Zaman Kaybolmaz 9754586950, 9789754586954 [PDF]

Zamanın kaybolmuşu yoktur. Yaşanan her şey, müspet, menfi, bizi inşa eder. Yalnız bizi değil, bizden sonraki kuşakları d

141 57 12MB

Turkish Pages 250 [629] Year 2013

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Zaman Kaybolmaz
 9754586950, 9789754586954 [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

Genel Yayın: 922

NiLGÜN

UYSAL

1950 yılında Erzurum'da dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. 1976 yılında Milliyet'te gazcteciliğe başladı. Gazetedeki ilk işi, Ali Gevgilili'nin

yönettiği ve pazar günleri yayımlanan "Düşünenlerin Forumu"nu yayma hazırlamaktı. 1979-80 döneminde Nilgün Alacakaptan imzasıyla Milliyet ekonomi sayfasında köşe yazıları yazdı. Journaliste en Europe çatısı altında, yaklaşık bir ytl boyunca Avrupa ülkelerinde gezi ve inceleme yaptı. Fransa'dan döndükten sonra, Cumhuriyet gazetesinde çalıştı. Türkiye'nin ilk ekonomi dergilerinden biri olan Kapital'in yayın yönetmeni oldu. Nokta dergisi için çalıştığı 90'lı

yılların başında bordrolu gazetecilik günlerini geride bıraktı. 90'lı yılların ortasında TRTı'de yayınlanan Cııınhııriyctc Kanat Geren/cr belgeseli için yaklaşık iki yıl metin yazarlığı yaptı. Daha sonra grup editörü olduğu Kesişim Yayıncılık'ın çıkardığı birçok derginin yayın yönetmenliğini üstlendi. Bu dergilerden biri de NPQ Türkiye dergisiydi. bianet.org sitesinin kuruluşunda editör olarak çalıştıktan sonra, daha uzun soluklu çalışmalar yapmaya dönük olarak ev ortamında çalışmayı seçti.

N EHiR

SÖYLEŞi -19ZAMAN KAYSOLMAZ İLBER ORTAYLI KİTABI

©TüRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAY!J'ILARI, 2006

SÖYLEŞi

NiLGÜN UYSAL

EDITÖR

LEVENf CINEMRE GÖRSEL YÖNETMEN

BIROL BAYRAM GRAFiK TASAR lM UYGULAMA

TÜRKİYE IŞ BANKASI KÜLTÜR YAYlNLARI I.-II. BASKI MART 2.006, 20.000 ADET III. BASKI NİSAN 2.007, 2..000 ADET

İSTANBUL

ISBN 975-458-695-4 BASKI

KITAP MATBAACILIK SAN. VE TiC. LTD. şn.

(0212) 501 46 36 EMİNTAŞ KAZlM D INÇOL SANAYİ SİT. NO:

8r/ı.I

TOPKAPI 340IOİSTANBUL

TÜRKIYE IŞ BANKASI KÜL1t)R YAYlNLARI İSTİKLAL CADDESI, NO: 300/4 BEYOCLU 34430 İSTANBUL

Tel. (0212) 252 39 91 Fax. (0212) 252 39 95 www.ıskulrur.coın.ır

$BANKASI

TORKIYE

Kültür Yayınları

zaman kayboZmaz İLBER ORTAYLI KİTABI Söyleşi Nilgün Uysal

Nehir Söyleşi

NEHiR

SÖYLEŞi -19ZAMAN KAYBOLMAZ İLBER ORTAYLI KİTABI

©TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYIJ'ILARI, 2006

SÖYLEŞi

NiLGÜN UYSAL

EDITÖR

LEVENT CINEMRE GÖRSEL YÖNETMEN

BİROL BAYRAM GRAFiK TASARlM UYGULAMA

TÜRKIY E IŞ BANKASI KÜLWR YAYlNLARI I.-II. BASKI MART 2006, 20.000 ADET II I. BASK! NİSAN 2007, 2.000 ADET

İSTANBUL

ISBN 975-458-695-4

BASKI

KiTAP MATBAACILIK SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ. (0212) 501 46 36 EMİNTAŞ KAZlM DİNÇOL SANAYI SİT. NO: 8rhr TOPKAPI 34010 İSTANBUL

TÜRKIYE IŞ BANKASI KüLnlR YAYlNLARI İSTİKLAL CADDESi, NO: 300/4 BEYO�LU 34430 İSTANBUL

Tel. (0212) 252 39 91

Fax. (0212) 252 39 95 www.iskulıur.coın.ır

TÜRKIYE

$BANKASI

Kültür Yayınları

zaman kayboZmaz İLBER ORTAYLI KİTABI Söyleşi Nilgün Uysal

Nehir Söyleşi

İçindekiler

Önsöz ·ix BİRİNCİ BÖLÜM

Başka Evlerin Çocuğuydum · ı İKİNCİ BÖLÜM

Avusturya Lisesi: Çok Sıkıntı, Çok 5 5 ·

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Tarih Ders Kitabı Okumazdım · 65 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Ölüm ve Çocuk· 83 BEŞİNCi BÖLÜM

Üniversite: Bir Koltukta Çok Karpuz · 97 ALTINCI BÖLÜM

Tiyatro Merakı, İlk Yazılar ve Hayata Açılış· 133 YEDiNCİ BÖLÜM

Üniversite Sonrası

· I

55

SEKİZİNCi BÖLÜM

Amerika'dan Kışla'ya · ıSı DOKUZUNCU BÖLÜM

Mithat Paşa, Bulgar Tarihçileri ve Balkanlar · 2 ı 3

V

ONUNCU BÖLÜM

Çatışmalı Y ıllar ve Doçentlik 225 ·

ON BİRİNCİ BÖLÜM

Üniversiteden Ayrılık Sonrası: Bol Yazı ve Gazetecilik· 25 5 ON İKİNCİ BÖLÜM

Seyyah Oldum Gezerim· 269 ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

12 Eylül Sonrası "Vuslat"

·

3I5

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Profesörlükte Üç Kere Jüriden Geçtim· 349 ON BEŞİNCi BÖLÜM

Sahaflarda Bir Gezinti · 377 ON ALTINCI BÖLÜM

Özel Alanlar: Sinema, İran, Kitap vs · 3 8 5 ON YEDiNCİ BÖLÜM

İstanbul Sayfası · 413 ON SEKİZİNCi BÖLÜM

"Değer" Kim Varsa, Onun Peşine Koştum · 433 ON DOKUZUNCU BÖLÜM

Osmanlı Hanedam İle Dostluk: Tarih ve Ötesi· 461 YİRMİNCİ BÖLÜM

Biz Devlet İçin Ölür, Bir Yandan da Devleti Soyarız · 475 YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM

İltica Edenler Daha Ulusçudur... Ben de 497 ·

VI

YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM

Galatasaray Üniversitesi Önünde, Beşiktaş Bayrağıyla 507 ·

YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Topkapı Sarayı'nda Tarihi Koklamak 559 ·

Yaşamöyküsü · 577 İlber Ortaylı Bibliyografyası

·

581

Albüm 603 ·

Ad Dizini 6ı 5 ·

V ll

ÖNSÖZ Bütün Zamanlara Yolculuk Birbirinden "tamamen habersizce" Kırım topraklarında yaşayan Şefika Hanım ve Kemal Bey'in; İkinci Dünya Sa­ vaşı yıllarında ve yine tamamen farklı ve uzun serüvenlerle Kırım'dan kopup, Avrupa'ya gelmesi ve (Kırım'da değil de) Avusturya'da tanışarak evlenmesi ile başlıyor İlber Ortay­ lı'nın özel tarihi ... Ve nelerden ve nerelerden geçmiyor ki? .. Henüz bir buçuk yaşındayken, Avusturya'dan İtalya'ya, oradan da gemiyle İstanbul'a geldiğinde bir bebek-adam­ dır. Türkçe, Almanca ve Rusça'yı aynı anda duyarak büyü­ düğü için; önceleri "esir" ile "eser"i karıştırsa da ... sonra­ ları hiç aşmmamış saf bir merakın rüzgarında; tozunu ha­ vaya savuracaktır mahallelerin, şehirlerin, ülkelerin, okul­ ların, kitaplarm ve değişik dillerin ... Çocukken mahalledeki komşu kadınların maltızını devirecek ... Kerenski kimdir? 1905 nedir? Ne, ne zaman olmuş? Yaklaşık beş yaşındayken bütün bu sorulara ilgi duyacak ve tabii ki yanıtını da öğrenecek ... Biraz büyüyünce, (çarşı dönüşü paketlerini taşıdığı) ha­ lasma, mahalledeki mezar taşlarını okutacak. .. Daha on yedi yaşmda bir lise öğrencisiyken ... (sıkı du­ run) bir "gece yarısı Kudüs" ünde papazlada ahbaplık ede­ cek ... Ve yine o sırada Suriye'de yaşanmakta olan bir sos­ yal gerilimin ilk bilgilerini bir cami avlusunda toplayacak ... Yaşını başını aldığı bir dönemde gittiği Kiev'de ise, so­ kakta "ayin" yapan bir topluluğa, daha önce Kudüs'ten al­ dığı haçları dağıtacak ... Böyle bir yaşam rotasının içinden geçen her adımda, ola ki -siz de benim gibi- şunu düşüneceksiniz: Her şey

IX

her şey, onu tarih alanına doğru çekip götürmüş, Or­ ı.ıylı da büyük bir öğrenme iştahıyla gerisini getirmiştir. Mümkün olsa "aynı anda, her yerde ve bütün zaman­ larda birden" yaşamaya istek duyacak kadar had safhada bir merak adamıdır. Başından beri "tarihçi" olma yı kafasına koymuştur koymasına da ... Gün olup "kaymakam" olmaya heveslendi­ ğini, başka bir dönemeçte "arkeolojiyi" de düşündüğünü ve birkaç adım sonra da "Güzel Sanatlar" sınavına da girdiğini saklam az . .ıııı;ı

Bu tabloda aslında en ufak bir "tutarsızlık" yoktur. Tersine ... Nasıl ki, mümkün olsa, aynı anda, bütün zaman­ larda birden yaşamak isterdi ... Aynı anda birçok uzmanlık alanına birden derin bir ilgi duyduğu da muhakkak ... Ve bu uğurcia epeyce kendini "helak" ettiği de ... Tam Siyasal'dan mezun olduğu sırada: Tarih okumaya başlaması ve orayı da bitirmesi ... İngilizce öğrenmek uğru­ na ODTü'ye girmesi ... Ve bütün bu okumaların çoğunu yan yana, iç içe yürütmesi; her babayiğidin harcı olmadığı gibi, onun "kişiliğinin" de belirgin ve pek öyle "başka kimselere benzemez" bir yanı. Kaç dil biliyorsunuz? Sorun da bu soruyu, gorun halinizi ... En hafifinden "geç bunları" kıvamıyla elini sallayarak, "Boşver" demesi çok mümkündür. Doktorasını yapıp bitirmişken; bursla gittiği Ameri­ ka'da "bir daha master yapması" ise, başkalarını şaşırtsa da, yine onun temel kişilik özelliklerini tamamlayan bir ha­ yat parantezidir... •••

Tiyatro, sinema, hasılı "sanatın bütün dallarına" duy­ duğu ilginin boyutlarına gelince .. . O da derin ve bir o ka­ dar da dallı budaklı bir cephesi: Önüne çıktığı kalabalıkla­ rı, tatlı ve ironik anlatımıyla bir anda etkisi altına alan Or­ taylı'nın sahip olduğu "hitabet gücüni.in," yeteneğiyle ol-

duğu kadar, "donanımıyla" da nasıl birebir bağlantılı ol­ duğunu ele veriyor. "Hafıza," ona göre bir tarihçide bulunması gereken en temel vasıflardan biridir: "Hafızası iyi olmayan ve hafıza eğitimi görmeyen biri­ nin" der, "tarihçi olması mümkün değildir. Tarihçi çocu­ ğun biraz 'olgun' da olması gerek. Tarihçilik, lisans eğiti­ miyle edinilecek bir şey değil; başka dallarda 'üstatlık edi­ nenlerin' gelip yapacağı bir şey tarih çalışması." İlber Ortaylı'yı yakın tanıyan hangi arkadaşıyla konuş­ sam "hafızasının olağanüstü gücünden" dem vuracaktı .. . Kitabı hazırladığım süre boyunca, -biraz da hayat bil­ gimden beslenen- bir soruyu elimde olmadan sorup dur­ dum kendime: Acaba soyunda "büyük din adamı" olanlarda sık rast­ lanan -daha doğrusu Kur'anı hatmetme vasfıyla gelişerek, kuşaktan kuşağa transfer olan- bir "genetik miras"la ilgili bir şey olabilir mi; "iyi bir hafıza?" Sanmayın ki soruyu Ortaylı'ya sordum. Hiç sorar mıyım? ......

Söyleşiiere başladığımızda 2003 yılının ilk günleriydi ... Ve o sırada Ortaylı, Galatasaray Üniversitesi'nde görevliy­ di. Kitabın ana çatısı bittiği sırada (2004 yılı başı) Galata­ saray Üniversitesi'nden Bilkent'e (İstan bul'dan Ankara'ya) gitmesi gerekti. İlk okumalarını Ankara'da yapacağını ve kısa bir süre sonra da kitabı yayma vereceğimizi tasarlıyor­ duk. Ama o hesap çalışmadı ne yazık ki ... Önce, kendini açıkça belli eden sağlık sorunları... Ardından gelen bir ameliyat; kitabın da "uzun bir kuluçka" dönemine girme­ siyle sonuçlandı . Aslında, kitabın talihi, başından itibaren, sık sık ve farklı bazı "kuluçka" dönemlerine girmekten açıldı desem daha doğru olur. Öykünün kahramanı, bir gün İstan­ bul'da, ertesi günü Ankara'da, daha ertesi gün de Dubai'de olabiliyordu. Konferanslar, toplantılar, yemek davetleri ve hiç bitip tükenmeyen telefonlar da cabası. . .

Xl

... Ve biraz da bu yüzden ... "Nehir Söyleşi"den ziyade çoğu kez "dere söyleşiler" gerçekleştirebildiğimi, yer yer çıldırmaya yakın çizgilerden geçerek, o dere söyleşileri, ne­ hirleştirmekle boğuştuğumu da eklemeliyim . Şikayet mi bu? Hayır. Kahramamın seyahat etmeyi çok seviyordu ve her dakikası doluydu .. . Ona "rahat vermeyen­ ler" de az değildi! Ben de bunu göğüslemek zorundaydım... Soruları nasıl sordum? Böyle de soru olur mu? Olur. Tarihçi değildim. Cahil kıvamında mı demeli? Yoksa bir çocuğun saddiğini yakalamaya çalışarak mı demeli? Tam bilmiyorum. Ama bildiğim, soru sorarken "sadeliği" ön planda tutmaya çalıştığımdır. Aşk ve özel hayat üstüne gıcıklayıcı satırlar aramayın sakın. Kendisi bundan özellikle kaçındı. Ben de saygı gös­ terdim ... Hatta hak verdim. Yaşamı zaten, daha dünyaya geldiği andan itibaren öy­ lesine farklı ve zaman zaman öylesine serüven ve espri dolu ki, eğlence arayanların canı hiç sıkılmayacak. Ortaylı'yı "kendisi" yapan bir önemli fark da, tarihi, "coğrafyasında" bizzat gidip koklamayı sevmesi .. . Öyle ol­ duğu için de insanlar, ülkeler, kıtalar; onun öyküsünde, "tarih" planında değerini bulmakla kalmıyor, ilginç "tanı­ şıklıklar"ı da beraberinde getiriyor. "Daha lise çağındayken" katıldığı mihmandarlık kurs­ ları sırasında, üniversite seviyesinde hocaları tanımış, Tür­ kiye'yi enine boyuna gezmiş olan Ortaylı'nın dünya harita­ sını hallaç pamuğuna çeviren seyahatlerinden anlattıkları; başka kaynaklarda ve hatta kitaplarında kol'ly bulamaya­ cağınızı düşündüğüm tarih sohbetlerini de üretti . Biraz bu yüzden, biraz da kasten Osmanlı tarihini konuşmakta ye­ tinmeyip, onun "kıyaslamalı" tarihi ve "tarihin devamlı lı­ ğı"nı önemseyen yanını da yansıtnıayı hedeflediın. "Onun gibi biri olmak ..." Bu tür bir hevesi içinden geçiren gençlere derim ki: Belli "apoletlere ulaşma" perspektifinden bakan biri, pek bir so­ nuca varamaz.

X ll

Profesör olmak, yanı sıra birkaç dil bilmek yetmez onun gibi olmaya... Ders çalışmak ve çok çalışmak da yet­ mez ... Bir denkleme bakar gibi bakmak, hiç yetmez. .. Fa­ kat bu demek değil ki onun yaşamının her karesi, kendini o ölçüde bir adam olmaya adamak isteyenler için sayısız dersle dolu değil... Çalışmalarını besleyen yüksek bir meraka sahip olduğu muhakkak, Ortaylı'nın ... Ama "irade" ile birlikte "esnekli­ ği" de birlikte barındırabiliyor. Başkalarına "gamsız" gibi görünebilecek yanlarının, as­ lında onu "özgürleştirip" ona başka tip bir kıvraklık ka­ zandırdığını düşünüyorum. Hem büyük bir çalışma ... Hem de sırası geldiğinde olayları akışına bırakış ... "Bilimsel" formasyon ile, "sanatçı" bir ruhta rastlana­ bilecek özelliklerin birlikteliği ... Zaten "tarihçilik" tanımı yapmaya sıra geldiğinde ken­ disi de şunu söyler: "Aslında tarihçi lik, sanattır. Bir ilmi tarafı vardır. On­ dan sonra 'ilmin üstünde' bir tarafı gelir." **•

Öyküsünün kronolojisini pek kırmadan aralara koy­ duğum "küçük" ve "özel" diyebileceğimiz bölümlere gelince: Ölüm ve Çocuk... Tiyatro Merakı, İlk Yazılar ve Haya­ ta Açılış ... Mithat Paşa, Bulgar Tarihçileri ve Balkanlar... Sahaflarda Bir Gezinti ... Özel Alanlar: Sinema, İran, Kitap vs ... "İltica Edenler Daha Ulusçudur... Ben de ... Bu bölüınlerin asıl hedefi: Ortaylı'nın farklı olduğunu düşündüğüm özelliklerini yansıtmayı birinci planda tut­ ması ... Özellikle de "İltica Edenler Daha Ulusçudur ... Ben de" bölümünün özel bir dikkatle değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. "

• ••

'!lll

Bu kadar kapsamlı bir kitabı belli bir "seçicilikle" oku­ mak isteyenler için de birkaç noktaya dikkat çekebilirim: Tarihe ilişkin her şey; onun tüm yaşamöyküsüne ve özellikle gezilerine yayılmakla birlikte ... "Biz Devlet İçin 'Ölür,' Bir Yandan da Devleti 'Soya­ rız" başlıklı bölümün "tarihin devamlılığını" yansıtmaya dönük bir yanı da var. "İstanbul Sayfası" yakın dönem İstanbul dostlarını me­ rak edenler için ... "Osmanlı Hanedam ile Dostluk: Tarih ve Ötesi" bölümü, tanıdığı haneden üyeleri ile ilgili anıları­ nı v� Osmanlı Hanedam'nı değerlendirmeye yönelik görüş­ lerini yansıtıyor. "Değer Kim Varsa, Onun Peşinde Koştum .. ." başlıklı bölümde, ünlü dostlarını ve yaşamının bohem yanlarını da bulacaksınız. "Galatasaray" Önünde, 'Beşiktaş' Bayrağıyla" başlığı altında, temel özelliklerini nasıl anlattığını, günümüz kadı­ nma bakışını, tuttuğu takımları, otomobil maketlerini, dil öğrenme serüvenlerini, şımarık olup olmadığını, hasılı özel yaşamından izleri yakalayabilirsiniz. **•

Bağlayın kemerlerinizi, "bütün zamanlara yolculuk" yapmaya hazır mısınız? NiLGÜN UYSAL

İstanbul, Ekim 2005

XIV

B İRİNCİ BÖLÜM

Başka Evlerin Çocuğuydum

"Sakrat öyküsü gibi, sanki üstümden kapağım kalkıyordu. O kadar ki, 'esir' ile 'eser'i karıştıran ben, iki ya du iiç sene içinde, Llrtık coğrafya ve krunoluji bilir hale gelmiştim. Yani ne, ne zaman olmuş ? 190S nedir? Kerenski kimdir?"

Aı•us turya , 1948. artık... Şefika

11e

Ortaylı ailesmiıı ilk çekirdeği oluşmuş Kemal Ortaylı, kiiçiik ilber'le. Ortaylı

ailesiııdc AıJUsturya'daıı Türkiye'ye gelme hazırlıkları yapılıyor.

Tarihi Sevdirmenin Sım "Einstein nasıl bütün dünyaya dilini çıkardı. Tıpkı öyle. İlber de o kategorinin insanı. Onun çocuksu oluşu, esprili hali, gülebifen karakteri insanlara tarihi sevdirdi. Doğrusu böyle bir hocam olsun isterdim. Onun için biraz da hacarn gibi görürüm. "

Sezer Duru, arkadaşını anlatıyor

2

- İlk çocukluk anısı olarak ne gelir aklınıza? - Hıdrellez'de kıra gidilirdi ve mutlaka kavga çıkardı mesela... Mahallenin oğlanları kavga ederdi, kızlar için.

- Kaç yaşındasınız? - Küçüğüm, kesin beş yaşın altında... Hatta bir keresinde sormuştum, "Hadi kavga ne zaman çıkacak" falan diye ... "Aman sus" dediler. Ama kavga yine çıktı ... Annem gitmi­ yor Hıdrellez'de kıra, ben gidiyorum. Bizim böyle bir hu­ yumuz vardı.

- "Bizim huyumuz " nasıl bir huy? - Annem, konuşarnıyar komşulada çok fazla... Gel-gite çok fazla vakit bulmadığı için. Ben halbuki bütün gün o komşuların içindeyim ... Başka evlerin çocuğuydum ben. Sokakta oynamaktan çok, ev ev geziniyordum. Çocukken çok şımartıyorlardı beni demek ki .. .

- Ev ev gezmelerden neler hatırlıyorsunuz? - Bütün komşuları gezerdim. Onların peşine takılırdım. Öğlen, akşam yemeklerini onlarda yerdim ... Tam bir reza­ let. Evde yemiyordum. Yetmezmiş gibi, dil uzatıyordum. Mesela, komşuda iriyarı bir ana kız var, babaları da min­ yon bir adam. Ana kıza diyordum ki; "Bütün yemekleri ye­ miş yemiş, babanıza vermemişsiniz. O da küçük kalmış."

- Bu sataşmalar nasıl karşılanıyordu? - Gülüyorlardı canım. Türk halkı çocuğa, deliye alınmaz. !ele yan komşuda bir genç kadıncağız vardı. Onun o muz­ darip gözlerini hala hatırlarım. Yeni evliydiler galiba... Kızı 1

3

kızdırdım, kızdırdım, kızdırdım . .. Oturduğu yerden kalktı. Bir iş için kalkmış meger. Beni kavalayacak zannettim. Ka­ çarken, kadının avluda kurduğu maltızı devir sen ... Ne muzır piç yani! .. Bir de malrıza çarptım, "Canım acıdı" di­ ye bağınyorum kadına. (Tam bir şirret ...) Ne kadar iyiydi Türk kadınları o zaman ...

- Şimdi, iyi değiller mi? - Yok canım, manga( yakacak, İlber gibi küçük bir piçin edepsizliklerini rolere edecek. . . Onlar bitti. Sonra ne kadar kavgacı tipler oldular. Diplamayı ala"n birçok şey olduğunu zannediyor... Bence ayaklarını yere basmaları ve yetişmele­ ri gerek. Dünya zor.

- !lk yaramazlıkları yaptığınız mahalle neredeydi? - O mahalle, benim anladığım Ankara'da lllus'taydı. İs-

Ankara, 1949. Türkıye'de ilk Künler. Küçük ilber'ın elini babası Kemal Bey sıkı sıkı tutmuş...

4

tanbul'dan Ankara'ya ilk geldiğimizde, bir yerde oturuyor­ duk ki o garip bir Türk mahallesiydi.

- Sizinkiler (anneniz Şefika Hanım ve babanız Kemal Bey), Avusturya'dan İstanbul'a gelmiş/er, değil mi? - Tabii... İstanbul'da memleketimize adım attık. Hatırla­ mıyorum ama bebekken büyük bir seyahat yapmışım Tür­ kiye'ye gelmek için. İtalya üstünden Akdeniz'i geçmişim.

- Türkiye'ye gelmek için, bir şeyi k ollamış, örneğin sizin biraz büyümenizi beklemiş olabilirler mi? - Bilmem. Ben bir buçuk yaşındaydım geldiklerinde Tür­ kiye'ye. Pek onu kolladıklarını zannetmiyorum.

- Avusturya'dan Türkiye'ye gelme kararını nasıl veriyor­ lar? - Neden olmasın ki? Canları Türkiye istiyor zaten. İnönü Paşa devrinde, bir ara Turancı görüşün tam aksi ve onun kadar saçma bir düşünce vardı: "Türk, sırf Türkiye'de ya­ şayandır." Böyle bir şey olabilir mi? Bu görüşlerden Turan­ cı olanı "delifişek dar kafalı" bir görüş. Ötekisi de "uyuz dar kafalı" bir görüş ...

- Gemiyle mi geliyorsunuz Türkiye'ye? - Gemiyle ...

- Türkiye'deki ilk günlerin hafızanızda hiç izi yok mu? - Gece, bir apartman. İstanbul muydu acaba? Beyoğlu muydu? Üç yaşından öncesini hatırlar mı insan? Eh, işte ...

- İstanbul'da nerede nasıl kalıyor ai/eniz? - İstanbul'da annemin kuzini vardı. .. Hatice Taktaş Kırımtayeva. 1 9 1 7 ihtilali'nden sonra Rusya'dan Türkiye'ye gelen takımdan . . . Ve onun eşi Abdullah Bey, o da Çekya'da (Çekoslovakya) okuyan mühendislerdendir; bir ara İstan­ bul'un havagazı nıüdürüydü. Yeşilköy'de ahşap, güzel bir 5

evleri vardı. Sanıyorum hala d uruyor. (Yı k ı lamadı.) Orada kaldık. Hem de çok uzun zaman kaldık.

- Peki, ondan önce İstanbul'da "göçmen kampında " ka­ lınmış olabilir mi? -Olabilir ama o çok kısa sürmüştür. inince bir kampta "en­ terne" edilirsin. Sonra akrabaların gelir, seni alır götürür. An­ nemin, İhtilalde Rusya'dan Türkiye'ye kaçan akrabaları vardı. Bunlardan biri Leyla Pultar (Kıpçakskaya). Onu da anlatma­ dan geçmeyelim. Leyla Hanım'la kan bağımız var; büyük de­ deleriıniz kardeş. Leyla Hanım'ın eşi Yakup Pultar Bey önemli bir mühendisti; Polonya Müslümanlarındandı. Yakup Pultar ile Leyla Pultar'ın çocukları olan Beyhan Hanım kuzinim olu­ yor; Bilkent'in profesörlerinden Mustafa Pultar da kuzenim ... Mustafa ağabey, Gönül Pultar'la evlendi. Gönül Pultar; Reşid Mazhar Ayda ile Adile Ayda 'nın kızı dır. Gönül Hanım, anne tarafından, (hukuk fakültesi profesörlerinden ve Atatürk dev­ rinin ünlü milletvekillerinden olan ) Kazan Cumhurbaşkanı Sadri Maksudi 'nin torunudur; baba tarafından da Şeyh-ül Vü­ zera Namık Paşa'nın torunu . . . Bizim sülale Gönül Hanım'ın sülalesiyle iki kere akraba oldu. Annemin dayısı Celal Kıpçak da Gönül Hanım'ın halası Azize Hanım'la evliydi. Eski bir İs­ tanbul ailesidir. Mustafa (Pultar) ağabey, yüzücüdür; denizci­ likle çok ilgilenir; Akdeniz adalarıyla ilgili bir kitabı çıktı; Prin­ ceton Üniversitesi mezunu, iyi bir mühendistir. Biz çocukluğu­ muzda, onların Çatalçeşme'deki yalısına çok giderdik. - Babanızın akrabası yok mu? - Var ama gelip kamptan alacak değil . Burada bir rahmetli Selim O rtay vard ı . O da Çekya'da okuyan bir mü­ hendisti. Bu Rusyalılar, hep Çekya 'da mühendislik oku­ muşlar. Dört-beş tane i htiyar var benim bildiği m . Hep Çekya 'da mühendislik okumuş. Çok enteresan ve üstün kültürlü bir ülkeydi Çekoslova kya . Polanya 'da okumuş olanı yoktu mesela o mühendislerin . . .

6

- İstanbul'a geldiniz, akraba evine yerleştiniz. Siz o sırada bebeksiniz. Sonra ne oluyor? - Sonra, ben b üyüyorum, bir başka eve yerleşiyoruz. - Yine İstanbul'da mı? - Evet. Yine İstanbul'da ... Sonra iş tutmuyor. A n kara 'ya gidiyoruz. 40'Iarın sonunda Türkiye korkunç bir yer. Biz Ankara'da bir a lay semtte oturduktan sonra Etlik'e taşın­ dık. Çok hoş bir yerdi. Hatta evdeki ilk gece çok sevinm iş­ tim . . . " Evimiz burası" diye. Çünkü ev ararken, bir yerlere bakılır sonra yine dönülür ya ... Ben de o ilk gece, bir an yi­ ne öyle olacak, döneceğiz, diye d üşündüın . Sonra hatırla­ dım ki, hayır dönıneyeceğiz. Artık orası " bizim evimiz." Yağmur da yağmıştı. Ertesi sabah bir kalktım güneş de çık­ mış. Mayıs ayı olmalı. Aman Alla hıın. Dağ, orman, k ı rl ar, çiçekler, kelebekler. . . - Kaç yaşında olma/ısınız? - Beş . . . - Ankara 'da ilk oturduğunuz ev, nasıl bir evdi? - Eski ahşap bir evdi. O mahallede Arnavut göçmenler otururdu . Ben orayı severdim. Çünkü, o mahalle bana çok şefkat gösterirdi. Adeta evden eve gezerim. Herkes şımar­ tır. Annem zor bulur beni . . . O " mahrumiyetl i " evde çok kısa oturmuş olmalıyız. - Mahallede oturaıılarla "farklı dünyalardan " olmanıza karşın, ilişkileriniz mesafeli değildi yani? - Çok temeli nde mesafeli aslında . . . Hiçbir zaman o kültü­ re girm iyorsuıı . Camdan bakıyorsun . . . Teyzeler. . . Evlere gir çık ... Ama oradan ne bir arkadaşımız oldu ne de soka ktaki çocukl arla oynardık. O çocukları ben kaba bul urdum. Me­ sela, orada hiç küfür öğren medim. Küfür dağarcığımı, son­ ra "solcu yaza r muhitlerde" geliştirdim.

7

- Mahallenin çocuklarıyla oynarnamayı evden de tembih etmiş olabilirler mi? - Evden de galiba telkin edildi, biz de gel iştirdi k . Çocuk kaba . . . Onunla oynanır m ı ? Oyuncağını paylaşamazsın. Hayatın tatlı yönleri var ama gerçek yönleri de var. Çocuk­ lar, anaları babaları gibi a nlayışlı olabilir m i ? Olamazlar. Ben "o çocukların ana babalarını" tercih ediyordum . - Mahallenin yaşama biçimiyle, sizin evin yaşama biçimi ne kadar uyuşuyordu? - Hiç uymuyordu tabii . . . O nlar bize " yabancı" ya da " ga­ vur" diye bakıyor. Biz de onlara " köylü " d iye . . . R umeli­ Anadolu i ki liği, tatlı sert bir biçimde hep vardır. - Oturduğunuz bir mahallede bir şeyh varmış ... -O daha sonra oturduğumuz b i r mahallede. . . Ve şeyh değil o ... Meşhur Kemal Pilavoğlu vardı. .. Ticani tarikatını canlan­ dırdı... Bir Kuzey Afrika tarikatıdır aslında Şeyh Ahmet Tica­ ni'nin tarikatı. .. Ortaçağ'da bir hayli sosyal ve muhtevalı bir tarikat... Tabii 20. yüzyılın Türkiye'sinde ne olur? Ankara ci­ varında (galiba daha çok Gerede'de) kereste fabrikaları falan var. Hep mürideri çalışıyor o fabrikalarda . . . Mürideri takım halinde çıkıyorlar adamın evinden. Kollar sıvanmış, camiye gidiyorlar... " Eihamdülillah" diye konuşarak ... Bunlar geçip giderken ... Orada mesela bir Makbule vardı anneıne yardım eden, o ve öbür kadınlar, bu müritlerin arkasından, "kih kih kih" diye gülüp a lay ediyorlar. O aklıında kalmış. Çünkü o adamların " kadın" kısmıyla bir diyaloğu yok. O kadınlara, o dünya o zaman hitap etmiyordu. Halbuki, bugünün tarikat­ ları kadınlara hitap ediyor artık. O zaman onlara, " kih kih kih" diye gülen kadınlar, şimdi onlarla yürüyor bir şekilde. 1 950'li yıllarla 2000'li yılların farkı bu ... O zaman erkekler dünyasıydı tarikat çevresi . . . - Kadınlar, o sırada tarikat dünyasının tamamen dışmda mı kalıyordu?

- Tarikat mensubunun karısı örtünür, evde oturur. Nite­ kim birkaç zaman sonra hatırlıyorum, o, " k i h kih k i h " gü­ len kadın, annerne geldi haber verdi: "Pilavoğlu 'nu topar­ lamışlar. " Ben o zaman çocuk aklımla şaşırmıştım . Nasıl toparlamışlar diye ... Acayip bir kelime bu. Ne yani bohça mı yapmışlar?

- O mahallede yaşamak, aile hayatına nasıl yansıdı? -Babam anneme, "Japone kollu elbise giyme" diyor. Çünkü Ulus Meydanı'nda, j aponeli kadınları usturayla yarala­ mışlar. Oradaki heykelin de kolunu kırmaya kalkmışlar. Ce­ lal Bayar çok İttihatçı ve laikti . . . Zaten herkes öyleydi. Bu konuya yaklaşım itibariyle Demokrat Parti (DP) ile Cumhu­ riyet Halk Partisi'ni (CHP) çok ayırmak da doğru değildir. Taviz verilmişse eğer, önce CHP vermeye başlamıştır. CHP çok laik, inkı lapçı da öbürleri gericiymiş ... Ne alakası var? İkisi de bu konuda aynıdır. İkisi de bu konuda belirli tavizler ver­ miştir. Hele seçim mekanizmasına geçildikten sonra ... Taviz vermeyip de ne yapacak? Seçim demek, demokrasi demek, bu da oy demektir. Neyse ... Pilavoğlu'nun toparlanmasından sonra, babam annerne bir uyarı daha yapıyor. " Parkta Rus­ ça kitap okumayın. Rusça konuşma faslı bitti" diye ... - Soğuk Savaş döneminin rüzgarları mı bu? - Sonra anlaşılıyor ki Ankara'da aynı zamanda komünist topadamaya da başladılar... Yani " öbür arkadaşların da hak­ kı kalmasın" zihniyeti. Çünkü bu tek particiler, hem laiktirler hem de antikomünist ... Ama gerçek l iberallere de " i frit" gibi bakarlar... Olaylardan da biliyoruz ki, Milliyetçiler Derne­ ği'ni kapattılar. İsmet Paşa'nın 1 944 olayı, DP tarafından tek­ ra rlanmıştır. K lasik milliyetçiler -Turancı falan- Mende­ res'ten hazzetmezlerdi. Rahmetlinin ipe gitmesi, bir nevi acı­ ıııa ve konsensüs sağladı. İşte biz böyle bir Türkiye'de yetiş­ ı i k. Bu Türkiye'de yabancı dil, Avropa( ! ), tiyatro, sanat, ope­ ra " lafta" tabii . . . Avrupa'nın öbür yakası " yassak ... "

9

- Zor bir çocuk muydunuz? - Eeee tabii herkesi rahatsız ederdim . . . Yapmadığım halt yok bütün gün. İşin kötüsü ben geç konuşmuşum . . . - Desenize geç konuşmanın acısını iyi çıkardınız. . . - Demek daha konuşmadan başlamışım melanete. Konuştuktan sonra da birdenbire dilli düdük . . . - Ne zaman konuştunuz? - İki buçuk-üç yaşında . . . Daha doğar doğmaz farklı l isanlar duymak, beni şaşırtmış olmalı. Söyleneni anl ıyorum çünkü . . . - İlk duyduğunuz dille ana dili karışınca. . . - Evet i l k d uyduğum dil, Avusturya'da Almanca . . . Annem Rusça konuşuyor evde, kolayına gel iyor... Ve bir yandan da Türkçe konuşuluyor.

Şefika Hanını 'ın tlher Ortaylı 'yı henüz dünyaya getirmediği yıllardan bir anı (194S).

lO

- "Ana diliniz neydi" diye de sormamız gerek belki de. . . - Ana dilimiz Türkçe'dir. Fakat demek k i b i r " şaşırma " olmuş . . . Hatta o kadar ki, " Bu güzel çocuk dilsiz olacak, va h va h va h ... " d iyenler de çıkmış. Annem doktora götür­ meye kalkmış. Fakat b i r gün bir süpürge mi ne arıyormuş evin içi nde, ben bulup getirmişim badi badi . . . "Ha tama m " demişler, "anlıyor. . . " Süpürgeyi öğrenmiş iz demek k i . . . Sonra şöyle durumlar da oldu: " K ravat" Rusça kerevet' ten gelir. " Karyola " demektir. Bizim " kerevet" dediğim i z şeyi ise, Ruslar karavat d iye yazar, " kravat" d iye okur l ar. Bildiğimiz kravata ise Ruslar Galstuh der. Almanca'dan ge­ lir. Halstuch'dan . . . Şimdi ben bir yandan da " boyun bağı" için "kravat" dendiğini duyuyorum. Öte yandan annemin karyolaya "kravat" dediğini biliyoru m. -Kafanız karıştı . . . - E h kafam karıştı tabii . . . Evde ikizler, b i r gün babamın kravatını çekiştiriyorlar. Ben de, " Anne, bu i k izler baba­ mın karyolasını çekiştiriyorlar" diyorum . Şikayet ediyo­ rum . . . Böyle !isan bozu klukları oluyor. - ikizler ne zaman dünyaya geliyor? - Onlar 1949 Ocak doğumlu. Emeldar ve Enver. Benden iki yaş küçükler. -Peş fJeşe doğmuşsunuz. . . -Aşağı yukarı canım. İşe bak sen . . . - Peki ikizler dünyaya gelince ne oldu? Kıskanmadınız mı? - Ben, kıska nmamışım. Hatırlamıyorum. Demek ki yeter ince şımartı l mıştım. O " i ki sebze" ta m manasıyla ne yap­ tılar? Bak onu da bilmiyorum. Ama " bakımlı " bir şekilde büyüdül er. - Kardeşiniz Enuer'in adının konması ile ilgili bir öykü uar sanki... ll

-Onun adını annem koydu. Çünkü a nnemin kendi yaşın­ da bir dayısı varmış; adı Enver. ( Rusya'da 1 9 18 yılında do­ ğan Türk erkek çocukları arasında Enver ismi çok yaygın­ dır. Çünkü padişahın [halifeni n] damadı Enver Paşa, Har­ biye Nazırı olarak göreve gel miş, kurtaracak oraları ... Onu bekliyor insanlar. Demek k i o dayının ismi ondan Enver konmuş.) Sonra Enver Dayı'nın kendisi ve a ilesi sürgüne gönderilmiş ve sürgünde ölmüşler. Annem hem dayısı hem de çocukluktaki oyun arkadaşı olan Enver'i hatırlad ığı için, bebeği ona benzeterek böyle bir ad koydu. Bir Kazım ( Baycan) Amcamız vardı. O da Balkan, Sarıkamış ve İstik­ lal Harbi gazisiydi, on sene cephede kalmış. Adı bebeğin kulağına okuoacağı zaman, Kazım Amca, kanacak ismi so­ ruyor. " Enver" denince, o da anneme, " Kızım başka bir isim bularnadın m ı " diyor. İ şte Ti.irk tarihi de bu. Enver Paşa kadar karışık.

- Gelelim "kravat" ile "karyola "yı karıştıran çocuğa ... O sonra, belli ki "konuşkan " bir şey oluyor... - Ba bam b a n a Çobanzade Bekir'in uzuuun b i r şiirini ez­ berletiyor. Çok uzun, gayet milli bir şiir. Ben de k üçücük bir veledim. Yeni konuşuyoru m. - Daha okula gitmediğiniz sıralar... - Yok daha u fukta okul mak ul y o k . Ben bunları okudukça millet bayı lıyor. Konu komşuya okuyorum. Sonra an­ nem bazen bize " Rusça şakalar" yapıyor böyle ... " Nosi k, rotik, a borotik" gibi . . . ( Nokta, nokta, virgül, virgül, yu­ varlak y üz . . . ) Onları da ezberliyorum. - Geç konuştunuz ama ... Ona karşılık aynı anda birkaç dil yerli yerine oturmaya başlamış desenize. . . - Oturmamış işte . . . Gezinip duruyor. Annem de Türkçe okumaya müthiş meraklı. Hiç Türk okuluna gitmemiş çün­ kü o. Lisanı tamamen evinden biliyor. Evden bil inen )isan, Rusya'da okuyan bir kadın için yeterli ol muyor. Çünkü o 12

Anne Şefika Hanım, ikizleri ve ilber'i alıp Etlik'teki evin civarında kır gezisine çıkmış. Herkes kendi aleminde. ilber Ortaylı en sağda.

ınünevver bir insan. Bütün hayau boyunca çok güzel düşü­ nen ve yazan biri oldu. Hala Ruslar, onun yazdıklarına hayrandır. Fakat, Türkçesinden hep şikayeti oldu . . . Ve de hep okur; Yaşar Kemal'den başlayıp Kerime Nadir'e kadar okur... Cemi ! Cahit Cem 'den Aziz Nesin'e kadar mizah edebiyatı okur.

- Sokakta hiç oynamamış bir çocuk sayılır mısınız? - Sokakta oynamamış sayılmam. Annem bizi her gün parka götürürdü. Zavallı kadın, ik izleri arabaya oturtu­ yor. (0 zamanlar Türkiye'de her ai lede araba da pek yok.) Ka l kıyoruz parka gidiyor uz. Ben arabanın kenarın­ ıLı. .. Çok yorul ursam ben de i k izlerin yanına dahil oluyo­ rııın. Gençlik Parkı o zaman bomboş. Yahut Mecl is'in parkında dolaşıyoruz. Ankara'da oturduğunuz bir ev de, Meclis 'in karşısına ılı·nk düşüyordu galiba ... - Evet. Eve yakın bir parkta oynardık. Kıyafeti güzel an­ ı ınııin . . . Hoş . Bel li işte, okuyan kibar bir harun. Zaten bili13

yorsunuz Ankara'da standarttır her şey. Fazla sivrisi yok­ tur. Ne fazla cahil ve fak i r görülür, ne de yüksek k ül türl ü ve zengin bulunur. Ortalama yerdir Ankara. Oradan bir başka yere ve n i hayet Etlik'e taşındık. Onu biz istedi k . Çünkü orası ç o k hoş b i r yerdi , kırsal, bağlık bahçelik . . . Et­ l ik'te otururken Çerkez bir komşumuz vardı: Selahattin Demirkan, m ühendisti. Babamın iş arkadaşıydı. Ortaokul­ dayken bana matematikte yardım ederdi. Derste dinlemi­ yorum ya . . . İ lginç bir adamdı. Duvarı Almanca k itaplada dolu. Bana Hitler devrini anlatan bir k i tap verm işti. Bu zat, bütün Çerkez erkekleri gibi maço. Sofrada beş çeşit ye­ mek olmadan olmaz. Kadıncağız, o beş çeşit yemeği ve evin işlerini yapar, çocuklara da bakar. Ortada küçük bir güzel kız bebecik geziyor. İki yaşında fal an, adı Renan De­ m irkan . . . Bir Bardak Dem/i Çay romanını yazdı sonra bu kız ... Annesi dindar bir Çerkez'di . . . Selahattin Bey ise "ate­ ist" geçiniyor. Ateist geçindiğine de bakmayın Kur'an'ı fi­ lan da biliyor. Çerkez aile adama K ur'an'ı hıfzettirir. An­ nem de o kadıncağıza bayılırdı ve diyordu ki: "Türk edebi­ yatını ondan öğreniyoru m . " Gustave Flaubert'i onun ka­ dar iyi tahlil edeni de a z gördüm ... Seneler sonra, Renan Demirkan'ı, yurtdışında " i şçi ailesi çocuğuymuş" d i ye ta­ nıttıklarını gördüm. Sanki bütün medeniyeri Almanya'da öğrenmiş de o sayede roman yazıyormuş ... Halbuki Al­ manya'da bulunmasıyla i lgisi yoktu bu kızın başarısının. Ana baba, din konusunda münakaşa edecek ... Biri edebi­ yat bilecek . . . Öbürü m ühendis olaca k . . . " Almanya'da yeti­ şen bir Tür k " diye anlatılan kız, işte böyle bir kökene sa­ hip. Köylü ai leden çıkmıyor edebiyatçı. Türkiye 60'larda çok sıkıntı lı olduğu için Almanya'ya gitmişti Selahattin Bey... Sonra da orada kaldı.

- Çok sevdiğiniz Etlik 'teki ev nasıl bir evdi? -Bir bağ eviydi. Bir başka bağ evi daha vardı. . . Ev sahi bimiz oturuyordu orada; doktor İslam Bey. . . Sovyet Azer­ baycan ı'ndandı. Yani R usya tipi tıp eği timi görm üş, pratis14

yen bir doktor ama her şeyi bilir. İran'a kaçmış, orada İran Azerbaycanlısı bir hanımla, Sakine Hanım'la evlenmiş . . . Doktor İslam Bey, Rusça da bilirdi, Farsça da.

- Kaç yaşındaydınız o sırada? - Yedi yaşındaydım. Bu doktor, her şeyden anlardı. .. Çünkü Rusya'da pratisyen doktorlar çok iyi yetişirler. Usul odur Rusya'da. İyi okuyan bir adamdı. Hatta hatırlıyorum bir sürü de çocuğu var. . . altı-yedi tane. Akşam kendi k itap okuyor masada . . . Çocuklar da onun etrafında ders çalışı­ yorlar. K ıpırdayıp gürültü yapana elindeki sopayla " pat" diye vurur ve herkes derse devam eder. Kızların bir tanesi nakış işler. Hanım da " yama" yapar. O zamanki ha nımlar yama yapardı . Şimdiki kadınlar ne bilir yama? Tamam ih­ tiyaç yoksa yapmasın ama bilsin. Yalnız kadın değil , erkek de bilsin. - O evin düzeninden başka neler hatırlıyorsunuz? - Çay içerler. O çayı da "podstakançık "la içerler, R us usulüdür bu. Ya da fincanla içilirdi çay. - "Podstakançık " nasıl bir şey? - Çay bardağı, kulplu bir şeyin içine oturtulur ya ona denir " podstakançık . . . " Müşterek tarafımızdı bu o aileyle. yle gal i ba, üçten sonra bırakıyor. Ne olduğunu da bil­ ı ı ı ı y ı ır u rn . Belki de emekli oldu. Belki de olmadı. Bir başka uı�ıı·ı ıııeıı ge l d i . O da dikkatli ve sert bir öğretmen d i .

\'111e hir ka�.'. n ô,�retmen

mi?

!ver yine bir bayan öğretmen . . . Bu a rada bir tatsızl ı k ı ı l ı l ı ı . B ü y ü y e rı �ehir, ııı ektehi çift ted risata dön ü sti-tl'tii� 1 \ ı o ı ı u -;ı rada dördüncü sıııı fraydını .

- Tadı kaçtı yani okulun . . . - Çift tedrisat başladığında, önce " ne eğlenceli, yarım gün" falan d iyorsun. Sonra, ne berbat bir şey olduğunu anlıyorsun. - Okul bahçesinde "kafi miktarda oyun oynama " hakkı da bitiyor... - B i r kere sefi l b i r şey çift tedrisat. Sonra ben beşinci sınıf­ ta i lkokul değişrirdim. Galiba taşındık. Orada da öğret­ menler hep kal iteli ve aynı tipteydi . . . Tarih filan seven öğ­ retmenler. - Genç Cumhuriyet'in ilk mekteplerinin bazı özellikleri var. Neydi onlar? - Mutlaka m üsamere yapılır; şiir, tiyatro ve müzik dersi­ nin ayrı bir ağırlığı vardı. .. - Okulunuzun tiyatro salonu ya da piyanosu var mıydı? - Piyanoyu hatırlamıyorum . . . Tiyatro salonu ise yoktu ama mutlaka okulda bir yer tiyatro salonu haline dönüştürülürdü. Ben okul piyeslerinde oynadım ... Ve çok "aktör" olarak gürül­ düm. Hatta anneler gününde kendi yazdığım bir şiiri okuduğu­ ımı hatırlıyorum. Resim yaptığım için "resim ödülü" aldım. - Kim verdi bu resim ödülünü? - Okulda yarışma ya pılmıştı, öyle aldım resim ödülünü. İkinci sınıfta da, hızlı okuduğum için Şefi k