127 33 37MB
Turkish Pages 543 [523] Year 1970
Levent Şahverdi Arşivi
Emekli Orgeneral
F A H R E T T İ N A L T AY
«10 YIL SAV AS 1912-1922 V E ,S O N R A S I» S
ÎNSEL
YAYINLARI
1970 Levent Şahverdi Arşivi
e
B a s ı l d ı ğ ı ve D i z i 1 d i ğ i yer
DİLEK
MATBAASI
Cağaloğlıı Arifpaşa Sok, Kavlak İş Hanı No. 1-2 Kurt İş Hanı yanı T e l : 2663 78 — İ S T A B U L
ÖNSÖZ
Allah a şükür olsun ki, bana bahşettiği uzun ömrüm de gördüklerimi, bildiklerimi ve içinde yaşadığım olayları tarih sırası ile bu kitapta toplamış bulunuyorum. Bu ya zıların siyasi veya edebi eser olmak gibi bir iddiaları yok tur. Sadece yakın tarihimizin süratli akışı içinde yaşadık larımızdan ibarettir. Bunları tarihe intikal ettirirken be nim için vazgeçilmez unsur, bütün hayatım boyunca ol duğu gibi «gerçeklerin dışma çıkmamak» olmuştur. Bu görevimi yaparken de olayları mümkün olduğu nisbette vesikalar ve fotoğraflarla değerlendirmeye çalıştun. Bitabımdan naklettiklerim Büyük İmparatorluğun son devrinde Enver Paşa ile olan sınıf ve silâh arkadaş lığından başlamakta 1. Cihan Savaşı, Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyetimizin kuruluşundan inkılâb yıllanılın sonuna kadar devam etmektedir. Gene Allah a şükürler ediyorum ki, yüz yıla yaklaşan ömrümde geriye doğru baktığım vakit yaşadığım her saat beni vicdanen müsterih kılmış, en yüce idealim ancak V A T A N olmuştur. Sayfalar dolusu bu kitaptaki yüzlerce sö zümden eğer bir teki dahi Milli Tarihimiz için faydalı olu yorsa kendimi çok daha fazla mutlu sayacağım. Eksik görüşleri de, okuyanların yaşıma bağışlamalarmı dilerim. Kitabımın önsözünü genç Türk nesillerine bir öğütle sonuçlandırmak istiyorum : Levent Şahverdi Arşivi
6 Bu Vatan binlerce mihnet, binlerce şehit ve sayısız savaşların neticesinde elde edilmiş bir ideâldir. Sevgili yeni yetişen Türk nesilleri. O nıi\ seviniz. Hem de pek çok seviniz. Çünkü O , insanları ve en çorak top rağı ile bile bu sevgiye gerçekten lâyıktır. En büyük idealiniz vatan olmalıdır... *
FAH R ETTİN A L T A Y Emekli Orgeneral 1970 İstanbul
t!
N o t : Bu yazıların dağınık notlardan toplanarak kitap haline ge tirilmesinde çok çalışarak bana yardımda bulunan gazeteci TAYLAN SORGUN'a teşekkür ederim. F. A.
Hatıralarını yazanların önce kimliklerini belirtme lerinin lüzumuna inandığım için sözlerime buradan baş layacağım. Rahmetli Babam Piyade Albayı İzmirli İsmail Bey olduğundan resmi kaydım İzmirlidir. Dedem Hacı Ahmet Efendi, O nun Babası Urlalıoğlu Ömer Ağa olduğuna göre de ecdadımızın İzmir in Urla ilçesinden geldiği anlaşılıyor. İzmirde orta tahsilini bitiren Babam, Bursa Askeri Lisesinde ve îstanbulda Harbiye de okuduktan sonra 1869 yılında piyade teğmeni olmuştur. Bir müddet İstanbulda kalmış, Harbiye Nazırı nın yaverliğini yapmıştır. Yüzbaşılığı sırasında İşkodra ya gönderilmiş ve Manas tır da Emekli Yarbay İbrahim Bey in kızı Hayriye Ha nımla evlenmiştir. İşkodra. bölgesinde Malisörlerle, Kara dağlılarla yaptığı savaşlarda şöhret kazanmış yarbaylığa kadar yükselmiştir. 1880 yılı Ocak ayının 12. günü ben dünyaya gel mişim. Sonra da kardeşim merhum Ali Fikri doğmuştur. Beni 6 yaşıma geldiğim vakit okula başlatmışlar. Annem çok sofu olduğu için Kuran ayetlerini ezberlemek, oruç tutmak ve namaz kılmak gibi dini vecibelerim de okulla birlikte başlatılmış. Bir müddet sonra Babamı Mardin e alay kumandanı olarak tayin etmişler, ben de şehrin üst tarafındaki bir camide ilkokul tahsilimi bitirmiştim. Ba bamın tayini ile bu defa Diyarbakır a gelmiş, orta tahsili me de orada başlamıştım. Albay olan Babam Erzincan 4.
Levent Şahverdi Arşivi
8 Ordu Merkezi ne alınınca da Erzincan Askeri Rüştiyesin de orta tahsilimi tamamlamış, Erzurum Askeri Lisesi ne gitmiştim. Yatılı olan bu okulda üç yıl okuduktan sonra İstan bul Harbiyesi ne geçmiş, buradaki üç yıllık tahsilim so nucunda da 421 öğrenci arasında birincilikle piyade teğ meni olmuş ve kurmay sınıfına ayrılmıştım. Sicil kaydım 1315 - 1 dir. O vakte kadar sıra numarası ile baştan kırk kişi kurmay sm fına ayrılır, topçu ve istikâm okulundan da iki üç kişi gelir, üç yıl sonra hepsi kurmay olurlardı. Bizim sınıftan itibaren bu usûl değiştirilmişti. Kurm ay sınıfına aynlanlara «Kurmay adayı» ismi verilerek, üç yıl sonra mevcudun baştan, üçte biri kadarı kurmay yüzbaşı, kala nı da mümtaz yüzbaşı olurdu. Bu usul beş yıl devam ettik ten sonra tekrar değiştirildi ve mümtazlar da bir imtihan dan geçirilerek kurmay oldular. Sultan IiA M ÎD in iradesi ile A İL E C E M AHKUM EDİLDİĞİM İZ Bitlis teki menfa hayatı, Hürriyet in İlanı ile son bulmuş ve ben binbaşı olmuştum. İstanbul da eski Van Valisi Podgoriçalı Bibezik ailesinden Tahir Paşa nm (Belbez) kızı M ÜNİM E hanım ile 1912 evlendim, 58 yıldır arkadaşız. Bu evlilikte kızım Hayrünisa ile oğlum Tarık dünyaya geldiler. Kızımdan iki torunum vardır : Baskın ile Haşan. Baskın torunumun çocukları : Nazlı ve Ahmed, bunları gördüğüm için Allah a şükürler ederim. İstiklâl mücadelesine katılarak I. Büyük Millet Meclisinde, Mer sin, İkincisinde İzmir den üye seçildim. 10 yıl ikinci, 10 yıl I. ordu komutanı oldum. 1945 de yaş haddi ile emekli ye ayrıldım. 1946 da CHP adayı, olarak Burdur dan mil letvekili seçildim. 1950 de ayrıldım. Hayatımın on yılı (1912
1922) savaşlarla geçti.
«10 Y IL SA V A Ş 1912 - 1922 V E SONRASI»
Levent Şahverdi Arşivi
GÖRÜP GEÇİRDİKLERİM ...
Çocukluk yıllanmdaki şeyler
bazı
hatıralarımdan
küçük
Arnavutluk ta GANİ isminde bir eşkiya varmış, Ba bama dehalet etmiş, Işkodra Kalesi nin üst katında mi safir edilmiş. Birgün Babam dan beni ve kardeşimi iste miş. Yanma gittiğimiz vakit bizi şefkatle sevip şekerler vermişti. Beyaz kırmalı Arnavut fistanı ve sırma işlemeli yeleği ile uzun boylu, yakışıklı bir genç olduğunu hatır larım. Bu adam İstanbul a aldırılarak Sultan Hamid in silahşörleri arasına geçirildi ve bir hayli şöhret sahibi ol du. Işkodra Savaşında merhum Haşan Rıza Paşa yı vu ran Dıraç Mebusu Esat Toptani nin kardeşi imiş. Sonu adam vurmak ve vurulmak olmuştu.. Işkodra dan Diyarbakır a gelirken ilk demiryolunu Perlepe yakınlarında bir istasyonda görmüştüm. Selanik e oradan da vapurla İzmir e gelmiştik. (Babaannemi hatır lıyorum) . İzmir den vapurla İskenderun, oradan da Diyar bakır yolu göründü. Babam, Annem ben ve kardeşim «Mahve» ile bu yolculuğu yapıyorduk. Ma.hve denilen şey, bir yük hayvanının iki tarafına bağlanmış kapaksız iki koca sandıktan ibaretti, üzerinde de kırmızı bezden bir tente olurdu. Diyarbakır Urfa Kapısı na yaklaştığımız sı
Levent Şahverdi Arşivi
12 rada mekkâreciler bizi durdurup ayaklarımızı soymuş sandığın içine sarkıtmışlar, örtüleri de sıkı sıkı kapamış lardı. Annem le Babamın da yüzlerini örtün kollarmı aç mışlar, bu halde şehre girmiştik. Aldıkları tedbir Diyar bakır çıbanı içinmiş. însanm neresi açık olursa çıban ora da çıkarmış, hakikaten çıbanlarımız da açık olan yerleri mizde çıkmış, iyileşmesi bir yıl kadar sürmüştü. Anlaşı lan göze görünmez ufak bir sineğin sokması ile bu iş olu yormuş. Sonraları aşısı bulundu da halk bu azaptan kur tuldu ... Erzurum Askerî Lisesi ne gittiğimizde Doğu Ana dolu nun Sivas, Elazığ gibi yerlerindeki başka ortaokul lardan öğrenciler de gelmişlerdi. Birinci sınıfta birbiri mizi yadırgamıştık. Erzurum ortaokulundan gelenler / kendilerini ev sahibi sayarlar ve sert bir iklimin çocuk ları olduklarından daha kabadayı görünürler, SivaslIlar da onlardan geri kalmak istemezlerdi. Bir gün akşam yoklamasından sonra iki taraf kavgaya tutuşmuşlar, bahçedeki odun yığınlarından birer sopa kaparak birbir-, lerine saldırmaya başlamışlar, subaylar yetişip bunları ayırmıştı. Bir jimnastik öğretmeni vardı. Kısa boylu, külhani kıyafetli fakat oldukça sempatik bir yüzbaşı. Adı öğrenciler arasında «Ahmetçik» idi. O gece nöbetçi olduğundan öğrencileri sorguya çekmişti. Ben de sınıfın çavuşu olduğum için aralarında bulunuyordum. Bir Si vaslI öğrenciye kavganın sebebini sormuş, Sivaslı, Erzu rumlunun anasına sövdüğünü söylemişti. Ahmetçik ona: «— Ulan senin anan çok uzaklarda, kaç günlük me safede. Onun anası ise burada yambaşmda...» demesin mi? Gülmemek için dudaklarımı ısırmıştım. Askerî okullarda bir meydan dayağı olduğunu söyler lerdi, tatbik edilmediği için biz görmemiştik. Yeni gelen bir müdür binbaşı bir öğrenciye bu cezayı vermişti. Ak
13 şam yoklamasından sonra bütün öğrencilerin ortasında yere hasır serildi, öğrenci yüzü koyun yere yatırıldı, kol larını ayaklarını iki kişi tuttu, birisi kaç sopa hükmedilmişse o kadar defa değnekle kıçına vurdu, çocuk bağır dı, dayak bitince ayağa kalktı selâm verdi. Bu olay her kese çok fena tesir etmişti. Ne kadar çocuksak da izzeti nefsimize sahiptik. Müdür nasihat verirken böyle kaba hat işleyenleri «soba borusu kafalı» diye itham etmiş ondan sonra da müdürün adı «soba borusu» kalmıştı... Falaka ile dayak atılırken trampet çahnmasıda ihmal edilmezdi. Lise son sınıfta çavuşların bir de mutfak nöbetçiliği ödevi olurdu. Bunlar o gün mutbakta bulunur yemekleri kontrol ederlerdi ki, bu ödevi yaparlarken arkadaşlarına çay pişirmeyi de âdet edinmişlerdi, bu iş yasak olduğu için gizli yapılırdı. Ben de nöbetçi olduğum bir gece çay demliğini mutbak ocağına koydurmuştum. Nöbetçi suba yı geldiği vakit gizleyemediğim demliği alıp gitmiş bana da iki hafta izinsizlik cezası vermiş ve iki cuma dı şarı çıkamamıştım. Harbiye ye geçtiğim zaman 5. kısmm sınıf başı idim. Nöbetçi subayının şiddetli bir hareketine karşı öğrencile rin bir kısmı ayaklarını yere vurarak protesto mahiyetin de gürültü etmişler ve öğrencilerin KITIR ismi taktıkları bir arap binbaşı beni sorguya çekmiş gürültüyü yapanla rın isimlerini istemişti. Sınıfın başında dersime çalışırken arka sıralarda olanları göremiyeceğimi ve bu sebeble bil mediğim cevabını vermiştim. Eğer arkadaşlarımın isim lerini verseydim onları alaya çıkarırlar ben de öğrencile rim arasında kötü bir isim alırdım. Beni çok sıkıştırma sına rağmen söylememekte ısrar etmiştim, bu sefer lise den gelen sicil defterimi çıkarmış benim iki hafta izinsiz liğimi görünce Levent Şahverdi Arşivi
14 «—- Sen daha liseden kabahatli gelmişsin söylemessen bunların cezasını sen çekersin» «— Evet efendim kabahatim bir çay pişirmekten başka birşey değildi» cevabmı verdiğim vakitte alaylı, alaylı gülerek «— Bir çay için insanı izinsiz bırakırlarını ? Kimbilir o çayın içine ne koydun ki sana bu cezayı verdiler...» Arkasından da beni hapse göndermiş, onbeş gün yat tıktan sonra mahkeme «birgün» ceza vermişti. Ondört gün haksız yere hapis yatmıştım amma, mektebin hapis hane hayatını da öğrenmiş oluyordum. Erzurum Askeri Lisesinde çocuklar arasıra gizlice oyun oynar beş, on kuruş alır verirlerdi. Beni de bir gece aralarına katmışlar bir arkadaşımın onbeş kuruşunu ka zanmıştım. Zavallı çocuk, parası o kadarmış boynunu bük müş kalmıştı. Gece uykum kaçmış «bu arkadaşımın para sını neden aldım» diye sıkılmıştım. Şimdi O parasız ne yapacaktı? îşte bu olay beni hayatım boyunca kumardan alıkoymuştur. Harbiye de babam bana haftada bir mecidiye (20 ku ruş) tahsis etmişti. Beyazıt ta bir dostuna gönderir gider ondan alırdım. Mecidiye şimdiki 2,5 liralığa benzer bir gö rünüşte idi. Bir hafta başı son paramı da tramvaya vere rek gitmiş, adamı bulamamış, parasız kalmıştım. Mekte be yayan dönmek çok zaman alacak, yoklamaya yetişmiyecek ceza görecektim. Küçük kehribar teşbihimi Mahmutpaşa da bir tesbihçiye satmak istemiştim ki beş ku ruş ancak vermişti. Mektebe tramvay parası yapacağımı söyleyince adamcağız merhamete gelmiş te yedi kuruşa almıştı. Bu hal bana yeni bir irad olmadan elimdeki pa rayı bitirmemeyi öğretmişti. Hayatım boyunca da para sıkıntısı çekmedim...
Levent Şahverdi Arşivi
— I — KISIM
H A T IR A LA R IM ...
24 Aralık 1902 de bizim sınıftan on iki kurmay yirmi yedi mümtaz yüzbaşı çıkmıştı. Sınıf birincisi HAFIZ HAK KI (I. Cihan Savaşında Doğu da Ordu Komutam), ikinci ENVER (Başkumandan Vekili) idi. Ben sınıfın altıncısı olmuştum. Kurmay sınıflarında Hafız Hakkı ile çalışır arkadaşlık ederdim. Atatürk bizden iki sınıf, İnönü ise dört sınıf sonradır. Kurmay yüzbaşı olunca Erzincan da 4. Ordu ya veril miştim. Enver ile Hafız Hakkı MANASTIR da 3. Ordu ya gönderildiler. Zamanın askeri kurallarına göre kurmay yüzbaşılar, piyade, süvari ve topçu sınıflarında sekizer ay bölük kumandanlığı yaptıktan sonra kurmay ödevine atanırlardı. Ben, topçu bölük kumandanlığını Erzincan da, Piyade ve süvari bölük kumandanlıklarını Diyarbakır da yaparak 24 Aralık 1904 de kolağalık rütbesinde kur may'Ödevine geçmiştim. Kolağalık yüzbaşı ile binbaşı ara sındaki bir rütbe idi.
16 Diyarbakır da süvari bölük kumandanlığı yaparken alay, komutanımız Albay TATAR SEYPÎ idi. Birgün kışla meydanında bölüğüme yaya talimi yaptırıyordum. Kışla kapısından borozan birkaç defa çalmış neden çaldığını an layamamıştım. Biraz sonra çavuşum : «— Kumandanım bu erkânıharp (kurmay) borusu dur. Sizi çağırıyor olmalılar» diyince koşarak kumandanlığa gittiğimde Albay hayli sinirli görünüyordu : «— Kaç defadır boru çaldırıyorum gelmiyorsun» diye söylenmeye başlamış, kendisine boruyu anlayamadığı mı bildirince de f — Nasıl erkânıharp olmuşsun, kendi boru işaretini bile öğrenememişsin» demiş, ben mektepte boru işaretini öğretmediklerini açık layınca da borozan çavuşuna dönerek şu emri vermişti : «— Beyefendiye hergün bir saat boru dersi verecek sin...» Bereket ertesi gün önemli başka bir iş çıkmıştı da bundan kurtulmuştum. Bu yeni görev ise Talori Bölgesi nin haritasını yap maktı. Talori, Diyarbakır ile Muş arasında derin ve sarp bir vadidir ve bu vadide ermenilerin bir kaç köyü vardır. Bu köylerde yaşayanlar bazı vakalar çıkarıyorlardı. Bun ların tedibi için çalışmalar yapılıyor idiyse de elimizde bir tek harita bile yoktu. Ertesi gün üç süvari ile Diyarbakır m kuzeyindeki Kulp ilçesine yollanmıştım. Orada bir piya de bölüğü vardı ve bölük komutanı olan yüzbaşı da sınıf arkadaşım çıkmış, kendisinden bölge ile ilgili olarak çe şitli bilgiler almıştım. Birkaç gün önce pamuk yükleri ile giden bir kafilenin pamuklarmın arasında güherçile paketleri ele geçirilmiş, ermeni eşkiyalar bununla barut yapıyorlarmış, olay bir raporla ordu komutanlığına bildi rilmiş.
17 Bunu da öğrendikten sonra Fırk.ı bucağından bölgeyi iyi bilen bir kılavuzu yanıma aklım ve yüksek bir dağa tır mandık. Buradan TALORİ VADİSİ oldukça geniş görü nüyordu. Kılavuz köylerin isimlerini söylüyor oraya tüfek le nişan aldırıp doğrultusunu tesbit ettikten sonra kâğı da. geçiriyordum. Böylece bir harita meydana çıkmış, bi raz. da göz boyamak için haritayı renkli kalemlerle süsle miştim. Diyarbakır a dönüp haritayı komutana vermiş tim, O da orduya göndermiş. Bir hayli memnun olmuş,lar... Aradan üç gün geçmişti ki komutan beni tekrar ça ğırttı, bu defa bir Padişah Buyrultusu (İradei Seniye) gösterdi. Ermeni eşkiyalar için Midyat ta pamuk baruru yapılıyormuş, bu imalathaneler bulunarak tahrib edil meliymiş. Ordu komutam bu görevi bana veriyordu. Ha rita yapmaya gittiğim vakit edindiğim bilgiyi hatırlatmak ta fayda gördüğüm için dedim ki-: «— Efendim bir yanlışlık olacak, geçen seyahtimde hana söylemişlerdi Pamuk balyalan içinde güherçile pa ketleri bulunmuş bir yanlış anlayış olsa gerek...» General birdenbire öfkelenmiş ve yüksek sesle : «— Bir daha İradei Seniye ye yanlış dem e...» Sonra da göreve gidip durumu yerinde incelemem, bir rapor hazırlamam emrini vermiş, ayrıca bir olay çık masına meydan verilmemesi için yanıma yalnız üç atlı almamı bildirmiş, selâm vererek çıkmıştım... Ertesi gün üç atlı ile yola koyuldum. AVİNE köyün den geçerken bir çeşmenin başında atlanmızı sulamak için durduğumuzda köyün kızları da çeşme başında top lanmış 3U alıyorlardı. Hepsi birbirinden güzeldi ve dikkati çekiyorlardı. Yânımdaki jandarmaya sordum : $