. * Baş ıveya baş kanıbulunmama durumu. * Yasasıve hükûmeti olmayan topluluk, erksizlik, anarş i. * Bir devletin yönetim merkezi olan ş ehir, devlet merkezi, baş kent.

baş ta (veya baş ı nda) bulunmak * bir iş in yöneticisi olmak. baş ta gelmek * önde olmak, üstün durumda olmak.

baş ta gitmek * en ileri durumda bulunmak. baş ta taş ı mak * çok saygıgöstermek. baş taban * Yunan ve Roma mimarlı kları nda, sütunları n üstüne oturan ve iki sütun arası ndaki uzaklı ğı n üstünü örten büyük, uzun taşkiriş lerin oluş turduğ u bölüm. baş tabip * Baş hekim. baş tabiplik * Baş hekimlik. baş tan

* baş ı ndan alarak, bir kez daha, yeniden.

baş tan aş ağı * Hepsi, bütünü, bir uçtan öbür uca kadar. baş tan aş mak * pek çok olmak, pek çoğ almak. baş tan baş a * Tamamen, bütünüyle, hepsi bir arada. * Baş ı ndan sonuna kadar. baş tan çı karmak * ayartmak, kötü yola sürüklemek, doğ ru yoldan saptı rmak. baş tan çı kmak * ahlâkı bozulmak. baş tan kalmı ş(veya kalma) * baş kası tarafı ndan kullanı lmı ş . baş tan kara etmek * batma tehlikesi karş ı sı nda, gemi baş ı nıkaraya vurup oturmak. baş tan kara gitmek (veya etmek) * sonunu düş ünmeyerek hesapsı z, batarcası na yaş amak. baş tan savma * üstünkörü, özen göstermeden. baş tan savmacı * Bir iş i yapmamak veya savsaklamak için bahane bulma, baş ı ndan savma veya atma. baş tan savmacı lı k * Bir iş i yapmamak için bahane bulma iş i. baş tan sona * Daima, her zaman. baş tanı maz * Asi, isyancı , düzen bozucu. baş tanı mazlı k * Anarş izm.

baş tankara * Ötücü kuş lar takı mı nı n, baş tankaragiller familyası ndan, Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya'da yaş ayan, çesitli renklerde olabilen bir kuştürü (Parus maior). baş tankaragiller * Omurgalıhayvanları n, ötücü kuş lar takı mı ndan yüz kadar kuştürünü içine alan genişbir familya. baş tarda

* Osmanlıdonanması nda yer alan kadı rga cinsinden bir tür savaşgemisi.

baş teknisyen * En yüksek düzeyde bulunan teknisyen. baş teknisyenlik * Baş teknisyenin görevi. baş ucu

* Bir yerin düş eyinin gök küreyi kestiğ i nokta.

baş ucu noktası * Yeryüzündeki bir gözlem noktası ndan geçen düş ey doğ rultusunun gökyüzünü deldiğ i iki noktadan, ufkun üstünde olanı , semtürreis. baş ucu uzaklı ğ ı * Gökyüzünde verilen bir nokta veya yı ldı zı n baş ucu noktası ndan açı sal uzaklı ğ ı . baş uzman * En yüksek düzeyde bulunan uzman. baş uzmanlı k * Baş uzman olma durumu. * Baş uzmanı n görevi. baş ülke baş üstü

* Sömürge imparatorlukları nda sömürgelere egemen olan ülke. * Geminin ön bölümünde çapanı n bulunduğu yer.

baş vekâlet * Baş bakanlı k. baş vekil * Baş bakan. baş vekillik * Baş vekil olma durumu. baş vurdurma * Baş vurdurmak iş i veya durumu. baş vurdurmak * Baş vuru iş i yaptı rmak, müracaat etmesini sağ lamak, müracaat ettirmek. baş vurma * Baş vurmak iş i, müracaat. baş vurmak * Bir iş in yapı lmasıiçin bir kimsenin aracı lı ğı nıistemek veya bir iş te bir ş eyden yararlanmak amacı yla ona el atmak, müracaat etmek. * Bilgi sahibi olmak için bir kaynağıkullanmak.

baş vuru

* Baş vurmak iş i, müracaat. * Bilgi sahibi olmak için bir kaynağıkullanma, bilgiye ulaş ma, referans.

baş vurucu * Bir işiçin baş vuran kimse, müracaatçı . baş vurulma * Baş vurulmak durumu. baş vurulmak * Baş vuru yapı lmak, müracaat edilmek. baş yapı t

* Şaheser.

baş yardı mcı * Bir kurum veya kuruluş ta görevli amirin yardı mcı ları ndan en üst düzeyde olanı . baş yargı cı * Oyunu yöneten yargı cı lardan, anlaş mazlı k durumunda, kararda yetki üstünlüğü olanı , baş hakem. baş yaver * Yaverlerin baş ıolan kimse. baş yaverlik * Baş yaver olma durumu. * Baş yaverin görevi veya makamı . baş yazar

* Bir gazete veya derginin baş yazı ları nıyazan kimse, baş muharrir, sermuharrir.

baş yazarlı k * Baş yazar olma durumu. * Baş yazarı n görevi. baş yazı

* Gazete ve dergilerde ilk sütuna veya birinci sayfaya konulan önemli yazı , baş makale.

baş yazman * Bir dairedeki yazmanları n baş ı , baş kâtip. baş yazmanlı k * Baş yazman olma durumu, baş kâtiplik. * Baş yazmanı n görevi veya makamı . baş yemek * Geleneksel Türk mutfağ ı nda çorbadan sonra gelen en önemli yemek. baş yı ldı z * Çift yı ldı zlarda büyük olan yı ldı z. baş yönetmen * Bir filmde veya tiyatro oyununda en üst düzeyde yönetmenlik yapan kimse, baş rejisör. baş yönetmenlik * Baş yönetmenin iş i veya mesleğ i. baş yukarı * Bir yer altıkuyusunun üst kı smı na geçmeyi sağlayan geçit. bat

* Kurş un boruları n ağzı nıaçmakta kullanı lan, ş imş irden yapı lmı ş , ucu sivri bir çeş it takoz. bata çı ka * Güçlükle zorlukla. batağa saplanmak * içinden çı kı lmasıgüç bir durumda olmak. batak

* Üzerine bası nca çöken çamurlaş mı ştoprak. * Hayı r gelmez, yarar sağlamaz, batmı ş . * Kötü durum, içinden çı kı lmaz iş .

batak çulluğu * Çullukgillerden, bataklı klarda yaş ayan, rengi kahverengiye çalan siyah, 30 cm uzunluğ unda bir çulluk türü (Gallinago gallinago). batakçı

batakçı l

* Borcunu ödememeyi alı ş kanlı k hâline getirmişolan (kimse). * Eline geçen parayıbatı ran. * Bataklı klarıseven, bataklı klarda yaş ayan (bitki, hayvan).

batakçı lı k * Batakçıolma durumu. batakhane * Gidenlerin dolandı rı ldı ğıveya kötü bir durumda bı rakı ldı ğıyer. *İ ş lerin zamanı nda ve gereğince yapı lmadı ğ ıyer. bataklı

* Bataklı ğ ıolan (yer).

bataklı k * Çok derin olmayan sularla örtülü batak bölge. * Uygunsuz ve kötü, ahlâk dı ş ıdurum. bataklı k ardı cı * Bataklı k ve sı k bitki örtülü yerlerde yaş ayan küçük ve ötücü kuş(Acrocephahus palustris). bataklı k baykuş u * Baykuş giller familyası ndan, sı rt tüyleri pas rengi olan, bataklı klarda yaş ayan bir kuştürü, ishak kuş u (Asio flammeus). bataklı k gazı * Metan. bataklı k keteni * Papirüs familyası ndan, bataklı klarda yetiş en bir bitki, pamuk otu (Eriophorum). bataklı k kı rlangı cı * Kı sa gagalı , uzun kanatlı , uçarken deniz kı rlangı cı nıandı ran bir tür kuş(Glareda). bataklı k kuş ları * Omurgalıhayvanlardan hem tavuksulardan, hem yağ mur kuş ları nıiçine alan kuş lar sı nı fı . bataklı k nergisi * Avrupa ve Kuzey Amerika'da güneş li su kı yı ları nda yetiş en çok yı llı k bir bitki (Caltha palustris). batar

* Zatürree.

batarya

* En küçük topçu birliği. * Savaşgemilerinde borda toplarıve bunları n bulunduğ u güverte parçası . * Birkaç aygı tı n bir araya getirilerek belirli biçimde eklenmesinden oluş an takı m.

batarya ateş i * Bir bataryada bulunan topları n hep birden ateşdüzenine geçmesi. batarya kutusu * Bataryanı n bütün olarak taş ı nması nısağ layan sandı k. bataryalı * Batarya ile güçlendirilmişveya desteklenmiş . * Batarya ile çalı ş an (radyo, telefon vb.). bateri baterist

* Orkestrada vurma çalgı lar takı mı , davul. * Bateri çalan kimse, davulcu.

batı * Yeryüzündeki baş lı ca dört yönden güneş in battı ğ ıyön, gün indi, garp. * Bu yönde olan, bu yönle ilgili, garbî. * Bulunulan yere göre güneş in battı ğ ıyönde olan bölge, garp. * (siyasî anlamda) Avrupa ve Kuzey Amerika. * Güneş in 22 Martta ve 23 Eylülde battı ğınokta. batıbloku * Batı Avrupa ülkeleri ile Kuzey Amerika ülkelerinin oluş turduğ u blok. BatıTürkçesi * Hazar Denizinin batı sı ndaki Türk dünyası nda XIII. yüzyı ldan beri kullanı lan ve Oğ uzcaya dayanan Türk dili. batı cı batı cı lı k

* Batı yanlı sıolan kimse, garpçı . * Batı yanlı sıolma durumu, garpçı lı k.

batı k * (gemi için) Batmı ş . batı l

* Doğru ve haklıolmayan. * Çürük, temelsiz.

batı l inanç * Doğa üstü olaylara, gizli ve akı l dı ş ı güçlere, kehanetlere aş ı rı derecede bağlıboşinanç, batı l itikat. batı l itikat * Boşinanç. batı lı

* Batı ülkeleri veya batıbölgesi halkı ndan olan (kimse), garplı . * Batı uygarlı ğ ı nıbenimsemişbulunan (kimse).

batı lı laş ma * Batı lı laş mak iş i, garplı laş ma.

batı lı laş mak * Özellikle Avrupa ülkelerinin düş üncede, çalı ş mada, görüşve anlayı ş ta izledikleri temel ilkeleri benimsemiş olmak, garplı laş mak. batı lı laş tı rma * Batı lı laş tı rmak iş i, garplı laş tı rma. batı lı laş tı rmak * Batı lı laş ması nısağ lamak, garplı laş tı rmak. batı lı lı k * Batı lıolma durumu. * Batı uygarlı ğ ı nıbenimseme, garplı lı k. batı n * Karı n. * Göbek, kuş ak. Batı nî * Batı niye mezhebinden olan kimse. *İ çrek. Batı nîye * Görünürdeki olayları n ardı nda gizli gerçeklerin bulunduğ unu kabul eden tarikatlara verilen ad. batı rı k

* Köftelik bulgur, dövülmemişceviz içi, soğ an, domates, nane, maydanoz, tahin ve limon suyu kullanı larak yapı lan, taze asma yaprağ ıveya lahanaya sarı larak tüketilen bir salata tütü. batı rı lma

* Batı rı lmak iş i.

batı rı lmak * Batı rmak iş ine konu olmak. * Yok edilmek. batı rma batı rmak

* Batı rmak iş i. * Sı vı nı n veya yumuş ak bir maddenin içine gömülmesine yol açmak, batması nısağlamak. * Bir iş te sermayeyi yitirmek. * Bir kimseyi çekiş tirip iyice kötülemek. * Kirletmek. * Mahvetmek.

batı ş * Batmak iş i veya biçimi. bati batik

batisfer batiskaf

* Yavaş , ağı r. * Kumaş , deri veya kâğ ı t süslemede kullanı lan bir yöntem. * Bu yöntemle hazı rlanmı şkumaş . * Bu kumaş tan yapı lmı şolan (giysi). * Su üstü araçları na çelik kablo ile bağlanmı ş , negatif yüzebilirliğ i bulunan dalı şküresi. * Deniz diplerinde inceleme yapmak için kullanı lan araç.

batkı batkı n

* Batkı nlı k, iflâs. * Borçları nıödeyemez duruma düş en, iflâs etmiş(kimse), müflis.

batkı nlı k * Borçları nıödeyemediğ i mahkeme kararıile tespit ve ilân olunan tüccarı n durumu, iflâs. batma * Batmak iş i. * Yı kı lma, çökme; yok olma, inkı raz. * Bir gök cisminin (Ay, Güneş , Yı ldı z vb.) ufkun altı na inmesi. batmak

batman

* Bir sı vı nı n üstünde iken içine gömülmek. * (Güneş , Ay, yı ldı z için) Dünyanı n dönüş ü dolayı sı yla ufkun altı na inmek. *İ flâs etmek. * Kirlenmek. * Saplanmak. * Dokunmak, incitmek. * (tedirgin etmemesi gereken ş eyler için) Tedirgin etmek. * Hoş a gitmeyen bir duruma uğramak. * Yok olmak. * Daha kötü bir duruma uğramak. * Çökmek. * Yı kı lmak egemenliğ i sona ermek. * Miktarıbölgelere ve tartı lacak ş eylere göre değiş en eski bir ağı rlı k ölçüsü.

batonsale * Tuzlu hamurdan yapı lan ince uzun çubuk, tuzlu çubuk. batöz

* Harman makinesi, harman dövme makinesi.

batsat * Ara sı ra, seyrek olarak tek tük. battal

*İ ş e yaramaz, kullanı lmaz. * Alı ş ı lmı şolandan büyük.

battal edilmek * kullanı lamaz duruma getirilmek, bozulmak. battal etmek * kullanı lamaz bir duruma getirmek. battal olmak * kullanı lamaz, iş e yaramaz duruma gelmek. battaniye * Yorgan yerine veya yorgan üstünde kullanı lan, çoğ u yünden dokunmuşkalı nca örtü. battaniyeli * Battaniyesi olan. battıbalı k yan gider * iş ler kötü gittiğ ine göre artı k istenildiğ i gibi davranı labilir.

batur batyal bav

* Bahadı r. * 200 ile 2000 m arası nda derinliği olan (deniz). * Hayvanıavcı lı ğ a alı ş tı rma iş i.

bavcı * Şahin ve köpek gibi hayvanları avcı lı ğa alı ş tı ran kimse. bavlı

bavlı ma bavlı mak bavul

* Ava alı ş tı rı lmı ş(hayvan). * Avcı ları n, köpeklerini ava alı ş tı rmak için kullandı klarıyapay kuşvb. * Bavlı mak iş i. * Şahin ve köpeğ i ava alı ş tı rmak. * Yolculukta, içine eş ya konulan büyük çanta.

bavul ticareti * Gümrüksüz ve vergisiz ithaline izin verilen eş yayıyabancıülkelerden satı n alı p, bavul veya çantalarla yolcu beraberinde sı nı rdan geçirerek iç piyasada değerlendirmek iş i. bavulcu * Bavul yapan veya satan kimse. bavullu

* Bavulu olan.

Bavyeralı * Bavyera halkı ndan olan (kimse). bay

* Parası , malıçok olan, zengin (kimse).

bay * Bey yerine kullanı lan bir unvan. * Erkek özel adları yerine kullanı lı r. bayağ ı * Aş ağ ı lı k, pespaye. * Kibar olmayan, basit adî, sı radan, amiyane, banal. * Her zamanki gibi olan, hiçbir özelliğ i bulunmayan. * Hemen hemen, âdeta. * Gerçekten, çok, oldukça, epey. * Çok iyi, pekâlâ. bayağ ıkaçmak * (söz, davranı ş , giyinişiçin) yakı ş mamak, uygunsuz olmak. bayağ ıkesir * Ondalı k olmayan kesir. bayağ ı laş ma * Bayağ ı laş mak durumu.

bayağ ı laş mak * Bayağ ıbir durum almak, bayağ ıbir duruma girmek. bayağ ı laş tı rma * Bayağ ı laş tı rmak iş i. bayağ ı laş tı rmak * Bayağ ı laş ması na sebep olmak. bayağ ı lı k * Bayağ ıolma durumu veya bayağı ca davranı ş . bayan

* Hanı m yerine kullanı lan bir unvan. * Kadı n özel adlarıyerine kullanı lı r. * Eş , karı .

bayat * Taze olmayan. * Güncelliğini, önemini, özelliğ ini yitirmiş , çok söylenmiş . Bayat * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. bayatı bayatî

* Azerî ve Türkmen halk ş iirinde mani türüne verilen ad. * Klâsik Türk müziğ inde uş ş ak dörtlüsüne buselik beş lisi katı lması yla yapı lmı şeski bir makam.

bayatîaraban * Araban ve bayatî makamları ndan oluş turulan bir birleş ik makam. bayatîbuselik * Bayatî makamı nı n buselik beş lisi veya dörtlüsü ile sona ermesinden oluş an bir birleş ik makam. bayatlama * Bayatlamak durumu. bayatlamak * Bayat duruma gelmek, tazeliğ ini yitirmek. bayatlatma * Bayatlatmak iş i. bayatlatmak * Tazeyken kullanmayı p bayatlamasıiçin bekletmek. bayatlı k bayatsı

* Bayat olma durumu. * Bayatlamaya baş lamı ş .

bayatsı mak * Bayatlamaya yüz tutmak. baygı n * Bayı lmı ş , kendinden geçmiş . * Süzgün. * Gönül vermiş .

*İ nsanıkendinden geçirir gibi olan. * Yı ğı lmı ş , dökülmüş . baygı n baygı n bakmak * kendinden geçmişbir ş ekilde, çevreye göz gezdirmek. * hayranlı kla seyretmek. baygı n düş mek * çok yorulmak. baygı nlaş ma * Baygı nlaş mak iş i. baygı nlaş mak * Baygı n duruma gelmek. * (göz için) Süzülmek. baygı nlı k * Baygı n olma durumu. * Duyumları n durması , kan dolaş ı mı nı n ve solunum görevlerinin duraklaması , vücudun kı mı ldanamaması gibi fizyolojik aksamalarla beliren kendinden geçme durumu. baygı nlı k geçirmek * bayı lmak. * çok heyecanlanmak, telâş lanmak. baygı ntı * Baygı nlı k. *İ pek böceklerinin sindirim organları nda görülen ve yemden kesilmelerine yol açan bir hastalı k; bu sebeple koza yapamama durumu. bayı la bayı la *İ steyerek, istekle, çok isteyerek, severek. bayı lma * Baygı n duruma girme, kendinden geçme. bayı lmak

* Baygı n duruma girmek, uyur gibi olmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek. * Çok hoş lanmak, çok sevmek. * Sı cak, açlı k, susuzluk, yorgunluk gibi etkenlerle dayanma gücünü yitirmek. * Vermek, ödemek.

bayı ltı cı * Bayı ltan. * Bayı ltacak gibi etkide bulunan. bayı ltma

* Bayı ltmak iş i.

bayı ltmak * Bayı lması nısağ lamak, bayı lması na yol açmak. bayı lttı rma * Bayı lttı rmak iş i veya durumu. bayı lttı rmak * Bayı lması na yol açmak, bayı lması nısağlamak. bayı ndı r mamur.

* (yer için) Geliş ip güzelleş mesi, hayat ş artları nı n uygun duruma getirilmesi için üzerinde çalı ş ı lmı şolan,

Bayı ndı r * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. bayı ndı rcı * Bayı ndı r duruma getirici. bayı ndı rlaş ma * Bayı ndı rlaş mak durumu. bayı ndı rlaş mak * Bayı ndı r duruma gelmek. bayı ndı rlaş tı rma * Bayı ndı rlaş tı rmak iş i, imar etme. bayı ndı rlaş tı rmak * Bir yeri bayı ndı r duruma getirmek, imar etmek. bayı ndı rlı k * Bayı ndı r olma durumu, ümran. * Bayı ndı r duruma getirme iş i, imar. Bayı ndur

* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

bayı r * Küçük yokuş . bayı r aş ağ ı * Tepeden düze doğ ru. bayı r kuş u * Çalıbülbülü. bayı r turpu *İ ri bir turp türü (Cochlearia armoracia). * Kaba, terbiyesiz erkek. bayı r yukarı * Tepeye doğ ru, yokuşbaş ı na yönelerek. bayı rlaş ma * Bayı rlaş mak durumu. bayı rlaş mak * (yer ve yol için) Dikleş mek. bayi bayilik

baykuş

* Bazımaddeleri satma izni olan kimse, dükkân veya kuruluş . * Bir maddeyi sürekli satma iş i. * Bu iş in yapı ldı ğ ıyer. * Baş ı nda, kulak yerinde iki sorgucu bulunan, yı rtı cıgece kuş ları nı n genel adı .

baykuşgibi * uğursuzluk getirdiğ ine inanı lan kimseler için söylenir. baykuş giller

* Büyüklükleri çeş itli olan kukumav, puhu gibi yı rtı cı kuş larıiçine alan kuş lar familyası . baylan * Nazlı ,ş ı marı k (biçimde). baylanlı k * Zenginlik. * Şı marı klı k, naz, iş ve. baylanma * Baylanmak iş i. baylanmak * Nazlanmak, ş ı marmak. bayma

* Baymak iş i.

baymak * (yiyecek) Baygı nlı k vermek, mideyi bulandı rmak, midede ezinti yapmak. * Aldatmak, kandı rmak, etki altı nda bı rakmak. baypas * Damar aktarma. * Devre dı ş ıbı rakma. baypas ameliyatı * Kalpte tı kanmı şbir damarı n beslediği bölgeye kan akı ş ı nı artı rmak için o bölgeye eklemek için yapı lan damar ameliyatı . bayrağı yarı ya indirmek * millî yas ilân etmek için bayrağ ıdireğ in yarı sı na kadar indirmek. bayrak

* Bir milletin, belli bir topluluğ un veya bir kuruluş un simgesi olarak kullanı lan, renk ve biçimle özelleş tirilmiş , genellikle dik dörtgen biçiminde kumaş . * Öncü. * Simge, sembol. * Baklagil çiçeklerinde diğ erlerinden daha üstte bulunan, daha büyük olan ve çoğunlukla baş ka bir renkte ve yuvarlakça olan taç yaprağ ı . * Gerektiğ inde indirilip kaldı rı lan, açı lı p kapatı lan kol. bayrak açmak * gönüllü asker toplamaya giriş mek. * bir ülkü yolunda toplanmaya çağ ı rmak. bayrak çekmek (veya asmak) * bayrağı bir direğ e veya ipe takmak. bayrak dikmek * bayraklıbir sopayıbir yere saplamak. bayrak direği * Bayrak asmak için hazı rlanmı şuzun direk. * Gemilerde güvertenin en yüksek direğ i. bayrak gibi * kendini belli edecek bir biçimde. bayrak merasimi * Bkz. bayrak töreni.

bayrak töreni * Bayrak karş ı sı ndaki saygıduruş u. bayrak yarı ş ı * Atletizmde dört sporcudan oluş an ekibin araları nda paylaş tı klarımesafelere baş larken elden ele geçirmek yoluyla bir sopayı , bayrağ ıdüş ürmeden yaptı klarıkoş u. bayrakaltı * Ordu hizmeti, askerlik. bayrakçı * Bayrak çeken kimse. * Bayrak yapan, diken veya satan kimse. bayraklarıaçmak * bağ ı rı p çağ ı rarak, hı rçı nlı k etmek. bayraklaş ma * Bayraklaş mak iş i veya durumu. bayraklaş mak * Bayrak değ eri kazanmak. bayraklı * Bayrağıolan, üzerine bayrak çekilmişbulunan (yer). * Bkz. eli bayraklı . bayraklı k * Bayrak olmaya uygun kumaş . * Bayrak asmaya uygun direk. bayraktar

* Bayrağıtaş ı yan kimse.

bayraktarlı ğ ı nıyapmak * bir akı mı n, bir görüş ün yayı lması nda öncü olarak çalı ş mak. bayraktarlı k * Bayraktarı n görevi. bayraktarlı k etmek * öncülük etmek, yol göstermek. bayram

* Millî veya dinî bakı mdan önemi olan ve kutlanan gün veya günler. * Sevinç, neş e. * Özel olarak kutlanan gün.

bayram alayı * Bayram günlerinde padiş ahları n camiye gidişve gelişsı rası nda yapı lan tören. bayram ayı * (Hicrî takvime göre) Ramazandan sonra gelen ay, ş evval. bayram çocuğ u * Bayram dolayı sı yla süslenmiş , donatı lmı ş , sevinçli çocuk. * Bayram günü doğmuşçocuk. bayram değ il, seyran değil, eniş tem beni niye öptü * gösterilen bu ilginin, bu yakı nlı ğ ı n bir sebebi olacak. bayram etmek (veya yapmak)

* çok sevinmek. bayram günü * Bayrama rastlayan, bayramı n kutlandı ğ ıgün. bayram haftası nı mangal tahtasıanlamak * sözü, konu ile hiçbir ilgisi olmayacak biçimde ters anlamak. bayram havası * Neş eli, sevinçli bir ortam. bayram hediyesi * Bayram günleri karş ı lı klıveya tek yanlıverilen armağ an. bayram koçu gibi * gösteriş li ve zevksiz bir biçimde süslenmişolan. bayram namazı * Dinî bayramları n ilk gününde sabah namazı ndan sonra kı lı nan özel namaz. bayram ş ekeri * Özellikle dinî bayramlarda konuklara ikram edilen ş eker veya çikolata. bayram tebriğ i * Bayramıkutlamak için yazı lı p gönderilen kart veya birine yapı lan ziyaret. bayram topu * Dinî bayramları n baş ladı ğ ı nı duyurmak için atı lan top. bayram yeri * Bayram günlerinde çocuklar için kurulan açı k eğlence yeri. bayram ziyareti * Dinî bayram günlerinde, bayramıkutlamak için yapı lan kı sa ziyaret. bayramda seyranda * seyrek olarak, arada sı rada. bayramdan bayrama * çok seyrek olarak, nadir olarak, nadiren. Bayramî

* HacıBayram Veli'nin tarikatı na girmişolan kimse.

Bayramîlik * Bayramî tarikatı . * Bayramî tarikatı ndan olma durumu. bayramlaş ma * Bayramlaş mak iş i. bayramlaş mak * Birbirinin bayramı nıkutlamak. bayramlı k * Bayramda kullanı lan, bayrama özgü olan. * Bayramlarda verilen armağan. bayramlı k ad * Birisi tarafı ndan hakaret yollu kullanı lan sözün kendisine ait olduğ unu bildirmek için kullanı lı r. bayramlı k ağ ı z

* küfür. bayramlı k ağ zı nı açmak * kaba konuş mak, küfretmek. bayramüstü * Bayrama yakı n. bayramüzeri * Bkz. Bayramüstü. bayrı

* Çok eski zamanda var olmuşveya eskiden beri var olan, kadim.

bayrı lı k * Bayrıolma durumu, kı dem. baysal baysallı k

* Huzur ve refah içinde olan. * Huzur ve refah içinde bulunma durumu.

baysungur * Şahin cinsinden, yı rtı cıbir kuş . baytar * Hayvan hastalı klarıhekimi, veteriner. baytarlı k baz

* Baytarı n mesleğ i. * Temel, esas. * Bir asitle birleş ince bir tuz oluş turan madde, esas. * Taban.

baz losyon * Cildin esnek ve sağ lı klı görünmesini sağ lamak ve özellikle yağlıciltlerin parlak görüntüsünü gidermek için kullanı lan bir tür losyon. baza

bazal bazalt bazar

bazen

* Mobilyanı n uzunluğunca konulan dar ayak. * Dolap gövdesinin zemine düzgün oturması na yarayan çerçeve ş eklindeki kaide. * Bazıçok olan (tuz) veya bazı n özelliklerini taş ı yan (madde), esasî. * Koyu renkli, sert, bir çeş it yanardağkültesi. * Çarş ı , pazar. * Pazarlı k, alı şveriş . * Ara sı ra, arada bir, kimi vakit.

bazı * Birtakı m, kimi. * Ara sı ra, arada bir, kimi vakit.

bazı bazı * Ara sı ra, arada bir. bazı dingil döner bazıteker * karş ı lı klıiliş kilerde her iki tarafa da zaman zaman söz söyleme hakkı doğ ar anlamı nda kullanı lı r. bazı ları (veya bazı sı ) * birtakı mı , kimisi. baziçe

* Oyun.

bazidiyospor * Bazitli mantarları n sporları na verilen ad. bazik (tuz).

* Baz niteliği gösteren. * Birleş iminde asit ve baz ağı rlı ğ ıoranı normal tuza göre az, fakat baz oranınormal tuza göre yüksek olan

bazik oksitler * Çoğ u oksijen bakı mı ndan zayı f olan, su ile birleş ince baz etkisi gösteren, asitlerle birleş ince tuzlarıveren oksitler. bazilika

* Kral sarayı . * Dikdörtgen biçiminde, uç kı smı nda yarı m çembere benzeyen bir çı kı ntı sıolan Roma mahkemesi. * Ortadaki yüksek, yanlardakiler daha alçak olmak üzere içi, iki sı ra sütunla, üç salona ayrı lmı ş , dikdörtgen biçiminde kilise. bazit * Bazit mantarları n üreme organı . bazitli mantarlar * Sporlarıbazitlerin içinde bulunan mantarlar grubu. bazlama

bazlamaç bazlaş ma

* Sacda piş irilmişyuvarlak pide. * Tatlı sıbol, kalı n gözleme. * Bazlama. * Bir maddenin baz durumuna gelmesi.

bazuka * Roketatar. Be be be

* Berilyum'un kı saltması . * Türk alfabesinin ikinci harfinin adı . * (teklifsiz konuş mada) Ey, hey, yahu.

bebe * Bebek, küçük çocuk. bebe aspirini

* Küçük çocuklara içirilmek üzere, ilâcı özel olarak yapı lmı şaspirin. bebecik * Küçük veya acı nacak durumda olan bebek. * Yaş ı na yakı ş mayacak davranı ş larda bulunan kimse. bebek * Meme veya kucak çocuğu. * Plâstik, tahta, bez vb.den yapı lan insan biçiminde oyuncak. * Sevgi sesleniş i olarak kullanı lı r. * Göz bebeği. bebek beklemek * (kadı n) gebe durumda bulunmak. bebek gibi * çok güzel (kadı n). * bebeğ e yakı ş ı r biçimde. bebek ölümü * Çeş itli hastalı klardan, 0-2 yaşgrubunda bulunanları n ölümü. bebekçe * Bebek gibi, bebeğ e yakı ş ı r biçimde. bebekleş me * Bebekleş mek iş i. bebekleş mek * Şı marı kça davranı ş larda bulunmak. bebeklik

* Bebek olma durumu. * Yeni doğan yavrunun yetiş kinlerin bakı mı na sürekli olarak bağ ı mlı olduğ u dönem. * Bebek gibi davranı ş larda bulunma.

bebeklik etmek * bebek gibi davranı ş larda bulunmak. Beberuhi

becayiş

* Karagöz oyunundaki kambur cücenin adı . * (küçük b ile) Sevimsiz, budala, bücür erkek. * Yer değiş me, karş ı lı klı yer değ iş tirme.

becayişetmek * değ iş ik yerdeki görevliler, karş ı lı klıyer değ iş tirmek. becelleş me * Becelleş mek iş i. becelleş mek * Cebelleş mek. beceri

* Elinden işgelme durumu, ustalı k, maharet. * Kiş inin yatkı nlı k ve öğ renime bağlıolarak bir iş i baş arma ve bir iş lemi amaca uygun olarak sonuçlandı rma yeteneğ i, maharet. * Vücudun, yapı lmasıgüç alı ş tı rmalara yatkı n olmasıdurumu. becerikli

* Becerisi olan, elinden işgelen, usta, maharetli, mahir. beceriklilik * Becerikli olma durumu, ustalı k, maharet. beceriksiz * Becerisi olmayan, usta olmayan. beceriksizlik * Beceriksiz olma durumu. becerme

* Becermek iş i.

becermek * Güç görünen bir işveya duruma çözüm bulmak, üstesinden gelmek. * Bir ş eyi kullanı lmaz duruma getirmek, bozmak, kirletmek. * Irzı na geçmek, kirletmek. * Birini öldürmek. becet becit

* Serçegillerden, küçük bir kuş(Passer). * Gerekli, lüzumlu. *İ vedi, acele.

Beç tavuğ u * Tavukgillerden, baş ıküçük ve çı plak, tüyü mavimtı rak kül renginde, tavuk büyüklüğ ünde, evcil bir hayvan (Numida meleagris). Beçene

* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

bedahet * Besbelli, apaçı k olma durumu. * Bir konuda hazı rlı ksı z konuş abilme yeteneği. bedaheten * Birdenbire, ansı zı n, düş ünmeksizin. bedava

* Karş ı lı ksı z, parası z, emeksiz.

bedava sirke baldan tatlı dı r * masrafsı z veya emeksiz elde edilen ş eylere herkes istek gösterir. bedavacı * Her ş eyi bedavadan sağlamaya çalı ş an (kimse). bedavacı lı k * Bedavacıolma durumu. bedavadan * Bedava olarak. bedavadan ucuz * çok ucuz. bedavalaş ma * Bedavalaş mak durumu.

bedavalaş mak * Bedava duruma gelmek. bedavası na * Bkz. bedavadan. bedavaya * Çok ucuza. bedayi bedbaht

* Estetik yönü ağ ı r basan güzellikler. * Mutsuz, bahtsı z, talihsiz.

bedbaht etmek * üzmek. bedbaht olmak * üzülmek. bedbahtlı k * Mutsuzluk, bahtsı zlı k. bedbin

* Kötümser, karamsar, pesimist.

bedbin etmek * üzmek, karamsarlı ğa sokmak, ümitsizliğ e düş ürmek. bedbin olmak * ümitsizliğ e düş mek, kötümserliğe kapı lmak. bedbinleş me * Bedbinleş mek iş i. bedbinleş mek * Kötümserleş mek, kötümser olmak, karamsar olmak. bedbinleş tirme * Bedbinleş tirmek iş i. bedbinleş tirmek * Kötümser, karamsar duruma getirmek. bedbinlik bedçehre

beddua

* Kötümserlik, karamsarlı k, pesimizm. * Kötü yüzlü. * Ası k suratlı , lânetlenmiş , suratsı z. *İ lenme, ilenç.

beddua etmek * ilenmek, intizar etmek. beddua sinmek * ilencin tutmasıyüzünden, birinin iş i sürekli ters gitmek. bedduasıtutmak

* ilenci yerine gelmek. bedduası nı almak * biri tarafı ndan kendisine ilenilmek. bedel

* Değer, fiyat, kı ymet. * Bir ş eyin yerini tutabilen karş ı lı k. * Eş it, denk. * Askerlik yapmamak veya yapı lacak süreyi kı saltmak isteyenlerin devlete ödedikleri para. * Baş kası nı n adı na ve onun parasıile hacca giden kimse. * Uş ak, hizmetçi, çoban.

bedel tutmak * kendi yerine askerlik yapmasıiçin birini para ile tutmak. bedel vermek * askerlik yapmamak veya kı sa süre yapmak için devlete para ödemek. bedelci

* Bedel verdiği için kı sa süre hizmet gören asker.

bedelli * Bedeli olan, bedel ödenilen. * Bedelci. bedelli askerlik * Askerlik çağ ı na gelmişgençlerin belirlenen miktardaki parayıödeyerek yaptı klarıkı sa süreli vatanî görev. bedelsiz

* Bedeli olmayan, bedel ödenilmeyen. * Çok değerli, bedeli belirlenemeyen.

bedelsiz ithalât * Yurt dı ş ı ndaki iş çilerin veya geçici görevle yurt dı ş ı na giden kamu görevlilerinin dönüş lerinde kendi mesleklerinin icrasıveya kiş isel kullanı m için getirdikleri mallar için yapı lan düzenleme. beden

* Canlıvarlı kları n maddî bölümü, vücut. * Vücudun, baş , kol ve bacak dı ş ı nda kalan bölümü, gövde. * Kale duvarı .

beden cezası *İ nsan vücudu üzerine uygulanan ceza. beden eğ itimi * Vücudu güçlendirmek ve sağ lı ğıkorumak amacı yla araçlıveya araçsı z hareketler yapma. beden terbiyesi * Spor iş lerinden sorumlu makam. * Bkz. beden eğitimi. bedence bedenci

* Beden bakı mı ndan. * Beden eğ itimi öğretmeni.

bedenen * Bedeniyle, vücuduyla, fiilen. bedenî

* Bedenle ilgili, bedensel. bedenli * Bedeni olan. bedensel bedesten bedevî

bedevîlik

bedhah bedihî

* Bedenle ilgili, bedenî. *İ çinde değerli eş ya alı nı p satı lan kapalı çarş ı . * Çölde, çadı rda yaş ayan göçebe. * Böyle bir hayat sürdüren kimse. * (büyük b ile) Bedevîlik tarikatı ndan olan derviş . * Bedevî olma durumu. * (büyük b ile) XIII. yüzyı lda kurulan bir Sünnî tarikatı . * Kötülük isteyen, kötü yürekli. * Besbelli, apaçı k.

bediî * Güzellik ölçülerine uyan, gözü gönlü okş ayan, beğenilen. * Estetik. bediîleş me * Bediîleş mek iş i. bediîleş mek * Bediî duruma gelmek. bediiyat bedik

* Estetik bilimi, güzel sanatlar. * Kazak Türklerinde bir hastalı ğ ı n iyileş mesi için yapı lan tören.

bedir * Dolunay, ayı n on dördü. bedirik

* Temizlenip taranmı şve eğ rilmeye hazı r duruma getirilmişyün veya pamuk topağ ı , yumağı .

bedirlenme * Bedirlenmek durumu. bedirlenmek * Dolunay biçimini almak. * Parlak ve sağlı klıgörünmek. bedirleş me * Bedirleş mek durumu. bedirleş mek * Ay bedir durumunu almak, bedirlenmek. bednam

* Kötü ün kazanan, kötülüğ ü ile dillere düş en. bedük * Çam sakı zı , reçine. begayet Begdili begonvil

* Son derece, pek çok, aş ı rı . * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. * Akdeniz bölgesinde yaygı n bir çiçek.

begonya * Begonyagillerden, dekoratif yapraklarıve renkli çiçekleri olan, pek çok çeş itleri bulunan sı cak ülke bitkisi (Begonia). begonyagiller *İ ki çeneklilerden, örneğ i begonya olan bir bitki familyası . begüm beğ beğ ence

* Hint prenseslerine verilen unvan. * Bey. * Övücü tanı tma yazı sı , takriz.

beğ endi * Bkz. hünkârbeğ endi. beğ endirme * Beğ endirmek iş i. beğ endirmek * Beğ enilmesini, hoşgörünmesini sağ lamak. beğ eni

beğ enilir

* Güzel veya çirkin yargı sı nı verdiren duygu, zevk. * Güzeli çirkinden ayı rma yetisi, zevk, gusto. * Beğ enme duygusu veren, beğ enilen.

beğ enilme * Beğ enilmek iş i veya durumu. beğ enilmek *İ yi ve güzel bulunmak. * Sevilmek, hoş a gitmek. beğ enirlik * Beğ enme durumu, beğ enilir olma durumu. beğ eniş beğ enme

* Beğ enme. * Beğ enmek iş i.

beğ enmek *İ yi veya güzel bulmak. * Benzerleri arası ndan birini seçip ayı rma. * Onaylamak, kabul etmek, tasvip etmek. beğ enmemek *İ yi veya güzel bulmamak. * Kuş ku duymak, kuş ku ile karş ı lamak. * Küçümsemek, hor görmek. * Onaylamamak. beğ enmeyen kı zı nı (veya küçük kı zı nı ) vermesin * bir durumun beğenilmemesi karş ı sı nda, beğ enmeyenin umursanmadı ğ ı nıanlatı r. beğ enmezlik * Beğ enmeme, iyi veya güzel bulmama. beğ lik

* Beylik.

behavyorizm * Davranı ş çı lı k. behemehal * Her hâlde, ne olursa olsun, ne yapı p yapı p, mutlaka. beher * Her bir. behey behime behimî

* Çı kı ş ma bildirmek için kullanı lan bir ünlem. * Dört ayaklıhayvan. * (duygular için) Hayvanca, hayvana yakı ş ı r biçimde olan.

behimîlik * Behimî olma durumu. behiş t behre behresiz

* Cennet, uçmak. * Pay, nasip, hisse. * Payı , nasibi, hissesi olmayan; bîbehre.

beis * Engel, uymazlı k. * Kötülük, zarar. beis görmemek * sakı nca, zarar görmemek. beis yok bej

* zararı yok, önemi yok. * Sarı ya çalan açı k kahverengi.

* Bu renkte olan. bek * Sert, katı ; sağ lam. bek bek beka

* Savunucu. * Hava gazılâmbası nı n ucu. * Kalı cı lı k, ölmezlik.

beka bulmak * ölmezlik erdemine ulaş mak, ölümsüzleş mek. bekar bekâr

* Diyezli veya bemollü bir sesin eski durumuna getirilmesini gösteren nota iş areti. * Evlenmemişkimse. * Evli olduğu hâlde ailesinden ayrı , yalnı z yaş ayan kimse.

bekâr kalmak (veya yaş amak) * evlenmemek, evlenmemişolmak. * ölüm veya boş anma dolayı sı yla eş ini yitirmek. bekâr odası * Bekârları n, taş radan gelmişiş çilerin kalacağ ıoda. bekâra karıboş amasıkolaydı r * bilgi ve tecrübesi olmayan bir kimsenin iş i hafife alması , önemsememesi, gereğince değerlendirememesi tâbiîdir. bekâret

* Kı z oğ lan kı z olma durumu, kı zlı k, erdenlik. * Saflı k, temizlik, masumluk. * Sanat ve düş üncede özgünlük, yenilik. * Doğallı k, tazelik.

bekârhane * Bekârları n kalmasıiçin ayrı lmı şveya düzenlenmişoda. * Bekârları n yaş adı ğ ımüstakil ev. bekârlı k

* Bekâr olma durumu.

bekârlı k sultanlı k * evlenmeden tek baş ı na yaş amanı n daha iyi olduğunu anlatı r. bekas

* Çulluk.

bekçi * Bir ş eyi veya bir yeri bekleyip korumakla görevli kimse. bekçi kalmak * koruyucu, gözcü, denetleyici olarak beklemek. bekçilik

* Bekçinin yaptı ğıiş .

bekçilik etmek * (bir ş eyi) bekleyip korumak. bekinme

* Bekinmek iş i.

bekinmek *İ nat etmek, direnmek. * Kapanmak, tı kanmak. bekitme

* Bekitmek iş i.

bekitmek * Kapamak, tı kamak. bekle yârin köş esini! * yakı nda gerçekleş eceği sanı lmayan umutlar karş ı sı nda söylenir. bekleme

* Beklemek iş i. * Vakit öldürme.

bekleme odası * Bir kimseyi veya bir taş ı tıbeklemek için gelenlerin oturduklarıyer. bekleme salonu * Doktor, avukat vb. ile görüş me öncesinde oturulan yer. bekleme yeri * Bir kimseyi veya taş ı tı beklemek için ayrı lan bölme, bekleme odası , bekleme salonu. beklemek * Bir işoluncaya, biri gelinceye değ in bir yerde kalmak, durmak. * Süre tanı mak, acele etmemek. * Bir ş eyi, bir kimseyi gözetmek, korumak, muhafaza etmek. * Ummak. * Karş ı laş ı lmasıihtimali bulunmak. * Aramak, istemek. beklemeli * Sı nı fta kalı p derslere devam etmeyen (öğrenci). beklenilme * Beklenilmek iş i veya durumu. beklenilmek * Beklenmek. beklenme * Beklenmek durumu. beklenmedik * Birdenbire, ansı zı n. beklenmek * Beklemek iş ine konu olmak. beklenmez * Beklenmeyecek durumda olan.

beklenmezlik * Beklenmeme durumu. beklenmezlik fiili * -acağ ı /-eceği biçimindeki sı fat-fiil ekine tutmak fiili getirilerek yapı lan ve iş in istenmeden, beklenmeden olduğ unu anlatan birleş ik fiil. beklenti

bekleş me

* Bir olgunun sonunda gerçekleş mesi beklenen ş ey. * Bireyin belli ş art ve durumları n alacağı biçimler veya kendisinden beklenenler konusundaki ön görüş ü. * Bekleş mek iş i veya durumu.

bekleş mek * Birlikte veya karş ı lı klıbeklemek. bekletilme * Bekletilmek iş i veya durumu. bekletilmek * Bekletmek iş ine konu olmak veya bekletmek iş i yapı lmak. bekletme

* Bekletmek iş i.

bekletmek * Beklemek iş ini birine yaptı rmak. bekleyiş * Beklemek iş i veya biçimi. bekri bekrilik

*İ çkiye düş kün, içkici, ayyaş . *İ çkiye düş künlük, ayyaş lı k.

Bektaş î * HacıBektaşVeli'nin tarikatı na girmişolan kimse. Bektaş î babası * Bektaş î tarikatı ndan olan derviş . Bektaş î dedesi * Bektaş î tarikatı nda daha üst makamlarda bulunan ve yönetimde sorumluluk taş ı yan derviş . Bektaş î sı rrı * Çok gizli tutulan sı r. Bektaş î üzümü * Taş kı rangillerden bir çalı(Ribes grossularia). * Bu çalı nı n mayhoş , nohut büyüklüğ ünde, ak veya kara yemiş i. bektaş îkavuğu * Büyük ve güzel çiçekler veren, ı lı k iklimlerde yetiş en bir kaktüs (Echinocactus). Bektaş îlik * Bektaş î tarikatı . * Bektaş î tarikatı ndan olma durumu. bel

*İ ş aret. bel *İ nsan bedeninde göğ üsle karı n arası nda daralmı şbölüm. * Bu bölümün, sı rtı n altı na rastlayan bölgesi. * Hayvanlarda omuz baş ı ile sa ğ rıarası . * Dağsı rtları nda geçit veren çukur yer. * Geminin orta bölümü. bel

* Atmı k, meni, sperm.

bel

* Toprağı kazmaya veya kirizma yapmaya yarayan, uzun saplı , ayakla bası lacak yeri tahta, ucu sivri kürek veya çatal biçiminde bir tarı m aracı . bel

* Ses ş iddetiyle ilgili birim.

bel ağrı sı * Bel çevresinde oluş an ve duyulan ağ rı . bel bağı * Bel kemeri. bel bağlamak * birisinin kendisine yardı mcıolacağ ı na inanmak, güvenmek. bel bel

* Durgun, anlamsı z bakmayıanlatan bel bel bakmak deyiminde geçer.

bel bellemek * toprağ ıbelle kazmak. bel etmek * iş aret koymak, iş aret vermek. bel evlâdı * (bir kimsenin) Öz çocuğ ı . bel fı tı ğ ı * Bel bölgesinde fı tı k. bel gevş ekliğ i * Cinsel gücü yitirme. bel kemeri * Elbise üzerinden bele dolayarak bir toka ile tutturulan, deri, kumaşveya metalden yapı lan özel bağ . bel kemiği * Omurga. * Bir ş eyin varlı ğı ile ilgili en önemli bölümü, temel, esas. bel kı ra kı ra * kı rı ta kı rı ta, salı na salı na. bel kı rmak * gövdeyi, belden sağ a sola bükmek. bel kündesi * (güreş te) Ellerin arkadan gelip hasmı n göbeğ i üzerinde kilitlenmesi yolundaki kündeleme.

bel soğ ukluğu * Üreme organları nı n akı nt ı lıve bulaş ı cı bir hastalı ğ ı . bel soğ ukluğuna uğratmak * bir iş e veya bir söze gereksiz yere karı ş arak onun akı ş ı nısektirmek. bel vermek * (duvar gibi dik ş eyler) dı ş arı ya veya (tavan gibi yatay ş eyler) aş ağ ı ya doğ ru kamburlaş mak. * destek olmak. belâ *İ çinden çı kı lmasıgüç, sakı ncalıdurum. * Büyük zarar ve sı kı ntı ya yol açan olay veya kimse. * Hak edilen ceza. * (istenmedik bir davranı ş a zorlayan) Etki. belâ aramak * kavga çı karmak için fı rsat aramak. belâ çı karmak * kavga çı karmak. belâ kesilmek * birisine sı kı ntıve eziyet vermek, musallat olmak. belâ okumak * birine beddua etmek. belâgat

*İ yi konuş ma, sözle inandı rma yeteneği. * Söz sanatları nıinceleyen bilgi dalı , retorik. * Konuyu bütün yönleriyle kavrayarak, hiçbir yanlı şve eksik anlayı ş a yer bı rakmayan, yorum gerektirmeyen, yapmacı ktan uzak, düzgün anlatma sanatı . * Bir ş eyde gizli olan derin anlam. belâgatli

* Belâgati olan.

belâgatsiz * Belâgati olmayan. belâhat

* Alı klı k.

belâlar mübareği * istenilmeyen, kaçı nı lan bir durumun gerçekleş tiğ i bildirilirken alay yollu söylenir. belâlı

belâsı

* Yorucu, üzücü, can sı kı cı . * Kavgacı ,ş irret. * Yolsuz kadı nları n zorba dostu. * -den dolayı , -den sebebiyle.

belâsı nıbulmak * hak ettiği cezayıgörmek. belâya çatmak (girmek veya uğramak) * beklenmedik bir belâ ile karş ı laş mak. belâya uğ ramak

* çok kötü bir durumla karş ı laş mak. belâyısatı n almak * göz göre göre belâyıüstüne çekmek. belce

*İ ki kaşarası .

Belçikalı * Belçika halkı ndan olan (kimse). belde

* Şehir. * Mekân, yer, çevre.

beldeitayyibe * Medine ş ehri. beledî * Şehirle ilgili. * Yerleş ik. * Bir tür pamuklu, kalı n kumaş . belediye

*İ l, ilçe, bucak gibi yerleş im merkezlerinde temizlik, aydı nlatma, su ve esnafı n denetimi gibi kamu hizmetlerine bakan, üyeleri halk tarafı ndan seçilen, tüzel kiş iliği olan teş kilât. * Bu teş kilâtı n bulunduğ u bina. belediye baş kanı * Belediye teş kilâtı nı yöneten kimse. belediye çavuş u * Zabı ta iş lerinde üst görevli. belediye encümeni * Belediye kanununda belirtilmişgörevleri yerine getiren, özel kanunlarla belediye meclisince verilen görevleri, belediye meclisi toplu bulunmadı ğ ızaman, tetkik eden ve karara bağ layan organ. belediye meclisi * Belediye tüzel kiş iliğ ine tanı nan yetkileri kendinde toplayan organ. belediye nikâhı * Medenî kanuna göre kı yı lan resmî nikâh. belediye polisi * Zabı ta görevlisi. belediye reisi * Belediye baş kanı . belediye sarayı * Belediyeye ait bütün iş lerin yapı ldı ğ ıve büroları n bir arada bulunduğ u büyük yapı . belediye suçları * Belediye buyrukları na ve yasakları na aykı rıdavranı ş lar. belediye teş kilâtı * Nüfusu iki binden fazla olan yerleş im yerlerinde hükûmet kararı yla kurulan, belediye baş kanı , belediye meclisi, belediye encümeni ve belediye memurları ndan oluş an kuruluş . belediyeci * Belediye iş leri görevlisi.

belediyecilik * Belediye iş leri. belediyelik * Belediyeyle ilgili. belediyelik olmak * belediye ile ilgili bir iş i olmak. belek * Kundak, çocuk bezi. * Beş iğ e konulan yatak. beleme * Belemek iş i. belemek

* (çocuğ u) Kundaklamak. * Beş iğ e yatı rı p bağ lamak. * Bulamak, bulaş tı rmak.

belemir * Orta Anadolu'da tarlalarda yetiş en, çiçekleri mavimsi renkte bir yı llı k bir bitki, peygamber çiçeği, mavi kantaron (Cephalaria syriaca). belen * Bel. * Tepe, yüksek yer; bayı r. * Dağüzerindeki yüksek geçit, dik dağyolu. belenme

* Belenmek iş i.

belenmek * Kundaklanmak. * Bulanmak, bulaş mak, örtülmek. belerme * Belermek iş i. belermek belertme

* (göz için) Akıiyice belirecek biçimde açı lmak. * Belertmek iş i.

belertmek * Gözlerini, akıçok görünecek biçimde açmak. beleş * Karş ı lı ksı z, emeksiz, parası z elde edilen. beleş(veya bahş iş ) atı n diş ine (veya yaş ı na) bakı lmaz * bedava gelen ş eyde kusur aranmaz. beleş çi beleş çilik

* Parası z geçinmeyi seven, lüpçü, bedavacı . * Beleş çi olma durumu.

beleş e konmak * emek, para vermeden elde etmek. beleş ten

* Emek vermeden, karş ı lı ksı z.

beletme * Beletmek iş i. beletmek belge

* Kundaklatmak. * Bir gerçeğe tanı klı k eden yazı , fotoğ raf, resim, film vb. vesika, doküman.

belge almak * (iki yı l aynı sı nı fta üst üste kalan öğrenci) okuldan uzaklaş tı rı lmak, okuldan çı karı lmak. belgeci * Belgesel filmler yapan, yöneten sinemacı . belgegeçer * Yazı lı , bilgi ve belgelerin telefon sistemi vası tası yla bir yerden bir yere iletilmesini anı nda sağlayan araç, faks. belgeleme * Belgelemek iş i, tevsik. belgelemek * Bir olgunun doğru olduğ unu belge ile göstermek, ortaya çı karmak, tevsik etmek. belgelendirme * Belgelendirmek iş i. belgelendirmek * Belge göstererek belirtmek. belgelenme * Belgelenmek iş i. belgelenmek * Belgelemek iş ine konu olmak. *İ ki yı l üst üste aynısı nı fta kalan öğ renci okuldan çı karı lmak. belgeli

belgelik belgesel

* Belgesi olan. *İ ki yı l üst üste sı nı fta kaldı ğı için okula devam etme hakkı nıyitirerek belge alan. * Belge ve yazı ları n saklandı ğ ıyer, arş iv. * Belge niteliği bulunan (ş ey), dokümanter. * Belge niteliği taş ı yan film veya televizyon programı .

belgesel film * Hayattan alı nan herhangi bir olguyu, kendi tabiî çevresi ve akı ş ıiçinde veya gerçeğe en yakı n biçimde hazı rlanmı şyapay bir yerde iş leyen, belirli bir amacı yansı tan film. belgeselci * Belgesel, film çeken veya bunun üzerinde çalı ş an (kimse). * Belgesel niteliğindeki eserleri seven veya bunlarla ilgilenen (kimse).

belgeselcilik * Belgeselcinin yaptı ğ ıiş . belgi

* Bir ş eyi benzerlerinden ayı ran özellik, ş iar, alâmet, niş an. * Duyuş , düş ünüşve inanı ş taki ayı rı cıözellik, ş iar.

belgileme * Belgilemek iş i. belgilemek * Belgi ile göstermek. belgili * Belgiye dayanan, belirli olan. belgin belginlik belgisiz

* Tam ve kesin olarak belirlenmişolan, sarih. * Belgin olma durumu, sarahat. * Belirli olmayan, iş aret edilemeyen, gayrimuayyen.

belgisiz sı fat * Bkz. belirsizlik sı fatı . belgisiz zamir * Bkz. belirsizlik zamiri. belgisizlik * Belgisiz olma durumu. belgit burhan. beli

* Senet. * Bir önermeyi tanı tlamak için gösterilen ve daha önce doğru diye kabul edilen baş ka önerme, hüccet,

* Evet.

beli açı lmak * küçük aptesini tutamaz olmak. beli bükük * Beli bükülmüş , güçsüz, zavallı . beli bükülmek * yaş lı lı k yüzünden güçsüz kalmak, bir işyapamayacak duruma düş mek. beli çökmek * kamburlaş mak. beli gelmek * cinsel birleş me sı rası nda salgıboş almak. beliğ * Belâgati olan, belâgatli. belik

* Saç örgüsü. belik belik * Örgü örgü, örgü hâlinde. belikleme * Beliklemek iş i. beliklemek * Saçlarıörmek. belinden gelmek * birinin dölü olmak. belini bükmek * çaresizlik içinde bı rakmak. belini doğ rultmak (veya doğ rultamamak) * yeniden durumunu düzeltmek. belini kı rmak * birini bir ş eyi yapamaz duruma getirmek. belini vermek * dayamak,yaslanmak. belinleme * Belinlemek iş i. belinlemek * Birden uyanarak çevresine korku ile ş aş kı nş aş kı n bakmak, irkilmek. belirgin

* Belirmişdurumda olan, besbelli, açı k, bariz, sarih.

belirginleş me * Belirgin duruma gelme. belirginleş mek * Belirgin duruma gelmek. belirginleş tirme * Belirgin duruma getirme. belirginleş tirmek * Belirgin duruma getirmek. belirginlik * Belirgin olma durumu. belirleme * Belirlemek iş i, tayin. belirlemek * Belirli duruma getirmek, belirli kı lmak, tayin etmek. * Yeni bir kavramı , özünü oluş turan ögeleri açı klayarak tanı mlamak, sı nı rlamak. * Bir kavramı , ayı rı cı bir öge ekleyerek sı nı rlamak, kapsam bakı mı ndan daraltmak, genellemek karş ı tı . belirlenim * Belirli duruma gelme iş i. * Bir kavramı n anlamı nı n, içeriğinin, yapı sı nı n veya sı nı rları nı n tam olarak belirlenmesi iş i, gerektirim, determinasyon.

belirlenimci * Belirlenimcilik yanlı sıolan (kimse), gerekirci, determinist. belirlenimcilik * Her olayı n baş ka olayları n gerekli ve kaçı nı lmaz bir sonucu olduğunu ileri süren öğ reti, gerekircilik, determinizm. belirlenme * Belirlenmek iş i. belirlenmek * Belirli duruma getirilmek. belirlenmezci * Belirlenmezcilik yanlı sıolan (kimse), indeterminist. belirlenmezcilik * Nedensellik yasası na bağlıolmayan, bir sebebe bağlanmayan olay ve durumları n da bulunduğunu öne süren görüş , indeterminizm. *İ nsan iradesinin hiçbir ş arta bağ lıolmadı ğ ı nı , içinde bulunduğu ş artlarla belirlenmediğ ini, insanı n özgür iradesinin nedensellik yasası na bağlıolmadı ğı nısavunan görüş , indeterminizm. belirleş me * Belirleş mek iş i veya durumu. belirleş mek * Belirgin duruma girmek. belirli

* Açı k ve kesin olarak sı nı rlanmı şveya kararlaş tı rı lmı şolan, muayyen.

belirli belirsiz * Yarıbelirgin durumda, az çok belli olan. belirli geçmiş * Fiilin belirttiği kavramı n, içinde bulunan zamandan önce olup bittiğ ini kesinlikle bildiren kip, -di'li geçmiş , görülen geçmiş . Bu zaman Türkçede -dı(-di) / -tı(-ti) ekiyle karş ı lanı r.Aldı , biçti, uçtu vb. belirli nesne * Belirtme durumu ekini almı ş , geçiş li fiil durumunda olan yüklemle ilgili kelime veya kelime grubu. belirlilik * Belirli olma durumu. belirme belirmek

belirsiz

* Belirmek iş i, tebellür etme. * (önce belli veya görünür olmayan bir ş ey için) Ortaya çı kmak, tezahür etmek. * Bir düş ünce veya durum için, kesin bir biçim almak, tebellür etmek. *İ yice görünür ve anlaş ı lı r bir durum almak, tebarüz etmek. * Belirli olmayan, gayrimuayyen. * Niteliğ i hakkı nda tam bir bilgi edinilemeyen, müphem. * Bilinmeyen, meçhul.

belirsiz geçmiş * Fiilin belirttiği kavramı n, içinde bulunulan zamandan önce olup bittiğ ini baş kası ndan duyarak veya belirsiz olarak bildiren kip, -miş 'li geçmiş , görülmeyen geçmiş . Türkçede bu zaman -mı ş/ -mişekiyle kurulur: Gelmiş , gülmüş , ağ lamı şgibi.

belirsizlik * Belirsiz olma durumu, müphemiyet. belirsizlik sı fatı *İ simleri yaklaş ı k, kabataslak belirten sı fat: bazı , birkaç, her, birtakı m, filan vb. belirsizlik zamiri *İ smin yerini belirsiz, kabataslak tutan zamir: bazı sı , birkaçı , birçoğu, azı , herkes, biri vb. belirteç * Zarf. belirten belirti belirtik

* Tamlayan. * Bir olayı n veya durumun anlaş ı lması na yardı m eden ş ey, alâmet, niş an, niş ane. * Açı k, belli, sarih.

belirtilen * Tamlanan. belirtili

* Belirtisi olan. * Belirtilmişolan, belirli kı lı nan.

belirtili nesne * Belirtme durumundaki nesne, sarih meful. belirtili tamlama * Tamlayanı-in (-nin) takı sı , tamlananı üçüncü kiş i iyelik eki alan ve belirli bir kavram taş ı yan tamlama: Doğ an'ı n kalemi, çiçeğin kokusu gibi. belirtilme * Belirtilmek iş i. belirtilmek * Belirtmek iş ine konu olmak. belirtisiz * Belirtisi olmayan. * Belirtilmemişolan. belirtisiz nesne * Yalı n durumdaki nesne. belirtisiz tamlama * Tamlayanıyalı n durumda olan, tamlananıgenellikle üçüncü kiş i iyelik eki alan ve çoğu kez tür kavramı veren isim tamlaması : Ankara kedisi. Tuz Gölü gibi. belirtken

* Bir özlü sözle birlikte kullanı lan iş aret. * Soyut bir ş eyin, bir kavramı n sembolü olan varlı k veya eş ya, amblem. * Gösterge.

belirtme * Belirli kı lma, görüşbildirme, tasrih. belirtme durumu

* Yüklemi geçiş li bir fiil olan cümlede fiilin doğrudan etkilediğ i -i (-ı , -u, -ü) ekini almı şisim, yükleme durumu, i hâli, akuzatif. Evi gördüm. Yazı yı okudum. belirtme grubu * Tamlamalardan daha genişkelime dizisi: Kalı n bir kitabı n süslü cilt kapağ ıbir belirtme grubudur. belirtme sı fatı * Bir ismi gösterme, soru, sayıveya belirsizlik bakı mları ndan belirten sı fat: Bu kapı . Birinci dönem. Kaç öğrenci? Hangi ev? Üç çocuk gibi. belirtmek * Açı klamak, tebarüz ettirmek. belit

* Kendiliğ inden apaçı k ve bundan dolayıöteki önermelerin ön dayanağı sayı lan temel önerme, mütearife, aksiyom: "Tüm, parçaları n her birinden büyüktür" sözü bir belittir. belitken belitleme

* Belitler sistemi. * Belitlemek iş i. * Tümden geliş imci bir bilime esas olacak belit sistemi.

belitlemek * Belgeye dayanarak ortaya koymak. * Belitleme kuramı nıortaya koymak. belitlenebilirlik * Belitlenebilen kuram. beliye

* Felâket, keder, tasa.

belki * Muhtemel olarak, olabilir ki. * Olsa olsa, ya ... ya, ihtimal. belki de *ş u da olabilir. belkili

* Olası lı , muhtemel. * Doğru olabileceği gibi, yanlı şda olabilen, belli ve kesin olmayan, olası lı , ihtimalî.

belladonna * Güzelavrat otu. belleğini yitirmek * bellek kaybı na uğramak. bellek

* Yaş ananları , öğ renilen konuları , bunları n geçmiş le iliş kisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, akı l, hafı za, dağ arcı k. * Bir bilgisayarda, programıdeğiş meyen verileri, yapı lacak işiçin gerekli olan ara sonuçlarıtoplayan bölüm. bellek karı ş ı klı ğ ı * Kelimelerin doğru anlamı nıhatı rlayamamak veya ilk olarak görülen bir ş eyi önce gördüğ ünü sanma duygusuna kapı lmak biçiminde beliren bir ruh hastalı ğı . bellek kaybı * Bellek yitimi.

bellek yitimi * Büyük sarsı ntı veya humma yüzünden belleğin bozulmasıveya kaybolmasıbiçiminde beliren ruh hastalı ğı . * Belleğ in kı sa bir süre durup iş lememesi. bellem belleme belleme

* Bellemek yetisi. * Bellemek iş i. * At ve benzeri hayvanları n sı rtı na vurulan keçe, meş in veya kalı n kumaşparçası , yapı k, haş a.

bellemek * Öğrenip akı lda tutmak. * Sanmak. bellemek * Bel denilen araçla toprağı iş lemek. bellenmek * Bellenmek (I) iş ine konu olmak, öğrenilmek. bellenmek * Bellenmek (II) iş ine konu olmak. belleten

* Bilim kurumları nı n çalı ş malarıile ilgili yazıve haberlerin yayı mlandı ğ ıdergi.

belletici * Çalı ş tı rı cı , öğretici, müzakereci. belletme

* Belletmek iş i.

belletmek * Bellemesini sağ lamak, öğ retmek. belletmen * Orta öğretimde etütleri denetleyen kimse, belletici. belli * Beli olan. belli

* Bilinmedik bir yanıolmayan, malûm. * Gizli olmayan, ortada olan, anlaş ı lan, bedihî, zahir, aş ikâr. * Belirli, muayyen.

belli baş lı * Belirli, muayyen. * Önemli. belli belirsiz * Zorlukla seçilebilen, yarıbelli, yarıbellisiz, duyulabilen, çok az belli olan. belli etmek * açı klamak, iyice görünür anlaş ı lı r duruma getirmek. * sezdirmek, hissettirmek. belli olmak

* anlaş ı lmak, açı klanmak. bellik *İ ş aret, marka. bellilik bellisiz belsem

* Belli olma durumu, bedahet, muayyeniyet. * Belli olmayan, bilinemeyen. * Bkz. balsam.

bembeyaz * Çok beyaz veya her yanıbeyaz, apak. * Pı rı l pı rı l, apaçı k. bemol * Bir sesin yarı m ton kalı nlaş tı rı lacağ ı nıgösteren nota iş areti. * Böylece kalı nlaş tı rı lmı ş(ses). ben * Çoğ u doğ uş tan, tende bulunan ufak, koyu renkli leke veya kabartı . * En çok üzümde görülen olgunlaş ma belirtisi. * Saçta, sakalda beliren beyazlı k. ben

ben

* Olta veya tuzağ a konulan yem. * Kuş un yavrusuna taş ı dı ğıyem. * Tekil birinci kiş iyi gösteren zamir. * Kiş iyi öbür varlı klardan ayı ran bilinç. * Bir kimsenin kiş iliğ ini oluş turan temel öge, ego.

ben bu iş te yokum * ben bu iş e karı ş mam. ben hancı , sen yolcu oldukça * özel iliş kilerimiz sürüp gittikçe (senin bana iş in düş er). ben ş ahı mı(veya ş eyhimi) bu kadar severim * ben bundan daha çok özveride bulunamam. benbenci

* Kendini çok öven, hep kendinden söz eden, kibirli, gururlu.

benbencilik * Benbenci olma durumu. bence

* Bana göre, düş ündüğ üm gibi.

benci * Kendini beğ enen, kendini her konuda üstün gören, hodpesent, megaloman. bencil

* Yalnı z kendini düş ünen, kendi çı karları nı herkesinkinden üstün tutan, hodbin, hodkâm, egoist. * Bencillik öğretisine inanan.

bencil olmak

* bencilce davranı ş ta bulunmak. bencilce * Bencile yakı ş ı r biçimde. bencileyin * Benim gibi. bencilik

* Benci olma durumu, hodpesentlik, egoizm. *İ nsanı n bütün eylemlerinin ben sevgisiyle belirlenmişolduğunu, buna göre ahlâklı lı ğ ı n da yalnı zca kendini koruma içgüdüsünün bir biçimi olduğunu ileri süren öğ reti. * Kendi benini ve çı karı nı hayatı n mutlak ilkesi yapan anlayı ş . bencilleş me * Bencilleş mek iş i. bencilleş mek * Bencil duruma gelmek. bencillik

* Bencil olma durumu, hodbinlik, egoistlik, egoizm.

bencillik etmek * bencil davranmak. bende * Kul, köle. bendegân * Kullar, köleler. bendegî

* Kulluk, kölelik. * Köle ile ilgili, köleye ait.

bendehane * Bendenin, kölenin evi. benden de al o kadar * Bkz. al benden de o kadar. benden günah gitti * Bkz. benden söylemesi. benden söylemesi * ben üzerime borç saydı ğı mş eyi söyledim, kendimi suçlu saymam. bendeniz

* alçak gönüllülükle ben yerine ve "köleniz'" anlamı nda kullanı lı r.

bendeniz cennet kuş u * kendini tanı tı rken kullanı lan bir deyim. bendezade * Bendenin oğlu. bendir benefş e

* Alaturka çalgıaleti. * Menekş e.

benek

* Herhangi bir ş ey üzerindeki ufak leke, nokta, puan. * Güneşlekeleri yöresinde görülen, parlak taneciklerden ve parlak damarlardan oluş muşbölüm, fekül.

beneklenme * Beneklenmek iş i. beneklenmek * Benek oluş mak. benekleş me * Benekleş mek iş i veya durumu. benekleş mek * Benek benek durum almak. benekli

* Ufak lekeleri bulunan.

benekli köpek balı ğ ı * Kara benekli, küçük boyda bir cins köpek balı ğ ı(Scylliorhinus canicula). bengi

* Sonu olmayan, hep kalacak olan, ölümsüz, ebedî.

bengi * Ege ve Güney Marmara bölgesinin halk oyunları ndan biri. bengi su

*İ çene sonsuz hayat verdiğ ine inanı lan ve efsanelerde geçen su, abı hayat.

bengileme * Bengilemek iş i. bengilemek * Bengi kı lmak, sonsuz yaş ama niteliğ i kazandı rmak, ölümsüzleş tirmek, ebedîleş tirmek. bengileş me * Bengileş mek iş i. bengileş mek * Sonsuz yaş ama niteliğ i kazanmak, ölümsüzleş mek, ebedîleş mek. bengilik

* Zamanla ilgisi, baş langı cıve sonu olmayan varlı k. * Ölmezlik, ebedîlik. * Sonsuz ve ölçülmez zaman.

beni sokmayan yı lan bin (yı l) yaş ası n * zararlıolduğ u bilinen, ama kimseye kötülüğü dokunmayan kiş iyle uğ raş mamalı dı r. beniâdem * Âdemoğulları , insanlar. benibeş er *İ nsan. beniçinci * Kiş inin benliğ ini merkez sayma görüş ü, benmerkezci. beniçincilik

* Dünyada kiş inin benliğ ini merkez sayan felsefe görüş ü, benmerkezcilik, egosantrizm. benildeme * Benildemek iş i. benildemek * Belinlemek. benim diyen * kendine güvenen, güçlü olduğuna inanan. benim oğlum bina okur, döner döner yine okur * "çok çalı ş ması na karş ı lı k verimli ve yararlı olmuyor" anlamı nda kı nama veya eleş tiri belirtmek için kullanı lı r. benimseme * Benimsemek iş i, sahip çı kma, tesahup. benimsemek * Bir ş eyi kendine mal etmek, sahip çı kmak, kabullenmek, tesahup etmek. * Bir ş eye, birine bağlanmak, ı sı nmak. benimsenme * Benimsenmek iş i. benimsenmek * Benimsenmek iş ine konu olmak. benimsetme * Benimsetmek iş i. benimsetmek * Birinin benimsemesini sağ lamak. benimseyiş * Benimsemek iş i veya durumu. beniz

* Yüz rengi.

beniz geçmek * benzi solmak. benizli

* Benzi bulunan, benze sahip olan.

benlenme * Benlenmek iş i. benlenmek * Ben oluş mak. benli benli

* Teninde ben bulunan. * Bkz. senli benli.

benliği yoğ urmak * kiş iliğ i oluş turmak. benliğinden çı kmak

* kendine benzemez olmak. benlik * Bir kimsenin öz varlı ğ ı , kiş iliğ i, onu kendisi yapan ş ey, kendilik, ş ahsiyet. * Kendi kiş iliğine önem verme, kiş iliğ ini üstün görme, kibir, gurur. benlik çatı ş ması * Benliğin ön plâna çı kmasıile baş gösteren çatı ş ması . benlik davası * Her ş eyi kendi düş üncesine uydurmak ve her ş eyde söz sahibi olmak çabası . benlik ikileş mesi * Öznenin kiş iliğini iki veya daha çok bilinç merkezine bölen ve tek kiş ide çeş itli kiş ilikler durumunda beliren bir ruh hastalı ğ ı . benlik yitimi * Kiş ilik duygusunun ve benlik bilincinin yitirilmesi ile beliren ruh hastalı ğ ı . benlikçi

* Her konuda hep kendini ileri süren, hep kendinden söz eden (kimse). * Benlikçilik yanlı sıolan (kimse).

benlikçilik * Her konuda hep kendini ileri sürme, hep kendinden söz etme durumu. * Kendi benliğ inin geliş imini, bütün davranı ş ları nı n ilkesi yapan kiş inin niteliği, egotizm. benmari

* Bir kabı kaynar suya oturtmak yolu ile içindekini ı sı tmak veya eritmek yöntemi.

benmerkezci * Beniçinci. benmerkezcilik * Beniçincilik. bent

* Bağ , rabı t. * Kanun maddesi; kitaplarda kendi içinde bütünlük oluş turan bölüm. * Suyu biriktirmek için önüne yapı lan set, büğet. * Gazete yazı sı . * Bağ lam.

bent etmek * kendine bağ lamak. bent olmak * bağ lanmak, tutulmak. benzeme

* Benzemek iş i.

benzemek *İ ki kiş i veya nesne arası nda birbirini andı racak kadar ortak nitelikler bulunmak, andı rmak. * Sanı sı nı uyandı rmak, gibi görünmek. benzemeklik * Benzer olma durumu. benzemez *İ skambil veya okey oyununda farklıkâğ ı tları n veya taş ları n bir araya gelmesi.

benzen

* Maden kömürü katranı ndan çı karı lan C6H6 formülündeki hidrokarbonun bilimsel adı .

benzer

* Nitelik, görünüşve yapıbakı mı ndan bir baş kası na benzeyen veya ona eşolan (ş ey), müş abih, mümasil. * Bkz. benzeş im. * Bazıönemsiz veya tehlikeli sahnelerde ası l oyuncunun yerine çı kan, yapıve yüz bakı mı ndan bu oyuncuyu andı ran kimse, dublör. benzer ş ekiller * Kenarları nı n uzunluklarıarası ndaki oran değiş memekle birlikte karş ı lı klıaçı larıeş it olan ş ekiller. benzeri benzerlik durum.

* Benzerlik gösteren, benzer. * Benzer olma durumu. *İ ki üçgende köş elerinin eş lenmesine göre karş ı lı klı açı ları n eşve karş ı lı klıkenarları n orantı sı ndan doğan

benzersiz * Benzeri olmayan, eş siz. benzersizlik * Benzersiz olma durumu. benzeş * Birbirine benzeyen, araları nda benzerlik bulunan, müş abih, nazir. benzeş en * Ünlü veya ünsüz benzeş melerinde etki altı nda kalan ünsüz veya ünlü: Sütçü (süt-çü), ekmekten (ekmekten), odalardan (oda-lar-dan) kelimelerinde bulunan -çü, -ten, -dan eklerindeki ünsüz veya ünlüler gibi. benzeş ik

* Benzeş me özelliğ i gösteren.

benzeş im * Bazıortak yönleri olan iki ş ey arası ndaki benzeş me. *İ ki ş eklin kenarları nı n uzunluklarıarası ndaki oran değiş memekle birlikte, karş ı lı klıaçı ları nı n eş it bulunması durumu. benzeş im oranı *İ ki ş eklin kenarları nı n arası ndaki oran. benzeş lik * Benzeşolma durumu, müş abehet. benzeş me * Benzeş mek iş i. * Bir kelimede bir sesin baş ka bir sesi kendisine benzetme etkisi: yurt-daş> yurttaş , çarş anba > çarş amba, o + bir < öbür gibi. benzeş mek * Birbirine benzemek, müş abih olmak. benzeş mezlik * Bir kelimede bulunan aynıveya benzeri seslerden birinin değ iş ikliğe uğraması , disimilâsyon: Kı nnap > kı rnap, attar > aktar, kehribar > kehlibar gibi. benzeti

* Benzetme, aslı ndan kopya edilmiş , teş bih.

benzeti ressamı * Büyük sanatçı ları n yaptı kları nı , orijinaline bakarak yapan ve benzeti olduğunu belirten ressam. benzetici

* Benzeterek yapan, sahteci, kopyacı .

benzetici ressam * Büyük sanatçı ları n üslûbunda çalı ş arak, yaptı ğ ıiş leri orijinal eser diye satan sahteci ressam. benzetilme * Benzetilmek iş i. benzetilmek * Benzetmek iş ine konu olmak. benzetiş * Bir ş eyi baş ka bir ş eye benzetmek iş i veya biçimi. benzetme * Benzetmek iş i. * Bir ş eyin neteliğini anlatmak için, o niteliğ i eksiksiz taş ı yan bir ş eyi örnek olarak gösterme iş i, teş bih. benzetmek * Benzer duruma getirmek. * Bir ş eyde baş ka ş eye benzeyen yönler bulmak. * Kötü bir duruma getirmek, bozmak. * Dövmek. benzetmek gibi olması n * kötü bir sona uğramı şbirinden veya bir ş eyden söz ederken, ona benzetilen kimse veya ş ey için kötü bir duygu beslenilmediğini anlatı r. benzeyiş * Bir ş eyin baş ka bir ş eye benzemesi durumu. benzeyiş sizlik * Benzeş memek durumu. benzi atmak (veya uçmak) * ansı zı n yüzünün rengi sararmak, solmak. benzi kül gibi olmak * yüzünden kan çekilmek, yüzü sararmak. benzi sararmak * yüzünün rengi solmak. benzi uçmak * yüzü sararmak. benzin * Petrolün damı tı lmasıile elde edilen, özgül ağ ı rlı ğıyaklaş ı k 0,65 olan, renksiz, uçucu, kendine özgü kokusu bulunan bir sı vı . * Benzen. benzin istasyonu * Araçları n benzin, yağgibi ihtiyaçları nıkarş ı layan, yolculara dinlenme ve alı şverişimkânıveren tesis, benzinlik. benzin pompası * Benzinlikte araç depoları na benzin koyma ve verilen benzin tutarı nıgösterme aracı .

benzinci

* Benzin satı lan yer veya benzin satan kimse.

benzincilik * Benzincinin iş i veya mesleği. benzinde kan kalmamak * kansı zlı k sebebiyle yüzü sararmak. benzine kan gelmek (veya benzi kanlanmak) * sağlı klıduruma gelmek, canlanmak. benzinleme * Benzinlemek iş i veya durumu. benzinlemek * Benzin dökerek yakmak. * Bir nesneyi benzine bulamak. benzinli

* Benzinle çalı ş an (motor, makine vb.).

benzinlik * Benzin satı lan yer, benzin istasyonu. benzol beraat

* Benzin ve tolüen karı ş ı mıbir akaryakı t. * Aklanma.

beraat etmek * aklanmak, temize çı kmak. beraatı zimmet * Borcu, vereceğ i olmama durumu, borçsuzluk. beraatı zimmet ası kdı r * tersi ispatlanmadı kça insanları n suçsuz sayı lmalarıilkesini anlatı r. beraber

* Birlikte, bir arada. * Aynıdüzeyde. * -e rağ men, -e karş ı n.

beraberce * Birlikte, beraber olarak. berabere bitmek * (oyun, yarı ş ma) takı mları n aynı sayı yıalması yla sonuçlanmak. berabere kalmak * (oyun, yarı ş ma için) takı mlar aynı sayı yıalmak veya denk gelmek, baş a başkalmak, baş a başgelmek. beraberinde * yanı nda. beraberlik * Birlikte olma durumu. * Başbaş a kalma durumu. beraberlik müziği

* Orkestra, koro veya oda müziğinde olduğu gibi birçok sesin oluş turduğu müzik. berat * Bir buluş tan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge, patent. * Osmanlıİ mparatorluğunda bir göreve atanan, aylı k bağlanan, san, niş an veya ayrı calı k verilen kimseler için çı karı lan padiş ah buyruğu. Berat Gecesi * Hz. Muhammed'e peygamberliğin Cebrail aracı lı ğı yla bildirildiği ş aban ayı nı n 15. gecesine rastlayan kandil gecesi. Berat Kandili * Bkz. Berat Gecesi. berbat * Kötü. * Bozuk. * Çirkin, beğenilmeyen. * Darmadağı n, bakı msı z, periş an, viran. berbat etmek (veya eylemek) * kötü duruma getirmek. * bozmak. berbat olmak * kötü duruma gelmek; kirlenmek. * bozulmak. berber

* Saç ve sakalı n kesilmesi, taranmasıve yapı lmasıiş iyle uğ raş an veya bunu meslek edinen kimse. * Bu iş in yapı ldı ğ ıdükkân.

berber balı ğ ı * Hanigillerden, kuyruğunun çatalıçok uzun olan, Akdeniz'de yaş ayan, eti yenilen bir balı k (Serranus anthias). berber bataryası * Berber dükkânları nda lâvaboya su akması nısağlayan deve boynu biçimindeki musluk takı mı . berber çı rağ ı * Berber ustası nı n yanı nda yetiş tirilmek üzere çalı ş an çocuk. berber dükkânı * Berber. berber koltuğ u * Berberler için yapı lan hareketli, oynar baş lı klıözel koltuk. berber salonu * Büyük berber dükkânı . Berberî

* Kuzey Afrika'daki Cezayir bölgesinde Berberistan halkı ndan veya bu halkı n soyundan olan kimse.

berberlik * Berberin yaptı ğı iş . berceste

* Sağlam ve lâtif. * Seçilmiş , seçme. * Sanat değeri yüksek anlamlar taş ı yan dize.

berdelacuz * Halk tahminine göre, 9-18 Mart arası nda görülen kocakarısoğ uğu. berdevam * Sürmekte olan, sürüp giden. berduş * Baş ı boş , serseri. * Pis, bozuk, bakı msı z. bere * Vurma ve incitme sonucu vücudun herhangi bir yerinde oluş an çürük. * Herhangi bir ş eyde görülen çizik, ezik. bere * Yuvarlak, yassıve sipersiz baş lı k. bereket

* Bolluk, gürlük, ongunluk, feyz, feyezan. *İ yi ki, neyse ki, iyi bir rastlantıolarak. * Yağmur.

bereket ki (veya bereket versin ki) * iyi ki, Tanrı 'ya ş ükür ki. bereket versin * para alan kimsenin söylediğ i iyi dilek sözü. * bir kimsenin bir durumdan hoş nutluğ unu anlatması , teselli bulması . bereketlenme * Bereketlenmek iş i veya durumu. bereketlenmek * Çoğ almak, artmak. bereketli

* Bol, verimli.

bereketli ola! (veya olsun!) * yemek yemekte olanlara veya ürünlerini devş irenlere söylenen iyi dilek sözü. bereketlilik * Bereketli olma durumu. bereketsiz * Kendinden beklenen yararlı ğı sağ layamayan (ş ey). bereketsizlik * Bereketsiz olma durumu. bereleme * Berelemek iş i. berelemek * Bereli duruma getirmek. berelenme * Berelenmek iş i veya durumu. berelenmek * Bereli duruma gelmek.

bereli bereli

* Beresi olan. * Beresi olan.

berenarı * Şöyle böyle, az çok, biraz, oldukça. bergamodî * Sarı msıpembe renginde olan. bergamot * Turunçgillerden bir ağ aç (Citrus bergamia). * Bu ağacı n, kabukları ndan reçel yapı lan ve esans çı karı lan meyvesi. bergüzar berhane

* Anmak için verilen hatı ra, armağ an, yadigâr. * Büyük, harap, kullanı ş sı z ev.

berhane gibi * gereğ inden çok büyük (ev). berhava

* Havaya verilmiş , uçurulmuş . * Yararsı z, boş .

berhava etmek * havaya uçurmak. * bitirmek, yok etmek. berhava olmak * patlama yolu ile havaya uçmak. * boş a gitmek. berhayat berhudar

* Hayatta olan, canlı , yaş ayan. * Mutlu.

berhudar ol! * "iyi günler göresin" anlamı nda dilek olarak kullanı lı r. beri * Konuş anı n önündeki iki uzaklı ktan kendisine daha yakı n olanı . * Bu uzaklı kta bulunan. * Çı kma durumundaki kelimelerden sonra getirilerek bir iş in baş langı cı nıgösterir. beribenzer * Sı radan bayağ ı , alelâde. beriberi * Genellikle Uzak Doğu ülkelerinde B vitamini eksikliğ inden ileri gelen bir hastalı k. beriki

beril

* Beride olan. * Beride olan ş ey veya kimse.

* Doğada altı gen billûrlar durumunda bulunan, saydam, çoğ u yeş il renkli berilyum ve aliminyum silikat. berilyum * Atom numarası4, yoğ unluğu 1,84, atom ağı rlı ğı 9,013 olan, zümrüt gibi bazıtaş ları n birleş iminde bulunan, 29700C de eriyen, havanı n etkisine karş ı ince bir oksit tabakası yla kaplıelement. Kı saltmasıBe. berjer * Arkasıkabarı k ve yüksek oturacak yeri genişkoltuk. berk

* Sert, katı . * Sağlam.

berkelyum * Atom numarası97, atom ağı rlı ğı 294 olan, amerikyum veya küryumdan elde edilen yapay element. Kı saltmasıBk. berkemal berkime

* Mükemmel, pek iyi. * Berkimek iş i.

berkimek * Sağlamlaş mak, güç kazanmak, pekiş mek. berkinme * Berkinmek iş i veya durumu. berkinmek * Berkimek. * Pekiş tirilmek. berkitme

* Sağlamlaş tı rma, tahkim, takviye.

berkitmek * Sağlamlaş tı rmak, tahkim etmek, takviye etmek. berklik

* Sağlamlı k. * Sertlik, katı lı k.

berlam

*İ nce pullu, sı rtıaçı k kahverengi, yanları ve karnıbeyaz, ortalama 30-40 cm boyunda, Marmara ve Ege deniziyle Akdeniz'de bol bulunan bir balı k türü (Merluccius merluccius). bermuda

* Dizlere kadar inen dar ve kı sa pantolon.

bermutat * Alı ş ı lagelen biçimde, her zaman olduğu gibi. berrak

* Duru, temiz, aydı nlı k, açı k.

berraklaş ma * Berraklaş mak iş i veya durumu. berraklaş mak * Berrak duruma gelmek, durulaş mak.

berraklaş tı rma * Berraklaş tı rmak iş i. berraklaş tı rmak * Berrak duruma getirmek, durulaş tı rmak. * Açı k, net ve kolay anlaş ı lı r duruma getirmek. berraklı k * Berrak olma durumu, duruluk. berri * Kara ile (toprakla) ilgili, karasal. bertafsil bertaraf

* Açı klamalı , uzun uzadı ya, açı k olarak. * Bir yana, ş öyle dursun.

bertaraf etmek * ortadan kaldı rmak, gidermek. bertaraf olmak * ortadan kalkmak, yok edilmek. bertik

* Yara, bere. *İ ncinmiş , burkulmuş . * Deride mor leke, çürük.

bertilme * Bertilmek iş i veya durumu. bertilmek *İ ncinmek, burkulmak. * Berelenmek yaralanmak. * Morarmak, çürümek. bertme * Bertmek iş i. bertmek berzah besalet

* Bertilmek. * Kı stak, dar dil. * Yiğitlik, yararlı lı k.

besbedava * Pek ucuz. besbelli

besbeter

* Açı k, apaçı k, çok belli. * Anlaş ı ldı ğı na göre, anlaş ı lı yor ki. * Çok kötü.

beselemek * Bkz. eselemek beselemek.

beserek

* Tüylü ve damı zlı k erkek deve.

besermek * Bkz. esermek besermek. besi

* Yaş atmak ve geliş tirmek için gereken besinleri yedirip içirmek iş i. * Bir ş eyi istenilen durumda tutmak ve oturtmak için kullanı lan takoz gibi ş eyler.

besi doku * Tohumları n içinde embriyonu çevreleyen bölüm. * Yumurta akımaddesi. besi dokulu * Besi dokusu olan. besi dokusu * Besi doku. besi dokusuz * Besi dokusu olmayan. besi hayvanı * Beslenmek amacı yla yavru iken alı nan veya besiye çekilen hayvan. besi merası * Besleme değeri oldukça yüksek mera bitkileri ile kaplıolan ve gerektiğ inde ilâve yemler de verilerek özellikle kesime gönderilecek hayvanları n fazla canlıağ ı rlı k kazanmalarıiçin otlatı ldı klarıdoğ al veya sun'î verimli mera. besi örü

* Tohum çimlenirken yeni çı kan bitkiyi beslemeye yarayan ve embriyonun çevresine yayı lmı şbulunan besleyici maddelerin bütünü. besi suyu besici

* Bitkilerin damarları nda dolaş an besleyici su. * Sı ğ ı r, davar gibi hayvanlarıbesleyerek semirten, satan kimse.

besicilik * Besicinin yaptı ğ ıiş . besihane besili besin

besinli

* Besi yapı lan yer. * Semiz, semirtilmiş . * Yenilebilir, beslenmeye elveriş li her tür madde, azı k, gı da. * Yaş amak, varlı ğ ı nısürdürmek için gerekli ş ey. * Besini olan, gı dalı .

besinsiz * Besini olmayan, yeterli besin almayan, gı dası z. besinsizlik

* Besinsiz olma durumu, gı dası zlı k. besiye çekmek * hayvanı semirtmek için çalı ş tı rmadan beslemek. besle kargayı , oysun gözünü * nankörlük edenler için söylenir. beslek besleme

* Besleme, hizmetçi, ahretlik. * Beslemek iş i. * Evlâtlı k olarak alı nan, ev iş lerinde çalı ş tı rı lan kı z. * Herhangi bir kuruluş u, onun maddî yardı mlarıdolayı sı yla körü körüne destekleyen.

besleme bası n * Çı kar uğ runa, herhangi bir kuruluş un veya iktidardaki güçlerin görüş lerini savunan bası n. besleme gibi * giydiğ ini kendine yakı ş tı ramayan (kı z). besleme kı z * Besleme. beslemek

* Yiyecek ve içeceğ ini sağ lamak. * Yedirmek. * Semirtmek. * Eklenmek, katı lmak, çoğaltmak. * Bir ş eyi korumak veya sağ lamca durması nısağ lamak için, çevresini veya altı nıdesteklemek, doldurmak, pekiş tirmek. * Yetiş tirmek. * Bir duyguyu gönülde yaş atmak. * Maddî yardı m yapmak, desteklemek. beslemelik * Besleme. * Besleme olarak. beslenen beslengi

* Sönümsüz. * Hizmetçi, evlâtlı k, besleme.

beslenilme * Beslenilmek iş i veya durumu. beslenilmek * Beslenmek iş ine konu olmak. beslenme * Beslenmek iş i. * Vücut için gerekli besin maddelerinin alı mı . beslenme bozukluğu * Bazıorgan ve dokularda veya organizmanı n bütününde ş ekil veya çalı ş ma düzensizliği meydana getiren, bir veya birkaç beslenme görevinin bozulması . beslenme çantası * Anaokulu ve ilköğretim okulları nı n öğ rencilerinin beslenme saatinde yiyeceklerini içinde bulunduran çanta.

beslenme eğitimcisi * Beslenme eğitimi ile uğraş an uzman. beslenme eğitimi * Besin maddelerinin özellikleri, insan vücudunun geliş mesinde yiyeceklerin etkisi ve görevi, yiyecek seçiminde dikkat edilmesi gereken noktalar, iyi beslenmenin sağ lı k yönünden önemi, ucuz ve dengeli beslenmenin yolları gibi konularıiş leyen bilim dalı . beslenme odası * Anaokulu, ilköğretim okulu gibi eğ itim kurumları nda yemek yenilen yer. beslenme saati * Anaokulu, ilköğretim okulu gibi eğ itim kurumları nda yemek yeme zamanı . beslenme uzmanı * Beslenmenin genel özelliklerini kitle çapı nda ele alan, inceleyen yetkili. beslenmek * Kendini beslemek. * Beslemek iş ine konu olmak. besletme

* Besletmek iş i veya durumu.

besletmek * Beslemek iş ini baş kası na yaptı rmak. besleyici

besli

* Besleyen, beslemeye yarayan, besin değ eri yüksek, mugaddi. * Yüz ve boyunda güneşlekelerini azaltı p ölü hücreleri atan krem türü. * Bkz. besili.

besmele

* "Acı yan ve esirgeyen Tanrı 'nı n adıile" anlamı na gelen ve bir iş e baş larken söylenilen Arapça bismillahirrahmanirrahim sözünün kı saltması . besmele çekmek * bismillahirrahmanirrahim sözünü söylemek. besmelesiz * Çocuklar için "piç" anlamı nda kullanı lan bir sövgü. * Besmele çekmeden. beste

* Bir müzik eserini oluş turan ezgilerin bütünü.

beste bağ lamak * bestelemek. beste yapmak * bir müzik eseri yaratmak. besteci bestekâr

* Beste yapan kimse, bestekâr, kompozitör. * Besteci.

besteleme * Bestelemek iş i. bestelemek * Beste yapmak. bestelenme * Bestelemek iş i. bestelenmek * Bestelemek iş ine konu olmak, bestesi yapı lmak. besteli bestelik

* Bestesi olan, bestelenmiş . * Beste olma durumu.

bestenigâr * Klâsik Türk müziğ inde en eski birleş ik makamlardan biri. bestesiz bestseller beş

beşaltı

* Bestesi olmayan. * Çoksatar. * Dörtten sonra gelen sayı nı n adıve bu sayı yıgösteren rakam, 5, V. * Dörtten bir fazla. * Beşsı nı flıilkokul. * Biraz, bir parça, birkaç.

beşaş ağıbeşyukarı * Bkz. üç aş ağ ı , beşyukarı . beşbeter * Besbeter. beşbinlik * Beşbin liralı k bütün kâğ ı t para. beşbir beşdört

* Bkz. pencüyek. * Oyunda, atı lan zarlardan birinin beş , öbürünün dört benekli yüzünün üste gelmesi.

beşduyu * Dokunma, görme, iş itme, koklama, tat alma duyuları . beşiki

* Bkz. pencüdü.

beşkardeş * Şamar, tokat. beşmilyonluk * Beşmilyon liralı k bütün kâğ ı t para.

beşon

* Az sayı da, biraz. * Beşve on santim ölçülerinde biçilmişkereste.

beşpara almamak * hiç para almamak. beşpara etmez * hiçbir değeri yok, iş e yaramaz. beşparalı k * Değersiz, aş ağ ı lı k, bayağı . beşparalı k etmek * Bkz. on paralı k etmek. beşparalı k olmak * alçalmak, kusurları açı ğ a çı kmak. beşparası z * parası z, yoksul. beşparmak bir olmaz * ana ve babaları bir olduğ u hâlde kardeş ler arası nda çeş itli farklı lı klar bulunur. beşüç beşvakit

* Bkz. pencüse. * Günün belirli beşvaktinde kı lı nan namaz.

beşyüzlü * Beşyüzü olan cisim. beşyüzlük * Beşyüz liralı k bütün kâğ ı t para. *İ çinde beşyüz tane bulunan. beş aret *İ yi haber, müjde, muş tu, erim. beş bı yı k beş er beş er

*İ ri muş mula. *İ nsanoğ lu, insan. * Beşsayı sı nı n üleş tirme biçimi, her birine beş , her defası nda beş i bir arada.

beş er ş aş ar * insan her zaman yanı labilir. beş erî

*İ nsanoğ lu ile ilgili. * Bedensel, bedenle ilgili.

beş erî coğ rafya *İ nsanları n yerleş ik bulunduğ u yöre ile ilgisini ve o yörenin veya yerin türlü olayları nıinceleyen coğ rafya kolu. beş eriyet

*İ nsanlı k, insanoğulları . beş eriyetçi * Beş eriyet yanlı sı(kimse), hümanist, insancı l. beş eriyetçilik * Beş eriyetçi olma iş i veya durumu, hümanizm, insancı llı k. beş erli beş gen

* Beş er beş er sı ralanmı ş . * Beşkenarlı çokgen.

beş ibirlik * Kadı nları n süs için takı ndı kları , beşaltı n lira değ erinde olan altı n. beş ibiryerde * Bkz. beş ibirlik. beş iğini sallamak * çocukluğ undan veya çok eskiden tanı mak, büyümesine hizmet etmek. beş ik

* Süt çocukları nı yatı rmaya ve sallayarak uyutmaya yarayan, tahta veya demirden yapı lmı şsallanı r bir çeş it küçük karyola. * Bir ş eyin doğ up geliş tiğ i yer. * Yüz üstü yatı ş ta, geriye bükülü ayak bileklerini ellerle kavrayarak karı n üzerinde başve ayak yönünde sallanma. * Ambalâjlanacak malı n biçimine uygun olarak alta konulan parça veya parçaları n tümü. beş ik kertiğ i * Daha beş ikte iken anasıbabasıtarafı ndan niş anlanmı şkimse. beş ik kertme * Daha beş ikte iken anasıbabasıtarafı ndan niş anlanma. beş ik salı ncak * Bayram yerinde kurulan bir tür salı ncak. beş ikçi beş iklik

* Beş ik yapan veya satan kimse. * Beş ik olmaya uygun.

beş iklik etmek * beş ik vazifesini, fonksiyonunu yapmak. beş ikörtüsü *İ ki yana akı ntı sıolan çatı . beş ikten mezara kadar * bütün hayatıboyunca, ölünceye kadar. beş inci

* Beşsayı sı nı n sı ra sı fatı , sı rada dördüncüden sonra gelen.

beş inci kol * Bir ülkede gizli olarak, düş man için çalı ş an örgüt. beş iz

* Beş i bir arada doğ an (kardeş ler). beş izli * Beştanesi bir arada olan. beş leme

* Beş lemek iş i. * Tahmis.

beş lemek * Bir iş i beşkez yapmak. * Bir ş eyin sayı sı nıbeş e çı karmak. beş li

* Beşparçadan oluş an, kendinde herhangi bir ş eyden beştane bulunan. *İ skambil, domino gibi oyunlarda üzerinde beşiş areti bulunan kâğ ı t veya pul. * Divan edebiyatı nda beşdizeli bölümlerden oluş muşmanzume, muhammes. * Beşses veya beşmüzik aracıiçin yazı lan müzik eseri, kentet. * Beşmüzisyenin çaldı ğ ıcaz orkestrası . * Halk edebiyatı nda üçlemeli bir bende, konu ile ilgili aynı ölçüde bir çift dizenin bağ lanması yla oluş an manzume. beş lik * Beşpara, beşkuruşveya beşlira değerinde olan akçe. * Beş i bir arada olan, beştane alabilen. beş lik simit gibi kurulmak * kendine değ er vererek bir yere yayı lı p oturmak. beş me

beş me

* Her çubuğu ayrı ayrıbeşrenkte olan, yollu bir çeş it kumaş . * Çı krı kçıtezgâhı nı n kütüğ ü. * Tabaklanmamı şham deri.

beş parmak * Derisi dikenlilerden, beşı ş ı nlıyı ldı z biçiminde bir deniz hayvanı , beş pençe (Uraster). * Beşrenkte dokunmuşçubuklu kumaş . beş parmak otu * Gülgillerden, yol kı yı ları nda ve çayı rlarda yetiş en, sürgüne karş ıkullanı lan bir bitki, kurt pençesi (Potentilla reptans). beş pençe beş taş

* Bkz. beş parmak. * Beştaş la oynanan bir tür çocuk oyunu.

beş uş * Güler yüzlü, güleç, gülümser. bet

* Beti benzi atmak, beti benzi uçmak, beti benzi sararmak gibi deyimlerde beniz kelimesi ile birlikte, "çehre" anlamı nda ikileme oluş turur. * Bet bereket kalmamak, beti bereketi gelmek, beti bereketi kaçmak gibi deyimlerde bereket kelimesi ile birlikte "bolluk" anlamı nda ikileme oluş turur. bet

* Kötü, çirkin, tuhaf.

bet beniz kalmamak * yüzü sararı p solmak. bet bet bakmak * kötü kötü bakmak, bir kötülük yapacakmı şgibi durmak. bet suratlı * Yüreğinin kötülüğ ü yüzünden belli olan. beta

* Yunan alfabesinin ikinci harfi -B.

beta ı ş ı nları * Radyoaktif cisimlerin yaydı kları üç ı ş ı ndan biri. betatron

* Elektronlarıhı zlandı ran elektromanyetik bir araç.

betelemek * Bkz. etelemek betelemek. betelenmek * Karş ıgelmek, dikleş mek, kafa tutmak. beter

*İ yice kötü.

beter etmek * daha kötü duruma getirmek. beterin beteri var * çok kötü bir duruma düş en kimse, bundan daha kötü durumları n da bulunduğ unu düş ünerek teselli bulmalı dı r. beterleş me * Beterleş mek iş i veya durumu. beterleş mek * Beter duruma girmek veya o durumda bulunmak. beti

* Resim ve heykel sanatları nda varlı kları n biçimi.

beti benzi kireç kesilmek (beti benzi atmak, solmak veya beti benzi uçmak) * herhangi bir sebeple kanıçekilip yüzü solmak, korkmak. beti bereketi kalmamak (veya kaçmak) * azalmak, kı tlaş mak, çabuk tükenmek. betik betili

* Yazı lıolan ş ey, kitap, mektup, tezkere, pusula. *İ çinde insan, hayvan ve doğa ögeleri bulunan (resim veya heykel), figüratif.

betili sanat * Doğanı n görünen biçimlerini iş leyen sanat, figüratif sanat. betim * Betimlemek iş i, betimleme. * Bir ş eyi, bir kimseyi, bir olay veya duyguyu betimleyen söz veya yazı , tasvir.

betimleme * Betimlemek iş i, tasvir. betimlemeci * Betimlemeye ağ ı rlı k veren, tasvirci. betimlemek * Bir nesnenin, kendine özgü belirtilerini tam ve açı k biçimde söz veya yazıile anlatmak, tasvir etmek. betimlenme * Betimlenmek durumu. betimlenmek * Betimlemek iş i yapı lmak. betimleyici * Betimleme yanlı sı . betimsel * Betimle ilgili, tasvirî. betimsel dil bilgisi * Bir dilin belirli çağ ı nıinceleyen dil bilgisi, betimlemeli dil bilgisi, tasvirî dil bilgisi. betine gitmek * gücüne gitmek, kendine yedirememek. betisiz

*İ çinde insan, hayvan ve doğa ögeleri bulunmayan (resim veya heykel), nonfigüratif.

betisiz sanat * Beti kullanmayan nonfigüratif sanat. beton

* Çimentonun su yardı mı yla kum, çakı l gibi maddelerle karı ş masısonucu oluş an sert, dayanı kl ı , bağ layı cı yapay yı ğ ı ş ı m. beton gibi * çok sağ lam, dayanı klı , sert. * güçlü. betonarme * Yapı da gücü, esnekliğ i artı rmak için metal ve çimentodan yararlanma yöntemi, demirli beton. betoncu

* Yapı larda beton dökme iş leriyle uğ raş an usta veya iş çi.

betoniyer * Beton karma makinesi. betonkarar * Beton karma makinesi. betonlaş ma * Betonlaş mak durumu. betonlaş mak * Beton duruma gelmek. bevliye

*İ drar yolları hastalı kları , üroloji.

bevliyeci

*İ drar yolu hastalı klarıhekimi, ürolog.

bevliyecilik * Bevliyecinin iş i veya mesleği. bevvap * Kapı cı . * Mahalle okulları nda hademe. bey * Günümüzde erkek adları ndan sonra kullanı lan saygı sözü. * Erkek özel adları yerine kullanı lı r. * Eş , koca. * Zengin, ileri gelen kimse, bay. *İ skambil kâğ ı tları nda birli, as. * Boy gibi küçük bir toplumun veya küçük bir devletin baş kanı . * Komutan. * Erkek sı fatları nı n hemen arkası na eklenir. bey (veya paş a) gibi yaş amak * bolluk içinde yaş amak. bey armudu *İ ri, kokulu ve tatlıbir armut türü. bey erki * Zengin erki, plutokrasi. bey kardeş * erkekler için seslenme sözü. bey mi yaman, el mi yaman * Bkz. el mi yaman, bey mi yaman. beyaban

* Çöl.

beyan * Söyleme, bildirme. * Bir eserde, düş üncelerin, duyguları n, hayallerin doğuşve değerlerini, bunları n anlatı mı nda tutulacak yolları konu edinen bir edebiyat bilgisi dalı . beyan etmek * bildirmek, söylemek, ileri sürmek, anlatmak. beyanat * Demeç, bildiri. beyanat vermek (veya beyanatta bulunmak) * demeç vermek. beyanname * Bildirge. beyaz

* Ak, kara karş ı tı . * Bu renkte olan. * Beyaz ı rktan olan kimse. * (baskı da) Normal karalı kta görünen harf çeş idi.

beyaz adam

* Beyaz ı rka mensup olan kiş i. * Avrupalı . beyaz baston * Görme özürlülerin yürürken kullandı kları madenî çubuk. beyaz cam * Televizyon ekranı . beyaz dizi * Genellikle sevgi konuları nıbasit bir biçimde iş leyen romanlardan oluş an dizi. beyaz eş ya * Buzdolabı , çamaş ı r makinesi, bulaş ı k makinesi gibi ev aletlerine toplu olarak verilen ad. beyaz et

* Tavuk, balı k vb. etlere verilen genel ad.

beyaz etmek (veya beyaza çekmek) * yazı yıtemize çekmek. beyaz ı rk

* Avrupa, Kuzey Amerika, Güney ve BatıAsya ile Kuzey Afrika'da yaş ayan ve teninin rengi açı k olan ı rk.

beyaz iş * Beyaz pamuklu veya keten kumaş lar üzerine beyaz veya renkli ipliklerle yapı lan sarma iş . beyaz kitap * Bir sorunu aydı nlatmak ve savunmak için bir kurum veya hükûmetçe yayı mlanan kitap. beyaz kömür * Akarsulardan elde edilen elektrik gücü. beyaz oy

* Onaylayı cı oy.

beyaz perde * Göstericiden çı kan görüntülerin üzerinde yansı dı ğı , sinema filminin oynatı ldı ğıyüzey. * Sinema. beyaz peynir * Beyaz renkli bir tür peynir. Beyaz Rus * Ekim ihtilâlinde komünist kı zı l yönetimden kaçan Rusyalıkimse. * Beyaz Rusya halkı ndan olan kimse. beyaz sabun * Beyaz renkli bir tür sabun. beyaz ş arap * Sadece beyaz üzüm ş ı rası ndan yapı lan ş arap. beyaz zehir * Eroin, kokain gibi sı vıolmayan uyuş turucu madde. beyazı msı * Beyaza çalan. beyazı mtı rak * Beyaza çalar renk.

beyazı n adı , esmerin tadı * esmerleri övmek için söylenir. beyazlanma * Beyaz duruma gelme, ağ arma. beyazlanmak * Beyaz duruma gelmek, ağ armak. beyazlaş ma * Beyazlaş mak iş i veya durumu. beyazlaş mak * Beyaz duruma getirmek. beyazlatı cı * Daha beyaz duruma getiren kimyasal madde. * Dokunan kumaş ları n renk tonları nıaçan veya beyazlatan ve kumaş lar üzerindeki lekeleri gideren (kimse). beyazlatı lmak * Beyaz duruma getirilmek, ağartı lmak. beyazlatma * Beyazlatmak iş i, ağartma. * (kâğı tçı lı kta) Parlaklı ğ ı n iyileş tirilmesi için hamur bileş enlerinin renginin az veya çok oranda değ iş tirilmesi veya giderilmesi. beyazlatmak * Beyaz duruma getirmek, ağ artmak. beyazlı * Beyazıbulunan. beyazlı k

* Beyaz olma durumu. * Ağartı .

beyazsinek * Özellikle pamukları n üzerinde üreyerek bitkinin öz suyunu emen ve kuruması na sebep olan bir sinek türü. beyaztilki * Tilkinin kı ş lı k tüyünden yapı lan kürk. beybaba

* Yaş lıerkeklere teklifsizce seslenişbiçimi. * Çocukları n babalarıiçin kullandı ğ ısaygı sözü.

beyefendi * Saygıbelirtmek için erkek adları nı n sonuna getirilen veya bu adları n yerine kullanı lan san. beygir * At. * Yük taş ı yan, araba çeken, üstüne binilen at. * Atlama beygiri. beygir gücü * Saniyede 75 kilogrammetrelik işyapan bir motorun gücü. beygirci * Beygir besleyen veya kiraya veren kimse. beygirli

* Beygiri olan. beygirlik * Beygire ait, beygir için. * Beygir gücünde. beygirsiz * Beygiri olmayan. beyhude

* Boş una. * Yararsı z, anlamsı z.

beyhude yere * boşyere, boş u boş una, gereği yokken. beyhudelik * Beyhude olma durumu. beyin

* Kafatası nı n üst bölümünde beyin zarıile örtülü, iki yarı m yuvar biçiminde sinir kütlesinden oluş an, duyum ve bilinç merkezlerinin bulunduğu organ, dimağ . * Muhakeme, usa vurma. * Bir ş eyi yönetmede önemli görevi olan kimse. * Bilgisi, eğ itimi, düş üncesi yüksek düzeyde olan kimse. beyin cerrahı * Beyin konusunda uzmanlı k yapmı şcerrah. beyin cerrahîsi * Hastahanelerde beyin konusunda ameliyat yapabilen bölüm. beyin göçü *İ leri düzeydeki meslek ve bilim adamlarıile uzmanları n bir baş ka geliş mişülkede yerleş ip çalı ş mak amacı ile kendi ülkelerinden ayrı lması . beyin gücü * Bir ülkede ileri düzeyde iyi yetiş mişolan meslek ve bilim adamlarıile uzmanları n fikir gücü. beyin jimnastiğ i * Bkz. zihin jimnastiği. beyin kanaması * Beyni besleyen damarlardan bir veya birkaçı ndan dı ş arı kan sı zmasısonucu, beslenen bölgenin çalı ş maz duruma gelmesi. beyin karı ncı kları *İ çinde beyin-omurilik sı vı sıbulunan, kafa içinin, dört boş luğundan her biri. beyin omurilik sı vı sı * Örümceksi zarla ince zar arası ndaki boş lukta bulunan beyinle omuriliği çepeçevre saran sı vı . beyin orağı * Beynin iki lopu arası ndaki zar. beyin takı mı * Bir kurum veya kuruluş un yönetiminde etkin rol oynayan kimseler. beyin üçgeni * Beynin alt tarafı ndaki üç kı vrı mlıyuvarlak çı kı ntı . beyin yı kamak

* insanı , kendine özgü düş ünce ve dünya görüş üne yabancı laş tı rmak, baş ka yönde düş ünür ve davranı r duruma getirmek amacı yla çeş itli yollarla etkilemek. beyin zarı * Beyni üst üste saran zar, korteks. beyin zarları * Beyni üst üste saran üç zar. beyincik beyinli

beyinsel beyinsi

* Kafatası nı n art bölümünde ve beynin altı nda, hareket dengesi merkezi olan organ, dimağçe. * Beyni olan. * Akı llı , düş ünceli. * Beyinle ilgili. * Beyne benzeyen.

beyinsiz * Beyni olmayan. * Akı lsı z, düş üncesiz. beyit * Ev. * Anlam bakı mı ndan birbirine bağ lıiki dizeden oluş muşş iir parçası . beyitli * Beyti bulunan, içinde beyit olan. beyiye

* Bkz. satı mlı k.

beylerbeyi * Sancak beylerinin baş ı . beylik

* Bey olma durumu. * Devletle ilgili, devlete özgü olan, devlet malıolan, mirî. * Herkesin kullandı ğı , çok bilinen, herkesin bildiği, basmakalı p. * Rahat yaş ama. * Merkeze tam bağlıolmayarak bir beyin yönetimi altı ndaki ülke, emirlik, emaret. * Hükûmet. * Bir çeş it küçük ve ince asker battaniyesi.

beylik fı rı n has çı karı r * devlet görevlisi olmanı n insana birçok kazançlar sağladı ğı nış aka yollu anlatmak için söylenir. beylik söz * Herkesin kullandı ğı , etkisi kalmamı şsöz. beylikçi * Divanıkaleminin baş ı . beynamaz * Namazsı z, namaz kı lmayan, pis (kimse). beynelmilel * Milletler arası , uluslar arası , enternasyonal.

beynelmilelci * Bkz. uluslar arası cı . beynelmilelcilik * Milletlerin sosyal sı nı flarıarası nda uygunluk olması ve birlikte davranı lması gerektiğ ini savunan görüş , milletler arası cı lı k, uluslar arası cı lı k, enternasyonalizm. beyni atmak * Bkz. tepesi atmak. beyni bulanmak * sersemlemek, düş ünemez olmak. * kötü bir ş ey sezinlemek. beyni karı ncalanmak * zihin yorgunluğundan düş ünemez olmak. beyni kaynamak * aş ı rısı caktan sersemlemek, bunalmak. beyni sı çramak * aklıbaş ı ndan gitmek. beyni sulanmak * düzgün düş ünemez olmak, bunamak. beyninde

* Arası nda.

beyninde ş imş ekler çakmak * çok üzülmek, sarsı lmak. * zihninde birden bir düş ünce doğ mak. beyninden vurulmuş a dönmek * beklenmedik bir durum karş ı sı nda olağ anüstü bir üzüntü ve ş aş kı nlı ğa uğramak. beynine girmek * herhangi bir konuda birisini yönlendirmek, ikna etmek. beynine vurmak * (içki etkisiyle) ne yaptı ğ ı nıbilemez duruma gelmek. beynini kemirmek * rahatsı zlı k vermek, huzurunu kaçı rmak. beysbol * Dokuzar kiş ilik iki takı m arası nda bir top ve sopayla oynanan, Amerika Birleş ik Devletlerinde yaygı n bir çeş it oyun. beysbolcu * Beysbol oynayan ve oynatan (kimse). beytülmal * Devlet hazinesi. beyyine

beyzade

* Bir olayı n doğruluğunu ortaya koyabilen yöntem. * Duruş ma sı rası nda bir düş ünceyi gerçekleş tirmek için baş vurulan belge, kanı t, tutamak, delil. * Bey oğ lu.

* Soylu kimse. * Özenle büyütülmüş , nazlı kimse. beyzadelik * Soyluluk. beyzî * Yumurta biçiminde, söbe, oval. bez

bez

* Pamuk veya keten ipliğ inden yapı lan dokuma. * Pamuktan, düz dokuma. * Herhangi bir cins kumaş . * Herhangi bir işiçin kullanı lan dokuma. * Geliş igüzel kumaşparçası , çaput. * Bezden yapı lmı ş . *İ çinden geçen kandan veya öz sudan bazımaddeler ayı rarak salgı oluş turan organ, gudde.

bez bağlamak * bebeklere altları nıkirletmesinler diye bez koymak. bez tüyler * Bitkilerde salgı çı karan tüyler. bezci * Bez yapan veya alı p satan (kimse). bezcilik bezdirici

* Bezcinin iş i veya mesleğ i. * Usanç veren.

bezdirilme * Bezdirilmek iş i veya durumu. bezdirilmek * Bezmesine sebep olmak, bezmesine yol açmak. bezdirme

* Bezdirmek iş i.

bezdirmek * Bı ktı rmak, usandı rmak, bı kkı nlı k vermek. beze

beze

* Yara veya çı ban sebebiyle vücudun herhangi bir yerinde oluş an ş iş kinlik. * Bez (I). * Hamur topağ ı , pazı .

beze * Yumurta akıve pudra ş ekeri ile yapı lan bir çeş it kuru pasta. bezek

bezekçi

* Süs, ziynet. * Bir eseri süslemeye yarayan motiflerin her biri.

* Duvar ve tavanları boyayı p birtakı m resim veya ş ekillerle süsleyen kimse, nakkaş . * Gelinleri süsleyen kadı n. bezekleme * Bezeklemek iş i. bezeklemek * Süslemek, bezemek. bezekli bezeleme

* Bezeği olan, süslü, süslenmiş . * Bezelemek iş i.

bezelemek * Hamur topağ ıyapmak. bezeli * Bezeği olan, bezekli. bezelye

bezeme

* Baklagillerden, yurdumuzun her yanı nda yetiş tirilen, tı rmanı cıbir bitki (Pisum sativum). * Bu bitkinin yuvarlak tanesi. * Süsleme, tezyin. * Süs, süsleyen ş ey.

bezemeci * Bezeme yapan oymacıveya nakkaş . bezemecilik * Bezemecinin yaptı ğ ıiş . bezemek

* Süslemek, donatmak, tezyin etmek.

bezemeli * Süslü, dekoratif. bezen bezeniş bezenme

* Bezek, süs. * Bezenme iş i veya biçimi. * Bezenmek iş i veya durumu.

bezenmek * Bezemek iş ine konu olmak, süslenmek. * Kendini bezemek, süslenmek. bezetme * Bezetmek iş i. bezetmek * Bezeme yaptı rmak, süsletmek. bezeyici

* Bezekleme yapan ressam, dekoratör.

bezeyiş bezgi bezgin

* Bezeme iş i veya biçimi. * Süs, bezek. * Yaş ama veya işgörme isteğini yitirmiş .

bezginleş me * Bezginleş mek iş i. bezginleş mek * Bezgin duruma gelmek. bezginlik

* Bezgin olma durumu, usanç, yorgunluk.

bezi herkesin arş ı nı na göre vermezler * genel kurallar kiş ilerin isteklerine göre bozulmaz. bezik *İ ki, üç veya dört kiş i arası nda 96 kâğ ı tla oynanan bir çeş it iskambil kâğ ı dıoyunu. bezilme bezilmek bezir

* Bezilmek iş i. * Bezmek iş ine konu olmak, bezmek durumuna gelinmek. * Keten tohumu. * Bkz. bezir yağı .

bezir yağı * Keten tohumundan çı karı lan ve yağ lıboya yapmak için içine renkli maddeler katı lan, çabuk kurur bir yağ. bezirgân * Tüccar. * Alı şveriş te çok kâr amacı nıgüden kimse. * Mesleğ ini sadece kazanç için kullanan kimse. * Yahudilere verilen ad. bezirgânbaş ı * Padiş ahı n kullanacağ ıçuha, bez, tülbent gibi eş yalarısağ lamak ve bunlarıkorumakla görevli kimse. * Bir çocuk oyunu. bezirgânlı k * Bezirgâna yakı ş ı r davranı ş . bezirleme * Bezirlemek iş i. bezirlemek * Bezir yağıile yağlamak, bezir yağı sürmek. bezleme

* Bezlemek iş i.

bezlemek * Bez veya kumaşile örtmek veya kaplamak.

* Çocuğ un altı na bez koymak, çocuğ u belemek. bezm *İ çki meclisi, dost toplantı sı . bezme bezmek bezsi

* Bezmek iş i. * Bezgin duruma gelmek, bezginlik getirmek, bı kı p usanmak. * Bez dokusunda olan, bezi andı ran.

bezzaz * Kumaşalı p satan kimse,manifaturacı . bezzazlı k * Kumaşsatma iş i, manifaturacı lı k. bı cıbı cı * (çocuk dilinde) Yı kanma. * Genellikle benzinliklerde bulunan otomobil yı kama aleti ve yeri. bı cıbı cıyapmak * yı kanmak. bı cı l

bı cı lgan

* Aş ı k kemiğinin altı nda bulunan küçük bir kemik. * Bu kemikle oynanan bir oyun. * Bkz. bı çı lgan.

bı cı r bı cı r * Sürekli ve çok konuş ma için kullanı lı r. bı cı rgan bı çak

* Boru biçimindeki maden parçaları n içini düzleş tirip parlatmakta kullanı lan alet. * Bir sap ve çelik bölümden oluş an kesici araç. * Çeş itli kesme iş lerinde kullanı lan keskin ağı zlı araç. * Jilet.

bı çak altı na yatmak * (insan için) ameliyat olmak. bı çak atmak * bir hedefe bı çak fı rlatmak. * bı çaklamak. * ameliyat etmek. bı çak bı çağ a gelmek * bı çakla birbirine saldı racak kadar zorlu kavga etmek. bı çak çekmek * üzerindeki bı çağ ıbirden ele alarak birine saplamaya hazı rlanmak. bı çak gibi * ince, keskin.

bı çak gibi kesilmek * (söz, konuş ma, sohbet) birden bitmek, duruvermek. bı çak gibi kesmek * çok keskin olmak. * birdenbire ve tamamen ortadan kaldı rmak. bı çak gibi saplanmak * (sancı , ağrı ) birden ve güçlü olarak gelmek. bı çak kemiğ e dayanmak * çekilen sı kı ntıartı k katlanı lamayacak bir duruma gelmek. bı çak kı nı nıkesmez * kötüler yararlandı kları kimselere kötülük etmekten çekinirler. bı çak sı rtı * Bı çağı n keskin olmayan ters yanı . * Çok az (fark), çok yakı n (aralı k). bı çak silmek * bir iş i bitirmek. bı çak vurmak * bı çakla kesmek. * bı çaklamak. bı çak yarasıonulur, dil yarasıonulmaz * hakaret, ağ ı r söz gibi gönül kı rı cı davranı ş ları n hiçbir zaman unutulmayacağ ı nı anlatı r. bı çak yemek * bı çaklanmak. bı çakçı

* Bı çak ve daha baş ka kesici araçlar yapan veya satan kimse.

bı çakçı lı k * Bı çak ve benzeri ş eyleri yapma veya satma iş i. bı çaklama * Bı çaklamak iş i. bı çaklamak * Bı çakla kesmek. * Bı çakla yaralamak. bı çaklanma * Bı çaklanmak iş i. bı çaklanmak * Bı çaklamak iş ine konu olmak. bı çaklatma * Bı çaklatmak iş i. bı çaklatmak * Bı çakla saldı rı yıtahrik etmek, bı çakla saldı rtmak ve yaralatmak. bı çaklı * Bı çağı olan. bı çaklı k

* Bı çak koyacak yer. * Bı çak yapmaya elveriş li (maden). bı çı k

* Sel veya dere yatağı .

bı çı lgan * Azmı ş , yayı lmı ş(yara). * Hayvanları n tı rnak kökünde oluş an yara. bı çkı * Tahta veya ağ aç biçmekte kullanı lan, karş ı lı klıiki sapıolan ve iki kiş i tarafı ndan kullanı lan büyük testere. * Motorla çalı ş an bir çeş it güçlü testere. * Saraç bı çağı . * Bağbudamaya yarayan diş li bı çak. bı çkı evi

* Tomruklardan kalas, kalaslardan daha ince tahtalar kesen, boyları nıve kenarları nıdüzgün ve eş it olarak düzelten işyeri. bı çkı tozu * Doğramacı lı kta bı çkı dan çı kan ve çoklukla yakacak olarak kullanı lan toz ve talaş . bı çkı cı

* Bı çkıile ağ aç ve tahta kesen kimse. * Bı çkıyapı p satan kimse.

bı çkı hane * Bı çkıevi. bı çkı n * Külhanbeyi, kabadayı . * Korkusuz, gözü pek, yürekli, cesur. bı çkı nlaş ma * Bı çkı nlaş mak iş i. bı çkı nlaş mak * Kabadayı lı k taslamak. bı çkı nlı k bı dı k

* Bı çkı n olma durumu. * Kı sa ve tı knaz.

bı kı lma * Bı kı lmak iş i. bı kı lmak

* Usanı lmak.

bı kı p usanmak * çok bezmek. bı kı ş

* Bı kma iş i veya biçimi.

bı kı ş ma * Bı kı ş mak iş i. bı kı ş mak

* Karş ı lı klıolarak birbirinden bı kmak. bı kkı n * Çok bı kmı ş , usanmı ş , bezmiş . bı kkı nlı k * Çok bı kmı şolma durumu. bı kkı nlı k gelmek * bı kmak, usanmak, bunalmak. bı kkı nlı k vermek * bir ş eyi sürekli tekrarlayarak karş ı sı ndakini usandı rmak. bı kkı ntı * Bı kma duygusu. bı kma

* Bı kmak iş i.

bı kmak

* Tekrarlanması , sürüp gitmesi yüzünden bir ş eyden doygunluk veya yorgunluk duyarak onu istemez duruma gelmek, usanmak. * Dayanamaz duruma gelmek. bı ktı rı cı * Bı kkı nlı k verici. bı ktı rma

* Bı ktı rmak iş i.

bı ktı rmak * Bı kması na yol açmak, bı kkı nlı k vermek, usandı rmak. bı ldı r * Geçen yı l, bir yı l önce. bı ldı rcı n

* Tavukgillerden, boz renkli, benekli, yurdumuzda en çok güzün, eti için avlanan göçebe kuş(Coturnix).

bı ldı rcı n eti * Bı ldı rcı n kuş unun saka ve avcı larca beğ enilen kı rmı zıeti. bı ldı rcı n gibi * kı sa boylu, dolgunca, alı mlı(kadı n). bı lkı ma * Bı lkı mak iş i veya durumu. bı lkı mak

* Bozulmak, yumuş amak, zedelenmek, erimek.

bı llı k bı llı k * Çok tombul, etli butlu. bı ngı l bı ngı l * Dolgun ve pelte gibi titrek. bı ngı ldak * Kafatasıkemikleş meden önce kemiklerin birleş me yerlerinde bulunan kı kı rdak bölümü. bı ngı ldama

* Bı ngı ldamak iş i. bı ngı ldamak * (et ve sı vıiçin) Yumuş aklı k veya ş iş manlı k sebebiyle oynamak, titremek. bı rak Allah'ı nıseversen * bir kimse veya nesnenin değ ersizliğini belirtmek için kullanı lı r. bı rak ki

* saymasak, hesaba katmasak da.

bı rakı lma * Bı rakı lmak iş i veya durumu. bı rakı lmak * Bı rakmak iş ine konu olmak, terk edilmek. bı rakı m bı rakı ş

* Bı rakmak iş i. * Bı rakma iş i veya biçimi.

bı rakı ş ma * Karş ı lı klıbı rakmak iş i, ateş kes, mütareke. bı rakı ş mak * Savaş ma, çarpı ş ma gibi durumlarıkarş ı lı klı bı rakmak, ateş kes yapmak, mütareke yapmak. bı rakı t bı rakma

* Tereke. * Bı rakmak iş i. * Salı verme, terk.

bı rakmak * Elde bulunan bir ş eyi tutmaz olmak. * Koymak. * Bir iş i baş ka bir zamana ertelemek. * Unutmak. * Eski bulunduğu yerini veya durumunu değiş tirmemek. * Saklamak, artı rmak. * Bir iş in sorumluluğ unu, yükümlülüğünü baş kası na vermek, görevlendirmek. * Engel olmamak. * Sarkı tmak. * (ölen, ayrı lan birinden iş , kiş i, nesne vb.) Kalmak. * Bir alı ş kanlı ktan veya bir iş ten vazgeçmek. * Uğ raş maz olmak, artı k uğ raş mamak. * (bı yı k veya sakal) Uzatmak. * Özgürlük vermek, hürriyetine kavuş ması nısağ lamak. * Boş amak. * Kötü bir durumda terk etmek. * Ayrı lmak; terk etmek. * Sı nı f geçirmemek, döndürmek. * Bir pazarlı kta, belli bir fiyata vermeyi kabul etmek. * Bakı lmak, korunmak için vermek. * Yanı na almamak, yanı nda götürmemek. * Sahiplik hakkı nıbaş kası na vermek. * Yapı ş ı k olan bir ş ey yapı ş ı klı ktan kurtulmak. * (bulunduğ u veya dokunduğ u yerde) Oluş turmak, meydana getirmek.

bı raktı ğ ı m (bı raktı ğ ı ), bağladı ğı m (bağladı ğı ) yerde (çayı rda) otluyorsun (otluyor) * uzun süredir hiçbir ilerleme ve değ iş iklik göstermiyor (veya göstermiyorsun). bı raktı rma * Bı raktı rmak iş i. bı raktı rmak * Bı rakması nısağlamak, bı rakması na yol açmak. bı tı rak

* Kı rlarda yetiş en yabanî bir otun dı ş ı dikenli tohumu.

bı yı ğı terlemek * bı yı ğı yeni yeni çı kmaya baş lamak. bı yı ğı nıbalta kesmez olmak * kimseden korkusu olmamak. bı yı ğı nısilmek * bir iş i olmuşbitmişsayarak onunla uğraş maktan vazgeçmek. bı yı k

* Üst dudak üzerinde çı kan kı llar. * Balı klarda deri uzantı sı . * Asma gibi bitkilerde, sarı lı p tutunmaya yarayan sürgün.

bı yı k altı ndan gülmek * birinin durumuna belli etmemeye çalı ş arak gülümsemek. bı yı k bı rakmak * bı yı k uzatmak. bı yı k burmak (veya bükmek) * çalı m yapmak amacı yla bı yı kları nı kı vı rmak. bı yı klanma * Bı yı klanmak iş i. bı yı klanmak * Bı yı ğıçı kmak, bı yı klıduruma gelmek. bı yı kları ele almak * delikanlı lı k çağ ı na girmek. bı yı klı

* Bı yı ğıolan, bı yı ğ ı nıtı raşetmemişolan.

bı yı klıbalı k * Sazangillerden, büyüklerinin boyu 2 m yi bulan, eti sevilen bir balı k (Barbus fluviatilis). bı yı ksı z * Bı yı ğıolmayan, bı yı ğ ı nıtı raşetmişolan. bı zbı z bı zdı k bı zı r

* Davula sol elle vurulan ince değ nek. * Ufak çocuk. * Kadı nlı k organı nı n üst yanı nda cinsel zevk duyumu noktası olan bölüm, klitoris.

Bi bîaman

* Bizmut'un kı saltması . * Hoş görüsüz, amansı z, gaddar, zalim.

biat * Bir kimsenin egemenliğ ini tanı ma. * Osmanlıİ mparatorluğunda padiş ah ölünce tahta geçecek oğlunun devlet yönetimindeki etkili gruplarca kabul ve tasdik edilmesi. biat edilmek * birinin egemenliğ i tanı nmak. biat etmek * birinin egemenliğ ini tanı mak, kabul etmek. bîbaht bîbehre biber

* Bahtsı z, kadersiz, kötü talihli. * Payıolmayan, pay almamı ş . * Patlı cangillerden, yurdumuzda çok yetiş en bir bitki (Capsicum annuum). * Bu bitkinin, tazeyken sebze olarak yenilen veya kurutulup baharat olarak yararlanı lan ürünü.

biber atmak * içine biber koymak. biber gibi * çok acı . biber gibi yanmak * (deri, göz vb.) çok acı mak. biber salçası * Kı rmı zı biberden yapı lmı şsalça. biber turş usu * Yalnı zca uzun yeş il biberden yapı lmı şturş u. biberiye * Ballı babagillerden, Akdeniz çevresinde çok yetiş en, güzel kokulu yaprakları nıdökmeyen, çiçekleri soluk mavi renkli, çok yı llı k bir bitki (Rosmarinus officinalis). biberleme * Biberlemek iş i. biberlemek * Biber serpmek, biber katmak. biberli

biberlik

biberon

*İ çine biber katı lmı ş . * Acı . * Biber konulan küçük kap. * Biber yetiş tirilen yer. * Genellikle süt çocukları na süt ve sulu yiyecekleri içirmekte kullanı lan emzikli ş iş e.

bibersiz

bibi bibliyofil

*İ çine biber katı lmamı ş . * Acı sı z. * Babanı n kı z kardeş i, hala. * Kitapsever.

bibliyograf * Bibliyografya uzmanı , kaynaklarıbilen uzman. bibliyografi * Bibliyografya. bibliyografik * Kaynakla ilgili. bibliyografya * Kaynaklar, kaynakça. bibliyoman * Bibliyomanisi olan (kimse). bibliyomani * Hastalı k derecesine varan kitap sevgisi, kitap düş künlüğü. bibliyotek * Kitaplı k, kütüphane. bibliyotekçi * Kütüphaneci. biblo

* Çeş itli maddelerden yapı lan heykel, vazo gibi zarif küçük süs eş yası .

biblo gibi * ufak tefek, zarif (kı z). bici bicik bicili

* Bkz. cici bici. * Meme, meme baş ı . * Bkz. cicili bicili.

bîçare * Çaresiz, zavallı(kimse). bîçare olmak * çaresiz kalmak. bîçarelik biçem

* Biçare olma durumu, zavallı lı k, çaresizlik. * Üslûp.

biçenek

* Her yı l belirli bir süre otlatı ldı ktan sonra yeniden geliş en bitkilerin biçilerek değ erlendirildiğ i tabiî çayı r.

biçerbağ lar * Ekini hem biçen, hem de bağdurumuna getiren makine. biçerdöver * Ekin biçen, döven, taneleri ayı ran, samanıbağ lam veya balya durumuna getiren makine. biçici biçicilik biçilme

* Biçmek iş ini yapan (kimse). * Biçicinin iş i veya mesleği. * Biçilmek iş i.

biçilmek * Biçmek iş ine konu olmak. biçilmişkaftan * bütünü ile uygun, elveriş li (iş ). biçim

biçim

* Dı şgörünüş ,ş ekil. * Yakı ş ı k alan ş ekil, uygun ş ekil. * Herhangi bir ş eyin benzeri. * Sanat ve edebiyat eserlerinde dı şgörünüş , form. * Tarz. * Manzumelerin kuruluşve uyak düzenlerine göre olan dı şgörünüş ü, ş ekil. * Biçmek iş i.

biçim almak * biçimlenmek, belli bir biçime girmek, ş ekillenmek. biçim bilimi * Yapıbilimi, morfoloji. biçim birimi * Kelimelere gramer bakı mı ndan biçim veren, çoğ u ek durumunda olan öge, morfem. biçimci

* Biçimcilik yanlı sıolan (kimse). * Alı ş ı lmı şkural, tutum, davranı şveya belli biçimin dı ş ı na çı kmayan (kimse), ş ekilci, formaliteci, formalist.

biçimcilik * Biçime sı kısı kı ya bağ lı lı k. * Özü, içeriği yeterince önemsemeden, yalnı z biçim üzerinde duran, biçime ağı rlı k veren görüş . biçime sokmak (veya biçim vermek) * bir ş eyi biçimlendirmek. biçimine getirmek * sı rası nı , fı rsatı nı bulmak, punduna getirmek, en uygun durumunu yakalamak. biçimleme * Çeş itli maddelerin biçimsel imkânlarıile birbirleri arası ndaki düzen iliş kilerini araş tı rma iş i. biçimlendirilme

* Biçimlendirilmek iş i. biçimlendirilmek * Bir ş eye biçim verilmek. biçimlendirme * Biçimlendirmek iş i, ş ekillendirme. biçimlendirmek * Bir ş eye belirli bir biçim vermek, ş ekillendirmek. biçimlenme * Biçimlenmek iş i, ş ekillenme. biçimlenmek * Bir ş ey belli bir biçim kazanmak, ş ekillenmek. biçimli

biçimsel

* Biçimi güzel olan, mevzun. * Ortamı na uygun düş en, yakı ş ı k alan. * Biçime dayanan, biçimle ilgili, ş ekle ait, ş eklî, formel.

biçimselleş tirme * Biçimselleş tirmek iş i. biçimselleş tirmek * Biçimsel duruma getirmek. * Bir kuramıbiçimsel bir kurama dönüş türmek. biçimsellik * Biçime uygun olma durumu. biçimsiz * Kendine özgü bir biçimi olmayan, biçimi bozuk, ş ekilsiz. * Kötü, hoşolmayan, yakı ş ı ksı z. * Kendine özgü billûrlaş mı şbir biçimi olmayan (madde), amorf. biçimsizleş me * Biçimsizleş mek iş i. biçimsizleş mek * Biçimsiz duruma gelmek, biçimi bozulmak. biçimsizlik * Biçimsiz olma durumu. * Çirkinlik, yakı ş ı ksı zlı k. biçiş biçki

* Biçmek iş i veya biçimi. * Dikilecek kumaş ıbelli bir modele ve ölçüye göre kesme sanatı .

biçki dikişkursu * Terzilik mesleğini öğretmek amacı yla verilen kurs. biçki dikişyurdu * Halka açı k terzilik mesleğ ini öğ retme ve uygulama yeri. biçki yapmak

* dikilecek kumaş ıbelli bir modele ve ölçüye göre kesmek. biçki yurdu * Biçki ve dikişokulu. biçkici

* Kumaş ıbelli bir modele göre biçen (kimse).

biçme

* Biçmek iş i. * Alt ve üst tabanlarıbirbirine paralel ve eş it iki çokgenden, yanal ayrı tı ları da eş it ve paralel doğ rulardan oluş an çok düzlemli cisim, menş ur, prizma. * Yontulmuşyapıtaş ı . biçmek * Belli bir biçim vererek kesmek. * Dikilecek kumaş ıbelli bir ölçüye ve modele uygun olarak makasla kesmek. * Ekini, otu orakla, tı rpanla, makine ile kesmek. * Yaylı m ateş iyle öldürmek. * (değ er, paha, fiyat) Koymak. biçtirme

* Biçtirmek iş i.

biçtirmek * Biçmek iş ini yaptı rmak. bîdar

* Uyanı k, uyumayan.

bid'at *İ slâm dininde Hz. Muhammed zamanı ndan sonra ortaya çı kan değ iş ik yargı lar ve ilkeler. * Sonradan türeyen ş ey. bidayet * Baş lama, baş langı ç. bide bidon bidoncu

* Bedenin belden aş ağ ıbölümlerini yı kamakta kullanı lan tuvalet aracı . *İ çine sı vımaddeler konulan, sac, plâstik veya çinkodan yapı lmı ş , çoğ unlukla silindir biçiminde kap. * Bidon satan kimse.

bienal * Yı l aş ı rı , iki yı lda bir olan. biftek bîgâne

bîgânelik bigudi

* Izgara veya tavada piş irilen dana eti dilimi. * Yabancı . *İ lgisiz. * Bîgâne olma durumu. * Kadı nları n saçları nıkı vı rmak için kullandı kları , metal veya plâstikten, boru biçiminde küçük araç.

bîgünah bîhaber

* Suçsuz, günahsı z. * Habersiz, bilgisiz.

bihakkı n * Hakkıile, hakkıolarak, gerçekten. bîhuş bîilâç

* Şaş kı n, sersem, aklıbaş ı nda olmayan, deli. *İ lâçsı z, çaresiz, umutsuz.

bijon anahtarı * Araba tekerleklerinin somunları nısökmek için kullanı lan alet. bijuteri * Kuyumcunun yaptı ğ ıdeğerli takı ları n tamamı . * Değerli olmayan maden veya taş lardan yapı lmı ştakı , süs eş yası . bîkarar * Kararsı z, tereddütlü. bikarbonat * Hidrojen karbonatları n genel adı . bîkes bîkeslik

* Kimsesiz. * Bîkes olma durumu.

bikini *İ ki parçalıkadı n mayosu. bikir

* Kı zlı k, erdenlik.

bilâder ağacı * Amerika elması . bilâhare

* Sonra, sonradan, daha sonra, sonraları .

bilâistisna *İ stisnası z, ayrı ksı z, ayrı m yapı lmadan. bilâkaydüş art * Kayı tsı z ve ş artsı z olarak, herhangi bir kı sı tlama olmaksı zı n. bilâkis

* Tersine olarak, tam tersine, tersine, aksine.

bilânço

* Bir kuruluş un veya bir ticarethanenin belirli bir dönem sonundaki veya belirli bir gündeki taş ı nı r ve taş ı nmaz varlı klarıile bunları sağlamak için kullanı lan öz ve yabancıkaynaklarıdengeli olarak gösteren çizelge. * Giriş ilen herhangi bir iş te, belirli bir süre sonunda elde edilen iyi ve kötü sonuçları n karş ı lı klıdurumu. bilâr

* Katranlı kı ldan yapı lan ve kalafat iş lerinde kullanı lan bir tür macun.

bilârdo

* Yeş il çuha kaplıbir masa üzerinde, fil diş i toplarla ve isteka ile oynanan bir oyun.

bilârdocu * Bilârdo oynayan veya oynatan kimse. bilârdoculuk * Bilârdo salonunu iş letme veya oynama iş i. bilâvası ta * Vası tası z, araçsı z, aracı sı z, dolaysı z, doğ rudan doğ ruya. bilcümle

* Bütün, hep ...-in hepsi.

bildiğinden ş aş mamak (veya kalmamak) * hiçbir etkiye aldı rı şetmeyerek doğ ru bildiğ i davranı ş ısürdürmek. bildiğini okumak * herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak. bildiğini yapmak * verilen öğ ütleri dinlemeyerek tutumunu sürdürmek. bildiğini yedi mahalle bilmez * bir kimsenin çok kurnaz, çok bilmişolduğunu anlatı r. bildik

* Tanı dı k.

bildik çı kmak * birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanı ş tı kları nıanlamak. bildim bileli (veya bildik bileli) * öteden beri, eskiden beri. bildirge

* Bir kimsenin resmî bir kuruluş a herhangi bir durumu bildirmek için verdiği çizelge, beyanname. * Vergi yükümlülerinin belli zamanlarda, bağlıolduklarıvergi dairelerine verdikleri gelir bildirme belgesi, beyanname. bildiri * Resmî bir makam, kurum veya bir topluluk tarafı ndan herhangi bir durumu ilgililere duyurmak için yazı lan yazı , tebliğ, tebligat. * Bilimsel bir konu üzerine yazı lan açı klama, tebliğ . bildirilme * Bildirilmek iş i veya durumu. bildirilmek * Bildirmek iş ine konu olmak, duyurulmak, haber verilmek. bildirim

* Yazı lıolarak yapı lan açı klama, tebliğ. * Bu açı klamanı n yapı ldı ğıkâğ ı t, ihbarname.

bildirim ödencesi * Süresi belli olmayan sürekli işsözleş melerinin daha önce bildirim yapı lmaksı zı n yürürlükten kaldı rı lması sebebiyle yükümlü olanlarca karş ı tarafa verilmesi zorunlu olan ödence, ihbar tazminatı . bildiriş

* Bildirmek iş i veya biçimi. bildiriş im *İ letiş im, haberleş me, komünikasyon. bildiriş me * Bildiriş mek iş i veya durumu. bildiriş mek * Bir duygu veya düş ünceyi iş aretle veya sesler dizgesiyle bildirerek anlaş mak. bildirme

* Bildirmek iş i, beyan.

bildirme cümlesi * Yüklemi bildirme kiplerinden biriyle kurulan cümle. bildirme kipleri * Belli zaman kavramıveren, belirli geçmiş , belirsiz geçmiş ,ş imdiki zaman, genişzaman, gelecek zaman kipleri: Gel-di, gelmiş , gel-iyor, gel-ir, gel-ecek gibi. bildirmek * Herhangi bir ş eyi haber vermek. * Herhangi bir konuda bilgi vermek. * Anlatmak, ifade etmek. bile * Birlikte. * Aynızamanda, da, de, dahi. * Üstelik. bile bile

* Bilerek, isteyerek, önceden tasarlayarak, düş ünülerek, kasten.

bile bile lâdes * Kötü bir durumu öyle gerektiği için kabullenmişgörünme, bilerek aldanmı şgörünme. bilecen

* Her ş eyi bilen, her ş eyden anlayan. * Bilgiçlik taslayan, ukalâ.

bilecenlik * Bilecen olma durumu. bileği

* Kesici araçlarıbilemek için kullanı lan alet.

bileği taş ı * Bı çak, çakı , makas gibi kesici araçlarıbilemekte kullanı lan ince taneli sarış ist. bileğinde altı n bileziği olmak * Bkz. kolunda altı n bileziği olmak. bileğine güvenmek * gücüne veya hünerine güvenmek. bileğine kadar (veya bileklerine kadar) * (çamur, kar için) ayaklarıiçine gömülecek biçimde. * (giysi eteğ i için) yalnı z ayaklar görünecek kadar (uzun). bileğinin hakkıile * kendi gücü ve kendi çalı ş masıile.

bilek

* Elle kolun, ayakla bacağı n birleş tiğ i bölüm. * Güç, kuvvet.

bilek damarı * Nabı z. bilek gibi

* (saç veya akarsu için) gür, kalı n.

bilek gücü * Kol kuvveti. bilek güreş i * Karş ı lı klıiki kiş i dirseklerini dayayarak birbirlerinin bileğini bükmek. bilek kuvveti * Beden kuvveti, kol kuvveti. bilek saati * Bileğe takı lan küçük saat. bileklik

* Oyunlarda bileğ in incinmesini önlemek için bileğ e takı lan meş in sargı .

bileme * Bilemek iş i. bilemedin (veya bilemediniz) * en çok, en fazla. bilemek

bilenme bilenmek

bilerek bileş en

* Kesici aletleri zı mpara veya bileğ i taş ı nda keskinleş tirmek, keskin duruma getirmek, keskinleş tirmek. * Güçlendirmek, etkisini artı rmak. * Bilenmek iş i. * Bilemek iş ine konu olmak, keskin duruma getirilmek. * Bir iş e yoğ un bir biçimde hazı rlanmak, konsantre olmak. * Hı rslanmak, aş ı rıderecede istemek. * isteyerek, kasten. * Bir bileş ke oluş turan kuvvetlerin her biri.

bileş ik * Birleş erek oluş muş , basit olmayan, mürekkep. * Kimyasal tepkimeler sonucu iki veya daha çok elementten oluş an ve bunlardan bağı msı z fiziksel, kimyasal nitelikler gösteren (madde). * Ses ve görüntünün birlikte yer aldı ğ ıfilm parçası . bileş ik faiz * Süre tarihine dek birikmişfaizlerin ana paraya eklenmesiyle elde edilen toplam üstünden ödenen faiz, mürekkep faiz. bileş ik kap * Birleş ik kap.

bileş ik kaplar * Birleş ik kaplar. bileş ik kesir * Payıpaydası na eş it veya payı paydası ndan büyük olan kesir. bileş ik önerme * En az iki önermeden oluş an yeni önerme. bileş ikgiller * Bitiş ik yapraklıiki çeneklilerden, çiçekleri kömeç durumunda toplu olarak bulunan, bazıcinsleri uçucu yağ veya süt taş ı yan bir familya. bileş im *İ ki veya daha çok öge bir araya gelerek yeni bir öge oluş turma, terkip. * Bir maddenin hangi kimyasal türlerden oluş tuğunu belirleyen verilerin tamamı . * Bileş me sonucu oluş an cisim. * Bileş mek iş i veya durumu. bileş ke bileş me

* Bir cisme uygulanan birkaç kuvvetin toplam etkisine eş it olan tek kuvvet, muhassala. * Bileş mek iş i, terekküp.

bileş mek *İ ki veya daha çok öge bir araya gelerek yeni bir öge oluş turmak, terekküp etmek. bileş tirici

* Bileş tirmek iş ini yöneten kimse.

bileş tirme * Bileş tirmek iş i. bileş tirmek * Bileş mesini sağlamak. *İ ki veya daha çok vektörün, paralel kenar kuralı na uygun olarak geometrik toplamı nı almak, geometrik toplam. bilet

* Para ile alı nan, konser, sinema, tiyatro gibi eğlence yerlerine girme, ulaş ı m araçları na binme veya bir talih oyununa katı lma imkânı nıveren belge. bilet kesmek * bileti koparı p alı cı ya vermek, bilet satmak. biletçi

* Bilet satan görevli.

biletçilik * Bilet satma iş i. biletli biletme biletmek

* Bileti olan. * Biletmek iş i. * Bilemek iş ini yaptı rmak.

biletsiz bileyici

* Bileti olmayan. * Kesici aletleri bilemeyi işedinmişolan kimse, zağcı .

bileyicilik * Bileyicinin yaptı ğ ıiş , zağ cı lı k. bilezik

* Bileğe süs için takı lan halka. *İ ki borunun ucunu birleş tirmeye yarayan halkaya benzer parça. * Motor pistonları na, yağ lama, soğ utma, özellikle sı zı ntı yıönleme gibi amaçlarla yerleş tirilmiş , genel olarak dökme demirden yapı lmı ş , uçlarıaçı k ve esnek halka. * Kelepçe. * Mobilyaları n ayak altları na takı lan kare, dikdörtgen, silindir, kesik koni ve benzeri ş ekilli, pirinç veya nikel kaplıdemirden yapı lmı ş , iki ucu delik gereç. bilezikli * Bileziğ i olan. * Bilezik takmı şolan. bilfarz * Tutalı m ki, sayalı m ki, söz geliş i, diyelim ki. bilfiil bilge bilgece

*İ şolarak, işedinerek, gerçekten. * Bilgili, iyi ahlâklı , olgun ve örnek (kimse), hakim. * Bilgeye yaraş ı r (biçimde), hâkimane.

bilgelik * Bilge olma durumu ve niteliğ i. * Bilgi, hikmet. * (İ lk Çağfelsefesinde) Kendini tanı manı n bilgisi, vukuf. bilgi

*İ nsan aklı nı n erebileceğ i olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malûmat. * Öğrenme, araş tı rma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malûmat, vukuf. *İ nsan zekâsı nı n çalı ş masısonucu ortaya çı kan düş ünce ürünü, malûmat, vukuf. * Genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradı ğ ıtemel düş ünceler, malûmat. * Bilim. * (biliş imde) Kurallardan yararlanarak kiş inin veriye yönelttiği anlam.

bilgi edinmek * öğrenmek, bilgi almak. * Bir durumu öğrenmek. bilgi iş lem * Özellikle bilgisayar vb. makinelerle yapı lan iş lemlerin düzenli biçimde yürütülmesi. bilgi kuramı * Bilginin temelini, bilim alanı nda uygulanan yöntemleri, sı nı r ve güvenilirlik bakı mı ndan inceleyip araş tı ran felsefe dalı , epistemoloji. bilgi ş öleni * Belli bir konunun tartı ş ı ldı ğ ıbilimsel toplantı , sempozyum. bilgi toplamak

* değ iş ik yer ve kaynaklardan sağ lanan bilgileri bir araya getirmek. bilgici * Sofist. bilgicilik

bilgiç

* Antik Yunan felsefesinde eleş tiri akı mı , sofizm. * Baş kası nıyanı ltmak için doğru olmadı ğ ıbilinerek yapı lan uslamlama ve çı karsama, safsatacı lı k. * Bilgili kimse. * Bilgisiz olduğ u hâlde bilgili görünmek isteyen, bilgili geçinen kimse.

bilgiç bilgiç * Bilgisi olduğ unu göstererek, bildirerek. bilgiçlik

* Bilgiç olma durumu.

bilgiçlik satmak (veya taslamak) * bilmediği hâlde bilir görünmek, bilgin geçinmek. bilgilendirme * Bilgilendirmek iş i veya durumu. bilgilendirmek * Bir konuda bilgi sahibi olması nısağ lamak, haberdar etmek. bilgilenme * Bilgilenmek iş i veya durumu. bilgilenmek * Bilgi sahibi olmak, öğ renmek. bilgili * Bilgi sahibi olan, malûmatlı , haberli. * Bilerek. bilgilik * Ansiklopedi. bilgin bilgince bilginlik

* Bilimsel bir konuda çok bilgisi olan (kimse), âlim. * Bilgine yakı ş ı r, bilgin tavrı nda, bilgin gibi. * Bilgin olma durumu.

bilgisayar * Çok sayı da aritmetiksel veya mantı ksal iş lemlerden oluş an bir iş i, önceden verilmişbir programa göre yapı p sonuçlandı ran elektronik araç, elektronik beyin, kompüter. bilgisayarcı * Bilgisayar alı m satı mcı sı . * Bilgisayar programcı sı , yapı mcı sıveya mühendisi. bilgisayarcı lı k * Bilgisayar ticareti veya uzmanlı ğ ı . bilgisayarlamak

* Bilgisayara geçirmek. bilgisayarlaş mak * Bilgisayar düzeniyle donatı lmak. bilgisiz bilgisizlik

* Bilgi sahibi olmayan, malûmatsı z, cahil. * Bilgisiz olma veya bilgi yokluğ u durumu, cehalet.

bilgiyazar * Elektronik sistemle dizgi yapan alet. bilhassa * Hele, her ş eyden önce, baş ta, özellikle, en çok, mahsus. bili bili bili bilici

* Bilgi, malûmat. * Tavuk gibi kümes hayvanları nıçağı rmak için çı karı lan ses. * Bilen.

bililtizam * Bile bile, bilerek ve isteyerek. bilim

* Evrenin veya olayları n bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak yasalar çı karmaya çalı ş an düzenli bilgi, ilim. * Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi. * Belli bir konuyu bilme isteğ inden yola çı kan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araş tı rma süreci. bilim adamı * Bilimsel çalı ş malarla uğ raş an kimse, bilgin, âlim. bilim dı ş ı * Bilime aykı rı , bilime uymaz, gayriilmî. bilim kadı nı * Bkz. bilim adamı . bilim kuramı * Bilimlerin koyduklarıdüş ünsel sorunlarıinceleyen ve tek tek bilimlerin yöntemlerini, ilkelerini, varsayı mları nıaraş tı ran felsefe dalı . bilim kurgu * Çağ daşbilim verileriyle düşgücünden oluş an film, roman vb. bilim kurgusal * Biyoloji ve elektrikle ilgili olan, biyonik. bilimci

* Bilgin.

bilimcilik * Bilginin, temeli olarak yalnı z bilim yöntemine önem verme, ilimcilik. bilimsel

* Bilimle ilgili, bilime dayanan, ilmî. bilimsel deneycilik * Her bilginin deneyle veya gözlemle doğ rulanabileceğini, sı nanabileceğini savunan felsefe akı mı . bilimsel düş ünce * Bilim temeline dayanan özgür eleş tirici, araş tı rı cıve bağı msı z düş ünce. bilimsel sosyalizim *İ htilâlci sosyalizm, Marxçı lı k. bilimsel toplantı * Uzmanları n katı lı mıile gündemi bilimsel konuları n oluş turduğu toplantı . bilimselleş tirme * Bilimselleş tirmek iş i. bilimselleş tirmek * Bilimin metotları na uygun duruma getirmek. bilimsellik * Bilimsel olma durumu. bilimsiz

* Bilime, bilim yöntemlerine uygun olmayan gayriilmî.

bilimsizlik * Bilimsiz olma durumu bilimsizce iş . bilincine varmak * anlamak, kavramak. bilincini yitirmek * bilincini herhangi bir sebeple yitirmek. bilinç

*İ nsanı n kendisini ve çevresini tanı ma yeteneğ i, ş uur. * Algıve bilgilerin zihinde duru ve aydı nlı k olarak izlenme süreci, ş uur. * Temel bilgi, temel görüş . * Bir toplumdaki ruhî etkinliklerin veya ruhî durumları n bütünü. * Dimağ.

bilinç akı ş ı * Düş üncelerin arka arkaya birbirini izlemesi. * Kiş inin aklı ndan geçenlerin birinci kiş i ağ zı ndan yansı tı lması . bilinç dı ş ı * Bilinçsizce yapı lan işve etkinliklerin bütünü gayriş uur. *İ nsan ruhunun, baskıaltı nda tutulan isteklerle bunlara bağlıdüş üncelerden oluş an ve bilince ulaş amayan bölümü. bilinç kaybı * Hafı za yitimi. bilinçaltı * Bilinç dı ş ıolmakla birlikte, dilendiğ i zaman kapsamı ndakilerin bilince çağrı labildiğ i zihin bölgesi, ş uuraltı tahteş ş uur. bilinçlendirme * Bilinçlendirmek iş i. bilinçlendirmek

* Bilinçli duruma getirmek. bilinçlenme * Bilinçlenmek iş i. bilinçlenmek * Bilinçli duruma gelmek, ş uurlanmak. bilinçli

bilinçlilik

bilinçsiz

* Bilinci olan, bilinçle yapı lan, ş uurlu. * Eleş tirmeli bir biçimde, kendi etkinliğ inin farkı nda olan, ş uurlu. * Bilinçli olma durumu ş uurluluk. * Nesne, olay ve edimlere uyanı k bulunma durumu, ş uurluluk. * Bilinci olmayan, bilinçle yapı lmayan, ş uursuz. * Kendi etkinliğ ini eleş tirmeli bir biçimde sezmeyen, ş uursuz.

bilinçsizlik * Biliçsiz olma durumu, ş uursuzluk. * Nesne, olay ve iş lere karş ı uyanı k bulunmama durumu, ş uursuzluk. bilindik

* Bilinen.

bilinemez *İ nsan aklı yla bilinemeyen ş ey. bilinemezci * Bilginin bağı ntı lıolduğ una inanan (kimse). * Tanrı 'nı n ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğ ini ve bilinemeyeceğ ini ileri süren öğretiyi benimseyen (kimse), lâedri, agnostik. bilinemezcilik * Bilginin bağı ntı lıolduğ una ve bundan dolayısalt olmadı ğ ı na inanan öğ reti. * Tanrı 'nı n ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğ ini ve bilinemeyeceğ ini ileri süren öğreti, lâedriye, agnostisizm. bilinen bilinme

* Değeri belli olan nicelik, bilindik, malûm. * Bilinmek iş i.

bilinmedik * Bilinmeyen. bilinmek

* Bilmek iş ine konu olmak, anlaş ı lmak, öğ renilmek.

bilinmeyen * Değeri belli olmayan, bilinmeyen (nicelik), bilinmedik, meçhul. bilinmez

* Anlamıgizli ve anlaş ı lmasıgüç olan, muğ lâk. * Belli olmaz, kuş kulu, meçhul.

bilinmezlik * Bilinmez olma durumu.

bilir

* "Anlar", "sayar", "yapar" anlamlarıile isimlerle birleş erek birleş ik sı fat kurar.

bilir bilmez * yarı m bilgi ile, bilip bilmediğini göz önüne almadan. bilirkiş i * Belirli bir konudan iyi anlayan ve bir anlaş mazlı ğıçözümlemek için kendisine baş vurulan kimse, uzman, ehlihibre, ehlivukuf, eksper. * Çözümlenmesi özel veya bilimsel bilgiye dayanan konularda oyuna veya düş üncesine baş vurulan kimse, ehlihibre, ehlivukuf. bilirkiş i raporu * Bilirkiş inin hazı rlamı şolduğ u rapor. bilirkiş ilik * Bilirkiş inin yaptı ğı iş . bilisiz * Öğrenim görmemiş , cahil. bilisizlik

* Bilisiz olma durumu, cahillik.

bilistifade * Yararlanarak. biliş

* Canlı nı n, bir nesne veya olayı n varlı ğı na iliş kin bilgili ve bilinçli duruma gelmesi, vukuf. * Bildik, tanı dı k, dost.

bilişçı kmak * tanı mak, önceden tanı şolmak. biliş im * Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletiş imde kullanı lan ve özellikle elektronik aletler aracı lı ğ ıile düzenli bir biçimde iş lenmeyi ön gören bilim, informatik, sibernitik. biliş im ağı * Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletiş im sistemi. biliş im teknolojisi * Biliş imde kullanı lan bütün araç ve gereçlerin oluş turduğu sistem. biliş imci biliş me

* Biliş im alanı nda uzman kiş i. * Biliş mek iş i.

biliş mek * Karş ı lı klıolarak birbirini tanı mak, muarefesi olmak. * Öğrenmek. billâhi * Tanrı 'ya ant içerim" anlamı nda bir ant. * "İ nan olsun" anlamı nda kullanı lı r. billûr * Bazıcisimlerin aldı kları geometrik biçim. * Duru ve temiz kesme cam, kristal. * Billûrdan yapı lmı ş .

* Koç yumurtası . billûr cisim * Gözde, irisin arkası nda, mercek görevini yapan, mercimek biçim ve büyüklüğ ündeki saydam cisim. billûr gibi * çok duru, çok temiz (su). * çok beyaz ve pürüzsüz (kol, gerdan, göğüs). * (ses için) pürüzsüz. billûrî * Billûra benzer, billûr gibi. billûriye

* Billûrdan yapı lmı şveya billûrla ilgili. * Genellikle billûrdan yapı lmı şeş ya satan dükkân.

billûrlaş ma * Billûr durumuna gelme. * Herhangi bir cisim moleküllerinin bazıfizik ve kimya değ iş meleriyle geometrik biçim alması , kristalleş me. billûrlaş mak * Billûr durumuna gelmek, billûr durumunda yoğunlaş mak, kristalleş mek. * Belirgin duruma gelmek, netlik kazanmak. billûrlaş tı rma * Billûrlaş tı rmak iş i. billûrlaş tı rmak * Billûr durumuna getirmek. billûrlu

billûrsu

bilme

*İ çinde billûr bulunan. * Bol ı ş ı klı , pı rı l pı rı l parlayan (yer). * Billûra benzeyen, billûru andı ran, kristaloit. * Diyalize uğrayarak çözümlenen madde, koloit karş ı tı . * Bilmek iş i. * Bir ş eyin ne olduğ unun bilincine varma. * Bilgi edinmenin gaye ve sonucu.

bilmece

* Bir ş eyin adı nıanmadan, niteliklerini üstü kapalısöyleyerek o ş eyin ne olduğunu bulmayıdinleyene veya okuyana bı rakan oyun, muamma. * Bilinmeyen ş ey, muamma. bilmece çözmek * bilmecenin cevabı nıbulmak. bilmece gibi konuş mak * açı k, anlaş ı lı r biçimde konuş mamak. bilmeden

* bilmeyerek. * sonucun ne olacağı nıkestiremeden.

bilmediği beşvakit namaz * her ş eyi pek iyi bilir, anlamı nda bir söz.

bilmek

* Bir ş eyi anlamı şveya öğ renmişbulunmak. * Bir bilim veya sanat dalı nda yeterli olmak. * Bir işyapmaya alı ş mı şolmak, elinden gelmek. * Tanı mak, hatı rlamak. * Sanmak, var saymak, farz etmek. * Anlamak. * Sorumlu tutmak. *İ nanmak. * Bazen "iş ine gelmek", "uygun bulmak" anlamı nda da kullanı lı r. * -a/-e ekli fiillerle yeterlik bildiren birleş ik fiiller oluş turur. * Saymak. * Genişzamanı n olumsuz birinci tekil kiş isi olarak bilmem biçiminde kullanı lı nca duraksama, ş aş ma, tereddüt anlamı nıverir. bilmem hangi (veya bilmem kaç, kim, nası l, ne) * önemli veya anlatı lması gerekli görülmeyen ş eyler için kullanı lı r. bilmemek * birlikte kullanı ldı ğı fiilin bir türlü gerçekleş emediğ ini anlatı r. bilmemezlik * Bilememe durumu, bilmezlik. bilmez

* Anlamaz, kavramaz, hatı rbilmez, kadirbilmez gibi sözlerle "yapamaz", "edemez" anlamları nda kullanı lı r.

bilmezleme * Bilmezlemek iş i, teçhil. bilmezlemek * Bir kimseyi, bir ş ey bilmez göstermek, teçhil etmek. bilmezlenme * Bilmezlenmek iş i. bilmezlenmek * Bilmiyor gibi görünmek, bilmezlikten gelmek, tecahül etmek. bilmezlik

* Bilmez olma durumu, cehalet.

bilmezlikten gelme * yazarı n, bildiği belli olan bir ş eyi bilmez veya baş ka türlü bilir görünecek yolda bir anlatı şsanatı , tecahülüarifane. bilmezlikten gelmek * bilmiyor görünmek. bilmiş

* Her ş eyi bilir geçinen, bilgiçlik taslayan. * Bkz. çok bilmiş .

bilmukabele * Karş ı lı klıolarak, karş ı lı k olarak. * (davranı ştöresinde) Ben de, size de, sizlere de. bilmünasebe * Sı rası gelince, sı rası düş ünce. bilsat

* Kuruluş lar, ş irketler arası nda bilgi satma, bilgileş im, bencmarking.

bilumum bilvası ta

* Bütün, hep, kamu, ... -in hepsi. * (birinin) Aracı lı ğıile, araçla; doğ rudan doğruya olmayarak, dolaylı .

bilye

* Taş , maden, toprak, cam gibi ş eylerden yapı lmı şküçük yuvarlak, misket. * Motorlu taş ı tlarda dönme veya sürtünme etkilerini azaltmak, aş ı nmayıve enerji yitimini önlemek için, göbeklerdeki yataklara yerleş tirilen, çoğunlukla çelikten, küçük yuvarlak. bilyeli

* Bilyesi olan.

bilyeli yatak * Bisiklet, otomobil gibi taş ı tları n tekerleklerinde sürtünmeyi azaltmak amacı yla içine çelik bilye yerleş tirilmiş bölüm. bilyon

* Milyar.

bin * On kere yüz, dokuz yüz doksan dokuzdan bir artı k. * Bu sayı nı n adıve bu sayı yıgösteren rakam, 1000, M. * Bir isimden önce geldiğ inde aş ı rı lı k ve çokluk bildirir. bin bilsen de bir bilene danı ş * bir insan bir ş eyi ne kadar iyi bilirse bilsin, gene de onu kendisinden daha iyi bilen bulunabilir. bin bir * Pek çok, çok sayı da. bin bir ayak bir ayak üstüne * herkesin ayakta olduğu kalabalı k. bin can ile * çok isteyerek, gönülden. bin dallı * Çoğ unlukla mor kadife üzerine sı rma ile kabartma dal, yaprak ve çiçek iş lenmişgiysi veya örtü. bin derde deva * pek çok iş e yarayan; her sı kı ntı yıgideren. bin dereden su getirmek * birini kandı rmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek. bin iş çi, bir baş çı * her iş e, başolacak bir kimse gerekir. bin kalı ba girmek * birbirine benzeyen birçok işyapmak, sürekli olarak düş ünce değiş tirmek. bin kat * Pek çok, kı yaslanmayacak ölçüde. bin nasihatten bir musibet yeğ dir * yaş anmı şolaylar, öğ ütlerden çok daha etkilidir. bin piş man olmak * çok piş man olmak.

bin tarakta bezi olmak * birçok iş le uğraş mak. bin türlü bin yaş a!

* Birbirinden çok farklı , çok değ iş ik. * (memnunluk bildirmek için kullanı lan söz) çok yaş a!.

bin zahmetle * çok zor, büyük zorlukla. bina

* Yapı . * Arapça fiil çatı sı nıkonu edinen bilim ve kitap. * Çatı .

bina etmek * yapmak, kurmak, inş a etmek. * (bir düş ünce sistemine göre) kurmak, dayamak, yapmak. binaen * -den dolayı , -den ötürü, -diği için. * Dayanarak. binaenaleyh * Bundan dolayı , bundan ötürü, bunun için, bunun üzerine. bînamaz binbaş ı

* Bkz. beynamaz. * Rütbesi yüzbaş ıile yarbay arası nda bulunan ve ası l görevi tabur komutanlı ğıolan subay.

binbaş ı lı k * Binbaş ırütbesi veya binbaş ı nı n görevi. binde bir * çok seyrek olarak. bindi

* Destek, hamil.

bindiğ i dalı kesmek * (kendisine gerekli ve yararlıolan ş eyi) farkı nda olmadan yararsı z duruma getirmek, kendi eliyle yok etmek. bindirilme * Bindirilmek iş i veya durumu. bindirilmek * Bindirmek iş i yapı lmak. bindirilmişkuvvetler * Motorlu taş ı tlara bindirilmişasker birlikleri. bindirim

* Fiyat artı rma, zam.

bindirimli * Fiyatı artı rı lmı ş , zamlı .

bindirme

* Bindirmek iş i. * Birbiri üzerine gelerek eklenen levha, kiremit, ahş ap parçaları nı n durumu. * Çı karma harekâtı na katı lacak birliklerin, çı karma yerine gitmek için kendilerine ayrı lan deniz araçları na binmeleri. bindirme kilit * Gövdesi kutu biçiminde olan, kapak veya kapı nı n arkası na doğrudan vidalanan, basit mekanizmalı kilit. bindirmek * Bir kimseyi bir ş eyin üzerine çı kartmak, oturtmak veya içine yerleş tirmek, binmesini sağlamak. * (taş ı t) Baştarafı ndan baş ka bir taş ı ta çarpmak veya bir yere vurmak. * Eklemek, katmak. binek * Binmeye ayrı lmı şş ey ve daha çok at. * Üzerine binilen, binmeye yarayan. binek atı * Sadece binmek, gezmek veya binicilik sporu için yetiş tirilen at. binek taş ı * At veya arabaya binmek için üstüne çı kı lan yüksekçe taş . biner bingi her biri. bini çı ta.

* Bin sayı sı nı n üleş tirme biçimi, her birine bin, her defası nda bini bir arada olarak. * Kemerler üzerine oturtulmuşkubbe ile kemerlerin arası nıkapatan üçgen biçimindeki kubbe parçaları ndan

* Binme iş i. * Kapı , dolap gibi ş eylerin, kanatlarıkapanı nca kalan aralı ğ ıörtebilmek için bu kanatları n kenarı na çakı lan

bini aş mak * çok fazla olmak. bini bir paraya * pek çok ve ucuz. * pek çok yapı lan, pek çok olan. binici

binicilik

binilme

* Binen. * Ata iyi binen kimse. * Ata binme ustalı ğ ı . * Ata binilerek yapı lan spor. * Binilmek iş i.

binilmek * Binmek iş i yapı lmak. binin yarı sıbeşyüz (o da bizde yok) * çok düş ünceli görünen birine ş aka yollu "aldı rma!" anlamı nda söylenir. bininci

* Bin sayı sı nı n sı ra sı fatı , sı rada dokuz yüz doksan dokuzuncudan sonra gelen.

biniş

biniş me biniş mek

binit binit

* Binmek iş i veya biçimi. * Atlıalay. * Atlıalayda giyilen giysi. * Yüksek aş amalıbilginlerin ve yeniçeri subayları nı n giydikleri cübbe. * Üniversite öğ retim üyelerinin giydikleri cübbe. * Biniş mek durumu. *İ ki parçadan biri, öbürünün üstünde olmak. * Kas kiriş leri birbiri üstüne binmek. * Kı rı k bir kemiğ in iki parçası birbiri üstüne gelmek. * Üstüne binilen hayvan, binek atı . * Hamur durumundaki ekmeklerin, fı rı na atı lmadan önce, içine konulduğ u oyuk gözlü tahta.

binlerce * Birçok bin; pek çok. binlik

* Bin liralı k kâğ ı t para. * Yaklaş ı k olarak üç litrelik büyük ş iş e. * Bin tanesi bir arada olan.

binme * Binmek iş i. binmek

* Yüksek bir ş eyin veya bir hayvanı n üstüne çı kı p ayakları nısallandı rarak oturmak. * Bir yere gitmek için tren, vapur, uçak, otomobil gibi bir taş ı tta yer almak. * (bisiklet motosiklet, binek hayvanıiçin) Kullanmak. *İ şistenilmeyen veya beklenilmeyen bir biçim almak. * Bir ş ey sı kı ş arak yanı ndakinin üstüne çı kmak. * Fiyat artmak. * Eklenmek, katı lmak.

binnetice * Sonuç olarak, nihayet. binyı l biokütle

* Bin yı lıiçine alan zaman dilimi. * Belirli zamanda sı nı rlarıbelirli bir biyotopta bulunan canlıorganizmaları n toplam kütlesi.

biomedikal * Hem biyoloji hem de tı pla ilgili olan. biomekanik * Biyoloji, fizyoloji ve tı p konuları nımekanik kanunlar yöntemiyle irdeleme. biomikroskop * Kendine özgü bir ı ş ı k ile kullanı lan çift göz mercekli mikroskop. bîperva

* Çekinmez, sakı nmaz, korkusuz, gözü pek.

* Çekinmeden, korkmadan. bir * Sayı ları n ilki. * Bu sayı yıgösteren rakam 1, I. * Bu sayıkadar olan. * Herhangi bir varlı ğ ıbelirsiz olarak gösterir. * Tek. * Birleş ik. * Eş , aynı , bir boyda. * Ortaklaş a olan, müş terek. * Değer, önem bakı mları ndan birbirinden farksı z, birbirine eş it, birbirine benzer. * Sı fat veya zarf durumunda baş ı na geldiğ i kelimelere kuvvet, istek veya kesin olmayan anlamlar katar. * (tekrarlanarak) Bir kez. * Sadece. * Ancak, yalnı z. bir (veya sağ ) elinin verdiğ ini öbür (veya sol) elin duyması n * yapı lan bir iyilik gizli tutulmalı , onunla övünülmemelidir. bir (veya tek baş ı na) * yalnı z olarak, yanı nda kimse bulunmadan. * baş ka birinin yardı mıolmaksı zı n. bir ..., bir (veya bir de) * hem .... hem. bir abam var atarı m, nerede olsam yatarı m * tek baş ı na bulunan kimsenin istediği yerde barı nı p rahat edebileceğini anlatı r. bir acıkahvenin kı rk yı l hatı rı vardı r * Bkz. bir fincan kahvenin kı rk yı l hatı rıvardı r. bir ağ ı zdan * hep birlikte, beraberce, hep birden. bir ağ ı zdan çı kı p bin dile yayı lı r * ortaya atı lan bir söz çok çabuk yayı lı r. bir alay

* Birçok, bir sürü, pek çok.

bir âlem * Kendine özgü bir niteliğ i olan. bir an

* Çok kı sa bir süre için kullanı lı r.

bir an önce * Bir ara, olabildiği kadar tez. bir ara

bir araba

bir arada

* Kı sa bir süre. * Geçmiş te bir zaman. * Odun, kömür gibi bazış eylerin ölçü birimi. * Pek çok, fazla. * Toplu bir durumda, birlikte, toplu olarak.

bir aralı k * Bir ara. bir araya gelmek * bir yerde toplanmak, buluş mak. bir araya getirmek * toplamak. bir arpa boyu (gitmek veya yol almak) * çok az. bir aş ağıbir yukarı * amaçsı z olarak gidip gelmeyi anlatı r. bir atı mlı k barutu olmak (veya kalmak) * bir konuda yapabileceğ i çok az ş eyi bulunmak. bir avuç * Bir avuç dolduracak kadar. * Az, çok az. bir ayağ ıçukurda olmak * yaş ayacak çok az zamanıkalmı şolmak; çok yaş lanmı şolmak. bir ayak önce (evvel) * bir an önce. bir ayak üstünde bin yalan söylemek (veya bir ayak üstünde kı rk yalanı n belini bükmek) * çok kı sa sürede pek çok yalan söylemek. bir baba dokuz evlâdıbesler, dokuz evlât bir babayıbeslemez * çok çocuğu olan baba, her çocuk babası na bakı lması nıötekinden beklediğ i için sı kı ntı da kalı r. bir bakı ma * Baş ka bir görüş le, baş ka bir düş ünüş le. bir baltaya sap olmak * belirli bir işsahibi olmak. bir bardak suda fı rtı na koparmak * önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek. bir baş ı na * Tek baş ı na. bir baş tan (veya uçtan) bir baş a (veya uca) * bir yerin bir sı nı rdan öbür sı nı rı na kadar. bir ben, bir de Allah bilir * sı kı ntı lıdurumlarda söylenilen bir deyim. bir biçimine getirmek * çözüm yolu bulmak. bir bir

* Bkz. hepyek.

bir bir * Birer birer, ayrıayrı . * Olduğu gibi, tam tamı na, eksiksiz.

bir boy

* Bir kez. * Hele.

bir boyda * Boyları eş it. bir boydan bir boya * Bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baş tan baş a. bir bu eksikti * sı kı ntı lıbir durum varken bir yenisinin çı kmasıüzerine söylenir. bir çatı altı nda (olmak veya bulunmak) * aynıyapıiçinde. bir çekirdek geri kalmamak * bütünüyle denk olmak. bir çenekliler * Oğulcuğ u bir çenekten oluş muş , kapalıtohumlulardan bir bitki sı nı fı . bir çenetli * Kapsüllü yemiş lerin tek parçalıolanları . bir çı rpı da * bir ele alı ş ta, ele alı r almaz, çabucak. bir çiçekle bahar (veya yaz) olmaz * küçük, güzel bir belirti ile doyurucu sonuca ulaş ı lmaz. * çapkı n kimseler için kullanı lı r. bir çift

* Bir takı m. * Biraz, bir iki.

bir çift söz * Bir iki söz. bir çift sözü olmak * söyleyecek bir ş eyleri bulunmak. bir çokları * çok sayı da olan (kimse veya ş ey). bir çöplükte iki horoz ötmez * bir yerde iki kiş i başolmaz. bir çuval inciri berbat etmek * düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlı şdavranı ş larla bozmak. bir daha

* bir kez daha. * hiçbir zaman.

bir daha yüzüne bakmamak * darı lı p ilgiyi kesmek. bir dalda durmamak * sı k sı k işveya düş ünce değiş tirmek. bir damla

* Çok az. * (çocuk için) Çok küçük. bir de

* ve olana katarak, fazladan. * umulanı n veya beklenilenin dı ş ı nda bir durumu anlatan cümlelerin baş ı na gelir.

bir dediği bir dediğini tutmamak * söyledikleri birbirine uymamak, tutarsı z konuş mak. bir dediği iki olmamak * her istediğ i yapı lmak. bir dediğini iki etmemek * her istediğ ini hemen yapmak. bir defa

* Olup bitti anlatan cümlelere katı lı r. * "ilk önce", "hele" anlamı nda da kullanı lı r.

bir defada * ara vermeksizin. bir defalı k * Bir kere yapmaya yetecek kadar. * Bir kereye özgü olan, bir kereye özgü olarak. bir deli kuyuya bir taşatar, kı rk akı llıçı karamazmı ş * bazen bir kimsenin yaptı ğ ıyersiz bir iş , birçok kimse tarafı ndan düzeltilemez. bir derece (veya bir dereceye kadar) * biraz. bir deri bir kemik (kalmak) * çok zayı flamak. bir dikili ağ acı olmamak * evi veya mülkü olmamak. bir dirhem * Çok az, birazcı k. bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğ nemek * verimi az, zahmeti çok olan bir iş le uğraş mak. bir dirhem et bin ayı p örter * biraz kilo almak bazen insanı güzelleş tirir. bir dokun bin ah iş it (dinle) kaseifağfurdan * insanlarıkonuş turmak için biraz dertlerini deş mek yeter. bir dolu

* Birçok.

bir don bir gömlek * yarıçı plak. bir dostluk kaldı ! * az bir mal kalı nca satı cı ları n kullandı ğ ıbir özendirme deyimi. bir dudağ ıyerde bir dudağıgökte * masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin.

bir düziye * Sürekli olarak. bir el

* (ateş li silâh için) bir kez atı m.

bir el bir eli yı kar, iki el bir yüzü yı kar * bazıdurumlarda yardı mcı sı z işyapı lmayacağı nıanlatı r. bir elden * aynıkimse tarafı ndan. * bir merkezden. bir eli yağda bir eli balda (olmak) * varlı k ve bolluk içinde olmak. bir elin sesi çı kmaz * bir davanı n bir kiş i tarafı ndan savunulmasıetkili ve yeterli değildir. * yardı mlaş arak iş ler daha kolay baş arı lı r. bir elini bı rakı p ötekini öpmek * aş ı rısaygıgöstermek. bir elle verdiğ ini öbür elle almak * yapar göründüğü bir iyiliğ i, sağladı ğı bir çı karla ödetmek. bir elmanı n yarı sıo, yarı sıbu * birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanı lı r. bir evcikli * Mı sı r, ceviz, fı ndı k gibi erkek ve diş i organlarıayrıçiçeklerde, ancak aynıkök üzerinde bulunan (bitki). bir fende kazı k kakmak * bir bilgi veya bilim dalı nda saplanmı şkalmak. bir fincan (veya bir acı ) kahvenin kı rk yı l hatı rıvardı r * iyilik küçük de olsa unutulmaz. bir gecelik * Bir gece için, bir gece içinde olup biten, bir geceye ait. bir gömlek aş ağı * bir derece daha düş ük (birinden). bir gömlek fazla eskitmişolmak * birinden daha yaş lıve daha görmüşgeçirmişolmak. bir göz ağ larken öbür göz gülmez * keder veya sı kı ntıvarken dostlar, akrabalar eğlenmemelidir. bir göz gülmek * hem gülüp hem ağ lamak. bir gözeli * Yapı sıtek bir hücreden oluş an (hayvan veya bitki), tek hücreli. bir gözeliler * Yapı sıtek bir hücreden oluş an hayvanlar veya bitkiler. bir gün evvel * olabildiğ i kadar çabuk.

bir günden bir güne * hiç, hiçbir zaman. bir günlük beylik beyliktir * hoş a giden bir durum, kı sa da sürse çekici ve güzeldir. bir güzel

* Çok iyi, iyice.

bir hâl olmak * bir ş eyin çok tekrarlanmasıyüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalı k gelmek. * huyu değiş mek. * kazaya uğramak, ölmek. bir hamlede * Çabucak, bir atı lı ş ta. bir hayli * Epey, çok. bir hoş

* Tuhaf bir ş ekilde, garip.

bir hoşeylemek * hüzünlendirmek. bir hoşolmak *ş aş ı rmak. * hüzünlenmek. bir hoş luğ u olmak * bir rahatsı zlı ğ ı , bir neş esizliği olmak. bir hücreli * Bkz. bir gözeli. bir içim su (gibi) * (kadı n için) çok güzel. bir iğ ne bir iplik olmak * Bkz. iğ ne ipliğ e dönmek. bir iki

* Birtakı m, bazı , bir parça, biraz, çok az sayı da, birkaç kez.

bir iki demeden (demeye kalmadan) (veya bir iki derken) * duraksamadan, karş ı sı ndakine vakit bı rakmadan, duraksamadan. bir iş aretine bakmak * bir iş i yapmak için hazı r beklemek. bir iş tir oldu * istenmeyen, kötü bir durum karş ı sı nda söylenir. bir kafada * aynıdüş üncede. bir kalem * Bir an için. * Aynı , benzer, tek tür.

bir kalem geçmek * boşvermek, bir an için göz ardıetmek. bir kalemde * birden ve toptan. bir kapı ya çı kmak * aynısonuca varmak. bir karar

* Aynıdurumunu koruyarak, belli durumunu değ iş tirmeden.

bir kararda bir Allah * insan talihinin her an değiş ebileceğ ini ve bunun olağ an karş ı lanması nıöğütler. bir karı ş * Çok kı sa. * Çok az. bir karı şbeberuhi * çok kı sa boylu kimse. bir karı yla bir koca, dı rdı r eder her gece * sı kı ntıveya yalnı zlı k yüzünden iki dost (bile) birbiriyle dalaş ı r, anlamsı z konuş ur. bir kaş ı k suda boğ mak * bir kimseye çok kı zmak veya çok öfkelenmek. bir kazanda kaynamak * anlaş mak, uyuş mak, bağ daş mak. bir kenarda durmak * gerektiği zaman kullanmak üzere hazı rda tutmak. bir kere * Aslı nda. * Bir kez, bir defa. bir kerecik * Bir defaya mahsus olarak. bir kı yamettir gitmek (veya kopmak) * çok fazla gürültü, patı rtı , telâşolmak. bir kı zı bin kiş i ister, bir kiş i alı r * güzel ş eyi herkes ister, ama o, ancak bir kiş iye kı smet olur. bir kol çengi (olmak) *ş en sözler ve davranı ş larla çevresine neş e saçanlar için söylenir. bir koltuğa iki karpuz sı ğ maz * aynızamanda birden çok iş le ilgilenmek baş arıiçin sakı ncalı dı r. bir koş u

* Koş arak, koş a koş a, çabucak.

bir koyundan iki post çı kmaz * birinden, gücünün yetmediğ i bir özveriyi beklememek gerekir. bir Köroğlu, bir Ayvaz * bir karıkocanı n çocukları nı n, yakı nları nı n yanları nda bulunmadı ğı nıveya hiç çocuklarıolmadı ğ ı nıanlatı r.

bir köş eye atmak * gerektiğinde kullanı lmak için bir yere koymak. bir köş eye koymak * saklamak, biriktirmek. bir kulağı ndan girip öbür kulağ ı ndan çı kmak * söylenen söze önem vermemek. bir kurş un atı mı * kurş unun gidebileceğ i uzaklı k. bir lokma bir hı rka * hayatta azla yetinmeyi, derviş çe geçinmeyi anlatı r. bir mum al da derdine yan * baş kaları yla uğ raş acağ ı na kendi durumunu düş ün. bir nebze * Çok az, bir parça. bir nefeste * (söz ve içecekler için) Ara vermeden. bir nice

* Bir hayli, birçok.

bir numara * Tek, birinci. bir numaralı * Birinci, baş ta gelen. bir o kadar * Ne kadar varsa o kadar daha, bir katı , bir misli. bir o yana, bir bu yana * rastgele, birçok yerlere, çeş itli yönlere. bir olmak * bir araya gelmek, işbirliğ i yapmak. bir ölçüde * Biraz, belli oranda. bir örnek

* Aynıbiçimde olan, yeknesak.

bir papel etmemek * hiç bir iş e yaramamak, değeri olmamak. bir paralı k etmek * çok utanacak, iş e yaramaz bir duruma düş ürmek. bir parça * Biraz, azı cı k, çok az. bir parmak * Parmak ucuyla alı nan miktar veya parmak ucuyla alarak. * Çok küçük (çocuk). bir postum var atarı m, nerede olsa yatarı m

* istediğ im yere gider, istediğim biçimde davranı rı m. bir pul etmemek * hiç değ eri olmamak. bir pula satmak * bir kimseyi bir çı kar uğruna harcamak. bir sı çrarsı n çekirge, iki sı çrarsı n çekirge, sonunda yakalanı rsı n çekirge (veya üçüncüsünde avucuma düş ersin çekirge) * birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çı karak yapanıkötü bir duruma düş ürür, suçlu cezası z kalmaz. bir sı kı mlı k canıolmak * çok cı lı z ve güçsüz olmak. bir sı ra

* Üst üste, ardıardı na.

bir solukta * Çabucak, çarçabuk, çok kı sa bir sürede, hemen. bir söyle on dinle * az konuş up çok dinlemek yaralı olur. bir söyledi pir söyledi * uzatmadan, gereği gibi söyledi. bir sözünü iki etmemek * birinin her istediğ ini hemen yerine getirmek. bir sürü * Çok sayı da, pek çok. bir ş ey sanmak * (bir kimseyi, bir ş eyi, bir yeri) gerçeğinden, olduğundan baş ka türlü düş ünerek hayal kı rı klı ğ ı na uğramak, değ erlendirmede yanı lmak. bir ş ey söylemek * konuş mak. * belirtmek, anlatmak, ifade etmek. bir ş eye benzememek * iş e yarar durumda olmamak. bir ş eyin ş uyuu vukuundan beterdir * söylenti veya dedikodu olayı n gerçekleş mesinden daha kötüdür. bir ş eyler (veya bir ş ey) olmak * huyu, durumu, tutumu değ iş mek, yeni huylar edinmek. * bayı lı r gibi olmak, birden fenalı k gelmek. * ölmek. bir ş eyler, bir ş eyler * daha fazla açı klamamak, kı sa kesmek gerektiğ inde söylenir. bir tahtada * bir defada, yekten. bir tahtasıeksik * akı lca eksik, yarı m akı llı . bir tane

* Biricik, yegâne. bir tanem * Sevgi sözü. bir tarafa bı rakmak (veya koymak) * önemsememek, benimsememek, ertelemek. bir taş la iki kuşvurmak * bir davranı ş la birden çok yararlısonuca ulaş mak. bir tek atmak * bir kadeh içki içmek. bir temiz * Adamakı llı . bir terimli * Araları nda yalnı z çarpma, bölme, kuvvete yükseltme, kök alma iş lemleri yapı lacak olan (nicelikleri gösteren terim). bir torba kemik * çok zayı f. bir tuhaflı ğıolmak * kendini iyi hissetmemek. bir tutmak (veya bir görmek) * eş it saymak, eş it görmek. bir türlü * (tekrarlıkullanı ldı ğı nda) iş in yapı lması nı n da, yapı lmaması nı n da aynıderecede kötü olduğ unu belirtir. * hiçbir biçimde, hiçbir yolla. bir vakitler * Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle. bir varmı şbir yokmuş * bir masala baş larken, "eskiden" anlamı nda söylenen bir tekerleme. * masal gibi geçip gitmiş , artı k hayal olmuş . bir yakadan başçı karmak * bir çatıaltı nda dirlik düzenlik içinde yaş amak. bir yana

* -den baş ka, sayı lmazsa, hariç tutulursa.

bir yana dünya bir yana * bir varlı ğa çok değ er verildiğ ini anlatmak için kullanı r. bir yandan (yanda) * bir taraftan (tarafta), hem ... hem. bir yastı ğ a başkoymak * (karıkoca) evli bulunmak. bir yastı kta kocamak * (karıkoca birlikte) uzun bir ömür sürmek. bir yaş ı na daha girmek *ş imdiye değin görmediğ iş aş ı lacak yeni bir ş eyle karş ı laş mak.

bir yı ğ ı n

* birçok, pek çok, bir sürü.

bir yiyip bin ş ükretmek * kötü durumda olanlara bakarak kendi durumunun değ erini bilmek. bir yol * Bir kez. bir yol tutturmak * bir davranı ş , bir tutum biçimi belirlemek. bir yolunu bulmak * bir iş i sonuçlandı rmak için çare bulmak. bir zaman * Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle. * Belirli bir süre, biraz. bir zamanlar * Zamanı nda, vaktiyle, eskiden. bira * Arpa ile ş erbetçi otunu mayalandı rarak yapı lan bir içki, arpa suyu. bira bardağı * Bira içmek için yapı lmı şözel bardak. bira mayası * Mayalanmı şdurumdaki biranı n yüzünden alı nan bir tür mantar. biracı

biracı lı k

* Bira yapı p satan kimse. * Çok bira içen (kimse). * Bira yapma ve satma iş i.

birader * Erkek kardeş . * "Yahu, dost, arkadaş " anlamı nda seslenme olarak kullanı lı r. * Masonları n birbirlerine verdikleri ad. birahane

* Genel olarak sadece bira içilen, aynı zamanda da çabuk hazı rlanan bazısı cak veya soğuk yemeklerin yenildiğ i yer. birahaneci * Birahane iş leten kimse. biralı k * Bira yapmakta kullanı lan. biraz

* Kı sa bir süre için. * Yeterince değ il, yeter ölçüde değil. * Az miktarda, çok değil.

birazcı k * Pek az, çok az. birazdan

* Az sonra. birazı * Bir parça. birbiri

* Karş ı lı klıolarak biri ötekini, öteki de onu. * Biri diğerinin yanısı ra.

birbiri için yaratı lmı şolmak * birbiriyle çok iyi anlaş mak. birbiri üstüne gelmek * arkasıarkası na, ara vermeden. birbirine düş mek * araları açı lmak, araları nda anlaş mazlı k çı kmak. birbirine girmek * kavga etmek, dövüş mek. * karı ş mak. * (iplik vb. için) dolaş mak, çözülmeyecek duruma gelmek. birbirine katmak * araları nıaçmak, araları nıbozmak, olay çı karmak. birbirini tutmaz * birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsı z. birbirini yemek * iki veya daha çok kimse birbiriyle uğ raş mak, birbirine kötülük etmek. birbirinin ağzı na girmek * birbirine çok düş kün olmak. birbirinin ağzı na tükürmek * bir sorunda, bir olayda sözleş mişgibi, ağı z birliğ i yapmak. birbirinin gözünü çı karmak * kı yası ya dövüş mek. birbirinin gözünü oymak * araları nda aş ı rıgeçimsizlik olmak. birci bircilik

* Tekçi, monist. * Tekçilik, monizm.

birçoğu * Çok sayı da olan kimse veya ş ey. birçok birden

* Oldukça çok, sayı sıbelirsiz, bir hayli, müteaddit. * Bir defada, hepsi bir arada. * Ansı zı n, hemencecik. * Birlikte, beraberce.

birdenbire

* Ansı zı n, hemencecik, beklenmedik bir sı rada. birdirbir * Oyuncuları n birbirinin üstünden atlayarak oynadı klarıbir oyun. bire ... vermek * (buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürünler için) toprak, kullanı lan tohumun belli bir katıkadar ürün vermek. bire beşkatmak * eklemek, abartmak, bire bin katmak. bire bin katmak * çok abartmak. bire bir * Verilen ölçüdeki karş ı lı k, miktar. bire bir eş leme *İ ki kümenin elemanlarıarası nda, bir elemana karş ı , bir eleman alı narak yapı lan eş leme. birebir

* Etkisi kesin olan. *İ stenildiğ i gibi, uygun.

birebir gelmek * etkisini hemen ve kesin olarak göstermek. birer

* Bir sayı sı nı n üleş tirme sayı sı fatı , her birine bir.

birer birer * Her biri ayrıolarak. birer ikiş er * Tek veya birkaçıbirlikte olarak. bireş im

* Parçaları n veya ögelerin bir araya getirilip bir bütün olarak birleş tirilmesi. * Bu biçimde oluş an bütün. * Element veya baş ka maddeleri bir araya getirerek, sun'î olarak bileş ik cisimler oluş turma, sentez. * Yalı ndan karmaş ı k olana, küllîden cüz'îye, zorunludan olası ya, ilkeden onun uygulanması na, genel yasadan bireysel duruma, nedenden etkiye, öncülden varı lan sonuca giden düş ünme biçimi, terkip, sentez. bireş imli

* Bireş im yolu ile elde edilen, sentetik.

birey * Kendine özgü nitelikleri yitirmeden bölünemeyen tek varlı k, fert. * Bir türün kapsamı içine giren somut varlı k. * Doğa bilgisinde türü oluş turan tek varlı klardan her biri. * Toplumlarıoluş turan ve düş ünsel, duygusal, iradeyle ilgili nitelikleri toplum içinde belirlenen insanları n her biri, fert.

*İ nsan toplulukları nı oluş turan, insanları n benzer yanları nıkendinde taş ı makla birlikte, kendine özgü ayı rı cı özellikleri de bulunan tek can, fert. birey oluş * Yumurtanı n döllenmesinden bireyin yetkin duruma gelmesine kadar geçirdiğ i geliş im evrelerinin bütünü, ontogenez, soy oluşkarş ı tı . birey üstü * Tek bir bireyi aş an. * Genellikle fertlerin çevresini aş an, bireylerin bilincinden bağ ı msı z olan.

bireyci

* Kiş i hakları nısavunan. * Bireycilikten yana olan, ferdiyetçi.

bireycilik

* Bireylerin yararları nıtoplumsal yararlardan daha üstün veya daha önemli sayan öğ reti, tutum veya politikaları n genel adı , ferdiyetçilik, individüalizm. * Bütüne, genele değil de, bireye, tek olana üstünlük tanı yan görüş , ferdiyetçilik, individüalizm. bireyleş me * Türle ilgili bir örneğin bireyde gerçekleş mesi. * Bağ ı msı z kiş iliğe varan geliş me süreci. bireyleş tirme * Bireye özgü kı lma. bireyleş tirmek * Bireye özgü kı lmak, baş kaları ndan ayı rmak. bireylik

bireysel

* Bir kimseyi dı şgözlemciler gözünde benzersiz, tek kı lan özellikler veya bunları n tek biçimi, ferdiyet. * Bireyi benzerlerinden ayı ran niteliklerin bütünü. * Bireyle ilgili olan, bireye özgü olan, ferdî.

bireyselleş tirme * Bireysel duruma getirme. * Ancak ortaklaş a ve genel olarak var olan ş eyi bireylere uygulama ve yayma. *İ nsanları n doğ al, toplumsal ve tarihî geliş mesinden; kendine özgü olan ş eylerin, özelliklerin, bireysel olanı n çekilip çı karı lması . bireyselleş tirmek * Bir ş eyi ayrıolarak, bireysel olarak göz önüne almak. bireysellik * Birey olma olgusu. * Bir kiş iyi benzerlerinden ayı ran özelliklerin bütünü, ferdiyet. biri

anlatı r.

* Bir tanesi. * Bilinmeyen bir kimse. * Tamlanan olarak kullanı lan bazı isim tamlamaları nda tamlayanı n küçümsendiğ ini, hor görüldüğ ünü anlatı r. * Yüklem durumunda olan bir isim takı mı nı n belirtileni olarak kullanı ldı ğı nda, belirtenin hor görüldüğünü

biri çok olmak * haddini aş arak karş ı sı ndakini usandı rmak. biri eş ikte biri beş ikte * ufak cocuğu çok olan kimseler için söylenir. biri yer biri bakar, kı yamet ondan kopar * bir ş eyden yalnı z bir veya birkaç kiş i yararlanı r da baş kaları na yararlanma imkânıverilmezse bundan büyük sorunlar çı kar. birice biricik

* En fazla, tek. * Eş i, benzeri, ikincisi olmayan ve çok sevilen, tek, yegâne.

birikim

birikinti

* Birikme, bir yerde toplanı p yı ğı lma. * Gözlemler, deneyler sonucu elde edilmişş eylerin bütünü. * Toplumları n kültürel varlı kları nı n geliş ip geniş lemesi ve uygarlı k düzeyinin yükselmesi süreci. * Mal ve paranı n toplanı p çoğalma süreci. * Herhangi bir aş ı nma sürecinde veya taş ı ma iş i yapı lı rken alüvyonlu maddelerin bı rakı lması . * Bir yerde kendi kendine birikmişolan ş ey.

birikinti konisi * Dağlı k bölgelerden veya yamaçlardan suları n getirdiğ i kum veya taşparçaları nı n bir düzlükte oluş turduğu yelpaze biçimindeki yı ğ ı n. birikiş

* Birikme iş i veya biçimi.

birikiş me * Birikiş mek iş i. birikiş mek * Bir yere toplanmak, bir araya gelmek. birikme

* Toplanı p yı ğ ı lma.

birikme havzası * Kar ve yağmur suları nı n biriktiğ i bölge. birikmek * Toplanı p yı ğ ı lmak. * Birbirine eklenip çoğ almak. biriktirim * Biriktirme. biriktirme * Biriktirmek iş i, tasarruf. biriktirmek * Toplayı p yı ğ mak. * Bir ş eyi, parayıölçülü kullanarak artı rmak, tasarruf etmek. * Öğrenme, yarar sağlama gibi sebeplerle bazınesneleri bir araya getirmek, koleksiyon yapmak. birileri

* Bazıkimseler.

birim

* Bir kümenin her elemanıveya bir çokluğu oluş turan varlı kları n her biri, ünite. * Bir niceliğ i ölçmek için kendi cinsinden örnek seçilen değ iş mez parça, vahit. * Herhangi bir kuruluş taki alt bölümlerden her biri. * Dilin, oluş turduğ u yapıiçinde, belli bir düzlemde yer alan öbür ögelerle kurduğ u bağ ı ntı larla tanı mlanan ayrınitelikli öge, ünite. birimci ekonomi * Birime bağ lıekonomi. birimler bölüğ ü * Birden dokuz yüz doksan dokuza kadar olan sayı lar bölüğü. birincası f

* Birleş ikgillerden hekimlikte kullanı lan bir bitki. birinci * Bir sayı sı nı n sı ra sı fatı . * Zaman, yer, sı ra bakı mı ndan baş kaları ndan önce gelen. * Sı rada, önem sı rası nda en üstün olan kimse. * (ulaş ı m araçları nda) Mevki, sı nı f, orun. birinci çağ * Yeryüzünün yaklaş ı k üç yüz milyon yı llı k çağı , paleozoik. birinci gelmek (veya çı kmak) * birçoklarıarası nda en iyi olarak seçilmek. birinci olmak * baş ta gelmek, önde gelmek. birinci orun * (tren, vapur, uçak vb.) Birinci mevki. birinci zar * Yemiş lerin derisi, dı şkabuk, meyve dı ş ı . birincil

* Sı rada, önemde ilk yeri alan, ana, temel, esas.

birincil grup *İ çten, samimî, yüz yüze iliş kilere dayanan iki veya daha çok insandan meydana gelen topluluk. birincilik

* Birinci olma durumu. * (çoğ ul durumda) Şampiyonluk için yapı lan yarı ş malar.

birincivası f * Birleş ikgillerden, hekimlikte kullanı lan bir bitki. birinden) buz gibi soğumak * birinden tiksinmek. birinin baş ı na dikilmek * birinin yanı ndan uzaklaş mamak, onu denetim altı nda bulundurmak. * bir iş i yaptı rmak için yanı nda ayakta durmak. * bir ş eyin yanı nda ve ayakta beklemek. birinin çanı na ot tı kmak (tı kamak veya tı kanmak) * sesini çı karamayacak, kötülük edemeyecek bir duruma getirmek (getirilmek), susturmak. birisi

* Bilinmeyen bir kimse.

birisinden biri * içlerinden biri, birkaç kiş iden herhangi biri. birkaç birkaçı birleme

* Çok olmayan, az sayı da, az. * Az sayı da olan kimse veya ş ey. * Bir etme, tek duruma getirme. * Tanrı 'nı n birliğini dile getirme, tevhit.

birlemek

birler birleş en birleş ik

* Bir etmek, tek duruma getirmek. * Tanrı 'nı n birliğini dile getirmek, zikretmek. * Ondalı k sayısistemine göre yazı lan bir tam sayı da sağ dan sola doğru ilk sayı nı n bulunduğ u basamak. * Birbirini kesen, bir noktada kesiş en (doğru, yay). * Bir araya gelmiş , birleş mişolan, müttehit.

birleş ik cümle * Birkaç yan cümle veya ara cümle ile bir temel cümleden kurulan cümle. birleş ik fiil *İ sim soyundan bir kelime ile biçim veya anlam bakı mı ndan kaynaş ı p bütünleş en fiil: Reddetmek, hissetmek, kaybolmak, bakakalmak, hasta olmak, tedavi etmek gibi. birleş ik isim * Birleş ik kelime biçiminde belirli kurallar içinde kalı plaş mı şisim: Aslanağ zı , baş ş ehir, kaptı kaçtı , gecekondu gibi. birleş ik kap * Alt tarafı ndan birleş tirilmişkaplardan her biri. birleş ik kaplar * Alt tarafları ndan değiş ik boyut ve kesitlerde borularla birleş tirilmişsistem. birleş ik kelime * Ses düş mesi, ses türemesi, kelime türünün değiş mesi, üzerindeki ekin görevini kaybetmesi veya anlam kayması dolayı sı yla araları na ek girmeyerek kalı plaş mı şiki veya daha çok sözden oluş an kelime: pazartesi (< pazar ertesi), hissetmek (< hiss etmek), ayakkabı (< ayak kabı ), delikanlı ( duvar, konş ı> komş u gibi. dudu

* Kadı nlara verilen bir unvan, hanı m. * Yaş lıErmeni kadı nı .

dudu dilli * Çok konuş an, tatlıdilli (kadı n). duetto

* Bir kadı n ve bir erkek sesin sözleri dönüş ümlü olarak okudukları hafif müzik parçası .

duhul * Girme, giriş . duhuliye

* Girişücreti.

duhuliye kartı * Girişbelgesi, girimlik. -duk

* Bkz. -dı k / -dik vb.

duka * Dük unvanı nı n eskiden kullanı lan biçimi. * Bir çeş it Venedik altı n akçesine verilen ad. dukalı k * Bir dukanı n yönetiminde bulunan ülke. dul

* Eş i ölmüşveya eş inden boş anmı ş(kadı n veya erkek).

dul kalmak * (kadı n veya erkek için) eş i ölmek. dulaptal otu * Dulaptal otugillerin örnek bitkisi olan, Kuzeydoğ u Anadolu dağ ları nda yetiş en çiçekleri güzel kokan, çalı görünüş ünde, çok yı llı k bir bitki (Daphne mezereum).

dulaptal otugiller * Örnek bitkisi dulaptal otu olan, taçsı z iki çeneklilerden bir familya. dulavrat otu * Birleş ikgillerden, hekimlikte kullanı lan bir bitki (Arctium tomentosum). dulda

* Yağmur, güneşve rüzgârı n etkileyemediğ i gizli, kuytu yer, siper. * Esirgeme, koruma, himaye.

dulda tutmak * üstüne çekmek, örtünmek, koruyacak biçimde sarı nmak. duldalama * Duldalamak iş i. duldalamak * Korumak, siper altı na almak. duldalanma * Duldalanmak iş i. duldalanmak * Korumak, siper altı na girmek. duldalı * Duldasıolan. duldası z dulluk duluk

Duma dumağ ı

* Duldasıolmayan. * Dul olma durumu. * Yüz. * Şakak. * Yüzün ş akakla çene arası ndaki yanı . * Çarlı k zamanı nda Rus parlâmentosuna verilen ad. * Nezle, ingin, zükâm, nevazil.

duman * Bir maddenin yanmasıile çı kan ve içinde katızerrelerle buğ u bulunan kara veya esmer renkli gaz. * Havalanan tozları n veya sisin havada oluş turduğu bulanı klı k. * Kötü, yaman. * Esrar. duman almak * sis kaplamak, sis bürümek. * sigara dumanı nıiçine çekme. duman altıolmak * esrar içilen bir yerin havası ndan etkilenmek. duman attı rmak * kötü duruma düş ürmek, geride bı rakmak, birini yı ldı rmak.

duman etmek * dağ ı tmak, bozmak, yok etmek. * yenmek, baş arısağ lamak. duman olmak * iş i, durumu berbat olmak. * (bir kimse veya bir ş ey) ortadan kaybolmak. duman rengi * Koyu kül rengi, füme. * Bu renkte olan. dumana boğ mak * bunaltmak, ş üphe içinde bı rakmak. dumanıdoğ ru çı ksı n * "iyi ve güzel olmasa bile yönteme uygun olsun yeter" anlamı nda kullanı lı r. dumanıüstünde * (sebze, meyve, yemek için) çok taze. * çok yeni, üzerinden çok zaman geçmemiş . dumanıvermek * ortalı ğıkarı ş tı rmak. dumanlama * Dumanlamak iş i. dumanlamak * Dumanlıduruma getirmek; dumana tutmak. dumanlanma * Dumanlanmak durumu. dumanlanmak * Dumanlıduruma gelmek. * Bulanmak, karı ş mak. dumanlı * Duman olan, duman çı karan. * Sisli, sisle örtülü. * Sı kı nt ı lı , bulanı k; esrik, sarhoş . dumansı z * Dumanıolmayan, duman çı karmayan. dumdum * Baştarafıhaç biçimi çentilmiş , çarptı ğ ıyerde tehlikeli yaralar açan bir tür tüfek kurş unu. dumur

* Körelme.

dumura uğ ramak * körelmek. dun

duo

* Alçak, aş ağ ı , aş ağı lı k. * Altta, aş ağ ı da. *İ ki ses veya iki müzik. * Karş ı lı klıiki kiş i tarafı ndan söylenen ş arkı .

dupduru -dur -dur-

* Çok duru. * -dı r / -dir vb. * Bkz. -dı r- / -dir- vb.

dur (veya durun!) * "biraz zaman geçsin" anlamı yla cümlelerin baş ı na gelir. dur durak (veya dur dinlen, dur otur) yok * durup dinlenmeden sürekli çalı ş mayıanlatı r. duraç duraç

* Turaç. * Heykel, sütun gibi ş eylerin üstüne konulduğ u parça, ayak, taban, kaide.

durağ an * Yerini değ iş tirmeyen, yerli, hareketsiz, sabit. * Etkin olmayan, geliş memiş . durağ an elektrik * Kimyasal olarak enerjinin depo edildiğ i akümülâtörün ürettiği elektrik. durağ anlaş ma * Durağanlaş mak iş i veya durumu. durağ anlaş mak * Durağan duruma gelmek. durağ anlı k * Durağan olma durumu. durak * Tren, tramvay, otobüs gibi genel taş ı tları n durmak zorunda olduğu veya durabileceği yer. * Cümle sonundaki nokta. * Hece ölçüsüyle yazı lmı şş iirlerde ölçü kalı pları içindeki durma yerleri. * Bir ölçü uzunluğ unda susma. * Konuş mada, anlamı n gerektirdiğ i biçimde kelimeler arası ndaki ses kesintisi. duraklama * Duraklamak durumu. *İ lerlemekte bulunan bir birliğ in, vakitsiz, yersiz ve düzensiz olarak yürüyüş ünü durdurması . duraklamak * (hareket durumundaki bir ş ey) Kı sa bir süre için durmak veya arada bir durmak. * Bir süre ses çı karmamak, bir ş ey söylememek, duraksamak, tereddüt etmek. duraklatma * Duraklatmak iş i. duraklatmak * Bir ş eyin duraklaması nı sağlamak. duraklayı ş * Duraklamak iş i veya biçimi.

duraklı

* Durağıolan. * Hep aynıyerde kalan, hep aynıyerde tekrarlanan.

duraklı dalga * Bütün noktalarıaynı anda, zı t ve aynıfazlı titreş imler yapan dalga, kararlıdalga. duraklı k

* Durak olma durumu. * Durgunluk.

duraksama * Duraksamak durumu, tereddüt. duraksamak * Ne yapmak veya ne demek gerektiğ ini kestiremeyerek duraklamak, tereddüt etmek. duraksamalı * Duraksayan, tereddütlü. duraksaması z * Duraksamasıolmayan, tereddütsüz. duraksayı ş * Duraksamak iş i veya biçimi. duraksı z * (otobüs için) Mola vermeden, duraklarda durmadan. dural duralama

* Hep bir durumda ve hiç değiş meden kalan. * Duralamak durumu.

duralamak * Duraklamak. duralayı ş * Duralamak iş i veya biçimi. durallı k

* Dural olma durumu.

durdu, durdu, turnayı gözünden vurdu * uzun süre bekledi, ama sonunda büyük bir kazanç elde etti. durduğ u yerde * hiçbir emek harcamadan. * gereğ i yokken. durdurma * Durdurmak iş i. durdurmak * Durması nısağ lamak. durdurtma * Durdurtmak iş i. durdurtmak * Durması nısağ lamak, durması na yol açmak.

durdurulma * Durdurulmak iş i. durdurulmak * Durdurmak iş i yapı lmak. durduruş * Durdurmak iş i veya biçimi. durendiş * Uzağ ıgörür, ileriyi düş ünür, ön görülü. durgu

durgun

* Olmakta olan bir ş eyin birdenbire durarak kesilmesi, sekte. * Bir müzik eserinde, bitişetkisi yapan armonik zincirlemeler bütünü. * Kı mı ldanı şve canlı lı k göstermeyen, dingin, sakin. * Neş esiz, keyifsiz, sessiz, canlıolmayan. * Canlıolmayan, sönük, hareketsiz.

durgun ş iş kinlik * Ekonomideki durgunluk ve enflâsyonun aynıanda yaş anması , stagflâsyon. durgunlaş ma * Durgunlaş mak durumu. durgunlaş mak * Durgun olma durumu. durgunlaş tı rma * Durgunlaş tı rmak iş i. durgunlaş tı rmak * Durgun duruma getirmek. durgunluk * Durgun olma durumu. durgunluk çökmek * sessiz, sakin duruma girmek. durma

* Durmak durumu. * Eğ leş me, eğlenme, tevakkuf.

durmadan * Ara vermeden, kesintisiz, sürekli. durmak * Hareketsiz kalmak, yürümez olmak. *İ ş lemez olmak, çalı ş mamak. * Bir yerde bir süre oyalanmak, eğ lenmek, eğleş mek, tevakkuf etmek. * Dinmek, kesilmek. * Varlı ğı nısürdürmek. * Var olmak. * Beklemek, dikilmek. * Yaş amak. * Birisinin malıolarak bulunmak veya o malla iliş kisi olmak. * Kalmak. * Hareketsiz durumda olmak.

* Bir yerde olmak veya bulunmak. * Belli bir durumda, bir görevde bulunmak. * (olumsuz biçimiyle) Ara vermeden, sürekli olarak. * Bir konuyla çok ilgilenmek, üstüne düş mek. * Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) eki almı şfiillere gelerek süreklilik bildiren birleş ik fiiller oluş turur: Çalı ş adurmak, bakadurmak, getiredurmak, yiyedurmak gibi. durmuşoturmuş * olgun, davranı ş larıtutarlı(kimse). * tutarlı , aş ı rı lı ğ a kaçmamı ş . durmuşoturmuş luk * olgunluk, tutarlı lı k. duromer plâstik * Sı kıağyapı lımoleküllerden oluş an sert ve katı plâstik türü. -durtduru

durucu duruk

* Bkz. -dı rt- / -dirt- vb. * Bulanı klı ğ ıolmayan, temiz, berrak. * (ten) Pürüzsüz. * (dil, üslûp için) Arı nmı ş , karı ş ı k olmayan. * Sürekli kalan, oturan. * Hareketi olmayan, belirli bir süre değ iş meyen, statik, dinamik karş ı tı . * Kuvvetlerin dengelenmesiyle ilgili. * Hareket etmeyen nesnelerin üzerindeki kuvvet dengeleri ile uğ raş an bilim dalı , statik. * Dalgalıakı mlıelektrik motor veya üreteçlerinde hareketsiz bölüm, stator.

-duruk *İ simden isim türeten ek: boyun-duruk, burun-duruk, oğul-duruk vb. durukluk

* Duruk olma durumu.

duruksun * Karar veremeyen, mütereddit. durulama * Durulamak iş i. durulamak * Yı kanmı şş eyleri duru sudan geçirmek. durulanma * Durulanmak iş i. durulanmak * (yı kanmı şş eyler) Duru sudan geçirilmek. * (insan) Yı kandı ktan sonra bir daha temiz su dökünmek. durulaş ma * Durulaş mak durumu. durulaş mak * Duru bir duruma gelmek.

durulma

* Durulmak (I, II) durumu.

durulmak * Duru duruma gelmek. * (gürültü, kı mı ldanı ş , karı ş ı klı k, yağı ş , yel için) Dinmek, sükûn bulmak. * Uslanmak, sakinleş mek. durulmak * Durmak iş i yapı lmak, kalı nmak. durultma

* Durultmak iş i.

durultmak * Duru duruma getirmek. duruluk

durum

* Duru olma durumu. * (dil, uslûp için) Karı ş ı k olmama durumu. * Bir zaman kesiti içinde bir ş eyi belirleyen ş artları n hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon. * Duruşbiçimi, konum. * Bireyin toplum içindeki iliş kileriyle belirlenen yeri. *İ sim soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle iliş kilerini belirleyen biçim, hâl.

durum almak * belli bir duruşbiçimine geçmek. * bir olay karş ı sı nda belli bir tavı r almak. durum eki *İ smin bir isimle veya fiille ilgisini kuran ek. durum ortacı * Bkz. sı fat-fiil. durum ulacı * Bkz. zarf-fiil. durum vaziyeti * Görünü ş . durumca

* Duruma göre, durum bakı mı ndan.

durumu bozulmak * maddî durumu kötüleş mek. durumu düzelmek * maddî durumu iyileş mek. durumuna düş mek *ş artlarıkötüleş mek. durumunda olmak (veya bulunmak) * zorunluğunda olmak. durup dinlenmeden * arası kesilmeksizin, arka arkaya, sürekli olarak. durup durup

* Durarak. * Ara sı ra, zaman zaman, bekleyerek. durup dururken * gereğ i veya sebebi yokken. * birdenbire, ansı zı n. duruş

* Durmak iş i veya biçimi.

duruş ma * Davacıile davalı nı n yargı ç karş ı sı nda hazı r bulunduklarıyargı lama evresi. duş

* Temizlik veya tedavi amacı yla yüksekten püskürtmek yoluyla su dökünme. * Bu biçimde su dökünmeye yarayan alet.

duşkabini * Duşveya banyo küvetinin etrafı na takı lan, suyun dı ş arı ya sı çraması nıönleyen, buharı n içeride kalması nı sağ layan, alüminyum veya plâstikten yapı lmı şçerçevelerine cam, mika ve benzeri plâstik malzeme geçirilmiş , ön panelleri bir ray üzerinde hareket edebilen bir tür banyo. duşteknesi * Duşyapmak amacı yla banyonun bir köş esine yerleş tirilmişderinliğ i fazla olmayan tekne. duş ak

* Hayvanı n iki ayağ ı nıiple bağlayarak yapı lan köstek.

duş aklama * Duş aklamak iş i. duş aklamak * Hayvanı n iki ayağ ı nıduş akla bağ lamak, kösteklemek. dut * Dutgillerden, kuzey yarı m kürenin genellikle ı lı man bölgelerinde yetiş en, yaprakları yla ipek böceği beslenen ağaç (Morus). * Bu ağacı n, ak, kara, pembe renkte ekş i veya tatlı , sulu meyvesi. dut gibi olmak * çok sarhoşolmak. * utanmak, mahcup olmak. dut kurusu * Dutun kurutulmasıile elde edilen kuru yemiş . dut pekmezi * Dut ezilmesi ve ş ı rası nı n kaynatı lmasısonunda elde edilen bir pekmez türü. dut yemişbülbüle dönmek * neş e ve konuş kanlı ğı nıyitirmek, susmak. dutçuluk dutgiller

* Dut ağ acıyetiş tirme. * Dut, incir ve benzeri cinsleri içine alan iki çeneklilerden bir bitki familyası .

dutluk * Dut ağ açları nı n çok olduğ u yer, dut bahçesi. duvağ ı na doymamak

* yeni gelinken ölmek veya kocası ndan ayrı lmak. duvak * Gelinin baş ı nı , bazen de yüzünü kapayan dantel veya tülden örtü. * Küp, tandı r, baca gibi ş eylerin taşveya topraktan yapı lmı şkapağ ı . * Bazıbebeklerin doğ duğu zaman baş ları nıçevreleyen zar. duvak düş künü * Yeni gelinken dul kalan. duvakçı * Duvak yapan veya satan kimse. duvakçı lı k * Duvak yapma veya satma iş i. duvaklama * Duvaklamak iş i. duvaklamak * Baş ı nı ve yüzünü duvakla örtmek. duvaklanma * Duvak örtünme. duvaklanmak * Duvak örtünmek. * Gelin olmak. duvaklı

* Baş ıve yüzü duvakla örtülü. * Doğduğ unda, baş ı nda zar olan (bebek), perdeli.

duvaksı z * Duvağ ıolmayan. duvar

* Bir yapı nı n yanları nı dı ş a karş ıkoruyan, iç bölümlerini birbirinden ayı ran taş , tuğ la vb. gereçlerden yapı lan veya örülen dikey düzlem. * Bir toprak parçası nısı nı rlayan taş , tuğ la, kerpiçten yapı lan engel. * Engel. * Sonuçsuz, sonuç vermeyen yer. * Voleybolda ağüzerinde karş ı takı m oyuncusunun vuruş una karş ı koyma. duvar ayağı * Yapı larda süs ögesinin dı ş ı nda görevi olmayan, duvara yapı ş ı k, üzerinde yukarı dan aş ağ ı ya yivler bulunan yarı m ayak. duvar çekmek * duvar örmek. * aradaki iliş kiye son vermek, görüş memek. duvar dayağı * Yı kı lmaması için duvara eğ ik olarak konulan destek ağaç. duvar diş i *İ leride eklenecek duvarı n iyice tutunmasıiçin duvarı n bir yerinde bı rakı lan tuğ la çı kı ntı ları , ekleme diş i. duvar gazetesi * Duvara ası lan, çoğ unlukla elle, yazımakinesi ile yazı lan okul veya dernek gazetesi. duvar gibi

* çok sağ ı r. duvar halı sı * Duvara asmak üzere dokunmuş , üzerinde genellikle resim iş lenmişolan ince halı . duvar kâğ ı dı * Duvarlarısüsleyip güzelleş tirmek için yüzeylerine yapı ş tı rı lan düz veya desenli kâğı t. duvar pası *İ ki oyuncunun rakip oyuncuya topu kaptı rmadan birbirlerine atmaları ve alan kazanmaları . duvar resmi * Duvar yüzeyi üzerinde mum boyası , sulu boya, yağlıboya, mozaik veya kazı ma gibi tekniklerle yapı lan resim. duvar saati * Duvara ası lısaat. duvar sarmaş ı ğ ı * Yaprak dökmeyen, gövde yapraklarısaplı , üst yüzü koyu, alt yüzü açı k yeş il renkli, sert ve derimsi, küçük çiçekli, meyvesi bezelye tanesi büyüklüğ ünde etli, sarıveya morumsu siyah renkli bir bitki (Hedera helix). duvar sedefi * Bkz. dalak otu. duvar takvimi * Duvara ası lan, günlük veya aylı k durumu ayrıkâğ ı tlarla gösteren takvim. duvar yapmak * Bkz. baraj yapmak. duvarcı * Duvar ören nitelikli iş çi. duvarcı lı k * Duvar örme iş i. duy duy priz duyar

duyar kat

* Elektrik ampulünün takı ldı ğ ıbakı r veya pirinçten yivli yer. * Ampul takmaya veya elektrik akı mıalmaya yarayan araç. * Duygulu, duygun, duyarlı , hassas. * Beden üzerinde uyarı ldı ğ ı nda hı zlıve güçlü tepkilere yol açan. * Film tabanıüzerinde yer alan, ı ş ı ğa karş ıduyarlı ğ ıolan gümüşbromürlü ecza tabakası .

duyarga * Eklem bacaklı lardan baş ı n ön bölümünde bulunan, eklemlerden oluş muşhareketli duyu alma organı , lâmise, anten. duyargalı lar * Bir çift duyargası bulunan, böceklerle çok ayaklı larıiçine alan eklem bacaklı lar topluluğu. duyarlı duyarlı k

* Dı şetkenlere karş ıduyarlı ğ ıolan, hassas. * Duyum ve duygularıalgı layabilme yeteneği, hassasiyet.

* Zayı f bir etkiye kar ş ı , tepki gösterebilme yeteneği. * Bir duyar katı nı ş ı ktan etkilenme yeteneği. duyarlı klı * Duyarlı ğı olan. duyarlı lı k * Duyarlıolma durumu. duyarsı z

* Duyarlıolmayan.

duyarsı zlaş ma * Duyarsı zlaş mak durumu. duyarsı zlaş mak * Duyarlıolma yeteneği kalmamak. duyarsı zlaş tı rma * Duyarsı zlaş tı rmak iş i. duyarsı zlaş tı rmak * Duyarsı zlı ğı nıortadan kaldı rmak, duyarsı z duruma getirmek. duyarsı zlı k * Duyarsı z olma durumu. duygan

* Aş ı rıduygulu.

duygu * Duyularla algı lama, his. * Belirli nesne, olay veya bireylerin insanı n iç dünyası nda uyandı rdı ğı izlenim. * Önsezi. * Ahlâkî, estetik vb. ş eyleri değ erlendirme, onlara bağlanma yeteneği. * Kendine özgü bir ruhî hareket ve hareketlilik. duygu uyandı rmak * bir duygu oluş turmak. duygu uyanmak * bir duygu oluş mak. duyguca

* Duygu bakı mı ndan.

duygudaş * Bir konuda duygularıbaş kasıile aynı olan. * Üyesi olmadı ğ ıhâlde bir partinin, bir kuruluş un görüş lerini benimseyen veya bir görüş ü, bir öğretiyi, bir akı mıtutan (kimse), sempatizan. duygudaş lı k * Aynıduygularıpaylaş ma. * Bir insanı n bir baş kası na karş ıdoğ rudan doğruya bir eğilim duyması , sempati. duygulandı rma * Duygulandı rmak iş i. duygulandı rmak * Duygulanması nısağlamak, duygulanması na sebep olmak. duygulanı m

* Etkilenme, duygulanma. *İ stenç ve anlı ktan ayrıgörülen, duygusal tepkiler gösterme durumu. * Duyarlı ğı n harekete geçiş i. * Dı şsebeplerle bir ruh durumunun değiş mesi. * Tutkudan daha düzenli, ama daha güçsüz olan seçkin bir eğilim. duygulanı ş * Duygulanmak iş i veya biçimi. duygulanma * Duygulanmak durumu, tahassüs. *İ ç salgıbezlerini de kapsayan türlü etkiler altı nda duygusal tepkiler gösterme. duygulanmak * Bir olay, bir görünüm karş ı sı nda birdenbire güçlü duyguları n etkisinde kalmak. duyguları açı ğ a vurmak * izlenimleri açı kça söylemek, belirtmek. duyguları yla davranmak * (bir kimse) aklı ndan çok duyguları nı n etkisinde kalmak. duygulu * Duygusu, duyarlı ğ ıçok olan, kolay duygulanan, içli, hassas. duygululuk * Tepkilerin öncelikle duygulara dayanmasıdurumu. * Çabuk, kolay heyecanlanma eğ ilimi. * Uyarı mlarıalmadaki incelik. duygun * Duygulu, duyar, hassas. duygunluk * Duygun olma durumu, hassasiyet. duygusal

* Duygularla ilgili, duygulara dayanan, hissî. * Duygunun ağı r bastı ğ ı , duygunun aş ı rı etkilediği (eser veya insan).

duygusal düş ünme * Bilgiye dayalıdüş ünmenin karş ı sı nda, duygusal yaş amdan çı kan ve onunla belirlenen düş ünme. duygusallı k * Duygusal olma durumu. * Duyumları n ve duyguları n ağ ı r basması , aş ı rıbir biçimde insanıetkilemesi durumu. duygusuz * Duygusu, duyarlı ğ ıolmayan, hissiz. * Katıyürekli, umursamaz, hissiz. duygusuzluk * Duygusuz olma durumu, hissizlik. * Duygusuzca davranı ş . duyma

* Duymak durumu.

duymak *İ ş itmek, ses almak. * Bilgi almak, öğ renmek, haber almak. * Sezmek, fark etmek, hissetmek.

* Dokunma, koklama vb. duyularla algı lamak, hissetmek. * Nesnelere dokunmakla onları n sı caklı k, soğukluk, sertlik, ağ ı rlı k, hareket gibi fizik durumları ndan bilgi edinmek, hissetmek. * Bir ruh durumu içine girmek. duymamazlı k * Duymazlı k. duymazlı k * Duymamı şgibi davranma durumu. duymazlı ktan gelmek * ilgilenmek istemediğ i için duymamı şgibi davranmak. duynak * Bkz. toynak. duysal

* Duyuyla alı nan.

duyu

*İ nsanları n ve hayvanları n, dı şdünyanı n uyaranları nıgörme, iş itme, koklama, dokunma ve tatma organları yla algı lama yeteneğ i, hasse. duyulma

* Duyulmak durumu.

duyulmak * Duymak durumuna konu olmak. duyulmamı ş * O güne kadar karş ı laş ı lmamı ş(ş ey), ş aş ı lacak (ş ey). duyulur

* Duyulan, duyularla algı lanabilen.

duyulur duyulmaz * çok alçak, ancak iş itilebilen (ses). * haber öğ renilir öğ renilmez. duyum

* Haber, istihbarat. * Duyu.

duyum eş iğ i * Bir uyarı mı n, duyabileceğ i en aş ağıderecesi. duyum ikiliği * Bir duyunun baş ka nitelikte bir duyum uyandı rması , bir sesin aynızamanda bir renk duygusu vermesi gibi, sinestezi. duyum yitimi * Bkz. anestezi. duyumculuk * Her bilginin temelinde duyumları n bulunduğu ileri sürülen öğ retilerin genel adı , sansüalizm. duyumlu

* Duyumu olan.

duyumölçer * Derinin duyarlı ğ ı nıölçmeye yarayan alet.

duyumsal * Duyu organlarıile ilgili. duyumsama * Duyumsamak durumu. duyumsamak * Duyular aracı lı ğ ı yla bir ş eyi algı lamak. duyumsamazlı k * Duygusuzluk; az ve yavaştepki gösteren, bunun sonucu duygulandı rı cısebeplere karş ı ilgisiz kalan insanı n niteliği. * Düzgülü olarak türlü durumları n harekete getirdiği ilgi ve duygulardan yoksun olma durumu. duyumsatma * Duyumsatmak iş i. duyumsatmak * Duyumsaması na sebep olmak. duyumsuz * Duyumu olmayan. duyumsuzluk * Duyumsuz olma durumu. duyurma

* Duyurmak iş i.

duyurmak * Duyması nısağ lamak. *İ lân etmek. * Sezdirmek. duyuru

* Herhangi bir olguyu, bir iş i, bir durumu duyurmak için yayı mlanan yazı lı veya sözlü haber, ilân, anons.

duyuru tahtası *İ lânı n üzerinde duyurulduğ u tahta. duyurucu * Duyurma özelliği olan. duyurulma * Duyurulmak iş i. duyurulmak * Duyulması nısağ lamak. *İ lân edilmek. duyurum

* Duyurma iş i.

duyusal * Duyu ile ilgili. duyuş

duyuüstü

* Duymak iş i veya biçimi. * Seziş .

* Duyularla verilmeyen. * Algı lama yoluyla değ il, düş ünme ile kavranan. -dü

* Bkz. -dı/ -di vb.

düalist *İ kici, ikicilik yanlı sı . *İ kiciliğ e iliş kin. düalizm *İ kicilik. Dübbüasgar * Küçük Ayı . Dübbüekber * Büyük Ayı . dübel

* Duvarlarda çivinin daha sağlam yerleş mesi için açı lan deliğ e önceden çakı lan plâstik yuva. * 4-20 mm çapları nda, uçlarıyarı k ve tı rtı llı , baştarafıuca doğ ru daralan delikli, orta sert veya sert plâstikten yapı lmı şözel kavelâ. dübeş düden

* Oyunda, atı lan zarlardan ikisinin de beşbenekli yüzünün üste gelmesi. * Kireçli bölgelerde kirecin erimesi veya yer altı ndaki karstlıbir çukur tavanı n çökmesiyle oluş an doğ al kuyu.

düdük *İ çinden hava veya buhar geçirilince keskin ses çı karan ve iş aret vermek için kullanı lan araç. * Akı lsı z, boşkafalı . * Taş ı tlarda karş ıtarafıuyaran korna. düdük gibi * (giysi için) çok dar, daracı k. düdük gibi kalmak * yapayalnı z kalmak. * zayı flamak. düdük makarnası *İ çi delik makarna. * Aptal, anlayı ş sı z. düdükçü * Düdük yapan veya satan kimse. düdükleme * Düdüklemek iş i veya durumu. düdüklemek * Cinsel iliş kide bulunmak. * Aldatmak, kandı rmak. * Değersiz bir ş eyi çok değ erliymişgibi birine satmak. düdüklü

* Düdüğ ü olan. * Düdüklü tencere.

düdüklü tencere

* Buhar bası ncı ndan yararlanarak yemeği çabuk ve sağlı klıolarak piş iren bir tür tencere. düello *İ ki kiş i arası nda, tanı klar önünde yapı lan silâhlıvuruş ma. *İ ki siyasî, ekonomik güç arası ndaki çatı ş ma. * Bkz. söz düellosu. düellocu

* Düello yapan kimse.

düet * Bkz. duo. dügâh

* Türk müziğinde bir birleş ik makam.

düğme

* Giyecek, yorgan vb.nin bazı yerlerine ilikleyici veya süs olarak dikilen kemik, metal, sedef gibi sert maddelerden yapı lmı şküçük tutturmalı k. * Çevrilmek veya üzerine bası lmak yoluyla bir elektrik akı mı nıaçan, kapayan herhangi bir makineyi iş leten veya durduran parça, komütatör. * Üst deri altı ndaki kı kı rdak ve yağdan oluş muşdüğ me biçimindeki çı kı ntı . düğmeci

* Düğ me, fermuar, boncuk gibi ş eyler yapan veya satan kimse.

düğmecilik * Düğ me yapma veya satma iş i. düğmek

* Düğ üm yapmak.

düğmeleme * Düğ melemek iş i. düğmelemek * Bir ş eyin düğ mesini iliğ ine geçirmek, iliklemek. düğmelenme * Düğ melenmek durumu. düğmelenmek * Düğ melenmek iş ine konu olmak veya düğmelemek iş i yapı lmak, iliklenmek. düğmeli

* Düğ mesi olan. * Düğ me ile tutturulan.

düğmesiz * Düğ mesi olmayan. * Düğ me ile tutturulamayan. düğü

düğüm

* Elendikten sonra geriye kalan en ince bulgur. * Pirinç.

*İ plik, ip, halat gibi bükülebilir ş eyleri kı vı rı p kendi üzerine veya birbirine dolayarak yapı lan boğ um. * Anlaş ı lamayan, çözülemeyen karı ş ı k durum. * Gelen ve yansı mı şdalgaları n giriş imiyle oluş an kararlıdalgalarda titreş im genliğinin sı fı r olduğ u noktalardan her biri. * Edebî eserlerde çapraş ı k olguları n çözülmeden önce toplandı ğıen büyük merak unsuru.

düğüm atmak * düğümlemek. düğüm düğ üm * Üzerinde düğümler olan. düğüm noktası * Bir ş eyin sonuçlanmasıiçin çözülmesi, açı klı ğa kavuş turulmasıgereken güç yanı . düğüm üstüne düğ üm vurmak (atmak) * parası nıpintilik ederek saklamak. düğüm vurmak * düğümlemek. * parası nıpintilik ederek saklamak, biriktirmek. düğümleme * Düğ ümlemek iş i. düğümlemek * Düğ üm yapmak. * Düğ üm yaparak bağ lamak. düğümlenme * Düğ ümlenmek durumu . düğümlenmek * Düğ ümle bağlanmak. * Sı kı ş mak. * Bütün sorunlar bir yerde toplanı p birleş mek. düğümlü

* Düğ ümlenmişolan. * Budaklı . * Sorunlu, karı ş ı k.

düğümsüz * Düğ ümü olmayan. düğümünü çözmek * anlaş ı lmaz bir ş eyi anlaş ı lı r duruma getirmek. düğün

* Evlenme dolayı sı yla yapı lan tören, eğ lence. * Sünnet düğ ünü.

düğün alayı * Düğ üne katı lanları n çalgıeş liğinde ve toplu hâlde yürümesiyle oluş an topluluk. düğün bayram etmek * çok sevinmek, çok sevinç duymak. düğün çiçeği * Düğ ün çiçeğ igillerin örnek bitkisi (Ranunculus). düğün çiçeğigiller *İ ki çeneklilerden, bazıtürleri süs bitkisi olarak kullanı lan bir familya. düğün çorbası * Et, un, yoğurt katı larak özellikle düğ ünlerde yapı lan ve üzerine kı zgı n yağdökülen çorba çeş idi.

düğün değil, bayram değil, eniş tem beni neyi öptü * gösterilen yakı nlı ğı n, iltifatı n gizli bir sebebi olacak. düğün dernek * Evlenme dolayı sı yla yapı lan kutlama töreni ve eğlence. düğün dernek, hep bir örnek * olayları n veya yapı lan iş lerin hep birbirine benzediğ ini anlatı r. düğün evi *İ çinde düğün yapı lan yer. düğün evi gibi * sevinçli ve telâş lıbir kalabalı k bulunan (yer). düğün hamamı * Düğ ünden bir gün önce gelin ve yakı nları nı n yiyecek, müzik, oyun ve gösterilerle hoşvakit geçirerek yı kanı p temizlenme. düğün pilâvı * Düğ ünlerde özel olarak piş irilen pilâv. düğün pilâvı yla dost ağı rlamak * baş kası nı n kesesinden veya elinden ikramda bulunmak. düğün salonu * Kiralanarak içinde eğlence ve toplantıyapı lan salon. düğün yahnisi * Hafifçe kavrulan bol soğ an içinde kemikli kuzu etinin ağ ı r ateş te piş irilmesiyle hazı rlanan, az sulu yemek türü. düğüncü

* Düğ ün sahibi, toycu. * Düğ ün çağrı cı sı . * Düğ üne katı lanlar.

düğüncübaş ı * Düğ ünü yöneten kimse. düğünsüz * Düğ ün olmadan, düğ ün yapmadan, düğ ünü olmayan. düğününde kalburla (elekle) su taş ı mak * bir yardı mı na karş ı lı k olarak bekâr bir kimseye çok büyük bir yardı mda bulunma sözü olarak kullanı lı r. düğürcük *İ nce bulgur. dük -dük dükkân

* Bazıdevletlerde prensten sonra gelen en yüksek soyluluk unvanı . * Bkz. -dı k / -dik vb. * Perakende satı şyapan esnafı n, küçük zanaat sahiplerinin satı şyaptı kları veya çalı ş tı klarıyer. * Görevli olarak çalı ş ı lan yer, işyeri. * Kumarhane.

dükkâncı * Dükkân iş leten kimse.

düklük

düldül

dülger

* Dük olma durumu. * Bir dükün yönetimindeki ülke. * Hz. Ali'ye Peygamber tarafı ndan armağan edilen katı rı n adı . * Kötü at. * Eski otomobil veya modasıgeçmişaraç. * Mekanik olarak çalı ş an oyuncak çocuk arabası . * Yapı ları n kaba ağaç iş lerini yapan kimse.

dülger balı ğ ı * Kemikli balı klar takı mı ndan, baş ıbüyük, ağzıgeniş , vücudu yassıve söbe, üstü dikenli pullarla kaplıbir balı k (Zeus faber). dülgerlik * Dülgerin zanaatı . dümbelek * Ağzı na deri gerilmiş , çanak biçiminde, darbukaya benzer bir çeş it çalgı . * Anlayı ş sı z, sersem. dümbelekçi * Dümbelek çalan veya dümbelek satan kimse. dümdar dümdüz

* Artçı . * Çok düz. * Kendi hâlinde, uysal (kimse), basit. * Bilgisi, görgüsü çok dar bir sı nı r içinde kalan (kimse).

dümen

* Hava ve deniz taş ı tları nda, taş ı ta istenilen yönü vermeye ve belirli bir doğrultuda götürmeye yarayan hareketli parça. * Dalavere, hile. * Yönetim, idare. dümen bedeni * Dümen boğ azı nıoluş turmak için boydan boya konulan tek parça. dümen boğ azı * Dümenin dümen yelpazesinden yukarı kalan bölümü. dümen çevirmek * hileye, düzene baş vurmak. dümen evi * Dümen boğ azı nı n geçmesi için kı ç bodoslaması nı n üst ucuna ve teknenin kümbet olan bölümüne açı lmı ş oval delik. dümen kı rmak * yön değiş tirmek. dümen kullanmak * bir iş i kurnazca yönetmek. dümen neferi

* En geride olan, sonuncu, en tembel. dümen suyu * Gemi giderken arkası nda bı raktı ğ ıköpüklü iz. dümen suyundan gitmek * birine bağı mlıolmak, her ş eyde ona uyarak davranmak. dümen tutmak * teknenin gideceğ i yolu gözleyerek dümeni yönetmek. dümen yapmak * dalavere, hile ile birini kandı rmak, aldatmaya çalı ş mak. dümenci * Gemilerde dümeni kullanan kimse. * En geride olan, sonuncu, en tembel. * Dalavereci, hileci, düzenbaz. dümencilik * Dümencinin iş i. * En geride olma durumu, sonuncu olma durumu. * Dalaverecilik, düzenbazlı k, hilecilik. dümeni eğri * Yan yan yürüyen. dümeni kı rmak * çekip gitmek, kaçmak, uzaklaş mak. dümenine bakmak *ş artlar ne olursa olsun çı karı nıgözetmek. dümensiz * Dümeni olmayan. dümtek

* Klâsik Türk müziğ inde tempo.

dümtek tutmak * tempo tutmak. dün * Bugünden bir önceki gün. * Geçmiş . * Bugünden bir önceki günde. * Kı sa bir süre önce. dün bir, bugün iki * (iş e baş ladı ğı ndan beri) çok az zaman geçtiği hâlde. dün cin olmuş , bugün adam çarpı yor * iş inde ustalaş madan hile yolları na baş vuruyor. dünden * Bugünden bir önceki günden. * Çoktan, seve seve. dünden bugüne * çabucak, az zamanda. dünden hazı r (veya razı )

* kendisine yapı lan bir öneriyi seve seve ve hemen kabul eden. dünden ölmüş * çalı ş ma hevesi kalmamı ş . dünit dünkü

* Temel maddesi olivin olan iri taneli kayaç. * Bugünden bir önceki günle ilgili. * Yakı n geçmiş teki. * Acemi, yeni, toy.

dünkü çocuk * Deneyimi az, toy, acemi. dünür

* Karıkocanı n baba ve anaları nı n her biri.

dünür düş mek * bir kı zıevlenmek üzere baş kası için istemek. dünür gezmek * evlenecek erkek için kı z aramaya çı kmak. dünür gitmek * evlenecek kimse için kı z istemeye gitmek. dünürcü

* Kı z görmeye giden kimse, görücü.

dünürcülük * Dünürcünün iş i. dünürleş me * Dünürleş mek iş i veya durumu. dünürleş mek * Kı z alı p verme yolu ile hı sı m olmak. dünürlük

dünya

* Dünür olma durumu. * Evlenme sonucu oluş an yakı nlı k, akrabalı k, sı hriyet. * Üstünde yaş adı ğı mı z gök cismi. * Dı ş , çevre, ortam. *İ nançlarıbir olan ülke veya insanlar topluluğu. * Duygu, düş ünce ve hayal âlemi. * El gün, herkes. * Meslek veya işbirliğ i içinde bulunma, camia.

dünya ahret kardeş im olsun * bir kiş iye kardeş lik duygusundan baş ka bir gözle bakı lmadı ğı nıanlatı r. dünya âlem * Herkes, bütün insanlar. dünya baş ı na dar olmak (veya gelmek) * çok sı kı lmak, büyük bir çaresizlik içinde kalmak. dünya baş ı na yı kı lmak

* çok sı kı lmak, umutları nı yitirmek. dünya bir araya gelse * dünyadaki bütün insanlar engel olmaya kalksa bile. dünya durdukça * sonsuzluğa dek, ebediyen. dünya durdukça durası n! * çok yaş a, Tanrısana sonsuz bir ömür versin!. dünya evi * Evlilik. dünya evine girmek * evlenmek. dünya görmüş * çok gezmiş , çok yer görmüş . dünya görüş lü * Evrenin ve hayatı n anlamı nı , amacı nı , değ erini insan varlı ğı nıve davranı ş ları nı bütünüyle kavramaya çalı ş an genel düş ünce, evrene toplu bir bakı ş . dünya görüş ü *İ çinde yaş anı lan çağ ıtanı ma, anlama yetisi. dünya gözü ile görmek * ölmeden önce, sağlı ğı nda. dünya gözüne zindan olmak (görünmek veya kesilmek) * büyük bir karamsarlı k ve umutsuzluk içinde olmak. dünya güzeli * Çok güzel (kadı n veya erkek). dünya kadar * pek çok. dünya kelâmı * Tanrısözlerinden baş ka söz. dünya kelâmıetmek * konuş mak. dünya malı * Varlı k, servet. *İ nsanı n hoş una gidecek, huzur verecek durum ve ş artları n bütünü. dünya nimeti *İ nsanları n dünyada yiyeceğ i, içeceğ i, kullanacağı imkânları n tümü. dünya penceresi * Göz. dünya varmı ş * sı kı ntı lıbir durumdan kurtulan kimsenin söylediği söz. dünya yı kı lsa umurunda değ il * hiçbir ş eyle ilgilenmez, sorumsuz, kaygı sı z. dünya yüzü görmemek

* kapalı bir yerde sürekli kalmak. dünyada * (olumsuz fillerle) Hiçbir zaman, hiçbir biçimde. dünyadan elini eteğini çekmek * bir kenara çekilip çevresiyle ilgisini kesmek, toplumun yaş ayı ş ı na karı ş mamak, dünya iş leriyle ilgilenmez olmak. dünyadan geçmek (veya el çekmek) * bir kenara çekilip toplum yaş amı na karı ş mamak. dünyadan haberi olmamak * çevresinde olup bitenleri bilmemek. dünyalar (biri) -in oldu * çok sevindi. dünyalı * Dünyaya ait olan. dünyalı ğı doğrultmak * yaş amısüresince yetecek parayı kazanmak. dünyalı k

* Mal, mülk, servet, para.

dünyanı n (birş ey) -i * pek çok..., hesapsı z. dünyanı n dört bucağ ı * dünyanı n her yanı , her yönü. dünyanı n kaç bucak (veya köş e) olduğunu göstermek (anlamak) * dünyada ne gibi güçlükler olduğ unu bildirmek (veya anlamak), insanı n baş ı na neler gelebileceğ ini öğretmek veya öğ renmek. dünyanı n öbür (veya bir) ucu * çok uzak yerler için söylenir. dünyanı n tadı nıçı karmak * bütün zevklerden yararlanmak, mutlu ve rahat yaş amak. dünyanı n ucu uzundur * yaş adı kça insanı n türlü durumlarla, çeş itli olaylarla karş ı laş abileceğini anlatı r. dünyanı n yedi harikası * Eski ulusları n olağ anüstü olarak niteledikleri yapı lar (Mı sı r piramitleri, Semiramis'in asma bahçeleri, Zeus'un heykeli, Artemis tapı nağı , Mausolos'un anı tkabri, İ skenderiye feneri, Rodos heykeli). dünyası ndan geçmek * her ş eye karş ıilgisiz duruma gelmek. dünyaya gelmek * (insan için) doğmak. dünyaya getirmek * doğ urmak. dünyaya gözlerini kapamak (veya yummak) * (insan) ölmek.

dünyaya kazı k çakmak (veya kakmak) * çok uzun ömürlü olmak, çok yaş amak. dünyayıanlamak * dünyada neler olduğunu öğrenmek, deneyimi artmak. dünyayıgözü görmemek * üzüntü, öfke, karamsarlı k ve çok mutlu olma gibi durumlarda baş ka bir ş ey düş ünememek, ölçülü davranamamak, yoğ un olarak bir işile uğ raş ma. dünyayıharam etmek * bir yeri yaş anı lmaz duruma getirmek. dünyayıtoz pembe görmek * üzücü durumlara bile iyimser gözle bakmak. dünyayıtutmak * çok yayı lmak, her yere dağ ı lmak. dünyayızindan (zehir) etmek (veya dünyayıbaş ı na dar etmek) * bir kimseyi çok sı kı ntı lıbir duruma sokmak. dünyevî * Dünya ile ilgili, dünya iş lerine iliş kin, uhrevî karş ı tı . düo düpedüz

-dür -dür-

* Bkz. duo. * Çok düz ve doğru bir biçimde, dümdüz olarak. * Baş ka bir amaç gütmeden, açı ktan açı ğ a, açı kçası , gerçekten. * Yalı n, basit, süssüz, sade. * Bkz. -dı r / -dir vb. * Bkz. -dı r- /-dir- vb.

dürbün

* Uzaktaki cisimlerin görüntülerini büyütmeye veya yaklaş tı rmaya yarayan, objektif ve oküler adlıiki mercekten oluş an optik alet. * Gözetleme deliği. dürbünlü

* Dürbünü olan.

dürbünün tersiyle bakmak *oş eyi küçümsemek, olduğ undan çok daha az önemli görmek. dürme * Dürmek iş i. * Lâhana. *İ çine peynir, kı yma gibi ş eyler konularak yenilen piş mişyufka; bir tür gözleme. dürmece

* Bağ larda, tomurcuk, yaprak ve salkı m yiyerek yaş ayan, sarı msı gece kelebeğ i (Sparganothis pilleriana).

dürmek * Bir ş eyi kı vı rı p silindir biçiminde kendi üzerine sarmak. * Bir ş eyi üst üste katlamak.

-dürtdürtme

* Bkz. -dı rt- / -dirt- vb. * Dürtmek iş i.

dürtmek * Ucu sivri bir ş eyle hafifçe itmek. *İ stenilen ş eyi yaptı rmak için birine kı ş kı rtı cısöz söylemek, tahrik etmek. * Uyarmak, ikaz etmek. * Değmek, dokunmak. dürtü

* Fizyolojik veya ruhî dengenin değ iş mesi sonucu ortaya çı kan ve canlı yıtürlü tepkilere sürükleyebilen içten gelen gerilim, muharrik. dürtükleme * Dürtüklemek, iş i. dürtüklemek * Üst üste birkaç kez dürtmek. * Birini uyarmak veya kı ş kı rtmak. dürtülme

* Dürtülmek iş i.

dürtülmek * Dürtmek iş ine konu olmak veya dürtmek iş i yapı lmak. dürtüş

* Dürtmek iş i veya biçimi.

dürtüş leme * Dürtüş lemek iş i. dürtüş lemek * Birkaç kez dürtmek. dürtüş me * Dürtüş mek iş i. dürtüş mek * Birbirini dürtmek. dürtüş türme * Dürtüş türmek iş i. dürtüş türmek * Kı sa aralı klarla sı k sı k dürtmek. dürü * Dürülmüşş ey. * Armağan, hediye. * Çeyiz. * Düğ üne çağrı lanlara düğün sahibince verilen armağan. dürü dürülme

* Bel denilen tarı m aracı . * Dürülmek iş i.

dürülmek * Dürmek iş ine konu olmak veya dürmek iş i yapı lmak, kı vrı lmak. * Bükülmek. * Toplanmak, sarı lmak, katlanmak. dürülü dürülüş dürüm

* Dürülmüş , kı vrı lmı ş . * Dürülmek iş i veya biçimi. * Dürme, silindir biçiminde kı vı rma. * Yufka ekmeğinin, içine türlü katı klar konulan sarı lmı şbiçimi.

dürüm dürüm * Kı vı rarak, silindir biçiminde sararak. * Sövgü sözü olarak kullanı lan dürzü sözcüğ ünün anlamı nı pekiş tirir. dürümleme * Dürümlemek iş i. dürümlemek * Dürüm biçiminde sarmak, kı vı rmak. dürüst

* Sözünde ve davranı ş ları nda doğ ruluktan ayrı lmayan, doğ ru, onurlu. * Doğru, yanlı ş sı z.

dürüst oyun * Kurallara ve karş ı lı klı hoş görüye bağlıkalarak oynanan oyun, fair-play. dürüstlük * Doğruluk. dürüş t

* Sert, gücendirici, kı rı cı .

Dürzî * Suriye'nin Havran bölgesinde yaş ayan ve kendilerine özgü mezhepleri olan bir Müslüman topluluğ u. dürzü düse düstur

düş

* Ağı r bir hakaret ve küfür sözü olarak kullanı lı r. * Oyunda, atı lan zarlardan ikisinin de üç benekli olan yanları nı n üste gelmesi. * Genel kural, kaide. * Yasalarıiçine alan kitap. * Uyurken zihinde beliren olayları n, düş üncelerin bütünü, rüya. * Gerçek olmayan ş ey, imge, hayal. * Gerçekleş mesi istenen ş ey, umut.

düşgörmek * rüya görmek. düşgücü

* Bir ş eyi zihinde canlandı rma, yaratma, düş ünme yeteneğ i, hayal gücü. * Muhayyile.

düşkı rı klı ğı * Çok istenilen veya umulan bir ş ey gerçekleş mediğ inde duyulan üzüntü, hayal kı rı klı ğ ı . düşkurmak * bir ş eyi zihinde düş ünüp canlandı rmak, hayal kurmak. düş çü

* Sürekli hayal kuran, hayalperest.

düş çülük * Düş çü olma durumu. * Bilincin zayı flaması yla ortaya çı kan bir ruh bozukluğ u durumu. düş e kalka * Güçlükle. * Biriyle yakı n iliş ki kurarak. düş es * Dükün karı sı . düş eslik düş eş

* Düş es olma durumu. * Oyunda, atı lan zarlardan ikisinin de altı benekli olan yanları nı n üste gelmesi. * Umulmayan iyi bir rastlama.

düş eşatmak * umulmadı k bir baş arıkazanmak. düş ey

* Yer çekimi doğ rultusunda olan, ş akulî.

düş ey çember * Bir yerin düş eyini sı nı rlayan çember (veya düzlem). düş ey düzlem *İ zdüş üm düzlemi. düş eyazma * Düş eyazmak iş i. düş eyazmak * Düş ecek gibi olmak. düş eylik * Düş ey olma durumu veya düş ey durumda bulunan bir cismin özelliğ i. düş kü düş kün

* Görev ve meslek çalı ş masıdı ş ı nda severek yapı lan, dinlendirici, oyalayı cı uğraş , hobi. * Bir ş eye kendini aş ı rıvermişolan çok bağ lı , meraklı , müptelâ. * Eski değer ve onurunu yitirmiş . * Büyük geçim sı kı ntı sı na düş müş . * Yoksulluk sebebiyle mutluluk ve refahı nıyitirmiş . * Yaş lı lı k, hastalı k gibi sebeplerle çalı ş ma gücünü yitirmiş .

düş kün olmak * çok önem, değ er vermek.

düş künler evi * Çalı ş ma gücünden yoksun, kazancıolmayan yoksul kimselerin barı ndı rı ldı ğ ıtoplumsal bir yardı m kuruluş u, darülâceze. düş künler yurdu * Bkz. düş künler evi. düş künleş me * Düş künleş mek durumu. düş künleş mek * Düş kün duruma gelmek. düş künlük * Düş kün olma durumu, iptilâ. * Çoğ u kez yapı ya bağ lı sürekli ve aş ı rıgüçsüzlük. * Rezillik, insana yakı ş mayan hayat. * (paraca) Sı kı ntı da olma, gözden düş me. düş künü

* tutkun, çok önem, değ er veren.

düş leme * Düş lemek iş i. düş lemek * Bir ş eyi, bir kimseyi, bir durumu istenilen biçimde tasarlamak, zihinde canlandı rmak. düş man

* Birinin kötülüğünü isteyen, ondan nefret eden, ona zarar vermeye çalı ş an (kimse), yağı , hası m. * Birbirleriyle savaş an devletler ve bu devletlerin asker, sivil bütün uyrukları . * Araları nda birbirleriyle çatı ş maya varacak ölçüde anlaş mazlı k olan tarafları n her biri. * Bir ş eyin yaş aması na, barı nması na engel olan (güç, tutum vb.). * Bir ş eyi büyük ölçüde kullanı p tüketen. * Bazış eylerden nefret eden, tiksinen kimse.

düş man ağzı * Düş manı n uydurduğ u söz, bir durumu kötü gösteren söz. düş man baş ı na * kötü bir durumun ağı rlı ğ ı nı göstermek için kullanı lı r. düş man çatlatmak * iyi durum ve baş arı larla düş manıkı skandı rmak veya kı zdı rmak. düş man düş mana gazel (veya yasin) okumaz * düş mandan ancak kötülük beklenir. düş man kesilmek * düş man olmak, düş man gibi görmek. düş man olmak * kin beslemeye baş lamak. düş manca * Düş man gibi, düş mana yakı ş ı r biçimde. düş manlaş ma * Düş manlaş mak iş i. düş manlaş mak * Düş man durumuna girmek.

düş manlı k * Düş man olma durumu. * Düş manca duygu veya davranı ş , yağ ı lı k, hası mlı k, husumet. düş me düş mek inmek.

* Düş mek iş i. * Yer çekiminin etkisiyle boş lukta, yukarı dan aş ağ ı ya inmek. * Durduğu, bulunduğ u, tutunduğu yerden ayrı larak veya dayanağı nı , dengesini yitirerek yukarı dan aş ağ ı ya * Yere devrilmek, yere serilmek. * Hava taş ı tlarıkaza sonucu hı zla yere inerek çarpmak. * Vücuda bol gelen giysi aş ağ ıkaymak. * Yağmak. * Vurmak, değ mek, rastlamak. * Vakti gelmeden (ölü) doğ mak. * Atlanmak, aradan çı kmak, eksik kalmak. * Çı karmak, eksiltmek. * Bir zorunluk sebebiyle bulunduğ u yerden ayrı lmak, gitmek. * Aş ı rıilgi veya sevgi göstermek. * Uğ ramak, kapı lmak. * Yakı ş mak, uygun gelmek. * Yakı ş ı k almak. * Ödevi veya yetkisi içinde bulunmak. * Bulunmak. * Biriyle yaş amak, çalı ş mak, birlikte olmak durumunda kalmak. * Bir bölüş me sonunda payı na ayrı lmak. * Kötü bir sebeple istenmeden bir yerde bulunmak. *İ şbaş ı ndan uzaklaş mak. * Hı zı , gücü, değ eri azalmak. * (ı sıve bası nç için) Eksilmek, azalmak. * Düş künleş mek. * Bir yere ansı zı n gelmek, damlamak, tesadüfen gelmek. * Belirli zamana rastlamak. * Fı rsat çı kmak. * Olmak, olumsuz bir duruma girmek. * Savaş ta savunulmaz duruma gelerek teslim olmak. * Bazıdeyimlerde "yürümek, birlikte gelmek" anlamları nda kullanı lı r. * Bayağ ı laş mak. * Alı ş mak, müptela olmak.

düş mez kalkmaz bir Allah * insanları n talihsizliklere uğ ramasıolağandı r. düş sel * Düşile ilgili, hayalî. düş süz düş ük

* Düş ü olmayan. * Aş ağ ıdoğru düş müş , aş ağ ısarkmı ş . * Az. * Değeri azalmı ş . *İ ktidardan düş müşveya düş ürülmüş . * Belli dil kuralları na uymayan. * Eski değer ve onurunu yitirmişolan. * Yaş ayabilecek duruma gelmeden doğ an yavru, ceninisakı t, sakı t, sı kı t (II).

düş ük yapmak

* çocuk düş ürmek. düş üklük * Düş ük olma durumu. * Adîlik, bayağ ı lı k, seviyesizlik. * Kurallara uymama durumu. düş ün

* Duyularla değ il, zihnî olarak tasarlanan, biçim verilen, canlandı rı lan nesne veya olay, fikir, ide.

düş ün düş ün, boktur iş in * kötü bir durumda çı kar yol bulunamadı ğ ı nda söylenir. düş ünce

* Düş ünme sonucu varı lan, düş ünmenin ürünü olan görüş , mütalâa, fikir, mülâhaza, ide. * Dı şdünyanı n insan zihnine yansı ması . * Tasa, kaygı , sı kı ntı . * Niyet, tasarı . *İ lke, yönetici sav.

düş ünce alı şveriş i * Karş ı lı klıgörüşbildirme, fikir teatisi. düş ünce özgürlüğ ü * Düş üncenin dı şbaskıve yasaklarla sı nı rlandı rı lmaması , bunları n etkisinden bağı msı z olması . düş üncedir almak * bir konuda kaygı lanarak çözüm yolu bulmaya çalı ş mak. düş üncel

* Gerçekte olmayı p, yalnı zca düş üncede, tasarı m içinde var olan. * Yalnı z düş ünce ile kavranabilen.

düş ünceli * Düş üncesi olan. * Kaygı lı , tasalı . * Düş ünerek davranan, anlayı ş lı . düş üncelilik * Düş ünceli olma durumu. düş üncellik * Düş üncel olma niteliği. * Nesnel gerçekliğ i olan varlı ğ ı n karş ı sı nda, salt düş ünce veya tasarı m olarak varlı k. düş üncesini açmak * görüş ünü bildirmek. düş üncesini okumak * bir kimsenin ne düş ündüğünü anlamak. düş üncesiz * Düş üncesi olmayan. * Tasası z, kaygı sı z. * Düş ünmeden davranan, anlayı ş sı z. düş üncesizlik * Düş üncesizce davranma durumu. düş üncesizlik etmek * düş üncesizce davranmak.

düş ünceye dalmak * derin derin düş ünmek. düş ünceye varmak * bir görüş e veya karara varmak, bir inanca ulaş mak. düş ündaş * Bkz. düş ündeş . düş ündeş * Aynıdüş üncede olan, aynıdüş ünceyi savunan, hemfikir. düş ündürme * Düş ündürmek iş i veya durumu. düş ündürmek * Düş ünmesine sebep olmak, düş ünmesine yol açmak. * Tasalandı rmak, kaygı landı rmak. * Akla getirmek, hatı rlatmak, önceden kestirmek. düş ündürmelik * Düş ündürmeye yol açan ş ey. düş ündürtme * Düş ündürtmek iş i veya durumu. düş ündürtmek * Düş ündürmesine sebep olmak. düş ündürücü * Düş ünmeye sebep olan, düş ünmeye yol açan. * Tasalandı ran, kaygı landı ran. düş ünme

* Düş ünmek durumu, tefekkür. * Duyum ve izlenimlerden, tasarı mlardan ayrı olarak, aklı n bağ ı msı z ve kendine özgü durumu; karş ı laş tı rmalar yapma, ayı rma, birleş tirme, bağ lantı larıve biçimleri kavrama yetisi. düş ünme yasaları * Doğru olmasıgereken bir düş ünmenin belli ş artlar altı nda nası l gerçekleş tiğ ini gösteren kurallar. düş ünmek * Bir sonuca varmak amacı yla bilgileri incelemek, karş ı laş tı rmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak, düş ünce üretmek, zihnî yetiler oluş turmak, muhakeme etmek. * Aklı ndan geçirmek, göz önüne getirmek. * Zihniyle arayı p bulmak. * Bir ş eye karş ıilgili ve titiz davranmak. * Akı l etmek, ne olabileceğ ini önceden kestirmek. * Tasarlamak. * Tasalanmak, kaygı lanmak. * Farz etmek. düş ünsel

* Düş ünce ile ilgili, düş ünce sonucu ortaya çı kan, düş ünceye dayanan, fikrî.

düş üntülü * Kurgusal, spekülâtif. düş ünücü * Düş ünür. düş ünücülük

* Düş ünücünün iş i veya mesleğ i. düş ünülme * Düş ünülmek iş i. düş ünülmek * Düş ünmek iş ine konu olmak veya düş ünmek durumunda bulunulmak. düş ünüm * Düş ün, fikir, ide. düş ünüp taş ı nmak * konuyu bütün yönleriyle inceleyip ona göre davranmak, iyice düş ünmek. düş ünür * Genel sorunlar üzerine yeni ve kendine özgü düş ünceleri olan kimse, mütefekkir. düş ünürlük * Düş ünür olma durumu. düş ünüş * Düş ünmek iş i veya biçimi, mütalâa. *İ nsanı n, özellikle davranı ş ları na yön veren ahlâk tutumu ve düş ünme biçimi. düş üp kalkmak * (erkek kadı nla veya kadı n erkekle) yasa ve töre dı ş ıyakı n iliş ki kurmak. * biriyle çok yakı n arkadaş lı k etmek. düş ürme

* Düş ürmek iş i.

düş ürmek * Düş mesine yol açmak, düş mesine sebep olmak. * Değerini, fiyatı nıindirmek. * Azaltmak. * (taş , solucan için) Vücuttan atmak. *İ skat etmek. * Uğ ratmak. * Değerli bir ş eyi ucuz veya kolay ele geçirmek. * Zayı f bı rakmak, gücünü azaltmak. düş ürtme * Düş ürtmek iş i veya durumu. düş ürtmek * Düş ürmesini sağlamak. düş ürülme * Düş ürülmek iş i veya durumu. düş ürülmek * Düş ürmek iş ine konu olmak veya düş ürmek iş i yapı lmak. düş ürüm

* Düş ürmek iş i veya durumu.

düş ürüş * Düş ürmek iş i veya biçimi. düş üş

* Düş mek iş i veya biçimi.

düş üt düttürü

* Düş ük. * Kı lı ğ ıciddî olmayan, tuhaf ve hafif giyimli. * Dar ve kı sa giysi.

düttürü Leylâ * tuhaf, dar ve kı sa giyinmişkadı n. düve * Boğ aya gelmemiş , 1-2 yaş ı nda diş i sı ğ ı r. düvel

* Devletler.

düven

* Harmanda ekinlerin sapı ve tanelerini ayı rmak için kullanı lan, önüne koş ulan hayvanlarla çekilen, alt yüzünde keskin çakmak taş ları dikine çakı lıbulunan, kı zak biçiminde araç, döven. düven diş i * Düvenin altı na dikine çakı lan keskin taş . düven sürmek (veya dövmek) * düvenle ekinlerin tanelerini baş akları ndan çı karmak. düvenci * Harman zamanıdüven sürmek için tutulan çocuk. * Düven yapan veya satan kiş i. düver * Yapı larda kullanı lan kalı n ağaç, direk, mertek. düvesime * Düvesimek iş i veya durumu. düvesimek * Boğ a diş i istemek. düyek

* Türk müziğinde bir usul.

düyun * Borçlar. düz

düz -düz

* Yatay durumda olan, eğ ik ve dik olmayan. * Kı vrı mlıolmayan, doğ ru. * Yüzeyinde girinti çı kı ntıolmayan, müstevî. * Kı sa ökçeli, ökçesiz (ayakkabı ). * Yayvan, altıderin olmayan. * Kı vı rcı k veya dalgalıolmayan (saç). * Yalı n, sade, süssüz. * Çizgisiz, desensiz ve tek renkli. * Engebesiz olan yer, düzlük, ova. *İ çinde anason, sakı z gibi kokulu maddeler olmayan üzüm rakı sı , düziko. *İ simden zaman zarfıtüreten ek.

düz baskı * Kalı p izlerini önce kauçuğa, kauçuktan da kâğ ı da geçirmeye yarayan çift kopyalıbaskı yöntemi, ofset. düz duvara tı rmanmak * çok yaramaz çocuklar için kullanı lı r. düz kanatlı lar * Uzunluğ una katlanan alt kanatları , az çok sert olan üsttekiler tarafı ndan örtülen, dört kanatlıböcekler takı mı . düz rakı * Sakı z katı lan ve mastika denilen sakı z rakı sı ndan ayı rt edilmek için üzüm rakı sı na verilen ad, düziko. düz tümleç * Yalı n durumda bulunan tümleç. düz ünlü

* Dudakları n gerilip düzleş mesiyle oluş an ünlü: a, e, ı,i.

düz yazı * Şiir olmayan yazı , nesir, mensur. düzayak *İ çinde merdiven veya inilip çı kı lacak bölüm bulunmayan (ev, yol). * Basit, yavan, kuru, sathî. * Bir halk oyunu türü. düzce

* Oldukça düz.

düze * Bkz. doz. düze inmek * eş kı yalı ktan vazgeçmek. düzeç

* Bir yüzeyin eğiklik derecesini anlamaya yarayan araç, tesviye aleti. * Bkz. kabarcı klıdüzeç.

düzeçleme * Aynıdüzeye getirme, yüzey ayrı mları nıölçme, tesviye. * Bir yerin değ iş ik noktalardaki yükseltisini, belli bir yatay düzleme göre (deniz yüzeyi) belirlemek için yapı lan iş lemlerin bütünü. düzelme

* Düzelmek durumu.

düzelmek * Düz duruma gelmek, düzleş mek. * Kötü, bozulmuşbir durumda iken düzenli duruma gelmek. * (hava için) Soğ uk ve yağı şazalmak. * (hasta için) İ yi olmak. düzelti * Düzeltmek iş i, tashih. * Bası lmakta olan bir eserin provalarıüzerinde özel düzeltme iş aretleriyle yanlı ş larıgösterme. düzeltici * Düzeltme iş ini yapan. * Düzeltmen, musahhih.

düzeltici jimnastik * Yaş ama ve çalı ş ma ş artları nı n etkisiyle oluş an vücut bozukluk ve aksaklı kları nıönlemek veya gidermek için uygulanan özel beden eğitimi türü. düzelticilik * Düzeltici olma durumu, düzelticinin görevi, musahhihlik. düzeltilme * Düzeltilmek iş i. düzeltilmek * Düzeltmek iş ine konu olmak veya düzeltmek iş i yapı lmak. düzeltim düzeltme

* Düzeltme iş i. * Düzeltmek iş i, tashih. * Reform, iyileş tirme, ı slahat. * Düzelti.

düzeltme iş areti * Kalı n olup da ince okunan ünlülerle birlikte bulunan g, k, l ünsüzlerini ve önünde ünlüleri ince okutmak veya yabancı kelimelerde uzun okunmasıgereken ünlüleri belirtmek için kullanı lan iş aretinin adı ,ş apka: âdet, âlem, âş ı k; kâğı t, tezgâh; ilâç, telâş ; lâhana, lâmba, lâtin vb. düzeltmek * Düzgün duruma getirmek. * Bozukluğ unu gidermek, onarmak. * Yanlı ş tan kurtarmak, tashih etmek. düzeltmen * Dizilmekte olan bir eserin provaları nıdüzeltme ile görevli kimse, düzeltici, musahhih. düzem * Bir birleş iğ e veya bir karı ş ı ma girecek madde miktarları nı n belirtilmesi, dozaj. düzeme düzemek düzen

* Düzemek iş i. * Herhangi bir karı ş ı mıistenilen orana göre hazı rlamak, karı ş ı mı n dozunu belirlemek. * Belli yöntem, ilke veya yasalara göre kurulmuşolan durum, uyum, nizam, sistem. * Soyut ve somut nesnelerin bir sı raya, bir hedefe, bir amaca göre sı ralanması . * Yerleş tirme, tertip. * Bir devletin belli baş lı ilkeleri bakı mı ndan yönetimde tuttuğ u yol, yönetim biçimi, rejim. * Toplumsal bir yapıiçinde ögelerin bütüne, bütünün ögelere ve ögelerin biribirlerine göre iliş kileri. * Alet edevat takı mı . * Bez dokuma tezgâhı . * Müzik aletlerinde ses ayarı , akort. * Dolap, hile.

düzen açı klaması * Bir tiyatro eserinin metninde dekor, giysi vb. ile oyuncuları n görünüş leri, davranı ş ları üzerine yapı lan açı klama. düzen bağı * Disiplin, düzence. düzen kurmak

* iş ler duruma getirmek. * düzenlemek. * hileye baş vurmak. düzen teker * Makinelerde, hareketin hı zı nıdüzgün tutmaya, çalı ş mayıdüzenlemeye yarayan büyük çaplı çark, volan. düzen vermek (düzene koymak veya düzene sokmak) * düzenlemek, dağ ı nı klı ktan kurtarmak. * akort etmek. düzenbaz * Düzenci, hileci. düzenbazlı k * Düzenbaz olma durumu. düzence düzenci

* Sı kıdüzen, disiplin. * Düzen, hile yapan, hileci, oyunbaz, düzenbaz, dessas.

düzencilik * Düzenci olma durumu. düzenek * Mekanizma. düzenleme * Düzenlemek iş i. * Belirli sesler, çalgı lar veya topluluklar için yazı lmı şbir eserin, baş ka sesler, çalgı lar veya topluluklar tarafı ndan söylenip çalı nabilmesi için o eserde yapı lan değ iş iklik, aranjman. düzenlemeci * Düzenleme yapan kimse. düzenlemek * Düzenli, düzgün duruma getirmek, düzen vermek, tanzim etmek. * Yapmak, hazı rlamak. * Düzenleme yapmak. * Müzik aletlerini akort etmek. düzenlenme * Düzenlenmek iş i. düzenlenmek * Düzenli, düzgün duruma getirilmek. * Yapı lmak, tertip edilmek. düzenleş ik * Düzenleri birbirine uygun. * Bir sı nı flamada aynıdüzen ve aynısı rada bulunan. düzenleş im * Aynısı radaki nesne veya kavramları n birbirinin yanı nda oluş u. * Bir sı nı flamada aynısı rada bulunan iki veya daha çok kavramı n bağı ntı sı . düzenleyici * Herhangi bir iş i, kuruluş u gerçekleş tirip düzenli sonuç alı nması nıüstlenen kimse, organizatör. * Bir makinenin görevini istenilen ölçüde tutup ayarlayabilen araç, regülâtör.

düzenli

* Düzeni olan, yerli yerinde, kararlı , tertipli, muntazam. * Sistemli, nizamlı .

düzenli ordu * En küçük birimden en büyük birliğe kadar her türlü donanı ma sahip askerî güç. düzenlik

* Bkz. dirlik düzenlik.

düzenlilik * Düzenli olma durumu. düzensiz

* Düzeni olmayan veya düzeni bozuk, karı ş ı k, tertipsiz, intizamsı z, gayrimuntazam. * Sistemsiz.

düzensizlik * Düzensiz olma durumu, tertipsizlik, intizamsı zlı k, nizamsı zlı k. düzey

düzeyli düzeysiz

* Bir yüzeyin veya bir noktanı n nispî yüksekliğ i ve o yükseklikten geçtiği var sayı lan düzlem, seviye. * Bir nesnenin veya kimsenin baş ka nesnelere veya kimselere göre olan değ er ve yücelik derecesi, seviye. * Belli bir düzeyi olan, seviyeli (kimse). * Belli bir düzeyi olmayan, seviyesiz (kimse).

düzeysizlik * Belli bir düzeyi olmama durumu, seviyesizlik. düzgü düzgülü

* Yargı lama ve değerlendirmenin kendisine göre yapı ldı ğı ölçüt, uyulmasıgereken kural, norm. * Düzgüye uygun, normal.

düzgün

* Doğru ve pürüzsüz, muntazam. * Eksiksiz ve yerli yerinde, kusursuz, insicamlı , rabı talı , muntazam. * Kurala uygun olarak, kusursuz bir biçimde. * Kenar veya ayrı tlarıile açı larıbirbirine eş it olan (biçim). * Kadı nları n, teni pürüzsüz göstermesi, renk vermesi için yüzlerine sürdükleri yarı sı vıveya boyalıkrem, fondöten. düzgüncü * Düzgün yapan veya satan kimse. * Gelinin düzgününü süren ve onu süsleyen kadı n. düzgünlü

* Yüzüne düzgün sürmüşolan.

düzgünlük * Düzgün olma durumu. düzgüsel

* Kurallarla, yasalarla ilgili olan, kural, yasa koyan, normatif.

düzgüsüz * Düzgüye uymayan, düzgüsü olmayan, anormal.

düziko düzine

düzlem

* Rakı , düz (II). * Aynıcinsten olan nesnelerin on iki tanesinin bir arada olması . * Çok. * Üzerinde girinti ve çı kı ntıolmayan, düz, yassı . * Üzerine, kesiş en iki doğ runun her noktası nı n dokunmasıgereken yüzey, müstevî.

düzlem geometri * Bir düzlem içinde kalan, iki boyutlu olan ş ekli inceleyen geometri. düzlem küre * Yer yuvarlağ ıüzerindeki biçimleri bütünüyle bir düzlem üzerinde göstermek amacı yla çeş itli haritacı lı k yöntemlerine baş vurularak hazı rlanmı şharita. düzleme

* Düzlemek iş i, tesviye.

düzlemek * Düzlem durumuna getirmek, tesviye etmek. düzlemsel * Düzlem niteliğ inde olan. düzlenme * Düzlenmek durumu. düzlenmek * Düz, düzlem durumuna gelmek. düzleş me * Düzleş mek durumu. * Bazıkelimelerde, çeş itli sebeplerle, yuvarlak ünlülerin düz ünlülere dönmesi. düzleş mek * Düz duruma gelmek. düzletme

* Düzeltmek iş i.

düzletmek * Düz duruma getirmek. düzlük

düzme

düzmece

* Düz olma durumu. * Geniş , düz yer. * Düzmek iş i. * Gerçek olmayan, aslı na benzetilerek uydurulan, uydurma, sahte. * Gerçek olmayan, düzme, sahte.

düzmeci * Düzme ş eyler yapan, sahteci, sahtekâr. düzmecilik

* Düzmeci olma durumu, düzmecilik, sahtekârlı k. düzmek * Bir ihtiyacı karş ı lamak amacı yla birçok ş eyleri birbirini tamamlayacak biçimde bir araya getirmek. * Düzene sokmak, düzene koymak, sı ralamak, elveriş li, uygun bir duruma getirmek. * Yaratmak, oluş turmak, meydana getirmek. * Uydurmak. * Cinsel iliş kide bulunmak. düztaban

* Tabiî ayak kemerinin kaybolması ile oluş an yapı sal bozukluk. * Tabanıkemerli olmayan. * Dar tabanlıbir tür rende. * Uğ ursuz.

düztabanlı k * Düztaban olma durumu. düzülme * Düzülmek iş i veya durumu. düzülmek * Düzmek iş ine konu olmak veya düzmek iş i yapı lmak. düzüm düzüm * Dizim dizim. Dy

* Disprosyum'un kı saltması .

e * Sonuç niteliğ inde bulunan cümlenin baş ı na getirildiğ inde "öyle ise", "öyle olunca", "mademki öyle" sözleri gibi ş art niteliğinde olan bir cümle yerini tutar. * (e:) Baş ı na getirildiğ i cümledeki kavrama göre çeş itli tonlar alarak birtakı m duygular anlatı r. * (soru vurgusuyla) Ş aş ma ve merak anlatı r. -e -e

* Bkz. -a / -e (I). * Bkz. -a / -e (II).

-e * Bkz. -a / -e (III). -e hâli e mi? e, E

ebabil

* Bkz. verme durumu. * olur mu?. * Türk alfabesinin altı ncıharfi; ses bilimi bakı mı ndan ince ünlülerin düz ve genişolanı nıgösterir. * Nota iş aretlerini harflerle gösterme yönteminde mi sesini bildirir. * Dağkı rlangı cı , keçisağ an.

ebadı nda * boyutları nda, çapı nda, ölçüsünde, büyüklüğ ünde. ebat

* Boyutlar. ebcet * Arap alfabesinin her harfi bir rakamıkarş ı layan ve anlamsı z sekiz kelimeden oluş an değiş ik bir düzeni. Bu düzende baş taki elif harfinden baş lanarak, her harfe, birden ona kadar birer birer, ondan yüze kadar onar onar, yüzden bine kadar yüzer yüzer arttı rmak yoluyla bir değ er verilmiş tir. ebcet hesabı * Ebcet düzeninden yararlanarak bir kelimeyi rakama çevirmek veya kelimelerle ve genellikle eski ş airlerin yaptı ğ ıgibi, mı sralarla önemli bir olayı n tarihini gösterme yöntemi. ebe

* Doğum iş ini yaptı ran kadı n. * Büyük anne, nine. * Genellikle çocuk oyunları nda başolan, diğer çocuklara veya gruba karş ıcezası nıçekmek ve bundan kurtulmak için tek baş ı na bütün sorumluluğu üzerine alan çocuk. ebe olmak * oyun içinde ebelik yapmak. ebebulguru * Bulgur iriliğinde yağan kar. ebedî

* Sonsuz, ölümsüz.

ebedî uyku * Ölüm. ebedî uykuya dalmak * ölmek. ebedîleş me * Ebedîleş mek iş i. ebedîleş mek * Ebedî duruma gelmek, sonsuzlaş mak, ölümsüzleş mek. ebedîleş tirme * Ebedîleş tirmek iş i. ebedîleş tirmek * Ebedî duruma getirmek, sonsuzlaş tı rmak, ölümsüzleş tirmek. ebedîlik ebediyen

ebediyet

* Ebedî olma durumu, sonsuzluk. * Sonsuz olarak, sonsuzluğ a kadar. * (olumsuz cümlelerde) Hiçbir zaman. * Sonsuzluk.

ebegümeci * Ebegümecigillerden, çiçekleri ilâç, yaprakları sebze olarak kullanı lan, kendiliğ inden yetiş en çok yı llı k ve mor çiçekli bir bitki (Malva siylvestris). ebegümecigiller * Ayrıtaç yapraklıiki çeneklilerden, örnek bitkisi ebegümeci olan bir bitki familyası . ebekuş ağ ı

* Gök kuş ağ ı , alkı m. ebeleme * Ebelemek iş i. * Mayalıhamuru bezelere ayı rarak, yufka haline getirip sac üzerinde piş irdikten sonra alt üst kı sı mları nı n yağ lanması yla yapı lan ekmek. ebelemek * Oyunda ebe yapmak. ebeleyiş * Ebelemek iş i veya biçimi. ebeli ebelik

* Ebesi olan. * Ebe olma durumu veya ebenin yaptı ğı iş . * Çocuk oyunları nda ebe olma durumu.

ebemkuş ağ ı * Ebekuş ağ ı . ebesiz

* Ebesi olmayan.

ebet * Sonu olmayan gelecek zaman, sonsuzluk. ebeveyn ebleh

* Ana ve baba. * Akı lsı z, budala, alı k.

eblehleş me * Eblehleş mek iş i veya durumu. eblehleş mek * Ebleh durumuna gelmek. eblehlik ebonit

* Ebleh olma durumu, eblehleş me. * 100 kı sı m kauçuğ un 32 kı sı m kükürtle iş lenmesinden elde edilen plâstik madde.

ebru

* Kâğ ı t süslemeciliğ inde kitre ve kola gibi yapı ş tı rı cı larla yoğunlaş tı rı lmı şsu üzerine, neft yağ ıile sulandı rı lmı şyağ lı boya damlatı larak yapı lan ve kâğı da geçirilen süs. ebrucu

* Renkleri karı ş tı rarak süs kâğ ı tlarıüzerine ebru yapan sanatçı .

ebruculuk * Ebru yapma sanatıveya ebru satma iş i ile uğraş ma. ebrulama

* Ebrulamak iş i.

ebrulamak * Ebru yaparak boyamak.

ebrulî ebrulu

* Üzerinde değ iş ik renkler bulunan. * Üzerine ebru yapı lmı ş(kâğı t, kumaş ).

ebucehil karpuzu * Kabakgillerden, elma büyüklüğündeki meyvesi çok acıve iç sürdürücü, ishal yapı cıbir bitki, acıhı yar, acı elma, it hı yarı(Citrullus colocynthis). Ebussuut Efendinin gelini gibi * eskiye bağlanı p pek kapalı giyinen kı z veya kadı n için alay yollu söylenir. Ebussuut Efendinin torunu * eskiye çok bağ lı , tutucu olanlar için kullanı lı r. ebülyoskop * Cisimlerin kaynama sı caklı ğı nıtespit etmeye yarayan cihaz. ecdat ece

* Dedeler, atalar. * Güzel kadı n, kraliçe.

-ecek * Bkz. -acak / -ecek. ecel

* Hayatı n sonu, ölüm zamanı .

ecel aman verirse * ömür yeterse, ölmezsem. ecel beş iğ i * Çok tehlikeli taş ı t veya geçit. ecel geldi cihana, başağrı sıbahane * ölümün herkes için kaçı nı lmaz bir olay olduğ unu anlatı r. ecel ş erbeti içmek * ölmek. ecel teri geçer.

* "Çok korkmak, çok sı kı lmak veya bunalı m geçirmek" anlamı nda ecel teri (veya terleri) dökmek deyiminde

ecel teri dökmek * aş ı rıkorkudan terlemek, ölüm duygusuna kapı lmak. ecele çare bulunmaz * çaresiz gibi görünen her güç iş in bir çı kar yolu vardı r. eceli gelen köpek cami duvarı na siyer * herkesin üzerine titrediği, kutsal saydı ğ ış eyi kötüleyen, bozan kimse kötü sonucuna katlanı r. eceli gelmek * ölümü veya yok olması kaçı nı lmaz duruma gelmek. eceline susamak * ölmek istermişgibi tehlikeli iş lere giriş mek.

eceliyle ölmek * olağ an sayı lan herhangi bir biçimde ölmek. -ecen ecinni

* Fiilden sı fat türeten ek: sevecen, evecen vb. * Cin.

ecinniler top oynuyor * bomboş , kimse yok, ı ssı z ve sessiz. ecir

* Sevap. * Ücret. * Ücretle çalı ş an kimse. *İ ş çi, amele.

ecir sabı r dilemek * başsağlı ğıdilemek. ecirlik * Ecir olma durumu. ecişbücüş * Hiçbir yeri düzgün olmayan, çirkin bir biçim almı şbulunan, çarpı k çurpuk, eğ ri büğ rü. ecnebi

ecnebilik ecu

* Baş ka devlet uyruğ unda olan (kimse), yabancı . * (sı fat tamlamaları nda) Baş ka devlet. * Yabancıolma durumu. * Bkz. ekü.

ecza adı .

* Kimyasal yollarla elde edilen, ilâç yapmaya yarayan veya sanayide türlü iş lerde kullanı lan maddelerin genel

ecza çantası * Acil durumlarda kullanı lmak üzere arabada veya evde bulundurulan ve pansuman için gerekli ilâç ile malzemenin konulduğ u çanta. ecza dolabı *İ çinde gerekli ilâçları n ve aletlerin bulunduğu özel olarak yaptı rı lan küçük dolap. ecza kutusu *İ lâç kutusu. eczacı

*İ lâç yapan veya hazı r ilâçları satan diplomalı kimse.

eczacıkalfası * Eczacı nı n yardı mcı sı . eczacı lı k *İ lâçları n hazı rlanması yla uğraş an uygulamalıbilim. * Eczacı nı n mesleğ i veya görevi.

eczahane eczalı

*İ lâçları n yapı ldı ğı ve satı ldı ğıyer. * Kimyasal madde ile kaplanmı ş , karı ş tı rı lmı ş , iş lem görmüş . *İ çi kimyasal madde ile doldurulmuşmermi atan ateş li silâh.

eczalıpamuk * Steril duruma getirilmişpamuk. eczane * Bkz. eczahane. eczası z -eç eçhel

* Eczasıolmayan. * Bkz. -aç / -eç. * Çok cahil, çok bilgisiz olan.

eda * Davranı ş , tavı r. * Naz, iş ve. * Anlatı şyolu. eda

* Verme, ödeme. * (namaz için) Kı lma yerine getirme.

eda etmek * borcunu ödemek. * namaz kı lmak. edalı

edat

* Herhangi bir biçim ve görünüş lü olan. * Tavı rları hoşolan; nazlı , iş veli. * Bir kelimeden sonra gelerek o kelime ile diğer ögeler arası nda ilgi kuran kelime, ilgeç.

edat grubu * Edat tümleci. edat tümleci * Genellikle bir zarf tümleci görevinde kullanı lan ve ismin edatla oluş turduğ u kelime grubu, edatlıtümleç. edatlı

* Edat bulunduran.

edatlıtümleç * Edatla kurulmuştümleç. ede * Büyük erkek kardeş , ağ abey. edebî

* Edebiyatla ilgili, edebiyata iliş kin.

edebî eser * Edebiyatta sanat değ eri taş ı yan değiş ik edebiyat türlerinde kaleme alı nmı şeserlerin her biri.

edebî sanat * Edebî sanatları n her biri. edebî sanatlar * Edebiyatta anlatı mı zenginleş tirmek, renklendirmek ve daha çarpı cı hâle getirmek için temelde benzetme esası na dayalısöz ve manaya bağ lı anlatı m inceliğ i ve özelliğ i. edebikelâm * Söylenmesi kaba, çirkin ve sakı ncalınesnelerin veya kavramları n değ iş ik sözlerle daha uygun ve edepli bir biçimde anlatı lması , örtmece. edebini takı nmak * edepli davranmaya baş lamak. edebiyat

* Olay, düş ünce, duygu ve imajları n dil aracı lı ğ ıile biçimlendirilmesi sanatı , yazı n, literatür. * Bir bilim kolunun türlü konularıüzerine yazı lmı şyazıve eserlerin hepsi, literatür. *İ çten olmayan, gereksiz, boşsözler.

edebiyat bilimi * Edebiyatı n içinde yer alan konularısosyoloji, psikoloji gibi bilim dalları nı n yöntemlerini de kullanarak araş tı ran, inceleyen, irdeleyen ve tahlil eden bilim dalı . edebiyat tarihi * Bütün edebî hareketleri, dönemleri, yazar ve ş airleri, dil ve üslûp özelliklerini açı klayan bilim dalıveya kitap. edebiyat yapmak * bir konu üzerinde gereksiz yere süslü sözler söylemek. edebiyatça * Edebiyata uygun, edebiyata benzer. edebiyatçı * Edebiyatla uğraş an kimse. * Edebiyat dersi okutan öğretmen. edebiyatçı lı k * Edebiyatla uğraş ma iş i. edebiyatsever * Edebiyata tutkun. edememe * Edememek durumu. edememek * Rahat olamamak; kendinde bir eksiklik duymak; geçinememek. edep * Toplum töresine uygun davranma, incelik. edep etmek * utanmak, sı kı lmak. edep yahu! * açı k saçı k söz söyleyenlere karş ı"utan!", "edebini takı n" anlamı nda kullanı lan söz. edep yeri

*İ nsanlarda üreme organları nı n bulunduğu yer, ut yeri.

edepleniş * Edeplenmek iş i veya biçimi. edeplenme * Edeplenmek iş i veya durumu. edeplenmek * Uslanmak, ince ve terbiyeli olmak. edepli

* Uslu, ince, terbiyeli, müeddep, uygun.

edepli edepli * Uslu olarak, uslu uslu. edepsiz

* Utanı lacak iş leri hiç sı kı lmadan yapan, utanmaz, sı kı lmaz, terbiyesiz. * Sakı nı lacak kötü (kimse), ş irret.

edepsiz edepsiz * Edepsize yakı ş ı r biçimde. edepsizce * Terbiyesizce, utanmadan. edepsizleş me * Edepsizleş mek iş i. edepsizleş mek * Edepsizce davranı ş larda bulunmak, terbiyesizleş mek. edepsizlik * Utanmazlı k, sı kı lmazlı k, terbiyesizlik, ş irretlik. edeptir söylemesi * affedersiniz, söylemesi ayı ptı r ama. eder edevat Edi

* Fiyat, paha. * Bir işiçin gerekli olan malzemelerin, parçaları n tümü. * Birbiriyle iyi anlaş an iki yaş lı nı n başbaş a kalı ş ı nıanlatan Edi ile Büdü, Şakire Dudu sözünde geçer.

edi *İ şyapma veya yapı lan iş . edibane

edik

edilgen

* Terbiyeli, nazik. * Edebiyatçı ya yakı ş ı r biçimde. * Yumuş ak ve renkli sahtiyandan yapı lmı şyarı m konçlu lâpçı n. * Kı sa çizme. * Sözde özneyle kullanı lan veya öznesi dolaylıyolla belirtilen fiil, meçhul, pasif, etken karş ı tı .

edilgen çatı * Çoğ u kez -(i)l- bazen de -(i)n- çatı ekleriyle kurulan fiil çatı sı .

edilgen fiil * Gerçek öznesi belli sayı lmayan fiil. Türkçede bu fiil -(i)l, bazen de -(i)n- edilgen çatıekleriyle kurulur: yazı lmak, oku-n-mak, tanı -n-mak vb. edilgenleş me * Edilgenleş mek durumu. edilgenleş mek * Edilgen duruma gelmek. edilgenleş tirme * Edilgenleş tirmek iş i. edilgenleş tirmek * Edilgen duruma getirmek. edilgenlik * Edilgen olma durumu. edilgenlik eki * Fiillerin gerçek öznesini gizleyen yapı m eki. edilgi

* Dı ş arı dan gelip bir ş eyde belli bir değiş iklik yapan işveya bu iş in sonucu, infial.

edilgin * Hareketi ve etkisi olmayan, pasif. * Etkileri alı cıdurumunda olan, munfail, pasif, etkin karş ı tı . * Olayları n gidiş ini etkilemek ve denetlemek için kiş inin hiçbir çaba göstermemesi durumu. edilginlik

* Edilgin olma durumu.

edilme * Edilmek iş i veya durumu. edilmek edim

* Etmek fiiline konu olmak, yapı lmak. * Yapı lmı ş , gerçekleş mişiş ,amel, fiil. *İ nsan bilinç ve faaliyetlerinin tek tek davranı ş ları . * Belirli bir işdurumuyla karş ı laş tı ğızaman kiş inin yapabildiğ i davranı ş . * Alacaklı nı n isteyebileceğ i ve borçlunun yapmak zorunda olduğ u davranı ş , ivaz.

edimli * Edimi olan. edimsel edinç edinilme

* Edim niteliğ inde olan, gerçek olarak var olan, fiilî, aktüel, gizli ve tasarı lı karş ı tı . * Edinilen ş ey veya ş eyler, müktesebat. * Edinilmek iş i.

edinilmek * Edinmek iş i yapı lmak. edinim

* Kazanma, iktisap. edinme * Edinmek iş i, kazanma, iktisap. edinmek edinti edip

* Kendini (bir ş eye) sahip kı lmak, kendine sağ lamak, iktisap etmek. * Edinilen, kazanı lan ş ey. * Edebiyatla uğraş an, edebî eser veren kimse, yazar.

edisyon * Bası m. editör editörlük edna

* Bası cı , yayı mcı , naş ir, tâbi. * Bası cı lı k, yayı mcı lı k. * Çok aş ağ ı , en alt düzeyde.

edvar * Çağ lar, devirler. * Alaturka müzik kuralları nı inceleyen eser. edvar musikisi * Alaturka klâsik müzik. efe

* Yiğit, özellikle BatıAnadolu köy yiğidi, zeybek. * Ağabey. * Kabadayı .

efece * Efe gibi, efeye yakı ş ı r (biçimde). efekt

* Radyo ve televizyon yayı nları nda, tiyatro oyunları nda veya film seslendirmelerinde, hareketleri izlemesi gereken seslerin tabiî kaynakları n dı ş ı nda, optik, mekanik, kimyasal yöntemlerle gerçekleş tirilmesi. efektif efelek efeleniş

* Banknot ve metal sikke. * Lâbada. * Efelenmek iş i veya biçimi.

efelenme * Efelenmek iş i. efelenmek * Diklenmek, kafa tutmak. efeleş me

* Efeleş mek iş i.

efeleş mek * Efe durumuna gelmek. efelik

* Efe olma durumu. * Kabadayı lı k.

efelik etmek (veya yapmak) * kabadayı lı k etmek. efemine

* Kadı nlara benzeyen veya kadı nsı davranı ş lar içinde görünen, davranı şve kı lı k kı yafet bakı mı ndan kadı na özenen (erkek). efendi

* Eğ itim görmüşkiş i için özel adlardan sonra kullanı lan unvan. * Günümüzde bey unvanı ndan farklıolarak özel adlardan sonra kullanı lan ikinci derecede bir unvan. * Buyruğ u yürüyen, sözü geçen kimse. * Koca. * Saygı değer, ince, çelebi. * (erkekler için) Seslenme sözü olarak kullanı lı r.

efendi efendi * Uslu uslu. efendi gibi yaş amak * sı kı ntı sı z, varlı k içinde yaş amak. efendibaba * Bazıailelerde çocukları n babaları , gelinlerin kayı npederleri için kullandı kları saygısözü. efendice

* Efendi gibi, efendiye yaraş ı r (biçimde).

efendiden bir adam * terbiyeli, kibar ve ağı rbaş lıkimse. efendilik * Efendi olma durumu, efendiye yakı ş ı r davranı ş . efendim

* Bir seslenişkarş ı sı nda "buradayı m" anlamı nda kullanı lı r. * Anlaş ı lmayan bir sözü tekrarlatmak veya karş ı sı ndakinin ne düş ündüğ ünü sormak için söylenir. * Nezaket veya saygıiçin söze katı lı r.

efendim nerede, ben nerede? * "Ben ne diyorum siz ne diyorsunuz" anlamı nda kullanı lı r. efendime söyleyeyim * söz söylerken gerekli kelimeyi bulamayan bir kimsenin kullandı ğ ıbir söz. efil efil

* Saç, giysi gibi hafif ş eylerin rüzgârda dalgalanması nıbelirtir, ifil ifil.

efil efil esmek * yazı n rüzgâr yavaşyavaş , serin serin esmek. efil efil etmek * rüzgârda dalgalanmak. efkâr

* Eski düş ünceler, fikirler. * Tasa, kaygı . * Kamuoyu, efkarı umumiye. efkâr basmak * tasalanmak, kaygı lanmak. efkâr dağ ı tmak * sı kı ntı yıgidermek, üzüntüden uzaklaş mak. efkâr etmek * efkârlanmak. efkârı umumiye * Kamuoyu. efkârlanı ş * Efkârlanmak iş i veya biçimi. efkârlanma * Efkârlanmak iş i. efkârlanmak * Tasalanmak, kaygı lanmak, üzülmek. efkârlı eflâk

* Tasalanmı ş , tasalı , kaygı lı . * Gökler.

eflâke ser çekmek * çok yüksek olmak. eflâtun * Açı k mor renk. * Bu renkte olan. eflâtunî * Eflâtun renginde olan. * Plâtonik. efor * Zihince ve bedence ortaya konan çaba, emek. efradı nı cami, ağyarı nımani * ne eksik ne fazla; eksiği artı ğıolmayan. efrat

efriz efsane

* Bireyler, fertler. * Erler, erat. * Bkz. friz. * Eski çağlardan beri söylenegelen, olağ anüstü varlı kları , olaylarıkonu edinen hayalî hikâye, söylence. * Gerçeğe dayanmayan, ası lsı z söz, hikâye vb.

efsaneleş me * Efsaneleş mek iş i.

efsaneleş mek * Efsane durumuna gelmek. efsaneleş tirilme * Efsaneleş tirilmek iş i. efsaneleş tirilmek * Efsane niteliğ i kazandı rı lmak. efsaneleş tirme * Efsaneleş tirmek iş i. efsaneleş tirmek * Efsane durumuna getirmek. efsaneli

* Efsanesi olan.

efsanevî * Efsanelerde geçen, kendisi için efsaneler düzülen veya efsaneyi andı rı r nitelikte olan (kimse, hayvan, yer). efsun efsunkâr

* Büyü, sihir. * Büyülü, sihirli.

efsunlama * Efsunlamak iş i. efsunlamak * Büyülemek, büyü yapmak. eften püften * Baş tan savma yapı lmı ş , dayanı ksı z, derme çatma, çürük, değ ersiz (ş ey). ege Egeli

* Bir çocuğu koruyan, iş lerine bakan ve her türlü davranı ş ı nda sorumlu kimse, veli, iye. * Türkiye'nin batı sı ndan, Ege bölgesinden olan (kimse).

egemen * Yönetimini hiçbir kı sı tlama veya denetime bağlıolmaksı zı n sürdüren, bağı mlıolmayan, hükümran, hâkim. * Sözünü geçiren, üstünlük kazanan. egemenlik * Egemen olma durumu. * Milletin ve onun tüzel kiş iliği olan devletin yetkilerinin hepsi, hükümranlı k, hâkimiyet. eglog * Kı sa kı r manzumesi, çoban türküsü. ego egoist egoistlik

* Ben. * Bencil, hodbin. * Bencil olma durumu.

egoizm

* Bencillik, hodbinlik.

egosantrik * Egosantrizm yanlı sı . egosantrizm * Dünyada bireyin benliğ ini merkez sayan felsefe görüş ü, beniçincilik. egotizm

* Benlikçilik.

egzama

* Birdenbire ortaya çı karak geliş en kı zartı , kaş ı nma, sulanma, kabuk bağ lama gibi doku bozuklukları yla belirginleş en bir deri hastalı ğ ı , mayası l. egzamalı * Egzamasıolan. egzamamsı * Egzamayıandı ran. egzersiz * Alı ş tı rma. *İ dman. egzersiz yapmak * alı ş tı rma yapmak. egzistansiyalist * Varoluş çu. egzistansiyalizm * Varoluş çuluk. egzogami * Dı şevlilik. egzomorfizm * Dı şbaş kalaş ı m. egzotik

* Uzak, yabancıülkelerle ilgili, bu ülkelerden getirilmiş , yabancı l.

egzotik çorba * Ana malzemesi; deniz kı rlangı cı , kaplumbağ a vb. deniz ürünleri olan bir çorba türü. egzotizm

* Bir eserde uzak, yabancıülkelerle ilgili olayları , kiş ileri, yöresel görüş leri yansı tma, yabancı llı k.

egzoz *İ çten yanmalımotorlarda yanan akaryakı t gazıve bu gazı n boş altı lması . * Bu gazı n atı lması nısağlayan düzen. * Susturucu. egzoz gazı * Egzozdan atı lan gaz. egzozcu *İ çten yanmalımotorlarda egzoz düzenini yapan veya onaran usta. eğ diriş

* Eğ dirmek iş i veya biçimi. eğ dirme * Eğ dirmek iş i. eğ dirmek * Eğ ik duruma getirmek. eğ e

* Göğüs kafesini oluş turan, arkadan omurgaya, önden de göğüs kemiğ ine eklenen uzun, yassıve eğri kemiklerden her biri, kaburga. eğ e araç. eğ eleme

* Madenleri, tahtayıvb. yi yontmak, düzeltmek, perdahlamak için kullanı lan, üzeri pürtüklü, sert, ensiz, çelik

* Eğ elemek iş i.

eğ elemek * Eğ e ile düzleş tirmek, aş ı ndı rmak. -eğ en * Bkz. -ağan / -eğen. eğ er eğ iç eğ ik

* Şart anlamı nı güçlendirmek için ş artlıcümlelerin baş ı na getirilir, ş ayet. * Yemişkoparı rken dallarıçekmeye veya kovandan bal almaya yarayan araç. * Yatay bir çizgi veya düzlemle açıoluş turacak biçimde olan, mail, meyil, ş ev. * Bükülmüş . * Dik veya paralel olmayan doğru.

eğ ik biçme * Ekseni tabanı na dikey olmayan biçme. eğ ik çizgi

* Düz olmayan çizgi.

eğ ik düzlem * Bir cismi yükseğ e çı karmak için gerekli gücü ayarlamada kullanı lan eğ ik, düz yüzey. eğ ik silindir * Ekseni tabanı na dikey olmayan silindir. eğ iklik

* Eğ ik olma durumu, eğim, yamukluk, meyil. * Bir düzlem üzerinde hareket eden bir gök cismine iliş kin yörünge düzleminin, tutuluma bakı şdoğrultusuna dik düzleme veya belirtilmişherhangi bir düzleme göre yaptı ğ ıaçı . eğ ilim

eğ ilimli eğ iliş

* Bir ş eyi sevmeye, istemeye veya yapmaya içten yönelme, meyil, temayül. * Para piyasaları nda zamanla oluş an değ iş im, alı m satı m iş lemleriyle ilgili inişçı kı şseyri. * Eğ ilimi olan, istekli, meyyal, mail. * Eğ ilmek iş i veya biçimi.

eğ ilme

* Eğ ilmek iş i. * Bir doğ runun, bir baş ka doğ ruya (veya düzleme) göre eğik olması . * Yerin manyetik alanı nda bulunan serbest mı knatı slıbir iğnenin doğ rultusu ile yatay düzlem arası ndaki açı .

eğ ilmek * Belirli bir yönle açı oluş turacak bir durum almak, bir yöne doğru çarpı lmak. * (insan) Bir iş i yapmak için belini eğ mek. * Baş kası nı n baskı sı nıveya egemenliğ ini benimsemek, kabul etmek. * (bir iş i) Önemseyip ele almak. eğ im

eğ imli

* Eğ ilmişolma durumu. * Bir yüzeyin yatay düzleme doğru eğ ilmesi, eğiklik, meyil. * Eğ imi olan. * Bir ş eyi yapmaya içten yönelmiş , meyyal.

eğ imölçer * Bir yüzey, düzlem, yol veya cihazı n yatay düzleme oranla eğimini ölçen araç, klinometre. eğ imsiz

* Eğ imi olmayan.

eğ in * Arka, sı rt. * Beden, vücut. * Boy bos, endam. eğ inik

eğ inme

* Eğ ilmişolan, mail. * Bir ş eyi sevmiş , istemişveya yapmaya içten yönelmişolan. * Eğ inmek durumu.

eğ inmek * Bir ş eyi sevmeye, istemeye veya yapmaya içten yönelmek, meyletmek. eğ inti eğ ir

* Eğ elenen bir ş eyden dökülen ince toz. * Arı ları n çı kardı ğıbir tür salgı .

eğ ir kökü * Dere ve durgun su kenarları nda yetiş en, 50-125 cm yüksekliğinde, çok yı llı k ve otsu bir bitki (Acorus calamus). eğ ir mumu * Kı ş ı n arı ları n kovan deliklerine sı vadı klarımadde. eğ irme * Eğ irmek iş i. eğ irmek eğ irmen

* Yün, pamuk gibi ş eyleri iğile büküp iplik durumuna getirmek. *İ plik eğ irmeye yarar araç, kirmen.

eğ irtme eğ irtmek eğ iş

* Eğ irtmek iş i. * Eğ irmek iş i yaptı rmak. * Eğ mek iş i veya biçimi.

eğ itbilim * Bkz. eğitim bilimi. eğ itici

eğ iticilik eğ itilme eğ itilmek

* Eğ itimi sağlayan, eğitmeye elveriş li veya eğiten değ erleri bulunan. * Genellikle çocuk eğ itimi ile uğraş an kimse, mürebbi. * Eğ itici olma durumu veya eğ iticinin iş i. * Eğ itilmek iş i. * Eğ itmek iş ine konu olmak.

eğ itim * Belli bir bilim dalıveya sanat kolunda yetiş tirme, geliş tirme ve eğ itme iş i. * Çocukları n ve gençlerin toplum yaş ayı ş ı nda yerlerini almalarıiçin gerekli bilgi, beceri ve anlayı ş larıelde etmelerine, kiş iliklerini geliş tirmelerine yardı m etme, terbiye. * Eğ itim bilimi. eğ itim bilimi * Öğretim ve eğitimi kurallara bağlayan bilim kolu, pedagoji. * Öğretmenlik sanatı , uygulamasıveya mesleği için gerekli bilgi ve becerileri kazandı ran bilim dalı , pedagoji. eğ itim dönemi * Herhangi bir konuda bilgi ve becerileri geliş tirmek için ayrı lan süre. eğ itim enstitüsü * Orta dereceli okullara öğ retmen yetiş tirmek için kurulmuşyüksek okul. eğ itim fakültesi *İ lk ve orta öğ retim okulları na öğ retmen yetiş tirmek için kurulmuşdört yı llı k yüksek öğ renim kurumu. eğ itim programı * Eğ itimi düzenleyen ve yönlendiren sistem. eğ itimci

* Eğ itim iş iyle uğ raş an (kimse), terbiyeci, pedagog.

eğ itimcilik * Eğ itimci olma durumu eğ itme iş i veya eğitimcinin görevi. eğ itimli * Eğ itim görmüş , eğitilmiş . eğ itimsel eğ itimsiz

* Eğ itimle ilgili, terbiyevî. * Eğ itim görmemiş , eğ itilmemiş .

eğ itme

* Eğ itmek iş i, terbiye etme.

eğ itmek

* Birinin akla uygun, fiziksel ve moral geliş mesi üzerine etki yaparak çeş itli davranı şyatkı nlı kları , bilgi ve görgü aş ı layarak, önceden tespit edilmişamaçlara göre onun belirli bir yönde geliş mesini sağ lamak, terbiye etmek. * (hayvan için) İ stenilen davranı ş larıyapabilecek biçimde yetiş tirmek. eğ itmen

* Eğ itim iş iyle uğ raş an kimse. * Kurs görerek köyde öğ retmenlik yapan kimse, köy öğ retmeni.

eğ itmenlik * Eğ itmenin iş i. eğ itsel eğ itsellik

* Eğ itimle ilgili, terbiyevî. * Eğ itsel olma durumu.

eğ lek * Sürünün yazı n öğle sı cağ ı nda dinlendiğ i gölgelik. * Yolcuları n geceyi geçirdikleri yer, han, konak. eğ leme * Eğ lemek iş i. eğ lemek

eğ lence

* Oyalamak, durdurmak. * Avutmak. * Eğ lenmek iş i. * Neş eli ve hoş ça vakit geçirten ş ey. * Neş eli ve hoş ça vakit geçirilen toplantı .

eğ lenceli * Eğ lendiren, hoş a giden. eğ lencelik * Oyalanmak için yenilen ş ekerleme, kavrulmuşbadem, fı stı k kabak çekirdeği gibi ş eyler. eğ lencesiz * Eğ lencesi olmayan. eğ lendiri

* Gülmece, mizah.

eğ lendirici * Eğ lendirme niteliğ i olan, eğ lendiren. eğ lendiriş * Eğ lendirmek iş i veya biçimi. eğ lendirme * Eğ lendirmek iş i. eğ lendirmek * Eğ lenmesini sağlamak, eğ lenmesine yol açmak.

eğ lenilme * Eğ lenilmek iş i. eğ lenilmek * Eğ lenmek iş i yapı lmak. eğ leniş * Eğ lenmek iş i. eğ lenme

* Eğ lenmek iş i. * Neş eli, hoş ça vakit geçirme. * Alay etme. * Oyalanma.

eğ lenmek * Neş eli, hoş ça vakit geçirmek. * Bir kimsenin herhangi bir kusuru veya zayı f noktasıile alay etmek. * Bir yerde durmak, beklemek, tevakkuf etmek. * Oyalanmak. eğ lenti eğ leş me eğ leş mek

eğ me

* Neş eli ve hoş ça vakit geçirilen toplantı . * Eğ leş mek, oyalanmak iş i, tevakkuf. * Oyalanmak, eğlenmek, tevakkuf etmek. * Bir yerde oturmak, yaş amak, ikamet etmek. * Eğ mek iş i.

eğ meç * Kavis. eğ meçli eğ mek

Eğ mür eğ relti

* Eğ meci olan, kavisli, mukavves. * Düz olan bir ş eyi eğ ik duruma getirmek. * Sert bir cismi bükmek. * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. * Eğ relti otu.

eğ relti otu * Eğ relti otugillerden, kumlu yerlerde yetiş en, 150 cm kadar yükselebilen, tı pta bağı rsak kurtları nıdüş ürmek için kullanı lan çok yı llı k ve otsu bir bitki (Driopteris filix-mas). eğ relti otugiller * Damarlı çiçeksizlerden, örneği eğ relti otu olan bir bitki topluluğ u. eğ reti

* Belirli bir süre sonra kaldı rı lacak olan, geçici, iğ reti, muvakkat. * Takma. *İ yi yerleş memiş , yerini bulmamı ş , belli belirsiz. * Uyumsuz, yakı ş mamı ş .

* Üstünkörü, ciddiye almadan. eğ reti almak * ödünç almak. eğ reti ata binen tez iner * ödünç alı nmı şaraçlarla giriş ilen iş ler çok kez yürütülemez. eğ reti kuyruk tez kopar * temeli olmayan iş lere güvenilmez. eğ reti oturmak * bir yerde çok kı sa süre oturmak, iliş mek. eğ reti vermek * ödünç vermek. eğ retileme *İ stiare, iğretileme. eğ retilik

* Eğ reti olma durumu, iğritilik.

eğ retiye almak * bir yapı nı n alt bölümünü onarmak için üstünü destekler üzerinde durdurmak. eğ rez * Eğ irdir Gölünde yaş ayan bir balı k. eğ ri

* Doğru, düz olmayan, bir noktası nda yön değiş tiren, çarpı k, iğ ri. * Yay gibi kavislenmiş , eğ meçli, mukavves. * Yatay veya düş ey olmayan, bütünüyle bir yana eğilmişbulunan, eğ ik, mail. * Yanlı ş . * Bir olayı nş iddetindeki azalı şve çoğalı ş ları gösteren çizgi. * Doğru olmayan (çizgi, yüzey), münhani.

eğ ri bakmak (veya eğ ri gözle bakmak) * kötü düş ünce ile bakmak. eğ ri büğrü * Yer yer eğrilmişve bükülmüşolan, çarpı k çurpuk. eğ ri çehre * Ası k yüz. eğ ri gemi doğru sefer * kullanı lan araç yetersiz ama yapı lan işisteğ e uygun. eğ ri oturup doğ ru konuş alı m * birisine karş ıtutumumuz ne olursa olsun doğruyu söylemeliyiz. eğ ri söz eğ ri yüz

* Kötüleme sözü. * Aksi, sert (surat).

eğ rice * Az eğri olan. eğ rice

* Sı ğ ı r sineği, büvelek. eğ rice * Butları n topak etlerinden yapı lan pastı rma. eğ rili eğ rilik eğ riliş

* Eğ risi olan. * Eğ ri olma durumu. * Eğ rilmek iş i veya biçimi.

eğ rilme * Eğ rilmek iş i. eğ rilmek eğ riltme

* Eğ ri duruma gelmek, iğrilmek. * Eğ riltmek iş i.

eğ riltmek * Eğ ri duruma getirmek. eğ rim * Burgaç. * Eğ ri, dalgalı . eğ rim eğ rim * Eğ ri eğ ri, dalga dalga, eğ riler çizerek. eğ risi doğrusuna gelmek * olmayacak gibi görünen bir iş , bir giriş im, rastlantısonucu olumlu bitmek. eğ ritme eğ ritmek

* Eğ ritmek iş i. * Eğ riltmek, iğ ritmek.

eğ riye eğ ri doğruya doğ ru * gerçek neyse aynen belirtilmelidir. eğ si eh

ehem

* Ucu yanmı şodun, köseğ i. * Olur, peki veya fena değil anlamı nda kullanı lı r. * Bezginlik anlatı r. * Çok önemli.

ehemmiyet * Önem. ehemmiyet vermek * önem vermek. ehemmiyetli

* Önemli, mühim. ehemmiyetsiz * Önemsiz. ehil

* Topluluk, cemaat. * Bir iş te yetkili olan, bir iş i yapan, yeterli, erbap. * Karıkocadan her biri, eş . * Sahip.

ehil olmak * ustalaş mak, uzman olmak. ehlî * Evcil. ehlibeyt ehlidil ehlihibre

* Hz. Muhammed'in kı zı , damadıve torunları ndan oluş an ailesine verilen ad. * Gönül eri, kalender, rint. * Bilirkiş i.

ehlikeyf * Rahatı na düş kün, keyif sahibi. ehlîleş me

* Evcilleş me.

ehlîleş mek * Evcilleş mek. ehlîleş tirilme * Evcilleş tirilme. ehlîleş tirilmek * Evcilleş tirilmek. ehlîleş tirme * Evcilleş tirme. ehlîleş tirmek * Evcilleş tirmek. ehlisalip

* Haçlı lar.

ehlisünnet * Hz. Muhammed'in sünnetini yerine getirenler. ehlivukuf * Bilirkiş i. ehliyet

ehliyetli

* Üstat, uzluk. * Sürücü belgesi. * Yeterlikli, yeterli, kifayetli.

* Ehliyeti olan. ehliyetname * Ehliyet, yeterlik belgesi, sürücü belgesi. ehliyetsiz

* Yetersiz. * Ehliyeti olmayan.

ehliyetsizlik * Ehliyetsiz olma durumu, yetersizlik. ehlizevk ehram

ehven

* Güzel veya çirkin hükmünü verdiren duyguya sahip, zevki olan (kimse). * Mı sı r firavunları nı n piramit biçimindeki mezarları na verilen ad. * Piramit. * Daha az kötü, yeğ, zararsı z. * Bkz. ucuz.

ehven kurtulmak * ucuz kurtulmak. ehveniş er * Birkaç kötüden en az kötü olanı , kötünün iyisi. ehveniyet * Ehven olma durumu. einstenyum * Atom sayı sı99 olan, uranyumun sürekli ı sı nması yla veya termonükleer tepkimeler sı rası nda oluş an yapay element. Kı saltmasıE. ejder

* Türlü biçimlerde tasarlanan korkunç bir masal canavarı , ejderha, dragon. * Büyük yı lan.

ejder (ejderha) gibi * iri yapı lıve korkunç görünüş lü. ejderha

* Bkz. ejder.

ejektör * Fı ş kı rtı cı . ek

-ek

* Bir ş eyin eksiğini tamamlamak için ona katı lan parça. * Bir gazete veya derginin günlük yayı mı ndan ayrıve ücretsiz olarak verdiğ i parça, ilâve. * Sonradan katı lan, dikilen, yapı ş tı rı lan parçanı n belli olan yeri. *İ ki borunun birbirine birleş tirildiği yer. * Eklenmiş , katı lmı ş . * Kelime türetmek veya kelimenin görevini belirtmek için kullanı lan ş ekil verici ses veya sesler, lâhika. * Bkz. -ak / -ek.

ek bent olmak *ş aş ı rı p ne diyeceğini bilememek.

ek bileziğ i *İ ki boruyu birbirine eklemekte kullanı lan bağlantıparçası , manş on. ek bütçe ek ders

* Yı llı k bütçeye sonradan eklenen bütçe. * Haftalı k mecburî ders yükünün dı ş ı nda kalan ders.

ek eylem * Ek fiil. ek fiil

*İ sim, sı fat, zamir gibi isim soyundan kelimelerin yüklem görevinde kullanı lması nısağlayan yardı mcıfiil. Bu fiilin genişzamanı ,ş ahı s ekleriyle çekilir: çalı ş kan-ı m, çalı ş kan-sı n, çalı ş kan(-dı r) çalı ş kan-ı z, çalı ş kanlar(lar-dı r). Bu fiilin belirli, belirsiz geçmişzamanları yla ş artı nı n çekiminde ek fiil gerektiğinde kullanı labilir: güzeldi ( -di ekiyle kurulur. hikâye etmek * ayrı ntı ları yla anlatmak, söylemek. hikâyeci

* Hikâye yazan, öykücü.

hikâyecilik * Hikâye yazma veya anlatma sanatı , öykücülük. hikâyeleme * Anlatma, tahkiye. hikâyelemek * Anlatmak. hikâyeleş tirme * Hikâyeleş tirmek iş i. hikâyeleş tirmek * Hikâye durumuna getirmek. hikem hikemî hikmet

* Hikmetler. * Felsefe ile ilgili; felsefî söz veya düş ünce. * Bilgelik. * Felsefe.

* Sebep, gizli sebep. * Tanrı 'nı n insanlarca anlaş ı lamayan amacı . * Özlü söz, vecize. * Fizik. hikmetinden sual olunmaz * sonucunun sebebi sorulmaz, araş tı rı lmaz; Tanrı 'nı n yaratı cıgücü karş ı sı nda sebep aranmaz. hikmetli hilâf

* Bilgece. * Aykı rı , karş ı t, ters. * Yalan.

hilâf olması n * yanı lmı yorsam. hilâf yok * yalan değ il, yalan yok. hilâfet hilâfetçi

* Halifelik. * Halifeliğ in sürdürülmesinden yana olan kimse.

hilâfetçilik * Hilâfetçi olma durumu. hilâfı hakikat * Gerçek dı ş ı . hilâfsı z

* Yalansı z, inanı lmaz ama gerçek.

hilâl

* Ayça, yeni ay. * Çocukları n okuma öğrenmeye baş ladı kları nda satı r ve sözleri ş aş ı rmamak için söz üzerinde gezdirdikleri ucu sivri, uzunca bir gösterme aracı . hilâl gibi hilâlî

* ince ve düzgün (kaş ). * Hilâl biçiminde.

hilâllemek * Hilâl durumuna getirmek. hil'at kaftan.

* Padiş ahları n, gönül almak, ödüllendirmek için birine giydirdikleri değerli kumaşveya kürkten yapı lmı ş

hile * Birini aldatmak, yanı ltmak için yapı lan düzen, dolap, oyun, desise, entrika. * Çı kar sağlamak için bir ş eye değ ersiz bir ş ey katma. hile hurda bilmez * kimseyi aldatmaz, doğru. hile yapmak

* aldatmak. * çı kar sağlamak amacı yla bir ş eyin saflı ğ ı nıbozmak, değersiz bir ş ey karı ş tı rmak. hilebaz

* Hileci.

hileci * Hile yapan, hile karı ş tı ran, hilebaz, hilekâr. hilecilik

* Hileci olma durumu, hilekârlı k.

hileiş eriye * Çözümü güç bir hukukî sorunu hukuk kuralları nızedelemeden halletme. hilekâr

* Hileci.

hilekârlı k * Hilecilik, dolandı rı cı lı k. hileli

* Hilesi olan, içine hile karı ş mı ş , hile ile yapı lmı ş .

hileli iflâs * Alacaklı larızarara sokmak amacı yla hileli iş lemler yaparak gerçekleş tirilen iflâs yolu. hilesi, hurdasıyok * yalanı , dolanı yok. hilesiz * Hile yapmayan, düzen bilmeyen. * Hilesi olmayan, içine hile karı ş mamı ş . hilkat * Yaradı lı ş , fı trat. hilkaten

* Yaradı lı ş tan.

hilozoizm * Canlıözdekçilik. hilye

* Hz. Muhammed'in ş ekil ve ş emaili yazı lı levha.

himaye * Koruma, gözetme, esirgeme, koruyuculuk. * Kayı rma, elinden tutma. himaye etmek * korumak, kayı rmak, gözetmek. himaye görmek * (biri tarafı ndan) korunmak, kayrı lmak, gözetilmek. himayeci

* Korumacı .

himayecilik * Korumacı lı k.

himayesine almak * koruyucusu olmak, korumak. himayesiz * Koruması z. himen * Kı zlı k zarı . himmet

* Yardı m, kayı rma. * Çalı ş ma, emek, gayret. * Lütuf.

himmet etmek * yardı m etmek, emek vermek. himmetin var olsun * teş ekkür için söylenir. hin

* Kurnaz, cin fikirli (kimse). * Zaman, zamane.

hindi

* Tavukgillerden, XV. yüzyı lda evcilleş tirilerek Amerika'dan bütün dünyaya yayı lan kümes hayvanları nı n en büyüğü (Meleagris gallopavo). * Aptal, ş aş kı n. hindi gibi kabarmak * gururlanmak, kurumlanmak, büyüklük taslamak. hindiba endivia). hindici

* Birleş ikgillerden, yapraklarıhaş lanarak salata gibi yenebilen birkaç yı llı k otsu bir bitki, güneğ ik (Cichorium

* Hindi yetiş tiren ve satan kimse.

hindigiller * AnavatanıAmerika olan tavuksu kuş lar takı mı . Hindistan cevizi * Palmiyegillerden, tropikal bölgelerde yetiş en bir ağ aç (Cocos nucifera). * Bu ağacı n portakaldan büyük, çok sert kabuklu yemiş i. Hindolog * Hindoloji bilgini. Hindoloji * Hint dilini ve kültürünü konu alan bilim. Hindu

* Hindistan'ı n resmî dili. * Hindistan'ı n Mecusî halkı ndan olan kimse.

Hinduizm * Tarihsel olarak daha sonra ortaya çı kan, niteliğ i bakı mı ndan Brahmanizmden daha katıolan bir din. hinleş me

* Hinleş mek durumu.

hinleş mek * Hin olmak, kurnaz olmak. hinlik

* Hin, kurnaz olma durumu, kurnazlı k.

hinoğ lu * Kurnaz. hinoğ luhin * Çok kurnaz, her devrin ş artları na uyabilen kimse. Hint armudu * Mersingillerden, sı cak bölgelerde yetiş en, meyvesi yenen, tahtası sert bir ağaç (Psidium). Hint bademi * Kakao. Hint baklası * Hint yağı ağacı , kene otu. Hint bezelyesi * Baklagillerden, sı cak ülkelerde yetiş en, tohumlarıfasulyeye benzeyen bir bitki. hint biberi * Kı rmı zı biber. Hint çiçeği * Hindistana özgü bir tür çiçek. Hint darı sı * Buğdaygillerden, doğu ülkelerinde ekilen, taneleri yenilen, darı ya benzeyen bir bitki (Sorghum vulgare). Hint domuzu * Büyük Okyanus adaları nda yaş ayan, köpek diş leri boynuz gibi yukarıdoğru kı vrı k, iri yapı lıbir domuz türü (Porcus babyrussa). * Kobay. Hint fı stı ğ ı * Kürkas. Hint fulü

* Beyaz renkli bir nilüfer türü, Mı sı r fulü (Nelubrium).

Hint gergedanı * Hindistan'da bulunan bir gergedan türü. Hint güreş i * Karş ı t yönde yan yana ve sı rt üstü yatan bir çiftin, iç yandaki bacakları nıkenetleyerek birbirlerini çevirme çabası . Hint hı yarı * Hı yarş embe. Hint horozu *İ spenç horozu. Hint hurması * Palmiyegillerden, taze filizleri Hindistan'da sebze gibi yenen, meyvesinden reçel yapı lan çok sert bir ağ aç (Borrassus). Hint inciri

* Frenk inciri. Hint ipeği * Hindistan'da üretilen çok kı ymetli bir tür ipek. Hint irmiği * Sagu. Hint kamı ş ı * Bambu. Hint keneviri * Yaprakları ndan esrar elde edilen bir tür kenevir (Cannabis sativa). Hint kertenkelesi *İ guana. Hint kestanesi * At kestanesi. Hint kirazı * Sumak familyası ndan, sı cak ülkelerde yetiş en, zeytin büyüklüğünde yenilir bir meyvesi olan büyük bir ağ aç, mango (Mangifera domestica). Hint kobrası * Gözlüklü yı lan. Hint kumaş ı * Hindistan'da dokunan ve batı ülkelerinde ender bulunan ipekli bir kumaştürü. Hint mandası * Çift parmaklı lardan, uzunluğu 2 m, yüksekliğ i 1-80 civarı nda, ehlileş tirilip çekim iş lerinde kullanı lan bir tür memeli. Hint pamuğu * Hindistan'a özgü bir pamuk türü. Hint pirinci * Buğdaygillerden, Hindistan ve Etiyopya'da yetiş tirilen, taneleri pirinç yerine kullanı lan bir bitki. Hint safranı * Zerdeçal. Hint sarı sı * Mango yapraklarıile beslenmişineklerin sidiğ inden elde edilen, kehribar sarı sı na yakı n, özellikle yağlıboya resimde kullanı lan bir boya. Hint tavuğu * Brahma ı rkı ndan gelen bir tür tavuk. Hint yağ ı * Kene otunun tohumları ndan çı karı lan, hekimlikte ve sanayide kullanı lan bir yağ . Hint yağ ıağacı *İ ki çeneklilerden, tropik bölgelerde, 8-10 m. yüksekliğ e ulaş abilen, çok yı llı k, tohumlarızehirli yağelde edilen bir bitki (Ricinus communa). Hint-Avrupa * Hint-Avrupa dil ailesinde yer alan diller. * Bu dilleri konuş an halk. Hintçe

* Hint dili. hinterlant * Bkz. iç bölge, art bölge. Hintli hiper hiperbol

* Hindistan halkı ndan veya bu halkı n soyundan olan (kimse). * Çok, aş ı rı , yüksek" anlamı nda kullanı lan ön ek. * Bir düzlemin odak denilen durağan iki noktaya uzaklı kları değ iş meyen noktaları n geometrik yeri olan eğ ri.

hiperbolik * Hiperbol biçiminde olan, hiperbol ile ilgili. hiperboloidal * Hiperboloit biçiminde olan. hiperboloit * Hiperbole benzeyen. * Hiperbolün iki ekseninden biri çevresinde döndürülmesiyle ortaya çı kan yüzey. hipermarket * Her türlü malı n satı ldı ğıgeniş , büyük satı şmerkezi. hipermetrop * Cisimlerin görüntüleri ağtabakanı n gerisinde kaldı ğ ıiçin, yakı nıiyi göremeyen (göz). * Gözleri böyle olan (kimse). hipertansiyon * Normalden yüksek olan atardamar bası ncı . hipnotizma *İ pnotizma. hipnoz

* Uyku, ipnos.

hipoderm * Alt deri. hipodrom * Yunan ve Roma'da at ve araba yarı ş ları nı n yapı ldı ğı yer. * At yarı ş larıyapı lan alan, koş u alanı . hipoglisemi * Aş ı rıhâlsizliğe, aş ı rıterlemeye, hafif baygı nlı ğ a yol açan, kanda normalden daha az ş eker bulunması hastalı ğ ı . hipopotam * Su aygı rı . hipopotamgiller * Su aygı rı giller. hipostaz

* Bazıfelsefe ve din kuramları nı n dayandı ğ ıtemellerden her biri, uknum.

hipotansiyon * Normalden düş ük olan atardamar bası ncı .

hipotenüs * Bir dik üçgende, dik açı nı n karş ı sı nda bulunan kenar. hipotetik hipotez

* Varsayı ma dayanan, varsayı mlı , farazî. *İ potez, varsayı m, faraziye.

hippi * Toplumsal düzene ve tüketime karş ıçı kan, derbederce yaş ayan, örgütlenmemişgençler topluluğ u. hippilik hirfet his

* Hippi olma durumu. * Kunduracı lı k, duvarcı lı k, demircilik, marangozculuk, dokumacı lı k vb. küçük el sanatları na verilen ad. * Duygu. * Duyu. * Sezgi, sezme.

hisar

* Bir ş ehrin veya önemli bir yerin korunmasıiçin taş tan yapı lmı şyüksek duvarlı ve kuleli, çevresinde hendekler bulunan küçük kale, kermen, germen. hisar

* Klâsik Türk müziğ inde bir birleş ik makam. * Klâsik Türk müziğ inde rediyez notası .

hisarbuselik * Klâsik Türk müziğ inde bir birleş ik makam. hisleniş

* Hislenmek iş i veya biçimi.

hislenme * Hislenmek iş i. hislenmek * Duygulanmak. hislerine kapı lmak * duygusal davranmak. hisli

* Duygulu, içli.

hisse * Pay. * Bir olaydan çı karı lan ders. hisse almak * zarara uğ ramak. hisse çı karmak * kendisiyle ilgili bulmak, alı nmak. hisse kapmak * bir olaydan yararlıbir öğüt çı karmak.

hisse senedi * Ortaklı k sermayesinin belirli bir parçası nıdeğerlendiren belge, pay belgiti, aksiyon. * Anonim veya komandit ortaklı klarda, ortaklı k sermayesinin birbirine eş it bölümlere ayrı lmı şparçası ndan her birinin karş ı lı ğ ıolmak üzere, yasada gösterilen özelliklere uygun olarak düzenlenmişdeğ erli belge, pay belgiti, aksiyon. hissedar

* Hissesi olan, paydaş .

hissedilme * Hissedilmek iş i. hissedilmek * Hissetmek iş ine konu olmak. * Sezilmek. hisseiş ayia * Ortak mülkiyette ayrı lmamı şpay. hisseiş ayialı * Pay oranı na göre bölümlere ayrı lmamı şolan, bütünü birkaç kiş inin malıolan. hisseli

*İ çinde birkaç kiş inin payı olan, paydaş lı , paylı .

hisset * Cimrilik, pintilik. hissetme

* Hissetmek iş i.

hissetmek * Fiziksel bir uyarı yıduymak. * Bir ş eyden etkilenmek, duymak. * Sezmek, farkı na varmak, anlamak. hissettirme * Hissettirmek iş i. hissettirmek * Hissetmesine sebep olmak, duyurmak, sezdirmek. hissî

* Duygusal.

hissikablelvuku * Ön sezi. hissini vermek * gibi gelmek, ... izlenimini uyandı rmak. hissiselim * Sağduyu. hissiyat

* Duygular, seziş ler.

hissiz * Duygusuz. hissizlik

* Duygusuzluk. histerezis * Doğa olayları nı n geliş mesindeki gecikme. histeri histerik histoloji

* Bkz. isteri. * Bkz. isterik. * Doku bilimi.

hiş * "Hey, bana bak, sana söylüyorum" anlamı nda seslenme sözü. hiş t hit hitabe

* Hiş . * Liste baş ı . * Söylev.

hitaben * Sözü birine yönelterek, hitap yoluyla. hitabet hitam

* Etkili söz söyleme sanatı , söz sanatı . * Son, bitim.

hitam bulmak * sona ermek, bitmek. hitam vermek * bitirmek. hitan hitap

* Sünnet etme. * Sözü birine veya birilerine yöneltme, seslenme.

hitap etmek * seslenmek, ... -e karş ısöylemek, söz yöneltmek. Hitit * M. Ö. XX.-XII. yüzyı llar arası nda Anadolu'da, XII-VIII. yüzyı llar arası nda Hatay ve Kuzey Suriye'de devletler kurmuşolan eski bir ulus, Eti. Hititçe * Hitit (Eti) dili. Hititolog Hititoloji

* Hitit (Eti) dili, kültürü ve kalı ntı ları ile uğ raş an bilim adamı . * Hitit (Eti) dili ve eserlerini konu alan bilim dalı .

hiyerarş i * Makam sı rası , basamak, derece düzeni. hiyerarş ik * Hiyerarş iye özgü. hiyeroglif * Eski Mı sı rlı ları n kullandı ğ ı , bir resim ile bir kelimenin gösterildiğ i yazı , resim yazı . hiza * Doğru bir çizgi üzerinde bulunma durumu. hizalama

* Hizalamak iş i.

hizalamak * Hizaya gelmek, hizası nıbulmak. hizaya gelmek * düzgün sı ra olmak. * davranı ş ları nı düzeltmek yola gelmek. hizaya getirmek * birinin davranı ş ları nıdüzeltmek, yola getirmek. hizip * Bölük, kı sı m. * Bir topluluk, bir örgüt içinde inanç ve düş ünce bakı mı ndan ayrı lı k gösteren yan tutmaya yönelik küçük topluluk, klik. hizipçi

* Hizip oluş turan veya bir hizip içinde yer alan (kimse), klikçi.

hizipçilik * Örgütlenmişbir topluluğun içinde bütünlüğ ü bozacak biçimde yeni bir topluluk oluş turma. hizipleş me * Hizipleş mek iş i, klikleş me. hizipleş mek * Hiziplere ayrı lmak, klikleş mek. hizmet

* Birinin iş ini görme veya birine yarayan bir iş i yapma. * Görev, iş . * Bakı m, özen, ihtimam.

hizmet akdi *İ şsözleş mesi, işakdi. hizmet eri * Teğ men ve yukarı sıüst düzey subayları n hizmetinde bulunan er, emir eri. hizmet görmek (veya etmek) * işgörmek, çalı ş mak. hizmet içi eğ itim * Bkz. işbaş ı nda eğ itim. hizmetçi

* Hizmet gören kimse.

* Belli bir ücretle ev iş lerini yapmak için tutulan kadı n. hizmetçilik * Hizmetçinin yaptı ğıişveya hizmetçi olma durumu. hizmete girmek * çalı ş maya baş lamak. * görev almak. hizmeti dokunmak * görevde bulunmak, işyapmak. hizmetinde olmak * birinin yanı nda çalı ş mak, iş lerini yapmak. hizmetkâr * Ücretle işgören genellikle erkek iş çi, uş ak. hizmetkârlı k * Hizmetkârı n iş i, uş aklı k. hizmetli Ho hobi

* Kapı cı lı k, odacı lı k gibi iş lerde kullanı lan kimse, müstahdem. * Holmiyum'un kı saltması . * Düş kü, aş ı rıölçüde uğraş ıalanı .

hoca * Müslümanlı kta din görevlisi. * Öğretmen. * Medresede öğrenim gören sarı klı , cübbeli din adamı . * Akı l öğreten, öğ üt veren kimse. hocalı k

* Hoca olma durumu veya hocanı n yaptı ğıiş .

hocalı k etmek * öğretmenlik yapmak. * akı l öğretmek, öğ üt vermek. hodan

* Hodangillerden, çiçekleri hekimlikte kullanı lan ve kökü kavrularak yenilen, bir yı llı k ve otsu bir bitki, sı ğı rdili (Borago officinalis). hodangiller *İ ki çeneklilerden, üzeri sert dikenlerle kaplıotsu ve ağ açsıbitkiler familyası . hodbehot * Kendi kendine, kendi kafası yla, kendiliğ inden, kimseye danı ş madan. hodbin

* Bencil, egoist.

hodbinlik * Bencillik, egoizm. hodkâm

* Bencil, egoist.

hodkâmlı k * Bencillik, egoizm. hodpesent * Kendini beğ enmiş , bencil. hodri * "Kendine güvenen ortaya çı ksı n, iş te meydan" anlamı nda hodri meydan deyiminde geçer. hohlama

* Hohlamak iş i.

hohlamak * Ağzı nıyaklaş tı rı p soluğunu bir ş eyin üzerine hı zla vermek. hokey

* Bir ucu kı vrı k sopalarla çayı r veya buz üzerinde iki takı m arası nda oynanı lan top oyunu.

hokka * Metal, cam veya topraktan küçük kap. hokka gibi * ufak ve düzgün (ağı z). hokka gibi oturmak * (giysi için) vücuda iyice uymak. * her yandan açı kça görünmek. hokkabaz * El çabukluğ u ile birtakı mş aş ı rtı cıolaylar yapmayımeslek edinen kimse. * Baş kaları nıaldatarak yalan dolanla işgören. hokkabazlı k * Hokkabazı n yaptı ğıiş . * Yalan dolanla görülen iş . hol

* Sofa.

holding

* Birçok ortaklı ğı n pay senetlerini elinde bulundurarak onlarıdenetimi altı nda tutan sermaye yatı rı m ortaklı ğ ı , ana ortaklı k. holdingleş me * Holding durumuna gelme. holdingleş mek * Holding durumuna gelmek. holigan

* Özellikle futbolda aş ı rı fanatizmi besleyen ve çevreye zarar veren taraftar veya kimse, serseri, hayta.

holiganlı k * Holigan olma durumu veya holiganı n yaptı ğı iş . Hollândaca * Hollânda halkı nı n kullandı ğıdil. Hollândalı * Hollânda halkı ndan veya bu halkı n soyundan olan (kimse). holmiyum

* Atom numarası67, atom ağı rlı ğı 164,94, oksidi açı k sarırenkte, tuzları portakal sarı sırenginde olan, seyrek bulunan bir element. Kı saltmasıHo. holosen

* IV. çağ ı n en yeni dönemi.

holotüritler * Deniz hı yarları . homojen

* Bağ daş ı k, mütecanis. * Bütün terimleri aynıderecede olan (çok terimli).

homojenlik * Bağ daş ı k olma durumu. homolog

* Bir baş kası nı n tam olarak yerini tutan.

homolog kromozom * Biri anadan diğeri babadan gelen ve aynıgen çiftine sahip kromozom. homonim * Eşadlı , eşsesli. homoseksüel * Eşcinsel. homoseksüellik * Eşcinsellik. homoteti

* Merkez olarak alı nan bir noktaya göre birer noktası nı n geometrik yerleri karş ı lı klı olarak aynıolan iki nokta grubunun durumu. homotetik * Araları nda homoteti durumu bulunan. homur homur * Homurdanarak. homurdanı ş * Homurdanmak iş i veya biçimi. homurdanma * Homurdanmak iş i. homurdanmak * Öfke, kı zgı nlı k, can sı kı ntı sı yla anlaş ı lmaz sesler çı karmak. * (taş ı t, alet vb. için) Alı ş ı lmı ş ı n dı ş ı nda bozuk ses çı karmak. homurtu

* Homurdanma sesi. * Ayı nı n çı kardı ğ ıses.

homurtulu * Homurtusu olan. homurtusuz * Homurtusu olmayan. hona

* Erkek sı ğı r. Honduraslı * Honduras halkı ndan olan kimse. hop

hop hop

* Uyarma amacı yla kullanı lı r. * Birden ve hı zla yapı lan iş leri anlatı r. * Bir davranı ş ıengellemek veya uyarmak amacı yla söylenir.

hop oturup hop kalkmak * öfke, heyecan vb. duygular sebebiyle yerinde duramaz olmak. hoparlör

* Elektrik dalgaları nıses dalgası na çeviren ve gerektikçe sesi yükselten alet. * Radyo, pikap, teyp vb. araçlarda sesi iş itilebilecek duruma getiren alet.

hoparlörlü * Hoparlörü olan. hoparlörsüz * Hoparlörü olmayan. hoplama

* Hoplamak iş i.

hoplamak * Sevinçten, korkudan veya oyun için, bulunduğ u yerde havaya doğ ru fı rlamak. * Büyük bir istekle. hoplatı lma * Hoplatı lmak iş i. hoplatı lmak * Hoplatmak iş i yapı lmak. hoplatı ş * Hoplatmak iş i veya biçimi. hoplatma * Hoplatmak iş i. hoplatmak * Hoplaması nısağ lamak. * Çocuğ u koltukları ndan tutup hafifçe havaya fı rlatarak eğ lendirmek. hoplaya zı playa * Büyük bir sevinçle. hoplayı ş * Hoplamak iş i veya biçimi. hoppa * Yaş ı na uymayan hafiflikler yapan, deliş men, serbest, koket, ağı rbaş lıkarş ı tı . hoppaca

* Hoppaya yaraş ı r (biçimde), hoppa gibi.

hoppadak * Hemen.

hoppala

* Küçük çocuklar atlarken onlarıyüreklendirmek için söylenir. * Şaş ma ile birlikte kı nama anlatı r. * Bebeklerin içine konup zı playarak eğlenmelerini sağ layan yaylıaraç.

hoppala bebek * Çocukça davranı ş larıolan kimselere söylenir. hoppalı k * Hoppa olma durumu veya hoppaca davranı ş . hoppalı k etmek * hoppaca davranı ş larda bulunmak. hopurdatma * Höpürdetme. hopurdatmak * Höpürdetmek. hor

* Değersiz, önemi olmayan, aş ağ ı .

hor bakmak (veya görmek) * değ ersiz saymak, değ er vermemek. hor görmek * bir kimseye değersiz gözüyle bakmak. hor kullanmak * dikkat etmeyerek hoyratça kullanmak. hor tutmak * birine karş ıküçümseyici, incitici davranı ş larda bulunmak. hora

* Birçok kiş i tarafı ndan el ele tutuş arak oyun müziğ i eş liğinde oynanan bir halk oyunu.

hora geçmek * beğ enilmek, hoş a gitmek, makbule geçmek, kendisine verilen kimsenin çok iş ine yaramak. hora tepmek * hora oynamak. * ayakları nı vurarak gürültü etmek. horanta * Aile halkı . horasan horasanî

* Kiremit ve tuğla tozları nı n kireç ve su ile karı ş tı rı lması ndan elde edilen bir çeş it harç. * Üst bölümü sarı ktan taş acak biçimde yapı lmı şhoca kavuğu.

Horasanlı * Horasan halkı ndan olan kimse. horhor * Gür ve ses çı kararak akan su. horlama

* Horlamak iş i (I) (II). horlamak * Uyku sı rası nda soluk alı rken boğ az ve burundan gürültülü sesler çı karmak. horlamak * Birinin gönlünü incitircesine davranmak. horlanı ş * Horlanmak iş i veya biçimi. horlanma * Horlanmak iş i. horlanmak * Hor görülmek. horlayı ş * Horlamak iş i veya biçimi. hormon

*İ ç salgıbezlerinden kana geçen ve organları n iş lemesini düzenleyen adrenalin, insülin, tiroksin gibi uyarı cı maddelerin genel adı . * Hormon görevinde kullanı lan yapay madde. hornblent * Doğal alüminyum, kalsiyum, demir ve magnezyum silikatı ndan oluş muş , koyu yeş il veya kara renkte parlak bir amfibol türü. horon

* Karadeniz bölgesinde kemençe ile oynanan halk oyunu.

horon tepmek * horon oyununu oynamak. horoz

* Tavukgillerden, tavuğun erkeğ i olan kümes hayvanı . * Ateş li silâhlarda çakmak taş ı na veya merminin kapsülüne vurmaya yarayan metal parça. * Kapızembereğ inin mandalı . * Kabadayıerkek.

horoz ağ ı rlı k * Güreş , boks ve halterde 51-57 kg olarak tespit edilmişağı rlı k sı nı fı , horoz siklet. horoz akı llı * Akı lsı z. horoz dövüş ü * Özel olarak yetiş tirilmişiki horozun eğlence ve yarı ş ma amacı yla dövüş türülmesi. * Çömelik duruş ta karş ı lı klıiki kiş inin elleriyle itiş meleri. horoz evlenir, tavuk tellenir * yeri yokken baş kası nı n sevincine katı lanlar için söylenir. horoz fasulyesi * Bir tür fasulye. horoz gibi * kabadayı ca davranan erkekler için kullanı lı r. horoz ibiği * Horozun tepesinde bulunan etli kı rmı zıkı sı m.

* Bkz. horoz ibiği. * (renk) Koyu, pembe, kı rmı zı . horoz ibiği * Horoz ibiğ igillerden, kı rmı zıçiçekleri horoz ibiğini andı ran bir süs bitkisi (Amaranthus). horoz kafalı * Horoz akı llı . horoz karası * Bir çeş it üzüm. horoz mantarı * Yenilebilen bir cins mantar (Cantherellus cibarius). horoz ölür, gözü çöplükte kalı r * yaş anı lmı ş , alı ş ı lmı ş , eriş ilmişbir durum veya makam yitirildikten sonra, yine o durum veya makamda gözü kalan kimseler için söylenir. horoz siklet * Horoz ağı rlı k. horoz ş ekeri * Horoz biçiminde, çeş itli renklerde yapı lmı ş , ince tahta çubuğa takı lı p satı lan ş eker. horoz vakti * Sabahı n erken saati. horozayağı * Tüfekten boşkovanıçı karmaya yarayan burgu. horozbina * Horozbinagillerden, sı rt yüzgeci uzun ve geniş , küçük bir balı k (Blemnius). horozbinagiller * Örnek hayvanıhorozbina olan, kayalı k deniz kı yı ları nda yaş ayan kemikli balı klar familyası . horozcuk otu * Turpgillerden, eskiden kuduzun ilâcısanı lan, ı tı rlı bir dağbitkisi, yaban teresi (Lepidium campestre). horozdan kaçmak * (kadı n için) erkeklerden uzak durmak, onlardan kaçmak. horozgözü * Maydanozgillerden, beyaz veya pembe çiçekli bir bitki (Seseli tortuosum). horozibiğ igiller * Ispanaklar takı mı ndan, örneği horozibiği olan bitki familyası . horozlanı ş * Horozlanmak iş i veya biçimi. horozlanma * Horozlanmak iş i. horozlanmak * Kabadayıtavrıtakı nmak, çalı m satmak. horozlar ötmek * sabah olmak. horozlaş ma

* Horozlaş mak iş i. horozlaş mak * Kabadayı laş mak, kabadayıgibi davranmak. horozu çok olan köyde sabah geç olur * karı ş anı çok olan iş lerden güç sonuç alı nı r. horst hortlak

* Çöküntü hendeğinin yanı ndaki çı kı ntı lar. * Mezardan çı karak insanlarıkorkuttuğuna inanı lan yaratı k, hayalet.

hortlama * Hortlamak iş i. hortlamak * (yanlı şbir inanı ş a göre) Ölü mezardan çı kmak. * Herhangi bir sorun yeniden ortaya çı kmak. hortlatma * Hortlatmak iş i. hortlatmak * Hortlamak iş i yapı lmak. hortum

* Filde ve bazıböceklerde boru biçiminde uzamı şağı z veya burun bölümü. * Tulumba veya musluklara takı lan genellikle plâstikten uzun boru. * Hava veya suyun hı zla dönüp sütun biçiminde yükselmesiyle oluş an, alanıdar bir siklon çeş idi.

hortum gibi * çok uzun (burun). hortum sı kmak * (yangı na) su sı kmak. hortumlu * Hortumu olan. hortumlu böcekler * Eşkanatlı ları , yarı m kanatlı ları , tahta kuruları nıiçine alan, kan veya öz su emici birçok asalak türü bulunan böcekler topluluğu (Rhynchota). hortumlular * Pek çok türünün nesli tükenmişolan, günümüzde filleri içine alan memeli hayvanlar alt takı mı . horul horul * Horlama sesi çı kararak. horuldama * Horuldamak iş i. horuldamak * Horlamak (I). horuldayı ş * Horuldama biçimi. horultu

* Horuldama sesi.

hostes

hosteslik

hoş

* Taş ı tlarda ve özellikle uçaklarda yolcu ağ ı rlayan genç kadı n. * (bir toplulukta, kongrede vb. yerlerde) Katı lanlarıağı rlayan, onlara kı lavuzluk eden genç kadı n. * Hostes olma durumu. * Hostesin görevi. * Beğ enilen, duygularıokş ayan, zevk veren. * Bununla birlikte. * Beğ enilen, duygularıokş ayan bir biçimde.

hoşbulduk * "hoşgeldiniz" sözüne verilen karş ı lı k. hoşgeldiniz * gelene söylenen esenleme sözü. hoşgörmek (veya karş ı lamak) * gücenilecek veya karş ı lı k verilecek bir davranı ş ıhoş görü ile karş ı lamak, anlayı ş la karş ı lamak, kusur saymamak. hoştutmak * birine iyi ve sevecenlikle davranmak. hoş a gitmek * beğ enilmek, bir kiş iden veya bir ş eyden hoş lanmak. hoş af * Şeker ş urubunda, bütün veya dilimler durumunda kaynatı lmı şmeyve, komposto. hoş af gibi * çok yorgun. hoş afı n yağ ıkesilmek * söyleyecek söz, verecek karş ı lı k veya yapacak bir ş ey bulamayacak bir duruma düş mek. hoş afı na gitmek * hoş una gitmek. hoş aflı k * Hoş af yapmaya ayrı lmı şveya elveriş li. * Güçsüzlük, dermansı zlı k. hoş beş * Buluş anlar arası nda hatı r sormak amacı yla söylenen ilk sözler. hoş beşetmek * sohbet etmek. hoş ça

* Hoşbir biçimde olan. * Hoşolarak, iyice, güzelce.

hoş ça kal (veya kalı n) * ayrı lan kimsenin kalanlara söylediğ i bir iyi dilek sözü. hoş görü

* Her ş eyi anlayı ş la karş ı layarak olabildiğ i kadar hoşgörme durumu, müsamaha, tolerans. * Bir boksörün ağı rlı k sı nı fı ndaki ağ ı rlı ğı nı n kabul edilecek kadar azlı ğ ıveya çokluğ u.

hoş görücü * Hoş görülü, müsamahakâr, toleranslı . hoş görülü * Hoş görüsü olan, hoş görüyle davranan, müsamahalı , toleranslı . hoş görürlük * Hoş görü ile davranma durumu. hoş görüsüz * Hoş görüsü olmayan, hoş görü ile davranmayan, müsamahası z, toleranssı z. hoş görüsüzlük * Hoş görüsüz olma durumu, müsamahası zlı k, toleranssı zlı k. hoş hoş

* (çocuk dilinde) Köpek.

hoş kuran * Çiçekleri dallarıı spanak gibi piş irilen bir yı llı k otsu bir bitki, tilkikuyruğu (Amaranthus lividus). hoş lanı ş * Hoş lanmak iş i veya biçimi. hoş lanma * Hoş lanmak iş i. hoş lanmak * Hoş una gitmek, hoşbulmak, sevmek. hoş laş ma

* Hoş laş mak durumu.

hoş laş mak * Hoşduruma gelmek. *İ yilik hissetmek. * Birbirinden hoş lanmak. hoş laş tı rma * Hoş laş tı rmak iş i. hoş laş tı rmak * Hoş laş ması nı sağlamak. hoş luk

hoş nut

* Hoşolma durumu, letafet. * (bir sı fatı yla) Her zaman görülmeyen, iyiye yorulmaz durum. * Bir davranı ş , bir durum veya bir kimseden memnun olan, yakı nmasıolmayan.

hoş nut etmek * memnun etmek. hoş nut olmak * memnun olmak, yakı nmamak, ş ikâyetçi olmamak. hoş nutluk * Hoş nut olma durumu. hoş nutluk getirmek

* memnun olduğ unu göstermek. hoş nutsuz * Hoş nut olmayan. hoş nutsuzluk * Hoş nut olmama durumu. hoş nutsuzluk getirmek * memnuniyetsizlik göstermek. hoş sohbet * Güzel ve tatlıkonuş an (kimse). hoş t * Köpekleri ürkütüp kaçı rmak için çı karı lan ses. hoş t hoş t * Hoş t. hoş una gitmek * biri beğenmek. hoş ur

hot zot

* Değersiz, kaba, bayağı . * Şiş man, dolgun, güzel (kadı n). * "Sert ve kötü davranmak" anlamı nda hot zot etmek deyiminde geçer.

Hotanto * GüneybatıAfrika'da yaş ayan ilkel bir boy. hotoz

hotozlu hovarda

* Kadı nları n süs için saçları nı n üstüne taktı kları , çeş itli renk ve biçimde yapı lmı şküçük baş lı k. * Tavus kuş u, tavuk gibi kuş ları n baş ları nda bulunan tüyler. * Hotozu olan. * Zevki için para harcamaktan kaçı nmayan (kimse). * Çapkı n. * Uygunsuz kadı nı n paralıâş ı ğı .

hovardaca * Hovarda gibi, hovardaya yaraş ı r yolda, cömertçe, bol bol. hovardalaş ma * Hovardalaş mak iş i. hovardalaş mak * Hovarda gibi davranmaya baş lamak. hovardalı k * Hovarda olma durumu. * Hovardaca davranı ş . hovardalı k etmek * çapkı nca davranmak, çapkı nlı k etmek. * zevki için bol para harcamak.

hoyrat

hoyratça

* Kaba, kı rı cı ve hı rpalayı cı . * Güneydoğ u Anadolu'da ve Irak'taki Türkler arası nda tek baş ı na söylenen bir çeş it ezgili deyiş . * Kaba (bir biçimde).

hoyratlı k * Hoyrat olma durumu. * Hoyratça davranı ş . hoyratlı k etmek * hoyratça davranmak. hoyuk * Bostan korkuluğ u. hozalma

* Hozalmak iş i.

hozalmak * Kibirlenmek, burnu büyümek. hozan

* Dinlenmeye bı rakı lmı ş , birkaç yı l iş lenmemiştarla.

hödük * Görgüsüz, kaba, anlayı ş ı kı t (kimse). * Korkak, ürkek. hödükçe * Hödük gibi, görgüsüzce. hödükleş me * Hödükleş mek biçimi. hödükleş mek * Hödükçe davranmak. hödüklük * Hödük olma durumu. * Hödükçe davranı ş . hödüklük etmek * görgüsüzce ve kaba davranmak. höl * Yaş lı k, nem. höllük

* Bazıyerlerde kundak çocukları nı n altı na bez yerine konulan toprak.

höpürdetme * Höpürdetmek iş i, hopurdatma. höpürdetmek * Bir ş ey içerken ses çı karmak, hopurdatmak. höpürtü * Höpürdetmek biçimi ve tarzı . höpürtülü

* Höpürtü ile ses çı karma. hörgüç * Devenin sı rtı ndaki tümsek, çı kı ntı . * Hörgüce benzeyen tümsek, çı kı ntı . hörgüçlü * (deve için) Hörgücü olan. höst

* At, katı r, sı ğ ı r gibi hayvanları , özellikle öküzü durdurmak için çı karı lan ses. * Bir kimseyi uyarmak için kullanı lan kaba seslenme.

höş merim * Tuzsuz taze peynirden niş asta, pirinç unu konarak yapı lan bir helva. höt

* Korkutmak veya dikkati kendi üzerine çekmek için söylenir.

höt demek * göz dağ ıvermek, korkutmak. höykürme * Höykürmek iş i. höykürmek * Tarikattaki kimseler dua ederken kendilerinden geçerek hep bir ağ ı zdan yüksek sesle bağ rı ş mak. höyük

* Tarih boyunca türlü sebeplerle yı kı lan yerleş me bölgelerinde, yı kı ntı ları n üst üste birikmesiyle oluş an ve çoğ u kez içinde yapıkalı ntı ları nı n gömülü bulunduğu yayvan tepe. * Toprak yı ğ ı nı , küçük tepe. Hristiyan

*İ sa Peygamber'in dininden olan kimse, İ sevî, Nasranî. * Hristiyanlarla ilgili, Hristiyanlara özgü olan (ş ey).

Hristiyanlaş ma * Hristiyanlaş mak iş i. Hristiyanlaş mak * Hristiyan olmak, Hristiyanlı ğ ıkabul etmek. Hristiyanlaş tı rma * Hristiyanlaş tı rmak iş i. Hristiyanlaş tı rmak * Bir kimse veya topluluğ u Hristiyan dinine sokmak, Hristiyan yapmak. Hristiyanlı k * Hristiyan dini, İ sevîlik, Nasranîlik. * Hristiyan dünyası . * Hristiyan olma durumu. hristo * "Çaprazlama yapı lan teyel" anlamı na gelen hristo teyeli tamlaması nda geçer, kaz ayağ ı . hristo teyeli * Kaz ayağ ı . hu

* "Neredesin!, bana bak" anlamı nda daha çok kadı nlar tarafı ndan kullanı lan seslenme sözü.

* Derviş ler arası nda seslenme sözü. * (büyük H ile) Tanrı . hu çekmek (veya demek) * (tekkelerde, derviş ler arası nda) ayin sı rası nda sürekli olarak hu demek. hububat * Tahı l. Huda huda

* Tanrı . * Hile, düzen.

hudayinabit * Kendi biten, kendi kendine yetiş en (bitki). * Baş ı boşbüyümüş(kimse). * Eğ itim görmemiş , kendi kendini yetiş tirmişolan (kimse). hudut

* Sı nı r. * Uç, son.

hudut boyu * Sı nı r boyu. hudut dı ş ı * Sı nı r ötesi, sı nı r dı ş ı . hudut dı ş ı etmek * sı nı r dı ş ı etmek, ülkeden dı ş arıçı karmak. hudutlandı rma * Hudutlandı rmak iş i. hudutlandı rmak * Sı nı rlandı rmak, sı nı r çekmek. hudutlu

hudutsuz

* Sı nı rlı , sı nı rlanmı ş . * Sı nı rsı z, sonsuz. * Sı nı rsı z.

huğ * Çubuk veya kamı ş tan yapı lmı şbağve bahçe kulübesi. hukuk

hukukçu

* Toplumu düzenleyen ve devletin yaptı rı m gücünü belirleyen yasaları n bütünü, tüze. * Bu yasaları konu alan bilim. * Yasaları n ceza ile ilgili olmayı p alacak verecek gibi davalarıilgilendiren bölümü. * Haklar. * Ahbaplı k, dostluk. * Hukuku meslek edinen, hukukla uğraş an (kimse).

hukukçuluk * Hukukçu olma durumu.

hukuken hukukî

* Hukukî olarak. * Hukuk ile ilgili, tüzel.

hukukî metroloji * Metrolojinin, hukukî konuları n gerektirdiğ i durumlarda, ölçme metotları , ölçme birimleri ve ölçme aletleri ile ilgili olan kı smı . hukuklu * Hukuk fakültesi öğrencisi olan (kimse). hukuksal

* Hukukî.

hukuksuzluk * Hukuksuz olma durumu. hulâsa

* Özet, fezleke. * Öz. * Herhangi bir maddenin, alkol, eter gibi bir eritici ile ayrı lmı şveya baş ka bir yol ile elde edilmişetkili özü. * Kı sacası , sözün kı sası .

hulâsa etmek * özetlemek. hulâsaten * Özet olarak, kı saca. huligan

* Holigan.

hulliyat * Kadı n süs eş yası , ası m takı m, takı . hulûl

* Gelme, gelip çatma. * Girme, sinme. * Geçiş me, ozmos. * Tanrıruhunun herhangi bir bedene girdiğ ine inanmak.

hulûl etmek * girmek, dahil olmak. hulûs * Gönül temizliğ i. hulûs çakmak * dalkavukluk etmek, yaranmaya çalı ş mak. hulûskâr

* Temiz duygulu, içten. * Dalkavuk, ş akş akçı .

hulûskârlı k * Temiz duygululuk, içtenlik. * Dalkavukça davranı ş . hulya

* Kuruntu.

* Tatlıdüş , hayal. hulyalaş ma * Hulyalaş mak durumu. hulyalaş mak * Hulya durumuna gelmek. hulyalaş tı rma * Hulyalaş tı rmak biçimi. hulyalaş tı rmak * Hulya durumuna getirmek. hulyalı * Hayal kuran veya insanıhayal kurmaya sürükleyen. hulyaya dalmak * hayal kurmak. humar

*İ çki veya uyku sersemliğ i.

humbara

* Demir veya tunçtan dökülmüş , yuvarlak ve boşolan içine patlayı cı maddeler doldurulup havan topu veya el ile atı lan yuvarlak bir tür bomba, kumbara. humbara ocağı * Humbara yapan veya savaş ta humbara kullanan bölük. humbaracı * Humbara kullanan asker, kumbaracı . humbarahane * Humbara yapı lan fabrika, kumbarahane. * Humbaracıyetiş tirmek amacı yla 1739'da açı lan ilk Türk askerî okulları ndan biri. humma

* Ateş li hastalı k. * Sı tma.

hummalı * Hummasıolan. * Sürekli, sı kı , yoğun, hararetli. humus humus hun

* Bitkilerin çürümesiyle oluş an koyu renkte organik toprak. *İ yice ezilmişnohut, tahin ve baharatla hazı rlanan bir yemek. * Kan.

hunhar * Kana susamı ş , kan dökücü. hunharca

* Hunhara yakı ş ı r bir biçimde.

hunharlı k * Kan dökücülük, zalimlik.

huni

hunnak hunriz hura

* Bir sı vı yıağ zıdar bir kaba aktarmak için kullanı lan koni biçimindeki araç. * Ağı zlı k. * Boğ ak, anjin. * Kan dökücü, kanlı . * Bkz. hurra.

hurafe * Dine sonradan girmişboşinanç. hurç hurda

* Genellikle yelken bezinden veya meş inden yapı lmı şbüyük heybe. * Parçalanmı ş , döküntü durumuna gelmiş . *İ ş e yarayamayacak derecede bozulup sakatlanmı ş , zarar görmüş . * Eski maden parçası .

hurdacı * Hurda alı p satan kimse. hurdacı lı k * Hurdacı nı n yaptı ğıiş . hurdahaş * Onarı lamayacak biçimde kı rı lı p parçalanmı ş , paramparça. hurdahaşetmek * kı rı p dökmek, parçalamak. hurdahaşolmak * kı rı p dökülmek, paramparça olmak. * aş ı rıölçüde yorulmak. hurdalı k

* Hurda yı ğı nıveya hurdanı n atı ldı ğ ıyer.

hurdasıçı kmak * (eş ya için) kullanı lmayacak duruma gelmek, eskimek. hurdaya çevirmek * iş e yaramaz duruma getirmek. huri * Cennette yaş adı ğ ı na inanı lan kı zlara verilen ad. huri gibi hurma

* çok güzel (genç kadı n). * Hurma ağ acı nı n yemiş i.

hurma ağ acı * Palmiyegillerin eski çağ lardan beri Kuzey Afrika'da kültürü yapı lan örnek bitkisi (Phoenix dactylifera).

hurma tatlı sı * Hurma biçimi verilerek yapı lan bir çeş it hamur tatlı sı . hurmalı k * Hurma ağ acıçok olan yer. hurra * Batı lıulusları n "yaş a!" anlamı nda kullandı klarıünlem. huruç

* Çı kma, çı kı ş . * Göç.

hurufat

* Harfler. * Bası mda, baskı iş inde kullanı lan metal veya baş ka bir maddeden yapı lmı şharf, rakam veya baş ka iş aret kalı pları . * Dizgi iş inde kullanı lan harf türlerinin bütünü. Hurufî

* Hurufîliğe mensup olan kimse.

Hurufîlik * Kur'an'ı n harflerinden birtakı m anlam ve yargı lar çı karan bir mezhep. huruş an husuf husul

* Coş kun. * Ay tutulması . * Olma, oluş , oluş ma, meydana gelme.

husul bulmak * olmak, oluş mak, doğmak, çı kmak, meydana gelmek. husumet

* Hası m olma durumu, düş manlı k, yağı lı k, hası mlı k.

husumet beslemek * hası m olmak, düş man olmak. husumetkâr * Düş manlı k besleyen, kin güden (kimse). husus * Konu, madde. * Özellik, yön. hususî * Özel. * Özel olarak, özel bir biçimde. hususiyet * Özellik. *İ leri derecede tanı ş ı klı k, ahbaplı k, yakı nlı k. hususuyla * Özellikle, hele. husye

* Er bezi, testis. huş * Gürgengillerden, kerestelik bir ağaç cinsi (Betula). huş u

huş unet hutbe hutut

* Alçak gönüllülük. * Tanrı 'ya boyun eğ me, gönlü korku ve saygıile dolu olma. * Sertlik, kabalı k, kı rı cı lı k. * Cuma ve bayram namazları nda minberde okunan dua ve verilen öğüt. * Çizgiler.

huy *İ nsanı n yaradı lı şve ruh özelliklerinin bütünü, mizaç, tabiat. *İ çgüdü durumunu almı şalı ş kanlı k. huy canı n altı ndadı r * doğ uş tan gelen özellikler değiş tirilemez. huy edinmek * (bir ş eyi) alı ş kanlı k durumuna getirmek. huylandı rma * Huylandı rmak iş i. huylandı rmak * Huylanması na sebep olmak, huylanması na yol açmak. huylanı ş * Huylanma biçimi. huylanma * Huylanmak iş i. huylanmak * Kuş kulanmak, iş killenmek, pirelenmek, tedirgin olmak. * (hayvan) Ürküp sinirlenmek. huylu

huysuz huysuzca

* (herhangi bir nitelikte) Huyu olan. *İ ş killi, kuş kulu. * (binek hayvanlarıiçin) Ürkek, sinirli. * Huyu iyi olmayan, geçimsiz, ş irret. * Biraz huysuz; huysuz (bir biçimde).

huysuzlanı ş * Huysuzlanmak iş i veya biçimi. huysuzlanma * Huysuzlanmak iş i. huysuzlanmak

* Huysuzluk etmek, huysuzca davranmak. huysuzlaş ma * Huysuzlaş mak iş i. huysuzlaş mak * Huysuz bir duruma gelmek. huysuzlaş tı rma * Huysuzlaş tı rmak iş i. huysuzlaş tı rmak * Huysuz duruma getirmek. huysuzluk * Huysuz olma durumu. * Huysuzca davranı ş . huysuzluk etmek * huysuzca davranı ş larda bulunma. huyu huyuna suyu suyuna (uygun) * iki kiş inin her yönden birbirine uygunluğ unu anlatmak için kullanı lı r. huyuna suyuna gitmek * onu kı zdı rmayacak veya ürkütmeyecek biçimde uysalca davranmak, alı ş kanlı kları na, isteklerine uygun davranı ş larda bulunmak. huzme huzmeli

* Demet, ı ş ı n demeti. * Iş ı k saçan.

huzur * Dirlik, başdinçliği, gönül rahatlı ğ ı , rahatlı k. * (bazıdeyimlerde) Ön, yan, kat, makam. * (bir yerde) Bulunma. * Padiş ah katı . huzur evi * Yaş lanmı şkimselerin kaldı ğ ı , bakı ldı ğ ıve barı ndı ğ ıyer. huzur hakkı * Belli bir konuyu görüş mek için toplanan bir kurulun üyelerine ödenen para. huzur vermek * gönül rahatlı ğ ı , dirlik vermek, dinlendirmek. huzurlu huzursuz

* Huzuru olan, rahat. * Huzuru olmayan, tedirgin, rahatsı z.

huzursuzca * Biraz huzursuz (bir biçimde). huzursuzluk * Huzursuz olma durumu. * Huzursuzca davranı ş .

huzurunu kaçı rmak * tedirgin, rahatsı z etmek. hüccet

* Belgit. * Tanı t.

hücre

*İ nce bir zar içindeki protoplâzma ve çekirdekten oluş muş , bir organizmanı n yapıve görev bakı mları ndan en küçük birliği, göze. * Küçük oda. * Tutukluları n veya hükümlülerin yalnı z olarak kapatı ldı klarıküçük oda. * Siyasî bir inançla gizli olarak çalı ş an bir örgütün genellikle aynıyerde çalı ş anları nı n oluş turduğ u topluluk. hücre bilimi * Biyolojinin, hücrenin yapı , görev, çoğalma ve hayatı yla ilgili dalı , göze bilimi, sitoloji. hücre yutarlı ğ ı * Vücuda giren mikropları n yutar hücreler tarafı ndan yutulup yok edilmesi, göze yutarlı ğ ı , fagositoz. hücreler arası * Dokularda hücrelerin arası nda yer alan, gözeler arası . hücum

* Saldı rma, saldı rı , saldı rı ş . * Üş üş me, bir yere toplanma. * Sert eleş tiri. * Gol atmak veya sayı kazanmak amacı yla yapı lan akı n, hamle. *İ leri.

hücum etmek * saldı rmak. hücum oyuncusu *İ leri uçta oynayan oyuncu. hücuma kalkmak * (asker) siperden düş mana doğru fı rlamak. hücumbot * Bir tür küçük savaşgemisi. hücumcu * Hücum eden, saldı ran. hükme varmak * iyice düş ündükten sonra karar vermek. hükmen

* Hakem kararı yla.

hükmetme * Hükmetmek iş i. hükmetmek * Egemenliği altı nda bulundurmak. * Düş ünme veya yargı lama sonunda bir kanı ya varmak. * Aklı na esmek. hükmî

* Hükümle ilgili, tüzel.

hükmî ş ahsiyet * Tüzel kiş ilik. hükmolunma * Hükmolunmak durumu. hükmolunmak * Hüküm verilmek. hükmü geçmek (veya hüküm yürütmek) * gücü yetmek, sözü geçmek. * geçerli, etkili durumunu yitirmek. hükmü olmak (veya olmamak) * Önemi, geçerliliğ i, etkisi bulunmak veya bulunmamak. hükmü parası na geçmek * para ile dilediğ ini yapabilme gücünü kazanmak. hükmü var (veya yok) * geçerliliğ i, önemi olma veya olmama. hükmünde olmak * yerinde olmak, yerine geçmek, değ erinde olmak. hükûmet

* Devletin görevlerini yerine getirmesini sağlayan yetkili organ, bakanlar kurulu, kabine. * Bir ülkenin yönetim kuruluş ları . * Devlet yönetimi. * Hükûmet konağ ı .

hükûmet darbesi * Bir ülkenin yönetim düzeninde değ iş iklik yapmak için zora dayanarak yapı lan yasa dı ş ı iş . hükûmet erkânı *İ llerde ve daha küçük beldelerde baş ta vali veya kaymakam olmak üzere hükûmet iş lerini yürüten kimse veya kimseler. hükûmet etmek * bir ülkenin yönetimini elinde bulundurmak. hükûmet gibi * güçlü, her dediğ ini yaptı ran. hükûmet kapı sı * Devlet dairesi. hükûmet konağı *İ llerde ve daha küçük yerlerde, baş ta vali veya kaymakam olmak üzere, hükûmet görevlilerinin işgördüğ ü yapı . hükûmet kurmak * bakanlar kurulunu oluş turmak. hükûmet merkezi * Baş ş ehir, baş kent. hükûmet sürmek * ülke yönetiminin baş ı nda bulunmak. hükûmeti devirmek * zor kullanarak devlet yönetiminde değiş iklik yapmak.

hükûmeti kurmak * baş bakan, hükûmet iş lerinde görev alacak bakanlar kurulunu seçmek. hüküm

* Yargı . * Egemenlik, hâkimiyet. * Değer, aynıveya benzer nitelik. * Önem, geçerlilik. * Etki, hı z, ş iddet. * Karar.

hüküm giymek * mahkemece cezalandı rı lmak. hüküm sürmek * işbaş ı nda olmak. * yaygı n olmak. * (etki, hı z vb.) sürmek, devam etmek. hüküm vermek * iyice düş ündükten sonra bir karara varmak. * bir suçluyu mahkûm etme. hüküm yemek * mahkûm olmak. hükümdar * Padiş ah, kral, hakan gibi taht sahibi devlet baş kanı . hükümdarlı k * Hükümdar olma durumu. * Hükümdarla yönetilen ülke. hükümferma * Hüküm süren, hükümdar. hükümlü

* Ceza hükmü verilmişolan, mahkûm.

hükümlülük * Hükümlü olma durumu. hükümran * Egemen. hükümranlı k * Egemenlik, hâkimiyet. hükümsüz * Yürürlükten çı karı lmı ş , yürürlükten kaldı rı lmı ş , geçersiz, hükmü kalmamı ş . hükümsüz kı lmak * yürürlükten kaldı rmak, iptal etmek. hükümsüzlük * Hükümsüz olma durumu, geçersizlik. hülle * Medenî Kanunun kabulünden önce, kocası ndan üç kez boş anan kadı nı n, yine eski kocası yla evlenebilmesi için yabancıbir erkeğ e bir günlüğ üne nikâh edilmesi.

hülleci hümanist

* Hülle yoluyla evlenme iş ini gerçekleş tiren kimse. *İ nsancı l.

hümanistleş me * Hümanistleş mek durumu. hümanistleş mek *İ nsancı l davranı ş lar ve düş ünceler içinde olmak. hümanizm *İ nsancı lı k, insanlarısevme ülküsü. hümanizma * Hümanizm. hümayun * Kutlu, mutlu. * Padiş ahla ilgili. * Türk müziğinde dügâh perdesinde karar kı lan bir makam. hüner

* Beceri isteyen ustalı k, beceriklilik.

hüner göstermek * becerisini, ustalı ğ ı nı ortaya koymak. * herkesin yapamayacağı bir iş i yapmak. hünerli * Hüneri olan (kimse). * Hünerle yapı lan (ş ey). hünersiz * Hüneri olmayan (kimse). * Hünerle yapı lmayan, hüner istemeyen (ş ey). hüngür hüngür * Yüksek sesle ve hı çkı ra hı çkı ra. hüngürdeme * Hüngürdemek iş i. hüngürdemek * Yüksek sesle ve hı çkı rarak ağlamak. hüngürtü

* Hüngürderken çı kan ses.

hünkâr * Osmanlı larda yalnı z padiş ahlar için kullanı lan bir unvan. hünkârbeğ endi * Üzerine salçalıet konulan patlı can ezmesiyle hazı rlanan bir yemek. hünnap

* Hünnapgillerin örnek bitkisi, yenilen meyvesi için özellikle Batı ve Güney Anadolu'da yetiş tirilen dikenli bir ağ aç, çiğde (Zizyphus jujuba). * Bu bitkinin meyvesi. hünnapgiller

* Ayrıtaç yapraklıiki çeneklilerden, örneğ i hünnap olan ve sı cak ülkelerde yetiş en bir bitki familyası . hünsa * Er diş i. hür

* Özgür.

hür teş ebbüs * Özel giriş im. hürle

* Bir cins burçak.

hürlük * Hür, özgür olma durumu. hürmet

* Saygı .

hürmet etmek * saymak, saygıgöstermek. hürmeten * Hürmetli olarak, saygı lı ca. hürmetkâr * Hürmetli. hürmetli

* Saygı lı . * Oldukça büyük okkalı .

hürmetsiz * Saygı sı z. hürmetsizlik * Saygı sı zlı k. hürmette kusur etmek hürriyet

* Özgürlük.

hürriyetçi * Hürriyeti benimseyen kimse. hürriyetçilik * Hürriyet yanlı sıolan kimse. hürriyeti seçmek * baskı dan kurtulmak ve özgür yaş amak için davranı ş ta bulunmak. hürriyetperver * Hürriyetçi. hürriyetsiz * Hürriyetini yitirmiş . hürriyetsizlik * Hürriyetini yitirmişolma durumu.

hürya

* Hep birden, cümbür cemaat.

hürya etmek * bir yerden çı kmak veya bir yere girmek için hep birden atı lmak. hüryemez * Bir çeş it elma. hüseynî

* Klâsik Türk müziğ inde dügâh perdesinde karar kı lan bir makam. * Klâsik Türk müziğ inde mi notası .

hüsnü kabul göstermek * iyi karş ı lamak, güler yüz göstermek. hüsnühâl

* Bir kimsenin yaş ayı ş ı nda kötü bir ş ey bulunmama durumu, iyi hâl.

hüsnühâl kâğ ı dı * Bir kimsenin yaş amı nda kötü bir ş ey bulunmadı ğ ı nıgösteren resmî kuruluş larca verilen belge, iyi hâl belgesi. hüsnühat

* Güzel yazısanatı .

hüsnükabul *İ yi karş ı lama, güler yüz gösterme. hüsnükuruntu * Herhangi bir durumu safça kendinden yana iyiye yorma. hüsnüniyet * Herhangi bir kimse veya konuda hiçbir kötü düş ünce beslememe, temiz yüreklilik, iyi dilek, iyi niyet. hüsnüniyetle *İ yi niyetle. hüsnütelâkki *İ yi karş ı lama, iyiye yorma. hüsnüteveccüh * Sevgi ve saygı yla.yakı nlı k gösterme. hüsnüyusuf * Karanfilgillerden, bazıtürleri bahçelere süs olarak dikilen bir bitki, gugu çiçeği (Dianthus barbatus). hüsran

* Zarar, ziyan. * Beklenilen ş eyin elde edilememesi yüzünden duyulan acı .

hüsrana uğ ramak * beklenilen sonucun elde edilmemesi sebebiyle çok üzülmek, acıçekmek. hüsün * Güzellik. Hüt hüthüt

* "Çok ş iş mek, kabarmak" anlamı nda kullanı lan Hüt dağı gibi ş iş mek deyiminde geçer. * Çavuşkuş u, ibibik.

hüve

* "Tamamıtamamı na" anlamı nda hüvesi hüvesine sözünde geçer.

hüvelbaki * "Baki kalan o' (Allah) dur." anlamı nda ve genellikle mezar taş ları na yazı lan bir söz. hüveyda

* Besbelli, açı kça, meydanda, aş ikâr.

hüviyet * Kimlik. hüviyet cüzdanı * Kimlik belgesi. hüzün

*İ ç kapanı klı ğı , gönül üzgünlüğ ü.

hüzün çökmek (veya içine bir hüzün çökmek) * hüzünlenmek. hüzüne kapı lmak * hüzünlenmek. hüzünlendirme * Hüzünlendirmek iş i. hüzünlendirmek * Hüzünlü duruma getirmek. hüzünleniş * Hüzünlenmek iş i veya biçimi. hüzünlenme * Hüzünlenmek iş i. hüzünlenmek * Hüzünlü duruma gelmek, hüzün duymak. hüzünlü

* Gönüle üzgünlük veren, iç kapanı klı ğ ı na yol açan.

hüzünsüz * Hüznü olmayan, ş en (kimse). hüzünsüzlük * Hüzünsüz olma durumu. hüzzam

* Klâsik Türk müziğ inde segâh perdesinde bir makam.

hüzzam beş lisi * Klâsik Türk müziğ inde birleş ik makamları n beş lilerinden biri. -ı/ -i, -u / -ü * Fiillerden isim türeten ek: yaz-ı , diz-i, doğ -u, öl-ü vb. -ı/ -i, -u / -ü * Fiillerden sı klı k çatı sıtüreten ek: kaz-ı -mak, sür-ü-mek vb. -ı/ -i, -u / -ü

* Belirli nesne yapan yükleme (akuzatif) eki: kapı -y-ı , ev-i, kutu-y-u, kötü-y-ü vb. -ı/ -i, -u / -ü * Ünsüzle biten kelimelere eklenen 3. kiş i iyelik eki: kaş -ı , diş -i, kol-u, göz-ü vb. ı ,I gösterir.

* Türk alfabesinin on birinci harfi. I adıverilen bu harf, ses bilimi bakı mı ndan kalı n, düz, dar ünlüyü * Majüskülü Romen rakamları nda 1 sayı sı nıgösterir.

-ı cı/ -ici, -ucu / -ücü * Fiilden "yapan, eden" anlamı nda sı fat türeten sı fat-fiil eki: yap-ı cı , gid-ici, uç-ucu, böl-ücü. Bu ekle yapı lmı ş isimler de vardı r: gör-ücü, sat-ı cıvb. ı cı ğı cı cı ğı *İ çi dı ş ı , hepsi. ı cı ğı nıcı cı ğ ı nıçı karmak * incelenmemiş , elden geçirilmemişhiçbir yerini bı rakmamak, didik didik etmek. * bir konuyu en küçük ayrı ntı ları na kadar incelemek, eleş tirmek. ı cı ğı nıcı cı ğ ı nısormak * (bir kimsenin) soyunu sopunu, huyunu suyunu iyice öğrenmek için araş tı rmak. ı ğ ı l ı ğ ı lı ğı l

* Belli olmayacak kadar yavaşakan su. * Ağı r ağ ı r, yavaşyavaş .

ı ğ rı p * Bir tür delikli balı k ağ ı ,ı rı p. * Yalan, düzen. ı ğ rı p çekmek * balı k yakalamak için atı lmı şı ğrı bıyukarıçı karmak. ı ğ rı p çevirmek * yalan dolanla bir ş eyden yararlanmak. ı ğ rı p kayı ğı * Beşçifte kürekli balı kçı kayı ğ ı . ı h

* Deveyi çöktürmek için çı karı lan ses.

ı hı *İ ş te. ı hlama ı hlamak ı hlamur

* Ihlamak iş i. * Hastalı ktan veya yorgunluktan inler gibi ı h sesi çı karmak. * Ihlamurgillerden, kerestesi beğenilen, büyük bir gölge ağ acı (Tilia). * Bu ağacı n kurutularak çay gibi içilen güzel kokulu çiçeği.

ı hlamurgiller *İ ki çeneklilerden, örneğ iı hlamur ağacıolan bir bitki familyası .

ı hma ı hmak

* Ihmak iş i. * (deve) Çöküp oturmak.

ı htı rı lma * (deve) Ihtı rı lmak iş i. ı htı rı lmak * (deve) Çöktürülerek oturtulmak. ı htı rma ı htı rmak

* (deveyi) Ihtı rmak iş i. * (deveyi) Çöktürüp oturtmak.

-ı k / -ik, -uk / -ük * Fiillerden sı fat türeten ek. ı kı lı kı l

* Boğ ulur gibi, sı kı ntıile soluyarak. * Güçlükle, zorla.

ı kı na sı kı na * Büyük güç harcayarak, kendini zorlayarak. * Çekinerek, sı kı larak. ı kı na tı kı na * Sı kı larak, zorluk çekerek. ı kı ndı rma * Ikı ndı rmak iş i. ı kı ndı rmak * Ikı nması na yol açmak. ı kı nı p sı kı nmak * bir işyapabilmek için kendini çok zorlamak. ı kı nma ı kı nmak

ı kı ntı

* Ikı nmak iş i. * Herhangi bir sebeple soluğunu içinde tutarak kendini zorlamak. * Peklikte veya doğ um sı rası nda kaslarızorlayarak soluğ unu tutmak. * Ikı nmak iş i.

-ı kla- / -ikle-, -ukla- / -ükle* Bazıfiillerden sı klı k çatı sıtüreten ek: say-ı kla -, did-ikle-, sür-ükle- vb. ı klama * Iklamak iş i. ı klamak

* Yük altı nda güçlükle solumak. * Ağlarken bunalı r ve soluğ u kesilir gibi iç çekmek.

ı klaya sı klaya

* büyük çaba harcayarak, kendini elden geldiğ i kadar zorlayarak. ı klı m tı klı m * Alabildiğ inden de çok, ağ zı na kadar dolu, çok kalabalı k. -ı l -ı l ı lgama

* Bkz. -I (I). * Bkz. -I- (II). * Ilgamak iş i veya durumu.

ı lgamak * Atıdört nala sürmek. ı lgar

* Dizginleri koyuverilmişatı n dört nala koş ması . * Atla ansı zı n yapı lan dolu dizgin saldı rı .

ı lgar etmek *ı lgarlamak. ı lgarcı ı lgarlama

* Ilgarla düş man toprağı na saldı ran kimse. * Ilgarlamak iş i.

ı lgarlamak * (bir ülkeye) Ilgarla saldı rmak. ı lgı m

* Çölde, uzaktan su gibi görünen ı ş ı k yanı ltmacı , yalgı n, pusarı k, serap.

ı lgı m salgı m * Belli belirsiz. ı lgı n

* Ilgı ngillerden, Akdeniz bölgesinde yetiş en bir ağ aç veya ağ aççı k cinsi (Tamarix).

ı lgı ncar * Kuşkirazı . ı lgı ngiller ı lgı tı lgı t

* Örnek bitkisi ı lgı n olan, ayrı taç yapraklıiki çenekli bitkiler familyası . * (esinti ve akı şiçin) Yavaşyavaş .

-ı lı/ -ili, -ulu / -ülü * Fillden sı fat türeten ek: sar-ı lı , ser-ili, kur-ulu, ört-ülü vb. ı lı ca * Suyu sı cak olarak yerden çı kan hamam, kaplı ca, çermik, kudret hamamı . ı lı cak ı lı k

* Az ı lı k, ı lı kça. * Soğukla sı cak arası , ne soğuk ne de sı cak.

ı lı kı lı k ı lı kça ı lı klaş ma

* Ilı k olarak. * Biraz ı lı k. * Ilı kla ş mak iş i.

ı lı klaş mak * Ilı k duruma gelmek. ı lı klaş tı rma * Ilı kla ş tı rmak iş i. ı lı klaş tı rmak * Ilı k duruma getirmek, ı lı tmak. ı lı klı k

* Ilı k olma durumu.

ı lı m *İ stek ve tutkularda ölçülü davranma erdemi, ölçülülük, itidal. ı lı ma ı lı mak ı lı man

* Ilı mak iş i veya durumu. * Ilı nmak. * Sı caklı ğ ıçok yüksek veya çok düş ük olmayan (yer), mutedil.

ı lı mlı * Aş ı rı lı ğa kaçmayan, ölçülü, mutedil. * Siyasette aş ı rıgörüş ler arası nda ortalama bir görüş ü savunan. ı lı mlı lı k * Ilı ml ı olma durumu, mutedillik. ı lı ndı rma

* Ilı ndı rmak iş i.

ı lı ndı rmak * Ilı k duruma getirmek. ı lı nma

* Ilı nmak durumu.

ı lı nmak * Ilı k duruma gelmek, ı lı mak. ı lı ş tı rma ı lı ş tı rmak ı lı tma

* Ilı ş tı rmak iş i. * Sı cak suya soğ uk veya soğ uğa sı cak su katarak ı lı k duruma getirmek. * Ilı tmak iş i.

ı lı tmak ı lkı

* Ilı k duruma getirmek. * Bkz. yı lkı .

ı ltar * Çoban köpeklerinin boğ azı na takı lan çivili demir. -ı m -ı m -ı m

* Bkz. -m (I). * Bkz. -m (II). * Bkz. -m (III).

ı mı zganma * Imı zganmak iş i. ı mı zganmak * Uyku ile uyanı klı k arasıbir durumda bulunmak, uyuklamak. * Kararı p söner gibi olmak. -ı mtı rak -ı n-

* Bkz. -mtı rak. * Bkz. -n-.

-ı n / -in, -un / -ün * Fiillerden isim ve sı fat türeten ek: yı ğ-ı n, ek-in, dol-un, sök-ün vb. -ı n / -in, -un / -ün * Belirtili isim tamlamasıkuran ek. -ı nca / -ince, -unca / -ünce * Fiillerden zarf-fiil türeten ek: yap-ı nca, gel-ince, ol-unca, gör-ünce vb. ı ncalı z

* Turş usu yapı lan bir tür küçük yaban soğanı .

-ı ncı/ -inci * Bkz. -ncı / -nci. -ı nç / -inç, -unç / -ünç * Bkz. -nç. -ı ntı

* Bkz. -ntı/ -nti, -ntu / -ntü.

-ı p / -ip, -up / -üp * Fiillerden bağ lama zarf-fiili türeten ek: yaz-ı p, gel-ip, otur-up, gül-üp, oy-na-yı p, bekle-yip vb. ı pı lı pı l

* Pı rı l pı rı l.

ı pı slak * Çok ı slak, her yanıı slak. ı pı ssı z

* Çok ı ssı z, ı ssı z. ı r * Bkz. yı r. -ı r / -ir, -ur / -ür * Ünsüzle biten birçok fiile eklenen genişzaman eki: al-ı r, ver-ir, ol-ur, gör-ür vb. ı ra ı rak

* Seciye, karakter. * Uzak.

ı rak * Klâsik Türk müziğ inde, aynıadla anı lan ve kalı n fa diyez notası nıandı ran perdedeki makamlardan biri. ı rakça

* Biraz uzak, uzak gibi.

ı rakgörür * Dürbün. * Teleskop. ı raklaş ma * Iraklaş mak iş i. Iraklaş mak * Uzaklaş mak. Iraklı * Irak halkı ndan veya bu halkı n soyundan olan kimse. ı raklı k ı raksak

* Uzaklı k. * Birbirinden gittikçe uzaklaş an (ı ş ı nlar, çizgiler).

ı raksak mercek * Üzerine düş en birbirine paralel ı ş ı nlarıyanlara doğ ru kı rarak birbirinden uzaklaş tı ran mercek. ı raksama * Iraksamak iş i, istibat. * Iraksak olma durumu. ı raksamak * Bir ş eyin gerçekleş mesini uzak görmek, olacağ ı na pek inanmamak, istibat etmek. ı raksı nma * Iraksı nmak iş i veya durumu. ı raksı nmak * Uzak bulmak. ı ralama

* Iralamak iş i.

ı ralamak * Belirli bir ı ra ile belirtmek, karakterize etmek. ı rama

* Iramak iş i. ı ramak * Uzaklaş mak, uzamak, ara açı lmak. ı rgalama

* Irgalamak iş i.

ı rgalamak * Yerinden oynatı p, sallamak, sarsmak. *İ lgilendirmek. ı rgalanma * Irgalanmak iş i veya durumu. ı rgalanmak * Irgalamak iş i yapı lmak, sarsı lmak, sallanmak. ı rgama * Irgamak iş i. ı rgamak

ı rganma

* Çabuk olmak, davranmak. * Oynatmak, kı mı ldatmak. * Irganmak iş i veya durumu.

ı rganmak * Sallanmak, kı pı rdanmak. ı rgat

* Tarı m iş çisi, rençber. * Yapıiş çisi. * Gemilerde ve yapı larda yatay kollarla ve birkaç kiş i tarafı ndan çevrilen bocurgat.

ı rgat gibi çalı ş mak * çok ağ ı r bir iş te çalı ş mak. ı rgat pazarı na döndürmek * karı ş ı k ve dağı nı k bir duruma getirmek. ı rgatbaş ı * Irgatlardan sorumlu kimse. ı rgatlı k ı rı p ı rk

* Irgat olma durumu, rençberlik. * Bkz. ı ğ rı p. * Kalı tı msal olarak, ortak fiziksel ve fizyolojik özelliklere sahip insanlar topluluğ u. * Bir canlıtüründe aynıkarakteri taş ı yan canlı ları n oluş turduğu alt bölüm. * Soy.

ı rk ayrı mı * Bireylerin, toplumsal kümelerin veya toplumları nı rk özelliklerinden dolayıeş it olmayan iş lemler karş ı sı nda bı rakı lmaları , ayrıtutulmaları , dı ş lanmaları , sı nı rlandı rı lmalarıveya üstün tutulmaları . ı rk bilimi

* Etnoloji, ı rkiyat.

ı rk birliği * Irk esası na dayalı birlik. ı rkçı

* Irkçı lı k yanlı sıolan (kimse).

ı rkçı lı k

*İ nsanları n toplumsal özelliklerini biyolojik, ı rksal özelliklerine indirgeyerek bir ı rkı n baş ka ı rklara üstün olduğ unu öne süren öğ reti. ı rkî

* Irkla ilgili.

ı rkiyat * Etnoloji. ı rksal ı rktaş ı rlamak

* Bkz. ı rkî. * Aynıı rktan olan kimse. * Bkz. yı rlamak.

ı rmak * Çoğ unlukla denize dökülen, özellikle geniş liğ i ve taş ı dı ğ ısu niceliği bakı mı ndan en büyük akarsu, nehir. ı rmak roman * Bir olayı n, genişbir zaman diliminde geçtiği bir çağ ı , bir toplumun genişbir görünümünü veren çok uzun roman, nehir roman. ı rmaklaş ma * Irmaklaş mak iş i veya durumu. ı rmaklaş mak * Irmak durumuna gelmek, ı rmak gibi akmak. ı rz

* Bir kimsenin, baş kaları tarafı ndan dokunulmamasıve saygıgösterilmesi gereken iffeti.

ı rz düş manı * Cinsel zevki için her türlü yasa ve töreleri çiğnemekten çekinmeyen kimse. ı rz ehli

* Namuslu, iffetli, temiz kimse.

ı rzı na geçmek * zor kullanarak bir kimseyi cinsel zevkine alet etmek, tecavüz etmek. ı rzı nıbozmak *ı rzı na geçmek. ı sfahan * Klâsik Türk müziğ inde dügâh perdesindeki makamlardan biri. ı sı

* Bir cismin uzaması na, genleş mesine, buharlaş ması na, erimesine, sı caklı ğ ı nı n artması na, bir işyapması na sebep olan fiziksel enerji, hararet. * Doğal vücut sı caklı ğı , hararet: İ nsan vücudunun doğal ı sı sı 36,5° C dir. * Hastalı ğı n etkisiyle ortaya çı kan vücut sı caklı ğı .

* Sı caklı k. ı sıcam madde.

*İ ki cam plâkanı n çevresel olarak metal bir ara çı tasıyardı mı yla birbirine bağlanmasıtemeline dayanan bir

ı sıdam * Hamam. ı sıkuş ak

* Sı cak kuş ak.

ı sıölçümü * Çeş itli olaylar sı rası nda açı ğa çı kan, ı sımiktarı nı n ölçülmesini konu alan fizik dalı , kalorimetri. ı sıyayı mı * Hareket eden nesnelerle belli nicelikte ı sı nı n taş ı nması olayı , iletim, konveksiyon. ı sıyuvarı * Sı caklı ğ ı n gittikçe yükseldiğ i 100-300 km yükseklikler arası ndaki hava yuvarıkatmanı , termosfer. ı sı alan ı sı cak

ı sı denetir ı sı l

* Oluş umu sı rası nda ı sıalan (birleş me, tepkime), endotermik. * Sı cak. * Hamam. * Bir yer veya nesnenin ı sı sı nıkendiliğ inden düzenleyen, aynıderecede olması nısağ layan cihaz, termostat. * Isı ile ilgili, termik.

ı sı n * Bir kilogram suyun sı caklı ğ ı nı bir derece yükseltmek için gereken ı sımiktarı , kalori. ı sı ndı rma * Isı ndı rmak iş i. ı sı ndı rmak * Isı nması nısağlamak, sı caklı k kazandı rmak. * Birinin bir ş eye alı ş ması nı , ilgi duyması nısağ lamak. ı sı nı ş ı sı nma

* Isı nmak iş i veya biçimi. * Isı nmak iş i.

ı sı nma ı sı sı * Bir cismin bir gramı nı n sı caklı ğ ı nıbir santigrat derece yükselten ı sımiktarı . ı sı nma koş usu * Özellikle serin havalarda, vücut çalı ş maları na baş lamadan önce kaslarıı sı tmak, böylece kas kopmaları nı önlemek için yapı lan hazı rlayı cıhafif koş u. ı sı nmak

* Sı cak duruma gelmek. * Üş ümesini gidermek. * Yadı rgamaz olmak, hoş lanı r olmak, alı ş mak.

ı sı ot ı sı ölçer

* Bkz. isot. * Cisimlerin ı sı nma ı sı sı nıöİ çmeye yarayan âlet, kalorimetre.

ı sı racak it diş ini göstermez * kötülük edecek kimse önceden haber vermez. ı sı rgan

* Isı rgangillerden, her tarafısert tüylerle kaplı , tüyleri kı rı lı nca karı nca asidi denilen çok kaş ı ndı rı cıbir madde çı kartan bir ot (Urtica). ı sı rgangiller *İ ki çeneklilerden, örneğ iı sı rgan otu olan, yapı ş kan otu, rami gibi birtakı m türleri içine alan bitki familyası . ı sı rgı n ı sı rı cı

ı sı rı k

ı sı rı lma ı sı rı lmak

*İ silik. * Isı ran, diş lerini batı ran. * (kumaş , yün için) Dalayan, kaş ı ndı ran. * (rüzgâr için) Sert, soğuk. * Isı rı lan yerde kalan iz. * Bir kezde ı sı rı lan. * Isı rı lmak iş i. * Diş leri arası nda sı kı lmak veya koparı lmak.

ı sı rı mlı k * Bir kezde ı sı rı lacak miktar. ı sı rma ı sı rmak

* Isı rmak iş i. * Diş leri arası na alı p sı kmak. * Diş leriyle koparmak. * (rüzgâr, soğuk için) Sert esmek, keskin bir biçimde etkilemek. * (kumaşiçin) Dalamak, kaş ı ndı rmak.

ı sı rtma * Isı rtmak iş i. ı sı rtmak ı sı tı cı ı sı tı lma

* Isı rması na sebep olmak. * Bir nesnenin, daha çok bir akı ş kanı n sı caklı ğı nı , kullanmadan önce arttı rmaya yarayan alet. * Isı tı lmak iş i.

ı sı tı lmak * Isı tmak iş i yapı lmak. ı sı tı pı sı tı p önüne koymak

* daha önce geçmişbir olayı , bir iş i, ileri sürülmüşbir düş ünceyi sı k sı k tekrarlamak. ı sı tı ş * Isı tmak iş i veya biçimi. ı sı tma

ı sı tmak

ı sı veren ı sı yayar ı ska

* Isı tma iş i, teshin. * Sı tma. * Sı cak duruma getirmek. * Çekici, olumlu, hoşbir duruma getirmek. * Isı açı ğ a çı karan, çevresine ı sısalan (birleş me, tepkime), ekzotermik. * Bir akı ş kanda ı sı yıher tarafa eş it olarak yaymaya yarayan alet, konvektör. * Boş a çı karma, rast getirememe.

ı ska geçilmek * gözden kaçı rmak, atlamak, değerini ve önemini anlamamak. ı ska geçmek * hedefe rast getirememek. * üzerinde durmamak, önem vermemek, atlamak. ı skaça ı skala

* Yelkenli gemilerde direklerin alt uçları nı n içine oturtulduğu yuva. * Bir bestede kullanı labilecek aynıtürden sesler kümesi. * Genellikle ölçü aletlerinde gösterge çizelgesi. * Gam.

ı skala yapmak * çalgıperdelerine parmak alı ş tı rmak. ı skalama

* Iskalamak iş i.

ı skalamak * Hedefe rast getirememek. ı skara * Bkz. ı zgara. ı skaralı k ı skarça

ı skarmoz

ı skarmoz

* Bkz. ı zgaralı k. * Bir limanı n gemi kalabalı ğı içindeki durumu. * Bir ş eyi tı ka basa doldurma. * Gemilerin kaburgaları nıoluş turan eğri ağaçları n adı . * Kürek takmak için kayı k ve sandalı n yan kenarı na dikine yerleş tirilmişağaç çubuk. * Vücudu yuvarlak, uzunca, pullu, burnu sivri, küçük palamut boyunda bir balı k (Sphyraena sphyraena).

ı skarpelâ ı skarta

* Bkz. iskarpelâ. * Bazıiskambil oyunları nda kullanı lması gerekmediğinden bir yana bı rakı lan kâğ ı tlar. * Herhangi bir sebep dolayı sı yla değerini kaybetmiş(mal).

ı skartaya çı karmak (veya ayı rmak) * değ ersiz bularak bir yana atmak, iş e yaramadı ğ ıiçin ayı rı p bir yana koymak. ı skartaya çı kmak * değ ersiz sayı larak bir yana atı lmak. ı skat * Düş ürme, aş ağı atma. * Düş ürülme. * Ölenlerin kı lı nmamı şnamazlarıve tutulmamı şoruçlarıiçin verilen sadaka. ı skatçı

ı skonto

* Iskat verilen kimse. * Mezarlı k dilencisi. *İ ndirim, tenzilât. * Süresi dolmamı şbir senedin, faiz ve komisyonu düş ürülerek karş ı lı ğı ndan eksiğine alı nması , kı rdı rma. * Senedin saymaca değeri üzerinden yapı lan indirim. * (söz için) Bir bölümünü söylenmemişsayma.

ı skonto etmek * indirim yapmak. * (söz için) bir bölümünü söylenmemişsaymak. ı skontolu *İ ndirimli, tenzilâtlı . * Bir bölümü söylenmemişsayı lan. ı skontosuz *İ ndirimsiz, tenzilâtsı z. ı skota ı skuna

* Büyük yelkenleri yönetmek için kullanı lan ip. * Brikten küçük, iki direkli bir çeş it yelkenli gemi.

ı slah * Düzeltme, iyileş tirme. * Bir hayvan veya bitki türünden daha iyi verim alabilmek amacı yla yapı lan iş lem. ı slah etmek * iyi bir duruma getirmek, iyileş tirmek, düzeltmek. * yola getirmek. ı slah evi * Suç iş leyen çocuklarıı slah etmek ve eğitmek amacı yla ceza yasası na göre iş leyen kurum, ı slahhane. ı slah olmaz * düzelmez, iyileş mez. ı slahat

* Daha iyi duruma getirmek için yapı lan değ iş iklik, düzeltme veya iyileş tirme, reform.

ı slahatçı * Reformcu. ı slahatçı lı k * Reformculuk. ı slahhane * Islah evi. ı slak * Suya batı rı lmı şveya üzerine su dökülmüşolan. ı slak karga * Çok ı slanmı ş , sı rı lsı klam olmuş . * Çok korkan, çekingen, ürkek. ı slak sı çan * Islak karga. ı slak zemin *İ nş aat sektöründe mutfak, banyo, tuvalet gibi suyla temasıolan bölümlerin yüzeyi. ı slaklı k

* Islak olma durumu.

ı slama * Islamak iş i. ı slamak ı slanı ş ı slanma

* Islatmak. * Islanmak iş i veya biçimi. * Islanmak iş i veya durumu.

ı slanmak * Islak duruma gelmek. ı slatı cı ı slatı lma

* Yapı ş tı rmadan önce pulları , zarfları , etiketleri ı slatmaya yarayan araç. * Islatı lmak iş i.

ı slatı lmak * Islatmak iş i yapı lmak, ı slak duruma getirilmek. ı slatı ş * Islatmak iş i veya biçimi. ı slatma

* Islatmak iş i.

ı slatma suyu * Bazımaddelerin çeş itli amaçlarla iş lenmesinde kullanı ldı ktan sonra değ iş ik yöntemlerle ayrı lan ve çözünmüşbesin maddeleri içeren sı vı . ı slatmak

* Islak duruma getirmek.

* Dayak atmak veya ağı r hakarette bulunmak. * Mutlu bir olayıiçki ile kutlamak. ı slı k

* Dudakları n büzülerek veya parmağ ı n dil üzerine getirilmesiyle çı karı lan ince ve tiz ses. *İ nce ve tiz ses.

ı slı k çalmak *ı slı k sesi çı karmak. ı slı klama * Islı klamak iş i. ı slı klamak * Birine karş ıı slı k çalarak sevilmediğ ini, istenmediğini veya beğ enilmediğini belli etmek. ı slı klanı ş * Islı klanmak iş i veya biçimi. ı slı klanma * Islı klanmak iş i. ı slı klanmak * Islı klamak iş i yapı lmak veya ı slı klamak iş ine konu olmak. ı slı klı

* Islı k çı karan. * Islı k gibi çı kan.

ı slı klıünsüz * Dilin ön orta bölümünün bir tür oluk biçimini alması yla oluş an ünsüz: s, z, ş , j. ı smarlama * Ismarlamak iş i, sipariş . * Ismarlanarak yaptı rı lan. *İ çten olmayan, baş tan savma. ı smarlamak * Bir ş eyin yapı lması nıveya getirilmesini, bu iş lerle uğ raş an birine söylemek, siparişetmek. * Parası nı kendi ödeyerek baş kalarıiçin yiyecek veya içecek getirilmesini söylemek. * Kendi için bir ş ey alı nması nıbaş kası na söylemek. * Bir ş eyin, bir kimsenin bakı lması nı , korunması nı birine veya birinin gözetilmesine bı rakmak, emanet etmek. * Bir iş in yapı lması nı , bı rakı lması nıveya o iş ten vazgeçilmesini söylemek. ı smarlanma * Ismarlanmak iş i. ı smarlanmak * Bir ş eyin yapı lmasıveya getirilmesi birine söylenmek. ı smarlatma * Ismarlatmak iş i. ı smarlatmak * Ismarlamak iş ini yaptı rmak. ı spanak

* Ispanakgillerden, yaprakları ndan sebze olarak yararlanı lan bir bitki (Spinacia oleracea).

ı spanakgiller *İ ki çeneklilerden, örnek bitkisi ı spanak olan, pazı , pancar gibi baş ka türleri de içine alan bir familya.

ı spanaklar * Şekerci boyası giller, horoz ibiğ igiller, ı spanakgiller familyaları nıiçine alan iki çenekli bitki takı mı . ı spanaklı *İ çinde ı spanak bulunan (yiyecek). ı spanaklıbörek * Haş lanan ı spanağı n suyu süzüldükten sonra süzülmesi, yağ, soğan ve salçayla karı ş tı rı lı p hamurun içine konulması yla yapı lan ve piş irilen börek. ı spanaklıyumurta * Haş lanmı şve yağ da hafif kavrulmuşı spanağı n içine yumurta kı rı lmasıile hazı rlanan yemek. ı sparmaça * Deniz içinde birkaç zincirin birbirine dolaş ması . Isparta gülü * Isparta yöresinde yetiş en kendine özgü kokusu ve değiş ik renkleri ile tanı nan bir tür gül. Isparta halı sı * Isparta yöresinde el tezgâhları nda dokunan ve çok tutulan bir tür halı . ı spatula

* Cerrahîde, ev iş lerinde, duvarcı lı kta vb.de kullanı lan, bir maddeyi kazı maya, yaymaya yarayan küçük bir kürek veya ucu keskin olmayan bükülen bir bı çak biçiminde metal, ağ aç, kemik vb. maddelerden yapı lmı şaraç. ı spavli

* Gemilerde kullanı lan bir çeş it kalı n sicim.

ı spazmoz * Aş ı rıtitreme, kası lma. ı spazmoza tutulmak * aş ı rıderecede titremeye baş lamak. ı srar

* Direnme, ayak direme, üsteleme, üstünde durma.

ı srar etmek * bir konuda, bir düş üncede sürekli direnmek, ayak diremek. * çok istemek. ı srarla

*ı srarlıbir biçimde.

ı srarlı * Üstünde durulan, çok istenen. ı ssı z

* Kimse bulunmayan veya az kimse bulunan, tenha. * Yalnı z, kimsesi olmayan.

ı ssı z kalmak *ı ssı zlaş mak, tenhalaş mak. ı ssı zlaş ma * Issı zlaş mak iş i. ı ssı zlaş mak * Issı z duruma gelmek, tenhalaş mak.

ı ssı zlı k

* Issı z olma durumu, yalnı zlı k, tenhalı k.

ı ssı zlı k çökmek *ı ssı z, tenha duruma gelmek, tenhalaş mak. ı staka * Bkz. isteka. ı stakoz

* Istakozlardan, suda yaş ayan, birinci ayak çifti güçlü iki kı skaç durumunda geliş mişbulunan, sevilen beyaz eti için avlanan, iri bir böcek (Homarus vulgaris). ı stakoz ağ ı * Kabuklu deniz hayvanları nıavlamakta kullanı lan küçük ağ. ı stakoz gibi * çok kı rmı zı . ı stakozlar * On ayaklı lar takı mı na giren, örnek hayvanıı stakoz olan bir familya. ı stakozluk * Istakozlarısaklamak için deniz kı yı sı nda yapı lan özel bölüm veya havuz. ı stampa

* Ağaç, metal vb.üzerine oyulduktan sonra bir yere bası lan biçim. * Bu tür biçim veya resimleri basmaya yarayan kalı p, damga, mühür. *İ çinde, mühür veya damga gibi ş eyleri mürekkeplemeye yarayan mürekkepli çuha bulunan kutu.

ı stampa resim * Ağaç, bakı r gibi yüzeylere oyulan ve tuvale bası lan resim sanatı . ı stampacı * Istampa yapan veya satan kimse. ı stampacı lı k * Istampacı nı n iş i veya mesleği. ı stampalama * Istampalamak iş i. ı stampalamak * Ham madeni sı cakta veya soğ ukta istenilen kalı ba sokarak ş ekillendirmek. ı stanbulin * Bkz. istanbulin. ı star ı stavroz

* Halı , kilim dokunan tezgâh. * Bkz. istavroz.

ı stı fa * Ayı klanma. ı stı lah

* Terim. * Herkesin anlamadı ğ ıözel anlamda kullanı lan söz.

ı stı lah paralamak

* herkesin anlamadı ğ ıağdalıbir biçimde konuş mak. ı stı rap * Acı . * Üzüntü, sı kı ntı , keder. ı stı rap çekmek * ağ rıve acıiçinde kı vranmak, aş ı rıderecede üzülmek. ı stı raplı

* Istı rap veren, acı lı , sı kı ntı lı .

ı stı rapsı z * Istı rabıolmayan, acı veya üzüntü vermeyen. ı stı rar

* Çaresizlik, mecburiyet, zorunluk.

ı stı rarî * Mecburî, zorunlu. -ı ş/ -iş , -uş/ -üş * Fiillerden isim türeten ek: al-ı ş , gel-iş , bul-uş , gör-üş , anla-y-ı ş , bekle-y-iş , solu-y-uş , yürü-y-üşvb. -ı ş/ -iş , -uş/ -üş * Bkz. -ş -. ı ş ı ğa doğ rulum * Iş ı k etkisiyle bir bitkinin büyüme hareketi, fototropizm (Iş ı ğ a doğ rulum bazen ı ş ı ğa göçüm, fototaktizm yerine kullanı lı r). ı ş ı ğa göçüm * Bir hücrelilerde birdenbire aydı nlanma sonucu görülen tepkime, fototaktizm, fototaksi. ı ş ı ğıaltı nda * bir durum veya düş üncenin konuyu aydı nlatması ndan yararlanarak, onu göz önünde tutarak. ı ş ı k

* Cisimleri görmeyi, renkleri ayı rt etmeyi sağ layan fiziksel enerji, erke, ziya, nur, ş avk. * Yüksek derecede ı sı tı lan cisimlerin (akkorluk) veya çeş itli enerji biçimleriyle uyarı lan cisimlerin (gaz ı ş ı ) yaydı ğı gözle görülen ı ş ı ma. * Bir yeri aydı nlatmaya yarayan araç. * Mutluluk, sevinç veya zekâdan doğan, özellikle yüzde ve gözlerde beliren parı ltı . * Yol gösteren, aydı nlatan kimse, düş ünce, eser vb. * (resim sanatı nda) Iş ı klı , parlak yer. ı ş ı k akı sı * Birim yüzeyinden, birim zamanda geçen ı ş ı k enerjisi. ı ş ı k aylası * Herhangi bir gök cismini çevreleyen ı ş ı klıhalka. ı ş ı k aynası * (fotoğ rafçı lı kta) Iş ı ğıyansı tmak için ı ş ı k kaynağ ı nı n önüne konulan nesne. ı ş ı k bacası * Yapı ları n içine ı ş ı ğ ı n iyi girebilmesi için bı rakı lan baca. ı ş ı k çanağı * Sahneyi aydı nlatmak için değ iş ik açı lardan ı ş ı ğ ı n gelmesini sağ layan çukur madenî yansı tı cı . ı ş ı k eğ risi

* Değiş ken bir yı ldı zı n parlaklı ğ ı nı n görünmesini veren grafik. ı ş ı k göçüm * Bitkilerde protoplâzmanı nı ş ı ğ a gösterdiğ i tepki. ı ş ı k gölge * (resimde) Iş ı klı ve gölgeli bölümlerin birbirine göre dağı lı mı nı gösteren kı sı mlar. ı ş ı k hı zı * Iş ı ğ ı n bir saniyede aldı ğıyol. ı ş ı kı ş ı nı * Yayı lan ı ş ı ğ ı n izlediği doğ ru. ı ş ı k korkusu * Bazıcanlı ları nı ş ı ktan korkma duygusu. ı ş ı k küre

* Bkz. ı ş ı k yuvarı .

ı ş ı k ölçümü * Fiziğ in, ı ş ı k miktarı nı n ölçülmesini ve cisimlerin ı ş ı ğ ıiletme, yansı tma, dağı tma gibi özelliklerini inceleyen bölümü, fotometri. ı ş ı k tutmak * bir yeri ı ş ı kla aydı nlatmak. * düş üncesiyle kı lavuzluk etmek, konuyu aydı nlatı cıdüş ünceler söylemek, tutacağ ıyolu göstermek. ı ş ı k yı lı

* Iş ı ğ ı n bir yı lda aldı ğ ıyol.

ı ş ı k yuvarı * Güneş te, dı ş arı ya ı ş ı k veren katman, ı ş ı k küre, fotosfer. ı ş ı kçı * Sinema filmlerinin çekiminde veya tiyatro, opera, bale gibi gösteri sanatları nda sahnenin aydı nlatı lmasıiçin gerekli ı ş ı k ve elektrik iş lemini düzenleyip yapan kimse. ı ş ı kçı lı k * Iş ı kçı nı n iş i veya mesleği. ı ş ı kkesen

* Karanlı k odalara girip çı karken bu yerlere ı ş ı k sı zması nı önleyen düzen.

ı ş ı klama

* Çevirim sı rası nda, aydı nlatı lmı şolan konunun görüntüsünün duyar kat üzerine belirli bir süre düş erek etkilemesi. ı ş ı klandı rı lma * Iş ı klandı rı lmak iş i. ı ş ı klandı rı lmak * Iş ı klandı rı lmak iş i yapı lmak veya ı ş ı klanmasısağ lanmak. ı ş ı klandı rma * Iş ı klandı rmak iş i, aydı nlatma. ı ş ı klandı rmak * Iş ı klıduruma getirmek, aydı nlatmak. ı ş ı klanma

* Iş ı klanmak iş i.

ı ş ı klanmak * Iş ı klıduruma gelmek, aydı nlanmak, ı ş ı mak. ı ş ı klı

* Iş ı ğ ıolan, aydı nlı k, ı ş ı klandı rı lmı ş , nurlu, nuranî. * Neş e veren, sevinç yaratan, mutlu.

ı ş ı klı lı k

* Bir optik cihazda, cisme çı plak gözle veya cihazla bakı ldı ğı nda, ağtabakadaki birim yüzeyi etkileyen ı ş ı k miktarlarıarası ndaki oran. ı ş ı kölçer

ı ş ı ksı z ı ş ı ksı zlı k

* Iş ı kş iddetini veya enerjisini ölçen araç, fotometre. * Bir ı ş ı k kaynağı nı n, belli uzaklı kta oluş turduğu aydı nlı ğ ıölçme iş inde kullanı lan araç, fotometre. * Iş ı ğ ıolmayan, karanlı k. * Iş ı ksı z, ı ş ı ktan yoksun olma durumu.

ı ş ı l * Iş ı klı . ı ş ı lı ş ı l

* Titrek ve parlak bir ı ş ı k saçarak. * Parı ltı lı ,ı ş ı ltı lı .

ı ş ı lı ş ı l bakmak * sevinçten gözleri parı l parı l olmak. ı ş ı l küf

* Sı ğ ı r, domuz ve insanlarda ı ş ı l küflüce hastalı ğ ı na yol açan, ı ş ı l küflerin örnek türü olan asalak mantar (Actinomyces bovis). ı ş ı l küfler

* Çeş itli türleri, insan ve hayvanlarda asalak yaş ayan tallıbitkiler takı mı .

ı ş ı l küflüce * Evcil hayvanlarda, özellikle sı ğ ı rlarda, ı ş ı l küflerden ileri gelen ve insanlara da bulaş abilen ilkel mantar hastalı ğ ı . ı ş ı lak

* Parı ltı .

ı ş ı lama * Iş ı lamak durumu veya biçimi. ı ş ı lamak ı ş ı latma ı ş ı latmak

* Iş ı ldamak, parlamak. * Iş ı latmak iş i veya biçimi. * Parı ldatmak.

ı ş ı ldak * Karanlı kta bir hedefi aydı nlatmak için kullanı lan dar, uzun bir ı ş ı n demeti çı karan ı ş ı k kaynağ ı , projektör. * Parlayan, ı ş ı ltı lı .

ı ş ı ldama ı ş ı ldamak

* Iş ı ldamak iş i. * Titrek, parlak bir ı ş ı k saçmak, parı ldamak.

ı ş ı ldatma * Iş ı ldatmak iş i. ı ş ı ldatmak * Iş ı ldaması nısağ lamak, ı ş ı lı ş ı l parlatmak, parı ldatmak. ı ş ı ltı

ı ş ı ltı lı ı ş ı ma

ı ş ı mak

ı ş ı n

* Hafif ı ş ı k. * Bir ş eyin ı ş ı ldarken saçtı ğı ı ş ı k. * Iş ı ltı sıolan, ı ş ı ltıyapan. * Iş ı mak iş i, ı ş ı klanma, aydı nlanma. * Iş ı nı m. * Iş ı klanmak, aydı nlanmak. * Iş ı k saçmak. * Bir ı ş ı k kaynağı ndan çı karak her yöne yayı lı p giden ı ş ı k demeti, ş ua. * Iş ı n etkin özdeklerin saçtı klarıalfa, beta, gama ı ş ı nları ndan her biri. * Bir noktadan çı kı p sonsuza giden yarı m doğrulardan her biri.

ı ş ı n bilimci * Iş ı n bilimi uzmanı , radyolog. ı ş ı n bilimi * Iş ı k, elektrik ve ı sı ı ş ı nları nı n uygulama alanları nıinceleyen bilim dalı , radyoloji. ı ş ı n etkin * Iş ı n etkinliği olan, radyoaktif. ı ş ı n etkinlik * Alfa, beta veya gama ı ş ı nları nıyayma özelliğ i, radyoaktivite. ı ş ı nı m

* Iş ı n veya tanecik yayı mı , radyasyon. * Uzayda yayı lan bir dalgayı oluş turan öğelerin bütünü, radyasyon. * Bir enerjinin ı ş ı k demeti durumunda yayı lması , radyasyon. * Isı nı n, bir kaynaktan ı ş ı n ve dalga hareketi yoluyla yayı lması , radyasyon.

ı ş ı nı m akı sı * Birim düzeyden birim zamana geçen ı ş ı nı m. ı ş ı nı m alı cı sı * Iş ı nı ma karş ıhassas araç veya gereç. ı ş ı nı m bası ncı * Iş ı nı mı n birim düzeye birim zamanda yüklediğ i itme gücü. ı ş ı nı m dengesi * Bir yüzeyde oluş an ı ş ı nı mı n denkliği.

ı ş ı nı mölçer * Bir kaynağ ı n bütün dalga boyları ndaki toplam ı ş ı nı mı nıölçen araç, bolometre. ı ş ı nlama

* Iş ı nlamak iş i.

ı ş ı nlamak * Iş ı n (bilim kurguya göre) gücüyle bir varlı ğ ı , atomlara ayı rarak görünmez duruma getirmek veya atomları nı birleş tirerek bir varlı ğıyeniden yaratmak. * Virüslerden baş ka mikroorganizmaları n, özellikle mikropları n bulaş ması nıazaltmak amacı yla yiyecek maddelerini hafif iyonlaş tı rı cıı ş ı nlara tutmak. ı ş ı nlandı rma * Iş ı nlandı rmak iş i. ı ş ı nlandı rmak *İ nsan, hayvan veya herhangi bir materyalin röntgen, gamma veya nötron gibi ı ş ı nları nı n etkisinde kalmak. ı ş ı nlanma * Iş ı nlanmak iş i. ı ş ı nlanmak * Iş ı nlamak iş ine konu olmak veya ı ş ı nlamak iş i yapı lmak. ı ş ı nlayı cı * Yapı sı nda bir ı ş ı ma kaynağ ıbulunan ve bir maddeyi ı ş ı nlamaya yarayan (araç). ı ş ı nlı

* Iş ı n veren, ı ş ı n saçan.

ı ş ı nlı lar * Bir hücreli hayvanları n, kök bacaklı lar sı nı fı na giren, protoplazmaları ndan, hareket ve duyu organı olarak yalancıayak salan takı m. ı ş ı nölçer * Iş ı nları n enerjiye dönüş mesini gösteren araç, radyometre. ı ş ı ntı

* Iş ı klı ,ı ş ı ltı .

ı ş ı ntılâmbası * Iş ı k saçan lâmba. ı ş ı tı m

*İ çine yağkonularak ucundaki fitil sayesinde ı ş ı k elde edilen kandil.

ı ş ı tma * Iş ı tmak iş i. ı ş ı tmak ı ş kı ı ş kı n

* Iş ı k saçmak, ı ş ı klandı rmak. * Deri, tahta kazı makta kullanı lan, iki ucu saplıeğri bı çak. * Bir ravent türü.

ı ş kı rlak * Karagöz'ün baş lı ğ ı . ı ş tı r

* Ispanakgillerden, saplarıetli bir ot, yaban pazı sı(Blitum capitatum). -ı t* Bkz. -t- (III). -ı t / -it, -ut / -üt *İ simlerden sı fat türeten ek: yaş -ı t, eş -it vb. -ı t / -it, -ut / -üt * Fiillerden isim türeten ek: an-ı t, geç-it, um-ut, göm-üt vb. ı tı r

* Güzel koku. * Itı r çiçeğ i.

ı tı r çiçeğ i * Sardunyagillerden, yapraklarıgüzel kokulu, çiçekleri türlü renklerde bir süs bitkisi (Pelargonium radicula). ı tı r yaprağı * Süsleme sanatı nda ı tı r yaprağıbiçiminde oluş turulan ve kullanı lan motif. ı tı rlı ı tlak

* Güzel kokulu, muattar, ı trî. * Salı verme, koyuverme.

ı tlak olunmak * ad verilmek, adıolmak. ı tlak üzre * genel olarak. ı tnap ı trah

* Sözü boşyere uzatma. * Dı ş arıçı karma, dı ş arı atma.

ı trah etmek * vücuttan dı ş arıatmak. ı trı ş ahî * Sultanlara özgü güzel koku. ı trî ı triyat ı triyatçı

* Itı rlı , kokulu. * (sürünülecek) Güzel kokular. * Güzel kokular, makyaj malzemesi satan kimse veya yer.

ı triyatçı lı k * Itriyatçıolma durumu. ı ttı la ı ttı rat

* Bilgi edinme, öğ renme. * Birbirini izleme, birbiri arkası ndan gelme, düzenli sı ralanma.

ı vı r zı vı r * Küçük, önemsiz (ş ey). ı ydiye

-ı z -ı z

* Bayram kutlaması . * Bayramlarda din ve devlet büyüklerine sunulan kaside. * Bkz. -z (I). * Fiilden sı fat türeten ek: tı k-ı z vb.

-ı z / -iz, -uz / -üz *İ sim soyundan yüklemlere, fiillerin türlü kip ve zamanları na eklenen çokluk 1. kiş i eki: iyiy-iz, yorgun-uz, üzgünüz, al-ı r-ı z, bil-ir-iz, gid-iyor-uz, görür-üz, al-acağ -ı z, gör-eceğ-iz, çalı ş -malı -y-ı z vb. ı zbandut * Görünüş ü ve davranı ş ıile korku veren (iri yarıadam). * Rum korsanları na verilen ad. ı zbandut gibi * çok iri, cüsseli (erkek). ı zgara

* Metal çubukları n, ağaç dalları nı n aralı klısı ralanması yla yapı lan parmaklı k veya kafes biçiminde araç. * Et, balı k, köfte gibi yiyecekleri piş irmekte kullanı lan araç. * Bu araç üstünde piş miş . * Pisliklerin su yolları nı tı kaması nıönlemek veya havalandı rmak amacı yla su yolları nı n veya havalandı rma çı kı ş larıüzerine konulan kafesli veya parmaklı klıdemir. * Futbol ayakkabı sı altı nda bulunan iri baş lıkabara. ı zgara demiri * Kazan ı zgarası nımeydana getiren demir çubuklardan her biri. ı zgara köfte * Kı yma ve özel baharatları n karı ş tı rı larak ve yoğ urularak hazı rlanan, ı zgarada piş irilen bir tür köfte. ı zgara parmaklı ğ ı * Yüzen cisimleri ve yapraklarıtutmak için, bir barajda, yükleme odası nda bası nçlıboru ağ zı nı n önüne eğ ik olarak yerleş tirilen demir parmaklı k. ı zgara yatağ ı * Katıyakı tlımadenî bir ocağı n, içine ı zgaranı n yerleş tirildiğ i kı smı . ı zgaralı * Izgarasıolan. ı zgaralı k ı zgarası z ı zgı n

* Izgara yapmaya elveriş li (et). * Izgarasıolmayan. * Tohumları ndan yağçı karı lan bir bitki (Eruca cappadocica).

ı zrar * Zarar verme, zarara sokma. ı ztı rap

* Bkz. ı stı rap. ı ztı rar * Çaresizlik, ihtiyaç. i -i -i

*İ yot'un kı saltması . * Bkz. -ı/ -i (II). * Bkz. -ı/ -i (III).

-i * Bkz. -ı/ -i (IV). -i -i hâli i, İ

* \343 -ı / -i (I). * Bkz. belirtme durumu, yükleme durumu. * Türk alfabesinin on ikinci harfi. İadıverilen bu harf, ses bilimi bakı mı ndan ince, düz, dar ünlüyü gösterir.

iade * Alı nmı şbir ş eyi geri verme. * Verilen bir ş eyi almayarak geri çevirme, reddetme. * Karş ı lı klıolarak yapma, mukabele etme. iade edilmek * geri verilmek, geri çevrilmek. iade etmek * geri vermek, geri çevirmek. * karş ı lı k olarak yapmak, mukabele etmek. iadeiziyaret * Daha önce yapı lan ziyaretin karş ı lı ğı nıverme. iadeli

* Kendisine ulaş tı rı lan kimseden, gönderene iletmek için imza alı nan. * Divan edebiyatı nda her beytin son sözünü sonraki beytin ilk sözü yapma biçiminde ortaya çı kan söz sanatı , buna iade de denilmiş tir. iadeli taahhütlü * Bkz. iadeli. iane

iare iaş e

* Yardı m. * Yardı m amacı yla toplanan para. * Eğ reti verme, ödünç verme. * Yedirip içirme, besleme, bakma.

iaş e etmek * yedirip içirmek, beslemek, bakmak.

iaş e ve ibate * Besleme, yedirip içirme ve barı ndı rma. ibadet

* Tanrıbuyrukları nıyerine getirme, Tanrı 'ya yönelen saygı davranı ş ı , tapı nma. * Âyin, kült.

ibadet de gizli, kabahat de * yapı lan iyiliklerin göstermelik olmaması , iş lenen suçları n, ayı pları nı n açı ğa vurulmamasıiçin kullanı lı r. ibadet etmek * Tanrıbuyrukları nıyerine getirmek, Tanrı 'ya yönelen saygıdavranı ş ları nda bulunmak, tapı nmak. ibadetgâh *İ badet yeri, ibadethane. ibadethane *İ badet edilen yer, tapı nak. ibadullah

ibare

* Tanrı 'nı n kulları . * Pek bol, pek çok. * Bir düş ünce anlatan bir veya birkaç cümlelik söz.

ibaret * Oluş an, meydana gelen. ibaret olmak (veya kalmak) * -dan /-den oluş mak, meydana gelmek. * ancak bu kadar olmak. ibate

* Barı ndı rma.

ibate etmek * barı ndı rmak. ibda

* Yaratma, yoktan var etme.

ibdaî * Orijinal. ibibik ibik

* Çavuşkuş u, hüthüt. * Horoz, hindi vb.nin tepesinde bulunan kı rmı zıderi uzantı sı . * Bazıkemiklerde bulunan ve kasları n tutunması na yarayan, çizgi durumunda pürtüklü çı kı ntı . * Emzik. * Köş e, kenar, uç.

ibikli *İ biği olan. ibiksi ibis

*İ biğe benzer. * Leyleksilerden, Afrika ve Batı Asya'nı n sulak yerlerinde yaş ayan bir kuş , Mı sı r turnası (İ bis aethiopica).

ibiş

ibişgibi iblâğ

* Orta oyununda çoğu kez aptal uş ak rolünü oynayan komik. * Şapş al, palyaço. * yüz ve davranı ş ları gülünç olan kimseler için söylenir. * Ulaş tı rma, eriş tirme. * Bir ş eyin miktarı nıartı rma.

iblâğetmek * ulaş tı rmak, eriş tirmek. * bir ş eyin miktarı nıartı rmak. iblis

iblisane iblisçe

* Şeytan. * Kötü, düzenci. *İ blis gibi. * Şeytanca, kötülük düş ünerek.

iblisçilik *İ blise bağlanma ve tapı nma. *İ blisçe davranma. iblisçilik etmek * iblisçe davranmak. ibne

ibnelik

ibra

* Eşcinsel iliş kide pasif erkek. * Kı rgı nlı kla hakaret yollu söylenen söz. *İ bne olma durumu. *İ bne gibi davranma durumu. * Aklama, temize çı karma.

ibra etmek * aklamak. ibraname

* Aklama belgesi.

İ branca *İ branîce. İ branî İ branîce ibraz

* Eski Yahudilere verilen ad. * Bugün İ srail'de kullanı lan Samî dili. * Ortaya koyma, gösterme, meydana çı karma.

ibraz etmek * ortaya koymak, göstermek, meydana çı karmak. ibre

ibret

* Ölçü aletlerinde sayıveya iş aret göstermeye yarayan hareketli iğne. * Çam, ardı ç, sedir gibi ağ açları n yaprağ ı . * Yanlı ş , kötü davranı ş lardan sakı nmayısağ layan olgu veya bu gibi olgulardan alı nmasıgereken sonuç, ders. * Çirkin, kötü, acayip.

ibret almak * ders almak. ibret olmak * ders olmak. ibretamiz *İ bret verici, ibret dolu. ibreten

*İ bret olsun diye.

ibretiâlem * Herkes, baş kaları . ibretiâlem için * baş kaları na örnek olsun diye. ibretin kudreti * çok acayip ve çirkin. ibretlik ibrik

* Ders alı nacak nitelikte olan. * Su ve sulu ş eyler koymaya yarayan kulplu, emzikli kap.

ibrikçi *İ brikle su taş ı yan, döken kimse. *İ brik yapan veya satan kimse. ibriktar * Sarayı n leğen, ibrik gibi eş yaları ndan sorumlu olan görevli. ibriktar usta * Sarayı n harem dairesinde leğ en ve ibriklere bakan ve padiş ahı n özel hizmetini gören kimse, karavaş . ibriş im

* Kalı nca bükülmüşipek iplik.

ibriş im kurdu *İ pek böceğ i. ibzal * Esirgemeden bol bol verme, yapma veya söyleme. ibzal etmek * esirgemeden bol bol vermek, yapmak veya söylemek. icabet

* Bir çağ rı yıyerine getirme, bir çağrı ya gitme.

* Bir buyruk veya isteğ e uyma, kabul etme, razıolma. icabet etmek * çağ rı üzerine gitmek. * bir buyruğa, bir isteğ e uygun olarak davranmak. icabı na bakmak * gereğ ini yerine getirmek. * bir kimseyi yok etmek, ortadan kaldı rmak. icabı nda * Gerekince, gerekirse. icap

* Gerek, gereklik, ister, lüzum. * Olumlama.

icap etmek * gerekmek. icap ettirmek * gerektirmek. icapçı

* Nöbeti hastahanede değil, evde tutan ve her an hastahaneden çağrı lacak vaziyette bekleyen doktor.

icar * Kira. icara vermek * kiraya vermek. icat

* Yeni bir ş ey yaratma, bulma. * Gerçekmişgibi gösterme çabası .

icat çı karmak * hoşgörülmeyen yeni bir huy, davranı şgöstermek veya yadı rganan bir yol tutmak. * ortaya gereğ i olmayan bir sorun atmak. icat etmek * ilk kez yeni bir ş ey yaratmak. * bir ş eyi gerçekmişgibi göstermek. icatçı icaz

*İ cat eden, bulan, kâş if, bulucu. * Az sözle çok ş ey anlatma.

icazet *İ zin, onay, onaylama. * Diploma. icazet almak * izin, onay almak. * diploma almak. icazetname *İ zin belgesi, onay belgesi. * Diploma.

icbar

* Zorlama, zorunda bı rakma.

icbar etmek * birine istemediği bir iş i zorla yaptı rmak, zorlamak, zorunda bı rakmak. -ici* Bkz. -ı cı . iciği ciciği * Bkz. ı cı ğ ıcı cı ğı . icmal

* Özet, kı saltma.

icmal etmek * özetlemek. icra * Yapma, yerine getirme, (bir iş i) yürütme. * Bir müzik eserini oluş turan notalarısese çevirme. * Borçlunun alacaklı ya karş ıyapmak veya ödemekle yükümlü bulunduğu bir ş eyi adlî bir kuruluşaracı lı ğ ı yla yerine getirme ve adliyenin bu iş le görevli dairesi. icra etmek * yapmak. * bir müzik eserini söylemek veya çalmak. İ cra ve İ flâs Hukuku * Alacaklı nı n devlet gücünün yard ı mı yla alacağ ı na nası l kavuş acağ ı nıdüzenleyen hukuk dalı . icra vekili * Bakan. icraat * Yapı lan iş ler, çalı ş malar, uygulamalar. icraata geçmek * uygulamaya veya çalı ş maya baş lamak. icraatçı icracı

* Uygulayan, çalı ş an, yapan kimse. * Bir buyruğu yerine getiren kimse. *İ cranı n verdiğ i kararları uygulayan görevli. * Bir konserde bir eseri çalan veya söyleyen kimse.

icraya vermek * alacağı n borçludan alı nabilmesi için icraya baş vurmak. iç

* Herhangi bir durumun, cismin veya alanı n sı nı rlarıarası nda bulunan bir yer, dahil, dı şkarş ı tı . * Oyuk olan veya oyuk sayı labilen ş eylerin boş luğu. * Cisimlerin yüzeyleri arası nda kalan her nokta. * (toplu bir durumda bulunan) Kimse veya nesnelerin arası nda bulunan kimse veya nesne. * Ten ile dı şgiysiler arası . * Kabuğ u olan veya dı ş ıkabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardı ğ ıbölüm. * Pirinç, soğ an ve baharatla hazı rlanan, dolmalarda kullanı lan karı ş ı m. * Mide, bağ ı rsak, karı n. * Akı l, gönül, irade gibi insanı n manevî varlı ğ ı nıoluş turan ş eylerden herhangi biri. * Bir ülkede, ş ehirde, toplulukta vb.de olan veya yapı lan.

* (somut kavramlarda) İ ki veya ikiden çok ş eyde merkeze daha yakı n olan. *İ nsanı n manevî varlı ğ ı yla ilgili olan. * Muhteva. * Değiş ik yemeklerde kullanı lmak üzere et ile sebzelerin ince kı yı mı nı n karı ş tı rı lmasıve yoğrulması yla meydana getirilen karı ş ı m. iç açı cı * Gönlü ferahlatı cı . * Umut veren, iyi bir durumda olan. iç açmak * gönüle ferahlı k vermek, gönlü ferahlatmak. iç ağa iç asalak

* Vezirlerin gözde uş ağı . * Konakçı nı n içinde yaş ayan asalak.

iç bağlamak * Bkz. iç tutmak. iç bakla * Yaşbaklanı n tanesi. iç barı ş

* Ailede veya toplumda iç huzuru sağlama.

iç baş kalaş ı m * Püskürük magmaları n, soğurduklarıkültelerin etkisi altı nda, birleş imlerinden oluş an baş kalaş ı m. iç bellek

* Bilgisayarı n girişçı kı şkanallarıkullanı lmaksı zı n eriş ebildiğ i bellek.

iç bölge * Bir limanıithalât ve ihracat etkinlikleri bakı mı ndan besleyen, ona çeş itli ulaş ı m yolları yla bağ lı , dar veya genişbölge, hinterlant. iç bulantı sı * Mide bulantı sı . iç bükün

* Bazıyabancıdillerde Arapça ilim, muallim, âlim, talim sözlerinde olduğu gibi kelimenin içinde oluş an

büküm. iç cep iç cümle

* Palto, pardösü, ceket gibi giysilerin iki ön parçası na açı lan cep. * Bir cümle içinde tümleç gibi kullanı lan baş ka bir cümle.

iç çamaş ı rı * Fanilâ, kilot gibi tene, içe giyilen giysi. iç çekmek * üzüntüyle göğüs geçirmek; hı çkı rı kla ağlamak, ahlamak. iç çokgen * Bütün köş eleri aynıçember üzerinde olan çokgen. iç denge

* Ruhî durum, psikolojik yapı .

iç deniz

* Boğ azlarla ana denize bağlıolan deniz.

iç deri

* Bitkilerin kök, sap ve yaprakları nda kabuğun iç bölümü, endoderm. * Sindirim ve solunum kanalları nı n iç yüzlerini ve sindirim kanalı na bağ lıbezlerin (karaciğ er, pankreas) içini örten tabaka, endoderm. iç donu iç dünya iç ek

* Tene giyilen don. * Bireyin ruhî yaş amı nı n bütünü. * Bazıdillerde kelime kökünün içine giren ek.

iç etmek * eline geçen bir ş eyi sahibine bildirmeyerek kendine mal etmek. iç evlilik

* Evlenecek kimsenin eş ini, kendi boy veya soyu içinden seçmesi kuralı na dayalıevlilik biçimi, endogami.

iç geçirmek * derin soluk alarak üzüntüsünü belli etmek, içini çekmek. iç gezegen * Yörüngesi yer yörüngesinin içinde kalan gezegen (Merkür, Venüs). iç gı cı klamak * istek uyandı rmak. * huylandı rmak. iç göbek * Çiçeklerin diş i organı nda yumurtacı k ile kabuğu arası ndaki bağ. iç güvey iç güveyi

* Karı sı nı n ailesinin evinde oturan damat. * Bkz. iç güvey.

iç güveyi girmek * karı sı nı n ailesinin evinde oturmak üzere evlenmek. iç güveyinden hâllice * "nası lsı n" sorusuna ş aka yollu "oldukça iyiyim" anlamı nda verilen karş ı lı k. iç güveylik *İ ç güveyi olma durumu. iç güveysi * Bkz. iç güvey. iç harp

*İ ç savaş .

iç hastalı kları * Bkz. dahiliye. iç hastalı klarıuzmanı

* Bkz. dahiliyeci. iç hat * Yurt içi ulaş ı m yolu. * Yurt içi iletiş im. iç ı sı tı cı * Mutluluk veren, neş elendiren. iç içe

iç iş leri

iç kapak

* Birbirinin içinde, karı ş ı k bir durumda, birbirine çok yakı n. * Biri ötekinin içinde veya birine ötekinden geçilen. * Bir ülkede iç iş leri bakanlı ğ ı nı n sorumluluğundaki iş ler. * Bir kurum, kuruluşvb.nin yönetimiyle ilgili iş ler. * Kitabı n dı şkapaktan sonra gelen, adı nıve bazıözelliklerini içeren sayfa.

iç kavuz

* Buğdaygil çiçeğ inin erkek ve diş i organları nıiçerisinde tutan ve baş akçı k eksenine aş ağı dan ve dı ştaraftan bağlanmı şolan kavuz. iç kulak iç kuyu

* Kulağ ı n iş itme sinirlerinin bulunduğ u bölümü. * Yer altı nda, ocak katlarıarası nda bulunan ve ağ zıyer üstüne açı lmayan kuyu türü.

iç lâstik * Arabalarda dı ş taki koruyucu lâstiğin içinde bulunan ve hava ile doldurulan lâstik, ş ambriyel. iç merkez * Depremin baş ladı ğ ıyer olarak kabul edilen nokta. iç mimar

* Bir yapı nı n içini süsleyen, düzenleyen ve döş eyen sanatçı , dekoratör.

iç mimarî * Bir yapı nı n içini süsleme ve döş eme sanatı . iç mimarlı k * Bir yapı nı n içini süsleme ve döş eme sanatı , dekoratörlük. iç odun

* Ağaç gövdesinin kendi çevresinde bulunan, sertleş mişve odunlaş mı şhücrelerden oluş an, genellikle koyu renkli bölümü. iç oğlanı * Osmanlıİ mparatorluğunda, saraylarda türlü devlet hizmetleri için aday olarak yetiş tirilen gençlere verilen ad, celep. iç pazar

* Ülke içinde yapı lan satı ş .

iç pilâv

* Tavla zarıbüyüklüğ ünde doğ ranmı şkuzu ciğ eri, fı stı k, pirinç, kuşüzümü, yağve baharat kullanı larak piş irilen bir pilâv türü. iç plâzma * Bir hücreli canlı larda protoplâzmanı n merkez bölümüne verilen ad.

iç politika * Bir devletin kendi sı nı rlarıiçinde kamu iş lerinin örgütlenmesine ve yönetime iliş kin uyguladı ğ ısiyaset. iç salgı

* Vücuttaki salgıbezlerinin doğrudan doğruya kana karı ş acak yolda çı kardı klarısalgı , endokrin.

iç salgıbezi * Salgı sıbir boş altı m kanalıyerine doğ rudan doğ ruya kana karı ş an bez. iç salgıbilimi *İ ç salgıbezlerinin geliş melerini, iş levlerini, hastalı kları nı inceleyen biyoloji ve tı p dalı , endokrinoloji. iç savaş iç ses

* Bir ülke içinde çı kan savaş , dahilî harp. * Kelimenin ön ses ve son sesi arası nda kalan ses veya sesler.

iç ses düş mesi * Kelime içindeki bir ünsüzün kaybolması . iç su * Denizlerden uzak bölgelerde bulunan göl veya göletler. iç ters açı *İ ki paralel doğruyu kesen üçüncü bir doğ runun iki yanı nda ve paralellerin içinde altlıüstlü ortaya çı kan dört açı dan her biri. iç turizm

* Halkı n kendi ülkesinde yaptı ğı gezi.

iç tutmak (veya iç bağ lamak) * yemiş in içi oluş mak. iç tümce

*İ ç cümle.

iç türeme * Kelimenin aslı nda bulunmayan bir ünlünün veya ünsüzün iç seste belirmesi. iç tüzük

* Bir kuruluş , meclis, kurum vb.nin iç iş lerini düzenleyen tüzük.

iç yarı çap * Düzgün bir çokgenin içine çizilen dairenin yarı çapı . iç yüz künh. iç zar

* Herkesçe bilinmeyen, anlaş ı lmayan ve görünenden büsbütün baş ka olan sebep veya nitelik, mahiyet, zamir,

* Çiçek tozunu saran iki zardan içte olanı .

içbükey * Yüzeyi düzgün ve pürüzsüz çukur biçiminde olan, obruk, mukaar, konkav. içe bakı ş * Deneğ in bilincinde olanlarıizleyerek ruh süreçlerin özellik ve nitelikleri hakkı nda bilgi vermesi durumu. içe dönük * Gerginlik ve çatı ş ma durumları nda kendi içine kapanarak baş kaları ndan kaçan (kimse).

içe dönüklük * Kiş inin dikkat ve ilgisinin, dı şçevreden çok, öncelikle kendi duygu ve yaş antı larıüzerinde toplanması durumu. içe kapanı k * Dı şdünyaya karş ıilgi ve iliş kisi güçsüz, içine kapanı k (kimse). içe kapanı klı k *İ çe kapanı k olma durumu. içe yöneliklik * Gerçeklerden kaçı narak hayal olaylara bağ lı lı ğı geliş tirme ve düş ünceleri, daha çok dileklerin yönetmesine bı rakmak durumu, otizm. içecek

*İ çilen her ş ey, meş rubat. *İ çilmeye elveriş li.

içecek suyu olmak * o yere gitmesi kı smet olmak. içeri *İ ç yan, iç bölüm. * Belirtilen durumunda, iç, iç yüzey. *İ ç yüzeyde, iç bölümde olan. *İ ç yana, iç yana doğ ru. * Gönül, yürek. * Hapishane. içeri girmek * bir işveya alı şveriş te zarar etmek. * hapse girmek. içeride olmak * zarar etmişolmak, borçlanmı şolmak. * hapishanede olmak. içeriden evlenmek * Bkz. iç evlilik. içerik

içerikli

* Bir ş eyin içinde bulunan ögelerin bütünü, muhteva. * Bir anlatı mda verilmek istenen öz; düş ünce, duygu ve imgelerin bütünü. * Herhangi bir ruhî süreç veya düş ünsel iş levi oluş turan ögelerin bütünü. * Bir cümle veya yargı da açı kça söylenmemekle birlikte var olduğu anlaş ı labilen, zı mnî. * Herhangi bir nitelikte, konuda içeriğ i olan.

içerisi * Bkz. içeri. içeriye atmak (almak veya tı kamak) * hapsetmek. içeriye dalmak * kapalı bir yere hı zlı ca girmek. içeriye düş mek * hapse girmek.

içerlek

içerleme

* Yanı ndakilerden daha içeride, daha geride bulunan. *İ çine çökmüş , derinde olan. *İ çerlemek iş i.

içerlemek *İ çin için öfkelenmek; kı rı lmak. içerleyiş *İ çerlemek iş i veya biçimi. içerme içermek

*İ çermek iş i, tazammun, ihtiva. *İ çine almak, içinde bulundurmak, ihtiva etmek. * Bir ş ey, baş ka bir ş eyin varlı ğı nıgerektirmek, biri ötekini ister istemez düş ündürmek, tazammun etmek.

içgüdü

* Bir canlıtürünün bütün bireylerinde akı l ve düş ünceden bağı msı z olarak, doğ uş tan gelen bilinçsiz her türlü hareket ve davranı ş , insiyak, sevkı tabiî. * Organizmayıo türe özgü olan bir amaca ulaş maya sürükleyen davranı şeğilimi. içgüdülü içgüdüsel

*İ çgüdüsü olan, insiyakî. *İ çgüdü ile ilgili, insiyakî.

içi (veya midesi) kazı nmak (veya kı yı lmak) * açlı ktan midesinde eziklik duymak. içi açı lmak * güzel bir ş ey karş ı sı nda sı kı ntı sıdağı lmak, ferahlamak. içi alaylı , dı ş ıkalaylı * dı şgörünüş ü iyi, ancak içi bozuk (kimse). içi almamak * midesi kabul etmemek. * sakı ncalı gördüğünden veya beğ enmediğinden, bir iş i yapmak istememek. içi bayı lmak * çok acı kmak. * çok ş ekerli veya yağ lı yiyecek ağ ı r gelmek. içi beni yakar, dı ş ı eli (veya seni) yakar * dı şgörünüş ü ile baş kaları nı n hoş una giden bir ş ey veya durumun gerçekten kötü yönleri olduğunu belirtmek için kullanı lı r. içi bulanmak * kusacak gibi olmak. içi burkulmak (veya içi sı zlanmak) * bir ş eye çok üzülmek. içi cı z etmek * ansı zı n içi sı zlamak. içi çekmek

* istek duymak. içi çı fı t çarş ı sı * her iş te aklı ndan türlü kötülükler geçiren. içi dar

* Beklemeye dayanamayan, tez canlı , sabı rsı z.

içi daralmak * sı kı lmak, bunalmak. içi dayanmamak * Bkz. içi götürmemek. içi dı ş ı bir * düş ündüğ ünü açı kça söyleyen, gizli bir düş üncesi olmayan, iki yüzlü olmayan, özü sözü bir. içi dı ş ı na çı kmak * kusmaktan çok rahatsı z olmak. * bir taş ı tta, kötü yol sebebiyle çok sarsı lı p kusmak. içi erimek * kaygıduymak, çok üzülmek. içi ezilmek * üzülmek, yüreğ i burkulmak. * sı kı ntıve heyecan içine düş mek. içi geçmek * istemeden kı sa bir süre uyuyuvermek. * bir iş e yaramaz duruma gelmek. * yaş lı lı ktan, güçsüzlükten isteksiz olmak, hiçbir ş eye ilgi duymamak. * kavun, karpuz vb. yenmeyecek biçimde içi bozulmuşolmak. içi geniş * Sabı rlı , rahat, huzurlu, gamsı z, tasası z. içi gitmek * içi sürmek. * bir ş eyi yapmayıveya elde etmeyi çok istemek. içi götürmemek * (acı klıbir durum karş ı sı nda) dayanamamak. * kı skanmak, çekememek. * vicdanı na sı ğ dı ramamak. içi hop etmek * birdenbire heyecanlanmak. içi ı sı nmak * hoş lanmak, sevmek. içi içine geçmek * tedirgin olmak. içi içine sı ğ mamak * telâş , sabı rsı zlı k, coş kunluk göstermekten kendini alamamak. içi içini yemek * istediğ ini yapamamak yüzünden üzülmek; dert etmek. içi kabul etmemek

* (bir ş eyden) midesi bulanmak. içi kalkmak (veya kabarmak) * iğ renerek bulantıduymak. * taş kı n bir ağ lama duygusu içinde bulunmak. * duygulanmak, heyecanlanmak. içi kan ağ lamak * çok üzüntü duymak. içi kapanmak * sı kı lmak, bunalmak. içi kararmak * sı kı lmak, bunalmak; hiçbir ş eyden tat alamaz olmak. * umutsuzluğ a düş mek. içi paralanmak (veya parçalanmak) * birine acı yarak çok üzülmek. içi pı r pı r etmek * Bkz. içi vı k vı k etmek. içi rahat etmek * kaygıduyulacak bir konu bulamadı ğı nıöğrenerek ferahlamak. içi sı kı lmak * bunalmak. içi sı zlamak * bir ş ey veya kiş i için çok üzülmek. içi sürmek * ishal olmak. içi tez

* Aceleci, sabı rsı z, yavaşyapı lan iş ten sı kı lan.

içi titremek (veya titrememek) * özen göstermek. * çok üş ümek. * duygulanmak. içi vı k vı k (fı k fı k veya pı r pı r) etmek * sabı rs ı zca, tedirgin davranmak. içi yağbağ lamak * Bkz. yüreğ i yağbağ lamak. içi yanmak * çok susamak. * büyük bir acıvb. sebebiyle çok üzülmek. içici

içicilik içiliş

*İ çmek iş ini yapan (kimse). *İ çkici, ayyaş , akş amcı . *İ çmeyi alı ş kanlı k hâline getirmek iş i. *İ çilmek iş i veya biçimi.

içilme içilmek içim

içimli

içimlik için

için için

*İ çilmek iş i. *İ çmek iş i yapı lmak. *İ çmek iş i veya biçimi, içiş . * Bir yudumda içilecek miktar. * Bir ş ey içilirken alı nan tat. *İ çimi herhangi bir nitelikte olan. *İ çimi iyi, lezzetli. *İ çilecek miktarda olan. * Amacı yla, maksadı yla. * Sebep ve sonuç belirtir. * -dan / -den dolayı , ... -dan / -den ötürü. * Özgü, ayrı lmı ş . * Düş üncesince, kendince, göre. * Hakkı nda. * Oranla, göz önünde tutulursa. * Karş ı lı ğ ı nda, karş ı lı k olarak. * Uğ runa, yoluna. * Süre belirtir. * Ant deyimleri yapar. *İ çinden, açı ğ a vuramayarak, yavaşyavaş , gizli gizli.

için için gülmek (veya gülümsemek) * belli etmeden, gizli gizli gülmek. için için kaynamak * aş ı rıheyecan, gözü peklik ve hareket içindeyken bunu belli etmemek. için için yanmak * yanmasısürmek; (ateşiçin) farkı na varı lmadan yanmak. * dı ş a vurmadan çok üzülmek. içinde

* Süresince, zarfı nda. * Ortamı nda. * Kendisinden önceki söze "çok" anlamı verir.

içinde duymak * hissetmek, varlı ğı nıalgı lamak. içinde kaybolmak * göze çarpmak. * (giysi için) çok büyük gelmek. içinde yüzmek * olumlu veya olumsuz bir durumun aş ı rıderecesinde bulunmak. içindekiler

* Bir kitabı n veya derginin başveya son bölümüne konulan, kiş i, konu, yer adıvb. ni yer numarası yla belirten liste, fihrist. * Bir kitap, dergi, gazete, mektup vb.nin içinde bulunan konular veya kapsadı ğı ş eyler, münderecat. içinden bir ş eyler kopmak * ruhundaki güzellikler yitmek, iç acı sıduymak. içinden çı kmak * karı ş ı k bir iş in güçlüklerini yenebilmek, üstesinden gelmek. içinden geçirmek * bir ş eyi yapmayıdüş ünmek. içinden geçmek * düş ünmek, aklı ndan geçmek. içinden gelmek (veya gelmemek) * bir ş eyi yapmak için içten bir istek duymak (veya duymamak). içinden gülmek * sezdirmeden eğ lenmek. içinden kan gitmek * Bkz. içi kan ağ lamak. içinden konuş mak (veya demek) * kimsenin duymayacağıkadar yavaşsesle konuş mak. içinden okumak * ses çı karmadan okumak. * sessiz bir biçimde sövmek. içinden pazarlı klı(veya içten pazarlı klı ) * sinsi. içinden yanmak * çok istemek, sabı rsı zlı k göstermek. içine almak * kapsamak. içine ateşatmak * aş ı rıacı , sı kı ntı veya üzüntü verecek davranı ş ta bulunmak. içine ateşdüş mek * büyük bir acıve üzüntünün etkisi altı na girmek. içine atmak * sı kı ntı sı nı kimseye belli etmemek. * yapı lan bir kötülüğ e karş ısesini çı karmamakla birlikte, bunu unutmamak. içine baygı nlı klar çökmek * sı kı ntı , fenalı k basmak. içine çekilmek * Bkz. kabuğ una çekilmek. içine çekmek * soluk almak. * bilincine varmak, anlamak. içine dert olmak

* bir ş eyi yapmamaktan dolayıüzülmek. içine doğ mak * hiçbir belirtiye dayanmadan, bir iş in olacağı nıveya olduğ unu önceden sezinlemek, malûm olmak. içine dokunmak * dertlendirmek, üzmek. içine etmek * Bkz. içine sı çmak. içine hüzün çökmek * kederlenmek, hüzünlenmek. içine iş lemek * duygulanmak, etkilenmek, dokunmak. içine kapanmak (veya içine çekilmek) * çevresindeki kiş ilerle ilgi kurmamak, duyguları nı kimseye açmamak. içine kurt düş mek * kendisine zararı dokunacak bir durum meydana geleceğinden kuş kulanmak. içine oturmak * çok etkilemek, çok üzmek. içine sı çmak * bozup berbat etmek, içine etmek. içine sinmek (veya sinmemek) * isteğince olduğu için huzur ve mutluluk duymak (duymamak). * içi rahat etmek (etmemek). içine sokacağ ıgelmek * birini çok sevmek. içine tükürmek * bir ş eyi bozup berbat etmek. içini açmak * derdini anlatmak, içini dökmek. içini bayı ltmak (veya kı ymak) * (tatlı ) ağı r gelip artı k yiyememek. * çok konuş arak veya ağ ı r davranarak birini usandı rmak. * yoğ un olarak hissetmek. içini boş altmak * sı kı ntıve derdini söylemek; öfkesini açı ğa vurmak. içini çekmek (iç çekmek veya iç geçirmek) * üzüntüyle veya özlemle derin soluk almak. içini çürütmek * ruhunu karartmak, bezdirmek, yı ldı rmak. içini dökmek * derdini anlatmak, iç dünyası ndaki duygu ve düş üncelerini bir bir anlatmak. * ferahlamak, rahatlamak. içini ezmek * üzüntüsünü, sı kı ntı sı nıduymak.

içini karartmak * bunalı ma veya sı kı ntı ya sokmak, endiş eye düş ürmek. içini kemirmek * bir üzüntüden rahatsı zlı k duymak, tedirgin olmak. içini kurt yemek (veya kemirmek) * sürekli bir kaygıiçinde bulunmak. içini okumak * birinin gizli, saklıdüş üncelerini anlamak. içini parçalamak (veya parça parça etmek) * çok üzülmek, aş ı rıderecede sı kı lı p harap olmak. içini sarmak * sürekli düş ünmek, hep onunla meş gul olmak. içini sı kmak * sı kı ntıvermek. içini yakmak * çok üzülmek. içini yemek * çok üzülmek. içinin (veya yüreğinin) yağ ıerimek * telâşveya kaygıile üzülmek. içinin ateş i küllenmek * acı sı , hüznü, kederi son bulmamak, sürmek. içirik * Yatak doldurmaya yarayan yün, pamuk, kı tı k gibi ş eyler. içirilme içirilmek içiriş

*İ çirilmek iş i. *İ çmesi sağlanmak. *İ çirmek iş i veya biçimi.

içirme *İ çirmek iş i. içirmek içirtme içirtmek

*İ çmek iş ini yaptı rmak, içmesini sağlamak. *İ çirtmek iş i. *İ çmek iş ini yaptı rmak.

içiş *İ çmek iş i veya biçimi, içim. içit

*İ çilecek ş ey. içitim * Vücuda ş ı rı nga ile sı vıverme iş i, zerk. içitme içitmek içki

*İ çitmek iş i, zerk. * Sı vı yı ş ı rı nga vb. ile vücuda vermek, zerk etmek. *İ çinde alkol bulunan içecek. *İ çki içme iş i.

içki âlemi *İ çkili yemek eğ lentisi. içki masası *İ çki sofrası . içki psikozu * Alı ş kanlı k hâlinde ve aş ı rıderecede içki kullanmanı n yarattı ğıağ ı r bunalı m. içki sefası *İ çki âlemi. içki sofrası *İ çki içilen sofra. içkici *İ çki yapan veya satan kimse. *İ çkiye düş kün kimse, içici. içkicilik *İ çki yapma veya satma iş i. *İ çkiye düş kün olma durumu. içkili *İ çki içmişolan. *İ çki içilen. *İ çki içmişolarak. içkin

içkinlik içkisiz

* Varlı ğı n içinde bulunan, varlı ğ ı n yapı sı na karı ş mı şolan, mündemiç. * Yalnı zca bilinçten olan, yalnı zca bilinç içeriğ i olarak var olan (ş ey), mündemiç. * Deney içinde kalan, deneyi aş mayan (ş ey). * Dünya içinde, dünyada olan (ş ey). *İ çkin olma durumu. *İ çki içmemişolan. *İ çki içilmeyen. *İ çki içmemişolarak.

içkiyi bı rakmak * içki içmekten vazgeçmek. içlem

* Bir kavramı n çağrı ş tı rdı ğ ıkapsama giren niteliklerin veya taş ı dı ğı özelliklerin bütünü, tazammun.

* Bir nesnenin içeriğini oluş turan ş ey. içlendirme *İ çlendirmek iş i veya durumu. içlendirmek *İ çlenmek iş ini yaptı rmak. içlene içlene * Sürekli içine atarak. içleniş

*İ çlenmek iş i veya biçimi.

içlenme *İ çlenmek iş i. içlenmek

* Kimseye belli etmeden bir ş eyi kendine dert etmek, duygulanmak. * Tanelenmek, iç tutmak.

içler (veya yürekler) acı sı * (durum, olay vb.) çok acı klı , çok üzücü. içler acı sı * Çok acı klı , üzüntü veren, dramatik. içli

* (taneli sebze veya kuru yemiş ler için) İ çi dolu. * Kolay duygulanı p incinen, duygulu, hassas, hisli. * Duygulandı ran, etkili.

içli dı ş lı * Hiç gizli iş i olmayan, apaçı k, olduğu gibi, senli benli, aş ı rıteklifsiz. içli dı ş lıolmak * karş ı lı klıolarak candan ve içten davranmak, teklifsiz görüş mek. * kı z ve oğ ulları nıkarş ı lı klıolarak evlendirmek. * karş ı lı klıolarak resmî davranı ş lardan uzaklaş mak, candan ve içten davranmak. içli dı ş lı lı k *İ çli dı ş lıolma durumu. içli köfte

* Yağsı z kı yma ile ince bulgur iyice yoğ rulup içi oyularak yumurta biçiminde hazı rlanan ve içerisine kavrulmuşsoğ anlı kı yma konduktan sonra haş lanan veya kı zartı lan bir çeş it köfte. içlik

*İ çe giyilen çamaş ı r, iç gömleğ i.

içlilik * Duygulu olma durumu, duygululuk. içme

*İ çmek iş i. * Bkz. İ çmeler.

içme suyu *İ çilebilecek nitelikte olan su. içmece

*İ çmeler.

içmek

içmeler kaynak. içre

* Bir sı vı yıağ za alı p yutmak. * Sigara, nargile vb.nin dumanı nı içe çekmek. * (bir ş ey bir sı vı yı )İ çine çekmek, emmek. *İ çki kullanmak. *İ çinde birtakı m mineraller ve tuzlar bulunan, suyu ilâç olarak ve çoğunlukla iç sürdürmek için içilen

*İ çinde. * Arası nda, içinde.

içrek

* Belirli bir insan topluluğunun dı ş ı nda kimseye bildirilmeyen, yalnı zca sı nı rlı , dar bir çevreye aktarı lan (her türlü bilgi, öğreti), batı nî, d ı ş rak karş ı tı . içsel

*İ çle ilgili, içe iliş kin, dahilî.

içsiz * (taneli sebze veya kuru yemiş ler için) İ çi olmayan. * Muhtevasıolmayan, kuru, anlamsı z. *İ ç lâstiğ i olmayan, tubeless. içten

* Yürekten, candan, samimî. * En önemli, can alı cı noktası ndan.

içten evlilik * Bkz. iç evlilik. içten içe * Gizli gizli, belli etmeden. içten pazarlı klı * Gizli niyetini açı klamayan. içtenlik içtenlikle

*İ çten olma durumu, içten davranı ş , samimîlik, samimiyet. *İ çten bir biçimde, samimiyetle.

içtenlikli *İ çten, samimî. içtenliksiz *İ çten olmayan, samimiyetsiz. içtenliksizlik *İ çtenliksiz olma durumu, samimiyetsizlik. içtensiz

*İ çten olmayan, samimiyetsiz.

içtensizlik *İ çten olmama durumu, samimiyetsizlik. içtepi

* Bkz. tepi. içtihat * Görüş , özel görüş , anlayı ş , kavrayı ş . * Yasada veya örf ve âdet hukukunda uygulanacak kuralı n açı kça ve tereddütsüz olarak bulunmadı ğ ı konularda, yargı cı n veya hukukçunun düş üncelerinden doğan sonuç. içtikleri su ayrıgitmemek * sı kıfı kıdost, arkadaşolmak. içtima * Toplanma, toplantı . * Askerlerin silâhlıve donatı lmı şolarak toplanmaları . * Kavuş um. içtima etmek * toplanmak. içtimaî * Toplumla ilgili, toplumsal, sosyal. içtimaiyat * Toplum bilimi, sosyoloji. içtimaiyatçı * Toplum bilimci, sosyolog. içtinap

* Sakı nma, çekinme, kaçı nma.

içtinap etmek * sakı nmak, çekinmek, kaçı nmak. içyağı idadî idadiye

* Gevişgetiren hayvanları n karı n boş luğunda iç organları nısaran kalı n yağ, ş ahı m. * Eskiden lise derecesindeki okullara verilen ad. *İ dadî.

idam * Ölüm cezası . * Ölüm cezasıverilen kimseye uygulanan infaz iş lemi. idam cezası * Ölüm cezası . idam etmek * verilen ölüm cezasıhükmünü yerine getirmek. idam sehpası * Darağ acı . idame

* Sürdürme, devam ettirme.

idame etmek * sürdürmek, devam etmesini sağ lamak. idamlı k

* Ölüm cezasıile cezalandı rı lmı şolan (kimse). * Ölüm cezasıgerektiren. idare

* Yönetme, yönetim, çekip çevirme. * Ülke iş lerinin yürütülmesi, kamuya iliş kin hizmetlerin bütünü. * Bir kurum veya kuruluş un yönetildiğ i yer. * Bir kurumun iş lerini yürüten kurul. * Tutum. *İ dare kandili veya lâmbası . * Hoş görme, yetinme, göz yumma.

idare etmek * yönetmek, çekip çevirmek. * tutumlu kullanmak. * yetmek, yetiş mek. * (alı şveriş te) elvermek, yeterli olmak, kurtarmak. * göz yummak, hoşgörmek. * örtbas etmek. idare hukuku * Kamu yönetimi içinde yer alan kuruluş larıve bunları n iş leyiş lerini, kiş ilerle iliş kilerini ve sorumlulukları nı inceleyen, düzenleyen hukuk dalı . idare kandili * Az ı ş ı k veren küçük gaz lâmbası . idare lâmbası *İ dare kandili. idarece *İ dare yönünden, idare tarafı ndan. idareci

* Yönetici. *İ dare eden, hoş görülü. * Becerikli, tutumlu.

idarecilik *İ dareci olma durumu. *İ darecinin görevi, yöneticilik. idarehane * Gazete, dergi gibi yayı m kurumları nda yazıiş lerine bakı lan yer, yönetim yeri. * Bir iş i veya kuruluş u yönetenlerin bulunduklarıyer, büro. idareimaslahat * Bir iş i, gerektiğ i gibi değ il de günün ş artları na göre yapma; iş i oluruna bı rakmak. idareimaslahat etmek * bir iş i geliş igüzel yapmak. idareimaslahat politikası * Bir iş i oluruna bı rakma tutumu. idareimaslahatçı * Bir iş i sağlam bir temele oturtmadan o günün ş artları na göre yapan (kimse). idareli *İ dare etmesini bilen, iyi yöneten. * Tutumlu. * Tutuma elveriş li, ekonomik.

idaresini bilmek * yerine göre harcamak, tutumlu davranmak. idaresiz

*İ dare etmesini bilmeyen, gevş ek, beceriksiz (kimse). * Tutumsuz.

idaresizlik * Gevş eklik, beceriksizlik. * Tutumsuzluk. idareten idarî

*İ dare etmek üzere. * Yönetimle ilgili, yönetimsel.

iddia *İ leri sürülerek savunulan düş ünce, sav. * Kendinde olmayan bir yeteneği, bir durumu varmı şgibi gösterme. * Dediğ inde direnme, inat. iddia etmek * sözünde direnmek, bir iddia ileri sürmek. iddiacı * Dediğ inde, iddiası nda haksı z da olsa direnen, inatçı(kimse). iddiacı lı k *İ ddiacı olma durumu. iddialaş ma *İ ddialaş mak iş i. iddialaş mak * Karş ı lı klıiddiaya girmek. iddialı * Bir iddiasıolan. * Kendine çok güvenen. iddianame * Savcı lı ğ ı n soruş turma sonunda elde ettiği kanı tlarıve iddiaları nıiçinde topladı ğı , mahkemede okunan yazı . iddiası z

* Bir iddiasıolmayan; alçak gönüllü, mütevazı .

iddiası zlı k *İ ddiası z olma durumu. iddiaya tutuş mak * karş ı t iddialarda bahse giriş mek. ide * Bkz. idea. idea

* Uzay ve zamanı n ötesinde, öznenin dı ş ı nda, kendiliğ inden var olan, duyularla değ il, yalnı zca ruhen algı lanabilen ası l gerçeklik, düş ünce, fikir. ideal

* Ülkü, mefkûre. * Düş üncenin tasarlayabileceğ i bütün üstün nitelikleri kendinde toplayan. * Yalnı z düş ünce ile kavranabilen. idealist

idealistlik idealize

* Ülkücü. *İ dealizm öğretisine bağlıfilozof. *İ dealist olma durumu. *İ deal durum.

idealize etmek * ideal duruma getirmek. idealizm adı .

* Ülkücülük. * Bilgide temel olarak düş ünceyi alan ve varlı ğıinsan düş üncesinin kurduğ unu kabul eden öğretilerin genel

idealleş tirme *İ dealleş tirmek iş i. idealleş tirmek *İ deal duruma getirmek. idealsiz idefiks

*İ deali olmayan. * Saplantı , sabit fikir.

identik * Özdeş . ideolog

* Bir felsefî veya toplumsal öğretiye sistemli biçimde bağlanan kimse. * Bir ideolojinin akı l hocalı ğ ı nıyapan kimse.

ideologlar * Düş sel bir ideale bağlıolan kimseler. * Fransa'da fizik ötesini ortadan kaldı rarak manevî bilimleri antropolojiye ve psikolojiye dayandı rmayı amaçlayan, Condillac'a bağ lı felsefe okulunun taraftarları na verilen ad. ideoloji * Siyasî veya toplumsal bir öğ reti oluş turan, bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranı ş ları na yön veren politik, hukukî, bilimsel, felsefî, dinî, moral, estetik düş ünceler bütünü. ideolojik *İ deoloji ile ilgili. idil idiopati idiş

* Kı r yaş amı içinde aş k konusunu iş leyen kı sa ş iir. * Kapan duygu. * Bkz. iğ diş .

idman

* Vücudun gücünü artı rmak için yapı lan alı ş tı rma, spor, jimnastik. * Herhangi bir duruma veya ş eye alı ş kanlı k kazanma.

idman yapmak * beden hareketleri yapmak. idmancı *İ dman yapan sporcu. idmanlı *İ dman yaparak çeviklik kazanmı şolan (kimse). * Herhangi bir ş eye alı ş mı şve onu yadı rgamaz duruma gelmişolan (kimse). idmansı z *İ dman yapmamı şolan, idmanıolmayan, çevikliğ i olmayan, ham. * Bir iş e, bir duruma henüz alı ş mamı şolan, acemi. idrak * Anlama yeteneğ i, anlayı ş , akı l erdirme. * Eriş me, ulaş ma. * Algı . idrak etmek * akı l erdirmek, anlamak, kavramak. * eriş mek, ulaş mak. idraksiz

* Anlayı ş sı z, ahmak.

idraksizlik *İ draksiz olma durumu, anlayı ş sı zlı k. idrar

* Böbreklerde kandan süzülerek idrar yolları yla dı ş arı ya atı lan sı vı , sidik.

idrar zoru *İ drar torbası nda biriken idrarıdı ş arıatmada zorluk çekme, sidik zoru. idris ağacı * Meyvesi hoşkokulu, kerestesi güzel bir kiraz türü, kokulu kiraz, mahlep (Prunus mahaleb). idris otu * Bir tür ayrı k otu. ifa

ifa etmek

ifade

* Bir iş i yapma, yerine getirme. * Ödeme. * yapmak, yerine getirmek. * ödemek. * Anlatı m. * Deyiş . * Bir duyguyu yüz aracı lı ğı yla anlatan belirtilerin bütünü. * Mahkemede tanı k ve sanı kları n olay hakkı nda sözlü açı klamaları . * Dı ş a vurum.

ifade etmek * anlatmak.

* önem taş ı mak. ifade vermek * bir olayla ilgili olarak gördüğünü, bildiğini yetkili veya ilgili kimseye söylemek. ifadelendirme *İ fadelendirmek iş i. ifadelendirmek * Anlamlandı rmak, bir ş ey anlatı r duruma getirmek. ifadesini almak * sorguya çekmek. * görgü tanı ğ ı nı n anlattı kları nıyazmak. * üstün gelmek; yenmek; tepelemek. iffet

iffetli iffetsiz

* Cinsî konularda ahlâk kuralları na bağlı lı k, sililik. * Namus. *İ ffettini koruyan, sili, afif. *İ ffetini korumayan, silisiz.

iffetsizlik *İ ffetsiz olma durumu, silisizlik. ifil ifil

ifildeme ifildemek iflâh

* (rüzgâr, kar için) Hafif, kesintili ve yavaşbir biçimde. * Efil efil. *İ fildemek iş i veya durumu. * Hafifçe titremek; ürpermek. * Kötü, güç bir durumdan kurtulma, iyi bir duruma gelme, onma.

iflâh etmek * kötü bir durum veya hastalı ktan kurtarmak. iflâh olmak * onmak, düzelmek. iflâh olmamak * onmamak. iflâhıkesilmek * çaresiz kalmak. iflâhı nı kesmek * gücünü tüketmek, bir daha düzelemeyecek bir duruma getirmek. iflâs

* Borçları nıödeyemediğ i mahkeme kararıile tespit ve ilân olunan tüccarı n durumu, batkı . * Yenilgiye uğramak, değ erini yitirme.

iflâs anlaş ması

*İ flâs ile ilgili alı nan karardan sonra borçları n ödenmesine iliş kin anlaş ma. iflâs bayrağı nıçekmek (veya borusunu çalmak) * (ticarette) batmak. * her ş eyini yitirmek. iflâs davası *İ flâs iş lerine bakan mahkemelerde açı lan dava. iflâs etmek * (bir kimse veya kuruluşiçin) mahkeme kararı yla anaparası nıyitirdiği açı klanmak, batmak. * (düş ünce, iddia, tez, kimse vb.) yenilgiye uğramak, değ eri düş mek. iflâs masası *İ flâs davası nı n açı ldı ğ ıanda borçları n birleş tirildiğ i durum. ifna

* Yok etme. * Tüketme.

ifna etmek * yok etmek. * tüketmek. ifrağ

ifrat

* Bir ş eyi baş ka bir biçime, çevirme. * Boş altı m. * Herhangi bir konuda çok ileri gitme, ölçüyü aş ma, aş ı rıdavranma, taş kı nlı k.

ifrat derecede * Aş ı rıölçüde. ifrat tefrit * Olumlu ve olumsuz anlamda en uç noktalar. ifrat tefritte kalmak (veya bulunmak) * en uç noktalarda bulunmak. ifrata kaçmak * çok ileri gitmek, aş ı rıdavranmak. ifrata vardı rmak * bir ş eyin ölçüsünü kaçı rmak. ifraz * Bir arazinin bölünmesi, parsellere ayrı lması . * Salgı . ifraz etmek * bir araziyi bölmek, parsellere ayı rmak. * salgı lamak. ifrazat * Vücuttan çı kan kan, irin, ter gibi ş eyler, salgı lar. ifrit

* Doğu masal ve efsanelerinde, kötü ve korkunç cin. * Öfkeli, ortalı ğ ıbirbirine katan kimse.

ifrit kesilmek (veya olmak)

* çok öfkelenmek, çok kı zmak. ifritleş me *İ fritleş mek iş i veya durumu. ifritleş mek *İ frit olmak. ifsat

ifş a

* Düzeni bozma, karı ş ı klı k çı karma. * Kargaş alı k. * Herhangi gizli bir ş eyi, açı ğ a çı karma, yayma.

ifş a etmek * gizli bir ş eyi ortaya dökmek, açı ğa vurmak, yaymak, ilân etmek, afiş e etmek, reklâm etmek. ifş aat * Gizli bir ş eyi ortaya çı karmak için yapı lan açı klamalar. ifta

* Herhangi bir iş lemin veya eylemin din kuralları na uygun olup olmadı ğıkonusunda ilmiye mensupları nı n fikir beyan etme yetkisi, fetva verme. iftar

* Oruç açma, oruç bozma. * Oruç açma zamanı . * Ramazanda akş am yemeği.

iftar etmek * oruç bozmak. iftar sofrası * Ramazanda akş am ezanıokununca oruç açmak için hazı rlanmı şsofra. iftar tabağ ı * Ramazanda genellikle lokantalarda yemek öncesi iftar açmak için geniş çe bir tabağ a dizilmişyiyecekler. iftar topu *İ ftar zamanı nı bildirmek amacı yla patlatı lan top. iftar vakti * Ramazanda oruç açma zamanı . iftar yemeğ i * Ramazanda oruç açmak için hazı rlanan yiyecek ve içeceklerin tümü, iftar sofrası . iftar zamanı *İ ftar zamanı . iftariye

*İ ftar için hazı rlanmı şçerez ve yiyecek.

iftariyelik * Ramazanda iftar açmak için ilk ağı zda yenilecek ve içileceklerin tümü. iftarlı k

iftihar

* Oruç açmak için hazı rlanan yiyecek. *İ ftarda yenmeye elveriş li.

* Övünme, kı vanma, kı vanç, övünç. iftihar etmek * kı vanç duymak, övünmek. iftihar listesi * Övünç çizelgesi. iftihara geçmek * okuldaki baş arı sıve iyi davranı ş larısebebiyle üstün öğ renci seçilmek, övünç çizelgesinde yer almak. iftira

* Kası tlıve ası lsı z suç yükleme, kara çalma, bühtan.

iftira etmek (veya atmak) * bir suçu birinin üzerine atmak, kara çalmak, kara sürmek. iftiracı

* Kara çalan, iftira eden (kimse), müfteri.

iftiracı lı k *İ ftiracıolma durumu. iftiraya uğramak * kası tlıve ası lsı z suç yüklenmek. iguana *İ guanagillerden, 1-2 m boyunda, Amerika'nı n tropikal bölgelerinde yaş ayan, sı rtı nda dikenli çı kı ntı lar bulunan, pullu, büyük sürüngen, Hint kertenkelesi (Iguana tuberculara). iguanagiller * Sürüngenler sı nı fı ndan, örnek hayvanıiguana olan bir familya. iğ

* Pamuk, yün gibi ş eyleri eğirmekte kullanı lan, ortasış iş kin, iki ucu sivri ve bunlardan biri çoğ u kez çengelli ağaç araç, eğirmen, kirmen. * Araba okunun ekseni. * Değirmen taş ı nı n ortası nda bulunan ve yukarı daki üst taş a geçen demir eksen. * Bkz. iğiplik. iğağ acı

* Ana yurdu Asya'nı n dağlı k bölgeleri olan, bazıtürlerinde yapraklarıkı ş ı n dökülen, odunu tornacı lı k ve kaplamacı lı kta kullanı lan, kömürü ile kara kalem resim yapı lan küçük bir ağaç (Evonymus). iğiplik iğyağ ı

* Mitoz bölünme sı rası nda oluş an iğbiçimindeki uzantı . * Yüksek hı zlıve az yüklü parçaları n yağ lanması nda kullanı lan, düş ük viskoziteli bir yağ .

iğ birar * Gücenme, güceniklik, kı rgı nlı k. iğ ci iğ de

iğ degiller

*İ ğkullanan, yapan veya satan (kimse). *İ ğ degillerin örnek bitkisi olan bir ağaç (Elaeagnus). * Bu ağacı n zeytin biçiminde, kabuğ u kı rmı zı ya çalan sarırenkte, beyaz unlu, tadımayhoşyemiş i. *İ ki çeneklilerden, örneğ i iğde olan bitki familyası .

iğ demir İ ğ dir

* Marangozlukta ağ aç delmek için kullanı lan çelik araç. * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

iğ diş

* Erkeklik bezleri çı karı larak veya burularak erkeklik görevini yapamayacak duruma getirilmişolan (hayvan ve özellikle at). iğ dişetmek * hayvanlarda erkeklik bezlerini çı karmak veya körletmek, burmak, enemek. iğ fal * Aldatma, ayartma, kandı rma, baş tan çı karma. * Bir kadı nıaldatma, baş tan çı karma. iğ fal etmek * aldatmak, kandı rmak, baş tan çı karmak. * bir kadı nıaldatmak, baş tan çı karmak. iğ lik *İ çinde herhangi bir sayı da iğbulunan. iğ mek iğ ne

* Bkz. eğmek. * Dikişdikmeye yarayan, ince, ucu sivri, bir ucunda iplik geçecek deliği bulunan çelik araç. *İ ki ş eyi birbirine tutturmaya yarar ince, uzun, ucu sivri, metal araç. * Toplu iğ nenin süs olarak kullanı lan türü. * Altı ndaki iğ ne ile tutturulan süs eş yası . * Bazıaraçları n ucu sivri parçaları . * Kaslar veya damar yoluyla vücuda sı vıbir ilâcıvermek için kullanı lan araç, enjektör, ş ı rı nga. * Zerk yolu ile vücuda verilen ilâç. * Vücuda bu yolla ilâç verme iş i. * Dokunaklısöz. * Bazıböceklerde bulunan savunma organı . * Oltanı n ucundaki küçük çengel. * Bitkilerde yumurtacı kla tepecik arası ndaki sapçı k.

iğ ne ardı *İ ğ neyi, çı kı şnoktası nı n gerisinden saplayı p daha ileriden çı kararak yapı lan aralı ksı z dikişveya nakı ştürü. iğ ne atsan yere düş mez * çok kalabalı k. iğ ne deliğ i *İ ğ nenin arkası nda iplik geçirilen delik. iğ ne deliğ i gibi * küçücük. iğ ne deliğ inden Hindistan'ıseyretmek * küçük bir olaydan büyük anlamlar çı karmak. iğ ne deliğ ine girmek * kimsenin bulamayacağ ıbir biçimde gizlenmek, saklanmak. iğ ne ile kuyu kazmak

çalı ş mak.

* yetersiz araçlarla, sürekli ve sabı rlıçalı ş malarla çok güç olan veya çok ağ ı r yürüyen bir iş i baş armaya

iğ ne ipliğ e dönmek * çok zayı flamak. iğ ne oyası *İ ğ neyle değiş ik biçimli veya düğümlü ilmekler oluş turularak ve bunlar birleş tirilerek yapı lan oya. iğ ne üstünde oturmak * Bkz. diken üstünde oturmak. iğ ne yapmak (veya vurmak) * iğ ne ile vücuda sı vıbir ilâç vermek. iğ ne yaprak * Çam türlerinde görülen, ince uzun, sivri uçlu yaprak. iğ ne yapraklı lar * Kozalaklı lar. iğ ne yastı ğ ı *İ ğ nelik. iğ ne yurdu *İ ğ ne gözü, iğ ne deliğ i. iğ ne yutmuşite (veya maymuna dönmek) * zayı f ve bitkin duruma gelmek. iğ neci *İ ğ ne yapan kimse. iğ necik

iğ necilik

* Bazıomurgası z hayvanlarda rastlanan silis veya kalkerden oluş muş , iğ ne biçiminde küçük çı kı ntı . * Deniz teknelerinde dümen menteş esi. *İ ğ necinin yaptı ğ ıiş .

iğ neden ipliğ e kadar * ne kadar eş ya varsa, her ş ey. iğ nedenlik *İ ğ nelik. iğ neleme *İ ğ nelemek iş i. iğ nelemek *İ ğ ne ile tutturmak. * Üstü kapalıolarak onur kı rı cı , üzüntü verici söz söylemek. iğ nelenme *İ ğ nelenmek iş i. iğ nelenmek *İ ğ nelemek iş i yapı lmak, veya iğ nelemek iş ine konu olmak. *İ ğ ne batar gibi acıduyulmak. iğ neleyici

* Kı rı cı , dokunaklı(söz veya davranı ş ).

* Kı rı cıbir biçimde. iğ neleyiş *İ ğ nelemek iş i veya biçimi. iğ neli

*İ ğ nesi olan. *İ ğ ne ile tutturulmuş , iğ nelenmiş . * Kı rı cı , gücendirici; dokunaklı , onur kı rı cı , kinayeli.

iğ neli fı çı * Çok sı kı ntıve üzüntü veren durum veya ş ey. iğ neli söz * Dokunaklı , kı rı cısöz. iğ nelik

* Üzerine iğ ne saplanan küçük yastı k, iğnedenlik, iğ ne yastı ğ ı .

iğ neyi kendine, çuvaldı zıbaş kası na batı rmak * hoş lanı lmayan bir davranı ş ıbaş kaları ndan önce kendinde denemek. iğ renç *İ ğ renme duygusu uyandı ran, tiksindiren, müstekreh. iğ rençlik

*İ ğ renç olma durumu.

iğ rendirme *İ ğ rendirmek iş i. iğ rendirmek *İ ğ renmesine yol açmak. iğ rengen * Her ş eyden iğrenme huyu olan. iğ rengenlik *İ ğ rengen olma durumu. iğ renilme

*İ ğ renilmek iş i veya durumu.

iğ renilmek *İ ğ renmek iş i yapı lmak. iğ reniş *İ ğ renmek iş i veya biçimi. iğ renme

*İ ğ renmek iş i.

iğ renmek * Bir ş eyi tiksindirici bulmak, istikrah etmek. * Aş ağ ı lı k, bayağ ıbulmak, tiksinmek. iğ renti iğ reti

*İ ğ renme. * Bkz. eğreti.

iğ retileme * Bkz. eğretileme. iğ retilik

* Bkz. eğretilik.

iğ ri * Bkz. eğri. iğ rilik iğ rilmek iğ ritmek

* Bkz. eğrilik. * Bkz. eğrilmek. * Bkz. eğritmek.

iğ tinam * Ganimet yoluyla alma, yağ ma. ihale

* Bir iş i veya bir malıbirçok istekli arası ndan en uygun ş artlarla kabul edene bı rakma, eksiltme veya artı rma.

ihale etmek * bir iş i en uygun görülene bı rakmak. ihaleye çı karı lmak * eksiltmeye (veya artı rmaya) çı karı lmak. iham sanatı . ihanet

* Kuruntuya düş ürme. *İ ki anlamı olan bir sözün akla en az gelen anlamı nı n amaçlanarak kullanı lmasıve anlamıgüçlendirmesi

* Hı yanet, hainlik. * Sevgide aldatma, sadakatsizlik. * Gerektiğ inde yardı mda bulunmama, bir kimsenin güvenini yok etme.

ihanet etmek * hainlik, kötülük etmek. * (karı , koca için) aldatmak. ihanete uğramak * aldatı lmak, sadakatsizlik görmek. ihata

* Kuş atma, sarma, çevirme, çevreleme. * Kavrayı ş , anlayı ş .

ihata etmek * çevirmek, çevrelemek, kuş atmak, sarmak. * kavramak, anlamak. ihatalı

ihbar

* Alanı geniş . * Kavrayı ş lı , anlayı ş lı . * Bildirme, bildirim, haber verme. * Suçlu saydı ğıbirini veya suç saydı ğıbir olayıyetkili makama gizlice bildirme, ele verme.

ihbar etmek * bildirmek, haber vermek. * bir suçu veya suçluyu yetkili makama gizlice bildirmek. ihbar tazminatı * Bildirim ödencesi. ihbarcı

* Haber veren, bildiren kimse. * Muhbir.

ihbarcı lı k * Muhbirlik. ihbariye

* Haber verme kâğ ı dı , bildirim, ihbarname. * Haber verme ücreti.

ihbarlama *İ hbarlamak iş i. ihbarlamak *İ hbar etmek. ihbarlı

* Önceden bildirilmiş , haber verilmiş .

ihbarname * Haber verme kâğ ı dı , bildirim, ihbariye. ihdas

* Ortaya çı karma, meydana getirme. * Kurma.

ihdas etmek * ortaya çı karmak, meydana getirmek. * kurmak. ihlâl

* Bozma, zarar verme.

ihlâl etmek * bozmak, zarara uğ ratmak. ihlâs

ihlâslı ihmal

* Temiz sevgi ve yürekten bağ lı lı k. * Saf ibadet. *İ hlâsıyerinde ve sağ lam olan (kimse). * Gereken ilgiyi göstermeme, boş lama, savsaklama, savsama, önem vermeme.

ihmal edilmek * unutulmak, yok sayı lmak, kaldı rı lmak. ihmal etmek * savsamak, savsaklamak, boş lamak, önem vermemek. ihmalci

* Savsak, ihmalkâr. ihmalcilik *İ hmalci olma durumu. ihmalkâr

* Savsak, ihmalci.

ihmalkârlı k * Savsaklama. ihnaklama * Sı kı ş tı rma. ihracat * Bir ülkenin ürettiği mallarıbaş ka bir ülkeye veya ülkelere satması , dı şsatı m. ihracatçı *İ hracat iş leriyle uğraş an, dı şsatı mcı lı k. ihracatçı lı k *İ hracat iş leriyle uğraş ma, dı şsatı mcı lı k. ihraç

* Çı karma, dı ş arı ya atma. * Üretim fazlası nıyurt dı ş ı na satma.

ihraç edilmek * iliş kisi kesilmek, çı karı lmak. ihraç etmek * çı karmak, dı ş arı atmak. * üretim fazlasımalı yurt dı ş ı na satmak. ihram giysi.

* Eskiden Yunanlı ları n, Romalı ları n, günümüzde de Berberîlerin büründükleri geniş , beyaz, yünlü çarş aftan * Kâbe'ye girerken hacı ları n örtündükleri dikiş siz bürgü. * Yün yaygı .

ihrama girmek * hac görevini yerine getirmek üzere ihram giymek. ihramdan çı kmak * hac görevini tamamladı ktan sonra giyilen ihramıçı karmak. ihraz * Kazanma, elde etme, eriş me. ihraz etmek (veya eylemek) * kazanmak, elde etmek, eriş mek. ihsan

*İ yilik etme, iyi davranma. * Bağ ı ş lama, bağ ı ş ta bulunma. * Bağ ı ş lanan ş ey, kayra, lütuf, inayet, atı fet. * Karş ı lı k beklemeden yapı lan yardı m, iyilik.

ihsan etmek (veya buyurmak) * bağ ı ş ta bulunmak, bağ ı ş lamak. ihsanı hümayun

* Padiş ah tarafı ndan yeteneği veya baş arı sıdolayı sı yla birine verilen görev, rütbe veya ödül. ihsas * Üstü kapalı anlatma, sezdirme, ima. * Duyum. ihsas etmek * sezdirmek, ima etmek. ihtar

* Uyarma, dikkat çekme, uyarı . * Bir ş eyi birine hatı rlatma.

ihtar etmek * hatı rlatmak, uyarmak, dikkatini çekmek. ihtarname * Resmî ihtar yazı sı , protesto. ihtida

* Baş ka bir dinden çı kı p Müslüman olma.

ihtifal * Anma töreni. ihtikâr ihtilâç

* Vurgunculuk, vurgun, spekülâsyon. * Çı rpı nma.

ihtilâç etmek * çı rpı nmak. ihtilâf * Ayrı lı k, anlaş mazlı k, aykı rı lı k, uyuş mazlı k. ihtilâfa düş mek * anlaş amamak, bozuş mak, uyuş amamak. ihtilâl

* Bir devletin siyasî, sosyal ve iktisadî yapı sı nı veya yönetim düzenini değ iş tirmek amacı yla hukuk kuralları na ve kanunlara uymaksı zı n cebir ve kuvvet kullanarak yapı lan genişhalk hareketi, devrim. * Kargaş alı k, düzensizlik, karı ş ı klı k. * Köklü değ iş im. ihtilâlci *İ htilâl yanlı sıve ihtilâl yapan kimse, devrimci. ihtilâlcilik *İ htilâlci olma durumu, devrimcilik. ihtilâm ihtilâs

* Düşazması . * Aş ı rma, özellikle para aş ı rma, aş ı rtı .

ihtilât * (hastalı k, baş ka bir hastalı kla) Karı ş ma. * Karş ı laş ı p görüş me.

ihtilât etmek (veya yapmak) * hastalı k baş ka bir hastalı ğ a dönmek. ihtimal

ihtimal ki

* Bir ş eyin olabilmesi durumu, olabilirlik, olası lı k. * Belki, ola ki. * olabilir ki, belki.

ihtimal vermemek * bir ş eyin gerçekleş eceğini, olabileceğ ini hiç düş ünmemek. ihtimalî

* Olabilen, olası lı , belkili. * Belkili.

ihtimaliyet hesabı * Bkz. ihtimaller hesabı . ihtimaller hesabı * Olası lı klar hesabı . ihtimam

* Özen, özenme, dikkatli davranma, itina. *İ yi, özenli bakı m.

ihtimam etmek (veya göstermek) * özen göstermek, dikkatle davranmak. ihtira * Yeni bir ş ey bulma, türetme. ihtira beratı * Bilinen araç, gereçlerle ve yaratı cıgüçle yeni bir ş ey bulana, bulduğ uş eyden bir süre yalnı z kendisinin yararlanmasıiçin devletçe verilen belge. ihtiram

* Saygı .

ihtiram birliğ i * Devlet büyüklerini, yüksek makamlardaki kumandanlarıkarş ı lamak ve uğ urlamakla görevli birlik, tören birliğ i. ihtiram duruş u * Saygıduruş u. ihtiram kı t'ası *İ htiram birliği. ihtiras * Aş ı rı , güçlü istek. * Tutku. ihtiraslı * Aş ı rıistekli. * Tutkulu. ihtiraz * Çekinme, sakı nma. ihtisap

* Belediye memurunun iş i ve dairesi. ihtisar * Sözü kı sa kesme, kı saltma. * Bir metinden gereksiz ayrı ntı larıçı karma. ihtisas * Duygu. * Duygulanma. ihtisas * Uzmanlı k, uzmanlaş ma. ihtisas yapmak * belli bir konuda özel eğitim görmek, uzmanlaş mak, ihtisaslaş mak. ihtisaslaş ma *İ htisaslaş mak iş i. ihtisaslaş mak * Herhangi bir konuda uzmanlaş mak. ihtiş am * Büyüklük, göz alı cı lı k, gösteriş lilik, görkem. ihtiş amlı *İ htiş amıolan. ihtiva

*İ çine alma, içinde bulundurma, içerme.

ihtiva etmek * içine almak, içinde bulundurmak, içermek, kapsamak. ihtiyaca cevap vermek * ihtiyacı nıkarş ı lamak. ihtiyacıolmak * gereksemek, gereksinmek. ihtiyaç

* Gerekseme, gereksinme. * Güçlü istek. *İ htiyaç duyulan ş ey. * Yoksulluk, yokluk.

ihtiyaç duymak * bir ş eyi kendisi için gerek saymak. ihtiyar

ihtiyar

* Yaş lı , kocamı şolan (kimse). * Baba veya anne. * Seçme.

ihtiyar etmek * yaş landı rmak, kocaltmak. ihtiyar etmek * seçmek, üstün tutmak. * katlanmak.

ihtiyar heyeti * Köy tüzel kiş iliğinde, muhtar baş kanlı ğ ı nda görev yapan kiş ilerden oluş an yetkili organ. ihtiyar meclisi * Bkz. ihtiyar heyeti. ihtiyar olmak * yaş lanmak. ihtiyarcı k * Yaş lı lara karş ıacı ma ifadesi olarak kullanı lı r. * Zavallı , yaş lı(kimse). ihtiyarî *İ steğ e bağ lı , seçmeli olan, seçimlik. ihtiyarlama *İ htiyarlamak iş i, yaş lanma. ihtiyarlamak * Yaş ı ilerlemek, yaş lanmak, kocamak. *İ htiyar görünüş ü almak, ihtiyar görünmek. ihtiyarlatma *İ htiyarlatmak iş i. ihtiyarlatmak *İ htiyar olma durumuna gelmesine sebep olmak. ihtiyarlayı ş *İ htiyarlamak iş i veya biçimi. ihtiyarlı k *İ htiyar olma durumu, yaş lı lı k. * Her bakı mdan güçsüzlük, yetersizlik, zayı flı k. ihtiyarlı k sigortası * Bkz. yaş lı lı k sigortası . ihtiyarsı z * Seçmesiz, irade dı ş ı . * Düş ünmeksizin, elde olmadan. ihtiyat

* Herhangi bir konuda ileriyi düş ünerek ölçülü davranma, sakı nma. * Gereğ inden fazla olup saklanan, yedek. * Savaşsı rası nda harekâtı n geliş mesine etkide bulunmak için her an savaş a girebilecek biçimde hazı r bulundurulan birliklere verilen ad. ihtiyat akçesi * Yedek akçe. ihtiyat kaydıile * doğ ruluğu ş üpheli görülerek. ihtiyaten ihtiyatî

* Her duruma, her ihtimale karş ı , ilerisini düş ünerek. *İ lerisi düş ünülerek yapı lan.

ihtiyatî tedbir *İ lerisi düş ünülerek alı nan önlem(ler). * Yargı lama öncesi yasal organlarca alı nan önlem(ler). ihtiyatkâr

* Sakı ngan, ihtiyatlı .

ihtiyatkârlı k *İ htiyatlı olma durumu. ihtiyatlı * Herhangi bir konuda ileriyi düş ünerek ölçülü davranan, önlem alan, sakı ngan, ihtiyatkâr. ihtiyatlıbulunmak * beklenmedik sonuçlara karş ıhazı rlı klı olmak. ihtiyatlıdavranmak * uyanı k olmak, düş ünerek davranmak. ihtiyatlıolmak * herhangi bir konuda ileriyi düş ünerek ölçülü davranmak. ihtiyatsı z *İ htiyatlı davranmayan. ihtiyatsı zlı k *İ htiyatsı z olma durumu. ihtiyatsı zlı k etmek * önlem almadan davranmak. ihtizaz

* Titreş me, titreş im.

ihvan * Yakı n dostlar, arkadaş lar. * Aynıokul veya tarikattan olan kimseler. ihya * (yeniden) Canlandı rma, diriltme. * Çok iyi duruma getirme, geliş tirme, güçlendirme. * Yeni bir güç, umut, erinç verme. ihya etmek * canlandı rmak. * mutluluğa kavuş turmak. * mamur bir duruma getirmek. ihya olmak * mutluluğa kavuş mak; daha iyi bir duruma gelmek. * mamur bir duruma getirilmek. ihzar ihzarî

* Hazı rlama, hazı r etme. * Hazı rlı k niteliğ inde olan, hazı rlayı cı .

-ik * Bkz. -ı k/ -ik. ika

* Yapma, etme. ika etmek * yapmak, iş lemek. ikame

* Yerine koyma, yerine kullanma. * Ayağa kaldı rma, ayakta durdurma. * (dava için) Açma. * Yerine konulan, yerine geçen (ş ey).

ikame etmek * yerine koymak. * ayakta durdurmak. * dava açmak. ikame mallar * Birbirlerinin yerine geçen, konulabilen mallar. ikamet

* Bir yerde oturma eğ leş me.

ikamet etmek * bir yerde oturmak, eğ leş mek. ikamete memur edilmek * sürgün cezası verilmek. ikametgâh *İ kamet edilen, oturulan yer, konut. ikametgâh ilmühaberi * Konut belgesi. ikametgâh kâğ ı dı * Bkz. ikametgâh ilmühaberi, konut belgesi. ikaz

* Uyarma, uyarı , dikkat çekme, ihtar, tembih. * Uyandı rma.

ikaz etmek * uyarmak, dikkat çekmek. ikbal

* Baht açı klı ğ ıveya yüksek bir makama, duruma eriş mişolma durumu. *İ stek, arzu. * Padiş aha veya ş ehzadeye eşolmaya aday, gözde cariye.

ikbal düş künlüğ ü * Önce iyi bir yaş antı sıvarken gözden düş erek yoksul olma durumu. ikbal düş künü * Önce iyi bir yaş antı sıvarken gözden düş erek yoksulluğ a mecbur kalan kimse. ikbali sönmek * daha önce iyi olan durum veya iş i bozulmak. ikdam * Gayretle çalı ş ma, sürekli uğraş ma. ikebana

* Belli kurallara göre yapı lan çiçek düzenlemesi. iken * Esnası nda, ...-dı ğ ı/ -diğ i hâlde, ...-dı ğı/ -diğ i zaman. iki

* Birden sonra gelen sayı nı n adıve bu sayı yıgösteren rakam, 2, II. * Birden bir artı k.

iki ahbap çavuş * her yerde hep birlikte görülen, birbirinden ayrı lmayan iki arkadaşiçin ş aka yollu söylenir. iki anlamlı *İ ki anlama gelen veya iki ş ekilde yorumlanabilen. * Bkz. ikircil. iki anlamlı lı k *İ ki anlama gelme veya yorumlanabilme durumu. *İ kircil. iki arada bir derede (kalmak) * sı kı ş ı k, zor ş artlar altı nda (kalmak). iki arada kalmak * birbirine karş ı t iki kiş i arası nda ne yapacağı nıbilemeyerek ş aş ı rmak. iki ateşarası nda (kalmak) * zor bir durumda karar verememek. iki ayağı nıbir pabuca sokmak * birini bir iş i hemen yapmasıiçin çok sı kı ş tı rmak. iki ayaklı *İ ki ayağ ıolan (hayvan veya eş ya). iki ayaklı lı k *İ ki ayaklıolma özelliğ i veya durumu. iki baş lı *İ ki baş lı olan. iki baş lı lı k *İ ki baş lı olma durumu. * Yönetimde birden fazla yetkiye sahip olma. * Yönetimde birden çok kiş inin müdahalesi sonunda iş lerin sarpa sarması . iki baş tan olmak * bir ş ey, her iki tarafı n aynış eyi istemesiyle, iyi niyetiyle gerçekleş tirilebilmek. iki bir

* Oyunda, zarlardan birinin bir, öbürünün iki benekli olan yüzünün üste gelmesi.

iki buçukluk * Çeyrek lira değ erinde para. * Maçlarda oyun sahası nı n dı ş ı na çı kan toplarıgetiren kimse, top toplayı cı . iki büklüm * Beli bükük, öne doğ ru eğik. iki büklüm olmak * (yorgunluk, hastalı k, yaş lı lı k gibi sebeplerle) beli bükülmek, öne doğ ru eğilmek. * (riyakârlı k, dalkavukluk, gerçek olmayan saygıgibi sebeplerle) iki kat olup öne eğilmek.

iki cambaz bir ipte oynamaz * kurnazlı kta eş it olan iki kimse birbirlerini aldatamaz. iki cami arası nda kalmı şbeynamaz (veya bînamaz) * iki yoldan hangisini tutacağı nış aş ı rmı şkimseler için kullanı lı r. iki canlı * Gebe, yüklü, hamile. iki canlı lı k *İ ki canlıolma durumu. iki cihan

* Dünya ve ahret, İ slâm inancı na göre bu dünya ve ebedî olan öteki dünya.

iki cihanda * Bu dünyada ve öteki dünyada. iki cinslikli * Bkz. iki eş eyli. iki çenekliler * (Jessieu'nün bitki sı nı flaması na göre) Tohumları nda iki çenek bulunan kapalı tohumlu bitkiler sı nı fı . iki çenetli * Çatladı ğı nda kabuğ u iki çenete ayrı lan (meyve). *İ ki parçalıkavkı sıbirbirine kaslarla bağ lıyassısolungaçlı lardan midye, istiridye gibi (hayvan). iki çenetliler *İ ki çenetli kabuklu yumuş akçalar sı nı fı . iki çı plak bir hamama yakı ş ı r * iki yoksul kimsenin birbiriyle evlenmesinin uygun olmayacağ ı nı anlatmak için kullanı lı r. iki çift lâf (lâkı rdıveya söz) etmek * birkaç söz söylemek. iki çifte * Kürek yarı ş ları nda sancak ve iskelesinde ikiş er küreği olan tekne. iki dilli iki dillilik

*İ ki ayrıdilde olan. *İ ki ayrıdile sahip olma veya iki ayrı dili okuyup yazma gücünde ve becerisinde olma. *İ ki dilin bir arada konuş ulduğ u bölge veya ülke.

iki dirhem bir çekirdek * çok güzel ve özenli giyinmiş . iki düzlemli *İ ki düzlemin kesiş mesinden oluş an (açı ). iki el bir başiçin * ancak kendi geçimini sağlayabilenler, baş kaları na yardı m edecek bir durumda değ ildir. iki eli (birinin) yakası nda olmak * kı yamette ondan davacıolmak. iki eli böğründe kalmak * çaresiz kalı p ne yapacağı nıbilememek.

iki eli kanda (veya kı zı l kanda) olsa * elindeki işne kadar önemli olursa olsun. iki eli ş akakları nda düş ünmek * derin derin düş ünmek. iki eli yanı na gelmek * ölerek Tanrıkatı na çı kacağı için yalan söylemek. iki eş eyli * Erkek ve diş i eş ey organlarıbir arada bulunan, iki cinslikli. iki evcikli * Erkek ve diş i çiçekleri ayrıayrı bitkilerde bulunan (bitki). iki fazlı gerilim). iki geçeli

* Araları nda devrenin dörtte biri kadar faz farkıolan (aynıfrekans ve genlikte iki alternatif akı m veya

* Karş ı lı klıiki sı ra olarak, iki yanlı .

iki gönül bir olunca samanlı k seyran olur * birbirini sevenler için zenginlik önemli değ ildir. iki gözü iki çeş me ağ lamak * sürekli veya çok ağlamak. iki gözüm (iki gözümün nuru) * okş ayı cı bir seslenişolarak kullanı lı r. iki hı rtı , bir pı rtı * aş ı rıyoksulluğu anlatı r. iki kanatlı lar * Çift kanatlı lar. iki kaptan bir gemiyi batı rı r * bir iş , iki taraftan gelen buyruklarla yürütülemez. iki karpuzu bir koltuğ a sı ğ dı rmak * aynıanda iki iş i veya görevi yapmak. iki kat olmak * iki büklüm olmak. iki katlı

* Üst üste iki katıolan.

iki kere iki dört eder * gerçekliğinden ş üphe edilmeyecek kadar açı k. iki kulak bir dil için * çok dinleyip az söylemeli. iki lâfı bir araya getirememek * düş ündüğ ünü doğ ru dürüst ifade edememek. iki lâkı rdıetmek * iki çift lâf etmek.

iki lâkı rdı yıbir araya getirmek * Bkz. iki lâfı bir araya getirememek. iki nokta

* Üst üste konmuşiki nokta biçimindeki noktalama iş areti (:).

iki paralı k * Değersiz, önemsiz. iki paralı k etmek * değ erini, onurunu düş ürmek. iki paralı k etmek * değ erini, onurunu düş ürmek. iki paralı k olmak * değ erini, onurunu yitirmek. iki paralı k olmak * değ erini, onurunu yitirmek. iki parmaklı *İ ki parmağ ıolan (hayvan). iki rahmetten (veya iyilikten) biri * (çok acıçeken ağ ı r hastalar için) iyileş me veya ölüm. iki satı r lâf etmek (veya konuş mak) * dostça biraz söyleş mek. iki seksen uzanmak * bir çarpma, vurma sonucu boylu boyunca serilmek. iki söz bir pazar * uzun boylu pazarlı k etmeden. iki sözü (veya lâkı rdı yı ) bir araya getirememek * düş ündüğ ünü düzgün bir biçimde anlatamamak, iki lâfıbir araya getirememek. iki ş ekilli

* Birbirinden farklıiki biçimde billûrlaş an.

iki ş ı ktan biri * iki seçenekten, iki çözüm yolundan biri. iki tek

* Kürek yarı ş ları nda sancak ve iskelesinde ayrıayrıoturaklarda ve sadece birer küreği olan tekne.

iki tek atmak * iki kadeh içki içmek. iki telli

*İ ki teli olan bir çeş it saz.

iki terimli * Toplama (+) veya çı karma (-) iş aretiyle birbirine bağ lanan iki terimden oluş an cebirsel anlatı m. iki terimli * Bkz. iki terimli. iki ucu boklu değnek * ne yönden bakı lı rsa bakı lsı n çözülmesi çok güç işveya durum.

iki ucunu bir araya getirememek * gelirle gideri denkleş tirememek, iş leri düzene koyamamak. iki yakasıbir araya gelmemek * geçim sı kı ntı sı ndan bir türlü kurtulamamak, borçtan kurtulamamak. iki yakası nıbir araya getirmek * maddî sı kı ntı dan kurtulup rahata ermek. iki yaş ayı ş lı * Hem suyun içinde, hem karada yaş ayabilen, amfibi. iki yüzlü ikici

*İ ki tarafıolan veya iki taraflıkullanı lan. *İ kicilik felsefesini kabul eden, düalist.

ikicilik

* Birbirinden ayrı , birbirinden bağ ı msı z, birbirine geri götürülemeyen, birbirinin yanı nda veya karş ı sı nda bulunan iki ilkenin varlı ğ ı nıkabul eden görüş , düalizm. ikide bir (veya ikide birde) * ara sı ra, sı k sı k. ikilem *İ ki önermesi bulunan ve her iki önermenin vargı sı olan tası m, kı yası mukassim, dilemma: Fatih'in, babası II. Murat'a yolladı ğı bir haber güzel bir ikilem örneğidir. *İ nsanıistenmeyen seçeneklerden birini, çoğ unlukla iki seçenekten birini izlemeye zorlayan tartı ş ma, sorun veya usa vurma durumu. ikileme

*İ kilemek iş i. * Anlamıgüçlendirmek için aynı kelimenin tekrarlanması , anlamlarıbirbirine yakı n, karş ı t olan veya sesleri birbirini andı ran kelimelerin yan yana kullanı lması : Yavaşyavaş , irili ufaklı , aş ağı yukarı gibi. ikilemek

* Bir ş eyin sayı sı nıikiye çı karmak. * Tekrarlamak, yinelemek. * Tarlayı iki kez sürmek.

ikilenme *İ kilenmek iş i. ikilenmek *İ kilemek iş i yapı lmak. ikileş me

*İ kileş mek iş i.

ikileş mek * Sayı sıikiye çı kmak. ikiletme *İ kiletmek iş i. ikiletmek ikili

*İ kilemek iş ini yaptı rmak. *İ ki parçadan oluş an, kendinde herhangi bir ş eyden iki tane bulunan.

*İ skambil, domino gibi oyunlarda iki iş areti bulunan (kâğ ı t veya pul). *İ ki yan arası nda yapı lmı ş . *İ ki çalgıveya iki ses için düzenlenmişmüzik parçası , duo. *İ ki kiş iden oluş muştopluluk. * At yarı ş ları nda aynıkoş unun birincisi ile ikincisini tahmin ederek oynanan veya alı nan bilet. ikili çatı *İ ki görevde de kullanı labilen çatı ; alı nmak, toplanmak, sanı lmak sözlerinin hem dönüş lü, hem de edilgen çatıolarak kullanı lması gibi. ikili kök * Hem isim kökü, hem fiil kökü gibi kullanı lan kök. ikili oynamak * karş ıolan yanlardan hem birini hem öbürünü destekler görünmek. * at yarı ş ları nda birinci ile ikinciyi tahmin edip para yatı rmak. ikili ünlü

* Hecede yan yana bulunan iki ünlü, diftong.

ikili yatak *İ ki kiş inin yatabileceğ i tek parça yatak. ikilik

*İ kisi bir arada, iki taneden oluş muş , iki tane alabilen. * Görüşveya düş ünce için, ikiye bölünmüşolma durumu. *İ ki değ iş ik kullanı mıveya uygulamasıolma durumu. * Birlik notanı n ikide biri uzunluğ unda nota. *İ ki kuruş luk gümüşakçe.

ikinci *İ ki sayı sı nı n sı ra sı fatı . * Sı rada önem bakı mı ndan birinciden sonra gelen. * Yeni, bir baş ka. * Birinciden sonra gelen kimse veya nesne. * Değer ve kalitece birinciden sonra gelen. ikinci çağ * Yeryüzünün yaklaş ı k yüz elli milyon yı llı k çağ ı , mezozoik. ikinci ferik * Tümgeneral. ikinci gelmek * bir yarı ş mada birinciden sonraki dereceyi almak. ikinci yarı * Futbolda iki dönemden son olanı . ikinci zaman *İ lk zaman olan paleozoyik ile üçüncü zaman arası ndaki jeoloji ile zaman birimi, mezozoyik. ikinci zar ikincil

* Bitkilerde tohumu örten zarları n dı ş tan ikincisi. * Sı rada önem bakı mı ndan ikinci derecede olan, tali, sekunder.

ikincil grup * Birbirleriyle iliş kileri ş ahsî olmayan, resmî iliş kilere dayanan etkileş melerle iliş ki içine giren ikiden fazla insanı n oluş turduğu topluluk.

ikincilik ikindi

*İ kinci olma durumu veya derecesi. * Öğle ile akş am arası ndaki süre. *İ kindi vakti kı lı nan namaz.

ikindi ezanı *İ kindi namazı na çağrıiçin okunan ezan. ikindi namazı *İ kindi süresi içinde kı lı nmasıgereken namaz, ikindi. ikindi vakti *İ kindi için belirlenen süre. ikindi zamanı * Bkz. ikindi vakti. ikindiden sonra dükkân açmak * bir iş e baş lamakta geç kalmak. ikindiüstü *İ kindiye doğru. ikindiüzeri * Bkz. ikindiüstü. ikindiyin ikircik

*İ kindi vaktinde. *İ ş kil. * Kararsı zlı k, tereddüt.

ikirciklenme *İ kirciklenmek iş i. ikirciklenmek *İ ş killenmek. * Kararsı z olmak. ikircikli *İ ş killi. * Kararsı z, mütereddit. ikirciklik *İ kircikli olma durumu, tereddüt. ikircil ikircim ikircimli

*İ ki anlama da gelen ve iki türlü yorumlanabilecek nitelikte olan. *İ kircik. *İ kircikli.

ikircimlik *İ kirciklik. ikisi bir kapı ya çı kmak

* aynısonuca varmak, aynı sonucu doğ urmak. ikisini bir kazana koysalar kaynamazlar * araları ndaki anlaş mazlı k o kadar büyüktür ki onları uzlaş tı rma çaresi bulunamaz. ikiş er

*İ ki sayı sı nı n üleş tirme sı fatı , her defası nda ikisi bir arada olan, her birine iki.

ikiş er ikiş er * Her defası nda ikisi bir arada olarak. ikiş er olmak * ikiş er ikiş er sı raya dizilmek. ikiyüzlü * Özü sözü bir olmayan, riyakâr, müraî. *İ ki yanıda kullanı labilen. ikiyüzlülük *İ kiyüzlü olma durumu, riyakârlı k, müraîlik. *İ ki yüzlü olma durumu. ikiz * Bir doğ umda dünyaya gelen iki (kardeş ). * Aynıçiçekte oluş muşbirbirine yapı ş ı k iki meyve. * Birbirine tamamen benzeyen, eş . ikiz anlam * Bir anlatı mı n, iki türlü anlam verecek biçimde kurulmuşolması . ikiz anlamlı *İ kiz anlamıolan. ikiz doğurmak * herhangi bir iş te çok sı kı ntı çekmek. ikiz ünlü

* Aynıünlünün yan yana bulunması : yok > yook.

ikiz ünsüz * Aynıünsüzün yan yana bulunması : hissî. ikizkenar *İ ki kenarıeş it olan. ikizkenar üçgen * Yalnı z iki kenarı birbirine eş it olan üçgen. ikizkenar yamuk * Paralel olmayan iki kenarıeş it yamuk. ikizler

* Zodyak üzerinde, Boğ a ile Yengeç burçlarıarası nda bulunan burç, Zodyak.

ikizleş me *İ ki dişarası ndaki bütün dokuları n bitiş mesiyle oluş an dişanomalisi. ikizli

*İ kizleri olan (ana). *İ ki kollu (araç). * Kendisinden iki anlam çı karı labilen, ikiz anlamlı(anlatı m).

ikizlilik

*İ kizli olma durumu.

iklim

* Yeryüzünün herhangi bir yerinde, hava yuvarıolayları nı n ortaklaş a gerçekleş tirdikleri etkilerin uzun yı lları n ortalaması na dayanan durumu. * Ülke, diyar. iklim bilimci *İ klim bilimi uzmanı , klimatolog. iklim bilimi *İ klimleri inceleyen bilim, klimatoloji. iklimleme * Yapı ları n sı caklı k, nem ve temizliğ ini sağ lamaya, gerekli hava akı mı nıgerçekleş tirmeye iliş kin iş lem. iklimleme cihazı *İ stenilen iklimleme ş artları nısağ layan alet, klima. ikmal

* Eksik bir ş eyi tamamlama, daha iyi duruma getirme, bütünleme. * Bitirme. * Cümlenin veya dizenin anlamı nısonra gelen cümle veya dize ile tamamlama.

ikmal etmek * bütünlemek, tamamlamak. * bitirmek. ikmal imtihanı * Bkz. bütünleme sı navı . ikmale bı rakmak * bütünlemeye kalması na sebep olmak. ikmale kalmak * okulda bütünlemeye kalmak. ikna * Bir konuda birinin inanması nısağ lama, inandı rma, kandı rma. ikna etmek * inandı rmak, kandı rmak. ikna olmak * inanmak, kanmak. ikon

* Ortodokslarda İ sa, Meryem veya ermiş lerin tahta üzerine mumlu ve yumurtalıboyalarla yapı lmı şdinî içerikli resimlerine verilen ad. ikona

* Bkz. ikon.

ikonografi *İ konları n tanı tı lması ve açı klanması . ikrah

* Tiksinme, iğrenme.

ikrah etmek * tiksinmek, iğ renmek.

ikrah getirmek * tiksinmeye, iğ renmeye baş lamak. ikrahlı k ikram

*İ krah etme durumu. * Konuğ u ağ ı rlama. * Bir ş eyi armağ an olarak verme, sunma. * Alı şveriş te satı cı nı n alı cı ya yaptı ğıindirim. * Sunulan ş ey.

ikram etmek * (konuğu) bir ş eyle ağı rlamak, (konuğ a) bir ş ey sunmak. * fiyatta indirim yapmak. ikram görmek * (konuk için) ağ ı rlanmak. ikramcı *İ kramda bulunmayı seven, mükrim. ikramiye

* Bir yerde çalı ş an kimselere genellikle kazançtan dağ ı tı lan veya iyi çalı ş tı klarıiçin verilen aylı k dı ş ıpara. * Piyangoda bir kimseye çı kan para veya nesne.

ikramiyeli *İ kramiyesi olan. ikrar * Saklamayarak söyleme, açı kça söyleme. * Bildirme. * Benimseme, onama, kabul, tasdik. ikrar etmek * açı kça söylemek, kabul etmek. ikrar vermek * söz vermek. ikraz

* Borç veya ödünç verme.

ikraz etmek * ödünç vermek. iksir

iktibas

* Eskiden hayatı ölümsüzleş tirmek, madenleri altı na çevirmek gibi olağ anüstü etkileri olduğuna inanı lan sı vı . *İ ç ferahlatı cıilâç veya içki. * Aş k ilham eden büyülü içki. * Ödünç alma. * Alı ntı .

iktibas etmek * ödünç almak. * alı ntı lamak. iktidar

* Bir iş i yapabilme gücü, erk, kudret.

* Bir iş i baş arabilme yetki ve yeteneğ i. * Devlet yönetimini elinde bulundurma ve devlet gücünü kullanma yetkisi; bu yetkiyi elinde bulunduran kiş i ve kuruluş lar. iktidardan düş mek * devlet yönetiminde yetkiyi baş ka bir partiye bı rakmak zorunda kalmak. iktidarsı z * Gücü, yeteneğ i olmayan, beceriksiz, yetersiz. * Cins gücü olmayan (erkek). iktidarsı zlaş ma *İ ktidarsı zlaş mak durumu. iktidarsı zlaş mak *İ ktidarsı z duruma gelmek. iktidarsı zlı k * Güçsüzlük, beceriksizlik, yetersizlik. * (erkek için) Cinsî gücü olmama durumu. iktifa

* Yetinme; kanma.

iktifa etmek * yetinmek; kanmak. iktiran

* Yaklaş ma. * (bir yere) Ulaş ma, eriş me.

iktiran etmek * ulaş mak, eriş mek. iktisaden * Ekonomik olarak, ekonomi bakı mı ndan. iktisadî

* Ekonomik.

iktisadiyat * Bir devletin ekonomik durumu. iktisap

* Kazanma, edinme, edinim.

iktisap etmek * kazanmak, edinmek. iktisat

* Ekonomi.

iktisat etmek (veya yapmak) * para artı rmak, tutumlu davranmak, tasarruf etmek. iktisatçı * Ekonomi uzmanı , ekonomist. iktisatçı lı k * Ekonomi uzmanlı ğı . iktisatlı

* Aş ı rıharcama yapmayan veya gerektirmeyen (kimse, ş ey), tutumlu. iktisatsı z * Aş ı rıharcama yapan veya gerektiren (kimse, ş ey), tutumsuz. iktiza

* Gerekli olma, gerekme.

iktiza etmek * gerekmek. il

* Merkezî yönetimin, coğ rafya durumuna, ekonomik ş artlara, kamu hizmetlerinin gereklerine göre, ülke üzerinde yayı lmı ş , bir vali yönetimindeki en önemli bölümü, vilâyet. -il

* Bkz. -ı l / -il.

-il* Bkz. -ı l- / -il. ilâ ilâç

* -den ...-e kadar. * Bir hastalı ğı iyi etmek veya önlemek için, türlü yollardan kullanı lan madde, em, deva. * Çare, önlem.

ilâç için ... yok ... * hiç yok. ilâç yapmak (veya hazı rlamak) * gerekli maddeleri kullanarak reçetede belirtilen dozda ilâcı ortaya koymak. ilâç yazmak * reçete yazmak. ilâçlama ilâçlamak

*İ lâçlamak iş i. *İ lâç sürmek. * Mikroplardan arı ndı rmak, zararlı böceklerden korunmak amacı yla ilâç püskürtmek veya sı kmak.

ilâçlanı ş *İ lâçlanmak iş i veya biçimi. ilaçlanma

*İ lâçlanmak iş i.

ilâçlanmak *İ lâçlamak iş i yapı lmak veya ilâçlamak iş ine konu olmak. ilâçlı

ilâçlı k ilâçsı z

*İ çinde ilâç bulunan. *İ lâçlanmı ş . *İ lâç, yapmak için ayrı lmı ş , ilâç yapmaya yarar. *İ lâcıolmayan.

*İ lâçlanmamı ş . ilâçsı zlı k *İ lâçsı z olma durumu. ilâh

ilâh gibi ilâhe ilâhi

* Tanrı . * Bir alanda yaratı cı lı ğ ıile hayranlı k uyandı ran, çok beğenilen, çok tutulan. * çok yakı ş ı klı(erkek). * Tanrı ça. * "Bu ne hâl", "ne tuhaf" gibi ş aş ma, sitem bildirir.

ilâhî * Tanrı 'ya özgü, tanrı sal. * Çok güzel, mükemmel. * Tanrı 'yıövmek, ona dua etmek için yazı lı p makamla okunan nazı m. ilâhiyat

* Allah'ı n varlı ğıve nitelikleriyle ilgili konularıele alan felsefenin bir kolu, Tanrıbilimi, teoloji.

ilâhiyatçı * Tanrıbilimci, teolog. ilâhlaş ma

*İ lâhlaş mak iş i.

ilâhlaş mak * Yücelmek; çok beğ enilmek, hayranlı k uyandı ran bir duruma gelmek. ilâhlaş tı rma *İ lâhlaş tı rmak durumu veya biçimi. ilâhlaş tı rmak *İ lâh durumuna veya biçimine getirmek. ilâm

* Bildirme, anlatma. * Bir davanı n mahkemece nası l bir hükme bağlandı ğ ı nıgösteren resmî belge.

ilâm almak * mahkeme kararı nıbildiren belgeyi almak. ilâm etmek * bildirmek. ilâmaş allah * Sonu gelmeyecek bir zamana kadar. * Sitem veya alay yollu "maş allah" yerine kullanı lı r. ilân

* Duyuru. * Açı kça bildirme, açı kça duyurma.

ilân etmek * bir durumu yayı m yoluyla duyurmak. * bir durumu yaymak.

* açı kça bildirmek. ilân tahtası * Duyuruları n üzerine yazı ldı ğı veya yapı ş tı rı ldı ğ ıdüz levha, pano. ilân vermek * çeş itli bas ı n yayı n organları yla bir durumu duyurmak, açı klamak. ilâncı lı k ilânen

* Ticarî bir amaçla geniştopluluklara tanı tı lmak istenen bir ş eyi bası n ve yayı m yoluyla duyurma iş i. * Duyuru yoluyla.

ilânı aş k * Karş ıcinse aş kı nıbildirmek iş i. ilânı aş k etmek * (bir erkek bir kadı na veya bir kadı n bir erkeğe) kendisini sevdiğini söylemek. ilânihaye ilârya

* Sonsuza kadar. * Gümüşbalı ğ ı nı n küçüğ ü.

ilâve * Katma, ekleme, ulama, ek. * Eklenmiş , katı lmı şparça. * Arttı rma, büyütme, abartma. * Ek. ilâve etmek * eklemek, katmak, ulamak. ilâveli

ilâveten

* Eki olan. * Abartı lmı ş , yalan katı lmı ş , mübalâğalı . * Ek olarak, ek yoluyla, ekleyerek.

ilbay * Vali. ilca

* Zorlama, zorunda bı rakma.

ilca etmek * zorlamak, zorunda bı rakmak. ilçe

* Yönetim bakı mı ndan yurt bölümlemesinde ilden sonra gelen bölüm, kaymakamlı k, kaza.

ilçebay * Kaymakam. ile

* Kelimenin sonuna geldiğinde birliktelik, iş teş lik, beraberlik, araç, sebep veya durum anlatan cümleler yapmaya yarar. * Bazısoyut isimlere getirilince durum bildiren zarflar oluş turur. * Cümle içinde aynıgörevde bulunan iki ögeyi birbirine bağ lamaya yarar.

ilelebet ilen ilenç

* Sonsuzluğa değ in, sürgit. *İ le. *İ lenmek amacı yla söylenen söz, ilenme, beddua.

ileniş *İ lenmek iş i veya biçimi. ilenme ilenmek

*İ lenmek iş i, beddua. * Bir kimse için kötü dilekte bulunmak, beddua etmek.

iler tutar yeri olmamak (veya kalmamak) * çok dağ ı nı k, kötü, bozuk veya berbat bir duruma gelmek. ilerde *İ leride. ileri

* Herhangi bir ş eye göre daha ötede olan yer, geri karş ı tı . * Bir ş eyin ulaş ı lacak yönü. * Henüz gelmemişzaman, gelecek, sonra. * Önde bulunan. * Doğrusundan daha çok gösteren (saat). * Önceki, evvelki. * Benzerlerini geride bı rakmı ş . * "Amaca doğ ru durmadan yürü" anlamı na. * Öne doğru, ileri doğru. * Temel duruş ta ayak uçları nı n gösterdiği yön.

ileri (veya öne) sürmek * öne doğru yürütmek. * bir düş ünceyi veya tasarı yıönermek, serdetmek. ileri almak * öne almak. * (saat için) önceki vakte almak, öne ayarlamak. ileri atı lmak (veya çı kmak) * öne doğru çı kmak. ileri geçmek * öne geçmek. * üstün bir makama geçmek. ileri gelenler * Bir topluluğun önemli, sözü dinlenir, saygı n kiş ileri, eş raf. ileri gelmek * sebep olmak, oluş mak, bağ lıbulunmak, doğmak, meydana gelmek. ileri geri * Herhangi bir konuda dikkat etmeme, ayrı ntı larıdüş ünmeme. ileri geri etmemek

* uzun boylu tartı ş madan, sorgu sual etmeden. ileri geri konuş mak (lâflar etmek veya söylemek) * yersiz ve gönül kı racak biçimde konuş mak. ileri geri söz (etmek veya söylemek) * yersiz, yakı ş ı ksı z söz. ileri gitmek (veya varmak) * söz ve davranı ş ta ölçü dı ş ı na çı kmak, gereksiz, aş ı rıdavranı ş ta bulunmak. ileri görüş * Daha sonra olabilecekleri düş ünmek iş i. ileri görüş lü *İ leri görüş ü olan (kimse). ileri götürmek * (bir durum veya davranı şiçin) ölçüyü aş mak. ileri uç

* Futbolda ileri hat, hücum mevkii, forvet.

ileri uç oyuncusu * Futbolda ileri uçta oynayan sporcu, golcü. ilerici *İ lerlemeden yana olan; ileri düzeydeki toplumsal ve siyasî geliş meleri benimsemişolan (düş ünce, kimse vb.), terakkiperver. ilericilik *İ lerici olma durumu, ilerici davranı ş . ileride

ilerisi

* Gelecekte, gelecek zamanda. * Ötede. * Daha ön tarafı . * Geleceği, ötesi.

ilerisine gitmek * bir iş in sonuna kadar gitmek. ilerisini gerisini hesaplamamak (veya düş ünmemek) * herhangi bir konuda çok ve ayrı ntı lıdüş ünmeden hareket etmek, tedbirsizce, ihtiyarsı zca davranmak. ileriyi görmek * Bkz. uzağıgörmek. ilerlek *İ lerlemiş , ileriye varmı ş . ilerleme

terakki. ilerlemek

*İ lerlemek iş i. * Terfi, terakki. * Daha iyi, daha yetkin, daha değ erli, daha yüksek bir duruma doğru basamak basamak oluş an geliş me,

* Bulunduğ u yerden daha ileriye gitmek; yol almak. * (vakit için) Geçmek.

* Daha güçlü, daha etkili duruma gelmek. * Daha iyi, daha yüksek bir düzeye, aş amaya eriş mek, geliş mek, terakki etmek. ilerletme

*İ lerletmek iş i.

ilerletmek *İ lerlemesini sağ lamak, ilerlemesine yol açmak. ilerleyici

*İ leri giden, ilerleyen.

ilerleyici benzeş me * Kelimede önceki sesin sonraki sesi etkilemesi. ilerleyiş

*İ lerlemek iş i veya biçimi.

ileti * Bildirme yazı sı , mesaj. iletici iletiliş iletilme

*İ letme özelliği olan (ş ey). *İ letilmek iş i veya biçimi. *İ letilmek iş i.

iletilmek *İ letmek iş i yapı lmak. iletim

*İ letmek iş i. *İ letken ş eylerden ı sıveya elektriğin geçmesi. * Isı yayı mı , konveksiyon.

iletiş *İ letmek iş i veya biçimi. iletiş im

* Duygu, düş ünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla baş kaları na aktarı lması , bildiriş im, haberleş me, komünikasyon. * Telefon, telgraf, televizyon, radyo gibi araçlardan yararlanarak yürütülen bilgi alı şveriş i, bildiriş im, haberleş me, komünikasyon. iletiş im ağı *İ letiş im araçları nı n birbirleriyle ortak bağ lantı kurma veya işbirliğ i sağ lama durumu veya düzeni. iletiş im araçları * Toplumda sözlü veya yazı lı haber alma imkânı nısağ layan teknik araçlar. iletiş im merkezi * Bildiriş im ve haberleri toplam ve değerlendirme bürosu. iletiş im ortamı * Bildiriş im, haberleş me veya komünikasyon imkânları nı n sağ landı ğı ortam, medya. iletiş me

*İ letiş mek iş i veya durumu.

iletiş mek iletken

* Bir durumu karş ı lı klı olarak iletmek, karş ı lı klıolarak haber alı p vermek. * Akı m, ı sı , ses vb. geçiren (madde), nakil, yalı tkan karş ı tı . * Elektrik akı mı ,ı sı , gaz vb. ni bir yerden baş ka bir yere aktaran (madde, ş ey).

iletken damarlar * Bitkilerde hücrelere besin maddelerini ileten borucuklar. iletkenlik *İ letken olma durumu. iletki iletme iletmek

ilga

* Bir açı yıölçmeye ve baş ka bir yerde aynıaçı yıçizmeye yarayan, yarı m çember biçimindeki araç, minkale. *İ letmek iş i. * Götürmek, ulaş tı rmak, nakletmek. * Elektrik akı mı ,ı sı , gaz vb. ni bir yerden baş ka bir yere götürmek. * (varlı ğ ı nı ) Kaldı rma.

ilga etmek * (varlı ğ ı nı ) ortadan kaldı rmak. ilgeç ilgeçli

* Edat: Ev gibi huzur köş esi olmaz. Çocuk sabaha karş ıuyudu. *İ lgeci olan, edatlı .

ilgeçli tümleç * Edatla kurulmuştümleç, edatlıtümleç. ilgi *İ ki ş ey arası nda bulunan herhangi bir bağ lı lı k, iliş ki, alâka, taallûk. * Dikkati öncelikle belirli bir ş ey üzerinde toplama eğ ilimi. * Belirli bir olay veya etkinliğe yakı nlı k duyma, ondan hoş lanma ve ona öncelik tanı ma. * Kimyasal ş artlar eşveya birbirine çok yakı n olduğ unda ögelerin birbirleriyle birleş mede gösterdiği seçicilik. ilgi alanı * Bir kiş i veya kuruluş un ilgilendiği konular. ilgi çekici

*İ lgiyi, dikkati üzerinde toplayan.

ilgi çekmek (toplamak veya uyandı rmak) * çevresinde ilgiyi, dikkati ve merakıüzerine toplamak, alâka çekmek, alâka toplamak veya alâka uyandı rmak. ilgi duymak * bir iş e, bir olaya, bir kimseye önem vermek, yakı nlı k duymak. ilgi eki

* Bağ lantıkavramıveren ek. Türkçede bu kavram isim görevli kelimeye -ki ekinin bağ lanması yla sağ lanı r. Bu ek ünlü uyumları na aykı rıdüş er ve çoğu kez kalma durumuyla kalı plaş ı r. ilgi görmek * ilgi çekmek.

ilgi göstermek * ilgisini esirgememek, belli etmek. ilgi toplamak * ilgisini yoğ unlaş tı rmak, belli etmek. * ilgi görmek. ilgileme ilgilemek

*İ lgilemek iş i. *İ ki parçayıbirbirine eğ reti olarak dikmek, teyellemek.

ilgilendiriş *İ lgilendirmek iş i veya biçimi. ilgilendirme *İ lgilendirmek iş i. ilgilendirmek *İ lgisini çekmek, önem vermek veya bir ş eyle ilgili kı lmak. *İ liş kin olmak. * Elveriş li, uygun bulmak. ilgileniş ilgilenme

*İ lgilenmek iş i veya biçimi. *İ lgilenmek iş i.

ilgilenmek * Birine karş ıyakı nlı k duymak veya göstermek, alâkalanmak. * Bir ş eye karş ımerak duymak. * Bir konu üzerinde çalı ş mak, uğraş mak, bir ş eyi çekici bulmak. ilgili ilgililik

*İ lgilenmişolan, ilgisi bulunan, alâkalı , alâkadar, müteallik. *İ lgili olma durumu, mensubiyet.

ilginç *İ lgi uyandı ran, ilgi ve dikkat çekici olan, enteresan, alâkabahş . ilginçleş me *İ lginçleş mek iş i veya durumu. ilginçleş mek *İ lginç duruma gelmek. ilginçlik

*İ lginç olma durumu.

ilgisini kesmek * bir kimse veya ş eyle bütün bağ ları nıkoparmak, iliş kisi kalmamak, alâkayıkesmek. ilgisiz ilgisizlik

*İ lgisi olmayan veya ilgilenmeyen, kayı tsı z, aldı rmaz, alâkası z, lâkayt. *İ lgisiz olma durumu, aldı rmazlı k, alâkası zlı k.

*İ lgi göstermeme durumu. * Gönlün sevgi veya nefret gibi duygulardan soyutlanmı şolmasıdurumu, kayı tsı zlı k, lâkaydî. ilhak

* Katma, bağlama, ekleme. * Egemenliği altı na alma.

ilhak etmek * katmak, bağlamak. * egemenliğ i altı na almak. ilham

* Esin. * Tanrı 'nı n, peygamberlerin yüreğ ine doldurduğu tanrı sal âleme özgü duygu ve düş ünceler.

ilham almak * esinlenmek. ilham etmek (veya vermek) * içe doğ ması na sebep olmak, esindirmek. ilham kaynağı * Esinlenmeyi ve içe doğmayı sağ layan ş ey. ilham kaynağıolmak * hayal dünyası nıbeslemek. ilham perisi * Sanatçı lara esin verdiği var sayı lan peri. ilhan * Bir ilhanlı ğı n baş ı nda bulunan hükümdar, imparator. *İ ran Moğolları nda hükümdarı n unvanı . ilhanlı k *İ lhan olma durumu. * Kendi toprakları nda oturan çeş itli uluslarıegemenliği altı na toplayan devlet biçimi, imparatorluk. * Böyle bir devletin yönetimi altı ndaki ülkelerin bütünü. -ili

* Bkz. -ı lı/ -ili.

iliğine (veya iliklerine) kadar * her ş eyini, bütün varlı ğ ı nıetkileyecek biçimde. iliğine iş lemek (veya geçmek) * çok ı slanmak; çok üş ümek. * bütün varlı ğı nıkaplamak, çok etkilenmek. iliğine kadar ı slanmak * çok ı slanmak. iliğini (veya iliğini kemiğ ini) kurutmak * canı ndan bezdirecek kadar sı kı ntıvermek. iliğini kemirmek * çok etkilemek. * sömürmek. ilik

* Giysilerin, yorgan çarş afları nı n, yastı k kı lı fları nı n vb.nin gereken belirli yerlerine iplikle örülerek, parça geçirilerek veya biye ile yapı lan küçük yarı k.

ilik ilik gibi

ilikçi ilikçilik

* Kemiklerin iç boş lukları nıdolduran yağ lımadde. * çok lezzetli, (genellikle et için) iyi piş miş . * çok güzel, istek uyandı ran (kadı n veya kı z). *İ lik açan kimse. *İ lik açma iş i veya mesleğ i.

ilikleme *İ liklemek iş i. iliklemek iliklenme

* Bir ş eyin düğ mesini iliğ ine geçirmek. *İ liklenmek iş i.

iliklenmek *İ liklemek iş i yapı lmak. iliklerinde duymak * benliğinde iyice duymak. ilikleyiş ilikli

iliksiz ilim

*İ liklemek iş i veya biçimi. *İ liği olan. *İ liklenmiş . *İ liği (I, II) olmayan. * Bilim. * Ayrı ntı , özellik, nitelik, hassasiyet.

ilim adamı * Bilim adamı . ilim kadı nı * Bkz. bilim adamı . ilimcilik ilinek ilineksel

* Bilimcilik. * Bir ş eye mecbur olarak bağ lıolmayan, onun özünde bulunmayan, rastlantıile olan nitelik, araz. *İ linekle ilgili olan, özle ilgili olmayan.

ilinti *İ ki ş ey arası nda ilgi, iliş ki. *İ nsanlar arası ndaki bağ. *İ ç sı kı ntı sı .

* Seyrek dikiş , teyel. ilintileme *İ lintilemek iş i veya durumu. ilintilemek *İ ki parçayıeğreti olarak seyrek dikiş le elde dikmek, teyellemek, ilgilemek. ilintili ilistir

*İ lgisi, iliş kisi, bağ ı , ilintisi olan. * Süzgeç.

iliş iğ i kalmamak * ilgisi, bağ lı lı ğı olmamak. iliş iğ ini kesmek * hiçbir ilgisi kalmamak, bağlantı ları nıkoparmak. iliş ik

*İ liş tirilmiş , eklenmiş , bağ lanmı ş , merbut. * Bir ş eyle ilgili, iliş kin, ait. *İ lgi, bağ lı lı k, iliş ki, münasebet. * Eklenmişolan bölüm.

iliş ikli *İ liş iği olan, iliş kin. iliş iksiz iliş ilme iliş ilmek

*İ liş iği olmayan. *İ liş ilmek iş i. *İ liş mek iş i yapı lmak.

iliş ken * Deniz dibinde batı k ve atı kları n oluş turduğu tabaka. iliş kenli iliş ki

*İ liş ken özellik bulunduran. *İ ki ş ey arası nda karş ı lı klı ilgi, bağ , münasebet, temas. * Bağ lantı , temas.

iliş ki kurmak * bağ lantısağ lamak, ilgi sağ lamak. iliş kilendirmek *İ liş kili duruma getirmek. iliş kili *İ liş kisi olan. *İ lgili olarak. iliş kin *İ lgisi, iliş iği olan, bağlı , ilgili, ait, merbut, müteallik. iliş kisiz

*İ liş kisi olmayan. iliş kisizlik *İ liş kisiz olma durumu. iliş me iliş mek

iliş tirilme

*İ liş mek iş i. * Hafifçe dokunmak, takı lmak. * Elini sürmek, dokunmak. * Bir ş eyin kenarı na kı sa bir süre için oturmak. * Karı ş mak, rahat vermemek, müdahale etmek. * Değinmek, sözünü etmek. * Şaka etmek. *İ liş tirilmek iş i.

iliş tirilmek *İ liş tirmek iş i yapı lmak; eğ reti takı lmak, hafifçe tutturulmak. iliş tirme *İ liş tirmek iş i. iliş tirmek *İ liş mesini sağ lamak; bağ lamak, tutturmak; eğ reti takmak, hafifçe tutturmak. ilk

ilk adı m

* Zaman, sı ra, yer ve önem bakı mı ndan ötekilerden önce gelen, son karş ı tı . * Herhangi bir ş eyin en önde olanı , önce geleni. * Birinci olarak, en baş ta. * Baş langı ç.

ilk ağı zda * Önce, öncelikle, ilk işolarak, her ş eyden önce. İ lk Çağ

* En eski zamanlardan baş layarak milâdî 476, BatıRoma İ mparatorluğunun çöküşyı lı na kadar süren çağ .

ilk dördün * Ayı n, yeni ay evresinden bir hafta sonra yarı m daire biçiminde göründüğü evre. ilk elden

* Baş tan baş layarak; dolaysı z, aracı sı z.

ilk gösteri * Sahneye konulan oyunun ilk temsili, prömiyer. ilk göz ağrı sı * ilk doğan evlât. * ilk sevilen, âş ı k olunan kimse. ilk kânun

* Aralı k.

ilk önce * Önce, en önce, en baş ta. ilk örnek

* Kök tip. ilk plânda * önce, en önde. * baş langı çta. ilk sezi * Bir konuda edinilen ilk ve yalı n bilgi. ilk teş rin

* Ekim.

ilk ve son * Tek, yegâne. ilk yardı m * Tedavisi gereken kimselerin ilk bakı mları nda uygulanan basit tedavi. * Tehlikeli ve anî durumlarda uygulanan ilk ve ivedi tedavi iş lemi. * Bu iş lemin uygulandı ğı yer. ilk yardı m hastahanesi * Anîden rahatsı zlananlar veya kazada yaralananlara ilk tı bbî müdahelenin yapı labileceği nitelikte donatı lan hastahane. ilk yarı ilkah

* Futbol, basketbol vb. karş ı laş malarda iki devreden ilki. * Dölleme, döllenme. * Aş ı lama.

ilkah etmek * döllemek. * aş ı lamak. ilkbahar

* (kuzey yarı m küre için) Mart, nisan ve mayı s ayları nıiçine alan zaman aralı ğı . Gök biliminde 21 Mart ile 22 Haziran arası , ilkyaz, bahar. ilke

* Temel düş ünce, temel inanç, umde, unsur, prensip. * Temel bilgi. * Baş ka ş eylerin kendisinden türediğ i ilk madde, öge, unsur. * Her türlü tartı ş manı n dı ş ı nda sayı lan öncül, mebde, prensip. * Davranı şkuralı .

ilkeci *İ lkelerine bağlı(kimse). ilkecilik ilkel

*İ lkeci olma durumu. *İ lk durumunda kalmı şolan, geliş mesinin baş ı nda bulunan, iptidaî, primitif. * Zaman bakı mı ndan en eski olan, iptidaî, primitif. * (sanatta) Yalı n bir nitelik gösteren, yapmacı ksı z olan, primitif. * Özellikle XIV-XV. yüzyı llarda İ talyan ressamları na, Orta Çağsonları nda Avrupa ressamları na verilen ad. * Eğ itimsiz, kültürsüz, görgüsüz.

ilkel memeliler * Bazısı nı flandı rmalara göre memeliler sı nı fı nı n tek delikliler ile soyu tükenmişolan bazıilkel yapı lı memelileri içine alan bir alt sı nı fı .

ilkel toplum * Yazı lıkültürü bulunmayan, sanayileş memiş ,ş ehirleş memiştarı m toplumu. ilkelce ilkelciler

*İ lkel (bir biçimde). *İ lkelcilik yanlı sıolan sanatçı lar.

ilkelcilik * Avrupa sanatı nı n çağı mı za kadar geçirdiği geliş melerden habersiz görünen, ilkel ulusları n sağlam, kaba, saf, yalı n biçimli sanatı nıbenimseyen görüş , primitivizm. *İ lkellik özlemini ileri süren düş ünce akı mları nı n genel adı , primitivizm. ilkeleş me

*İ lkeleş mek iş i.

ilkeleş mek *İ lke durumuna gelmek. ilkelleş me *İ lkelleş mek iş i. ilkelleş mek *İ lkel bir durum almak veya ilkel bir duruma gelmek. ilkelleş tirme *İ lkelleş tirmek iş i veya durumu. ilkelleş tirmek *İ lkel duruma getirmek. ilkellik ilkesel ilkgüz

*İ lkel olma durumu, iptidaîlik. *İ lke ile ilgili. * Eylül ayı .

ilkin * Baş ta, baş langı çta, önce, iptida. ilkokul

* Zorunlu öğrenim çağı ndaki kı z ve erkek çocukları nı n temel eğ itim ve öğ retimini sağlamak için devletçe açı lan veya açı lması na izin verilen beşyı llı k okul. ilköğ renim *İ lköğ retim. ilköğ retim * Birkaç öğ retim basamağ ı ndan oluş an örgün eğ itim sisteminin, okuma yazmayı , aritmetiğ i, iyi bir yurttaş olmak için gerekli temel bilgi ve becerileri kazandı ran sekiz yı llı k ilk basamağ ı . ilkten ilkyaz

*İ lk önce. *İ lkbahar, bahar.

illâ illâki

*İ lle. *İ lle.

illâllah * Usanç ve bezginlik anlatı r. illâllah demek * usanmak, bı kmak, bezmek. illâllah etmek * usanmak, bı kmak. ille

* Ne olursa olsun, hangi ş artta olursa olsun, her hâlde. * Hele, özellikle. * Yoksa, olmazsa.

ille velâkin * Gel gelelim, bununla birlikte. illegal

* Yasa dı ş ı , yasaya aykı rı .

illet * Hastalı k. * Hastalı k derecesine varan alı ş kanlı k. * Bozukluk. * Kı zdı ran, sinirlendiren ş ey veya kimse. * Sebep. illet etmek * sinirlendirmek, kı zdı rmak. * sakatlamak. illet olmak * çok sinirlenmek, çok kı zmak. illetine uğramak * hastalı k derecesinde düş kün veya tutkun olmak. illetli

illî

* Hastalı ğıolan. *İ kide bir aksaklı k gösteren. * Nedensel.

illiyet * Nedensellik. illüstrasyon * Resimlerle süsleme. * Kitap içindeki bir yazı yıaçı klayan veya süsleyen resim. illüzyon

* Yanı lsama.

illüzyonist * Göz bağcı .

illüzyonizm * Göz bağcı lı k. ilme ilmek

*İ lmek (II) iş i. *İ lmik.

ilmek * Hafif bir düğ üm yaparak bağlamak. * Halıdokurken düğ ümleri bağlamak. * Değmek, dokunmak. ilmekleme *İ lmeklemek iş i. ilmeklemek *İ lmek durumuna getirmek. ilmî

* Bilimsel.

ilmî ahlâk * Töre bilimi. ilmiahlâk

* Bkz. ahlâk bilimi, etik.

ilmihâl * Din kuralları nıöğrenmek için yazı lmı şkitap. ilmik

* Çözülmesi kolay düğüm, eğreti düğ üm.

ilmik atmak * ilmik yapmak. ilmikleme *İ lmiklemek iş i. ilmiklemek * Eğ reti düğ ümle bağ lamak. ilmiklenme *İ lmiklenmek iş i. ilmiklenmek *İ lmikle tutturulmak. ilmikli

ilmiksiz

* Kolay çözülür biçimde düğ ümlenmiş . * Herhangi bir sayı da düğ ümü, ilmiği olan. * Kolay çözülemeyen biçimde düğ ümlenmiş . *İ lmiği olmayan.

ilminden anlamak * bir iş in, aracı n veya konunun uzmanıolmak.

ilmini almak * bir iş in özelliklerini, iş leyiş ini, en ince ayrı ntı ları na kadar iyice öğ renmek. ilmiye

* Din iş leriyle uğraş an hocalar sı nı fı . * Din iş leriyle uğraş anları n mesleği.

ilmühaber * Birinin yer, hâl, medenî durumu vb.ni gösteren resmî belge, hâl kâğ ı dı . * Bir ş eyin teslim alı ndı ğı nıgösteren belge, alı ndıkâğı dı . ilsizleş mek * Yurtsuz, vatansı z kalmak. iltibas * Birbirine çok benzeyen iki ş eyin karı ş ması , andı rı ş ma. iltibasa yol açmak * karı ş ı klı ğ a sebep olmak. iltica

* Güvenilir bir yere sı ğı nma, sı ğı nma.

iltica etmek * sı ğı nmak. iltica hakkı * Bkz. sı ğı nma hakkı . iltifat

* Yüzünü çevirerek bakma. * Birine güler yüz gösterme, hatı rı nısorma, tatlı davranma, ilgilenme. *İ lgi gösterme, rağbet etme. * Söz söylerken, daha çok etki sağ lamak için beklenmedik bir anda sözü, konu ile çok yakı ndan ilgili birine veya bir ş eye yöneltme. iltifat etmek * ilgilenmek, saygıgöstermek. * beğ enmek, rağbet etmek. iltifatlı iltihabî

iltihak

* Yüze gülen, gönül alan. *İ ltihapla ilgili, yangı lı . *İ ltihabıolan, yangı lı , iltihaplı . * Katı lma.

iltihak etmek * katı lmak. iltihap

* Vücudun mikroplara karş ıkoymak için herhangi bir yerine fazla kan hücumu ile orada ş iş kinlik, kı rmı zı lı k, ı sıve ağrıile beliren irin toplaması , yangı . iltihaplanma *İ ltihaplanmak iş i, yangı lanma. iltihaplanmak * Bir doku veya bir organda iltihap toplamak, yangı lanmak.

iltihaplı *İ ltihabıolan, yangı lı . iltihapsı z *İ ltihabıolmayan, yangı sı z. iltimas

* Haksı z yere, yasa ve kurallara uymaksı zı n kayı rma, arka çı kma. * Birine herhangi bir konuda öncelik ve ayrı calı k tanı ma.

iltimas etmek (veya geçmek) * kayı rmak; korumak. iltimasçı * Kayı rı cı , arka. iltimasçı lı k * Kayı rma iş i, kayı rı cı lı k veya kayı rmacı lı k. iltimasıolmak * arkası , kayı rı cı sıolmak. iltimaslı * Kayı rı lan (kimse) veya kayı rı larak yapı lan (iş ). iltisak * Kavuş ma, bitiş me, birleş me ile ilgili olan. * Bitiş ken (dil). iltisakî *İ ltisak olma durumu. iltisakî diller * Bitiş ken diller. iltizam

* Kayı rma, bir tarafıtutma. * Gerekli bulma. * Kesenek.

iltizam etmek * keseneğe almak. iltizamcı * Kesenekçi, mültezim. iltizamî

*İ steyerek, bilerek yapı lan.

ilzam * Cevap veremez duruma getirme, susturma. ilzam etmek * susturmak. im

-im

*İ ş aret. * Alâmet. * Bkz. -m (I).

-im -im im bilimi

* Bkz. -m (II). * Bkz. -m (III). * Gösterge bilimi.

ima * Dolaylıolarak anlatma, üstü kapalıolarak belirtme, iş aretleme, anı ş tı rma, ihsas. * Açı kça belirtilmeyen, dolaylıolarak anlatı lan ş ey. ima etmek * dolaylıanlatmak, anı ş tı rmak, ihsas etmek. imaj imal

*İ mge. * Ham maddeyi iş leyip mal üretme. * Yapı m.

imal etmek * ham maddeyi iş leyerek bir mal üretmek. imalât

* Ham madde iş lenerek yapı lan her türlü mal. *İ ş lenerek yapı lan üretim.

imalât resmi * Baskı lıdevre levhası nı n delikler, yarı klar, profiller desenler ve onları n yerleri ile son durumlarıgibi bazı özelliklerini belirten bir resim. imalâtçı * Ham madde iş leyerek mal üreten kimse veya kuruluş . imalâtçı lı k *İ malâtçı nı n iş i veya mesleğ i. imalâthane * Ham maddelerin iş lenerek, mal olarak piyasaya sürülecek duruma getirildiği işyeri, yapı m evi. imale

* Bir tarafa yatı rma, eğme. * Kı sa okunması gereken heceyi ölçüye uydurmak için uzun okuma.

imale etmek * eğ mek, çevirmek. imale yapmak * kı sa heceyi uzun okumak. imalı * Üstü kapalı , örtülü (söz veya davranı ş ). imam

* Cemaate namaz kı ldı ran kimse. * Müslümanlı kta mezhep kuran kimse. * Hz. Muhammed'den sonra onun vekilliğ i görevini üzerine alan halifelere verilen unvan. * Bazıküçük İ slâm devletlerinde devlet baş kanı .

* En önde bulunan, önder. imam evi * Kadı nlara özgü ceza evi. imam kayı ğ ı * Tabut. imam nikâhı *İ slâm dinî kuralları na göre kı yı lan dinî nikâh. imam nikâhlı *İ mam nikâhıolan. imam osurursa, cemaat sı çar * yöneticilerin kötü bir işyapmaları , onları n buyruğundakilerin daha kötü bir işyapmaları na yol açar. imam suyu * Rakı . imambayı ldı * Bir çeş it zeytinyağlıpatlı can yemeğ i. imame

* Tespihlerin baştarafı na geçirilen uzunca parça.

imamet *İ mamlı k. imamlı k

iman

*İ mam olma durumu. *İ mamı n görevi. * Dinin ortaya koyduğu doğmalara inanma, din inancı , kutsal inanç, inanç, itikat. *İ slâm dinine inanma. * Güçlü inanç, inan.

iman etmek * Tanrı 'ya, dine inanmak. * güçlü bir inanç duymak. iman getirmek * gönül rı zası yla Müslümanlı ğıkabul etmek. * yürekten inanmak. iman sahibi *İ nanmı ş , iman etmişkimse. iman tahtası * Göğüs kemiğ i. imana gelmek * Müslümanlı ğ ıkabul etmek. * en sonunda doğ ruyu söylemek. * sonradan bir ş eyi kabul edip uymak. imana getirmek * Müslümanlı ğ ıkabul ettirmek. * istenilen biçimde davranmayızorla kabul ettirmek. imanıgevremek (kı sa söyleyiş le)

* çok yorulmak veya sı kı ntıçekmek. imanıyok (kı sa söyleyiş le) * acı ması z, insafsı z. * kahrolası !. imanı m (kı sa söyleyiş le) * "kardeş , arkadaş !" anlamı nda bir sesleniş . imanı na kadar (kı sa söyleyiş le) * ağ zı na kadar, son kertesine kadar, tı ka basa, alabildiğ ince. imaniye imanlı

imansı z

*İ nancı lı k, fideizm. *İ manıolan, inançlı , mutekit. *İ nsaflı , vicdanlı . *İ manıolmayan, inançsı z, inansı z. *İ nsafsı z, acı ması z.

imansı z gitmek * Tanrı 'ya inanmadan ölmek. imansı z peynir * Yağ ıalı nmı şsüt, peynir veya yoğ urt. imansı zlı k *İ mansı z olma durumu, inançsı zlı k, inansı zlı k. imar

* Bayı ndı rlı k. * Bayı ndı r duruma getirme, geliş tirme.

imar etmek * bayı ndı r durumuna getirmek, bayı ndı rlaş tı rmak, geliş tirmek. imaret

*İ marethane.

imarethane * Yoksullara ve öğrencilere yiyecek dağ ı tmak için kurulmuşhayı r kurumu. imbat imbik

* Yazı n, gündüz denizden karaya doğru esen mevsim rüzgârı , deniz yeli. * Damı tmaya yarayan, damı tma iş inde kullanı lan araç, damı tı cı .

imbikten çekmek * damı tmak. imbisat * Yayı lma, geniş leme. imbisat etmek * yayı lmak, geniş lemek. imdada (veya imdadı na) koş mak (veya yetiş mek) * çok zor ve tehlikeli bir anda yardı m etmek.

imdat

* Tehlikede olana yapı lan yardı m. * Yetiş in! Kurtarı n.

imdat etmek * tehlikede olan birine yardı m etmek. imdat ummak * yardı m beklemek. imdatçı

* Yardı m iş inde görevlendirilmişinsan. *İ mdada gelen, yardı ma koş an.

imdi

* "Buna göre", "ş u hâlde", "artı k", "ş imdi" sözleri gibi, baş ı na getirildiğ i cümleyi önceki cümlenin bir sonucu durumuna sokar. imece

* Kı rsal topluluklarda köyün zorunlu ve isteğ e bağ lı iş lerinin köylülerce eş it ş artlarda emek birliğ iyle gerçekleş tirilmesi. * Birçok kimsenin toplanı p el birliğ iyle bir kiş inin veya bir topluluğun iş ini görmesi ve böylece iş lerin sı ra ile bitirilmesi. imek imge

imgeci imgelem

* Bkz. ek fiil. * Zihinde tasarlanan ve gerçekleş mesi özlenen ş ey, düş , hayal, hülya. * Duyu organları nı n dı ş tan algı landı ğı bir nesnenin bilince yansı yan benzeri, hayal, imaj. * Duyularla alı nan bir uyaran söz konusu olmaksı zı n bilinçte beliren nesne ve olaylar, hayal, imaj. *İ mgeyi öne alan, imgeye önem veren (kimse, düş ünce vb.). * Geçmişyaş antı lara özgü öğelerle ş imdiki yaş antıarası nda bağkurma gücü, muhayyile. * Bir nesneyi, o nesne (karş ı mı zda) olmaksı zı n tasarı mlama yetisi, muhayyile.

imgeleme *İ mgelemek iş i, tahayyül. imgelemek * Bir ş eyin imgesini zihinde canlandı rmak, tahayyül etmek. imgelenme *İ mgelenmek iş i. imgelenmek *İ mgelemek iş ine konu olmak. imgeli imgesel

*İ mgeye dayanan, imgesi olan. *İ mge ile ilgili, hayalî.

imha * Ortadan kaldı rma, yok etme. imha ateş i

* Bir savaş ta düş man ordusunu yok etmek amacı yla karadan, havadan ve denizden açı lan ateş . imha etmek * ortadan kaldı rmak, yok etmek. imiğ ine sarı lmak * (bir işiçin) birini çok sı kı ş tı rmak. imik

* Boğ az, gı rtlak.

imitasyon * Taklit, taklit etme. imkân * Yararlanı lan uygun ş art veya durum, olanak. imkân vermek * uygun ş art veya durum sağ lamak. imkânıyok * olanaksı z, olamaz. imkânsı z *İ mkânı olmayan, olma veya gerçekleş me durumu bulunmayan. imkânsı zlaş ma *İ mkânsı zlaş mak iş i. imkânsı zlaş mak *İ mkânsı z duruma gelmek, olanaksı zlaş mak. imkânsı zlı k *İ mkânsı z olma durumu, olanaksı zlı k. imlâ

* Yazı m. * Doldurma, doldurulma.

imlâ etmek * birine söyleyip yazdı rmak. * doldurmak. imlâ yanlı ş ı * Yazı da yapı lan yanlı ş , yazı m yanlı ş ı . imlâya gelmemek * (bir ş ey veya düş ünce) düzenlenemeyecek kadar karı ş ı k olmak, yönteme uyamayacak bir durumda olmak. imleç imleme imlemek

immoral

* Fiziksel bir olayıkendiliğ inden tespit edip çizen araç, kaydedici. *İ mlemek iş i, ima. *İ m koymak, imle göstermek. * Dolayı sı yla anlatmak, ima etmek. * Töretanı maz.

immoralizm * Töretanı mazlı k. immünoloji * Bağ ı ş ı klı k bilimi. imparator * Bir imparatorluğ u yöneten kimse, ilhan. imparator otu * Maydanozgillerden, baharlıve yakı cıolan kökü hekimlikte kullanı lan bir ot (Peucedaum imperatoria). imparatoriçe *İ mparator karı sı . *İ mparatorluğ u yöneten kadı n. imparatoriçelik *İ mparatoriçe olma durumu veya unvanı . imparatorluk *İ mparator olma durumu veya unvanı , ilhanlı k. * Kendi toprakları nda oturan çeş itli milletleri egemenliği altı nda toplayan devlet biçimi. imrahor

* Padiş ah ahı rları na ve onlarla ilgili gereçlere bakmakla görevli kimse.

imren * Görülen bir ş eyi veya benzerini edinme isteği, gı pta. imrence

* Herkesçe imrenilen ş ey veya kimse.

imrendirme *İ mrendirmek iş i. imrendirmek *İ mrenmesine yol açmak. imrenilme *İ mrenilmek iş i. imrenilmek *İ mrenmek iş i yapı lmak. imreniş imrenme

*İ mrenmek iş i veya biçimi. *İ mrenmek iş i, gı pta.

imrenmek * Beğ enilen, hoş lanı lan bir ş eyi edinme veya bir yiyeceğ i yeme isteğini duymak. * Beğ enilen bir kiş i veya ş eye benzemeyi istemek, gı pta etmek. imrenti *İ mrenme, gı pta. imroz

* Vücudu beyaz, başve ayaklarda siyah lekeler bulunan, küçük cüsseli, uzun ve ince kuyruklu, kaba karı ş ı k ve uzun yapağ ı lı , Gökçeada ve kı smen Çanakkale ilinde yetiş tirilen bir koyun türü. imsak

* Bir ş eyden el çekerek nefsine hâkim olma, perhiz. * (ramazanda) Oruca baş lama zamanı . * Cimrilik. imsak etmek * bir ş eyden el çekerek nefsine hâkim olmak. imsak vakti * Orucun baş lama saati veya zamanı . imsakiye * Ramazanda imsak zamanı nıyerel saate göre gösteren çizelge. imsakli -imtı rak imtihan

* Cimri. * Bkz. -mtı rak. * Sı nav. * Direnme, dayanı ş ma, güç gerektiren, sonuçta bir deney kazandı ran zor durum.

imtihan etmek * bilgi derecesini ölçmek. * denemek, sı namak. imtihan olmak * bilgisi ölçülmek. * denenmek, sı nanmak. imtihan vermek * sı nanmak; tehlikeli ve zor bir durumdan zarar görmeden iyi bir sonuca ulaş mak. imtihana çekmek * bilgisini ölçmek. * denemek, sı namak. imtina * Kaçı nma, sakı nma, çekinme. imtina etmek * bir ş eyi yapmaktan kaçı nmak, çekinmek. imtisal

* Bir örneğe göre davranma, uyma, benzemeye çalı ş ma. * Alı nan buyruğ a bütünüyle uyma.

imtisal etmek * uymak, benzemeye çalı ş mak. imtisas

* Emme, emerek çekme soğurma.

imtiyaz * Baş kaları na tanı nmayan özel, kiş isel hak veya ş art, ayrı calı k. * Fabrika kurmak, maden iş letmek vb.için bir kiş i veya kuruluş a devlet tarafı ndan verilen özel izin. * Gedik. imtiyazlı * Ayrı calı ğ ıolan, ayrı calı k tanı nan, ayrı calı klı .

imtiyazsı z * Ayrı calı ğ ıolmayan, ayrı calı k tanı nmayan, ayrı calı ksı z. imtizaç

* Karı ş abilme. * Birbirini tutma, uyum sağlama, uygunluk. *İ yi geçinme, uyuş ma. * Kaynaş ma.

imtizaç etmek * bağ daş mak, uyuş mak. imtizaçsı z * Uyumsuz. imza

* Bir kimsenin, bir yazı nı n altı na bu yazı yıyazdı ğ ı nıveya onayladı ğ ı nıbelirtmek için her zaman aynıbiçimde yazdı ğı ad veya iş aret. *İ mzalamak iş i. * Herhangi bir dalda ün yapmı şyazar, sanatçı . imza atmak (veya bir ş eyi) imza etmek * imzalamak. imza günü * Yazarları n satı ş a çı kan eserlerini hatı ra olarak imzaladı klarıgün. imza kâğ ı dı *İ şyerlerinde çalı ş anları n girişve çı kı ş ları nı n denetlenmesi amacıile üzerine imzaları nıattı kları kâğı t. imza sahibi * Bir yere imza atan kimse. * Bazısanat ve meslek kolları nda sağlam bir yeri olan, değerini her zaman kabul ettirmişkimse. * Gazete, dergi gibi yayı mlarda, adı nıkullanarak yazıyazan kimse. imza sirküleri *İ mza örneğinin bulunduğu imza. imza toplamak * bir dilekçeyi veya öneriyi, destekleyenlere imzalatmak. imza töreni * Antlaş ma veya sözleş melerde ilgili tarafları n belgelere imza atmasıve birbirlerini kutlaması . imza vermek * imza atmak. imzalama *İ mzalamak iş i. imzalamak * Bir yazıveya belgeye imzası nıyazmak, imza atmak. *İ mza veya iş aretle eserin yazarıveya yaratı cı sıolduğunu belirtmek. * Bir kimseye, hatı ra olarak sunulan esere imza atmak. imzalanı ş *İ mzalanmak iş i veya biçimi. imzalanma *İ mzalanmak iş i. imzalanmak

*İ mzalanmak iş i yapı lmak. imzalatma *İ mzalatmak iş i. imzalatmak *İ mza attı rmak. imzalayı ş *İ mzalamak iş i veya biçimi. imzalı

imzası z

*İ mza edilmiş . * (yazı , eser için) Yazarıbelirtilmiş . *İ mza edilmemiş . * Yazan belirtilmemiş .

imzayıbasmak (veya çakmak) * imzalamak, imza etmek. in *İ ndiyum'un kı saltması . in

in -in -in

* Yaban hayvanları nı n kendilerine yuva edindikleri kovuk. * Mağ ara. *İ nsan. * Bkz. -ı n / -in (I). * \343 -ı n / -in (II).

in cin * olumsuz fiillerle birlikte "hiç kimse, hiçbir canlıvarlı k" anlamı na gelir. in cin top oynamak (veya in cin yok) * hiçbir canlıvarlı k bulunmamak. in gibi -in hali

* dar ve karanlı k (yer). * Bkz. tamlayan durumu.

in misin, cin misin * genellikle masallarda "insan mı sı n, cin misin?" anlamı nda kullanı lı r. inada binmek (veya bindirmek) * Bkz. işinada binmek. inadıtutmak * çok direnmek. inadı na

* Terslik olsun diye. * Gereğ inin, istenilenin tersine.

inak inakçı inakçı lı k

* Dogma. * Dogmacı . * Dogmacı lı k.

inaksal * Dogmatik. inal inam inan itikat.

* Kendisine inanı lan kimse. * Emanet, vedia. *İ nanmak iş i. * Bir kimse veya ş eyin doğruluğunu, büyüklüğünü ve gücünü sarsı lmaz bir duygu ile benimseme, iman,

inan olmaz * güvenilmez. inan olsun * bana inan, inan ki. inanca * Güvence. inancı lı k

* Temel gerçeklerin akı lla kavranamayacağ ı nı , ancak inan yoluyla elde edilebileceğ ini savunan öğ retilerin genel adı , imaniye, fideizm. inanç

inançlı

* Bir düş ünceye gönülden bağlıbulunma. * Tanrı 'ya, bir dine inanma, iman, itikat. * Birine duyulan güven, inanma duygusu. *İ nanı lan ş ey, görüş , öğreti. *İ nancıolan, imanlı , itikatlı , mutekit.

inançlı lı k *İ nançlı olma durumu. inançsı z

*İ nancıolmayan, imansı z, itikâtsı z.

inançsı zlı k *İ nançsı z olma durumu, imansı zlı k, itikatsı zlı k. inandı rı cı *İ nandı ran, inandı rma özelliğ i olan, mukni. inandı rı cı lı k *İ nandı rı cıolma durumu. inandı rı lma

*İ nandı rı lmak iş i. inandı rı lmak *İ nanması sağlanmak. inandı rma *İ nandı rmak iş i. inandı rmak *İ nanması nısağlamak. inanı lma

*İ nanı lmak iş i.

inanı lmak *İ nanmak iş i yapı lmak. inanı lmaz *İ nanı lmasıçok güç veya imkânsı z olan. * Az rastlanan, olağ anüstü. inanı rlı k

inanı ş

inanlı inanma inanmak

*İ nanı labilir bir ş eyin niteliğ i. *İ nanma eğ ilimi. *İ nanma. *İ nanı lan ş ey. *İ nanıolan, bir ş eye bütün varlı ğı yla inanmı şbulunan, imanlı , mümin, mutekit. *İ nanmak iş i. * Bir ş eyi doğ ru olarak benimsemek. * Birini doğ ru sözlü olarak bilmek, güvenmek. * Bir ş eyin varlı ğı nı , doğruluğunu kabul etmek. * Sevecek, güvenecek ve bağ lanacak en yüksek varlı k olarak bilmek, iman etmek. * Kanarak aldanmak.

inanmazlı k *İ nanmaz olma durumu. inansı z

*İ nanıolmayan, imansı z.

inansı zlı k *İ nansı z olma durumu, imansı zlı k. inat

* Bir konuda direnme, ayak direme, diretme, direnim. * Birine karş ıçı kmak, karş ıdüş ünce ileri sürme. *İ natçı .

inat etmek * direnmek, diretmek, ayak diremek. inatçı

* Direngen, ayak direyici.

inatçı lı k

*İ natçıolma durumu, direngenlik.

inatlaş ma *İ natlaş mak iş i, dayatı ş ma. inatlaş mak * Karş ı lı klıinat etmek. *İ nat etmek. inayet *İ yilik, kayra, atı fet, ihsan, lütuf. inayet etmek (veya eylemek) * iyilik ve yardı m etmek, kayı rmak, lütfetmek. inayet ola * "Allah versin" sözü gibi dilencileri savmak için kullanı lı r. inayette bulunmak * inayet etmek. ince * Kendi cinsinden olanlara göre, dar ve uzun olan, kalı nlı ğı az olan, kalı n karş ı tı . * Taneleri ufak, iri karş ı tı . * Küçük ayı ntı larıçok olan, aş ı rıözen gerektiren, kaba karş ı tı . * (sı vı lar için) Akı ş kanlı ğıçok olan, yoğ un ve koyu olmayan. * Düş ünce, duygu veya davranı şbakı mı ndan insanı n sevgi ve saygı sı nıkazanan, zarif, kaba karş ı tı . * (ses için) Tiz, pes karş ı tı . * Hafif, gücü az. *İ yiden iyiye, eni konu ayrı ntı lı . -ince

* Bkz. -ı nca / -ince.

ince ağ rı * Verem. ince ayrı m * En küçük ayrı ntı sı na kadar inme, çalar, nüans. ince bağ ı rsak * Sindirim borusunun mideden kalı n bağı rsağa kadar olan yiyeceklerin sindirilmesi görevini yapan bölümü. ince donanma * Hafif gemilerden kurulmuşdonanma. ince eleyip (veya eğ irip) sı k dokumak * bir ş eyi en küçük ayrı ntı ları na kadar araş tı rmak, gözden veya elden geçirmek. ince gül yağ ı * Su buharıdağ ı tması yla elde edilen soluk sarırenkli, gül kokulu bir sı vı . ince hastalı k * Bkz. ince hastalı k. ince hastalı k * Akciğer veremi. ince ince

* Belli belirsiz, pek belli etmeden, hafif hafif.

ince iş

* Nakı ş . * Özenli ve hesaplı davranı ş .

ince kesim * Kemikleri ince ve zayı f. ince saz

* Türk müziğinde keman, ney, tambur, kemençe, ut, kanun, daire gibi çalgı lardan ve okuyuculardan oluş an fası l yapan topluluk. ince ses

* Titreş im sayı sıçok olan ses; tiz ses.

ince sı va * Kaba sı va üzerine ince kum ve çimento karı ş ı mı yla yapı lan düzgün sı va. ince tutkal * Uygun sı vı larla akı cı lı ğı artı rı lmı şsı vı tutkal. ince ünlü

* Dilin ileriye sürülmesiyle ön damakta oluş an ünlü: e, i, ö, ü.

ince yağ * Yakı t olarak veya yağlamada kullanı lan akı ş kan nitelikteki mineral yağ. ince yapı lı * Narin, nazik, zayı f. ince zar incecik

* Beyni, omur iliği saran zarları n en altta olanı . * Çok ince. *İ nce bir biçimde, ince olarak.

incecikten * Belli belirsiz. inceden

*İ nce yapı lı .

inceden inceye * Ayrı ntı lara inerek, önem vererek, titizlikle, titizce. * Hafif, belirsiz, tiz olmayan bir sesle. inceleme *İ ncelemek iş i, tetkik. * Bir bilim veya sanat konusunu her yönüyle genişbiçimde açı klayan eser veya yazı lıtetkik. incelemeci *İ nceleme yapan kimse. incelemek * Bir iş i veya bir ş eyi ele alı p özelliklerini, ayrı ntı ları nıinceden inceye, özenle anlamaya, öğ renmeye çalı ş mak, tetkik etmek. inceleniş *İ ncelenmek iş i veya biçimi. incelenme *İ ncelenmek iş i.

incelenmek *İ ncelemek iş i yapı lmak. inceletiş *İ nceletmek iş i veya biçimi. inceletme *İ nceletmek iş i. inceletmek *İ ncelemek iş ini baş kası na yaptı rmak, birinin incelemesini sağ lamak. inceleyici

incelik

inceliş

*İ nceleyen, araş tı rma yapan (kimse), müdekkik. * Bir ş eyin özelliklerini anlamak amacıtaş ı yan bakı ş . *İ nce olma durumu. *İ nce davranı şgösterme, zarafet, nezaket. * Bir iş in herkesçe görülemeyen nitelikleri. * Ayrı ntı . *İ ncelmek iş i veya biçimi.

incelme *İ ncelmek iş i. incelmek

inceltici

*İ nce duruma gelmek. * Davranı ş larıincelik kazanmak, kibarlaş mak. * Zayı flamak. * (sı vıiçin) Koyu durumdan akı ş kan duruma gelmek, akı ş kanlı ğıartmak. * Boyaları n yoğ unluğunu azaltmak, sulandı rmak amacı yla kullanı lan kimyasal birleş imlerin genel adı , tiner.

inceltiş *İ nceltmek iş i veya biçimi. inceltme

*İ nceltmek iş i veya durumu.

inceltme iş areti * Düzeltme iş areti. inceltmek *İ nce duruma getirmek. incerek * Zayı fa yakı n, incecik. inci tanesi.

-inci

*İ stiridye gibi bazıkavkı lıdeniz hayvanları nı n içersinde oluş an, değ erli, küçük, sert, sedef renginde süs * Yanlı ş lı ğ ısebebiyle gülünç olan söz veya cümle. *İ ncilerden oluş an takı . * Bkz. -ncı / -nci.

inci balı ğı * Sazangillerden, pulları ndan inci yapı lan küçük bir balı k (Alburnus alburnus). inci çiçeğ i * Zambakgillerden, temren biçimindeki yapraklarıarası nda ince bir sap üzerinde küçük çan biçiminde beyaz çiçekler açan bir süs bitkisi, müge (Convallaria). inci gibi

* küçük, temiz, güzel ve düzgün.

inci saçmak * birbirinden güzel sözler söylemek. inci taş ı * Feldspat cinsinden, suyu az ve eridiğ i zaman inciye benzeyen taneleri olan yanardağkaynaklıcam. incik

* Bacağ ı n, diz kapağı ndan topuğa kadar olan bölümü. * Bazıbölgelerde diz, ayak bileğ i, baldı r veya kaval kemikleri de bu adla anı lı r.

incik boncuk * Değersiz ufak tefek süs eş yası . incik kemiği * Diz kapağı ndan topuğ a kadar olan kemik. İ ncil * Hz. İ sa'ya indirildiğ ine inanı lan kutsal kitap. incinme incinmek

incir

*İ ncinmek iş i. * Çarpma, sı kı ş ma, burkulma gibi etkenlerle vücudun bir yeri ağ rıverir duruma gelmek. * Birinin herhangi bir davranı ş ıyüzünden üzüntü duymak, gücenmek, kı rı lmak. * Dutgillerden, ası l yurdu Akdeniz kı yı larıolan, yapraklarıgenişdilimli bir ağaç (Ficus carica). * Bu ağacı n etli, tatlıyemiş i.

incir çekirdeğ ini doldurmamak * çok az veya çok önemsiz. incir kuş u * Kuyruksallayangillerden, en çok incir ve baş ka yemiş lerle beslendiği için zararlısayı lan ve avlanı lan küçük bir kuş(Anthus trivialis). incirlik

*İ ncir yetiş tirilen alan, incir bahçesi. *İ ncir ağaçlarıçok olan yer.

incirsi meyve * Gerçek bir meyve olmayan, yumurtalı klardan değ il, çiçeklikten oluş an incire benzer meyve. incitici *İ nciten, dokunaklı , gönül kı rı cı(söz veya davranı ş ). incitilme

*İ ncitilmek iş ine konu olma veya incitmek iş i yapı lma.

incitilmek *İ ncitmek iş i yapı lmak.

incitiş incitme

*İ ncitmek iş i veya biçimi. *İ ncitmek iş i.

incitmebeni * Kanser. incitmek *İ ncitmesine yol açmak. * Kötü söz veya davranı ş la birini kı rmak, üzmek. incizap * Çekme, çekilme. * Cazibeye tutulma, ilgi duyma. inç * Uzunluğ u 2,540 cm olan İ ngiliz uzunluk ölçü birimi, parmak, pus. -inç indeks

* Bkz. -nç. * Dizin. * Bir geliş imi gösteren nicelikler veya değ erler arası ndaki iliş ki.

indeterminist * Belirlenmezci. indeterminizm * Belirlenmezcilik. indî * Herkesçe kabul edilebilecek bir temele bağ lanamayı p yalnı z bir kiş inin kendi kanı sı na dayanan. indifa

* (yanardağlarda) Püskürme. * Kı zamı k, kı zı l vb. hastalı klarda vücutta kı rmı zılekeler görülme. * Başkaldı rma, isyan etme, ayaklanma.

indifa etmek * (yanardağ) püskürmek. indifaî

indikatör indinde

* (yanardağiçin) Püskürten. * Döküntülü (hastalı k). * Gösterge. * (bir kimseye) Göre, yanı nda.

indirgeme *İ ndirgemek iş i, irca. indirgemek * Daha kolay ve yalı n duruma getirmek. * Bir maddenin oksijenini alarak oksit özelliğ ini yok etmek, irca etmek. * Bir iş lemi daha kı sa veya daha yalı n bir biçime sokmak, irca etmek.

indirgen

* Oksit durumundaki cisimlerin oksijenini alma veya daha düş ük bir oksitleme derecesine indirme özelliğ i olan (madde). indirgenebilir * Daha düş ük bir oksitleme derecesine indirilebilen. indirgeniş *İ ndirgenmek iş i veya biçimi. indirgenlik *İ ndirgen olma durumu. indirgenme *İ ndirgenmek iş i. indirgenmek *İ ndirgemek iş i yapı lmak. indirgeyici *İ ndirgemek iş ini yapan, yapabilecek özellikleri taş ı yan (madde). indirilme

*İ ndirilmek iş i.

indirilmek *İ ndirmek iş i yapı lmak. indirim

* Fiyatta yapı lan değ er düş ürümü, tenzilât, iskonto.

indirim yapmak * fiyatta değ er düş ürümü yapmak, iskonto yapmak. indirimli

* Fiyatı nda değ er düş ürümü yapı lmı ş , tenzilâtlı ,ı skontolu.

indirimli satı ş lar * Yı lı n belirli ayları nda, belli bir süre için, sanayi odaları nı n onayı yla yapı lan değer düş ürümlü satı ş lar. indiriş indirme

*İ ndirmek iş i veya biçimi. *İ ndirmek iş i. *İ ndirmek iş i.

indirme-bindirme * Trafikte minibüs, taksi vb. küçük araçlara yolcuları n indikleri veya bindikleri durak. indirmek

indirtme

* Yüksekten, sarp ve kötü yerden veya yukarı dan aş ağ ı ya inmesini sağlamak. * Bir taş ı t veya binek hayvanı ndan aş ağ ı ya almak. * Azaltmak, düş ürmek. * Hı zla vurmak. * Kapamak. * (yağ mur, sis için) Birdenbire bastı rmak. * Kı rmak, tahrip etmek. *İ ndirtmek iş i.

indirtmek *İ ndirmek iş ini yaptı rmak. indis

* Bir harf üzerine konulan iş aret. * Bir harf, benzer fakat yine de değiş ik biçimlerde iki veya daha çok kez kullanı lmak istendiğ inde, harfin üstüne veya altı na eklenen ayı rı cıiş aret. * Bir kökün derecesini göstermek için kök iş aretinin kollarıarası na konulan sayı . individüalist * Bireyci. individüalizm * Bireycilik. indiyum

* Atom ağı rlı ğı 114,8 olan, gümüşparlaklı ğı nda, kurş undan daha kolay ezilen yumuş ak bir element. Kı saltmasıİ n. indükleç

*İ ndükleme akı mıelde etmeye yarayan araç.

indükleme *İ ndüklemek iş i, endüksiyon. * Tüme varı m, endüksiyon. indükleme akı mı *İ ndükleme yoluyla elde edilen elektrik akı mı . indükleme makinesi *İ ndüklemeyle oluş an elektrik akı mları nı üreten makine. indüklemek * Kapalıbir devreyi, ş iddeti her an değ iş en bir manyetik alanı n içine koyarak onun üzerinde bir elektrik akı mıoluş turmak. indüksiyon * Bkz. İ ndükleme. İ nebolu kütüğü * Karadeniz'de kereste taş ı makta kullanı lan bir tür küçük mavna. ineç

* Tekne.

İ negöl köftesi *İ negöl yöresine özgü bir tür köfte. inek

* Diş i sı ğ ı r. * Aptal, bön. * Çok çalı ş an öğrenci. *İ bne.

inek yağı *İ nek sütünden yapı lan katıyağ . inekçi * Sütünü ve süt ürünlerini satmak için inek besleyen kimse. inekçilik

*İ nek besleme iş i. inekhane *İ neklerin barı ndı ğ ıyer. inekleme

*İ neklemek iş i.

ineklemek * Çok çalı ş mak, çok çalı ş arak öğrenmek, hafı zlamak. ineklik

inen ineze

*İ nek ahı rı . * Bönlük. * Aş ı rıçalı ş maya rağ men anlayamama durumu. * Bkz. ilen. * Bkz. eneze.

infak * Nafaka verip bir kimsenin geçimini sağlama. infaz

* (bir yargı yı ) Yerine getirme, uygulama. * Birine sözünü geçirme.

infaz etmek * yargı kararı nıyerine getirmek, uygulamak. infial

* Birine içerleme, gücenme, kı zgı nlı k duyma. * Herhangi bir ş eyden etkilenme. * Edilgi.

infial uyandı rmak * kı zgı nlı ğa yol açmak, öfke yaratmak. infiale kapı lmak * kı zgı nlı k, öfke duymak. infilâk

* Güçlü bir biçimde patlama.

infilâk etmek * patlamak. * birdenbire ş iddetle ortaya çı kmak. infinitezimal * Sonsuz küçük nicelikleri inceleyen (matematik kolu). infirak infirat

* Ayrı lma. * Topluluktan ayrıdurma.

infiratçı * Yalnı zcı .

infiratçı lı k * Yalnı zcı lı k. infisah

* Bozulma, yürürlükten çı kma. * Dağı lma. * Kokuş ma.

infisah etmek * yürürlükten çı kmak; bozulmak. * dağ ı lmak. * kokuş mak. informatik * Biliş im. İ ngiliz

*İ ngiltere halkı ndan olan kimse. *İ ngiltere'ye veya İ ngiliz halkı na özgü olan (ş ey).

İ ngiliz anahtarı * Somunlarıgevş etmeye veya sı kı ş tı rmaya yarayan ve çeneleri paralel olarak açı lı p kapanan kı skaç. İ ngiliz ipi * Bkz. İ ngiliz sicimi. İ ngiliz sicimi * Çok sağ lam, sı k bükümlü sicim. İ ngiliz sicimi (veya ipi) ile ası lmak * bir iş i ustası na yaptı rmak. İ ngiliz siyaseti * Soğuk kanlı lı k ve kurnazlı kla bir iş i yapma veya yaptı rma. İ ngiliz tuzu *İ ç sürdürücü olarak kullanı lan magnezyum sülfatı . İ ngilizce * Hint-Avrupa dil ailesinden, İ ngiltere'de, biraz farklıbiçimiyle A.B.D., Kanada, Avustralya ve İ ngiliz uygarlı ğ ı nı benimsemişolan ülkelerde kullanı lan dil. * Bu dile özgü olan. ingin

* Çevresine göre alçakta bulunan, münhat. * Solunum, sindirim gibi aygı tları n veya bazıorganları n içini örten ince zarı n iltihaplanı p sı vısalması , dumağ ı , nevazil, zükâm, nezle. inginlik

inha

*İ ngin olma durumu. * Güçten düş me, yaş lanma, inhitat. * Resmî bir göreve atama veya bir üst aş ama için yazı lan yazı .

inha etmek * atamak için öneride bulunmak. inhibitör * Depolanan benzinlerde gazlaş mayı , yağlama yağ ları ndaki renk değ iş mesini, türbin yakı tları nda korozyonun istenmeyen etkilerini önlemek veya geciktirmek gibi amaçlar için kullanı lan, petrol ürünlerinde doğ al olarak bulunan veya çok küçük oranlarda sonradan katı lan bir madde.

inhidam inhilâl

* Çökme, yı kı lma. * Dağı lma, bölünme, parçalanma. * (görev) Açı lma. * Ayrı ş ma, erime.

inhilâl etmek * dağ ı lmak. * (görev) açı lmak. inhimak inhina

inhiraf

* Bir ş eye aş ı rıdüş künlük gösterme, kapı lma. * Eğ rilme, bükülme. * (birine) Başeğ me, yumuş aklı k gösterme. * Sapma, baş ka bir tarafa meyletme.

inhiraf etmek * sapmak. inhisar * Tekel. * Tek baş ı na sahip olma. inhisar etmek * yalnı z ...üzerine olmak, yalnı z... için olmak, ...-den dı ş arıçı kmamak, bir ş eyle sı nı rlanmak. * verilmek, tanı nmak. inhisara almak (veya inhisarı na almak) * tekeline almak. inhisarcı * Tekelci. inhisarcı lı k * Tekelcilik. inhisarı nda olmak * tekelinde olmak. inhitat * Çökme, gerileme, alçalma. * Güçten düş me, inginlik, yaş lanma. inhitat etmek * çökmek, gerilemek. ini inik

* Kayı n birader. *İ nmiş , indirilmiş .

inik deniz * Gelgit sı rası nda sular çekildiğinde denizin durumu.

inikâs

* (ı ş ı k için) Yansı ma, yansı . * (ses için) Yankı lama, yankı lanma, yankı . * (piyasada) Tepki veya etki.

inikâs etmek * yansı mak. * yankı lanmak. inikat

inildeme

* Toplanma, birleş im. * Anlaş ma, kararlaş tı rma. *İ nildemek iş i.

inildemek *İ nlemek. inildetme

*İ nildetmek iş i.

inildetmek *İ nlemesine sebep olmak. inildeyiş *İ nildeme iş i. inileme inilemek

*İ nilemek iş i. *İ nlemek.

inilme *İ nilmek iş i. inilmek inilti iniltili

*İ nmek iş i yapı lmak. *İ nleme sesi. *İ nleme sesiyle yüklü, inlemeli.

inim inim * Sürekli olarak inlemeyi anlatı r. inim inim inlemek * sürekli olarak inlemek. * çok sı kı ntı da olmak. inim inim inletmek * birini büyük sı kı ntı ya sokmak. inisiyatif

* Öncecilik, üstünlük. * Gerekli kararlarıalmayıbilen kiş inin niteliğ i.

inisiyatifi ele almak (veya geçirmek) * önceliğe, üstünlüğe sahip olmak.

inisiyatifini kullanmak * gerekli kararları öncelikle almak. inisyal iniş

*İ lk satı rı n ilk harfinin büyük puntoda ve süslü yazı larla dizilme iş lemi. *İ nmek iş i veya biçimi. * Yukarı dan aş ağ ı ya gittikçe alçalan eğimli yer, yokuşkarş ı tı . * Gerileyiş , çöküş . * Araçlıjimnastikte, atlayarak veya hı zlanarak araçtan ayrı lma durumu.

inişaş ağ ı *İ niş te aş ağı ya doğ ru. inişçı kı ş * Engebeli olan. inişyokuş * Hem iniş i hem çı kı ş ıolan. iniş li *İ niş i olan, bayı r aş ağı . iniş li çı kı ş lı * Hem iniş i hem çı kı ş ıolan (yol). iniş li yokuş lu *İ niş li çı kı ş lı . inkâr

* Yaptı ğı nı , söylediğ ini, tanı k olduğ unu saklama, gizleme, yadsı ma.

inkâr etmek (veya inkârdan gelmek) * yaptı ğ ıbir iş i, söylediği sözü veya tanı k olduğu bir ş eyi yapmadı ğ ı nı , bilmediğini, görmediğini söylemek, yaptı ğ ı nı saklamak, yadsı mak. inkârcı *İ nkâr eden kimse. inkârcı lı k *İ nkârcıolma durumu. inkı baz

* Toplanma, büzülme. * Sı kı nt ı , keder. * Peklik, kabı zlı k.

inkı bazlı k *İ nkibaz olma durumu. inkı lâp

* Bir durumdan baş ka bir duruma geçiş , dönüş üm.

inkı lâp etmek * (bir durumdan baş ka bir duruma) dönüş mek. inkı lâpçı *İ nkı lâp yanlı sı veya inkı lâp yapan (kimse). inkı lâpçı lı k

*İ nkı lâpçı olma durumu. inkı raz * Batma, dağı lma, çöküş , yok olma, son bulma. inkı raz bulmak * batmak, çökmek, dağ ı lmak, yok olmak, son bulmak. inkı raza uğ ramak * batmak, dağ ı lmak, çökmek, yok olmak. inkı sam

inkı ta

* Bölünme, taksim edilme. * Parçalanma. * Kesilme, kesinti.

inkı taa uğramak * kesilmek. inkı yat

* Boyun eğme, uyma.

inkı yat etmek * boyun eğ mek. inkisar

* Kı rı lma. * Gücenme, gönlü kı rı lma. *İ lenme, ilenç.

inkisar etmek (veya inkisarda bulunmak) * ilenmek. inkisarı tutmak * ilenci gerçekleş mek. inkisarı hayal * Beklediğini, umduğ unu bulamamaktan doğ an düşkı rı klı ğ ı , hayal kı rı klı ğı . inkiş af

* Geliş me, geliş im. * Açı ğ a çı kma. * Açı nı m.

inkiş af etmek * geliş mek. inkiş af ettirmek * geliş tirmek. inleme inlemek

inletme

*İ nlemek iş i. * Acı , üzüntü belirten kesik sesler çı karmak. * Gür, uğ ultulu, yankı lıses çı karmak. *İ nletmek iş i.

inletmek

inleyiş inme

*İ nlemesine yol açmak. * Çok eziyet vermek, eziyet çektirmek. *İ nlemek iş i veya biçimi. *İ nmek iş i. * Vücudun bir bölümünde hareket ve hissetmenin kalkması , felç, nüzul.

inme inmek * (vücudun bir yerinde) hareket ve hissetme kalmamak, felç gelmek. inmek * Yukarı dan aş ağ ı ya doğru gelmek, çı kmak karş ı tı . * Bir taş ı t veya binek hayvanı ndan yere basmak. * Dağ, tepe gibi yüksek bir yerden gelmek. * (bir yerden baş ka bir yere) Gitmek, varmak. * Konaklamak. * Alçalı p eski durumuna dönmek. * Fiyatı düş ürmek. * Değeri düş mek. * Vurmak. * Yı kı lmak. *İ nme gelmek. * Bir yeri kaplamak, basmak veya bir yerden akmak, kaymak. * Uzamak, ulaş mak. * Ağmak. * Sayı sıazalmak. inmeli

* Bir tarafı nda inme bulunan, meflûç.

inorganik * Cansı z olan. * Organik olmayan, anorganik. * Hücrelerin cansı z bölümleri. * Organlardaki bozukluktan ileri gelmeyen hastalı k. inorganik kimya * Canlı ları n dı ş ı nda, yer kabuğunu oluş turan, bütün kimyasal maddeleri inceleyen kimya dalı . insaf

* Merhamete, vicdana veya mantı ğ a dayanan adalet. * "Acı , düş ün" anlamı nda kullanı lı r.

insaf etmek * acı mak, hakkı nıtanı mak. insafa gelmek * acı ması z ve haksı z tutumdan vazgeçmek. insafı na kalmı ş * (bir ş eyin) bir kimsenin doğruluğuna, adaletine ve isteğine bağ lı olduğ unu belirtir. insaflı insaflı lı k

*İ nsafıolan, acı yarak, hakkı nıvererek davranan, vicdanlı , imanlı . *İ nsaflıolma durumu.

insafsı z

*İ nsafıolmayan, vicdansı z, imansı z.

insafsı zca *İ nsafsı z bir biçimde, gaddarca. insafsı zlı k *İ nsafsı z olma durumu, insafsı zca davranma, vicdansı zlı k. insafsı zlı k etmek * acı mamak, insafsı zca, vicdansı zca davranmak. insan

* Memelilerden, iki eli olan, iki ayak üzerinde dolaş an, sözle anlaş an, akı l ve düş ünme yeteneği olan en geliş mişcanlı . * Bu türden olan canlı . * Huy ve ahlâk yönünden üstün nitelikli (kimse). * Belirsiz zamir gibi de kullanı lı r. insan ayağı değ memiş(veya basmamı ş ) * içine insan girmemiş , içinde insan olmayan. insan biçimcilik *İ nsanı n niteliklerinin baş ka bir varlı ğ a, özellikle Tanrı 'ya aktarı lması , antropomorfizm. insan bilimci * Antropolog. insan bilimi * Antropoloji. insan bilimsel * Antropolojik. insan coğrafyası * Beş erî coğ rafya. insan eli değmemiş(veya dokunmamı ş ) * bakı msı z kalmı şyer. insan eti yemek * birini çekiş tirmek. insan evlâdı *İ yi insan, iyi kimse. insan gibi * insanlara yaraş ı r biçimde. insan gönlünün artı ğı nısöyler * insanlar ş aka yaparken içlerinden geçeni yansı tı rlar. insan hâli * Olabilir, hoşkarş ı lamak gerekir. insan içine çı kmak * toplum içine karı ş mak, baş kaları yla iliş ki kurmak. insan konuş a konuş a, hayvan koklaş a koklaş a * insanlar konuş arak birbirlerini daha iyi anlarlar. insan kurusu

* Çok zayı f. insan kuşmisali * uzakça bir yere gidildiğinde söylenir. insan müsveddesi * Bir insanda bulunmasıgerekli niteliklerden yoksun olan. insan sarrafı * Bkz. adam sarrafı . insanbaş lı *İ nsan kafalı , androsefal. insanca *İ nsana yakı ş ı r biçimde, insanî. *İ nsan bakı mı ndan. insancı *İ nsancı l. insancı l

*İ nsan seven. *İ nsanla ilgili. *İ nsana değ er veren. *İ nsancı lı k yanlı sı olan, hümanist.

insancı lı k * Eski Yunan ve Lâtin kültürünü en yüksek kültür örneğ i olarak alan ve Orta Çağı n skolâstik düş ünüş üne karş ıXlV.yüzyı lda doğ an felsefe, bilim ve sanat görüş ü, hümanizm, humanizma. *İ nsanlı k sevgisini, insan ululuğ unu en yüce amaç ve olgunluk sayan öğreti, hümanizm, humanizma. insancı llaş ma *İ nsancı llaş mak iş i. insancı llaş mak *İ nsancı l duruma gelmek. insangiller * Fosil hâlinde yaş ayan insanıkapsayan familya. insanı msı lar *İ nsana benzer yaratı klar, insansı lar, antropoitler. insanı n adıçı kacağ ı na canıçı ksı n * haklı veya haksı z yere adıbir defalı k kötüye çı ktımı , ondan sonra yaptı kları hep o gözle değ erlendirilir. insanî

*İ nsana, insanlı ğa yakı ş an, insanca.

insaniçincilik *İ nsanıevrenin merkezi sayan, bütün öbür yaratı kları n insan için yaratı lmı şoldukları nısöyleyen dinî nitelikli öğreti, antroposantrizm. insaniyet *İ nsanlı k. insaniyet namı na * insanlı ğa yakı ş ı r duygulara uyarak. insaniyetli *İ nsanlı ğıolan, insan, mürüvvetli.

insaniyetsiz *İ nsanlı ğıolmayan, mürüvvetsiz. insaniyetsizlik *İ nsaniyetsiz olma durumu. insanlaş ma *İ nsanları maymunlardan ayı ran evrim süreçlerinin hepsi. insanlaş mak *İ nsanca davranma özelliğ i kazanmak, insana yaraş ı r biçimde davranmak. insanlı k

* Bütün insanlarıiçine alan varlı k. *İ nsanıinsan yapan, insanı n doğ ası nıoluş turan niteliklerin hepsi. *İ nsanı n değ erini, saygı nlı ğ ı nıveren öz, insana yaraş ı r yaş ama ve düş ünme ilkesi. *İ nsanısevme, insan sevgisi, insancı l olma.

insanlı k etmek * insana yaraş ı r biçimde davranmak. insanlı k hâli * Olabilir, hoşkarş ı lamak gerekir, insan hâli. insanlı ktan çı kmak * çok zayı flamı şolmak. * insana özgü niteliklerini yitirmek. insanoğ lu *İ nsan, âdemoğ lu. insanoğ lu çiğsüt emmiş * insanlardan tam bir doğruluk beklenmez. insansı

*İ nsana benzeyen, insanı andı ran, antropoit.

insansı lar * Maymunlarıve insangilleri içine alan maymunlar alt takı mı , insanı msı lar, antropoitler. insanüstü *İ nsan gücünü ve yeteneklerini aş an, fevkalbeş er. insektaryum * Bilimsel amaçlarla böcek inceleme, saklama, koruma yeri. insicam

* Düzgünlük, tutarlı k, bağ daş ı m. * Tutarlı k.

insicamlı * Düzgün, tutarlı . insicamlı lı k * Tutarlı lı k. insicamsı z * Birbirini tutmayan, tutarsı z. insicamsı zlı k *İ nsicamsı z olma durumu.

insiraf insirafî insiyak

* Bükün. * Bükülgen (dil). *İ çgüdü, sevkı tabiî.

insiyakî *İ çgüdülü, sevkı tabiî. instant coffee * Bkz. hazı r kahve. inş a

* Yapıkurma, yapı yapma, kurma. * (düz yazı ,ş iir) Kaleme alma, yazı ya dökme. * Düz yazı , nesir.

inş a etmek * kurmak, yapmak. inş aat

* Yapı , yapıiş leri. * Yapmak iş i, yapı m.

inş aat çivisi * Çapı2-7 mm, boyu 4-20 cm arası nda değ iş en, baş lıve tepesi tı rtı llı çivi. inş aatçı

* Yapıiş lerini yöneten teknik görevli. * Yapıustası .

inş aatçı lı k *İ nş aat iş leriyle uğraş ma. inş allah * Allah "Tanrıdilerse" anlamı nda dilek anlatı r. inş allahla maş allahla * çaba harcamadan, tevekkülle. inş at

* Şiir okuma, ş iir söyleme. * Bir ş iiri, bir edebiyat eserini topluluk önünde, yüksek sesle ve gerektiğ i biçimde okuma.

inş at etmek * bir ş iiri, bir edebiyat eserini yüksek sesle okumak. inş irah

*İ ç açı lması , gönül açı lması , ferahlı k.

inş irah bulmak * iç açı lmak, ferahlamak. intaç

* Bir iş i sonuçlandı rma, sona erdirme, bitirme.

intaç etmek * sonuçlandı rmak, bitirmek.

intak

intan

intanî intaniye

* Konuş turma söyletme. * Kiş ileş tirilen varlı klara, hayalî yaratı klara söz söyletme sanatı , dillendirme. * Mikroptan ileri gelen hastalı k. * Kokuş ma, kötü kokma. * Mikropla oluş an, mikroplu. * Mikropla bulaş an hastalı klar.

intaniyeci * Mikroplu hastalı klar doktoru, uzmanı . integral * Parçalardan oluş muşbütün. * Türevi bilinen fonksiyon. integral denklemi * Bir değ iş kenin bilinmeyen fonksiyonunu ve bu fonksiyonun bulunduğ u belirli integrali birbirine bağ layan denklem. integral hesapları * Sonsuz integrallerin bulunmasıve onları n uygulanmasıile ilgili yöntemleri kullanan matematik dalı . integrasyon * Bilinen bir diferansiyelin denklemini çözme iş lemi. * Bir diferansiyel denklemi çözme iş lemi. integre intelekt

* Entegre. * Entelekt.

intelektüalizm * Entelektüalizm. interferometre * Giriş imölçer. interferometri * Giriş im ölçme. interferon * Hücrelerin virüslere karş ıoluş turdukları özel savunma maddesi. interkinez * Çekirdeğ in iki bölünme devresi arası ndaki dinlenme durumu. interkoneksiyon * Birçok elektrik ş ebekesi arası nda bağlantıkurma. intermezzo * Serbest bir biçimde yazı lmı şolan ve kendi kendine bir bütün oluş turan müzik eseri. -inti

* Bkz. -ı ntı / -nti.

intiba intibah intibak

*İ zlenim. * Uyanma, uyanı ş . * Çevreye veya bir duruma uyma. *İ ki ş eyin ölçülerinin birbirini tutması .

intibak etmek * uymak, alı ş mak. intibaksı z * Yaş adı ğ ıçevreye veya duruma uymakta güçlük çeken. intibaksı zlı k * Çevreye uymama durumu. intifa

* Yararlanma, faydalanma.

intifa hakkı * Baş kası na ait bir maldan yararlanma, baş kası na ait bir malıkullanma hakkı . intiha * Son, sona erme, sonu gelme. intihabat intihal intihap

* Seçimler. * Aş ı rma. * Seçim, seçme.

intihar * Bir kimsenin toplumsal ve ruhsal sebeplerin etkisi ile kendi hayatı na son vermesi. * Hayatı nı tehlikeye düş ürecek aş ı rı davranı şveya iş . intihar etmek * kendini öldürmek. intikal

* Bir yerden baş ka bir yere geçme, geçiş . * Anlama, kavrama. * Miras olarak babadan oğ ula kalma.

intikal etmek * yer değ iş tirmek. * anlamak, kavramak. * miras olarak babadan oğula kalmak. intikam

* Öç.

intikam almak * öç almak. intikamcı

* Öç almaya çalı ş an. intisap * Bağ lanma. * Girme. * Kapı lanma. intisap etmek * bağ lanmak. * girmek. * kapı lanmak. intiş ar

* Yayı lma. * (gazete, dergi) Çı kma, yayı mlanma.

intiş ar etmek * yayı lmak, dağ ı lmak. * yayı mlanmak. intizam

* Düzenli, düzgün olma.

intizamlı * Düzgün, düzenli. intizamsı z * Düzensiz, düzeni olmayan, karı ş ı k. intizamsı zlı k * Düzensiz olma durumu, düzensizlik, karı ş ı klı k. intizar

* Bekleme, gözleme. *İ lenme, beddua, inkisar.

intizar etmek * beklemek, gözlemek. * iIenmek, beddua etmek. inzal inzibat

inzibatî

*İ ndirme, indirilme. * Sı kıdüzen. * Silâhlıkuvvetlerde, ordudaki düzeni sağ lamak amacı yla görevlendirilmişer. * Sı kıdüzeni sağ layı cı , düzene bağ layı cı , insan davranı ş ları nısı nı rlayı cı , düzenleyici, baskı altı na alı cı .

inzibatsı z * Sı kıdüzeni olmayan, düzensiz, baş ı boş . inzimam

* Katı lma, ulanma, eklenme.

inzimam etmek * katı lmamak, eklenmek, ulanmak. inziva

* Toplum hayatı ndan kaçı p tek baş ı na yaş ama. * Dı şdünyayla bütün bağları nıkeserek Tanrı yla birleş ebilmek için insanı n kendi içine kapanması .

inzivaya çekilmek * toplumdan kaçı p, hiçbir ş eyle ilgilenmeyerek tek baş ı na yaş amak. ip

-ip

* Dokuma maddelerinin bükülmüşliflerinden yapı lan bağ. * (bazıbölgelerde) İ plik. * Asarak öldürme cezası . * Bkz. -ı p / -ip.

ip atlamak * ipin iki ucunun tutularak çevrilmesiyle, ipe ayağı nıve baş ı nıdeğdirmeden zı plamak. ip cambazı *İ ki direk arası nda, yüksekte gerilmişip üzerinde gösteriler yapan cambaz. ip merdiven *İ pten örülmüş , çoğ unlukla gemilerde kullanı lan merdiven. ip takmak * birinin kötülüğü için çalı ş mak. ip torba

* Pazar filesi.

ip torbalı * Elinde pazar filesi olan. ipçi *İ p üreten, yapan veya satan kimse. ipçik ipçilik

* Bitkilerin erkek organları nda baş çı ğ ıçiçeğe bağlayan ince sap. *İ pçinin iş i veya mesleğ i.

ipe çekmek * asarak öldürmek. ipe dizmek * boncuk gibi ş eyleri ipliğe geçirmek. ipe gelesice * "ası larak öl" anlamı nda bir ilenme. ipe gitmek * ölüme gitmek. ipe sapa gelmeyen (veya gelmez) * akla yakı n olmayan veya birbirini tutmayan. ipe un sermek * geçersiz birtakı m sebepler ileri sürerek istenilen iş i yapmaktan kaçı nmak. ipek

*İ pek böceğ i kozalarıçözülerek çı karı lan ve dokumacı lı kta kullanı lan çok ince, esnek ve parlak tel. * Bu telden yapı lmı ş .

ipek ağacı

* Ekvatoral bölgelerde yetiş en, kerestesi ipek görünüş ünde, sarıparı ltı lı , değ erli bir mobilya ağacı . ipek böceğ i * Kanatları pullu böcekler sı nı fı ndan, ördüğ ü kozalardan ipek elde edilen, dut yaprağı ile beslenen bir cins kelebeğ in tı rtı lı(Bombyx mori). ipek böceğ i kelebeği * Tı rtı lları nı n ördüğ ü kozalardan ipek elde edilen kelebeklere verilen genel ad. ipek böcekçiliği *İ pek ipliği veya ipek böceğ i yumurtasıelde etmek amacı yla ipek böceğ i yetiş tirmek ve koza elde etmek iş i. ipek çiçeğ i * Semizotugillerden, güzel çiçek açan bir bitki cinsi (Portulaca grandiflora). ipek gibi

* çok ince, parlak ve yumuş ak. * güzel, iyi huylu.

ipek matı * Cilâ veya vernikle ağ aç üzerinde oluş turulan, ipeği andı ran yarıparlak görünüş . ipeka * Altı n kökü. ipekçi ipekçilik ipekhane

*İ pek böceğ i yetiş tiren veya ipek satan kimse. *İ pek böceğ i yetiş tirme veya ipek alı p satma iş i. * Kozaları n, ipek çilesi durumuna getirilmesi için iş lendiğ i yer.

ipekli *İ pekten yapı lmı şveya içinde ipek bulunan (kumaş ). ipham

* Belirsizlik, kapalı lı k. * Etkisini artı rmak için anlamı n bilerek, isteyerek kapalıbı rakı lması .

ipi (birinin) eline geçmek * yönetimi baş kası nı n eline geçmek, kontrolü baş kası nı n elinde bulunmak. ipi çözmek * ilgisini kesmek. ipi çürük

* Güvenilmez (kimse).

ipi kı rı k * Serseri, sorumsuz. ipi kı rmak * savuş up gitmek. ipi koparmak * bağ lıbulunduğu kuruluş la veya yakı nlı ğı bulunan kiş i ile iliş kisini kesmek. ipi sapıyok * birbirini tutmaz, yersiz, anlamsı z.

ipil ipil ipileme

* Parlak bir ı ş ı kla yanarak, bir sönüp bir parlayarak. *İ pilemek iş i.

ipilemek * Az ı ş ı kla yanmak. ipilti

* Hafif esinti.

ipin ucunu kaçı rmak * yönetimde veya bir ş eyi kullanmada gereken ölçüyü yitirmek. ipince

* Çok ince, incecik.

ipini çekmek * birini ölçülü davranmaya zorlamak. ipini kı rmak * azmak, ele avuca sı ğmaz bir durum almak. ipini koparan * baş ı boşkalan. ipipullah

* Kimsesi, malımülkü olmayan kimse.

ipipullah, sivri külâh (kalmak) * yalnı z, kimsesiz, hiçbir ş eysiz (kalmak). ipiyle kuyuya inilmez * kendisine güvenilmez. ipka

* Yerinde, önceki durumunda bı rakma. * Sı nı fta bı rakma.

ipka etmek * yerinde bı rakmak, kaldı rmamak, değ iş tirmemek. ipka kalmak * sı nı f geçmemek. iple çekmek * sabı rs ı zlı kla beklemek. iplemek

* Saygıgöstermek, değ er vermek.

iplememek * saygıgöstermemek, değ er vermemek, önem vermemek, aldı rı şetmemek. ipleri birinin elinde olmak * o iş i el altı ndan yönetmek. iplicik * Sı ğ ı rları n soluk boruları na yerleş en ve ara konakçı sı z bulaş an, en çok 8 cm uzunluğunda akciğer kı l kurdu (Dictyocaulus viviparus).

ipliği pazara çı kmak * kötü nitelik ve suçları ortaya çı kmak. iplik

* Pamuk, keten, yün, ipek, naylon vb.dokuma maddelerinin uzun, ince liflerinden her biri. * Bu liflerin birlikte bükülmüşve çekilmişdurumu. * Fasulye gibi sebzelerin veya bazımeyvelerin lifi.

iplik çekmek * kumaş tan iplik çı karmak. * iplik eğ irmek. iplik iplik

* Tel tel. * Yol yol.

iplik kurdu *İ psiler sı nı fı na bağ lıtürlerden her biri. iplik solucanlar *İ psiler. iplikçi *İ plik yapan veya satan kimse. iplikçilik

iplikhane

* Dokuma liflerini iplik durumuna getirmek için yapı lan iş lemlerin bütünü. *İ plik satma iş i. * Ham bitki liflerinin iplik yapı ldı ğıyer.

ipliklenme *İ pliklenmek iş i. ipliklenmek * Tel tel olmak, lif lif olmak. ipliksi *İ pliğ e benzer. ipnotize

*İ pnotizma yoluyla uyutulmuş , etki altı nda kalmı ş .

ipnotize etmek * ipnotizma yoluyla birini uyutmak. ipnotize olmak * ipnotizma yoluyla etki altı nda kalmak; yarıuykulu duruma gelmek. ipnotizma * Sözle, bakı ş la, telkin yoluyla sağ lanan bir tür uyku. ipnotizmacı *İ pnotizma ile uğraş an kimse. ipnotizmalı *İ pnotizma edilmiş(kimse). ipnoz

* Sözle, bakı ş la telkin yapı larak sağ lanan bir çeş it uyku durumu, hipnoz.

ipotek

* Bir gayrimenkulün bir borca karş ı teminat oluş turması nıgerektiren ve aynî bir hak mahiyetinde olan gayrimenkul rehin, tutu, rehin. ipotek etmek * rehinde bı rakmak, rehine koymak. ipotekli

* Rehinde bulunan, rehine konulmuş .

ipotetik * Varsayı ma dayanan, farazî. ipotez ipsi

* Bkz. hipotez. *İ p veya iplik biçiminde olan.

ipsi solucanlar * Solucanları n, çoğ u insan ve hayvanlarda asalak olarak yaş ayan, ince uzun vücutlu bir sı nı fı . ipsiler *İ psi solucanları n bir dalı , iplik solucanlar. ipsiz

*İ pi olmayan. * Haylaz, serseri, hayta.

ipsiz sapsı z * Birbirini tutmaz, yersiz ve anlamsı z. * Serseri, hayta. iptal

* Yararlı ktan, kullanı ş tan kaldı rma, silme, bozma. * Herhangi bir hükmün geçersiz olduğunu gerekçeleri ile göstererek çürütme.

iptal etmek * kullanı ş tan kaldı rmak; bozmak. * hükümsüz bı rakmak, çürütmek. ipten kazı ktan kurtulmuş * her türlü kötülüğü yapacak yaradı lı ş ta olan (kimse). ipten kuş ak kuş anmak * yoksul düş mek. iptida

iptidaî

* Baş langı ç. * Bir iş e baş lama. * (i'ptida:) Önceleri, en önce, ilk önce. *İ lkel. *İ lkokul.

iptidaî mektep *İ lkokul. iptidaîlik

*İ ptidaî olma durumu.

iptidaları * Önceleri. iptilâ

* Düş künlük, tiryakilik.

iptizal * Bayağ ı laş ma, ayağa düş me. * Bir ş eyi sürekli olarak kullanma. ipucu * Aranı lan gerçeğe ulaş tı rabilecek iz. ipucu vermek * aranı lan gerçeğ e ulaş tı rabilecek ş eyle ilgili, onu bulmaya yarayan bilgi vermek. ir -ir

*İ ridyum'un kı saltması . * Bkz. -ı r / -ir.

irade *İ stek, dilek. * Buyruk. * Bir ş eyi yapı p yapmamaya karar verme gücü. *İ stenç. irade beyanı * Bir sonuca yönelmişirade açı klaması . irade dı ş ı *İ radesiz. irade kaybı * Bkz. irade yitimi. irade yitimi * Karar verme, dikkat, istekli kı mı ldama gibi zihin veya beden etkinliğine iliş kin iş leri yapamamaktan doğ an sinir yorgunluğ unda görülen bir belirti, abuli, istenç yitimi. iradeci iradecilik iradeli

*İ rade yanlı sı . *İ stenççilik. *İ radeye dayanan, iradî.

iradesiz *İ rade dı ş ı , gayriiradî. iradesizlik *İ radesiz olma durumu, istençsizlik. iradı mesel * Bir düş ünceyi atasözleri, özdeyişvb. ile güçlendirme. iradî

*İ radeli, istençli.

iradiye İ ranist

* Bkz. İ stenççilik. *İ ran dili ve kültürü ile uğraş an kimse.

İ ranistik *İ ran dili ve kültürü araş tı rmaları . İ ranlı irap

*İ ran halkı ndan veya bu halkı n soyundan olan (kimse). * Düzgün konuş ma.

irapta mahalli yok * hiçbir değeri ve önemi yok. irat * Gelir. * Gelir getiren mülk. * Söyleme. irat etmek * söylemek. irca * Eski biçimine sokma, çevirme. * Döndürme. *İ ndirgeme. irca etmek * eski biçime sokmak, çevirmek, döndürmek. * indirgemek. irdeleme

*İ rdelemek iş i.

irdelemek * Bir konunun incelenmesi ve eleş tirilmesi gereken bütün yönlerini birer birer incelemek, araş tı rmak, tetkik ve tetebbu etmek, mütalâa etmek. irfan * Bilme, anlama, sezme, kültür. * Gerçeğe ulaş tı rı cıgüçlü seziş , varı ş , varı ş lı lı k. iri * Olağ andan daha hacimli, olağ anıaş an büyüklüğü olan. iri iri iri kı yı m

iri lâf iri yarı

* büyük, çok iri. *İ ri kı yı lmı ş . *İ ri yapı lı , gövdeli. * Abartı lısöz. *İ ri yapı lı .

iribaş irice

* Kuyruksuz kurbağanı n yumurtadan yeni çı kmı şkurtçuğ u. *İ riye yakı n, biraz iri (kimse veya ş ey).

iridyum * Atom ağı rlı ğı 193,1 atom numarası77, yoğunluğ u 22,4 olan ve plâtin filizlerinde bulunan değerli bir element. Kı saltmasıİ r. irileş me *İ rileş mek iş i. * Bazıorganları n hastalı k sonucunda olağ an dı ş ıbüyümesi durumu. irileş mek *İ ri bir duruma gelmek. irili ufaklı * Büyük küçük karı ş ı k. irilik

*İ ri olma durumu.

irin

* Organizmanı n herhangi bir yerinde iltihaplanma sonunda ölmüşhücre artı kları ndan ve bozulmuşak yuvarlardan oluş an, mikroplu veya mikropsuz, genellikle sarı mtı rak renkte koyuca sı vı , cerahat. irinlenme *İ rinlenmek iş i, iltihaplanma, cerahatlenme. irinlenmek *İ rin oluş mak, iltihaplanmak, cerahatlenmek. irinli irinti

iris süsen. iriş irkiliş

*İ rin toplamı ş , cerahatli. * Elek ve kalbur üzerinde kalan iri taneler. * Hayvanları n beğ enmeyerek yemedikleri iri saman. * Saydam tabaka ile göz merceği arası nda bulunan, ince, kası labilen bir zardan oluş an, gözün renkli bölümü,

* Arı ş . *İ rkilmek iş i veya biçimi.

irkilme *İ rkilmek iş i. irkilmek

* Ürkerek geri çekilir gibi olmak veya ş aş ı rı p duraklamak. * (vücudun bir yeri) Dı ş arı dan gelen bir uyarı cı nı n etkisiyle kanlanı pş iş mek, taharrüşetmek. * (akan bir ş ey) Bir engel karş ı sı nda duraklayı p birikmek.

irkiltici *İ rkilmeye sebep olan. irkiltme

*İ rkiltmek iş i veya durumu. irkiltmek *İ rkilmesine sebep olmak. irkinti

* Su birikintisi. * Ürperme, tiksinti. * Korku, çekinme.

irkme *İ rkmek iş i veya durumu. irkmek

* Birikmek. * Biriktirmek, toplamak. * Tiksinmek.

İ rlandalı *İ rlanda halkı ndan olan (kimse). irmik

* Sert buğdaydan elde edilen, taneleri iri, glütence zengin un.

irmik helvası *İ rmik, çam fı stı ğı , yağve ş eker karı ş ı mı yla hazı rlanan bir tatlıtürü. ironi

* Dolaylıve alaylıanlatı m, mizah.

irrasyonalizm * Hayatta ve bilgilerde akı l dı ş ıögelere tek yanlıolarak ağ ı rlı k veren sevgi, duygu ve iç güdüleri, bilginin kaynağısayan görüş , akı l dı ş ı cı lı k. irrasyonel * Akı l dı ş ı , gayriaklî, us dı ş ı . irrealist

* Gerçek dı ş ı .

irredantizm * Dil, gelenek, görenek ve çeş itli kültür değerleri bakı mı ndan bir birlik gösterdiği hâlde ana yurt dı ş ı nda kalmı şhalkı n yaş adı ğ ıtopraklarıana yurt sı nı rları içine almak düş üncesi. irs irsal

* Kalı tı m, soya çekim. * Gönderme, yollama.

irsalât * Gönderilen ş eyler, gönderiler. irsaliye irsen irsî

* Bir yere gönderilen eş yanı n listesi, gönderme belgesi. * Kalı tı m yoluyla. * Kalı tı mla geçen, soydan kalma, soydan geçme, kalı tsal.

irsiyet irş at

* Soya çekim, kalı tı m, veraset. * Doğru yolu gösterme, uyarma.

irş at etmek * doğ ru yolu göstermek, uyarmak. irtibat

* Bağ lantı , bağ lıolma.

irtibat kurmak * bağ lantısağ lamak. irtica

* Gericilik.

irticaî * Gericilikle ilgili gerici (davranı ş , tutum). irtical irticalen irtifa

irtifak

* Bir manzumeyi veya sözü birdenbire düş ünmeden, içine doğ duğu gibi söyleme, doğ aç. *İ çine doğduğ u gibi söyleyerek, doğ açtan. * Yükseklik. * Yükselti. * Dayanma.

irtifak hakkı * Baş kası nı n arsa, yol, bahçe gibi taş ı nmaz bir malı ndan belirli bir yolda yararlanma hakkı . irtihal

* (öbür dünyaya) Göçme, ölme.

irtihal etmek * ölmek. irtikâp

irtisam

irtiş a is

isabet

* (kötü iş ) Yapma, kötülük etme. * Yiyicilik, rüş vet alma. * Yalan söyleme, hile yapma. * Resmi çı kma, resmi çizilme. *İ z düş ümü. * Rüş vet alma, rüş vet yeme. * Dumanı n değ diğ i yerde bı raktı ğ ıkara leke. * Sürme. * (bir yöne doğ ru atı lan ş ey için) Hedefe varma, hedefi vurma. * (piyango vb.) Şans oyunları nda, kazanma, çı kma, vurma.

* (öneri, düş ünce, söz için) Yerinde olma, yanı lmazlı k. * Güzel rastlantı . * "Çok güzel", "iyi oldu!" gibi anlamlarda kullanı lı r. isabet almak * vurulmak, yaralanmak. isabet etmek * niş an alı nan yere değmek, rastlamak. * çı kmak. * yerinde işgörmüşolmak. isabet oldu * yerinde, tam isteğ e uygun. isabetli

* Yerine düş müş , yerinde, uygun.

isabetsiz * Yerinde olmayan, uygun olmayan, yersiz. isaf isal isale

* (bir dileği, isteğ i) Yerine getirme. * Ulaş tı rma. * Akı tma.

is'at * Kutlama. is'at etmek * kutlamak. İ sa'yıküstürdü, Muhammed'i memnun edemedi * iyilik edeyim derken kimseyi memnun edemedi. ise ise tutmak * dumana tutup karartmak. İ sevî İ sevîlik

* Hz. İ sa' nı n yaydı ğıdinden olan, Hristiyan. * Hristiyanlı k.

isfendan * Akçaağaç. * Akçaağaçtan yapı lmı şolan. isfenks * Bkz. Sfenks. ishak kuş u * Bataklı k baykuş u. ishal

* Sürgün, iç sürme, ötürük, amel.

ishal olmak * amel olmak, sürgün olmak. ishalli isilik

*İ shali olan. * Terlemekten veya sı caktan vücutta meydana gelen küçük pembe kabartı lar, ı sı rgı n.

isim * Ad. * Kiş i, insan. * Canlıve cansı z varlı kları , duygu ve düş ünceleri, çeş itli durumlarıbildiren kelime. isim cümlesi * Yüklemi isim soyundan olan veya ek fiile kurulan cümle. isim çekimi *İ simlere iyelik eklerinin getirilmesi. isim durumu *İ sim hâli. isim gövdesi *İ sim ve fiil köklerinden yapı m ekleriyle türetilen ve isim olarak kullanı lan gövde. isim hakkı * Bir ticarethanenin veya malı n adı nıkullanma karş ı lı ğ ı nda talep edilen hak, patent hakkı . isim hâli * Baş ka bir kelime ile ilgi kurmak için, ismin yalı n olarak veya ek olarak girdiğ i durum. isim koymak * ad koymak, tesmiye etmek. isim kökü * Bir ismin eklerine bölünemeyen anlamlıen küçük parça. isim tabanı *İ sim kök ve gövdelerinin çekim eki almamı şhâli. isim tamlaması *İ ki veya daha çok isim soyundan kelime ile kurulmuşolan tamlama. isim vermek * ad vermek. isim yapmak * bir alanda ün kazanmak, ün almak. isimcilik

* Adcı lı k.

isimden türeme fiil *İ sim kökünden fiil yapı m ekiyle yapı lmı şfiil gövdesi. isimden türeme isim *İ sim kökünden yapı m ekleriyle türetilen isim gövdesi: Ev-cil, göz-cü-lük vb. isimlendirme *İ simlendirmek iş i.

isimlendirmek * Adlandı rmak, ad koymak. isimli isimlik

* Adıolan, ad almı ş . *İ smin yazı ldı ğ ıplâketin konulduğ u yer.

isimsiz * Adıolmayan, ad almamı ş . * Yaptı ğıişbilinmesine karş ı lı k kendi bilinmeyen, adsı z. iskalârya * Çarmı hları n halat basamakları . iskambil

* Bir yüzünde sayı lar veya resimler bulunan, çeş itli oyunlar oynamaya yarayan kart, oyun kâğ ı dı . * Bu kartları n 52 tanesinden oluş an deste. * Bu kart destesiyle oynanan oyun.

iskambil kâğ ı dı *İ skambil. iskambil kâğ ı dıgibi devrilmek * birer birer ve birbiri ardısı ra devrilmek. iskân

* Yurtlandı rma, yerleş tirme. * Yurtlanma, yerleş me.

iskân etmek * (ev, yurt) kazandı rmak, boşbir yere insan yerleş tirmek. iskandil

* Denizin derinliğini ölçme. * Bu işiçin kullanı lan araç. *İ ş in iç yüzünü öğrenme, bilgi toplama, sorup soruş turma.

iskandil etmek * deniz derinliğini ölçmek. * bir iş in iç yüzünü araş tı rmak, bilgi toplamak. * gözetlemek, çevreyi kollamak. * sorup soruş turmak, araş tı rmak. İ skandinav * Kuzey Avrupa yarı m adaları nı n bütünü. *İ skandinavyalı . İ skandinav dilleri * Germen dillerinin kuzey kolundaki dillere verilen ad. İ skandinavyalı *İ sveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya'da oturan halk ve bu halkı n soyundan olan (kimse). iskarpelâ iskarpin

* Tahta, metal veya taş ıiş lemeye yarayan çelik araç. * Ökçeli, konçsuz ayakkabı .

iskarto

* Yapağı kı rı ntı sı .

iskele

* Deniz taş ı tları nı n yanaş tı ğı , çoğu tahta ve betondan yapı lmı ş , denize doğ ru uzanan yer. * Kı yı ya yanaş an deniz aracı na doğru uzatı lan eğ reti küçük köprü veya gemiye çı kmayısağ layan merdiven. * Vapur uğ rağ ıolan ş ehir veya kasaba. *İ çerlerde bulunan bir yerin kendine en yakı n olan deniz taş ı tıuğ rağıveya demir yolu durağ ı . * Yapı ları n dı ş ı nda sı vama, boyama veya onarı m için keresteden kat kat kurulan, çalı ş ma sı rası nda üstüne çı kı lan çatkı . * Geminin sol yanı . * Iş ı kları n yerleş tirilmesi, ı ş ı kçı ları n dolaş abilmesi için stüdyolarda tavana yakı n yerde duvarı çepeçevre saran çı kı ntı . iskele almak * (gemi) merdivenleri kaldı rı lı p harekete hazı rlanmak. * bir erkek, bir kadı na sarkı ntı lı k etmek. iskele babası * Yanaş an gemileri bağ lamak için rı htı ma konmuşdökme demir veya betondan silindir. iskele kelepçesi *İ nş aatı n dı şyüzeyine kurulan iskeleyi birbirine bağlamaya yarayan bağlantıparçaları . iskele kuş u * Yalı çapkı nı , emircik. iskelet

*İ nsan ve hayvan bedeninin kemik çatı sı , teş rih. * Yumuş ak bölümleri dökülmüş , ölü bir vücudun kemiklerinin bütünü. * Bir ş eyi oluş turan temel çatı . * Çok zayı f. * Bir eserin genel plânı . * Kuru, çı plak.

iskelet gibi * çok zayı f. iskelet mobilya * Esas taş ı yı cıkı sı mları masif ağ aç malzemeden yapı lan ve oturma grubuna giren koltuk, kanepe, sandalye, kolçaklı sandalye, sallanan koltuk vb. mobilya. iskeleti çı kmak * çok zayı flamak. iskemle

* Arkalı ksı z sandalye. * Üstüne sigara tablası , çiçek vazosu gibi ş eyler konulan küçük masa. * Sandalye.

iskerlet * Dikenli salyangoz. iskete iski İ skitçe

* Serçegillerden, gagalarıdiş li, zararlıböcek ve kurtlarla beslenen, güzel sesli bir kuş(Parus ater). * Bkz. ski. *İ skitlerin dili.

İ skitler İ skoç

İ skoçça

* MÖ. Vlll-Vll. yüzyı llarda Orta Asya'dan Güney Rusya'ya göç eden bir kavim. *İ skoçya halkı ndan olan kimse. *İ skoçya yapı sı ,İ skoçlara özgü olan. *İ skoç dili.

İ skoçyalı *İ skoç halkı ndan olan kimse, İ skoç. iskolâstik iskonto

* Bkz. skolâstik. * Bkz. ı skonto.

iskorbüt

* C vitamini eksikliğinden ileri gelen ve dermansı zlı k, zayı flı k ve dişetlerinin iltihabıgibi belirtilerle kendini gösteren hastalı k. iskorçina

* Birleş ikgillerden, lezzetli kökleri sebze olarak kullanı lan, Akdeniz bölgesinde çok yetiş tirilen bir bitki (Scorzonera). iskorpit

*İ skorpitgillerden, iri baş lı , yüzgeçlerinde yakı cıdikenleri bulunan, eti beğ enilen bir balı k (Scorpaena scrofa).

iskorpitgiller * Omurgalı lardan, örnek hayvanıiskorpit olan, sı rt yüzgeçleri zehirli bezlere bağ lıgüçlü dikenlerle donanmı ş , bütün denizlerde rastlanan balı klar sı nı fı . iskota * Yelkenleri açmak ve tutmak için alt köş elerine bağ lanan halat, zincir ve palangadan oluş an donanı m. İ slâm

*İ slâmiyet. * Hz. Muhammed'in yaydı ğıdinden olan (kimse), Müslüman.

İ slâm gizemciliğ i * Tasavvuf. İ slâm hukuku * Din temeline dayanan hukuk, ş eriat. İ slâmcı

* Müslümanlı ğ ı n esasları nısadece dinî hayatta değ il, hukukî, iktisadî ve siyasî düzenlemelerde de geçerli kı lmak isteyen kimse. İ slâmcı lı k *İ slâmcıolma durumu. İ slâmî *İ slâm diniyle ilgili olan. İ slâmiyet

* Hz. Muhammed'in yaydı ğıdin, Müslümanlı k.

İ slâmlaş ma *İ slâmlaş mak iş i.

İ slâmlaş mak * Müslüman olmak. İ slâmlaş tı rma * Müslüman olması nısağ lama. İ slâmlaş tı rmak * Müslüman yapmak. İ slâmlı k * Müslümanlı k. İ slâv İ slâvca

* Slav. * Slavca.

İ slâvcı lı k * Slavcı lı k. İ slâvist * Slavist. İ slâvistik

* Slavistik.

İ slâvlaş tı rmak * Slavlaş tı rmak. isleme

*İ slemek iş i.

islemek *İ se tutup karartmak. islenme islenmek isli

*İ slenmek iş i. *İ sli duruma gelmek. *İ si olan, islenmiş , is bulaş mı ş . *İ s verecek biçimde.

isli küf

* Toprakta ve gübreliklerde çürükçül yaş amakla birlikte kulak, burun, akciğ er asalağıolarak da geliş ebilen asklımantar (Aspergillus fumigatus). islim

* Gücünden yararlanmak için elde edilen buhar, istim.

islim arkadan gelsin * Bkz. istim arkadan gelsin. İ sloven ismen

* Sloven. * Adı nı belirterek, adı nısöyleyerek, adı nıvererek.

ismet

ismetli

ismetsiz

* Ahlâk kuralları na bağ lı kalma durumu, sililik. * Dürüstlük, temizlik. * Ahlâk kuralları na bağ lı , ismet sahibi. * Dürüst olan. * Ahlâk kuralları na aykı rıdavranan. * Dürüst olmayan.

ismi çı kmak * ünlü olmak. * kötü bir ün yapmak. ismi geçmek * adı ndan söz edilmek, bahsedilmek, adıgeçmek. ismi var cismi yok * sözü edilen bir kimse veya ş eyin gerçekte var olmadı ğ ı nı anlatı r. * adı olması na karş ı lı k görevini, etkinliğ ini yerine getirmeyen. ismini cismini almak * adı nı , kimliğini belirleyip kaydetmek. ismini cismini bilmemek * hiç tanı mamak. ismiyle cismiyle * Bkz. adı yla sanı yla. isnaden isnat

* Dayanarak. * Bir düş ünceyi, bir konuyu bir kiş i veya sebebe dayandı rma, yükleme, atfetme. * Karacı lı k, iftira.

isnat etmek * dayandı rmak. * kara çalmak; iftira etmek. isnat grubu * Sı fatları n isimden sonra gelmesiyle oluş an ve genellikle deyim olarak kullanı lan kelime grubu. ispalya

* Herek.

ispanya * Boyacı lı kta kullanı lan tebeş ir tozu. İ spanyol

*İ spanya halkı ndan veya bu halkı n soyundan olan (kimse). *İ spanyol halkı na özgü olan.

İ spanyol dansı *İ spanyollara özgü, hareketli bir tür dans. İ spanyol müziğ i *İ spanyollara özgü bir tür müzik.

İ spanyol nezlesi * Paçavra hastalı ğı . İ spanyolca * Hint-Avrupa dillerinden, İ spanya'da, Brezilya dı ş ı ndaki Lâtin Amerika'da ve İ spanyol uygarlı ğı nı benimsemişülkelerde kullanı lan dil. ispanyolet * Pencere kanatları nı kapadı ktan sonra sürgülemeye yarayan ve ortası nda her iki yana iş leyen tutacak yeri bulunan uzun demir sürgü. ispanyolet kilit * Elbise dolabı , büro dolabıvb. eş yaları n kapakları na takı lan, sürgü kollarıile kapağ ı n altı ndan ve üstünden kilitleme yapan gömme kilit çeş idi. ispari ispat

*İ zmaritgillerden, kurş un renginde bir balı k (Sargus annularis). * Tanı t ve kanı t göstererek bir ş eyin gerçek yönünü ortaya çı karma, tanı tlama, tanı t.

ispat etmek * kanı tlamak. * tanı tlamak. ispati *İ skambil kâğ ı dı nda sinek. ispatlama

* Kanı tlama. * Tanı tlama.

ispatlamak * Kanı tlamak. * Tanı tlamak. ispatlanı ş *İ spatlanmak iş i veya biçimi. ispatlanma *İ spatlanmak iş i. ispatlanmak * Tanı tlamak iş i yapı lmak, tanı tlanmak. ispatlayı ş *İ spatlamak iş i veya biçimi. ispatlı

* Tanı tlanmı ş .

ispatlış ahitli * Gerçek yönü gösterilen, tanı tlıve kanı tlı . ispazmoz * Bkz. spazm. ispenç * Bodur bir cins horoz veya tavuk. * Tarı mla uğ raş an Hristiyan uyruktan alı nan bir tür vergi.

ispenç horozu * Ufak tefek olduğ u hâlde kabadayı lı k taslayan. ispençiyari * Eczacı lı k. ispendek * Levrek balı ğ ı nı n küçüğ ü. ispermeçet * Balinalardan ve özellikle ispermeçet balinası nı n baş ı ndan çı karı lan, mum yapı mıve kozmetik sanayiinde kullanı lan beyaz bir madde. ispermeçet balinası * Balinalardan, büyüklüğ ü bakı mı ndan balinaya benzeyen, alt çenesindeki genişdiş iyle ondan ayrı lan deniz memelisi, kaş alot (Physeter catodon). ispinoz

*İ spinozgillerden, gagasıkı sa ve koni biçiminde, sı rt tüyleri yeş ilimtı rak mavi, boynu ve karnıkı rmı zırenkte, güzel sesli bir kuş(Fringilla coelebs). ispinozgiller * Kanarya, saka, serçe, ispinoz gibi ötücü kuş larıiçine alan göçmen kuş lar familyası . ispir ispiralya

* At veya araba uş ağ ı . * Gemi kamaraları nıaydı nlatmak için güvertelerde açı lan küçük yuvarlak camlıkaporta.

ispirto * Etil alkol. *İ çki. ispirto ocağ ı *İ spirtoluk. ispirtocu ispirtolu

*İ spirto içen kimse. *İ spirtosu olan.

ispirtoluk *İ spirto yakan küçük ocak, ispirto ocağ ı , kamineto. ispirtosuz *İ spirtosu olmayan. ispit ispiyon

* Jant. * Birinin sı rları nı , davranı ş ları nı , düş üncelerini gözleyip baş kaları na bildirerek çı kar sağ layan (kimse).

ispiyoncu *İ spiyon. ispiyonculuk *İ spiyonun yaptı ğıiş . ispiyonlama

*İ spiyonlamak iş i. ispiyonlamak * Birinin sı rları nı , davranı ş ları nı , düş üncelerini gözleyerek yetkili kiş ilere bildirmek. ispritizma * Ruhun ölmediğ ine inanan, gereğ inde ölülerin ruhları yla iliş ki kurulabileceğini ileri süren inanı ş , ruh çağ ı rma. ispritizmacı *İ spritizma ile uğraş an kimse, ruh çağ ı rı mcı . ispritizmacı lı k *İ spritizmacı nı n iş i. israf

* Gereksiz yere para, zaman, emek vb.yi harcama, savurganlı k, tutumsuzluk.

israf etmek * gereksiz yere harcamak, savurganlı k etmek, tutumsuzluk etmek. israfa kaçmak * gereksiz yere aş ı rıharcamalarda bulunmak. İ srafil İ srailli

*İ slâm inanı ş ı na göre kı yamet gününü öttüreceği boru ile bildirecek olan melek. *İ srail halkı ndan olan (kimse).

istadya * Uzakta bulunan iki noktanı n arası nıölçmekte kullanı lan araç. istalagmit * Bkz. stalagmit. istalaktit

* Bkz. stalaktit.

İ stanbul efendisi * Genellikle İ stanbul'da oturan kibar, saygı lı , alçak gönüllü, olgun, çelebi ve yardı msever kimse. İ stanbul kekiği * Trakya, Batıve Güney Anadolu'da yetiş en sı k tüylü, beyaz ve pembe çiçekli, kuvvetli kokulu, çok yı llı k bir bitki (Origanum heradeoticum). istanbulin * Tanzimat'tan Meş rutiyet'e kadar Türkiye'de kullanı lan, yakasıkapalıbir tür erkek ceketi. istasyon

* Tren durağı . * Araş tı rma kuruluş u. * Satı ş , bakı m, aş ıgibi iş ler yapı lan kuruluşveya yer.

istasyon yapmak * duraklamak, beklemek. istatistik

* Bir sonuç çı karmak için olguları yöntemli bir biçimde toplayı p sayıolarak belirtme iş i, sayı mlama. * Bir dizi olayı n veya sayıile gösterilen olguları n yöntemli öbekleş tirilmesine dayanan ve ilkelerini olası lı k kuramları ndan alan, matematiğ in uygulamalıdalı , sayı m bilimi.

istatistikçi *İ statik uzmanı , sayı mlamacı , istatikle uğ raş an (kimse). istavrit

* Uskumrugillerden, pulsuz ve az kı lçı klıbir balı k (Trachurus trachurus).

istavrit azmanı * Orkinos balı ğ ı na yanlı şolarak verilen ad. istavroz

* Haç. * Sı hhî tesisatta kullanı lan dört giriş li bağlantıborusu.

istavroz çı karmak * Bkz. haç çı karmak. istediğ i gibi at koş turmak (düz oynatmak) * keyfince, istediği gibi davranmak. istek

kurulur.

* Bir ş eye duyulan eğ ilim, arzu. * Yerine getirilmesi (baş kası ndan) istenilen ş ey, talep. *İ stek ve niyet kavramıveren isteme kipi.Türkçede bu kip fiil kök veya gövdesine -a/-e eki getirilerek * Belirli bir ihtiyacıkarş ı layacağ ıdüş ünülen nesne veya duruma karş ıduyulan özlem, arzu.

istek duymak * bir ş eye karş ıeğilim duymak, arzulamak. istek uyandı rmak *İ stemesine, arzu duyması na yol açmak. istek yutumu * Kökü ve gövdesi ünlü ile biten isteme kiplerinde, aynıünlüden birinin düş mesi. isteka

* Bilârdo oyununda kullanı lan değ nek. * Bkz. İ stika. * Bası m evlerinde kitap formaları nı kı rmak, katlamak için kullanı lan tahta veya kemikten yapı lmı şaraç.

isteklendirici *İ stek uyandı ran, teş vikkâr. isteklendirme *İ steklendirmek iş i, teş vik. isteklendirmek * Birinde, bir ş ey yapma isteğ ini uyandı rmak, özendirmek, teş vik etmek. istekleniş *İ steklenmek iş i veya biçimi. isteklenme *İ steklenmek iş i. isteklenmek * Bir ş eye karş ıistek duymak, heveslenmek. istekli * Bir ş eye karş ıisteğ i olan. isteksiz

* Bir iş i yapmaya isteği olmayan, gönülsüz. isteksizce *İ stek göstermeden, isteksiz olarak. isteksizlik *İ steksiz olma durumu. istem

isteme

* Bir kimseden bir ş eyi yapması nıveya yapmaması nıisteme, talep, arzu. *İ rade veya isteğ in eylem durumunda belirmesi. *İ stemek iş i.

isteme kipleri * Dilek, istek, gereklik ve emir kavramlarıveren kipler. istemek *İ stek duymak, arzulamak. * Bir ş eyin kendisine verilmesini veya yapı lması nısöylemek, dilemek. * Görmek istediğ ini bildirmek. * Gerek olmak. * Evlenmek dileğinde bulunmak. istemeye istemeye *İ stemeyerek, gönülsüzce. istemli

* Yapı lı p yapı lmaması insanı n kendi isteğine bağlıolan. * Bir istek üzerine veya isteyerek yapı lan.

istemseme *İ radeyi etkileyebilecek güçte olmayan, gelip geçici isteme. istemsiz

*İ stenmeden yapı lan. *İ stemeyerek yapı lan.

istemsizlik *İ stemsiz olma durumu. istenç * İ rade, istek. * Davranı ş larla ilgili tepilerden bir bölümünü tutup ötekileri eyleme dönüş türme gücü, irade. istenç dı ş ı *İ radesiz, irade dı ş ı , gayriiradî. istenç yitimi * Bkz. irade yitimi. istenççi

*İ stenççilik yanlı sı .

istenççilik * Akla ve bilmeye değ il de iradeye üstünlük tanı yan, ruhsal olayları n ve bilgi sürecinin temelinde iradeyi gören bilim dı ş ıöğ reti, iradiye, volontarizm. istençli

*İ radeyle yapı lan, iradî.

* Herhangi bir dı şzorunluluk söz konusu olmadan belirli bir durum karş ı sı nda giriş ilecek eylemi kararlaş tı ran ve uygulayabilen, iradeli. istençsiz

*İ radeyle yapı lmayan, istenci olmayan, istenç dı ş ı , irade dı ş ı , iradesiz. * Yapı lmasıistenmediği hâlde yapı lan (davranı ş ), irade dı ş ı , gayriiradî.

istençsizlik *İ radesiz olma durumu, iradesizlik. istenilme *İ stenilmek, istenmek iş i. istenilmek *İ stemek iş i yapı lmak. istenme istenmek

*İ stenmek iş i. *İ stenilmek.

istenmeyen durum * Karş ı laş ı lmasıbeklenilmeyen durum, karı ş ı klı k, komplikasyon. istenmeyen kiş i *İ yi karş ı lanmayan kiş i (Persona non grata). ister

* Bir ş eyin yapı labilmesinin veya olabilmesinin bağ lıolduğ uş ey, gerek, icap, lüzum. * Cümledeki görevleri aynıolan kelimelerin ayrıayrıher birinin baş ı na getirilerek herhangi birinin onanması nda sakı nca olmadı ğ ı nıanlatı r. ister istemez * Zorunlu olarak, elinde olmadan. * Yarıgönüllü olarak, biraz mecbur olarak. ister misin? * ya olursa. isteri

* Duyu bozuklukları , türlü ruh karı ş ı klı kları , çı rpı nma, kası lmalar ve bazen inmelerle kendini gösteren bir sinir bozukluğ u, histeri. isteri nöbeti *İ steri sı kı ntı sı nı n yaş andı ğısüre. isterik

*İ steriye tutulmuşolan, histerik.

istetme *İ stetmek iş i. istetmek

*İ stemek iş ini baş kası na yaptı rmak.

isteyeninin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara * birinden bir ş ey isteyen biraz utanı r ama isteğ i yerine getirmeyen daha çok utanmalı dı r. isteyiş

*İ stemek iş i veya biçimi.

istiane

* Yardı m isteme.

istiane etmek * yardı m istemek. istiap * (içine) Alma, (içine) sı ğ dı rma. istiap etmek * içine almak, sı ğdı rmak. istiap haddi * Deniz, kara ve hava taş ı tları nı n yük ve yolcu miktarları nıbelirleyen sı nı r. istiare

* Ödünç, borç veya eğreti alma, ödünçleme, metafor. * Bir ş eyi anlatmak için ona benzetilen baş ka bir ş eyin adı nıeğreti olarak kullanma, eğ retileme: "Bu adam hayatı nı n sonbaharı nda" cümlesinde sonbahar kelimesi yaş lı lı ğıanlatan bir istiaredir. istibat

* Olması nıuzak görme, imkân vermeme, uzaksama, ı raksama.

istibat etmek * uzaksamak, ı raksamak. istibdat * Uyrukları na hiçbir hak ve özgürlük tanı mayan sı nı rs ı z monarş i, despotluk, despotizm. istical

*İ vedilik, acele etme, müstaceliyet.

istical etmek * ivmek, acele etmek. isticar

* Kira ile tutma, kiralama.

isticar etmek * kiralamak. isticvap istida

* Sorguya çekme, sorgu. * Dilekçe, arzuhal.

istidaname * Resmî bir makama yazı lan dilekçe yazı sı . istidat * Yaradı lı ş tan gelen veya sonradan edinilmişyetenek. * Yeteneği olan kimse. istidatlı *İ stidadıolan. istidatsı z *İ stidadıolmayan. istidlâl

* Bir konuda kanı tlara dayanarak sonuç çı karma.

* Çı karı m. istidlâl etmek * kanı tlara dayanarak bir sonuca varmak. istif

* Üst üste eş ya konularak yapı lan düzgün yı ğı n. * Kereste, tahta gibi ağaç ürünlerini kurutmak veya bekletmek amacıile belirli düzenlerde üst üste dizerek yapı lan yı ğı n. * Stok. istif etmek * yı kı lmayacak bir biçimde, düzgünce yerleş tirmek. * stok etmek. istifa

* Kendi isteğ iyle görevden ayrı lma. *İ ş ten ayrı lma isteğ ini bildiren dilekçe.

istifa etmek * (iş inden) çekilmek. istifade * Yararlanma, faydalanma. istifade etmek * yararlanmak. istifaname * Bir görevden kendi isteğ iyle ayrı ldı ğ ı nıbelirten dilekçe. istifayıbasmak * herhangi bir sebeple görevinden ani bir kararla çekilmek. istifçi * Malları , eş yayıistif eden görevli. *İ stifçilik yapan, stokçu. istifçilik *İ stif yapma iş i. *İ leride bulunmayacağıveya pahalı laş acağıdüş üncesiyle çok mal yı ğarak piyasada sı kı ntı ya yol açma, stokçuluk. istifham

* (zihinde beliren) Soru.

istifini bozmamak * aldı rı şetmeyip durum ve davranı ş ı nıhiç değiş tirmemek. istifleme

*İ stiflemek iş i.

istiflemek * Düzgün bir biçimde üst üste yı ğmak. * Stok etmek. istifleniş *İ stiflenmek iş i veya biçimi. istiflenme *İ stiflenmek iş i.

istiflenmek *İ stiflemek iş i yapı lmak. istifleyiş *İ stiflemek iş i veya biçimi. istifrağ * Kusma. istifrağetmek * kusmak. istifsar

* Bir ş eyin açı klanması nı , aydı nlı ğa kavuş ması nıisteme, anlamaya çalı ş ma, sorma.

istifsarı hatı r * Hâl hatı r sorma. istiğfar * Tanrı 'dan suçları nı n bağ ı ş lanması nıdileme; tövbe etme. istiğfar etmek * tövbe etmek. istiğna

istiğrak istihale

* Önerilen bir iş e karş ınazlanma, nazlı davranma. * Doygunluk, gönül tokluğ u. * Dalma, içine gömülme, dalı nç. * Biçim değ iş tirme. * Baş kalaş ma. * Baş kalaş ı m.

istihale etmek * biçim değ iş tirmek. * baş kalaş mak. istihare uyuma.

* Bir inanı ş a göre, giriş ilecek bir iş in hayı rlıolup olmadı ğı nırüyadan anlamak için abdest alı p dua okuyarak

istihareye yatmak * giriş ilecek bir iş in hayı rlıolup olmadı ğı nırüyadan anlamak için abdest alı p dua okuyarak uyumak. istihbar

* Haber ve bilgi alma.

istihbar etmek * haber almak, duymak, öğrenmek. istihbarat

* Yeni öğrenilen bilgiler, haberler. * Bilgi toplama, haber alma.

istihbarat dairesi * Haber alma dairesi. istihbarat servisi * Haber alma iş lerini yürüten işyeri.

istihdaf

* Amaçlama, hedef alma.

istihdaf etmek * amaçlamak. istihdam

* Bir görevde, bir iş te kullanma.

istihdam etmek * bir iş te, bir görevde kullanmak. istihfaf

* Küçümseme, hor görme, hafifseme.

istihfaf etmek * küçümsemek, hor görmek, hafifsemek. istihkak

istihkâm

* Hakkıolma, hak kazanma. * Hizmet karş ı lı ğıkazanı lan hak (para). * Düş man saldı rı sı nıdurdurmak, düş mana karş ısavunma yapmak amacı yla düzenlenmişyer. *İ stihkâm iş leriyle uğ raş ma, istihkâmcı lı k.

istihkâm sı nı fı * Savaş an birliklerin saldı rı sı nıkolaylaş tı ran, savunma gücünü artı ran, yapıiş leriyle uğ raş an teknik askerî sı nı f. istihkâmcı lı k *İ stihkâm sı nı fı nı n yaptı ğı iş . istihkar * Hor görme, aş ağı lama. istihkar etmek * hor görmek, aş ağı lamak. istihlâk

* Tüketim.

istihlâk etmek * tüketmek. istihraç * (anlam, sonuç) Çı karma, çı karsama. istihraç etmek * sonuç çı karmak. istihsal

* Çı karma, elde etme. * Üretim, üretme.

istihsal etmek * elde etmek. * üretmek. istihza

* Gizli veya ince alay.

istihza etmek * alay etmek, alaya almak. istihzalı *İ stihzasıolan. istihzar

istika

* Hazı rlama. * Hatı rlama, anı msama. * Ayakkabı ları n altı nıparlatmak için kunduracı ları n kullandı ğı kemik, isteka.

istikamet * Doğrultu, yön. istikamet vermek * yön vermek, yöneltmek. istikbal

* Karş ıçı kma, karş ı lama. * Gelecek (zaman), ati.

istikbal etmek * karş ı lamak. istiklâl

* Bağ ı msı zlı k.

istikra * Tüme varı m. istikrah

* Tiksinme, iğrenme.

istikrah etmek * tiksinmek, iğ renmek. istikrar

* Aynıkararda, biçimde sürme, kararlı lı k. * Yerleş me, oturma. * Denge. * Ödemeler dengesinde, istihdamda düzen.

istikrar bulmak * karar kı lmak. * yerleş mek. istikrarlı *İ stikrarıolan, dengeli, kararlı . istikrarlı lı k *İ stikrarlı olma durumu. istikrarsı z *İ stikrarıolmayan, dengesiz, kararsı z. istikrarsı zlı k *İ stikrarsı z olma durumu, dengesizlik, kararsı zlı k. istikraz

* Ödünç alma, borçlanma. istikraz etmek * ödünç para almak, borçlanmak. istikş af

istilâ

* Araş tı rma. * Açı nsama. * Bir ülkeyi silâh gücüyle ele geçirme. * Yayı lma, kaplama, sarma, bürüme.

istilâ etmek * bir ülkeyi silâh gücüyle ele geçirmek. * yayı lmak, kaplamak, sarmak, bürümek. istilâcı istilâcı lı k istilzam

*İ stilâ eden (kimse, devlet). *İ stilâcıolma durumu. * Gerektirme, gerekme.

istilzam etmek * gerekli bulmak. istim

*İ slim.

istim arkadan gelsin * önce istenilen işyapı lsı n, gereken ş artlar sonradan yerine getirilsin. istim üstünde olmak * (buharla iş leyen araçlar için) kalkmaya hazı r duruma gelmek. istimal * Kullanma. istimal etmek * kullanmak. istimara

istimator istimbot

* Ölçme, değ erlendirme. * Bir kabı n hacmini veya alabileceğ i miktarıhesaplama. * Gümrüklerde mallara değ er biçen görevli. * Filika büyüklüğünde, islimle iş leyen deniz teknesi, çatana.

istimdat *İ mdat isteme, yardı ma çağı rma. istimdat etmek * yardı ma çağ ı rmak, yardı m istemek. istimlâk

* Kamulaş tı rma.

istimlâk etmek * kamulaş tı rmak. istimna istimrar

* Onanizm. * Sürüp gitme, süreklilik.

istimzaç * Bir kimsenin huyunu, kiş iliğini tanı mak için araş tı rma. * Sorma, yoklama. istimzaç etmek * sormak, yoklamak. istinabe

* Davanı n görülmekte olduğu mahkemeye gönderilmek için baş ka bir yerde bulunan bir tanı ğı n oradaki mahkeme tarafı ndan ifadesinin alı nması . istinaden istinaf

* Bir görüş e, bir düş ünceye dayanarak, dayanı larak, güvenerek. * Mahkemenin verdiği kararıkabul etmeyerek, bunu istinaf mahkemesine götürme.

istinaf mahkemesi * Sulh ve asliye mahkemeleri benzeri ilk derece mahkemeler ile temyiz mahkemeleri arası nda yer alan ikinci derecede yüksek mahkeme. istinas

* Yadı rgamaz olma, alı ş ma, ı sı nma.

istinat * Dayanma, yaslanma. * Güvenme, kuvvet alma. * Bir ş eyi kanı t sayma. istinat duvarı * Toprak veya yapı nı n kayması nıönlemek için yapı lan, direnç sağlayan duvar. istinat etmek * dayanmak, yaslanmak. istinatgâh * Dayanacak, güvenecek, sı ğı nacak yer, dayanak. istinga

* Yelkenleri toplamak için kullanı lan halat.

istinga etmek * (yelkenleri) toplamak. istinkâf * Çekinme, geri durma, sakı nma. istinkâf etmek * çekinmek, geri durmak, sakı nmak. istinsah

* Bir ş eye bakarak aynı sı nıyazma.

istinsah etmek * bir ş eye bakarak aynı sı nıyazmak, kopya ederek örnek çı karmak. istintaç

* Sonuç çı karma. * Bir büyük önermeden küçüğ e ve sonurguya, yasalardan olaylara, nedenden sonuca giderek sonuç çı karma.

istintaç etmek * sonuç çı karmak. istintak

* Sorgu. * Sorguya çekme.

istintak etmek * sorguya çekmek. istirahat * Dinlenme, rahat etme. istirahat etmek * dinlenmek. istirdat

istirham

* Geri alma. * (bir yeri) Yeniden ele geçirme, geri alma, kurtarma. * Yalvarma, merhamet dileme.

istirham etmek (veya istirhamda bulunmak) * yalvarmak, dilemek, rica etmek. istiridye * Yassısolungaçlı lar sı nı fı ndan, güçlü kaslarla birbiri üzerine kapanan iki çeneti olan, eti beğ enilen bir deniz yumuş akçası(Ostrea edulis). istiskal * Soğuk davranı ş larla hoş lanmadı ğı nıbelli etme. istiskal etmek * hoş nutsuzluğunu belli ederek soğuk davranmak. istismar

*İ ş letme, yararlanma. * Birinin iyi niyetini kötüye kullanma. * Sömürme.

istismar etmek * iş letmek, yararlanmak. * birinin iyi niyetini kötüye kullanmak. * sömürmek. istismarcı * Birinin iyi niyetini kötüye kullanan (kimse). * Sömürücü. istismarcı lı k *İ stismar etme iş i. istisna

* Bir kimse veya bir ş eyi benzerlerinden ayrıtutma. * Genelden ayrı , kural dı ş ıolma, ayrı klı k. * Ayrıtutulan kimse veya ş ey. istisna etmek * ayı rmak. istisnaî

* Benzerlerine uymayan, kural dı ş ıolan, ayrı klı .

istisnası z *İ stisnasıolmadan, ayrı ksı z, ayrı cası z, bilâistisna. istiş are

* Danı ş ma.

istiş are etmek * danı ş mak. istiş are heyeti * Danı ş ma kurulu. istitrat * Söz arası nda, sı rasıgelmiş ken, antrparantez. istiva

* Birden çok ş eyin birbirine eş it ve denk olması .

istiva hattı * Ekvator. istizah

* Herhangi bir konuda açı klayı cıbilgi isteme, bir sorunun açı klanması nıisteme. * Gensoru.

istizah etmek * sorulan soruya açı klayı cıbilgi istemek, bir sorunun açı klanması nıistemek. istizan * Yetki isteme, izin isteme. istizan etmek (veya eylemek) * yetki istemek, izin istemek. istop

* Stop. * Ebenin topu havaya atması , diğerlerinin kaçı ş masıve ebe tarafı ndan topla vurulması biçiminde oynanan

bir oyun. istop etmek * durmak, çalı ş mamak. istor istralya

* Stor. * Gemide direk ve çubuklarıbaştarafı ndan, yani burundan tutan halat. * Geminin kaburgaları nıbirbirine bağlayan demir kuş ak.

istrongilos *İ zmaritgillerden, Akdeniz'de yaş ayan, eti lezzetli bir balı k (Smaris vulgaris).

İ sveççe İ sveçli

*İ sveç dili. *İ sveç halkı ndan veya bu halkı n soyundan olan (kimse).

İ sviçreli *İ sviçre halkı ndan olan (kimse). isyan

* Herhangi bir amaçla kurulu düzene veya devlet güçlerine karş ıgelme, başkaldı rma, ayaklanma. * Bir düzene veya emre boyun eğmeme, uymama, itaat etmeme.

isyan bayrağ ı nı açmak * karş ıgelmek, başkaldı rmak. isyan etmek * ayaklanmak. * kabullenmemek, razıolmamak. isyancı

* Başkaldı rı cı(kimse), asi.

isyancı lı k *İ syancı nı n iş i. isyankâr * Başkaldı rı cı , isyancı . isyankârlı k *İ syankâr olma durumu, başkaldı rı cı lı k, asilik. iş

-iş -iş

* Bir sonuç elde etmek, herhangi bir ş ey ortaya koymak için güç harcayarak yapı lan etkinlik, çalı ş ma. * Bir değ er yaratan emek. * Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev. * Sanayi, ticaret, tarı m, maliye vb.alanlara iliş kin ekonomik etkinliklerin bütünü. * Kamu yararı na yapı lan iş ler. * Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaş ayı ş ısağ layı cıher türlü çalı ş ma. * Geçim sağ lamak için herhangi bir alanda yapı lan çalı ş ma, meslek. *İ şyeri. * Ticarî anlaş ma, alı şveriş . * Herhangi bir maksatla kurulan düzen. * Bazıdeyimlerde "yarar, çı kar" anlamı nda kullanı lı r. * Yapı lan ş ey, davranı ş . * Nakı ş , örgü gibi elde yapı lan ş ey. * Emek, iş çilik, ustalı k. *İ ş lem. * Sorun, konu, mesele, maslahat. * Gizli sebep veya maksat. * Bir kimseye özgü olan görüş , anlayı ş . * Bir kuvvetin uygulanma noktası nı hareket ettirirken harcadı ğıgüç. * Bkz. -ı ş/ -iş(I). * Bkz. -ş - / -ş -.

iş(birinden) bitmek * iş in sonuçlanmasıhâli ondan beklenilmek.

iş(birine) kalmak * iş in bitmesi için ası l gayret birine düş mek. iş(güç) edinmek * bir ş eyi görev olarak üstlenmek. işaçmak * uğraş tı rı cı , gereksiz bir durumun ortaya çı kması na sebep olmak. işadamı * Ticaret veya sanayi alanı nda kazanç sağlamak amacı yla para yatı ran kimse. * Kâr sağlamada becerikli ve baş arı lıkimse. işakdi işalanı

* Bkz. işsözleş mesi, hizmet akdi. * Çalı ş ı lacak, kazanç sağ lanacak dal.

işayağa düş mek * iş , sorumsuz ve yetkisiz olanları n elinde kalmak. işbaş a düş mek * kendi iş ini kendi görme zorunda kalmak. işbaş ı

* (işyerlerinde) İ ş e baş lama.

işbaş ıyapmak * (işyerinde) iş e baş lamak. işbaş ı nda eğ itim (görmek veya yapmak) * iş çinin iş ini yaparken uğ raş ı sı nda olduğ u kadar işgörgüsü, işgüvenliğ i, iş çi sağ lı ğ ı , işyönetimi konuları nda da yetiş tirilmesi, hizmet içi eğ itim. işbı rakı mcı *İ şbı rakı mı yapan kimse, grevci. işbı rakı mı *İ steklerini işverene kabul ettirmek için iş çilerin, iş lerini hep birden bı rakması , grev. işbilenin, kı lı ç kuş ananı n * becerikli olanlar kazanı r. işbilimi işbilmek

*İ nsanı n iş ine uyması nı , amaca göre çalı ş ması nıdüzenleyen inceleme ve araş tı rmaları n bütünü, ergonomi. * becerikli olmak.

işbirliğ i * Amaç ve çı karlarıbir olanları n oluş turduklarıçalı ş ma ortaklı ğ ı , teş rikimesai. * Bir iş in çeş itli iş çilerce yapı lması . işbirliğ i yapmak * amaç ve çı karlarıbir olanlarca çalı ş ma ortaklı ğ ıkurulmak. işbirlikçi işbirlikli

* Herhangi bir alanda çı kar sağlama amacı nı güden kimse veya kuruluş larla iliş ki kuran (kimse, kuruluşvb.). *İ şbirliği ile, ortaklaş a yapı lan.

işbitirmek * bir iş i iyi bir sonuca ulaş tı rmak. işbölümü * Bir iş i, iki veya daha çok kiş i arası nda bölme. * Bir toplumsal üretim düzeni içindeki değiş ik görev ve hizmetlerin, toplumun üyeleri, kümeleri arası nda karş ı lı klıbağ ı mlı lı k iliş kileri içinde bölünmesi. işçatallanmak * bir iş te güçlükle karş ı laş mak. işçevirmek * gizli, dolambaçlı bir işyapmak. işçı ğrı ndan çı kmak * amacı ndan saparak düzeltilmesi güç bir durum almak. işçı karmak * çok işyapmak. * gereksiz, uğ raş tı rı cı bir iş e yol açmak, sorunlara sebep olmak. işdayı ya düş tü * Bkz. gayret dayı ya düş tü. işdeğ il

işdonu

* bir ş eyin çok kolay olduğunu belirtir. * kı nama belirtir. * Şalvar.

işdüş mek * birinin işyapması gerekmek. işedinmek * bir ş eyi görev, meslek olarak kabul etmek. işeri * Elinden iyi işgelen, becerikli kimse. işetmek

* aldatmak, birine beklemediği bir davranı ş ta bulunarak onu zarara sokmak.

işgörmek * işyapmak. * işyapmaya uygun olmak. işgöstermek * yapmasıiçin birine işvermek, işbuyurmak. işgücü tümü. işgüç

* Bir insanı n yararlış eyler üretmek için harekete geçirmek zorunda olduğu fiziksel ve düş ünsel yetilerinin

* Yapacak belli bir ş ey, görev, meş guliyet.

işgüç sahibi * Bir iş i, bir görevi olan. işgünü

* Yasayla tespit edilmişolan çalı ş ma günü. işhanı * Birden çok işyerinin bulunduğ u çok katlıbina. işinada binmek * bir iş i yapmakta direnmek. işiş lemek * nakı şyapmak. işiş ten geçmek * bir iş i gerçekleş tirme imkânıkalmamı şolmak. işkadı nı *İ şadamı . işkarı ş tı rmak * fesat sokmak. * zararlıbir işyapmak. işkazası *İ şyerinde meydana gelen ve iş çiyi bedenen veya ruhen etkileyen olay. işki

* yeter ki.

işkolu

* Ekonomik etkinliklerin sı nı flandı rı lmasısonucu birbirine benzeyen veya aynınitelikte olan çalı ş ma dalları ndan her biri. * Bu dalları n herhangi birinde çalı ş anları n bütünü. işmerkezi *İ şyerlerinin yoğun olduğu bölge. * Bir ticaret ortaklı ğ ı nı n yönetildiğ i yer. işmi? işola

* yapı lan bir ş eyin beğenilmediğ ini, küçümsendiğini bildirir. * "sanki işgörmüş !" anlamı nda bir hafifseme sözü.

işolacağı na varı r * bir soruna aldı rmamayı , ne yapı lı rsa yapı lsı n yine aynı sonuca ulaş ı lacağ ı nıanlatı r. işolsun diye * gereksiz bir hareketi belirtmek için kullanı lı r. işsaatleri

* Çalı ş ma saatleri.

işsarpa sarmak * iş , içinden çı kı lmasızor bir duruma girmek. işsözleş mesi *İ ş çilerle işveren arası ndaki iliş kileri düzenleyen yöntem ve ş artlarıkapsayan sözleş me, işakdi, hizmet akdi. iştutmak * işyapmak, çalı ş mak. işvermek * birine yapacak işgöstermek.

* gönlü olduğunu gösterecek davranı ş larda bulunmak, pas vermek. işyapmak * çalı ş mak. işyeri

işyok iş 'ar iş aret

* Bir görevin yapı ldı ğ ıyer. *İ ş çinin işsözleş mesine göre çalı ş tı ğıyer. *oş eyden yarar beklememeli. * Yazıile bildirme. * Anlam yükletilen ş ey, anlamlıiz, im. * Belirti, gösterge, levha, tabelâ, alâmet. * El, yüz hareketleriyle gösterme.

iş aret etmek * bir ş eyi, bir durumu el, yüz hareketleriyle anlatmak, göstermek. * belirtmek. iş aret parmağı * Elde, başparmaktan sonraki parmak, ş ahadet parmağ ı , gösterme parmağ ı . iş aret sı fatı * Bkz. gösterme sı fatı . iş aret vermek * bir araç kullanarak bir ş eyi belli etmek. iş aretçi

*İ ş aret veren kimse.

iş areti saymak * belirti ve gösterge olarak kabul etmek. iş aretleme *İ ş aretlemek iş i. iş aretlemek * Bir ş eye iş aret koymak, bir ş eyi iş aretle belirtmek. * Belirtecek biçimde hareket etmek. iş aretlenme *İ ş aretlenmek iş i. iş aretlenmek * Bir ş eye iş aret konulmak. iş aretleş me *İ ş aretleş mek iş i. iş aretleş mek * Birbirine iş aret etmek. * Uzak bir yerden, bilgi vermek için özel bir düzene göre türlü iş aretler kullanmak. iş aretli

*İ ş areti olan, iş aretle belirlenmişolan.

iş aretsiz iş 'arî

iş 'arî oy

*İ ş areti olmayan. *İ ş aretle ilgili. * Bilgi olarak. * Parmak veya el kaldı rarak verilen oy.

iş ba * Doyurma. * Doyma. iş bu * Bu, özellikle bu. iş çi

* Baş kası nı n yararı na bedenini, kafa gücünü veya el uzluğunu kullanarak ücretle çalı ş an kimse. * Toplu olarak yaş ayan böceklerde üreme yeteneğ inde olmayan, topluluğ un iş lerini gören diş i veya erkek.

iş çi sigortası * Bkz. sosyal sigorta. iş çilik

iş e bak!

*İ ş çi olma, iş çi niteliğinde olma durumu. * Yaptı ğıişkarş ı lı ğ ıiş çiye verilen ücret. *İ ş çi emeğ i, yapı lı ş , iş leme niteliğ i. *ş aş ı rı lacak bir durum karş ı sı nda kullanı lı r.

iş e girmek * göreve baş lamak. iş e karı ş mak * herhangi bir konuda katkı da bulunmak, görev almak. iş e koş mak * birine işyaptı rmak. iş e uygun * Yapı lan iş e elveriş li, iş e yarar. iş e yaramak (veya yaramamak) * elveriş li olmak. iş e yarar

* Becerikli, elveriş li, iş e uygun.

iş eme *İ ş emek iş i. iş emek iş enmek iş etme

*İ drar torbası nda biriken idrarıdı ş arıatmak, çişyapmak. *İ drar torbası nda biriken idrar dı ş arıatı lmak. *İ ş etmek iş i.

iş etmek iş gal

*İ ş emesini sağlamak, iş emesine yol açmak, çişyaptı rmak. * Bir yeri ele geçirme. * (bir kimseyi) İ ş ten alı koyma, engelleme, oyalama. * Uğ raş tı rma.

iş gal etmek * bir yeri ele geçirmek. * iş ten alı koymak, oyalamak. * Uğ raş tı rmak. iş galci iş galcilik iş galiye

*İ ş gal eden, ele geçiren. *İ ş gal etme iş i. *İ ş gal edilen yere ödenen ücret veya vergi.

iş galiye resmi * Pazar yerlerinde veya toplu ticarî işyerlerinde satı cı nı n iş gal ettiğ i yer için ödediği ücret veya kira bedeli. iş güder

* Maslahatgüzar.

iş güderlik * Maslahatgüzarlı k. iş güzar

iş güzarca

* Eli iş e yatkı n, becerikli. * Gereğ i yokken, daha çok kendini göstermek için iş e karı ş an. *İ ş güzar bir biçimde, iş güzara yakı ş ı r durumda olarak.

iş güzarlı k *İ ş güzar olma durumu. iş güzarlı k etmek * iş güzarca davranmak. iş i (bir ş eye) vurmak * iş i değiş tirmek. iş i ...e dökmek * iş i değiş tirip bir baş ka biçime çevirmek. iş i ...e vurmak * gerekenden baş ka biçimde davranmak, ... gibi görünmek. iş i aksi gitmek * istenilen sonucu elde edememek. iş i Allah'a kalmak * güç ş artlar altı nda, kimseden yardı m umudunun kalmadı ğ ıbir durumda bulunmak. iş i anlamak * gizli bir ş eyi, bir sorunu anlamak.

iş i azı tmak * yanlı şve aş ı rıyollara sapmak. iş i baş ı ndan aş mak (veya aş kı n olmak) * pek çok iş i olmak. iş i bitmek * iş i sona ermek. * hâli, gücü kalmamak. iş i bozmak * yapı lan anlaş mayı , verilen sözü tutmamak. iş i bozulmak * yapmakta olduğ u iş ten gereğ i kadar kazanç sağlayamaz olmak. iş i ciddîye almak * soruna önem vermek. iş i çı kmak * baş ka bir iş le meş gul olmak. iş i duman *İ ş i ve durumu kötü. iş i düş mek * birinin yardı mı na ihtiyaç duymak. iş i gücü bı rakmak * yaptı ğ ıiş ten uzaklaş mak. iş i ileri götürmek * beklenenden daha aş ı rıdavranı ş lar içine girmek. iş i işolmak * iş i yolunda olmak. iş i ne? iş i olmak

* ne iş i var?. * yapacak bir ş eyi bulunmak. * iş i istediğ i gibi bitirmek. * uğraş ma zorunda olmak.

iş i oluruna bı rakmak * iş i belli bir amaca göre değil de, kendi akı ş ıiçinde yürütmek. iş i piş irmek * araları nda gizlice anlaş mak. iş i rast gitmek *ş ans yardı mı yla iş i iyi, istediğ i gibi olmak. iş i resmiyete dökmek * (bir işveya durum için) resmî bir yola sokmak, resmî bir nitelik vermek. iş i savsaklamak * iş i yavaş latmak, gereken önemi göstermemek. iş i tatlı ya bağlamak * sorunlu bir iş i, iyi bir biçimde çözmek.

iş i temizlemek * sorunu çözmek. iş i tı kı rı nda *İ ş i çok uygun, çok iyi. iş i uzatmak * bir iş i sonuçlandı rmamak. iş i üç nalla bir ata kaldı * eline önemsiz bir imkân geçince büyük iş lerin düş üne kapı lanlar için söylenir. iş i(m) işkaş ı ğ ı (m) gümüş * iş i tam istediğ i yolda. iş in alayı nda olmak * bir iş e gereken önemi vermemek, dalga geçmek. iş in baş ı * bir iş in en önemli noktası . iş in içinde işvar * (bir iş in) iç yüzü baş ka. iş in içinden çı kamamak * baş aramamak, sorunu çözümleyememek. iş in içinden çı kmak (veya sı yrı lmak) * bir ş eyi anlamak, bir sorunu çözümlemek. * güç bir sorunu çözemeyince kestirip atmak. * bir konudan veya iş ten uzak durmak, kaçmak. iş in kolayı na kaçmak * derinliğ ine araş tı rmadan basit olarak düş ünmek, yüzeyde kalmak, tembellik etmek. iş in kötüsü (veya fenası ) * üst üste gelen tersliklerde kullanı lı r. iş in mi yok * "önemli değ il, boşver" anlamı nda kullanı lı r. iş in rengi değiş mek * konu baş ka biçimde geliş mek, öncekinden farklıdavranmaya baş lamak. iş in tuhafı * "Anlaş ı lamayan, garip olan" anlamı nda kullanı lı r. iş in ucu

* bir iş in kökeni.

iş in ucu birine dokunmak * o iş ten dolaylı olarak zarar görmek. iş in üstesinden gelmek * güç bir iş i baş armak, sonuçlandı rmak. iş inden olmak * görevini yitirmek; görevinden atı lmak. iş ine bak! * görevini, iş ini sürdür.

* sen karı ş ma. iş ine gelmek (veya gelmemek) * çı karı na, amacı na, düş üncesine uygun olmak (veya olmamak). iş ine göre * çı karı na uygun. iş ine koyulmak * iş ini yapmayısürdürmek. iş ini bilmek * nereden, nası l yararlanacağ ı nıbilmek, çı karı nıbilmek. iş ini bitirmek * öldürmek. iş ini görmek * görevini yapmak. * dövmek. * öldürmek. iş ini uydurmak * kurnaz, açı k göz davranarak iş ine istediğ i gibi biçim vermek. iş ini yoluna koymak * iş i veya görevi olumlu olarak yürütmek, sı kı ntıçekmeden gerçekleş tirmek. iş inin adamı * çalı ş tı ğ ıiş te baş arısağ layan, iş inin gerektirdiği nitelikleri taş ı yan kimse. iş itilme

*İ ş itilmek iş i.

iş itilmek * Duyulmak. iş itilmemiş * O güne değin duyulmamı ş ,ş aş ı lacak, olağ an dı ş ı(ş ey). iş itim iş itiş

*İ ş itme duyusu, iş itme yetisi. *İ ş itmek iş i veya biçimi.

iş itme *İ ş itmek iş i. * Duyma, sema (II). iş itme kesesi * Suda yaş ayan bazıomurgası z hayvanlardan, iş itme taş ı nıiçinde bulunduran akı ş kan sı vı lıorgan, otosist. iş itme taş ı * Omurgalı larda ve bazıomurgası zlarda denge organı olan, iç kulakta bulunan kalker parçacı kları , otolit. iş itmek

* Kulakla algı lamak, duymak. * Haber almak. * Kendisine söylenilmek.

iş itmemezlik

*İ ş itmezlik. iş itmezliğe getirmek (veya iş itmezlikten gelmek) * iş itmemiş , duymamı şgibi davranmak, aldı rmamak. iş itmezlik *İ ş itmemiş , duymamı şgibi davranmak. iş itsel iş ittirme

*İ ş itimle ilgili. *İ ş ittirmek iş i.

iş ittirmek *İ ş itmesini sağlamak, duyurmak. iş kâl

* Güçleş tirme, zorlaş tı rma, çetinleş tirme.

iş kâl etmek * güçleş tirmek, zorlaş tı rmak, çetinleş tirmek. iş kembe

* Geviş getirenlerin ilk ve en büyük mide bölümü. * Kasaplı k hayvanlarda mideyi oluş turan bölümlerin bütünü. *İ ş kembeden yapı lan. * Mide.

iş kembe çorbası * Temizlenmişve önceden haş lanmı şiş kembenin tavla zarıbüyüklüğ ünde doğ ranması ndan sonra un, sirke, sarı msak karı ş tı rı larak hazı rlanan bir çorba türü. iş kembe suratlı * Çopur. iş kembeci *İ ş kembe veya iş kembe çorbasısatan kimse. iş kembecilik *İ ş kembeci olma durumu veya iş kembecinin iş i. iş kembeden atmak (veya söylemek) * uydurarak söylemek. iş kembeli *İ ş kembesi olan. * (çorba, yemek için) İ çinde iş kembe bulunan. iş kembesi geniş * Hoşgörülmeyecek ş eyi de hoşgören, hazı mlı . iş kembesini düş ünmek * Öncelikle karı n doyurmayıdüş ünmek. iş kembesini ş iş irmek * oburca yemek yemek. iş kembesiz *İ ş kembesi olmayan. * Beğ enilmeyecek nitelikteki ş eyleri de beğ enen (kimse).

iş kence

* Bir kimseye maddî veya manevî olarak yapı lan aş ı rı eziyet. * Düş üncelerini öğrenmek amacı yla birine uygulanan eziyet. * Aş ı rıgerginlik, sı kı ntı lı durum, azap. * Vidalıbir tür sı kı ş tı rma aracı .

iş kence etmek (veya yapmak) * maddî veya manevî eziyet çektirmek. iş kenceci

*İ ş kence yapan.

iş kenceye sokmak * maddî veya manevî sı kı ntıvermek, zora sokmak. iş kil

* Kötü bir durumla karş ı laş ma sanı sı , kuş ku, kuruntu, vesvese.

iş killendirme *İ ş killendirmek iş i. iş killendirmek *İ ş killenmesine yol açmak. iş killenme *İ ş killi duruma gelme, pirelenme. iş killenmek *İ ş killi duruma gelmek, pirelenmek. iş killi *İ ş kil içinde bulunan, kuş kulu, kuruntucu, vesveseli, müvesvis. iş killi büzük dingilder * gizli bir ayı bıolanları n herhangi bir sözden alı narak kendilerini ele verdiklerini anlatı r. iş killi olmak * iş kil duymak, tedirgin durumda olmak. iş killilik

*İ ş killi olma durumu, vesveselilik.

iş kilsiz *İ ş kil içinde bulunmayan, kuş kusu olmayan, vesvesesiz. iş kilsizlik iş kine iş lek

iş lek ek

*İ ş kilsiz olma durumu. * Gölge balı ğı gillerden, Akdeniz'de yaş ayan, vücudu yassı , pullu, eti lezzetli bir balı k (Sciaena umbra). * Çok iş leyen, canlı , hareketli. * Özenmeden, çabuk yazı ldı ğıhâlde okunaklı ve güzel olan (yazı ). * Kelime türetmede sı k kullanı lan yapı m eki.

iş leklik *İ ş lek olma durumu. iş lem

* Bir iş i sonuçlandı rmak için yapı lan işveya uygulamaları n hepsi, muamele. * Sayı ları karş ıkarş ı ya getirip belirli birtakı m kurallara uygun olarak, birbiri üzerine etkilendirme yöntemi. * Madde üzerinde her türlü değiş im yapma iş i, muamele. * Ham veya ara mallarıve maddeleri fiziksel, kimyasal değ iş ikliklerle daha uygun, kullanı lı r duruma getirme, muamele. iş lem hacmi * Borsada gerçekleş tirilen alı m satı mları n toplam tutarı . iş lemci

* Bilgisayar programları nı n herhangi bir dilinde yazı lmı şprogramı , bilgisayarda iş letmeyi sağlayan programlar topluluğ u. * Bir bilgisayarda verilen komutları yorumlayan ve yürüten birim. iş leme *İ ş lemek iş i. *İ nce ve süslü el iş i, nakı ş . * Herhangi bir konuyu ele alarak inceleme. *İ nce ve süslü iş lenmiş . * Bir filmdeki gizli görüntüyü ortaya çı karmak için, gümüşbromürlü tabakanı n lâboratuvarda çeş itli kimyasal iş lemlerden geçirilmesi. iş lemeci * Elle oyma, nakı şvb. yapan kimse. iş lemecilik *İ ş lemecinin iş i. iş lemek

* Bir ş eye emek vererek onu daha elveriş li bir duruma getirmek. * (ince ve süslü ş eyler için) Yapmak, nakı ş lamak. *İ çine girmek, etkilemek, nüfuz etmek. *İ yi çalı ş mak, müş terisi bol olmak. * Durağan durumdan hareketli duruma geçmek, çalı ş mak. * Herhangi bir konuyu ele alarak incelemek, öğretmek. * Düş üncelerini herhangi birine etki yaparak benimsetmek. *İ ş lek, etkin durumda olmak. * (çı ban) Olgunlaş ma yolunda olmak. * (yara) Kapanmak. * Gidip gelmek. * Hesapları veya kayı tlarıdüzenli olarak tutmak veya gereken yere aktarmak.

iş lemeli * Üstünde iş lemeler bulunan. iş leniş iş lenme iş lenmek

*İ ş lenmek iş i veya biçimi. *İ ş lenmek iş i. *İ ş lemek iş i yapı lmak.

iş lenti * İ ş leme yöntemi. iş ler açı lmak * piyasa canlanmak. iş ler becermek * zararlı , gizli iş ler yapmak.

iş lerlik iş letilme

* Gereken sonucu verecek nitelikte çalı ş ma durumu. *İ ş letilmek iş i.

iş letilmek *İ ş letmek iş i yapı lmak. iş letiş *İ ş letmek iş i veya biçimi. iş letme

*İ ş letmek iş i. * Tarı m, sanayi, ticaret, bankacı lı k gibi işalanları nda, kâr amacı yla bir sermaye yatı rı larak kurulan kurum. * Bu kuruluş u verimli bir duruma getirip kazanç sağ lama yöntemi. *İ şyeri.

iş letme defteri * Yalnı z gelir ve giderlerin yazı ldı ğıdefter. iş letme ş irketi * Gaz, su, elektrik vb. hattı nıveya dağ ı tı m hattıve donanı mı nıiş leten, ş ahı s, firma, halk ş irketi veya kuruluş . iş letmeci

* Bir fabrikayı veya gelir getiren bir kuruluş u yöneten kimse. * Yapı mcı dan iş letme hakkı nıalarak, filmleri oynatanlara kiralayı p dağ ı tan kimse.

iş letmecilik * Bir iş letmeyi yönetme. * Bağ ı msı z bir bütçe ile yönetilen devlet iş letmesi. iş letmek

*İ ş lemesini sağ lamak, çalı ş tı rmak. * Bir ş eyi, bir kimseyi, bir yeri kullanarak veya çalı ş tı rarak yarar sağ lamak. * Şaka ve birtakı m yalanlarla sezdirmeden birini kandı rmak veya onunla eğ lenmek.

iş letmen * Operatör. iş letmenlik * Operatörlük. iş lev

* Bir nesne veya bir kimsenin gördüğ ü iş , işgörme yetisi, görev, fonksiyon. * Bir yapı nı n gerçekleş tirilebileceğ i ve onu baş ka yapı lardan ayı rt etme imkânı veren eylem türü, fonksiyon.

iş lev yitimi * El, kol vb. düzenli hareketleri yapma yetersizliğ i, apraksi. iş levci

iş levcilik

*İ ş levi yerine getiren (kimse veya nesne). * Bir iş letmede yapı lacak iş lerin kararları nı n alı ndı ğ ıbölüm.

* Toplumu, her bir öğ esi belli bir iş lev yapan karş ı lı klıbağ lı lı klar ve etkileş meler düzeni olarak gören, toplumu tek baş ı na belirleyen herhangi bir temelin bulunmadı ğı nısavunan akı m, görevcilik, fonksiyonalizm. * Algı nı n öncelikle ihtiyaçlar ve coş kulara dayalıetkinliklerin sonucu olduğunu savunan görüş , görevcilik, fonksiyonalizm. iş levsel

*İ ş levle ilgili. iş levsiz *İ ş levi olmayan. iş levsizlik *İ ş levsiz olma durumu. iş leyim iş leyiş

* Sanayi, endüstri. *İ ş lemek iş i veya biçimi.

iş li * Üzeri nakı ş lı . iş lik

* Atölye. * Gömlek.

iş lik orun *İ şadamları na özgü yer, busines klâs. iş mar

* El, göz veya başile yapı lan iş aret.

iş mar etmek (veya geçmek) * el, göz veya başile iş aret etmek. iş porta * Gezici satı cı ları n malları nıkoymaya yarayan yayvan sepet veya bu iş i gören, ona benzer araç, sergi. * Açı kta yapı lan satı ş . iş porta malı * Değersiz, niteliksiz mal. iş portacı *İ ş porta ile mal satan satı cı . iş portacı lı k *İ ş portada mal satma iş i. iş portaya düş mek * değ erini yitirmek, herkes tarafı ndan kullanı lmak. iş ret *İ çki. iş siz

*İ ş i olmayan.

iş siz güçsüz * Yapacak hiçbir iş i olmayan veya iştutmayan. iş siz güçsüz kalmak * bulunduğ u işyerinden ayrı larak geçimini sağlayacak durumda bulunmamak. iş sizlik *İ ş siz kalma, işbulamama durumu. * Bir işyeri için durgunluk dönemi.

iş tah

* Yemek yeme isteğ i. *İ stek, arzu.

iş tah açmak * yemek isteğ ini artı rmak. iş tah kapamak (veya kesmek) * yemek isteğ ini azaltmak. iş taha gelmek * arzulamak. iş tahıaçı lmak * yemek isteğ i artmak. iş tahıkabarmak * isteği çoğ almak, heveslenmek. iş tahıkapanmak (veya kesilmek) * yemek isteğ i yok olmak. iş tahıolmak * yemek isteğ i fazla olmak. iş tahlandı rma *İ ş tahlandı rmak iş i. iş tahlandı rmak *İ ş tahı nıuyandı rmak, iş tahlanması nısağ lamak. iş tahlanma *İ ş tahlanmak iş i. iş tahlanmak *İ ş tahı uyanmak veya artmak. *İ steğ i, arzusu artmak. iş tahlı *İ ş tahı olan, boğ azlı . *İ stekli, arzulu. *İ steyerek. iş tahlı lı k

*İ ş tahlıolma durumu.

iş tahsı z * Yemek yeme isteğ i olmayan, boğ azsı z. *İ steksiz. iş tahsı zlı k *İ ş tahsı z olma durumu. iş te

* Gösterilirken veya bir ş eye iş aret edilirken söylenir. * Anlatı lan bir sözün sonucuna gelindiğ ini gösterir. * Anlatı lan ş eye dikkat çekmek için kullanı lı r.

iş ten (bile) değil * çok kolay. iş ten el çektirmek (veya çektirilmek)

* görevden uzaklaş tı rmak (veya uzaklaş tı rı lmak). iş ten güçten kalmak * herhangi bir sebeple çalı ş mamak, çalı ş amamak. iş teş

* Fiilde ortak olan.

iş teşçatı * Bir fiilin birden çok özne tarafı ndan karş ı lı klı , ortaklaş a yapı ldı ğ ı nıbelirten çatı , müş areket. Türkçede bu çatış - ekiyle kurulur. iş teşfiil iş teş lik

* Bir isim birden çok özne tarafı ndan karş ı lı klı , ortaklaş a yapı ldı ğı nıbelirten fiil, müş areket fiili. *İ ş teşolma durumu.

iş tial * Tutuş ma, parlama, alevlenme. iş tial etmek * tutuş mak, parlamak, alevlenmek. iş tigal

* Uğ raş ma, ilgilenme, meş gul olma.

iş tigal etmek * uğraş mak, ilgilenmek, meş gul olmak. iş tiha *İ ş tah. * Cinsel istek veya arzu. iş tihar * Ün salma, tanı nma. iş tihasıyerinde olmak * yemesi, içmesi ve yaş amasıdüzenli olmak. iş tikak

iş tira

* Yarı lmı şbir ş eyin bir bölümünü alma. * Aynıkökten çı kma, türeme. * Aynıkökten gelen kelimeleri bir arada kullanma sanatı . * Satı n alma.

iş tira etmek * satı n almak. iş tirak

* Ortaklı k, ortak olma, ortaklaş ma, paydaş lı k. * (bir iş te) Yer alma, paydaş lı k etme. * (bir iş e, bir düş ünceye) Katı lma.

iş tirak etmek * katı lmak. * ortak olmak. iş tirakçi

* Ortaklı k eden, ortak olan, katı lan kimse.

* Sosyal güvenlik bakı mdan bir sandı ğa veya benzeri bir kuruma bağlıolan memur iş çi. iş tiyak * Göreceği gelme, özleme. * Güçlü istek, arzu. iş tiyak duymak * göreceğ i gelmek, özlemek. iş tiyaklı *İ ş tiyakıolan. iş ve iş veli

* Kadı nları n ilgi çekmek, gönül çelmek için takı ndı klarıhoş , aldatı cıtavı r, kı rı tma, naz, cilve, eda. * Nazlı , cilveli, edalı .

iş veren *İ ş çileri ücretle çalı ş tı ran gerçek veya tüzel kiş i, patron. iş yar it

-it -it

* Bir iş le görevli olan kimse, görevli, memur. * Köpek. * Değersiz, terbiyesiz kimse. * Bkz. -ı t / -it (I). * Bkz. -ı t / -it (II).

-it * Bkz. -t-. -it it canlı

* \343 -ı t / -it (I). * Zora, sı kı ntı ya dayanan, dayanı klı .

it diş i domuz derisi * sevilmeyen iki kiş i arası ndaki anlaş mazlı ktan duyulan hoş nutluğ u anlatı r. it elli * Ayaklarıdı ş arı ya dönük (hayvan). it gibi çalı ş mak * çok çalı ş mak, yorulmak. it hı yarı * Acıelma, acıhı yar, ebucehil karpuzu. it ite (buyurur), it de kuyruğ una * yüksünülen bir işondan ona bı rakı ldı ğı nda söylenir. it izi, at izine karı ş mak * Bkz. at izi it izine karı ş mak. it kopuk

* Değersiz, terbiyesiz, aş ağ ı lı k (kimse). it kuyruğu * Kenarlarıdüz ş erit gibi yapraklıve sapları nı n ucu koçanıandı ran, baş ak çiçekli, otsu bir bitki (Phleum). it sürüsü kadar * gereğ inden çok, oldukça kalabalı k. it ürür, kervan yürür * gerçekleş mesi doğ al olan iş lere, durumlara karş ıçı kı lsa da engellenemez. it üzümü

* Patlı cangillerden, 20-50 cm yüksekliğinde, bazıilâçları n yapı mı nda kullanı lan bir yı llı k otsu bir bitki, köpek üzümü, tilki üzümü. * Böğ ürtlen (Solanum nigrum). ita ita âmiri

* Verme, ödeme. * Ödemeye yetkili kimse.

ita emri * Hükûmetçe verilen ödeme emri, verile buyruğu. itaat

* Söz dinleme, boyun eğ me, buyruğa uymak.

itaat etmek * söz dinlemek, boyun eğmek, verilen buyruğ a uymak. itaatkâr

* Söz dinler, itaat eder, itaatli.

itaatli * Söz dinler, buyruğa uyar, itaatkâr. itaatsiz itaatsizlik

* Söz dinlemez, buyruk dinlemez, kendi baş ı na buyruk olan (kimse). *İ taatsiz olma durumu veya itaatsizce davranı ş .

itaatsizlik etmek * söz dinlememek, boyun eğ memek, buyruğa uymamak. italik * Üstten sağa doğ ru eğ ik olan (bası m harfi). İ talyan

İ talyanca itap

*İ talya halkı ndan veya bu halkı n soyundan olan (kimse). *İ talyan halkı na özgü olan. * Hint-Avrupa dil ailesinden İ talya'da konuş ulan dil. * Paylama, azarlama.

itap etmek * paylamak, azarlamak.

itboğ an itburnu

* Kaplanboğ an. * Yaban gülünün meyvesi.

itçe *İ t gibi, terbiyesiz bir biçimde, ite benzer. itdirseğ i

* Arpacı k.

ite atsan yemez * çok kötü, berbat. ite kaka

* (kaba ve hoyrat bir biçimde) İ terek; zorla. * Güçlük(ler)le.

ite ot, ata et vermek * Bkz. ata et, ite ot vermek. iteğ i * Un elerken dökülmemesi için yere serilen örtü. itekleme

*İ teklemek iş i.

iteklemek * Sürekli itmek, kakmak. iteleme

*İ telemek iş i.

itelemek * Sürekli itmek, arka arkaya itmek. itelenme

*İ telenmek iş i.

itelenmek *İ telemek iş i yapı lmak. itenek

* Piston.

iterbiyum * Atom numarası70, atom ağı rlı ğı 173,04 olan, değ erli bir element. Kı saltmasıYb. itfa

* Söndürme. * Sönüm. * Bir borcu azar azar ödeyerek kapatma, sönüm.

itfa etmek * söndürmek. * ödemek, sönümlemek. * sönümlemek. itfaiye

* Yangı n söndürme kuruluş u. *İ tfaiye aracı .

itfaiye aracı * Yangı n söndürmek üzere özel olarak donatı lmı şmotorlu araçlar. itfaiyeci

* Yangı n söndürme kuruluş unda görevli kimse, yangı n söndürücü.

itfaiyecilik *İ tfaiyecinin iş i. ithaf * (birinin) Adı na sunma, armağan etme. ithaf etmek * (birinin) adı na sunmak, armağan etmek. ithaf yazı sı * Bir kitabı n veya eserin bir kimseye sunulduğ unu belirten yazı , ithafname. ithafname *İ thaf yazı sı . ithal *İ çine alma. * Bir ülkeye baş ka ülkelerden mal getirme veya satı n alma. ithal etmek * içine almak. * bir ülkeye baş ka ülkelerden mal getirmek. ithal malı * Yurt dı ş ı ndan getirilen mal. ithalât

* Bir ülkeye baş ka bir ülkeden mal getirme veya satı n alma. * Bir ülkeye baş ka bir ülkeden alı nan malları n bütünü.

ithalâtçı *İ thalât yapan kimse. ithalâtçı lı k *İ thalatla uğraş ma, dı şülkelerden mal satı n alma veya getirme iş i. itham

* Suçlama, suçlu görme.

itham etmek (veya ithamda bulunmak) * suçlamak, suçlu görmek. ithamname * Suçlama yazı sı . iti

*İ tici güç, ilham verici.

iti öldürene sürükletirler * çı ğ ı rı ndan çı kmı şolan bir iş in düzeltilmesi, bu iş e yol açan kimseye düş er. itibar * Saygıgörme, değerli, güvenilir olma durumu, saygı nlı k prestij. * Borç ödemede güvenilir olma durumu, kredi.

itibar etmek * saygıgöstermek, saymak değ er vermek. * göz önünde bulundurmak, dikkate almak. itibar görmek * sayı lmak, kendisine değer verilmek. * aranmak, istenmek. itibar mektubu * (bir kimseye) Kredi açı lmasıiçin bir yere yazı lan mektup. itibara almak * göz önünde tutmak, hesaba katmak. itibardan düş mek * saygı nlı ğ ı nı yitirmek. itibaren itibarı yla

itibarî

* - ...den baş layarak, ...-den sonra, ...-den beri. * -den sayı lmak üzere. * Bakı mı ndan. * Gerçekten öyle olmadı ğ ıhâlde öyle sayı lan, saymaca.

itibarî hizmet zammı * Ağı r ve tehlikeli iş lerde çalı ş an görevlilerin fiilî hizmet sürelerine eklenen süre. itibarî sayfa * Saymaca sayfa. itibarlı

*İ tibarı , değ eri olan, saygı n. * Kredisi olan. * Gözde olan, önemli sayı lan.

itibarsı z *İ tibarı , değ eri olmayan. itibarsı zlaş ma *İ tibarsı zlaş mak iş i. itibarsı zlaş mak *İ tibarsı z duruma gelmek, saygı nlı ğı nı , değerini yitirmek. itibarsı zlı k *İ tibarsı z, değ ersiz olma durumu. itici *İ tme iş ini yapan. * Soğuk, benimsenilmeyen, sevimsiz, sevilmeyen, beğ enilmeyen. iticilik *İ tici olma durumu. itidal

* Aş ı rıolmama durumu, ı lı mlı lı k, ölçülülük. * Soğukkanlı lı k.

itidal sahibi

* Ölçülü, ı lı mlı(kimse). * soğukkanlı . itidalini kaybetmek * aş ı rı lı ğ a kapı lmak soğ ukkanlı lı ğ ı nı yitirmek. itidalini muhafaza etmek * kendini aş ı rı lı ğ a kaptı rmamak; kendini tutmak. itidalli itikâf

itikâl itikat

itikatlı

* Ölçülü, ı lı mlı , soğ ukkanlı , mutedil. * Kendini bir konuya verme. * Dünya iş lerinden vazgeçip bir yere kapanma, ibadet etme. * Aş ı nma, erozyon. *İ nanma, inan. *İ nanç, iman. *İ tikadıolan, inançlı , imanlı .

itikatsı z *İ tikadıolmayan inançsı z, imansı z. itikatsı zlı k *İ tikatsı z olma durumu inançsı zlı k, imansı zlı k. itilâ

* Yükselme, yücelme.

itilâ etmek * yükselmek, yücelmek. itilâf * Anlaş ma, uyuş ma, uzlaş ma. itilâf etmek * anlaş mak, uyuş mak, uygun olmak. itilâfçı

itilâfçı lı k itiliş

* Anlaş ma, uyuş ma yanlı sıolan (kimse). * Meş rutiyet döneminde Hürriyet ve İ tilâf Cemiyeti üyesi veya yanlı sı olan kimse. *İ tilâfçıolma durumu. *İ tilmek iş i veya biçimi.

itilme *İ tilmek iş i. *İ ğ renç, ayı p veya elde edilemez görünen düş üncelerin kiş ide bilinç altı na sürülmesi. itilmek *İ tmek iş i yapı lmak. itimat

* Güven, güvenç. itimat beslemek * güven duymak, güvenmek. itimat etmek * güvenmek. itimat mektubu * Güven mektubu, itimatname. itimat telkin etmek * güven vermek. itimatlı * Güvenilir. itimatname * Güven mektubu, itimat mektubu. itimatsı z

* Baş kaları na güveni olmayan, güvensiz. * Güven vermeyen.

itimatsı zlı k * Güvensizlik. itin götüne (veya kı çı na) sokmak * rezil etmek. itin kuyruğunda * pek çok, pek bol. itina

* Özen, ihtimam.

itina etmek * özenmek, özen göstermek. itinalı

* Özenli.

itinası z * Özensiz. itinası zlı k * Özensizlik. itiraf

* Baş kaları nca bilinmesi sakı ncalı görülen bir gerçeğ i saklamaktan vazgeçip açı klama, söyleme, bildirme.

itiraf etmek * baş kaları nca bilinmesi kendi için sakı ncalı görülen bir gerçeğ i saklamaktan vazgeçip açı klamak, söylemek, bildirmek. * kabul etmek. itirafçı itiraz

*İ tiraf eden (kimse). * Bir düş ünce veya kararıbenimsemeyerek karş ıçı kma. * Söylenecek söz, karş ısöyleme.

itiraz etmek * bir düş ünce veya kararı n karş ı tı nıileri sürmek, karş ıçı kmak. itirazcı itirazsı z

* Her ş eye karş ı çı kan, muteriz. *İ tiraz etmeden, karş ıçı kmadan, olduğ u gibi.

itiş *İ tmek iş i veya biçimi. itişkakı ş *İ terek. itiş ip kakı ş mak * birbirini itmek. * birbirini iterek ş akalaş mak. itiş me itiş mek

itiş tirme

*İ tiş mek iş i. * Birbirini itmek. * Birbirini iterek ş akalaş mak. *İ tiş tirmek iş i.

itiş tirmek *İ tiş mek iş ini yaptı rmak. * Kı mı ldatarak itmek. itiyat * Alı ş kanlı k, huy. itiyat etmek (veya edinmek) * alı ş kanlı k hâline getirmek. itizar

* Özür dileme.

itizar etmek * özür dilemek. itki * Tepi. itlâf

* Öldürme, yok etme, telef etme.

itlâf etmek * öldürmek, yok etmek, telef etmek. itlenme

*İ tlenmek iş i.

itlenmek * Terbiyesizce davranmak. itleş me

*İ tleş mek iş i. itleş mek *İ tlenmek. itlik itmam

*İ t olma durumu veya itçe davranı ş . * Bitirme, tamamlama.

itmam etmek * bitirmek, tamamlamak. itme *İ tmek iş i. itmek

itminan

* Bir ş eyi güç uygulayarak ileri götürmek. * (kapı , pencere vb. için) Güç uygulayarak açmak veya kapamak. * Bulunduğ u yerden aş ağ ıdüş ürmek. * Sürüklemek, sevk etmek. * Bir cisim, belli bir yakı nlı ktaki baş ka bir cismi kendisinden uzaklaş maya zorlamak, çekmek karş ı tı . *İ nanma, güvenme.

itriyum

* Atom numarası39, atom ağı rlı ğı 88,92 olan, seryum filizlerinde bulunan, gri renkli, 4,6 yoğunluğ unda değ erli element. Kı saltmasıY. itriyumlu

* Özünde itriyum bulunduran.

ittı rat * Tekdüze olma durumu, düzenlilik. ittifak

* Anlaş ma, uyuş ma, bağ laş ma. * Oy birliği.

ittifak etmek * anlaş mak, uyuş mak, bağ laş mak. ittifakla ittihat

* Oy birliği ile. * Birleş me, birlik kurma, bir olma.

ittihat etmek * birleş mek. ittihatçı * Birleş me, birlik oluş turma yanlı sıolan (kimse). * Meş rutiyet döneminde İ ttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi veya yanlı sıolan (kimse). ittihatçı lı k *İ ttihatçıolma durumu. ittihaz

* Sayma, tutma.

* Alma. ittihaz etmek * saymak, tutmak, ... olarak görmek. * almak, gerekeni yapmak. ittirme *İ ttirmek iş i veya durumu. ittirmek ittisal

ivaz

ivazlı

ivazsı z

ivdirme ivdirmek ivecen

*İ tmek iş ini yaptı rmak. * Bitiş me. * Dokunma, değ me, temas etme. * Ödün. * Karş ı lı k. * Ödünlü. * Karş ı lı ğ ıolan. * Ödünsüz. * Karş ı lı ksı z. * Edim. *İ vdirmek iş i. * (hareket durumunda olan bir nesnenin hareketini) Çabuklaş tı rmak. * Çabuk davranma alı ş kanlı ğı nda olan, iveğen, evecen, aceleci, acul.

ivecenlik *İ vecen olma durumu, acele, acelecilik. ivedi

* Çabuk davranma zorunluluğ u, acele. * Çabuk yapı lan, ivedili, acil, müstacel.

ivedilenme *İ vedilenmek iş i. ivedilenmek * Tez canlı lı k etmek, acele etmek, istical etmek. ivedileş me *İ vedileş mek iş i. ivedileş mek *İ vedi duruma gelmek. ivedileş tirme *İ vedileş tirmek iş i. ivedileş tirmek *İ vedi duruma getirmek.

ivedili ivedilik ivedilikle

* Çabuk, hemen yapı lmasıgereken, evgin, müstacel. * Çabuk, hemen yapı lma gerekliğ i, müstaceliyet, istical. * Tez elden, çabuk yapı lma gerekliliğ iyle, müstacelen.

iveğen *İ vecen. * Çabuk ilerleyen, hâd, akut. ivesi * Beyaz vücutlu, kahverengi, kirli sarıveya siyah baş lı , tek parçalıyuvarlak ve yağsı z bir uçla son bulan yağ lı kuyruklu, kaba karı ş ı k yapağı lı , yaygı n olarak Güney Doğu Anadolu bölgesinde yetiş tirilen, süt verimi yüksek bir koyun türü. ivgi

* Ağaç oymaya yarar kesici araç.

ivinti * Çabukluk, hı z, sür'at. ivinti yeri * Akarsuları n, yatakları ndaki çok eğ imli bölgelerde köpürerek, kaya döküntüleri arası ndan hı zla aktı klarıyer. ivme

ivmek

*İ vmek iş i. * Hareket eden nesnenin küçük bir zaman içinde hı zı nda oluş an değ iş menin bu zamana oranı . * Çabuk davranmak, acele etmek.

ivmeölçer * Bir hareketin ivme niceliğ ini belirten, taş ı tı n hı zlanması ndan doğ an sarsı ntı ları , titreş imleri gösteren araç, hı zölçer, akselerometre. ivmeyazar * Bir hareketin ivmesini çizerek belirleyen araç, akselerograf. iye * Kendisinin olan bir ş eyi, yasaya uygun olarak dilediğ i gibi kullanabilen kimse, sahip. iyelik

* Kendisinin olan bir ş eyi yasa çerçevesi içinde istediğ i gibi kullanabilme hakkı nıtaş ı ma durumu, sahiplik,

mülkiyet. iyelik eki

*İ sim soylu kelimeye eklenerek kime veya neye ait olduğunu bildiren ek, mülkiyet eki.

iyelikli tamlama *İ yelik eklerinden birini almı ştamlama. iyesi olmak * bir ş eyi elinde bulundurmak, yasaya uygun olarak dilediğince kullanabilmek, sahip olmak. iyi *İ stenilen, beğ enilen nitelikleri taş ı yan, beğenilecek biçimde olan, kötü karş ı tı . * Bol, yararlı , kazançlı . * Uğ urlu, hayı rlı , iyilik getiren.

* Esen, sağlı klı . * Yerinde, uygun. * Yeterli, yetecek miktarda olan. *İ stenilen, beğ enilen, yerinde, yararlı , uygun bir biçimde. iyi (veya temiz) işaltıayda çı kar * doğ ru dürüst yapı lmasıistenen işuzun zaman ister. iyi etmek

* iyileş tirmek, hastalı ktan kurtarmak. * uygun, yerinde bir davranı ş ta bulunmak. * soymak, parası nı , malı nıalmak.

iyi gelmek * yaramak. * (giyecek için) üstüne olmak, uygun olmak. * uğurlu gelmek. iyi gitmek * (bir iş ) yolunda olmak. * yakı ş mak. iyi gözle bakmamak * hakkı nda iyi düş ünmemek. iyi gün

* Refah ve huzur içinde geçen zaman.

iyi gün dostu * Dostları nı n sı kı ntı lızamanları nda onlardan kaçan kimse. iyi gün dostu olmak * sadece iyi günlerde görünmek. iyi hâl * Bir kimsenin yaş ayı ş ı nda kötü ve sakı ncalıbir durum olmama hâli, hüsnühâl. iyi hâl belgesi * Bir kimsenin yaş ayı ş ı nda kötü bir ş ey bulunmadı ğı nıveya sabı kası z olduğ unu gösteren, resmî kuruluş larca verilen belge, hüsnühâl kâğ ı dı . iyi hoş(ama) * bir görüş e karş ı t bir düş ünceyi söylerken kullanı lı r. iyi iş(doğ rusu) * beğ enilmeyen bir olay, bir durum karş ı sı nda ş aş kı nlı ğ ıanlatı r. iyi kalpli

* Baş kalarıiçin hep iyilik düş ünen.

iyi ki * güzel bir rastlantı olarak, ne mutlu. iyi kötü iyi niyet iyi olmak

* Ne çok uygun, ne de çok aykı rı ,ş öyle böyle. * Herhangi bir kimse veya konuda hiçbir kötü düş ünce beslememe, hüsnüniyet. * hastalı ktan kurtulmak, iyileş mek. * yerinde olmak.

* uygun gelmek. iyi saatte olsunlar * cin ve perilerden söz edilirken kullanı lı r. iyi söylemek * övmek. iyi yürekli * Bkz. iyi kalpli. iyice

iyicene

*İ yiye yakı n. * Çok, gereği gibi, nerdeyse tamamen. * Tam olarak, adamakı llı .

iyicil *İ yilik etmeyi seven, hayı rhah. * (hastalı k için) Sonu iyi, tehlikesiz, kötücül olmayan. iyiden iyiye * Adam akı llı , çok iyi, gereği gibi. iyileş me iyileş mek

*İ yileş mek iş i. *İ yi duruma gelmek. * Hastalı ktan kurtulmak, sağlı ğıyerine gelmek, salâh bulmak.

iyileş tirme *İ yileş tirmek iş i, ı slah. iyileş tirmek *İ yileş mesini sağ lamak, sağ lı ğ ı na kavuş turmak, tedavi etmek. * Eksikliğ ini, bozukluğ unu gidermek, ı slah etmek. iyiliğ i dokunmak * yararlıolmak, yararı nıgörmek. iyilik *İ yi olma durumu, salâh. * Karş ı lı k beklenilmeden yapı lan yardı m, kayra, lütuf, kerem, ihsan, inaye. * Sağlı ğıyerinde olma durumu, esenlik. * Yarar veya elveriş lilik, nimet. iyilik bilmek * kendisine yapı lan iyiliği unutmamak. iyilik etmek (veya yapmak) * yararlıiş ler yapmak, yardı mcıolmak. iyilik görmek * maddî, manevî yardı m görmek. iyilik güzellik * Sağlı klıolma durumu, iyilik sağ lı k. iyilik perisi * Maddî, manevî yardı mda bulunan (kimse).

iyilik sağ lı k * Nası lsı nı z sorusuna karş ı lı k olarak sağlı klıve iyi durumda olunduğunu anlatı r. iyilikbilir

* Değerbilir, kadirş inas.

iyilikbilirlik * Değerbilirlik, kadirş inaslı k. iyilikçi * Herkesin iyiliğini isteyen, herkese iyilik etmesini seven, hayı rhah, hayı rsever. iyilikçilik iyilikle

*İ yilikçi olma durumu. * Tatlıdille, iyi davranı ş la.

iyiliksever *İ yilikçi, hayı rsever. iyilikseverlik *İ yiliksever olma durumu, hayı rseverlik. iyimser

* Genel olarak her düş ünce ve iş i iyi olarak değ erlendiren, kötümser karş ı tı , nikbin, optimist.

iyimserlik * Genel olarak her düş ünce ve iş i iyi olarak değ erlendiren bir tutum veya kiş ilik özelliği, nikbinlik, optimizm. * Her ş eyi en iyi yanı ndan gören, her durumda iyi bir çı kı şyolu uman dünya görüş ü, nikbinlik, optimizm. *İ nsanlı ğı n ilerlemesine, bütün durum ve ş artları n iyiye gideceğ ine inanan öğretilerin genel adı . iyisi iyisi mi

* en doğru olanı . * yapı lacak en doğ ru, en uygun olan iş .

iyiye çekmek * bir düş ünce veya olayıolumlu yönüyle değerlendirmek. iyiye iyi, kötüye kötü demek * hatı r için söz söylememek, dürüst olmak. iyodür

*İ yodun bir element veya bir birleş ikle verdiği birleş im.

iyon

* Bir veya daha çok elektron kazanmı şveya yitirmişbir atom veya bir atom grubundan oluş muşelektrik yüklü parçacı k, yükün. iyon yuvarı * Yer atmosferindeki atom ve moleküllerin güneşı ş ı nları yla iyonlaş tı ğ ı80-400 km yükseklikler arası ndaki katman. iyonik

*İ yonlardan oluş an, iyonlarla ilgili.

iyonlanma *İ yonlaş ma.

iyonlaş ma * Moleküllerin parçalanması yla veya atomlara, moleküllere, molekül grupları na elektron katı lması veya çı karı lması yla iyonları n oluş ması . iyonlaş tı rma *İ yonlaş tı rmak iş i. iyonlaş tı rmak * Bir ortamda iyonlar oluş turmak. iyot * Atom numarası53, atom ağı rlı ğı 126,92 olan, tabiatta, deniz suyunda sodyum iyodür durumunda rastlanı lan, bazıdeniz bitkilerinde de çokça birikmişolarak bulunan, mavimtı rak esmer renkte katı bir element. Kı saltmasıI. iyotlama

*İ çme suları ndaki mikropları n iyot etkisiyle giderilmesi. * Organik bir birleş ikte hidrojenin iyotla yer değiş tirmesi.

iyotlu tuz * Homojen karı ş tı rı lmı şen az % 0,007 iyot içeren yemek tuzu (NaCl). iz * Bir ş eyin geçtiğ i veya önce bulunduğ u yerde bı raktı ğ ıbelirti, niş an, alâmet. * Bir ş eyin dokunması yla geride kalan belirti. * Bir olay veya bir durumdan geride kalan belirti, ip ucu, emare. * Bir olay, bir durum veya yaş ayı ş tan geride kalan belirti, eser. * Bir düzlemin baş ka bir düzlemle veya bir doğ ru ile kesiş mesinden doğan ara kesit. -iz -iz -iz

* Bkz. -z (I). * \343 -z (II). * \343 -ı z (III).

iz bı rakmak * etkisini kalı cıduruma getirmek. iz düş ümlü *İ z düş ümü olan. iz düş ümsel * Bir düzlem üzerine iz düş ürülen biçimlerin bozulması ndan kalan (özellikler). iz düş ümü * Bir ı ş ı k kaynağı ndan çı kan ı ş ı nlarla ekran üzerinde görüntü oluş turma, projeksiyon. * Bu biçimde oluş turulan görüntü, projeksiyon. *İ z düş ümü düzlemi denilen bir düzlem üzerinde, bazıgeometri kuralları na uygularak bir cismin gösterilmesi, irtisam, mürtesem. iz sürmek * izlemek, arkası ndan gitmek, takip etmek. * av sı rası nda hayvanı n ayak izlerine bakarak gittiğ i yeri bulmaya çalı ş mak. izabe

* Madenleri ergitme, sı vıdurumuna getirme.

izabe fı rı nı * Maden ergitme ocağı .

izabe noktası * Madenin sı vı duruma getirildiğ i derece. iz'aç

* Bunaltma, tedirgin etme, başağrı tma, can sı kma.

iz'aç etmek * bunaltmak, tedirgin etmek, başağ rı tmak. izafe * (bir ş eye veya bir kimseye) Bağ lama, mal etme, yakı ş tı rma. * Katma, ekleme, ilâve etme. izafe etmek * bağ lamak, yüklemek, mal etmek. * katmak, eklemek, ilâve etmek. izafet * Bağ ı ntı , görelik. izafeten

izafî izafîlik izafiye

* (bir ş eye veya kimseye) Bağlanarak, dayanarak, iliş ik olarak, mal edilerek. * (bir kimsenin adı na) Saygı göstermek amacı yla. * Bağ ı l, bağ ı ntı lı , göreli, göreceli, nispî rölâtif. * Bağ ı l olma durumu, bağ ı ntı lıolma durumu, görelik, görecelik. * Bağ ı ntı cı lı k, görecilik, rölâtivizm.

izafiyet * Bağ ı ntı lı lı k, görelilik, bağ ı llı k, görelik, rölâtivite. izah

* Açı klama.

izah etmek * açı klamak, ayrı ntı lı bilgi vermek. izahat

* Açı klamalar.

izahat vermek (veya izahatta bulunmak) * açı klamalarda bulunmak, ayrı ntı lıbilgi vermek. izahlı izale

* Açı klamalı . * Yok etme, giderme.

izale etmek * yok etmek, gidermek. izaleiş üyu * Bir mülk üzerindeki ortaklı ğı giderme. izam

* (bir kimseyi) Gönderme, yollama. izam * Olduğundan büyük gösterme, büyütme, abartma. izam etmek * büyütmek, abartmak. izamik iz'an

* Bağ ı l olma durumu, bağ ı ntı lıolma durumu, görelik, görecelik. * Anlayı ş , anlama yeteneğ i.

iz'an etmek * anlayı ş lıdavranmak, düş ünmek. iz'anıyok * anlayı ş sı z, kavrama yeteneğ i zayı f. iz'anlı iz'ansı z

* Anlayı ş lı , düş ünceli. * Anlayı ş sı z, düş üncesiz.

iz'ansı zca * Anlayı ş sı z (bir biçimde); akı lsı zca, düş üncesizce. iz'ansı zlı k * Anlayı ş sı zlı k, düş üncesizlik. izaz

* Ağı rlama.

izaz etmek * ağ ı rlamak. izazüikram * Saygıgösterme ve ağı rlama. izbe

izbelik izbiro

* Bası k, loş , nemli, kuytu (yer). * Sapa. *İ zbe yer. * Çeş itli yükleri yukarı çekmek için halattan yapı lmı şsapan.

izci

*İ z güderek aradı ğ ı nı bulabilen kimse, keş ş af. * Dayanı ş ma ve yardı mlaş ma duyguları nı geliş tirmek, ruhça ve bedence güçlendirilmek için kamplarda ve okullarda eğ itilen genç. izcilik

*İ zci olma durumu veya izcinin yaptı ğı iş . * Gençleri ruh ve bedence sağ lam ve yararlıbir biçimde yetiş tirmeyi amaçlayan dünya çapı ndaki spor ve eğ itim örgütü. izdiham

* Aş ı rıkalabalı kta sı kı ş ma, yı ğ ı lma. izdivaç * Evlenme. izdivaç etmek * evlenmek. izdüş üren * Bir biçimin bir düzlem üzerindeki iz düş ümünde, biçimin her noktası nıiz düş ümüyle birleş tiren (doğ ru). izhar

* Belirtme, gösterme, açı ğ a vurma.

izhar etmek * açı ğ a vurmak, belirtmek, göstermek. izi belirsiz olmak * iz bı rakmadan ortadan çekilmek. izi silinmek * ortadan yok olmak, kaybolmak. izin

* Bir ş ey yapmak için verilen veya alı nan özgürlük, müsaade, ruhsat, icazet, mezuniyet. * Bir kimseye çalı ş tı ğ ıyerce verilen tatil.

izin almak * bir ş ey yapmak için onay sağlamak. izin çı kmak * bir ş ey yapmada serbest bı rakı lmak. izin istemek * bir ş eyi gerçekleş tirmek amacıile onay almaya kalkmak. izin koparmak * üst makamdan güçlükle izin almak. izin vermek * birini bir ş ey yapmada serbest bı rakmak. * iş ine son vermek, hizmetinden çı karmak. izinden yürümek * birine içten bağ lanarak onun baş ladı ğıiş i aynı anlayı ş la sürdürmek. izine basmak * gözden uzaklaş tı rmayarak ne yaptı ğı nıgözetlemek. izine dönmek * bir karar veya yargı dan geri dönmek, bir karardan vazgeçmek, rücu etmek. izine düş mek * av hayvanları nı n, gittiğ i yolu izleyerek arkaları ndan gitmek. izine uymak * düş ünce ve davranı ş ları nıbenimsemek. izini düş ürmek * iz düş ümünü çı karmak. izini kaybetmek

* bir kimse hakkı nda bilgi alamamak. izinli *İ zin alarak belli bir süre için bir yerden ayrı lmı ş , mezun. izinname

izinsiz

* Bı rakma veya çı karma kâğ ı dı . * Bir nikâhı n kı yı lmasıiçin kadıtarafı ndan verilen izin kâğ ı dı . * Ceza olarak hafta sonu veya tatil günü çı kması na izin verilmeyen (asker veya yatı lı öğrenci). * Bu cezanı n adı . *İ zin almadan.

izinsizlik *İ zinsiz olma durumu. izlek izlem izleme

* Keçi yolu, patika. *İ zlemek iş i, izleme, takip. *İ zlemek iş i, takip.

izlemek * Birinin veya bir ş eyin arkası ndan gitmek, takip etmek. * (zaman, süre, sı ra vb. için) Sonra gelmek, arkası ndan gelmek; olmak. * Bir olayı n geliş imini gözden geçirmek. * Eğ lenmek, görmek, öğrenmek için bakmak, seyretmek. * Belirli bir yönde gitmek. * Gözlemek, incelemek. * Belirli bir tutum, davranı şveya düş ünceyi benimsemek. * Bir ş eye uymak, bağ lı olmak. * Herhangi bir olayla ilgilenmek. izlence

* Program.

izlenim

* Bir durum veya olayı n duyular yolu ile insan üzerinde bı raktı ğ ıetki, intiba. * Uyaranları n, duyu organlarıve iliş kili sinirler üzerindeki etkileri veya belirli bir durumun kiş i üzerindeki çözümlenmemişbütün etkisi, intiba. izlenim vermek * etki bı rakmak. izlenimci

*İ zlenimcilik yanlı sı olan (sanat veya sanatçı ), empresyonist. * Kesin bir doğ ruluğ u olmayı p duyumlara, izlenime dayanan.

izlenimcilik * Doğayı , gerçekte olduğ u gibi bütün ayrı ntı ları na bağ lıkalarak değil, ondan edinilen izlenimin ölçüsüne göre anlatan; doğ rudan doğruya gerçeğ i, nesneyi değ il de, onun sanatçı da uyandı rdı ğ ıduyumları veren sanat akı mı , empresyonizm. * Sanatta, dı şetkilerin içe yansı ması , içte izler bı rakması ve bu izlere dayanarak sanat eserlerini yaratması . izleniş *İ zlenmek iş i veya biçimi. izlenme

*İ zlenmek iş i. izlenmek *İ zlemek iş i yapı lmak, takip edilmek. izletilme

*İ zletilmek iş i.

izletilmek *İ zlenmesi sağ lanmak. izletme

*İ zletmek iş i.

izletmek *İ zlemek iş ini yaptı rmak. izleyici izleyiş

*İ zlemek iş ini yapan (kimse). *İ zlemek iş i veya biçimi.

izmarit

*İ zmaritgillerden, pullu ve kı lçı klıbir çeş it ufak balı k (Maena smraris). Küçük boy olanları na koncur, irilerine kanal izmariti denir. *İ çilmişsigara artı ğ ı . izmaritgiller * Örnek hayvanıizmarit olan kemikli balı klar familyası . izmihlâl

* Yı kı lma, çökme.

İ zmir köfte * Kı yma, soğan, maydanoz, ı slatı lmı şekmek içi, yumurta, domates, yeş il biber, sarı msak ve yağ kullanı lması yla hazı rlanan ve kı sı k ateş te piş irilen bir yemek türü. İ zmir köftesi *İ zmir köfte. izobar

* Eşbası nç.

izobar eğrisi * Bkz. eşbası nç eğ risi. izohips

* Eşyükselti.

izohips eğ risi * Bkz. eşyükselti eğrisi. izolâsyon izolâtor izole

* Yalı tı m, tecrit. * Yalı tkan. * Yalı tı lmı ş , tecrit edilmiş .

izole bant * Akı m geçirilecek çı plak elektrik tellerini, birbirlerinden veya baş ka iletkenlerden yalı tmak için kullanı lan sargı . izole etmek * yalı tmak. * yalnı z bı rakmak. izomer

* Aynıoranlarda birleş mişaynıelementlerden oluş an, fakat moleküllerinde atom gruplaş malarıdeğiş ik olduğ u için birbirlerinden farklıözellikler gösteren (maddeler). izomeri izomerik

* Cisimlerin niteliği. *İ zomeri ile ilgili olan.

izomerleş me * Bir maddenin bunun izomeri olan baş ka bir maddeye doğrudan doğ ruya veya kimyasal bir etkiyle geçme. izometri izomorf

* Eş ölçüm. * Eşbiçim.

izomorfik * Eşbiçimli. izomorfizm * Eşbiçimlilik. izomori

* Eşbiçim.

izomorlik * Eşbiçimli. izoterm

* Eşsı cak.

izoterm eğ risi * Bkz. eşsı cak eğrisi. izotop izzet

* Yalnı z atomları nı n kitleleri yönünden birbirinden farklı olan (aynıkimyasal element). * Büyüklük, yücelik, ululuk.

izzetinefis * Onur, öz saygı . izzetinefse dokunmak * onuruna dokunmak; gücüne gitmek. izzetinefsine yedirememek * onursuz kalmayıkabul edememek, düş künlüğü veya zavallı lı ğıreddetmek. izzetüikbal * Saygı nlı k.

izzetüikram * Ağı rlama. jJ

* Türk alfabesinin on üçüncü harfi. Je adıverilen bu harf ses bilimi bakı mı ndan fı ş ı ltı lı ötümlü dişeti ünsüzünü gösterir. jagar jaguar

* Bkz. jaguar. * Kedigillerden, Orta ve Güney Amerika'da yaş ayan, postu, iri benekli memeli türü (Felis onca).

jaketatay * Resmî ziyaret ve davetlerde erkeklerin giydikleri, arkası yı rtmaçlı , etekleri uzun ve ön köş eleri yuvarlak kesilmişceket. jaketataylı * Jaketatayıolan. jakoben

* Fransa'da Aziz Dominicus tarikatı na bağlırahip ve rahibelere verilen ad.

jakobenizm * Jakoben yanlı sıolma. jakuzi

* Sağlı k havuzu.

jale * Gece yağ an ve yapraklara konan ince nem, çiğ, kı rağ ı . jalûzi

*İ çeriden görülmeksizin dı ş arı yıgörmeyi sağ layan, ş erit biçiminde metal veya plâstik levhalardan yapı lmı ş bir tür pencere kapama düzeni, ş erit perde. jambon

* Tuzlama veya dumanlama yoluyla hazı rlanmı şdomuz budu veya kolu, domuz pastı rması .

jambonluk * Jambon yapmaya elveriş li domuz eti. jandarma

* Yurt içinde genel güvenliğ i ve kamu düzenini korumakla görevli, yasa ve nizamları n koyduğ u hükümlerin yürütülmesini ve bunlara dayanan hükûmet emirlerinin yerine getirilmesini sağlayan silâhlıaskerî kuvvet. * Bu kuvvette görevli olan kimse. * Açı kgöz. jandarmalı k * Jandarmanı n görevi. * Açı kgözlülük. janjan janjanlı janr

* Yanardöner, ş anjan. * Yanardöner olan. * Çı ğı r, tarz, cins.

jant Japon

* Taş ı tlarda, lâstiklerin takı ldı ğ ıtekerleğin çember biçimindeki bölümü, ispit. * Japonya halkı ndan veya bu halkı n soyundan olan (kimse). * Japon halkı na özgü olan (ş ey).

Japon armudu *İ ki çenekliler sı nı fı ndan olup Japonya'da ve Çin'de yetiş en bir bitki türü. Japon bezi * Japonya'da üretilen bir bez. Japon denizi * Büyük Okyanus'ta Japon takı madalarıKore kı yı ları ve Sovyet uzak doğ usu arası nda yer alan deniz. Japon elması * Japonya'ya özgü bir bitki türü. Japon gülü * Kamelya. Japon hurması * Trabzon hurması . Japon kaktüsü * Sütleğ en. Japon sarmaş ı ğı * Asmagillerden, ana yurdu Çin ve Japonya olan, sülüklerinin ucu duvarlara tutunmak için genellikle daire biçiminde geniş lemişolan sarı lı cıbir süs bitkisi (Ampelopsis japonica). Japonca japone

jargon

* Japon dili. * Uzun kollu kadı n giysisi için omuz kesimi olmayan, bol ve geniş . * (kadı n giysisi için) Kolsuz. * Dar bir çerçeveye özgü dil, argo.

jarse * Esnek dokunmuşipekli veya yünlü bir kumaş . * Bu kumaş tan yapı lan veya esnek örülmüş(giyecek). jartiyer * Çoraplarıdizin altı nda veya üstünde tutmaya yarayan lâstikli bağ. je jel

* Türk alfabesinin on üçüncü harfinin adı . * Tedavi amacı yla kullanı lan jöle yapı sı nda bir krem türü.

jelâtin

* Daha çok hekimlik ve fotoğ rafçı lı kta kullanı lan, hayvanları n kemik ve kı kı rdak gibi dokuları ndan veya bitkisel yosunlardan elde edilen saydam, renksiz, kokusuz bir madde. jelâtinleme * Jelâtinlemek iş i.

jelâtinlemek * (bir yeri veya ş eyi) Jelâtin ile kaplamak. jelâtinli

* Jelâtinden yapı lmı şveya jelâtinle kaplanmı ş .

jeloz * Bkz. Agaragar. jen

* Gen.

jenerasyon * Kuş ak, nesil. jeneratör

* Üreteç, dinamo.

jenerik * Bkz. tanı tma yazı sı . jenosit jeodezi

* Soy kı rı mı , katliam. * Yer ölçme bilgisi.

jeodinamik *İ ç (volkan, deprem vb.) ve dı ş(aş ı nma) etkenlerle yer kabuğunda oluş an değ iş ikliklerin incelenmesi. jeofizik * Yer yuvarlağ ı nıve atmosferi etkileyen doğ al fiziksel olayları n incelenmesi. jeofizikçi jeokimya jeolog

* Jeofizik uzmanı . * Yer kabuğ unu oluş turan kimyasal ögelerin tümü. * Yer bilimci.

jeoloji * Yer bilimi. jeolojik

* Yer bilimi ile ilgili.

jeomorfolog * Jeomorfoloji uzmanı . jeomorfoloji * Yeryüzü engebelerini ve aş ı nma ile ilgili geliş imleri inceleyen bilim. jeopolitik * Coğ rafya, ekonomi, nüfus vb.nin bir devletin politikası üzerindeki etkisi. * Bir devlette bir bölgede uygulanan politikayla o yerin coğrafyasıarası ndaki iliş ki. * Bir devletin saldı rgan nitelikteki geniş lemesini, ekonomik ve siyasî coğ rafya açı sı ndan haklıkı lmaya yönelik siyasî öğ reti. jeosantrik * Yer özekçil.

jeosantrizm * Yer özekçilik. jeosenklinal * Yer kabuğ unun uzun bir süre çöken, buna bağ lı olarak kat kat kalı n tortullarla dolmuşbulunan bölümü. jeosismik

* Bir patlama sonucu, derinlemesine yayı lan dalgaları n incelenmesi yoluyla (yeryüzü katmanları ndaki madenleri) araş tı rma yöntemi. jeotermal * Sı caklı ğ ı , yer içinde kalmaya veya buradan geçmeye bağlıolan ı sı . jeotermal enerji * Yer altı ndan çı kan sı cak su veya sı cak su buharı ndan elde edilen enerji. jeotermi

* Yerkürede oluş an ı sıolayları nı n incelenmesi. * Yerküreyle ilgili ı sış artlar ı nı(sı caklı kları n dağ ı lı mı ,ı sıalı şveriş i vb.) inceleyen jeofizik dalı .

jeotermik * Jeotermi ile ilgili. jeotropizma * Yere yönelim. jersey

* Sarı ve kahverenginden esmere kadar değiş en renkte et tutmayan, kemikleri belirgin, sakin bakı ş lı bir kültür ı rkı sı ğı rı . jest

jet

* Herhangi bir ş eyi açı klamak için genellikle el, kol veya başile yapı lan içgüdüsel veya iradeli hareket. * Genellikle yerinde yapı lan ve beğenilen davranı ş . * Tepkili uçak.

jet gibi * hı zla, son sür'atle. jet motoru * Yüksek bası nçla ve çok büyük hı zla gaz akı ş ı nıpüskürtme sistemiyle en yüksek düzeyde itme gücü yaratan motor, tepkili motor. jet yakı tı * Jet motorları nı n çalı ş ma sistemine göre ayrı ş tı rı lmı şrenksiz benzin. jeton

* Telefonda, türlü oyunlarda garsonları n kasa ile hesaplaş ması nda para yerine kullanı lan küçük, metal veya plâstik marka. jeton geç düş mek * konuş ulan veya sözü edilen konuyu geç anlamak, geç intikal etmek. jetoncu

* Jeton satan kimse.

jig * Bir Orta Çağçalgı sı . jigolo

* Geçimi yaş lıve zengin bir kadı n tarafı ndan sağ lanan genç, erkek sevgili, tokmakçı . jigolo tutmak * (yaş lı , zengin bir kadı n) genç bir erkekle iliş ki kurmak. jigololuk jikle jile

* Jigolo olma durumu. * Motorlu taş ı tları n yüksek devirde çalı ş masıiçin fazla benzin akı ş ı nısağ layan alet. * Daha çok kadı nları n blûz üzerine giydikleri yelek.

jilet *İ nce çelikten yapı lmı ş , iki yanıkeskin tı raşbı çağ ı . jilet gibi

* çok keskin.

jimnastik

* Vücudu çevikleş tirmek ve güçlendirmek için yapı lan alı ş tı rmaları n tümü, idman, kültürfizik. * Erkeklerde, yer alı ş tı rmaları , barparalel, barfiks, halkalar ve kulplu beygir; kadı nlarda yer alı ş tı rmaları , eş it olmayan çubuklar, barfiks, denge kalası alı ş tı rmaları nıiçeren yarı ş ma disiplini. jimnastik yapmak * vücudu çevikleş tirmek ve güçlendirmek için hareket yapmak. jimnastikçi * Jimnastik yapan sporcu. * Jimnastik öğ retmeni. jin jinekolog

* Bkz. cin. * Jinekoloji uzmanı hekim, nisaiye uzmanı .

jinekoloji nisaiye. jip

* Kadı n organizması nıve cinsel organları nı fizyolojik, morfolojik ve patolojik bakı mdan inceleyen bilim, * Kadı n hastalı kları nıkonu edinen tı p dalı , nisaiye. * Bkz. cip.

jips * Alçı taş ı . jiujitsu jiujitsucu jogging

* Güçten çok yönteme dayanan, çı plak elle savunma tekniğ i; Japon güreş i. * Jiujitsu yapan sporcu. * Kı rda, ormanda vb. yerlerde yapı lan koş u sporu.

jokey * Bkz. Cokey. jorjet

* Bürümcük görünüş lü, çok bükümlü, genellikle pamuk iplikleri ile dokunmuşbir kumaş . * Bu kumaş tan yapı lmı şolan. jöle

jön

* Meyve suyunun ş ekerle kaynatı lması yla istenilen yoğ unlukta elde edilmişş ekerleme. * Et suyunun soğuduktan sonra gevş ek ve esnek bir kı vam almı şdurumu. * Saçı n düzgün bir biçimde uzun süre kalması nısağ layan yağlı , parlak ve yapı ş kan madde. * Genç. * Önemli rollerde oynayan genç oyuncu, jönprömiye.

jönprömiye * Jön. judo

* Jiujitsudan geliş miş , silâhsı z olarak, tutmalara, fı rlatmalara, hareketsiz bı rakmalara dayanan Japon kökenli dövüşsporu. judocu

* Judo yapan kimse.

jul * Bir cisim üzerine uygulanan bir nevtonluk kuvvetin uygulama noktası nı , kendi doğ rultusunda bir metre değ iş tiren işbirimi. jurnal * Biriyle ilgili olarak yetkililere verilen kötüleme, ihbar yazı sı . * Günlük. jurnal etmek * biriyle ilgili olarak yetkililere kötülemek, ihbar yazı sıvermek veya böyle bir bilgiyi iletmek. jurnalci

* Jurnal ederek yetkililere, yöneticilere yaranmaya çalı ş an (kimse).

jurnalcilik * Jurnalcinin yaptı ğıiş . jurnalleme * Jurnallemek iş i. jurnallemek * Şikâyet etmek, ispiyonlamak. juro jübile

*İ kinci çağı n triasla kretase arası nda kalan dönemi. * Eski Ahit'e göre, Yahudilerde, elli yı lda bir Tanrı 'ya ve dinlenmeye ayrı lan yı l. * Katoliklerde, Roma'ya hacca gidenlerin, kilisece günahları nı n tam olarak bağ ı ş landı ğ ıyı l. * Evliliğ in ellinci yı lı nda düzenlenen kutlama ş enliği. * Bir meslekte uzun bir süre baş arı lıolarak çalı ş anlar için düzenlenen tören.

Jüpiter * Gezegenlerin en büyüğ ü ve Güneş 'e yakı nlı k bakı mı ndan beş incisi, Erendiz, Müş teri. jüpon jüri

* Giysi altı na giyilen etek, iç etek. * Seçiciler kurulu, seçici kurul.

* Yargı cı lar kurulu. jüt * Ihlamurgillerden, Hindistan ve Bangladeş 'te yetiş en, ip ve çuval yapı mı nda kullanı lan, liflerinden yararlanı lan bir bitki (Corchorus capsularis). * Bu bitkinin liflerinden yapı lan dokuma. K

* Potasyum'un kı saltması .

-k * Bkz. ı k / ik, uk / ük. -k

* \343 -ak / -ek.

k, K

* Türk alfabesinin on dördüncü harfi. Ke adıverilen bu harf, ses bilimi bakı mı ndan ince ünlülerle ön damak, kalı n ünlülerle art damak patlayı cıünsüzlerinin ötümsüzünü gösterir. kaba

* Özensiz, geliş igüzel yapı lmı ş , zevksiz, sakil. * Taneleri iri. * Terbiyesi, görgüsü kı t, nezaketsiz. * Terbiyeye, inceliğe aykı rı , çirkin, kötü. * Hafif olduğ u hâlde kalı n veya hacimli. * Kuyruk sokumunun iki yanı ndaki ş iş kin yer.

kaba düzen * Şöyle böyle üstünkörü yapı lan iş . * Çalgı ları pes seslere akort etmek iş i. kaba et

* Kuyruk sokumunun her iki yanı ndaki ş iş kin yer.

kaba kâğı t * Bir ş ey sarmak için kullanı lan kalı n kâğ ı t. kaba kurgu * Filmin son durumuna yer vermek üzere seçilen çekimlerin senaryodaki sı ralanı ş a göre birbirine eklenerek oluş turulan ilk kurgusu. kaba kuş luk * Öğleden bir iki saat önceki zaman. kaba kuvvet * Yasa dı ş ıiş lerle bir amaca ulaş mak için zorbalı k yaparak veya güç kullanarak tutulan yol. kaba saba * Görgüsüz. * Özensiz. kaba sakal * Gür ve genişsakallı . kaba sı va

*İ nce sı vadan önce duvarlarda bulunan pürüzleri doldurup kapatmak için yapı lan sı va.

kaba sofu * Dinî kurallarıyanlı şyorumlayarak ibadet ve düş üncede aş ı rı lı ğ a kaçan. kaba ş iş

* Kaba kulak. kaba taslak * Bir ş eyin ayrı ntı ları na girmeden ana çizgilerini belirten. kaba Türkçesi * Açı kçası , tam anlamı yla. kaba yapı * Bir binayıdı şetkenlere karş ıkoruyup ayakta tutan temel, ana duvarlar, kiriş ler, çatıvb. nden oluş an ası l gövde. kaba yel

* Lodos.

kababurun * Sazangillerden, ı rmak ve göllerde yaş ayan, eti kı lçı klıküçük bir balı k (Chondrostoma nasus). kabaca * Kaba bir biçimde. *İ rice, büyükçe. * Yaklaş ı k. kabadayı * Korkusuz, iyi dövüş en, kendine özgü namus kuralları nı n dı ş ı na çı kmayan kimse. * Babayiğit, koçak. * Bir ş eyin en iyisi, baş ta geleni. kabadayı ca * Kabadayı ya yakı ş ı r bir biçimde, kabadayıgibi. kabadayı lanma * Kabadayı laş mak, kabadayı lanmak iş i. kabadayı lanmak * Kabadayı lı k etmek, kabadayıgibi davranmak. kabadayı laş ma * Kabadayı laş mak iş i. kabadayı laş mak * Kabadayıgibi davranmak, kabadayı lı k etmek. kabadayı lı k * Kabadayıolma durumu veya kabadayı ca davranı ş . kabadayı lı k etmek * kabadayı gibi davranmak. kabadayı lı k taslamak * kabadayı gibi davranmak, kabadayıgibi görünmeye çalı ş mak. kabahat

* Uygunsuz hareket, çirkin, yakı ş ı ksı z davranı ş , suç, kusur, töhmet. * Hafif hapis, para cezası veya meslek ve sanattan alı konulma ile cezalandı rı lan hafif suç.

kabahat bulmak * bir kusur, suç aramak. kabahat etmek (veya iş lemek) * suç olacak, kusur sayı lacak bir işyapmak.

kabahat samur kürk olsa, kimse sı rtı na almaz * hiç kimse suçlu olduğunu kabul etmek istemez. kabahati (birine veya bir ş eye) yüklemek * iş lediği bir suçu baş kası nı n üzerine atmak. kabahatli * Kabahati olan, kusurlu, suçlu, töhmetli. kabahatlilik * Kabahatli olma durumu. kabahatsiz * Kabahati olmayan, kusursuz, suçsuz. kabahatsizlik * Kabahatsiz olma durumu. kabak * Kabakgillerden, birçok türleri olan bir bitki (Cucurbita). * Bu bitkinin türlerine göre yemeği ve tatlı sıyapı lan ürünü. * Esrarkeş lerin kullandı ğı bir çeş it nargile. * Bilgisiz, görgüsüz, kaba. * (kavun, karpuz için) Ham, tatsı z. * Tüysüz, dazlak. * (taş ı t lâstikleri için) Tı rtı llarıaş ı narak yüzeyi düzleş mişolan. * Kabak kemane. * Kı sa boynuzlu hayvan. kabak (birinin) baş ı na (veya baş ı nda) patlamak * birçok kimsenin ilgili olduğ u bir olaydan, yalnı zca bir kimse zarar veya ceza görmek. kabak çekirdeği * Bal kabağı nı n tohumu. * Genellikle vakit geçirmek için yenilen kuru yemişçeş idi. kabak çı kmak (karpuz, kavun vb. için) * ham çı kmak. kabak çiçeği * Süs eş yası . kabak çiçeği gibi açı lmak * utangaçlı ktan çabucak sı yrı larak aş ı rıölçüde serbestlik göstermek. kabak gibi * tüysüz, çı plak, her tarafıaçı k. kabak kafalı * Saçlarıdökülmüş , dazlak. * Saçlarıustura ile kazı nmı ş . * Aptal, budala. kabak kemane * Gövdesi uzunlaması na ikiye bölünen su kabağ ı nı n üzerine ince bir deri gerilerek yapı lan, üç telli, yayla çalı nan bir halk çalgı sı . kabak tadı * Beğ enilmeyen, bı kkı nlı k veren durum. kabak tadıvermek * bı ktı rmak, usanç vermek, tatsı z gelmeye baş lamak.

kabak tadıvermek * bı kkı nlı k veya sı kı ntıoluş turmak. kabak tatlı sı * Soyulmuş , çekirdekleri çı karı lmı şve parmak kalı nlı ğ ı nda bal kabağı nı n ağ ı r ateş te uzun süre piş irilmesi ve üzerine ceviz serpilmesiyle hazı rlanan bir tatlıtürü. kabakçı * Kabak yetiş tiren veya satan kimse. kabakgiller *İ ki çeneklilerden, kabak, kavun, karpuz, hı yar gibi cinsleri içine alan, genişyapraklı , sürüngen ve sarı lgan bir bitki familyası . kabaklama * Kabaklamak iş i. kabaklamak * Ağaçları n gençleş mesi için dalları nı budamak. kabaklaş ma * Kabaklaş mak iş i. kabaklaş mak * Saçlarıdökülmek, dazlaklaş mak. * (taş ı t lâstikleri için) Tı rtı llarıaş ı nı p yüzeyi düz bir duruma gelmek. kabaklı k

* (karpuz, kavun için) Hamlı k. * (başiçin) Tüysüzlük, dazlaklı k. * Bilgisizlik, görgüsüzlük.

kabakulak * Tükürük bezlerinin, özellikle kulak altıbezlerinin iltihaplanması yla beliren bulaş ı cı , salgı n ve ateş li bir hastalı k. kabakulak olmak * bu hastalı ğa yakalanmak. kabakulak otu * Loğusa otu, zeravent. kabala

* Yahudilerde, yazı lıolarak konulmuşolan Tanrı kanunları nı n yanı nda, ağ ı zdan ağza geçen din buyrukları nı n, İ branî felsefesinin ve efsane yazı ları nı n bütünü. * Bir öğ retinin yandaş ları nı n bütünü. * Doğaüstü varlı klarla iliş ki kurma sanatı . kabala

* Götürü, toptan.

kabalacı * Kabala konusunda uzmanlaş mı şkimse, kabala ile uğraş an kiş i. kabalacı * Kabala (II) işyapan kimse. kabalak * Birinci Dünya Savaş ı nda Osmanlıordusunda kullanı lmı şolan, ş apkaya benzeyen bir tür baş lı k. kabalak

* Kabak yapraklarıbiçiminde etli ve tüylü yapraklarıolan, kı rlarda ve su kenarları nda yetiş en bir bitki. kabalaş ma * Kabalaş mak iş i. kabalaş mak * Kaba bir duruma gelmek. * Kabalı k etmek. kabalaş tı rma * Kabalaş tı rmak iş i. kabalaş tı rmak * Kaba bir duruma getirmek, kabalaş ması na sebep olmak. kabalı k

kabalist

* Kaba olma durumu. * Kaba davranı ş , nezaketsizlik, huş unet. * Kabalacı (I).

kabalizm * Kabala (I) yanlı sısanat akı mı . kaballama * Kaballamak iş i. kaballamak * Maden ocakları nda galerileri ağ açlarla pekiş tirmek. kaban

kaban

* Dik yokuş . * Tepe. * Kalçaya kadar uzunluğu olan, paltoya benzeyen üst giysisi.

kabana * Genellikle otelin ana binası nı n dı ş ı nda, plâj veya havuz kı yı sı nda bir oda. kabara

* Dayanı klı lı k sağ lamak amacı yla, ayakkabı ları n altı na çakı lan, iri baş lı demir çivi. * Süs olarak odaları n ahş ap bölümlerine, türlü biçimler yapmak için çakı lan iri baş lı , sarı çivi.

kabara kabara * Gittikçe kabararak, coş arak. * Böbürlenerek, gururlanarak. kabaralı * Kabara çakı lmı şolan. kabarcı k

*İ çi su veya hava dolu ufak kabartıveya kürecik. * Vücutta oluş an sivilce gibi küçük ş iş kinlik. * (metal biliminde) Sı vıveya katı ları n içinde oluş an gaz hacmi. * Kabartı .

kabarcı klı * Kabarcı klıolan. kabarcı klıdüzeç

*İ çinde hava kabarcı ğıbı rakı lmı şsu dolu bir cam silindir ve bir tahta yataktan oluş an, düzlem veya doğruları n yataylı ğ ı nıbelirleyen alet, tesviye ruhu. kabare

* Çeş itli gös