Yeşil Kısrak 975-296-019-7 [PDF]


146 64 5MB

Turkish Pages 278 Year 2002

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Yeşil Kısrak
 975-296-019-7 [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

Marcel Aymé Y eşiL KisraK T ü rkçesi

Tahsin Yücel

Marcel AymâYeŞİL

Çağdaş Fransız edebiyatının en ünlü rom anlarından biri, Tahsin Y ücel’in görkem li çevirisiyle Türkçe’de

Günün birinde Fransa’nın bir köyünde doğan “yeşim yeşili” bir kısrak; Bu kısrağın, büyücü bir ressam ın elinden çıkma resmi; Bir ailenin, toplumsal ve parasal açıdan yükselirken yitirdiği ahlak değerleri; Ve romanın arka planını oluşturan, yeşil kısrağın duvardaki resminden izlediği şey: Yaşamın en derininde yatan cinsellik... D uvargeçen ’in yazarı, bir kez daha mitosla çiğ gerçeği birbirine

kararak, içinde tanıdık şeyler göreceği bir ayna tutuyor okurun yüzüne.

KISraK ISBN: 975-296-019-7

9789752960190

789752 960190

M arcel A ym é

Y E ŞİL K ISR A K

T ü rkçesi: T ahsin Y ü cel Marcel Aymé: (1902-1967) Çağdaş Fransız rom anının en önem li yaratıcıla­ rından biridir. D eğişik işlerde çalıştıktan, bir süre de gazetecilik yaptıktan sonra, 1933'te Yeşil Kısrak (La Jum ent Verte) adlı rom anıyla geniş bir ilgi uyandırdı. Bu başarının ardından, kendim tüm üyle edebiyata adadı; töre gözlem lerini coşkulu bir m izah ve keskin bir hicivle kaynaştıran; en yalm , en düz gerçekle en şaşırtıcı düşgücünü, um arsız bir karam sarlıkla derin in­ san sevgisini birarada götüren, romanlar, öyküler, oyunlar yazdı. L e B oeu f clandestin (1939), Chemin des écoliers (1946), Uranus (1932), la Tête des autres (1952) gibi oyunlarıyla çağının en dikkatli tanıklarından ve Fransız dilinin en usta yazarlarından biri olarak tanındı. Tahsin Yücel: Yakın dönem Türkçe yazınında gerek bilim adam ı kişiliği, ge­ rekse seçkin yazarlığı ve dil ustalığıyla öne çıkan Tahsin Yücel, 1933'te Elbis­ tan'da doğdu. G alatasaray Lisesi ve İÜ Fransız Dili ve Edebiyatı B ölüm ü'nü bitirdikten sonra, üniversitede kaldı, profesörlüğe dek yükseldi ve 2000 yı­ lında em ekli olana dek bu kurum da çalıştı. 19. ve 20. yüzyıl Fransız yazını ve göstergebilim dallarında uzm anlaştı. Bu alanda, Türkçe ve Fransızca ya­ yınlanan önem li bilim sel yapıtlar kalem e aldı. 60'h yıllardan başlayarak ya­ zınsal ürünler de yayınlayan Tahsin Yücel, öykü, rom an ve çevirileriyle ül­ kem izin tüm önde gelen yazın ödüllerini aldı (TDK Öykü Ö dülü, 1959; Sait Faik H ikaye Arm ağanı, 1956; A zra Erhat Çeviri Yazını Ö dülü, 1984; Orhan K em al Rom an Ö dülü, 1993; Dünya Yılın K itabı Ö dülü, 1999; Sedat Sim avi Edebiyat Ö dülü, 1999). Son yıllarda üretim inin ağırlığını rom an ve öykü ki­ taplarının oluşturm asına karşın, usta işi, seçkin çeviriler yayınlam ayı günü­ m üzde de sürdürüyor.

Marcel Aymé YEŞİL KISRAK Türkçesi: Tahsin Yücel Özgün adı: La Jument verte, 1933 K Kitaplığı 14 Roman 2 ISBN: 975-296-019-7 Önceki Basımı: Varlık Yayınları, 1956 Yayına Hazırlayan: Elif Gökteke Grafik Tasarım: Mehmet Ulusel Kapak Resmi: © Mehmet Ulusel, 2002 Dizgi: Maraton Düzelti: Müge Karalom Baskı: Ofset Yapımevi ©Gallimard, 1933, 1960 © Koç Kültür Sanat ve Tanıtım Hizmetleri Tlc. A.Ş. 2002

Marcel Aymé YEŞİL KISRAK Türkçesi: Tahsin Yücel

Yeşil Kısrak I

Marcel Aymé ve Yeşil Kısrak

Martin'in de bir evi, bir karısı, çocukları vardı, "ama Martin her şeyden önce bir bisiklet yarışçısıydı." Yuvasını da, karısını da, çocuklarını da bıraktı bu uğurda, tüm varlığıyla kendini ülkü­ süne verdi. Bütün yarışlarda sonuncu gelmek gibi küçük bir ku­ suru vardı, ama olsun; bu kadarcık bir şey için yolundan döne­ cek değildi ya. Üstelik, her sonunculuk ilerideki bir birinciliğe hazırlanmak için bir başlangıç noktasıydı. Yollara dökülmüş se­ yirciler, öteki yarışçılar geçip gittikten sonra, " Yakındır; Martin de görünür birazdan" derlerdi birbirlerine. Gazetecilerin Martin'le de konuştukları olurdu. "Bir terslik oldu işte" derdi Martin, "ge­ lecek sefere..." Kendini sağlam bulurdu, bisikletinde de bir kusur göremezdi, şansa yüklerdi suçu. Eh, bunca yarışçının yüzünü güldüren şans neden gelecek sefer de Martin'in yüzünü güldürmesindi? Ne var ki, gittikçe açtı ötekilerle arayı; bir gün, iki gün, üç gün sonra, derken, altı ay, bir yıl sonra varmaya başladı varı­ lacak yerlere. Böylece, yarışları birbirine karıştırdı. Bu arada yaşlandı, saçları ağardı. Bir gün, kim bilir kaçıncı yarışında, bi­ sikletini onarırken, karısıyla karşılaştı. Yanındaki kızı gösterdi karısı, "Senin çocuğun" dedi. Martin de karısının kucağındaki çocuğa baktı: "Bu da torunum mu?" Karısı: "Hayır" dedi, "bu ye­ ni kocamdan." Martin hiç kızmadı, üzülmedi de, doğal buldu bu­ nu; herkese kendi yolu. "Eyvallah" deyip yollara düştü gene. Bir

I Marcel Aymé

zaman sonra, karşıdan gelen bir kamyon, Martin'i de, bisikleti­ ni de havalara fırlattı; ama, yere düştüğü sırada, gidon gene elindeydi Martin'in, son soluğunda mırıldandıkları da gene ya­ rışla ilgiliydi. Güldürücü olduğu kadar da hüzünlü bir öykü işte, nicele­ rimizin yaşama serüveninde sızılı bir yankı bulan bir öykü. 1967 Ekim'inde ardında birbirinden güzel bir yığın öykü, roman ve oyun bırakarak, altmış beş yaşında ölen ünlü Fransız yazarı Marcel Aymé'nin bir öyküsünün özeti. Nasıl bir yazardı bu tu­ haf öykünün yaratıcısı? Yapıtlarının sayısı elliyi bulan bir yazar hakkında bir yargıya varmak için bir tek öykü yetmez elbette. Buna karşılık, bu kısacık özet bile, örneğin bir sözlüğün Aymé hakkmdaki yargısından kuşku duyma hakkım verir bize: "Ka­ ramsar bir yazardır. İnsan yaradılışının kötülüğüne inanır. Onun için, kötülük evrenseldir." Ama bu yargı sözlüklerde yer alabile­ cek kadar yaygınsa, kendi yurdunun bir yazarı olan Jacques Nathan, Aymé'nin "insan yaradılışının iyiliğine inanmadığını" söyleyebiliyorsa, bir karamsarlıktan çok, aldatıcı da olsa bir umudun, bir kötülükten çok, bir hoşgörünün anlatımı olan bu öyküyle bu yargılar arasındaki çelişkiyi nasıl açıklamalı? Kolay­ lık, rahatlık, basitlik uğruna, güveni kuşkuya, yüzeyseli derine, ayrıntıyı bütüne yeğ tutabilen insan kafasının bir zayıflığıyla belki. Öyle ya, yalnızca Martin'in öyküsü değil, elinizde tuttu­ ğunuz şu kitap da fazlasıyla tanıklık eder bu yüzeysel yargıla­ rın yanlışlığına: Yeşil Kısrak’m başlıca kahramanı Honoré, her türlü kötülükten, her türlü düzenbazlıktan uzak kalması bir ya­ na, çoğu zaman, farkında bile olmadan, sırf varlığıyla iyilik eden, sırf varlığıyla kötülükleri önleyen postacı Déodat birer iyilik, arılık, doğallık örneği değil midir? Déodat'yi, Honoré'yi karşımıza çıkardığı her seferde, Aymé'nin içinin sevgiyle titredi­ ği sezilir. Jacques Nathan'ın yaptığı gibi, işi kolay yanından aldık mı, başka ayrıntılar karşısında, bambaşka yargılara da varabiliriz. Örneğin, Uranüs adlı romanının başlıca kahramanlarından biri­ nin, profesör Watrin'in, "Bencillikten, ikiyüzlülükten sözetmeyin

Yeşil Kısrak I

bana. İnsanın bencilliği de kelebeğin, sincabın bencilliği kadar hoştur. Hiçbir şeyimiz kötü değil, hiçbir şeyimiz. İyi ve daha iyi vardır yalnız­ ca, bir de yalnızca iyi olana kötü deme alışkanlığımız. Daha iyiyi iste­ yen bunca insan bulunduğunu düşünmek de çok güzel bir şey. İnanın bana, yaşamak her zaman, her yerde güzeldir, çok güzeldir/' demesi­ ne bakarak, Marcel Ayme'nin iyimser olduğunu da söyleyebili­ riz; insan yaradılışının iyiliğine inandığını da. Ayrıntılarda ka­ lındıkça, iki yargı eş değerdedir. Ama, daha yakından bakılınca, Ayme'yi uzun uzun incelemiş bir yazarla, Pol Vandromme'la birlikte, bütün bu yapıtların "kardeşçe bir sevgiyle" aydınlandı­ ğını söylemek daha doğru olur belki. Aynı eleştirmenin söyledi­ ği gibi, "dünyanın kötülükleri hoşgörüsünü de, dostluk duygusunu da yıkmaz" Marcel Ayme'nin, "insanlık sevgisi bir ülkü coşkunluğu değildir," o kadar. Ayme'yi insanların kötülüğüne inanmış bir yazar gibi gösteren de budur belki: ülkülerle, coşkunlukla, taş­ kınlıkla başı hoş değildir hiçbir zaman, hiç değilse kitaplarında, bütün bunlara dışardan, soğukkanlılıkla bakmayı yeğ tutar. Bu­ nun sonucu olarak, gülünçlükleri, tuhaflıkları, parlak sözlerin, parlak eylemlerin gizlediği koflukları daha kolay görür, insanla­ rın kendi çevrelerinde yükselttikleri masal duvarlarını kolayca yıkıverir. Ayme'nin en önemli romanlarından biri, belki de en önem­ li, en çekici romanı olan Yeşil Kısrak, onun bu özelliğini açıkça ortaya koyar: Jules Haudouin, köyünde belediye başkanı olarak kalabilmek uğruna, siyasal görüşlerini sık sık değiştirirken, her zaman kendince geçerli bir neden bulur; çıkarını Fransa'nın çı­ karıyla eşitleştirir. Ondan sonra, gerek oğlu Ferdinand, gerekse bölgenin milletvekili Valtier, bu yönde çok daha ileri giderler. Fransa'nın yüksek çıkarları yasak bir aşka perdelik etmeye baş­ lar sonunda, doğallıktan uzaklaşmış kişiler, bu duruma çok do­ ğal bir şeymiş gibi bakarlar. Yalnızca bu tür yalanlar mıdır do­ ğallıktan uzaklaşmanın belirtileri? Yeşil Kısrak daha başka, daha önemli örnekler de serer gözlerimizin önüne. Politikadan kilise­ ye, kiliseden aileye kadar her kurum, her kurumlaşma, doğal­ lıktan uzaklaşma belirtileridir. Örneğin insanların cinsel eğilim-

ıo

I Marcel Aymé

leri, sevişme yordamları bile, evlilikle birlikte, sınırlanıp kalıp­ laşır. Claquebue köyünün papazı da, bağlı olduğu kurumun çı­ karı uğruna, bu kurumun derin eğilimlerini baltalar durur. Ay­ mé bu sapmaları alabildiğine canlı, alabildiğine gülünç olaylar aracılığıyla gösterir bize. Bu sözlere bakılarak, Aymé'nin hem bir taşlamacı, hem de alışılmış anlamda gerçekçi bir yazar olduğu düşünülebilir. Ger­ çekten de, gerek gülmece, gerek taşlama alanında eşsiz yapıtlar verdiğinde neredeyse tüm eleştirmenler birleşmektedir. Gülme­ ce ve taşlama bu büyük yazarın romanlarının da, oyunlarının da, öykülerinin de en belirgin özellikleridir. Yeşil Kısrak, Uranüs, Başkalarının Kellesi, Clérambard, Okullular Yolu taşlamayla gülmeceyi birarada götüren kitaplardır. Ne var ki, kişilerden çok, kişi­ leri koşullandıran töreler, durumlardır, kuramlardır eleştirilen. Öte yandan, bu eleştiri bir yargılama olarak da belirmez. Gös­ termekle yetinir Marcel Aymé; fazla sözler, uzun, dolambaçlı açıklamalar, birinci ağızdan söylemler onun hoşlandığı şeyler değildir; onun işi en açık, en yalın dille anlatmak, en kestirme yoldan göstermektir. Ancak hiçbir zaman böyle bir açıklık ve böyle bir yalınlık bir yüzeysellik belirtisi değildir. Yeşil Kısrak bu bakımdan da ay­ dınlatıcıdır: Yeşil Kısrak'ta bir yeşil kısrak bulunması, kendine ayrılan bölümlerde doğrudan doğruya söz alarak birtakım yo­ rumlara, açıklamalara girişmesi bir yandan olaylara daha bü­ yük bir açıklık kazandırırken, bir yandan da bambaşka bir de­ rinlik sağlar romana, yeni boyutlar katar. Açık sözlü yaratıcısı­ nın açık sözlülüğü çiğliğe, açık saçıklığa kadar vardıran sözcü­ südür yeşil kısrak (fransızcada yeşil -v e rt- sözcüğünün, konuş­ ma için kullanıldığı zaman, açık saçık anlamına geldiği düşünü­ lürse, biraz da bu özelliği dolayısıyla yeşil olduğu söylenebilir), alaycı bir filozof, derinlere inen bir gözlemcidir. Görünüşleri aşarak derinliklere, temel nedenlere iner, Claquebue'lülerin bir­ birlerine karşı davranışlarını, siyasal görüşlerini, hınçlarını, kin­ lerini cinsel eğilimlerine bağlar; cinsel eğilimleriyle açıklar, her şeyden çok cinsel eğilimler, cinsel içgüdüler üzerinde durması

Yeşil Kısrak I 11

bundandır. Aymé çok değişik bir gerçekçi olarak belirir böylece. Gerçekten de, kısa bir süre meslek edindiği gazetecilikten sözederken, "Kötü bir gazeteciydim ben, çünkü yalnız gördüğümü ya da duyduğumu yazardım, oysa kural, o günlerde de, uydurmak ve şişirmekti," diyen bu yazarın gerçekçiliği pek alışılmamış bir gerçekçiliktir. Onun hayvanları konuşurlar çoğu zaman, gere­ kirse okuma yazma bile öğrenirler; birbirine tutkun iki insan, birdenbire kaynaşıp bir tek insan oluverir; bir tek Sabine birçok kadın olur, aynı zamanda yirmi yerde birden bulunur; bir sirkin gözde cücesi birkaç gün içinde yakışıklı bir insan olup gözden düşer; Dutilleul, kırk üç yaşında, bir gece, elektrikler sönünce, duvarlardan rahatlıkla geçmek gibi görülmedik bir yeteneği bu­ lunduğunu anlar. Önce üzülür bu işe, hekime gider. Sonra pek geçinemediği müdürünü kızdırmak için yararlanır bundan, sonra işler büyür de büyür. Artık her şeyi yapabileceğini anlar Dutilleul; kapatıldığı her yerden kolayca çıkabileceğine göre, tüm olanaklar elindedir. Ama, bir gün, tam gönlünce bir aşk bulduğu sırada, yeteneğini elinden alacak hapları aspirin diye yuttuktan sonra, sevgilisine giderken, kalın bir duvarın içinde kalır. Şimdi, "geceleri, Paris'in gürültüsünün yatışır gibi olduğu sa­ atlerde, Norvins Sokağından geçenler, sanki mezar ötelerinden gelen, boğuk bir ses işitirler, Butte’ün yol kavşaklarında ıslık çalan yel dert yanıyor sanırlar, ama Dutilleul’dür dert yanan, şanlı serüveninin so­ na ermiş olmasından yakınır, kısa sürmüş aşkların acısıyla inler. Kış gecelerinde, bazı bazı, ressam Gen Paul gitarını alıp Norvins Sokağı'nın sessizliğine dalar, zavallı tutsağı avutur, uyuşmuş parmakların­ dan havalanan nağmeler, ayışığı damlaları gibi, taşın yüreğine girer­ ler. " Bu tuhaf, bu görülmedik, bu gerçek olamayacak olayları gerçekçilikle bağdaştırmak zor gibi görünür, daha çok bir masal dünyasını düşündürtürler insana. Dutilleul'ün sonunu belirten tümcelere gelince, başka bütün durumlarda beylik ve yapmacık kaçacak bu sözler, böylesine tuhaf bir durumun anlatımı olun­ ca, bir gerçek şiir izlenimi verirler. Ama Marcel Aymé aynı izle­ nimi en basit sözlerle de uyandırabilir içimizde: "Ben Yahudiyim,

12 I

Marcel Aymé

dedi bir Yahudi; ben hep açımdır, dedi bir çocuk; on beş gün var ki, de­ di bir yaşlı kadın, on beş gün var ki kedime bir parçacık et yedireme­ dim. Adı Kiki'dir. " Aymé'nin gerçekçiliği, gerçekdışından sonra, bir de bu şiirle birleşir. Fransa'nın köylerinin, küçük kasabaları­ nın kendilerini içgüdülerine, küçük tutkularına bırakmış, orta halli insanları, her zaman, her yerde rastlanan türden, yaramaz, şeytansı ya da ağırbaşlı çocukları, Paris'in mesleklerinin demir boyunduruğu altında ezilen, tekdüzelikten, sıkıntıdan, yorgun­ luktan patlayan, önemsiz kişileri çoğu zaman birer masal kahra­ manı oluverirler. Ne var ki, kafalarında kolay kolay bir masal dünyası kuramadıkları gibi, bir masal kahramanı oluvermeleri de bir masal dünyasına dalmalarıyla sonuçlanmaz. Her zaman­ ki dünyalarında geçer her şey, durumları, çevrelerinde, hastalı­ ğa, sakatlığa benzer bir aykırılıktır, o kadar. Bu aykırılık, bu ma­ sal, alabildiğine yalın bir dille, doğal ve gündelik bir olay gibi anlatılınca, gerçekdışı ile gerçek içiçe girer ister istemez, gerçek­ dışı da gerçek yaşamanın bir parçasıymış gibi görünür. Ama, hemen her zaman, bir an gelir, bu birleşme sona erer, gerçek tek başına kalır gene. Bu nedenle, Les Oiseaux de la lune'de, Duvargeçen'de gördüğümüz kaçış özlemi, gerçeğe doğru bir yol alış ola­ rak da düşünülebilir: Dutilleul, Mısır'a gidip ehramlardan geç­ meyi kurar, ama gönlünce bir kadın bulur bulmaz unutuverir bu isteğini. Öte yandan, gerçekdışı ile gerçeğin birleşmesinden en çok gerçek yararlanır; böylece daha iyi belirlenir, özüyle seri­ lir gözler önüne, bir genellik, bir evrensellik kazanır. Masal öğe­ si son derece az olan Yeşil Kısrak’ta, giriş bölümü bir yana bıra­ kılırsa, olaylara doğrudan doğruya bir etkisi bulunmayan bir kısrağın, daha doğrusu bir kısrak resminin sık sık söz alması da gerçeğin daha iyi belirmesini sağlamak için değil midir? Arala­ rında yüzyıllar bulunmakla birlikte, Marcel Aymé'ye çok benze­ yen bir başka Fransız romancı Rabelais de masalla gerçeği aşağı yukarı aynı amaçla karıştırmaz mı birbirine? Ama gerçek, gerçekdışı ile böyle kolayca kaynaşabiliyorsa, onun da gerçekliğinden kuşku duymak gerekir, hiç değilse ge­ çerliliğinden. Evet, bu kaynaşma biraz da bir kopmayı koyar or­

Yeşil Kısrak I 1 3

taya; gerçeğin doğaldan kopmuşluğunu. Biraz yakından bakı­ lınca, yaratıkların başlıca acılarının doğalı zorlamalarından ileri geldiği görülür. Öküz sevdiği çiftlikten, sevdiği çocuklardan ay­ rılıp pazarda satılacaksa, kendi yaradılışını zorlayıp bilgiçliğe kalktığı içindir; insanlar gündelik yaşamın çarkından kurtulamıyorlarsa, doğaldan uzaklaşmak pahasına, yavaş yavaş, böyle bir yaşamı kendi elleriyle kurdukları içindir; Marcel Aymé, nice kişilerin öfkesini kazanmak pahasına, kahramanla korkağı aynı kefeye koymuşsa, her ikisinin gerçeğinde de doğala aykırı bir şeyler gördüğü içindir. Yeşil Kısrak, doğal ile doğal olmayanın karşıtlığını da çok güzel gösterir: Honoré Haudouin, doğadan, doğallıktan uzaklaşmadığı için, yoksulluğu, yorgunluğu içinde, her zaman mutlu, her zaman rahattır; kardeşi Ferdinand, doğal­ lıktan uzaklaştığı, toplumsal uygunlukları her şeyden üstün tut­ tuğu, onu bir uygunsuzluk, bir ikiyüzlülük durumuna getirdiği için, zenginliği ve rahatlığı içinde, hep yoksul, tedirgin, mutsuz­ dur, Honoré'nin karşısında hep ezilir, hep yenik düşer. Marcel Aymé birçok olaylarla, sözcüsü kısrak da birçok çözümlemeler­ le bu karşıtlığı iyice belirtmeye çalışırlar. Neden? Aymé'nin bildirisi midir bu? Hemen "Evet," diye­ bilmek zor. Birçok yazar için olduğu gibi Aymé için de bir bildi­ riden sözetmek işi fazla basitleştirmek olur kuşkusuz. Kendince bir ışık tutar o, göstermekle yetinir. Sanatçı için önemli olan ken­ di gerçeğinin, daha doğrusu gerçek sandığı şeyin bir görüntüsü­ nü verebilmekse, Marcel Aymé kendine özgü sanatıyla bunu ya­ par. Ne karamsarlık, ne iyimserliktir tutumu. Montherlant'm özdeyişi onun da özdeyişi olabilir: " Gerek kendimde, gerek başka­ larında, insan gücünün ve insan zayıflığının tüm durumlarını tam­ dım, dile getirdim, her ikisini de eşitçe sevdim. " T a h s İn Y ü c el

I

C laquebue köyünde yeşil bir kısrak doğdu bir gün, am a, yeşil dedikse, ak beygirlerin tiritlik zam anında görü­ len sidik yeşili dem edik; yeşim taşlarının güzel yeşiliydi onunki. H ayvanı gördükten sonra, Jules H audouin ne kendi gözlerine inanabiliyordu, ne karısının gözlerine. — O lacak şey değil, diyordu, nerede bizde o şans. H audouin çiftçi ve at satıcısıydı, ne kurnazlığının ya­ rarını görm üştü, ne yalancılığının, ne açgözlülüğünün. İnekleri ikişer ikişer, dom uzları altışar altışar ölürdü, tohu­ m u da çuvallarda cücüklenirdi. Ç ocuk konusunda da faz­ la gülm em işti yüzü, üç çocuk babası olabilm ek için, altı ço­ cuk yapm ası gerekm işti. Am a çocuk konusu o kadar da keyif kaçırıcı değildi. C enaze günü bir güzel ağlardı şöyle, dönüşte m endilini bir güzel sıkar, kurusun diye ipe asardı. N e var ki, yıl içinde, karısıyla yata kalka, bir çocuk daha yapm ayı becerirdi her zam an. Ç ocuk sorununun elverişli yanı da buydu. Bu bakım dan, H aud ouin 'in fazla sızlandı­ ğı yoktu. D ipdiri üç oğlu, m ezarlıkta da üç kızı vardı, bu kadarı da fena sayılm azdı. Yeşil bir kısrak büyük bir yenilikti, bilindiği kadarıyla, geçm işte bir örneği de yoktu. O lay pek dikkate değer bu ­ lundu; öyle ya, C laquebu e'd e bir şeycikler olm azdı hiç. M aloret'nin kızlarına yatak oyunlarını kendi olanaklarıyla öğrettiğini anlatırlardı ya, bu öykü artık kim senin ilgisini çekm iyordu, yüz yıldır anlatılan bir şeydi; M aloret'ler her zam an böyle davranm ışlardı kızlarına, alışm ıştı herkes. Z am an zam an da cum huriyetçiler, yani topu topu yarım düzine köylü, aysız bir geceyi fırsat bilerek papazın pence­ releri altına gidip C arm agnole'u 1 söylerler, "K ahrolsu n Im 1 1793 yılında çıkm ış bir devrim şarkısı. (Ç. N.)

16 I

Marcel Aymé

p aratorluk!" diye böğürürlerdi. Bundan başka hiçbir şey olm azdı. O zam an canı sıkılırdı insanların. Zam an geçm e­ diği için, yaşlılar ölm ezlerdi. Yüz yaşını bulm uş yirm i se­ kiz kişi vardı bucakta, yaşları yetm işle yüz arasında bulu ­ nan ve nüfusun yarısını oluşturan m oruklar da caba. K i­ m ilerini öldürm üşlerdi öldürm esine, am a bunlar özel giri­ şim işiydi. İşte böyle, uyuklayıp duran, kötüm ser, kem ik­ leşm iş köy, cennette bir pazar günü kadar kasvetliydi. H aber ahırdan fırlayıp çıktı, korularla ırm ak arasında kıvrıla kıvrıla ilerledi, C laquebu e'yü üç kez dolaştı, sonra beled iye alanında topaç gibi dönm eye başladı. H em en sonra, Jules H aud ouin'in evinin yolunu tuttu herkes, kim i koşa koşa, kim i dört nala, kim i aksaya aksaya, kim i deyneğine dayana dayana. H erkesten önce varacağım diye diz­ lerine kök söktürüyordu m illet, düşüncesizlikte kadınlar­ dan pek de geri kalm ayan yaşlıların titrek sesleri dört bir yanı saran, uçsuz bucaksız uğultuya karışıyordu. — Bir şey oluyor! Bir şey oluyor! A tçının avlusunda, gürültü son noktasına ulaştı. Ö yle ya, C laquebu e'lüler eski zam anların hırçınlığına yeniden kavuşm uşlardı. En yaşlılar okuyup üflesin de yeşil kısra­ ğın cinini, şeytanını kovsun diye papazı sıkıştırıyorlardı, köyün altı cum huriyetçisi de "K ahrolsu n İm paratorluk!" diye bağırıyordu adam a. H em de suratına karşı, kendileri­ ni gizlem eden. Bir dalaşm a başlar gibi oldu, belediye baş­ kanı böğrüne bir tekm e yedi, tekm e gırtlağına bir söylev getirdi. G enç kadınlar çim diklenm ekten yakm ıyorlardı, kocakarılar çim diklenm em ekten, oğlanlarsa, tokatları ye­ dikçe bör bör böğürüyorlardı. En sonunda, ahırın eşiğin­ de, Jules H audouin göründü. K eyfi yerinde, elleri kan için­ deydi: — Elm a gibi yeşil! dedi.

Yeşil Kısrak I

Zorlu bir kahkaha koptu kalabalıkta, sonra yaşlı bir adam ın kollarıyla havayı dövdüğü, öm rünün yüz sekizin­ ci yılında, cansız, kaskatı devrildiği görüldü. Kalabalığın kahkahası daha da yükseldi o zam an, gönlünce gülebil­ m ek için elleriyle karnını tutuyordu herkes. Y üzlükler si­ nekler gibi, patır patır dökülm eye başlam ıştı, ötekilerse, çorbada bizim de tuzum uz bulunsun diye, düşenlerin ka­ rınlarına okkalı tekm eler indiriyorlardı. — A l bir tane daha! — Rousselier m oruğu da gitti! — Sıra geldi başka birine! Yarım saate varm adan, yedi yüzlük, üç doksanlık, bir de seksenlik boyladı öbür dünyayı. Bu arada, kendini iyi hissetm eyenler de vardı. H audouin, ahırın eşiğinde, dört kişinin yediğini yiyen yaşlı babasını düşünüyor, acınacak durum da bulunanların gidenler değil, kalanlar olduğunu anlatm ak istercesine karısına bakıyordu. Papaz, can çekişenleri cennete yollayacağım diye didi­ nip duruyordu. Ç ok bitkindi, en sonunda, kahkahalar ara­ sında sesini duyurabilm ek için bir ağaç kovanın üstüne çıktı, bu seferlik bu kadarının yeterli olduğunu, artık evle­ re dönm eyi düşünm ek gerektiğini söyledi. A tçı bir karşı­ dan, bir de yandan gösterdi kısrağını, herkes çekildi, bir şeyler olduğunu d üşünm ek iliklerine kadar hoşnut etm iş­ ti hepsini. Jules H aud ouin'in babası, dinsel işlem leri geçir­ dikten sonra, yatm a zam anına doğru öbür dünyaya göçtü, iki gün sonra, on beş kadar saygıdeğer kişiyle birlikte top­ rağa verildi. H eyecan verici bir cenaze töreni oldu doğru­ su, papaz da fırsatı kaçırm ayarak dindarlara yaşam ın çok kırılgan, çok değersiz bir şey olduğunu anlattı. Bu arada, kısrağın ünü alm ış başını gidiyordu. D olay­ lardan, hatta ilçe m erkezi Saint-M argelon'd an kalkıp kıs­ rağı hayranlıkla seyretm eye gelenler vardı. Pazarları ardı

18 I

Marcel Aymé

arkası kesilm ez bir geçittir başlıyordu ahırda. H audouin de hatırı sayılır bir adam oluverdi birdenbire, at ticareti da­ ha iyi gitm eye başladı, bir de, ne olursa olsun, düzenli ola­ rak âyine gitm e alışkanlığını edindi. C laquebue kendisine b u kadar ziyaretçi sağlayan kısrağıyla gurur duyuyordu. K öyün iki kahvesi de birdenbire parlayıverm işti. H audo­ uin bu durum da belediye seçim lerine girm eye karar verdi. İki kahveciyi yeşil kısrağını satm akla tehdit etti, onlar da bunun üzerine kendisini desteklediler, sonuçta kesin etki­ yi bu destek sağladı. Bir zam an sonra, Saint-M argelon İm paratorluk K ole­ ji'n in bir öğretm eni yeşil kısrağı görm eye geldi. A pışıp kal­ dı. Bu öğretm en aynı zam anda Bilim ler A kadem isi'nin m uhabiriydi, durum u A kad em i'ye bildirdi. Tepeden tırna­ ğa kadar nişanlar içinde ünlü bir bilgin, bir aldatm aca söz konusu olduğunu bildirdi. "Yetm iş altı yaşım a geldim , ye­ şil kısraklar bulunduğunu bugüne kadar hiçbir yerde oku­ m ad ım ," dedi; "öyleyse yeşil kısrak diye bir şey olam az." N eredeyse onun kadar ünlü olan bir başka bilgin de yeşil kısrakların pekala yaşam ış olduklarını, ayrıca sayın m es­ lektaşının bu konuya ilkçağın bütün iyi yazarlarında rast­ layabileceğini, ancak bunun için satırların arasını da oku­ m a çabasına katlanm ası gerektiğini bildirdi. K avga uza­ dıkça uzadı, saraya kadar gitti gürültüsü, İm parator da işin iç yüzünü öğrenm ek istedi. — Yeşil bir kısrak m ı diyorsunuz? dedi. D ürüst bir ba­ kan kadar ender bulunur bir şey olm alı. Şaka olsun diye söylüyordu. Saray hanım ları kalçala­ rını dövdüler, herkes bu sözün çok eğlenceli olduğunu haykırdı. Tüm P aris'i dolaştı bu söz. Sonra, İm parator Saint-M argelon bölgesinde bir geziye çıktığı zam an, bir gazete alt-başlık olarak "Yeşil K ısrağın ü lkesinde" sözünü

Yeşil Kısrak I

kullandı. İm parator sabahleyin Saint-M argelon'a geldi, öğleden sonra saat üçte, on dört söylev dinlem iş bulunuyordu. Şö­ lenin sonunda, biraz uyukluyordu. Tuvalete giderken, va­ liye kendisiyle birlikte gelm esini işaret etti, orada şu öneri­ de bulundu: — N e dersiniz, gidip yeşil kısrağı bir görsek m i? Bu fırsattan yararlanarak ürünler nasıl olacak, onu da bir gör­ m ek isterdim . Sivastopol'd a can verm iş olan yüzbaşı Pont adına di­ kilen anıtın açılışı çabucak geçiştiriliverdi. İm parator'un arabası C laquebu e'nü n yolunu tuttu. G üzel bir bahar ya­ şanıyordu kırda, İm parator iyice canlanm ıştı. Evin hanım ı­ nı pek beğendi, köylülere vergi bir çekiciliği, çağm a uygun bir göğsü vardı. Tüm C laquebue halkı yolun kıyısına top­ lanm ıştı, durm adan bir şeyler olduğunu m ırıldanıyorlardı keyifli keyifli. Burada da yarım düzine yaşlı öldü, nezaket gereği bir çukura sakladılar bunları. H oşbeşten sonra, H audouin yeşil kısrağı avluya çıkar­ dı. İm parator hayran kaldı doğrusu. Yeşil de düşlere dal­ dırıyordu kendisini, bu yüzden, bir yand an M m e H aud ou in 'in göğsünü dikizlerken, bir yandan da köylü yaşa­ yışının sadeliği konusunda, şiir dolu birkaç tüm ce söyledi. Buram buram gübre kokan bu çiftlik avlusunda, M m e H aud ouin 'd e güçlü bir çekicilik, ancak sığırlarda rastlanan b ir canlılık buluyor, bu da biraz başını döndürüyordu. G ü ­ zel bir köylü sayılırdı doğrusu, kırk yaşını zor belli ediyor­ du. Vali iyi bir konum a yükselm ek istiyordu; akim a da hiç diyecek yoktu, hüküm darın heyecanını kolayca anlayıver­ di. H aud ouin'in konuşm asına ilgi duyuyorm uş gibi dav­ ranarak şöyle biraz kenara çekti onu, sonra, zam an kazan­ m ak için, gelecek ilçe seçim lerinde bir koltuk sözü verdi

20 I

Marcel Aymé

ona. im parator bu arada atçının karısıyla konuşuyordu. Yaptığı çapkınca öneriye kadın basit insanların alçakgö­ nüllülüğüyle yanıt verdi: — Efendim iz, aybaşılıyım . im parator, düş kırıklığına uğram ış olm asına karşın, ödüllendirm ek istedi onu; hoşuna gitm esini bilm işti bu kadın! Bu nedenle, valinin atçıya verdiği sözü destekledi. Yeniden arabasına bindiği zam an, C laquebue halkı bir gü­ zel alkışladı kendisini, sonra kocam an bir ateş yaktı onu­ runa, geri kalan tüm yaşlılarını da bu ateşe attı. Bu önem ­ li ölüm ateşinin yakıldığı yer C ham p-Brûlé diye adlandı­ rıldı. C ham p -B rû lé'nin buğdayları çok güzel oldu. B undan sonra, C laquebu e'd e sağlıkla dolup taşan ye­ ni bir canlılık başladı. Erkekler toprağı daha derin sürüyor, kadınlar m utfaklarında baharatı yerinde ve zam anında kullanıyor, oğlanlar kızları kovalıyor ve herkes kom şusu­ nun başının beladan kurtulm am ası için Tanrısına dua edi­ yordu. A tçının ailesi hayranlık verici gücüyle herkese ör­ n ek olm aktaydı. H audouin şöyle bir om uz vuruşuyla evi­ nin duvarını yola kadar götürüyor, sofra takım ı dolabıyla, genişletm eli m asasıyla bir yem ek odası oturtuyor, şaşkın­ lıktan tüm C laq u ebu e'nün ağzı açık kalıyordu. A tçının ka­ rısı, İm paratorun gözleri göğsüne dikileli beri, inek sağ­ m ayı bırakm ıştı, bir hizm etçi tuttu, tığla dantela ördü. H audouin hüküm et adayı olarak ilçe belediye m eclisi üye­ liğine seçildi, C laquebue belediye başkanlığını ele geçir­ m esi de hiç zor olm adı. Ticareti hızla gelişiyordu; İm para­ to ru n tüm bölgede d uyulan ziyareti dolayısıyla, hayvan panayırlarında az çok devlet atçısı olarak görülüyordu. Bir u yuşm azlık oldu m u onun hakem liğine başvuruluyordu. H aud ouin'in üç oğlundan en büyüğü A lphonse hiç mi hiç yararlanam adı bu karm aşadan. N eden derseniz, asker­

Yeşil Kısrak I

lik hizm eti dolayısıyla yedi yıl köyünden uzak kaldı. A s­ kerliğini bir atlı avcı alayında yapıyor, haberleri çok seyrek geliyordu. H ep onbaşılığa yü kseleceğini um m uş, am a şe­ ridi takabilm ek için yeni baştan yazılm ası gerekm işti. Sü ­ variliğin piyadelik gibi olm adığını, piyadelikte önüne ge­ lenin rütbeyi takabileceğini söylerdi. O nun küçüğü H onoré, yoksulluğu dillere destan ol­ m uş bir ailenin incecik, kara gözlü kızına, A délaïde M ouch et'ye tutuldu. H audouin böyle bir evliliğe karşı çıkıyor, H onoré de bu kızı alacağını söylüyordu. C laquebue cam ­ ları tam iki yıl süresince, tartışm alarının gürültüsüyle titre­ di durdu. Erginlik çağm a gelince, H onoré A délaïde'le ev­ lendi, kom şu köylerden birine yerleşip gündelikçi olarak çalışm aya başladı. K endisinden özür dilenm edikçe dön­ m eyecekti baba evine; babası da oğlunun C laquebu e'den yarım fersah ötede yoksul bir yaşam yaşadığını görm enin utancından kurtulm ak için böyle bir boyun eğişi sineye çekm ek zorunda kaldı. H onoré baba evinde çiftçilik ve at­ çılık m esleğine yeniden başladı. D ürüst ve güleç bir çocuk­ tu, işini iyi bilirdi, am a dalkavukça kurnazlıklardan da, hırstan da yoksundu; evinde yeşil kısraklar doğan atçılar­ dan olam ayacağı belliydi. Babası onun bu durum unu gör­ dükçe üzülüyordu, am a m esleğini seven bu çocuğa karşı düşkünlüğü de yok değildi. Karısı ise, tam tersine, hem üniform ası, hem de tatlı tatlı, rahat rahat konuşm ası dola­ yısıyla A lp honse'u tutardı. P askalya'da, bir de Saint-M artin yortusunda, kocasınd an gizli olarak, yüz sou gönderir­ di ona. Eğilim leri ne olursa olsun, H audouin de, karısı da en çok küçük oğulları Ferdinand'm üzerine titrerlerdi. Babası Saint-M argelon İm paratorluk K oleji'ne verm işti onu. K en­ disi gibi atçı olm asını istem iyor, onu baytar yapm ayı kuru­

22 I

Marcel Aymé

yordu. Ferdinand, on altı yaşında, sessiz ve sabırlı bir ço­ cuktu, uzun ve kem ikli bir yüzü, sivri bir kafası vardı. Ö ğ­ retm enleri kendisinden hoşnuttu, am a arkadaşları hiç sev­ mezlerdi. "So ğan b aşı" diye adlandırılm ak gibi bir şansa erişti, bu da bir insana öm ür boyunca yükselm e, onur ve para hırsı verm ek için yeter de artardı bile. O sırada bunun önem ini hiç kim se değerlendirem edi, am a bir bahar sabahı çok önem li bir olay oldu H audouin'lerde. M m e H audouin yem ek odasının penceresin­ de dantela örüyordu, genç bir adam ın avluya girdiğini gördü. G enç adam başına yum uşak bir şapka giym işti, sır­ tında da bir resim takım ı vardı. — Şuradan geçiyordum , yeşil kısrağınızı bir göreyim dedim , dedi. Bir resm ini yapm ayı çok isterdim doğrusu. H izm etçi ressam ı ahıra götürdü. O zam anlar hâlâ sü­ regelen töreye göre, ressam hizm etçinin çenesini tuttu, hiz­ m etçi gülm eye başladı, kısrak için geldiğini anım sattı. Res­ sam hayvana bakarak: — G erçekten de yeşilm iş, dedi. Pek ateşli bir duyarlığı vardı ressam ın, bu nedenle kıs­ rağın resm ini kırm ızı yapm ak istedi önce. Bu sırada H au­ douin geldi. Sağduyunun sesini duyurdu: — K ısrağım ın resm ini yapm ak istiyorsanız, yeşil ya­ pın, yoksa tanınm az, dedi. K ısrak çayıra çıkarıldı, ressam işe başladı. Ö ğleden sonra, M m e H audouin şövalenin çayırın ortasında bırakıl­ m ış olduğunu gördü. Yaklaşınca, ressam ın biraz ötede, şim diden epeyce yükselm iş çavdarlar arasında, hizm etçi­ nin kalkm asına yardım ettiğini görüp şaşırdı. H aklı olarak sinirlendi; bu budala kızın durm adan gebe kalm a tehlike­ si içinde bulunm ası için efendisi yetm iyor m uydu, bir de aile dışında tehlike aram aya ne gerek vardı? Ressam sepet­

Yeşil Kısrak I 2 3

lendi, resim e el konuldu, M m e H audouin de bundan b öy­ le hizm etçinin göbeğini gözaltında bulundurm aya karar verdi. Yeşil kısrağın anısını sürdürecek olan tablo yem ek odasında şöm inenin üstüne, İm p arator un resm iyle Canrobert'in resm i arasına asıldı. İki yıl sonra, kısrak hastalandı, bir ay süresince bitkin bitkin sürüklenip durdu, sonra da nalları dikti. A tçının kü­ çük oğlu baytarlık sanatında fazla ilerlem iş değildi daha, kısrağı alıp götüren hastalığa bir ad koyam adı. H audouin neredeyse hiç üzülm edi kısrağının ölm esine: hayvan biraz rahatını kaçırm aya başlam ıştı. G erçekten de, ahırı doldu­ ran m eraklıların sonu gelm em işti bir türlü. İnsan bir de politikaya bulaşm ış oldu m u yeşil kısrağını gösterm em ezlik edem iyor, her gelene gösteriyordu. En küçük oğlu baytarlık m esleğine hazırlanırken, H audouin de servetini sabırla artırıyordu. Bölgenin çiftçi­ lerine ipotekle borç veriyor, am a iyilik edercesine, baba­ canca davrandığı için, hiç değilse o sırada, faizlerin aşırılı­ ğı göze batm ıyordu. Yaşlandıkça, zenginliğinin tadını çı­ karm a isteği yerleşti içine, am a tıpkı onu edindiği gibi, ça­ lışkanca. Zevki de parasını belli etsin istiyordu, bütçesinde zevkine de ayda otuz beş frankı bulan bir para ayırdı. Elin­ de olm adan, bu m asraflardan o kadar para artırıyordu ki sonunda bunları hisse senetlerine yatırm aya başladı. Biraz yüzü kızarsa bile, Satin ée'ye saygısını sunm ak üzere Valbuisson 'a gitm ek için elli beş som' sun u hazırladığı her se­ ferde, küçük bir iş u ydurarak veriyordu parayı, böylesi her ikisinin de işine geliyordu. G erçek zevki zengin olm ak ve zengin bilinm ekti; en büyük eğlencesiyse, evinin önüne oturm ak, M aloret'lerin beş yüz m etre ötede, bir top ağaç arasından yükselen saplarla örtülü dam ını seyretm ekti. N eredeyse kusursuz d enilebilecek bir kin vardı iki aile

2 4 I Marcel Aymé

arasında. Bu kin ne kıskançlıktan geliyordu, ne de herhan­ gi bir görüş ayrılığından. Birbirlerine öfkeli, hatta biraz sertçe bir söz bile söylem em işlerdi. H aud ouin 'ler C laquebu e'd e M aloret ailesinin kendi kızlarıyla yatm a alışkanlık­ ları konusunda dolaşan söylentilerden de hiçbir zam an ya­ rarlanm am ışlardı. H er iki ailenin insanları birbirlerini ki­ barca selam larlar, arada sırada bir iki söz etm ekten de kaçınm azlardı. Var olm akla yetinir görünen, arı m ı arı bir kindi bunlarm ki. N e var ki, yem ek sırasında bazı bazı, H audouin'in dalıp gittiği, "Şu dom u zlar!" diye söylendiği olurdu. O zam an, M aloret'lerin söz konusu olduğunu tüm aile bilirdi. Bizim atçı, 1870 Savaşı sırasında çok çetin günler gör­ dü. Prusyalılar C laquebu e'ye girdiler, atçı köyün belediye başkanı olduğu için çok acısını çekti bunun. D üşm an as­ kerleri kaç kez kendisini pişirip yem eye kalktılar, bir kez de şişe geçirdiler. Bereket versin, yüksek rütbeli bir subay çıkageldi de hesapta böyle bir şey olm adığını bildirdi. Bu­ nunla birlikte, otları, atları, patatesleri, hatta yepyeni sayı­ labilecek bir döşeği elinden alındı. Ferdinand'm , SaintM argelon'a yerleşm iş olan genç baytarın m üşterisi kalm a­ m ıştı, b ir ara silah altına alınm aktan da korktu. H aud ou in'le karısı, koruda gelişigüzel tüfek patlatan H onore yüzünden her an dokuz doğuruyorlardı. O nbaşı A lphonse, ilk savaşlardan birinde, dizinden bir yara aldı, yaşam boyu topallam asına yol açacak olan bir yara. Claqueb u e'y e dönünce, sakatlığı altı ay süresince iyi bir etki yap­ tı, sonra, hafif bir horgörü kokan bir tutum la adını Topal koydular. H audouin, savaşın sonunu beklem eden, İm paratoTla C anrobert'in resim lerini duvardan indirm işti, bunların ye­ rine T hiers'in, M ac-M ah on 'un resim lerini astı, sonra Jules

Yeşil Kısrak I 2 5

G revy'n in , G am betta'nm resim lerini; sonra da bu böyle sürüp gitti. A m a yeşil kısrağın resm i hep yerinde kaldı. Pazar günleri, yem ek odasında, b ütün aile haşlam asını ya da dom uz ızgarasını yerken, Jules H audouin gözlerini y e­ şil kısrağa dikip başını om uzuna doğru eğer, ellerini ka­ vuşturarak: — K im i zam an, insanın neredeyse konuşacak diyece­ ği geliyor, diye içini çekerdi. O zam an, herkes bir yudum aram on 1 içerek heyecanı­ nı gizlem eye çalışırdı. K ISRA Ğ IN D ED İK LERİ Beni yapan ressam ünlü M urdoire'dan başkası değil­ di. Büyük bir dehanın sağladığı tüm üstünlükleri yanında, b ir de korkunç gizi vardı. Bu gizi bugü n ün ressam larının düşüncelerine sunarken, kaygı duym uyor değilim . M urdoire'ı küçük gösterm ekten korktuğum dan değil; öylesine allak bullak edici bir yaşam la dolup taşan portreleri, hatta yapraklarının arasında büyü k P an 'ın gölgesinin belirdiği bile söylenm iş olan görünüm leri, bir ressam da deha diye bir şey olm adıkça, en iyi yöntem lerin bile hiçbir işe yara­ m adığını kanıtlar. A m a züppelik b azı b azı o kadar ileri gi­ diyor ki, böylesine zorlu bir sanat yöntem i karşısında do­ ğabilecek tutkudan sakınm ak daha doğru oluyor. Dilerim , bir uyarı olur bu sözlerim . H er neyse, M urdoire, H audouinTerin tarlasında, hiz­ m etçinin tadına ilk bakışında, aldığı hazzın özünü paletin­ de topladı, sonra usta fırçasıyla iki gözüm e dokundu, tut­ kunların, kafadan sakatların, cim rilerin bakışlarım ın bula­ nık suyunda sezm eye çalıştıkları, gizem li ve yarı-insansı bir yaşam a açtı onları. M urdoire hizm etçiye bir kez daha 1 Bir Languedoc bölgesi şarabı. (Ç.N.)

26 I

Marcel Aymé

işaret çaktı, çavdar tarlasına paletini de götürdü, sonra fır­ çası dudaklarım ın kıvrım ına, süm üklü burun deliklerim e, hatta boynum un devinim ine öyle kişisel birşeyler ekledi ki, rengin iniltisi diyeceğiniz gelir. Ü çüncü bir kez de... A m a M m e H audouin işte bu oynaşm anın sonunda yaka­ ladı M urdoire'ı, hem en o dakikada çiftlikten uzaklaşm ak zorunda bıraktı. Zavallı çocuğun bu olaydan birkaç yıl sonra öldüğünü sonradan öğrendim . Şim diden oldukça ağır çeken bir yapıt altında eziliverm işti anlaşılan. H aud ouin 'ler beni yem ek odalarının duvarına asar­ ken, sanatçının dehası süt rengi gözlerim de çırpm ıyor, ye­ şil urbam boyunca, titreye titreye koşuyordu. K aba ve dur­ gun bir dünyanın bilincine doğduğum u duyuyordum , be­ nim hayvan yaradılışım bu bilince M u rd oire'm cöm ert ve ince aşkseverliğini de ekliyordu. Acılı biçim de haz düşkü­ nü bir insanlık yerleşm işti etim in görünüşüne; şehvetin çağrısı im gelem im de ağır ve yakıcı düşler, açık saçık şarkı­ larla dolu bir gürültü yaratıyordu. N eylersin ki, iki boyu ­ tunun çerçevesi içine tıkılm ış bir görünüşün zavallılığını, gerçeğin derinliklerinde gerçekleşm e um udundan yoksun isteklerim in boşluğunu anlam akta gecikm edim . Saplantılarım ı hafifletm ek için, onları başka yana çe­ virm eye, birtakım gözlem cilik eğilim lerinin buyruğuna verm eye boyun eğdim , devinim sizliğim de bunu kolaylaş­ tırdı. Ev sahiplerim i incelem eye, özel yaşam larının sundu­ ğu görünüşler üzerinde düşünm eye başladım . Düş gücü­ m ün hiç sönm eyen ateşi, sürüp giden özlem lerim , sanatçı­ nın benliğim e yerleştirdiği iki yanlı, yani hem insansı, hem atsı yaradılış, m erakım ı H audouinTerin aşk yaşam ına çivileyecekti ister istem ez. D olaşan gözlem ci, dünyada büyük sayıların uyum unu, dizilerin gizini görm eye çalışır, am a kım ıltısız gözlem cinin yaşam daki alışkanlıkları yakala­

Yeşil Kısrak I 2 7

m ak gibi bir üstünlüğü vardır. M urd oire'm fırçasına borç­ lu olduğum ince sezgi de bu çabam da beni destekliyordu; gene de açıkça görm ediğim , işitm ediğim ya da kesinlikle anlam adığım hiçbir şeyi öne sürm ek düşüncesinde deği­ lim. H audouinTerin dört ayrı kuşağını tanıdım ben, birin­ cisini olgunluk çağında, sonuncusunu da beşiğinde. Yet­ m iş yıl boyunca, kendilerini aşk işlem ine verir gördüm H aud ouin'leri; her biri kendi öz yaradılışının olanaklarını katıyordu bu işe, am a çoğu (bir dereceye kadar hepsi de diyebilirim ), hazzm aranm asında olsun, tam am lanm asın­ da olsun, kendilerine bir törem le birlikte birtakım kaygılar, kuşkular, yeğlem eler de getirir gibi görünen bir tür alfabe­ ye bağlı kalıyorlardı. Bunda bir kalıtım olgusu sezm esem , sözünü bile etm ezdim ; öyle ya, benim gibi bir kısrağın b il­ gisini fazlasıyla aşan bir gizlem bu. A m a ben güzel ailele­ rin iyi yaşam a kuralları, yem ek pişirm e yordam ları gibi kuşaktan kuşağa aktardıkları sevişm e gelenekleri bulun­ duğunu gördüm . Yalnızca önlem lilik ve sağlık alışkanlık­ larıyla sınırlanm az bu gelenekler, bir çiftleşm e, bir çiftleş­ m eden sözetm e ya da sözetm em e yordam ları da vardır. H erkesin önceden bilm ediği bir şey söylem iyorum b ura­ da. A şk yaşam ı aile alışkanlıklarına, inançlara, çıkarlara öyle sıkı sıkıya bağlıdır ki, bireysel girişim lerin sürtüşm e­ lerinde bile, ailenin yaşam a biçim iyle koşullanm ıştır. Ö y­ leyse aktarm a düzenini tüm ayrıntılarıyla göz önünde canlandırabilm ek olanaksız bir şey. A na babalar, belirli bir biçim de, çoğu zam an da hiç farkında olm adan, yağm ur­ dan, havanın güzelliğinden, politikadan, yum urta fiyatın­ dan sözederken, çocuklarına aşk sanatını öğretirler. Daha dolaysız bir aktarm a yolu da yok değil elbette, öyle ya, ço­ cukların şaşırtıcı b ir yeteneği vardır; alçak sesle söylenen

28 I

Marcel Aymé

sözleri, daha sonra kendilerinin de yapacakları, kaçam ak devinim leri şıp diye yakalayıverirler, üstü kapalı konuş­ m aları da noktası noktasına yorum larlar. H audouin ailesinin de C laquebue köylülerininkine tı­ patıp benzeyen, epeyce gelenekleri vardı böyle. Kim ileri gizem sel, kim ileri ekonom ik düzeyde yer alan gelenekler­ di bunlar. Ö rneğin Jules H audouin, kadın çıplaklığı karşı­ sında boş inanç derecesine varan bir ürperti duyardı. Eli gözlerinden daha girgindi, karısının kalçasının üst yanın­ da büyücek bir ben bulunduğunu öm rü boyunca bilem e­ di. A m a karanlığın suç ortaklığıyla kavuştuğu rahatlık, ka­ rısının ar duygusuna gösterdiği saygıdan değildi. Böyle inceliklerden çok uzak olduğu bile söylenebilirdi. İş konu­ sunda olduğu gibi, haz konusunda da karısını kendine eşit saym azdı. Ö te yandan, öbür kadınların çıplaklığı da onun için aynı ölçüde katlanılm az bir şeydi. Bir akşam , yem ek odasında, hizm etçi bir m um ışığında kapları yerleştirir­ ken, H aud ouin'in oradan geçeceği, sonra da bir efendi he­ vesine kapılacağı tuttu. K endisi erkek hazırlığını yapar­ ken, hizm etçi de eteğini kaldırdı uysalca, çok da değil, an­ cak gerektiği kadar gösterdi çıplak yerlerini. Efendi bunu görünce kıpkırm ızı oldu yüzü, hoşafın yağı kesiliverdi he­ m en, gözlerini cum hurbaşkanının resm ine dikti. Jules G révy'n in ciddi yüzü, ısrarlı ve kuşkulu bakışı büsbütün şapşallaştırdı H audouin'i. Başkan, yani bir tanrısal ortaç karşısında dinsel bir korku sardı içini, m um u üfledi. Bir an için, kım ıldayam adı bile, sanki bir tehlikeden sıyrılm ak is­ tiyordu, sonra karanlık geri getirdi esinini; yaşlı adam ın boğuk soluğunu, hizm etçinin hoşnut iniltisini işittim . Göz zevki karşısındaki bu dinsel tiksinti, günah görüntüsünün günahın kendisinden de kötü olduğu konusundaki bu köklü inanç, C laq u ebu e'de oldukça yaygındı, çünkü pa­

Yeşil Kısrak I 2 9

paz, Tanrı öfkesinin en çok kadınların göbeğinde yattığı kanısını yayardı dindarlarına; inanca göre, göbeklere an­ cak gözler kapalı yaklaşm ak gerekirdi. Papaz bir gizlem in bir başka gizlem i çağırdığını ve kendisi için koruyucu bir destek olduğunu bilirdi. H audouinTerin son çocukları ara­ sında, M arksçı, çıplaklık yanlısı ve ileri Freudçu (böyle ta­ nım lar kendini) bir delikanlı bilirim , tanrısızlıktan dem vuruşunu dinlerken, gülüm sem ekten kendim i alam am , bilirim çünkü; hiçbir zam an ışığı söndürm eden ya da per­ deleri çekm eden dalam az hazzına; kadınların çıplaklığı, m ucizem si bir biçim de suçsuzlukla perdelendiği çıplaklar kam pı dışında, ona da C laquebueTü dedesine esinlediği uzaklık duygusunu esinler. G erçekdışı bir oyun olduğun­ dan olacak, yalnızca satılık kadınların göbeği bulandırm az kafasını; am a onlara da göm leklerini yukarı çekm elerini söylem ez. Jules H audouin ellerinin arılığı konusunda da nere­ deyse bakışlarının arılığı konusunda olduğu kadar dikkat­ liydi. K arısını okşadığı zam an, coşm am akta dayatan ya da coşm aları uzun süren yaradılışları zorlayan özeni göster­ m ezdi elleri. D okunm aları zorunlu bir yoklam aydı; öyle ya, M m e H audouin orasını tem iz tutm a konusunda bir şeycikler bilm ezdi, doğum gibi önem li bir olay olacaktı ki, çorap askısın d an yu k arıy a sabun sü rsü n d ü ! C laq u ebu e'n ü n tüm kadınlarında görülen bu bakım eksikliği, su ­ ya, sabuna karşı bir tiksinti belirtisi değildi, çünkü M m e H aud ouin'in ayaklarını yıkadığı da olurdu, üstelik her za­ m an m em nunlukla yapardı bunu; hep yasakçı etkilerle sürdürülen bir alçakgönüllülüğün, yani H ıristiyan alçak­ gönüllülüğünün sonucuydu bu yalnızca. Papaz kadınların canlarının istediği yerlerini yıkam alarını özel olarak yasaklam azdı elbette; ancak, kadınları durm am acasm a ar

30

I Marcel Aymé duygusuna çağırır, İncil'in abdestin iyiliğini esinleyebile­ cek bölüm lerini yorum lam aktan büyük bir özenle kaçınır, böylece sorunu ustalıkla çözerdi. H em bölge, hem de din yararına çalışm ış olurdu böylece. C laquebu e'n ü n bu ken­ dini dindarlarına adam ış papazı dürüst, sert, çekilm ez öl­ çüde patavatsız bir adam dı; kendini beğendirm eye çalış­ m azdı pek, bir adam ı doğru yola getirebilm ek için, ona haksızlık edebilecek, hatta kötü oyunlar oynayabilecek ni­ telikteydi; tohum unu ancak filizlenebileceği yerlere atan, devedikenleri verecek bir toprağı ekm ek için çaba göster­ m eye hiçbir zam an yanaşm ayan bir köylü katılığı ve ön­ lem ediğiyle yapardı görevini. Taharet çanağının kutsal cu­ m ada kiliseye karşı bir şölen kadar yıkıcı etkileri bulundu ­ ğunu bildiği için, kuzucuklarım özenle korurdu bundan. D oğrusunu söylem ek gerekirse, M m e H audouin'in al­ çakgönüllülüğü biraz fazla sert bir koku saçar, bu da bazı bazı kocasının keyfini kaçırırdı. Am a bu, kadınlardan alı­ nacak hazzm dikkate değm eyecek kadar küçüm senecek bir şey olduğu konusundaki görüşünü engellem ek şöyle dursun, büsbütün güçlendirirdi. Bu nedenle, H audouin elini çabuk tutardı; karısı daha yeni yeni zevklenm eye baş­ larken, o işini bitiriverirdi. M m e H audouin de ne yapsın, yapm acıklarla avuturdu kendini, am a sonra, zevk alm ak için çaba harcam anın özellikle günah olduğunu bildiğin­ den, bin bir pişm anlık duyardı. Bir ön kışkırtm adan m edet um arak elini efendisine götürdüğü de olm az değildi, am a kocasının keyfi kaçar, elinin altından sıyrılıverirdi; duydu­ ğu gıdıklanm a atılım ına hiçbir şey eklem ez, üstelik, böyle bir davranış erkeklik yetkesine bir saldırıym ış gibi gelirdi ona. İşini yürütm ek için kim seye gereksinim i olm adığını ileri sürerdi. K ollarını gevşetirken, elini dalgınlıkla karısı­ nın sağrısı altına soktuğu olur, bu da onu hem en her sefe­

Yeşil Kısrak I 31

rinde keyiflendirirdi, arkadan şakalar başlardı. Kaba etle­ rin bu yuvarlaklığında hiçbir dişilik bulm azdı; nedenini açıklayam azdı, am a tarafsız bir bölge gibi görürdü burala­ rını, neşesi de bunları gözlerinin önünde bir oturak üzerin­ de gerilm iş olarak canlandırm asından kaynaklanırdı. Ka­ dın bedeninin görülm esi eğlenceli, hatta hoş olan tek yeri burasıym ış gibi gelirdi ona. Ö te yandan, C laquebue'nün papazı da bu konuda şaka yapılm asını hoşgörür, sırası ge­ lince kendisi de gülüm serdi. Bunda hiçbir ciddi tehlike görm ez, bu etli yerde şeytanın hiçbir zam an sığınak b u la­ m ayacağına inanan Fransız dehasına ses çıkarm ayan kili­ seyle aynı düşüncede olduğunu sezerdi. H audouin ailesinin uğraşıları arasında aşk oyunları fazla bir yer tutm azdı. Eşler hiçbir zam an sözetm ezlerdi bunlardan, birdenbire geliverm iş b ir hevesi bildirm ek için de, eğlencede m utlu bir rastlantıyı yorum lam ak için de aç­ m azlardı ağızlarım . O lağanüstü b ir aykırılık olup da H audouin karısını gün ortasında okşadı m ı kötü bir iş yapm ışlar gibi huzurları kaçardı. Bu dakikaları işten çal­ dıkları için kendilerini ayıplam akla kalm azlar, böyle bir davranışı gün ortasında şeytan kovm a toplantısına gitm ek kadar sağduyuya aykırı bulurlardı. Başkalarının aşk oyun­ larına kendilerininkine olduğundan daha büyük bir ilgi gösterirler, seve seve, hem de sözcüklerine hiç sınır koy­ m adan anlatırlardı bunları. Bu rahatlık, böyle zam anlarda kendilerini birer denetçi gibi görm elerinden ileri gelirdi. Sırtını aktöreye dayadığının bilincinde olan H audouin, bu işlerin günahını belirli b ir canlılıkla, her şeyi kendi adıyla adlandırarak gösterirdi. H audouin çiftinin çiftleşm eleri enderdi. G irişim i kadı­ nın yapm ası yasaktı, hiç değilse uygulam ada. H audouin her konuda düzenli bir adam dı, am a bu işi de b ir düzene

3 2 I Marcel Aymé

bağlam ayı hiçbir zam an düşünm em işti. Bazen bir hafta süresince her akşam ağzını tatlandırır, bazen de birkaç haf­ ta boyunca karısına el sürm ezdi. Bununla birlikte, yalnız­ ca esinin rastlantısına uym uyordu. U ğraştığı işlere göre, hazda da bir tutum luluk uygulardı o. Zor, çok em ek iste­ yen bir işin üzerinde olduğu sürece, sevişm ekten geri du ­ rur ya da çok seyrek sevişirdi. A m a kendisini karısına el sürm ekten alıkoyan ne yorgunluktu, ne zihin gerilim i, iş­ lerde, uçkuruna sağlam olm anın bir başarı gizi olduğunu düşünürdü, o kadar. İşte bu nedenle, hizm etçiyi okşam a konusunda en büyük ateşliliği, yaşlılığın son günlerinde, servetini sağlam kazığa bağladıktan sonra başgösterdi, hizm etçi aşkları, önem sizlikleri dolayısıyla, her türlü ser­ zenişten uzak olduğu için, özgürce girişiyordu işe. Am a bu gecikm iş azgınlık günlerinde bile, ölçülülüğün değeri­ ni biliyordu. O ğlu FerdinandTa konuşurken, "Sağlam bir m üşteri çevresi edinm edikçe, bilim nişanını alm adıkça, bu söylediğim i sık sık y ap m a," dediğini çok duym uşum dur. Baytar da baba öğüdünü tuttu doğrusu, güç tutum lulu­ ğunda yaşlı H aud ouin'in esnekliğini, durum a uym a yete­ neğini gösterem ediyse de kurala sıkı bir biçim de saygı göstererek kendini tutm asını bildi. Baytarın oğulları çok da bağlı kalm adılar buna, son Flaudouin'lere gelince, güç­ lerini gönüllerince harcadıkları, hazlarıyla çalışm alarını birbirlerinden serbestçe ayırdıkları söylenebilir. Böyle işte, ataların bir başarı gizi olarak bıraktığı uçkur sağlam lığı serm ayesinin üç kuşakta eridiğini gördüm ben. Torunlar devlet hisse senetleri alm ayı çoktan bıraktılar bugün. Para­ larını biriktirecek yerde, budalaca, kadınlarla yiyorlar. Pleveslerini çalışm anın gereklerine göre ayarlam adın m ı b öy­ le olur işte. K ım ıltısızlığa, işsizliğe indirgenm iş bir gözlem ci için,

Yeşil Kısrak I

çelişkiler görm ekten daha rahatlatıcı şey yoktur. Bendeniz, Jules H audouin'in, öm rünün son günlerinde, kilise karşıtı ve neredeyse köktenci olarak, çocuklarına bir giz öğrettiği­ ni gördüm . Belki de ayrım ında bile olm adan papazdan öğ­ renm işti bu gizi. Ö yle ya, papazın kürsüye çıkıp da şehvet düşkünlüğü ile yoksulluk arasındaki neden ve sonuç b a­ ğıntısını gösterm ediği, Tanrı'nın, karılarını okşam aktan uzak duran kişilerin kesesini kabarttığını çıtlatm adığı pa­ zarlar enderdi.

Yeşil Kısrak I

II

H audouin kesenin ağzını açarak oğlu Ferdinand'ı Saint-M argelon'a yerleştirdikten sonra, bir de kız bulm ası için sıkıştırdı onu. G elini kentliler gibi kibar ve hırslı olsun, b ir de drahom ası bulunsun istiyordu. Ferdinand yakışıklı değildi; kuru bir yüzü, cart pem be bir cildi, sivri ve kıvrık bir çenesi vardı, kardeşi onbaşı A lphonse tiksinirdi ondan, adını da "M ay m u ncu k " koym uştu. A m a genç baytarın da­ ha başka çekici yanları vardı; üstelik, bunlar daha sağlam ­ dı; çalışkan, tutum lu, düzenliydi, iyi K atolik'ti, cenaze tö­ renlerinde bir taneydi, kentte de gerçekten doğru dürüst bir adam a benzediğinde herkes birleşiyordu. Elinde bir ki­ tap ve bir m um la, bir cenaze alayının ardından yürüdüğü sırada, nice anneler heyecanla bakardı kendisine. Üstelik, m esleğinde de ustaydı; baba H audouin oğlunu birinci kez, tehlikeli bir doğum da, bir buzağıyı kesip çıkarırken, çıplak ve kanlı kollarla görünce, gözleri yaşaracak kadar heye­ canlandı. — Bunu gördüm ya, içim rahat artık, dedi. Rahat ra­ hat gözlerim i yum abilirim . Ferdinand, tüm bu güzel niteliklerine bir de ticaret duygusunu ekliyordu; çok geçm eden hatırı sayılır bir m üşteri çevresi edindi. O günlerde, erdem in ödüllendiril­ m esi o kadar da ender görülür şeylerden değildi. Ferdi­ nand tek bir kızdan başka çocuğu bulunm ayan b ir ana b a­ banın dikkatini çekti. B rochard'lar işlerden el çekm işlerdi, kızları H élène'i de evlendirm eyi düşünüyorlardı. Ö nce, M m e Brochard biraz direnç gösterdi. H élène'i b ir avukata ya da bir notere ya da bir süvari subayına verm eyi kur­ m uştu, öyle ya, H élène çok güzel bir özel okul yöneten

I Marcel Aymé

H erm eline kardeşlerden alm ıştı eğitim ini. Baytar kendi öğrenim inin de başka herhangi bir öğrenim kadar pahalı­ ya çıktığını anlatm asını bildi, M. Brochard da tüm gücüy­ le destekledi kendisini. H élène oldukça güzel bir kızdı, güçlü, ağırbaşlı, sevecendi; körpe bedeni de ana babasının seçim i üzerinde duralam asına elverm eyecek kadar sabır­ sızdı. Evliliklerinin ilk yıllarında, üç çocukları oldu: önce Frédéric, sonra A ntoine ile Lucienne. Baytar bu kadarını y eterli buldu ve burada durm asını bildi. Y öntem li çalışıyordu Ferdinand, m üşterilerini artırı­ yor, aynı zam anda erdem li kişi ününün üzerine titriyordu. H er yıl on beş frank hastaneye, on beş frank da öksüzler yurduna veriyordu. Evi bakım lıydı, konukseverliği de düzgünlüğünden fazla değildi. H er m evsim de, b ir jaket, m elonla silindir arası bir kara şapka giyerdi. Ö nem li bir adam oldu kentte; sonra sessiz sedasız belediye m eclisine girdi. Baytarın birtakım siyasal hırsları vardı. Eğilim ola­ rak, kendini kralcı sayıyordu, savaştan iki yıl sonrasına ka­ dar da böyle kaldı, am a m uhalif olarak görünm ek hiç de ona göre bir şey değildi. Ö te yandan, babasının bölgede kazanm ış olduğu etkiden de yararlanm ak istiyordu. İçi ezile ezile, kiliseye daha az gitm eye başladı, son derece ılım lı bir cum huriyetçi olarak tanındı. Belediye m eclisi üyesi olduktan sonra, Saint-M argelon m illetvekili Valtiehnin siyasal yazgısına bağlanarak sürdürdü gelişm esi­ ni. Birlikte G am bettacı oldular, am a, kentte önem li bir fab­ rika kurulduktan sonra, halkın çıkarlarının değiştiğini, bu ­ nunla birlikte, desteklerini hâlâ hakettiğini düşünerek, her ikisi de radikal oluverdiler. Baytar kiliseye bağlı tüm iyi ai­ lelerin öfkesini çekti, Saint-M argelon papazı da adını tik­ sintiyle anm aya başladı. H içbir zam an kapanm ayacaktı bunun yarası, bir seçim toplantısında, bir şölende, papaz-

Yeşil Kısrak I

larm kalleşliğinden sözedildi m i, büyük bir cesaretle alkış­ lıyor, am a bir yandan da içi sızlıyordu. Bununla birlikte, Ferdinand H audouin bilincini rahat ettirm enin bir yolunu buluyordu her zam an; ona göre, kendisi gibi bilge ve ay­ dın bir adam ın görevi bugünün içinde kalm aktı; sonra, davranışının uyandırdığı pişm anlığı bir dereceye kadar yatıştırm ak için, gönlünün sesini dinlem eden, görevinin gösterdiği yolu seçtiğini düşünüyordu; ayrıca, belediyede elde ettiği önem li görevler ve bilim nişanıyla ödüllendiril­ mişti. Yaşlı H audouin, aşırı K atolikliği nedeniyle bir ara kendisini kaygılandırm ış olm akla birlikte, şim di göğsünü kabartan oğluna saygılı bir hayranlık duyuyordu. M aloret ailesinde böylesine parlak bir durum a eriştiğini ileri süre­ bilecek hiç kim se yoktu, ellisine, hatta daha fazlasına ka­ dar, önüne gelenle düşüp kalktıktan sonra, eski bir icra m em urunun vasiyetnam esinde yer alm ayı başarm ış olan şu kurnaz kocakarının, yani Tine M aloret'nin evlilik dışı iki oğlu bile bu durum da değildi. H audouin yaşlı M aloret'yle karşılaştığı zam an, iğneli bir sesle: — Yeğeninin postada gene işe alınm adığını duydum da çok üzüldüm , derdi. Zavallı kızkardeşin yaşam ında on­ ları yetiştireceğim diye az m ı zorluk çekm işti. Son tüm cesini tam bir saflıkla, taşıdığı açık anlam ın farkında bile değilm iş gibi söylerdi. M aloret canına okur­ du yoksa. Sonra, H audouin oğlu Ferdinand'a getirirdi sö­ zü: — Ç ok iyi bir konum da şim di; daha çok sevindirecek bu çocuk beni. H audouin öbür iki oğlundan böyle gönülden sözetm ezdi. Şu da v ar ki, A lphonse ile H onoré C laquebu e'de oturduklarına göre, onlardan sözetm esi o kadar da gerek­

3 8 I Marcel Aymé

li değildi. H er ikisiyle de anlaşam ıyordu. A lp honse'a bi­ razcık çıkışm aya kalktı m ı eski onbaşı küstahlaşıverirdi hem en, bu postu bir velet gibi azarlanm ak için deldirm e­ diğini söylerdi, yaşlı adam sa, kendi haklı uyarm alarıyla oğlunun bükülm eyen bacağı arasında hiçbir ilişki göre­ m ezdi. Şanlı bir yaraydı elbette bu, siyasal şölenlerde her­ kesten önce Jules H audouin belirtirdi bunu, am a böyle bir yara A lp honse'u n ne tem belliğini haklı gösterebilirdi, ne içkiye düşkünlüğünü. H onore'ye gelince, babası haftada bir kez lanetlerdi onu, bu da her zam an karşılıklı ağız dalaşm alarıyla birlik­ te giderdi. O ysa H onore ne tem bel, ne dikbaşlıydı, ilgisiz bile değildi; tam tersine, iyi bir baba, iyi bir koca olduğu gibi, iyi bir oğuldu da; am a C laquebu e'd e bulunm ası bile, ailenin çıkarları için sürekli bir tehlikeydi; sessiz sessiz, hiç düşünm eden yapar gibi, C laquebu e'd e babasının etkisini sağlam laştıran tüm göreneklere, tüm ufak tefek inceliklere yan çizerdi. Ö rneğin, tam belediye seçim inin yapıldığı sa­ bah, oyu babası için en önem li olan seçm ene, sırf pis oldu­ ğu için, pis d em ekten çekinm ezdi ya da, aile içinde, bir ta­ sarı üzerinde düşüncesi sorulduğu zam an, hiç m i hiç eve­ leyip gevelem eden, bu tasarının nam ussuzluk olduğunu söylerdi, oysa, bir aile kararı her zam an saygıdeğer oldu­ ğuna göre, tasarının üstünlüğünü övm ek daha akıllıca, da­ ha uygun olm az m ıydı? — Rousselier'yle iyi geçinm ediğini duyuyorum , derdi adam cağız. Rousselier hem cum huriyetçi, hem bizden. — Evet, am a rezillikte de birinci. — Rezil olsun, olm asın, oy veriyor ya. Söyleyecek söz bulam ayınca, yaşlı H audouin gelinini, oğlunu kendisine karşı kışkırtm akla suçlardı. Ç ünkü A delaid e'in eve beş parasız girm esini hiçbir zam an bağışlam a-

Yeşil Kısrak I

m ıştı, ince ve kem ikli olm asını, ailelere onur veren, koca­ m an göğüslerden, okkalı kalçalardan yoksun bulunm asını da bağışlayam ıyordu. Tartışm a bu noktaya geldi m i baba laneti kulağını gösteriverir, H onoré de ertesi gün küm esi terkedeceğine yem in ederdi. D ediğini de yapardı hani, am a yaşlı adam , H onoré ile A d élaïd e'in üç dört çocuğu önlerine katıp pılıpırtı yüklü bir arabanın kollarına koşula­ rak köyün içinde ilerleyişlerini gözlerinin önüne getirince, dehşet içinde kalır, yelkenleri indiriverirdi. Yaşarken, M m e H audouin yatıştırıcı bir etki gösterirdi evde. Barışın im za­ lanm asından üç yıl sonra, hekim lerin ad koyam adıkları, oldukça gizem li bir bitkinlik, bir zayıflam a sonunda öl­ m üştü. Yaşlı H audouin, dul kaldıktan sonra, iki büyük oğlu ­ na karşı daha hoşgörür davrandı. Torunu Ju liette'e, H ono­ ré 'nin beş çocuğundan İkincisine özel b ir sevgi gösterm e­ ye başladı, gelini de daha sevim li göründü gözlerine. Ö lü ­ m ünden birkaç ay önce, üç oğlunu çevresinde toplayarak vasiyetinden konuştu. Servetinden on b in frank ayırarak, bu paranın, evlendiği gün eline verilm ek üzere, torunu Ju~ liette'in drahom ası olm asını istiyordu. G eri kalanını üç oğ­ lu arasında paylaştırıyordu; am a vasiyeti haksever görü­ nüyorsa da düşünülüp taşınılm ış bir hinlikten de yoksun değildi. Paranın topraktan çok daha kolay eridiğini düşü­ nerek, A lp honse'un m irasını para olarak ayırm ıştı, çünkü büyük oğlunun servetini çabucak batıracağını düşünüyor, H aud ouin'lerin toprağının çabucak yabancı ellere geçm e­ sini istem iyordu. Eski onbaşıyı tam ayar paraların tehlike­ li sapkınlığına bırakm ak dem ekti bu, o da çok hoşlandı bu işten. H onoré, çiftliği, çiftliğe bitişik çayırları, bir de at işi­ ni alıyordu. Ferd inand 'ın payı ise çayırlar, tarlalar ve koru­ lardı.

4 0 I Marcel Aymé

Baytar, Ju liette'e drahom a ayrılm ası, böylece H onoré'lerin daha kazançlı çıkm ası dolayısıyla, kendi hakkının yendiğini söyleyince, babası: — Böyle bu iş, am a zırıldam akta da haklısın, diye kar­ şılık verdi. İnsan dediğin her zam an daha fazlasını kopar­ m aya çalışm alı. Bu kadar sızlandı da hiçbir şey koparam a­ dı denilm esini istem em , yeşil kısrağı sana veriyorum , hem de şim diden. Salonuna asarsın. Ferdinand saygıyla aldı tabloyu, bir de güzel, kara çerçeve yaptırdı, salonun duvarına, piyanonun üst yanına, onur yerine astı. D urum u bilm eyen konuklar bunun bir baytarlık sim gesi olduğunu sanıyor, bilenlerse saygıyla bakıyorlardı. Ffiçbir zam an hastalık görm em iş olan baba H audouin b ir öğle sonu yatağa yattı, bir hafta içinde de öldü. K arısı­ nın yanm a göm üldü. Ferdinand her ikisine de kara m er­ m erden, güzel ve kocam an m ezar taşları yaptırdı. C laqueb u e'd e hiç görülm em işti böylesi. Yandaki zavallı ölüler, geceleri, küçücük toprak kabartılarının altında, kederlen­ dikçe kederlendiler. Ç ok geçm eden, yeşil kısrağın bir tılsım olduğunu gös­ teren kanıtlar ortaya çıkm aya başladı. Ferdinand kocam an bir onur belgesiyle bronz bir m adalya aldı, Saint-M argelon belediyesi başkan yardım cılığına atandı, on bin frank geti­ ren bir hisse senedi aldı, bir zam an sonra da genel m eclis üyeliğine getirildi. İki yüz bin frankı olduğu söyleniyordu. Sonra, kırkına doğru, bizim baytar eşsiz bir sevinç tattı; si­ yasal etkisinden yararlanarak bir zam anlar kendisine "Soğ anbaşı" adını takm ış olan şu eski okul arkadaşının bele­ diye çöpçülüğüne alınm asını sağladı. Bu arada, iki kardeşinin ikisi de kondukları m irasların tehlikeye düştüğünü görüyorlardı. H onoré atçılık m esleği­

Yeşil Kısrak I

nin püf noktalarım bilirdi, am a bir hayvanı allayıp pulla­ m ak ya da bir atın kusurlarını gizlem ek konusunda baba­ sının verdiği örneğe uym ayı hiçbir zam an kendine yedirem em işti. H ayvanlara çok düşkündü, bir atı sekiz gün da­ ha alıkoyacağım diye iyi fiyatla satm aktan vazgeçtiği olu ­ yordu ya da bir dostum u hoşnut edeceğim diye alış fiyatı­ na satıyordu hayvanını. En kötüsü de önüne gelene borç verm esiydi. H ayvan tecim i çabucak kötüye gitm eye b aşla­ dı; sonunda hiç gönlünü üzm eden bıraktı bu işi, basit bir çiftçi oldu. Borca da girm işti, zor durum a düştü. Baytar kendisine birkaç kez borç verm eye razı oldu, sonra, “işleri aydınlığa kavuşturm ak için," baba eviyle tarlaları yok pa­ hasına satın aldı kardeşinden. Bununla birlikte, H onoré bunları gene elde tutuyor, buna karşılık, kardeşinin fasul­ yesini, patatesini, turfandalarını, m eyvalarm ı ve tuzlu do­ m uzunu sağlıyordu. A lp ho nse'a gelince, evinin üstüne çöken yıkım ları at­ çı kardeşinden de fazla haketti doğrusu. Bükülm eyen b a­ cağıyla tarlada çalışm ası kolay değildi, am a bir kum aş dükkanı açabilirdi, bakkallık edebilirdi, o da olm azsa, ser­ m ayesinin geliriyle yetinebilirdi. Böyle yapacak yerde, ka­ fayı en iyi şaraplarla buluyor, günde otuz son'luk sigar içi­ yor, sofrasından da bütün yıl kuş sütü bile eksik olm uyor­ du. Bu kadarla kalsa, gene iyi, am a evdeki şenliklerle ye­ tinm eyerek kente gidiyor, kim i zam an günlerce kalıyor, it kopukla kötü yerleri dolaşıp duruyordu. Parasını yarı-yarıya yedikten sonra, güzel bacaklı, am a ilke yoksulu bir kızla evlendi, o da evle eşyaların üstesinden geldi. Baytar haklı olarak kızdı bu işe, kardeşine yardım etm ek için kılı­ nı bile kıpırdatm adı. K aç kez, eski onbaşının yeşil kısrağın bulunduğu salona girdiğini görerek utancı sineye çekm ek zorunda kaldı; hem en her zam an ağzı içki kokuyor, ko-

4 2 I Marcel Aymé

nukları şaşkın bırakan sözler ediyordu (hatta bir kez Inter­ nationale'i bile söylem işti). Bununla birlikte, kardeşi serm a­ yeyi iyice kediye yükleyince, Lyon'a gitm eleri için, ailenin yol parasını ödem e cöm ertliğini gösterdi. A lphonse oraya yerleşm ek istiyordu artık. Böylece, iki büyük kardeşin talihsizliği yeşil kısrağın koruyucu gücüne tanıklık etm ekteydi. Bir iyilik perisiydi yeşil kısrak, iyi ilkelerin, kurtarıcı geleneklerin bekçisiydi, iyi niyetli, önlem li, çalışkan, yöntem li, güzel yatırım ları kaçırm ayan H audouin'lere servet ve onur yağdırıyordu. A ilenin salonda biraraya toplandığı günlerde, hesap­ larının tıkırında olduğundan da em in bulundu m uydu, baytar akıllıca yaşam anın m utluluğuyla sarhoş gibi olur­ du. Saint-M argelon'a yerleştiği günden beri aldığı yola şöyle bir baktı m ıydı, çalışm asını, ustaca düzenlerini u nu ­ tarak, alçakgönüllülükle, yeşil kısrağın işkem besinde bit­ m iş, gizem li bir ağacın sulu m eyvalarm ı toplam aktan da­ ha iyi bir şey yapam ayacağını düşünürdü. Üç küçük H au­ douin, İm p arato ru n yolunu değiştirerek köye kadar gel­ m esine yol açan, m asalsı hayvanın öyküsünü bir kez daha d inlerdi o zam an. Frédéric hiç bıkm azdı bu destandan, yü­ reği çarpa çarpa dinler, bazı bazı baytarın unuttuğu bir ay­ rıntıyı anım satır ya da büyük bir özenle birtakım süsler katardı. Lucienne esnem e isteğini gizler, uygun yerlerde kibarca çığlıklar atardı. A n to in e'a, en küçüklerine gelince, o kötü, o alaycı gülüm sem esine bakılırsa, yaşam da doğru dürüst hiçbir şey yapam ayacağı şim diden söylenebilirdi. M m e H audouin bu kısrak öykülerinden nefret ederdi; söylem eyi göze alam azdı ya, baytarın, çocuklarını alıklaş­ tırdığını düşünürdü. Sevecen ve yum uşak bir anneydi, baytarın çocuklara sert davranm ası karşısında gizliden gizliye başkaldırırdı her zam an. H erm eline kardeşlerin ya­

Yeşil Kısrak I 4 3

tılı okulunda geçirdiği günlerden, m üziğe ve şiire karşı bü ­ yük bir eğilim kalm ıştı içinde. C asim ir D elavigne'in şiirle­ rini hâlâ ezbere bilirdi. K ocasından gizli olarak, çocukları başına toplar, en arı rom antik ozanların şiirlerine onlarla birlikte hayran kalır, bunları onlarla birlikte keşfederdi. Bir gözü yaşlı dizeler dalgasıdır akar giderdi salonda, herke­ sin ağladığı günler olurdu. Bir Lucienne ağlam az, ağlam ak için bir neden görem ezdi. Lucienne uslu bir çocuktu, ol­ dukça güzeldi de, ileride çok iyi bir koca bulacağı söylene­ bilirdi, am a ozanlarla ilgilenm ezdi işte. H er şeyden önce üstünü başını kirletm em eye, öğretm enlerini, ana babasını hoşnut etm eye özen gösterirdi. İyi bir kızdı doğrusu. İki oğlan annelerinin şiir okum asından hoşlanırlardı, hele Antoine! A ntoine en azından bin dize bilirdi ezbere, böylelikle baytara oyun oynadığı için çok sevinirdi. Bu ço­ cuk şaşm az bir kin beslerdi babasına. O kulda, babasının keyfini kaçıracağını düşünerek, hep sonuncular arasında kalm ak için çaba harcardı. H afta sonlarında, not karnesini im zalatm aya getirdiği her seferde, babası, dişlerini gıcırdata gıcırdata, kendisini yatılı okula tıkacağını söylerdi. A nnesi durum u düzeltirdi, am a bu da kolay bir şey değil­ di, öyle ya, A ntoine m eydan okum a dolu sözlerle karşılık verirdi babasının tehditlerine. G örüldüğü gibi, yalnızca serseri, tem bel, disiplinsiz olm akla kalm ıyor, oğulluk gö­ revlerini de yerine getirm iyordu. — D olandırıcının, haytanın biri, derdi M . H audouin. A lphonse am casına benziyor. Bütün um u d u büyük oğlundaydı. Frédéric sınıfının birincisiydi her zam an. Ü stelik baytarın çirkinliğini de al­ m am ıştı, iyi huyu dolayısıyla arkadaşlarınca da sevilirdi. Bir ceza aldı m ı ustaca sözlerle kusurunu bağışlattırm asını bilirdi, oysa A ntoine sessiz bir um ursam azlıkla çekerdi ce-

4 4 I Marcel Aymé

zasını. Böylece, Frédéric, H aud ouin'lerin parlak konum u­ nu geliştirm ek ya da A ntoin e'ın alaylı alaylı söylediği gibi H aud ouin'lerin yeşil kolunu sürdürm ek gibi gurur verici bir yazgıya adanm ışa benziyordu. — Bundan yana hiç korkum yok, diyordu baytar. A d am olacak bu çocuk. G erçekten de, her şey söylediği gibi oldu. Frédéric adam olacaktı; yalnız on beş yaşm a doğru küçük bir sar­ sıntı geçirdi. Zavallı çocuk bir genç kıza gönül verm işti, onun da bir dem iryolu kazasında öleceği tuttu. Frédéric yüreğinin bir daha iyileşm em esiye yaralandığını düşün­ dü, içini dizelere d ökm ek istedi. U yaklara diş geçirem eyince, başka şey yapm aya karar verdi. En azından m anas­ tıra girm eliydi. Vaizci rahip olacaktı. Şim diden, rahip aba­ sının içinde görüyordu kendini, beline sardığı kordonun uçları baldırlarını dövüyordu. Tasarısını ailesine açtığı za­ m an, baytar hiçbir ayrıntıya girm eden: — D üşünceni değiştirinceye kadar m eyva ve tatlı ye­ m eyeceksin, dedi. K arşısına böylesine sıradan bir engel çıkarılm ası Fréd éric'in iççağrısı için alçaltıcı bir şeydi. İki ay dayandıktan, her hafta babasından aldığı beş sou cep harçlığını da yok­ sullara verdikten sonra, annesinin gösterdiği nedenlere boyun eğdi, kendine toplum içinde bir yol çizm eye karar verdi. Ferdinand H aod ou in'in evi hüzünlü bir evdi. Baytarın baskıları, karısının karı kocalık yaşam ında uğradığı ve şim di b ir iç çöküntüsü durum una gelen düşkırıklıkları, F u cien n e'in asık suratı, iki oğlanın anlaşm azlığı, bir kuş­ ku, bir kırgınlık havasıdır sürdürüyordu evin içinde. Fré­ déric ile A ntoine birer kardeş gibi seviyorlardı birbirlerini, hepsi o kadar. N e horgörüyü, ne de öfkeyi engelleyebili­

Yeşil Kısrak I 4 5

yordu bu kardeşlik bağı, yalnızca barışm aları kolaylaştırı­ yordu. Pazar günleri, kötü hava dışarıya çıkm ayı önledi m i ev her zam ankinden de donuk olurdu. M m e H audouinTe çocukları "Yangın v ar!" diye haykıracak kadar sıkılırlar, baytarsa bir yand an hesaplarını gözden geçirir, b ir yandan da, özen dolu bir kaygıyla, çocukların çalışm alarını denet­ lerdi. Böyle zam anlarda, A ntoine babasının hem en o hafta ölm esi için dua eder, bu dua içini birazcık rahatlatırdı. İyi havalarda, pazarı C laquebu e'd e geçirm ek bir alış­ kanlık olm uştu. Ferdinand landonunu koşar, tüm aileyi H onoré am calara götürürdü. Ç ocuklar am ca çocuklarıyla iyi anlaşırlardı, onlar için bir gevşem e günü olurdu bu, M m e H audouin de kocasının kardeşince alabildiğine hır­ palandığını görm enin zevkini tadardı. H onoré am ca ile baytar bütün bütün nefret etm ezler­ di birbirlerinden, hatta gerçek bir sevgi duygusu vardı aralarında, birinin başına iyi ya da kötü bir şey gelip de ötekinin bu durum karşısında etkilenm ediği olm azdı. H iç­ bir rekabet ayırm azdı onları birbirinden, çünkü H on oré'de hırs diye bir şey yoktu. H onoré Ferd in and 'ı, Ferdinand da H on oré'yi küçüm serdi, am a, hem en hiçbir zam an, Ferdi­ nand kavgalarda ü stünlü k sağlayam azdı, açıkça söylene­ cek nedenlerden değildi onun küçüm sem e nedeni. Baytar, H on oré'nin içtenliğini başına kakm ak için, "B en ce sende biraz diplom atlık eksik," derdi; oysa kardeşi kendisini suç üstü yakalar, "D ü p ed ü z yalan söylüyorsun, y ah u !" diye haykırırdı. İki kardeş arasındaki bu tavır ilişkisi hem en hiç değişm ezdi. İkisi de ileri cum huriyetçi, kilise düşm anı, hatta dinsiz bilinirdi. H on oré'd e hiç de dolaplı düzenli bir yanı yoktu bu tutum un. İm paratorluktan beri cum huriyet­ çiydi ve tutkuyla cum huriyetçi kalm ıştı, çünkü cum huri-

46 I

Marcel Aymé

yetin hâlâ savunulm aya gereksinim i olduğu düşüncesindeydi; kilise düşm anıydı, çünkü papazın her zam an saygı­ sız gücünü başarısızlığa uğratm ak isterdi; dinsizdi, çünkü sonsuz bir yaşam düşüncesi m idesini bulandırırdı. Ferdinan d'sa, tam tersine, yöntem li bir biçim de yaktığı şeye gizli gizli tapardı, kardeşinin ölçülü, am a içten çabası her zam an yaralardı onu. N eylersin ki, kendini alçaltm adan, kendi kendini çürütm eden söyleyem ezdi bunu ona, hatta H onoré suratına karşı "İliklerind e papazcılık var hâlâ se­ n in ," dediği zam an, baytarcık tüm gücüyle karşı çıkm ak zorunda kalırdı. Ferdinand'm içini rahatlatan tek şey yazgının herkese kendi değerlerine göre güldüğünü, kendisininse kardeşi H onoré'd en çok daha iyi durum da bulunduğunu düşün­ m ekti. A m a kardeşi buna da aldırm azdı, çünkü şaşırtıcı bir kolaylıkla m utlu olabilir, kendisininkinden daha çekici bir yazgı olabileceğine inanm azdı; yaşam a sevincinin üstüne düşen bir tek gölge vardı, am a hep yakıcı kalan, zam anla körlenm eyen bir alçalışın anisiydi bu. H onoré ilkin bunun öcünü alm aya olanak bulam am ış, en sonunda bu gurur yarasına boyun eğm işti. A m a, rastlantı sonucu, baytarın siyasal etkinliği tüm sorunu yeniden gündem e getirdi ve yeni bir gelişm e sağladı ona. İşler güneşli bir öğle sonun­ da, H on oré'nin Raicart korusu ile C laquebu e'yü en uzun biçim de kesen yol arasındaki ovada ekin biçtiği sırada baş­ ladı.

Yeşil Kısrak I

III

C ham p-B rû lé'yi evinden ayıran yola gelince, H onoré H audouin orağını biçilm iş buğdayların üzerine bıraktı, yakıcı güneşin altında doğruldu. Ter göm leğini sırtına ya­ pıştırıyor, koltuklarının çevresinde geniş lekeler çiziyordu. H onoré hasır şapkasını çıkardı, kısa kesilm iş, kır saçların­ da tom urcuklanan terleri elinin tersiyle sildi. Sol yana b a­ kınca, postacının köyün en ucunda, yolun kıyısında, ova­ nın ırm akla bir koru çıkıntısı arasında kısılıp kaldığı yerde bulunan evinden çıktığını gördü. — D éodat yola çıkm aya hazır, diye düşündü. D em ek saat dördü geçti. Şöyle soğuk bir şey içm ek istedi canı, yolun öbür kıyı­ sına geçti. K arısının pancurları kapatılm ış m utfakta ayrıkotundan bir fırçayla taşları ovduğunu işitti. O da bir m ah­ zen gibi serin geldi H onoré'ye. Bir an, kım ıldam adan dur­ du, serinliğin, o sert ışıktan sonra bu alacakaranlığın tadı­ nı çıkardı. Ç ıplak ayaklarım taşlarda serinletm ek için pa­ buçlarını çıkardı. M utfaktan hafif, m adenim si, kesik kesik bir ses geldi. — H er şey sofranın üstünde, dedi A délaïde. Som unun yanında ayıklanm ış iki soğan var. Şişeyi de soğusun diye suya koydum . — O ldu, dedi H onoré. M utfağı ovm ak da nerden esti akim a? Daha acele bir iş kalm adı m ı evde? — K alm adı elbette, ya yarın Ferdinand karısını, ço­ cuklarını alıp da gelirse... — G idip m utfağın taşlarına bakacak değil ya, ne m a­ sallar okuyorsun gene? — N e de olsa evini tem iz bulm ak ister.

I Marcel Aymé

— A nladık, anladık, evi de evi. — Sen hep kendi evinde sanıyorsun kendini. A d élaïd e'in oyalanm ak için aradığı kavgaya H onoré de dalıverecekti neredeyse, am a en iyisinin şöyle buz gibi bir şarap içm ek olduğunu düşündü. El yordam ıyla, soğuk su kovasını aradı, kollarını içine daldırdı, yüzüne su serp­ ti. Sonra şişeyi başına dikip soluğu kesilinceye kadar içti. Susuzluğu geçtikten sonra, daha bir özgürce değerlendir­ di içkinin niteliğini, kekre bir şarap ve yaprak haşlam ası karışım ıydı, kötü bir ilaç kokusu bırakıyordu genizde. Y ü ­ zünü ekşite ekşite: — Bunun adam ı sarhoş etm e tehlikesi yok, diye söy­ lendi. A délaïde şarabın litresinin yedi sou olduğunu, fıçının gelecek bağbozum una kadar bitm em esi gerektiğini belirt­ ti. Sonra tüm erkeklerin aynı çanağa işediklerini ekledi. Yalnız gırtlaklarını düşünürlerdi. H onoré sabırlı sessizliğine göm ülm üş, bayat som u­ nundan parçalar koparıyordu; gitti, pencerenin kıyısına oturdu, bir soğanı dişlem eye başladı. K arısı yum uşam ış bir sesle: — Daha çok var m ı? diye sordu. — O kadar değil, saat yediye doğru bitiririm . Ö vün­ m ek gibi olm asın, çok iyi seçtim biçm e zam anını. Başak dolgun, am a sap yum uşak. K endi başlarına kesiliveriyorlar, kız tüyleri gibi yum uşacık. G ene bir sessizlik başladı karı koca arasında. H onoré, ekm eğini ısırırken: "K end iliğin d en biçiliveriyor, am a elde edilen kazanca bakılırsa, bu kadarcık bir çaba da fazla b elk i," diye düşün­ dü. Sonra, karnım ızı doyurduğuna göre, buğdayın her za­

Yeşil Kısrak I

m an biçm e çabasına değdiğini düşündü. Yenilenden fazla­ sı ne kadar ucuza giderse gitsin, gene de bir kazançtı. İn­ san zevk aldıktan sonra, güneş altında harcanan çabanın sözü olm azdı. H on oré'nin evliliğinin ilk yılını, yirm i beş sou gündelik için günde on dört saat çalıştığı zam anları düşünm esi yeterdi. Şim diki durum da çok iyiydi işleri, bundan iyisi de can sağlığıydı. D üşüncesi çok geçm eden m utlu bir tem belliğe, bu güneşten ve işten uzak odanın durgun yaşam ında bir terkedilişe bıraktı yerini, sıcağa doğru bir çıkış arayan bir eşek arısının vızıltısıyla A délaîd e'in kirli su kovasında sıktığı çuval bezlerinin ıslak ve yum uşak sesi dışında, çıt yoktu odanın içinde. H onoré açık pencerenin iki kanadı arasına oturup sır­ tını pancurlara yaslam ış, ağır ağır yiyor, böylece gidiş da­ kikasını geciktirm ek istiyordu. G özleri m utfağın yarı ka­ ranlığına alışm ıştı, şim di odanın dibinde A d élaïde'in top­ lanm ış bedenini seçebiliyordu. A délaïde yere diz çökm üş, kendisine sırtını dönm üştü, ta yukarı kalkm ış küfesi, om uzları arasından yere doğru eğilen başını gizliyordu. D izlerin arasına kıstırdığı, kara, geniş bir etek, görüntüsü­ nü kabartıyor, gölgede belirsiz bir genişlik veriyordu ona. K arısının küfesinin dolgunluğuna şaşıyordu H onoré, ilk kez böyle görüyordu onu, öyle ya, karısının zayıflığından sık sık yakınm ıştı. Kara etek belirsiz dalgalanm alarla, ağır ağır oynuyor, m utfağın dibinde koyu gölgeler sallandırıyordu. H onoré gözlerini dikm iş, karanlık yüzünden çevreleri görünm e­ yen, belirsiz biçim i belirlem eye çalışıyordu. H eyecanlan­ m ıştı, yabancı biri vardı sanki, sanki um ulm adık bir değiş­ m e olm uştu. A délaïde ayrıkotu fırçasını yeniden alm ıştı eline; taşları ovm ak için birdenbire kollarını açm ıştı; aynı zam anda, küfesi önde siliniyor, am a, hem en sonra, ters bir

5 0 I Marcel Aymé

d evinim le yeniden geriliyordu; bu ters, geniş, hızlı devi­ nim topukların üzerinde kalçalarını yuvarlaklaştırıverdi. H onoré gözlerine inanam ıyordu. Boynunu uzatm ış, b irb i­ rini izleyen bir çifte çabanın uyum uyla karanlıktan çıkıp dönen kara eteği izliyordu. Pancurlarm ardında yazın gö­ ğüs geçirişini duydu; arı da kulaklarında vızıldayarak ıs­ rarla bir şarkı söyledi. Yarı karanlığında ağır gizlem ler bü ­ yüyen, serin m utfak bir beklem e odasıydı sanki, en ufak gürültüler bile etini çim dikliyordu. Biraz Saint-M argelon'd a, O iseaux Sokağı'nd a, 17 num aradaym ış gibi bir duygu vardı içinde. A tçılığı sırasında, yılda iki üç kez gi­ derdi oraya. G üzel güzel kokan, pem be gerdanlı, hoş kal­ çalı bir sürü kadın koşup gelirdi hem en. Bir de kocam anı vardı, her yanı löp löptü, süvari erleri kıçına şaplaklar in­ direrek eğlenirlerdi... H onoré onu gördü işte, onun görün­ tüsü yansıyordu m utfağın dibine. Sonra o da başka birine, C laquebue'lü bir kadına bıraktı yerini. H onoré pencereden ayrıldı, kara eteğin dansına ses veren sert fırçanın gıcırtısı­ na doğru gitti. Pek alışkın olm adığı b ir çekingenlikle beceriksizleşiyordu H onoré. Ö nce yalnız kum aşı tuttu. A délaïde şaşırm ıştı, zayıf ve yorgun yüzünü kocasına çevirdi, bir gülüm sem eyle aydınlanıverdi yüzü. H onoré karısından da fazla şaşırm ış gibiydi, bu bildik yüzle karşı­ laşacağını um m uyordu sanki. A nlaşılm az sözler m ırıldan­ dı, A délaïde de tatlılıkla yanıt verdi bunlara. N e yapacağı­ nı şaşırm ıştı H onoré, gene duraladı, sonra iki eliyle birden sarılıverdi. İçi boş görünüşlere bakarak coşm uş olduğunu anladı hem en, bu görünüş, kum aşın altında, acınası bir ya­ pıda, iki cılız çöm lekten başka bir şey sunm uyordu kolla­ rına. Bunun üzerine, pencereye doğru bir adım geriledi, om uz silkti, dalgın dalgın içini çekti: — H ep bir şeyler kurar dururuz, diye söylendi.

Yeşil Kısrak I

A m a çok da alçak sesle söylem em işti, karısı işitti. A délaïde de düş kırıklığına uğram ıştı, yenilgiyi sine­ ye çekm ek istem edi, kocasının elleri arasından uçup giden büyüyü yeniden canlandırm ak istedi. Yeniden başladı ete­ ğin dansı, durm alarına, ağırlaşm alarına, hesaplı fırlam ala­ rına diyecek yoktu doğrusu. H audouin sinirlenm işti, gidip pancurları araladı. Bir güneş şeridi sızdı odanın içine, ka­ ra eteğin kıvrım ları arasında altınlar çizdi. H onoré gülm e­ ye başladı, yeniden kapadı pancurları. K arısının gururu kırılm ıştı, kekre bir sesle: — N e oldu az önce sana? diye sordu. N e istiyordun? H onoré incecikten bir hınçla: — Ben de onu düşünüyordum , diye yanıtladı. A délaïde sinirlenm işti, doğruldu, pencerenin aralığı­ na, yanm a geldi. — Ya! D üşünüyorsun dem ek? — Yok canım , hiçbir şey düşündüğüm yok. — Söyleyeyim ben sana... — Tam am , tam am , seni dinleyecek zam anım yok. — Kadın istiyorsun sen, kadın... — G ene kafan bozulm aya başladı senin. — Evet, tom bul tom bul kadınlar, eli avucu dolduran türünden, değil m i öyle? K ocasının om uzlarına yapıştı. H onoré silkindi, sinirli sinirli: — Tom bul olup da ne olacakm ış? Elinde ne varsa onunla yetinirsin. — Yok, yok, gene de tom bulunu daha çok ister insan, kanıtı da ortada! — K anıtın da senin olsun, geri kalanı da! Ben her şeyi yapılm ası gerektiği zam an yaparım , işte o kadar. Zengin değilim ki gün ortasında sevişm eye kalkayım .

I Marcel Aymé

— Birçok kadınlara verdiği şansı bana verm em iş Tanrı. — Sen durm adan dert yanarsın. — Yiyip içip yan gelip yatm am a elverecek kadar para kazanan bir baytar kocam olsaydı, incik boncuklarım , şap­ kalarım , iskarpinlerim olsaydı, ben de kolaylıkla doldura­ bilirdim korsem in içini. — Bana kalırsa, gene de güzelleşem ezdin, diye yanıt­ ladı H onoré. İpeklere de bürünsen... — İpek m i dedin? diye alay etti A délaïde. Ö yle bir teh­ like yok çok şükür. Bir kadının kocası atçılık m esleğini yüriitem em işse, babasının bıraktığı evi bile elinde tutam a­ m ışsa, bu kadının ipek m ipek düşünm esi pek de akıllıca olm az. K ardeşin bizi evinden kovacak olsa, bir çukurda geberm ekten başka yolum uz kalm az. — H ava güzel olursa, çukurda geberm ek de yatakta geberm eyi aratm az. — H er zam an keyfin gıcırdır senin, yeter ki ben sen­ den önce gideyim . — N e dem ezsin! — H ep o günü bekliyorsun... — Söz sana, gözlerini ellerim le kapatırım , çeneni de şöyle bir güzel bağlarım , işte o zam an susarsın! — H onoré, bana baksana... — Ç ek şu ellerini! — Baksana bana sen biraz... H onoré daha fazlasını dinlem ek istem edi. K arısının kocam ış bir hayvan olduğunu söyledi, kapıyı çarparak çıktı, güneşin altında başı açık yürüdüğünün ayrım ına bi­ le varm adı. A délaïde m utfağın içinde dört döndü, sonra kocasının m asanın üstünde unuttuğu şapkayı gördü, he­ m en alıp koştu arkasından. — H onoré, şapkanı unuttun. Bu sıcakta, şapkanı

Yeşil Kısrak I

unutursan... K oşm aktan kesik kesik olm uş sesinde kaygı dolu bir sevgi havası vardı. H audouin durdu. — Doğru, dedi. Şapkam ı unutm uşum . — U nutup gitm iştin şapkanı. D üşündüğün bile yok­ tu. H audouin karısının yüzüne baktı, şim diden geçkin­ leşm işti, kem ikli, kırışıktı, heyecandan titreyen, soluk du­ daklarına, içinde gözyaşları parlayan, kara gözlerine bak­ tı. içlenm işti, bir pişm anlık sarm ıştı içini, m utfakta özlem i­ ni hâlâ etinde duyduğu bir göz aldanm asına yol açan, hoş kıvrım lı, kara eteğe de baktı. — K oyarsın şapkanı bir köşeye, sonra da unutur gi­ dersin, dedi tatlılıkla. — A z önce, dedi karısı. A z önce m utfak karanlıktı da ondan. G ece gibiydi de. G ece oldu m u ne söylediğini gör­ m ez insan. İşte bunun için... H onoré karısına gülüm sedi, şapkasının kenarıyla eli­ ne dokundu. — Elbette, dedi uzaklaşırken. G ece oldu mu... A délaïde avlunun ortasında durm uştu, kocasının y o­ lun öbür yanm a geçtiğini gördü, içini çekti: — N e güzel adam , diye söylendi, kırk beşinde oldu­ ğuna kim seler inanm az. O nun yaşında niceleri var ki, iyi­ ce kocam ış dersin. H onoré, orağını bilem eyi bitirdiği sırada, bir araba se­ si duydu; C ham p-B rû lé'nin iki yüz m etre ötesinde, yolun dönem ecinde, kardeşi Ferd inand 'ın arabası belirdi. Baytar atı sıkıştırıyor, at da bayağı tırısa gidiyordu. H onoré, ora­ ğını bırakarak, yolun kıyısına doğru ilerledi.

5 4 I Marcel Aymé

— H ayvan bu hızla sürülür m ü, diye hom urdandı, hem de bu sıcakta. Bu da nerden çıktı? Ferdinand'm birkaç harm ancıya şapkasını çıkardığını gördü, atm gösteri tırısına kalkm ış olduğunu anladı, çün­ kü baytar aklına eseni yapm azdı öyle, m antıklı bir adam olarak, m antığa göre davranırdı. H onoré, konunun u zm a­ nı olarak, yaklaşan hayvanı, kendisine göre fazla ağır olan al atı inceliyordu. "İsted iği kadar baytar olsun, Ferdinand iyi bir hayva­ nın ne olduğunu hiçbir zam an bilem eyecek," diye düşü­ nüyordu m em nunlukla. "İşte sağlam bir hayvan, ona bir diyeceğim yok, am a arabaya tırısçı bir hayvan mı koşulur? H em sonra, ön ayaklarının arasından sarkan şu karın da ne oluyor?.." A raba durduğu sırada, biraz kaygıyla: — Bir şey olm adı ya? diye sordu, çünkü baytar hafta içinde C laquebu e'ye çok ender olarak gelirdi. Ferdinand, arabadan indi: — H içbir şey, dedi. Yakınlarda işim vardı, gelm işken sizlere de bir m erhaba d em ek istedim . Sonra yarın da ge­ lem eyeceğiz. Sonraki pazara geliriz. İki kardeş başbaşa oldukları zam an, hiçbir dostluk gösterisine girişm ezlerdi, aralarında sessiz bir anlaşm aydı bu, am a Ferdinand bu anlaşm aya aykırı olarak elini u zat­ tı. H onoré de tem belce sıktı kardeşinin elini. Bu tutarsız el sıkm anın anlam ı üzerinde en ufak bir kuşkusu yoktu; kar­ deşi bir şey isteyecekti. Büyüğünün açık görüşlü bakışın­ dan, Ferdinand işin kötü başladığını anladı; biraz kızardı, sonra, huzursuzluğunu gizlem ek için, aşırı bir ilgiyle, ço­ cuklardan haber sordu. H onoré, bir yandan atı dostça okşadı, bir yandan da kısa kısa yanıt verdi. C lotilde ile G ustave, en küçükleri,

Yeşil Kısrak I 5 5

okuldaydı. Eve dönm üş olm aları gerekirdi, am a yollarda hep oyalanırlardı. A lexis çayırlarda inekleri güdüyordu; güzün gene gidecekti okula. Juliette, evleninceye kadar (bunu düşünm ek için bol bol zam anı vardı), tarlalarda bir erkek gibi çalışıyordu; kardeşi askerde olduğuna göre, ça­ lışm ası da gerekliydi. — E rn est'e gelince, hep Epinal'de. Son m ektubunu okursun. Ç avuşunun kendisini beğendiğini yazıyor. Yeni baştan yazılm aya kalkar m ı bakalım diye düşünüyorum . A lphonse öyle yerleştirm işti ki bunu kafasına... A lphonse' tan bir haber var mı? Baytar başını salladı. Bu aşağılık kardeşin varlığının anım satılm asm dan hoşlanm azdı, H onoré iyi bilirdi bunu. — Zavallı A lphonse, şansı hiç iyi gitm edi. O ysa ondan iyi çocuk görm edim öm rüm de. Ferdinand hınçla dudaklarını ısırıyordu. — D eğil m i öyle? diye dayattı H onoré. Ferdinand zorlam a bir sesle: — Elbette, dedi. — İkide bir aklım a düşer, zavallı A lp h o n se'çuk! D ü şü ­ nürüm ; hâlâ Lyon'da m ıdır acaba, şim di kaç çocuğu var? İki yıldır habersiz bıraktı bizi. H onoré azıcık durdu, sonra iğneli bir keyiflilikle: — A m a A lphonse bu, bilirsin, dedi, bir de bakarsın, hiç haber verm eden çıkagelir günün birinde, tüm ailesiyle birlikte, bir iki aylığına senin eve yerleşir... Bir görsek, iyi olurdu doğrusu. B aytar böyle korkunç b ir olasılığı hiç akim a getirm e­ m işti daha, öfkeden yanaklarının kıpkırm ızı olduğunu duydu; donuk gözleri acım asız bir parıltıyla parladı. G ene de A lphonse hakkında kötü bir şey söylem ekten geri dur­ du, dünden beri kafasında kurduğu zorunlu görüşm eyi

5 6 I Marcel Aymé

çok tatsız başlatırdı bu. Sıkıntılı bir sessizlikten sonra, Claquebue belediye başkanı Philibert M esselon'u n durum u­ nu sordu. — G idip görm eye zam an bulam adım , diye yanıtladı H onoré, am a dün akşam Ju liette'i yolladım . Pek iyi değil, bu düşkünlükle... İki pazar daha ya görür, ya görm ez. N e yaparsın, yaşlılık işte, söylenecek bir şey yok. — G ene de üzücü bir şey, diye içini çekti Ferdinand. İyi bir adam dı Philibert, belediyede de yerini iyi dolduru­ yordu doğrusu... H a, söz belediyeden açılm ışken... H onoré bu "H a "y ı yanlış anladı. Ö nceden, uyardı kar­ deşini: — Daha önce de söyledim sana, dedi, belediye başka­ nı olm ak istem em , yardım cı bile olm am . Ü yelik bile fazla geliyor. Baytar "H a "sım elden kaçırm am ak ister gibi dilini şaklattı, ince yüzü, hırslı çenesi birdenbire canlanıverdi. Tam aradığı geçişi bulm uş gibiydi. — Sözüm ü ağzım a tıkayıveriyorsun hem en. Tam ter­ sine, başka bir adaylık söz konusu. Senin de etkin büyük olduğu için... G erçekten de, belediye m eclisinde olsun, tüm Claquebu e'd e olsun, H on oré'n in etkili olduğu kesindi. Bunu kar­ deşinin ağzından işitm ek hoşuna gitti, koltukları kabardı, daha bir yakınlıkla kulak verdi sözlerine. — Bir düşün, diye sürdürdü baytar, geçen gün m illet­ vekili bize akşam yem eğine geldi. Valtier bize çok iyiliği dokunm uş bir dosttur, daha da dokunur, sana da, bana da. — Valtier'ye hiçbir borcum yok benim , kendisinden bir şey isteyeceğim de yok, am a farketm ez. — Belli olm az. H er neyse, yem ekte, konuşm a döndü dolaştı, Philibert M esselon'a geldi, Valtier belediyeye yer­

Yeşil Kısrak I

leştirecek bir adam ı bulunduğunu çıtlattı bana. Yaptığı se­ çim in bucağın çıkarlarına hizm et edeceğinden kuşkusu yok elbette. Valtier çok bilinçli adam dır, dürüstlüğün ta kendisidir, parlam entoda da böyle bilinir. O na övgü düze­ cek değilim ... — A dayı uygunsa, ne olursa olsun... Ferdinand kendini önceden bağışlattırm ak için, alçak­ gönüllülükle güldü. — D uyunca yerinden hoplayacaksın, ne yalan söyle­ m eli, ben de kolay alışam adım bu ada... Z èphe M aloret söz konusu. H onoré, kardeşinin düşüncesizliğine hayran olm uşça­ sına, uzun bir ıslık çaldı. — İyi iyi, hiç hınç yok sende. — Başlangıçta, elbette ki... — A m a senin bu işinde beni en çok şaşırtan Valtier'nin en pis gericilerden birini, Z èphe gibi bir papaz delisini pi­ yasaya çıkarm ası. N e d em ek bu? Baytar huzursuzdu, önlem lilikle yanıt verdi: — Bilm iyorum ... Açıklam ası zor... Siyasal durum lar çok değişik şimdi. General Boulanger'nin yalnızca program ı bi­ le nice karşıtları uzlaştırdı, görünüşte karşıt olan partiler arasında birleştirici bir etki yapabilir. Eh, şu bizim yaşadığı­ m ız gibi bir anarşi zam anında da böyle bir birliği öpüp ba­ şa koym ak gerekir. O layların bizi götürdüğü sonuç... — Bana baksana sen, generalin program ından habe­ rim yok benim , olaylardan da, başka bir şeyden de habe­ rim yok. A m a C la q u e b u e'y ü b ilirim . Bana so rarsan , Z èp h e'i beled iyeye oturtm ak, cum huriyetçileri de, C um huriyet'i de hiçe saym aktır. Boulanger'yle M u lan je'yle açıklanm az bu iş. — G erisini de istersen, Valtier, M aloret ailesinden biri-

5 8 I Marcel Aymé

ni tanıyor galiba... Bazı bağıntılar, diyordu. — Bağıntı m ı dedin? D ur hele! Bu bağıntı.. Z èp h e'in kızı olm asın... Evet ya, tam am işte, M arguerite olacak, şıl­ lığın biri yani, iki yıl önce P aris'e yerleşm işti. G üzel kızdır doğrusu, bakıyorum , aile duygusu da yerinde. Ferdinand yanıt verm ekten kurtulm ak için gitti, koşu ­ m un kayışını sıkıştırdı. — Biliyorum , dedi, M aloret'lerin her zam an babam a karşı olduklarını söyleyeceksin bana. H onoré horgörüyle: — U m urum da bile değil, diye yanıtladı. — A radan on beş yıl geçtikten sonra, şu çeteci öykü­ sünden dolayı da Z èp h e'e hınç duyacak değilsin herhal­ de? G önül yüceliğinden, sağduyudan yoksun olm ak de­ m ektir bu, önce sen kabul edeceksin bunu... H onoré ağzını bile açm adı. K ardeşine sırtını dönm üş, atm dudaklarını dışarı doğru kıvırıyor, dişleriyle ilgilenir gibi yapıyordu. A m a öfke beceriksizleştiriyordu H onoré'yi, al at birdenbire kafasını silkeleyerek sıyrıldı. Baytar önem li bir engele takıldığını seziyordu, üstün çıkm anın sabırsızlığı içinde, dayatabileceğim düşündü: — insanlarla yirm i yıldır yaşadığım ız tüm u fak tefek sürtüşm elerin hesabını tutacak olsaydık, bugün bir tek dostum uz kalm azdı. Z èphe'in suçu ne olursa olsun, b u ­ gün onu bağışlayabilirsin. — Hayır, dedi H onoré. — H adi, hadi! N e de olsa ölm edin sonunda. H onoré om uz silkti. H ayvanın başını tutm ak istedi, baş zırhını sinirli bir devinim le sıktı. H ayvan acıyla kişne­ di. Ferdinand bozulm uştu, sabırsızlığını gizleyem iyordu. — H em de gerçek yanı nedir bu çeteci m asalının? Bu­ lanık, belirsiz şeyler bunlar. M em lekette lakırdısı da du-

Yeşil Kısrak I

yulm adı hiçbir zam an. H onoré birdenbire geriye döndü, kardeşinin kolunu kavradı. — H ayır, hiçbir zam an duym adın lakırdısını. N eden, bilm ek ister m isin? — Yok canım , üzerinde durduğum yok... — H er şeyi bileceksin. İşitiyor m usun? Bundan sonra, belki de bırakırsın kafam ı şişirm eyi. H onoré sararm ıştı, baytar korktu; sıyrılm aya çalıştı, am a kardeşi hendeğe doğru iteledi kendisini, hendeğin kı­ yısına, yanm a oturm ak zorunda bıraktı. İki adam ın kendi­ sine arkalarını döndüklerini görünce, al at arabayı avluya kadar götürdü, burada bir ceviz ağacının gölgesine çekil­ di. — Prusyalılar geldikleri zam an, diye başladı H onoré. D urdu, Ferd in and 'm gözlerinin içine baktı, sonra sert­ çe: — Bunu kendi içim de saklam am için bir neden yok, dedi. H epsini öğreneceksin! H em en sonra yatıştı, düzgün bir sesle konuştu: — N e yapacağını bilm eden orada burada dolaşan bir çeteye katılm ıştım . C laquebu e'ye gireceklerini öğrenince, geldik, orm anın kıyısına yerleştik, ineklik işte, am a bütün gece R ou illeu x'd e bir handa kafa çekip konuşm uştuk. Yi­ ğitlik taslam ak istiyorduk işte, am a, aslına bakarsan, Bellechaum e tepelerini tutanların yanm a gitm ediğine piş­ m andı herkes. Ben tam C ham p-B rû lé'n in ucunda, ovanın üzerinde uzanan bir gürgen topluluğunun ardm daydım . Sonra kestiler o gürgenleri. Tam şuradaydı işte. H onoré, dört, beş yüz m etre ötede, orm anda bir nok­ tayı gösterdi. — Ö ğleden sonra saat ikiye doğru, sivri tepeli m iğfer-

60 I

Marcel Aymé

lerin M ontée-R ouge üzerinde belirdiğini gördüm . Ç ığırt­ m alarının zırıltısı duyuluyordu. Tanrım! Ö yle bir hava ki, ne zam an aklım a gelse, iliklerim e kadar yasa batarım . K ö­ ye doğru inişlerini izliyordum , bir gözüm de evdeydi, na­ sıl soluğum tıkanıyordu, sen düşün artık. Yanımda, şöyle on, on beş m etre ötem de, on sekiz yaşında bir çocukcağız vardı. Toucheur adında biri. Fena çocuk değildi, am a genç­ ti, olgunlaşm am ıştı daha. K endisini görm üyordum , am a acayip bir sesle, "P rusyalılar Raicart korularına girdiler," dediğini işittim . İlkin, çenesini kapatm asını söylem ek isti­ yordum , sonra düşündüm ki korunun kıyısını tutan ço­ cuklar içinden de b ir tüfek atıp C laquebu e'nü n yarısını bo­ ğazlattıracak dangalaklar çıkacaktı nasıl olsa. "D oğru, de­ dim , göreceksin, iki göl arasında sıkıştıracaklar b izi." Toucheur sol yanım daydı, am a, beş dakika sonra, herifle­ rin bizi iki göl arasında sıkıştırdıkları haberi sağ yanım dan geliyordu. Fier şey düşündüğüm gibi oluyordu, arkadaş­ lar kirişi kırm aya başlıyorlardı, ne yapacağım ı bilm esine biliyordum ya, benim de işkem bem e kadar iniyordu kor­ ku, anla artık! Bu nedenle tek başım a orada kalıp Prusya­ lIları gözetleyecek değildim , kıyıdan ayrıldım , korunun iç­ lerine dalacaktım ... — Yani d üşm anın önünde nöbeti bıraktın, diye belirt­ ti baytar. — Ffadi oradan! Biraz sola doğru gitm iştim , korunun kıyısındaki bir keçi yoluna gelince, bizim Toucheur'ün evi­ m ize giden çukur yola atladığını gördüm . A rdından koş­ tum , ben de yola geldim , kudurm uş gibi koştuğunu gör­ düm , hiç kuşku yoktu, bizim eve doğru gidiyordu. "Tou­ ch eur!" diye bağırdım ardından. Sanki Toucheur'de beni dinleyecek kafa vardı da! Ö nüne gelen ilk eve atm ak isti­ yordu kapağı, yani bizim kine. Bir düşünsene şu işi, evi­

Yeşil Kısrak I 61 m izde, belediye başkanm ın evinde b ir çeteci. H erkesi ku r­ şuna dizdirtecek bir şeydi bu. Ardına düştüm böylece, am a yüz m etre aram ız vardı, üstelik, kıçı tutuşm uştu seninkinin. Ben yola geldiğim zam an, o eve girm işti bile, iş­ te orada rastladım Z èphe M aloret'ye. Durup da zam anım ı harcam adım elbette. — K ısacası, sizi yalnız Z èp h e'in gördüğünden em in değilsin... — Bir gün, suratını bir gübre harkına daldırdığım za­ m an, kendi ağzıyla söylem işti. H onoré bu açıklam anın anısıyla doya doya güldü. Ferdinand, bir kez daha, kim senin kellesine m al olm adığı­ na göre, bu işin fazla bir önem taşım adığını belirtti. — Bırak da konuşayım . N eyse, eve girdim , oğlanı an­ nem in boynuna sarılm ış, ağlar buldum , annem de avut­ m aya çalışıyordu. M utfaktaydılar. Touclıeur'ü yakasından tuttuğum gibi kapıya doğru yuvarladım . O ğlanı alıp git­ m em gerekirdi hem en, am a olm adı işte; annem evde yal­ nızdı, A délaïde çocuklarla birlikte size gelm işti, babam da sabahtan beri belediyede Prusyalıları bekliyordu. A nnem i öpm ekten, bir iki sözcük konuşm aktan kendim i alam a­ dım. Toucheur de bund an yararlanarak saatin dibine bü ­ zülm üştü, başını dizlerine, kıçını topuklarına dayam ış, bir hayvan gibi toplanm ıştı. Ayağa kaldırıp da tekm elerle y ü ­ reklendireyim derken, Prusyalılar yolun d önem ecinde b e­ liriverdiler. Bavyeralıydı bunlar anlaşılan, yani PrusyalIla­ rın en kötüleri, en berbatları. O n beş kişi kadardılar, başla­ rında da bir çavuşları vardı. Ç avuş diyorum ya, belki de subaydı. Şerit takm az onların rütbelileri, ne kollarına, ne şapkalarına. Bir ayrıntı diyeceksin, evet, am a bu heriflerin ne kadar vahşi olduklarını gösteren bir ayrıntı. Bulunduk­ ları yerden, tüm evi görüyorlardı; am bara kaçm anın yolu

62 I

Marcel Aymé

yoktu. A rka pencereden sıvışm ak da tehlikeliydi, am a yal­ nız olsam gene de denerdim . Toucheur başım ızda olduğu ­ na göre, bunu düşünm em ek gerekirdi, dişleri birbirine vu ­ ra vura ceketim e asılıyordu. A nnem aklını şaşırm am ıştı, gidip yatağın altına saklanalım diye odanın kapısını açtı. Toucheur de bundan fazlasını istem iyordu, yerini bulm u ş­ tu, soluğu bile duyulm uyordu artık. Bana gelince, ben de aşağı yukarı sakindim . N e diye odaları arayacaklardı? Biz de karanlık çökünce rahat rahat giderdik. A nnem m utfak­ taydı, kapıyı açık bırakm ıştı. "H on oré, durdular, başları Z èph e'le konuşuyor," dediğini işittim . N e yalan söylem e­ li, o sırada, hiç um ursam adım bunu. "İşte gidiyorlar," di­ yordu annem . Sonra, birdenbire, sesi kesiliverdi, kapıyı kapattı. Sonra, m utfağın taşları üzerinde çizm e sesleri... H ay A llah! Som yanın altındaki durum um u düşün sen! Çavuş: "E vin izd e çetecileri saklam ışsınız," diyordu. Bir işitm eliydin, ne biçim Fransızca konuşuyordu dom uz oğ­ lu dom uzlar! A nnem çırpınıyor, çeteci m eteci görm ediğine yem in ediyordu, öteki de bundan kuşkusu olm adığını söylüyordu. Sonra gürültü hafiflem eye başladı, bir şey du­ yulm az oldu. Sonra çavuş, o çetrefil diliyle adam larına bir şeyler söyledi. Sam anlığı ya da am barları aram aya yollu ­ yordu herhalde... Ferdinand daha fazlasını dinlem ekten çekiniyordu. Bir nokta koym ak istedi: — H er n eyse, sonu nd a paçayı ku rtardınız, dedi. Ö nem li olan bu... — G eberm ek bir şey değil, yatağın altında yüzükoyun yatarken yakalanm ak istem iyordum . Ç ıkm am a zam an kalm adan, kapı açıldı. A nnem in eteğinin kalktığını gör­ düm , eteğin ardında da çavuşun çizm elerini. İlkin, anlam ı­ yordum . A m a eteğin kalktığını gördüm .

Yeşil Kısrak I 6 3 Baytar, sönm üş bir sesle: — H onoré... diye karşı geldi. — Tepem in üstünde gidip geldiklerini işittim . K ım ıl­ dam am a olanak yoktu. G eberm ek um urum da bile değildi o sırada, am a, bir tüfekle her şeyi halledecek bile olsam , ortaya çıkm ayı göze alam azdım , yapam azdım bunu... Ferdinand şapkasının altından akan terleri sildi. — Söylenecek şeyler değil bunlar, diye m ırıldandı. A nlatm am alıydm bana. — C laquebu e'd e bu işten sözedilm em esine şaşm azsın artık. K endisine söylenm esi gerektiği kadarını anlatm ıştı babam sana. G erisini bir ben biliyordum . Toucheur bu olaydan sekiz gün sonra öldürüldü, ben de rahat bir soluk aldım . Savaştan sonra, M aloret'yle hesaplaşabilirdim , bir fundalığın dibinde kurşunu beynine yapıştırabilirdim . N e gören, ne bilen, tam am ! A m a, annem yaşarken, bunu anım satırm ış görünm ek istem iyordum . H em sonra, hiç sevm ediğim bir iş bu, d ünyayı bir Z èphe M aloret'd en kur­ tarm ak söz konusu olsa bile. — M aloret'nin dürüst davranm adığı kuşku götürm ez, diye m ırıldandı Ferdinand. Bir an d üşünceye daldı. Elinde olm adan, Valtiehyle y ap tığ ı son g örü şm ey e g id iy ord u aklı. M illetv ek ili, Z èp h e'in aday olm asını çok ister gibiydi. M arguerite M a­ loret'ye iyice yakm ıştı abayı, hoşnut edilm esi için, bu kızın isteğini yerine getirm ekten daha iyi bir yol d üşünülem ez­ di; Ferdinand da m illetvekilinin dostluğunu kazanm akla çok kazançlı çıkacağı düşüncesindeydi. K işisel hırsı bir ya­ na, büyük oğlu Fréd éric'in geleceğini de düşünüyordu baytar, oğlunun yaşam a parlak bir başlangıçla atılm asını sağlam ak konusunda, Valtier'nin desteğine belbağlıyordu. — Bak, H onoré. Z èp h e'in çok kötü davrandığını ka­

64

I Marcel Aymé bul ediyorum . A m a bir korku anında böyle davrandığı da düşünülebilir. İnsan yolu üzerinde bir Prusyalı birliği gör­ dü mü... — Ben adam ım ı bilirim . Ö nlem cidir, dayak yem ekten hoşlanm az, am a korkak olm adığından da kuşkum yok. Başka bir şey var... — O nu bağışlam ak söz konusu değil, dedi baytar. H iç de o düşüncede değilim . A m a kinim izin bu işle hiçbir ilgi­ si yok. K endi çıkarım ız için, ailem izin çıkarı için, Z èphe'in belediye başkanı olm ası zorunlu. İşte böyle ele alm ak ge­ rek bu sorunu. — Ç ıkar sorununu sen benden daha iyi anlarsın, am a, ne de olsa, Z èphe anneni Prusyalm m altına yatm ak zorun­ da bıraktı. Bu söz Ferdinand'ın yüzünü kızarttı. Ö lünün anısına gölge düşüren bu serbest konuşm aya karşı ayaklandı. — H iç değilse ölülere saygı gösterm eliydin. — A dam sen de! Ö lülerin acınacak bir durum u yok. Bu olayda yalnız ölüler söz konusu olsaydı, hiç dert et­ m ezdim . Am a ben yatağın altındaydım , ölm edim , Prusya­ lIyı başım ın üstünde gönül eğlendirm eye yollayan M aloret de ölm edi. Ö nem li olan bu, anladın mı? — Biliyorum , ama her şeyi yerine göre değerlendir­ m eli, sonra Valtier... H onoré, sert bir sesle: — A nlaşıldı, diye kesip attı. Bu kadar söz yeter sanı­ yordum . Z èphe hiçbir zam an C laquebue belediye başkanı olam ayacak, keseceğim yolunu. Baytar, ölçülü biçili bir istem karşısında bulunduğunu anladı. Budalaca b ir hınç yüzünden oğlunun geleceğinin tehlikeye düştüğünü görür gibi oldu. G üçsüzlüğü çılgına döndürdü baytarı, zorlu bir kanıt, kardeşini zorlam ak için

Yeşil Kısrak I bir yol aradı. D onuk gözleri eve, kendi m alı olan, H onoré'y i dilediği zam an içinden kovabileceği eve dikildi. Ö f­ keliydi, hem en pazarlığa girişecekti neredeyse; am a bir düşünce çabasıyla, bunun tehlikesini görm ekte de gecik­ medi: H onoré hiç duralam adan taşınırdı, oysa onun H audouin'lerin evinde kalm ası kendisi için çok önem liydi. C laquebu e'd e siyasal çıkarlarına hizm et ediyordu. Ö te yandan, H onoré kendi m alı gibi tutuyordu m alını. Ferdi­ nand dilinin ucuna gelen sözleri içine attı. Y üzünde b eli­ ren öfkeyi, bakışlarının yönünü görünce, H onoré durum u anladı. K esin yanıtını verdi: — Biliyorsun, istediğin zam an giderim . Söylem eni b i­ le beklem em belki. — Yok canım , diye karşı çıktı Ferdinand, neler de ge­ tiriyorsun akim a... İstersen, bir kağıt im zalayayım ... — K ağıt mı! Böyle bir d üşüncen varsa, kıçına sok kâ­ ğıdını. Baytar anlaşılm az bir şeyler kekeledi. M al sahipliği haklarını kötüye kullanm ayı hiçbir zam an düşünm em işti, kardeşi yaşadığı sürece... H on oré d in lem ez olm u ştu n ered ey se. M o ntéeR ou g e'u n arkasınd a batm aya yüz tutan, C laq u ebu e'n ü n öbür başınd a ışık lar saçan gü neşe bakıyord u. G ö zleri ka­ rardı, gözkap akların ı indirdi, sonra, yu m uşak, tem bel bir sesle: — Evet, kıçına sok, dedi. K ISRA Ğ IN D ED İK LERİ C la q u e b u e'n ü n ve b aşk a y erlerin tü m H aud ou in 'leri içinde, H on oré'yi hiç kim seyle değişm em . Boşu­ na saplantılarım ın, düm düz olm uş taşkınlıklarım ın verdi­

66 I

Marcel Aymé

ği um utsuzluğun üstesinden geldiysem , belki de ona b orç­ luyum bunu. Bu duyarlı ve güleç adam dan, en iyi doy­ gunluklarına gerçek dışında ulaşan uçsuz bucaksız bir kösnüllüğün gizini buldum . D oygunluklarını gerçek dı­ şında bulm ası, arılık kaygısından değildi, karısını okşardı, hiçbir kadına da ilgisiz kalm azdı. A m a onun aşk hazları ruh sağlığı m eraklılarının ağırbaşlı bir serbestlikle göklere çıkardıkları, m antıklı m utluluklara hiç m i hiç benzem ezdi; baytarın her gerçekleştirm esinde pişm anlık duyduğu şu kasvetli karı kocalık görevlerine de benzem ezdi. Kim i za­ m an bir güneş ışınından doğardı onun aşk hazları, kim i zam an da bir bulutun ardına düşer, gerçekleşm e dakikası­ nın üzerinden aşıp giderlerdi. Ç iftleşm e, içinde bir m asal evreninin görüntüleri dolaşan, büyük, şehvetli bir düşün sonuna konulan bir noktaydı onun için. H onoré karısını okşadı m ıydı ovanın buğdaylarını, ırm ağı, Raicart korula­ rını da çağırırdı. O n sekiz yaşındayken, bir pazar günü, yem ek odasın­ da hizm etçiyle başbaşaydı, hizm etçi öyle bir serbestlik gösterdi ki onu da ateşlendirdi. D ışarıda, ova karlar altın­ daydı, sonra bir anlık bir güneş bu soğuk örtüye beklen­ m edik bir parıltı verdi. Renkler birbirlerinden ayrılarak dans etm eye başladılar; H onoré tüm bu haz dolu karın etinde eridiğini duydu, sonra, epeyce ilerilere götürm üş olduğu işi bıraktı, gidip pencereyi açtı, bir güneş halkası­ n ın içinde gülm eye başladı. Yetm iş yılda, nice nice sevişenler gördüm , titreyişe bu kadar yaklaşm ışken, ışığın bir el etm esi üzerine, işi yarım bırakanını hiç görm edim . En de­ ğerli yanılsam ayı kolayca sürdürm ek bu H audouin'in bir ayrıcalığıydı. Şu da var ki, H on oré'nin bazı bazı ters yönü tuttuğu da olurdu. Tarlalarda, yelin dalgalandırıp yatırdı­ ğı buğdaylar ya da karnı deşilm iş toprağın kokusu yü zün­

Yeşil Kısrak I den, işine bir an için ara verdiği, bed enind e uçsuz bucak­ sız bir çiftleşm e isteğinin yükseldiğini duyduğu olurdu. O zam an, güzel bir yorgunlukla ağırlaşm ış kollarında, sevin­ ce batm ış bir dünyayı sıkıyorm uş gibi bir duygu uyanırdı içinde. Sonra istek enginliğini yitirir, yoksulca belirlenir, çevreninin halkasında bir noktaya dikilir, H onoré C laquebue'lü bir kızın göbeğini düşleyerek yeniden işe başlardı. A délaïde hiçbir zam an güzel olm am ıştı. D aha H ono­ ré 'nin onun ardından koştuğu günlerde bile, görünüşü ça­ lışkan bir köylü kızının kem ikten ve kastan oluşm uş zayıf, sert bedenini haber verirdi. H onoré, daha evliliğinin ilk günlerinde, karısının korsajm da elleri hoşnut edebilecek hiçbir şey bulunm adığını gizlem iyordu. K avgacı bir yara­ dılışı olduğunu da, çok geçm eden tüm dişlerinin döküle­ ceğini de anladı. K endi kendine oynadığı bir oyuna gülercesine gülerdi buna, A d élaïd e'e de acayip bir karıya düş­ tüğünü söylerdi. A délaïde her bakım dan çekici olsa daha iyi olurdu elbette, am a, karısı olduğuna göre, işi uzatacak değildi, böyle seviyordu onu. A slına bakılırsa (bunu söyle­ m ezdi, hatta, A d élaïd e'le konuşurken, sert bir dille yerer­ di kalçalarının yetersizliğini), böyle olduğu için seviyordu onu. Ö nünde eksik olan azıcık göğüs, arkasında eksik olan azıcık et için kafasını b ozacak değildi ya. G erekeni vardı işte. Sırası gelince, buna katkıda bulunm ak kendisine d ü­ şerdi. H em sonra, A délaïde ne kadar zayıf olursa olsun, yatakta elini çalıştırdı m ı her zam an kollarını doldurm anın b ir yolunu bulurdu H onoré. Bazı bazı, önündeki şu otuz kırk yılda kendisine gerektiği gibi hizm et edecek A délaïde gibi bir karısı bulunm asının bir şans olduğunu düşünür­ dü, karısı için de o bir şanstı; karısını sağlam bir biçim de, aldatm ak gereksinim ini bile duym adan sevm esi de gerçek bir şanstı. A kıl erdirilm esi zor bir şans. A m a, çoğu zam an,

68 I

Marcel Aymé

H onoré bunu düşünm ezdi bile. O vada, sabanını sürerken ıslık çalar, sonra durup işer, sonra yeniden başlar, soluna tükürür, şarkı söyler, öküzleriyle konuşur, b ir öne, bir ge­ riye doğru tüylerini okşar, kahkahayla güler, bir yeşil dal kesip oğlanlara değnek soyar, kabuğundan düdük yapar, gene güler, toprağını düm düz sürer, yaşam anın böylesine güzel olm asına hayran kalırdı. H onoré H aud ouin'in neşesi karşısında papaz dehşete düşerdi. D indarca bir kıskançlık duygusuna kapılır, bir adam ın kilisenin yardım ı olm adan böylesine m utlu olm a­ sının C laquebue için berbat bir örnek olduğunu düşünür­ dü. Ö te yandan, papazın hiç kini yoktu H onoré'ye, hatta ona yakınlık bile duyar, gırtlağına kadar yanlışlığa göm ül­ düğü için ona acırdı, am a her şeyden önce bir ruh taktikçisiydi o. C laquebu e'd e ruhların, cennet yoluna doğru uza­ nacak yerde, daha çok toprak düzeyinde oynadıklarını, her an bu düzeyde sıkışıp kalm ak tehlikesinde bulunduk­ larını biliyordu. H er an göğe fırlam aya hazır olacakları, el­ verişli yerlerde tutm alıydı onları. Papaz uyarm alarını ço­ ğaltır da çoğaltırdı. K adınların göbeğine yaftalar asardı: Burası tuzaklarla doludur, ya da Burada fa z la durulm az. Bu uyarm alarına daha bir ağırlık verm ek için bunlara bir de ceza tehdidi eklerdi, hem öbür dünyada çekilecek bir ceza da değil, bu gözyaşları vadisinde çekilecek bir ceza. Aslına bakarsanız, C laquebu e'lüler bu aşağılık dünyanın cilvele­ rinden korkm azlardı pek; cehennem korkusu da günah iş­ lem elerini engellem ezdi, am a ürünün bolluğu buna bağlı olacaksa, tam bir yıl kadına, kıza el sürm eden durabilirler­ di, papaz da böyle karşılıklar sunuyordu işte onlara. Ruh­ ların ölüm süz m utluluğa hazır durum da kalabilm eleri için, her şeyden önce sığırlarını, ürünlerini yitirm ekten korkm aları gerekiyordu. A lçaltıcı bir şeydi bu, am a böy-

Yeşil Kısrak I leydi işte, ne yaparsın, sonuçtu önem li olan. G el gör ki Claq u ebu e'd e H onoré'nin varlığı bile bu sonucu tehlikeye dü­ şü reb ilecek n itelik tey d i. G erçek ten de, H audouin papazın yaftalarına hiç m i hiç kulak aşm azdı, her­ kesin bildiği bir şeydi bu; gene de yüzü pırıl pırıldı, hay­ vanları ölm üyordu, yılın bir başından öbür başına hep şendi. Ö bür dünyada bunun acısını çok fena çekeceğini söylem eyi bile göze alam azdı papaz, çünkü H onoré öyle­ sine iyi bir adam olarak bilinirdi ki en dindarlar arasında bile kim secikler razı olm azdı buna. Bu durum da, papaz, Tanrı'nın iyi bir K atolik olan A d élaïd e'in değerlerini göz önüne alarak gazabını ertelediğini söylem ekle kalır, bir yandan da, ustaca m anevralarla, karı kocayı birbirine dü­ şürm eye çalışır, bu am açla, A délaïde günah çıkarm aya gel­ diği zam an, kocasının okşam alarından elden geldiğince kaçm asını, böyle yapacak olursa, Tanrı'nın her ikisini de hoş göreceğini söylerdi. A délaïde, Tanrı için böyle bir öz­ veride bulunm aya hiçbir zam an razı olm azdı, am a seviş­ m eden sonra, durum a göre, bir iki dua okum ayı da hiç ek­ sik etm ezdi. A şk konusunda, A délaïde kaynanasının edil­ gen sakınm alarından uzaktı, gözüpek girişim lerde bile b u ­ lunurdu hatta, H onoré bir kadının böyle bir şey yapm ası­ nı anarşik, hiç değilse uygunsuz bulurdu. Papazın görüşü ne olursa olsun, H onoré aile geleneklerine çok bağlı kal­ m ıştı. K aranlıkta ateşi artardı; öte yandan, erkeğin heve­ sinde bir yasa gücü görür, kadınların hazzını küçüm serdi. A délaïde bu düşüncede değildi, bu yüzden sık sık kavga çıkardı aralarında. A délaïde kendi payından hiçbir zam an vazgeçm ez, gün ortasında bile, kendi isteklerinin de göz önüne alınm asını isterdi. Boşu boşuna ardına düşüp kış­ kırtm aya çalışır, yanm a sokulur, zayıf göğsünü çıkarıp parm aklarının arasına sıkıştırarak ilgisini uyandırm aya

70

I Marcel Aymé çalışırdı. H onoré hep geri çekilir, çoğu zam an da bir patır­ tı kopardı. Bununla birlikte, H onoré aile geleneklerine harfi har­ fine uym aktan uzaktı. Babasının erkeklik gücünü tutum lu kullanm ak konusundaki öğütlerini üstünkörü dinlem işti hep, Ferdinand'm tersine, yalnızca gönlünün sesini dinler­ di. İki kardeşin zıt oldukları tek nokta değildi bu. H onoré küçüklüğünde de hoşlanm azdı Ferd in and 'dan. Şunun b u ­ n un işem esini seyredeceğim diye gizlenen, daha günahın biçim ini öğrenm eden utanm ayı bilen, sinsi bir çocuktu o. Ferdinand'sa içtenliği kendisi için sürekli bir serzeniş olan, kolay kolay bir çıkış yapm a üstünlüğü de tanım ayan bu büyük kardeşten çekinirdi. G ü zel havalarda, anneleri her aym ilk pazarında ayaklarını yıkam ak alışkanlığındaydı. K ovasını m utfağın ortasına yerleştirir, hem de, bu sağlık zorunluğunun sıkın­ tısını konuşm anın eğlencesiyle giderm ek için, tüm ailenin birarad a olduğu zam anı seçerdi. Jules H audouin'le iki bü ­ yü k oğlu, çıplak bacaklarına bakm aktan sakınarak konu­ şurlardı onunla, buna karşılık, Ferdinand sessiz oyunlar oynardı. Bir pazar, H onoré, dokuz yaşındaki küçük karde­ şinin bilyalarım sık sık kovanın yanına yuvarladığını farketti; sonra, yarı yu m uk gözkapaklarm m altında dikkatli bir bakışın annesinin ince pazen eteğinin altından sızm aya çalıştığını gördü. "Ferd inan d !" Ç ocuk kalktı, şaşkınlıktan kıpkırm ızı olm uştu. "Tokadı h akettin!" diye ekledi H ono­ ré. Bu suçüstü ile bu azar iki kardeşin ilişkileri üzerinde et­ kisini duyurdu. Ferdinand yaşam ı boyunca unutam aya­ caktı bunu. H on oré'nin karşısında bir yargıç karşısınday­ m ış gibi rahatsızlık duyardı. Yaş da, baytarlık m esleğinde­ ki parlak başarısı da hiçbir şeyi değiştirm edi, hep savun­ m a durum unda kaldı. H onoré aşağı yukarı hem en u nut­

Yeşil Kısrak I m uştu olayı, am a, daha sonra, ilk yıllardaki tiksintisine y e­ ni yeni nedenler buldu hep. B aytarın aşırı ar duygusu .kö­ tü b ir gizlem saklar gibi geliyordu ona, yengesi H élène'e karşı büyü k bir dostluk, hatta gizli b ir hayranlık beslediği için, bu izlenim daha da tatsızlaşıyordu. Zavallı kadıncağı­ zın, pis kokulu u ygunluk duyguları içine kapanm ış cılız isteklerine sinir bozucu bin bir önlem le hava aldırtan bu sıkılgan erkeğin kaçam ak saldırılarına tiksintiyle boyun eğdiğini düşünürdü. K onuşm aları da H onoré'nin kardeşi­ ne gösterdiği horgörüyü yeterince belli eder, H onoré bunu H élène'in de farketm esini isterdi. H élène Ferdinand'a bu ­ nun nedenini sorar, o da sertlikleri nedeniyle çok kuşku götürür bir durum a düşen suçlam alarla karşılık verirdi. O na bakılırsa, H on oré'n in işi gücü kadınların ardından koşm aktı, kendisine gösterdiği horgörü de erdem li bir yu­ vayı dağıtarak iğrenç bir am acı gerçekleştirm e yolunda kalleşçe bir m anevradan başka bir şey değildi. Ö te yan ­ dan, kardeşinin çapkınlığına gerçekten inanırdı baytar, ko­ nuşm alarındaki serbestliğe bakarak aldanırdı hep. H onoré yalnızca Saint-M argelon'da, O iseaux Soka­ ğı'nd a bulunan eve gitm ekle aldatm ıştı karısını, am a atçı­ larla gitm işti, neredeyse b ir m eslek zorunluğuydu bu; öte yandan, satılık kadınların biraz gerçekdışı bir dünyadan oldukları düşüncesindeydi. Bir hizm etçisi bulunduğu sıra­ larda, hizm etçiye gösterdiği yakınlık üzerinde de durm a­ m ak gerekir. İyi köy evlerinde, hizm etçinin erkeği hoşnut etm e konusunda evin hanım ına yardım cı olm ası saygıde­ ğer bir töreydi, A délaïde de hiçbir zam an buna karşı söy­ leyecek ciddi b ir söz bulam adı. C laquebu e'd e, H on oré'n in davranışı hiçbir zam an dedikoduya yol açm adı; kadınlar oldukça erdem liydiler, H onoré de karısını seviyordu, kö­ yü n gözleri önünde alçaltm ak istem ezdi onu.

72

I Marcel Aymé A délaïde de bu güveni hakettiğini gösterm esini bildi. Yalnız bir kez sürçtü ayağı, am a o kadar haz duym uştu ki bunu bir alışkanlık durum una getirm em esi büyük bir üs­ tünlük belirtisiydi. Bir kış günü, öğleden sonra, evde hiz­ m etçiyle yalnızdı, kırk yaşlarında bir serseri ahırda yat­ m ak için izin istedi. H izm etçi bir bağ sam an verm eye git­ ti, döndükten sonra, adam ın kendisini yere yatırm aya ça­ lıştığını söyledi. A délaïde düşüncelere daldı, ezilm iş gibiy­ di, acım a dolu bir sıcaklık yürüdü yanaklarına; kalkıp ahı­ ra gitti. A dam sam anın üstüne, yem lerini çiğneyen iki ılık inek arasına uzanm ıştı bile. Yanma oturdu, elleriyle acım a duygusunu yatıştırm aya çalıştı, sonra eğildi. A dam kım ıl­ dam ıyor, üzerine eğilen bu başı ürkütm ekten korkuyordu. H içbir geleneği olm ayan, sevişm e işinde utanç m utanç b il­ m eyen, zavallı bir adam dı bu. Tatlı tatlı küfretm eye başla­ dı. A délaïde de usul usul inledi, inekler de soluklarını üzerlerine üfürüyorlardı. A délaïde günah çıkartm aya gittiği zam an, papaz ilkin çok sevindi. H onoré'ye için için acıyordu, am a C laqueb u e'n ü n H ıristiyan yapısına şeytanın da bir taş koym uş ol­ m asına seviniyordu. K urt m eyvaya girm işti, rahat rahat Tanrı'nın iyiliklerinin tadını çıkaran bu im ansızın işini re­ zalet bitirecekti şim di. A radan bir yıl geçti, A délaïde yeni bir aldatm a günahıyla suçlam adı kendini. Papaz kaygılan­ m aya başlıyordu. Bir dilenci kapısını çaldı m ı eline bir par­ ça ekm ek veriyor, kalacak bir yer gösterem ediği için özür diliyor, orada kalabileceğini söyleyerek H onoré'nin evine gönderiyordu. A m a A délaïde uçkuruna sağlam lığını bir daha hiç yalanlam adı; üstelik, C laquebue dolaylarında H onoré H aud ouin'in dilencilere son derece m erham etli davrandığı söylentisi yayıldı. İki yıl sonra, aynı evde başka bir aldatm aya tanık ol­

Yeşil Kısrak I dum. A m a, M m e H audouin Bavyeralı subaya oğlunu kur­ tarm ak için boyun eğdiğine göre, oldukça onurlu bir özve­ riydi bu. K adınların erkek iyi niyetinden fazla bir şey b ek­ lem edikleri yaşa çoktan erişm işti, Bavyeralı da olgun bir korsajda gerçekten çok gizlem gören şu körpe yanaklı genç adam lardandı. M m e H audouin'inki de önem liydi hani, hele m utfağın yarı-karanlığında; genç subay daha içeri girer girm ez etkisine kapıldı bu göğsün, sorgu süre­ since gözlerini ayıram adı. Bu korkm uş, bu yalvaran kadın karşısında, fırsat öylesine sıcak geliyordu ki, kendi adam ­ larınca yakalanıp kurşuna dizilm ek tehlikesi karşısında b i­ le, duralam adı. A dam larını yarı yapıları aram aya yolla­ dıktan sonra, M m e H aud ouin'i dudaklarından öptü, son­ ra da odanın içine itti. G erek yaşın, gerek kuralların kendi­ sine yasakladığı bu gençlik öpüşü şim diden kafasını bu ­ landırm ıştı M m e H audouin'in, am a odada oğlunun varlı­ ğını duym anın verdiği bunalım bu ilk heyecanın tadını ka­ çırdı. Yatağa uzanınca gözlerini yum du, sonra, askerin be­ ceriksizliğini farkedince, yeniden açtı. Zam an dardı, yaka­ lanabilirlerdi; ona yardım etm ek istedi, am a tüm karılık yaşam ı boyunca, edindiği yararlı d eneyim ler çok azdı. Bir­ likte yürüttükleri bir arayış oldu bu, karşılıklı beceriksiz­ liklerinden dolayı, gülüm sem elerle özür diliyorlardı b ir­ birlerinden. M m e H audouin, elinde olm adan, kocasının gece seferlerinin o zam ana kadar giderem ediği bir m erakı gideriyordu. A skere öncülük ederek yerleşm esini sağla­ dıktan sonra, uyum uş etinde bir tatlılık um udu duydu. Bir pişm anlık hâlâ engelliyordu onu, am a, celladı uzaklaşa­ cakm ış gibi bir devinim yapınca, hiç farkında olm adan tu­ tuverdi onu, yüzünü yüzüne doğru çekti. Boyun eğişinden utanç duyarak itm ek isteyince, asker yenid en sarıldı. O da bu kez, bir m innet ve suçortaklığı gülüm sem esiyle gülüm ­

74

I Marcel Aymé sedi; yılların uyuşturduğu tem bel bed eninde bir şehvet sı­ zısı dolaştı, uzun bir şaşkınlık çığlığını yuttu. Bavyeralı, gecikm iş olm aktan korkarak, birdenbire kalktı. Bir yandan ü niform asını düzeltirken, bir yandan da, kalkm asına yar­ dım etm ek için, elini kurbanına uzattı. G enç asker onun yaşlı bir kadın olduğunu, bir yaşlı kadın göğsü için arka­ daşlarını aldattığını gördü o zam an; hiç de m ağrur ölm e­ yeceğini düşündü, dudaklarında hüzünlü bir gülüm sem e belirdi. M m e H audouin sekiz gün içinde günah çıkarttı. H iç­ bir şeyi askıda bırakm ayan, düzenli bir insandı. Yüreği ol­ dukça hafifti günah çıkartm aya giderken, zorunluluk yü ­ zünden boyun eğdiği bir edim den dolayı pişm an olacak değildi ya! K ısaca anlattı başına geleni, ar duygusuyla, yal­ nız özünü söyledi, iyi bir dava uğrunda kendini kurban eden bir kadının onuruyla konuştu. — Evet, am a bundan zevk aldınız m ı? diye sordu pa­ paz. Z avallı kadıncağız kekeleyerek "E v e t," dedi, sonra dehşetten titrem eye başladı. Papaz kendisini yatıştırm ak şöyle dursun, bu işe şeytan da tanık olunca, en yüce özve­ rilerin en berbat bozgunlar olduğunu, hele işin içine ten de girince, en haklı dava da söz konusu olsa, insanın sürekli olarak korkunç bir tehlikeyle karşı karşıya kalacağını gös­ terdi ona. Bundan da m utluluk duydu. M m e H audouin kusurundan dolayı acı bir pişm anlığa kapıldı, o kadar ki üç yıla varm adan öldü zavallı.

Yeşil Kısrak I IV

A nnesi ocağa eğilirken, A lexis çaktırm adan arkasın­ dan geçti, akşam yem eği için şim diden hazırlanm ış bulu­ nan sofrada yerini aldı. Böyle sessiz davranm asının önem ­ li bir nedeni vardı. C lotilde ile G usta ve kardeşlerinin giri­ şine hiç dikkat etm ediler. D irseklerini pencereye dayam ış, tükürük yarışı yapıyorlardı. G ustave yöntem siz bir biçim ­ de, hem de çok hızlı tükürüyor, elde ettiği sonuçlara da kı­ zıp köpürüyordu. C lotilde'se, tam tersine, tutum lulukla, bağırm adan tükürüyordu. O lacak olan oldu: beş dakika oyundan sonra, G u stave'm ağzında tükürük kalm adı, kızkardeşi bir iki m etre geçiyordu kendisini. — G örüyorsun ya, tükürm esini bilm iyorsun, dedi C lotilde soğukça. Seninle oyun oynam anın hiç tadı yok. Bu sırada, N oiraud m utfağa girdi, gitti m asanın altına yattı. O nlar da ardından gittiler. K öpek karaydı da onun için N oiraud koym uşlardı adını. O ndan önceki iki köpeğin ikisi de savaşın bir anısı olarak, Bism arck diye adlandırıl­ m ıştı. Bism arck adım alan ilk köpek, hiç değilse ilk zam an­ larda, adı yüzünden epeyce çekm işti, öyle ya, "şu Bis­ m arck leşin e" sövm enin tadını çıkarabilm ek için her kötü­ lüğü onun sırtına yüklüyorlardı. A m a, yıllar geçtikçe, B is­ m arck sevim li bir ad oldu, büyükler, Juliette ile Ernest, far­ kında olm adan N oirau d 'ya da bu adı veriyorlardı hâlâ. A lexis, başını ellerinin arasına alm ış, u yuklar gibi ya­ pıyordu. Am a uyukladığına inandırabilm esi çok zordu el­ bette, çünkü iki küçük kardeşi köpeğin kulaklarını çekerek eğleniyor, çok gürültü çıkarıyorlardı. M asanın altında b a­ ğırm alar oldu, sonra hırçın m ırıltılar d uyuldu, sonra C lo­ tilde, ince, duru bir sesle:

76

I Marcel Aymé — A nne, G ustave köpeğin kuyruğuyla gözüm ü çıkar­ m aya çalışıyor, dedi. — Hayır, anne. Ö nce o bana inek dedi. — Yalan!.. — D edin ya!.. — Sen de sonra gözüm ü çıkarm ak istedin. — N oiraud'nun kuyruğuyla gözünü çıkarabilirm işim gibi! — D enedin işte. — Yalan! A délaïde, fazla ilgilenm eden, her ikisine de birer şap­ lak vuracağını söyledi, çorba için ekm ek dilim lerini kes­ m eyi sürdürdü. Kocasının iki saat önce baytarla yaptığı görüşm eyi biraz kaygıyla düşünüyordu. Ferdinand'ı hiç böyle sinirli görm em işti, içeriye bile girm eden, şöyle bir "m erh aba" dedikten sonra, arabasına binip al atı öfkeli öf­ keli kam çılayarak gitm işti. H onoré karanlık çökerken döndü. D üşünceli görünü­ yordu, sofraya oturdu: — Ç abuk getir yem eğim i, dedi. M esselon'lara kadar gideceğim , Philibert nasıl, bir görm ek istiyorum . — Juliette daha bugün öğleden sonra gitti, diye belirt­ ti A délaïde. Saat sekiz buçuk oldu, hâlâ dönm edi senin Juliette'in. — N eden benim Ju liette'im oluyorm uş? — H er yaptığını babasının hoşgördüğiinü biliyor da ondan. Bundan bol bol yararlanıyor. N erde kaldı, git de bir bak. — Bana kalırsa, kiliseye gitm iştir, şöyle biraz dua ede­ yim dem iştir, diye şaka etti H audouin. — G ül bakalım , am a hep böyle gülebileceğini hiç san­ m am . D edesi birkaç kuruş bıraktı diye için rahat, am a ba-

Yeşil Kısrak I şırta bir kaza gelirse, o drahom ayla da doğru dürüst bir ko­ ca bulam az. H onoré ipe sapa gelm ez zırvalarla kafasının şişirilm e­ sinden dert yandı. Ju liette'in erdem inden kuşku duym ası için hiçbir neden yoktu; yoldan çıkacak kız değil denile­ m ezdi elbet -b ö y lesin e güzel bir k ız -, am a gururlu kızdı. Ö te yandan, erkeklerin daha çok yoksul kızlar karşısında girgin olduklarım görm üştü. A délaïde lam bayı yaktı, çor­ bayı sofraya getirdi. H onoré tam çorbasını alm aya hazırlandığı bir sırada, bacaklarının arasında zorlu bir çığlık koptu. A lexis bile şaşkınlıkla başını kaldırdı; A délaïde bağırarak kızın h er­ halde bir çengelli iğne yuttuğunu, iğnenin karaciğerde açıldığını söylüyordu. H onoré m asanın altına eğilm ek için iskem lesini geriye çekti. Bir çığlık daha koptu. Bu birinci­ sinden de şiddetliydi. Sonra C lotilde lam banın ışığına çık­ tı. A ğırbaşlı bir sesle: — A nne, G ustave bacağım ın kıllarını çekti, dedi. G ustave da kızardı, sinirlenm işti. — Yalan! dedi. K ılı m ili yok ki, onun bacakları da b e­ nim kiler gibi, kılsız! A délaïde, bir denetlem e yapm ak üzere, küçük kızı kollarına alıp kaldırdı. C lotilde kılı olduğunu savundu, am a bacakları m erm er gibiydi, herkes gördü bunu. C lo­ tilde açık gerçeği yadsıdı; G u stav e'm tüm kılları yolduğu ­ nu ileri sürdü. A nnesi de bu "y alan söylem e alışkanlığını bıraksın d iye" tokatladı kendisini. Ç ocuk tokatlar altında kahkahalarla güldü, sonra dudak büktü, yüzünde soğuk bir öfke belirdi. G ustave biraz gürültülü bir sevinç için­ deydi, bu yüzden neredeyse başı derde girecekti. Az önce ürküntüye kapılm ası babasını öfkelendirm işti, ikisine b ir­ den bağırdı:

I Marcel Aymé — Durun bakalım , ipsizler, bağırm asını öğretirim ben size. G eçin sofraya! H ele bir kım ıldayın bakalım ! U faklıkların oturuşuna baktı, tabağını doldururken: — Bunlar da am caları Ferdinand gibi iddialı şim di­ den, oysa yaşları on bile olm adı daha. Bacaklarında kıl varm ış! Tamam! Tam bizim baytar işte. H onoré biraz kederlendi m i çocuklarıyla kardeşi ara­ sında bir benzerlik bulur gibi olurdu hep. Bu da çok üzü­ cü bir şeydi ona göre, baytara benzeyen çocukları olm ak­ tan daha büyük bir m utsuzluk gelem ezdi sanki başına. Şu da var ki, sonunda hep yatışırdı: "H ayır, olam az, böyle bir cezayı haketm ed im ." O akşam da, öğleden sonraki konuşm adan sonra, kar­ şılaştırm a kaçınılm az olm uştu. H onoré oğullarını bir bir gözden geçirdi. Ernest, en büyüğü, E pinal'd e askerliğini yapanı, ince yüzlüydü, tam olarak benzem ezdi baytarın yüzüne, am a benzerlik bütün bütün de yabana atılam azdı. A m casınm ki gibi ince b ir sesi vardı, hay körolası! A m casınınki gibi. Sıra A lexis'ye gelince, onu şöyle rahat rahat incelem ek H on oré'n in hoşuna gitti. O nu böyle iskem lesine bü zü l­ m üş, om uzları düşük, gözleri yerde görünce şaşırıp kaldı. — N eyin var senin böyle? D ut yem iş bülbül gibi dur­ m azdın her zam an. — G erçekten, dedi A délaïde, nesi var bun un bu ak­ şam ? H asta olm ayasın yoksa... Suratın da kıpkırm ızı. K aygılanm ıştı, daha iyi görm ek için m asanın üzerine eğildi. A lexis daha da büzüldü, am a göm leğinin yakasının annesinin dikkatli gözlerinden kaçm asını sağlayam adı. — K alk ayağa. M utfağın ortasına gel şöyle, ilk baştan da yeleğini çıkar. A lexis ağır ağır kalktı, sıkıntısına ilgisiz kalm ayan ba-

Yeşil Kısrak I basm a gözleriyle yalvardı. G ustave ile C lotilde bir yıkım la karşılaşm anın acım asız um udu içinde kendisini izliyorlar­ dı. Beklentileri boşa çıkm adı; göm lek yakadan bele kadar yırtılm ıştı, pantolonda da bir bacağın neredeyse yarısı ek­ sikti. A délaïde, gözleri yarı kapalı, ufak adım larla dolaşı­ yordu suçlunun çevresinde, prova yapıyordu sanki. K or­ kunç bir sessizlik oldu. A lexis sapsarı kesilm işti. — G eçen sefer ne dem iştim , biliyorsun, dedi A déla­ ïde. Yarın kiliseye bu pantolonla gideceksin. Bu bir... — A nne, bak, dinle... — Bu pantolonla, evet, böyle gideceksin kiliseye. Ben de senin kadar utanacağım , am a ne yapalım . — D ur bakalım , diye araya girdi H onoré, bırak da söylesin içindekini. Bu insanca sözler A lexis'yi biraz güvene getirdi. — Suç bende değil. Şey işte, Trois-Vernes'in oralarda güzel güzel oynuyorduk, sonra biri geldi... — K im ? diye sordu annesi. A lexis bir ad verm ekten korkuyordu. A na babaların adaleti hem en her zam an gülünç karışıklıklar çıkarırdı or­ taya. A lexis işin içinden bir lakırdı kalabalığıyla sıyrılm ak istedi. — Biz ineklerim izi güderken hep ortaya çıkıp keyfi­ m izi kaçıran, on dört yaşında bir dangalak. H içbir alışve­ rişim iz yoktu onunla, biz orada... — Kim ? — Tintin M aloret. M aloret adını duyunca, H audouin iskem lesinden fır­ layıverdi. O ğlunu öfkeyle süzdü. Bir M aloret parçasına göm leğini yırttırtan bir budala! O da baytarın türündendi işte. — D işlerinin üstü burasıdır deyip bir yu m ruk indire-

80 I

Marcel Aymé

m ez m iydin? — Durun hele; eğilm iş olm am dan yararlandı da atla­ dı üstüm e, ancak ben kendim i koruyacak durum a geldik­ ten sonra yem eye başladı sopalarım ı. Ü stüm ü yırttı, ona bir diyeceğim yok, am a giderken bir görm eliydiniz, iki ayağıyla birden topallıyordu. H onoré'nin yüzü bir yarı-gülüm sem eyle aydınlandı. — Ha! Topallıyordu dem ek... K endini savunduğuna iyi etm işsin. Fırsatı buldun m u yapıştırm aksın bu herifle­ re, hepsi birbirinden beterdir. A délaïde, Tintin M aloret'ye indirilen sopaların ne pantolonu, ne de göm leği düzeltebileceği düşüncesindeydi. A daleti tam istiyordu, am a A lexis tehlikeyi sezdi, baba­ sının hıncını körüklem enin ustaca bir davranış olacağını düşündü. — N e zam an kötü bir şey olsa, Tintin'in başının altın­ dan çıktığını söyleyebilirsin. Daha önceki gün, eteklerini kaldıracağım diye Isabelle Dur'ü D esclos'nun çitinin arka­ sına sürükledi. A m a H audouin hoşgörüyle başını salladı. N e de olsa her şeyi öğrenm ek gerekti bu yaşta, hem sonra bir şey de çıkm azdı bundan. K ızlarla oğlanlar arasındaki bu itişip kakışm alar, bacakları havaya kaldırm alar, elleri şöyle ka­ çam ak tarafından eteklerin altına sokm alar, ince ve hoş bi­ rer oyun gibi gelirdi ona. A lexis koca Tintin'in ahlaksızlığı üzerinde ısrar edince, babası içinden pazarlıklılığı sezdi, şöyle bir yoklam ak istedi: — Sen de ona yardım ettin am a! Bunu niçin söylem i­ yorsun? — Ben mi? — Evet sen... O zam an, A lexis bozuldu.

Yeşil Kısrak I — Isabelle çırpınıyordu da ondan, dedi, am a ben ayaklarını tuttum yalnız, başka bir şey yapm adım . — Salak herif, diye gürledi H onoré. M aloret en güzel yere kuruldu, sen de bacaklarını tuttun, öyle mi? — İşin doğrusunu söylem ek gerekirse, sıraya bindirm iştik... H audouin bu açıklam ayla keyiflenip yatıştı. O ğulları­ nın kızlara el atm aktan hoşlanm alarından m em nundu. H iç değilse bu bakım dan, şu soğuk Ferdinand'a benzem i­ yorlardı; takm a yakalar, dua kitapları içinde, asık suratlı bir gençlik geçirm işti o; belki yalnız kısrakların kıçından hoşlanm ıştı o papaz tutkunu; evet ya, yaradılıştan papaz tutkunuydu o, ne derse desin, hep papaz tutkunu olarak kalm ıştı. (H onoré'nin anlayışına göre, erkek dediğin pa­ paz yanlısı olam azdı, kralcı da, Bonaparte'çı da olam azdı, geniş kalçalı, etli butlu C um huriyet karşısında duygusuz kalabilm ek için, bir insanın daha baştan içi geçm iş olm ası gerekirdi.) A lexis, babasının iyi niyetli, dalgın bakışları altında yerine gidiyordu, am a A délaïde de onu kündeye getirm ek için başka açm az arıyordu. — Sen bilirsin, istersen hak ver bakalım , dedi H audouin'e. A m a senin küçük horoz kızlarla aşna fişneyken, inekler de fırsat fırsattır deyip yoncalara dalıyor, karınları­ nı şişiriyorlar. Bir tanesi geberirse, gene böyle güler m isin bakalım ? H audouin birden ciddileşiverdi. — Doğru m u annenin söylediği? — D oğru m uym uş? diye çıkıştı karısı. D aha bu ak­ şam , Rougette öyle bir karınla döndü ki buzağıladı buza­ ğılayacak derdin. — Kahrolası! diye gürledi H audouin. İneğim i bu du-

82 I

Marcel Aymé

rum lara düşürm ek, ha!... Bütün öğle sonu ne b ok yedin, söyler m isin? A lexis ustalıkla savundu kendini. R ou gette'in karnı şişm em işti ki, onun hali öyleydi, iyi doym uştu da ondandı. — H epsi hepsi, ben Tintin'le dövüşürken, R u gnon'u n çayırlarına kaçtı, iyi ottan hastalanacak değil ya, tam tersi­ ne. — Elbette, diye doğruladı H audouin, gene yu m uşa­ mıştı. K arısı oğlunun yırtık göm leğinin hesabını sorm ak üzere gidip A naîs M aloret'yi bulm aktan sözedince de H audouin: — K apat artık bu konuyu, diye bağladı, A n aıs'i de ra­ hat bırak lütfen. M aloret'lerle konuşm ak gerekirse, ben kendim yaparım o işi. Bu sözler üzerine, Juliette içeriye girdi, babasının y a­ nına oturdu, koşm aktan soluğu kesilm işti. — İyi ki koşm uşsun, dedi A délaïde, yoksa geceyarısından önce dönem ezdin. — Doğru, diye ekledi H onoré, daha erken dönebilir­ din... A m a sesinde hiçbir serzeniş niyeti sezilm iyordu. Ju li­ ette babasının yüzüne baktı, birlikte gülm eye başladılar. Juliette'e sert d avranm ak elinde değildi; cılız ve öfkeli bir karıdan bu kocam an, bu tatlı, kara gözlü, dingin gülüşlü, gerekli yerleri dolgun kızı çıkarabildiğine hâlâ şaşar, kol­ tukları kabarırdı. — P ohpohlam aya değm ez, dedi annesi kekre kekre. Bu saatte dışarda erkek kalm adı da ondan döndü. — Ç ok doğru, anne. A m a biliyor m usunuz, evlerine dönm elerini ben söyledim onlara.

Yeşil Kısrak I — Kaç kişi olduklarını sorm uyorum . — U ç kişiydiler. — O rtada üç âşık birden oldu m u, rahat rahat uyuya­ bilirsin, dedi H audouin. K im di bu haytalar? Juliette üçünün de adını verdi: Léon Dur, Baptiste Rugnon, bir de N oël M aloret. Sonuncusunun adını duyun­ ca, babası kaşlarını çattı, ağzına gelen bir küfürü yuttu. Bu M aloret dangalakları varken rahat etm ek olanaksızdı. G e­ ne de kendini tuttu H onoré, önem sem ezcesine: — G erçeği hangisi, biliyor m usun? diye sordu. Juliette biraz kızardı, soğuk bir sesle: — Söyleyem em , dedi. G özlerini tabağına dikti. H audouin uzun uzun baktı kızına, om uz silkti, sonra M esselon'lara gitm ek üzere dışa­ rı çıktı. H onoré, baytarın gelişinden beri, M aloret'nin adaylı­ ğının ortaya çıkardığı tüm sorunları düşünm üştü. A çıkça karşı çıkm a, onuruna yaraşır bulduğu tek yol, korkulacak sonuçlar verecekti. K ardeşi zorlam asa bile, H audouin'lerin evini bırakm ası gerekecekti; bu da evsiz, parasız, nere­ deyse topraksız kalm ak, C laquebu e'd e ya da başka yerde bir ev kiralam ak, sonra, ailesini iyi kötü geçindirebilm ek için, kendini de gündelikçi olarak kiralam ak dem ekti. En akıllıcası gidip fabrikada çalışm aktı belki de, çünkü karı­ sıyla çocukları ancak kentte bir iş bulabilirlerdi. "N ed en olm asın?" diye düşünüyordu H onoré. "A l­ phonse pekala çalışıyor fabrikada." A m a bu düşünce yüreğini daraltıyordu gerçekte. Kırk beşinden sonra gidip kentte çalışm ak, pabucunun bir ayak parm ağı gibi duyarlı burnu yla ezdiği keseği duym am ak, yağm urdan, güneşten hiçbir şey beklem ez olm ak, ufkun

I Marcel Aymé ortasın d a şöyle tek b aşına d ikilem em ek... G özlerinin önünde hep duvarlar, dem ir yığınları görm ek, herkesin araçlarını kullanm ak, belli saatlerde, bir sac parçasına işe­ m ek... Gerekirse, elbette. H onoré hıncını da, cum huriyetçi­ lik bilincini de pazarlık konusu yapm ak düşüncesinde de­ ğildi. Bununla birlikte, acısı kendi sırtından çıkacak bir u z­ laşm azlıktan kaçınabilirse iyi olurdu kuşkusuz, bu neden­ le, hastalığına ve yetm iş iki yaşm a karşın, M esselon 'u n ke­ feni yırtabilecek kadar güçlü olduğunu u m m ak istiyordu. Yaşlı adam ın durum unu anlam akta acele ediyordu. M esselon'lar akşam yem eğini bitirm ek üzereydiler. U zun bir m asanın çevresinde on kişiydiler, kocakarı her zam anki gibi ayakta yiyordu yem eğini. Lam ba kısılm ıştı, alçak sesle konuşuyorlardı, çünkü hastanın odasına açılan kapı aralık duruyordu. H audouin alçak sesle: — G eç saatte rahatsız ediyorum sizi, dedi. Bilirsiniz ya gündüzleri çalışm aktan zam an kalmıyor. M esselon ana, çocuklardan birine bir iskem le verm e­ lerini işaret etti. — Eksik olm a, H onoré. G eldiğini duyunca, ihtiyar m em nun olacak, daha bu sabah senden sözediyordu. Bili­ yorsun, hiç iyi değil P hilibert'im , iyice sonu yaklaştı. K i­ m in aklına gelirdi! N e canlıydı, sağlam dı da, balta sapı gi­ bi dim dikti. Tüm M esselon'ları tanıklığa çağırm ak ister gibi başını çevirdi kocakarı. C iddi ve ağır bir kım ıltı oldu uzun m asa­ yı çevreleyenler arasında. — Doğru, çok güçlüydü, diye m ırıldandılar. N e can­ lıydı, bir görm eliydin. K ollarına iş m i dayanırdı! K ocakarı gurur ve um utsuzlukla gülüm sedi. — A m a işte sekiz gündür hem en hiçbir şey yemiyor. Ya, fukara H on oré'çiğim , sekiz gün olacak yarın. O lur şey

Yeşil Kısrak I mi, böyle güçlü bir adam ... H audouin kendi kanısını da güçlendiren, um ut verici sözler söyledi. A ralık kapıdan, tüm ce sonlarında karınca­ lanan, kuru bir ses geldi: — H onoré, sen m isin o m utfakta konuşan? Buraya gelsene. H onoré lam bayı tutan kocakarının ardından odaya girdi. Philibert M esselon yatağına uzanm ıştı, yanakları çö­ kük, gözleri sönüktü. Solgun dudaklarının arasından bir can çekişm e gürültüsüyle çıkan solukları olm asa, onu b öy­ le zayıf, böyle solgun görenler, öldüğünü sanabilirlerdi. H onoré gırtlağının düğüm lendiğini duydu. N eşeli bir ses­ le konuşm aya çalıştı: — M erhaba, Philibert. H asta olduğunu söylem işlerdi bana, am a iyi görünüyorsun. Yaşlı adam parıltısız gözbebeklerini H on oré'nin üzeri­ ne dikti, oturm asını işaret etti. — G eldiğine iyi ettin. Tam zam anıydı. Belediye m eclisindeki o hafif, buyurucu, soğuk sesiy­ le konuşuyordu hep, am a bugün, soluğu çabucak kesiliveriyor, b azı bazı da sönüp gidiyordu. — Benim sonum geldi, dedi. H onoré de, kocakarı da karşı çıktılar buna. Philibert sıkılm ış gibi elini salladı. — Seçm ek elim izde değil, am a tam harm an zam anı böyle olm ası zor geliyor insana, dedi. — H ele bir ekinler biçilsin, toprak yeşerinceye kadar kalkarsın, dedi H onoré. — G örm esine görm eyeceğim , am a ben besleyip yeşer­ teceğim onları, diye gülüm sedi M esselon. Bitkin düşm üştü, gözlerini yum du; inip inip kalkan göğsüne yap ıştı eli, sonra d üzenli b ir h ırıltı başladı.

86 I

Marcel Aymé

H audouin yaşlı adam ı rahat bırakm ak için ayaklarının ucuna basa basa uzaklaşıyordu, am a Philibert, gözlerini açm adan: — Dur, gitm e evlat, dedi. K arı, sen m utfağa dön. K a­ pıyı da kapa, onunla konuşacaklarım var. K ocakarı çıktıktan sonra, M esselon gözkapaklarım araladı. H onoré yatağın yanm a oturm uş, m erakla bekli­ yordu. Ç enesiyle, sorarcasına bir devinim yaptı. Yaşlı adam yanıt verm edi ilkin, H on oré'nin varlığını unutm uş gibiydi. Birdenbire, yastığının üzerinde doğruldu, iyice açılm ış gözleri canlı bir alevle aydınlandı, yüzü de, elleri de canlandı, yorgun dudakları öfke ve alayla gerildi. Sın ır­ larını zorlayan sert bir sesle: — A nlaşılan papazcılar gene kaldırıyor ibiklerini, de­ di. H onoré bir an hiç sesini çıkarm adı, M aloret'nin çevir­ diği düm enleri M esselon'u n daha önceden duyup duym a­ dığını düşünüyordu. Başını salladı, sonra önlem ci bir b i­ çim de: — Biliyorsun, bu heriflerin general Boulanger'lerine hiç akıl ermiyor. K endisini tutan cum huriyetçiler de var, kiliseciler de. Politikaya fazla aklım erm ez benim , am a pek güvenem ediğim i söyleyebilirim ... Philibert sinirli bir devinim le sözünü kesti. G erçek cum huriyetçiliğin gereklerinin yerine getirilm esi, yani Alsace-Lorraine'in alınm ası, gericiliğin boğulm ası, Polon­ ya'n ın kurtarılm ası, A vrupa'nın tüm zorbalarının kovul­ m ası için, general Boulangeüye belbağlıyordu o. — Bir asker isterim ben, m arki olm ayan bir asker, de­ di. A m a benim konuşm ak istediğim bu değil. Daha ivedi şeyler var bugün. H onoré, C laquebue belediye başkanlığı için düm en çeviriyorlar.

Yeşil Kısrak I — Yok be, Philibert, sana öyle geliyor. — Yerimi alm ak için gözlerim i yum m am ı sabırsızlıkla bekleyenler var. K iliseciler uyum uyor. — M ecliste topu topu dört kişiler, diye karşı çıktı H o­ noré. — A m a inatçı ve tehlikeli herifler. Ü stelik, işim iz yal­ nız bunlarla olsaydı... H audouin bütün korkularının kesinleştiğini seziyor­ du. Baytarın evini düşünüyordu, insanlara da, hayvanlara da yer bulunan, rahat bir evdi doğrusu; sağlam bir evdi üstelik, bacaları iyi çekerdi, önünde de, ardında da bahçe­ si vardı, çevresinde tarlalar... K aygısını hiç belli etm ek iste­ m iyordu, hastayı yatıştırm ak için bir çaba gösterdi: — Bak, Philibert, ben de dünkü cum huriyetçilerden değilim . K onuşurum bu m em lekette, insanlarla görüşü­ rüm , daha perşem be akşam ı belediye m eclisindeydim . G özlerim i açtığım a inanabilirsin; eh işte, bana sorarsan, şim dilik hiçbir tehlike yok. — H ay A llah, ben de görüşüyorum insanlarla. Papaz tam üç kez beni görm eye geldi hafta içinde. — Papaz mı?.. H afif bir nezleden yatacak olsan, solu­ ğu başucunda alır. Philibert öfkeyle titredi, tüm bedeni sarsıldı. — A m a durup dururken ne diye politikadan konuştu benim le? U zlaşm a anlayışıym ış, dostlarım a ılım lı olm ala­ rını söylem eliym işim , daha ne bileyim ... G eberirken herife işim düşm eyecek olsa, çocuklara söyler, dışarı attırtırdım . U zlaşm a anlayışı... Ben sana bu herifler hep tepem ize çıkm ak isteyecekler derken... Yorgunluk ve öfkeden soluğu kesildi; göğsü hızlı hız­ lı inip kalkıyordu, acı ve bunalım la gözleri çukurlaşıyor, boynunun kasları geriliyordu. A ğzı ardına kadar açıldı,

88 I

Marcel Aymé

kollarını öne doğru uzattı, zorlu bir hırıltı çıkardı. H onoré hastanın kendi kollarında göçüp gideceğini sandı bir an. Elini tuttu, usul usul: — Philibert... Hey, Philibert, dedi. Yaşlı adam çok zayıf bir sesle: — Tepem ize... Tepem ize çıkacaklar, diye geğirdi. H onoré şapkasıyla yüzünü yelledi. Soluk daha düz­ gün çıkm aya başladı, kasılm ış yüz yavaş yavaş gevşedi. Yaşlı adam bir saniyesini bile boş geçirm edi: — A ğızlarının üstüne zorlu bir yum ruk indirem ediğim iz sürece, korkulur bunlardan. — H iç kuşku yok, diye doğruladı H onoré. M esselon gözlerini H onoré'ye dikti: — Z èphe M aloret'nin belediyeye göz diktiğine de kuşku yok, dedi. — Bu ne biçim söz, Philibert? — Bana oyun oynam aya kalkm a, Z èp h e'in düm en çe­ virdiğini pekala biliyorsun, baksana, birdenbire dost olu­ verdiniz. H onoré, P hilibert'in alaylı bakışları altında, düşünceli düşünceli dolaştı odada, sonra oturdu. — H er şeyi bildiğine göre, Z èp h e'e pabuç bırakm adı­ ğım ı da bilm en gerekir, dedi. Yaşlı adam alçaltıcı alayla dolu bir gülüşle güldü: — L af bunlar, laf, dedi. Baban da böyleydi. K im e kız­ sa kalayı basardı böyle, am a bir çıkar gördü m ü kıçını ya­ lam aktan çekinm ezdi. H on oré'nin babasının anısına büyük bir saygısı yoktu öyle, yaşarken de küçüm serdi onu, am a hep övgüyle sözederdi. N e din, ne de onur için yapardı bunu; ana babaların anısını özenle bakılm ası gereken, kullanışlı bir eşya gibi görürdü hepsi o kadar... M esselon'a şöyle alçaltıcı bir yanıt

Yeşil Kısrak I verm ek istedi, am a yaşlı adam soluğunu tazelem işti, çaba­ sını yarıda kesti: — Kardeşin ikindi üzeri beni görm eye geldi. Papazın m avallarını yineledi bana, hem de biraz daha katı söyledi. Yurt dışında önem li olaylar çıkacakm ış. Buna hazır olm ak için, ilkin yurt içinde birleşm ek gerekirm iş. Bu görüşü anlatırken, Philibert dalga geçm ekten ken­ dini alam adı. O na göre, sınır boylarına gitm eden önce, ulusun kanını kem iren gericilik kangrenini kazım ak gere­ kirdi, ilk yapılacak iş buydu. — Barış, ılım lılık, uzlaşm a anlayışı. Tıpkı papazın ağ­ zı. C laquebu e'd e kilisecilerin dört üyesi varm ış, belediye başkanlığı da kendilerine verilerek bir iyi niyet gösterisi yapılabilirm iş. Z èp h e'in azılı bir papaz tutkunu olm adığı­ nı, cum huriyetçilere de dostluk duyduğunu öğrendim . K ardeşin, sen de kendisiyle aynı düşüncede olduğuna gö­ re, bu işin hiç de zor olm ayacağı düşüncesinde. H onoré, P h ilibert'e içini açm aya karar verem iyordu bir türlü, gene de konuştu: — Fazla bir öm rün kalm adığına göre, her şeyi söyle­ yebilirim sana. D ışarıdan belli olm az, am a kardeşim le hiç­ bir zam an doğru dürüst anlaşam adım ben, daha bugün öğleden sonra da dalaştık. Beni her zam an kendisinin de, M aloret'nin de karşısında bulacağını, o pis herifi savuna­ cak olursa, evden de ayrılacağım ı söyledim ona. Bilirsin, ev Ferdinand'm . Söz sözdür. Yaşlı adam yatağında kıvrıldı, kesik kesik güldü. — H iç kuşkum yoktu bundan... H ay A llah, H audouin... G ülm ekten canım acıyor. Soluk aldı, daha ciddi bir sesle sürdürdü konuşm ası­ nı: — Ev için de hiç canını sıkm a, bize gelirsin, olur, biter.

90

I Marcel Aymé O n iki kişiye yer bulunduktan sonra, yirm i kişiye de bulu ­ nur. Senin oğlanlar bizim kilerle yatar, kızlar da kızlarla. Bize çalışırsın. — A m a, işler düzelirse, daha iyi olur, dedi H onoré. K öylüler evden ayrıldığım ı görürlerse, eskisi kadar değer verm ezler sözlerim e, Z èp h e'in göbeğini havaya getire­ m em o zam an. Sen şöyle biraz daha yaşayabilirsen... M esselon özür diledi: — Bana bel bağlam am ak gerek, dedi. N e yaparsın, b e­ nim yapacağım bir şey kalm adı artık... — Topu topu bir aycık. O zam ana kadar ayarlayabili­ rim işleri. — O lam az, hiç m antıklı değilsin, H onoré. Uç günlük bir yaşam a bu kadar asıldın m ı zor olur. Ayrıca, hastalık pahalıya m al oluyor. — Fazlasını ben öderim , senin yediğin... — ilaçlar da var, bana harcanan zam an da caba. — Parasını vereceğim dedim ya sana. Z èp h e'in beledi­ ye başkanı olm asını istem iyorsun ya? — Bak, üç hafta yaşarım . Senin için tüm yapabilece­ ğim bu. — A m a yarın öğleden sonra başlayacağız saym aya, tam am mı? — Sen bilirsin, am a eczacının parasını ödeyeceksin, her gün için de yirm i beş sou vereceksin, tam am m ı? H onoré onuru üzerine söz verdi. Yaşlı adam hâlâ ya­ şam ını kazandığını düşünerek gülüm sedi o zam an, sonra, pazar günü öğleden sonra başlam ak üzere, bir lam ba gibi kıstı kendini.

Yeşil Kısrak I 91 V

Baytar yazı m asasının başına geçti, başlıklı bir kağıt çı­ kardı, gözlerini yeşil kısrağa dikti, yazacağı m ektubu ku r­ du b ir zam an. H em kararlı, hem sevecen, hem saygılı, hem de çekici bir m ektup olsun istiyordu. D üşünce çabası ya­ naklarını pem beleştirdi, alnı kırıştı, seyrek bıyıklarının u ç­ larını çekiştirdi. Sonra güvene geldi, bir çırpıda yazıverdi: "Sevgili H onoré. Kara at hafta başında karın ağrısına tutuldu, epey bir zam an landona koşulam az artık. Al at da arabaya koşulm aya gelm iyor; onun yeri ancak gezinti ara­ bası; daha hem genç, hem gururlu, çabasını ölçemiyor. Landona koşacak olsak, alışkın olduğu adım la gitm eye kalkar, bunun sonucu olarak da yorulur. Bu nedenle, pazar sabahı, V albuisson'a kadar trenle geleceğiz, bana para borçlu olan M ainehal buradan C laquebu e'ye kadar getire­ cek bizi, sonra gene gelip alacak, altı buçuk trenine yetişti­ recek. Ç ocuklar günlerini am calarının çocuklarıyla geçire­ cekleri için seviniyorlar, karım da A d élaïd e'i yeniden göre­ ceği için m utlu. A ilece biraraya gelm ek her zam an büyük bir sevinç; sevgili babam ız da kardeşler ve kızkardeşler arasında tam b ir anlaşm anın devlet tahvili kadar değerli bir şey olduğunu söylerdi. Söz bu konuya gelm işken, söy­ leyeyim . G eçen cum artesi biraz sert sözlerle ayrıldık birbi­ rim izden. Bana çoktan açm ış olm an gereken, üzüntü veri­ ci olay üzerinde u zun uzun düşündüm . Bu konuda bazı düşüncelerim var, am a, ne olur ne olm az, m ektuba geçirem em bunları. Pazar günü, dinlenm iş kafayla, rahat rahat konuşuruz. A m a, iyi düşünülünce, ancak dar bir görüşle haklı çıkarılabilecek öfkeli bir davranışta bulunm am an

92

I Marcel Aymé için, daha bugünden dikkatini çekm ekte bir sakınca gör­ m üyorum . Ö yle ya, bu işin birbirinden tüm üyle ayrı iki y an ı b u lu n d u ğ u n u h erh ald e yad sım azsım B irin cisi, C laquebu e'ye günün koşullarına uygun bir belediye baş­ kanı bulm ak görevim iz; İkincisi ise, senin Z ....'ye (kim ol­ duğunu biliyorsun) beslediğin haklı kin. Bu kin benim de kinim dir; aileyle ilgili her konuda ne kadar duyarlı oldu­ ğum u, adım ızın onuru uğrunda her özveriyi göze alabile­ ceğim i bilm ez değilsin. A m a yurdum uzu ailem izden de üstün tutm aktan çekinm em , hatta siyasal görüşlerim den de üstün tuttuğum u söyleyeceğim . Ö te yandan, yurdun çıkarı için, üstelik, im paratorluğa besled iği eski sevgiyi hi­ çe sayarak, köylülerini yeni C um huriyet'e bağlam aktan çekinm em iş olan sevgili babam ızın verm iş olduğu örneğe uym aktan, onun davranışından ders alm aktan başka bir şey yapm ıyorum . Bu yüksek yurtseverlik dersini anım sa­ m anın tam zam anı bugün. G eneral Boıılanger'nin Savaş B akanlığı'nd a gösterdiği u yanık çabadan çoktandır yok­ sun kalm ış olan Fran sa'nın yeni baştan A lm anların kışkırt­ m alarıyla karşı karşıya bulunduğu bir sırada, kişisel hınç­ ların etkisine kapılm anın zam anı değil. İki yıla varm adan, belki de önüm üzdeki yıl, savaşa gireceğiz, bunları bilecek durum da bulunan kim seler fısıldadı kulağım a. İşte bu ne­ denle ülkem izin tehlike karşısında birleşm esi zorunlu. G e­ ricilerle ne dereceye kadar birleşilebilirse, o kadar, elbette. Bugün ancak Boulanger adı çevresinde sağlanabilecek olan böyle bir anlaşm anın gerçekleştirilm esi elbette büyük b ir incelik ister. Ö rneğin C laquebue'de, durum ları ve kişi­ likleriyle her iki yana da güven verebilecek kişiler çok az. C um huriyetçiler arasında, seninle M axim e Trousquet'den b aşkasını görem iyorum . A m a sen belediye başkanlığını is­ tem iyorsun, hem böylesi daha da iyi, öyle ya, daha gelece­

Yeşil Kısrak I ği kesin olm ayan bir generali açıkça tutacak olsan, bölge­ de H aud ouin'lerin adını güç durum a düşürebilirdin. M ax im e'e gelince, hem becerikli, hem de sadık olacağından kuşkum yok, am a, ne yalan söylem eli, okum a yazm a b il­ m em esi, üzerinde durulm aya değer bir konu. G eriye kiliseciler kalıyor, bunları da bilirsin, çokları cum huriyetçilerin güvenini kazanam ayacak kadar u zlaş­ m az davranm ışlardır. İki yanı birleştirebilecek bir tek in­ san görüyorum ben. M eclisin son oturum larında, baltalık hakkı konusundaki tartışm alarda iki yanı uzlaştırm ak için ne kararlı bir çaba harcadığını gördük. N e desek boşuna, bu adam Z ...'d en (kim olduğunu biliyorsun) başkası değil. Bana kalırsa, onun belediye başkanlığına getirilm esine ça­ lışm ak, yurtsever ve dürüst bir cum huriyetçi olarak dav­ ranm aktır. İşte bu nedenle önlem sizliğinin üzücü sonuçlarını kü­ çültm ek istem em ekle birlikte, belki biraz da fazla soğuk­ kanlı olam adığım ız için sürdürm ekte dayattığım ız kin duygusu üzerinde de söylenecek birtakım şeyler olduğu­ nu sanıyorum . Bu adam ın senin karşılaştığın tehlikede (bu biraz da senin önlem sizliğinin sonucu ya neyse) bir so­ rum luluk payı bulunduğunu kabul ediyorum , şaşkınlık­ tan böyle d avrandığını düşünsek bile, bu böyle. A m a iki­ niz arasındaki bir iş beni fazla ilgilendirm ez, fazla fazla, bu noktayı kabul etm en için yü ce gönüllülüğüne seslenece­ ğim . Z ...'nin dilini tutm am asının görünüşteki sonucu ola­ rak, annem izin başına gelen üzücü kaza ü zerinde de dur­ m ak gerekir. Bu acı olay sırasında annem izin içinde bulun­ duğu durum u göz önüne getirm ek istersen, neden "g örü ­ n ü şteki" d ediğim i anlarsın. Bavyeralı çavuşun, birliğiyle yolun d önem ecinde beli­ rip de penceresinden dışarıya doğru sarkan bir kadın bu-

I Marcel Aymé lunan bu uzak, bu neredeyse ıssız evi görünce, üzücü ka­ rarını aşağı yukarı önceden verdiğini d üşünm ek daha ak­ la yakın olm az mı? Bu Bavyeralıların savaş azgınlıklarını ancak cinayetle, yağm ayla, her şeyden önce de ırza geç­ m eyle sürdüren kaba herifler olduklarını geçen gün kendi ağzınla söylüyordun bana. Başka bir sürü örnek arasında, Louise B o eu f ün başına gelenleri düşün, yeter; bu kereste­ lerin on biri birden saldırm ıştı kızcağıza. Bu durum da, ev­ de bir çeteci bulunm asının çavuş için elverişli bir bahane olduğu açık; kendisini zora başvurm aktan kurtaran, on üç, on dört askerinin yardım ına sığınm ak zorunda kalm adan, işini teke tek pişirm esini sağlayan bir bahane. Bu bahane olm asaydı, annem iz daha ne alçalışlara uğrayacaktı diye düşünüyorum da tüylerim ürperiyor. K arşılaştırm a insanı ayaklandırıyor kuşkusuz, am a ne de olsa bir tek kişiye, bir çavuşa, rütbeli bir kişiye boyun eğdi annem iz. K im bilir, belki de bir subaydı bu adam . H em sonra, annem iz hiç de genç değildi artık, öyle onur yaraları vardır ki bir kadın, el­ lisini geçtikten sonra, bunların acısını orta yaşlılar kadar duym az. H er neyse, kanıtlar öylesine sağlam göründü ki ilk düşüncem den caydım ; buluşacağım ız güne bırakm adım bu nazik konuyu. Şim di sana bu m ektubu gönderip gönderm em ekte karar verem iyorum . Seni biraz sarsar belki bu görüşler, am a daha kapsam lı bir görüşm e bu düşünce­ lerin ne kadar yerinde olduğunu ortaya koyacaktır, bun­ dan kuşkum yok. Sevgili H onoré, H élène ile çocuklar da bana katılarak sana ve ailene sevgilerini yolluyorlar. A m an dikkat et, general Boulanger konusunda söylediğim şeyler üzerinde son derece ölçülü konuş. D ereyi görm eden paça­ ları sıvam ayalım , daha iyi. Valtier bile duralar gibi. M ek­ tup yazacak olursan, şu zavallı M esselon 'u n durum unu

Yeşil Kısrak I 9 5 da bildirm eyi unutm a. G özlerinden öperim . Kardeşin Ferdinand." Baytar yalnız bir kez okudu m ektubunu. G eçişlerin başarısına, kanıtlarının sezdirici sağlam lığına bayıldı, hiç duralam adan zarfa koydu m ektubu, m elon şapkasını gi­ yip kapıya gitti. Sokakta, kim i bölüm leri kafasından geçi­ riyor, tam yerini bulm uş bir virgülü düşünerek keyfe geli­ yordu. G elip geçenler yüzünün neredeyse güleç olduğunu gördüler, iki gün boyunca b ir m irasa konduğu söylentisi dolaştı. A m a, m ektubu kutuya attıktan sonra, postaya em anet ettiği korkunç gizi düşündü, bir dehşet ve pişm an­ lık dalgası dolaştı ceketinin altında. H em en toparlandı, kendini korkaklıkla suçladı. M ektup öğleden sonra dam galandı, geceyi Saint-M argelon P o sta n esin d e geçirdi, ertesi sabah, V albuisson'a git­ m ek üzere trene bindi, sekiz buçukta V albuisson'a, doku z­ da da postaneye vardı. Postacı kız bir dam ga daha vurdu üzerine, bir m ektup paketine koydu, sonra da C laquebue postacısı gelip aldı. O sabah, on beş m ektupla üç gazete vardı D éodat'nm elinde. D okuz kilom etreyi aşıp da C laquebu e'ye varm ak üzere, saat ona doğru V albuisson'dan ayrıldı. M ektupları m eşin çantaya güzelce yerleştirm iş, çantayı om uzuna as­ m ıştı, kendisi de iyi bir yürüyüşle yürüyordu, acele etm e­ den, tam gerektiği gibi. M ektuplarını düşünüyor, dağıtım sırasına göre, alıcıların adını aklından geçiriyordu, hiç ya­ nılm ıyordu, bu da m esleğini bild iğini gösterirdi. M ontée-R ouge'un eteğinde, D éodat, "Yam acı çıkınca,

96

I Marcel Aymé çıkm ış olacağım ," dedi kendi kendine. G üldü, çünkü ger­ çekti söylediği; yam acı çıkınca, çıkm ış olacaktı. Yavaş y a­ vaş yürüyordu, ağırbaşlı bir adam olarak, yum uşak bir adam olarak; kısacası, işini bilen bir adam olarak, iyi bir postacı olarak. Sıcak ağır geliyordu, yakıcı bir güneş vardı da ondan; biraz da üniform ası iyi bir kum aştan olduğu için. Bundan dert yanacak değildi ya. Daha neler. D éodat postacı olduğunu düşünerek tırm anıyordu te­ peye. İyi iştir hani. H aketm em iş olsa, elde edem ezdi bu işi. İyi bir postacı olm ak için (postacı vardır, postacıcık vardır, her şeyde olduğu gibi), kafada bir yığın bilgi ister; her şey­ den önce de yürüm esini bilm ek gerekir. H erkes bilm ez yü ­ rüm esini, am a bildiğini sanır. H adi, bir düşün bakalım ; tut ki, herifin biri kalktı, C laquebu e'nü n m ektuplarını alaca­ ğım diye, kıçına nişadır sürülm üş gibi gitti V albuisson'a. N e olur? D önerken, bir türlü çekem ez bacağını, seferini bitirse bile, suratını görenler ne derler? Postacı dediğin alıcı­ ya hoş davranm asını bilm ek zorundadır bir kere, gel gör ki ayağı acıyan bir kim se kibar olam az. Biri de kalkıp V albuisson'a hafif m i hafif bacaklarla gitse? Yok canım , her şey de düşünülem ez ki. Ö lçülü yürüm ektir en iyisi, ağır­ başlı bir adam gibi, bastığı yere baka baka, yoksa bir inek gübresine göm ülm üş bulursun ayağını. İnsan dikkat et­ m ese, pabuca para m ı yetişir? D éodat M ontée-R oug e'un tepesine geldi. "İşte Claq uebu e!" dedi yüksek sesle. H erkesin bir alışkanlığı var­ dır. O da, M ontée-R ouge'u n tepesine gelince, "İşte Claq uebu e!" der. H iç de şaşırm az, C laquebu e'dü r işte, ilk ev sağda, İkincisi solda. Postacı olduğunu düşünerek köye iniyor. İyi bir iş, iyi bir m eslek. Postacılık m esleği için ne derlerse desinler -a slın d a söylenebilecek hiçbir şey yok­ tu r - iyi m eslektir postacılık. Ü niform aya dikkat etm ek ge­

Yeşil Kısrak I rekir, burası kesin, am a, bakm asını bilirsen, üniform an te­ mizdir. Bir postacıyla karşılaştın m ı postacı olduğunu he­ men anlarsın. İlk ev pancurlarım açıyor: — D ağıtım a m ı çıktın? diyor D éodat'ya. — Evet ya, diye yanıtlıyor D éodat, dağıtım a çıktım. İkinci ev birşeycikler demiyor. İçinde hiç kim se yok da ondan. Ü çüncü eve gelince, D éodat elini çantasına götürü­ yor, avludan içeri girerken sesleniyor: — Dul bayan Dom iné! Dul bayan D om iné bahçede olm alı. M ektubu pencere­ ye koyabilir, üstüne bir taş bırakıp gidebilirdi. A m a bekli­ yor. K ocakarı duydu, evin ta dibinde pabuçlarını sürüklü­ yor. — M erhaba, D éodat, bu sıcakta m ektup dağıtm ak zor olm uyor m u? — M erhaba, Justine. Bu sıcakta bahçede çalışm ak da zor olm alı. K ibarlık faslı bittikten sonra, m ektubu uzatıyor, iş se­ siyle konuşuyor: Dul bayan Dom iné. K ocakarı, elini uzatm adan, kuşkulu gözlerle bakıyor m ektuba, gözlüğünü bulm ak için, önlüğünün ceplerini yokluyor. A m a insan okum a bilm edikten sonra, gözlük işe yaram az ki. — A n gèle'im d en geliyor. Bir bak bakalım ne yazıyor. D éodat okuyor m ektubu, hiç kurum lanm adan. Ö ğre­ nim in çok yararlı bir şey olduğunu düşünüyor yalnızca. Bitirdiği zam an, kocakarı iyice yaklaşıyor yanm a: — Peki, ne diyorm uş? diye soruyor. Dul bayan D om iné kızının m ektubundan hiçbir şey anlam adı. Yazı okum ak konuşm ak gibi olm az ki. D éodat A n gèle'in sağlığının iyi olduğunu, yılda doksan frank ka-

98

I Marcel Aymé za nacağı, ayakkabılarını da parasız alacağı bir iş önerisi al­ dığını açıklıyor. — Sonra da, "Sevgili anneciğim , sağlığınızın her za­ m anki gibi yerinde olduğunu u m arım ," diyor size. A nlı­ yorsunuz ya, şöyle kibar bir söz söylem ek istiyor, kendini­ ze iyi bakm anızı istiyor. Dul bayan D om iné başını sallıyor. H iç um m azdı bu kadarını. D éodat üç m ektup dağıtm ak için bir kilom etre daha yürüdü. C laquebu e'lüler fazla m ektuplaşm azlardı, o ise, bol bol m ektup gelsin, gösterdiği çabaya, yaptığı işe değ­ sin isterdi. H er eve bir m ektup getirm ek isterdi. A m a yok­ sa yok, ne yapalım . N e varsa onu veriyor. Yaratam az ya. Déodat yolun ortasında yürüyor, ağır ağır, nereye gittiğini bilen bir adam olarak. Bir araba gelirse, sağa sapacak. Bir araba ya da bir sürü ya da bir cenaze alayı. Postacılık m es­ leğinde her şeyi beklem ek gerekir. Bir canlı çitle bir akasya topluluğu arasında yürüyor. G üzel şey, çitlerin üzerindeki bu buhar, kocam an akasyalar güzel şey. Am a o hiçbir şey bilm ez bu konuda, bunları düşünm ek gereksinim inde de­ ğil. G id iyor sakin sakin. O m uzlarının üstünde, kocam an, yuvarlak bir baş taşıyor, m esleği bakım ından çok yararlı bir baş. D oğrusunu söylem ek gerekirse, başsız edem ez, hele serde postacılık da varken. H em sonra, başı olm asa, kepini nereye koyardı? Yolun dönem ecine gelirken, D éodat sağa sapıyor, bir gürültü işitiyor çünkü. N e olup ne olm adığı belli olm az daha. "B u arada bir güzel işeyebilirim ," diye düşünüyor. D okuz kilom etrelik yolu yaya geldin mi beklenm edik bir şey değildir bu, hiç acele etm iyor bunun için. K im i insan­ lar kör gibi, ne yaptıklarına hiç bakm adan işerler. G erçek bir postacı öyle yapam az; ne yaparsa yapsın, hep m esleği-

Yeşil Kısrak I ni yapar o. İşini bitirdikten sonra, D éodat dizlerini bükü ­ yor hafiften, pantolonunun içinde, yerleştirm e işlem ini ta­ m am lam ak için. Sonra gene düşüyor yola. G ürültü artıyor, dönem eci geçince, her şeyi anlıyor D éodat; bağrışa çağrışa, itişe kakışa okuldan dönen çocuklar bunlar. D éodat hepsini tanır, C laquebu e'd e herkesi tanım ak da postacılık m esleğinin gereği. H aud ouin'lerin iki küçüğü, yani G u sta­ ve ile C lotilde, sonra üç M esselon, Tintin M aloret, N arcis­ se Rugnon, A line D ur ve daha başkaları. O n iki kişi kadar varlar işte, bir baştan bir başa tutm uşlar yolu, bu kadarı yetm iyorm uş gibi, bir de bağırıp çağırıyorlar. Ç itten havalanan bir kuş yüzünden çıktı kavga. Hiç kim se kuşu görecek zam anı bulam adı, ötekiler gibi Tintin M aloret de görem edi elbette, am a kuşun bir çayır kuşu ol­ duğunu söyledi, hem de hiç hoşa gitm eyen bir havayla söyledi bunu. Jude, M esselon'ların büyük oğlu, sakin sa­ kin karşılık verdi: — Vay anasını, ben de bir İstakoz uçtu sanm ıştım . Elbette, alay dolu bir konuşm aydı bu; yoksa, bir İsta­ kozun havalara uçtuğunu kim secikler görm em işti. Tintin sinirlenm işti bile: — Peki, çayır kuşu değil de ne öyleyse? G ustave H audouin, uçan kuşun bir baştankara oldu­ ğunu bildirdi, üç M esselon da G u stav e'ı tuttu. Tintin M a­ loret gülm eye başladı, ona kalırsa, buna bir baştankara di­ yebilm ek için, insanın gözlerinin at sidiğiyle dolm uş olm a­ sı gerekirdi. Jud e, M aloret'yi böyle üstün bir durum da bı­ rakm adı, hiç sesini yükseltm eden: — İşte tam papaz tutkunlarının yapabileceği bir şey, dedi ona. Baştankarayı çayır kuşu sanırsın. İşin çehresi değişiverdi hem en. N arcisse Rugnon, A li­ ne Dur, Tintin M aloret, Léon Bœ u f ve N estor Rousselier

ıoo I

Marcel Aymé

baştankaraya karşı birleşm işlerdi. U ç M esselon'la iki H audouin de dayatıyordu. D éodat kavgacıların yanm a gelince, kavganın kayna­ ğı olan kuşu herkes unutuverdi. H am am böceği, at sineği, vaftizli salak, eşşoğlueşşek, piç, it fışkısı ve kıçım ın cum ­ huriyetçisi diyorlardı birbirlerine. Postacının gelişi tutku­ ları yatıştırabilirdi, am a Ju d e M esselon onun tanıklığına başvurdu: — Şu dom uzlara baksanıza, C um huriyete oy veriyo­ ruz diye sövüyorlar bize! D éodat önce şaşırıp kaldı. H içbir zam an politikayla il­ gilenm em işti, anlam azdı politikadan. G ene de, basit bir denklem kurm aya çalışıyor. H üküm etin postacısı olduğu­ na göre, C um huriyetin postacısıdır, öyleyse cum huriyetçi­ dir. -— C um huriyeti tutm alı, diyor. Cum huriyetçiler... A m a Tintin M aloret sözünü kesiyor. G eçen hafta do­ m uzlarının on dört cum huriyetçi birden doğurduğunu söyledi. Şim di de, postacı her şeyi daha açık görsün diye, bed eninin ayıp yerlerini dövüyor. Şaşkınlıktan, haklı öfke­ den, D éod at'nın ağzı açık kalm ış. Bu arada, sövgüler gene başlıyor havada uçm aya. N estor Rousselier de, beklenm e­ dik bir esinle, şarkıya başlıyor, sonra tüm çayır kuşucular bir şenlik havasıyla onu izliyorlar: — C um huriyetçi. — Gübre şerbeti. — Boş işkem beli. — A rkası bitli. — A rkası bitli... O zam an, D éodat postacı olduğunu unutuyor birden, bir savaş sarhoşluğu yükseliyor beynine, yum uşacık por­ selen gözleri ölüm şim şekleri saçıyor. U nuttu. A ğırbaşlı bir adam olarak, Tanrının ve hüküm etin gerçek bir postacısı olarak, yavaş yavaş yürünülen yolu unuttu birden. K alça­ sının üzerinde duran postacı çantası bir okul çantası artık,

Yeşil Kısrak I 101 aritm etiğini, kutsal tarihini, okum a kitabını yerleştirm iş içine. Şim di, canlı çitlerin üzerindeki buğu, akasyaların ko­ kusu gözlerini, burun deliklerini dolduruyor, sarhoş edi­ yor. C lotilde H aud ouin'in A line Dur'ün saçlarını çektiğini, Tintin'in de M esselon'ların yüzüne tükürdüğünü görünce, yaşını unutuveriyor. H er şeyi unutuyor, birdenbire. Elini kocam an, kır bıyıklarına götürse, anım sayacaktı. A m a D é­ odat tokatların şakladığım duyuyor; bir savaş şarkısı güm ­ bürdüyor cum huriyetçiler arasında; D éodat kavgaya dalı­ yor, hepsinden daha uzun boylu, b ir yand an M aloret'nin kafasına kafasına vururken, bir yandan da gür bir sesle şarkıyı destekliyor, herkesten daha çok bağırıyor: — Papaz yam akları — Leş kargaları — B ok dolu barsakları... — Tem izlem eli bunları... Ö nden tokat, arkadan tekm e derken, M aloret arkadaş­ larıyla birlikte geri çekiliyor. Gericilerin şarkısı kesildi, cum huriyetçilerinki de çitte kalan son baştankaraları ü r­ kütüyor... "B o k dolu barsakları..." D éodat, soluk soluğa, kocam an boyuyla, okul arkadaşları arasında doğruluyor. Zorlu bir kahkaha atıyor şöyle, tatlı, utkulu. K ır bıyıkların uçlarını oynatan bir kahkaha. Jud e de onunla birlikte gü­ lüyor: — Yaşşa be, D éodat, yam an postacısın doğrusu... A m a D éodat ayılıveriyor savaş düşünden, birdenbire, giriştiği gibi. O kul çantası kavgada açılm ış, m ektuplar yo­ lun tozları içine düşm üş. Ah! postacı D éodat, canım ın ca­ nı, dinler m isin şarkıları, u nutur m usun postacı olduğunu! — Bir m ektubum eksik! Bir daha sayıyor m ektuplarını, ceplerini yokluyor, ke­ pinin içine bakıyor. — Belki de çite fırlam ıştır, diyor Jules M esselon. Ç ocuklar çiti araştırıyorlar, hend eklere bakıyorlar.

102 I

Marcel Aymé

Yüz m etre ötede, ötekiler gene toparlanm ışlar, gene şarkı­ ya başlıyorlar: "B oş işkem beli. — A rkası bitli..." A m a D é­ odat işitm iyor artık. Şim di, yitirildiğine göre, kalanlardan daha değerli olan m ektubunu düşünüyor. O nun en iyi m ektubuydu. D urm ayıp gitseydi, bu m ektubu H onoré H aud ouin 'e verm ek üzere ne kadar yol alm ış olurdu şim ­ di, bunu düşünüyor (yavaş yavaş, ağırbaşlı bir adam ola­ rak, postacı olduğunu bilen bir postacı olarak). H onoré di­ yecekti ki, "E e, D éodat, dağıtım ını bitirdin d em ek?" diye­ cekti. K endisi de diyecekti ki, "E vet ya, bitirdim dağıtım ı­ m ı," diyecekti. K onuşacaklardı sonra, söz neden açılırsa... H endeğin içinde dört elle yürüyen Ju d e M esselon, esinlen­ m iş gibi doğruluyor: — Tintin M aloret aldı m ektubu. Şim di anım sıyorum . Ben kafasına pabucu indirirken, eğildiğini, cebine bir şey koyduğunu gördüm . C lotilde H audouin kendisinin de gördüğünü söylü­ yor. — Sen görm üş olam azsın, diyor Jude, Aline bacakları­ na vurm uştu, yüzükoyun yatıyordun sen o zam an. — G ördüm işte. C lotilde kaşlarını çattı, yalanı ortaya çıkarılınca yüzü sararıyor, öfke burnunu sıkıyor, soğuk bir sesle hom urda­ nıyordu: — K ahrolsun cum huriyetçiler! D éodat, Tintin'in arkasından koştu. O , D éodat, iyi postacı, koşuyor. K ulağına çarpan bir şarkı yüzünden, b urnuna çektiği bir dem et akasya yüzünden, yolda hüküm et-bacaklarınm üstünde koşuyor. O ne hızlı, ne de yavaş, o güzel postacı yürüyüşüyle gidecek yerde. — Tintin! O ğlum , dur bir dakika! Tintin'in çetesi keçi yollarına dağıldı, D éodat şim di­

Yeşil Kısrak I 1 0 3 den u zak kahkahalar, şarkı kırıntıları işitiyor: "B oş işkem ­ beli. — A rkası bitli..." Bir kiraz ağacının gövdesine dayanı­ yor soluk soluğa, kıvrık kabukların üniform asını batıraca­ ğını hiç düşünm eden. Bir m ektubu eksik, içi sıkılıyor. — D éodat, ne oldu böyle? Juliette H audouin bir eliyle kiraz ağacına dayanıyor, postacıya gülüm süyor. — G ittikçe güzelleşiyorsun, Juliette. Babana gelen bir m ektubu yitirdim , Tintin M aloret aldı diyorlar. — Babasından istersin, olur biter. D éodat da düşündü bunu, am a çocuklarla döğüştüğünü nasıl açıklasın Z èphe M aloret'ye? Ju liette'e içini dö­ küyor. O da hiç alay etm eden gülüyor, bir insanın şarkıla­ ra kapılıverm esini çok doğal buluyor. — Sen de çocuklar kavga ederken ayırdığını söylersin Zèphe'e. İnanır. D éodat gerçek bir postacı yürüyüşüyle gidiyor yolun­ da, porselen gözlerinde genç kızların kurnazlığı parıldı­ yor. Juliette onun uzaklaşm asını izliyor, sonra çayırın için­ den geçiyor, iki çit arasında bulunan, daracık yola geliyor. Noël M aloret kendisini bekliyor burada. B odur bir oğlan, çok esmer, bıyıkları çıkm ış bile. — G elir m i diye düşünüyordum , diyor. — O n beş dakikacık bekleyebilirsin herhalde. Birbirlerini süzüyorlar, am a Ju liette'in bakışı dingin ve girgin, N oël'in bakışlarının huzurunu kaçırıyor. Birbir­ lerine söyleyecek hiçbir şeyleri yok, bu nedenle de bir şey söylem iyorlar. G ene de, geçen her dakika Juliette için bir düş kırıklığı. — H ava sıcak, diyor N oël en sonunda. — M evsim i. — Yem ek saati de geldi çattı. Bu akşam da her zam an­

104

I Marcel Aymé ki gibi görecek m iyim seni? — İstersen. Ayrılıyorlar, Juliette, bir kez daha, N oël'in çok budala olduğunu düşünüyor. D éodat önce şanslı olduğunu düşünüp seviniyor. Zèphe kapısının eşiğinde, Tintin de yanında duruyor. — Bak, ne oldu, diyor postacı. A z önce çocuklara rast­ ladım , kavga ediyorlardı. Z èphe sert yüzünü oğlundan yana çeviriyor: — Bu haytanın da en azgın kavgacılardan olduğuna kalıbım ı basarım , diyor. D éodat kurnaz olm ayı unutuveriyor: — Evet, diye doğruluyor, tam dediğin gibi. H em de ben onlarla dövüşürken, çantam dan düşen bir m ektubu aldı. — D oğru m u? diye soruyor baba. Tintin iyi savunuyor kendini. Bir m ektup alm ış, öyle m i? Daha neler! Başına yum ruklar, kıçına tekm eler iner­ ken, hiç işi kalm adı da m ektup m u toplayacaktı? Ayrıca, böyle bir kuşkuyla aşağılanm aya katlanm aktansa, hem en ü stünün aranm asını yeğ tutuyor. Z èphe güzel, içten bakışlarını D éod at'ya çeviriyor. — M ektubunu aldıysa, üzerinde olm ası gerekir; dön­ dü döneli yanım dan ayrılm adı. Ü stünü arayalım ister m i­ sin? Tintin tepeden tırnağa arandı, donu çıkartılıyor, göm ­ leği silkiliyor, arkası yoklanıyor, kitaplarının arasına bakı­ lıyor. — N e yapalım , yok, diyor babası. G örüyorsun, hiçbir şey yok. Postacı da bunu kabullenm ek zorunda. — N e d iyecek şim di H onoré? Belki de acele bir m ek­

Yeşil Kısrak I 105 tuptu. M aloret'nin iri, dürüst gözlerinde küçük bir alev parıl­ dıyor. C laquebu e'd e en azından yarım düzine adam var H onoré adını taşıyan. Z èphe m ektubun hangisine geldiği­ ni m erak ediyor. — Suç sende değil, diyor, olanları H aud ouin 'e açıklar­ sın, olur, biter. — Evet, gidip söylem em gerek, diyor postacı, içini çe­ kiyor. D éodat H on oré'yi bulm aya gidiyor, yolunu n üstünde m ektup verilecek evler bulunduğu bile gelm iyor aklına. Beş yüz m etre boyunca yaşam ı zehir olm uş gibi. Z èphe M aloret oğlunu ahıra itti. K am çısını çıkardı, baldırlarına baldırlarına yapıştırıyor, tüm evi titreten ölçü­ lü, değişm ez bir sesle: — Ya H aud ouin'in m ektubunu ne yaptığını söylersin, ya da kam çıyla vura vura gebertirim seni, diyor. K ISRA Ğ IN D ED İK LERİ H onoré doğurduğu çocuklar nedeniyle de severdi ka­ rısını. O nu gebe görünce bile, hazzm ın böyle bir oylum ka­ zanm ış olm ası karşısında kendinden geçerdi. Eski istekle­ ri gibi görürdü çocuklarını, onları böylesine sıcak olarak, böyle canlı gözlerle, pırıl pırıl tenlerle yenid en bulm ak h o­ şuna giderdi. İki kızıyla üç oğlu, çok geniş bir ailenin üye­ leriydiler, karısına ilettiği isteklerin en iyileri, en güçlüleriydiler, am a öylesine güzel, öylesine belirliydiler ki nere­ deyse yalnızca onları düşünebiliyordu artık. Sözlerini, şar­ kılarını kendisi söyler gibiydi. A şk erinçleri sonsuzlaşırdı böylece, kızlarının b ir gülüm sem esinden, oğulları arasın­ daki bir kavgadan yenid en doğarlardı, onların körpe aşk­

106 I

Marcel Aymé

ları da kendi aşklarıydı. O vada çalışırken, eve dönm ek ge­ lirdi sık sık içinden, kendisine aşktan sözetm ek üzere son gelenleri, en küçükleri, G ustave ile C lotild e'i düşündü m ü kanı yanaklarına yürürdü. K öpekle oynuyorlardı belki de, ya da kuyunun bilezik taşında, hayvanların koşm asını iz­ liyorlardı. Kendisi, babaları, bunu düşünüp gülerdi. B aş­ kalarını da düşünürdü bu arada, tüm çocuklarını birden düşünürdü, kim i zam an C lotild e'd en E rn est'e kadar çıkar, kim i zam an yukarıdan aşağı doğru iner, kim i zam an da ortadan başlardı, nasıl eserse işte. Sonra, taş atıp da kolu yorulm adan, tam tersine, gülercesine, eğlenircesine, sırf torbasında iyi bir tohum bulunduğu için, iyi bir ürün elde ettiğini düşünür de gülerdi. G ustave ile C lotild e'i kucağına oturtunca, büyüklerle eğlenm eye ya da tartışm aya girişince, eski istekleri ü zerin­ de oynuyorm uş, onlara daha güzel b ir biçim veriyorm uş gibi gelirdi ona. Ç ocuklarını okşam alarını, onlara karşı sevgi dolu davranışlarını, yeri gelince, karısıyla haşhaşay­ ken de tazelerdi, hiç ayrım ına varm adan. Böylece, çocuk­ ları ona sevişm esini de öğretirlerdi biraz, gene böylece, ya­ şı ilerledikçe, H onoré aşkça daha çok zenginleşm işti, öyle ki tüm ev aşkla doluydu. H az ile sonuçlarını birbirine karıştıran bu baba sevgi­ si, baytarın ar duygusuna dokunurdu. C laquebu e'd e bu­ lunduğu zam an, kardeşinin ailesinde gördüğü bayağılık­ lar yüzünden, her dakika yüzü kızarırdı. Ç ocukların ko­ nuşm aları, babalarının gülüşü, tutum ları öyle serbest, gü­ nah düşüncesinde öyle rahattı ki gerçek bir cehennem tadm daydılar. Tüm ev halkı (belki bir A délaïde bunun dışın­ daydı) tiksinti verici bir tehlikeye sürtünüp durarak eğle­ nir gibiydi, baytar adını da koyardı bu tehlikenin. H onoré'yle açık açık konuşm ayı göze alabilseydi, iyi aile çocuk­

Yeşil Kısrak I 107 larının G ustave ile C lotild e'in yaptığını yapm ayacaklarını, birbirlerinin apış aralarına bakarak eğlenm eyeceklerini söylerdi ona. Bir gün, kıçlarını açıp oralarını karşılaştırdık­ larını, oralarına baktıklarını, dokunduklarını görm üştü. H içbir aile bağıyla bağlı olm ayan çocuklarda bile tiksindi­ rici bir şeydi bu. A m a ufaklıklar, görüldüklerini anlayınca, oralı bile olm am ışlardı, am caları bir bilya oyununun ü stü ­ ne gelm işti sanki, göm leklerinin eteklerini sakin sakin in­ dirm işler, ona "G ü nay d ın ," dem işlerdi. Bu konuda konuş­ m anın huzur kaçırıcı olm ası bir yana, babalarının dikkati­ ni çekm ek, alaya alınm aktan ya da terslenm ekten başka neye yarayacaktı? Bir kez de, bir hafta arası, baytar Flize çayırlarında kızıyla birlikte biçilm iş otları evirip çevirm ek­ te olan H on oré'nin yanm a gitm işti. Juliette on altı yaşın­ daydı o zam an. Ferdinand am ca onu yanağından öpm üş, sevim li bir sesle: — K üçük Juliette ne kadar da büyüdü, dem işti. — Doğru, diye yanıtlam ıştı babası da, güzel bir kız ol­ du şimdi. Juliette gülm üş, babasının om uzuna bırakm ıştı kendi­ ni. Babası daha uzundu, saçlarından öpm üş, sonra bir göğsünü avucuna alm ıştı (giysinin üstünden, am a ne de olsa!). — Baksana, ne kadar güzelleşti Juliette'im . Birbirlerine bakarak gülüyorlardı, baba kız. O zam an, baytar bu pislikler karşısında öfkesini tutam am ıştı. Ar duygusu m idesinde kıvranm aya başlam ıştı. K arşı çıkm ış­ tı: — Yok, H onoré! O lm az böyle şey, in saf artık! H onoré, hiçbir şey anlam adan, gözlerini kardeşine dik­ mişti ilkin, sonra, kızarm ış, kızını bırakm ış, kardeşine doğ­ ru yürüm üştü. K udurm uş gibiydi, dişlerinin arasından:

108 I

Marcel Aymé

— Pis herif, diye hom urdanm ıştı, her gördüğünü kir­ leten bir bok sineği olacaksın her zam an. Defol! O zam an, bir kez daha, Ferdinand ceketini çıkık kıçı­ nın üstüne doğru çekerek gerilem iş, şaşkınlıktan kıpkırm ı­ zı kesilm işti. O nu en çok sinirlendiren de buydu işte, tam neşteri pis yaraya dokundurduğu sırada, bir suçlu gibi sı­ vışm ak, suçluluğunu duym aktı. N eyi savunduğunu bilen, dürüst, erdem li bir insanın nasıl sinirlenm esi gerekirse, öyle sinirleniyordu, am a H onoré, suç aracının izleri daha ellerinden silinm eden, tek bir sözcükle beyninde günah dolu am açlar bulunup bulunm adığından kuşkuya düşü­ rüyordu onu. Bereket versin, görgü kurallarını bir bir gös­ terebilirdi; öte yandan, olay ortadaydı işte; kızını göğsünü avucuna alarak öpen bir baba. O lm azdı böyle şey, dom u z­ luk derlerdi bunun adına! O layı karısına anlattıktan sonra: — İçten davranayım , aklım a eseni söyleyeyim derken, bu noktaya kadar geldi işte, dedi. H erkesin önünde yapı­ yorum diye en berbat şeyleri bile yapabileceğini sanıyor. H élène, ölçülü bir dille, belki de kötülüğü bulunm adı­ ğı yerde gördüğünü söyledi. H içbir şey bu kadar kızdıram azdı baytarı. — Ya, sen de onu savunuyorsun dem ek? Peki, okşa­ nırken kıkır kıkır gülen terbiyesiz kızı da m ı savunuyor­ sun? — Yok canım , savunm uyorum , anlam aya çalışıyo­ rum... Ferdinand acı acı alay etti: — Ben de bunu düşünüyordum , dedi, iki türlü anla­ m a biçim i var. Ve, yirm i beş yıl önce, annesinin kalçalarına bakarken yakalanm anın o her zam an yakıcı utancını düşünüyordu. D em ek böyle, kim i aile babaları kızlarının göğsünü avuç-

Yeşil Kısrak I 109 larm a alabiliyorlardı, kim i kız ve oğlan kardeşler birbirle­ rinin cinsel organlarını karşılıklı olarak incelem eye girişe­ biliyorlardı; hem de bunda hiçbir kötülük görm üyor, görü­ lünce kızarm ıyor, bunun günah olduğunu d üşünm üyor­ lardı. Kim i insanlar da vardı, annelerinin kalçalarına m e­ rakla bakarken yakalandıkları için yeryüzünde bir cehen­ nem acısı çekiyorlardı. Birçok kez, kardeşinin bilinçsizliği diye adlandırdığı şeyle karşı karşıya geldi baytar. Terslene terslene, erdem li atılışlarının kendine karşı döndüğünü, ar duygusunun günışığm da çürüdüğünü göre göre, bu günahların kendi düşlem i dışında bir gerçeklik taşım am alarından kuşkulan­ dı. Şeytanın elinde oyuncak olduğunu sandı, en suçsuz ar­ zuları bile bunalım la terletm eye başladı onu. Tüm bu kor­ kuları bir günah çıkarm ada ortaya dökebilm ek, günah çı­ karm a yerinin karanlığında seçip ayırm ak isterdi, am a si­ yasal tutum u bölgenin tüm günah çıkarm a yerlerini y a­ saklıyordu ona. Bölgenin tüm köylerinde tanınırdı, adaylı­ ğını desteklediği Valtier ile yanyana görülm üştü tüm bu köylerde. Papazlar üzerinde aşırı söylentiler ve kaba suç­ lam alar yayılm asına ses çıkarm am ış, çoğu zam an da bun­ lara kendisi yol açm ıştı, bu adam lardan biriyle başbaşa kalm ayı hiçbir zam an göze alam azdı. K öylerde arabasıyla dolaşırken, Saint-M argelon K ated rali'nin önünden geçer­ ken, bir tür şehvetle bakardı kiliseye, kapısı şehvet dolu bir unutuş uçurum una açılırm ış gibi gelirdi ona. Tepesi attı, yolculuk bahaneleri aradı, b ir iki günlüğüne, u zak köylere gitti kaç kez. Ç ılgınlıklarını tanınm adıkları kötü yerlerde gizlem ek için trene atlayan, haz düşkünü noterler gibi, baytar da bir günah çıkarm a yerine girebilm ek için yüz ki­ lom etre yol tepiyordu. Yolculukları hiçbir rahatlık getirm i­ yor, kendisini yalnız iyi niyetleriyle suçlayan bu günahka-

no I

Marcel Aymé

ri papaz dalgınlıkla dinliyordu. "O ğlum , bunlar çok da kö­ tü günahlar değil, diyordu... İnancınız hiç sarsılm asın, ki­ lisenin kucağında her zam an m utlu olacaksınız..." Baytar daha da yıkılm ış, daha da zavallı çıkıyordu gü­ nah çıkarm adan. K ilisede bir yer bulam ıyordu, günahları ölüm cül ya da hafif günahlar dizelgesinde yer alm ıyordu, niyet günahları bile değildi. N e kalınlıkları vardı, ne ger­ çeklikleri, düş gücünün açık-saçık kalıbına göre biçilm iş birer görünüştüler yalnızca. Sabahleyin, günah çıkardık­ tan sonra, dönüş treni gelinceye kadar kentte dolaşırken, haz otellerinden çıkan eğlence düşkünlerine, acıyla gözle­ rinde canlandırdığı tüm bir iğrençlik dünyasına, kirli iş­ yerlerinin doygun patronlarına, gecekuşlarm a, zevk ka­ dınlarına im rendiğini ayrım sıyordu. İşte bunların papazın torbasında ağır çekecek günahları vardı, öyle düşünüyor­ du. Bu suçların bir tekini söyleyebilse, kaygısı sağlam , ye­ nilip içilir bir pişm anlık biçim ini alır, Tanrı ile bağlantıyı yenid en kurardı. Şuna inanm aya başlıyordu sonunda: K urtuluş, gelip geçenlere asılan orospulara, m am alara ay­ rılm ış sokaklardaydı! Bir istek duym adan, gırtlağı u tanç­ tan kurum uş bir durum da buralara dalıyor, kadınlar ses­ lendikçe çabuklaşan, geniş adım larla, hiçbir şey görm eden geçip gidiyordu. Bu işi hiçbir zam an göze alam ayacak ka­ dar nam uslu olduğunu anladı da yolculuklardan vazgeçti sonunda. H em de bu yolculuklar pahalıya m al olm aktay­ dı. N e olursa olsun, C laquebue papazı erm işlik kokusuna benzer bir şeyler sezerdi baytarda. Ferd inand'm kaygıları­ nı, pis kokulu kuşkularını, cinsel gizlem karşısındaki d eh­ şetini anlam ıştı, böyle bir adam ın varlığının bile bir köye örnek olacağını düşünürdü. K öktenci de olsa, kilise karşı­ tı da olsa, onun C laq u ebu e'de oturm asını çok isterdi doğ­

Yeşil Kısrak I 111 rusu. Bazı bazı, Ferdinand H aud ouin'in, bir C laquebue'lü olarak, günah çıkarm aya gelerek kendi kendini suçladığı­ nı düşlerdi de ağzı sulanırdı; gerçek ruh uzm anları olm a­ yan, kentli papazlar gibi yapm azdı o, dalgın, hoşgörür sözlerle karşılık verm ezdi. G ünah çıkarm a yerine kilisenin en koyu karanlıklarını dolduran, hışırtılı bir sesle, "A m a bu çok korkunç bir şey..." deyişini gözlerinin önünde can­ landırıyordu şim diden. Sonra bu ezilm iş, acı korkusu için­ de büzülm üş günahkarın C laquebue sokaklarında dolaştı­ ğını, köylüler arasında cennet yolunu n ilk basam ağı olan kutsal korkuyu, bedensel haz korkusunu yaydığını düşü­ nüyordu. Baytarınki gibi ruhlar üzerinde yararlı bir çalış­ m a yapacağından kuşkusu olm azdı insanın, fazladan bir çaba da gerektirm ezdi bu. H aftada bir kez, akşam yem e­ ğinden önce, karşısına gelip de "M u hterem peder, ben ko­ cam ı Léon C orenpot'yla ald attım ," diyen, b ir ave, bir pal er, bir de confíteor okum ası salık verildikten sonra, gönül ra­ hatlığıyla çekip giden şu düşkün yaratıklar gibi değildi o. Ferdinand, iyi bir K atolik olarak... Baytar C laquebue papazında uyandırdığı hayranlık­ tan habersizdi, iyid en iyiye şeytanın eline düştüğünü du ­ yuyordu gittikçe. Tüm den platonik olan çürüm üşlüğünün günahını bağışlatm ak için, arılığa erişm eye çalışıyordu. Ö te yandan, kocalık görevini yerine getirdiği zam an, kor­ ku işi yarıda bıraktırtıyor ya da aldığı haz içinde öylesine ağır bir pişm anlık bırakıyordu ki bir türlü uyuyam ıyordu. K uşkuluydu, açık saçık düşlem lerine neden olabilecek her şeyden çekiniyordu. Bu yüzd en kendi ailesini sıkıştırm ayı, casus gibi gözaltında tutm ayı da bir hastalık durum una getirdi. O ğlanları sıkıca gözaltında tutm aya başladı, özel­ likle de A ntoine'ı. Bu çocuğun tem belliğine bakarak kötü alışkanlıkları bulunm asınd an kuşkulanıyordu. "Avarelik,

112 I

Marcel Aymé

tüm kötülüklerin anasıdır," derdi baytar, ne dediğini de bi­ lirdi. Frédéric çalışkan bir öğrenci olduğu için, ona bir de­ receye kadar güveni vardı. G ene de, babası okul kitapları­ nın arasında bir cinsel eğitim kitabı bulunca, acıklı bir dert açılm ıştı başına. K itap m avi kağıtla kaplanm ıştı, Frédé­ ric 'in öbür kitaplarından farksızdı, am a baytar eşsiz bir sezgiyle, korkunç olayı ortaya çıkarm ıştı. Şöyle gelişigüzel açınca, on dört kat büyütülm üş bir husye kesitiyle burun buruna gelm işti. Ö fkeden titrem eye başlam ış, ailenin ak­ şam yem eğine başlam ak üzere toplandığı yem ek odasına dalm ış, husyeyi suçlunun burnuna dayam ıştı. — Diz çök! Rezil! K ötü oğul! A nasından, babasından bile utanm ayan... D ehşet içinde durum u soran karısına da: — H er şeyi biliyor! diye bağırm ıştı. Ben daha fazlası­ nı söyleyem em ... Ah! A lçak! Diz çök de özür dile! Erginlik çağm a kadar ne m eyva yiyeceksin, ne tatlı... O laydan uzun zam an sonra bile, oğlu Frédéric'le gözgöze geldi m i saçlarına kadar kızarırdı. K ızından da kuş­ kulanıyordu elbette. O nda da kuşkulu bir davranış sezin­ ler gibi olm uştu da, Lucienne altı ay boyunca, elleri arka­ sından bağlı olarak u yum ak zorunda kalm ıştı. Bu m anyakça kaygıları m esleğinde hiç zarar verm i­ yordu işlerine, tam tersine! Ç alışm a ateşiyle yanıyor, yol­ larda koşup duruyor, doğuran ineği bırakıp şarbonlu do­ m uza yetişiyordu. O ğullarının sınıfta en iyi notları alm ala­ rını, L ucien n e'in örnek bir genç kız olm asını istiyordu. K i­ lisenin şeytanları kovm aya yarayacak bir aracı, günah ha­ yaletlerini tartacak bir terazisi bulunm adığına göre, kendi­ si de inan birliğinin dışına atılm ış gibi olduğuna, bilinm ez­ likten gelindiğine, çürüğe çıkarıldığına göre, baytar, tüm ailesinin, çalışm asıyla, iyi davranışlarıyla, başkanm m dü-

Yeşil Kısrak I 1 1 3 rüstliiğüne tanıklık etm esini istiyordu. Evini bir Babil ku ­ lesi gibi göğe doğru yükseltiyordu. — A ntoine, çek ellerini ceplerinden, dilbilgisi dersini ezberden söyle bakalım ... K im i kuralları atlıyorsun (he­ men de kızarıveriyordu, öyle ya, atlam ak, kim i dillerde, çifte anlam taşırdı, hele yanm a kural sözcüğü de1 geldi mi). N e düşünüyorsun öyle? Söyle bakalım akim dan ge­ çenleri! N e dedim de bu biçim e girdi suratın? Pis herif, utanm ıyorsun da... K ış günleri, Ferd inand 'm ailesi C laquebu e'ye ender olarak gider, pazarlarını evde geçirirdi. Pazar öğle sonları­ nın bu donuk toplantılarında çok bulundum . Plélène ile kı­ zı nakış işler, A ntoine ile Frédéric ders çalışır ya da çalışır gibi yaparlardı, çalışm a odalarını ağırlaştıran şu ortak bu ­ nalım la yüreği daralırdı hepsinin, çünkü baytar tepelerindeydi; hesap defterlerini, m ektuplarını düzene koyar, ara­ da sırada da, korku ve tehdit yüklü gözlerini üzerlerine di­ kerdi; H élène ile çocukların kendisinin nam uslu bir işe dalm ış olm asından yararlanıp da ayıp yerlerine dokunm a­ dıklarından ya da birbirlerine açık saçık resim ler göster­ m ediklerinden em in olm ak isterdi kuşkusuz. Sonra, anah­ tar deliğinin, piyanonun üzerindeki m um ların akim a ge­ tirdiği benzerliklerden huzuru kaçar, başını önüne eğerdi. Beşinin içinde en m utsuzu o olsa gerekti, am a gözlerini üzerim e çevirdi m i benim duyduğum acıya hiçbir acı eri­ şem ezdi. M urdoire'm fırçasının yeşil u rbam ın altında çiçeklendirdiği, güm bürtülü ve kım ıltısız yaşam ın can çe­ kiştiğini duyardım . Bugün, aradan tam kırk yıl geçtikten sonra bile, düşündükçe tüylerim ürperiyor.

1 Règle (kural) sözcüğü aynı zam anda kadınların aybaşısı anlam ına gelir. (Ç. N.)

Yeşil Kısrak I 115 VI İstasyon yolunda, baytarla karısı, H erm eline kardeşle­ rin öğütlerinden esinlenerek kış boyunca kendi işlediği ak bir giysi giym iş L ucien n e'i aralarına alm ışlardı. O ğlanlar, kolejli üniform alarından oldukça hoşnut, büyüklerinin önünden yürüyor, paketleri taşıyorlardı. C laquebue'de, baba baskısından bir ölçüde u zak bir gün geçirm ek düşün­ cesi oğlanları birbirlerine açılm aya yöneltiyordu. — Senin keyfin gıcır, diyordu A ntoine, birincilik ödü ­ lünü alacaksın, tatilde rahat bırakacaklar seni. A m a ben... — Belli m i olur, bir iki ödül de sen alırsın belki. — N erde! K üçük çalışm a salonunun belletm eni notla­ rım ı görm üş. Topu topu bed en eğitim inden bir ikincilik alacakm ışım , öyle söyledi. Baytar bozuntusu nasıl hom ur­ danacak, bir düşün. Şim diden işitir gibiyim : Sana ailenin yüzünü kızartm ayacak bir gelecek hazırlam ak için katlan­ dığım özveriler... K oca dangalak! Frédéric birincilik ödülünü alm am azlık edem ezdi, am a zam an zam an buna üzülm üyor da değildi, çünkü bir karşılaştırm a yapılacak, bun un acısını da kardeşi çekecek­ ti. O sabah, üzüntüsü pişm anlığa varıyordu neredeyse, am a A ntoine'm babasına saygısızlığı onu öyle incitti ki acı­ m a dolu sözlerini yu tm ak zorunda kaldı. A ntoine da fazla dayatm adı, başka şeylere geçti. — K üçük Jasm in 'i gördün m ü az önce? O gre Soka­ ğ ı'n ın köşesinde rastlam ıştık. Ç ok güzeldi, iyice fıstıklaşm ış, değil mi? Frédéric hâlâ kızıyordu kardeşine. B aşını salladı. H a­ yır, küçük Jasm in 'i güzel bulm uyordu. — K ocam an, sivri b ir burnu var, saçları da fırça gibi, iyi taranm am ış... H em de ne dersen de, fazla şişm an.

116 I

Marcel Aymé

A ntoine ateşli ateşli: — İnsaf biraz, diye m ırıldandı. — Evet, fazla şişm an. H em de m em e yok senin Jasm in'inde. M em e filan yok. K adını kadın yapan da m em e­ dir, arkadaş. Büyüklerinden elli m etre ileride yürüyorlardı. Baytar duyam azdı konuştuklarını, gene de boynunu uzattı kaygı­ lı kaygılı, havaya dikilm iş burnu oynadı. Frédéric kadın konusunda tuhaf bir görüş ileri sürdüğü, üstelik hem ü ni­ versiteli serseriliği, hem sıkı ahbaplık kokan, serbest bir deyim kullandığı için oldukça hoşnuttu. A ntoine alnını kı­ rıştırm ış, dürüstçe düşünüyordu. — Buna bir diyeceğim yok, dedi, m em elere bir şey di­ yecek değilim , am a, kızlarla bir işe girişm edikten sonra, m em e ne işe yarar ki? Bence önem li olan yüz, her şeyden önce de gözler. Ya evet, gözler işte. Jasm in dem ek de göz demektir. Frédéric tatlılıkla: — Sen daha on üç yaşındasın, diye yanıtladı. — Sen de on beş yaşındasın diye bana kül mü yuttu­ racaksın?... N e dem ek istiyorsun? H adi, söyle. Frédéric dalgın bir gevşeklikle: — H iç, hiç, dedi, bırakalım bu konuyu. A ntoine'm öfkelenm eye başlad ığını sezince, anasını babasını bekledi. Baytarın kafasında bir düşünce vardı, Lucienne'in pi­ yanoda ne kadar ilerlediğini öğrenm eye çalışıyordu. — Tatili C laquebu e'd e geçirecek olursan, kilisenin arm oniyum unu çalabilir m isin? Lucienne iki ayını bir çiftlikte geçirm enin tiksintisiyle önem li bir rol oynam anın çekiciliği arasında duralıyor, bir yanıt verem iyordu. Papazın yeğeni kocaya gideli beri,

Yeşil Kısrak I 1 köylüler arm oniyum un sesini ancak beş pazarda bir, kon­ tes de Bom brion C laqu ebu e'ye, kiliseye gelince işitiyorlar­ dı, Lucienne bir kontesin yerini tutm anın ne de olsa üstün bir durum olduğunu düşünüyordu. Baytar düşüncesini açıklıyordu karısına: — H iç kim seyi güç durum a düşürm eyecek bir davra­ nış, çok önem siz bir şey diyebilirsin, am a ne de olsa kilise yanlılarına doğru bir adım olur; en ılım lı cum huriyetçiler için, havanın değiştiği konusunda bir gösterge olur. H ono­ ré biraz iyi niyet gösterir, hatta yalnızca ilgisiz kalırsa, bu kadarı bile yeter belki. M aloret durum u değerlendirir; bir seçim havası, kim ilerine güven veren, kim ileri için de birer belirti olan bu ufacık şeylerle yaratılır çoğu zam an. N e olursa olsun, beni güç durum a düşürm ez bu iş. Kız tatile gelmiştir. K öyde piyano bulunm adığı için, gider, kilisenin arm oniyum unda parm aklarının tutukluğunu giderir. Bun­ dan daha doğal b ir şey olabilir mi? H élène sıkıntıyla dinliyordu, oğlu Fréd éric'in ilerle­ m esinde Valtier'nin yardım cı olm asını çok istem ekle b ir­ likte, bu küçük politika oyunlarına bir türlü ilgi duyam ıyordu. G ene de, baytarın inceden inceye hazırladığı oyu n­ da bir rol alm ayı kabul etm işti. H onoré kendisine her za­ m an dostluk gösterm iş olduğu için, onun da bu oyuna ka­ tılm asını sağlam ak üzere bu sevecenlik eğilim inden yarar­ lanacaktı. Ferdinand'm akılcı kanıtlarının H on oré'yi etki­ m ediği durum larda, kendisi duygusal kanıtlar sağlaya­ caktı. G işede, baytar beş ikinci m evki bileti istedi. Toplum ­ sal durum u üçüncü m evkiyi, siyasal durum u da birinci m evkiyi yasaklıyordu. Bu nedenle ikinci m evkide yolcu­ luk ediyordu; bununla birlikte, aynı zam anda hem servet üstünlüğünü, hem de kişisel seçkinliğini belli edecek bir

118 I

Marcel Aymé

başka m evki bulunm am asına üzülm üyor değildi; örneğin varlıklı okum uşlara ayrılm ış bir vagon bulunabilirdi: İkin­ ci m evki (okum uşlar için). — Şöyle böyle on iki, on üç franka m al oluyor bu gün bize, dedi Ferdinand karısına. Bilet paralarını da hesaba katarsan, A d élaïd e'e aldığın şeyler hiç de tutum luluğa uy­ gun sayılm az. — Beş kişiyle öğle yem eğine elim iz boş gidem ezdik ya, dedi H élène. — Elbette. Soğuk eti ve sosisi aldığım ıza üzüldüğüm ü söylem iyorum . Basit bir hesap benim ki. İkinci m evki kom partım anda, H audouin ailesi yalnız­ dı. Bölgesel ya da seçim sel bir önem taşıyan bu hatta (acı­ lığını hiç yitirm eyen bir anıydı bu baytar için; bölgenin zengin çiftçilerinden olan bir bakan yeğeni yüzünden, bu hattı C laquebu e'd en geçirtm eyi başaram am ıştı, bakan y e­ ğeni, on beş kilom etrelik bir dirsek çıkarm a pahasına hat­ tın yönünü değiştirm işti) fazla yolcu yoktu. Şirket 70 yılın­ da çok zarar görm üş m alzem eyi iyice eskitm işti, tren topal bir hayvan gibi, sallana sallana, eğile büküle gidiyordu. İkinci m evkide bile, yolcular sarsılıyor, hopluyor, her daki­ ka birbirlerinin kucağına düşüyorlardı, dem ir gürültüleri, iler tutar yanı kalm am ış vagonların iniltileri arasından se­ sini duyurabilm ek için, yanm dakinin kulağına bağırm ası gerekiyordu insanın. K arı koca ile iki oğlan, kom partım anın köşelerine oturm uşlardı. L ucienne, ortada, kanapenin kıyıcığm da oturuyor, ak giysisini kirletm ek korkusuyla, arkaya yas­ lanm aktan sakınıyordu. A k yelken bezinden potinlerine bakıyor, bu arada, ince bir sıkıntıyla, pansiyona bu ajurlu ak pam uktan çoraplarla geldiğini görecek olsalar, H erm e­ line kardeşler ne derlerdi diye düşünüyordu, bugün ilk

Yeşil Kısrak I 1 kez giyiyordu bu çorapları, am a neredeyse gerçek alanına giren b ir varsayım dı düşündüğü, öyle ya, pazarlık çorap­ lar sonunda her gün de giyilm eye başlardı. A jurlu ak ço­ raplar giym ek, açık bir alçakgönüllülük yokluğunu göste­ rirdi, önüm üzdeki bilinç sorgulam a dersinde bundan do­ layı yazılı olarak suçlam ası gerekecekti kendini. Ö te yan­ dan, bu çorapları giym ekle, bunları kendisi için satın alm ış bulunan annesinin isteğini yerine getirm ekten başka bir şey de yapm am ıştı. Bir süse düşkünlük günahından anne sözü dinlem em e günahına girm ek pahasına m ı kaçacaktı? Ö yle ya, göstereceği nedenleri annesinin de benim seyece­ ği kesin değildi, ikilem sonunda çok elverişli göründü Lucienne'e, çünkü bilinç sorgulam a defterinin tam am olm a­ dığını anım sam ıştı. H em en pazartesi akşam ı, dört beş gü­ nah bulup defterine geçirm esi gerekiyordu, bundan azı da düşünülem ezdi, çünkü, hiç gurura kapılm adan, haftada dört günahtan daha az günah işlediğini kim ileri sürebilir­ di? H erm eline kardeşlerin küçüğü, yani birinci sınıfın b i­ linç sorgulam ası öğretm eni M ile Bertrande, gerçek günah­ lar yerine, yorum bile gerektirm eyen saçm alıklar anlatan­ lara kızardı. Öğrenciler, hafif günahları seçm ekle birlikte, yüzlerini kızartacak, yani tüm sınıfın iyi b ir ders alm asını sağlayacak ölçüde ağır günahlar bulm alıydı. Lucienne, durum un zorlam asıyla, çoraptan yararlanarak bir taşla iki kuş vurm ayı düşündü. B irinci günah olarak, ajurlu ak ço­ raplar giym ekle suçlayacaktı kendini; ikinci günah olarak da kendisini bu çorapları giym eye zorlayan annesine b aş­ kaldırm a isteğine kapılm akla. Paha biçilm ez b ir kazanç vardı bu işte; gerçekten de, M ile B ertrand e'ın, bu dindarca çatışm a üzerinde düşündükten sonra, kendisine 10 ü zerin­ den 9 vereceğine kuşku yoktu; bu not da "etkili hıristiyanlık erd em i" dersinde çok ender alınırdı. İki güne kadar iş­

120 I

Marcel Aymé

lenm esi gereken öbür üç günahı bulm ak kalıyordu geriye. Lucienne, önceden tasarlam ayı göze alam am akla birlikte, defterini doldurm asına yardım etm ek üzere, rastlantının gün boyunca hangi sapm alara yol açacağını m erak ediyor­ du. Birdenbire baytarın tiz sesi, dem ir gürültülerini delip geçti. — Lucienne, arm oniyum u çalıp ça k m ay acağ ın ı söyle­ m edin? Ferdinand, trenin gürültüsüyle, ovayı dolduran buğ­ day tarlalarının gevşek çalkantısıyla düşlere dalm ış, kafa­ sında neredeyse "o zan sı" bir görüntü canlandırm ıştı. Ö n­ ce, Lucienne'in kilisede arm oniyum çalışını getirm işti göz­ lerine, sonra ilk günahını bu kilisede çıkardığını düşün­ m üş, bu yaklaştırm a onu duygulandırm ıştı. C laquebue'lü hıristiyanlar, saygılı bir m ırıltıyla, Ferdinand H audouin'in, üstün bir durum a erişm esini bilm iş olan hem şerilerinin kı­ zını tanıyorlardı; hem şerileri iyi bir cum huriyetçiydi de, am a dürüst olm asını da bilirdi; gerçek bir cum huriyetçiy­ di, gerçek bir yurtseverdi, yurdun onuru söz konusu oldu m u hiç görevden kaçm azdı. G ittikçe daha gururlu bir uyum la yükselen, dindarların u ğultularını bastıran kilise m üziğini dinliyordu. Ayinde bulunm am akla birlikte, işiti­ yordu m üziği, çünkü ayine gitm ek değildi onun işi; ayine gidem eyecek kadar iyi bir baytardı. İyi cum huriyetçi, iyi yurtseverdi, gene de ayine yolluyordu kızını, arm oniyum a yolluyordu; çünkü zam an çetin bir zam andı. A rm oniyum ateşli bir hava çalıyor, papaz yurt ilahisini söylüyordu. Yü­ reğinin iyice kabardığını duydu baytar. Vagonun kapısı önünde askerler toplanıyordu; giyim leri çok güzeldi; o yandan hiçbir korkusu yoktu. Bayrakların yeli, iyice kızar­ m ış alnını okşadı. G eneralin kara atını ısıran yeşil kısrağa atladığı gibi, birliklerin önünde dört nala ilerlem eye başla­

Yeşil Kısrak I 121 dı. K ilisede, dindarlar L ucienne'in etkisine kapılm ışlar, kanapelerinin üzerinde doğrulm uşlar, hem general Boulan­ ger, hem vatan için uzun bir aşk çığlığı koparıyorlardı. M aloret eşsiz bir atılım la belediye başkanlığını alıp götü­ rüyor, Frédéric ise, ünü dört bir yanı sarm ış, yakasında m adalya, göğsünde üç uçlu bir altın zincir, Fran sa'nın tüm dem iryollarında, birinci m evkide, devlet pasosuyla yolcu­ luk ediyordu. Babalarının sesini duyunca, çocuklar yerlerinden hoplam ışlardı. A ntoine, gönlü sevgiyle dolu, küçük Jasm in 'in tatlı gözlerine bakm aktaydı. Jasm in 'in gözleri öyle hoştu ki kanapenin kadifesi üzerinde bir eşsiz bahçe çiçeklendiriyordu, Jasm in 'in gözleri öyle hoştu ki yaşam göz alabil­ diğine basit, göz alabildiğine ipeksi oluveriyordu. Jasm in 'le birlikte, Jasm in 'in gözleriyle çıkıp gidiyordu kapı­ dan, Jasm in 'i ruhuna bastırıyordu A ntoine. G ülüm sem esi­ ne yanıt verm ek için, pencereden atlıyor, çayırlar üzerinde uçuyordu. Babasının sirke sesinin Jasm in'in e saplandığını duyunca, A ntoine öfkeyle baktı ona, sonra bir kez daha, baytarın iğrenç, at suratı gibi, uzun çeneli, dik kelleli, için­ den pazarlıklı, kötü, pis, acım asız, budala, hoşnut, öfkeli bir suratı olduğunu düşündü. "Bereket, ona benzem iyo­ rum ; yakışıklı değilim , am a ona benzem iyorum . Jasm in bana gü lü m sed i." Frédéric üniversite diplom aları, m elon şapkalar düşlüyordu, başını babasına çevirdi. Babası yin e­ liyordu: — Evet m i, hayır m ı, arm oniyum çalabilecek m isin? — Bilm iyorum , hiç denem edim , diye yanıtladı Lu­ cienne, ince sesi trenin gürültüsü içinde eriyip gitti. M m e H audouin kızının im dadına yetişti. — H a deyince çalm aya başlayam az ya arm oniyum u. A lışm ak ister.

122 I

Marcel Aymé

Ferdinand öfkeli bir devinim yaptı. A rm oniyum dan vazgeçem iyordu. — D ers alır. Hem yanlış çalsa da kim se anlam az! H élène kızın C laquebu e'd e sıkılacağını belirtti. Ferdi­ nand m antıklı bir çocuğun atalarının m ezarı bulunan bir yerde sıkılm ayacağını söyledi. — D eğil m i, Lucienne? — Evet, baba... Sevgili ölülerim izin m ezarlarını çiçeklendireceğim . B ay tarın g özleri yaşard ı. H élène kızın ın C laq u eb u e'd eki yaşam d an tiksindiğini bildiği için, ona yardım ol­ sun diye karşı çıkm ıştı kocasının tasarısına. Böylesine m antıklı olduğunu görünce sinirlendi, neredeyse sevgili ölüleriyle başbaşa bırakacaktı onu. Baytarın duygulu hoş­ nutluğunu gördü de ondan sonra sürdürdü tartışm ayı. — O rada geçireceği birkaç hafta boyunca, Lucienne'in kendi kendine bırakılm ış olacağını düşünm üyorsun. G öz­ den uzak kalacak, denetlenem eyecek, önünde de yalnız kötü örnekler bulunacak. A m ca çocuklarıyla birlikte olm a­ sının çok zararlı olduğunu kendi ağzınla söylersin hep. — Doğru, bunu unutm uştum . Şey olm alıydı... H ay A llah, ne zor iş bu böyle... H onoré desteklese bari bizi, bi­ ze karşı çıkm asa. Ah! M esselon daha bir yıl yaşayabilseydi, hiç değilse altı ay! Valtier aftosunu unuturdu, her şey yoluna girerdi. Ferdinand birdenbire çöker gibi oldu, karısı da bun­ dan haz duydu. Valtier'nin adam ını belediye başkanlığına getirecek olan bu oyuna istem eye istem eye katılıyordu. M illetvekilinden p ek hoşlanm azdı ve oğlu Frédéric'in par­ lak bir danışm an ya da başka bir şey olm ak için günün b i­ rinde bu adam a bağlanacağı düşüncesine de zor katlanı­ yordu. Bu nükteci, alaycı, obur adam , öğütlerini dinlem e­

Yeşil Kısrak I

123

ye Çoktan hazır olan bir çocuk için kaygı verici bir akıl ho­ casıym ış gibi geliyordu ona. H em onun gizli isteği Frédéric'in bir süvari subayı olm asıydı. H élène her zam an as­ kerlere bir eğilim duym uştu. H erm eline kardeşlerin pansi­ yonuna gidip geldiği sıralarda, en az haftada bir kez, bir teğm enin kendisini kaçırdığını görürdü düşünde. Evlene­ li beri, baytarın ilişki kurduğu kim seler hep düş kırıklığı­ na uğratm ıştı onu, Saint-M argelon'un çalışkan burjuvaları arasından seçilm iş kim selerdi bunlar. Subay hanım larının salonlarını düşlerdi, piyanoları kuyruklu, koltukları kılıf­ sız salonlarını. Saint-M argelon'da bir hafif süvari alayı, b ir de piyade alayı vardı, birbirlerini bıçaklayıp yok etseler, çok sevinir­ lerdi. H afif süvariler piyadeleri yaya yürüdükleri için kü­ çüm serler, piyadeler de hafif süvarilerin gösteri askerleri olduklarını söylerlerdi. K ısacası, iki birliği karşı karşıya getiren kin, akla yatkın b ir duyguydu. Böylece, iki alayın askerleri arasında çıkan kavgalar yüzünden, O iseaux So­ kağı'ndaki 17 num aralı ev, ikide bir askerlere yasaklanırdı. Bir hafif süvari, piyadeleri gördü m ü "İşte postacılar d ağı­ tım dan dönüyor," derdi. — Bir piyade de hafif süvariler hakkında "Başged ikliye teğm enim diyor bu dangalaklar," derdi. G arnizonun subayları arasında da daha iyi bir an­ laşm a bulunduğu söylenem ezdi. Süvari subayları de Burgard, de M ontesson gibi adlar taşıyor, ya harp ya kuyruk­ lu piyano çalıyor, borca giriyor, burjuvaların kızlarını b en ­ zetiyor, at üstünde akşam yem eği yiyor, kiliseye kasıla ka­ sıla gidiyor, kralcılıktan şaşm ıyor, piyade m eslektaşlarını bilm ezlikten geliyorlardı. Buna karşılık, piyade subayları pişti oynayarak ya da babaları kasap, fırıncı, kum aş boya­ cısı, seyis olan D evrim generallerinin adlarını sayarak eğ­ lenirlerdi. Süvarilerce kenarda bırakılm alarından biraz ya­

124 I

Marcel Aymé

kınır, kentte kendilerinin de böyle küçüm seyebilecekleri bir ulaştırm a alayı bulunm am asına üzülürlerdi, çünkü on­ lara göre, bir ulaştırm a subayı neredeyse personel subayı kadar gülünç bir şeydi. Saint-M argelon'lu lar bütün yıl sü­ vari subaylarının kurum satm alarına hom urdanır durur, am a, 14 Tem m uz sabahı, tüm gönüller, geçit törenini atla­ rını dört nala sürerek kapatan hafif süvarilere yönelirdi. Baytar da, söylem em ekle birlikte, süvarileri yeğlerdi. Bir kez kolejin ödül dağıtım ında, peykenin üstünde, genel m eclis üyesi olarak, albay de Prébord de la C hastelaine'le yanyana bulunm uş, süvari, m onoklünü silerek kendisine dönm üş, "B en ce hava çok sıcak," dem işti. Ferdinand bu sadelik karşısında heyecanlandığını duym uş, hafif süvari­ lere sevgisi de işte o gün başlam ıştı. Birkaç kez, askeri bay­ tar yokken, süvarilerin karargahına, atları m uayeneye çağ­ rılm ıştı. Ü steğm en G alais'yi böyle tanım ıştı, tayların iğdiş edilm esi konusunda bilim sel bir tartışm a yapm ışlar, bu tartışm adan sonra birbirlerine saygı duym aya başlam ış­ lardı. Ü steğm en ciddi bir gençti, doğuştan süvariydi, boş zam anlarını da Sekuanların G alya'n ın fethi sırasında kul­ landıkları binicilik koşum ları ü zerine bir yapıt hazırla­ m akla geçiriyordu. Bu kadar bilgi, bu kadar ciddilik Ferdinan d 'ı hayran bırakm ış, evine dönünce, süvariyi övm üştü: — A layın en iyi süvarisi... H iç de zengin olm adığını, hem de tüm bu "d e'T üler arasında biraz yalnız yaşadığını işittim . Bu "h iç zengin olm ad ığı" sözü M m e H audouin'in yü­ reğine saplanm ıştı. H erm eline kardeşlerin yanındayken yüz kez tasarladığı rom ana yeniden başlam ıştı: H ayranlık verecek derecede yoksul bir subay kendisine tutuluyor, kendisi de pek öyle yüz ağartacak bir durum da bulunm a­ yan ana babasını öldürtüyor, kalıtını nişan sepetine koyu­

Yeşil Kısrak I 125 yordu. Baytar üsteğm enle at üstüne başka konuşm alar yapm ak fırsatını da bulm uştu, bir kez de, anatom i çizim leri gösterm ek bahanesiyle evine getirm işti onu. H élène pancurun ardından sokağı gözetliyordu. İki adam ın eve doğru geldiğini görünce, piyanonun başına geçm iş, üsteğ­ m en içeriye girince de bir şaşkınlık çığlığı koparm ıştı. O nun kızardığını görünce, üsteğm enin koltukları kabar­ mış, onu güzel bulm uş, yarıda bırakılan sonata devam et­ m esin i rica etm işti. Ü steğ m en , d ah a o akşam , M m e H audouin'in nota sayfalarını çevirebilm ek için, solfej çalış­ m aya başlam ıştı. Sonunda düzenli olarak gelir olm uştu. Baytar, H élène'in konuğa yeterince yakınlık gösterm em e­ sinden yakınıyordu; gerçekten de, H élène çok az konuşu­ yordu onunla, üsteğm en de dil dökm ekten hiç hoşlanm ı­ yordu. A şklarından hiç kuşku duym adan, ağır başlılıkla bakıyorlardı birbirlerine, baytarın varlığı bile m utlulukla­ rına gölge düşürm üyordu. Bir öğle sonu, ü steğm en G alais, H élène'i evde yalnız bulm uştu. H élène piyano çalm ış, o da sayfaları çevirm işti, açılm alarına gelince, her zam an­ kinden daha içli, daha candan açılm alar olsa bile, hep ses­ siz açılm alardı. Bununla birlikte, süvari subayı "A llahaıs­ m arlad ık" deyip de H élène'in elinin avucunda titrediğini duyunca, küçük adını fısıldam ış, çarpık bacaklarının ü s­ tünde sendeleyerek sıvışıverm işti hem en. Sonra, bu arı aşk, bakışları arasında bir giz olarak kalm ıştı. Tren, bir süvari ile Jasm in 'in iki gözünün eşliğinde V albuisson'a yaklaşıyordu. M ainehal, Ferd inand'a para borçlu olan adam , yolcuları küçük istasyonun avlusunda bekliyor, arabası koşulu duruyordu. Borcunu hiçbir zam an ödem em eye kararlı, şişm an, kibar bir adam dı. Ferdinand: — H arm an iyi olacağa benziyor bu yıl, diye söze girişti.

126 I

Marcel Aymé

— Ö yle görünüyor, am a benim ekinler devedikenleriyle dolu. — H adi canım , öyle konuşm ayın... — İşin gerçeğini söylüyorum , m onsieur H audouin. — Büyütüyorsunuz, M ainehal, büyütüyorsunuz. — Hayır, m onsieur H audouin, hayır. N için bü yü te­ yim ? N asıl olsa, bu yıl paranızı verem eyecektim . Ekin iyi bile olsa, verem ezdim . Baytar bu rahat ataklık karşısında şaşırm ıştı. Zorlam a yolları arayarak, öfkeli öfkeli arabaya bindi. A ntoine baba­ sının yanm a da, karşısına da oturm am ak için bir düm en çevirm eye bakıyordu. H erkesin yerleşm esini bekliyor, sı­ kışıklığı bahane ederek arabacının yanm a oturm ak istiyor­ du, am a babası bacaklarının arasından bir u fak iskem le çı­ kardı, onu da buraya oturm aya zorladı. A raba Valbuisson'd a ilerlem eye başladı, herkes külüstür araba düşlerine daldı gene: Jasm in, süvari subayı, m elon şapka, hafif gü­ nahlar. A n toin e'ın başı babasının yeleğinin içindeydi nere­ d eyse, arabaya eşlik eden Jasm in 'in gözlerini görebilm ek için boynunu eğiyordu. Baytar m antıklı çocukların düşlere dalm asından hoşlanm azdı: — N e düşünüyorsun? diye sordu. A ntoine, başını çevirm eden, soğuk bir sesle: — H iç, d iye yanıtladı. — M adem ki bir şey düşünm üyorsun, söyle bakalım , Vestfalya A ntlaşm aları kaçta im zalandı? A ntoine kıpırdam adı, sesini de çıkarm adı, öylece kal­ dı. Babası kızdı, atın b ile kulaklarını d ikm esine yol açan, tiz bir sesle: — H epiniz tanıksınız, dedi, Vestfalya A ntlaşm ala­

Yeşil Kısrak I 127 rı'nın tarihini bilm iyor! Tem belin biri! H epim izin yüzünü kızartacak, am cası A lphonse gibi olacak! A m a bugün, am ­ casının çocuklarıyla gezecek yerde, babasının yanında ka­ lacak. Benim yanım da. Ü züntülü bir sessizlik başlad ı arabada. Lucienne, kar­ deşi için bir dua okuyordu içinden, H erm eline kardeşler önem li tarihleri anım sam ak için bu duayı salık verirlerdi. Fréd éric, p arm ağ ıyla, havay a rak am lar çiziyor, M m e H audouin de sevecen bir gülüm sem eyle bir avuntu sağla­ m ak için küçük oğlunun bakışını kolluyordu. A m a A nto­ ine, gözlerini pazarlık potinlerine dikm iş, hiçbir şey gör­ m ek istem iyordu. Baytar yineledi: — Benim le. Bütün gün. A ntoine göğsünün Jasm in 'in bir hıçkırığıyla kabardı­ ğını duydu o zam an. T ü kürüğünü yuttu, boğuk bir sesle: — 1648, dedi.

Yeşil Kısrak I VII

Baytarın ailesinin C laquebu e'ye geldiği pazar günleri, H onoré'nin ailesi daha sabahın dördünde ayakta, sinirli bir bekleyiş içinde olurdu. H er zam anki gibi, ahırın gübre­ leri süpürüldükten, hayvanların altındaki otlar düzeltil­ dikten, ineklerin, dom uzların, tavukların, tavşanların, ar­ kasından da insanların yiyecekleri verildikten sonra, on iki kişilik fasulya, salata ayıklam ak; ayakları yıkam ak, tem iz göm lekler giym ek, yıkam ak, ütülem ek, onarm ak, haşla­ m ak, süpürm ek gerekirdi. Bir yandan da bağırılır, zam a­ nında hazırlanm anın olanaksızlığından sözedilirdi. Sekiz buçukta, M ontée-R ouge'u n tepesinde arabanın belirişini görm ek üzere, A lexis ceviz ağacına tırm anırdı. Bağırırdı (bazen de, cevizden inince kıçına bir sopa yem e­ yi göze alarak, şaka olsun diye, yalan atardı): — A m cam ın arabası M ontée-R ouge'u n üzerine geldi! O zam an, zorlu bir gürültü kopardı m utfakta. H onoré karısına bağırırdı, yaka düğm elerini bulam am ış olurdu çünkü (nereye sokm uşlardı yaka düğm esini). A délaïde sağ elinde bir ütü, sol elinde bir iğne, m utfağın içinde bir oraya, bir buraya koşar, önüne ne gelirse ütüler, diker, hiç durm adan, dört nala koşar, kocasından da fazla bağırır, hiç kim senin kendisine yardım etm ediğini, herkesten daha çok yorulduğunu, bu yorgunluktan öldüğü gün, belki de durum u anlayacaklarını söylerdi. — Bari çabuk geber de bir karı daha alalım ! — Sana varacak karı bulursan! — Yaka düğm elerini yitirm eyecek bir karı isterim . — Ç ekm ecede dedik sana! O n yere birden koşam am ya.

129

130 I

Marcel Aymé

N oiraud herkesin ayağına takılır, bütün kapıları b ir­ den kapatır, sonunda da tekm eleri yerdi. Juliette, G ustav e'la C lotild e'i çağırırdı. G elm ezlerdi bir türlü. Bir hende­ ğin dibinde bulunurlardı sonunda, toprağa batm ış, kir pas içinde ya da gübre yığınında bir tünel açarken geçerlerdi ele. Bereket versin, pazar günleri son anda giydirilirlerdi; tem iz giysilerini de aynı biçim d e kirletebilirlerdi. Juliette yüzlerini yıkar, saçlarını tarar, giydirirdi. H onoré düğm e­ sini düzeltirdi (yaka düğm esi çekm ecedeym iş), A délaïde, b ir yandan pasaklılarının üzerinde bir iki düğm e diker, bir yandan kara giysisini giyerdi. Sonra, araba avluya girm ek üzere yolu döndü m ü herkes evden çıkar, güler, bağırırdı: "İşte geld iler!" Baytar (arabayı genellikle o sürerdi) atını durdurur, o hafif, o kabız sesiyle yanıt verirdi: "E vet ya, iş­ te geld ik!" Sonra herkesten önce yerinden atlar, karısının inm esine yardım ederdi. — Evet, işte geldik, diye doğrulardı. — Tam am , görüyorum , geldiniz, derdi H onoré. O zam an duygulanm alar başlardı işte; am ca çocukla­ rının yanaklarında öpüşler şaklar, yengelerin am caların yanaklarında çarpılır, toplanır, kırk sekizi bulurdu. — M incozlara bak! — Ç ok m u sıcaktı? — Onu öpm em iştim . — Beni öpm edin. — A m canı öptün m ü? — N oiraud! C ici köpeğim ! — N asıl da büyüyorlar! — G eçitte beş dakika harcadık. — G it yat, uyuz. Bütün giysileri yiyecek bıraksan. — Yollarda o kadar araba var ki şim di. — Pis elleriyle üstünüzü kirletecek.

Yeşil Kısrak I — Bırakın, bırakın... — A t kısm ı öyle çabuk ürker ki. — O n iki yaşında, göreceksiniz, A n toin e'ı geçecek. Tam on dakika boyun ca sevgi gösterileri yapılır, N oiraud'ya bir tekm e, G u stave'a b ir şaplak yapıştırılır, A lexis de ailenin göğsünü kabartan, lüks koşum a saygı dolu bir özen göstererek atı çözerdi. K ardeş karıları eve gi­ rerler, baytar da — baytarlık bu ya! — H onoré'ye: — Şim di gidip hayvanları görelim , derdi. İki kardeş, ilk coşkunlukların sıcaklığı içinde u nu ttu k­ ları düşm anca kuşkunun yeniden doğduğunu ahırda du­ yardı ancak. Ferdinand ciddi ciddi hayvanları yoklardı. — Bu inek kuru otu fazla yiyor. — Olabilir, am a on iki litre sütünü de veriyor. H onoré, ineklerin ardında, çok geride durur, d üşünce­ lerine kulak asm adığını baytara belli ederdi. Ferdinand ge­ ne de m uayenesini sürdürür, bu arada, bu parasız, am a ge­ ne de (iyice düşünülünce) yüz sou eden m uayenenin aile­ siyle birlikte kardeşinde yed iği yem eği neredeyse tek başı­ na karşıladığını, böylece Saint-M argelon'd an getirilen so­ ğuk etle sosisin fazladan bir ikram olduğunu düşünürdü. O pazar sabahı, öbür pazarlar gibi olm adı. A lexis, ce­ viz ağacının tepesinden, arabayı görm üştü, am a bu araba am casının landonundan o kadar farklıydı ki dikkat bile et­ m em işti. M ainehal'in gelişi herkesi şaşırttı. H onoré, yam a­ lı, dizleri yırtık bir pantolonla çıktı. Ç ocuklar her günkü giysileriyleydiler, analarının üstünde de pem be çizgili bir fanila ve eteklik vardı. Baytarın keyfi kaçtı, yabancılar kar­ şısında böyle b ir derbederliğin kötü etki yaptığı düşüncesindeydi; karısı ile Lucienne bakım ından da rahatsız edi­ yordu bu onu, H onoré'ye birkaç kez pantolonunun önü­ nün yelden açıldığını işaret etti. H onoré anlam ıyordu, çok

13 1

132 I

Marcel Aymé

şaşırm ıştı: — M ainehal'in arabasıyla geleceğinizi hiç u m m uyor­ dum , dedi. Kara at hasta m ı yoksa? Bunun üzerine, baytar m orardığını duydu. Ö püşm e­ leri kısa keserek, ezik bir sesle: — G idip hayvanları görelim , diye m ırıldandı. H onoré, M ainehal'le bir iki sözcük konuşuyordu, bay­ tar dirseğiyle dürttü, yalvardı: — H ayvanları... A hıra geldikleri zam an, Ferdinand korka korka karde­ şine baktı. — M ektubum u alm adın mı? — Alm adım , anlatınca çok güleceksin. D éodat kaybet­ m iş, bir düşün, okuldan dönen çocuklarla kavga ederken, m ektup çantasından düşm üş. Z avallı D éodat, bir de gelip anlattı bana, çok sıkılıyordu... N e oluyor sana böyle? Ferdinand inek sağm akta kullanılan, üç ayaklı iskem ­ leye çöküverm işti. — Tanrım , m ektubum ! M ektubum u yitirm iş... Başını ellerinin arasına aldı, um utsuzca inledi. H ono­ ré 'nin içini de bir ağır sıkıntı sardı, postacının kuşkularının ilkin Tintin M aloret'ye yönelm iş olduğunu anım sadı. A m a Ferdinand'm um utsuzluğu yüreğine dokunm uştu, karde­ şini kaldırdı, elini om uzuna koydu. — Biraz m antıklı ol, yavrum , bir m ektubu dert edecek değilsin ya. H adi, yavrum . Baytar kardeşinin kucağına bırakıyordu kendini. Bir zayıflık duyuyordu, kardeşinin kendisine "y av ru m " dedi­ ği her seferde bir sevgi yükseliyordu burnunun ucuna. H onoré de duygulanıyordu. Belki de Ferdinand tüm den kötü değildi; Saint-M argelon kolejinde doğru yoldan çı­ karm am ış olsalardı, iyi bir köylü H audouin olabilirdi.

Yeşil Kısrak I 133 — H adi, dertlenm enin sırası değil. Bir saçm alık yap ­ tıysan, saçm alık yaptın diye serzenişte bulunacak değilim . H em sonra saçm alık da denm ez buna, bir şanssızlık. K im ­ senin akim a gelm ezdi böyle olacağı. N e yazm ıştın? — N e m i yazm ıştım ?.. Hayır, görüyorsun, söylem eyi bile göze alam ıyorum . G ene kızacaksın. — Daha neler! A nlıyorum , fazlasıyla anlıyorum ü zün­ tünü. A nlat da rahatça düşünelim birlikte. — Politikadan sözediyordum , am a bu bir şey değil... A nnem izden de sözetm iştim ... — N e de olsa annem izin şey... — Evet ya, tam o işi anlatıyordum . İşi çıkış noktasın­ dan, Bavyeralm m gelm esinden alıyordum ... Sonra da... H er şeyi söylüyordum senin anlayacağın... H onoré yum ruğunu Ferdinand'm başına doğru salla­ dı. Bu uyuz eşek boku baytar kadar dangalak hayvan gör­ m ediğini söylüyordu. G ördüğü Tanrının belası öğrenim buna yarıyordu işte, annesinin bir Prusyalınm altına yattı­ ğını davul zurnayla tüm m em lekete yaym aya yarıyordu. Baytar da kendisi gibi eline kalem alm aktan tiksinm iş ol­ saydı, kendi yaşam larını da, çocuklarının yaşam ını da ze­ hir edecek bir m ektup yazm ayı akıl etm ezdi. H onoré alık­ lıkla, takm a yakalı kilise fareliğiyle, m ürekkep yalayıcılık­ la, boynuzlulukla niteledi kardeşini, bir yandan bağırıp ça­ ğırırken, bir yandan da gidiş gelişini izlem ek için boyunla­ rını uzatan ineklerin şaşkın bakışları altında, bir aşağı, bir yukarı gidip geliyordu. Ferdinand ayaklarına takılıyor, şöyle akla uygun bir tartışm a başlatm anın yolunu arıyor­ du, am a sövgüler birbirini öyle hızlı izliyordu ki bir türlü başaram ıyordu bunu. Boynuzlu sözü ötekilerden daha çok dokundu baytara, dikleşm ek istedi. H onoré gözlerini teh­ likeli bir bakışla üzerine dikti:

134 I

Marcel Aymé

— Boynuzlu diyorum işte, ne sandm dı ya! Boynuzlu, evet, hem de tüm aile! Verdiğim gizi saklam asını bilem e­ yen bir kalem budalası yüzünden. N e dedin? K es, dinle­ m eyeceğim seni. N e yapayım istiyordun yazdığın zırvala­ rı? A klım ı m ı çelecektin? M aloret'd e şim di m ektubun, Z èp h e'in evinde. O nun oğlu alm ış, kendisi de olsa aynı şe­ yi yapardı. Ç alm ak, gam m azlam ak kanlarında var herifle­ rin. O m oruk, o M aloret'lerin son gebereni de öyleydi, m o­ ruğun babası da öyleydi. Bul bakalım şim di m ektubunu, bul hadi! H onoré, öfkeden fitreye titreye, gitti, iki ineğin burnu arasında, yem liğe belini verdi, düşündükçe yatıştı. M ektu ­ bun Z èp h e'te bulunm ası da, bundan yararlanm ayı düşün­ m esi de olacak şey değildi pek. A m a H onoré, işi en kötü yanından aldığı zam an bile, büyük bir sağduyuyla, M aloret'n in fazla bir zarar verem eyeceğini düşündü. H iç ku ş­ kusuz, H aud ouin'lerin anasının bir Bavyeralıyla yattığını tüm C laquebue bilecekti, üstelik, durum lar ne kadar yüz ağartıcı olursa olsun, yalnızca yattığı kalacaktı akıllarda. H onoré bu konuda halkoyunun kendisi için çok önem li ol­ duğunu kabul etm ek zorundaydı; am a ölm üş bir kadın söz konusuydu ne de olsa, bir ölü ile bir canlı arasında dağlar kadar fark vardı. Bir ölü hakkında yü ksek sesle söy­ lenen şey yaşayan biri hakkında alçacıktan düşünülen şey kadar bile önem taşım az, yarısı bile, çeyreği bile değildir. H onoré ölülerin ünüyle yaşam adığını — baytara yakışırdı böyle şeyler — , yalnızca bundan yararlandığını düşünü­ yordu. Ö te yandan, m ektubun C laquebu e'd e elden ele do­ laştığını görm enin alçalışının iç rahatlatıcı karşılığını tasar­ lıyordu. G eriye ata ata gerçekleştirm ekten vazgeçtiği istek, Z èp h e'ten öç alm a isteği, yeni bir bahane buluyordu bu iş­ te. M aloret'ye karşı duyduğu tedirginlik ve tiksinti duygu­

Yeşil Kısrak I 135 su daha bir sağlam laşıyordu. K ini güvendeydi artık, sava­ şın en sonunda ilan edildiğini öğrenen iyi bir yurttaş gibi hafif buluyordu kendini. Ferdinand, kardeşinin düşüncesine saygı gösteriyor, düşüncesinin tuttuğu yönü yüzünden anlam aya çalışıyor­ du. Flonoré iyim serliğini belli etm em eye çalıştı. Bu işin kendisini kardeşi karşısında üstün bir durum a getirdiğini daha başlangıçta anlam ıştı, onda uyandırdığı güven duy­ gusundan ileri gelen, nam uslu bir üstünlüktü bu. — N e olacak şim di? diye sordu Flonoré. Ferdinand, pazarlık pabuçlarının üzerine düşen, za­ vallı bir sesle: — Bilm em ki, diye yanıtladı. — Bu işe sevinm en gerekir bence, değil m i öyle? Z èp h e'i C laquebue belediye başkanı olarak görm ek isti­ yordun. B eni aldatm ak için sana gereksinim i yok artık, m ektup senin zırvalarından çok daha iyi görecek herifin işini. O nu ben engellem em artık. A ğzını kapasın, ayağını öperim . A m a belediye başkanı olduktan sonra para isteye­ cek senden, yirm i bin, otuz bin, elli bin, belki daha fazla. O bakım dan, ben im içim rahat, param yok çünkü. Paradan sonra, evini isteyecek, evinden sonra da... Y ıkım ların sıralanm ası Ferd inand 'ı dehşete düşürdü, gene iskem leye çöktü, inlem eye başladı. — A m a fazla telaşlanm ak da yersiz, dedi Honoré. Bel­ ki de Tintin m ektubu babasına verm em iştir, verm em işse şaşarım , am a belki de verm em iştir. — N e diye saklasın? — Z èp h e'e verm ek için aldı kuşkusuz. G ene de çocuk­ ların işi belli olm az. A kıllarına eseni yaparlar. Bir gün A le­ x is'nin beş sou'yu dereye attığım görm üştüm , nedenini an­ layam adım .

136 I

Marcel Aymé Baytar om uz silkti. Parayı suya atm ak budalalıktı. — Dersini verm işsindir inşallah. — Hayır, beş s ou kendisinindi, kendi bileceği işti. — İyi etm em işsin. Bu çocuğun cezalandırılm ası gere­

kirdi. Sesini çıkarm azsın, sonra da parayı sokağa attığını görür, şaşarsın. Ç ocuklara ne kadar sert davranılsa azdır... Sonra baytar, A ntoine'ın böyle bir saçm alık yapm ası durum unda, ona paranın değerini bir güzel öğreteceğini söyledi; bunalım ını azaltan bir öfke nöbeti içinde, Antoine'a atıp tutm aya başladı, sanki oğlu şim diden tüketm e­ ye başlam ıştı parasını. — Aylağın biri! Fransa tarihini bile bilm iyor! Vestfalya A n tlaşm aların a bir girsem , bıçak açm ayacaktı az önce ağ­ zını! Tembelin, kötü huylunun biri! Benim çalışm aktan ca­ nım çıksın, bu hayvan da kazandığım paraları har vurup harm an savursun, öyle m i? U ç ay boyunca sokağa çıkm a­ sını, tatlı ve m eyva yem esini yasak ederim , paranın değe­ rini anlar o zam an... — Sokağa atm asına yetecek kadar para kazanıyorsun nasıl olsa, hele bir o yaşa gelsin. — Sen de hem en ondan yana çıkıyorsun, sen de öyle­ sin, bir kuruşunu avucunda tutm asını bilem edin, diye ho­ m urdandı Ferdinand. — C anım ın istediğini yaptım ben, biraz da fazlaya kaçtım . Sen de bundan hoşlanm ıyorsun, aynı şey. — Bir insan tek başına yaşam ıyorsa, canının istediğini yapm aya hakkı yoktur. AntoineT m asrafçılığa kışkırtırsın, am a ileride kardeşinin sırtından geçinirm iş, orasına aldır­ m azsın. F erdinand'm sözleri neredeyse bir taş atm aydı. H ono­ ré 'nin bunu görm em esi olanaksızdı. — İnsan kardeşine belbağlayacak olsaydı...

Yeşil Kısrak I

137

— Bence senin bundan dert yanm ana yer yok, deyi­ verdi Ferdinand. H onoré'nin aynı zam anda hem istediği, hem de kork­ tuğu sözdü bu. — Ya! Senin evinde bulunduğum u anım satm ak isti­ yorsun dem ek! İyi ya, haftaya çeker giderim ! Bildiğin gibi kullan evini! Suratım a karşı kardeşim in evinde oturduğu­ m un söylenm esini işitm ekten bıktım artık! G üm bür güm bür çıkıyordu sesi, baytar da cılız, kekre sesini duyurm aya çalışıyordu. — K üm esinde bir hafta daha kalm aktansa, sokakta yatarım , daha iyi! Ç arşam baya çıkarım , C laquebu e'den de giderim . C anın isterse gelir, kend in yerleşirsin evine, Z èp h e'le de yalnız başına hesaplaşırsın. Bana gelince, ben artık buralı değilim . H onoré, söylediği son sözler üzerine, kardeşinin elle­ rinin böğründe kaldığını gördü. A laylı alaylı sürdürdü ko­ nuşm asını. — M ektubunu alm ak için beş kuruş bile verm em M aloret'ye. Baytar dehşetten alıklaşm ıştı. Bir kukla gibi yürüm eye başladı ahırda, m esleğini anım sayarak bir ineğin kuyruğu­ nu kaldırıyor, kardeşine anlam sız gözlerle bakıyordu. H o­ noré öfkesinden duram az olm uştu, ayrılacağını tüm aileye haber verm ek üzere ahırdan çıkm asına ram ak kaldı (bunu söyledikten sonra, gerçekten gitm ek zorunda kalacaktı). A m a baytarın üzüntüsü atılışını yarıda bıraktı. O m uz silk­ ti, kardeşine doğru b ir adım yürüdü. Ferdinand durdu, ineğin kuyruğu hep elindeydi, şaşkın şaşkın gülüm sedi. H onoré'nin yüreği burkuldu, bir pişm anlık duydu. — Ferdinand... Ferdinand kım ıldam adı, başsız sonsuz birkaç sözcük

138 I

Marcel Aymé

m ırıldandı. H onoré, "m ektu p ..." sözcüğünü işitti. Ferdinand... D urm adan bağırıp çağırm ak neye ya­ rar? Bırak şu ineğin kuyruğunu da rahat rahat konuşalım . M ektubuna gelince, M aloret'nin elinde işte, geri alm anın bir yolunu arayacağız. H adi, otur şuraya, seni böyle gör­ m ek hiç hoşum a gitm iyor, deli gibisin. Bir kez, ne yazdığı­ nı ayrıntılarıyla bilm ek istiyorum . H adi bakalım , iyi dü­ şün. Ferdinand yıl içinde yazdığı tüm m ektupları, yaptığı tüm konuşm aları neredeyse ezbere bilirdi. Şaşkınlık için­ deydi, ilkin biraz duraladı, sonra, söyledikçe açıldı, sesini yükseltip alçaltarak, kafasını sallayarak tüm celerine daha bir akıcılık katıyordu: "Sevgili H onoré, kara at hafta başın­ da karın ağrısına tutuldu..." K ardeşi bitirdiği zam an: — M aşallah, aferin sana! dedi H onoré. H içbir şeyi unutm am ış olm akla övünebilirsin. — A m a yazdıklarım çok doğruydu... H onoré yanıt bile verm edi. Ü ç ayaklı iskem leye otur­ du, Z èphe M aloret'nin m ektubu dönüp dönüp baştan okum aktan aldığı hazzı gözlerinin önüne getirm eye çalış­ tı. Z èp h e'in çok ateşlendiğini düşünüyordu, bu da onun için alçalışların en büyüğüydü; m ektubu tüm köyün öğ­ renm esi hiçbir şey değildi bunun yanında. Şim di Zèphe bir zam anlar Bavyeralıyla konuştuklarının bir sonucu ol­ duğunu, her şeyin o sırada hesapladığı gibi sonuçlandığı­ nı kesinlikle biliyordu. H onoré bu işi ne kadar çok düşü ­ nürse, m ektubu geri alm aya verdiği önem o kadar azalı­ yordu. M aloret'ye Bavyeralı serüvenini ancak üzüntüyle düşündürtecek bir öç alm ak istiyordu her şeyden önce. Baytar soluğunu tutuyor, büyük sözler bekliyordu. K ardeşinin göz kırptığını, pabucunun burnuna tükürdü­

Yeşil Kısrak I

139

ğünü görünce, çok derin düşüncelere daldığı kanısına var­ dı, varlığının kendisini rahatsız etm esinden korkarak p o ­ tinlerinin ucuna basa basa uzaklaştı, hayvanları pazar m u ­ ayenesinden geçirecekti. H onoré başını kaldırm adan: — İneklerim i rahat bırak, dedi. İnekleri elleyeceksin de ne kazanacağız? H onoré kardeşini terslem ekten çekinm ezdi genellikle, bununla birlikte, ineklerin m uayenesi gibi neredeyse ku t­ sallık kazanm ış bir alışkanlığı böylesine kesin bir dille yer­ m eyi hiçbir zam an göze alam am ıştı. Ferdinand ilişkilerin­ de birdenbire bir şeylerin değiştiğini sezinledi. E linde ol­ m adan, kendi çiftçisi gibi gördüğü adam ailenin büyüğü, H audouin'lerin başı oluyordu. Ü stelik, şim diki durum da en iyisi onun sözünü dinlem ekti. Ç ekine çekine. — N asıl olsa bir zararı, bir m asrafı yok, dedi. — İneklerim i rahat bırak diyorum sana. Baytar m uayeneyi bırakm aya boyun eğm ek zorunda kaldı böylece, am a, elinde olm adan: — Bak, haberin olsun, dedi. Fidèle boğasam ış. — İyi ya, canın çektiyse... Baytar açık saçık şakalardan nefret ederdi, fazlasıyla kesin görüntüler getirirdi bu şakalar gözlerinin önüne, bunlar da bazı bazı birkaç gün boyunca kafasına saplanıp kalırdı. K ızardı, birtakım olanakları değerlendirm ekten kendini alam adan, şöyle b ir baktı Fidèle e, kardeşinin ser­ bestliği karşısında tepesi attı. — Senin yaşında bir adam ın hâlâ böyle pisliklerden hoşlanm asına akıl erdirem iyorum , hayır, erdirem iyorum ... H onoré kardeşinin ar duygusunu yaralayan kötü söz­ lerini unutm uştu bile. — N e pislikleri? dedi.

140 I

Marcel Aymé — — — —

Senin şu söylediğin gibi pislikler. Pis bir şey m i söyledim sana?... C anın çektiyse... N eyi canın çektiyse?

— Evet, "canın çektiyse" dedin bana... — A nlayam adım . — Yani benim canım çektiyse! Ferdinand sinirleniyordu. H onoré kaygıyla baktı kar­ deşine, heyecandan kafasının bulandığını düşündü. — G idip biraz bir şeyler yem elisin, dedi. Şim di A déla­ ïde sana bir sütlü kahve yapar. Baytar yanıt verm edi. İyice kırılm ıştı. N am usuna dil uzatıldığı yetm iyorm uş gibi, bir de budala yerine konulu­ yordu. A rılığın, alçakgönüllülüğün arm ağanı buydu işte, bir kez daha görüyordu bunu. İki kardeş ahırdan çıktığı zam an, baytarın lim on gibi sapsarı olduğunu, ceketinin uçlarını korkak bir devinim le kıçının üstüne indirm eye çalıştığını herkes açıkça gördü. H onoré ise, tam tersine, keyifliydi, gözleri pırıl pırıldı, giy­ sisini güzelce dolduruyordu. Ferdinand'a söyledikleri de duyuldu: — H içbir şeye karışm a sakın, şim diye kadar kırdığın fincanlar yeter de artar bile. O herifin evine adım atm ak da yasak! K ISRA Ğ IN D ED İK LERİ C laquebu e'd e on dört çiftleşm e biçim i vardı, papaz bunların hepsini beğenm ezdi. Bunları burada bir bir b e­ tim lem ek gerekm ez, üstelik betim leyeceğim derken kızışıverm ekten de korkarım . K öyün ortak serm ayesini oluştur­ m azdı bu alışkanlıklar, köyde bu alışkanlıkların dörtte bi­

Yeşil Kısrak I 141 rini bilen bir tek kişi bile gösterilem ezdi neredeyse. Aile yordam larıydı bunlar, evlilik, çocukluk anıları, ender ola­ rak da dost gizleriyle bir yerden bir yere giden, taşınır m al­ lardı. İlk bakışta, birkaç yüz nüfuslu bir köyde, bu alış-verişlerin tüm aileleri on dört şehvetin on dördünü de bir bir deneyecek durum a getirm esi gerekirm iş gibi geliyor insa­ na. H iç de böyle olm uyordu işte, öyle ya, yeğlem elerin, ka­ dının ar duygularının ya da erkeğin dediği dedikliğinin et­ kisi bu yöntem lerin kim ilerini -birini ya da ikisini- üstün çıkarıyor, yeni kazanmaları, bazen de bir aileyi tam yüz yıl­ dır geçindirip giden gelenekleri unutuşa yuvarlıyordu. Ye­ ni evliler arasında yeni gelenekler çıktığı çok ender oluyor, erkek hem en her zam an kendi geleneklerini benim setiyor­ du. Yeniliğin, değişikliğin çekim ine kapılan, daha m eraklı aileler de vardı. Ö rneğin Berthiehlerin erkekleri birbirin­ den farklı dört beş biçim de okşarlardı karılarını. Am a birer istisnaydı bunlar, nam uslu ve çalışkan olup da üçe kadar çıkan tek aile yoktu. C laquebue'lü H au-d ou in'ler hem en her zam an yaşlı H aud ouin'in örneğine uym akla yetindi­ ler, H on oré'nin oğullarının en atağı olan A lexis de buna ancak ayrıntı inceliklerini ekledi. O ysa A lexis çocukluğun­ da aşk gizlem lerine ateşli bir m erak gösterm işti. İnsanın beden yapısına ilişkin bilgilerinin sunduğu tüm olanaklar üzerinde kafa yorm uş, kendi yaşındaki kızlarla yaptığı de­ nem elerde de yaratıcı ve ar duygusundan yoksun olduğu­ nu gösterm işti. O n sekiz yaşm a doğru, inceliklerin, şirin­ liklerin rahatsız edici bir yü k olduğu bir dünyaya girm eye hazırlanırcasm a, birdenbire yitiriverecekti d eneylerinin m eyvasm ı. K ardeşleri için de, babası için de, C laquebue erkeklerinin çoğunluğu için de böyle olm uştu; ileri deli­ kanlılık çağlarında, saf, gürültülü, edepsiz aşk alışkanlık­ larından koparlar, bir kadın seçm e ve kendilerini her alan­

142 I

Marcel Aymé

da sınırlam a yolunu tutarlardı. H aşlanm ış yum urtalarını, güzelim sağlık günlerinde yedikleri işkem belerin, dom uz sucuklarının düşünü kura kura geveleyen perhizli hasta­ lar gibi, üzülerek seçerler, gene de alışırlardı; öyle ya, önem li olan para kazanm ak için yaşam aktı. Ekm eğini bir toprak parçasından çıkarm ak için uğraşıp didinm ek ge­ rekti m i, on dört yordam yoktur, on iki yordam , altı yor­ dam da yoktur; bir yordam vardır, bu da sık sık düşünül­ m ez. C laquebue'lü erkekler, gençlik yıllarının ganim etleri­ ni unutm akla kalm azlardı yalnız, çocuklarının oyunların­ da aşk hazlarım n büyük bir yer tuttuğunu da unuturlardı; daha doğrusu, unutm uş gibi davranırlardı. O ğlanlar, çocuk yaşlarında, cinsel içgüdülerini karşı­ layan her şeyi neredeyse sınır tanım az b ir m erakla söyler­ lerdi birbirlerine. Şehvet düşkünü ve gizem siz bir sürü oluştururlardı, eğlenceleri geçim kaygısıyla dizginlenm e­ yen, körpe kır tanrıları gibiydiler. H erkesin kendi devşirisini kattığı bir haz birliğiydi bu; kim i dâhice bir düşünce, kim i açık saçık bir deyim , kim i aile içinde edinilm iş bir gözlem getirirdi. O kul dönüşü, işem ek için toplanırlar, bir ot dalıyla şeylerini ölçerler ya da çitler arasında bir kız ya­ kaladılar m ı zorla önünü açtırtırlardı. Bundan sonra yo­ rum lar başlar, yüz kızartıcı deyim ler birbirini kovalardı. K ızlar bu bilim sel tartışm alara katılm az, bu işin kurbanı olm adıkları sürece, tartışm anın konusu olan gösterileri her zam an u zaktan izlerlerdi. D insel görevleri konusunda da­ ha erken başlam ış bir duygu, m eraklarına karşı denge olurdu. Papaz da kadınların din adam larıyla hekim lere ta­ nıdıkları saygınlıktan yararlanarak onları kolayca etkiler­ di. C laquebue'nün dişi öğesi ü zerindeki etkisini bilir, söz bu konuya gelince, köyde hiç kadın olm asa belki de erm iş­ ler yetiştirebileceğini, am a hiçbir zam an iyi K atolikler ye­

Yeşil Kısrak I 143 tiştirem eyeceğini söylerdi. O ğlanların cinsel gösterileri yalnızca sözlerle ya da öykünm elerle de belirm ezdi. M erak alanları neredeyse sı­ nırsızdı, basit aile geleneğiyle ilgilendikleri kadar, erkek erkeğe sevişm eyle de, başka d üşkünlüklerle de ilgilenir­ lerdi, görüşleri çoğu zam an eksik olsa bile, bu eksiklikler de gerçekleri görm elerini az çok önleşe bile, öykünm e dü­ zeyinde kalm ayan, değişik çiftleşm e örnekleri verm elerine engel değildi bu. Bütün çağlarda, hem köylerde, hem kentlerde görülen şu yalnız tadılan hazlara gelince, bunun sözünü bile etm iyorum . Yaz m evsim inde, çocuklar okuldan uzak kalır, sürüle­ ri güderlerdi, boş zam anlarından ve özgürlüklerinden y a­ rarlanm ayı da unutm azlardı elbette. K üçük kızlar bu genç çobanların açık saçık konuşm alarına oldukça sık aldanır, bir seçim yapm adan, hem de gerçek bir istekten çok, gev­ şeklikten ya da zam an öldürm ek d üşüncesiyle boyun eğerlerdi. Bu kucaklaşm aların bir içe kapanış durum unda gerçekleştiği enderdi, hem en her zam an, bir iki oğlan da olanları izler, kendi sıralarını beklerlerdi. Bazı bazı, m ül­ kün ve törenin koruyucusu olan kır bekçisi, bu kır şenlik­ lerinin ortasında çıkagelirdi, am a bir tutanak düzenlem eyi düşünm ezdi bile; yalnız m ülke zarar veren, onun değerini düşüren davranışlar kötü törelerdi, bu çocuk eğlenceleri ise, iyilik bakım ından olsun, kötülük bakım ından olsun, C laquebu e'lü yurttaşların düzeni açısından da, m ülkü açı­ sından da hiç m i hiç önem taşım ıyordu; kapalı alanda, ço­ cukluğun kapalı alanında yapılan denem elerdi bunlar, y a­ ni bir bakım a kuram sal denem elerdi. Bekçi suçluları pay­ lam akla yetinir, yalnızca inekleri başıboş bırakm ayı alış­ kanlık durum una getirm iş olanları babalarına söylerdi. Bu gözle görülür adaletsizlik iyi çobanları ödüllendirir, onla­

144 I

Marcel Aymé

ra, uyum lu bir dünyada her şeyin el m alına saygı gösteren insanlar yararına döndüğünü gösterirdi. Bekçinin bilgi verdiği ana babalar, oğullarının kötü eğilim i karşısında fazla ürperm işe benzem ezlerdi. G enellikle, suçlu çocuk beş dakika titrerdi şöyle böyle. Babası, bağıra çağıra, böylesine terbiyesiz bir çocuktan utanç duyduğunu söyler, anası da çocuğunu hafta içinde günah çıkartm aya yolla­ m ayı düşünürdü. Ertesi gün, tüm aile bir gün önce olanla­ rı unutur, çoban gene otlaklara yollanırdı, burada onu b ek­ leyen yoldan çıkm alar kim senin akim a gelm ezdi. Bu uygunsuz oyunlarla coşanların içlerinde gizli gizli, cennetten çıkm a bir sabun kabarcığı kadar arı, hafif, çekin­ gen b ir aşk sakladıkları da olurdu. Tensel hazzm bu ince sevinçlerin sonucu olabileceğini düşünm ezlerdi bile. Daha sonra, erkeklik yaşm a gelip de her şeyi birbirine karıştır­ m anın elverişliliğini öğrenince, bu yitirilm iş inceliğe kaba kaba gülerlerdi. En iyiler bazı bazı içlenerek an ım sarlardı bunları. H onoré H aud ouin'in çocukları, yaşlarının açık saçık oyunlarına ölçüsüzce dalarlardı. Babaları bunda hiçbir sa­ kınca görm ez, böylesine aşka susam ış olm alarına sevinir, kendisinin aile alışkanlığına boyun eğdiği yerde, çocukla­ rının böylesine rahat olduklarını gördükçe, onlara biraz da im renirdi. "B u hep böyle sürüp gitm eyecek, diye düşünür­ dü hüzünle; kaygıyla çalışm ak zorunda kaldıkları zam an, m utlu olm ak onların da rahatını kaçıracak." O n üç yaşında, A lexis o atak düş gücünün akim a dü­ şürdüğü hazlarm hiçbirini tepm ezdi. Rahat konuşm asına, gözüpekliğine, ustalığına arkadaşları hayran kalırlardı. H em en her dediğini yapar, yaptığını bir ayrıntı bolluğu, bir doğruluk kaygısı ve düşsel bir dille anlatır, bu yüzden de konuşm ası çok aranırdı. O kulda, kalem inden çok m a­

Yeşil Kısrak I 145 sanın altına giderdi elleri, am a kökleşm iş bir alışkanlıktan değildi bu, öğretm enin üç oran kuralı ya da C olbert'in yıl­ maz üstünlükleri konusundaki derslerine azıcık insanlık katm ak içindi. Fırsatları yakalam a konusunda eli çabuk, bakışı çevikti. K ızlar karşısında rahat, inandırıcıydı, güle­ rek ellerini tutm anın, onları istediği yere götürm enin usta­ sıydı. K üçük kızların kafası karışır, genellikle sonuna ka­ dar, seve seve dinlerlerdi onu. Pantolonu üzerinde değil de yanında dururken bekçiye yakalananların başında ge­ lirdi. "H ep böyle iblis kalacaksın sen," derdi bekçi, "bu yaz üçtür yakalıyorum seni, en sonunda H onoré'ye söyleyece­ ğim ." A m a havada kalan tehditlerdi bunlar; A lexis'nin öy­ le şaşırtıcı oyunları vardı ki, bekçi bazı bazı bir fundalığın ardında gizlenip bekler, ancak suç işlenip bittikten sonra ortaya çıkardı. A lexis bir kızın kendini tüm den bırakabile­ ceğine hiçbir zam an inanm az, yazı tarafından olsun, tura tarafından olsun, daha ne kadar gizlem bırakabileceğini anlam aya çalışırdı. N e olursa olsun, aşk serüvenleri olduk­ ça enderdi, bir kız bir kez boyun eğdi diye sonraki günler­ de de gelecek değildi; büyükler bu alışkanlık m antığını ko­ layca benim seyiverirler, am a çocuklar daha gururludur; üstelik, ana babalarının m alı olm anın yetip de arttığım dü­ şünürler. A lexis, zorunluluk, daha doğrusu elverişlilik so­ nucu, arkadaki kaba etlerin girintisinin kızlarda da, erkek­ lerde de aynı olduğunu görm üştü. Kendi yaşında bir çoba­ na bunun kanıtını verdiği bir sırada, bekçi çıkageldi, ölçü­ nün aşıldığı kanısına vardı, koşup babasına haber verdi. — H onoré söylem ekten utanıyorum , am a senin oğlan erkek dom uzlardan da kötü! H onoré bekçinin anlattıklarını dinlerken başını sallı­ yordu. — C an sıkıcı bir şey, diye yanıtladı. Başka türlü de eğ­

146 I

Marcel Aymé

lenebilirdi bu çocuklar. N eyse, çabuk geçer böyle huylar. — Ben de kalktım , bunu sana söylem eye g e ld im — İyi ettin, dedi H onoré, bu kadar yoruldun. A m a hiç canını üzm e, eve döndüğü zam an gereken dersi veririm ben ona. O akşam , A lexis eve dönm eyi göze alam adı. H ava ka­ rardıkça, annesi kaygılanıyordu. H onoré, oğlunun kendi­ sini bekleyen öfkeden korktuğunu biliyordu, kendisi de korktu. "Ç ocukların sağı solu belli olm az," diye düşünü­ yordu; "güld ükleri gibi de ağlarlar, canlarını yakarlar." H onoré dere kıyısındaki otlaklara doğru yürüdü. A kşam karanlığı çayırları uzatıyor, H onoré gittikçe daha çok kor­ kuyordu. G ecenin bir köşesinde yalnız başına duran, belki de dere kıyısında dolaşan oğlunun bunalım ını düşünüyor­ du. D aha hızlı koşabilm ek için pabuçlarını çıkardı. K öy ça­ yırlarına gelince, ilkin hiçbir şey görem edi. K aranlık iyice çökm üş sayılırdı, sis de dereden ovaya taşıyordu. K öpek, hüzünlü ve kuşkulu, gecenin içinden çıktı, geldi, onu kok­ ladı. H onoré seslenm eyi göze alam ıyor, yanıt alam am ak­ tan korkuyordu. En sonunda, ahırdaki gibi sıralanarak ıs­ lak otlara yatm ış inekleri gördü. A lexis, ısınabilm ek için, b ir ineğin üzerine yaslanıp büzülm üştü, babasının gölge­ sinin yaklaşm asını izliyordu, hem rahatlam ış, hem ü rk­ m üştü. H onoré oğlunu kollarına aldı, koşm aktan, bir de duyduğu korkudan dolayı hızlı hızlı inip kalkan göğsüne bastırdı. — Benden korkm am alısın, dedi. A m a oğlu hâlâ utanıyor, kasılıyordu. — Bir daha yapm azsın, olur biter, diye ekledi H onoré. K aranlıkta başlarına gelenlere biraz şaşan, am a patron tepelerinde olduğu için hiçbir şey söyleyem eyen ineklerin yürüyüşüne u yarak, elele eve döndüler. Birbirlerini gör­

Yeşil Kısrak I

147

m üyorlardı, sis de çayırları öylesine yum uşatm ıştı ki yü ­ rüdüklerini bile duym uyorlardı. Baba ile oğuldular, el eleydiler, birbirlerinden korkm uş oldukları için m utluy­ dular. Bazı bazı, A lexis babasının kocam an, sıcak elinin bir sarsıntıyla titrediğini duyuyordu, insan geçirdiği bir kor­ kuyu anım sayınca eli nasıl titrerse öyle titriyordu babası­ nın eli. — Söz veriyorum , bir daha yapm ayacağım . — Biliyorum , dedi babası. O ğlu nu bulduğunu, gerisinin vız geldiğini düşünü­ yordu. A lexis de sözünü tuttu gerçekten. Ç obanlardan bi­ ri bu yönde bir çağrıda bulund u m uydu, gürültülü bir kız­ gınlıkla geri çeviriyor, karışıklıkta bundan geri kalm ayan başka eğlenceler öneriyordu. Ç ünkü şeytan yerleşm işti bir kez içine, canlı, güleç, acayip bir şeytandı, kuyruğunu gös­ term ekten korkm uyordu. G özünden hiçbir şey kaçm ayan C laquebue papazı, küçük köylülerinin bu yaram azlıklarına elinden geldiğin­ ce göz yum ardı. G ünah çıkarm a sırasında, kim i günahları çabucak geçerdi. "B ir kızla m ı eğlend in?" ya da "B ir oğlan­ la m ı eğlend in?" sorusunu bir "E v e t" le yanıtlasınlar, yeter­ di, başka yanıt istem ezdi. Ç ocukların şehvet günahını büyüklerinkinden daha ürkütücü buldu ğu nd an değildi bu, hayır, tam tersine. Ö te yandan, kötülüğe öylesine alışm ıştı ki fazla sarsılm azdı. A m a hiçbir şeyi hafife alm azdı o, ça­ bucak karar verm ezdi, Tanrının, kilisenin ve köyü n çıkarı­ na göre davranırdı hep, aynı hırçın, am a oldukça da etkili b ir aşkta birleştirm işti bu üç şeyi. G ünahtan çok, günahın sonuçlarından nefret ederdi; çocukların cinsel edim lerinin aşkla da, inançla da, dostlukla da, kinle de hiçbir ilişkisi bulunm adığını gördükten sonra, bu edim i bir arılık b elir­ tisi saym ak istiyordu. Ç ocuklar oynuyorlar, diye düşünür-

148 I

Marcel Aymé

dü; büyüdükten sonra oynam ayacaklar; etin hazlarm ı y a­ şam a çabasına karıştıracaklar, korkutulm aları işte ancak o zam an yararlı olur. Ayrıca, "kurtları d ökm ek" için en iyi çağın delikanlılık çağı değil, çocukluk çağı olduğunu dü ­ şünürdü papaz, öyle ya, delikanlılık çağında gurur kötü alışkanlıkları pekiştirir, bu kötü alışkanlıklar da başkaldırı ya da çapkınlık olup çıkardı. Ç ocukların suçlu eğlenceleri­ ni bilm ezlikten gelm ekle kalm azdı, verdiği din eğitim in­ de, savunm a biçim inde bile olsa, şehvet günahına hiç dokunm am aya özen gösterir, kutsal tarihi de özenle arıtırdı. M eryem anadan, çocuk İsa'dan, koruyucu m eleklerden, saygıdeğer ve elbette sakallı erm işlerden sözederken, cin­ sellikten yoksun ve m avim si bir dişilik havası yaratır, ço­ cuklar da tanrısal gizlem i bu hava içinde canlandırırlardı. Tanrı öfkesi ancak daha sonra, delikanlılıklarında, yani aşk iyice zorlaşınca dikilirdi tepelerine. O zam ana kadar, ço­ cuklar onu severler, kendi keyiflerine bir gölge düşürm e­ diği ölçüde, hoşnut etm ek isterlerdi. Ö rneğin, onla on üç yaş arasında bulunan oğlanlar, Tanrının hoşuna gitm ek için, daha küçükleri açık saçık konuşm alarından ve oyu n­ larından uzak tutarlardı; bu biraz da arada bir fark yarat­ m anın gurur verici hazzı içindi. En küçükler bu durum a bozulurlar, onlar da kendi aralarında açık saçık konuşm a­ ya çalışır, hem de neredeyse büyükleri kadar başarılı olur­ lardı. Ö te yandan, şaşm az bir kural değildi bu, hatta, kü­ çüklerden üstün olduklarını gösterm ek için, daha büyük­ ler bilgilerini şöyle bir gösterm ekten de hoşlanırlardı, ayrı­ ca, koşullar oyunlarında bir ufaklığın varlığını zorunlu kıl­ dığı zam an, ondan çekinm eye kadar götürm ezlerdi işi. A m a A lexis, G ustave ile C lotilde'in bu tehlikeli konuşm a­ larda bulunm alarına hiç göz yum m azdı. H em dindarlık, hem de sorum luluk duygusuyla kardeşlerini sert bir bi­

Yeşil Kısrak I 149 çim de gözaltında tutar, onlar da ana babalarının deneti­ m inden çok, A lexis'nin d enetim inden korkarlardı. Alexis, zam anlarını nasıl geçirdikleri konusunda çetrefil sorular sorar, kim i çocuklarla düşüp kalkm alarını yasaklar, iki kü­ çüğün gözünü açm ak için hiçbir fırsatı kaçırm ak istem e­ yen Tintin M aloret ile kavga ederdi. K oruyucu m elek gö­ revinden hoşlanır, kardeşleri davranışlarıyla yalanlanan bu ağırbaşlılık gösterisinden yakındıkları zam an da "H ele bir on yaşm a gelin b akalım ," diye yanıtlardı. A lexis, G ustave ile C lotild e'in yaşlılara yaklaşm ala­ rından da çok korkardı. Büyükbabası H aud ouin'in son yıl­ larını, sözlerindeki o hiçbir şeyden sakınm ayan alaycılığı unutm am ıştı. Bu yaşlılar, unlarını eleyip eleklerini astıktan sonra, yeryüzünde bir iki yıllık öm ürleri kalınca, terbiyeli kalm akta hiçbir yarar görm üyorlardı. Ç alışam ayacak d u ­ rum a gelince, ayaklarında para kazanm ak zorunluğu gibi bir bağ bulunm ayan çocuklara benziyorlardı. "H ay Allah, dom uzluktan yeterince uzak kald ık," diyordu yaşlılar, "şim d i dilim ize vuruyor." Ç alışanlar kendilerini dinle­ m ekten hoşlanm adıkları, harcanacak zam anları olm adığı için de, yaşlılar çocuklarla konuşuyor, kim i zam an da on­ lara insanın yetm iş beş yaşında ne durum a geldiğini gös­ teriyorlardı. Papaz çocuklar açısından değil, yaşlılar açı­ sından ürküyordu bu işten, öyle ya, bilinçlerinde kapkara bir günahla, bir dam ar çatlam asından ya da başka bir şey­ den ölüp gidebilirlerdi. İşte bu nedenle, yaşlıların uslu, saygıdeğer oldukları, gözlerinde bir ışık parladığı konu ­ sunda bir söylenti yayardı; onların bu bilgelik ü nünü sür­ dürm eyi bir onur sorunu yapacaklarını um ardı. N e yalan söylem eli, yaşlıların boş gururuna belbağlam aktan pek bir zarar da görm edi. Ç okları bayağı ciddiye alıyorlardı ken­ dilerini, sonra (işte bu beklenm ed ik bir sonuçtu), yaşam

150 I

Marcel Aymé

dolu kırklıkların sağduyu, sezgi ve güç gerektiren her ko­ nuda yaşlılara sık sık akıl danıştıkları görülüyordu.

Yeşil Kısrak I 151 VIII

İyi bir postacı yürüyüşüyle yürüyordu D éodat, gözle­ ri her zam anki gibi m aviydi. Bahçelerden geçtiği ya da bahçeleri çevreleyen çitler boyunca ilerlediği zam an, yaz çiçekleri daha çabuk çiçekleniyordu. A m a o, bunu bilm e­ den, sakin sakin gidiyordu. Baştan başlayıp sona doğru sürdürerek postacı gezisini yapıyordu. M esleğiydi bu, d e­ ğil mi ki postacıydı. Pazar günü de tıpkı öbür günlerdeki gibi dağıtım ını yapıyordu, bundan dert yand ığı yoktu. D e­ ğil m i ki m esleğiydi! D éodat kiliseye, ayine gidem ezdi, am a papaz bağışlıyordu, yeter ki arada sırada gelsin, bir sabah ayini dinlesindi. O bakım dan, gönlü rahattı; ne var ki, şöyle böyle on yıldır m ezarlıkta bulunan karısına bir "n ezaket ziyareti" yapm a fırsatını bulam ıyordu. A m a, de­ ğil m i ki ölm üştü, fazla sıkm ıyordu canını. D üşünm üyor­ du artık. H astalığı sırasında, kadıncağızın acı çektiğini görm ek içini sızlatm ıştı, dört adam ın om uzunda, ayakları önde, evet, işte öylece gitm esi de koym uştu D éodat'ya. Sonra, unutm uştu. Ö lm üştü: ölm üştü. Sık sık olan bir şey bu, dünyanın en doğal şeyi. K endini yerden yere vuracak değildi ya. Elind en bir şey gelm ezdi. K endisi dünyada kal­ m ıştı ne de olsa, üniform ası v e postacılık m esleğiyle. M es­ leğini yapıyordu şim dilik, ağırbaşlılıkla, ağırbaşlı bir pos­ tacı yürüyüşüyle. K endi sırası da gelecekti, cansız olarak çıkacaktı evinin kapısından. Sırasını bekliyordu, hiç de dü­ şünm üyordu, capcanlıydı, acelesi de yoktu. Postacı ana yoldan ayrıldı, Z èphe M aloret'n in evine giden, elm a ağaçlarıyla çevrili yola saptı. Ayin çoktan b it­ m işti, am a erkekler daha evlerine dönm em işlerdi; A naîs yolda bırakm ıştı onları. D éodat onu yalnız bulduğuna se-

152 I

Marcel Aymé

vindi. A nais erkekleriyle birarada olm adı m ı postacıya gü­ lerdi; onun o kocam an, sarışın bedenine, güzel, olgun, kırklık yüzüne bakm ak postacıya haz verirdi. D eodat kö­ tülük düşünm ezdi; dul kalalı beri, kadınsız da ediyordu pekala, alçakgönüllülükle, kendi başına görüyordu işini, ikisi de gülüyorlardı, A nais postacıyı gördüğü için, posta­ cı da postacı olduğu için. Evlere girdiği zam an, gülm ek bir alışkanlıktı. "İşte postacı," derlerdi. O da "E vet ya, b e­ n im ," diye yanıtlardı. G ülerlerdi, çünkü iyi bir postacının eve girdiğini görm ek bir zevkti. — Sana haberler getirdim , dedi A n ais"e. Valbuisson yoluyla C laquebu e'ye Bay ve Bayan Joseph M aloret'ye gönderilm iş, güzel b ir m ektup uzattı. — P aris'ten, M arguerite'im d en geliyor, dedi Anais. Postacı da biliyordu bunu, yazıyı tanırdı, am a hiç bel­ li etm ek istem iyordu. Böylesi daha kibardı. — K ızdan gelm esi daha iyi, gençlik haberleri her za­ m an iyi haberlerdir. A nais sarı fileli, kocam an topuzundan b ir toka çekti, zarfı açtıktan sonra, hem en m ektubun alt yanm a baktı. — Yarın akşam geliyorum , diyor. Son m ektubunda, ne zam an geleceğini bilm iyordu, sonra, birdenbire, yarın ak­ şam! D eodat, ne iyi postacısın sen! — M esleğim i yapm aya gelince, yaparım m esleğim i, dedi D eodat, am a m ektupların içine karışm am . A m a A nais onu dinlem iyordu, yarın kızı geliyordu da ondan gülüyordu. Postacı keyifle gülerek çıktı Zephe'lerden. Elm a ağaç­ larıyla çevrili yolun orta yerinde, "Yarın kızı geliyor," diye m ırıldandı. Sonra dağıtım ını sürdürdü. M ektup da, gazete de kalm am ıştı dağıtılacak, am a bu, dağıtım yürüyüşüne son verm ek için bir neden değildi. G ene de koruya giden

Yeşil Kısrak I 153 yoldan geçecek, posta saatinin geçtiğini herkese belli ede­ cekti, sonra, her pazar yaptığı gibi, H onoré H audouin'in evinde bir soluk alacak, büyü k yola çıkıp evine gitm ek üzere geri dönecekti. Şim di yankıları tüm aileye ulaşm ış bulunan ahır ko­ nuşm asından sonra, yem eğin şaşkın b ir sessizlik içinde ye­ nileceği düşünülebilirdi. O ysa H aud ouin'lerin yem ek oda­ sı belki hiçbir zam an böyleşine gürültülü olm am ış, kahka­ halar birbirini böylesine kovalam am ıştı. H onoré am ca kendi başına çocukların topu kadar gürültü çıkarıyordu; şarabını susuz içiyor, bağıra çağıra konuşuyor, kahkaha­ larla gülüyor, sofradakileri eğlendiriyordu. H erkesin gözü onun üstündeydi, kardeşi Ferdinand ise ancak sofrada on üç kişi bulunduğu zam an çağrılan, u zak bir akrabayı andı­ rıyordu. G enellikle, böyle olm azdı; baytarın sözleri büyük bir önem taşır, onun "B en tektanrıcıyım , Victor H ugo gi­ b i," ya da "B ü tü n görüşlere saygım vardır, am a kendi gö­ rüşlerim e de saygı gösterilm esini isterim ," dediğini d u ­ yunca, H onoré bile etkilenirdi. O zam an, aile yem eği baya­ ğı saygıdeğer olurdu, doğaötesiyle ilgilenm eyen kadınlar çocuklara bakabilir, iyi bir evin gizi olan yem ek ve çam a­ şır yordam ları üzerinde konuşabilirlerdi. Böylece, herkes yararlanırdı bu ağırbaşlı dost şölenlerinden, çocuklar da, hiç farkında olm adan yararlı dersler alırlardı, ileride, b il­ gelikleri arttığı zam an, bund an dolayı Ferdinand am cala­ rına teşekkür edeceklerdi. K aşıklar sığır çorbasına uzanır uzanm az, H onoré bu nam uslu aile sofrasına çapaçul ve saldırgan bir neşe soktu. H audouin adının onurunu tehlikeye düşüren korkunç ola­ ya, çalınm ış m ektup olayına seviniyor diyeceği gelirdi in­ sanın. Z èp h e'e karşı açılan savaşın ateşi, gülüşünde, bakı­ şında bir tür erkeklik erdem ini utkuya ulaştırıyordu. Caka

154 I

Marcel Aymé

satıyor, yüksekten konuşuyor, baytara alaylı alaylı bit atı­ yor, yengesine çapkınca davranıyor, çocuklarla oynuyor, haykırıyor, gülüyor, gene haykırıyor, geçici bir şarap ve apaş hüküm eti ilan etm iş, postalı delik askerleri andırıyor­ du. Ferdinand am ca hem keyifsiz, hem çekingen, hem de sinirliydi. Başka bir zam anda olsa, kardeşinin bu patırtıcı kurum una katlanm azdı, am a şim di, m ektup yüzünden, boyun eğm ek gerekiyordu. Politika üzerine öngörüler, öz­ deyişler sıkıştırm anın sırası değildi artık. Çabayla, önlem lilikle, bastıkça basıyordu frene, H onoré am canın babası konusunda yaptığı şakalara kahkahalarla gülen oğlu A n­ to in e'm ağzının payını verm eyi bile göze alam ıyordu (ama bu hesap görülm eyecek dem ek değildi elbette, Vestfalya A ntlaşm aları konusunda her şey söylenm em işti daha). Ferdinand am ca ana babaların bazı bazı çok suçlu olduk­ larını düşünüyordu; gerçekten de, çocuklar H onoré am ca­ n ın verdiği örneğe uym akta gecikm iyor, gerçek haydutlar gibi davranıyorlardı, ağızlarında lokm ayla konuşuyor, bü ­ yüklerin sözünü kesiyor, hatta daha da kötüsünü yapıyor­ lardı. A m casının kızı Ju liette'in yanında oturan Frédéric, sol elini m asanın altında tutuyordu hep, oysa terbiyeli bir çocuk, sol elini tabağının yanında tutardı. Ö tekilerin de ondan geri kalır yanı yoktu doğrusu, genellikle aklı başın­ da bir kız olan Lucienne bile, aradan yarım saat bile geç­ m eden, bilinç sorgulam ası defterini tam am layacak kadar günah işlem işti. Şöyle bir dikleşeyim dediği ilk seferde, Ferdinand kardeşinin terslem esiyle karşılaşm ıştı: — Bırak da eğlensin çocuklar, çocuk dediğin hoplayıp zıplam alı, gürültü çıkarm alı. Benim düşüncem i sorarsan, senin çocukların fazla ciddi, yeterince sesleri de çıkm ıyor, hani neredeyse ileride yalnız babalarına yaraşan bir görü­ nüşe bürünecekler, kilisenin kutsal eşya bakıcısına benze­

Yeşil Kısrak I 155 yecekler diye korkuyorum . Ç ocuklar kahkahalarla gülm üşlerdi, A ntoine gülm ek­ ten boğulacaktı neredeyse. İzinli söz dinlem ezlikti, anar­ şiydi bu, işlerin kötüye gideceğini şim diden kestirm ek hiç de güç değildi. Beterin beterinin de eli kulağm daydı artık. Pazarlık pantolonunun cebine bir piliç kanadı koyarken annesinin öfkesini çekm iş olan G ustave, bu kadarı yetm i­ yorm uş gibi, bir bardak dolusu kırm ızı şarabı köpeğe içir­ m ek istedi, bunu yapayım derken, yarım bardağını da am ­ casının kızı L ucienne'in ak giysisinin üstüne döktü. G u sta­ ve tokatlandı, kadınlar da gereken tüm çığlıkları kopardı­ lar, am a baytar öylesine öfkeliydi ki lekenin kendisine gös­ terilm esinde bile dayatm adı. — B abası tarafından cesaretlendirildiğini sezdikten sonra, bu kadarla da kalm az. — K ızın üstüne şarap döksün diye ben m i cesaretlen­ dirdim ? Bunu m u söylem ek istiyorsun? — Senin cesaretlendirdiğini söylem edim , onun cesa­ retlendirildiğini sezdiğini söyledim . Bu kadar hoşgörür davranm asaydm , kaza olm ayacaktı. Bunu kabul edersin herhalde! — H iç de kabul etm iyorum . K aza olduğunu kendin söylüyorsun. — Ö nceden kestirilm esi kolay bir kaza. — Sen önceden kestirm iş m iydin sanki? — A şağı yukarı böyle bir şey olacağını kestirm iştim . — Ö yle m i? Yazık, keşke geçen gün de gösterseydin aynı sezgiyi, şim di m ektup M aloret'd e olm azdı. Bütün ailenin önünde beceriksizliğinin anım satılm ası baytarı küçük düşürm üştü; karısı ağız dalaşının kötü bir dönem ece geldiğini sezdi, yatıştırm ak istedi: — Pek bir şey değil, lekeli yeri sabunlam ak yeter.

156 I

Marcel Aymé

Ferdinand'm yanakları uğradığı aşağılam adan kıpkır­ m ızıydı hâlâ, şarap bardağına alaylı bir bakışla baktı, son ­ ra da alaylı alaylı: — Yok canım , hiç leke yapm az, dedi. A m a aynı anda pişm an oldu bu şakayı yaptığına. A d élaïd e'in konukların şarabına su katm ış olm asından kuşkulanan H onoré, hem en gördü atılan biti: — Ferdinand'm söylediği doğru m u diye sordu, şara­ ba su m u kattın? A d élaïd e'le Ferdinand aynı zam anda karşı geldiler. — Şaraba su katm ışım ! Baytar da kalem gibi yontulm uş sesiyle: — H içbir zam an böyle bir şey söylem edim ! diyordu. — Söyledin! diye gürledi H onoré, açıkça söylem edin! Çünkü hiçbir şeyi açıkça söyleyem ezsin! Ç ünkü her sabah C um huriyet için ölür gibi havalara da girsen hep aynı Ciz­ vit olarak kalırsın! G eneral Boulanger'ıı de böyle işte, o ne­ yin nesi sanki? K ilisenin kıçından ayrılm ayan bir danga­ lak! Şu işe bak, şarabım da su varm ış... — İnan bana, H onoré, anlam adın sen, öyle bir şey de­ m edim ... — Tam am , bir bu eksikti işte, şim di de budala olduk. A nlam am ışım , peki, siz, sizler de m i anlam adınız? H onoré hiç kim seye sorm uyordu sorusunu, hiç kim ­ seden de yanıt beklem iyordu. Bir sessizlik oldu, sonra A n ­ toine, sözlerinin beş yüz satırlık bir yazı cezasıyla ödene­ cek sözlerden olm adığını bildiği için, biraz titreyen bir ses­ le: — Ben babam ın sözlerinden şaraba su kattığınızı an­ lar gibi oldum , dedi. Baytarın kanı başına sıçradı, am a H onoré am ca yeğe­ ninin ne büyü k bir özveride bulunduğunu da, bu sözler

Yeşil Kısrak I

157

yüzünden ne m isillem elerle karşı karşıya geleceğini de an ­ ladı, üstün durum undan yararlanm am ak için kendini tut­ m aya çalıştı. K avga burada kesilebilirdi, am a Ferdinand, oğlunun b ir ihanet saydığı tanıklığı yü zünd en tüm soğuk­ kanlılığını yitirm işti, öfkesini dizginlem eye çalışm adı. — G ördün m ü şu yaptığını, kendi oğlum u b ana karşı ayaklandırıyorsun! Yetişm esi için de fazla bir çaba harca­ m adın hani, o da senin gibi, A lphonse am cası gibi! İş bana çelm e takm aya gelince, ailenin A lp honse'ları öyle bir ta­ nırlar ki birbirlerini; A lp honse'lar işte, kıskanç, nankör, m üsrif herifler, karı düşkünleri, haytalar... H onoré hâlâ tutuyordu kendini. — A rtık sussan iyi edersin, dedi. — Susm alıym ışım ! Susacak hiçbir şeyim yok benim ! H iç kim seye borcum yok! Bir kuruş bile! — Yazık, çünkü çok kolay kazanılm ış paralar v ar ce­ binde... — Yüz som! Bir m uayeneye yüz son alıyorum , alnım m teriyle kazanıyorum ekm eğim i! — P u get'leri nasıl sattığına gelince... — A slı yok! Yalan söylüyorsun! H onoré kalkm ıştı, yengesi koluna yapıştı, yatıştırm ak istedi, am a o duym adı bile. — U tanm adan bir de yalancı m ı çıkarıyorsu n beni? Koca hırsız, koca yalancı... Baytar da kalkm ıştı. A ralarında m asa vardı, tüm aile­ yi dehşet içinde bırakan bir kıyıcılıkla bakıyorlardı b irbir­ lerine. Ferdinand boğuk bir sesle: — Başım a kakılabilecek hiçbir şey yok çok şükür, de­ di. — Beni de hiç kim se hiçbir şeyle suçlayam az, diye y a­

158 I

Marcel Aymé

nıtladı H onoré. — H iç kim se m i? diye alay etti baytar. A délaïde de m i? Panayır günleri, öğleden sonra, nereye gittiğini b ilm i­ yor m u? A délaïde buna kulak bile asm adığını söylem ek istedi. H onoré susturdu onu. — Boşver sen. Şim di yakasından tutup dışarı ataca­ ğım onu. K ardeşinin yanm a varm ak için, m asayı dolanm ası ge­ rekiyordu. İlk adım ı attığı sırada, postacı avluya girdi, din­ gin m i dingin, başı om uzlarının, eli m eşin çantasının ü s­ tünde. K uyunun yanınd an geçerken, kaygan kem er taşm a d okunduğunu gördüler. İki kardeş, patırtıyı iyi atlattıkla­ rını düşünerek, yerlerine geçtiler. — G irsene, dedi H onoré. Ben de şim di "P ostacıyı da­ ha görm ed ik," diyordum kendi kendim e. G el, otur şöyle. — Bakıyorum , ailece toplanm ışsınız, değil m i öyle? Baytar bir m utlu insan sesiyle: — G ördüğün gibi, diye yanıtladı. — Yani sık sık söylediğim gibi, H audouinTerde he­ m en her pazar şenlik vardır. — Elbette, dedi H onoré. İnsan her zam an sevinir biraraya gelince. H onoré gerçekten inançla, iyi niyetle konuşuyordu. G erçeği söylüyordu, iyi bir adam için, iyi bir postacı için doğru olan gerçeği. — Bir de iyi anlaşabildin m i dünyanın en büyü k zev­ ki budur, diye ekledi Ferdinand, babam ızın yaşadığı gün­ leri an ım satır. — Ç ok iyi b ir adam dı baban. Bir gün, V albuisson'da... A m a yirm i yıl öncesinden sözediyorum . D em iryolu yapıl­ m am ıştı daha, ben de günün birinde postacı olacağım ı dü­

Yeşil Kısrak I şünm üyordum bile. Evet, anım sıyorum . Kaç yaşındaydım o zam an, otuz, otuz iki? A klım da kaldığına göre, köyün en son evinde, am a R ouquet'lerinki değil, o sonradan yapıldı, hem de R ou quet'ler 75 yılında geldiler V albuisson'a; kaym babam ın evinde yangın çıktığı yıl. Hayır, son ev Viard'ların eviydi. A nım sar m ısın, bilm em . Viard'lar. İki oğulları vardı, evet ya... B üyüğünün jandarm a karakolun­ da bir işi vardı. K afası çalışanlar için kötü bir m eslek değil­ dir jandarm alık, am a o da bizim postacılık gibidir, gözün hep işinde olacak... Postacı sözünü kesti, yitirilm iş m ektubun anısı kafası­ nı karıştırm ıştı. H onoré onun huzursuzluğunu sezdi, söz­ lerini sürdürm eye çağırdı: — Ee, babam a rastladığını söylüyordun. — Rastlam ıştım , evet ya, rastlam ıştım babana. Bir pa­ nayır vardı, panayır dedim se, ufak bir panayır — Valbuisson'd a hiç öyle büyük bir panayır olm az. Saat şöyle böyle on bir sularıydı, baban da d önm ek üzereydi. N asıldı, bilir­ sin. İşlerini bitirdi m i kahvelerde m ahvelerde oyalanacak adam değildi, am a insanlara nasıl davranılacağını da bilir­ di, hayvanın da iyisini, kötüsünü bir bakışta sezerdi, ister alsın, ister satsın. A m a şey diyordum ben size, ben onun bir düve aldığını gördüm . D üve diyorum . K ötü hayvan değildi kuşkusuz, hayır, hoş hayvandı da denilebilir, am a kim senin dikkatini çekm em işti işte; am a o tıkır tıkır saydı parayı, hayvanı aldı, sanki ben iki sou'luk tütün alm ışım gibi, evet ya, çeyrek saat sonra da, aldığı yerden en fazla on beş m etre ötede, otuz iki frank kârla sattığını gördüm . Ben bunu gördüm işte. D éodat yum ruğunu m asaya vurdu, kepini geriye attı. H audouin'lerin yüreği gururla kabarm ıştı bu anım sam ay­ la, duygulanm ışlardı. A talarının anılarını horgörm ek ya

159

160 I

Marcel Aymé

da ondan nefret etm ek için sağlam nedenleri vardı birçok­ larının, genellikle bundan geri de kalm azlardı, am a aile içinde ya da bir yabancı önünde sözünü ettikleri zam an, yaşlı adam her zam an bir m asal kahram anı, bir babacan adam olarak belirirdi. Böyle bir coşkunluktan hoşlanm am akla birlikte, A ntoine bile etkilenm işti. H onoré başını eğ­ di: — D eğerli bir adam olduğu söylenebilir, dedi. Postacı övgüyü fazlasıyla yetersiz bulm uş gibi om uz silkti. — D eğerli de söz mü! Benim tanıdığım gibi tanım ak gerekir onu... N eyse, panayırdan dönüyordu, ben de ora­ ya gidiyordum , am a niçin, bilm iyorum orasını... D urun, anım sıyorum ! Hayır, anım sam ıyorum . N eyse, sizin anla­ yacağınız, V albuisson'a gidiyordum işte. V iard'larm oraya doğru gelince, H aud ouin'in yaklaştığını gördüm , bildiği­ m iz yürüyüşüyle işte, hiç acele etm ez gibi görünürdü, am a her yarım saatte yarım fersahı da devirirdi. G eldiğim i gör­ m em işti bile. Bilirsiniz ya, düşüncelere dalardı hep. K afa­ sıyla düşünen bir adam dı. "Bakıyorum , dönüyorsun, Ju ­ les," dedim . N e dese beğenirsiniz: "M erhaba, D éodat, şu işe bak, şem siyem i unu tm u şu m ." Postacı sevgi dolu bir saygıyla gülüm sedi, sonra da sonuca bağladı: — Şem siyesini unutm uştu. H onoré ile Ferdinand m asanın üstünden birbirlerine bakıyorlardı, barışık, gözleri sevgiyle dolu. Şem siye m asa­ nın üstünde açılm ıştı. G örüyorlardı iyice. O nun yeşil şem ­ siyesi, o işte. İyi bir şem siyeydi hani, bundan başka şem si­ yesi de olm am ıştı. A ilenin şem siyesiydi, uzlaşm a şem siyesiydi. Sırf şem siye sözcüğünü düşünm ek bile iyi niyetle sulandırıyordu ağızlarını. Yaşlı adam ın şem siyesinin ken­

Yeşil Kısrak I 161 di ellerinde bulunm ası için çok şeyler verebilirlerdi (ve yaşlı adam m ezarından çıkm aya kalksa, belki de pabuçla­ rıyla kafasına vura vura geri sokarlardı onu m ezarın içi­ ne). Şem siyenin iki kardeşi, iki oğluydular. H onoré, Ferdin an d'a karşı biraz sert davrandığı için kızıyordu kendine, b aytar da "N asılsa öyle benim kardeşim . Böyle de seviyo­ rum on u ," diye düşünüyordu. Şem siyenin yem ek odasına getirdiği yatışm ayı öteki H aud ouin'ler de seziyorlardı; gene de postacının öyküsü biraz düş kırıklığına uğratm ıştı onları, hele çocukları; öyle ya, çocuklar daha oturaklı bir sonuç bekliyorlardı. Ö rne­ ğin G u stave'm düşündüğüne göre, ViardTarm ahırından azgın bir boğa çıkabilirdi, büyükbaba boğayı kuyruğun­ dan yakalar, başının üstünde bir sapan gibi birkaç kez döndürdükten sonra, ta C hat-Bleu gölüne fırlatırdı. Bun­ dan azıyla da yetinebilirlerdi. A lexis şem siyeyle yetinm e­ di. — Ee, sonra, Déodat? Soru postacıyı şaşırttı. Ev sahiplerinin düşlere dalm ışlığını yorum layınca, sözlerinin yeterli gelm em iş olm asın­ dan korktu. — Şem siyesini evinde m i, yoksa panayırda m ı u nut­ m uştu, bu konuda bir şey diyem em . — Evde unutm uştur, dedi baytar. H iç kuşkum yok. D éodat bir şarap içti, sonra da baytara dom uzların ayakları altından başka yerde yem yem ek istem eyen, her akşam dörtten sonra da topallarm ış gibi yapan, üç aylık bir piliç hakkında ne düşündüğünü sordu. Böyle bir pilici vardı. — H uysuz piliçlerdir bunlar, dedi baytar, küçüklere kötü örnek olm am aları için bunlara dikkat etm eli. Ben öy­ le bir piliç tanım ıştım ki...

162

I Marcel Aymé

K onuşm a birdenbire ateşlendi. H uysuz piliç öyküleri sokuşturuldu araya. Frédéric bundan yararlanarak elini am casının kızının kalçalarına götürdü. Juliette parlak ve tatlı bir bakışla bakıyordu ona, göğsü sıcak bir sevgiyle ka­ barıyordu, Frédéric de keyiften kızarıyordu. K onuşm ala­ rın, sürahilerin, çatalların, sığır etini m idelere yuvarlayan gırtlakların gürültüsü, sonradan gelenlerin konuşm aları önlem ediği bir sofradan yükselen bu dostluk uğultusu ka­ falarını şişiriyordu biraz. G ülm eye başladılar, sonra Frédé­ ric: — A z sonra, ördek yenir yenm ez, am bara gideceğim , diye fısıldadı. Juliette de gelip onu bulacağını işaret etti. Baytar hiç­ bir şeyin ayrım ında değildi, m utluydu neredeyse, çünkü karısıyla yengesi yem ek tarifleri veriyorlardı birbirlerine. — Tencerenin dibini iyice yağlar, hafif ateşe sürersin, her yarım saatte bir et suyuyla sulandırırsın. — Ben içine sarm ısak koyarım . — Yok, olm az, sarm ısak... A délaïde yem ek konusuna ara vererek pilice geçti: — G agası kapanınca m akas gibi oluyordu, yem yiyem iyordu... Sarm ısağı öyle koyacağına, iyice kıyılm ış... G ürültü patırtı içinde, C lotilde sessiz, yüzü sert ve dü­ şünceliydi. K onuşm anın tam kıvam ını buldu ğu nu görün­ ce, G ustave büyüklerinin dikkatsizliğinden yararlanarak şarap şişesini aldı, ağzına kadar doldurdu bardağını. Bir dikişte içtikten sonra, bir kez daha dolduruyordu ki Luci­ enne durum u baytara haber verdi. — Baba, koca bir bardak şarabı içiverdi. — Yalan! diye bağırdı G ustave, yalancı! U yuz inek! Yalan işte! Sonra, kafasında şim diden kaynam aya başlayan şara­

Yeşil Kısrak î

163

bin etkisiyle, zorlu bir kahkaha kopardı. N eşesi dikkati çekti, ağzı burnu şarap içindeydi, şişeyi de iki eliyle tutu ­ yordu hâlâ. — D elilik bu, dedi baytar, hastalanacak bu çocuk. H onoré oğluna baktı, yanaklarının al al olduğunu gö­ rünce kaygılandı. — Belki de kusturm ak gerekir, dedi. Bu söz H élène'in üzerinde çok tatsız bir etki yaptı. A n­ toine annesini inceliyordu, canı sıkıldı, H onoré am casına sinirlendi. O ysa am cası bunu kaba bir söz diye söylem e­ m işti, çıtlatacak olsalar üzülürdü. — H içbir zarar gelm ez, diye açıklıyordu D éodat, m i­ deyi tem izlem ek için bire birdir. H onoré oğlunu avluya götürüp parm ağını gırtlağına soktu. H ıçkırıkların, kurtarıcı akıntının sesi sofraya kadar geldi. — Tam am , oldu, dedi Déodat. İşin iyi gitm esine sevinm işti. H er zam an kolay olm az, diye açıklıyordu, kim ileri çıkarm ak ister de çıkaram az. H élène sararm ıştı, Frédéric de ördekten vazgeçm iş, Juliette'e am bara gittiğini işaret ediyordu. Juliette de geldi, hiç acele etm eden, kapıyı arkasından kapattı, elini Frédéric'in om uzuna koydu. O ndan daha iriydi, Frédéric dudakların­ dan öpm ek için başını kaldırm ak zorunda kaldı. K ım ılda­ m adan duruyordu Juliette, oğlanın ateşine ilgisizdi sanki, o da bu yüzden çekingenleşiyordu; eli bir göğsün çevre­ sinde kararsızca gidip geliyordu, sonra ucunu avucunda duydu, kavrayıverdi. Juliette bunun ayrım ına varm ış gibi görünm edi. Frédéric onu am barın dibine doğru götürm ek istedi, am a, direndiğini anlayınca, niyetini söylem eyi göze alam adı. Sinsice yer kazanıyor, birer adım , birer adım iler­ liyordu. Birkaç m etre ilerlediler böyle. Juliette kollarıyla

164 I

Marcel Aymé

sarıverdi birden Frédéric'i, karnının, göğsünün, yanakları­ nın üstünde sıktı. D izlerinden birini bacaklarının arasında sıkıştırdı, sonra, ağzını kulağına yapıştırarak, alçacıktan: — Frédéric, N oël M aloret olasın isterdim , dedi. N oël olasın isterdim . Zoruna gitti bu söz Frédéric'in, sıyrılm ak istedi, b aşı­ nı geriye doğru attı. Juliette daha çok sıktı, sonra, sert bir devinim le, dudaklarından uzaklaşan yüzü geri getirdi. — N oël, N oël olur m uydun, ha? Frédéric, gurur duygusuyla, hâlâ çırpm ıyordu, am a Ju liette'in sarılışı da başını döndürüyordu, ağzını ağzında duyunca, bıraktı kendini. Ö fkeli, sabırsız bir sesle: — N oël'im ben, dedi. — N oël m i? dedi Juliette. Sert bir çabayla, Fréd éric'in belini geriye doğru büktü, yüzüne doğru eğildi, biraz şaşkın gözlerle baktı. Sonra gü­ lüm sedi, usulca uzaklaştırdı onu: — N e budalayım , F réd éric'çiğim , dedi. Hadi, bırak beni, gidelim . Frédéric, kolları böğründe, kırıcı bir şey söylem ek is­ tedi, sonra birden hıçkırm aya başladı. Juliette çocuğun pantolonunun cebinden m endilini çıkardı, gözlerini kuru­ ladı. — A ğlam a, yavrum . Seni üzm ek istem iyordum , özel­ likle söylem edim . Bir daha etm em sözünü... Frédéric daha çok hıçkırıyordu. Juliette elini boynuna attı, am barın dibine götürdü onu, sapların üzerine, yanm a oturdu, salladı, yanaklarını okşadı. A lçak sesle de konuşu­ yordu: — A ğlam a, F réd é'çiğim . Seni de seviyorum , biliyor­ sun. H er zam an öpebilirsin beni, istediğin gibi dokunabi­ lirsin de... A m a kes ağlam ayı artık, dönm eli birazdan, Fer-

Yeşil Kısrak I

165

dinand am ca arar bizi. Ö ğleden sonra beni gene öpecek­ sin, değil mi? Fréd éric gü lü m sem eye çalıştı. Ju liette kalkıyordu, durdurdu. — D oğru m u o N oël'i sevdiğin? — Bilm em , düşünm eden söyledim işte. Yok, aklım da bile değildi... N e oldu birdenbire, bilm em . Frédéric dönüp de Ju liette'in yanm a oturduğu zam an, baytar saatine bakarak oğlunun sofradan ne kadar süre uzak kaldığını anlam ayı unuttu. M asanın üzerine çenesi değecek kadar eğilm iş, kekeliyordu: — N e... Ne... Em in m isiniz? D éodat yeni patlatm ıştı haberi, gitm eye hazırlanıyor­ du. İskem lesinin ardında, ayaktaydı, dingin m i dingin: — Em in olm ak da söz m ü? dedi. A naîs m ektubu gö­ züm ün önünde açtı, kız yarın geliyor. Ffonoré tem bel bir sesle: — Bunda şaşılacak bir şey yok, dedi, P aris'e gitti gide­ li görünm em işti. — Z èphe hem en hiç izin alam adığını söylem işti bir kez bana, hele m ağazada çalışm aya başlıyalıberi, diyordu. — M ağazada m ı çalışıyorm uş? diye alay etti A délaïde, m üşterilere nalları havada hizm et ediyordur kuşkusuz! — N e biliyorsun? diye çıkıştı H onoré. — M aloret'lerin kızlarının hep o biçim olduklarını kim bilm ez ki! — İyi am a öyledir diye... Postacı kapıdan çıktıktan sonra, Ferdinand sızlanm a­ ya başladı. Valtier bunu ne diye önceden bildirm em işti? K endisine karşı b ir dolap m ı çevriliyordu? Z èp h e'in m ek­ tubu ele geçirm esinden üç gün sonra, bu kızın çıkagelm e­ si şaşırtıcı değil m iydi?...

166

I Marcel Aymé H onoré om uz silkti. Baytarın eteklerinin tutuşm ası si­ nirine dokunuyordu. K endisine gelince, neden, bilm iyor­ du, am a M arguerite M aloret'nin gelm esine seviniyordu tersine. Z èp h e'e oynayacağı oyun şim di daha güzel ola­ cakm ış gibi geliyordu ona. Eskiden öcünü alm ak konu ­ sunda kaçırdığı fırsatları düşünürken, M aloret'ye tutum ­ luluk yüzünden, daha ateşli kavgalar hazırlam ak için dokunm am ışm ış gibi bir duygu uyanıyordu içinde. Ve bütün çocuklarını, sofranın çevresinde toplanm ış dört çocuğuyla

E pinal'd e askerliğini yapm akta olan E rn est'i büyü k bir hazla düşünüyordu.

Yeşil Kısrak I

167

IX

A m barda H onoré ile Juliette döveçle buğday dövü­ yorlardı. H onoré kızının bir erkek işinde kendisine yardım etm esini istem em işti ilkin. Buğdayların iyice olgun olduk­ larını, başaktan ayrılm aları için şöyle bir okşam anın yete­ ceğini söylüyordu. Fazla beklem eye gelm ezdi, evin b u ğ­ dayı tükenm ek üzereydi, am a gerekirse bir işçi bulurdu. Ne var ki, harm an zam anında, C laquebu e'd e işçi bulm ak zordu, hem de, A d élaïd e'in dediği gibi, gündeliğine otuz beş sou, onun üstüne de güzel bir yem ek isteyen bir adam tutm aya kalkm adan önce iyice düşünm ek gerekirdi; karın­ larını tıka basa doldurm ak için başkalarının sofrasına otur­ m ayı beklerlerdi de sıra çalışm aya gelince bir türlü kıçları­ nı kaldıram azlardı bu herifler. A délaïde buğdayı H onoré'yle birlikte dövm eye karar verm işti. A m a, yapıca sert olm akla birlikte, hem kastan yoksundu, hem de gençlik­ ten, alışkanlığın yerini de ancak gençlik tutabilirdi; üstelik, bir sürü doğum yüzünden, karnının derisi gevşem işti, b i­ raz çaba harcadı m ı acısını barsakları çekiyordu. Yarım sa­ atlik bir çalışm adan sonra, döveci gevşek gevşek inm eye başlam ış, uyum unu yitirm işti, her seferinde döveci kendi başına vurm asına ram ak kalıyordu. — H adi, bas git bakalım , dem işti H onoré, dövm em e engel oluyorsun, bütün yaptığın da bu. O zam an, Juliette annesinin yerini alm ak için ısrar et­ mişti. — Yapabildiğim den fazlasını yapm am . Yorulunca b ı­ rakacağım a söz veriyorum . H onoré kızına bakarak gülm üştü. K ocam an, güzel bir kızdı işte, sözüne bir diyeceği yoktu, gene de körpecikti ne

168 I

Marcel Aymé

de olsa, tavuğun beyazı gibi tazecikti. Ses çıkarm am ıştı, bir görm ek istiyordu, biraz eğlenm ek istiyordu işte, çabucak bıkacağını düşünerek için için gülüyordu. A m a Juliette gu­ rurlu kızdı, sabahtan gevşem em işti öyle. Şöyle bir elini alıştırm ıştı, sonrası tam am . D öveci hep yerini buluyor, arayı da açm ıyordu. G erçek bir erkek işiydi bu. A m bar da dışarısı kadar sıcaktı. Juliette, kolsuz, uzun bir göm lek giym iş, belinden de bir iple bağlayıp sıkıştır­ m ıştı. Ter, kum aşı sırtından baldırlarına kadar üzerine y a­ pıştırıyordu. D övecini kaldırdığı zam an, göğsü göm leği her zam an aynı yerden geriyor, uçları fincan tabağı büyük­ lüğünde iki ter yuvarlağının tam orta yerlerinde çıkıntı ya­ pıyordu. Baba ile kız döveçlerini birbiri ardından indiri­ yor, ağızlarını açm ak zorunda kalm am ak için gırtlakların­ dan birer "h ıh !" çıkarıyorlardı. D övülm üş sam andan ince bir toz çıkıyor, burunlarına doluyordu. A ğızlarını açtıkları zam an da bir güzel yutuyorlardı bu tozları; dilleri, gırtlak­ ları kav gibi yum uşak ve kuru bir durum a geliyordu. A délaïde düzenli aralıklarla içecek getiriyor, dinlen­ m e zam anından yararlanarak içindeki acıyı dışarıya vuru­ yordu. — O nlar kızlarını çalıştırm ak zorunda değil, işine bak sen. Şırfıntılarını gördüm , gözlerim le. Ç içekli önlüklerle dolaşıyor. Potinleri de tam am . Kıvırdı m ı ta kökünden kı­ vırıyor, sanki şatolarda büyüm üş haspam . — Bunları başka zam an anlatırsın, diye yanıtlıyordu H onoré. Şarapla şöyle bir boynunu siliyor, içini tem izlem ek için birazcık da burnuna çekiyor, sonra, bardağı bir sap d e­ m etinin üzerine atıp dövecini gene havaya kaldırıyordu. A délaïde hom urdana hom urdana gidiyordu, öfkenin ve önbilinin bini bir paraydı. H iç böylesine haklı bir öfke

Yeşil Kısrak I 169 duym am ıştı içinde. Dün, H onoré her şeyi söylem işti ona. İkisi de yataktaydılar, topraktan çıkıp odada üstlerine çök­ tükçe çöken sıcak yüzünden, şiltenin üstünde bir o yana, bir bu yana dönüp duruyorlardı. İki gündür kafası iyice doluydu H on oré'nin, öylesine doluydu ki içinde saklayamaz olm uştu artık. Yatakta, söylem işti. H er şeyi ta başın ­ dan alm ıştı. Prusyalıların gelişini, yataktaki Bavyeralıdan geçen gün çalınan m ektuba kadar, her şeyi söylem işti. Bi­ tirdi m i baştan başlıyordu. Biri anlata anlata, öteki dinleye dinleye, ikisi de kızışm ışlardı; hani şu çavuşun kabalığı. H onoré tam tepesinden dum anlar çıktığını duym aya baş­ ladığı sırada karısına sarılıverm işti, öyle bir kucaklaşm ış­ lardı ki ikisi birden eşekler gibi anırm aya başlam ışlardı, sonra, ter içinde, soluk soluğa, tısıl tısıl, birbirleriyle içiçe, düşlere dalm ışlardı. A délaïde m utfakta gecesinin ve öfkesinin düşünü ku­ rarken, C lotilde korkak ve hırçın bir yüzle kapıdan baktı. Annesi kevgirini tencerenin kulpuna geçirdi, küçük kızı kolundan tutup ışığa getirdi. — D ilini çıkar da bakayım ... Ö nceden akıl etm eliydim bunu... Zaten kaygılanıp duruyordum ... Yağm ur yağar yağm az, hintyağı içireceğim sana. A délaïde, güneşli, sıcak havalarda m üshil verm enin kötü bir şey olduğuna inanırdı: beden tehlikeli şeylerle do­ ludur o zam an, bu tehlikeli şeyler de çabucak safra ya da irine dönüşebilir. H intyağını içtikten sonra, bir de güneş çarpm asına uğradın m ı yağ hem en m ideye oturur ya da kana karışır. Ç ok görülm üştü bunun örnekleri. D om iné ananın kocasının öbür dünyayı boylam asının nedeni de bundan başka bir şey değildi; bir 14 Tem m uz günü, içinde­ kileri çıkarm ak istem iş, am a içtiği üç kaşık hintyağı bütün gün m idesinde dönüp durm uş, akşam terlem eye başlam ış,

170 I

Marcel Aymé

gece yarısına doğru da gözlerini yum m uştu. O ysa daha uzun zam an yaşayabilecek bir adam dı. C lotilde annesine dehşetle bakıyordu. G eçen yıl b aşı­ na geleni, annesi kaşığı ağzına sokarken, Ernest'in de bu r­ nunu tutuşunu anım sıyordu. G özlerine yaşlar geldi, duaya başladı; "Tanrım , hiç as­ lı yok, hintyağı gerekm ez bana. Birşeyciğim yok. H içbir zam an yağm ur yağdırm a, ne olur, hiçbir zam an ..." A nnesi kızıyla kocasına içecek götürm ek üzere m utfaktan ayrıldı. C lotilde duasını kesti, hafif bir gülüşle kıkırdadı, yem ek odasına girip sürgüyü sürdü. A délaïde, baba ile kızı ellerini dizlerinin arasından aşağıya doğru sarkıtm ış bir durum da, bir sap yığınının üzerinde oturur buldu. — Tükrüğüm apak çıkıyor, ağzım öylesine kurum uş, diyordu H onoré. Bak, bak, nasıl tükürüyorum ! — Ben de öyle, diyordu Juliette, benim tükürüğüm seninkinden daha ak belki de. A délaïde, bardakları ellerine verirken, onlara acıyor, öfkeleniyordu. — H allerine bakın şunlarm ! K ızın göm leği sırılsıklam , bu sıcakta döveç m i dövülür? A m a, ne yaparsın, biz he­ m en dövm ek zorundayız buğdayım ızı. K im ileri bekleye­ biliyor, onların şansı yok bizde. O nlar şanslı işte, ne yapar­ sın! Şanslıym ışlar, bir şırfıntı kızları var, tıkır tıkır para ge­ tiriyor. N asıl olduğunu da biliyoruz! İş böyle olunca da buğdaylarını dövm ek için rahat rahat am barların serinle­ şeceği zam anı bekliyorlar... H onoré ile Juliette ona pek kulak verm iyor, hayvansı b ir m utlulukla birbirlerine gülüm seyerek içeceklerini yudum luyorlardı. — D övm eyi bitirdikten sonra, bir de ayıklam ak gere­

Yeşil Kısrak I 171 kecek, çalkağıyı sallayacağım diye kolların kopacak, belle­ rin sızlayacak. Salla dur, çalkala dur, am a belin kırılırm ış, kırılsın, ne yapalım ! Am a onlar bu çabaya da girm eyecek­ ler. K albur m akinesi aldılar. K ıçlarının parasıyla. H onoré dalgın dalgın: — K albur m akinesi kullanışlı araçtır, dedi. — K ullanışlı da söz mü! K olunu çevirdiler m i iş kendi kendine yapılıveriyor. Evet, kalbur m akineleri alıyorlar! H epsi bu kadar da değil... H onoré kızını boynundan tuttu, kendine doğru çekti, sonra gülerek: — İşleri tıkırında kısacası, kalbur m akinesini aldılar ya! dedi. Buğday çalkalam aktan canları çıkm ayacak, am a başka şey çıkaracak onların canını. Bizlere gelince, hem en buğday alabilm ek için buğd ayım ızın yarısını tarlada b ek­ letiyoruz. Peki sonra? B izim am barda dilim iz sarkıyor, M aloretTerin dili de güneşin altında, buğd ayı biçm eyi b i­ tireceğiz diye. Ben yalnız b ir şeye üzülürüm , buğdayım ı­ zın yağm u r altında kalm asına. Bunun dışında, hiçbir şey um urum da değil, kalbur m akinem iz olsun, olm asın, nasıl olsa yaşam ım ız çalışm ak değil m i? Yaşam ını kazanm ak için çalışır insan, evet, orası öyle, am a bir de çalışm ak için çalışır, çünkü bundan başka hiçbir şey bilm ez. Benim dert yandığım yok. Ç alışm ayı severim ben, işim de eksik değil, daha ne isterim ? Şu şişede kalanı da ver bakalım . Isınıyor. A délaïde iki bard ağı da doldurdu, bir an sustuktan sonra da: — Ben de severim çalışm ayı, am a ne de olsa bazı şey­ ler kızdırıyor insanı, hele nam us bakım ınd an kendini suç­ layacak bir şeyi de yoksa. H onoré, oyun olsun diye, bardağını Ju liette'in barda­ ğına vurdu, başına dikti, sonra başını sallayarak yanıt ver­

172 I

Marcel Aymé

di: — N am usa gelince... H aklısın belki de. O bakım dan, bütün M aloret'lerin birer gübre yığını olduklarına sözüm yok. G ünü gelince hesaplarını da göreceğim . Ferdinand'ın m ektubundan aldıkları hazzı biraz zor alırlar o zam an. Bu dom uzlar... Juliette, başını babasının om uzundan çekiverdi, sözü­ nü kesti: — N eden bu dom uzlar diyorsun? D om uzlar dem ekle iş bitm ez! H audouin kızına baktı, şaşırm ış, kaygılanm ıştı. Ju liet­ te kalkm ış, bir güreşçi gibi, göm leği beline oturtan ipi sı­ kıştırıyordu. A délaïde kızının böyle kafa tutm asına sinir­ lenm işti: — Benim zam anım da bir kız babasıyla böyle konuştu m u tokadı yerdi, dedi. — Yitirilm iş bir m ektup için insanlara sövülm ez b öy­ le, dedi Juliette. Z èphe m ektubu alm ış olsa bile, tüm aileye kızm ak doğru olm az herhalde. — H epsi aynıdır onların, dedi annesi. Bir bir alıp bak istersen... Bunun üzerine, H onoré kalktı, kızına doğru eğilerek, sert bir sesle: — H ayır, bir bir alm aya değm ez! dedi. M aloret'ler de­ din m i tam am dır! A nladın m ı şim di? Juliette heyecanlandı, kekelem eye başladı: — A nladım ... A m a bilm iyorsun, bilem ezsin... H onoré, yüzünün solgunluğunu, dudaklarının titreyi­ şini gördü. — N eyse, dedi, sonra dövecini eline aldı, kendi du­ dakları da titriyordu. A délaïde kızını elinden tuttu, am bardan dışarı götür­

Yeşil Kısrak I

173

mek istedi. A m a Juliette sert bir devinim le sıyrılıverdi: — İş acele, dedi, bırak beni. A nnesi uzaklaşırken, Juliette dövecini aldı, çalışm aya başladı. Aynı güvenli, aynı tekdüze uyum la sürdürdü dövm e işi. A m a döveçlerin art arda gelen gürültüsü, baba ile kızı birbirinden ayıran huzursuz sessizliği dolduram ıyordu. Birbirlerinin gözüne bakm adan, gizliden gizliye in­ celiyorlardı birbirlerini, ikisi de sinirli, ikisi de sıkıntı için­ deydi. Z am an zam an, dövm enin uyum unu sağlam ak için, baba bir "h ıh " diyor, Juliette de dövecini indirirken aynı sesi çıkarıyordu. Bir kez, daha zayıf bir sesle karşılık verdi; H audouin bir çocuk iniltisi duyar gibi oldu. A racını bırak­ tı. — Juliette! diye bağırdı. A m a Juliette dövecini indirdi, sonra gene kaldırdı. — Juliette, dedi babası tatlılıkla. Juliette gözyaşlarına batm ış gözlerini babasına çevir­ di. — Şey d em ek istiyordum ... M aloret'ler konusunda... H onoré kızını kendine doğru çekti, gözyaşlarına b at­ m ış yüzünü göğsüne bastırdı. — H içbir şey söylem e. — D iyecektim ki... H onoré daha çok sıktı kızını, ıslak dudaklarının göğ­ süne çöktüğünü duydu. Juliette çırpınm aya başladı, sonra, iyice sıkıştı, bıraktı kendini; om uzları uzun hıçkırıklarla sarsıldı. H onoré, oyun olsun diye sık sık yaptığı gibi, kol­ larında kaldırdı kızını, sap yığınının üzerine bıraktı, o da, elleri gözlerinin üzerinde, yüzükoyun u zand ı buraya. H o­ noré dövecini aldı, kederinden dişlerini sika sika, öğleye kadar yalnız çalıştı.

174 I Marcel Aymé K ISR A Ğ IN D ED İK LERİ H onoré'nin evinde aşk, aile bağından gelm iş şarap gi­ biydi; herkes kendi bardağından içerdi bu şarabı, am a kar­ deşin kardeşte, babanın oğulda tanıyabileceği bir sarhoş­ luk, sessizlik şarkıları biçim inde yükselen bir sarhoşluk sağlardı. Kim i sabahlar, ana ile baba günün işlerine ağır ve m utlu bir yüzle hazırlanırlardı; çorbalarını içen çocuklar, annelerinin sevincine bakarlardı. "İy i, iyi, bu gece işler tı­ kırında gitm iş, b elli." Söylem ezlerdi bunu, düşünm eyi de göze alam azlardı, am a bilirler, m utluluk duyarlardı. Böyle sabahlarda, daha bir kolay gülerdi insan. Ya da oğlanlar­ dan biri akşam gelir, pırıl pırıl bir yüzle, sessiz sessiz sof­ raya otururdu. H iç kim se bir şey sorm azdı, am a gizli gizli gözetlenir, yorgun etinde uyuyan hazdan bir pay alınırdı. H onoré karısına göz kırpardı. A m a oğlunun kendisini gör­ m ediğinden iyice em in olduktan sonra kırpardı gözünü, eve bir tatlılık getireni rahatsız etm ek istem ezdi. A nne de hiçbir şey söylem eden om uz silkerdi, oğlunu böyle pem be pem be, gözkapakları hazdan ağırlaşm ış görm ek sinirine d okunurdu sanki. Ö ylesine küçücük görm üştü ki onu! K o­ ca budala! A dam olm uş da kızlarla kırıştırm aya başlam ış­ tı. H em de neyle, Tanrım ? Bir görseniz! A na om uzlarını kaldırır, saplı tencerelerini gürültüsüzce alıp koyardı, hiç kim seyi uyandırm ak istem ezdi, kaynar dururdu kanı, az önce kendisine göz kırpm ış olan kocası yüzünden; baba oğuldan yaram azdı, oğul babadan. A na fırının üzerine eğilir, H on oré'n in bu göz kırpışm ı düşünerek gülerdi; iki ufaklık, yem eğin sonunda, annelerinin yorgunluğu attığı­ nı, gözlerinin tatlılaştığını görünce, gidip başlarını kucağı­ na koyarlar, uyuyuncaya kadar kalırlardı; anneleri kım ıl­ dam ayı göze alam azdı ve sevgisi tüm evi uyuştururdu.

Yeşil Kısrak I 175 Saint-M argelon'da, Ferdinand'm evinde, bu haz daya­ nışm asından iz bile yoktu. A şk yolunu, yalnız kendisinin bildiği b ir yönde arardı her biri. Tüm ailede, yalnız baytar ilgilenirdi başkalarının gizleriyle; am a o da canlarına oku­ m ak için yapardı bunu. K arısını da, çocuklarını da sürekli olarak gözaltında bulundururdu. Saatine bakar, "O n bir dakika helada kald ın ," derdi. A m a, onun kuşkularına kar­ şın, en iyi, en güvenilir sığm ak olarak kalırdı burası. K im buraya girecek olsa, bir utanç duygusuyla birlikte, bir ha­ fif şehvet duyardı; baytarın m eraklı gözlerinden uzakta, şehvet uyandırıcı görüntülere, haz uyandırıcı yordam lara dalardı herkes. Yalnızlık içinde yü rütülen bu deneyler, korkak kafalarda olgunlaştırılan bu içli coşkular arasında donuk bir benzerlik vardı. Biçim ini, sırasını, hatta konusu­ nu b ile bir aile disiplini belirlem işti sanki. Yakınlardaki bi­ riyle sevişm eyi düşünürlerdi yalnızca, düş güçlerini de fazla karıştırm azlardı işe. Yardım ları tasarlanan kom şular çok azdı. İki kişiyi geçm ezdi gerçekte. Baytarın evinin kar­ şısında, b ir polis m em uruyla karısı otururdu. Polisin boyu iki m etreyi bulurdu, geniş bir koridorun girişini om uzla­ rıyla kapatırdı. K arısının da yere bakm asını önleyen bir göğsü vardı. Tam gerektiği gibi işte, kocam an m ı kocam an. Şöyle bir düşündü m ü ağırlığını başında duyardı insan. Ağır ağır devinip yerleşirdi; çevik kadınlardan, ince deli­ kanlılardan daha kolay, daha rahat düşlenirdi böylesi. Pazar sabahı, Frédéric ile A ntoine erkenden kalkar, b i­ rer yuvarlak pencerenin ardında pusu kurar, polisin karı­ sının, sokağın öbür yanında, pem be korsesi ve çıplak kol­ larıyla pancurları açışını gözetlem ek isterlerdi. K adının kocam an kollarının, d om uzların karnı gibi cart pem be da­ m arlı, m or bir rengi vardı; göm leğinin kısa kollarından top top kıllar çıkardı. Sokağa bir göz atar, iki eliyle pencerenin

176 I Marcel Aymé kıyısına dayanır, koltuk altlarının oralarda, tıpkı kıçtaki çizgiler gibi kocam an, derin derin kıvrım lar belirirdi. Ç o­ cukları en çok sarhoş eden, pem be korseydi. İçinde ne ol­ duğu görünm ezdi, çünkü yakası pek de açık olm ayan bir göm leğe uydurulm uştu. A m a iki kardeş, bu çıkıntıda, b a­ linalarla, pem be kum aşlarla zırhlanm ış bu fırlam ışlıkta, bir gizem li hazlar ırm ağı, geom etrik türler dışında bir biti­ şiklik, bir ter ve süt kokusu içinde kaynayan, bitm ez b ir di­ şilik tasarlarlardı. Frédéric ile A ntoine yıllarca gözetlem işlerdi polisin karısının belirişini, am a hiç konuşm adan, bir­ birlerinin ürperm elerinden habersiz, her biri kendi pence­ resinin ardında. H er zam an da habersiz kalabilirlerdi, ama bir gün baytar ayaklarının ucuna basa basa gelm iş, Antoin e'ı yuvarlak pencerenin ardında yakalam ış, m erakının konusunu hem en o anda anlayıverm işti. Sonra, bu tür iş­ lerdeki başdöndürücü sezgisiyle öbür yuvarlak pencereye koşm uş, burada da Fréd éric'in nöbet tutm akta olduğunu görm üştü. Sonra, kafasını dışarıya çıkarm ış, ısrarlı bir ses­ le bağırm aya başlam ıştı: — Ç ekilin, m adam e! H adi, içeri girin! İçeri girin he­ men! Polisin karısı bundan hiçbir şey anlam ıyor, yuvarlak pencereden çıkan bu utançtan altüst olm uş yüze m erakla bakıyordu. — G irsenize içeriye! diye köpürüyordu baytar. Siz bir yosm asınız, m adam e! Bir yosm asınız! K adın, bu çıkışm anın anlam ını anlayacağım diye da­ ha çok sarkıyordu dışarıya. Bütün göğsü bir yana kaydı, pem be korsede bir dalga titrem esi görüldü. Baytar boğuluverecekti neredeyse. K orkunç atışm alar oldu. Polisin iş­ ten atılm asına ram ak kaldı, ister istem ez ev değiştirdi, hiç­ bir zam an da yükselem edi. N e olur ne olm az diye yu var­

Yeşil Kısrak I 177 lak pencereler örülüp kapatıldı. İki suçluya gelince, altı ay boyunca tatlı ve çerezden yoksun bırakıldılar. H enriette d'A ngleterre için yazılm ış m ezarbaşı söylevini on beş kez kopya etm ekle cezalandırıldılar, bu da yetm iyorm uş gibi, okula uşakla gidip uşakla dönm enin utancına da boyun eğm ek zorunda kaldılar. Pem be korseyi b ir daha görem e­ diler, bu esinleyici görüntünün silinişinin acısını giderm ek üzere, her pazar sabahı tuvalette beşer dakika daha fazla kalm aya başladılar. Baytara gelince, kuşku içini kem iriyor, polis m em uru ile karısının gölgelerinin dolaştığı odalara giriyor, burnu­ na bir günah kokusu geliyordu. O ğullarının orasını çekip alabilse, ne iyi olurdu. Daha sonra, evlenip bir yere yerleş­ tikleri zam an, arada sırada, örneğin ayda bir kez, beş daki­ kalığına geri verirdi bunları kendilerine. Yalnız Frédéric'le A ntoine'a da yönelm iyordu kuşkuları, Lucienne ile karı­ sından da kuşkulanıyordu, onlar da kuşkularını haksız çı­ karacak bir şey yapm ış değillerdi. Lucienne de alm ıştı ateşten payını. G ökkubbenin al­ tında, en ufak bir pişm anlık bile duym adan, polis m em u ­ runun kocam an görüntüsünü gözlerinde canlandırabildiği, ufacık, kapalı bir ülke vardı. Am a bilinci kendisine eş­ lik etm ezdi bu ülkede. Burada olup bitenler ne günah çıka­ rıcıyı ilgilendirirdi, ne de H erm eline kardeşleri; bilinç sor­ gulam a defterine de en ufak b ir şey yansım azdı buradan. Lucienne bunu ev dışında düşündüğü zam an, biricik ger­ çek pişm anlığı polis m em urunun daha aşağı bir sınıftan olm asıydı. O nun yerini süvari albayına, binbaşıya, notere, savcıya verm ek istem işti, am a bu adam ların görüntülerini bir türlü tuvalete getirem em işti. İçten ve gizem li çekim ini duyduğu tek adam polis m em uruydu. Ö te yandan, Lu­ cienne öyle büyük bir im gelem aşırılığına da dalm ıyordu.

178 I Marcel Aymé Bedensel gerçekler konusundaki bilgisizliği H erm eline kardeşlerin pansiyonunun yüzünü ağartacak kadar yü k­ sekti. Polis m em uru uygun, açıklanm az biçim de uygun bir tanık rolünden başka bir rol oynam azdı, Lu cien n e'in gü­ nahı da öyle basitçe içgüdüseldi ki cehennem den çok arat kokardı; en büyük tehlike bu şeyleri kaygısızca, tam bir il­ gisizlikle düşünm esiydi, çünkü daha fırtınalı oyunların da günün birinde aynı unutuş torbasına gideceği kestirilebi­ lirdi. M m e H aud ouin'e gelince, polis m em urunu u nutabil­ m esi konusunda hiç um ut yoktu. Baytarın okşam aları h iç­ bir haz uyandırm azdı içinde. Evliliklerinin ilk sıralarında, Ferdinand yanılsam aya düşürm üştü onu. O sıralarda cin­ selliği yeni tanıyor, oldukça um ut verici bir ateşlilik göste­ riyordu. G österdiği ivecenlik ve u tangaçlık yüzünden ka­ rısını düzenli olarak hazdan yoksun bırakıyordu, ama her şey düzelebilirdi. H er şeyden vazgeçm ek doğru değildi daha. H iç kuşkusuz, H élène daha başlangıçta düş kırıklı­ ğına uğram ıştı biraz. H erm eline kardeşlerin pansiyonun­ da, -H élè n e de o pansiyona g itm işti- genç kızlar güzelim kanapelerde, süslü odalarda sevişildiğini öğrenirlerdi söy­ lentilerden; öte yandan, iki kuşaktır kentte oturan büyü k­ leri de konuşm alarında olsun, davranışlarında olsun, biraz bayağıca, am a oldukça içli dışlı b ir rahatlık içindeydiler. K ızlarının gözleri önünde birbirlerini çim dikler, üstü ka­ palı sözlerle, çağrılarla birbirlerini kışkırtırlardı. H élène de bunlara bakarak, karı koca arasında bile, önceden bir an­ laşm a olm adan sevişilem eyeceği sonucunu çıkarm ıştı. K anapelerden de, ince, kibar bir başbaşa kalıştan do­ ğan, cici bici bir heves izlenim i uyandırabilecek her türlü nesneden de vazgeçm ek zorunda kaldı ilkin. Baytar böyle şeyleri anlam ıyordu. Yatakta, hem de yatağa girm enin u y­

Yeşil Kısrak i

179

gun düştüğü bir saatte sevişm ek gerekiyordu. Yatm adan önce, Ferdinand bir oturağa işerdi. K arısının önünde, elini organına götürürken kendini rahat m ı rahat bulduğu biri­ cik durum buydu. Flep böyle yapm ış olan tüm H audou in 'ler bu duruşta yüreklendirirdi kendisini. Fliçbir gizlem i bulunm ayan, nam uslu bir işlem di bu, çocukluğundan beri alışkın olduğu su sesi de kulağına bir burjuva rahatlı­ ğının şarkısı gibi gelirdi. H élène uzun zam an alışam am ış­ tı buna. Ö nceden önlem alabilirdi pekala (bir süvari suba­ yı gibi, diye düşünüyordu). A m a, ne olursa olsun, işin önem li yanı bu değildi. Ferd inand 'm evliliklerinin ilk gü n­ lerindeki beceriksizliği hoşgörülebilirdi, am a daha sonra bilgisizliğini düzeltm ek için hiçbir çaba harcam am ış, karı­ sının yardım larını da sürekli olarak geri çevirm işti. En so­ nunda, H élène iyice kızm ıştı, çünkü baytarın yanlışlıkları canını acıtıyordu; baytar çoğu zam an tam m utlu olacağı sı­ rada yerleşiyordu doğru noktaya. H élène karşılıklı olarak birbirlerine elleriyle yardım etm enin yararından sözetti; kendisinin kesin ve bir anlık bir edim i yeterdi, b ir anlık ol­ duğu için de, yasalara uygun kucaklaşm alarına hiçbir şeh­ vet inceliği katacak değildi. A m a baytar tartışm ak bile is­ tem em işti bunu, sert bir dille, yapılm ası gerekeni yaptığı­ nı, bu konuda tek sözcük istem ediğini, öte yandan, bu ya­ kınlaşm aları çileden çıkarıcı konuşm alara yol açacaksa, bu işe hiç girişm em eyi yeğ tutacağını söylem işti. K arısı bir daha ağzına alm am ıştı bu sözleri, am a sözlerini gerçek doğrulam alarla d esteklem ek istem işti. Bu da boşa gitm iş­ ti. Ferdinand karısının kendisine el sürm esine katlanam ıyordu, öyle ya, onun anladığı düm düz çiftleşm e edim in­ de, ar d uygusunu biraz olsun yatıştıran bir şey varsa, o da bu işin utanç verici yerler arasında, bilincinin bulunduğu yerlerden uzakta gerçekleşm esiydi; bir elin parm akları da

180 I

Marcel Aymé

bu bilincin m alıym ış gibi gelirdi ona. M m e H audouin yavaş yavaş genç kızlık alışkanlıkla­ rına geri dönm üştü böylece, buna bir de polis m em urunun kalıbıyla, sığırsı ve iyilik dolu suratıyla, baytarın rahatlık verici bir karşıtı olan görüntüsünü eklem işti. Ü steğm en G alais'n in yaşam ında belirm esi kurulu düzende hiçbir şe­ yi değiştirm eyecekti, im gelem ind e ağır işler altında ezilen bir adam a bıraktığı işi süvarinin yüklendiğini görm ek iste­ m iyordu, aşkları genç kız aşkları olarak kalm ıştı böylece. M m e H audouin, baytar kocasının siyasal konum una karşın çok dindar kalm ıştı, yılda birkaç kez de günah çı­ kartırdı. K im i zam an yaşlı bir papaza, kim i zam an genç bir papaza gider, içini inceden inceye açm ak isterdi; yaşlı pa­ paz, onu neredeyse dinlem ek bile istem ez, yatıştırıcı söz­ lerle gönderirdi, genç papaz durum unu özenle inceler, bir çare bulm aya çalışırdı. İki günlüğüne H onoré'lerde kaldı­ ğı bir sırada da M m e H audouin çocuklarıyla C laquebue papazına gitm işti. C laquebue papazı boyun eğm esini öğütledi, sonra, ustaca sözlerle, polis m em urunu yardım a çağırm aktan daha bilge, daha hıristiyanca bir yol bulam a­ yacağını çıtlattı; bir düşünce günahı olarak bile görm ek is­ tem iyordu bunu, fazla fazla bir kötü düşünceydi belki, hayranlık verici bir eşin alçakgönüllülüğünün arka yüzüy­ dü.

Yeşil Kısrak I 181 X

H onoré yü ksek sesle okum aya başladı: "Sevgili anne­ ciğim , sevgili babacığım . İki güne kadar revirden çıkaca­ ğım . Başçavuşun eldivenlerini götürürken, veznedarın m erdiveninde kem iğim çıkm ıştı. Şim di iyiyim , am a 14 Tem m uz'da geçit törenine katılam adım , bir bakım a can sı­ kıcı bir şey, am a şim di iyiyim . Ü zülm eyesiniz diye size yazm ak istem edim . Eldivenler yüzbaşının odasında kal­ m ıştı, beş gün iznim var bun un için, önüm üzdeki çarşam ­ ba aranızda bulunm ak çok sevindirecek beni. M anevrala­ ra gitm eyeceğim , belki de bölüğüm ü değiştirecekler, ben de bölüğüm ü çok arayacağım doğrusu, çünkü çavuş oğlu­ nuza çok iyi davranıyordu. İzin alm am iyi bir şans oldu, gelince anlatırım . Ayrıca, sizi sağ salim bulacağım a da se­ viniyorum , om uzum iyileştiği için, harm an işlerinde size yardım edebileceğim . Ellerinizden öperim . O ğlunuz: Er­ nest H audouin." — G eleceğine sevindim , dedi postacı. Yazık, kardeşin Ferdinand biraz daha geç gitseydi keşke, o da duyardı ha­ beri. — Ferdinand m ı? Ferdinand gelm edi ki bugün, gel­ m esi için de... — Birazdan gelecek dem ektir öyleyse. A rabasını gör­ düm , Z èp h e'in kapısının önünde duruyordu. H on oré'nin yüzü öfkeden kıpkırm ızı oldu. Dangalak baytar. A lçak m adrabaz. Postacı uzaklaştıktan sonra, H o­ noré: — Şapkam ı ver! diye bağırdı. — Boşver, otur oturduğun yerde, dedi A délaïde, Fer­ dinand kendisi gelsin daha iyi...

182 I

Marcel Aymé — Şapkam ı ver dedim sana! — O nun bunun önünde kavga edeceksiniz de ne ge­

çecek elinize? Ferdinand'm kötü bir d üşüncesi yoktur ku ş­ kusuz. — Başlattırm a şim di beni baytarına! H onoré, daha yüz m etre bile yürüm em işti ki yelkenle­ ri indirm eye başlam ıştı. Ç ıkacak bir patırtının, işleri d üzel­ tecek yerde, baytarın tehlikeli bir yol tutan inadını daha da arttırabileceğini düşünüyordu. M aloret'lerin m utfak kapı­ sı açıktı, vurm adan girdi. Ferdinand iki kadınla başbaşaydı, M argu erite'le konuşuyordu, çetin konuşm alardaki ök­ sürüklü sesi duyuluyordu gene. K ardeşinin içeriye girdi­ ğini görünce, sıkıntılı ve korkak bir havaya büründü. — G eçerken arabanı gördüm , dedi H onoré. Gözün aydın, A naîs, bakıyorum , M argu erite'in dönm üş. — D öndü ya, üç haftalığına. A m a çok az, biliyor m u ­ sun? K ızın yanında oldu m u çok çabuk geçer üç hafta, son­ ra da uzadıkça uzar. — G üzel bir kız olm uş P aris'te, dedi H onoré. Ferd inand 'ı şaşkınlıktan donduran bir u m u rsam azlık­ la kızı inceliyor, annesiyle karşılaştırıyordu. M arguerite annesinden daha ufaktı, am a yirm i iki yaş farkı vardı ara­ larında. A nnesi kadar sarışın değildi, annesinin düzgün çizgilerinden, sevecen ve boyun eğm iş yüzünden de yok­ sundu, am a atak gözleri, şehvetli bir kahkahası vardı, gö­ ğüslerini de adam ın gözüne sokuyordu. M avi b ir giysi giym iş, üstüne de A d élaïd e'in kışkırtıcı bir lüks olarak gördüğü çiçekli önlüğü geçirm işti. H onoré, M argu erite'le herkesten çok konuşuyor, ka­ dınlara çapkınca davranıyor, gülüyor, güldürüyor, kalçala­ rını dövüyordu. Baytar iskem lesine büzü lü p kalm ıştı. A naîs, çekingenlikten çok önlem lilikle ağırdan alıyor, boş

Yeşil Kısrak I 183 bulunup da gülecek oldu m u erkeklerin gelip gelm edikle­ rini anlam ak için, kaçam ak bir gözle pencereye bakıyordu. M arguerite H onoré'nin sözleri karşısında som urtm uyor­ du. P aris'ten konuşuyorlardı karşılıklı. H onoré, 85 yılında, Victor H ugo'n un cenazesi dolayısıyla, bucağın parasıyla gitm işti P aris'e; Philibert M esselon o zam an da yaşlıydı, kendisi gidem em işti, am a törende C laq u ebu e'nün de tem ­ sil edilm esinde dayatm ıştı. — Ç ok kalabalık vardı cenazede, dedi H onoré, am a, ne yalan söylem eli, fazla bir şey görm edim , insanlar pek öyle konuşkan değillerdi. A m a olsun, ne de olsa iki güzel gün geçirdim . G enç kızın ateşli bakışının, A n aîs'in dolgun m u dol­ gun göğüslerinin büyüsüne kapılm ıştı, kalktığında niçin geldiğini unutuyordu neredeyse. Bununla birlikte, Ferdinand'm kalacakm ış gibi davrandığını görünce, sım sıkı ya­ pıştı koluna. — H adi, gidelim , dedi, karı yem eğe bekliyor. — Biraz daha kalın, dedi A naïs. Zèphe fazla gecikm ez, C ham p-D ieu 'd e çocuklarla buğd ay biçiyor. H onoré yukarıdan aldı: — O nu görm ek için acelem iz yok, diye yanıtladı. N a­ sıl olsa, istediğim zam an görebilirim . D ışarıya çıkınca, eve kadar birarada, yürüyerek git­ m ek am acıyla, baytarın atının dizginini eline aldı. — Bana haber bile verm eden, gizlice ne halt etm eye geldin bunların evine? — Ç ok basit, şim di anlarsın. — İstem em . G ene başlam a. — Bak, dinle. Bu sabah bir m ektup aldım ... K im den, bilirsin... — Kim den?

184 I Marcel Aymé Baytar sesini alçaltarak: — K im den olacak, dedi, Valtier'den. — İyi ya, söyle işte! "V altier'den," de. A tm gidip ora­ da burada anlatacak değil ya! — Bu sabah aldım . Bir aylık bir yolculuğa çıktığı için, kızı ailesinin yanm a yolladığını yazıyor. — H erhalde seçm enlerinin... — Bana kalırsa, sen biraz fazla büyütüyorsun işleri. G enç kıza ilgi duyuyor, hepsi o kadar. — A nlaşıldı. Belediye başkanlığı için, Z èp h e'le birlik­ te işleri ayarlam anı da istedi mi? Baytar bozuldu, sırf M arguerite'in ailesi yanında sıkı­ lıp sıkılm adığım görm ek için, hem de Va l ti er'n in ricası ü zerine geldiğini söyledi. Başka bir görevi bulunm adığını söylüyordu, am a telaşlandığı belliydi. — H ep böyle tepende olam am , dedi H onoré. Yalnız sana şu kadarını söyleyeyim . Z èph e'e çalınm ış m ektuptan sözetm eye kalkm a. Bu m ektup benim dir, başka hiç kim se­ nin değil. Bir zam an sustular, sonra H onoré keyifli keyifli ko­ nuşm aya başladı: — M arguerite'leri de çok fıstıklaşm ış, güzel kız ol­ muş. D üşünm ek hoşuna gidiyor insanın. Ferdinand belirsiz bir kınam a devinim i yaptı. — G eleceği parlak bir genç kız, dedi usulca. — G eleceği parlak m ı, değil m i, orasını bilm em , am a teknesini öyle b ir kıvırm ası var ki, hiç m ide bulandırm ı­ yor, m em elerine gelince, yem e de yanında yat! — H onoré! K endine gel, H onoré... — K örpeliğine de körpe! G üleç bir surat... K onuşur­ ken, baldırlarına kadar bacağını gördüm ! İlik, ilik! H onoré dudaklarını yaladı, zevke gelm ekten çok, kar­

Yeşil Kısrak I 185 deşini ürpertm ek için yapıyordu bunu. Ferdinand kıpkır­ m ızı kesilm işti. — Böyle şeyler söylem em elisin, dedi, yok, olm az, böyle konuşm am alısın... H em neye yarar? — N asıl da söyleyip geçiveriyorsun. N eye yararm ış? G özüm üzün önünde de canlandıram az m ıyız? H onoré ayrıntıları tasarlıyordu. Baytarın da kan b ey­ nine sıçrıyordu, bilinciyle çekişip duruyordu. H onoré ken ­ di oyununa kapılm ış, coştukça coşuyordu: — O lm uş gibi düşünüyorum da şöyle!.. D üşünsene, M aloret'lerin kızıyla kucak kucağasm ... A m a bu treni de kaçıracağım anlaşılan. G idersin, sabanını sürersin, im anın gevreyinceye kadar çalışırsın, günler geçer, hiçbir şey düşünm em işsindir... İçini çekti, sonra kinle, alçak sesle: — Hayır, hiçbir şey düşünm em isşsindir, diye yineledi. Yüz m etre boyunca, konuşm adan yürüdüler. Ferdi­ nand bilincine çekidüzen veriyor, elini arkasına alarak, çaktırm adan nabzını yokluyordu. H onoré ağır ağır yürü­ yordu, um ut kırıcı bir düşe dalm ıştı. N e zam an kaçırm ıştı, bilm iyordu, am a, kaçırılm ış bir serüveni düşünüyordu. — H a, biliyor m usun? dedi H onoré. Ç arşam baya Er­ nest geliyor. Beş gün izin alm ış. Ç ok bir şey değil, am a ne de olsa... — H iç değilse bir kez Ernest Saint-M argelon'a gelip bizi görür, um arım . — O lur m u, canım ! diye karşı çıktı H onoré. Beş gün dediğin nedir ki!

Yeşil Kısrak I 187 XI

H em en hem en aynıydı kunduralar, kaim , sert kösele­ dendi, konçları kalkık, tabanları topuklarına kadar çiviliy­ di. A m a postacının ayakları piyadeninkilerden daha uzun, daha genişti. Deodat, E rn est'e biraz gururla belirtti bunu. — G örüyorsun ya, evlat, benim ayaklar seninkilerden daha büyük diyeceğim nerdeyse. Yolun ortasında durdular, dürüstlükle, sağ ayaklarını yanyana getirip ölçüştüler. — En az üç num ara fark var, dedi postacı. C laquebu e'ye doğru, uygun adım larla yürüm eye b aş­ ladılar gene. Bu ayak durum u biraz koym uştu piyadeye. İğneli bir ilgisizlikle: — Yaya jand arm alar gibi yürüm en bundan olsa gerek, dedi. D eodat karşılaştırm anın anlam ını yanlış yorum ladı, bir övgü sandı bunu: — Başka bir söyleyen olm am ıştı... Ö yle ya, yaya jan ­ darm a da yol gider. — Elbette, gider gitm esine. N e var ki, yürüm esi bir şe­ ye benzem ez. Ernest başka konuya geçti, postacının içine kurt dü ­ şürdüğünden kuşkusu yoktu. D eodat pek dinlem iyordu, gözleri kendi ayaklarıyla piyadenin ayaklarındaydı hep. — Peki, sence nasıl yürür yaya jandarm a? — Ayağını patır patır yola vurur. H erkes bilir bunu. O ysa ben... Bak, nasıl yürüyorum ... Ernest bir iki adım öne geçti, sonra başını geriye çevi­ rerek: — Bak, dedi, önce ayağım ın ucu değiyor yere, ökçe

#

188 I Marcel Aymé sonra geliyor, sonra ayağım ın ucu öne doğru gidiyor. Jan ­ darm aya gelince, tüm tabanıyla basar. Ç ok fark var arada. A layda, her türlüsünü görürsün. D üztaban yardım cılar b i­ le gördüm ben... — A m a ben düztaban değilim , canım ! — Ö yle bir şey d ediğim yok. A m a ayak var, ayakçık var. S essizce yürüdüler. Bir k u şku d u r d ü şm ü ştü D éod at'n ın içine. Belki de yürüm esini bilm iyordu, olur ya! B ir an, askere gitm em iş olm asına üzüldü. Rütbeliler çok şeyler bilirler ayaklar konusunda (o kadar ayak görürler ki), onun ayaklarıyla da ilgilenirlerdi belki. Piyade önüne, ilerilere bakıyordu, yolun sonunda M ontée-R ouge'u n üst y anında C laquebue'nün büyük ağaçları, çan kulesinin ucu göründü. A m a postacı dirseğiyle dürttü onu. — N e dersin? Ben alayda birçoklarının ayaklarını ya­ raladıklarını duym uştum . — Doğru, çoktur. — Eh işte, ben hiç ayağım ı yaralam adım . G ereği kadar terler ayağım , fazla değil, ayak ağrısına gelince, öm rüm de görm edim , evlat. İşte böyle. K öyün ilk evlerine gelince, H on oré'yle karşılaştılar. O ğlunu karşılam aya gelm işti. H audouin heyecanlanm ıştı. O ğlunu öptü, bir an gözlerinin içine baktı, daha iyi gör­ m ek için biraz geriye çekildi. Postacı: — İzinle geliyor, diye belirtti. U ç adam yürüm eye başladı. H onoré ötekilere ayak uyduram ıyor, onlar da neredeyse bundan rahatsız oluyor­ lardı. Bir zam an sustular, sonra Ernest babasına: — D ün sabah general M eu ble'ün karısı öldü, dedi. Biz dün akşam öğrendik. Elli üç yaşındaym ış.

Yeşil Kısrak I 189 — Yaşlı sayılm az, dedi H onoré. — Sayılm az, sayılm az, dedi Déodat. N eyse, ben siz­ den ayrılıyorum ... Bir sürü m ektup var dağıtılacak. Ernest, babasıyla kalınca, ailesinden haber sordu. H o­ noré kısaca, oğlunu şaşırtan bir sabırsızlıkla anlattı. Bir yol kavşağında, seçecekleri yönü tartıştılar. Ernest yolunu de­ ğiştirm ek, V inard'ların ordan geçm ek istiyordu. — Senin G erm aine evde değil, dedi H onoré. Bütün Vinard'lar harm anda. — Evde, biliyorum , geleceğim i yazm ıştım . H onoré kaygıyla oğluna baktı: — Sık sık yazıyor m usun? diye sordu. —- Yazıyorum . — O da yanıt veriyor mu? — Evet. H onoré kendini zor tutuyordu. Şu oğlana bak, m ek­ tup yazıyor, apoletleri de var! — Bir kızla ciddi olarak konuştuğun zam an, ne de ol­ sa bana da bir çift söz düşer, değil m i? — Ben de size bunu açm ak istiyordum . — Pekala. A m a daha sonra görürsün G em aine'ini. Ö nce gel de annene bir m erhaba de. G ecikirsen, tatsız olur. Ernest kaytaram azdı artık. İstem eye istem eye babası­ nın arkasına takıldı. — O m zum un çıktığını yazm ış m ıydım ? — Evet, dedi H audouin, konuyu ilk kendisi açm adığı için huzuru kaçtı biraz, peki, şim di nasıl? — Şim di bir şey kalm adı, am a ilk günlerde biraz acı­ dı. K azayı ayrıntısıyla anlattı. D üşm esin d en sorum lu olan başçavuş alm ıştı ona bu beş günlük izni. — Sıhhiye onbaşısının söylediğine bakılırsa, doktor is­

190 I Marcel Aymé tem iyorm uş. Ç iftçi m i, değil m i, diyorm uş, hepsi aynı ça­ nağa işer bu dom uzların. Evlerine yollarsın, tarlada habire çalışır, daha da hasta gelirler. — H aklı bir bakım a. A m a sen hiç canını sıkm a, çalış­ m ak için gelm edin buraya. — Şim di, bir şeyciklerim yokken, siz harm an kaldıra­ caksınız da ben bakacak m ıyım sanıyorsunuz? H audouin keyifli keyifli: — İstem ez, dedi. Beş gününden yararlanm alısın. Se­ nin yaşında, insan eğlenm ek ister, ben de sana engel ola­ cak adam değilim . H audouin ü niform anın çekiciliğinden, korulardaki gölgeliklerin serinliğinden sözetti. O ğlu sakin sakin: — Ç alışm am arada sırada G erm ain e'e bir m erhaba dem em e engel değil ya. O nun da işi var, biliyorsun. H audouin bu direnç karşısında bozuldu, öfkeyle: — Z èp h e'in kızı üç haftalığına köye geldi, dedi; nere­ sinden bakarsan bak, m al ki mal! A radığını bulam adığı da gözlerinden belli! Sana şu apoletleri ne diye verdiler aca­ ba... Ernest şaşırm ıştı. D ereyi çevreleyen çayırlara, güm üş rengi gölcüklerin çevresinde sıklaşan ağaçlara, korularla dere arasından ovaya bakıyordu. Yeşil ve sarı, ağaçları m e­ m eler gibi kabarık. H iç böyle görm em işti onları, Epinal'e gidişinden sonra bile. H onoré durdu, güneşin altında sız­ lanm aya başladı: — Y irm i yaşında olm ak istiyor insan.. Evet ya, istiyor işte! K açırdığını yakalam ak istiyor, bir kez olsun... M aloret'lerin kızını gösteriyorum ben sana, b ir görm eni, yanın­ dan güzel olduğunu görm eden, geçip gitm em eni istiyo­ rum . H er yanm a ateş basm azsa, yirm i yaşın hiçbir şeye y a­ ram ıyor dem ektir!

Yeşil Kısrak I 191 A sker şaşkınlıkla bakıyordu babasına. Ernest babası­ nın sevişm elerini düşündüğü zam an, tem elli olarak evin bir köşesine yerleşm iş, saygıdeğer bir aile alışkanlığı gelir­ di gözlerinin önüne. A m a, birdenbire, bir aşk düşüyle do­ lup taşar görüyordu babasını, babası evin dışında, yollar­ da dolaştırıyordu aşk düşünü, hem de öyle bir gençlikle dolaştırıyordu ki ovanın yü zü değişm işti. — H erhalde güzel olm alı, diye içini çekti Ernest. Daha P aris'e gitm eden de... — Yok canım , hiçbir şey görm ed in sen. Şim di karşılaş­ tırılacak gibi değil. H onoré oğlunun koluna girdi, M argu erite'in çekicilik­ lerini taşkınlıkla anlattı. — İşte böyle, başka ne d iyeyim ? Bilirsin ki bizim için M aloret'lerin bütün karıları güzeldir. H onoré M argu erite'i u nu tur gibi oldu, oğluyla ailesin­ den, üründen, kışla yaşam ından konuştu. Şim di hiç kendi­ lerini zorlam adan, hiçbir art d üşünceye kapılm adan konu ­ şuyorlardı. A sker m utluydu, C laq u ebu e'ye gelişinden beklediği sevince kavuşm uştu. H onoré de oğlunun neşesine kaptırı­ yordu kendini. Bir koruya, b ir dereye gülüyor, sanki şöyle dem ek istiyordu: — Benim oğlum işte bu. O ğullarım ın büyü ğü, şim di üniform ası da var. Yirm i yıl önce yapm ıştım onu, şim di yirm i yaşında bir delikanlı gibi güçlü. Elce de, kafaca da acar m ı acar. Bir arabanın altı atını dilinin u cuyla ıslık ça­ larak, istediği gibi yönetebilir. Ben öğrettim ona her şeyi, am a şim di bana bile ders verebilir. Ç ocuklar böyledir işte. H onoré, köyden biriyle karşılaştı m ı E p inal'd e olup bitenleri anlatıyordu, kışlasından koğuşuna kadar; kendi­ si gitm işti sanki E pinal'e, hiç gitm em işti, am a sanki dönen

192

I Marcel Aymé kendisiydi. A sker de buğdaydan, geçen yıl, kış bir türlü b itm ek bilm eyince, b u ğd aylar için d uyulan kaygıdan sözediyordu. Buğdaylarıyla kışlalarını birbirlerinden ka­ pıp alıyorlardı, oyun oynuyorlardı sanki, biri ötekinin kış­ lasını, öteki berikinin buğdayını çalarak eğlenir gibiydi. A dam da — Berthier ya da C orenpot ya da D ur ya da Rousselier — yanlarından ayrılınca bıyığını çekiyor, "H audouin büyük oğluyla eve dönüyor işte," diye düşünüyordu. O nlar da böyle ovada, evlerinin yolu üzerinde olm a­ nın hoşnutluğu içinde uzaklaşıyorlardı. O nlara seslenen­ ler oluyordu (uzaktakiler, beklenilm elerine zam an olm a­ yanlar): — G özün aydın, oğluna kavuşm uşsun, bakıyorum ! H audouin de bağırıyordu, herkes işitebilirdi, saklaya­ cak değildi: — G örüyorsun işte, E pinal'den geliyor! Sonra, gülerek, Ernest'e: — Berthier bu (ya da C orenpot ya da D ur ya da Rousselier), diyordu. Yolun elli m etre ötesinde, bir patikadan Zephe M aloret'nin kızı geçiyordu. G öğsünü yand an göstererek başını iki adam a çevirdi. — G eziyor m usun? dedi H audouin. — Eve dönüyorum , dedi M arguerite gülüm seyerek. Peki siz, Ernest'le? — İzinli olarak E pinal'd en döndü. Ö ğleden önce v ara­ lım diye acele ediyorum , annesi bekliyor, anlarsın ya. M arguerite görünm ez olduktan sonra, Ernest: — D oğru, gerçekten de güzel, dedi. Evde, asker bunca ayrılıktan sonra beklenen candan­ lıkla yanıt verm edi coşkunluklara. Yem eğini yer yem ez, sofradan kalktı, kepini G u stave'ın başından aldı.

Yeşil Kısrak I 193 — Bir saate kadar dönerim , dedi. Tarlada bulurum si­ zi. — Sen bizi düşünm e, dedi H onoré. N e söyledim , bili­ yorsun. O ğlu çıktıktan sonra da om uz silkti: — G erm aine V inard'a gidiyor. Ç ok aceleydi sanki... — A skere gitm esinden önce de konuşuyorlardı, dedi karısı. Juliette de saldırgan bir sesle: — K ızın bir kusuru da yok, dedi. — Tersini söyleyen m i oldu? diye çıkıştı H audouin. — O lur ya, kırk yıl önce, bir çom ak oyunu yüzünden, büyükbabası büyükbabam ızla tartışm ış olabilir. Bu kadarı da b ir evlenm eyi engellem eye yeter. Juliette acı acı güldü, H audouin serzeniş dolu bir b a­ kışla baktı kızına. K ızı daha yüksek sesle güldü, o zam an H audouin kızardı, sonra, m asaya doğru eğildi, güm bür­ deyiverdi: — İstiyorsan, git, evlen kanı bozuğunla! İzin istiyor­ san, verdim gitti. Verdim işte, söz m ü söz. Tükürdüğüm ü yalayacak da değilim . Tam am m ı? Evlen öyleyse! H adi, evlen, hiç durm a, evlen! Juliette şaşırıp kaldı, üzgün üzgün baktı, am a H audouin'in tepesi atm ıştı, m eyd an okuyordu: — Evlen işte, serbestsin. H adi, evlen... H em en sonra pişm an oldu bu kadar üstelediğine, Ju ­ liette de m eydan okum aya başlıyordu: — Teşekkür ederim . En kısa zam anda, o hazır olur ol­ m az evleneceğim . — Peki, kim inle? diye bağırıyordu A délaïde. Lütfeder de düğünden önce söylersiniz herhalde? H onoré hep kızm a bakıyor, sorulan adın söylenm eye­

194 I Marcel Aymé ceğini, her şeyin bu kadarla kalacağım um uyordu. A m a Juliette her hecenin üstüne basa basa: — N oël M aloret'yle, diye yanıtladı. A lexis küfrederek m utfaktan çıktı. A d élaïd e'in kolları böğrüne düşm üştü. A m a hiç serzenişte bulunm adı, önlü ­ ğünü çıkardı, kapıya doğru yürüdü: — Ben şim di görüşürüm o M aloret'lerle, dedi. H audouin kım ıldam am ıştı. Bir dakika sonra, "A d éla­ ïd e!" diye seslendi. K arısı avluyu geçm işti bile. H audouin pencereden baktı. Ö ğle güneşinin altında, kararlı bir yü rü ­ yüşle uzaklaşıyordu. O da çıktı, onun arkasından da Gustave'la N oiraud. Juliette m utfakta C lotilde'le yalnız kaldı. İçini çekti. C lotilde başını kaldırdı, alçak sesle: — Sana da m ı kızıyorlar? dedi. — Yok, m incozum , hiç kim seye kızdıkları yok... M ek­ tup yüzünden canları sıkılıyor, benim ki de sıkılıyor. Bu m ektup işi olm asa, her şey tıkır tıkır yürüyecekti. Juliette ellerinin üzerine sıcak gözyaşları aktığını duy­ du, C lotilde'in om uzlarının hıçkırıklarla sarsıldığını gör­ dü. Tatlılıkla sorular sordu ona, kollarının arasına alıp sık­ tı kardeşini. Ç ocuk, bir zam an, hiç karşılık verm eden pışpışlattırdı kendini, sonra kalktı, ablasını elinden tutup çek­ ti. Sanki oyun oynuyorlarm ış gibi Juliette kardeşinin arka­ sından gitti. C lotilde yem ek odasına götürdü onu, kapıyı arkalarından sürgüledi, şöm inenin önüne götürdü ablası­ nı. Juliette m eraklanm aya başlıyordu. Ç ocuk ayaklarının ucuna basarak uzandı, saatin cam fanusunu kaldırdı, par­ m aklarını Tarım 'la End üstri'yi balo kılığında gösteren, yal­ dızlı bronz heykelciğin oturtm alığının altına soktu. M ek­ tubu alıp uzattı: — Al, senin olsun, dedi. Juliette, daha Ferdinand am canın yazısını tanım adan,

Yeşil Kısrak I 195 çalınm ış m ektubun söz konusu olduğuna kesinlikle inan­ m ıştı. Z arf açıktı, m ektubu çıkarıp okudu: "Sevgili H ono­ ré. Kara at hafta başında karın ağrısına tutuldu.." Juliette, m ektubu iki parm ağının arasında tutm uş, duralıyordu. Kızardı, sonra C lotild e'e, alçak sesle: — A l, gene saatin altına koy, kim seye de söylem e, de­ di. Yem ek odasından çıkarken, C lotilde ablasına bir dir­ sek vurdu: — N asıl, ha? dedi. Büyükanneyle Prusyalı... Juliette öküzlerini koşm aya çalışan babasının önü n­ den geçtiği zam an, babası öfke ve sevgi dolu bir bakışla bakarak "E t kafalı," diye m ırıldandı. Juliette durdu. — N asıl olsa izninizi aldım artık, am a birtakım dü­ şüncelerim var, dedi. M ektubu kurtarm ak için evleniyorm uş gibi görünm ek istem em . H ele şu m ektubu alın da o zam an düşünürüz... Saat üçte, E rnest tarlaya, babasının yanm a geldi. G erm ain e'd en yeni ayrılm ıştı daha, M arguerite M aloret'den daha güzel bulm uştu onu. Bodur b ir kızdı, kısa bacaklıy­ dı, am a çıkıntılı yerleri yum uşacıktı; iç göm leği de sıkı ko­ kuyordu; kırk iki num ara ayakkabı giyiyordu, her yele da­ yanır, her işini de görürdü. — Ç ek git burdan! diye bağırdı H onoré. Sana yer yok burda. Ü niform anı çıkar da gel hiç değilse. — Bana yer yok m u? Şu dem etlere baksanıza bir kez, ne kadar yum uşak. Böyle gevşek bırakılırsa, altı araba is­ ter. Boşalm aları, tırm ığın altına fazla fazla yarısı gelm esi de caba. A lexis'nin yapacağı bir iş değil bu. Ernest dem et bağlam aya başladı, A lexis de ekin de­ m etlerini bağların üzerine koyuyordu. Babaları, Adélaïd e'le Ju liette'in yardım ıyla, bağlanm ış dem etleri arabaya

196 I Marcel Aymé yüklüyordu. Ç abuk ilerliyordu iş, H audouin oğluna hay­ ran kalm aktan kendini alam ıyordu. İşe dayanıklıydı onun oğlu; apoletli üniform ayı kasıla kasıla giyiyordu, am a tar­ laya geldi m i herkesten iyi çalışıyordu. — İyi bak bana, diyordu Ernest A lexis'ye. İyi b ir d e­ m et yapabilm ek için, ille de güçlü olm ak gerekm ez. G erek­ tiği gibi yığdıktan sonra, sıkıştıracağın sırada boşluk b ı­ rakm ayacaksın. D uralarsan, hem en bükeceğin yerde, bağı çekersen, saplar bıraktığın yerde yeniden kabarır, em eğin boşa gider. D izinle şöyle bir vurup döndüreceksin. İki kardeşin arabaya yaklaştıkları sırada, Z èp h e'in kı­ zı Raicart korularına giden bir yoldan geçiyordu. Pem be bir m uslin giym işti, om uzlarının üstünde giysisinin ren­ ginde bir şem siyeyi oynatıp duruyordu. A délaïde direni elinden düşürdü, dişlerinin arasından: — Şıllık, diye hom urdandı. Şim di de şem siye çıktı... H audouin dem etlerinin üzerine eğilm iş, süslü kızın korunun gölgesine doğru, kayarcasına gidişini zevkle izli­ yordu. N e düşündüğünü anlam ak için oğlundan yana döndü. A m a Ernest başını kaldırıp bakm am ıştı bile. D e­ m etlerin üzerine eğilm iş, bağlıyor da bağlıyordu. H au­ douin om uz silkti, yüreği hınçla dolm uştu. İşte bir taneydi oğlu, evet, ona bir diyeceği yoktu; vals yapar gibi çalışıyor­ du doğrusu. A m a güneşin altında, burnunun dibinden, pem beler giym iş bir kız geçiyordu da görm üyordu. Aslına bakarsan, am cası Ferdinand gibiydi işte... Juliette: — M ektup da korsajındadır belki, diye takıldı. Ernest duym am azlıktan geldi, başka bir dem ete eğil­ di. — H âlâ bakm ayacak m ısın be! diye gürledi H au­ douin. İstediğin kadar şeytanlık tasla, Epinal'de görem ez­

Yeşil Kısrak I 197 sin böylelerini! Ernest şim di koruya iyiden iyiye yaklaşm ış olan kıza baktı, başını salladı. — G üzel olm asına güzel, buna sözüm yok, dedi. A m a ne işe yarar ki? O lsa olsa garnizon balolarında kalça gös­ term eye... — Şuna bakın, şuna bakın, A llah aşkm aL N e işe yarar­ mış! D iyorum ya, hık dem iş baytar parçasının burnundan düşm üş! — Tahtadan olduğu belli, dokunm a, dedi A délaïde. K ISRA Ğ IN D ED İK LERİ Baytar kendi çocuklarının C laquebueTü am ca çocuk­ larıyla, hatta H onoré am calarıyla görüşm elerinden kor­ kardı. K öyün çocukları arasındaki bu büyük aşk ve açık saçıklık dalgası (kendisi de bir zam anlar hafif ve yüz kı­ zartıcı bir pay alm ıştı bunlardan) içini kaygıyla doldurur­ du. A ilesini kardeşinin evine getirdiği pazar günlerinde, hepsinin kulağını tıkam ak, H on oré'nin dilinin üstüne de k ocam an b ir ökü z o tu rtm ak isterd i. A le x is'n in A ntoine'm kulağına yüz kızartıcı şeyler fısıldadığını, yeğeni Ju liette'in oğlu Fréd éric'in erdenliğini giderdiğini (kovay­ la su taşıdığı sıralardaki düzenli kalça devinim leriyle ya­ pardı bunu herhalde; baytar düşünür, düşünür, sonra Ju li­ ette'e, kendi oğluna, bir de H on oré'ye karşı duyup da bir türlü dışa vuram adığı öfkeden erirdi. A na babalar kızları­ nın bu kalça gösterilerine nasıl izin verebiliyordu?) ya da iki ufaklığın L u cien n e'e ayıp yerlerini göstererek eğlendik­ lerini tasarlardı. Bekleyen bir kadın gibi sevgi dolu olan bu ovada, iyi yetişm iş çocukların başında dolaşan tehlikeler saym akla bitm ezdi; ovanın kıyısı, ufkun bir yanını çevre­

198 I Marcel Aymé leyen büyük korular da öyleydi. Yoğun ve dipsizdiler, ıs­ lak karanlıklara yataklık ederlerdi, m ırıltısını yellerin tar­ lalara kadar getirdiği şehvet düşleri de burada ılıklaşırdı. N e iğrenç, ne iğrenç! K ötü istekleri bütün hafta kapalı yer­ lerin donuk sessizliğinde kansızlaşan, dürüst çocuklarını, hep gözaltında bulundurduğu çocuklarını pazar günleri buraya götürüyordu işte! Böyle bir u fuk açıyordu onlara. O nları bütün bir gün boyunca bu büyük, bu arsız sevincin içinde, hayvanlarıyla birlikte b ir azm ışlık, bir kızışm ışlık havasında yaşayan bu insanlar arasında bırakıyordu. H iç­ bir şeyi uydurm uyordu Ferdinand. G özleriyle görm üştü, gözleriyle görebileceğinden fazlasını da görm üştü (ne de olsa tahtadan değildi. Ü zgündü, am a tahtadan değildi), başta en küçükler olm ak üzere, kardeşinin tüm ailesinin, evin avlusunda bir ineği kıstırm aya çalışan Etendard'm , yani boğanın çevresinde sıralandıklarını görm üştü. K endi­ si habersizce gelm işti, am a kim se başını çevirip bakm a­ m ıştı bile. Etendard ineğin üzerine atlıyor, ön ayaklarıyla böğürlerini sıkıştırıyor, arka ayaklarının da desteğiyle da­ ha bir yaklaşm ak istiyor, ham udu koca om uzlarına göm ül­ m üş, gözleri dışarı fırlam ış bir durum da, ağzından salya­ lar akarak, didiniyor da didiniyordu. A ile de hayvanların bu ateşi karşısında coşm uş, tepeden tırnağa dikkat kesil­ m iş bir durum da sessiz sessiz bakıyordu, sonra H onoré boğanın organını tutup — baytarın yapabileceği gibi, yar­ dım cı bir devinim le değil, ayin yapan bir papaz özeniyle, dostça bir destekleyişle — da gerekli yere yönelttiği za­ m an, tüm dudaklardan bir hayranlık m ırıltısı çıkm ıştı. Fer­ dinand da sık sık bulunm uştu böyle durum larda, am a bir m eslek adam ı olarak, işin yalnız m eslekle ilgili yanıyla il­ gilenerek. Bu kez, izleyicilerin şaşkınlığı, bulaşıcı heyecanı k endisini sarsm ış, bir tür coşku verm işti. Böylesine tiksin­

Yeşil Kısrak I 199 dirici bir zayıflığa kapıldığı için utanç duyuyor, bundan dolayı da C laquebue ortam ını, H on oré'nin ailesinin v u r­ dum duym azlığını suçluyordu. Lucienne orada olsa, gene aynı şeyi yapacaklardı. Bunu düşündükçe dehşetten titri­ yordu. H erm eline kardeşlerin derslerini izleyen bir kız için ne garip bir anı olurdu bu (H erm eline kardeşler, bu zaval­ lı, seçkin hanım lar, böyle hayasızlıklar bulunduğunun, b il­ inç sorgulam asında en yüksek notu verdikleri öğrencileri­ nin am casının da buna coşkuyla yardım ettiğinin ayrım ın­ da bile değillerdi). Bereket versin, Etendard pazar günleri böyle şeyler yapm az, ahırda sıkı sıkıya bağlı dururdu. Ama H onoré'nin çocukları bağlı değildi, Ferdinand bu n la­ rın kendi çocuklarım cehennem lik durum a d üşürm ek için neler neler u ydurabileceklerini bunalım la düşünürdü. Baytarın eteklerinin tutuşm ası yersizdi doğrusu. Ç o­ cukları C laquebu e'd e kötü şeyler öğrenem ezlerdi öyle; fazla fazla, H onoré am calarından, babalarının görgü anla­ yışına biraz aykırı düşen bir iki konuşm a alışkanlığı kapa­ bilirlerdi. G erçekten de, pazar günü, tüm köyde olduğu gi­ bi, H onoré'nin evinde de bir duralam a günüydü, günlük yaşam ın alışkanlıklarının bir büyük, durm a evresiydi. O va, sürülm üş topraklarıyla, çayırlarıyla, çalışm akta olan insanların, hayvanların bağırtılarının, çabanın m ırıltısının, arabaların gıcırtısının hafta içinde sağladığı bir yaşam b ir­ liğini bir günlüğüne yitirirdi. H onoré tarlasında sabanım sürerken, şöyle bir başını kaldırm ası yeterdi; köyün öbür erkeklerinin de kendisi gibi toprağı sürdüğünü görürdü, kendi görüntüsünü ta uzaklara kadar çoğaltır da çoğaltırlardı, H onoré de böylece toprağın büyük çabasında onlar­ la birleştiği için b ir güvenlik duyardı. Pazar günü, yaşam parçalanıverirdi; köylüler ovaya evlerinin içinden bakar­ lar, artık yalnız kendi topraklarını, çevrili çayırlarını görür-

200 I Marcel Aymé lerdi. Tanrı günü, m al sahibi günüydü; hiçbir şeyi olm a­ yanlar da kaygılar içinde kıvranırlardı; yapılm ış m asrafla­ rın biraz dehşet uyandırdığı bir hesap günüydü bu; bir cim rilik, bir kapanış günüydü, insan ne sevişm ek, ne dost­ luk etm ek isterdi. Ö te yandan, pazarlık giysiler de seviş­ m eye, konuşm aya elverişli değildi. Boş ovayı tehdit eden pazar um utsuzluğunun ağırlığı altında herkes biraz ölür­ dü. D indarlar m ezarlar arasında dolaşır, hiçbir zam an bü ­ tün bütün ölm em iş olan ölülerden sözederler, ayin saati gelince de günahlarının cenazesine giderlerdi. C laquebue papazı kürsüye çıkar, m odanın ahlak bozucu d eğişkenliği­ ni, şeytanın bulunduğu deliğe çöp sokm anın tehlikelerini gösterirdi: m erak ve haz çalışm aya, zenginliğe zarar verir­ di. Papaz, köyden örnekler verir, birtakım adlar sayardı. JournierTer, düğün yem eklerinde, Tanrının kendilerine verdiği izinden bol bol yararlanacaklarını söyleyerek övünm üşlerdi. A m a şim di öylesine yok su llaşm alard ı ki kiliseye gelm eyi bile göze alam ıyorlardı. Böyle olacaktı el­ bette. Tanrı karı kocaların ne kadar sevişeceklerini sayı ile gösterm em işti, am a kulunu burada bekliyordu işte. Fazla­ d an alınan her şey gökyüzünde de, yeryüzünde de paha­ lıya m al olur, hele yeryüzünde. İyice düşünülürse, yapıl­ m ası gereken en iyi, en elverişli şey elden geldiğince uçku­ runa sağlam olm aktır. Ç alışm ayla dolu günler, onun üstü­ ne de şöyle horul horul uyum ak için bir dua, servetini, ay­ nı zam anda da cennete gitm e şansını arttırm ak istiyorsan, önündeki en iyi yol buydu işte! Böyle derdi papaz. Onu dinlerken, dindarlar m allarını düşünür, şehvetin etkisiyle ufalandıklarını, kem irildiklerini tasarlar, haz akşam ları, ekinlerin yazgısı ve Tanrının öfkesi arasında korkunç iliş­ kiler kurarlardı. K orku ve pişm anlık acı bir hüzün tadı ve­

Yeşil Kısrak I 201 rirdi dindarlıklarına. Tüm pazar süresince, Tanrı tarlalar­ dan, çayırlardan çekilir, inanm ışlar sürüsünün içine yerle­ şirdi. K iliseden çıkılınca, yollar boyunca dağılan insanlar arasında, birçokları, hüzün verici pazarlık giysilerinin al­ tında, çalışm a günlerinin yorgunluğunun kollarına, bacak­ larına çöktüğünü duyarlar, ovanın üzerindeki bu büyük yokluk yüreklerini ve bedenlerini daraltırdı. Pazarın bu garipliğini H on oré'nin ailesinde de herkes duyardı, kiliseye ancak yılda iki kez, N oelde ve Toussaint yortusunda giden H onoré bile. Tanrıya da, şeytana da inanm am akla övünür, C laquebue papazını kötü bir adam olm akla suçlardı, am a zevk anlarının hesabını verm ek zorunluğunu duyar, ayinlerde bulunm am anın acısını için için çekerdi. Yokluğunda, papaz kendisini gökyüzüne ba­ ğım lı kılıyor, cinsel organını bir dereceye kadar kendi buy­ ruğunda tutuyorm uş gibi bir duygu uyanırdı içinde. Pazar sabahı, evde yalnız kalınca, bir m eyvadan ya da bir pata­ testen açık saçık biçim ler oyardı; ayrım ında bile olm adan, bunları tehdit altındaki gerçeğe uydurur, am a böylece köylerde olduğu kadar kentlerde de çok görülen şu büyü ­ cülük işlem lerine giriştiğini kendi kendine bile söyleye­ m ezdi. Ö te yandan, H onoré'nin içindeki tehlike duygusu, kalem im in ucuna kolaylıkla gelen bu kaba kesinlikten çok uzaktaydı; akla uygun bir düşünce çabasına yol açam ayacak kadar bulanık kalırdı. H onoré, canının sıkıldığını söy­ lem ekle, bu durum unu dile getirdiğini sanırdı. A m a pazar gününün bu karanlık tehdidi karşısında açık verdiği en­ derdi, evin havası da buna elverm ezdi. Ö teki günlerde, A délaïde fazla dindar değildi; H ono­ ré'nin papazlar ve arılık antları konusundaki şakalarını duydukça kılı bile kıpırdam azdı. A m a, pazar günü, b ir ai­ lenin üzerine çullanabilecek tüm yıkım ların korkusu sar­

202 I Marcel Aymé m ış olurdu içini. Beş çocuğuyla birlikte ayinde bulunduk­ tan sonra, bütün gün, Tanrı önündeki önem i, zayıflığı hiç akim dan çıkm az, ta ertesi güne kadar, şeytanı kapı dışarı ederdi. A lexis, G ustave ve C lotilde için, yalnızca olum suz bir çekiciliği vardı pazar günlerinin; okula gitm iyorlardı. Yok­ sa, bir boşluk ve kusursuzluk günüydü pazar günü, öteki günlerin kötü bir kopyasıydı, Tevrat'ın ilk günlerinde, in­ sanları bir bulutun köşesinden gözetleyen ya da gözünü b ir üçgenin içine yerleştirip bakan Tanrıdan kurtulam adı­ ğım ız zam anlardaki gibi sıkıntılı bir gündü. G ene de eğle­ nirlerdi, am a hiçbir şeyi gözden kaçırm ayan bir öğretm e­ nin denetim i altında teneffüse çıkm ış gibi bir duygu olur­ du içlerinde. Ö yleyse yasak oyunlara girişm ek söz konusu değildi. Baytarın çocukları, C laquebu e'ye gelince, baba evinin ayakyolundan kurtulduklarını duyarlardı. K ırın bom boş, geniş uzam ları yaşam askıya alınm ış gibi bir izlenim uyandırm azdı içlerinde; onu büyük bir özgürlük yüzeyi olarak görür, başlangıçta am ca çocuklarını biraz sarsan, hafif bir sarhoşluk duyarlardı. Frédéric ile A ntoine, koru­ lara ve dereye bakm akla bile, orm an ve su perilerinin var­ lığına inanırlardı biraz. Ö ğrencilerin ergenliğine göz diken perilerin dolaştığı korularda koşm ak düşüncesi, pem be korsenin iğrenç gizlem lerinin ağırlığından kurtarırdı onla­ rı; H onoré am canın evinde bulundukları zam an, polisin karısını tiksinm eden düşünem ezlerdi. İki kardeş hiçbir za­ m an su perileriyle karşılaşm ayacaktı. Böyle bir um utla avundukları da olm am ıştı, am a, öğleden sonra, orm anda m antar, m enekşe, inciçiçeği, çilek ya da dut toplam aya gi­ derken, geceyarısm a kadar dışarıda kalm a izniyle kışla­ dan çıkan askerin coşkusu içinde bulunurlardı. A lexis b u ­

Yeşil Kısrak I 203 nu b ir budalalık sayar, hoşgörüyle eğlenirdi; am a en çok rahatını kaçıran şey, iki kardeşin C laquebu e'lü kızlara kar­ şı patavatsız bir ilgi gösterm eleriydi. K ilisede olsun, kilise dönüşünde olsun, bakar da bakarlardı kızlara. A lexis de bundan utanç duyardı, çünkü kızların böyle köylü çocuk­ ları gibi giyinm eyen, kendilerine köylü ağzıyla bir şey so­ rulduğu zam an, kentli ağzıyla yanıt veren, gülünç çocuk­ lardan hoşlanm alarının olanaksız olduğunu düşünürdü. K onuştukları da neredeyse anlam sız şeylerdi, bu kolej öğ­ rencilerinin pazar havasına ne kadar duyarsız kaldıklarını gösterirdi. A lexis bir düşm anlık duym azdı, hiçbir kıza el sürm em iş olm alarından dolayı da küçüm sem ezdi onları, am a kızlardan öyle bir sözetm eleri ya da kızları kendileri­ ne takdim etm esini (takdim etm ek!) istem eleri vardı ki keskin bir acı uyandırırdı içinde. O zam an, daha iki gün önce, dereyi çevreleyen çayırlarda bir kızın eteklerini kal­ dırdığını unutur, kötü kişiler arasına düşm üş bir kilise adam ının erdem li, sıkılgan havasına bürünürdü. Lucienne, C laquebu e'd e hoş bir gevşeklik duyardı. Evde olsun, H erm eline kardeşlerin pansiyonunda olsun, yasak gizlem leri araştırabilm ek için uzun u zun pusuya yatm ak gerekirdi, bu da zor bir işti. M erakını anasından, babasından, öğretm enlerinden gizlem esi, gözlem leri sa­ bırla toplam ası, varsayım lar arasında duralam ası, kimi düşüncelerini değiştirm esi, konuşm aları yorum lam ası, bu arada günah işlem ekte dayatarak bir suçlu durum una düşm em esi gerekiyordu. C laquebu e'd e ise, tam tersine, gizlem ler kitabı herkese açıkm ış gibi geliyordu ona, ova­ nın yelinde sayfalarının hışırdadığını duyuyor, her an bir buluşun eşiğine geldiğini sanıyordu. H içbir zam an bir şey bulam adı. Pazar günlerinin en büyü k bölüm ünü H on oré'yle b ir­

204 I Marcel Aymé likte geçiren, dolayısıyla birçok kez tüyleri ürperen baytar, yeğenlerinin kentli akrabaları karşısında ne derece terbiye­ li b ir suskunluk içinde bulunduklarını akim a bile getirm i­ yor, hep en kötü varsayım lar arasında dolaşıyor, her yanı­ nı ateşe veren iğrençlikler tasarlıyordu. Ju liette'le Frédéric arasında yakaladığı suç ortağı gülüm sem elere bakarak ka­ pılıyordu bu kuşkulara. A m a durum korktuğu kadar da tehlikeli değildi: H er zam an son derece ileri görüşlü bir ço­ cuk olan Frédéric, daha küçücükten, elini Ju liette'in göğ­ süne koym ayı bir alışkanlık durum una getirm işti. Kızın göğsü düm düzdü o zam an, bu davranış hiç kim seyi telaşlandırm am ıştı. Juliette on dört yaşm a geldiği zam an, Fré­ déric dayatm asının ödülünü alm aya başlam ış, üç dört yıl geçince, Juliette de bundan hoşlanır olm uştu. G üzel bir yüzü vardı am ca oğlunun, öpm ekten hoşlanıyordu, am a hiçbir zam an daha fazlasını verm em işti. Bir iki kırıştırm a b ir yana, onlar da iki aile kadar uzaktılar birbirlerinden.

Yeşil Kısrak I 205 XII

Baytar landonunu H on oré'nin ailesinin önünde dur­ durdu, sonra, kederli bir sesle: — Philibert M esselon ölm üş, dedi. Şim di, gelirken öğ­ rendik. H onoré tek sözcük söylem edi, am a yaşlı adam ın ölü­ m ünü bir hafta öne alm asının verdiği kızgınlık içinde, ara­ baya, Ferd inand 'ın yanm a atladı, dizginleri, kam çıyı aldı, iki tekerlek üstünde döndürdü arabayı, kam çısını kara atın sağrısına indirdi. H élène yengesini selam lam ak için arabanın basam ağına çıkm ış olan Juliette de olduğu yerde kalakaldı öyle, inem edi, arabaya girip oturam adı da. — Pis m oruk! diye hom urdanıyordu H onoré. N e esti akim a, bilm em ki. — N e olacak, hastaydı, hepsi bu... — A nlarız, anlarız şim di. Philibert'in evinin her kovuğundan bir acı böğürtüsü çıkıyordu. O n iki M esselon 'la iyi niyetli kom şu kadınlar C laquebu e'nü n en iyi adam ının, en iyi kocasının, en iyi ba­ basının, en iyi kom şusunun, saban sürm ede, ekm ede, b iç­ m ede, sığırları ve bucağı yönetm ede en usta olan adam ın öldüğünü haykırıyorlardı. Philibert'in dul karısı oğulları­ na, gelinlerine, torunlarına birer m endil dağıttıktan sonra, ailenin acısı borazanlar gibi güm bürdem eye başladı. Avlu­ da da başka türlü bir gürültü vardı; C laquebu e'd eki kilisecilerin en azgınları, P hilibert'in ölüm ünü duyar duym az koşup gelm işler, köyün geleceğini konuşuyorlardı. M aloret'ler, Dur'ler, Rossigneux'ler, Bonbol'ler, Rousseliehler, önce cesede şöyle bir bakıp üzerine kutsanm ış su atmışlar, şim di de belediyeden, beled iye m eclisinden, general Bou-

206 I

Marcel Aymé

langer' den, bundan sonra başlayacak m utlu değişiklikler­ den konuşarak coşuyorlardı. Z èphe kilisenin önünde diki­ li duran, taştan yapılm ış erm iş Josep h 'in sakalının dün ge­ ce beş santim uzadığı haberini yayıyor, bunu da beled iye­ nin düzen ve edep partisine geçm esinin bir belirtisi olarak görüyordu. M esselon'lara gelince, H onoré kilisecilerin aşağılık uğultularını işitti. H iç kendini yitirm eden, arabayı pence­ renin dibinde durdurdu, oturduğu yerden m utfağa atladı, göm m e dolaba koştu, dom uz sucuğu yapım ında kullanı­ lan huniyi aldı, bir ses borusuym uş gibi ağzına götürdü, iki kez, güm bür güm bür güm bürdedi: — B ehey anasını avradını... K iliseciler şaşırdılar, C um huriyetin gür sesini duyar gibi oldular, korkm aya başladılar. Ö nce Zèphe M aloret topladı kendini. Savaşm aya kararlıydı, gübre yığınının ü s­ tüne çıktı, am a, ilk kendisi bağırm akla üstünlüğü H audouin kaptı: — Yaşasın Fransa! — Yaşasın A lsace-Lorraine! diye yanıtladı M aloret. H audouin bunu düşünm em işti, dudaklarını ısırdı. — Yaşasın ordu! — Yaşasın ordu! — Ö nce ben söyledim ! — Hayır, ben söyledim ! Bunun üzerine, H audouin ustaca bir tuzak kurdu düşm anına. — Yaşasın vatan! diye bağırdı. — Yaşasın vatan! diye yineledi M aloret. — Yaşasın bayrak! — Yaşasın bayrak! — K ahrolsun Alm anya!

Yeşil Kısrak I 207 — — — —

K ahrolsun K ahrolsun K ahrolsun K ahrolsun

Alm anya! İngiltere! İngiltere! kiliseciler!

Zèphe M aloret hızını alam adı: — K ahrolsun kiliseciler! diye yineledi. Y üz elli ağızdan birden çıkan b ir kahkaha tüm evi sarstı, çatıdan bir kirem it düştü, D ur ailesinin başına geldi, ailenin burnu kanam aya başladı. H onoré ağzını dom u z sucuğu hunisine verm iş, beş on kişiye bed el gürlüyordu. Bu sırada, ölü odasından, bunalım ve dehşet dolu, u zun b ir çığlık yükseldi: — Philibert kım ıldadı! G özünü kırptı! H audouin huniyi m utfağın ortasına bıraktı, etekleri zil çalarak odaya koştu. — İnanam ıyordum zaten! Ö lm ediğine bahse girebilir­ dim! Em indim ! A m a Z èp h e'e karşı kazand ığı üstünlüğü yitiriverdi hem en. D irilen bir ölü, çevresini biraz düş kırıklığına u ğ ­ ratır her zam an. Yalnızca kiliseciler değil, M esselon 'larm kendileri de yaşlı adam ın yaşadığını kabul etm eye yan aş­ m ıyorlardı, hem de hepsi birbirind en üstün aile n ed en le­ riyle. — Ö ldü, diyordu M esselon 'larm büyü k oğlu, m en d i­ lim sırılsıklam . Ö bür M esselon'larla tüm kiliseciler de: — Evet, öldü! diye bağırıyorlardı. M aloret, gübre yığınının ü zerind en inerken: — Evet, öldü elbette, diye ekliyordu. Bir kez, çoğu n ­ luk ona karşı. — G öz kırptı diyorum size! G öz kırptığı görüldü! d i­ ye kükrüyordu H audouin.

208 I Marcel Aymé M esselon'ların büyük oğlu: — O kadar ince eleyip sık dokum ak yersiz, diyordu. Ö ldü, işte bu kadar. — Tam am , öldü işte! H onoré artık sesini duyuram ıyor, hunisini bıraktığına üzülüyordu. Juliette ile am ca oğlu A ntoine arabadan inip gelm işler, ona katılm ışlardı, am a çocuk sesleriydi onların­ ki, pek bir yere ulaşam ıyordu. Bereket versin, A lexis ile pi­ yade kardeşi, onlarla birlikte de huniden çıkan sesi duyup koşan C laquebu e'ü n en iyi cum huriyetçileri geldiler, yen i­ den sağladılar dengeyi. H onoré bu bakım dan güvene gel­ di, kendine bir yol açarak Philibert'in başucuna varm ayı başardı; am a onunla birlikte baytar da geldi, cesedin nab­ zını yokladıktan sonra: — Soğum uş, katılaşm ış, ölm üş, dedi. Baksanıza; kü r­ danım la burnunu gıdıklıyorum da gülüm sem iyor bile. M esselon'lar bir sevinç fırtınasıyla sarsıldılar, sevinç­ leri ta m utfağa, ta avluya kadar sıçradı. H onoré, bu kay­ naşm adan yararlanarak, Berthiehlere, C orenpot'lara, baş­ ka denenm iş cum huriyetçilere işaret etti, onlar da çevre­ sinde toplandılar. O zam an, ölünün ü zerine eğildi H onoré, elini tuttu, kulağına: — Bana oyun oynadın, Philibert, am a bunu unutalım , dedi. G ünde yirm i beş son yerine, otuz beş soıı vereceğim . Ölü kım ıldam adı. — K ırk beş son, dedi H audouin. Philibert'in elinin bir basıncını duyar gibi oldu, am a öylesine hafifti ki kuşku duydu. — Elli b e ş som... H içbir şey duym adı, öfkeyle konuştu: — Son olarak söylüyorum , Philibert, üç frank beş s ou vereceğim sana. Koca köyde bu kadar kazanan hiç kim se

Yeşil Kısrak I 209 yok. O zam an, güvenilir cum huriyetçiler, H on oré'nin du­ daklarında bir gülüm sem e gördüler. H onore hâlâ bir şey­ ler fısıldıyordu, am a eskisi gibi sabırsız, sinirli değildi. Avluda, Z èphe M aloret, geceleyin, bir ilk m ucizenin sonucu olarak, erm iş Josep h 'in beş santim uzayan sakalı­ nın öyküsüyle bütün köyün soluğunu kesiyordu. — Dün akşam on beş santim geliyordu, bu sabah yir­ m i santim geldi. H erkes gidip görebilir. A z önce köpeğim ­ le geçiyordum , köpeğim en az altı haftadır gebeydi, bu da biraz canım ı sıkıyordu, çünkü bir sokak köpeğiyle dolaş­ m ıştı. Sakalın uzadığını görünce, köpeğim in oralarını ov­ m ak geldi aklım a. O vdum , birdenbire iniverdi karnı. K iliseciler erm iş Josep h 'i, bu arada da belediye baş­ kanlığına getirm ek istedikleri M aloret'yi alkışlıyorlardı. Siyasal bilinçlerini yeniden gözden geçirm eye başlayan cum huriyetçiler bile vardı; H onoré, cesaretini yitirm işçesine, sönük bir sesle, erm iş Josep h 'in boynuzluların koruyu­ cusu olduğunu belirtm ekle yetiniyordu. Ju liette'in yanın­ dan geçerken, arkasından bahçeye gelm esini işaret etti, buraya geldikleri zam an: — Ben baytarı oyalarken, sen hem en arabaya atla, G uste Berthier'ye yetiş. G erisini o bilir, dedi. — Am a H élène yenge ile Lucienne arabada kaldı. — N e yapalım , onları da götür. M ezarlıkta indirirsin, Berthier gelinceye kadar sen de onlarla kalırsın. Juliette, bahçeden babasıyla birlikte çıkm am ak için, ağaçlık yolda bir iki adım yürüdü. Bir fasulye evleğinin önünden geçerken, boğuk bir gülüş duydu, sonra am cası­ nın oğlu Fréd éric'i gördü. Bir kuru ot yığınının üzerine oturm uş, elini de M arguerite M aloret'nin boynuna atm ış­ tı.

210 I Marcel Aymé — Senin am ca oğlu pek cici, dedi Z èp h e'in kızı, yu ­ m uşacık bir teni var. Juliette, gözleri kıvılcım kıvılcım , yanakları al al, bu güleç ve alaycı çifte bakıyordu. M argu erite'e yanıt verm e­ di, am a Fréd éric'i kolundan tuttuğu gibi kaldırdı, iki tokat yapıştırdı, önüne düşürüp arkasından itti. Frédéric çırpın­ dı, elinden kurtulm ak istedi. Juliette beline sarıldı, ısırdı am casının oğlunu, yum uşacık ensesinde biraz fazlaca oya­ landı. — Bana karışam azsın, diye direniyordu am casının oğ­ lu. Senden daha güzel bir kere. — Şırfıntının biri, diyordu Juliette. Bunun hesabını so­ rarım ben ona. — K arpuzları da seninkilerden daha büyük. — A nlaşıldı, bir çift tokat daha istiyorsun sen! — Ü stelik, ne nazlanıyordu, ne bir şey... — H adi, bas bakalım ... Erm iş Josep h 'in üstünlükleriyle u ğuldayan avluya ge­ liyorlardı. Juliette am casının oğlunu landona bindirdi, ara­ bacı yerine de kendisi geçti, arabayı yola sürdü. — Sizi m ezarlığa götürüyorum , dedi H élène yengesi­ ne, canınız m ezarlarım ızda dua etm ek istiyor gibi geldi bana. A rabayı G uste Berthier'nin yanında durdurdu. G uste Berthier d izginleri tuttu, m ezarlığa gelinceye kadar alçak sesle konuştular. H aud ouin 'ler m ezarlıkta indiler. — Ben belediyeye kadar gidiyorum , dönüşte alırım si­ zi, dedi G uste Berthier. H élène kaynatasıyla kaynanasının m ezarı başında dua ederken, am ca çocukları erm iş Josep h 'in sakalını öl­ çerken, Juliette ölm üş M aloret'leri gözden geçiriyordu, H aud ouin'lerinkilerin birkaç adım ötesinde, ağaçlık yolun

Yeşil Kısrak

I 211

kıyısında, yanyana sıralanm ış üç m ezarları vardı. Juliette, büyükbaba M aloret'ye: — K oca dom uz, cehennem desin şim di, değil m i? de­ di. O h olsun. K ızlarınla fingirdeşm enin ne dem ek olduğu­ nu iyice öğrendin şim di. Pişm anlık duyuyorsun, am a iş iş­ ten geçti. Yaşlı adam , karnının üstünde altı karış toprakla, şaşı­ rıp kaldı. Juliette öteki m ezara, Tine M aloret'ninkine, yani büyükbabanın kız kardeşinin m ezarına geçti. — Sen de Z èp h e'in kızından farksızsın, am a kım ıldayam ıyorsun. O nun da sonu seninkine benzeyecek. C eh en ­ nem i boylayacak, evet ya, sen yol gösterdin ona. — Biraz fazla büyüttüler bu işi, diye içini çekti Tine. Bilirsin, insanların çenesi bir açıldı mı... — H adi, hadi, yalan m ı sanki? Ö nce babanla, sonra da icra m em uruyla yatıp kalkm adın m ı? H adi, “Yatm adım ," de bakalım ! Z èp h e'in beş yaşında ölen bir oğlu kalıyordu geriye. Bu çocuğa fazla bir suç yüklenem ezdi. K üçücük bir m eza­ rı vardı, küçük m ezarın tüm süsü bir haçla ak sırlı bir yü ­ rekti, yüreğin üstüne Şim di gökte yazılm ıştı. Juliette, yalnız­ ca: — G ökte m i? Bir bu eksikti! diye m ırıldandı. Sonra M aloret ailesinin tüm ölülerini cehennem in en kızgın yerinde bırakm ası için Tanrı'ya yalvardı. Yaşayanla­ ra gelince, kendisi görürdü onların hesabını. H élène yengenin arabaya bindiği sırada, C laquebue papazı M esselon'lara gitm ek üzere papazevinden çıktı. H élène yenge onu da landona çağırdı. Papaz âyine geç kalm aktan korkuyordu. Ç ağrıyı kabul etti. — K anapenin altına bir paket koydum , dedi Berthier, lütfen dikkat edin.

212 I Marcel Aymé Ö zenle sarılm ış, kocam an bir paketti bu. N e gazete­ den sakınılm ıştı, ne ipten. — H iç m erak etm eyin, dedi papaz, kucağım a alıyo­ rum. Yolda, M m e H aud ouin'd en baytarın sağlığını, çocu k­ ların derslerini sordu. L ucienne'in bilinç sorgulam asında birinci olduğunu söyledi, am a papaz pek de coşkun bir b i­ çim de kutlam adı kendisini. M ile Bertrande'm çabasını doğru bulm uyor, ruhla ilgili şeylere bitkibilim yöntem leri u ygulam asından hoşlanm ıyordu. A raba P hilibert'in evine yaklaşırken, yolcular büyük bir gürültü işittiler. Kiliseciler: — Erm iş Joseph ve Boulanger! diye bağırıyorlardı. Papaz kaygılanm aya başlıyordu. G elişi patırtıyı yatış­ tırdı, D ur ailesi kendisine erm iş Josep h 'in büyük m ucize­ leri konusunda bilgi verdi hem en. Papaz pek coşm uş gibi görünm edi. Ucuz devrim cilerden değildi o, m ucizelerden de nefret ederdi. G ene de, cum huriyetçilerin önünde, Dur ailesini kesinlikle yalanlam ak istem edi. — Erm iş Joseph çok şeyler yapabilir, dedi, am a ölçülü bir erm iş olm akla ünlüdür. Ö te yandan, önlem liliği de hiç­ bir zam an elden bırakm am ak gerekir, hakkında kesin bir şey söylem eden önce, sakalının beline kadar inm esini bek­ lem enizi salık veririm ... M esselon 'lar da kendisini karşılam aya gelm işlerdi, gözlerini kuruluyor, içlerini çekiyorlardı: — Ne olursa olsun, ölüm üzü diriltecek değil, papaz efendi, diyorlardı. — Bu iş çok büyü k bir erm iş ister, çocuklarım , çok bü ­ yük b ir erm iş ister. Papaz arabadan indi, elindeki paketi bırakm adan eve girdi. Ölü odasında, Berthier paketi elinden aldı, üstüne sarılm ış kağıtları açtı, alçıdan yapılm ış C um huriyet büstü ­

Yeşil Kısrak

I 213

nü çıkardı. Papaz bir kızgınlık devinim ini gizleyem edi. Berthier yatağa yaklaştı, soğuk bir öpüş için, alçı büstü ölünün yüzüne yaklaştırdı. İzleyiciler arasında bir coşkun­ luk ve kınam a m ırıltısı dolaştı, am a H onoré, m utfakta y e­ niden bulduğu huniyi ağzına götürerek, güm bür güm bür bir sesle haykırdı: — C um huriyet eski dostlarını hiçbir zam an unutm az! Göreceksiniz, P hilibert'i nasıl kaldıracak şim di! G erçekten de, C um huriyetin üçüncü öpüşünde, yaşlı adam gözkapaklarını kıpırdattı, sonra da yastığının üze­ rinde doğruldu. Tüm cum huriyetçi göğüslerden ağır ve görkem li bir şarkı yükseldi. La M arseillaise'i söylüyorlardı. K adınlar hıçkırıyor, o zam ana kadar gericiliğin en sağlam destekçileri arasında yer alm ış olan Rousselier ailesi de m arşı söyleyenlere katılıyordu. Tanrı'ya şükürler edildikten sonra, Philibert'e sorular yağm aya başladı: — Ö lünce nasıl oluyor? — Ö lünce ne düşündün? Yaşlı adam biraz şaşırm ıştı bu sorular karşısında. G ü ­ rültünün azalm asını bekledi, sonra ince bir sesle yanıt ver­ di: — Sabah sekize doğru cennete vardım , burada elli yaş gençleştim . H oş bir yer doğrusu, serin, eğlenceli. Şarap su ­ dan ucuz, öbür yiyecekler de öyle. Tanrı da çok iyi, çok iyi davrandı bana, hiç de öyle söyledikleri gibi m ağrur değil. "D eğil m i ki gelm işsiniz, Philibert, ben de sizinle cenneti bir dolaşayım ," dedi bana. Evet, böyle, kibar kibar, görül­ m esi gereken yerleri gösterm ek istedi. N eyse, ikim iz konu­ şa konuşa yürüm eye başlad ık işte, onunla konuşurken, D uble ya da C orenpot'yla konuşurken duyduğum rahat­ sızlıktan daha fazla bir rahatsızlık duym uyordum içim de,

214 I Marcel Aymé öylesine bir rahatlatıyordu karşısındakini. D oğrusunu is­ terseniz, fazla bir kalabalık yoktu cennette, b en i en çok şa­ şırtan da bu oldu. Bizim köyden olanlar da yirm i kişiyi geçm ezdi, em inim . Berthier'ler vardı, H audouin'ler, Corenpot'lar, C outant'lar vardı, daha başkaları da vardı, am a orada karşılaşacağım ı u m duklarım dan hiç kim se yoktu. "N e yalan söyleyeyim , biraz tuhafım a gidiyor, D ur babayı görem iyorum , dedim Tanrı'ya. — C ehennem de, çocuğum , dedi. — Rossigneux anayı da görem iyorum . — C ehen­ nem de. — B o eu f lerin üç kızını da görem edim . — C eh en ­ nem d e..." K im i sorsam , böyle diyordu işte. Bu işin n edeni­ ni sonradan anladım . Yalnız ileri görüşlü kişiler girebili­ yordu cennete. B irçokları için üzücü bir durum diyeceksi­ niz, doğru, ben de üzüldüm , am a akla yakın bir şey. H epi­ m izin anası olan C um huriyete yaşam boyu saygısızlık et, sonra da gökyüzünde bunun ödülünü bekle, ne de olsa tu­ haf bir şey doğrusu... — O yun! Palavra! diye haykırdı papaz. Bir tuzak bu! Papaz m ucizeyi yalanlam aya kalkıyordu. A m a H ono­ ré dom uz sucuğu hunisinin içine bağırm aya başladı. G ü ç­ lü bir güm bürtü içinde, savaşçı C um huriyet, utkun C um ­ huriyeti alkışladı, yanıldığını anlayan on dört aile de geri­ ci görüşlerini hem en yalanlayıverdi. Büyük bir kalabalık, yaşlı adam ı dirilişinden dolayı kutlarken, baytar şaşırıp kalm ıştı, gırtlağı kurum uş, b a­ cakları tutm az olm uştu, korkunç bir bunalım içindeydi. Bir yand an gözleriyle Zèphe M aloret'd en özür diliyor, bir yandan da "Y aşasın C um h uriyet!" çığlıklarına baş sallı­ yordu. G ürültüye general B o u la n g ef nin adım da sokabile­ ceğini um du, am a dili dolaştı, sesi titreye titreye: — Yaşasın erm iş Joseph! diyebildi ancak. H onoré bunu duyunca, koltuğunun altına aldığı gibi

Yeşil Kısrak

I 215

landona götürdü onu. A m a Ferd inand 'm işkencesi daha bitm em işti. İki Flaudouin ailesini eve götürm ek üzere, da­ ğılacak kadar dolm uş olan arabada, Juliette kardeşi Ern est'le kavga ediyor, bir çapkınlık başarısıyla M aloret'lerin bozgununu tam am lam am asını başına kakıyordu: — Bu akşam dönüyorsun, m ektubu geri alm ak için h içbir şey yapm am ış olacaksın! H iç kuşkusuz M arguerite korsajınm içinde saklıyordu bu m ektubu! — Juliette, kendine gel, dedi Ferdinand am ca, çocuk­ ların önünde böyle şeyler konuşulur m u?... — Ç ocuklar m ı? diye güldü Juliette. Fréd éric'e bir so­ run bakalım , az önce nerede buldum kendisini? M esselon'larm bahçesinde buldum , u puzu n yere uzanm ış, kolla­ rını da M aloret'lerin kızının boynuna dolam ıştı! Baytar aceleyle takm a yakasını çözdü, sonra zayıf bir sesle m ırıldanm aya başladı: — Bütün Bucoliques kopya edilecek... Tam am ı... Sonra her şeyden de... A cı ile öfke sesini geri verdi sonra. H aykırdı: — Tanrının belası! K im in m etresi, biliyorsun! K im in m etresini öpüyor seninki! Boynuna sarılıyor! Ben de o ka­ dar çabalıyorum , o kadar özveride bulunuyorum , ben de kırk parça oluyorum ! Ben de... A rabayı H onoré sürüyordu, Fréd éric'i savunm ak için atı durdurdu. — H iç yoktan patırtı çıkarıyorsun. Yalnız öpm ekle kaldıysa... — A m a nereden bileyim ben, yalnız öpm ekle m i kal­ dı? Frédéric, bana onur sözü vereceksin... Şey... Evet, onur sözü vereceksin. Frédéric onur sözü verdi, kardeşiyle kızkardeşinin ba­ şı üzerine, L ucienne'in boynund an sarkan ilk K udas âyini

216 I

Marcel Aymé

m adalyonunun üzerine yem in etti, başka bir şey yapm a­ m ıştı. Baytar biraz yatıştı. — A nlarsın ya, dedi H on oré'ye, çok can sıkıcı olabilir bu iş. M . Valtier perşem beye C laquebu e'ye gelecek. Bu ko­ nuda senden de bir ricam var. Valtier kızı görm ek istediği­ ni yazıyor m ektubunda. — Görüşsünler, bana ne! — Elbette, am a anasının babasının evinde görüşem ez­ ler; görenler şaşar belki; öte yandan, adam istediği gibi ko­ n uşam az da. İşte bunun için, senin evine getirm em i rica ediyor benden. — O lm az, diye yanıtladı H onoré, benim evim ... — K im secikler görm eyecek. Perşem be günü, saat ü ç­ te, arabam la getireceğim . Juliette de gider M arguerite'i evinden çağırır, bir arkadaşını çağırır gibi. Juliette yum uşak başlılıkla: — Olur, seve seve yaparım bunu, dedi, yardım dan kaçm am alı. Babasına işaret ediyor, kabul etm esini istiyordu, ama H onoré hâlâ diretiyordu. — K orulara gitsinler, ne halt edeceklerse, orada etsin­ ler. — Ya yağm u r yağarsa? diyordu baytar. — Şem siyelerini alırlar, kendileri bilir... H ay Allah! Ç ok güzel bir m esleğe başladın şim di. — H onoré, öldüreceksin beni... Biliyorsun, Valtier'nin çocuklara çok yararı dokunabilir, hele Frédéric'e... H onoré, sırf eğlenm ek için, uzun süre yalvarttı karde­ şini, sonra, kızının üstelem eleri üzerine, m illetvekilinin aş­ kına yataklık etm eyi kabul etti. Juliette m utlu Valtier'ye duyduğu hıncı içine atan ya­ kışıklı am ca oğluna alaylı bir sevinçle bakıyordu. Ferdi-

Yeşil Kısrak

I 217

nand am caya: — Zavallı Fréd éric'çiği cezalandırm azsınız artık, dedi. Ü züldüğü yeter... -— Bucoliques' i kopya edecek, diye kesip attı baytar, her şeyden önce ahlak isterim ben, bu konuda hiçbir za­ m an yum uşak davranm ayacağım .

Yeşil Kısrak I 2 1 9

XIII

A nne, saatin altı buçuğa geldiğini görünce, G ustave ile C lotild e'i uyandırm aya gitti. Bir yandan onları yataktan çıkarırken, bir yandan da tem belliklerinden yakm ıyordu. Kendi başlarına kalkam azlardı sanki! İşi başından aşkındı, bir de bu yum urcaklarla uğraşacaktı. O bunları söylerken, G ustave da küstahça ıslık çalar gibi yapıyordu, alışılm ış bir şeydi bu. — A nne, ıslık çalıyor, diyordu Clotilde. — Dur, bir yakalayayım da görsün, nasıl kötek yiye­ cek benden. A d élaïd e'in çocuklarla oynadığı tek zam an buydu. G u stav e'ı kovalar, C lotildeTe elele vererek yolunu keserdi. G ustave yakalandığı zam an, kıçına vurur gibi, kulaklarını çeker gibi yapardı. Eskiden, her birini bir koluna alıp m ut­ fağa götürürdü onları. Şim di, bunu artık yapam adığını söylüyordu. Çünkü büyüm üşlerdi, yapam ıyordu. Elbette taşım ak isterdi onları. H atta, böylesine büyü k olm aların­ dan yakınıyordu (yaşlarına göre büyüktüler). Bunlar da ötekiler gibi olm uşlardı işte. O nları da taşıyabildiği kadar taşım ıştı, sonra çok ağırlaşm ışlardı. A m a bun lar sonuncu oldukları, bu yaştan sonra belki başka çocuğu olm ayacağı için, birini, gözleri kederli olanı, taşıyordu hâlâ, ya da sı­ rayla ikisini de. K im i kez, ikisini birden taşıdığı da oluyor­ du. — K ahvaltınızı edeceksiniz şim di, sonra gidip inekle­ ri bekleyeceksiniz. A lexis babasıyla çalışıyor artık, hayvan­ ları siz götüreceksiniz her gün. A kıllı çocuklarsınız da onun için veriyoruz hayvanları size. K im ileri gibi kötü ço­ cuk olsaydınız, verm ezdik.

220 I Marcel Aymé Ç ocuklar kahvaltılarını edince, A délaïde inekleri çöz­ dü, sürünün yola çıkışını denetledi. K öpek bir inekten öbürüne koşuyor, düzeni sağlayıp yönü gösteriyordu. K ö­ peğin varlığı anneye biraz güven veriyordu. Bu ufacık ço cukların çayırda, derenin yakınında olduklarını bilirdi de nasıl içi rahat ederdi? — Tintin M aloret'yle konuşm ayın. Size bir şey söyle­ yecek olursa, Prosper M esselon'u n yanında kalın. — Peki, anne. Uzaklaştılar, A délaïde G u stave'ın ardından bağırdı: — U nutm a, sen daha büyüksün! M utfağa döndü, bu durgun zam andan yararlanarak yem ek odasını tem izlem eye karar verdi. Ertesi gün M ar­ guerite M aloret'nin burada m illetvekili Valtier'yle karşıla­ şacağını düşünerek, hınçla çalışm aya girişti. Eşyaları ov­ duktan sonra, saatin üstündeki cam ı çıkardı, yaldızlı bron­ zu bir bezle parlattı. Tarım ile Endüstri'nin ayaklarına doğ­ ru bakınca, m erm er ayaklığın üzerinde toz izleri gördü, h em en sildi. C am ın altından toz girm esi şaşırtıcıydı; kaldı­ rıldıktan sonra, yuvasına oturtulm asına dikkat edilm em iş­ ti anlaşılan. A délaïde, bezi saatle desteğin arasına soktu. Ç ekince, baytarın m ektubu da birlikte geldi. Juliette'in, hatta A lexis'nin sakladığı bir aşk m ektubunun söz konusu olduğunu düşündü önce. N eşeli bir m erak titrem esi geçti içinden, alçak sesle okudu: "Sevgili H onoré. Kara at hafta başında karın ağrısına tutuldu..." Pek alışkın olm adığı için güçlükle okuyor, tüm celerin anlam ını ağır ağır kavrıyordu, im zaya gelinceye kadar yir­ m i dakika geçti. H aud ouin'lerle M aloretTer arasındaki du­ rum un böylesine m utlu bir değişiklik gösterm esi dolayı­ sıyla duym ası gereken hafifliği duym uyordu. — N e de olsa H onoré haklı, diye içini çekti. Bu iş yal­

Yeşil Kısrak I 2 2 1

nız kendisini ilgilendirir. Ben hiçbir şey bilm ek istem em . M ektubu saatin altına sokuşturdu, Tarım ile Endüst­ ri'yi bir kez daha sildi, sonra, yuvasına oturtm aya dikkat ederek, cam fanusu yerine koydu. Ö ğleye bir saat kala, Z èphe'in kızı m avi giysisi ve çi­ çekli önlüğüyle korudan çıktı. H onoré ovada kızı ve oğ­ luyla birlikte çalışıyordu, dikkat kesildi. M arguerite danseder gibi yürüyordu, bir köşeden bir köşeye, C ham p-Brûlé'yi geçti, hendekten atladı, H audouin'lerin evinin karşı­ sındaki yola geldi. H onoré, Juliette'e: — Bize gidiyor galiba, dedi. — M illetvekiline verdiği randevu için olacak. — Sen eve dön şim di. K orkarım , annen kızı çok ters karşılar. İnsanları evim ize alm ayı kabul ettikten sonra, ka­ ba davranm am am ız gerekir. İyi davranm aya çalış... — İyi davranm akta çıkarım var, dedi Juliette; günün birinde görüm cem olacaksa... — Sen git şim di. O nu başka zam an konuşuruz. H onoré boşuna korkm am ıştı. Bahçede çalışan A déla­ ïde, Z èp h e'in kızının geldiğini görünce, onunla acım asızca eğlenm eye karar verdi. H iç acele etm eden, sepetini fasulyayla doldurdu, avluya geldi. M arguerite yanm a yaklaştı, alçakgönüllülükle selam ladı kendisini: — Sana bir m erhaba dem eye geldim , A délaïde. Bakı­ yorum , çok iyisin m aşallah. A délaïde durdu, kızın giysisine, çiçekli önlüğüne b a­ karken, aşırı bir h ayranlık duyuyorm uş gibi davrandı. — Sen de çok güzelsin, şekerim . Bakıyorum , Paris'te iyi bir m eslek seçm işsin. M arguerite gülüm sedi, hiç h uzursuzluk duym am ış gibiydi, kendini daha iyi gösterm ek için, ayaklarının ü s­ tünde bir döndü.

222 I Marcel Aymé — Şu bildiğin iş için geldim , dedi. A délaïde her şeyi biliyordu, am a M argu erite'in şaş­ kınlığından yararlanm ak istedi. — İş için mi? A llah A llah, ne işi? A nlatsana... — Yarın öğleden sonra, sizin evde M. Valtier ile bulu ­ şacağım ... A m a, H onoré sakladığına göre, belki de söylem em eliydim bunu sana... — Ha! Şu m illetvekili öyküsü m ü? Evet, şim di anım ­ sadım ; o kadar çok işim var ki, bu tür budalalıklar kolay­ ca çıkıyor aklım dan. Gelir, yem ek odasında beklersin m il­ letvekilini, herifin canı biraz eğlenm ek isterse, oğlan bir bağ sap atar ahıra, onun üstünde yaparsınız yapacağınızı. Yaşam ını kazanm ana engel olacak değiliz. Z èp h e'in kızı kızardı, kendini tutm ak için bir çaba harcadı, sonra öfkesine yenildi: — Teşekkür ederim , A délaïde, dedi. Fazlasıyla nazik­ sin doğrusu, am a senden yatağını istem iyorum ! K onuşm a alevleniverdi hem en. Juliette geldiği zam an, annesi M arguerite'e kıçının her zam an bayram edem eye­ ceğini, çünkü çok geçm eden kokuşm aya başlayacağını söylüyordu. Z èp h e'in kızı da kıçının A d élaïde'in ağzından daha tem iz olduğunu belirtm eye çalışıyordu. Juliette iki kadının arasına girdi, M argu erite'i öptü, sonra sakin sakin: — Tam zam anında gelm işim , dedi. N erdeyse kavga edecektiniz. M arguerite yatışm ıştı bile. — Suç biraz da bende, dedi. Belki de iyi anlatam adım derdim i. A délaïde, kızının bir bakışından, diplom atik bir istem gücü aldı. — Burası konuşulacak bir yer de değil, bu güneşte... — Doğru, dedi Juliette, gel, biraz içeri girelim , M ar-

Yeşil Kısrak

I 223

guerite. A délaïde, uzaklaşırken: — H adi, siz gidin, dedi. Yem ek odasında oturursu­ nuz. M utfakta çam aşır kaynıyor sabahtan beri, orası da sı­ caklıkta avludan geri kalm az. Z èp h e'in kızı M aloret'lerin hiçbir zam an girm em iş ol­ dukları yem ek odasını saygılı bir m erakla inceliyordu. Bir yandan Ju liette'e niçin geldiğini açıklarken, bir yand an da büfeye, yuvarlak m asaya, oym alı iskem lelere, yaldızlı sa­ ate hayranlıkla bakıyor, bunları Valtier'nin kendisine aldı­ ğı akaju eşyalarla karşılaştırm ayı aklına bile getirm iyordu. Şöm inenin üzerinde asılı duran iki portreyi gösterdi: — Büyük adam lar m ı bunlar? diye sordu. — Evet, dedi Juliette. Sağdaki Jules Grévy, soldaki de G am betta. — Peki, yeşil kısrak? — O ikisinin arasındaydı. Şim di Saint-M argelon'da, Ferdinand am cam ın evinde. Fotoğrafını görm ek istersen... Juliette karton kaplı bir albüm çıkarıp m asanın üstün­ de açtı. İlk sayfalarda, basık bir kep giym iş, tüfeğinin nam ­ lusuna gururla dayanm ış b ir çeteci, M argu erite'in dikkati­ ni çekti. — Baban m ı bu? — Evet, dedi Juliette. — Ç ok yakışıklı bu H onoré, bir daha bakayım ... H e­ m en hiç değişm em iş. — O n beş yıld an fazla oluyor, am a doğru, hem en hiç değişm em iş. M arguerite bir saat daha önce gelm ediğine ü zülüyor­ du, albüm ün her sayfasını uzun uzun incelem ek isterdi. H er yanını görm ek için odayı bir baştan b ir başa dolaştı, sonra şöm inenin önünde durdu:

224 I Marcel Aymé — Bak, saat durm uş, dedi. Juliette yaldızlı bronza baktı, m ektubun orada oldu­ ğunu düşününce, biraz yüreği çarptı. M arguerite parm ak­ larını fanusun üzerinde dolaştırıyor, saati kurm ak istediği­ ni söylem eyi göze alam ıyordu. — Ee, dedi Juliette, M. Valtier yarın öğleden sonra, bir buçukta geliyor, öyle mi? — Yok canım , saat üçte, daha önce gelem ez. Ö ğle y e­ m eğinden sonra, am canla birlikte, Saint-M argelon'dan yo­ la çıkacak. Juliette kızararak: — Bir buçukta, diye kesinledi. A m cam dan dün m ek­ tup geldi. İstersen, saat bire doğru gelip alırım seni. M arguerite gülüm sedi, kolunu Ju liette'in beline dola­ dı. — Bize ilk gelişin olacak, değil m i? O kula gittiğim iz zam anlarda, bizim evin orda, yolun başında beklerdim se­ ni. G eçtiğin zam an, ilk elm a ağacının altına bir taş koyar­ dın. Am a beni hiçbir zam an beklem ezdin... Sesi tatlıydı. Juliette Z èp h e'in kızının güleç gözlerine tatlı bir şaşkınlıkla bakıyor, kendini çiçekli önlüğe bırakı­ yordu. — K im i zam anlar, okuldan yapayalnız dönerdik, diye fısıldadı M arguerite, çitler arasındaki yoldan geçerdik, anım sarsın... Yanağı Ju liette'in yanağına dokundu, hızlı bir devi­ nim le boynuna sarılm ak istedi. Ju liette'in yanakları al al olm uştu, kendini bırakacaktı neredeyse, am a birden M arg u erite'i itti, gerilm iş, esm er kolları da yaklaşm asına fırsat verm edi. — N erdeyse öğle olacak. G ecikm e. M arguerite, kirpiklerini kırparak, biçim siz gelen göz-

Yeşil Kısrak

I 225

yaşlarım gözkapaklarm m ucuna itm ek istiyordu. — N eyse, diye m ırıldandı, gelip beni alacaksın, anlaş­ tık... N oël'i görm üş olursun hiç değilse. Seviyorsun onu, ha? Juliette kollarını indirdi, uzaklaşacakm ış gibi yaptı. — H adi hadi, susm a, bana söyleyebilirsin, diye üstele­ di M arguerite. Seviyor m usun?... — Peki, sen, sen Valtieöyi seviyor m usun? Z èp h e'in kızı gülm eye başladı. — Benim ki aynı şey değil. N eyin nesi olduğum u bili­ yorsun. A nnen de az önce bunu bana söylem ek için bin bir dereden su getirm edi... Eteklerini kaldırdı, ipek çoraplarını, külotunun ince dantelini gösterdi, biraz daha yüksek bir sesle güldü, son­ ra da: — A m a hiç yakındığım yok, sözüm e inanabilirsin, di­ ye ekledi. Ju liette'le annesi, M argu erite'in yolun dönem ecinde silinişini izliyorlardı; bu sırada H onoré avluya girdi. A le­ xis, G ustave ile C lotild e'e yardım olsun diye, inekleri ahı­ ra sürüyordu. Juliette, düşünceli düşünceli, babasına M ar­ guerite'in gelişini anlattı. — H iç böyle arsız kız görm edim , diye açıklıyordu A délaïde. Benim le nasıl konuşuyordu, bir görm eliydin, aşım ızı, ekm eğim izi o veriyordu sanki! Ferdinand'm m ek­ tubunu ellerine geçireli beri her şeyi yapabileceklerini sa­ nıyorlar da ondan... — Bilm iyordur, dedi H onoré. Zèphe kızm a her şeyi söylediyse, çok şaşarım , öyle önlem cidir ki! — Biliyor herhalde... Ju liette'e sor istersen, nasıl dav­ ranıyordu bana. — Elbette, biliyor, diye doğruladı Juliette. K anıtını is­

226 I

Marcel Aymé

ti yorsan, az önce, N oël konusunda ne yapm ayı düşündü­ ğüm ü sorarken, em rederm iş gibi havalar takınıyordu... H er neyse, söylenecek bir şey yok. M ektup ellerinde, ku l­ lanıyorlar. H audouin öfkeyle bıyıklarını ısırıyor, bulanık tehdit­ ler savuruyordu. C lotild e'le iki kardeşi de yaklaşm ışlar, konuşm ayı tutkuyla izliyorlardı. A lexis, iğneli iğneli: — Ernest'in gitm iş olm asından, kendilerine yanıt v e­ recek adam kalm am asından yararlanıyorlar, dedi. Babası yüzüne öyle tehlikeli bir bakışla baktı ki A lexis geri geri gitti, am a C lotilde, büyük bir rahatlıkla: — Babacığım , az önce, Tintin M aloret elini eteğim in altına sokm ak istedi, dedi. A délaïde bir dehşet çığlığı kopardı. K ızın çevresinde toplandı herkes, o da gene konuştu: — D okunm ak istedi. — D oğru m u, G ustave? diye gürledi babası. Söylese­ ne be! G ustave sıkılm ışa benziyordu. — Bilm iyorum , diye kekeledi. İyi görm edim . Olabilir, am a iyice görm edim ... Yanıtının bir düş kırıklığı uyandırdığını sezdi, çabu­ cak ekledi: — A m a hiç şaşm am doğrusu. Bu Tintin hep böyle... K ızların önünde, u tanm adan donunu indirir; bun un için, gördüm diyebilirim . Bu son suçlam a otlağa giden tüm yaram azlar için geçerliydi, G ustave için de geçerliydi, am a bir dehşet hom ur­ tusuyla karşılandı. A délaïde küçük kızı kollarının arasına aldı, kendisini bir daha otlağa yollam ayacağına söz verdi. C lotilde böyle bir şeyle karşılaşacağını kestirem em işti, tü­ kürdüğünü yalam aya kalktı, am a annesi kendi sesiyle bas-

Yeşil Kısrak

I 227

tirdi kızının sesini, alıp m utfağa götürdü. H audouin olduğu yerde d urarak ellerini ovuşturuyor, güneşin kavurduğu ovaya bir vahşi hayvan gibi bakıyor­ du. Juliette yanm a yaklaştı, sonra alçak sesle: —- M argu erite'le konuştum , yarın gidip onu alacağım , saat bir buçukta burda olacak, dedi. K ISRA Ğ IN D ED İK LERİ C laquebu e'd e doksan beş aile vardı. Dur'ler, Corenpot'lar, Rousselier'ler, H audouin'ler, M aloret'ler, M esselon'lar... A m a birçoklarını atlayacağım ister istem ez. A ile­ ler arasındaki kinler de, dostluklar da değişik bahanelere bağlanırdı: Çıkarlar, siyasal, dinsel kanılar. A slına bakılır­ sa, bu duygular her şeyden önce birtakım tensel eğilim leri yansıtırdı. C laquebue papazı iyi bilirdi bunu. Ruh politi­ kasında, ailelerin aşk m izaçlarına çok önem verirdi. U ç bö­ lüm e ayırırdı bunları. Söyled iğim gibi, kim i ailelerin aşk hazlarım düşünm e ya da gerçekleştirm e yordam ları Katolikçe değildi; bu aileler kilise için yitirilm iş ailelerdi, en iyi bireyleri bile, son derece dindar da olsalar, kilise için birer tehlikeydi. Ö tekilerse, tam tersine, Tanrı korkusunun ver­ diği alçakgönüllülükle girişirlerdi tenin kötü hazlarına; bun lar bunalım lı ailelerdi, papaz azıcık bir çabayla doğru yolda tutabilirdi onları; bireyleri kendilerini iyi yönelim e bırakarak en kara günahlara b ile neredeyse tehlikesizce gi­ rişebilirlerdi. K usurları u fak bir sapm ad an başka bir şey değildi. Sonra, bu iki kutup arasında, değişik derecelerde, kararsız aileler vardı, çok d üzensiz davranırlar, kendileri­ ni kapıp koyverir, toparlanır, gene düşerlerdi; çoğu böyleydi, papazın en çok d esteklem esi gerekenler de bunlardı. C laquebue ailelerinin kend ilerine özgü cinsel yüzleri

228 I

Marcel Aymé

bulunduğunu yalnız papaz görür, işini kolaylaştırm ak için, bunları üçe ayırırdı. Bireylerin de, ailelerin de bu k o­ nudaki bilgileri yalnızca içgüdüseldi. G ene de, H onoré H audouin M aloret'lerin hepten dom uz olduklarını söyle­ diği zam an, gelişigüzel bir nitelem e yapm ış olm azdı, ke­ sinlikle bilm ese bile, kendi ailesinin eğilim i olm ayan, ken­ di ailesini sarsan bir tensel eğilim i belirtirdi. Bir ailenin — aile sözünden evi anlam ak gerekir — tüm üyelerinin aşk konusundaki zevkleri bir olm ayabilir, baba sarışın ya da şişm anları, oğul esm er ve zayıfları yeğ tutabilirdi; gene de her ev, bir tek bedenm iş gibi, bir başka ev karşısında bazı çekim ler ya da bazı tiksintiler duyardı. Bu bakım dan, H aud ouin'lerle M aloret'lerin durum larında hiçbir olağanüstülük yoktu. Böylesine açık bir biçim de ol­ m asa bile, C laquebue papazının anlayış gücüne tanıklık ed ecek başka durum lar da yok değildi. K öyün ortasında, Du öl er in evi B erthieölerin eviyle kom şuydu. D uölerin (papaz delisiydi bu Dıı öl er) bir oğulları, iki de kızları var­ dı. O ğul Dur, B erthieölerin bir kızını kızlığından etm işti, şehvetli bir anı saklardı içinde. İki kızdan büyüğü, erkek Berthieölere karşı içten bir tiksinti duyar, on dördündeki küçüğüyse, yaşlı Berthieöye, şöyle derin denilebilecek hiç­ bir işe girişem eyen, üstelik, rom atizm adan iki büklüm ol­ m uş bu yetm işlik adam a randevular verirdi. G örünüşte, D ur ailesinin üyeleri birbirlerinden oldukça farklı bir b i­ çim de görürlerdi Berthieöleri. O lsun. Baba Dur, Berthi­ eölere köpürüp de bu devrim ci bozuntularını lanetlediği zam an, tüm çocuklarınca anlaşılacağına güvenebilirdi; bir aile kuşkusu, bir aile kini uyandıran bu sövgünün anla­ m ında hiçbiri yanılm azdı. C insel bir ata kalıtında, bir kü­ çük pislikler ortaklığında, arzularıyla alçak sesle konuş­ m ak, bunları ar duygusu gereğince, karanlıkta izlem ek gi­

Yeşil Kısrak

I 229

bi, tüm üyle kendilerine özgü bir davranışta tehdit edildi­ ğini sezerdi hepsi de. BerthierTerin yalnız sözlerinde, yal­ nız bakışlarında değil, sessizliklerinde bile yer alan bir alaylı davranışın tehdidini duyarlardı. Bu ailenin erkekle­ ri bedenlerinin en çok gizlem eleri gereken parçasını av tü­ fekleri gibi om uzlarında gezdirirlerdi sanki, karılarının da giysilerinin altında çıplak olduklarını d üşünm em ek elde değildi. D uhler bozulurlardı buna; kendilerinin hoşgörüy­ le benim sedikleri bayağı pislikleri Berthier ailesi görüyor­ m uş gibi gelirdi onlara. D evrim ci bozuntuları, derdi baba Dur. A m a politika da, kiliseye gidip gitm em ek de bahaneydi. C um huriyetten yana olduklarını söyleyen ilk M esselon'lar da, ayine yan çizen ilk Berthier'ler de kim i sevişm e ya da sevişm eyi dü­ şünm e alışkanlıklarına paydos dediklerini gösterm ek iste­ m işlerdi bu davranışlarıyla. B erthier DurTere, onların o ham am böceği havalarına kızdığı zam an, göbek altı bölge­ siyle ilgi bir seçm e sövgü bulurdu hep, "g ericiler" sözcü­ ğünü söyleyişi de gülünç olduklarını düşündüğü sevişm e­ ler karşısındaki horgörüsünü belirtirdi her şeyden önce. Ö te yandan, tüm cum huriyetçiler (kırk beş yıl öncesinin, yani siyasal görüşlerin C laquebu e'd e daha iyiden iyiye kökleşm ediği günlerin cum huriyetçilerind en sözediyorum ), evet, tüm cum huriyetçiler, karşıtlarının cinsel güç­ ten yoksun olduklarını d üşünm eseler bile (çocukları vardı ne de olsa), bu güçlerini düşük ve cim ri b ir düzene göre iş­ lettiklerinden kuşkulanırlardı. G ericilere gelince, onlar da cum huriyetçileri birer açgözlü, birer kıvır zıvır delisi ola­ rak, öbür dünyayı unutm uş, düşüncesiz kişiler olarak gö­ rürler, nam uslu bir kadının kendini cöm ertçe veren bir so­ kak kadını karşısında d uyduğu kıskançlığa ben zer bir kıs­ kançlık duyarlardı.

230 I Marcel Aymé D evrim ci bozuntuları (baba Dur). G erici ham am b ö ­ cekleri (Berthier). K ülahım a anlatsınlar. İki ailenin tam alt­ m ış yıl boyunca, hem de sırf siyasal ya da dinsel nedenler­ le, birbirlerine kedi köpek gibi bakm aları olacak şey mi? Berthier'ler, D ur'1er, Corenpot'lar, Rousselier'ler, toprağın üstünde günde on altı saat ter döken, bedenlerinin yor­ gunluğundan başka hiçbir şeye belbağlayam ayan bu in­ sanlar, nereden zam an bulacak da Tanrı'ya ya da dış poli­ tikaya pertavsızla bakacaklardı? C laq u ebu e'de içten kanı­ lar, ister dinsel, ister siyasal olsun, göbeğin altından doğar­ dı hep; beyinlerde yeşerenlerse geçici hesaplardan, geçici kurnazlıklardan başka bir şey değildi, kin de doğurm az­ lardı, dostluk da; yaşlı H aud ouin'in başarıyla yaptığı gibi, yeri geldi mi değiştirilebilirlerdi de. K avga çıkarm ak iste­ dikleri zam an, ortak bir sınır taşını bahane ettikleri gibi, belirli bir biçim de seviştiklerini kesinlem ek istedikleri za­ m an da köktenciliğe, kiliseciliğe ya da general Boulan­ g e r i e sarılırlardı. M esselon'lar A lsace-Lorraine sorunu­ nun, zorba ve kilise düşm anlığının yılm az savaşçılarıydı­ lar, çünkü onlar için bir sevişm e yordam ıydı bu; hatta yaş­ lı Philibert için tek yordam buydu, son soluğuna kadar uyuyordu buna. C laquebu e'd e bulund uğum sıralarda, Etendard'ı, yaş­ lı H aud ouin'in bir boğasını tanım a fırsatını bulm uştum (daha sonra ailenin bütün boğaları Etendard adını taşıya­ caktı). Yarışm ada ödül kazanm ış bir boğaydı. D uvarda, Ju ­ les G révy ile G am betta arasındaki onur yerim de durur­ ken, sık sık, hayranlıkla izlem iş, kim i zam an da görevinin en canlı anlarında görm üştüm onu. K ım ıldayan, biraz kes­ kin bir renk taşıyan her şey deli ederdi E tendard'ı, saldır­ m asını önlem ek için sıkı bağlam ak gerekirdi. Yaşlı H audouin onu sem irtip de kasaba yollam aya karar verdiği za­

Yeşil Kısrak

I 231

m an, Etendard sekiz yaşm a giriyordu. Ferdinand özel ola­ rak Saint-M argelon'd an gelm iş, hayvanı iğdiş etm işti. Se­ kiz gün sonra, yem ek odasının penceresi önünden geçtiği­ ni görüyordum . Zavallı Etendard... Bir karnaval öküzün­ den başka bir şey değildi artık. Yum urcaklar burnunun di­ binden geçiyor, köpek bacaklarının arasında dolaşıyordu, önüne çarşaflar gibi kırm ızı bezler de gerilse, geviş getiri­ şinin durgunluğu hiç m i hiç bulanm ıyordu. Etendard'm siyasal görüşü yoktu artık. D u rlerd en , B erthieölerden, E tend ard 'd an sözetm em in tek nedeni, H audouin'lerle M aloret'ler konusundaki düşüncelerim i daha kolay anlatabilm e isteğiydi. 70 yılın­ dan önce, bir kavga nedeni olabilecek hiçbir şey geçm e­ m işti aralarında. N e bir tarlayı paylaşam adıkları olm uştu, ne bir kadını. K arşılaştıkları zam anlarda, dostça olm asa bi­ le, kibarca konuşurlardı. Kin her şeyden önce evlerde, ya­ ni herkesin kendini sevişm e alışkanlıklarına, aile alışkan­ lıklarına daha yakın bulduğu yerlerdeydi. Kim i akşam lar, tüm H aud ouin 'ler m utfakta otururken, bir rastlantı sonu­ cu M aloret'lerin adı geçti m i düşm an evden gelip çevrede kol gezen bir tehlike izlenim i uyanırdı; sinsi, tiksinti veri­ ci, gene de birazcık istenen bir sarılışı bekler gibi olurdu beden. H er zam an kısa süreli, her zam an kaçam ak olan bu izlen im , b u la n ık , k ay g ı v erici im g eler can lan d ırırd ı. H audouin ailesi, Z ephe'in, N oel'in ya da A n ais'in değil, M aloret ailesinin kim i alışkanlıklarını, yani alışılm ış ger­ çeklerin dışında kalan bir görüntüyü canlandırırdı gözleri­ nin önünde. Yaşlı H audouin M aloret'lerin acayip bedenli olduklarını söylediği zam an, sakınm a ned enlerini kesin­ likle belirtem ezdi kuşkusuz, am a sözleri tüm evi etkilerdi. H on ore'yi ayinden uzaklaştıran, karısı ile çocukları­ nın rahatını kaçıran şey, M aloret'lerin de kilisede bulun­

232 I Marcel Aymé malarıydı. K utsal Sofra'ya aç kurtlar gibi giderlerdi. İlk on­ lar kalkardı sıralarından, toplu olarak, ailece. İlk onlar ge­ lirlerdi sofranın başına, başkalarının aldığından daha faz­ lasını alm ak isterlerdi. Yerlerine döndükleri sırada, Tan­ rı'yı kapıp m idelerine sıkıştırm ış, yataktaki davranışlarını hoşgörm esini sağlam ak için onu güç durum a düşürm üş gibi bir havaları olurdu. H aud ouin'lere pek açık gelirdi bu; H onoré de, şakanın katm erli zam anında, Zèphe M aloret'nin kendi kızını kızlığından edişini anlatırken, ailenin bu izlenim ini çok iyi dile getirirdi: — İşte o gün, M arguerite'iyle akşam duasından dönü­ yordu. Kızının kızlar sırasında oturuşunu izlem iş, geçen yıl göğsünde belirm eye başlayan kabarıklığı görünce, ak­ ima birtakım şeyler gelm işti. Eve dönünce, karısına: " —- Anaîs, hadi sen papaz efendiye bir piliç götür, m em nun olur adam cağız, dedi. Ben de bu arada bizim kı­ za bazı şeyler gösteririm , ileride, daha iyi anlayacak duru­ ma gelince, işine yarayacak şeyler. "A naîs evden ayrılır ayrılm az, Zèphe, M argot'yu m ut­ fağın dibine götürdü. Sonra pantolonunu çıkarm aya baş­ ladı, kız da ağlam aya. " — Baba, M eryem ananın kızlarından olduğum u dü­ şünm edin m i yoksa? "Z èp h e'in ibikleri düştü, bir eliyle donunu tutuyor, bir eliyle de başını kaşıyordu. Din konusunda nasıldır, bilir­ sin, hiç şakaya gelm ez; kızın M eryem ananın çocuğu ol­ m ası da nazik işti hani. A m a donunu da attı. " — Her şeyi kendi üzerim e alıyorum , dedi. D uanı et şim di, benim için de dua et. "K ızcağız bir dizi dua sıralam ıştı. Z èp h e'in sabrı tü­ kenm eye başlıyordu. " — Yetmedi m i, hâlâ bitm eyecek mi?

Yeşil Kısrak

i 233

" — Babacığım , bir ave'cik daha... "K ızm yaşlı gözlerle, burnunu çeke çeke, elden geldi­ ği kadar uzattığı ave de bitti. " — Tam am m ı geliyor m usun? " — Bir de pater'cik, babacığım . " — A nlaşıldı, dedi Zèphe, sonra yürüdü. Baba adı­ na..." Ayrıntılar uydurm aydı, am a H audouin ailesinin, en kötü sapm alara bile Tanrının rızası ile girişir sandığı M aloret'lerin bu dolam baçlı ataklığına ilişkin düşüncesine tü­ m üyle uyuyordu. Evden olm ayan, böylesine uygunsuz bir öyküyü yüzü kızarm adan, karşı çıkm adan dinleyem eyen b aytar bile, rahatlatıcı bir şeyler bulurdu bunda. U zun sözün kısası, 70 yılına kadar, iki ailenin, kendi­ lerini ayıran kinin özel niteliği konusunda yalnızca karan­ lık, gelip geçici sezgileri olm uştu. A lm an askerlerinin gel­ diğini görünce, önce Zèphe sezm işti bunu, kesinlikle anla­ m ıştı her şeyi. Botlarının uyum lu adım larıyla üzerine doğ­ ru gelen bu birlik erkeklik gücüyle etkilem işti onu. K öyde dolaşan yağm a ve ırza geçm e söylentilerini düşününce, az önce iki çetecinin gizlice girdiği yeri, H aud ouin'lerin evini getirm işti gözlerinin önüne; dürüst bir yalanın telaşı için­ de çırpm an bir kadın gibi zayıf, savunm asız görm üştü evi, bun un da bir erkek için kaçırılm az bir fırsat olduğunu dü­ şünm üştü. Beklenm edik, şiddetli bir istek doğm uştu içine. Bu adam ları evin üzerine salm a, H audouinTeri göbekten aşağılarında alçaltm a dileğini bu adam ların aracılığıyla gerçekleştirm e isteği. H on oré'n in ölm esini istem iyordu Z èphe, düşünm esine zam an kalsa, onu ele verm ezdi. A m a birliğin kom utanı sorguya başlayınca, yanıtlar hem en geli­ verm işti diline, tutam am ıştı. H onoré annesinin başına ge­ len m utsuzluğa çok üzülm üştü, buna tanık olm ak büsbü ­

234 I Marcel Aymé tün üzm üştü onu. Bununla birlikte, olay kendi başına bir yıkım boyutuna erişem iyordu; sonra, Bavyeralıyla birlikte aldığı hazzı da hesaba katınca, annesinin lekelendiği dü­ şü ncesini benim sem iyord u . İşin kayn ağın da Z èp h e'in gam m azlam ası bulunm asa, bu işin anısını içinden atar, sa­ vaşın rastlantıları arasına yerleştirirdi. H onoré hiç de al­ danm ıyordu bunda. D üşünülünce ne kadar saçm a görü­ nürse görünsün, bu ihanet bir cinsel şiddet yönelim ine bağlıym ış, başka bir am acı yokm uş gibi geliyordu ona. N edenini açıklayam ıyordu, am a M aloret ailesinin başkala­ rı aracılığıyla annesine saldırm a hazzını tatm ak istediğine inanıyordu. Yalnızca M m e H audouin, olayın kurbanı, günah çı­ kartm ıştı. Z èphe, bu işte Bavyeralıya gerçeği söylem ekle yetindiğini, susm a yoluyla bile olsa, hiçbir yalan dindarlı­ ğa uygun düşm ediğine göre, durum un kendinden yana olduğunu düşünm üş, kendini suçlam ayı hiç uygun b u l­ m am ıştı. H on oré'nin annesinden yeterince bilgi alm ış bu ­ lunan C laquebue papazı, iki aile arasında gizli gizli olu­ şan, sonunda bir uzlaşm azlık, belki de bir rezaletle çözül­ m e tehlikesi gösteren kini bilm iyor değildi. İyice düşün­ m üş, aralarına girm ek ya da dikkatlerini çekm ek için hiç­ bir bahane bulam am ış, buna çok üzülm üştü. K ilise için en ufak bir tehlikesi bulunm ayan M aloret ailesinin utkusu için dua ediyor, Tanrının iyiliklerinin bu aile üzerine yağ­ m asını diliyordu.

Yeşil Kısrak

I 235

XIV

Saat yarım da, Anaı's ile kızı sofrayı toplam aya başla­ m ışlardı bile. Tintin pencerenin iki yanında sakallarını ka­ zıyan, bellerine kadar çıplak olan babasıyla kardeşine im ­ renerek bakıyordu. A naîs, m utfağın bir köşesinde, yatağın üzerine iki tem iz göm lek koym uştu. Z èphe tıraş fırçasını pencerenin kıyısına bıraktı, gözlerini kızm a dikerek: — Bir at alabilsek, çok iyi olacak, dedi. M arguerite, alçak sesle, annesine H aud ouin'lerin ye­ m ek odasını anlatıyordu. Z èphe üsteledi: — Param olsa, bir an bile durm az, bir at alırdım . M arguerite bu sözlerin kendisini ilgilendirm ediğini d üşünüyorm uş gibi davrandı. A m a Zèphe düşüncesini ai­ le içinde daha önce tartışılm ış bir öneriyle birleştirerek ke­ sinleştirdi: — Bu da şu postacılık işi gibi, durum u söylem ek ge­ rek adam a. D éodat em eklilik yaşm a geldi, bir başkası ka­ dar N oël de yapabilir bu işi. M arguerite biraz sinirlenm iş gibiydi: — Söz verdim işte, söyleyeceğim , dedi. — Söylem ek yetm ez, işi sağlam kazığa bağlam ak ge­ rekir. Bu da at işi gibi... — Size b ir at alacağını um m uyorsunuz herhalde? K ızının bu esinlem eye fazlasıyla kesinlik kazandırm a­ sı babayı sarsm ıştı, yanıt verm edi, usturasını elinin ayası­ na sürdü. K ızının tüm öğle sonunu m illetvekiliyle geçire­ ceğini düşündükçe ateşi çıkıyordu. Bir süre sustuktan son­ ra gene başladı: — N e de olsa b azı şeyleri anlam an gerekir. Sen geleli m asrafım ız arttı, ister istem ez arttı.

236 I Marcel Aymé — Karşılığım bol bol ödüyorum ... — Ö dem iyorsun diyen yok. A m a m asraf oluyor işte. İşler ağırlaşıyor, alışkanlıklar değişti, yem ekleri başka tür­ lü yem ek zorunda kalıyoruz. Bütün bunlar pahalıya m al oluyor. Sonra seni büyüttüğüm üzü de unutm am alısın... Fazla oyalam aya gelm ez bu işler. Bir inekten ya da herhan­ gi bir şeyden sözeder gibi sözediyorum ya, bir atım ız olur­ sa, bundan bizler kadar sen de yararlanırsın... U sturasını sol yanağının üzerinde dolaştırdı. P encere­ nin öbür yanında, N oël sağ yanağına gelm işti. A naîs kızı­ na hüzünle bakıyordu. Ç ok candan ve görkem li olduğunu düşündüğü aşkları kocasının açgözlülüğüne karşı savun­ m ak isterdi, am a erkeklerin derisi üzerinde dolaşan ustu­ raların gürültüsü bile içini korkuyla dolduruyordu. Z èp­ he, sağ yanağına geçm eden önce, gene konuştu: — Bir tütüncü dükkanı konusunda da bilgi al baka­ lım. Böyle bir şey başkaları kadar benim de hakkım . Ü ç ço­ cuğum var, daha da olabilir. Babam ı kaybettim , neredeyse yetişkin denilebilecek bir oğlum da var. K ısacası, anlatm a­ sını bilm ek gerek. A ğlam ayan çocuğa m em e vermezler. H em sonra, bir tütüncü dükkanından başka şeyler de var­ dır belki, bunları öğrenm ek de sana düşer. A naîs pencereye doğru bir adım yaklaştı, çekingen bir sesle araya girdi: — Bence her şeyi birden istem ektense, evlenm elerini beklem ek çok daha... — E vlenm elerini m i? Balık kavağa çıkınca evlenirler! N oël, usturası havada, kızkardeşine alaylı alaylı baka­ rak söylem işti bunları. Zèphe kaşlarını çatarak oğluna baktı. Valtier'nin M argu erite'e gösterdiği ilginin nereye ka­ dar varacağını N oël kadar kendisi de biliyordu, am a açık­ ça söylenm esini istem iyordu. H er durum da aynı ağız sıkı­

Yeşil Kısrak

I 237

lığına uyulm asını isterdi o, önlem li bir dille konuşulduk­ tan sonra, en kuşkulu durum ların bile insanı rahatsız et­ m eyeceğini deneyim lerinden bilirdi. Z èphe kibarlığın d e­ ğerini bilir, tüm öm rünce kom şusunun bir cinayet işlediği­ ni bilm iyorm uş gibi davranabilirdi. Evde, V altieöden M argu erite'in nişanlısıym ış gibi sözediliyordu hep. Ç ok elve­ rişli olan bu kalıp yalnızca A n aîs'i aldatıyordu; ayrıca, bir nişanlılık değil, resm en onaylanm asına sınıf farklarının el­ verm ediği, bununla birlikte kızı için elverişli bir duygusal ilişki söz konusu olduğunu o da biliyordu. İki adam tem iz göm leklerini giydiler, pencerenin kö­ şelerine oturarak Ju liette'in gelm esini beklediler, hafta içinde böylesine tem iz olm ak rahatlarını kaçırıyordu. — Sanki fotoğraf çektirecekler, dedi M arguerite. A naîs hiç resim çektirm em işti, dünden beri H audou in 'lerin albüm ünü düşlüyordu, bir kez daha anlattırdı bu albüm ü. — A lexis de içinde m i? diye sordu Tintin. — Elbette içinde, diye yanıtladı kız kardeşi, hepsi var, ölen yaşlılar bile. — A lbüm lerini görm ek isterdim , dedi Anaîs. Zèphe de m eraklılıkta A n aîs'ten geri kalm ıyor, kızm a sorular soruyor, toplulukları anılarına göre gözlerinin önüne getirm eye çalışıyor, yorum lara girişiyordu. — Jules kurnaz ve sert bir adam dı. O ğlu H onoré ona pek benzem ez. — H on oré'n in de birçok resm ini gördüm albüm de. Bir fotoğrafında da çeteci kılığm daydı. Zèphe keyif kaçırıcı bir anıyı uzaklaştırm ak için ayağa kalktı. Tintin hafif bir üzüntüyle: — Siz çeteci olm adınız, dedi.

238 I Marcel Aymé — Ben m i çeteci olacakm ışım ? dedi M aloret alaylı alaylı, hayır, olm adım elbette. Bağda bahçede hırsızlık edip kafa çekm ekten başka bir şey bilm eyen eğlence düş­ künleriydi o çeteci dediklerin. Yapm adıklarını bırakm adı­ lar, o kadar ki, Prusyalılar gelse diye duaya başlam ıştı her­ kes. C hassenay'de, tam üç gece, kilisede, Saint-M argelon'd an gelen orospularla fink attıklarını söylerler. O m u z­ larında birer tüfek var diye küçük dağları kendilerinin ya­ rattığını sanıyorlardı. Böyle haydutlarla ovada dolaşıp durm ak H onoré'nin işine geliyordu. K urşuna dizilm edi, am a bunu yüz kez haketti... — O lsun, H onoré kötü çocuk değildir, dedi Anaîs. — H aketti işte! D aha fazlasını da haketti, başına gele­ ni de, gelecekleri de haketti... Z èphe sessizce güldü, sonra, sesini alçaltarak: —- Başına gelecekleri de... diye ekledi. Ju liette'iyle gö­ rüşürüz şim di belki bunları, ne dersiniz? G ene güldü, o hafif, o tehlikeli gülüşüyle. M arguerite yanaklarına bir ateş yürüdüğünü duydu, o da güldü, b a­ basına baktı: — Söylem esi kolay, dedi. A m a az sonra hiç de böyle gururlu... N oël ayağa kalktı, babasına doğru bir adım yürüdü; konuşacak gibiydi, am a gene yerine oturdu, ağzını açm a­ dı. K ısa bir sessizlik oldu m utfakta. Tüm M aloret'lere ku­ laklarına kadar ateş basm ıştı. Zèphe Tintin'e döndü, kesin bir sesle: — H adi sen bas bakalım , burada işin yok, dedi. O ğlan zam an kazanm ak istedi, am a Z èp h e'in bir bakı­ şı üzerine kapının yolunu tutm ak zorunda kaldı. O ndan h em en sonra da eline bir sepet alıp annesi çıktı. M argueri­ te m asanın bir ucu na oturarak ayak seslerinin hafifleyişini

Yeşil Kısrak

I 239

dinledi, sonra, elini korsajına götürerek: — Ç ok güzel bir kız olm uş, diye m ırıldandı. D ün, ye­ m ek odalarında, kollarım ın arasına aldım , iyice sıktım şöyle de... A naîs elm a ağaçlarıyla çevrili yoldan ayrılıyor, ana yola giriyordu. M esselon'ların evinin önüne doğru gelen Juliette H audouin, çok uzaklara u laşan bir sesle kendisini çağırdı. A naîs kızardı, adım larını sıklaştırdı, ikinci çağırış­ ta, başını çevirdi, am a gene durm adı. Sepetini kolunun ucunda sallayarak: — Alışverişe gidiyorum ! dedi. — Peki, M arguerite? — Evde bekliyor seni! M aloretTerin avlusuna gelince, Juliette m utfağın pancurlarınm kapalı olduğunu gördü. Birdenbire açıverdi, iki adam ın, her biri pencerenin bir yanında, kendisine arkala­ rını dönm üş durum da oturduklarını gördü. İkisi de kalkı­ verdi, bu bekleyiş durum unda yakalanm ak canlarını sık­ m ıştı. Juliette gülerek: — Bakıyorum , ikiniz de süslenm işsiniz, dedi. A laylı, yapm acık bir m erakla bakıyordu iki adam a. Z èphe, bunu ayrım sam ış gibi görünm edi, kibarca: — İçeri gel bir dakika, dedi. M argu erite'in giyinm esi bitm edi daha. G üneşte beklem e öyle. N oël de bir baş işaretiyle babasına katıldı. — G üneşten korkum yok, dedi Juliette, am a beni kar­ şılam ak için bu kadar süslendiğinize göre, dışarıda bekle­ m eyeceğim . Pencereden ayrılarak kapıya doğru yürüdü, gevşek bir devinim le itti kapıyı. M utfağa girdiği zam an, pancurlar yeniden kapanm ıştı bile, biraz yüreği çarptı. — Bu sıcakta serinde olm ak gerek, dedi Zèphe.

240 I

Marcel Aymé

İki adam karanlıkta, pencerenin yanında ayaktaydı, Juliette göm leklerinin açık renk yerlerini görebiliyordu yalnız. N oël önüne bir iskem le itti. — Otur, ayakta kalm a, dedi. Juliette öneriyi kibarca geri çevirdi. N oel'in sesinin ka­ ranlığın gizlem iyle iyice bağdaşan tatlılığı onu şaşırtm ıştı. Ç ok ağır devinen bu iki adam ın varlığı, karanlık ve serin m utfağı kaplayan derin su durgunluğu Ju liette'i heyecan­ landırıyordu. G üneşin altındaki gururunu unutarak, gözüpek bir beklentiye bırakıyordu kendini. N oël, ağır bir m ırıltı içinde, ovanın üstüne çökm üş sıcaktan sözediyordu. A çık renk göm lekler kım ıltısızdı. Juliette geçen saat­ ten, iki adam ın çekingenliğinden korktu, yarı yarıya yenik bir avı belki de elden kaçıracaklarını düşündü, bir bozgun duygusuna kapıldı. O nları m utlu uyuşukluğunu gidere­ cek sözlerle kışkırtm ayı göze alam ıyordu, gene de heyeca­ nını belli etm ek istedi. N o ël'den sonra, Zèphe de am bara konulm uş harm anlardan sözediyordu, Juliette de birbirini izleyen, m utfağı düzenli bir m ırıltıyla dolduran seslerini dinliyordu. O danın dibine doğru, üç adım yürüdü sessiz­ ce, burada, yatağın örtüsü üzerinde, ak bir kıvrım seçili­ yordu. Durdu. İki adam hep yerlerinde kalıyorlardı. Uç adım daha yürüdü, uzun m asanın ucuna geldi: — Sizin burası çok hoş, diye m ırıldandı. Yatağın yanm a geldiği zam an, m utfağın bir ucundan öbür ucuna açık renkli göm lekler kım ıldadı. A ğır ağır yer değiştiriyor, arada bir duruyorlardı. A dam lar bir yandan yürüyor, bir yandan da hep aynı tekdüze, aynı yum uşak sesle konuşm ayı sürdürüyorlardı. Juliette, yatağın dibin­ de, köşeye büzülm üş, her birinin m asanın bir yanından ilerleyişine bakıyordu. Sabırsızlanm ıyordu, m utluydu, suç

Yeşil Kısrak

I 241

ortağıydı, bir çağrıyı andıran, hafif bir inilti çıkıyordu du­ daklarının arasından. G ene de, iki adam m asanın ucuna gelince, seslendi: — M arguerite! Z èphe sırıttı: — Evet, evet, çağır M argu erite'i, çağır, diye m ırıldan­ dı. Juliette gene seslendi: — M arguerite... Yanma gelm işlerdi. N oël başını iki elinin arasına aldı; Juliette onu itti, am a Z èphe om uzlarını öyle sertçe sıktı ki, Juliette etinin tırnaklar altında ezildiğini duydu. Zèphe, öbür eliyle de göğsünü sıkıyor, boğuk bir sesle yineleyip duruyordu: — H adi, çağır, çağır M arguerite'i... N oël iyice kızışm ış, saçlarından tutup çekiyor, kulağı­ na kaba kaba sözler fısıldıyordu. Juliette bedeninin üstün­ de sert ellerin dolaştığını duyuyordu. Yokluyor, oyalanı­ yor, azdıkça azıyorlardı. Zèphe, hızlı bir devinim le, eteği­ ni kaldırdı, donuna el attı; iki adam karanlıkta ak etini gör­ düler, eğildiler, başları birbirine değiyor, bunalım ve sabır­ sızlık dolu bir gülüşle gülüyorlardı. N oël, elindeki saçları bırakm adan, öbür elini Ju liette'in donunun içine soktu, genç kızı yatağın başucuna doğru çekti. Babası da itiyor, kollarını, belini tutuyor, soluk soluğa: — D ur bakalım , dur bakalım , diyordu. — Bırakın beni, diye inledi Juliette. İstem iyordum ... Yemin ederim ki, istem iyordum ... H on oré'yi düşündü, kendisini bekleyen evi düşündü, yakıcı bir utançla doldu içi. Tüm gücüyle silkindi; N oël'in yüzüne bir tokat geldi, o da duraladı, am a kızm ıştı, çabuk toparlandı, Ju liette'i yatağın üstüne attı. Juliette gözlerini

242 I Marcel Aymé yum du, gırtlağı bir utanç ve haz hıçkırığıyla kabarm ıştı, bozgunu bekliyordu, bu sırada kapının vurulduğu du y u l­ du. M aloretTer avlarını bıraktılar, korkudan yürekleri d a­ raldı, yataktan uzaklaştılar. Juliette fırlayıp kalktı: — Buyurun! Buyurun! diye bağırdı. O zam an, D eodat kapıyı itti: — M erhabalar, postacı, dedi. Sonra güldü, öyle ya, gerçekten de postacıydı. İş olsun d iye gelm em işti, m esleği postacılıktı da onun için gelmişti M aloret'lerin evine. Sabah V albuisson'a gitm iş, sonra, çan­ tası m ektupla dolu, ağırbaşlılıkla, güzel bir postacı yürü­ yüşüyle dönm üştü. D üklerle C orenpotTar arasında, çitlere bir güzel işem işti şöyle, pek canı istem em işti ya gene de işem işti, bu dakikalar büyük bir d eğer taşıyordu (öyle ya, fazla erken de gelebilirdi). A m a o bilm iyordu bunu, hiç am a hiçbir şey bilm iyordu, m esleğiyle bir ilgisi yoktu ki. İyi postacılar bilm ezler hiç, çitlere işerler, işte o kadar. Son­ ra Berth¡eklere, R u sillon'lara uğram ıştı, sonra da elma ağaçlarıyla çevrili yola sapm ıştı, gerektiği gibi. İyi postacı­ lar m utfaklara girerler, "P ostacı!" derler, kızlar da kötülük­ ten kurtulur. İyi postacılar m esleklerini iyi yaparlar da on­ dan. Z ep h e'le oğlu postacının kendilerine verdiği korku­ dan d eliye dönm üşlerdi, am a o porselen gözleriyle, din­ ginlikle bakıyordu kendilerine. — G eciktim , am a tren her zam ankinden de geç geldi, dedi. M arguerite'e bir m ektup getirdim . Juliette bir yandan topuzunu düzeltiyor, bir yandan da postacının herkes gibi om uzlarının üstünde taşıdığı, kocam an, yuvarlak başına bakıyordu. Postacı çantasının içini daha iyi görm ek için sola eğiyordu başını şim di, ama daha iyi görm ek sözün gelişiydi, böylesi daha iyiydi de

Yeşil Kısrak I

243

onun için eğiyordu gerçekte. — D éodat, gerçek dostum , çok iyi bir postacısın sen! — Ben m esleğim i yapıyorum , dedi D éodat tatlılıkla. M arguerite yok m u? Zèphe m ektubu alm ak için elini uzatıyordu. — Giyiniyor, dedi Juliette. Avluda benim le birlikte beklersen, çok iyi olur. M ektubunu kendisine verirsin. — Olur, yavrum . Eh, sizlere allahaısm arladık, A n aîs'e selamlar. Juliette kapıyı M aloret'lerin yüzüne çarparak çıktı, gü­ neşte gerindi. — Déodat, çok seviyorum seni. — D ikkatli olm alı, yavrum , diye m ırıldandı Déodat. — Benim suçum yoktu, bilirsin. — D ikkatli olm alı, hepsi bu. Bir kez, beş yaşındayken — evet ya, beş yaşındaydm — evden uzaklaşm ıştın, Valbuisson yolunda, koruların arasında ağlıyordun, dağıtım ı­ m ı yaparken, elinden tutup getirm iştim seni. Yaşasaydı, bizim köroğlu da anım sardı. Bir arm ut verm işti sana. Evin köşesinde bir arm ut ağacı vardı ya hani, onun arm udun­ dan işte. Bizim köroğlu çok severdi o arm utları. M arguerite evden çıktı, Ju liette'i öptü. — Sana bir m ektup getirdim , dedi postacı. M arguerite m ektubu okudu, sonra korsajınm arasına soktu, üçü birden elm alarla çevrili yolda ilerlem eye başla­ dılar. Postacı ayrıldıktan sonra, M arguerite Juliette'e: — Şansın yokm uş, dedi, tam üstüne geldi... A rtık oldu bitti diye düşünüyordun, değil mi? — İstem iyordum , biliyorsun, kanıtı da ortada; tüm önlem leri alm ıştınız. — H içbir zam an istem ez insan, am a, suç kendisinde olm ayınca, başına gelenden hoşnuttur.

244 I Marcel Aymé Juliette öfkeyle: — K endin için konuş, dedi. — Yok canım , daha çok senin için iyi olurdu... Bana gelince, ben o kadar ince eleyip sık dokum am . Biliyorum , b eni babanla yatırm ayı koydun akim a, ben de gidiyorum işte, çünkü hoşum a gidiyor. Ayrıca H onore'nin de hoşuna gider, anlıyorum onu... Juliette kızardı, M arguerite hınçla: — İnsanın öyle bir karısı varsa sevişm esi düğün bay­ ram olm az herhalde, diye ekledi. — Tüm erkeklerin sizinkiler gibi olduğunu sanıyor­ san, aldanıyorsun. Bu söylediklerin babam a vızgelir... — D ur bakalım , göreceğiz. H em sonra, Valtier üçten önce gelm eyeceğine göre, ne diye saat birde alm aya geldin beni? — Hayır, üçte değil, birde. Ferdinand am cam ın söyle­ diğini yaptım ben. M arguerite korsajından postacının verdiği m ektubu çıkardı. — Valtier'den bir m ektup aldım , dedi. Şöyle yazıyor işte: "C an ım ın içi. Şişko m illetvekilin perşem be günü saat üçte C laquebu e'd e olam ayacak..." G ördün m ü? P aris'e çağrıldığını, benim de P aris'e gelm em i söylüyor sonra. A m a "saat ü çte" diye yazm ış işte. Juliette bozulm uştu. — Yarın gidiyorsun dem ek? diye sordu. — H ayır, yarın değil. C um a günü yola çıkılm az. Cu­ m artesi sabahı gideceğim , gideceğim için de m utluyum . K öy pek eğlenceli değil. G üzel bir kız aradığını bulam ıyor çoğu zam an, hele harm an zam anında. Sen de pek eğlenem iyorsundur, değil m i öyle? Juliette om uz silkti.

Yeşil Kısrak

I 245

— Şey diyordum , dedi, m illetvekilin gelm ediğine gö­ re, boşuna yorulm a istersen. — N erdeyse geldik nasıl olsa, H on ore'ye bir m erhaba dem eden dönm ek istem em . Evin avlusuna girdikleri sırada, H audouin yem ek odasının penceresinden selam ladı onları. M arguerite, Juliette'e: — Bakıyorum , baban da tem iz b ir göm lek giym iş, de­ di.

Yeşil Kısrak

I 247

XV

H onoré, yeni tıraş olm anın rahatlığı içinde, pencere­ den eğildi, M arguerite'i geniş bir gülüm sem eyle karşıladı. Juliette, öfkeden titreyen bir sesle: — M illetvekili gelm eyeceğini yazm ış, dedi. A m a M ar­ guerite gene de gelm ek istedi. Z èph e'ten de fazla kızışm ış anlaşılan, var hesap et gerisini! Kızının bakışlarının parıltısı H aud ouin'i sarstı, birden kaygıyla doldu içi. — Z èphe m i? diye sordu. — K ızına sor, söyler belki. Juliette am bara gitti, burada annesi bir yandan çam a­ şır sabunluyor, bir yandan da birtakım olaylar bekliyordu. — N e oldu ki? diye sordu H audouin. H ay Allah, b il­ seydim ... — Bir şeycik olm adı, diye yanıtladı M arguerite, o ba­ kım dan için rahat olsun. Benim arkam dönükken, N oël kolunu çim diklem iş olacak. Ö nem li bir şey değil, görüyor­ sun... İçeriye çağırsana beni, dışarısı sıcak. H on oré'nin yanıtını beklem eden, yanına, yem ek oda­ sına geldi, kapının sürgüsünü çekti, pencereyi de kapattı. — Pancurları kapatm ıyorum , dedi, yaptığım ı görm ek isterim . H onoré bir dakika önce dilinin ucuna yığılan soruları unutm uştu bile. Bir hayvan gibi güçsüzleşiverm işti. M ar­ guerite giysisini, jüponunu, kaşkorsesini çıkardı. H onoré söyleyecek tek sözcük bulam adı. Topu topu bir korse kal­ m ıştı üzerinde, içinden m avi bir kurdela geçirilm iş, fisto­ larla süslü, incecik göm leği, işlem elerinin arasından, dizi­ nin üstüne kadar çoraplarını gösteren kısacık donu orta-

248 I Marcel Aymé daydi. H onoré onun çevresinde dönüyordu; yakalam ak için elini uzattı; M arguerite sıyrıldı, şöm ineye koştu. — Saati kuracağım , zam anı bilm ek isterim , dedi. H onoré de arkasından gitti, gözleri korsenin yay gibi kıvrılm ış çizgisinden ayrılm ıyordu. — O ralarının böylesine dolgun olabileceği hiç aklım a gelm ezdi, diye m ırıldandı. M arguerite fanusu kaldırdı, Tarım 'ın ardında anahta­ rı aradı. — K aybolm uştur belki de, boşver, bırak, dedi H audouin. — Belki de altına koym uşlardır. Elini saatin altına soktu, bir zarf çıkardı. — İşte postacı, dedi gülerek, çünkü gerçek postacıyı d üşünüyordu, m esleğini dinginlikle yapan postacıyı. H onoré, bu tersliğin kızgınlığı içinde m ektubu aldı. Bu arada anahtarı da bulm uş olan M arguerite saati kurar­ ken, H onoré m ektubu gözden geçirdi: "Sevgili H onoré. Kara at hafta başında karın ağrısına tutuldu..." Daha ilk satırda anladı, m ektubu cebine koydu. M ek­ tubu bu koşullarda bulm ası önce şaşırtm ış, sonra eğlendirm işti H on oré'yi, M arguerite'e daha bir gönül rahatlığıyla bakıyordu şim di. G öm leğinin bir ucunun donunun aralı­ ğından köpek kuyruğu gibi geçtiğini görünce, gülüm se­ m esini zor gizledi. G eçirdiği bir dakikalık zayıflığa kıza­ cak kadar toplam ıştı şim di kendini. Kızının öfkesini, söy­ lediği sözleri düşünüyordu. M aloret'ler Z èp h e'in kızının söylediğinden de fazlaya kaçm ışlardı belki. Ö yle ya da böyle, bir şeyler olm uştu, Juliette'in durum u yeterince söylüyordu bunu. H onoré kendini az kalsın bu korseli ya­ ram azın kollarına atm asına yol açan hafifliğinden dolayı

Yeşil Kısrak

I 249

su çluluk duyuyordu. "K arşınd a M aloretTer varsa, öfkeyi hiç elden bırak­ m ayacaksın." Ç ıplak kollara, bele iyice oturm uş korseye, kalçaların üzerinde kabaran dona baktı, om uz silkti: "Ju liette'e karşı bir kusur işledilerse, böyle bir edimi böyle b ir şıllıkla ödeyebileceklerini sanm asınlar. Ç ok ko­ lay olur böylesi. A ilesini utandıracak kadar orospu bir orospu, bir M aloret sayılm ayan bir orospu." — İkiye getiriyorum , dedi M arguerite. H onoré, yüksek sesle: — N asıl istersen, diye yanıtladı. Sonra gene düşünm e­ ye başladı: "N e budalaym ışım , iyice aldandım başında. Ernest benden daha anlayışlıym ış, tüm bunların saçm a ol­ duğunu görüyordu..." M arguerite fanusu yerine koydu, H aud ouin 'e döndü: — H aberler iyi mi? — U nutulm uş, eski bir m ektup... M arguerite gülüm sedi, bedenini H on oré'nin beden i­ ne yapıştırdı, gövdesini arkaya doğru eğerek çıplak kolla­ rını om uzuna attı. H onoré keskin bir koltukaltı ve inci çi­ çeği kokusu duydu, burun delikleri açılıp kapanm aya baş­ ladı, "San ki O iseaux Sokağı'nd a, 17 num aradaym ışım gi­ b i," diye düşündü. Boynunda iki kolun tatlı yuvarlaklığı­ nı duydu, bıraktı bırakıyordu kendini. O zam an kızın om uzunun üstünden, pencereye doğru baktı, uzakta ova­ yı gördü. O vayı, ovada, A d élaïd e'in ve çocuklarının yanın­ da yaptığı çalışm ayı gördü. K ızını düşündü, büyük oğlun­ dan hem en sonra gelen çocuğunu, öçte de, döveçte de ken­ disine destek olan, işten yılm ayan kızını. K arısını da düşü­ nüyordu, doğrusu ya, karısı güzel değildi, çam aşır yıkaya yıkaya, tarlalarda çalışa çalışa yaşlanm aya da başlam ıştı;

250 I

Marcel Aymé

doğrusu ya, hiçbir zam an güzel olm am ıştı, am a çocukları­ nı doğurm uştu, iki çam aşır arasında, yatakta kaldıysa, do­ ğurm ak için kalm ıştı. İşine baktıkça, kadıncıklarının çaba­ larına baktıkça, H audouin boynuna dolanm ış ak kollardan gurur duym az oluyordu. O vanın karşısında utanç duyu­ yordu bundan. A m a kız kıtır kıtırdı, göbeğini, kalçalarını duyuruyor, yapıştıkça yapışıyordu. H audouin, ölüm den sakınır gibi, ağır bir devinim yaptı. Sonra da küçük yosm a­ ya: — Senin herif gelm eyeceğine göre, giyinm elisin artık, dedi. U sulca itti yosm ayı, kapıya doğru yürüdü. Sürgüyü çektiği sırada, öteki arkasından koşup yetişti, sarıldı, b a­ caklarını bacaklarına doladı, dişice inledi. A m a o çalışkan mı çalışkan, üstelik, yorgunluğa kulak bile asm ayan bir karısı, anası kadar işe dayanıklı bir kızı olduğunu biliyor­ du, bir erm iş kadar güçlüydü, yosm ayı sırtında taşıyordu, koridorun ortasına kadar götürdü. Sonunda kaşkorsesini, jüponunu, giysisini giyip de gitm ek için kollarını çözm eseydi, güneşin altına kadar da taşırdı. A m barda, A délaïde çam aşır ovuyor, Juliette ortadaki sapları geriye atıyor, Z èp h e'in evinde olanları anlatıyordu. Bazı bazı annesi doğruluyor, öfkeyle esniyor, sonra gene teknesine dalıyordu, çam aşırı öyle bir öfkeyle ovuyordu ki ellerinin derisi yanıyordu. — Baksana, deyip eteğini kaldırıyordu Juliette, donu­ mu da yırttılar, çok iyi bir kum aştı, baytar am cam ın karısı verm işti. — H esabını verecekler, diye gürledi Adélaïde. Sonra, sesini alçaltarak: — A m a bu da hafta içinde kullanılacak bir don değil, d iye belirtti, bugün giym em eliydin bu donu...

Yeşil Kısrak I

251

H iç m i hiç önem sem eden sözediyordu dondan, am a Ju liette'in o kadar keyfi kaçtı ki, susakaldı. D ireni elinde, bir açıklam a aradı. Bu sırada, H onoré yanlarına geldi, güçlü ve güzelim bilgeliğinin gururu içindeydi, her şeyi olduğu gibi anlattı, şırfıntının nasıl kaçtığını görm ek isterlerse, aralıktan baka­ bileceklerini söyledi. G erçekten de, kız hızlı adım larla av­ ludan geçti, am a A d élaïd e'in zorlu kahkahasını duyam a­ yacak kadar da hızlı gitm iyordu. D uydu ya bir şey dem e­ di. — A m a fıstıklığına da fıstık hani, diye m ırıldandı H o­ noré. — N am ussuzun biri işte, diye yanıtladı A délaïde, önüne gelene eteğini kaldırıyor, kızışm ış bir köpek gibi. Sen de bu kadar nazlı görünm eye kalkm a; Juliette az önce dikkatini çekm em iş olsaydı, bu kadar çabuk çıkm azdın. H aud ouin'e öfkeli gözlerle bakıyor, H aud ouin'se bu kadarının fazla olduğunu söylüyordu. Şim di de azarlam a­ ya başlıyordu işte. — Elbette ya, ne sandındı, Juliette açtı senin gözlerini. M arguerite'in başına geleceklere Z èp h e'in kulak bile as­ m ayacağını kendi başına anlayam azdın sen. Ha Dıır'ün kı­ zının başına bir şey gelm iş, ha C orenpot'nu n kızının, ha kendi kızının; Z èphe için hiç farketm ezdi. A nlam ıyordun sen bunu, ya da anlam azlıktan geliyordun, yalnızca yarar­ lanm ak istiyordun... Evet ya, konuşm a, kes sesini. Sanki sen de öyle değilm işin gibi, sanki sen de... Z èp h e'in kızını düşündükçe uykuların kaçıyordu. Sonra da kızını onların evlerine yolluyordun. Tanrı'ya, postacılara em anet... — H ay Allah! B ırak gevezeliği de olanı biteni söyle b a­ na! A délaïde her şeyi anlattı, hatta biraz da fazlasını anlat-

252 I

Marcel Aymé

ta, ne olursa olsun, hiçbir şeyi atlam adı, kim i ayrıntıları da baştan aldı. Ö ylesine coşm uştu ki son noktasına kadar gö­ türdü her şeyi, bu noktada Juliette söze karıştı. — İşte bu sırada D éodat geldi, anne, dedi. — Evet, am a bir rastlantı sonucu. — O lsun, diye kesip attı H audouin, zam anında gel­ m iş işte adam . M aloretTeri bağışlatm ak için söylem iyo­ rum bunu. G örürüz bakalım . — N e görecekm işiz? Palavraya gelince... — N e yapacaksın? — Yapacağım ı yapacağım işte. — Ç ıkm az ayın son çarşam basında. — Tavukların dişi çıkınca. — Bu arada, onlar yaptılar yapacaklarını, donu yırttı­ lar. — Yepyeni bir don. — H em de H élène yengesi verm işti. — — — —

K alçalarım daki m orluklar da caba. Elbette ya, tenine de el attılar. İkisi birden hem de. Z èph e'le oğlu.

— K alçalarını çim diklediler, istedikleri gibi. — A nlatacak değilim . — A nlatabilirsin. — H er şeyi söyleyem iyor insan. — Senin bir suçun yok ki. — — — —

G ene de söylem eyeceğim . N e yaptıklarını görüyorsun. K arşı koydum , am a boşuna. Senin kızına.

— İkisi birden saldırıyordu. — Senin kızına. K ılın bile kıpırdam az oldu.

Yeşil Kısrak I

253

— C anım ı acıtm aları da caba. — Babana m ı anlatıyorsun bunları! — D ert yanm ak için söylem iyorum . — Baban sevinir buna. — N oël de saçlarım ı çekiyordu. — A nlat, anlat, babanın hoşuna gider. — Başka yerlerim i de. — Baban da oturm uş, rahat rahat yosm asını bekliyor­ du. — Z èphe her yanım ı avuçluyordu. — — — —

Rahat rahat bekliyordu baban. İki eliyle birden, hem yukarıdan, hem aşağıdan. A m a baban nam uslu adamdır. K im bilir, belki de D éodat gelm em iştir.

— G üldürüyorsun babanı. — Yolda da kalabilirdi. — M aloret'ler yapacaklarını yapıyorlardı bu arada. — M ektup filan yoktu onlara. — A naîs de bir köşeye çekilm işti. — Gözetliyordu. — M arguerite de. — Tintin de öyle. — Bir baban eksikti. O da gelse de birlikte eğlenselerdi bari. — Postacının gelm em esinden yararlanıyorlardı. — N asıl olsa m ektup olm adığına göre. — N e diye gelecekti M aloret'lere? — Sen de onlarla yapayalnızdın. — — — —

Beş kişiydiler. C anlarının istediği kadar. N e yapabilirdin? İşte böyle yolluyorlar kızlarım ızı.

254 I

Marcel Aymé

— — — — —

Elim den geleni yaptım , am a ne yapayım . Bir baba kızlarını korum azsa, her şey olur. H erkes gibi ben de evlenebilirdim . Bunu hiç de haketm em iştin. Benim de çocuklarım olabilirdi.

— Ç ocukları! G ördün m ü şu işi! M aloret'lerd en gebe kalm ış, bunu hiç düşünm em iştim ! Baban olacak kafasız da... — Şu işin aslını söylem eyecek m isiniz hâlâ? — K ızın gebe d edik ya sana, daha ne söyleyelim isti­ yorsun? H audouin kadınlara baktı, ne derlerse desinler, posta­ cının geldiğini Ju liette'in gözlerinden anladı. Avluya çıktı, sorunu güneşin altında ele alınca, postacının pekala gel­ m em iş de olabileceğini kabul etti. M ucizem si bir şey gibi gördü postacının gelişini. Postacının gelişi gerçekliği için­ de öylesine gerçeğe benzem ez bir şeydi ki kızının yeni bir em re kadar M aloret'lerd en gebe olduğunu kabul etm em ezlik edem edi. A m bara döndü gene. — A nlaşıldı, kız gebe, dedi kadınlara. A m a, doğrusu­ nu isterseniz, ben nasıl hazırladıysam , M aloret'ler de öyle hazırladılar düm enlerini. Benim alnım da onlarınkinden daha ak değil. Bak, Juliette, sen bana hiçbir şeyden, hiç, am a hiçbir şeyden sözetm eseydin, ne olurdu o zam an? — En azından, senin de M argu erite'i zorlam an gerek­ m eyecekti. — Hayır, sanm am . A m a pancurlarm arkasına çekilip kız beklem ek hiç de hoş bir şey değil. Siz sokm uştunuz bu düşünceyi kafam a. K adın aklı işte! U tanıyorum şimdi. A d élaïd e'in çam aşır teknesinin içine tükürdü, am a ok­ k alı bir tükrük atm adı öyle, karısının yöntem lerinden u zaklaştığını belirtm eye yetecek kadar bir şey tükürdü.

Yeşil Kısrak I

255

— Siz dürüstlükten dem vuruyorsunuz, am a ben belki de gebeyim şim di, m ektup da M aloret'lerde, dedi Juliette. — Doğru, diye içini çekti H onoré, m ektup da onlarda. Evet, bunu da unutm uyorum ... Bir yandan bunu söylerken, bir yandan da cebindeki zarfı yokluyordu. Birdenbire, A délaïde teknesini bıraktı, ellerini önlü­ ğüyle kurulayarak çıktı, yem ek odasına koştu. Saatin tıkır­ tısını duyunca, kuşkuları kesinleşti. Fanusu kaldırdı... A m bara döndü, H onoré'ye: — Sen saati m i kurdun? diye sordu. — Ben m i? Hayır. — Ö yleyse, Z èp h e'in kızı... — H a, evet, belki de... B en çıkarken saate bakıyordu galiba. N eden sordun? - H iç ... Juliette dışarı fırlam ış, Tarım ile E n d üstri'ye doğru ko­ şuyordu. H onoré ateşli öçler düşünüyordu, düşüncesini sürdü­ rebilm ek için kadınların tüm öfkesine gereksinim i vardı. A m barda, öfkeden apak olm uş bir durum da, ana kızın ba­ ğırm alarını dinledikçe zevkleniyordu. — Ellerinde işte m ektup! — G öreceksin saklayacaklar da! — İnsan içine çıkam az edecekler hepim izi! — H ele Z èphe bir belediye başkanı olsun, tüm m em ­ lekete gösterecek m ektubu! — Bizi de orospudan aşağı sayacaklar! -— Bir m ektup yüzünden! H audouin de yum ruklarını sıkm aya b aşlad ı sonunda, gözleri öfkeyle parlıyordu. — Eşşek gibi verecekler m ektubu, dedi. Ben onlardan

256 I

Marcel Aymé

alm asını b ilirim. K ISRA Ğ IN D ED İK LERİ M urdoire'm ölüm den sonra kazandığı ü n Avrupa baş­ kentlerinde sergi sergi dolaşm am ı sağladı. Şim di, büyük kentlerin insanlarının nasıl seviştiklerini, sevişm eye nasıl hazırlandıklarını gözlerim in önüne getiriyorum da yüre­ ğim sızlıyor. K im i zam an beyinlerinde başlar işlem eye, ki­ m i zam an soylu yüreklerinde, am a çoğu zam an jartiyerle ku şak arasında başlar bir arzu tozu, birbirini izleyen bir sürü cançekişm e, sonu gelm ez bir kovalam acadır. K üçü­ cük istekleri vardır, her yere iliştiriverirler. Sokağa, bir ete­ ğin kıvrım ına, evlere, tiyatrolara, atölyelere, bürolara, ki­ taplara, m ürekkep hokkalarına. A teşli aşık olarak, erdem li eş olarak, gündelik akışa göre, m ilyon buçuk kez yüz de­ ğiştirm iş ya da yalnızca değişm iş bir varlığa duyulan az­ gın ya da durgun, am a her zam an büyük bir tutkuya bağ­ lı kaldıklarını sanırlar. Bir adam , "E n iyi, en ucuz yem ek Escargot lokantasında yenilir," dercesine, bir kadına tutul­ duğuna, ondan çekicisini görm ediğine yem in eder. Lokan­ tasına gitm ek, lokantasında tam zam anında bulunm ak için elinden geleni yapar. A m a yönünü şaşırırsa, karşısına daha iyi görünüşlü bir lokanta çıkarsa, ne yapsın; Escargot'da yem eyiverir yem eğini. Yerse, yolda b in bir pişm an­ lık dolar içine: Lokanta çok pahalıdır, ağzına kadar dolu­ dur, tanım adığı bir lokantadır. Büyük kentlerde haz düş­ künlüğü yoktur, bu lanık bir sevişm e ve sevişm e susuzlu­ ğu içinde kalm am a dileği vardır topu topu. Uç hafta b o­ yunca, M urdoire'm yapıtlarının sergisinde b oy gösterm iş­ tim , karşım da "Yalnız K avalye" adıyla ün salm ış bir tuval vardı. Bu tuvalde, güzeli, çirkini, genci, yaşlısı, zayıfı, etli

Yeşil Kısrak I

257

butlusu birbirine karışm ış, iki sıra kadın arasında bir adam yürür. Başı dim diktir adam ın, hiçbir şeyi görm ez, yüzü öz­ lem lerle, ufak bunalım larla buruşm uştur, am a soluyup durur, elleri de kucaklam aya hazırdır. M urdoire'm sanatı, adam ın donuk, budala, um utsuz gözlerinde bir küçük alev, şehvet dolu ve boyun eğm iş bir yakınm a parıldatır, hep beş m eteliğini harcayan gezgin Yahudi'nin dert yanı­ şını. K entlerde tüm erkekleri iki sıra kadın arasında dola­ şır gördüm ben. Kocalar, bekarlar, âşıklar, gençler, yaşlılar, topuz gibiler, koltuk değnekliler, hastalar, dam lalılar, bu ­ dalalar, kabalar, ince düşünceliler, sonuna kadar, ölünceye kadar dolaşır dururlar. K adınlar biraz daha akıllıdır onlar­ dan, erkeklerin karar verm esini beklerler; dişlerini sıkar, ayak parm aklarını yelpaze gibi açıp fısıldaşır, geçişi gözet­ ler, kim i zam an da serbest olduklarını işaret ederler. K ent­ lerde. C laquebu e'd e durum böyle değildi. Dur'ler, Berthier'ler ya da C orenpot'lar da yalnız kavalyecilik oynarlardı kuşkusuz. A m a aileler, daha da iyisi evler vardı. A ğaçlar gibi, oldukları yerde, toprağı kazarak beslenirlerdi. O ynak istekler, kaçam ak kaşınm alar değildi arzuları; ağır ağır sin­ dirilm iş, yerleşip iyice çöreklenm işlerdi, yanılm ak bilm ez bir belleğin yardım ıyla sürüp giderlerdi. Baba da, çocuklar da, ana da, hem de hepsi aynı anda, yalnız kavalyecilik oy­ nayabilirdi, ev bekçilik eder, arzu gerili kalırdı. Tensel istek sözü ağır ve esnek bir kurbağa gibidir, an­ cak toprakta yetişm iş aileler için kullanılınca kazanır tam anlam ını. K ösnül isteklerin kabuğuna çekilişleri, kocam an kocam an arzuların yıllar boyunca büzülüp kalışları köy­ lerde görülen şeylerdir ancak, evlerin birbirlerini gözetle­ yen, birbirlerinden nefret eden, aynı esintiyle inleyen, top­ rağı karıştıran ellerin çabasında birbirine sürtünen, birbi-

258 I

Marcel Aymé

riyle itişen birer yaratık oldukları köylerde. C laquebue'de, bu aile arzuları her zam an gerçekleşem ezdi, am a sürekli olarak gerçekleşm eye yönelirdi. Ö rne­ ğin C orenpot'larla RousselierTer üç bin yıldır birbirlerin­ den nefret ederlerdi. Bir kış akşam ı, C orenpot ile iki büyük oğlu RousselierTerin evine dalm ışlar, ailenin birçok kişile­ rinin ırzına geçm işlerdi. O gün bu gün, iki ev arasındaki ilişkiler gözle görülür derecede düzelm işti, her şey bir gü­ zel söylenm iş, tükenm işti sanki. G erek H audouin'lerde, gerekse M aloret'lerde, bir b i­ reyin kendi evinde biriken bu tensel şiddet payının bilinci­ ne vardığı enderdi; üstelik, ancak bir rastlantı sonucu gerçekleşebilirdi bu bilinçlenm e. H audouin ailesinin her ü ye­ si, M aloret'lerin varlığı gibi bir saplantıya kapılm adan, kendi sevişm e hazzını arardı; bu bakım dan, Ju liette'le N oël'in durum u tam bir rastlantıydı. H er iki aile de bir cinsel ağırlıkları, neredeyse değişm ez denilebilecek bir gerçekle­ ri, tek bir istem leri bulunan, basit kişilerdi; hepsi de değiş­ ken huylu olan, hepsi de sürekli olarak kendi kendisiyle çelişkiye düşen bireylerin hiçbirine benzem ezlerdi; aileler bu bireylerden birtakım güçler alıp birbirine karıştırır, dü­ zene sokar, biriktirir, yeri gelince de dinam ik bir biçim al­ tında geri verirdi. C laquebue papazı bu aile depolarının neler sağladığı­ nı çok iyi bilir, bunları düzenleyici etkenler olarak kullan­ m ak isterdi. "Yalnız kavalyelerin" bunu din bakım ından her zam an tehlikeli olan bir kaygının çaresi olarak görebi­ leceklerini bilir, bunu kolaylaştırm ak için tüm etkisini kul­ lanırdı. Am a bu depoların kim i zam an büyük bir skandal biçim inde patlayıverdiğini de bilm ez değildi. O ldukça sık görülen patlam alardı bunlar, her zam an C orenpot'larla RousselierTer arasında oldukları kadar şiddetli bir biçim ­

Yeşil Kısrak I

259

de belirm ese bile, tehlike gene de küçüm senecek türden değildi. Bir zam anlar hiçbir tehlikesi bulunm ayan aileler sınıfından olan Rousselier ailesi, C orenpot'lara yenildikten sonra, birçokları Tanrı'yı yadsım aya kalkan bu insanların yüz kızartıcı etkisiyle bozulm uşlar, kiliseye sırf alıştıkları için gelir olm uşlardı. Buna karşılık, başka durum larda da doğru yolu gösterecek türden dönüşler olurdu. Bu bakım ­ dan, bunların etkilerini dindarlar sürüsünün iyiliği için düzenlem ek istiyorsa, papazın tüm ailelerin cinsel eğilim ­ leri konusunda bilgi toplam aya önem verm esi gerekirdi. Ç ok çetin sorunlar üzerinde durm ak zorunda kalm ıştı böylece. İki aile arasındaki cinsel çekim i ele alınca, karşıt cinslerden m i saym alıydı bunları? Erkek evi, dişi evden nasıl ayırm alıydı? C laquebue papazının çalışm alarını bilm iyorum , ken­ disinden bilgi alm anın zam anı da geçti artık. A nlaşıldığına göre, yetkeli, uyanık, örnek bir yaşam sürdükten sonra, bunadı zavallı adam cağız, C laquebue yollarında, çirkin çirkin argo sözler söyleyerek, kardeşlik öğütleyerek dola­ şıyor. Tanrı iyi ölm esine yardım cı olsun, bizim iyi ölm em i­ ze de. K ısacası, onun çalışm aları konusunda hiçbir bilgim olm adan, kendi başım a çözm eye çalıştım ailelerin cinsiyet sorununu, bunu başardığım ı da söyleyebilirim . D oğal ola­ rak, Elaudouin-M aloret İkilisinin üzerinde durm am gere­ kiyordu. Benim gibi basit d üşünceli birinin kaçınam ayacağı bir yanlışlık vardı: A ileyi kendisini oluşturan bireylerin topla­ m ı olarak görm ek. Bunun sonucu olarak, erkek oranı yü k­ sek olan ev erkek ev olacaktı. Bu uslam lam ayı her bireyin huyunu göz önüne alarak d üzeltebileceğim i düşündüm . İncelem em in ayrıntılarına girm eden, kabataslak bir özeti­ ni verm ek istiyorum : H onoré ile oğulları, M aloret'lerin er­

I Marcel Aymé

keklerine göre çok daha acar davranırlardı kadınlar karşı­ sında; daha çabuk öfkelenir, daha açık saçık sözler kulla­ nırlardı. Zèphe ile oğulları ise kaygıya, kuşkuya pabuç bı­ rakm ayan bir açgözlülükle ararlardı hazlarını, am a dün­ yanın en güzel kızı bile bir d önüm toprağa değm ezdi. Ö nlem ci, sabırlıydılar, her şey kıvam ına gelinceye kadar, giz­ li gizli bilerlerdi arzularını; öte yandan, karıları üzerindeki yetkeleri H audouinTerinkinden çok daha fazlaydı. Ç okla­ rı erkeksi olarak bilinen tüm bu nitelikler beni kararsızlık içinde bırakıyordu. K ösnül alışkanlıkları, yeğlem eleri de pek o kadar tutarlı değildi. M aloretTerin kendi kızlarıyla yatm a gelenekleri ailenin başının erkeklik ateşine m i ta­ nıklık ediyordu, yoksa, tam tersine, kendisini aile içinde dağılm aya zorlayan bir doygunluğa dışarıda erm e güç­ süzlüğüne mi? Sonunda sadelikten ayrılm am ak gerektiği kanısına vardım . Tek ve çocuksu bir varlıktır aile dediğin, kolaylık­ la incelenebilir. "U yu m d ağıtan" dizileri ayrım sam anın ne kadar kolay olduğunu daha önce de görm üştüm . Bir ken­ tin konuksever, canlı olduğu, yem eklerine hiç diyecek bu ­ lunm adığı söylenir, üç beş satırlık da bir vesaire eklenir; bir bölge konusunda daha kısa konuşulur: N orm andiyalılar kanlı canlıdır, kurnazdırlar, çok sidra içerler. Bir ulus ko­ nusunda da öyle: G alyalılar sarışındı. Ben de gözlüklerim i ayarladım , G alyalıları incelerm iş gibi incelem eye başla­ dım H audouinTerle M aloret'leri. H audouin ailesi bir yetm iş boyundaydı, saçları koyu kestane rengi, gözleri gri, yüz çizgileri çok belirgin, kolla­ rı, bacakları kavruk am a kaslı, ayakları paytaktı. H üzün­ lüydü H audouin ailesi, bir hafta boyunca dinm ek bilm ez bir kahkaha koparırdı bazı bazı. Ç alışm ayı, yahniyi, şara­ bı, gürültülü konuşm aları severdi. Tenin çekim ine çok ko-

Yeşil Kısrak

I 261

lay kapılırdı, am a yüreği sevgi ve cöm ertlikle dolup taşar­ dı. M aloret ailesi 42 num ara ayakkabı giyerdi, tıknazdı, solgun yüzlü, kara saçlıydı. Parayı severdi, am a gönülsüz çalışırdı. A zla yetinir, iyi yem ekleri, iyi şarapları küçüm ­ serdi. G ündüz herkes için bir gülüm sem esi, gece bir başka gülüm sem esi vardı. Büyük öfkeleri bilm ezdi, sürekli ola­ rak aynı derecede tuttuğu, soğuk bir kızgınlık içindeydi hep. H audouin ailesine duyduğu kin yüzünden her gece bir saat u yanık kalır, dişlerini sıkar, teninin bekleyişini din­ lerdi. K ısacası, her iki ailenin de birbirinden kesinlikle ayrı­ lan bedenleri, zevkleri, alışkanlıkları vardı, am a bir cinsi­ yetleri yoktu görünüşte, ikisi arası bir şeyleri b ile yoktu. Böylelikle, cinsiyetleri bulunm adığı sonucunu çıkarabile­ ceğim i düşündüm . Büyük bir gözüpeklikti bu, am a her iki evde de kösnül isteklerin sabırla biriktirilm esini çok iyi açıklıyordu. A ile, arzusunun gerçekleştirilm esini sağlaya­ cak bir aracı bulunm adığı için, bu arzuyu biriktirip duru­ yordu. Bir cinsiyeti bulunm ası için de yaşam sal d enilebile­ cek hiçbir zorunluk yoktu; rastlantı bir yana, sürekli bir varlıktı aile, bu işlem kendisini oluşturan bireylere bırakıl­ m ış olduğuna göre, ürem iyordu da. C laquebu e'd e tensel aşkın yalnızca türün sürdürül­ m esi için kurulm uş bir tuzak olarak kalm adığını, hiçbir bahane gerektirm eden, saltık ve nedensiz bir biçim de de varolduğunu düşünm ek hoş bir şeydi. Böylesine değerli b ir buluş yapm ış olm ak, ben im kısrak yaşam ım ın, iki b o­ yu t arasına kısılıp kalm ış zavallı kısrak yaşam ım ın yüz akıdır. Bir tür m anyetik alan olarak beliriyordu köy, b u ra­ da varlıklar, gizem li güçler karşısındaki geçirim lilik dere­ celerine göre, az ya da çok hızlı bir biçim de em iyorlardı

262 I

Marcel Aymé

bunları; bir cinsiyeti olanlar dolar dolar boşalırlardı; bu ­ lunm ayanlar da paylarını biriktirirlerdi. A ile bir cinsel y o­ ğunluk derecesine erişince, arzusunu gerçekleştirm ek için erkeklerini ya da kadınlarını kullanırdı. H audouin ailesi, birçok kez dişilikle erkeklik arasında gidip gelm iş, en so­ nunda bir karara varm ıştı. H audouin ailesinin aşkları konusunda her şeyi açıkla­ dığım ı sanıyorum . H iç değilse, özünü açıklam ış sayılırım . H er şeyi söylem edim kuşkusuz, am a sırf terbiye ve nam us kaygım önledi her şeyi söylem em i. Ö yle ya, bu önem siz tanıklığı yazıya dökerken, iyiye hizm et etm ekten başka bir dileğim yoktu. Rom ancılar uçarı kişilerdir, öykü anlat­ m akla yetinir, işin aktörel yanını oluruna bırakırlar. H iç böbürlenm ed en söyleyeyim düşüncem i: Bu rom anda bir yeşil kısrak bulunm ası, bu kısrağın bu rom andan sağlam ve doyurucu bir ders çıkarm ası çok iyi oldu. Bu ders de şu: A ile dışında kalıcı aşk olm az, dolayısıyla m utluluk da ol­ m az.

Yeşil Kısrak I

263

XVI

Dükler (ya da Berthiekler, ya da C orenpot'lar), ayin­ den çıktıktan sonra, ölm üş D ükleri görm eye gider, böylece hem onların sevgisini kazanm ak, hem de iştahlarını art­ tırm ak isterlerdi. U zaklaşırken, pazarlık giysilerinin içinde om uzlarını dikleştirir, yaşam anın, karınlarında korkunun etkisiyle açılan kötü boşlukları doldurm ak için yem ek y e­ m eye can atm anın hoşnutluğunu duyarlardı. Biraz da kı­ zarlardı ölm üş Düklere. D eğil m i ki ölm üşlerdi, D ur (ya da Berthier, ya da Corenpot) adını taşım asalar da olurdu. O n­ ları görm eye gittiler m i iyice kafaları karışıyordu. Topra­ ğın üstündeki D ü kler de aynı ailenin insanlarıydı, altında­ ki D ükler de; kim i zam an, üsttekiler gerçekten üsttekilerden olduklarına güvenem iyorlardı. Bu da hoş bir şey de­ ğildi; papazın vaazlarının etkisiyle vardığı yerlerden de ötelere gittiğini sezinliyordu insan. Papaz da korkuturdu adam ı, kötü insanların, karılarına fazla el atanların, b en ­ zerlerine ve kiliseye karşı görevlerini unutanların inekleri­ nin zayıf, ceplerinin delik olacağını söylerdi. A m a, ölüm ­ den sözettiği zam an, sözleri ürperti verm ezdi öyle; yaln ız­ ca ruhlardan sözederdi, buna da hiçbir şey denilem ezdi. D aha çok hoş bir şeydi bir bakım a. İnsan papazı dinlerken yolun sonuna geldiğini düşünm ez, yü rüm esini sürdürür­ dü. A m a alttaki D ükler işin içine girdi m i hiç böyle olm az­ dı. K ış olsun, yaz olsun, yanyana dizilm iş dört beş kişiydi­ ler. "S a ğ yanım da hiç kim se y ok" ya da "S o l yanım da hiç kim se yok," diyen biri bulunurdu hep; ya da biri m ezarlı­ ğın ortasında ya da köşesinde yalnız kalm ış olur, "Yapa­ yalnızım . Yapayalnızım ..." diye hom urdanır dururdu. O

264 I Marcel Aymé zam an, üstteki DuıTerin suratı asılırdı işte, hele yaşlıların! O nları daha da sinirlendirm ekten korkar, ters bir şey söy­ lem eyi, ters bir şey düşünm eyi göze alam azlardı. Başlarını sallayarak, yum uşak bir tavırla, am a fazla acele de etm e­ den: — H erkesin sırası gelir, diye m ırıldanırlardı. G erekin­ ce herkes alır yerini, ailece. D ünyaya kazık çakacak d eği­ liz... A m a biraz uzaklaştılar m ı çeneleri gerdanlarını döv­ m eye başlar, ötekilerin yanm a u zanm ak konusunda hiç de aceleleri bulunm adığını, dipdiri olduklarını, dipdiri kal­ m ak istediklerini düşünürlerdi. Ç ürüm üşler ne derlerse desinler, onlar ovaya dört elle yapışm aya, her şeyden önce de tıka basa yem eye, içm eye karar verirlerdi. K adehini alt­ taki DurTerin onuruna kaldırdığın sürece, toprağın üstün­ desin dem ektir. İştahım ızı yitirm eyelim , bu dünyadan göçm üş olanlara da bir orem us okuyalım , olsun, bitsin. O sabah, ayinden sonra, A délaïde, H audouinTerin m ezarları başındaydı, dört çocuğu, baytar karısı eltisi ve eltisinin üç çocuğu da yanındaydı. M ezarlıkta, Dubler, Berthiebler, C orenpot'lar, M esselonTar, RousselieıTer ve köyün tüm hıristiyanları toprak altındaki yakınlarına say­ gılarını sunuyorlardı. M ezarların üzerine eğilm işler, otları, kökleri ayıklıyor, parm aklarıyla toprağı düzeltiyorlardı, ölüleri yatıştırm ak, elleriyle saçlarını okşam ak istiyorlardı sanki. K endilerine hiçbir şeye m al olm ayan, am a ölülere sabır veren, ufak özenlerdi bunlar. A m a, o pazar, ne yapsa­ lar boşunaydı. Ö lüler hiçbir zam an böylesine hırçınlaşm a­ m ıştı. K öylüler ilkin bunun sıcaktan ileri geldiğini sanm ış­ lar, sıcağın çok sürm eyeceğini, çok yakında yağm u r yağa­ cağını söylem işlerdi. A lttakiler biraz daha fazla hom ur­ danm ış, kışkırdıkça kışkırm ış, zorlu b ir patırtı yapm aya

Yeşil Kısrak

I 265

başlam ışlardı. D irileri azarlıyor, birbirlerine bağırıyor, sö­ vüyorlardı, kafese tıkılm ış hayvanlar gibi öfkeli, tehlikeli, azgındılar. Leonie B ard on'un baharda göm ülm üş olan ko­ cası, kardeşi M axim e'in yanında yatm aktan bıktığını, Leonie'n in gelip aralarına uzanm asını söylüyor, aşağıdan ona zorlu bir ateş yollam aya çalışıyordu. Bir yaşlı adam da öküzlerini istiyordu: — Sıcak sıcak solusunlar şöyle avucum a, yalnız bir kez... — H er pazar erteliyorsun yerini alm ayı! — 77'd e benden kırk soıı çalm ıştı o. — 77'de... — Ö küzlerim ! — Biraz erken gelsen neyin eksilir? — Bize taze ölüler gerek. — Hırsız! — Ü ç kızdık, korulara doğru gidiyorduk. — Bizler gibi, altı karış... — Dom uz! — A lfred öldürdü beni. — Pis orospu. — Ç apayla vura vura. — Başka yere koyun beni. — A m a uçkuruna el atm alarına ses çıkarm ıyordun, değil m i öyle? — H er yanım da bir adam olm alı. — C an acısının böylesi çok hoştu. — Ü ç kızdık, korulara doğru gidiyorduk. — — — —

Yalancı. Ö küzlerim . C anım ız yanınca öyle sıcak oluyordu ki. M eteliksiz bir kadındı.

266 I Marcel Aymé — Budam a bıçağım ı alm ıştın. — Eşek. — Gel artık yerine. — Ö nce G uste Berthier. — Hayır, Philibert M esselon. — C hat-Bleu gölünün üstünde buz ne sıcaktı. — Üç kızdık. — — — —

O lm az, bu hafta. Yalancı. H er şeyi gizlerdin benden. N e sıcaktı, ne soğuk.

— O ğullarım la gidiyordum . — Katil. — — — yoruz. — — — — —

Evlenm ek isteyen şendin. O ğullarım la, akşam üstü. Ya Tanrı, o ne işler karıştırıyor? H iç sözünü duym u­ Tanrı m ı? G ökte o. Birazcık da yeryüzünde. A m a şu toprağın altında Tanrı m anrı yok. Ü ç kızdık. Ü ç orospu.

— Saym adan atardı parayı cebine. — Katil. — Katil. — — — — — — —

Ö lm ek istem iyorlar artık. Ü ç kızdık, korulara doğru gidiyorduk. Sekiz yıldır bekliyorum onu. Ç am aşırım ı kaynatıyordum . H ep onun ardından koşardın. Yakm ıştım abayı bir kez. Sonra C hat-Bleu gölünün buzları.

Yeşil Kısrak

I 267

— Rezil. — Bayırda üstüm e çökm esin mi. — Yetm iş beş yaşında, ayıp yahu. — U ç kızdık. — Ü ç orospu... M arie D ur papazı çağırm aya koşm uştu. Papaz om uz silkerek m ezarlığa gelm iş ve, u m ulacağı gibi, hiçbir şey işitm em işti. Yalnızca canlıların sesiyle ve ölülerin ruhuyla ilgilenirdi o. Ç ürüyüp duran zavallı bedenlerin dert yanış­ ları karşısında ilgisiz kalıyor, işitm em ekte dayatıyordu. O dindarlara uzaklaşm alarını söylerken, ölüler gürültülerini sürdürüyor, papazın varlığına kulak bile asm ıyorlardı. Yaşlı Jules H audouin en çok kızanlar arasındaydı, am a canlılara kızm ıyordu o. Yaşlı M aloret'ye, Tine M alo­ ret'ye, bir de üç m ezar ötesinde yatan, varlığı her zam an keyfini kaçırm ış olan şu dört yaşındaki çocuğa köpürüyor­ du. A délaïde onu saygıyla dinliyor, arada bir çenesini oy­ natarak ya da kuru bir "h ık " sesi çıkararak sözlerini onay­ lıyordu. K ara giysisinin içinde dik ve zayıf, başı çene bağ­ lı başlığının içinde, M aloret'lerin üç m ezarına bakıyor, üç ölünün yalnızca burnuna burnuna kokm akla kalm ayarak bunu özellikle yaptıklarına inanırcasm a, dudaklarını b ü ­ küyor, burnu nu kırıştırıyordu. Zèphe M aloret, A naîs ve iki oğlu başlarını eğiyor, tam bir gönül rahatlığı içinde düşüncelere dalm ış gibi davranı­ yorlardı. A şağıdaki yaşlı H audouin'in sesini duym uyorlar diyeceği gelirdi insanın. A délaïde de böyle düşündü; işte bu nedenle, kaynatasının sözlerini yinelem eye başladı. Yaşlı adam söylüyor, A délaïde yineliyordu: — N eyin nesiydi Tine M aloret? K ucaktan kucağa do­ laşan bir şırfıntı, hendeklerde otuz sou'y a nefis körlettirten bir şıllık, buydu işte Tine dedikleri. K uzuladığı oğlanlar

268 I

Marcel Aymé

babalarını arar dururlar hâlâ, am a denizde kum , onlarda baba! İşte şim di m ezarlığa, nam uslu insanların yanm a böyle pislikleri göm üyorlar, işte şim di... M aloret'ler ağızlarım bile açm ıyorlardı. Zèphe kirişi kırm ayı düşünüyor, A naîs ile iki oğluna işaret ediyordu. A m a Dubler, Berthiebler, CorenpotTar, M esselon'lar, Rousseliebler, RugeartTar, CoutantTar, D om iné'ler, B o eu f 1er, Trousquet'ler, Pignon'lar, C aroche'lar, Bonbol'ler, C lergeron'lar, D ubuclablar koşup geliyor, Jules H aud ouin 'in söz­ lerine kulak veriyorlardı. Zèphe ile A d élaïd e'in çevresinde üç sıralık bir halka oluşturm uşlardı, bunu da hesaba kat­ m ak gerekiyordu. — Yanıt verm ek istem iyorum , diyordu Zèphe. Jules de aşağıdan: — Biraz zor verirdin, diye atılıyordu. — Biraz zor verirdin, diye yineliyordu gelini. Ö yle ya, zerresini bile ben uydurm adım bunların. Ö yle ya bu Tine hakkında ne biliniyorsa, ne söyleniyorsa, hepsi doğru, ağ­ zım ı bir açıversem , ta geceyarısına kadar sayabilirim yedi­ ği naneleri. M aloret baba da öyle, onun da haltları say­ m akla bitm ez. — Yanıt verm ek istem iyoruz, diyordu Zèphe ile Noël. — G idelim , diyordu Anaîs. A m a Dubler, CoutantTar, Bonbol'ler, C lergeron'lar Z èphe'in kulağına eğiliyorlardı: — N eden yanıt verm eyecekm işsin? Ver, diye fısıldı­ yorlardı. Zèphe babasının m ezarına bakıyordu, am a yaşlı M a­ loret'd e ses yoktu, Tine de hiç rahat değildi. Bir Jules H a­ u douin'in sesi çıkıyordu. — Tine ile M aloret baba için söylediklerim i geri kalan­ ları için de söyleyebilirim .

Yeşil Kısrak

I 269

— Tine ile M aloret baba için söylediklerim i geri kalan­ ları için de söyleyebilirim , diye yineliyordu gelini. H ık de­ yip T ine'in burnundan düşm üş biri daha var, kim olduğu­ nu biliyorsunuz, çiçekli önlük, dantelli giysi paralarının nasıl kazanıldığını da biliyorsunuz. A nası, babası da bu parayla kalbur m akineleri alm aktan utanm ıyor. Evet ya! M esselon'lar, Corenpot'lar, BerthierTer dirsekleriyle birbirlerini dürtüyorlar, daha şim diden gülüşleri bıyıkları­ nın çevresinden taşm aya başlıyordu. Z èp h e'in yüzü ateş gibi yanıyordu. — A nlaşıldı, tam am , ben konuşm ak istem iyorum , am a bir başlasam , anlatm akla bitm ez. Neler, neler biliyo­ rum ben, kim selerin bilm ediğini biliyorum ben... Juliette annesinin yanındaydı, Z èp h e'in tehditlerin­ den korktu, alçak sesle: — A nne, kışkırtm a şu adam ı. U nutm a ki m ektup elle­ rinde. A délaïde ona hak verm iyor değildi, am a yaşlı Jules H audouin'in sesinin ve öfkesinin etkisine kapılm ıştı bir kez, susam ıyordu. — H içbir m ektup susturam az beni! H erkesin bildiğini neden söylem eyeyim ? Tine'le babası arasında neler geçti­ ğini, bunların pis h uylarını kim den gizleyecekm işim ? M argu erite'leri de aldı ya payını.. A n aîs'in gözlerinden yaşlar boşandı, Zèphe ruhsuz bir sesle karşı çıktı: — A slı yok. H epsi uydurm a. H epsi yalan. Çökm üştü, oğullarına tutunuyordu. A ilesinin kötü alışkanlıklarının tüm köyde bilindiğini çok iyi biliyordu, am a bunlar alçak sesle söylendiği, hele kendi önünde hiç söylenm ediği için, hiçbir rahatsızlık duym azdı. Gizli gizli anlatılan öyküler m asaldır, bu konudaki kanılar da davul

270 I Marcel Aymé tozu ile m inare gölgesi. A d élaïd e'i dinleyen insanlar, Ma­ loret'lerin günahını dehşetle, bir utanç ışığı içinde görü­ yorlardı. A m a birçokları huzursuzluk duyuyor, A délaıd e'in pervasızlığını için için ayıplıyordu. A rtık herkesin içinde suçlanm adan günah işlenem eyecekse ne olurdu bu ­ nun sonu? M ezarlığın bir köşesinde konuşm aya dalm ış olan papaz da topluluğa yaklaşm ış, son sözleri işitm işti. G erçeğin böyle aşırı bir çabayla zorlanm asından o da hoşlanm azdı; Tanrının bile, kendi çıkarı için, göz yum duğu ki­ mi durum lar vardı, M aloret'ler de böyleydiler işte, karıla­ rının hakkını kızlarına veriyorlardı, bunu bir kusur say­ m ak bile yersizdi neredeyse. Papaz da halkanın içine gir­ di, alışılm ış sertliğiyle söze karıştı: — Ö lülerin huzurunda böyle gürültü yapılm az! H ele ayinden sonra! Ç ok ayıp! N asıl olur, A délaïde H audouin, çocuklarınızın ortasında... — Siz biraz da Z èp h e'e söyleyin bunları, papaz efen­ di, bir sorun bakalım , önce kim başlam ış... — Ben m i? Ben yanıt bile verm ek istem edim , birçok bildiklerim varsa, suç benim değil. — Yalan bilirsin bilsen bilsen! H em insanın senin kızın gibi bir kızı oldu mu... — Susun, diyordu papaz öfkeli bir sesle, asıl suç sizde. — Evet, papaz efendi, suç bende! Ö vgüler, paralar, çi­ çekli önlükler de yolu, kendi evinde, kendi babasına açtır­ dıktan sonra, Paris'te göbeğiyle geçinen şıllıkta! G iysiyse giysi, paraysa para, önlükse önlük, kalbur m akinesiyse kalbur m akinesi! Al alabildiğin kadar! Çöz uçkuru, al pa­ rayı! Al bir okka daha! İyi bilirler yolunu, dersi babaların­ dan aldılar... A délaïde coştukça coşuyor, kendisini tutm aya çalışan Ju liette'le H élène yengeyi silkeleyip atıyordu. Papaz daha

Yeşil Kısrak

I 271

da ileri gidebileceğini sezdi; biraz hayranlık duydu ona, M aloret'lere daha bir sert bakm aya başladı. Zèphe ile oğullarına uzaklaşm alarını işaret etti. M aloret'ler utanç­ tan, korkudan titriyorlardı, öfkelenm iyorlardı bile. Zèphe papazın ardından gidiyor, incecik bir sesle sızlanıyordu: — İnanam ıyorum ... İnanam ıyorum bunların olduğu­ na... Papaz izleyicilerin de işitebileceği, kuru bir sesle: — Budalanın birisin, diye yanıtlıyordu. İşlerin beni hiç m i hiç ilgilendirm ez. A lexis, H aud ouin 'ler topluluğundan ayrıldı, geriden giden Tintin M aloret'nin ardından yetişti, bir tekm e indir­ di. Tintin bir şey dem edi; hafifçe zıpladı yalnız, papazın cübbesine göm üldü, sonra pazarlık pantolonunun üzerine çıkan tozlan sildi. Bu küçük olay A d élaïd e'in taşkınlığını biraz yatıştırdı, Z èph e'le ailesi m ezarlıktan çıkana kadar, alayları gitgide seyrekleşti. H onoré ile Ferdinand, ayinden çıkm a saatinde, ailele­ rini karşılam ak için yola çıkm ışlardı. Baytar, M arguerite M aloret'nin gitm iş olm asına sevinip duruyordu. — Ç ok nazik bir durum daydım , Valtier dolayısıyla. Z èphe'in evine gidip gelm ek çok rahatsız ediyordu beni, am a gitm em ezlik de edem ezdim . Ç ok sevindiğim i söyle­ yebilirim . — İyi ya, diye yanıtlıyordu H onoré tatlılıkla, iyi ya. — İyi ya diyorsun, am a sen hep... — Ben m i? Ben de senin gibiyim , çok sevindim . Kız buradayken, ne yapacağım ızı bilem ez olm uştuk. — Bu çocuk biraz, nasıl söylem eli? Sersem di de. H iç kuşku yok, M arguerite olm asa, geçen perşem be o küçük olay da olm ayacaktı. Bir kez, Ju liette'in M aloret'lere gitm e-

272 I Marcel Aymé si için bir neden olm ayacaktı o zam an. Sonra, kendi kızı­ nın varlığı kışkırtm asa, Zèphe de zavallı Juliette'e takılm a­ yı aklına getirm eyecekti. M arguerite şaka etm iş olacak. Bi­ raz aşırı bir şaka. N oël de orada olduğuna göre... N eyse, delikanlıları bilirsin işte. Bu nedenle, A d élaïde'in yaptığını yapm ak, bu olayı ciddiye alm ak yersiz. H onoré başını sallıyor, hoşgörür bir tavırla gülüm sü­ yordu. K öyün ortasına geldikleri sırada, yan yollardan bi­ rinde Berthier'leri gördüler. — Sıkı bir kavga kaçırdınız! diye bağırdı C lovis Berthier. Am a A délaïde hiçbirinizi aratm adı doğrusu, M aloret'ler de iyice gördüler bunu! Baytar kuşkuyla kardeşine baktı. — N e oldu acaba? N e oldu? Söylesene... — N erden bileyim ben? O rada değildim ki. Roussel 1601 erle, R u geart'larla, B o eu flerle, Trousquet'lerle karşılaştılar, her biri bir şey söylüyordu geçerken: — Zorlu bir şam ata koptu bir dakika önce. — Ç ok geç kaldınız. — M em leketten konuştular biraz. — D oğrusu ya, vurduğu yerden ses geliyordu. — A délaïde erkeklere taş çıkartıyordu... H onoré oldukça keyifli görünüyor, gülüm süyor, gere­ kince selam veriyor, kardeşini ağır yürüm ek zorunda bıra­ kıyordu. Bir şey söyleyen oldu mu "Ö yle diyorlar," ya da "Ö yle görünüyor," diye yanıtlıyordu. A m a Ferdinand si­ nirli görünüyor, kızarıyor, kardeşini hırpalıyor, başını bir sağa, bir sola çeviriyor, sonra önden geçirm eden gene sağa getiriyordu; öyle ki hırtlağusu ensesine geçm işti, boynu bir iki kez bükülm üştü. H onoré kaç kez elini uzatıp d ü­ zeltm ek zorunda kaldı. Rousselier'ler geçtikten sonra, Fer­ dinand ayinden dönenlerin geri kalanıyla da karşılaşm ayı

Yeşil Kısrak

I 273

göze alam adı, eve doğru kırdı düm eni. Bin bir varsayım la kıvranıyor, kardeşinin kafasını şişiriyordu. — Ya Zèphe Prusyalıdan sözettiyse, ya m ektup üze­ rindeyse, ya kadınlar dövüştülerse, ya Valtier bunları öğ­ renirse... Eve geldikleri zam an, H onoré gölgeye çekildi, baytar avlunun ortasında kalm ıştı, kadınların gelişini gözetlem ek için yola kadar uzatıyordu boynunu. İlkin G ustave ile Clotilde geldi, yüz m etre geride bırakm ışlardı ötekileri. — A ğızlarının payını verdik, diye bağırdı G ustave, iyice sıçtık sıvadık! — ZèpheTe M arguerite'in kırdığı cevizi de u nutm a­ dık, diye ekledi Clotilde. Baytar bir çırpıda bir okka zayıflayıverdi. — A lexis de tekm eyi kıçlarına indirdi, baba! — Yalan, dedi C lotilde, ben indirdim tekm eyi! — Yalan, A lexis indirdi! — Hayır, ben indirdim , kanıtı da... — N eym iş kanıtı? — Evet ya, kanıtı. O nlar böyle dalaşırken, ailenin geri kalanı da geldi. — N e oldu? diye inledi Ferdinand. — H ele bir içeriye gelin, dedi H onoré, ter içindesiniz. M utfağa geldikleri zam an da: — ZèpheTe atışm ışsınız, nasıl oldu bu iş? diye sordu. — Biz m ezarların başındaydık, M aloretTer de yanda, diye başlad ı A délaïde. Kötü bir düşüncem iz yoktu bizim , adam gibi duruyorduk öyle. Baytar şim diden karşı çıkıyordu bu sözlere. A délaïde gözlerini tanıkların üzerinde dolaştırdı. H onoré'nin dört çocuğuyla A ntoine hep birden "E v e t," dediler. Yalnızca Frédéric, duruşuyla, alaylı bir yalanlam ada bulunm ak is-

274 I

Marcel Aymé

tedi, am a Juliette onun önüne geçti. — Birdenbire, Z èphe kaynanam la kaynatam dan sözetm eye başladı, dedi A délaïde. Benim kadar Juliette de işitebiliyordu sözlerini. —- Durun! diye bağırdı baytar. A nnesi Z èphe'in sözle­ rini anlatırken, Juliette dışarı çıkacak. Bu önlem alçaltıcı göründü biraz, gene de Juliette am ­ casının dediği gibi yaptı, am a m utfağa dönünce, Z èphe'in sözlerini yineledi. Tek sözcük bile atlam adı. — Bu kadarı da fazla, dedi H onoré. A délaïde anlatm ayı sürdürdü, am a baytar her an sö­ zünü kesiyor, yılm adan tartışıyordu. A délaïde, M aloret'lerin kendi kızlarıyla yattıklarını, kanını beynine sıçratan iğ­ renç bir iğnelem eye karşılık olarak söylediğini ileri sürü­ yordu. — Z èphe çok kurnazdır, m ektubun sağladığı üstünlü ­ ğü böyle birdenbire elden kaçırm ak istem ez, diyordu bay­ tar. H iç kuşkum yok, kim secikler anlayam azdı bu iğnele­ m eyi. Bakın işte, m ektup hakkında hiçbir şey bilm eyen A n toin e'a soracağım . — Bana sorarsanız, herkes anladı ki kaynanam ... — Sen dur, A n toin e'a soruyorum ya da C lotild e'e ya da Lucienne'e. Benim içim rahat! A ntoine, babasının canını sıkm ak için, çok şey biliyor­ m uş da söylem eyi göze alam ıyorm uş gibi davranıyordu. C lotilde im dada yetişti, arılığın acı dinginliğiyle. — B en annem in eteğinden tutuyordum , Z èphe'in "P rusyalıyla senin kayn an an .." dediğini işittim , am a bü ­ tün aklım da kalan bu, dedi. H onoré, m ektubun saatin altına gelinceye kadar nere­ leri d olaştığını d üşünm ed i. C lotild e'in tanıklığını çok önem li buldu, baytarın Z èphe'lere gidiş gelişleri sırasında

Yeşil Kısrak I

275

gerçeğin bir yanını ağzından kaçırm ış olm asından kuşku­ landı, yiyecekm iş gibi baktı yüzüne. — A nlaşıldı, dedi, hem en ellerinden alm ak gerekiyor m ektubu. A délaïde gönlünce konuşabilirdi artık. — Papaz da M aloret'den yana çıktı, tüm yobaz b o ­ zuntuları da öyle. Papaz Prusyalıya dayanarak tüm suçun bizde olduğunu, bizim utanm am ız gerektiğini söylediği zam an, DurTeri, C outant'ları, B onbol'leri bir dinlem eliydi­ niz. N e dediyse onu söylüyorum ben. Ö yle değil m i Ju liet­ te? Baytar tartışm ıyordu artık, H onoré'nin kulağına eğili­ yor, sinsi sinsi konuşuyordu: — Bir şanssızlık işte... Senin katılm adığın bir ufak ağız kavgası... Yarın unutuverirsin. A m a H onoré hiç de öfkeli değildi. A d élaïd e'in anlat­ tıklarıyla eğleniyordu, tekm e olayı ayrıca hoşuna gitti. Yem ekten biraz önce, baytar A ntoin e'ı koridorda kıs­ tırdı, tartışm ada kendisini güç durum a düşüren bu oğlana karşı hınçla doluydu içi, alçak sesle: — Etats G énérau x'nun ilk toplantısı kaçta olm uştu? diye sordu. A ntoine başını önüne eğdi. Yanıt verm eyecekti, baba­ sı da cezayı yapıştırm ak için onun bu inadına güveniyor­ du. — U n utm am ak zorunda olduğum uz bir tarihtir bu. Söyleyecek m isin, evet m i, hayır mı?.. A ntoin e'ın inatçı yüzü birdenbire aydınlanıverdi: — H onoré am ca! H onoré am ca! Babam Etats G énérau x'n u n ilk toplantı tarihini öğrenm ek istiyor. H onoré am ca çok iyi anladı durum u. C iddi ciddi y a­ nıt verdi:

2 7 6 I Marcel Aymé

— 83 yılm daydı galiba, CorenpotTarm iki ineği öl­ m üştü o yıl. Baytar geriye çarketti, evin çevresinde dolaşm aya b aş­ ladı. K ardeşine karşı kızgınlıklarının, C laquebu e'd eki çı­ karlarının hesabını yaptı. K afasında her şey düzene gir­ m işti bile, durum u özetleyip sonuca bağlam ak kalıyordu geriye. "B ık tım artık ," diye m ırıldandı birkaç kez. K arde­ şiyle Z èphe M aloret arasında bir seçim yapm anın zam anı gelm işti, kararı da Z èphe'ten yanaydı. Ç ıkarları bu yan­ daydı, Valtier'nin bulunduğu yanda. H onoré'nin çıkaraca­ ğı ilk kavgada, kesin sözleri söyleyecekti. K ardeşi evi, el­ den gelirse de köyü terkedecekti, başka yere yerleşm esini sağlayacak bir ödence sağlardı ona. N e kadar erken olur­ sa, o kadar iyiydi. Yem ekte, Ferdinand tasarısını daha da olgunlaştırdı, gerçekleştirm ek için sabırsızlanm aya başladı; bir kavga çı­ karm aya çalışıyor, am a H onoré şaşm az bir esenlikle yanıt veriyordu. — H üküm etin başında gerçek bir adam bulunm alı, diyordu baytar. — N eden olm asın? diye yanıtlıyordu H onoré. — Fransa'yı saydırm asını bilecek, oturaklı bir adam , diye dayatıyordu Ferdinand. — içm iyorsun... — Bu adam da general Boulanger işte. Bence onu kilisecilikle suçlam ak haksızlık olur. K iliseci olsa bile ne ola­ cak? Bu adam o adam işte! — Olur, olur, öyle düşünüyorsa, kim karışır? — N e düşünüyorsam onu söylüyorum ben, görüşleri­ m i saklayacak değilim . — Ya! — A m a senin görüşlerini hiçbir zam an bilem ez insan.

Yeşil Kısrak

I 277

— G erçekten öyle, diye yanıtlıyordu H onoré. Clotild e'e bir sorayım , general Boulanger hakkında ne düşü­ nüyor bakalım . Biraz yahni daha alsana... A l, al! İki kaşık, üstüne de bir yudum şarap yollar, gönderiverirsin yerine. Ç ivi çiviyi söker. M ide ekşim esine bire birdir. Ö lçülü bir sevinç yayılıyordu sofraya. Yahniyle birlik­ te, dingin bir gülüş dolaşıyor, baytarın burnunun dibinden geçiyor, savaşçı huyunu çelm eliyordu. Postacı avluya gir­ diği zam an, Juliette'le H onoré onu karşılam aya gittiler. B i­ ri m eşin çantasını taşıyordu, biri kepini. H onoré, ailesine bakarak gülüyor, alçak sesle: — İşte o, postacı, diyordu. D éodat, A d élaïd e'in iyi bir postacının susuzluğunu gi­ derm ek söz konusu olunca, böyle şeylere bakm adığını gösterm ek için, biraz da taşırarak doldurduğu üç şarap bardağının önüne oturdu. M endilini çıkardı, alnını kurula­ dı. — Sıcak, dedi. H onoré de ötekilere açıkladı: — Sıcak diyor. — Yorulm uşsundur, dedi A délaïde. Ö yle sıcak ki. D éodat başını geriye atarak gülm eye başladı, sonra A d élaïd e'e: — A z önce tuhaf bir şey geldi başım a, dedi. — Yapma! — V albuisson'dan geliyordum , iyi bir yürüyüşle, d in ­ ginlikle yürüyordum , nasıl yürünürse öyle. G eçen gün Er­ nest diyordu ki, sizin Ernest hani, diyordu ki yaya jandar­ m alar gibi yürüyorm uşum ben. — Takılm ak istem iş olacak, dedi H onoré. Yaya jan d ar­ m a da neyin nesi? — Sen de mi öyle düşünüyorsun? Evet, takılm ak iste­

278 I Marcel Aymé m iş olacak. N eyse, dönüyordum işte, hiçbir şey düşündü­ ğüm yoktu, bir litre şarabın önünde oturur gibi rahattı içim ; sonra, nasıl söyleyeyim , kavşağın iki yüz m etre ka­ dar berisine gelince, bir tuhaf yürüyorm uşum gibim e gel­ di. Bir düşüncedir takıldı kafam a, bazı bazı eser ya hani. N eyse, bir zam an daha yürüdüm , hani ya, yürüm ek için yürüdüm daha çok. Sonra, "Satarım an asın ı," dedim , kun­ duram ın sağ tekine bakm aya karar verdim . Bir de ne göre­ yim ? Tabanın önündeki çiviler olduğu gibi dökülm em iş m i? O rtalara doğru iki sıra çivi kalm ıştı, sağ ayağım ı b as­ tım mı, bunlar dayanak oluyordu, işin nedeni de buydu iş­ te. A m a en güzeli, en güzelini söylem edim daha! En güze­ lini sorarsanız, sol tabandan bir tek çivi bile düşm em işti. G elin de çıkın bu işin içinden! H onoré postacıya bakıyordu, geniş, dolgun, iyi bir yüz görüyordu, burnundan ötesini görm eyen, am a burnu­ nu gören, hem de iyi gören bir dingin adam yüzü; burnu­ nun doğrusuna gide gide, yolunu bir kez bile şaşırm adan tam am layan, iyi bir postacı yüzü. — D éodat, sana teşekkür borçluyum , o günden bu ya­ na görüşm edik, teşekkür edem edim sana. — O da neden, H onoré? — H em Juliette, hem de kendim için. K ızlarının kızlı­ ğına göz kulak olm an için önceki günkü gibi bir şey gel­ m eliym iş insanın başına. Yoksa düşünm üyor insan. — G eçiyordum , dedi postacı, geçiyordum o sırada. Déodat gittikten sonra, yem ek odasında içli bir sessiz­ lik başladı. Baytar sinirlenm işti. — İyice çenesi düşm eye başladı bu budalanın, dedi H onoré'ye. En kötüsü de m ektupları kaybetm esi. Em ekli­ ye ayrılsa iyi olacak. — Yerine koyacak birini de buldun m u bari?

Yeşil Kısrak

I 279

— Bu işi ondan daha iyi yapacaklar çok. — Bunları m illetvekiline salık verm ekte acelen varsa, M aloretTere söyleyebilirim . A z sonra uğram ak istiyorum . M ektup hâlâ Z èphe'te, geri verm eyi unuttu anlaşılan. Yem ekten sonra, H onoré bir zam an dolaştı, sonra, bu yaz pazarının uyuşturucu büyüsünü bozm ak için, araba­ lıkta ağaç biçti. A cele etm eden, bir yorgunluk da duym a­ dan çalışıyordu, kaslarının öteki günlerdeki rahatlıklarına kavuşm ası hoşuna gidiyordu. O nun böyle önem siz bir iş için konuklarını bırakıp gitm esi baytarı sinirlendirdi, çoluğunu çocuğunu alıp orm ana gitti; bundan yararlanarak kuşluktan beri düşündüğü aile devrim inden sözetti karısı­ na. Saat dörtte, H onoré m utfağa gelip bir bardak şarap iç­ ti. K arısıyla çocukları sessiz sessiz oturuyorlardı. O nlara gülüm sedi, sonra ceketini om uzuna attı, yola çıktı, C laquebu e'n ü n içlerine doğru yürüdü.

Yeşil Kısrak

I 281

.XVII

M aloret'ler akşam duasından yeni dönm üşlerdi, m ut­ fakta üç kişiydiler. Tintin çom ak oyununu izlem ek istem iş, bu yüzden yolda kalm ıştı. Z èphe kapıya arkasını dönm üş­ tü, dirseklerini m asaya dayam ış, çenesini avuçlarına al­ mış, dalgın dalgın m utfağın dibine doğru bakıyordu. Anaîs burada, dolapla yatak arasında, yeşil bir şeritle çevrili kara eteğini, m avi korsajını, kızının verdiği işlem eli jü po­ nunu çıkarıyordu. N oël babasının bitikliğine hem kaygı, hem de horgörüyle bakıyordu. O m uz silkti, akşam duasın­ dan önce bir iskem lenin üstüne attığı bez pantolonunu aradı, soyunm aya başladı. A naîs yatağın üstünde ince pa­ m ukludan jüponunu katlıyordu. — Sen de soyunsan iyi olacak, dedi Z èphe'e. Zèphe ne ses çıkardı, ne de kım ıldadı. A naïs giysileri­ ni yerleştirm ek için büyük dolabın bir kapısını açtı, sonra üsteledi: — Soyunsan iyi olacak artık. Zèphe başını kaldırdı, alışkanlıklarına aykırı olarak, kabaca yanıt verdi. N oël akşam duası için giydiği pantolo­ nu çıkarıyordu, sinirlendi. — A délaïde seni bir güzel sıvadıysa, papaz da azarladıysa, suç bizde değil, dedi. — Sen kapa çeneni. — Tüm bu pislikleri yapıp da dört bir yana yaydın m ıydı, bir gün olur, burnuna dayayıverirler işte. Zèphe bezginlikle başını salladı, yanıt verm edi. — A dam dediğin önce kendisi tem iz olm aya çalışır, diye ekledi N oël, babasıyla böyle serbestçe konuşm asına kendisi de şaştı.

282 I Marcel Aymé — H ele senin de kızların olsun, görürüz o zam an. — Sana yaraşır o işler. Babası kesik kesik güldü, sonra, başını kaldırm adan, donuk bir sesle konuşm aya başladı: — Teşekkür ederim . Büyükbabam ın da, büyü kbaba­ mın babasının da kızlarıyla yattıkları söylenirdi. Babam için de, benim için de söyleyip durdular aynı şeyi. Köyde herkes diyeceğini dem işti bir kez. Bu durum da, kendim i tutm akla ne geçecek elim e? A naîs hiçbir şey işitm iyorm uş gibi davranıyor, dolaba doğru eğiliyordu. — Sonra, ne bileyim , eve sinm iş bir düşünceydi işte, diye sürdürdü Zèphe. Bundan kurtulabilm ek için, şey is­ terdi... N e bileyim ben... Başka yerde başarı kazanm ak ge­ rekirdi. Sustu, gene eski durgunluğuna göm üldü. N oël pazar­ lık pantolonunu pencerenin yanında bir iskem lenin arkalı­ ğına bıraktı. H üzünlü, ağır bir sessizliktir başladı. Pencere­ nin önünden bir karaltı geçti, köpek avluda havladı, sonra H audouin içeriye girdi. K apıyı kapattı, M aloret'lere baktı. Z èphe başını çevirdi, dirseklerini m asadan kaldırm adı b i­ le, şaşırm ış gibi değildi. A naîs, don ve korseyle basıldığı için apışıp kalm ış, dolabın kapısı ardına gizleniyor, göbe­ ğinin üstüne d üğüm leyecek bir önlük arıyordu. H audo­ uin, biraz titreyen bir sesle: — Böyle iyisin, A naîs, dedi. N oël, göm leğinin uçları boşlukta, gündelik pantolonu elinde, duralıyordu. H onoré, sırtını kapıya verm iş, bu ne­ redeyse çıplak adam üzerindeki üstünlüğünü tartıyor, sırf pantolonlu ve ayakkabılı olm anın kendisine böyle büyük b ir üstünlük sağlam asına şaşıyordu. N oël'in çıplaklığı acıklı bir zayıflık gibi göründü gözlerine; neredeyse kolay

Yeşil Kısrak

I 283

buluyordu serüveni. — Bakıyorum , kapıyı vurm adan içeri giriyorsun, dedi N oël, bir adım ilerledi. Bir adım da H onoré attı, sonra dem irli kundurasıyla çıplak ayağa bastı, ama bedeninin tüm ağırlığıyla çökm e­ den, sırf N oël zayıf durum unun bilincine varsın diye. O ğ­ lan çıplak ayağının ezilm esinden korkarak geriledi. H a­ udouin bir diz vurdu ona, iki de yum ruk attı, am a pek de sert vurm adı öyle. N oël vuruşlara karşılık verm iyordu. Ç öm elm işti, her yanım göm leğinin altına alm aya çalışıyor­ du, sanki bu incecik kum aş etkili bir korunm a sağlayacak­ tı kendisine; yerini daha iyi bulan bir vuruşla, sersem lem iş bir durum da, yere yuvarlandı. H er şey öyle çabuk olup bitm işti ki, dolabın kanadının arkasına saklanan A naîs hiç­ bir şey görm em işti. Z èphe açık görüşlülükle, am a araya girm ek istem eden izlem işti dövüşü. Bu sırada, kapıya gi­ debilir, dışarıdan yardım isteyebilirdi, am a tehdit içinde, varlığının derinliklerinde, bir şövalyelik duygusu uyandı­ rıyordu. H er şeyin uygun düzene göre geçm esine boyun eğiyordu. Ö te yandan, uçsuz bucaksız bir tem bellik iskem ­ leye çiviliyordu kendisini, sonra yenilgiden beklediği bir rahatlık da vardı işin içinde. G ene de, H onoré kendisine dönünce ayağa kalktı, başını eğdi, kendini korum aya ha­ zırlanan bir dövüşçü gibi om uzlarını kaldırdı. Karşıtından daha kısaydı, kaim yapılı ve çevikti, üstünlükle savunabi­ lirdi kendini. A m a saldırm a istem inden yoksundu, biçim ­ sel olarak kendini savunur gibi yapıyordu. H audouin bu ­ nu öyle iyi sezdi ki vurm ak bile istem edi. D üşüncesi dola­ ba kapatm aktı onu. U stalıkla arkasından sarıldı, kollarını bedenine yapıştırdı. Zèphe ancak o zam an çırpınm aya başladı, H onoré kendisini m utfağın dibine doğru götürür­ ken, sağ kolunu kurtarm ayı başardı. A naîs ne bir şey yap­

284 I Marcel Aymé m ayı göze alabiliyordu, ne bir şey söylem eyi, her şeyden çok böyle donla görülm em eye çalışır gibiydi. H audouin tatlılıkla: — Ö bür kanadı da aç bana, A naîs, dedi. A naîs duralıyor, Z èp h e'in "A çm a," dem esini bekli­ yordu, am a Zèphe hiçbir şey söylem eden çırpm ıyordu. — H adi, çabuk ol, dedi H onoré. A naîs o kendisini görm esin diye arkasından dolaştı, kapıyı tutan iç çengeli çıkardıktan sonra, aynı önlem lerle eski köşesine geldi. İki kanadı da açılan dolap öylesine ge­ nişti ki, neredeyse bir öküz bile yerleştirilebilirdi içine; am a Zèphe ayaklarını dolabın kenarına güzelce yerleştir­ m iş, H aud ouin'in itişi karşısında direniyordu. H onoré b ir­ denbire geriledi. D ayanak noktasından çıkardı Z èphe'i, sonra da dolabın dibini dolduran bohçaların üzerine, yü ­ zükoyun deviriverdi. K apıları kilitledikten sonra, sersem ­ likten sıyrılm aya başlayan N oël'in yanm a döndü. H audo­ uin ne yapacağını biliyordu; sabahtan beri, belki de on beş yıldan beri düşünüyordu bunu. O nu kollarına alıp kaldır­ dı, sonra A naîs'e: Bir şeyciği yok, işte kım ıldam aya başladı bile, dedi. Yatağın altına koyacağız onu. A naîs hafif, tatlı bir sesle inliyordu. U yuyacak, dedi H audouin, hiç üzm e kendini. N oël i yatağın altına, elinden geldiğince gerilere itti, bir kanape ve yastıklarla da önünü tıkadı. Bu işi bitirdik­ ten sonra, m asanın ucuna oturdu, dolabın dibinde kım ıl­ dam adan duran A n aıs'e gülüm sedi. — K olların ne güzel, dedi. A naîs gözlerini ü zerine dikti, ağır, sarışın yüzü bir ser­ zeniş gülüm sem esiyle aydınlandı. Bu yaptığın hiç de hoş bir şey değil, H onoré.

Yeşil Kısrak

I 285

Sana güzel olduğunu her zam an söylem ek istedim , A naîs. A m a, anlarsın ya, göze alam ıyor insan. O da konuşm ak istedi, ama Zèphe ile oğlunun sözle­ rini duyabileceklerini anım sadı. Birincisinden daha tatlı b ir gülüm sem eyle gülüm sedi. — A naîs, gene de söylem eye karar verdim işte, iyice kabarm ıştı artık yüreğim . A naîs öyle alçacık bir sesle yanıt verdi ki H onoré an­ cak dudaklarının oynam asından anladı söylediğini. — N e de güzel becerirsin böyle sözleri... H audouin erkek kollarını dolduracak olan dolgun ve ağır çıkıntıları sevgiyle değerlendiriyordu. K orsenin için­ de iyice sıkışm ış iri b ir göğüs, kalçalar üzerinde gerilen do­ nu n içinde yuvarlak yuvarlak kabaran bir göbek, kara pa­ m uktan çorapları dolduran, sağlam , kalın bacaklar. Anais in böyle dopüolgun bir olgunluğa erişm iş olm ası hoşu­ na gidiyordu. M arguerite ten daha güzel buluyordu onu. A şkla konuşuyordu onunla, A n aîs'in susuşları da sev­ gi doluydu. G ene de bir huzursuzluk vardı aralarında. H onoré kendini um duğu kadar aceleci bulm uyor, kendi kendine kızıyor, kaygılanm aya başlıyordu. E ğlenm ek için gelm em işti ki buraya. H onoré bir adım ilerledi. Beceriksiz Buluyordu kendini, güvensizdi. A naîs korkakça köşeye çe­ kiliyor, kollarım bedenine yapıştırm ış, ellerini kalçalarının arasına s ı k ış t ı r m ış , dolabın köşesinde büzüld ükçe büzü lü ­ yordu. O zam an, H onoré gülüm sedi. — Dur, pancurları kapatayım , diye fısıldadı. K aranlıkta, A naîs sıyrılm aya çalışm adı, H onoré b ede­ nine sarılınca/ başını om uzuna bıraktı. H onore kuş tüyü yatağa götürdü onu, kollarında bu kadar ağır olduğu için m utluydu. İkisinin içten gelen iniltilerine, boğuk iniltiler yanıt veriyordn, sarm alayıcı bir tatlılıkları vardı. D olaptan

286 I

Marcel Aymé

ve yatağın altından geliyorlardı, am a m utfağın dört bir ya­ nından yükselir gibiydiler. H aud ouin'in A n aîs'i okşadığı her seferde, M aloret'lerin evi tüm üyle inliyordu. Bu sırada, A délaïdeTe çocukları kapalı pancurlarm önünde sıkıştıkça sıkışm ışlar, bu büyük haz uğultusuna kulak veriyor, etkisiyle gevşediklerini duyuyorlardı. B ay­ tar, kararsız, sıkıntılı bir durum da, elm alık yolun başında duruyor, bir yıkım haberi alm aktan korkuyor, yaklaşm ayı göze alam ıyordu. K ardeşi evden çıkınca, A n aîs'in tatlı yü­ zünü, aynı zam anda da fistolu donu, dizlerin alt yanında, m avi jartiyerlerle tutturulm uş, kara pam uk çorapları gör­ dü. Bunun üzerine, gözleri yuvalarından şöyle böyle bir buçuk arşın kadar dışarı fırladı, am a gene de döndüler yerlerine. Tüylerini ürpertm işti bu serüven, bir yanağı sa­ rarıyor, bir yanağı da, fistolu bir donda şeytanı böyle ü s­ tün bir durum da görm esinden olacak, kızarıyordu. H onoré, ağırbaşlı, sessiz, ailesinin ortasında ilerliyor­ du. Juliette koluna yaslanıyor, onun önünde de A lexis, G ustave ve C lotilde, babalarını daha iyi görüp hayran ol­ m ak için , g eri geri y ü rü y o rlard ı. A d élaïd e kaçam ak bakıyordu kocasına, anılarla yüklü gibi görünen bu sessiz­ lik şim diden sinirine dokunm aya başlam ıştı. H onoré'nin göğsü bir iç çekişle kabarınca, kendini tutam adı, kekre bir sesle: — G itm eye can atıyordun, yediğin halttan hoşlan­ dığın da belliydi! — Ö yle gerekiyordu. — Ö yle gerekiyorm uş! Şuna bakın hele! Beş çocuk babası! Baytar ailenin çevresinde dört dönüyor, kardeşine sorularını daha rahat sorabileceği bir yer arıyordu. -— H iç... H iç düşünm edin mi?.. N eye varır sonu bu...

Yeşil Kısrak

I 287

Bu.. Bu işin işte. Ya Valtier'nin kulağına giderse... A m an Tanrım! Elm a ağaçlarıyla çevrili yolun ortasın a geld ikleri sırada, D éodat yoldan geçiyordu. A celesi vardı, hiç dur­ m adan: — Ö ldü! diye bağırdı. A ile m erak ve kaygıyla vızıldadı. K adınlar istavroz çıkardılar. / — Philibert M esselon bu ölen, diye açıkladı H onoré. İyi bir adam dı, zavallı Philibert, iyi bir cum huriyetçiydi, hem de sözünün eriydi. Bir söz verdi m i tutacağından em in olabilirdin. Ferdinand: — Ö yleyse, diye kekeledi, öyleyse belediye başkan­ lığına... — B eled iy e b a şk a n lığ ın a da B erth ier gelir, d edi H onoré, o olm azsa C orenpot, o da olm azsa, Rousselier. İş­ te bu kadar. Ferdinand başını önüne eğdi, b ir daha çıkarm am asıya yuttu Z èphe M aloret'nin adını. Elm a ağaçlarıyla çevrili yolun sonuna geliyorlardı. Yola sapm adan önce, H onoré durdu, çevresinde halka oldu herkes. Ü ç gündür cebinde durduğu için biraz buruşm uş olan m ektubu çıkardı, say­ gısından sersem e dönen baytarın gözleri önünde açtı. Son­ ra yüksek sesle okum aya başladı: "Sevgili H onoré. K ara at hafta başında karın ağrısına tutuld u..." BİTTİ