Sultan Abdulhamid
 9758293885, 9789758293889 [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

••

homerkitabevi



Çeviren: All Berktay

Sultan

ABDÜLHAMiD

François Georgeon

ISBN 975-820:3-88-5 Sultan Abdlıllıanıid François Gcorgcon

Özgiin Adı Abdfılhamid II, le sııhaıı ralife © Librairie Arılıcınc Fayard, 2003

Çeviren Ali Bcrktay

Editör !kıiii Avıın(

Tasarını Sinan Turan

Olseı Hazırlık Homer Kiı:ıhevi

Baskı YC Cilı 11arış t-.l:ııbaa- Miıcclliı

1. Basım 200()

59 02 • (0212) 292 42 79 F;ıks: (02 I 2) 251 39 62 c-mail: hoıııcrfJ)Iıomerlıooks.com

Sultan ••



ABDULHAMID

François Georgeon

Çeviren: Ali Berktay

homer/iitabevi

İçindekiler SUNUŞ

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . • . . • . . . . . . . • . . . . . . • . . . . . . . . . . . .

13

İLKSÖZ 1.

Bölüm: Bir Sultanın Doğuşu, Bir İmparatorluğun Yeniden Doğuşu

. .

..

. . . . .

.

. . . . . .

..

. . . . . .

.

. . . . . . . . . . . . . . .

Doğu Sorunu ve Tanzimat . . . 19. Yüzyılın Ortasında Bir Osmanlı Şehzadesi Avrupa'ya Yaptığı Erginlenme Seyahatı Kaos ve Kaostan Çıkış Yollan .. . . .

. . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

29 36

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

41

. . . .

.. .

. . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

. .

24

. .

. . .

..

23

BiRiNci KısıM DOGU KRİZiNDE ABDÜLHAMİD 2.

Bölüm: Şehzadeden Sultana

. . . . . . .

Nasıl Veliahd Şehzade Olunur? İktidar Yolu .. .. . .. .. . .. Meçhul Bir Sultan . . . İlk Bağımsızlık işaretleri.

. . .

. . . .

.. .. .

. .

.

. . .

.

. .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. .

. .

. . . .

. . . . . . . .

. . .

.

.

. . .

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. .

. . .

. . . . . . . . .

.

. . . . . . . . . . . . . . . . .

3.

Bölüm: Alıdülhamid ve Midhat Paşa

. . .

..

SO

54 61

. . . .

65

. . . . . . . . . . . . . . .

69

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

..

49

Kanun-ı Esasi: Orta Yol . . .... 70 Tersane Konferansı ve Başansızlığı: Midhat'ın Kabahati . 72 Midhat Paşa Sürgün Edilir 77 81 Sultan Meclisi Topluyor . . . Savaşa Doğru .. .. .. 86 . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. .

. . . .

. . . . . . .

. . .

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

. . .

. .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. .

. . . . . .

. . . .

4.

Bölüm: Sultan: Savaşta ve Banşta . . . . ... . . ... . ....... . . . 90

İki İmparatorluğun Çarpışması 91 Osmanlı Ordusunun Çöküşü ...............................96 Abdülhamid Meclis'ten Kurtuluyor . . .. ... .... . 99 TuhafBir Barış 102 Başarısız Bir Darbe . : ...............107 Bir Osmanlı Toprağı Nasıl Kaybedilir? Kıbrıs'a Elveda . ll O . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . .

.

. .

. . .

. . . . . . . . .

.

.

. . . .

. . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . .

. . .

S.

Bölüm: Berlin'i Unutmak . ... .. .

.

.

. . . .

.

. . .

.

.

......... . ... 116

Aşağılama Kongresi. ....................................... 117 İmparatorluğun Yeni Haritası . .... . ... 122 Vilayetlerde AsayişiYeniden Sağlamak 124 Abdülhamid ve İngiltere: Kuşku . 126 Abdülhamid Duruma El Koyuyor. . . . .. 130 Midhat Paşa'nın Ortadan Kaldırılması ... .... . . 134 İflasa Son Vermek 138 . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . .

. .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . .

.

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . .

.

.

.

. . .

. . . . . . . . . . .

. . . . . . .

. . . . .

.

. . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

İKiNci KısıM ABDÜLHAMİDİMPARATORLUGU 6.

Bölüm: Yıldız, Abdülhamid'in Sarayı . .... . ... . ... . . . . 147 .

Bir Saray-ı Amire'nin Doğuşu 148 Köşk Biçiminde Bir Saray . ... ... . ... . .... . . ....... . ...... .. ıso Kent İçinde Bir Kent . . . . .. ... .. . . . . . . 154 Burjuva Sultan .. 157 Yine de Harem . . 164 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. .

. . . . . . .

. . . . .

. . . . . . . . . . . . . .

7.

.

.

.

.

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . .

.

.

.

.

. . .

. . . . . . . . . . . .

.

.

.

. . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Bölüm: Mutlakıyetçi Bir Rejim .... . ... . .... . .... . . . .. 17 O .

iktidarın Merkezinde Devlet Aygıtına El Konuyor Hafiyelik ve Sansür ... .. . .. . .. Mutlakıyet Araçları: Hazine-i Hassa

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . .

.

.

. .

. .

. .

. . . .

.

.

. . . . . . . . . . . . . .

. . .

170 176

.. : .......... 183

. . . . . . . . . . . . . .

....

. . . .

.189

8.

Bölüm: Vilayetterin Önemi

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

196

Osmanlı Vilayetleri, Teori ve Pratik . 197 Sultan ve "Memalik-i Mahruse" . . . 201 . . . . . 206 Bir Vali Portresi. Arap Vilayetleri Öne Çıkıyor............................... 211 İmparatorluğun Sınırlannda ............................... 2 14 . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . .

. . . . . . .

9.

. . . .

Bölüm: Hilafet Siyaseti

. .

. . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . .

. . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

. . . . .

. . .

.

.

. . .

. . . . .

.

. . . . . . . . . . .

221

Ebubekir'den Abdülhamid'e . 221 Hilafet Ne İşe Yarar? . . .. 225 Hilafet, Kullanım Kılavuzu .. . 228 Kutsal Yerlerin Hizmetinde ................................ 233 Batı'nın Korkusu: Panislamizm ve Cihad . ... 239 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . .

. . . . . . . . . .

. . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . .

. . . .

. . .

.

.

.

.

.

. . . . . . .

. . . . . . . . .

ÜçüNcü KısıM BiR KRİZDEN DiGERiNE 1 O. Bölüm: İçe Dönmenin Olanaksızlığı

. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

249

Balkanlar'dan Sonra Kuzey Afrika ......................... 249 Abdülhamid Mısır Sorunuyla Karşı Karşıya . 255 Almanya ile Yakınlaşma . . , ................261 Kızıldeniz'den Rumeli'ye . . . . 265 Abdülhamid İmparatorluğu'nda Büyük Güçler 271 . . . .

. . . . .

. .

. . . . . .

. . . . . . . . . . .

. . . . .

. . . . . . . . . . . .

. . .

.

. . . . . . . . . .

. .

. . . . . . . . . . . . .

11. Bölüm: Islahatçı Sultan

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . • •

Abdülhamid'e Göre Devlet . . Orduyu ModernleştiTmek Maarif Alanındaki İlerlemeler ilk Muhalifler. 1889 Yılının Bazı Olaylan . .

. . . . . . . . . .

.

. . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . .

.

. .

.

.

.

. . . . . . . . .

. . . .

.

. . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . .

..

. .

.

. .

.. . .

279 284

. 290

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . .

278

. . . . . . . . .

293 298

ı 2. Bölüm: Sağlamlaştırma Çabalan

Rejimin Güçlenmesi Abdülhamid ve Aşiretler. İç Kolanizasyon Çabalan imaj Politikası Milliyetçi Kanşıklıklar

. . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . .

. . . .

.. .

. . . . . . . . . . . . . . .

. .

304

.. ... .. . ..... 305 . .. ... .. .. 309 . . 313 . . 317 . ... . .. 324

. . .

.

. .

. .

. . .

. . .

. .

.

. . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . .

13. Bölüm:Yeni BirDoğuKrizi

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

.

.

. . . . .

. . .

. . .

. . . .

. .

. . . . . . . .

. . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . .

.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... . .

329

Ermeni Islahatı Karşısında Abdülhamid 330 Sonbahada Gelen Büyük Katliamlar .. . 336 Kriz Büyüyor . . ... . . .. . 342 Abdülhamid Hal Edilecek mi? . ... .. . . 345 "Kızıl Sultan" . . .. . . ...... .................. ... ....... ..... , 352 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . .

. . .

. .

.

. .

.

. . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . .

. .

. . . . . . . .

.

. .

.

. .

DÖRDÜNCÜ KI SIM DORUK NOKTASI VE Düşüş 14. Bölüm: Sultan veTebaası

. . .. . . . • . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

361

Sadece Y irmi Beş Milyon Osmanlı mı?. . . . . . . 361 Müslüman Muhacirler: Hamid İmparatorluğu Açısından Bir Şans 365 Hiçbir Zaman Olmadığı Kadar Çokuluslu............. ,,,.. 369 Toplumsal Sahnede Yeni Aktörler . . ... . . 373 Sansüre Rağmen Kültür . ... ... . . 376 Sultan-Halifenin Payitahtı , .... ....... . ... . . . . . . .. . . ... . . 379 . .

.

. . . . . . . . . .

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . .

. . . .

. .

. . . . . . . . . . . .

. .

. . . .

.

. .

. . . . . .

. .

. . . . .

. .

15. Bölüm: Saltanatın DorukNoktası

. .

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . .

384

İmparatorluk Zaferle Yeniden Tanışıyar . . 384 Jön Türklerin Yola Getirilmesi ,,......................,,. 388 IL Wilhelm'inZiyareti, Diplomatik BirZafer . ,, 392 Devasa Bir Proje: Bağdat Demiryolu . . . 396 Abdülhamid'in]übilesi .... , .......... ......... .... . . ..,... 399 . . . . . . . . . . . .

. . . . .

.

. .

. . .

. . . . . . . . . .

. . . . . . . .

. . . . .

. .

. . .

16. Bölüm: Emperyalizmiere ve Milliyetçi Akımlara

Karşt

. . . . . . . . • • • . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

407

Avrupa'nın Vesayetini Sarsmak .. . . .. .. .409 Rejimin Ray ları: Hicaz Demiryolu ... . , ................ 413 Balkanlar' da Karışıklıklar ............ . ... . .. ... .4ı 9 Arap Vilayetlerinde Krizler .... ........ . . . .. ... .427 .

. .

. . .

.

. . . . .

. .

. . . .

. . .

. . . .

.

.

17. Bölüm: Hedef

. . . .

.

. .

• • • . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

434

.435 Jön Türklerin Yeniden Uyanışı. .... . .. . . Rejimdeki Sapmalar . . . .. . ... ... . .... . ... 440 Suikast . ..... ... ... ...... , ................... 445 Çalkarrtı ve Muhalefet.. .. . . . ... .. . 450 Devrim Makedonya'da Başlar . . .. .. .. ... .454 .

. .

. . . . .

. . .

. . . . . .

. .

. .

. .

. .

.

. .

. .

. .

. . . . . . . . . .

. . .

. . . . .

.

.

. .

. .

. . . . . . . . . .

. .

. . . . . .

18. Bölüın:DevrimdenDevrilmeye

. .

. .

. . .

.

. . .

. . . .

. . . .

. . . • • . . . . . . . . . . . . . . . . . .

461

Abdülhamid ve Jön Türk Devrimi: Bir Teveccüh Hali mi?. .461 Sultan, İhtiyar Paşa ve Jön Türkler .. ...... . .... ... 466 Bir Kez Daha Meşruti Sultan ........... ....... . . .... . . ..... 472 3ı Mart [13 Nisan] Ayaklanması. ....... . . . .. ... .. . 477 Devrilme ve Sürgün ... . .. . .. . .. ..482 . .

. . . . .

. .

. .

. . . . . . . .

. . .

. .

.

.

.

. .

. . .

.

.

. . . .

. .

. . . .

SONSÖZ ı 9. Bölüm: Bir Sultanın Ölümü, Bir İmparatorluğun Ölümü

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

489

Abdülhamid'siz imparatorluk . . . ... .. .... .. 490 imparatorluktan Yoksun Kalan Abdülhamid ... ...... ...... 492 Sabık Sultanın Servetini Nasıl Ele Geçirmeli? . .494 Beylerbeyi'nde Sürgün Günleri .. .. . . .. . .... . . 497 .

. .

. . .

. .

.

. .

. . .

. . . . . . .

.

Son

. . . . . . .

.

.

.

. . . . .

. . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

500

Sonuç

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

ÇIZIMLER

. . .

.. . .

. . .

...

. . . .

SOYACACl TABLOSU . . . lt (Ada 'nm ingi/ıere'y� Devrr), 1 stanbul, 1978.

SULTAN: SAVAŞTA VE 8ARIŞTA

Il3

Ingiltere'nin Osmanlı politikası, Bosna-Hersek ve Bulgaristan gibi en çalkantılı vilayetlerinin yükünden kurtulmuş birimparatorluğun kolla­ ıııp denetlenmesinden ibaret hale gelecek, bu durum Doğu Akdeniz'de­ ki statükonun da değişmesini gerektirecektir. İngiliz hükümeti Kıbns'ı işgal etme karannı 1878'in Nisan sonu veya Mayıs başında alır. Salisbury 24 Mayıs'ı 2S'ine bağlayan gece Layard'a şif­ reli talimatlar gönderir. Layard Abdülhamid'e birsavunma ittifakı önere­ ccktir; İngiliz hükümeti yapılacak Berlin Kongresi'nde Osmanlı İmpara­ lorluğu'nu desteklerneyi taahhüt etmekte, bir Rus saidmsı durumunda Osmanlı İmparatorluğu'nu koruyacağına söz vermektedir. İki koşulla: Os­ manlı İrrrparatorluğu, Büyük Britanya'nın yardımıyla, Ermeni vilayetle­ rinde reform yapacak ve Kıbns Adası "geçici olarak" İngilizler tarafından i�galedilecektir. Bu bilgilere tam ilitimatom niteliğinde bir cümle eşlik et­ mektedir; teklifiere cevap vermek için Sultan'a tanınan süre 48 saattir..ı-3 25 Mayıs'ta Abdülhamid Layard'ı Yıldız'da kabul eder. Ama dörtgün iince yaşanan Ali Suavi hadisesinden çok etkilendiği ve aşırı yorgun ol­ duğu gözle görülen sultan bir süre sonra çekilmek zorunda kalır ve La­ yard konunun özünü Başvekil Sadık Paşa ve Harkiye vekili Safvet Pa­ şa'ya anlatır. Onlara Kıbns'ın idaresiningeçici olarak İngiltere'ye bırakıl­ masını, Asya'daki vilayetlerde, özellikle de Hıristiyan nüfusun yaşadığı vilayetlerde reformlara gidileceği konusunda teminat verilmesini öne­ rir. Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik açıdan bu işten çok kazançlı çıkacağını açıklar; böyle birdurumda İngiliz sermayesi Anadolu'nun do­ �al kaynaklannı değerlendirmek üzere hemen yatınm yapmaya koşacak­ tır. Ama vekiller anlaşma protokolünü imzalama yetkisine sahip değil­ dir, sultanın onayını almalan gerek:nektedir.44 Sonraki günlerde pazarlıklar büyük bir gizlilik içinde sürdürülür: Bu &örüşmelerin kapsamının ifşa edilmesi ne İngilizlerin çıkarınadır -Çar­ lık hükümetiyle de pazarlıkhalindedirler- ne de -olay ortaya çıkarsa Rus­ l.mn şiddetli tepkisinden ürken- Osmanlılann. İngilizler baskıyı artınr, Berlin Kongresi'nde Osmanlı İmparatorluğu'nu savunmama, Ruslara karşı yalnız bıralana tehdidini savurur, hatta Ayastefanos Andaşması'nın a:özden geçirileceği bir kongrenin toplanmayabileceğini bile söylerler. Üstelik, diye uyanr Layard, Osmanlılar bu pazarlığı kabul etsin ya da et­ mesin, İngiliz donanınası istediği zaman Kıbns'ı zorla işgal edebilir..ı-s Bu - -----

4)

Ku rat, cıgt, s.

76·106.

U HOstyin Çelik, "Kıbrıs'ın Idaresi Ingiltere'ye Nasıl Sırakıldı?H, cıgm.

u _ Mir'llı-i Hokikııı, lll, s. 136-137.

II4

ABDÜLHAM!D

arada siyasi kriz gelişir; 27 Ma)'ls'ta -Ali Suavi kamplosuna karıştığın­ dan kuşkulanılan- Başvekil Sadık Paşa'nın yerine İngiliz dayatmalarma düşmanlığıyla tanınan Mehmed Rüşdü Paşa sadrazam yapılır. Layard tek­ rar Yıldız'a gelir; sultan hala çok ajite ve sinirli bir haldedir, en ufak gü­ ıültüde yerinden sıçramakta, ürkmektedir. Sonunda İngiliz sefiri istedi­ ği onayı sultandan neredeyse sökerek alır. 4 Haziran'da Kıbrıs Sözleşme­ si imzalanır. Aynı gün İngiliz sefiri, Salisbury'ye zafer sevinciyle dolu bir telgraf çeker. Venüs'ün adası artık İngiltere'nin kesesine girmiştir. Sonraki haftalarda aklını başına toplayan sultan verdiği ödünü geri al­ maya çalışır. Özellikle de Ermeni vilayetleri için düşünülen "ıslahat"ın içeriğinden kaygılanmaktadır. Bunlar kendisinin " hükümranlık hakla­ n"nı yitirmesine yol açmaz mı? Kılıkdeğiştirmiş bir İngiliz "protektora­ sı" anlamına gelmez mi? Sadrazam olarak sözleşmeyi imzalayan Meb­ med Rüşdü Paşa, aynı gün, yani 4 Haziran'da bu işin sorumluluğunu onun sırtına )'lkmak ve Abdülhamid'e zaman kazandırmak amacıyla az­ ledilir. Yerine geçen Safvet Paşa sözleşmenin sultan tarafından onaylan­ masını ve gerekli fermanın ilanını beklerken avantaj sağlamaya çalışır; özellikle de Kıbrıs Müslümanlannın haklarını kollamaya uğraşır. 1 3 Ha­ ziran'da başlayan Berlin Kongresi'nin en başında bir İngiliz gazetesi, Glo­

be, Londra'da yüıütülen İngiliz-Rus gizli pazarlıklannın içeriğini yayın­

lar. Sultan İngilizler tarafından oyuna getirildiğini; onların Osmanlı İm­ paratorluğu'nu Berlin'de Rusya'ya karşı savunma sözüne karşılık Kıb­ rıs'ın idaresini devrabrken diğer taraftan da Ruslada uzlaştıklannı anlar! Daha da kötüsü Kongre'nin ilk oturumlarında bizzat Salisbury önceden hazırlanmış bir metni okuyarak Bosna-Hersek'in idaresinin Avusturya­ Macaristan'a bırakılınasını önerir. Yani Ayastefanos'tan beri Büyük Güç­ ler arasında tam bir diplomatik komedi oynanmış, bundan zararlı çıkan da haliyle Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. Berlin'de tartışmalar sürerken, Abdülhamid ve Safvet Paşa Kıbrıs ko­ nusunda zaman kazanmaya çalışırlar; İngilizlerin adaya barış antlaşma­ sı imzalanmadan çıkması halinde, Rusların bunu savaşı yeniden başlat­ mak için bir bahane olarak kullanmasından endişe etmektedirler. Bu di­ renişler karşısında Salisbury baskıYJ. artırır, Arniral Hay'i Magosa açıkla­ nnda devriye gezmeye gönderir, Berlin'de Yunan taleplerini destekleme tehdidini savurur. 7 Temmuz'da ferman çıkar ve sultan sözleşmeyi an­ cak 1 5 Ternrnuz'da, el yazısıyla şöyle bir şerh düşerek imzalar: "Hüküm­ ranlık haklanının zarar görmemesi koşuluyla.'' Böylece Kıbrıs Adası İngiliz idaresine geçer. İmparatorluğun bir böl­ gesi daha savunulması için bir el bile silah atılmadan kaybedilmiştir. Üs-

SULTAN: SAVAŞTA VE B ARlŞTA

llS

teli k büyük çalkannların uzağında kalan ve birçok başka vilayete kıyasla göreli bir sükUnet içinde bulunan bir Osmanlı toprağıdır burası -aslında Cezayir-i Balır-ı Sefid vilayetinin bir sancağı. Cemaatler arası ilişkiler ­ nüfusun % 70'i Hıristiyan, % 30'u Müslümandır- başka yerlerden daha uyumludur. Hıristiyan cemaatlerin milliyetçiliğin etkisinde kaldıklan ve Büyük Güçler tarafından kışkırtıldıklan Balkan vilayetleriyle hiç ilgisi yoktur. Sonralan Abdülhamid, Ali Suavi hadisesi yüzünden İngilizlere taviz­ ler verdiğini kabul edecektir.'16 Eğer Sultan o sırada tüm melekelerine sa­ hip olsaydı işler değişir miydi? Pek belli değil. Belki de imparatorluk za­ man kazanabilirdi, ama Berlin Kongresi toplandığı sırada Osmanlı dev­ letinin manevra alanı öylesine daralmıştı ki, sorunun başka türlü sonuç­ lanma şansı pek yoktu herhalde.

46 Hocaotlu, Abdl.l!hamit Han'In Muhtıra!orı, s. 48-50, 165-171; Uzunçarşılı, "ikinci Abdülhamid'in

Ingiliz Sly�setine D�ir Muhtır�ları."

rı6

ABDÜLHAMİD

S. BÖLÜM

Berlin'i Unutmak Berlin Kongresi, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa' da zayıflama­ sında yeni bir aşamadır. Ayastefanos Antiaşması'nın -özellikle toprak konusundaki- düzenlemelerini yumuşatsa da, her şeye karşın impara­ torluğun Balkanlar'daki hatın sayılır gerilemesini onaylar. Bunun dışın­ da Osmanlı temsilcilerine kongrede gösterilen kötü muamele ve aşağı­ lama, imparatorluğun artık ikinci sınıfbir devlet olarak kabul edildiği­ nin göstergesidir. Ama Berlin Antiaşması'nın 1 3 Temmuz 1878'de imzalanması Ab­ dülhamid'in sıkıntılanna son vermez. Osmanlı payitahtı h515 yabancı or­ dulann tehdidi altındadır. Rus kuvvetleri çokyakında konuşlanmaya de­ vam etmekte ve İngiliz donanınası da Marmara Denizi'nde, İstanbul Bo­ ğazı'nın hemen girişinde demir atmış durmaktadır. Sultan antlaşma da Balkanlar ve başka yerler için öngörülen toprak düzenlemeleri, özellik­ le de sınırlann çizilmesiyle uğraşmak zorundadır; imparatorlukta kamu düzenini yeniden kurmak, devletin kasasını boşaltan bir savaşın ardın­ dan mali kaynak bulmak, 1878 düzenlemelerinde öngörülen reform po­ litikasını denetlernek diğer görevleri arasındadır. Aynca bozgunun sars­ tığı otoritesini yeniden tesis etmek ve en acil reformlara hemen girişrnek zorundadır. Üstelik bu çabalanngenel bir kötümserlik ve moralsizlik ha­ vası içinde gösterilmesi gerekecektir. Tanzimat döneminin -imparator­ luğun reformlar sayesinde sihirli bir değnek değmiş gibi Avrupalı Büyük Güçler'e denk modern bir devlet haline geleceğine inanıldığı zamanla­ nu- iyimserliği sona ermiştir. Dolayısıyla Abdülhamid'in önünde deva­ sa işler durmaktadır.

BERLIN'i UNUTMAK

II7

Aşağılama Kongresi Kongre 1 3 Haziran 1 878'de Berlin'deki Radziwill Sarayı'nda Bis­ marck'ın başkanlığında toplanır. Paris Antiaşması'na imza koyan altı dev­ let -İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Avusturya, İtalya- ve Osmanlı İmparatorluğu, banşı düzenlemek için yeniden pazarlık masasına otu­ rurlar. Ama Osmanlılar açısından durum 1856'dakinden çok farklıdır; Kınm Savaşı'nın sonunda galiplerin yanında, Avrupa Camiası'nın tam üyesi olarak yer almışlardı. Bu kez -davet edildiklerine göre- yine Avru­ pa devletleri arasına kabul edilseler de, haydi sanık demeyelim ama, mağ­ lup iskemlesindedirler. Onlar için bu kez oyunun zorlu geçeceği bellidir. Abdülhamid'in temsilcilerini seçerken elindeki en iyi kozlan kullan­ maması da bu zariuğu artırmıştır. Düvel-i Muazzama Alman başkentine ya hükümetbaşkanlannı ya da en seçkin diplomatlannı gönderirler. Do­ layısıyla Alman şansölyesinin başkanlığındaki pazarlık masasının iki ya­ nına çok saygın şahsiyetler oturur. İngiltere adına Lord Beaconsfield, ya­ ni İngiliz Başbakanı Disraeli, yanında da Dışişleri Bakanı Salisbury hazır bulunur. Avusturya-Macaristan heyeti Büyük Senyör Kont Andrassy'nin yönetimindedir. Rus temsilcilerin başındaki Dışişleri Bakanı Gorçakov çok ilerlemiş yaşı ve görüşlerinin keskinliğiyle saygı uyandırmaktadır. Büyük devletler böylece Kongre'ye verdikleri önemi gösterirler. Bu ağır toplann yanında çok cılız bir görünüm sergileyen Osmanlı he­ yeti, yetenek ve liyakat sahibi olduklan kuşku götürmeyen, ama ikinci sınıfüç kişiden oluşmaktadır. Heyete, sultanın bu vesileyle nazır yapıp -Nafıa nazın- paşalığa terfi ettirdiği eski Hariciye k;itip muavinlerinden, Rum Ortodoks, Aleksandr Karatodori Paşa riyaset etmektedir. Zek5sı­ na, liyakatine, cesaretine karşın konferansa katılaniann gözünde "geçici birvekil"den, muhataplanna kendisini kabul ettirmesi olanaksız bir "ye­

dek paşa"dan başka bir şey değildir. 1 Heyetteki diğer mesai arkadaşlan, Berlin'deki silik Osmanlı sefiri Sadullah ve enerjik ama diplomasi tecrü­ besi bulunmayan bir asker olan MehmedAli Paşa'dır. Paşa, muhtemelen Balkanlar\ iyi tanıdığı ve Almanca bildiği için seçilmiştir. Gerçekten de ihtida etmiş bir Prusyalıdır ve bu durum onun görevini kolaylaştırmayı bir kenara bırakın, Bisrnarck'ın elinden gelen tüm aşağılamayı sergileme­ sine neden olacaktır. Sultan niye bu isimleri tercih etmiştir? Acaba Karatodori'nin atanrna­ sını, Sultan'ın kulağına kendi de Rum Ortodoks olan özel hekimi Mav1

Charles de Mouy, age, s. 107

.



n8

ABDÜLHAMİD

rayeni Bey mi fısıldamıştır?2 Harkiye nazırlığını da sürdürerek sadra­ zamlığa atanan ve Tersane Konferansı'nda da Osmanlı heyetine başkan­ lık edip Düvel-i Muazzama'ya kafa tutmayı becermiş, tecrübeli Safvet Paşa niye düşünülmemiştir?3 Veya Layard'ın da adını sultana önerdiği bir Ahmed Vefik Paşa niçin seçilmemiştir?·' Sonralan Abdülhamid talih­ siz bir seçim yaptığını kabul edecek, mazeret olarak da bir "soygun ant­ laşması"nın altına imza koymak için Berlin yoluna düşmeyi göze almak isteyen fazla Osmanlı bulunmamasını gösterecektir. .5 Aslında Sultan'ın amacı, imparatorluktak:i Hıristiyanların kaderinin masaya yatmlacağı bir konferansta, diplomasi sahnesinin önüne bir Osmanlı Rumunu sürerek, imparatorlukta hiçbir dinsel ayınıncılık bulunmadığını göstermektir. Ama bu hesap tutmayacaktır. Daha işin başında karşılaşılan bu engelin dışında, heyet başka güçlük­ ler deyaşar.6 Osmanlı delegeleri Berlin'e bir gün gecikmeyle varırlar, ma­ li sorunlan vardır, İstanbul'la telgraf iletişimi kurmakta zorluk çekerler ve bir türlü gelmek bilmeyen talimatlan saatlerce, hatta günlerce bekle­ mek zorunda kalırlar. Osmanlılar diğer heyetierin ortasında tam anla­ mıyla tecrit olmuşlardır. Ne zaman Osmanlı devletinin bakış açısını ser­ gileyecekolsalar, oturuma katılanların terbiyeli kayıtsızlığı karşılanna bir duvar gibi dikilir, manalı gülümsemeler, sabırsızlık belirten davranışlar­ la karşılaşırlar. Büyük Güçler'in delegeleri Osmanlıların alınganlıklannı hiç hesaba katmazlar: Şu veya bu vilayeti terk etmenin Osmanlı devleti­ ni rahatlatacağını söyleme cüretini gösterirler... Yunanistan'a bırakılacak topraklar sorunu masaya gelince -Osmanlılar açısından en ıstıraplı bö­ lümlerden biri- Disraeli bunun, gelecekteki karışıklıklan engelleyerek, Osmanlı İmparatorluğu'nu "güçlendireceğini" söyler! Büyük Güçler arasında "namuslu simsar" rolünü üstlenen Bismarck ise Osmanlı delegelerine karşı özellikle hoşgörüsüz davranır; öfkeli, aşa­ ğılayıcı, kaba bir tavır sergiler, konuşmalarını engeller, vakit kaybettir­ diklerini söyler. Karatodori Paşa'ya, kendisinin orada sadece Büyük Güç­ ler'in kararlarını kabul etmeküzere bulunduğunu hatırlatmak için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Aslını söylemek gerekirse, sadece Osmanlılar değil di­ ğer Balkan halklan da aşağıl3.nır; Berlin'de kaderleri belirlenirken, onla­ ra hiçbir söz hakkı tanınmaz. Bulgarlan ele alalım; antlaşmanın toplam .

2

3

4 5 6

Th�odorc Blarıc�rd, Les Mo�royuıi, Hisıoire d'Orienı (de 1700 a nosjours), Paris, ı 909, s. 58. irıJI, Son Sodroıomlar, s. 842. Kurat, age, s. ı ı 8. M. de Blowitz, Unt Cour�e a Conslantinople, Paris, Plon, ı 884, s. 256. Da�isorı, "Tho:> Ottomarı Empirc �rıd the Congress of Berlin."

BERLiN'i UNUTMAK

119

altmış dört maddesinden yirmi ikisi Bulgaristan'ın ve Bulgarların kade­ rine ilişkindir, ama Berlin'de temsil edilmezler; aniann adına Rusya ko­ nuşur.? Boşnaklarve Batı Trakya'nın Bulgarca konuşan Müslüman azın­ lığı Pomaklar için de aynı şey geçerlidir. Ermenilere gelince, antlaşmaya kendileriyle ilgili bir maddenin -meşhur 6 1 . madde- eklenmesini sağla­ salar da, onlan da kimse umursamaz. En iyi konumda bulunanlar Yunan­ lardır; Dışişleri bakanlannın ağzından Epeiros, Tesalya ve Girit'teki top­ rak taleplerini dile getirebilirler. Düvel-i Muazzama gerekli düzenleme­ leri, Osmanlılan veya imparatorluğun diğer halklarını hiç dikkate alma·­ dan, kendi aralannda bir çözüme bağlamak üzere toplanmıştır Berlin'de. Bu tavır antlaşmayı, LordAsquith'in sözleriyle, bir "sakat doğum ve dip­ lomatik körlük başyapıtı" haline getirir. Aslında Berlin'deki Osmanlı diplomasisi Saray'dan yürütülmektedir. Osmanlılar Ayastefanos Andaşması'nın koşullarını geriletmek ve yeni toprak kayıplarını engellemek için birçok cephede birden çarpışmak zo­ runda kalırlar. İlk düzenleme Bulgaristan'a ilişkindir.8 Bu bağlamda Avus­ turyalılar, İngilizler ve Ruslar arasında ön ayarlamalar yapılmıştır ve iş­ ler hızla ilerler. Büyük Bulgaristan yerine Tuna'dan Balkan Dağlan'na ka­ dar uzanan bir Bulgar Prensliği; güneyde de Balkanlar'la Rodoplar ara­ sında kalan, Osmanlı devletine bağımlı, özerk bir vilayet kurulmasına karar verilir. Rumeli-i Şarki (Doğu Rumeli) adı verilen bu vilayet Büyük Güçler tarafından seçilecek Hıristiyan bir valiyle yönetilecek ve orada bir tür özyönetim uygulanacaktır. Öteki düzenlemelerde fazla bir güçlük yaşanmaz. Bağımsızlığı ilan edilen Sırbistan'a Niş bölgesi de eklenir; Karadağ da kısmi toprak kaza­ nımları elde eder, ama Adriyatik sahilinde sadece Antivari !imanını, as­ kerden arındırılmış bölge olarak tutmak koşuluyla alabilir. Sırhistan ile Karadağ arasındaki Yenipazar Sancağı Osmanlı hükümranlığı altında ka­ lır, ama Selanik yolu üzerindeki stratejik öneminden dolayı Avusturya­ Macaristan'ın bu bölgede askeriyollar inşa etmesine ve garnizonlar bu­ lundurmasına izin verilir. DoğuAnadolu'da Ruslar Kars ve Ardahan'ı el­ lerinde tutar, ama Doğu Bayezid ve Eleşkirt'i geri verirler; böylece İran'a doğru giden ticaret yolundan çekilirler. Buna karşılık Osmanlıların Sa­ tum'u geri almak için gösterdikleri çabalar sonuçsuz kalır: Antlaşmanın 7 8

Anderson, The Eastem Qımtion, 7774-1923, s. 21 O. Noradouoghiao, Recueil d'actes internationaux d� 1'Emplre ottoman, IV, s. ı ·ı 92; Ralph Melville ve Hans-Jıırgen Schröder (ed.), Der Beriiner Kongress vo11 !878: Die Politik der Grossmıl'clıte und die Probleme der Modernlsierung in Sildasieuropa in du zwdten Hiiifte de. ı 9.Jalırhund,rts, WicsbJdcn, 1982.

120

ABDÜLHAMİD

59. maddesi Ruslann Batum'u "esas olarak ticari nitelikte, serbest liman"

yapma "niyetini" kayda geçirir. Osmanlılar en zorlu mücadeleyi Bosna-Hersek konusunda vermek zorunda kalırlar. Ayastefanos Antiaşması bu iki vilayet için imparator­ luk çerçevesinde özerklik öngörmüştü. İngilizler Berlin'de Bosna-Her­ sek'in Avusturya-Macaristan idaresine geçmesini önerince, Osmanlılar bu iki vilayetin İngilizlerle Avusturyalılar arasında birpazarlığa konu ol­ duğunu anlarlar. Tüm heyetler -konunun en yakından ilgilendirdiği he­ yetlerden biri olan İtalyanlar da dahil- bu noktada uzlaşınca, Abdülha­ mid işgalden kurtuluş olmadığını anlar; ama bunun kı�mi ve geçici ol­ masını sağlamaya uğraşır. Ama Andrassy hiç geri adım atmaz. Sultan bu konuda bir karara varmak üzere, 27 Haziran'da nazırlardan, eski nazır­ lardan, ulemadan, devlet ricalinden oluşan bir meclis-i umumi toplar. Meclis her iki vilayetin de her türlü ilhakının kabulüne karşı çıkar. Os­ ınanlılar, Avusturya birliklerinin sının geçmesinin savaş ilanı sayılacağı tehdidinde bulunurlar; böyle bir davranışın Bosna-Hersek Müslüman­ lannın ayaklanmasına yol açıp, çok kan dökülmesine neden olabileceği­ ni ileri sürerler. Müslümaniann silahlanmaya başladığı yolunda, muhte­ melen İstanbul tarafından çıkanlan, söylentiler dolaşmaya başlar. Osmanlılar son bir çabayla işgalin önceden Viyana hükümetiyle ya­ pılacak doğrudan bir anlaşmayla bağıdanmasını önerirler. Ama And­ rassy'nin ayak diremesi ve Kongre'nin de kararlılığı karşısında bu çaba­ lar hiçbir sonuç vermez: Antlaşmanın 25. maddesinde "Bosna ve Her-­ sek vilayetleri Avusturya-Macaristan tarafından işgal ve idare edilecek­ tir" ıienir.9 Ne "geçici" ne de "bir süreliğine" ibarelerine rastlanır. Yunan hükümetinin sunduğu talepler de ayn bir sıkıntı kaynağıdır. Savaşa son dakikada katılan Yunanistan, Ayastefanos Antiaşması'nda hiçbir şey elde edememiştir. Ama Fransa ve İngiltere, Balkanlar'daki Rus ve Slav baskısına karşı, Yunan devletinin güçlenınesini isterler. Yunan Başbakanı Delyannis'in, ülkesinin Girit'e, Epeiros ve Tesalya vilayetle­ rine ilişkin toprak taleplerini Kongre'ye sunmasına izin verilir. Bu kez Osmanlıların manevra sahası biraz daha geniştir, çünkü bir oldu-bitti karşısında kalmamışlardır; söz konusu topraklann efendisi hala onlar­ dır. Antlaşma metninde sadece "sınır düzeltmesi"nden söz edilmesini sağlamayı başarırlar (24. madde); ama bu düzeltme de iki ülke arasında bir anlaşmayı gerektirecek, anlaşmazlık halinde Büyük Güçler'in arabu­ luculuğuna başvurulacaktır. 9

Noradoungfıian, r:ıgc, IV, �. 183.

BERLiN'i UNUTMAK

121

Ermeniler de seslerini duyurmayı denemek için Berlin'e bir heyet gön­ dermişlerdir. Gerçi Osmanlı devletinin "Çerkezlereve Kürtlere karşı em­ niyetlerini güvence altına alması" gereken "Ermenilerin yaşadığı vila­ yetler"de hiç vakityitirmeden yapılacak "iyileştirmeler ve ıslahat"a iliş­ kin bir madde, 61. madde antlaşmaya girmiştir. Ama bu düzenlemeler Ermenileri tatmin etmez; onlar daha kesin bir statü, Cebel-i Lübnan'ın 1861 'de elde ettiğine benzer bir özerklik umudu taşımaktadır ve "Erme­ nilerin yaşadıklan vilayetler" gibi bulanık ve belirsiz bir ifade onları üzer. Yine de o andaki çekinceleri ne olursa olsun, Berlin Antiaşması'nı imza­ layan devletleri müdahil hale getiren bu madde, Ermenilerin gelecekte­ ki taleplerinin temelini teşkil edecektir. Berlin Kongresi'nin Osmanlı İmparatorluğu ve sultan açısından bi­ lançosu nedir? Hiç parlak değildir haliyle. Osmanlı İmparatorluğu Ayas­ tefanos'ta bırakılmış bazı topraklarını kurtarınışor gerçi; bu kazanımla­ rın en önemlisi de Makedonya ve onunla birlikte hepsi bir bütünü, Ru­ meli'yi oluşturan Balkanlar'daki diğer Osmanlı vilayetleriyle doğrudan iletişimi koruma olanağıdır. imparatorluk Doğu Anadolu'da Bayezid ve Eleşkirt'i geri almıştJr. Ama bunlara karşılık, yeni ve ağır kayıplara uğra­ mış, Kıbrıs, Bosna ve Hersek elinden çıkmıştır. Diplomatik açıdan durumda epey bir ilerleme sağlanmışur. Ayaste­ fanos'ta Ruslara karşı yalnız kalan Osmanlı İmparatorluğu, şimdi Büyük Güçler tarafından "desteklenmektedir", ama Avrupa sahnesinde ikinci sınıfbir devletkonumuna düşmüştür. Berlin Kongresi yeni bir diploma­ tik dengeyi onaylar. Bu kongrenin en büyük galibi, Avrupa politikasın­ daki taraşılmaz hakemlik konumunu hiç olmadığı kadar güçlendiren Bis­ marck'la birlikte, Almanya'dır. İngiltere ve Avusturya-Macaristan da Do­ ğu krizinden kazançlı çıkarlar; bu iki devlet tek el silah atmadan, Rus as­ kerlerinin aracılığıyla, büyük toprak kazanımlan ve önemli stratejik ka­ zanımlar sağlamışlardır. Ruslara gelince, Gorçakov'un dediği gibi, "bir hiç uğruna yüz bin asker ve yüz milyon ruble feda etmişlerdir."10 Abdülhamid iç siyaset bağlamında da hassas bir durumla karşı karşı­ yadır. Ocak 1 878'den beri birçok kez sadrazam d�ğiştirip, Meclis-i Me­ busan'ı da dağıtarak, devlet bünyesindeki otoritesini sürekli haurlatmış, böylec� ateş hatanın da en önüne yerleşmiştir. Bu bakımdan felaketin sorumluluğ_u sadece onun omuzlarında gibi görünmektedir. Ama aynı 1.amanda kararlarını Heyet-i Vükela'yla paylaşmaya, zorunlu kaldığında bir meclis-i umumi toplamaya hep dikkat etmiştir. Kıbrıs ve Bosna-Her10 Aln. y�p. J.·M. d'Eç� de Queiroz, Lu Qııt5tion d'Oriınl,

1877-1878, Pari 5,

L'Harmattan, 1994, s . 80.

12.2

ABDÜLHAMİD

sek üzerindeki " hükümranlık hakları" konusunda teminat verilmesini sağlayarak zevahiri kurtarmaya çalışmıştır. Sultan kendine günah keçi­ leri arayacaktır. Bunlar, imparatorluğun savaşa girmesinin sorumlusu olarak gösterilen Midhat Paşa ve açılan büyük bir davada Osmanlı ordu­ lannın Balkanlar'daki bozgununa yol açınakla suçlanan Süleyman Paşa olur. Her şeye karşın, bozgunun ağızda kalan kötü tadının silinmesi için, çok zaman geçmesi gerekecektir.

Imparatorluğun Yeni Haritası •

Berlin'den sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun çehresi değişir. Yüzöl­ çümü 200.000 km2'yi, üzerindeyaşayan nüfus ise 5.5 milyonu bulan bir toprak parçaları toplamıdır yitirilen. Rumeli vilayetlerinin bir bölümü­ nü ve onların Slav nüfusunu bırakan Osmanlı İmparatorluğu, birdenbi­ re hem daha Asyalı hem de daha Müslüman bir görünüme bürünmüş­ tür. İnsan kayıpları, tam olarak sayıya dökülmelerine izin verecek istatis­ tikler bulunmasa da, hatırı sayılır düzeydedir. 1879 yazında İç ve Doğu Anadolu'yu dolaşan bir İngiliz seyyah, erkek nüfusun azlığı karşısında şaşkına döner; onun sapttı malarına göre, bazı bölgelerde cepheye giden erkeklerin sadece % 1 O'u geri dönebilmiştir.11 Toplam nüfusu 470.000 olan Filistin on bin asker yitirmiştir. Nüfusta tam bir kan kaybı söz ko­ nusudur. Üstelik imparatorluğun sıkıntılan da sona ermemiştir. Şimdilik Abdülhamid'in en büyük kaygısı Rus ordularının Osmanlı topraklanndan çıkmasını sağlamaktır. Geri çekilme Doğa Anadolu'da öngörüldüğü şekilde gerçekleşir, ama Balkanlar'da Ruslar işi ağırdan al­ makta, yeni teminatlar istemektedirler. Ancak Şubat 1879'da, iki ülke arasında askıda kalmış sorunlan -savaş tazminatı, esir değiştokuşu- çö­ züme bağlayan bir Rus-Türkantlaşmasının imzalanmasından sonra, Rus ordusu Doğu Rumeli S}nınna kadar çekilir. Aynı anda İngiliz donanma­ sı da Çanakkale Bağazı'ndan çıkıp Marmara'yı terk eder. Cendere gev�er. İstanbul soluk almaya başlar, sultan rahatlar. Zihni biraz olsun yatışan Abdülhamid Berlin'de askıda kalmış sayısız sorunla uğraşmaya girişebi­ lir artık. ilk sırada Bosna-Hersek sorunu yer almaktadır. Avusturyalılar Kong­ re'nin hemen ertesinde, Osmanlıların talep ettiği işgal biçimleri üzerine ll

Tuncer Baykara, "93 Harbinden Önce ve Sonra Anadolu", Oımımlıl�rd� Medeniyet KQ�ram1 içinde izmir, Akademi Kitab�vi, 1992, s. 164·169.

BERLİN'İ UNUTMAK

123

uzlaşmayı beklemeden, bu iki vilayete girmeye başlamışlardır bile. Ama Avusturya birlikleri Müslümanlardan ve Ortodokslardan gelen şiddetli bir direnişle karşılaşırlar ve bu direniş Ekim ayına kadar sürer. Nisan 1 879'da Osmanlılar ile Avusturyalılar arasında biranlaşmaya vanlır; bu anlaşma Sultan'ın iki vilayetteki hükümranlık haklannı kağıt üstünde ko­ rur; yeni idarenin dinsel sorunlara kanşmamasını, Osmanlı memurlan­ nın görevlerinde bırakılınasını ve camilerde sultan adına hutbe okunma­ ya devam edilmesini öngörür. Buna karşılık "geçici" bir işgal söz konusu değildir. Anlaşma, Karadağ ile Sırhistan arasmda tampon işlevini gören ve Avusturya'ya Selanikyolunu açan, büyük stratejik öneme sahip Yeni­ pazar Sancağı'nı da kapsamına alır. Çok sert pazarlıklann ardından, Sul­ tan Avusturyalılardan garnizonlannı sınırlı tutma sözünü kopanr.12 Bir diğer karmaşık sorun, Berlin'de çözüme bağlanmayan sınırlann çizilmesi konusudur. Bu sorun ilk olarak Karadağ'ı ilgilendirmektedir; söz konusu bölgede Prizren Birliği'ni örgütleyen Arnavutlann direnişi­ ne karşın, Osmanlılar Ekim 1880'de Adriyatik kıyısmdaki Dulcigno (Ül­ gün, Ulcinj) limanını Büyük Güçler'in denizde yaptığı bir gövde göste­ risinin ardından terk etmek zorunda kalırlar. Yunanistan'la ise işler çok daha güçtür. Antlaşmada, Epeiros ve Tesalya'daki sınırlann "düzeltilme­ si"nden söz edilmektedir. Yunanlar buradan yola çıkarak haritanın ken­ di lehlerine yeniden şekillendirilmesini beklerken, Osmanlılar bu teri­ mi en sınırlı manada yorumlarlar; onlara göre komşulanna birkaç kaza bırakmalan söz konusudur sadece. Antlaşmacia öngörülen iki taraflı gö­ rüşmeler Şubat 1 879'da başlar, ama bir sonuç vermez. O zaman Büyük Güçler'in arabuluculuğuna sıra gelir. Haziran 1880'de Berlin'de bir kon­ ferans toplanır; bu konferanstan Yunanistan lehine bir düzenleme çıkar, ama Abdülhamid direnir. Herhalde Bismarck'ın önerisiyle, -nüfusunun çoğunluğu Hıristiyan olan ve Osmanlı devleti için sürekli bir çatışma kay­ nağı oluşturan- Girit'i Yunanlara feda edip buna karşılık Tesalya'yı yeni bir hudut tashihiyle tam olarak kazanmak düşüncesini ortaya atar.13 Ama bu çözüm İngilizler tarafından reddedilir. İngilizle.r sultanı zorlamak için Ekim 1 880'de İzmir açıklannda donanmaianna bir gövde gösterisi yap­ tırırlar. Sonunda Mayıs 1881'de bir sözleşme imzalanır; Yunanistan'ın Tesalya'daki toprak kazançlan büyük, Epeiros'takiler daha azdır -Yanya Osmanlılarda kalır. Girit ise, 1 868'de tanınmış statüsüyle imparatoriuk bünyesinde kalır. Temmuz 1881'de bir Yunan-Türk antiaşması imzalaıı. Noradounghian, oge, IV, s. 209·222. l l P(nstes eı souwıin:, s. 44·4.5 jSiyQsi Hotırııtım, s. 65].

124

ABDÜLHAMiD

nır. Bu tarihin, toprak sorunlannın Berlin Kongresi'nce öngörülmüş çö­ zümlerinin son noktası olduğu söylenebilir. Bu zorlu pazarlıklar boyunca Abdülhamid çok temkinli davranmış­ tır. Avusturyalılara hiçbir bahane vermemek için Müslümanların Bosna­ Hersek'teki isyanını desteklerneyi reddetmiş, Karadağ'ın hak iddiaları karşısında Amavutlara verdiği desteği de en sonunda geri çekmiş ve Dul­ cigno limanını da bırakmıştır. Başka noktalarda ise daha kararlı bir tutum sergiler: Yunanistan toprak taleplerini desteklemek üzere ordusuna se­ ferberlik emri verince, sultan da savaşa hazırlanır. 14 Kararlarına, Balkan­ lar'da elde kalan topraklan iyi kötü korumak, onlara sağlam �skeri savun­ ma hatları, mümkünse "doğal" sınırlar temin etmek gibi stratejik kaygı­ lar yön verir.1 5

Vilayetlerde Asayişi Yeniden Sağlamak Bu pazarhklara koşut olarak, sultan savaştan ve imzalanan barıştan kaynaklanan kaygı verici diğer sorunlarla da uğraşmak zorundadır. Yüz binlerce adamın silah altına alınması, birliklerin iki operasyon bölgesin­ de -Balkanlar ve Doğu Anadolu- toplanması, savaşın getirdiği insani, maddi ve mali bedel, tüm bunlar imparatorluğu yıpratmış ve zayıf dü­ şürmüştür. Vilayetler erkeklerini kısmen yitirmiş ve silahlı kuvvetler ta­ rafından da boşaltılmışlardır; asayişi sürdürebilmek için redif [yedek] kuvvetlerine başvurmak gerekmiş, ama bu durum sükG.neti sağlamaktan çok yeni kargaşalar çıkmasına neden olmuştur. 16 Erkeklerin silah altına alınması, sürekli para çekilmesi vilayetlerin çoğunu kansız bırakmıştır. İmparatorluğun hemen her yerinde emniyet yokluğu artmış, eşkıyalık hız kazanmış, rüşvet ve yozlaşma yayılmıştır. Karma bir nüfusu olan vi­ layetierde Müslümanlar ile -askere sadece onlar alınıyordu- gayrımüs­ limler arasındaki ilişkiler gerginleşir; cepheye gidişler, rediflerin silah al­ tına alınması, kifırler karşısında alınan bozgunların haberleri durmadan kapışmalara ve kavgalaraneden olmaktadır. Bazı bölgelerde, örneğin 1879-1 880 yıllannda Doğu Anadolu'da, özellikle de Van, Diyarbakır ve Erzurum vilayetlerinde kıtlık, hatta açlık yaşanır; nüfusu iki yüz bine 14 Yasamee, Ottamon Diplomocy. AbdiJ/homid !! ond the Grtol Pawer:s, s. 77-78. l S Yasamee, "Abdülhamid l l and the Ottoman Defence Problem." 1 6 David Kushner, "lntercommunal Strife in Palesiine during the Late Ottoman Period", Asion and Africon Studies, 18, 1984, s. 187-204.

BERLİN'i UNUTMAK

125

yaklaşan Erzurum'da yaklaşık on bin kişi açlıktan ölür. 1878 sonunda Zeytun'daki Ermeniler ve 1877-1879 döneminde Havran'daki Dürzi­ ler arasında görüldüğü gibi, yerel isyanlar patlak verir. İmparatorluğun çökmek üzere olduğu ve bölüşüleceği düşüncesi hemen heryere yayılır ve birçok insan geleceğe kaygılı gözlerle bakmaya başlar. Dolayısıyla sultan açısından en acil iş, kamu düzenini bir an önce ye­ niden kurmak ve bunu elindeki çok sınırlı olanaklarla becermektir. Sa­ vaştan kaynaklanan kargaşaların hızla daha eski özerklik istekleriyle bu­ luştuğu uç bölgelerde vaziyet iyice hassastır. Örneğin Arnavutluk'ta Ayas­ tefanos Antiaşması'nda Karadağ ve Büyük Bulgaristan'a verilmesi öngö­ ıülen toprak tavizleri büyük bir heyecana ve infiale yol açmıştı. Haziran 1878'de Arnavutaydınları ve ileri gelenleri, Abdülhamid'in de teşvikiy­ le, Berlin' de yürürlüğe konabilecek toprak gasplarına karşı çıkmak üze­ re Prizren Birliğiadıyla bilinen bir Arnavutcemiyeri kurarlar. Antlaşma­ nın Yunanistan lehine öngördüğü sınır düzeltmelerinden memnun ol­ mayan Güney Arnavutları harekete milliyetçi bir itki verirler. Birlik, ar­ tık tüm ülkeyi seferber etmektedir. Ama Abdülhamid ateşle oynadığını anlamakta gecikmez; Birliğin özerklik eğilimleri beslediğinden, Avus­ turya, İtalya, hatta İngiltere tarafından el altından desteklendiğİnden kuşkulanıt -Arnavut delegeler Avrupa hükümetleri nezdinde özerklik­ lerinin tanınması taleplerini dile getirmeye başlamışlardır. O zaman sul­ tan bu cemiyetten desteğini çeker ve 1881 'de Birliği dağıtıp, Arnavut­ luk'ta asayişi yeniden temin etmek üzere bir ordu gönderir. Kürdistan'da da karışıklıklaryaşanmaktadır. Ordu sınırcia olduğundan Kürt aşiretleri Ermeni köylerine karşı istedikleri gibi çapul ve eşioyalık ha­ reketlerine girişebilmiş, Dersim, Siirt, Muş, Hakldri'de yerel isyanlar pat­ lak vermiştir. 17 1880'de Halliri bölgesinde Ubeydullah ayaklanması baş­ lar; Ubeydullah hem aşiretşefi hem ağa hem de güçlü Nakşibendiyye ta­ rikatının şeyhidir.1 8 Kürdistan'daki emniyet yokluğundan ve Kürtlerin zararına kurulabilecek bir Ermeni devleti tehdidini bölgenin üstüne yer­ leştiren Berlin Antiaşması'nın yarattığı kaygılardan istifade eden şeyh, Kürdistan'da bir birlik kurar. Bağımsız bir Ermeni devleti kurulmasına karşı çıkmak için gerekirse kadınları bile silahlandırmaktan çekinmeye­ ceğini açıklar.19 Şeyh ne ölçüde Osmanlıların güdümündedir? Biryandan Mir'M,i Hakikat, s . 358-359. ı 8 Ol son, Emcrgence ofKr.ırdish Nationalism, s. ı-7; Martin Van Bruirıessen, Aga, Sheikh and State. The Social and Politiwl Stmr;tr.ıres ofKurdistan, Londra, Zed Press, 1992. ı s W. Jwaidefı, The Kr.ırdish Notiona/ist Movement; !ts Origin and Development, doktora, Syracuse Üniversitesi, ı 960, aln. yap. Hami! Bozarslan, Lo Question kr.ırde, Paris, ı 997, s. 272. 17

126

ABDÜLHAMİD

Mekke Şerifi ve Mısır Hıdivi, diğer yandan da İngiliz konsöloslanyla iliş­ kiler kuran şeybin birçok tarakta bezi olduğu anlaşılmaktadır. Ubeydullah, Kürtleri kendi kaderlerini belirlemeye sevk etmek ve "bu­ gün Bulgarların yararlandığına benzeyen bir özerklikten yararlanmak" için, koşullan kullanmaya bakar.20 Bu gelişmeler karşısında endişeye ka­ pılan Abdülhamid, onu İran'a doğru yönlendirmeye çalışır ve Ekim ı 880' de bu ülkeye karşı geniş bir saldınya geçmeye iter; Ubeydullah da, belki Kürtleri birleştirmeyi başarınm, umuduyla bu savaşa girer. Şeybin birlikleri Tebriz'e yaklaşır, ama sonra geri çekilmek zorunda kalır ve Os­ ınanlılar da ona karşı döner. İran kuvvetleriyle Osmanlı ordusu arasm­ da kıskaca alman şeyh yenilir, tutuklanır ve Temmuz. 1 8 8 1 'de İstanbul'a getirilir. Abdülhamid, gelecekte işine yarayabileceği düşüncesiyle, ona iyi davranır. ı 87 5 -ı 878 krizinin ertesinde Arap vilayetlerindeki durum da sulta­ nı kaygılandırmaktadır. 1878 bozgunu ve merkezi iktidarın zayıflama­ sıyla karşı karşıya kalan Arap ileri gelenleri kendilerini gelecekleri üze­ rine sorgulamaktadır. imparatorluk çöker de paylaşılırsa ne olacaktır? Arap vilayetlerinin başına ne gelecektir? Hicaz'da Mekke Şerifi Hüseyin İngilizlerden destek aramaya başlar.21 1 880 ilkbaharında Suriye'de "du­ var afişleri davası" patlak verir; Beyrut ve Şam'da sokaklara yapıştınlan afişler Araplan uyanmaya, Türklerin boyunduruğundan kurtulmaya ve Suriye birliğini sağlamaya çağırır.

Abdülhamid ve Ingiltere: Kuşku •

Arap vilayetlerindeki bu çalkantı, bunu İngiltere'nin kışkırttığından veya en azından el altından desteklediğinden kuşkulanan Abdülhamid'i iyice kaygılandırmaktadır. Son savaştan beri sultan, İngilizlerin her yer­ de imparatorluğa ve rejime karşı fesatpeşinde olduklarına inanma eğili­ mindedir. Aslında Abdülhamid daha tahta çıkmadan önce İngiltere'nin gönlü­ nü hoş tutmaya ve imparatorluğun toprak bütünlüğünü sağlayabilece­ ğini düşündüğü tek büyük gücün desteğini almaya çalışmıştır. Rusya'ya 20 Arch. Min, de la Guerre, 7N, 16'.!6, aln. yap. Hasan Gökçe, Le Chemin defer de Bagdad (1893- J 903), master tezi, Poitiers Üniversitesi, 1989·1990, s. 126. 21 Buzpinar, "The Hijaz, Abdulhamid ll and Amir Hussein's Seeret Dealings with the British, 18771880."

BERLiN'i UNUTMAK

127

karşı girilen savaşta Abdülhamid İngiltere'nin yardım edeceği, çatışma­ ya doğrudan karışmasa bile, en azından diplomatik, maddi veya mali des­ tek vereceği umudunu hep korumuştur. Bu beklentiler boşa çıkmıştır. Ayastefanos'tan sonra antlaşmanın gözden geçirilmesi için Londra'nın harcadığı çabalan görünce Abdülhamid İngiltere'nin Osmanlı devleti le­ hine çalıştığını düşünmeye devam etmiştir. Kendisi de İngiliz sefiri La­ yard'la ayrıcalıklı özel ilişkiler kurmuş, onu neredeyse sırdaşı haline ge­ tirmiştir -hatta biryabancı sefire pekbahşedilmeyen bir şerefle, onu eşiy­ le birlikte sofrasında ağırlamıştır. Sonra 1878'in Mayıs ayının sonundan itibaren hayallerin suya düş­ mesi devri açılmıştır. İngiltere'nin tam manasıyla bir ültimatom verip, sonra da Kıbrıs'a el koyması, İngiliz diplomasisinin Berlin'de ortaya çı­ kan ikili oyunu sultanın gözünü açar. Berlin Andaşması'ndan sonra ge­ ride yakıcı bir sorun kalmıştır: Doğu Anadolu'da yapılacak reformlar. Kıbrıs Sözleşmesi'nin maddelerine göre, Osmanlı İmparatorluğu doğu vilayetlerindeki "Hıristiyan ve öteki tebaasının korunmasına ve iyi ida­ re edilmesine" ilişkin "gerekli reformların yapılacağını" taahhüt etmek­ te ve bu reformların "daha sonra iki Büyük Güç tarafından karara bağla­ nacağı" söylenmektedir.22 Savaştan sonra Doğu Anadolu ne olacaktır? Özerk bir Ermeni topra­ ğı mı? Bir İngiliz protektorası mı? Kıbrıs Sözleşmesi kamuoyuna açıkla­ nınca, İngiltere'de coşkuyla karşılanır; basın birçok tasarıyı gündeme ge­ tirir, özellikle de İngilizlerin FıratVadisi'nde Hindistan İmparatorluğu'na yeni biryol açacak birdemiryolu inşa etmeleri görkemli bir proje düşün­ cesi olarak ortaya atılır. Türkiye'nin Asya vilayetleri üzerinde bir İngiliz "protektorası" fikri birçokkez ifade edilir. 1 879'da Londra'da çok kışkır­ tıcı bir başlığı olan bir kitap yayınlanır: Our New Protectorate: Turkey in Asia.23 Osmanlı hükümetinin ve Sultan Abdülhamid'in çok ciddi endi­ şelere kapılması için yeterli nedenlerdir bunlar. Salisburyve Layard, sözleşmenin reformlar hakkındakimaddesini uy­ gulatrnaya kararlıdır. Tasarladıklan bir protektora değilse de, reform işin­ de İngiltere'nin sultana tavsiye ve omuz vermesi gerektiği düşüncesin­ dedirler. 20 Ağustos 1878'de Layard, Sadrazam Safvet Paşa'ya İngiliz beklentilerini içeren şifahi bir nota verir: Avrupalı subaylar tarafından eğitilmiş ve yönetilen etkili bir jandarma kuvvetinin kurulması; temyiz 22 23

Noradounghian, age, lll, s. 522-523. Kitabın yaıarı ). C McCoan'dur: Lee, Creoı Britain and tlıe Cyprus Convention Policy of 1878, s. 131 ve

142.

r28

ABDÜLHAMİD

mahkemelerine Avrupalı bir yargıcın atanması; vergi sisteminde refor­ ma gidilip Avrupah tahsildarların görevlendirilmesi; son talep de iktida­ rın keyfi müdahalelerinden kurtulmak için, valilerin beş yıllığına atan­ masıdır. Abdülhamid bu notaya iki ay sonra cevapverdirir; Osmanlı hüküme­ ti Avrupalıların jandarma ve adliyeye yapacakları yardımlan kabul, ama karar merciilerinde bulunmalarını reddeder; valilerin beş yıllığına ata­ nıp bu sürenin kısalolamaması da söz konusu değildir, çünkü sultan ken­ di ayrıcalıklarını olduklan gibi korumak istemektedir. Vergi reformunun ise önce bir veya iki pilot bölgede başlatılması, sonra imparatorluğa ya­ yılması arzusundadır. Bir diğer sorun da bu reformların finansınanına yöneliktir. Bibıili Ağustos ayında Disraeli hükümeti nezdinde bir istik­ raz olasılığını gündeme getirir. Ama Osmanlı devleti İngiliz sermayesi gözünde tüm kredisini yitirmiştir ve İngiliz Parlamentosu da tereddüt­ lüdür. Ocak 1879'da Londra piyasasında hiçbiristikraz operasyonu baş­ latılamayacağı açıkça ortaya çıkar. Kıbrıs Sözleşmesi'nce Anadolu'da ya­ pılması öngörülen reformları İngiltere finanse etmeyecektir. Buna karşılık İngiliz hükümeti reformların sahada uygulanışını de­ nedemek amacıyla askeri' konsoloslar göndermeye karar verir. Bunların bir görevi de, İngilizlerin henüz yeterince tanımadıkları bir bölgede bil­ gi toplamak ve Rusya'nın oraya yeniden kuvvet göndermesi durumun­ da bölgenin savunmasım hazırlamaktJr. Sonbahar 1 878'de bu konsolos­ lardan ilki Erzurum'a varır. Ertesi yıl yedi askeri' konsolos daha Doğu Anadolu'ya yerleşecektir; hepsi de arazi insanı olan bu konsoloslar Do­ ğu'ya da alışıktJr. Ama görevleri güçtür: Osmanlı hükümeti onlara özel yetkiler tanımayı reddeder. Bulunduklan yerlerde, misyonerler ve Erme­ nilerle ortak bir davaya inandıklan kuşkusu yayılır. Varlıkları Ruslan ve Fransızlan da kaygılahdmr; Ruslar "Anadolu'da İngiliz eğitimciler, kon­ soloslar ve ajanlardan oluşan bu minyatür ordu"ya hiç de iyi gözle bak­ mazlar.24 Fransızlara gelince, İngilizler tarafından Kıbrıs'a el konmasın­ dan sonra önemli Fransız çıkarlannın bulunduğu Suriye'ye yakın bir böl­ gedeki bu yeni İngiliz yayılmasmdan kaygı duymaktadırlar. Başka iki olay Abdülhamid'in İngiltere'ye karşı kuşkularım keskin­ leştirir. Temmuz 1 879'da Fransızlardan da destekalan İngilizler sultanı, Mısır Hıdivi İsmail Paşa'yı azledip, yerine Tevfik Paşa'yı geçirmeye zor­ lar. Öteki olay Suriye'yeilişkindir. Abdülhamid, Avrupa'da sürgünde bu­ lunan Midhat Paşa'yı İngilizlerin baskısıyla geri çağırır ve Şam valiliğine 24

Sumner, Russia andthe Balkans, 1870.1880, s. 572,

BERLİN'İ UNUTMAK

129

atar. Eylül 1 8 79'da Şam'a giden İngiliz sefiri Layard'ın Midhat Paşa ile yaptığı görüşmeler ise Abdülhamid'i çok endişelendirir. Yoksa bir Arap devleti kurmak konusunda Midhat ile İngilizler gizli suç ortaklığı mı yap­ maktadır?2 5 Birkaç ay sonra, Nisan 1 880'de, İngilizlerin muhafazakar kabinesi devrilirve Disraeli koltuğunu büyükrakibi Gladstone'a bırakmakzorun­ da kalır. İngiliz liberal partisinin önderi açık birTürk düşmanıdır; Bulga­ ristan'daki katliamlardan sonra İngiliz kamuoyunu Türklerin aleyhine o döndürmüş, Türk'ü "insanlığın insan olmayan örneği" diye o tanımla­ mıştır. Sultanla yeni İngiliz başbakanı arasında derin bir antipatİ vardır. Abdülhamid düşmanına karşı "bir tür dehşet" duymakta ve ondan "ih­ tiyar ve geveze" diye söz etmektedir.26 Gladstone da nezakette ondan ge­ ri kalmaz: "Sultanın aklı, kurnazlık ve aldatmacadan oluşan dipsiz bir kuyudur."27 Aslında liberallerin iktidara gelişi fazla bir şey değiştirmez. Foreign Office, Doğu Anadolu'daki reform politikasını savunmaya de­ vam eder, ama İngiltere'nin yalnız kalmamasını sağlamak için, Berlin Andaşması'na imza koymuş diğer devletleri de işe katmaya uğraşır. B5.­ bı5.li'ye verilen bir dizi toplu nota bu politikanın bir sonucudur. İrlanda sorunu, Güney Afrika'daki kanşıklıklar, Afganistan sorunu gibi konu­ lardan başını kaldıramayan Gladstone'un Osmanlı İmparatorluğu'na il­ gisi azalır. ı 881 sonundan itibaren reformlar sorunu çıkınaza girer ve Şu­ bat 1 882'de İngiliz askeri konsolaslan geri çağnlır. Osmanlı İmparatorluğu'nun diplomatikvaziyeti birkaç yıl içinde de­ rin bir değişim geçirmiştir. İmparatorluğun toprak bütünlüğünün en ön­ de gelen savunucusu olarak kabul edilen Büyük Britanya artık, bir Os­ manlı siyasetçisinin deyimiyle, Abdülhamid'in "karabasanı"na dönüş­ müştür.28 Büyük Britanya ile Osmanlı devleti arasındaki ilişkilerin bu dönüm noktası, Layard ile Abdülhamid arasındaki kişisel ilişkilerin so­ ğuklaşmasından da hissedilir. İngiliz sefirler, Tanzimat döneminde Bo­ ğaziçi kıyılannda canı istediğinde yağmur yağdırıp canı istediğinde gü­ neş açtıran "büyük elçi" Stratford Canning'den beri sahip olduklan ne­ redeyse imtiyazlı konumu bir daha bulamayacaklardır. Abdülhamid bu değişimierin çapını çok geçmeden kavrar. 1880 so­ nunda veya ı 881 başında kalemealınmış ve vekillerine seslenen bir muhıs Y. T. Kurat, "Midhat Paşa ve Henry Layard", Ulus/�rıırası Mid!ı�ı Paoa Semineri içi nde, s. 213-219.

Ptnıüs tl soıwenin, s. 100 [Siyasi H�tıraıım, s. 95]. 17 Anderson, The Easıern Qutstion, s, 224, 13 Tlıe Mtmoin ofismail Ktma! Sty, s. 256. 2(,

130

ABDÜLHAMİD

tırada, Osmanlı İmparatorluğu'nun Hıristiyan devletler, özellikle de İn­ giltere tarafından kurulmuş gerçek bir komploya kurban gittiğini açık­ lar. İngilizleri bir türihanetle suçlar; Osmanlılan hiç durmadan Rus has­ kılanna karşı direnmeye teşvik etmişler; Osmanlılara, Ruslar blöf yapı­ yor, zaten bir çatışma çıkarsa Rus ordusu savaşa hazır değil ve Osmanlı devleti Majesteleri'nin Hükümeti'nin maddi ve mali desteğine güvene­ .bilir, demişlerdir. Ama savaş çıkınca bu sözlerden hiçbiri tutulmamış; Büyük Britanya donanmasını kendi çıkarlan için, sözde kendi vatandaş­ larını korumak bahanesiyle ve Osmanlı hükümetinin arzusu hilafına, payİtahtın Çarlık ordulan tarafından işgal edilmesi tehlikesine de yol aça­ rak, Marmara sulanna demir atmaya göndermekle yetinmiştir. Birkaç ay soma bulanıkvaatlerle -Osmanlı İmparatorluğu'nu Berlin'de savunmak­ Kıbrıs'ı koparmış, ama bu vaatler de yerine getirilmemiştir. Diğer dev­ letlerle olan vaziyet de daha iyi değildir. Avusturya-Macaristan gözünü Selanik'e dikmiştir ve Fransa da Yunanistan'ın hak iddialarını destekle­ mektedir.29 Osmanlı'nın başına gelen felaketierin baş sorumlusu olan Rusya da, Çar Il. Aleksandr'ın Mart 1881 'de devrimciler tarafından öl­ düıülmesiyle bir belirsizlik dönemine girer. Geride kalan tek umut, Bis­ marck'ın Almanya'sıdır; Abdülhamid "Demir Şansölye" nezdindeki ilk girişimleri Mayıs 1880'de yapar, ama o sırada bir sonuç alamaz. Berlin Kongresi'nden üç yıl sonra OsrÜanlı İmparatorluğu h5:15: tecrit olmuş hal­ dedir. Sultanın, Düvel-i Muazzama arasında karmaşık bir terazi, denge ve tarafsızlık oyununa soyunması gerekecektir.

AbdUihamid Duruma El Koyuyor Savaşın felaketlerle dolu seyri hakkında bazı mebuslann dile getirdik­ leri ve giderek sertleşen eleştiriler karşısında, Abdülhamid Şubat 1 878'de Meclis-i Mebusan'ı tatil etmişti. Ama bu durum meşruti rejimin sona er­ mesi veya Kanun-ı Esasi'nin yürürlükten kaldırılması anlamına gelmi­ yordu; Sultan, hatta yeni seçimlere bile gerek kalmadan, mebusları ye­ niden toplayabilirdi. Berlin Kongresi'nden sonra, Kanun-ı Esasi'de Mec­ lis'e tanınan yedeilere bazı kısıtlamalar getirerek, bunu gerçekten yapma29

Yasamcc, Dıramon Diplomocy, s. 82·83; Ahrh, Th� Problem ofExt�mal Premıre>. Power Sımggles and Budgetoıy Deflcits in Oıtoman Politics under Abdiilhomid 1/, s. 3 1 : Hocao�lu, Abdülhamit Han'111 Muhıorohm, s. 86·87; Çetin ve Yıld•z, Sullan ll. Abdülhamid Han, DeYiet ye Memleket GOrüılerim, s. ss. ı 00.

BERLiN'i UNUTMAK

131

tasarladığı anlaşılıyor. Hatta bu amaçla bir komisyon toplar, ama Ka­ nun-ı Esasi'de hiçbir değişiklik yapılmaz. Aslında Abdülhamid Meşru­ tiyet'e son vermek konusunda tereddütlüdür; ayan atamalarını sürdür­ mektedir -Nisan 1 878 ile Nisan 1880 arasında on bir atama- ve yasama dilinde, yürürlüğe girmesi için Meclis tarafından onaylanmalıdır, anla­ mına gelen alışılmış formül hala kullanılmaktadır. Birkaç yıl boyunca, sanki meclisierin onayına sunulacakmiş gibi, "geçici yasalar" çıkarılır. Sultan, Meclis-i Mebusan'ı yeniden toplama fikrinden, kesin olarak 1880 ilkbaharında vazgeçmiş olsa gerek; bu kararda 9 Haziran'a kadar sadaret makamında -başvek:il unvanıyla- kalan Said Paşa'nın tesiri ol­ muştur. Abdülhamid meşruti birrejiın kurulmasına, Rusya ile savaş teh­ didi kapıya dayanmışken Avrupa'yla olan ilişkileri dikkate alarak razı ol­ muştu; o sırada bir İngiliz desteğineumut bağlayabilirdi. Ama bu destek gelmemişti. Nisan 1 880'de İngiltere'de iktidara -her dururnda Osrnan­ lılara düşman- Gladstone'un gelmesi sultanın son çekincelerini de yok eder; artık İngiltere nezdindeki imajı hakkında kaygı rluyınasına gerek kalmamıştır. Bu koşullarda Meclis-i Mebusan'ı yeniden toplamaya gerek duymaz. Üstüne üstlük kendisine geniş imtiyazlar tanısa da her şeye karşın hü­ kürndann geleneksel otoritesinde bir sınırlamayı temsil eden bir siste­ me, Abdülhamid'in derinden düşman olduğu da bellidir. Parlamenter bir rejimin onun ne siyasi kültürüne ne de görüşüne uyduğu açıktır. Kanun­ ı Esasi'den sanki bir "musibet"miş, "dehşet verici" bir şeymiş gibi söz eder. Osmanlı İmparatorluğu kadar aynşık bir bütünde böyle bir siyasi sistemin "umumi bir karışıklığı davet" edip, "herkesi birbirine düşür­ mek" anlamına geleceği kanısındadır.30 1876'da Kanun-ı Esasi'ye razı görünmesi de tamamen taktik nedenlere dayanmaktadır. Her şeye kar­ şın Kanun-ı Esasi'yi tamamen kağıtüstünde de olsa koruma şıklığını gös­ terecek, bu metin, tıpkı Meclis-i Ayan üyelerinin listesi gibi, salnarnele­ rin başında düzenli olarak yer almaya devam edecektir. Aynı döneme doğru daha müstebit biridareye doğru kayıldığını gös­ teren başka belirtiler de ortaya çıkar.3 1 1820'lerdeki Yunan ayaklanma­ sından beri imparatorluk içinde ferdi dolaşım nizamnamelere bağlan­ mıştı: Bir vilayetten diğerine gidebilmek için bir mürur tezkeresi [geçiş belgesi] edinmek gerekiyordu -sonradan çıkanlan birçok nizarnname de yı

)0 J

1

Pensüs d sou�cni�. s. 88 ve 90 [Siyasi Hııtırııtrm, s . 87]. Si na Akşirı, "1. Meşrutiyet Üzerine Bazı DU şllnceler", Uluı:lıırııwsı Midhtıı Poşıı Semineri, Ankara, Türk

Tarih Kurumu, 1986. s. 25·-40.

132

ABDÜLHAMİD

bu kuralı onaylamışb. Bu önlernin uygulanması bir süre gevşedikten son­ ra, Haziran 1880 tarihli bir tamimle mürur tezkeresinin zorunlu oldu­ ğu bir kez daha ve kesin bir dille bildirilir -mürur tezkereleri hakkında bir süre sonra çıkarılacak yeni bir nizarnname de bu tavır değişildiğini doğrulayacakur.32 Aynca sansür de kaolaşır. MayJ.S 1 877'de gündeme ge­ len aşın baskıcı bir basın yasası tasansı Meclis'te şiddetle eleştiriimiş ve rafa kaldınlmışu. Bu alandaki yasalar değişmez. Ama basın üzerindeki sansür, savaş ve İstanbul'daki örfi idare bahane edilerek, daha ağır bir bi­ çimde uygulanır. Arok hersayJ.nın çıkmadan önce sansüreünün onayın­ dan geçmesi şarttJr, yoksa gazete bir süreliğine veya tamamen kapatıla­ bilir.33 İmparatorluğa giren yabancı gazetelere gelince, onlar da daha ka­ tı bir denetimden geçer ve Şubat 1881 'den itibaren ilk yasaklama karar­ lan çıkmaya başlar.34 Sultanın yetkilerinin güçlendirilmesi de rejimin istibdata doğru kay­ dığını göstermektedir. Sultan işe kendisinin tahta çıkmasına yardım et­ miş küçük -ve çokaynşık- grupta yer alan adamlan etkisiz hale getirerek veya safdışı ederek başlar.35 Savaş, Abdülhamid'in iktidara yükselişinin t�mel direklerinden birı. olan RedifPaşa gibi can sıkıcı hale gelebilecek subaylardan kurtulma fırsatı olur. Abdülhamid imparatorluğun hiçbir askerihazırlığı olmadan Rus [93] harbine girmesinden sorumlu tuttuğu RedifPaşa'yJ. arok "karanlık bir adam"36 olarak görmektedir ve onu Ro­ dos'a sürdürür. Yüksek rütbeli bir başka subay da sultanın açtığı kovuş­ turmanın kurbanları arasında yer alır. Aslında parlak bir komutan olan ve Abdülaziz'in hal edilişine kanldığı için Abdülhamid tarafından alaşa­ ğı edilmek istenen Süleyman Paşa, hürriyetçi tavırlanyla da tanınmak­ tadır. Balkanlar cephesinin çöküşüne yol açınakla suçlanır ve savaş sona erdikten sonra açılan büyük bir davada yargılanır, sonra da Bağdat'a sü­ rülür. Abdülaziz'in devrilmesinin sorumlularından olan ve -hem Abdüla­ ziz'e, hem de Murad'a karşı- iki hal ediliş fetvasını kaleme alan Şeyhü­ lislam Hasan HayruHalı Efendi de görevinde fazla kalmaz. Temmuz 1 877'de aziedilip zorunlu ikamete memur edildiği Arabistan'a gönde­ rilir. Ayrıca Abdülhamid tahta çıktığında sadrazam olan Mehmed RüşYoung, Corps d, droit ottoman, ll, 5. 273. 33 Age, s. 321. 34 Türker Acarağlu, "Sultan Abdülfıamit ll Döneminde Otş Yayın YJsaklamalan", Ulusal Kültur, ll fS, 32

Temmuz 1979. 5. 135·154.

Osman Nuri, Abdüllıamid·i Sani, ll, s. 427·4211. 36 Penstcs el souvtnirs, s. 50·51 [Siyosi Hot1mtrm, s. 6ll].

35

BERLiN'! UNUTMAK

T33

dü Paşa'dan da, onun yerille Aralık 1 876'da Midhat Paşa'yı atayarak kur­ tutmuştur; gerçi Mayıs 1 878'de, Ali Suavi'nin darbe girişiminin ardın­ dan onu yeniden sadaret makamına getirir. Ama veliabd şehzade Reşad hesabına çalıştığından kuşkulanılan Rüşdü Paşa bir haftadan fazla d aya­ namaz; o zaman İstanbul'dan uzaklaştırılır ve Manisa'daki topraklarına sığınır.37 Abdülhamid, tahta çıkmasını en çok borçlu olduğu ve saltanatının ilk aylannda iktidarını güçlendirmesineyardım eden, eniştesi Darnacl Mah­ mud Celaleddin Paşa'dan da kurtulacaktır. Plevne'nin yitirilmesinden sonra gözden düşen ve kendisini beceriksizlikle suçlayan mebuslann en gözde hedefi haline gelen Mahmud Celaleddin Paşa, 1879'da vali olarak -İstanbul'dan uzaklaştınlmak istenen siyasetçilerin alışıldık görev yer­ lerinden- Trablusgarp'a gönderilir; sonra 1 881 'de Midhat Paşa ile birlik­ te yargılanıp mahkUm edilmek üzere geri çağnlır.38 Abdülhamid'in öfkesi, henüz sultanadayıyken kendisiyle Midhat Pa­ şa'yı ilk kez buluşturan ve bu vesileyleveliabd şehzadenin verdiği liberal vaatlere tanık olan Yenikapı Mevlevihanesi'nin şeyhi Osman Selahaddin Dede'ye de yönelir. Dede, Abdülhamid tahtaçıktıktan sonra, saraydaMes­ nevi okuyuculuğuna getirilmiştir. Ama Abdülhamid çok yaşlı olduğu ba­ hanesiyle onu hızla saraydan uzaklaştınr ve 1 880'de de Meclis-i Meşa­ yih reisliğinden alır. Aynı zamanda saray haRyelerinin birçok kez jumal ettiği Yenikapı Mevlevihanesi'ni de sıkı gözetim altında tutar.39 Yani 1881 'e gelindiğinde, Abdülhamid'in tahta çıkmasına yardım etmiş olan­ Iann hepsinin yerinde yeller esmektedir. Artık sultanın çevresinde, bu­ lunduğu mevkiyi sadece onun lütfuna borçlu olanlar kalmıştır; tamamen Abdülhamid'e bağımlı bu küçük grup içinde eski mabeyn başk5.tibi Kü­ çük Said sivrilmektedir. Paşa olduktan sonra ilk kez Ekim 1879-Haziran 1880 arasında sadrazamlığa atanır; sadaretteki ikinci görev süresi Eylül 1880'den Mayıs 1882'ye kadar sürer. Saltanatın ilk yıllanndaki bir sad­ razam açısından hatırı sayılır bir "süre uzunluğu" söz konusudur. Çünkü Abdülhamid'in iktidarın kendi elinde olduğunu ifade etme is­ teğinin bir diğer işareti, sık sık sadrazam deği"ştirmesidir. Eylül 1 876'da tahta çıkışından 1881 yılının sonuna kadar on iki kez sadrazam değiştir)1 Uıunçar�ılr, Midhol � Riişdi! Po�lonn, s. 101-177. 1B Uıunçarşilı, Midhoı PaJQ � ToifMohkQm/on, s. 129-130. .l9 Ekrem l�ın, Di!ndtn BugUne istonbul Ansiklopedisi, "Yenikapı Mevlevihanesi" maddesi; Zarcone, s. 140; Bilgin Aydın, "Osmanlı Siyasi Tarihirıde Mevleviler ve Sultan ll. Abdalhamld ile lli�kilerlne Dair Belgeler", OsmDnlı içinde, GlJler Eren (ed.), Yeni Türkiye Yay., c. 2, 1999, 5. Jfo9 vd.

Mystiqun, philoıopheı eıfroncs-maçons en islam,

134

ABDÜLHAMiD

miş, bir sadrazarnın "ortalama ömrü" dörtayı geçmemiştir. 1 878'in Ocak ve Haziran aylan arası, art arda sıralanan altı sadrazarola -içlerinden iki­ si "başvekil" unvanını taşıyordu- Osmanlı İmparatorluğu'nun daha ön­ ce hiç tanık olmadığı en hızlı değişimi yaşar.40 sabıali'deki en kısa görev süresi rekoru, sekiz günde aziedilen Mehmed Rüşdü Paşa'ya aittir! Gö­ revde en uzun süre kalan ise, Said Paşa'dır -zaten Said Paşa da istibdadın adamıdır. Sadrazamların bu durmak bilmeyen valsi, Abdülhamid poli­ tikasınınyeni biryönünü yansıtır: Tanzimatdevrinde sadrazamlara, na­ zırlara ve Bibıili'ye kaptınlan iktidan kendisi ve Saray adına geri almak. Böylelikle şekillenen bir eğilim daha sonra durmadan güç kazanacaktır: gerçek iktidan B5bıali'den Saray'a taşımak. Sultanın tahta çıktığının ertesi günü şu açıklamayı yaptığı belirtilir: "Bugün benim izleyeceğim siyaset, vekillerin sözünü dinlemektir. Ge­ rekli olanı öğrendiğimde, siyasetimi değiştirecek ve vekiliere kendi sö­ zümü dinleteceğim."41 Bu vaktin artık geldiği anlaşılıyor: 1881 'de sul­ tanın çıraklık dönemi sona etmişti.

Midhat Paşa'nın Ortadan Kaldırılması Sultan'ı tahta çıkaraniann en ön safında Midhat Paşa bulunuyordu. Onun başlangıçtaki desteği olmasa, Abdülhamid "iktidarı ele geçirmeyi" muhtemelen başaramazdı. Midhat'ın oynadığı bu belirleyici rol bir anlam­ da onu sultanın gözünde en tehlikeli insan haline getirmişti. Alıdülaziz ve Murad'ı art arda hal etmiş Midhat, aynı yolda devam niyetinde olamaz mıydı? Diğeryandan vali olarak -önce Tuna, sonra da Bağdatvilayetlerin­ de- kendisini kanıtıarnıştı ve kesinlikle en yetenekli siyasetçilerden biriy­ di; Kanun-ı Esasi'nin "babası" olarak kabul edildiği için kamuoyu nez­ dinde, liberaller, hatta softalar arasında büyük bir popülariteye sahipti. Milletler de ona büyük hürmet hesliyariardı -1876'da sadrazamlığa ata­ nınca ilkyaptığı iş İstanbul'un iki patriğini de ziyaret etmek olmuştu. Ona "mutlak bir güveni olan" sefir Elliot'la çok sağlam ilişkiler kurduğu için, İngilizlerin de desteğine sahipti.42 Dolayısıyla Abdülhamid için önemli bir hasım olmaya devam eden nüfuzlu bir adamdı Midhat Paşa. 40 Davison, "The Ottoman Empire and the Congress of Berlin." 41 Davison, Reform in ılıe Ollaman Empire, s. 355. 42 Davison, "Midhat Paşa and Ottoman Foreign Relations", Osmon/1 Arıı�1rmolon, V, 1986. s. ı 5ı-ı 73,

ı55.

BERLiN'i UNUTMAK

I35

Onu sadrazamlığa atayıp Tersane Konferansı sırasında Büyük Güç· ler'e karşı direnişi sürdürmesine izin veren Abdülhamid böylelikle baş· larda ondan istifade etmişti. Sonra ilk fırsatta Avrupa'ya sürgüne gön· derdiği bu tehlikeli rakipten kurtulrnuştu. Aynı dönemde liberaller de darbeyi yemişti: Meşhur yazar ve romancı Namık Kemal tutuklanıp beş ay hapis yatmış, sonra da Midilli Adası'na sürülmüştü. "Yeni Osmanlı· lar"ın bir diğer eski üyesi, Ziya Paşa da aynı şekilde İstanbul'dan uzak­ laştınlmış ve mutasarnf olarak çeşitli taşra vilayetlerini dolaşmıştı. Midhat ise sürgün dönemini Avrupa'da seyahat ederek geçirmişti: Na­ poli, Roma, Marsilya, Paris, Londra, Viyana. Zor maddi koşullar içinde yaşadığı için daha çok Londra'da kalmış ve İngiliz siyaset sınıfıyla olan iyi ilişkilerini İngiltere'yi Osmanlılar lehinde bir müdahaleye teşvik et· rnek yönünde kullanmaya çalışmıştı. Ayrıca gazetelere yazdığı makale· ler ve verdiği röportajlarla "kendi" anayasası olarak kabul ettiği Kanun· ı Esasi'yi savunmuştu.43 Bununla birlikte Avrupa'ya bıralalmış bir serseri mayın gibi dolaşıp, büyük başkentlerde Osmanlı hürriyetçiliğinin propagandasını yapan Midhat, imparatorluk dışında içeridekinden daha tehlikeli olabilirdi. İn· gilizlerin, özellikle de Layard'ın baskısıyla, Abdülharnid sonunda Mid· hat'ın geri dönmesine razı oldu. Ama ona hükümette bir görev vermek, hatta İstanbul'a getirtmek söz konusu değildi. Abdülhamid onun popü· laritesinden çekinmekte ve payitahtta sayılan çok olan Midhat taraftar· larının gösteri yapacaklanndan korkmaktaydı. Dolayısıyla Midhat, Ka· sım 1 878'de Suriye vilayetinin başına vali olarak atanır. Bu vilayette savaştan sonraki durum çok kötüdür. Kasa boştur, birçok erkek cepheden geri dönmerniştir, sosyal çelişkiler derinleşmiştir. Mid· hat Paşa her şeye karşın alışıldık enerjisiyle çalışmaya koyulur: İdareyi yeniden düzenler, maliyeyi düzene koyar, Humus·Trablusşam yolunun yapımını ve telgraf ağının genişlerilmesini de kapsayan büyük bir imar işleri programı başlatır, okullar açar.44 Ama yeni vali lasa sürede Abdül­ hamid'le çatışmaya başlar. Daha önceki valilik görevlerinde, önce Tuna sonra da Bağdat vilayederinde, Midhatgeniş yetkilerle donatılmıştı; bir tür "genel vali" (proconsuQ olmuş ve hem mülki hem de askeri idarenin örnegin karş. şu broşür: Midhat Paşa, La Turquie, son pa5S�, son a�enir, Paris, 1878, Ingilizce olarak da basılmıştır (Londra, 1878). 44 Midhat Paşa Suriye'de: Najib E. Saliba, "The Achievements of Midhat Pashaas Governor of the Province ofSyria, 1878-1880", lntemııtionıı/joumol afMiddle fııst Studies, 9, 1978, s. 307-323; Shimon Shamir, "Midhat Pasha and the Anti-Turkish Agitation in Syria", Midd/e Eostern Studies, X/2, 1974, s. 1 1 5-143. 43

136

AnDÜLHAMID

başı olarak çok etkin ve sonuç aha birbiçimde davranabilmişti. Ama 187 I tarihli vilayetler yasasıyla bu genel vali yetkileri sınırlanmıştı. Midhat, Şam'daki reformlarını bir sonuca ulaşurabilmek için, eskiden yaptığı gi­ bi yetkilerinin genişlerilmesini talep eder. Bu yetki genişlemesini, dur­ madan ayak sürüyen bir sultandan koparabilmek için Suriye'de Osman­ lı karşıtı belli bir çalkantının yayılmasına çanak tutar mı acaba? Midhat Paşa yoksa yeni bir Mehmed Ali midir? İngiliz sefiri Henry Layard'ın I 879'daki Suriye seyahati ve Midhat Paşa ile yaptığı görüşmeler Abdül­ hamid'in bu kaygılarını iyice körükler:15 Ağustos I880'de Abdülhamid onun görevyerini Aydın vilayetine [m-erkezi İzmir] kaydırmaya karar ve­ rir. Bu değişiklik onu İstanbul'a yaklaştırmanın ve daha rahat göz hap­ sinde tutmanın bir yoludur. Midhat Paşa yeni görevinde birkaç aydan fazla kalmaz.46 I 88I yılının başında paşanın İzmir'de sultana karşı bir suikasthazırlığı içinde olduğu dedikodulan dolaşmaya başlar. Belki de Abdülhamid, kısa süre önce bir teröristkomploya kurban giden Rus Çan Il. Aleksandr'la aynı kaderi pay­ laşmaktan korkmaktadır. Yine bu dönemde sultandan destek alan Mid­ hat muhalifleri, eski sadra�am aleyhine bir kampanya başlatırlar. Başlan­ gıçta Abdülaziz'in ölüm koşullanyla ilgili bulanık bir söylenti dolaşır; es­ ki sultanın, resmt açıklamada belirtildiği gibi intihar etmediği, tahttan indirilmesinin sorumlulan hesabına iş gören fedailer tarafından katle­ dildiği ileri sürülür. Bu sorumluların ilk sırasında da Midhat Paşa yer al­ maktadır. Midhat'ın hasımları ve Abdülhamid bu dedikoduyu -çıkaran onlar değilse- kullanacaklardır. Önce sabık sadrazarnın İzmir'de tutuklanma­ sı kararlaştırılır. 1 7 Mayıs'ı I B'e bağlayan gece vali konağını asker kuşa­ tır, ama zamanında uyarılan Midhat Paşa Fransa Konsolosluğu'na sığm­ mayı başarır. Ona o anda, kendiliğinden sığınma hakkı tanıyan konsolo­ sun bu davranışı kendi üstleri tarafından anında yadsınır. Fransızlar Tu­ nus'a el koymak üzere büyük manevralara hazırlanmaktadırlar; şu anda çıkacak bir hadise Osmanlı-Fransız ilişkilerini bozmamalıdır! Bu neden­ le diplomatik sığınma isteği geri çevrilen Midhat'ın halka açık bir mah­ kemede yargılanacağı güvencesini aldıktan sonra Osmanlı yetkili ma­ kamlarına teslim olmaktan başka bir çaresi kalmaz. Gemiyle İstanbul'a getirildikten sonra bir ay boyunca göz altında tutulup sorgulanır ve 27 45 Yulug- Teki rı Ku rat, "Midhat Paşa ve Henry Layard", Midhot Paıo Semineri içinde, s. 213-219.

46 Midhat Paşa lzmir'de: Zeki Ankan, "Midhat Paşa'nın Aydın Valilig-i (Ag-ustos 1 880-Mayıs 1881)", U/1.1slarorası Midhat Pa� Stmintri içinde, s.

127·164.

BERLiN'i UNUTMAK

137

Haziran'da Abdülaziz'i öldürdükleri ileri sürülen sanıkiara karşı büyük dava açılır.47 Osmanlı tarihinde ilk kez eski bir sadrazam yargılanır. Onun yanın­ da on kadar önemli şahsiyet sanıksıralarında oturmaktadır: Sultanın iki eniştesi -biri, Mahmud Celaleddin Paşa-, subaylar, eski mabeynciler, bir pehlivan ve iki hizmetkir. iddianameye [ithamname] göre cinayet, iki eniştenin talimatıyla hareketedeniki figüran tarafından işlenmiştir, Mid­ hat Paşa ve Sadrazam Mehmed Rüşdü Paşa da bu karardan haberdardır. Duruşma iki günde, sanıklar kendilerini gerçek anlamda savunma ola­ nağı bulamadan "sonuca bağlanır." Ayın 28'inde tüm sanıklar suçlu bu­ lunur ve ertesi gün mahkeme heyeti Midhat Paşa ile talihsiz kader arka­ daşlarının diğeryedisini idama mahkUm eder. Bütün davanın en başından itibaren Abdülhamid tarafından, Midhat Paşa'dan kesin bir biçimde kurtulmak amacıyla tezgahlandığı ortadadır. Sultan eski sacirazama karşı açılan suçlama kampanyasını teşvik etmiş­ tir. Midhat Paşa ve diğer sanıklar, duruşmanın başlamasını tutuklanıp kapatıldıkları Yıldız Sarayı içindeki Çadır Köşkü'nde beklerler. Bazı sa­ nıkların ifadesinin işkenceyle alındığının ileri sürüldüğü sorgulamalar bu köşkte yapılır. Mahkeme de Saray'ın yakınına, Yıldız'ın muhafız ala­ yı tarafından etrafı çevrilmiş büyük bir çadıra kurulur. Bu durum söz ko­ nusu sivil mahkemeye tam bir örfi idare mahkemesi görünümünü verir. Duruşmalann sürdüğü iki gün boyunca anlaşıldığı kadarıyla sultanın ça­ lışma odasıyla mahkeme çadırı arasında sürekli geliş-gidiş trafiği yaşa­ nır. Sultanın birçok yaveri de mahkemeyi izleyenler arasındadır. MalıkGrniyet kararlarından sonra, sultanın talimatıyla temyiz mah­ kemesi kararları onaylar. Abdülhamid daha sonra Safvet Paşa'nın baş­ kanlığında bir Heyet-i Fevkalade toplar. Çoğunluk hükümlerin infazın­ dan yana görüş belirtince, sultan da merhametini kanıtlama olanağı bu­ lur; idam cezalarını ömür boyu kalebentliğe çevirerek mahkemenin hem imparatorluk içinde, hem de dışanda uyandırmaktan geri kalmadığı eleş­ tirileri boşa çıkarmaya gayret eder. MahkUmlar 28 Temmuz'da İzzeddin vapuruna bindirilerek Cidde'ye doğru yola çıkarılır, oradan da Taif'e gö­ türülüp, kaleye hapsedilirler. "Adaletparodisi", "hileli duruşma", "adli skandal", "meşum kome­ di." Midhat Paşa'nın yargılanması ve mahkUm edilmesi tüm dünyada ayıplanırve Osmanlı İmparatorluğu'nda da hem yabana gözlemciler hem �7

Bil�l N. Şimş ir Frons1ı Belgelerine Gllre Midhııı Pıışıı 'mn Sonu, 1878·7884, Arıkara, 1970; Uzurıçarşıh, ,

Midhoı Poşıı � Yıldız Mohkemtsi.

r38

ABDÜLHAMİD

de kamuoyunun bir bölümü tarafından kınanır. Ama Osmanlıların hep­ si olaylan bu açıdan görmez: Yanın yüzyıl önce olsa, MidhatPaşa asla hal­ ka açık bir biçimde yargılanmaz; Il. Mahmud'un güçlü sadrazaını Pertev Paşa'nın başına geldiği gibi sadece idam edilir ve mallan müsadere edi­ lirdi, diye düşünürler -kendi devrinde "taçsız kral" diye bilinen Pertev Paşa 183 7'de boğdurulmuştu:ı.s Bununla birlikte Midhat Paşa açısından sadece bir erteleme söz konusudur. Taif'te çok ağır koşullarda hapsedi­ len eski sadrazam, muhtemelen Abciülhamid'in emriyle, 1 884'te öldü­ rülecektir.

iflasa Son Vermek 1875- 1 878 krizi sadece siyasi, diplomatik ve asker! değil, aynı za­ manda mali bir krizdi. Ekim 1875'tekiiflas felaketinin ardından, Osman­ lı İmparatorluğu maliyesi art arda gelen savaşların olağanüstü harcama­ lan, kaime ihracına başv\lrulması ve Hazine'ye önemli gelirler sağlayan zengin vilayetlerin -Tuna vilayeti gibi- kaybedilmesi sonucunda durma­ dan bozulmuştu. Yaşanan bu güçlüklerin bir göstergesi olarak, 18781879 için öngörülen bütçede gelirler 14.5 milyon lirayı, yani savaş ön­ cesi gelirlerin % 60'ınıgeçmez. Abdülhamid bu alanda çok büyük sorun­ larla karşı karşıyadır; yeni kaynaklan seferber etmesi, sabırsızianan Os­ manlı tahvili hamillerini yanştırması ve Rusların istediği 3 5 milyon li­ ralık muazzam savaş tazminatıyla başa çıkması gerekmektedir. İmpara­ torluğun toprak kayıplan açısından tam anlamıyla yıkılmasını engelle­ rneyi başaran Abdülhamid, Büyük Güçler'in doğrudan denetimiyle so­ nuçlanma tehlikesi taşıyan mali çöküşü de durdurabilecek midir? En acil sorun kaimedir. Ağustos 1876'daki ilk emisyandan beri, bu kağıtpara sürekli değeryitirmektedir. 1 877 yazında bir altın lira 180 ka­ ğıt kuruş eder - 1 0 0 yerine; Plevne düştükten sonra bu miktar 240'a çı­ kar. Bu değer yitimi ha tın sayılır sonuçlara yol açmaktadır; gümrük re­ simleri dışında, Hazine gelirleri de kaime olarak toplanmakta ve dolayı­ sıyla durmadan azalmakta, enflasyon yükselmekte, özellikle muhacir dal­ gasıyla kaplanıp iaşe sorunlarına gömülmüş payitahtta temel ihtiyaç üıün­ lerinin fiyatlan el yakmaktadır. Eylül ayında fınncılar kepenk indirir ve Yıldız Sarayı'nın önünde öfkeli kadınlar gösteri yapar. 1878 sonunda dev48

C.ırter Findley, "Factional Ri�alry in Ottoman Istanbul: The Fall of Pertev Paşa, 183 7",Joumol of Turkish Studies, 10, 1987, s. 127-13�; Selim Deringil Wdl Proıecıed Domoinı, s. 167-168. ,

BERLiN'i UNUTMAK

I39

let, ordu ve jandarmanınkiler de dahil olmak üzere, hiçbir maaşı ödeye­ mez hale gelir. Gerçek bir ayaklanma veya toplumsal patlama riski beli­ rir. Abdülhamid krizin bu boyutundan çok kaygılanmakta, enflasyonun ve onun peşini hiç bırakmayan ekmek fiyatındaki değişmelerin yarataca­ ğı toplumsal sonuçlardan endişelenmektedir.49 Devlet ve kendi saltana­ tı açısından bunun bir ölüm-kalım sorunu olduğunun bilincindedir. Önce kaime sorununu çözümlerneye önem verir. Kaimelerin hızla te­ davülden çekilmesini ister. Ekim ayında Islahat-ı Maliye Komisyonu, Hayreddin Paşa'nın başkanlığında toplanır; kaimeleri "tedavülden çekip yok etmek" için "etkili bir önlem aramak"la görevlendirilmiştir. Ama devlet hazinesinde madeni parayokken bu iş nasıl yapılacaktır? Bazı ver­ giler yükseltilir; toplanan kaimeler, halkın güvenini yeniden kazanıp, de­ ğer kaybını durdurmak amacıyla düzenlenen büyük törenlerle Beyazıt Meydanı'nda yakılır.50 Bu çabalar boşadır. Yabancı piyasalardan istikraz bulma gayretleri bir sonuç vermez. Sorunu bir an önce bitirmek isteyen Abdülhamid'in tek seçeneği kalmıştır: kaimeleri "reddederek" kangren olmuş bu uzvu kesip atmak. 1 879'un Marta)'l sonunda çıkartılan bir ira­ deyle vergilerin 4/S'inin madeni parayla ödenebileceği, geri kalan 1/S'in kaimeyle yapılabileceği, ama kaimelerin Hazine tarafından I liraya 400 kuruş oranıyla kabul edileceği bildirilir. Ertesi gün kaime tamamen çö­ ker ve bir liranın değeri 1000 kiiğıt kuruşun üzerine çıkar. Bu önlem elin­ de kaime bulunduran herkesi büyük zarara uğratırken, bu paralann te­ davülden çok hızlı bir biçimde çekilip soruna son noktanın konmasını da sağlar.51 Borç sorunu ise çokdaha ağırdır. Ekim 1875'tekiiflasın ardından 1876 yılının ortasında kupon ödemeleri askıya alınmış ve o zamandan beri bu sorun havada kalmıştı. Bu durum özellikle İngiltere'deki Türk düşman­ lığını az beslememişti. Berlin Kongresi'nde Osmanlı istikraz tahvilleri­ nin İngiliz ve Fransız hamillerinden oluşan bir heyet, borçlar sorununun da dikkate alınması için tam yetkili temsilcilere baskı yapmıştı. Antlaş­ ma protokolüne Büyük Güçler'in borç sorununu çözümlernek için "ilgi­ li hükümetlerin atayacağı uzmanlardan oluşacak bir mali komisyon" top­ .lamasını Biibıiili'ye tavsiye ettiklerini belirten bir açıklama eklenmişri. Kongre'deki Osmanlı temsilcisi KaratodoriPaşa bunaAvrupa hükümet49

Clay, Co/dfor the Sultans; Ali Aky1ld1z, Osman/1 Finans Sist�minde Dönüm Noktııs1, Ktığıt Pıırıı ve Sosyo­ Ekonomik Etkileri, Istanbul, Eren, s. 153. SO Eldem, A Histoıy ofthe Ottomon Bank, s. 139. 51 Clay, oge, s. 392·43 1; Aky1ld1z, o:ıge, s. 116-173.

140

ABDÜLHAMiD

lerinin haksız bir müdahalesinin söz konusu olduğunu belirterek ne ka­ daritiraz etse de boşuna olmuş ve sonunda B5.bı5.li'nin doğrudan tahvii­ Ierin hamilleriyle uyuşmayı taahhüt ettiğini açıklamıştı.52 Bu sorun hakkında Abdülhamid'in tavrı nedir? Selefierinin bıraktık­ lan borçlan ödemeye kararlıdır, çünkü savaşın ertesinde kafasında şekil­ lenen görkemli ıslahatşemasına girişebilmek için devletin itibarını mut­ laka yeniden tesis etmek zorundadır. Tasarladığı imar çalışmalan ve de­ miryolu yapıroları için yabancı sermayeye ihtiyacı vardır. Ama devletin itibarını yeniden yükseltıneye çalışırken bağımsızlığına zarar verebile­ cek bir çözümü de istemez. Bu nedenle imparatorluk üzerinde kaçınıl­ maz bir vesayet oluşturacak uluslararası bir mali komisyon kurulması­ na yönelik her türlü düşünceyi baştan reddeder. O, alacaklılarla doğru­ dan uzlaşmayı tercih etmektedir. Ayrıca borç geri ödemelerinin mali açı­ dan yapılandırılması içine gümrük gelirlerinin katılmasını da reddeder. Şimdilik bir oyalama siyaseti yürütmektedir. Avrupa sermaye piyasala­ nnın kapılan kapandığı için, geçmişteki gibi borcu ödemek için borç al­ ma olanağı bulunmayan Osmanlı devleti, Galata bankerieri ve Osmanlı Bankası'nın kabul ettiği avanslar sayesinde günü gününe yaşamaktadır. Ama Hazine'yi yeniden doldurmak için en kısa sürede toplu bir çözüm bulunması gerekmektedir. 53 Ekim 1 879'da sadrazamlığa atanan Said Paşa, Osmanlı maliyesinin yeniden düze çıkmasında belirleyici bir rol oynayacaktır. Kasım ayında Osmanlı Bankası ve Galata bankericriyle bir sözleşme imzalayarak, ilk önemli adımı atar; pul, balıkçılık, alkollü içki resimlerinin, ipek aşarlan­ nın, tütün ve tuz inhisarlaİının gelirlerinin tahsilatını on yıllık bir süre için onlara devredilir. Böylece öncelikli olarak dalgalı borcun konsolide edilmesini ve yabancı tahvil hamillerinin kuponlarının ödenıneye baş­ lamasını sağlayan bir dalaylı vergi idaresi [Rüsum-ı Sitte: Altı Dalaylı Vergi İdaresi] kurulur. Bu sistem Osmanlı devletinin alacaklılannın sa­ bırsızlığını yarıştırmaya yardım ettiği gibi, içeride kaynak temin eden ser­ maye sahiplerine, yani Osmanlı Bankası ile Galata bankerlerine teminat verir. Gerçi hükümet mali yönetiminin önemli bir kısmını yine devret­ miş, ama bunu Büyük Güçler'in diplomatik baskısıyla değil kendi gönül­ lü tercihiyle yapmıştır.54 52 Young, Corp> de droit ottoman, V, s. 56-57; Blaisdell, European Financial Control in ılıc Ouoman Empir�. s. 85. 53 Blaisdell, age, s. 87. 54 Clay, age.

BERLiN'i UNUTMAK

I4I

Bir yıl sonra yeni bir adım atılır. Rüsum-ı Sitte İdaresi rüştünü ispat etmeye başlayınca -bu işleyiş bir anlamda test gibiydi- Osmanlı hükü­ meti alacakhlanyla doğrudan uzlaşma aşamasına geçmeye karar verir. 3 Ekim 1880 tarihli bir genelgeyle tahvil hamillerinin temsilcilerini, bor­ cun nasıl ödeneceğini "Büyük Güçler'in hiçbir müdahalesi olmaksızın" görüşüp bir anlaşmaya varmak üzere, resmen İstanbul'a davet eder. Pazarlıklar Eylül 1881 'de başlar ve Aralık ayının sonuna kadar sürer. Tahvil hamillerinin temsilcileriyle hızla bir anlaşmaya vanlmasını iste­ yen Abdülhamid, Osmanlı temsilcilerini karşılanndakilerle bir uzlaşma zemini bulmaya teşvik eder. Pazarlıklan çok yakından izler ve Osmanlı tarafını temsil eden delegelerden Alman Wettendorfla [Maliye Nezare­ ri müsteşin] birlikte mesai yapar.55 İstanbul'da toplanan komisyon imparatorlukla 1858'den beri imza­ lanmış on istikrazı kapsamına alır. Bunlar emisyon fiyatlarına indirilir, yani Osmanlı borcu yan yarıya azaltılır; yine de bu borcun toplamı 1 1 7 milyon lirayı bulmaktadır. Hükümet bu borcun yıllık faizinin ödenme­ si için gelirlerinin bir bölümünü ayırınayı taahhüt eder: altı delaylı ver­ gi (rüsum-ı sitte), aynca Bulgaristan Prensliği'nin ödeyeceği vergi, Kıb­ rıs Adası gelirlerinin fazlası gibi bazı başka gelirler. Bu gelirler, borç ta­ mamen bitirilineeye kadar mutlak ve geri alınamaz bir biçimde tahsis edilmiştir. Tahsis edilen gelirleri yönetmek ve tahsil etmek üzere, Osmanlı Dü­ yun-ı Umumiye İdaresi kurulur. Merkezi İstanbul'da olan, Osmanlı is­ tikraz tahvillerinin hamillerini temsilen beş yıllığına atanmış yedi dele­ geden -içlerinde bir Osmanlı delegesi de bulunmaktadır- oluşan, özel ni­ telikli biryürütme organıdır söz konusu olan. İdare Heyeti başkanlığını sırayla Fransız ve İngiliz temsilci üstlenmekte, bu durum Fransa ile İn­ giltere'nin Osmanlı istikrazlarındaki ağırlığını yansıtmaktadır. Heyet, tüm gelirleri kendi saptayacağı şekillerde idare ve tahsil etmekle yüküm­ lüdür. Hükümetle delegeler arasındaki anlaşma Aralık 1881 'de imzala­ nırve bir iradeyle onaylanır. O yılın Aralık ayı Müslüman takvimindeki Muharrem ayına denkdüştüğü için, bu anlaşma "Muharrem Kararname­ .si" adıyla tarihe geçer. Osmanlı İmparatorluğu, Muharrem Kararnamesi'yle birlikte, gelirle­ rinin önemli bir bölümünü artık kendi denetiminde olmayan bir kuru­ l_uşun yönetimine terketmiştir -Düyun-ı Umumiye İdaresi nezdinde bir Osmanlı komiseri de vardır, ama bu bir formaliteden ibarettir. Bununla SS Agı, s.S09ve51S.

142

ABDÜLHAMİD

birlikte Düyun-ı Umumiye İdaresi'nin yirmi yıl sonra geleceği durumu, Batı emperyalizminin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki temel taşı, devlet içinde bir tür mali devlet halini alacağını, imparatorluk gelirlerinin yak­ laşık dörtte birini veya üçte birini denetleyip, personelinin yedi bin kişi­ ye kadar çıkacağını 1881 'de kestirrnek olanaksızdır. Şimdilik bu çözüm bir güven ortamı oluşturur ve imparatorluğun uluslararası düzeydeki kredisini -bunun olumlu sonuçlanndan istifade edebilmesi için yıllar geçmesi gerekse de- yeniden kazanmasının yolu­ nu açar. Gerçi Osmanlıların izzetinefsi yaralanmıştır, ama bu bir ehven­ i şer olarak kabul edilebilir. Abdülhamid açısından Muharrem Kararna­ mesi siyasi öneme sahiptir; bu çözüm onun için bir prestij sorunudur. Sultan, Osmanlı İmparatorluğu ile Büyük Güçler arasındaki ilişkiler üze­ rine çöken en ağır ihtilaflardan birini, hemen herkesi memnun edecek biçimde çözümlerneyi başarmış ve bunu diplomatik müdahaleler, sefir­ lerin baskıları olmadan, hükümranlık hakları zedelenmeden becermiş­ tir. Mali alandaki Osmanlı hükümranlığını sınıriayacak -kısacası, ardın­ dan yabancı işgalinin geleceği, tam anlamıyla Mısır usulü bir vesayet- ya­ bancı devletlerin denetimindeki bir uluslararası mali komisyon umacısı yok olup gitmiştir. Muharrem Kararnamesi, tüm beklentilere karşın, Os­ manlı İmparatorluğu'nun hayatta kaldığının ve hükümranlığının zede almadığının belgesidir.56

Doğu krizinin 1875-1876'da başlayıp 1881 'de sona erdiği söylene­ bilir. İflas durumu Muharrem Kararnamesi'yle sona ermiştir. Balkan­ lar'daki sorunlar -en azından geçici olarak- çözümlenmiş, imparatorlu­ ğun Rumeli bölümünde yeni bir harita çizilmiştir. Doğu krizi çevresin­ de yaşanan uluslararası gerilim gevşemiştir -1880'lerin başında Büyük Güçler sömürgelerini genişletmeye, Rusya da Uzakdoğu'ya yönelir. Son olarak iç siyasetteki zorluklar da çözümlenme yoluna girmiştir. Sultanın devletin merkezinde yer alan ve iki selefinin art arda tahttan indirilme­ siyle zayıflayıp, Meşrutiyet girişimlerinin tehdidi altında kalan otorite­ si yeniden tesis edilmiştir. Abdülhamid, Osmanlı tarihinin en ağır kriz­ lerinden birinde ayakta kalmayı becermekle yetinmemiş, bu krizden da­ ha da güçlenerek çıkmıştır. 1881 yılının sonunda iktidarın dizginleri tam 56 Age, s. SSS.

'

1

1

BERLiN'i UNUTMAK

143

anlamıyla sultanın elindedir. Askeri' bozgunu aşmış, imparatorluğu par­ çalanmaktan korumuş, meşrutiyetçileri sindirmiş, B3.bı3.li'ye boyun eğ­ dirmiş, ulemayı denetimi altına almış, orduya hakim olmuştur. Osman­ lı İmparatorluğu'nun tarihinde bir sayfa kapanırken, yeni bir bölüm açıl­ maktadır. Abdülhamid'in gerçek saltanatı şimdi başlamaktadır.







IKINCI KlSlM

ABDÜLHAMİD İMPARATORLUGU

YILDIZ, ABDÜLHAMİD'İN SARAYI

147

6.BÖLÜM

Yıldız, Abdülharnid'in Sarayı Yıldız: Surdışı Beşiktaş ve Ortaköy semtleri arasında, Boğaz'a biikim yemyeşil bir tepeler bütünüdür. Önceleri oraya avianınaya gelen sultan­ lar, daha sonra sıcaklar bastırdığıncia kalmak için köşkler yaptırmışlardır. 1877 -1878' den itibaren, Abdülhamid basit bir yazlık ikametgah olan yapıyı sürekli kaldığı bir saraya dönüştürür. Bundan böyle Yıldız'ın tari­ hi onun saltanatıyla iç içe geçer: Tahta çıktıktan birkaç ay sonra yerleşti­ ği bu sarayda Nisan 1 909'da tahttan indirilinceye dek kalır. Ondan son­ ra saray neredeyse tamamen terk edilecektir -sadece 1 9 1 9 ile 1922 ara­ sında son sultan Mehmed Vahdeddin saray binalannın bir bölümünde kalacaktır. Yıldız, otuz yılı aşkın bir süre, sadece bir saray-ı iimire değil, Abdül: hamid'in tek ikametgahı olacaktır. Orada çevre duvarının dışına hiç çık­ madan kapalı bir ömür sürecektir: ne kentte gezintiler, ne dışanda ziya­ retler, ne başkentin civarındaki ormanlarda düzenlenen av partileri, ne Boğaziçi kıyılannda sayfiyeye çıkış, ne halka açıkaçılış törenleri, ne de II. Mahmud'dan beri selellerinin çıkmayı adet edindiği taşra seyahatleri. İs­ tanbul'da bazı Avrupa devlet başkanlan -en önemlisi de iki kez gelen Il. Wilhelm- tarafından ziyaret edilmesine karşın, yurtdışı seyahatine de hiç çıkmamıştır. Oysa ki aynı dönemde, Osmanlı İmparatorluğu'ndan daha kapalı bir ülke olan İran'ın şahlan Avrupa'da birçok kez boy göste­ recektir. Sarayının yüksek duvarlan ardına kapanan Sultan Abdülhamid, sanki imparatorlukta yok gibidir. Onun dünyası fiilen Yıldız'ın köşkleri ve bahçeleriyle sınırlı kalacaktır. Ama Yıldız, sultanın tekikametgahı olmakla kalmaz; bu saray, impa­ ratorluk yönetiminin k�lbi haline gelir, en uzak vilayetlerden gelen ha­ berler orada toplanır, irade-i seniyyeler oradanyola çıkar. Böylece Yıldız hir saray olmanın ötesine geçip, bir simgeye, Abdülhamid saltanatının

148

ABDÜLHAMİD

ve Hamid rejiminin simgesine, gizemli ve kaygı verici bir yere dönüşür. Avrupahlara göre ise, ancak çok küçük bir bölümünü tamyabildikleri Yıl­ dız yabana ve büyüleyici bir dünyadır.

Bir Saray-ı Amire'nin Doğuşu Abdülhamid tahta çıkuktan sonra selefieri Alıdülaziz ve Murad gibi, gayet doğal olarak Dalınabahçe Sarayı'nda ikarnet eder. Nisan 1877'de, yani 93 Harbi çıktJğı sırada, zaman zaman oradan ayrılıp gitmeye başla­ dığı Yıldız'a, savaş sona erdiğinde, Ocak 1 878'de nihai olarak yerleşir. O tarihten sonra çok sıkı korumaya aldırttığı yeni ikametgahını hiç terk et­ mez: Murad taraftarlarının, Osmanlı ordulannın uğradığı bozgundan ya­ rarlanıp bir darbe girişiminde bulunmalarından çekinmektedir. Sadra­ zam Ahmed Harndi Paşa, Boğaz sırtlanndaki bu inzivayı terk edip, hal­ kına daha yakın olmakiçin Daimabahçe'ye İnıneyi ne kadar tavsiye eder­ se etsin, 1 bir sonuç alamaz. Birkaç ay sonra Ali Suavi ve yandaşlannın sa­ bık sultanı yeniden tahta çıkarmak için Çırağan Sarayı'na yaptıklan bas­ kın (Mayıs 1 878), Abdülhamid'in Yıldız'a kapanma kararını iyice pekiş­ tirir. İlk zamanlar konfor eksikliği had safhadadır ve sultan ile maiyeti o sı­ rada Yıldız'da bulunan tek büyük binanın, Mabeyn'in çevresine geçici olarak yerleşmek zorunda kalırlar. Tam kelime karşılığı "ikisinin arası" olan Mabeyn, gerçekten de kamusal alanla özel alan arasında yer alır. Ab­ dülhamid'in tüm saltanatl boyunca Yıldız, çalışmaların hiç sona erme­ diği bir şantiye görüntüsü sergileyecektir. Abdülhamid, babasının yap­ urdığı sarayın görkemini ve konforunu niye terk etmiştir? En önemlisi, gidip yerleşmek için yeni ikametgahının tamamlanmasını niye bekleme­ miştir? Yıldız tercihi çoğunlukla güvenlik nedenleriyle açıklanmışm. Daha yüksek bir rakımdaki bu mevki, denizden gelecek saldırılara ve isyanla­ ra karşı sahilsaraylardan daha korunaklıdır. Abdülhamid, saltanannın ilk aylannda İstanbul ahalisi arasındaki çalkantılar arnnca, asayiş sağlanın­ caya kadar, oraya sığınmıştır. Sultan bu tür değerlendirmelere bizzatgir­ mekten kaçınır. Aslında duyduğu korku Ali Suavi'nin darbe girişimin­ den kaynaklanmış olsa gerek; ama bu girişim Mayıs 1 878'de, Yıldız'a yerleşme karanndan bir yıl sonra gerçekleştirilmiştir. Sultanı yeni sara1

Mir'61·i Hııkikııt,

s. 5�6·5�7; lnal, Sen Sııdrıızomlor, s. M2·643.

YILDIZ, ABDÜLHAMiD'iN SARAYI

149

yını iyice tahkim edip içine kapanmaya ittiği kesin olsa da, oraya yerleş­ mesinin nedeni değildir. Abdülhamid Yıldız'a göz koymuştur, çünkü doğayı, yeşil alanları, te­ miz havayı, ferahlığı sever. Şehzadeyken romantik Kağıthane vadisinden ve havadar M aslak tepelerinden hoşlanırdı. Yıldız'da bunlara kavuşacak­ tıryeniden. "Burada güneşe, açık havaya, güneşe ve güzelliğe kavuştum." Orayı "yeryüzünün bu güzel köşesi" diye niteler. Hekimi Mavrayeni Bey'in, havası daha temiz ve sıhhi, yazın da Boğaziçi kıyısından daha se­ rin bir mevkiye yerİeşme konusundaki öğüdünü de tutar. Ama sinirleri­ nin zorlu sınavlardan geçtiği Dalınabahçe'den de uzaklaşmak ister. Onun açısından Dolmabahçe bir dizi dramın izlerini taşımaktadır; arasını "acı hatıraların toplandığı bir yer", "amcam Abdülaziz'in ve bedbaht karde­ şim Murad'ın hatıralanyla dolu" saray diye niteler.2 Ayrıca Abdülhamid bir saray yaptırarak, saltanatma ait bir iz bırak­ mak da istemiştir. Yeni sultanların bazen Topkapı'ya yeni bir köşk, ba­ zen bir selatin camii yaptırarak tahta çıkışlarını kutlamalan Osmanlı İm­ paratorluğu'nda gelenekti. Selefieri muazzam saraylar yaptırmışlardı: Dalınabahçe ve Çırağan. Onun yeni iktidarına da yeni bir saray gerekli­ dir ve bu saray kopuşmak istediği Tanzimat'ı simgeleyen söz konusu iki yapıdan farklı olmalıdır. Dalınabahçe'yi terk etmek, önceki devri kapat­ mak anlamına da gelir. Yıldız'a yerleşmeden iki ay önce Tanzimat'ı şah­ sında simgeleyen Midhat'ı azietmiş, böylece tek başına yönetme arzusu­ nu da göstermiştir. Aynı şekilde Yıldız'a yerleşerek sadece kendisine ait bir saraya, "kendi" sarayına sahip olacaktır. Ama bu yeni saray-ı 5.mireyi, eski Topkapı Sarayı'nın yakınına inşa et­ meyi düşünmez; daha gelenekselci, tarihin ve dinin daha derin damga­ sını taşıyan, eski suriçi İstanbul'a dönmek söz konusu değildir. Abdül­ hamid, Boğaz sırtlarına yerleşmeyi seçerek, selefierinin açtığı, konutla­ rını İstanbul'un kuzeyine taşıma çığırını sürdürmektedir aslında. Daha 18. yüzyılda hanedan ve yönetici sınıf üyeleri arasında Boğaziçi'ne doğ­ ru bir hareketlenme belirmişti: sultanların yazlık köşleri, hanım sultan­ ların saraylan, devlet ricalinin yalılan, Avrupalı setirlerin yazlık konak­ lan. 19. yüzyılda Topkapı'dan kesin olarak ayrılan sultanlar resmileştir­ dikleri bu eğilimin hızlanmasına ve Pera burjuvazisine varıncaya dek yaygınlaşmasına da yol açtılar. Abdülhamid Yıldız'a yerleştiğinde orada neyle karşılaşır? Çiftlikat-ı hümayı1nun parçası olan tepeler Topkapı'dan gelen sultanlar tarafından 2

Pcnıtrs tı sa..�cnir�, s. 218·219 (Siyaıi Haım:ııım,

�.

159).

150

ABDÜLHAMID

av sahası olarak kullanılıyordu. İlk yapılar 17. yüzyıl sonunda ortaya çı­ kar. Yüz yıl sonra III. Selim Osmanlı baroküslubunda güzel bir çeşme ve bir namazgah yaptırmıştır. Yıldız, şehzadelerve hanım sultanlar için ha­ la bir sayfiye ve gezinti yeridir. IL Mahmud Ermeni mimar Garabed Bal­ yan'a bir köşkyaptınp, yeni ordusunun, Asa�ir-i Mansure-i Muhamme­ diye askerlerinin talimlerini izlemiş, onları teftiş etmiştir. Halefi Abdül­ mecid -herhalde "Yıldız" adı ondan çıkmış, buraya haseldierinden biri­ nin adını vermiştir- annesi Bezmi;;.lem Valide Sultan'ın sürekli konutu olarak Kasr-ı Dilküşa adı verilen yeni bir köşkyaptırıp, çok geniş bir park ve bahçe düzenlemesine girişir. Abdülaziz de bu politikayı sürdürür; par­ kın içine "Sans-Souci"' tarzında yeni köşklerve Sarkis Balyan'a Yıldız'ın en büyük binası olan Mabeyn'i yaptırır. Son olarak da, Beşiktaş'tan Or­ taköy'e giden sahil yolunun üzerinden geçen bir köprüyle Yıldız parkı­ nı Çırağan bahçelerine bağlar. Yazın kavurucu sıcaklan bastırdığında, sul­ tan birkaç günlüğüne veya haftalığına yeni köşklere yerleşir, çünkü te­ pede hava daha serindir. O zaman Yıldız bir anlamda Çırağan Sarayı'nın sayfiyesi haline gelir. Aynı �manda Çırağan'ın haremindeki kadınlar için Yıldız parkı bir eğlence ve hava alma yeridir. Hadımağaların eşliğinde köprüden geçip çiçek tarhlan arasında koşturur ve ağaçların yemyeşil dal­ lan altında piknik yaparlar.

Köşk Biçiminde Bir Saray Abdülhamid Yıldız'a yerleştiğinde, hala kırsal tipte ve basit yapılar ağırlıktadır. Yerleşimin basitliğine şaşıran bir Fransız ziyaretçi, burasının basit bir "kır evi"ni çağnştırdığını söyler.3 Abdülhamid sağa sola serpiştirilmiş birkaç küçük binaya, çok sayıda büyük yapı ekleyecektir. Bu yapılar bir saray-ı amirenin ihtiyaçlarına ce­ vap verecek şekilde tasarlanmıştır, çünkü sultanın tüm özel hizmetiile­ rini ve bu arada haremindeki kadınlan barındırınalan gerekmektedir; ama bunun yanı sıra idari ihtiyaçlar da karşılanmalıdır, çünkü sarayda çok sayıda büro da bulunmaktadır. Sultanın kalıcı "konuklan"na ve zi­ yarete gelen hükümdarlara da yer ayrılmalıdır. II. Wilhelm'in 1889'da­ ki ilk ziyareti için Abdülhamid Büyük Mabeyn'in önüne bir Seyir Köşkü *

3

Sans-Souci şatosu: Potsdam'a h1kim bir tepe !.lzerinde ll. Friedrich için yapılmış küç!.lk saray (17451747) -ç.n. Ch�rles de Mouy, Ltltres du Bo�phore, Paris, Plan, 1879, s. 250. ,

YILDIZ, ABDÜLHAMİD'İN SARAYI

ISI

yaptırır; kayzerin ve maiyetinin her cuma caminin önünde yapılan se­ lamlık merasimini rahatça izleyebilmeleri amaçlanmışnr. Alman impa­ ratoru ve İmparatoriçesi'nin ikameti için ise gerçek bir saray olan, Şale Köşkü yaptırılmıştır. 1898'deki ikinci ziyaretlerinde köşke, Merasim Köşkü adı verilen yeni bir kanateklenir. Aynı vesileyle, İmparator ile İm­ paratoriçe'nin temsil izieyebilmeleri için bir tiyatro inşa edilmiştir. İs­ tanbul'u 1 900'de ziyaret eden İran Şahı Muzaffereddin için de özel bir köşk yapılıp uygun bir isim verilir: Acem Köşkü. Bu yapıların dışında Abdülhamid parkta da yeni düzenlemelere gider ve burasını İngiliz tarzı, romantikgörünümlü birpark haline getirir. Asıl sarayın ana binalannın çevresinde yüksek bir duvarla sarayın geri kala­ nından ayrılan bir iç bahçe veya hasbahçe oluşturur. Çağın pitoresk me­ rakı uyarınca düzeniettirdiği bu bahçede, biryapay dere, bir nymphaion [bir kaynağın, bir çeşmenin üstüne ya da çevresine yapılmış yapı], kaya­ lıklar, heykeller, tarhlar, bir şelale, şadırvanlar, kenarlannda çimentodan parmaklıkların uzandığı yollar, ortasında küçük bir adası, çevresinde ya­ pay mağaralan da olan, su bitkileri ekilmiş yapay bir göl, köprüler, çar­ daklar bulunur ve bunların ortasına da doğadan tam anlamıyla istifade edilmesini sağlamak amacıyla küçük köşkler yapnrır. Bahçenin güney ucundaki küçük cihannüma sultanın Boğaziçi ve Anadolu kıyısının muh­ teşem manzarasını seyretmesine olanak verir. Parkta en az üç yüz bahçı­ van çalışır. Abdülhamid tüm saltanatı süresince Yıldız'da birçok inşaat yaptırır: çeşitli niteliklerde yüz kadar yapı, saraylar, köşkler, kasırlar, lojmanlar, atölyeler, seralar, müştemilatlar, arabalıklar, imalathaneler, ahırlar, tav­ lalar, kuşhaneler, güvercinlikler ve bir hamam. Ama Osmanlı maliyesi büyük mimari çılgınlıklan kaldıracak halde değildir. Bu nedenle, önce Abdülmecid'in, sonra daAbdülaziz'in kasalarını tarotakır bırakan o mu­ . azzam D olmabahçe veya Çırağan saraylarıyla Yıldız'ın hiçbir ilgisi yok­ tur. Yapılanların toplam maliyetini saptamak güçtür -bununla birlikte Şale Köşkü'nün, iç döşemesi de dahil, 75.000 liraya mal olduğu bilin­ mektedir- ama masraflar yaklaşık otuz yıllık bir zaman dilimine yayı!­ mış ve oldukça hafifinşaat yöntemleri tercih edilmiştir -donatılı çimen­ to ve ahşap. Bazı binaların, mühendisler ve saray ustalan tarafından bir­ kaç günde yapıldığı söylenmektedir. Yıldız'ın en çarpıcı özelliği, en modern mimar{biçirrlleririi benimse­ mc isteğidir. Yapıların üslubunda gelenekçiliğin veya mazi hayranlığının izine bile rastlanmaz. Bazıları, örneğin Merasim Köşkü, Evrensel Sergi­ ler için daha sonra yıkılacağı düşünülerek aletacele yaptırılan pavyonla-

IS2

ABDÜLHAMİD

n, hafifyapıları düşündürür.4 AmaAbdülhamid'in henüz şehzadeyken,

1 867'de Paris'te düzenlenen Evrensel Sergi'yi gezdiğini unutmayalım. Yıldız'da çalıştınlan mimarlardan bazıları, Evrensel sergilere yönelik pav­ yonlar tasariayıp inşa ederek isim yapmışlardı. Abdülhamid önce birçok Ermeni mimara başvurur. Bunların en ta­ nınmışı, önceki sultanların da mimarı olmuş Garabed Balyan'ın oğlu, Sarkis Balyan' dır. Çırağan ve Beylerbeyi saraylan gibi önemli yapıların yaratıcısı olan Sarkis, Abdülaziz taiafından Yıldız'daki Büyük Mabeyn'i yapmakla görevlendirilmişti. Abdülhamid onu "ser mimar-ı devlet" ola­ rak göreve getirir. Hızlı inşaat yapan, modern teknikiere başvuran Sarkis Balyan, saltanatın ilk on beş yılında gerçekleştirilen yapıların çağuna im­ zasını atar.5 Ondan sonra İtalyan mimar Raimondo D'Aronco sahneye çıkar. D'Aronco ilk çıraklığının ardından Avusturya'da ve Venedik Akademi­ si'nde öğrenim görmüş, İtalya'daki ilk denemelerinden itibaren neokla­ sik düşüneeye isyan eden bir tutum sergilemiştir. Abdülhamid onu 1 893'te, ertesi yıl için öngörülen büyük bir ziraat ve sanayi sergisinin projesinde çalışmaküzere Türkiye'ye davet eder. Ama Temmuz 1 894'te İstanbul'u sallayan şiddetli deprem ağır hasara yol açar ve sultanı proje­ sinden vazgeçip deprem felaketinde hasar gören yapıların onanmıyla uğ­ raşmakzorunda bırakır. O zaman D'Araneo birçokkamu binasını, cami­ leri, hastaneleri, okullan restore etmekle görevlendirilir; ayrıca deprem­ de çokhasar gören Kapalıçarşı'nın onanın çalışmalanna da katılır.6 D'Aron­ co İstanbul'daki onarım çalışmalarını sürdürürken, Yıldız'da da birçok mimari esere imzasını atar. Bu eserlerde giderek belirginleşen bir "Art nouveau" üslubu görülmektedir: Küçük Mabeyin'in karşısındaki sevim­ li seralar, Harem'in bahçesindeki diğer limonluk ve seralar, 1 898'de II. Wilhelm'i ağırlamaküzere Şale Köşkü'ne eklenen Merasim Köşkü, tiyat­ ro, Yeni Sarayadı verilen köşk, İstabi-i Amire'nin ahırlan ve maneji, "Bel­ le Epoque" üslubunda yapılmış Yaveran Dairesi ve onun üslubunun öz­ günlüğünü herhalde en iyi ifade eden yapı olarak, araya beyaz taşlar ve çini süslemeler serpiştirilmiş silme kırmızı tuğlayla kaplanmış Çini Fab­ rikası. Ayrıca Yıldız Sarayı yakınındaki, Osmanlı Artnouveau'sunun baş­ yapıtlanndan Şeyh Zafir Madani Türbesi'nin ve Şaziliyye Tekkesi'nin de 4 5 6

Halid Ziya Uşaklıgil Saray ve Ötesi, istan bul, inkılap ve Aka, 1965, s. 97. Pars Tu�lacı, The Role ofthe Balian Family in Ottoman Architecture, istanbul, YÇK, 1990. Raimondo d'Aronco in Turdıia (l 893· J 909), i stanbul, lstituto ltaliano di Cultura, 1995; Diana Barili o ri ve Ezio Godoli, istanbul J 900, Paris, Seuil, 1997. ,

YILDIZ, ABDÜLHAMio'iN SARAYI

153

mimandır. Şaziliyye, sultanın yürüttüğü hilafet siyasetindeki en etkin tarikatlardan biridir. Son moda Artnouveau'yu benimseyen bir Müslü­ man tarikatı: tam birsaltanat simgesi! Sarkis Balyan ve D'Aronco'nun dı­ şında, Abdülhamid sarayın genişletme ve güzelleştirme çalışmalarında Rum Vasilaki ve Fransız Alexandre Vallaury gibi başka mimarlardan da yararlanır. İnşaatların zaman içine yayılması, çok farklı üsluplara sahip birçok mi­ mara başvurulması, kullanılan malzemelerin değişikliği, sütun dizili Si­ lahhane'nin neoklasik üslubundan Hamidiye Camii'nin oryantalist ve­ ya İsviçre şalelerini andıran bazı köşklerin "rustik" üslubuna, ya da Ya­ veran Dairesi'nin "Artnouveau" görüntüsüne dek uzanan büyük bir mi-' mari çeşitlilik verir Yıldız'a. Sonuçta eklektizm egemen olur ve Yıldız tam anlamıyla 1 900'ler mimarisinden seçilmiş parçalar sunar. Yıldız, her ikisi de Tanzimat saraylan olan ve Batı etkisinin en güçlü olduğu dönemde inşa edilmiş D olmabahçe veya Çırağan gibi, yekpare bir saray değildir. O, Topkapı'daki mimari zihniyetle yeniden buluşan, Os­ manlı kasr ve köşk geleneğine dönüşü ifade eden bir köşkler topluluğu, "köşk ve kasrlardan oluşan" bir saraydır -kiosque'un [köşk], Osmanlı Türkçesinden Fransızcaya geçmiş az sayıda sözcükten biri olması da an­ lamlıdır. Birbirinden ayrılmış avlulara veya babçelere yerleştirilmiş, iç koridorlara, sokakçıklara, avlulara ve balıçelere sahip bu köşkler dışarı­ dan gelebilecek bakışiara kapalıdır. Geniş verandalarıyla dış bakışların önünde kendilerini sereserpe sergileyen Çırağan veya Dalınabahçe gibi Boğaziçi saraylannın o gösterişçi niteliğine son verilmiştir. Yıldız, yük­ sek dalların altına ve masif duvarların ardına saklanmıştır. Üsluplan çok çeşitli olan binaların amaçlan da farklıdır. Yıldız'ın ınİ­ marisi kararlı bir işlevsellik gösterir. Genellikle her görevveya iş için ay­ n bir bina yapılmıştır -binaların özel bir işe tahsis edilmedikleri ve her görevin her yerde gerçekleştirilebileceği klasik zihniyetten farklılaşan modernitenin bir işareti. Sultana ve ailesine ait dairelerin ve idari amaç­ lı büroların dışında, bir kütüphane, bir müze, bir tiyatro, bir eczane, ta­ mir atölyeleri, bir marangozhane, bir fabrika, bir çiftlik, hatta Habeşis­ tan Negusu [Necaşi] Menelik tarafından armağan edilen vahşi hayvan­ ların yerleştirildiği bir hayvarrat bahçesi bulunmaktadır. İlk bakışta sağa sola öylesine serpiştirilivermiş gibi gözüken bu binalar bir kuzey-güney eksenine göre dizilmişlerdir ve neredeyse bir kent dokusu oluştururlar. kaldırım taşıyla kaplanmış, sokak fenerleriyle aydınlatılmış birçok kü­ çük meydana, sokağa, taraça ve verandaya, pasajlara ve galerilere bölün­ müş bu doku, Yıldız'a küçük bir kent görünümü verir.

IS4

ABDÜLHAMİD •

Kent Içinde Bir Kent Her ne olursa olsun, Yıldız ayrı bir kenttir. Sarayın ve parkın bütünü­ nü çevreleyen yüksek duvar da bu izlerrimi pekiştirir; duvar öylesine yük­ sektir ki, o çağda yaşamış birinin ifadesiyle, "ancak kanatlarına güvenen kuşlar onu aşmayı göze alabilir." 1898'de sultamn emriyle yükseltilen duvarlar 1905 suikastinden sonra yeniden tahkim edilecektir. Parkın, has bahçenin ve asıl sarayı oluşturan binaların etrafını dolaşan iki iç du­ var daha vardır. Yıldız'ı müstahkem bir kent, bir tür sipere çekilmiş ordugah haline getiren bu bütün, biranıtsal kapılar sistemiyle tamamlanır: Tepenin aşa­ ğısında, Çırağan tarafında, aynı isimli caminin yanında Meddiye Kapı­ sı; sonra sur boyunca yukarı doğru tırmanırken büyük avluya açılan Va­ lide Sultan Kapısı, bunun ardından da Büyük Mabeyn'e bakan ve sadece sultan tarafından kullanılan Saltanat Kapısı bulunur; Koltuk Kapısı da­ ha güneydedir ve sarayda işi olan herkesin, ziyaretçilerin, görevlilerin, paşaların, arzuhal sahiplerinin kullandığı, halka açık kapıdır. Daha ku­ zeyde kalan, daha küçük, ikinci bir servis kapısından Harem'e girilir. İçe­ rideki anıtsal Harem Kapısı, büyük avludan Küçük Mabeyin ve Hünk5.r Dairesi ile çevrelerren küçük avluya geçişi sağlar. Sultan, Yıldız surunun çevresinde, mevcut askeri yerleşimierin dışın­ da, yenikışialar yaptırmıştır: Ertuğrul Kışiası ve Orhaniye Kışlası. 1887'de inşa edilen Orhaniye Kışlası, sanki sultanı daha iyi korumak ister gibi su­ ra bitiştirilmiştir. Bu şekilde sarayın çevresine on beş bin adam yerleşti­ rilmiştir. Arnavut tüfekçilerden, Boşnak askerlerden, Arap erierinden oluşan bu askeri nüfus, etnikaçıdan büyük çeşitlilik gösterir, çünkü sul­ tan böyle davranarak kendisini korumakla görevlendirilmiş adamların ayaklanması tehlikesini azalttığına inanmaktadır. Saray muhafızlarının önemli bir bölümü sayılan beş bini bulan Arnavutlardan oluşmaktadır; onların kamutası da Abdülhamid'in tüm saltanan boyunca çok güven­ diği bir adam ve sudaşı olan, Arnavut Tahir Paşa'ya verilmiştir. 7 Bu "kent"in merkezinde kalabalık ve çeşitli birnüfus yaşar. Hepsi sü­ rekli sarayda kalmayan, ama bir şekilde oraya bağlı on iki bin kişilik bir nüfus. Sultanın, popülaritesinden çekinerek az çok rehin gibi yanında tutmanın daha iyi olacağım düşündüğü Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa gibi sürekli "rnisafir"lerden, lci.tiplere, mabeyincilere, ulemaya, ta7

Sultan AbdiJihamid, Tahsin Paşa'nın Yıldız Hatıraları, s. 30:3 1 ; Gawrych, Ottomıın Administration and the Albonians, 19()$.1913, daktera tezi, University of Michigan, ı 980, s. .. 7 ..9.

Tahsirı Paja.

.

YILDIZ, ABDÜLHAMiD'iN SARAYI

155

rikat şeyhlerine ve kimliği belirsiz uşaklada seyislere kadar uzanan bu nüfus, inanılmaz birçeşitlilik gösterir. Gazeteci Diran Kelekyan 19. yüz­ yıl sonunda yazdığı bir makalede, sarayda çalıştınlan herkesin etkileyici bir listesini verir.8 Bu kişiler arasında yaklaşık 3SO mabeyinci, k5.tip, ya­ ver, musahib, esvabcı, teşrifatçı sayar; 60 hekim, 30 eczacı, 80 avcı; 60 aydınlatma görevlisi; 20 kahveci; 1000 hademe; 400 mutfakçı; 400 mu­ sikişinas, sazende, hanende, cambaz ve perendebazlar; SO berber; 400 bahçıvan; atölyelerde çalışan I S O kişi; SO molla; Harem'de 3000 kadın. Bunlara kütüphaneciler, tercümanlar ve dragomanlar, kilerciler, selam­ lık görevlileri, dekoratörler, sarayın içindeki muhafızlar, kayıkçılar, Ha­ zine-i Hassa görevlileri eklenir. Surun iki yanında kalan iki kent sürekli birbirini gözlemekte ve bir­ birinden kaygı duymaktadır. Çünkü İstanbul Yıldız'ı korkudan titreye­ rek izlerken, sultan da hemen hiç adımını atmadığı payitahttan ürkmek­ te, yılda sadece bir kez, halifelik vazifesi gereğince, Hırka-i Şerif Oda­ sı'ndaki Peygamber'in kutsal emanetleri önünde secdeye varmak için şehre çıkmaktadır. Abdülhamid'in Yıldız'daki sarayına yerleşmesi civar semtlerde önem­ li değişikliklere yol açar; zaten saray-ı 5.mirenin Topkapı'dan Dalınabah­ çe'ye taşınmasıyla birlikte, bu değişiklikler daha Abdülmecid devrinde başlamıştır. Taksim'in kuzeyinde kalan ve Abdiliaziz zamanında açılan ilk tramvay hatlannın ulaşımı temin ettiği Şişlive Nişantaşı gibi semtler baht­ lannın açıklığını Yıldız'ın yalanlığına borçludurlar. Biryandan konaklar, diğer yandan da yEmi resmi binalar, okullar ve laşlalarla kaplanırlar. Özellikle Nişantaşı, payitahtın mutena Müslüman semti, sadrazam­ lann, nazırlann, yüksek rütbeli subaylann, diplomatlann yaşadığı bir tür "paşakent" olma yolundadır. Bazılan siyasi iktidarın yarattığı mıknatıs etkisine kapılarak, kendiliklerinden velinimetlerinin yakınına yerleşme­ ye gelir. Ama çoğunlukla onlan kendisine yalan bir semte yerleşmeye zor­ layan bizzat sultandır; böylelikle onlan sürekli el altında tutmakta ve ra­ hatça denetlemektedir.9 Günün birinde bir paşa, suriçi İstanbul'daki ko­ nağından çıkıp sultanın yakınına yerleşme emrini alabilir; sadrazam, na­ . zırlar ve sultanın yalan mesai arkadaşlan efendilerinin emrine her an -ki­ mi zaman gecenin biryansında- cevap verebilecek bir yerde olmalıdır. Bu durum özellikle sadrazam, şeyhü1islam ve seraskeriçin geçerlidir. 1 0 Sul8

9

10

Diran Kel�kian, "Life at Yıldız", Contemporary Review, 70, Temmuz·Arahk ı 896, s. 784·792. Tahsin Paşa, age, s. 226. Age, s. 226·229.

TS6

ABDÜLHAMİD

tan onları, tam elininaltında bulunsunlar diye, Yıldız civarına, kendi ke­ sesinden döşediği güzel konaklara yerleştirir. Örneğin Şeyhülislam Ce­ maleddin Efendi Yıldız'ın yanı başında, Kuruçeşme'de bulunan bir ko­ nakta kalır; habersiz hiçbir yere gidemez, çünkü Abdülhamid onun ür­ kütücü bir güç olan fetva verme yetkisine sahip olduğunu bilir -pekala ye­ ni bir "_hal" fetvası verebilir... Abdülhamid'in sultası altında tutmakta ya­ rar gördüğü birdiğerönemli şahsiyet, Serasker Rıza Paşa'dır; Yıldız'ın he­ men karşısındaki Yenimahalle'de ona muhteşem bir konakarmağan eder. Rıza Paşa, Çamlıca'da bir köşkü olmasına ve Yaniköy'de biryalı satın alıp yeniletmesine karşın oralara hiç gidemez. Yani Abdülhamid, güvenlik ve rahatlık nedenleriyle, devlet ric5.lini Yıldız'da etrafına toplayarak başken­ tin sosyal topoğrafyasının değişmesine katkıda bulunur. Sarayın daha yakınında, Yıldız tepesinin eteğindeki surdışı Beşiktaş semti ise sarayda çalışan memurlar, katipler ve görevlilerle kaynamakta­ dır. Bu semt, Daimabahçe'nin hemen yakında olması ve Hal iç'in girişin­ deki Karaköy kavşağından Boğaziçi'ndeki Ortaköy'e kadar giden ilk atlı tramvay hatlarından birinin 1 870'de açılması nedeniyle zaten belli bir dönüşüm geçirmiştir. Memurlar ve katipler, her saat saraydan çağnlabi­ lecekleri için, yakında oturmayı tercih ederler. 1 1 Esnaflık ve zanaatkar­ lık yapıp, özellikle de Yıldız'a çalışan birçok Rum ve Ermeni de bu sern­ te yerleşmiştir. Bu saray hizmetkarlarının içindeki önemli bir grup tab­ lak5.rlardır; Kelekyan'a göre sayılan 400'ü bulan tablakarlar, sultanın te­ baasının üstüne titremesinin bir nişanesi olarak saray mutfağından tab­ lalarına koydukları gıdaları getirir ve aslında onları Beşiktaş'ta yeniden satarlar. Oldukça kazançlı bir iş olduğu anlaşılmaktadır, çünkü birçok tab­ lakar aynı dönemde semtin güzel konutlanna yerleşir.12 Yıldız'a ulaşımı denedediği için Boğaz kıyısındaki Beşiktaş semti sıkı polis gözetimi altındadır. Burada asayişi, semt karakolunda saltanat sü­ ren, ürkütücü Hasan Paşa sağlar. Okuma yazması olmayan bu adamın ­ imza atarken, Hasan'ın Arapça'daki yazılışma az çok benzeyen bir"yedi" ve bir "sekiz" çiziktirdiği için lakabı "Yedi-Sekiz Hasan Paşa" dır- hiç ikir­ cim geçirmeden, kılını kırpmadan hizmet ettiği sultanın şahsına duydu­ ğu mutlak bağlılık, paşa unvanıyla ödüllendirilmesini sağlamıştır. Kıyıcı­ lığıyla ünlü Hasan Paşa'nın Ali Suavi'yi kendi elleriyle öldürdüğü rivayet edilir. Kimse ondan izin almadan Beşiktaş'a yerleşemez ve semt sakinle11

Osman Nuri, Abdiilhıımid-i Soni ve Devr-i Sııltanot1, ll, s. 524; Memoirı: ofHolidı! Edib, N cw York, The Century Co., tarihsiz, s. 102. 1 2 Memoirı: ofHalide Edib, s. 36.

YILDIZ, ABDÜLHAMiD'iN SARAYI

1 57

ri arasında çıkan ihtilaflarda başhakim odur. Hilafet merkezinin bu kadar yakınında ahlaki düzene uyulmasına da önem verirve Ramazan sırasın­ da oruç tutmayanlara veya sarhoş dolaşanlara karşı acımasız davranır. Bu saray-ı amire külliyesinin Yıldız'a yerleştirilmesi, Daimabahçe'nin yapımıyla zaten başlamış bir sürecin hızlandınlmasına yol açar: Topka­ pı Sarayı'nın ve büyük selatin camilerinin bulunduğu suriçi eski İstan­ bul, Osmanlı seçkinleri nezdinde itibar yitirmeye devam ederken, Ha­ liç'in kuzeyindeki Avrupalılaşmış İstanbul itibar kazanır. 19. yüzyılın or­ tasında yüksek memurlar ve Babıali bürokratlan tercihen hala eski ken­ tin Cağaloğlu, Soğukçeşme, Süleymaniye, Çarşamba, Aksaray, Fatih ve­ ya Sultanselim gibi eski semtlerinde ikametediyorlardı. Ama 19. yüzyıl sonuna doğru, gerek Yıldız Sarayı'nın gerekse sultanın kişisel iktidan­ nın yarattığı çekimin sonucunda, Müslüman seçkinler Nişantaşı, Teşvi­ kiye, Maçka, Ayazpaşa veya Şişli gibi saraya yakın semtlere yerleşmeyi tercih ederler. Rum, Ermeni, Yahudi ileri gelenler ve büyükailelerise ya­ nmadayı ve eski Balat, Fener, Samatya semtlerini terk edip, özlemlerine uygun kozmopolit ve rahat biryaşamı sürdürebildikleri Pera'da veya Bo­ ğaziçi'nde yerleşmeye devam ederler.

Burjuva Sultan Abdülhamid Yılclız'a yerleştiğinde otuz beş yaşındadır. Tahta çıktı­ ğında hemen hiç kimsenin tarumadığı ve kaygıyla kanşıkbir merakla hak­ kında sorular sorulan veliabd şehzade değildir artık. iktidarda geçen bir­ kaç ayın ardından bir kişilik ortaya çıkmış, bir şahsiyet belirmiştir. Nere­ deyse tamamen saraya kapanmasına karşın, birçok ziyaretçi kabul etmek­ te ve pek çok kişiyle birlikte mesai yapmaktadır. Gerçi sultanın portre­ sinde hala karanlıkta kalan noktalar mevcuttur, ama şahsiyetinin ana hat­ lannın daha iyi saptanmasını sağlayan tanıklıklar da yok değildir. 13 Boyu ortanın biraz altında kalan sultan, zayıf denecek kadar ince ve hafifçe kamburdur. Çelimsiz denebilecek birvücudun üstünde kocaman . bir kafası vardır. Geniş alnının altında birleşen kalın kaşlan, gözlerinin üstünde çok belirgin iki yay çizer. Karikatüristler, kemerli ve çok çıkın­ tılı bumuna bayılacaktır. Kısa, siyah sakalı boyalı ve çok bakımlıdır. Cil­ di saydam denecek derecede beyaz, gözleri ise siyahtır, göz çukurlanna gömülmüş gibidirler. Yumuşaklıkla sertliğin, iyi niyetle soğukluğun sı-----

11

Örne#in �ar}. M. de Blowitz, Un� courı:� ıl Con�tontirıoplt, Paris, Plon, 1884, s. 251 vd.

IS8

ABDÜLHAMID

rayla birbirini izlediği delici, keskin bakışlan vardır. Sesi şaşırtıcıdır. Tiz­ dir ve çın çın öter; konuklan için okşayıcı olmayı bilen bu sesi hizmetin­ dekiler biraz daha farklı duyarlar: efendinin keskin, buyurgan, neredey­ se bir çığlığı andıran, hiç itiraz kabul etmeyerı sesi. Tanıklıkların hepsi ya da hemen hepsi bir noktada uzlaşır: Sultan, has­ talıklı korkulann pençesindedir. Kuşkusuz Abdülaziz'in hallinden ve iri­ tihanndan, Hüseyin Avni cinayetinden sonra, Murad'ın hastalığının ar­ dından tahta çıkışına, daha sonra da Ali Suavi darbesi gibi bazı dramatik olaylara bağlı bir durumdur bu. Aslında Abdülhamid çok çeşitli korku­ lar yaşamaktadır. Örneğin kalabalık korkusu yüzünden, İstanbul'u hal­ kın ortasında atla geçmekzorunda kalmamak için, Osmanlı Meclis-i Me­ busanı'nın 1 9 Mart 1 877'deki açılışını Ayasofya'da değil de Daimabah­ çe'de yapar. Anarşistterin Amerika ve Avrupa'da devlet reisierine ve hü­ kümdarlara saldırdıklan bir çağda, sürekli suikast korkusuyla yaşar. Ama asıl panik ölçüsünde korktuğu şey, bir komplo, özellikle de Murad'ı ye­ niden tahta çıkarmayı amaçlayacak bir komplodur; sultan tam bir "Mu­ rad psikozu"na yakalanmıştlr. 14 Çevresi tarafından da sürdürülen, do­ ğurulan, hatta körüklenen bu korkular en sonunda saplantt halini almış ve sultanı sarayına kapanmaya itmiştir. Orada çok bol ve son derece ge­ reksiz emniyet tedbirleriyle çevrili bir halde yaşar. Bu ruh haline, yakın çevresine karşı duyduğu aşırı kuşku eşlik eder. Sultan hiç kimseye gü­ venmez, bu nedenle her şeyi kendi eline alıp iktidarın ezici sorumluluk­ larının büyük bölümünü sırtlanır. Sultanın yakınına gelen herkesi etkileyen iki özelliği daha vardır. Bi­ rincisi, herkesin ağız birliği edercesine mucizevi diye nitelediği belleğidir. Birinci Dünya Savaşı boyunca Beylerbeyi'ne kapatılan Abdülhamid, kırk yıl önce yapılanAvrupa seyahatinihekimiAtıfBey'in önünde en ufakay­ rıntılarına vanncaya dek hatırlayacaktlr. Abdülhamid'de olağanüstü bir çehre belleği de vardır. Çarpıcı kültür eksikliğini kapatan canlı zekisını da herkes kabul eder. Blowitz, "üstün bir akıl" der.15 Vambery, sultanın "göz kamaştırıcızihinsel yetenekleri"nden, "olağanüstüzihinsel vasıflan"ndan söz eder; ama ona göre, Harem'deki kapalı eğitim ve korkular, kuşkular bu yetenekierin harcanmasına yol açınıştır.16 Bismarck da onu Avrupa'nın en kurnaz diplamatı olarak görür. Almanya sefiri Hatzfeld de Abdülha­ mid'in zekasından etkilenmiş, ama "kendine yeterince güvenmediği" ka-�-

14 Orharı KoloA;Iu, AbdU/hamid Guçegi, s. 143-147. 1 5 Blowitz, agl, s. 263. 1 6 Vambt!ry, "Personal Recollections o fAbdulh�mid l l arıd his Court."

'

YILDIZ, ABDÜLHAMİD'İN SARAYI

159

nısına varmıştır.1 7 Kitabi, öğrenilmiş, ezberlenmiş hiçbir yanı olmayan bu zek:a insanlarla, olgularla, durumlarla ilişki içinde gelişip şekillenmiş­ tir. Erken ortaya çıkmış kendi aklıyla düşünme yeteneğinin, çok canlı bir merakın, sıradışı bir gözlemciliğin ürünüdür, dolayısıyla her türlü dog­ matizmden uzak, en çeşitli durumlara ve alanlara uyum sağlamaya hazır, çok esnek bir zihinsel vasıf, bir idrak yeteneği söz konusudur. Abdülhamid, sarayda huzuruna kabul ettiği ilk yabancı ziyaretçiler üzerinde olumlu birizienim bırakır. Tersane Konferansı'nda katiplikgö­ revini üstlenen Kont de Moüy, onunla karşılaşan ilk Avrupalı diplomat­ lardandır; hakkında olumlu bir portre çizer; onun "nazik ve yumuşakbir hükümdar", "iyilik yapmak isteyen bir akla sahip", "Avrupa uygarlığı­ nın dostu", "yüce ve içten bir ruh" olduğu kanısına varır. 1 8 Ziyaretçile­ rine ihtiyatlı, utangaç, mütevazı birisi olarak görünür. Vambery'nin dediği gibi, Abdülhamid "birinci sınıfbir büyüleyici ki­ şilik", benzersiz bir baştan çıkancıdır. Sarayda öğrendiği görgü kuralla­ rını, o adabı özellikle Avrupalı ziyaretçilerine karşı sergilerneyi çok iyi bilir. iltifat etme, karşısındakini pohpohlama sanatında ustadır, hassasi­ yet gösterebilir, karşısındakine dikkat ettiğini belirten jestler yapar -ko­ nuğunun sigarasını kendi eliyle yakmak veya onu kapıya kadar geçirmek gibi. Ona karşı önyargılar besleyenler, hatta kanlı bıçaklı düşmanlan bi­ le sonunda bu çekiciliğe kapılırlar; gösterdiği cana yakınlıkla, verdiği va­ atlerle sonunda onları da kendi yanına çekmeyi başarır. Karşısındakini cezbetmek için, haklanda dışanda oluşturulan imajla -zaman zaman "Yıl­ dız canavarı" diye anılır- kendisinin yansıtmaktan hoşlandığı sade, na­ zik ve yumuşak adam imajı arasındaki farktan yararlanmayı iyi bilir. Mu­ hataplannın kendilerini güven içinde hissetmelerini de sağlar; böylece onlar ellerini çabucak açarken, kendisi kozlarını asla göstermez. Yeni Os­ manlılar'ın önderlerinden, büyük hürriyetçi şahsiyet Namık Kemal, 1876'daki ilk karşılaşmalannda sultan ona Memalik-i Osmani'yi yeni­ lemek için el ele verip çalışmayı teklifettiğinde büyük bir coşkuya kapı­ br. Bu coşkusu, birkaç ay sonra sürgüne gönderilineeye dek sürecektir. Yaklaşık on beş yıl sonra, Jön Türk döneminin aydınlarİndan Mizancı Murad'la da aynı senaryo yinelenecektir.19 1895 Ermeni krizinin en sı­ cak günlerinde Abdülhamid onu huzuruna kabul edip pohpohlar, tam aradığı adam olduğunu söyler. Murad bu iltifatlar karşısında adeta erir, 1 7 Hajjar, L'Europe d /es destinüsdu Proche-Orieni, lll, s. 984. 18 De Moily, Ldlres du Bosphore, s. 250-251 . 19 Bi rol Emil, Mizonc1 Murod, s. 101 -10S.

160

ABDÜLHAMİD

görüşmeden tamamen kazanılmış bir halde ve sarhoş gibi çıkar; hatta şöyle haykınr: "Hünkinmız bir melek!" Böylece yaptığı siyasi tahlil de doğrulanmışnr: Padişah iyidir; kötü olan onun çevresidir. Ömrü boyun­ ca kendini hiç o kadar mutlu hissetmediğini hanrannda itiraf eder. Sul­ tanın devlet işleri, krizden çıkış yollan konusunda kendisine danışmaya devam edeceğini, ona önemli bir nazırlık, hatta belki de sadrazamlık ve­ receğini hayal etmiştir. Oysa bu görüşmenin üzerinden bir ay bile geç­ meden Murad'ın önünde Avrupa'ya kaçıp, sürgündeki muhalifJön Türk­ lere kanlmaktan başka bir seçenek kalmaz! Abdülhamid'in yalanına giren herkes onun hayat çerçevesinin, dav­ ranışlannın, giyimkuşamının sadeliğinden çok etkilenir. Charles de Mo­ üy salonlann ne denli sade, sultanın çalışma odasının her türlü yararsız lüksten nasıl annmış olduğunu anlatır: "İnsan kendini, aşırı istekleri ol­ mayan, Avrupa üslubuyla Doğu üslubunu zarifbir ölçüyle meczetmiş zengin bir paşanın evine girmiş gibi hisseder. "20 Davranışlannın, gündelik hayat çerçevesinin sadeliği; giyim kuşarnı­ nın sadeliği. Sultan genellikle önden düğmeli basit, siyah bir redingot ve selefierinin taktığı tuğu da olmayan sıradan bir fes giyer. Meclis'in açılış töreni gibi önemli vesilelerde veya her yıl iki kez yinelenen bayram alay­ larında, yani Dolmabahçe'nin büyük Muayede Salonu'nda yapılan teb­ rik ve biat merasimlerinde onun yalın ve resmi giyinişi askeri, mülki ve dini ricalin şatafatlı görünümleriyle, süslü püslü giysileriyle, parlak apo­ letli, madalyalada kaplı üniformalanyla tam bir tezat içindedir. Abdül­ hamid'e göre, paşalann "sadeliğe gayret etmemeleri üzücüdür"; oysa onun kanısınca insanlar"diğerlerinden bilgileri ve hakseverlikleriyle te­ ferrüt ediyorlar [aynlıyorlar]." Giyside sadeliği, yemekte kanaatkSrlığı va'zeder. "Bu hususta ben iyi bir numune olmaya çalışıyorum", der.21 Gündelik hayatta sevdiği ve benimsediği bu sadeliğin dışında, Abdülha­ mid gerektiğinde konuklarının gözlerini kamaştırmayı ve Osmanlı ha­ nedanıyla devletinin zenginliğini gözler önüne sermeyi de bilir. O za­ man konuklannı büyük bir debdebeyle karşılar. Ama bu olağandışı du­ rumlar haricinde, kendisi hakkında sade, mütevazı, ihtiyatlı bir adam imajı uyanmasına önem verir, çünkü bu imaj eski parlaklığına yeniden kavuşturmak istediği halifelik işlevine uygundur. Aslında inançlı bir Müslüman olarak da bu tavn benimsemektedir; dini veeibeleri hiç aksatmadan yerine getirir, özellikle de hiçbir namazı 20 De Moüy, ııgt. 21 Pensüs tl sou�enirs, s. 35·36 [Siyııs i Hııtırotım, s. 60·61].

YILDIZ, ABDÜLHAMio'iN SARAYI

ı6ı

kaçırmaz.22 Hem Şaziliyye hem de Kadiriyye tarikatına intisab etmiştir. Şeyh Zafir Madani ve Şeyh Ebulhüda gibi dini şahsiyetlere çevresinde seçkin yerler verir. Diğeryandan tutuculuklan nedeniyle eleştirdiği -or­ duda yeni bir başlığın kabul edilmesine karşı çıkan şeyhülislama "buda­ la" der- Osmanlı ulemasını her zaman takdir etmese ve hatta onlardan kuşkulansa da, saygıda kusur etmez. Yani insan ve sultan-halife olarak tüm davranışlan dindarlık terazisinevurulmuştur. Ama onda bağnazlık­ tan iz yoktur. Farklı tavırlara hoşgörülü davranınayı bilir. Kendi sarayın­ da -oysa halifenin konutudur burası- mabeyn kitiplerinin Ramazan'da oruç tutmamalanna hiç aldırmaz; içlerinden birinin tanıklığına göre, İs­ lam'ın bu kutsal ayında çalışma odalannda hiç çekinmeden su ve tütün içilir, yemek sinileri herkesin gözü önünde güpegündüz dolaşırP Sul­ tan için önemli olan zevahirin kurtarılmasıdır. Emrinde çalışan Müslü­ manlardan tek istediği, halkın içinde dini vecibelere uyulmasıdır, başka bir şey değil. Özellikle de Müslüman ülkelere gönderdiği resmiheyetle­ rin, halifenin hizmetinde çalışanlar -ve bizzat halife- hakkında saygıde­ ğer bir izienim uyandırmasına önem verir. Abdülhamid düzenli bir hayat sürdürür. Günleri hep çok doludur ve hemen hemen tamamen çalışmaya hasredilmiştir; mesaisi kimi zaman gece geç vakitlere kadar bitmez. Sabah erkenden, namaz kılıp basit ve hafifbir kalıvaltı ettikten sonra, devlet işleriyle ilgileurneye başlar. Sad­ razarnın raporunu inceler, atamalara ve terfilere karar verir, Heyet-i Vü­ kela raporlarına bakar; sonra vilayetlerden ve özel komisyonlardan ge­ len raporları okur ve Hazine-i Hassa işlerine bakar; daha sonra diploma­ tik sorunlarla uğraşıp yabancı ülkelerdeki çeşitli görevlilerden gelen telg­ ratları elden geçirir. Sonra sıra ziyaretiere gelir; sultan gelenleri çoğun­ lukla şahsen kabul etmez, mabeynciler, mabeyn başkatibi ve ikinci ka­ tibi aracılığıyla ziyaretler kendisine iletilir. Öğlen hafifbir yemekle ye­ tinir; sadece bir börek ve bir kap pilav ona yeter. Tek kötü alışkanlığı gün boyu elinden düşürmediği sigara ve kahvedir -zaman zaman içtiği kü­ çük bir kadeh konyak dışında. Sultan akşamüstü hafıyelerinin raporla­ rını inceler, sonra kendisiyle görüşmek isteyenleri kabul eder. Bu hatırı sayılır mesai zaman zaman bahçede yapılan bir gezinti, en sevdiği hay­ vanlan ziyaretveya kadınlanndan birinin dairesinde geçirilen bir saatle bölünebilir. 22 Aichf.l Osmanoglou, Avu mon ptre le sulton Abdulhomid, s. 32, 84 vd. [Ayşe OsmJnoijlu, Babam Sultan Abdülhamid, s. 25, 62 vd.]; MJyakon, Yıldız'da Nder Gördüm?, s. 66 vd. 23 Mayakon, oge, s. 25.

162

ABDÜLHAMİD

Abdülhamid'in yedi eşi olmuştur -padişahların çoğu Kuran'da meşru olarak izin verilen dört eşten fazla kadın almışlardır; kendilerini şeriattan üstün kabul etmenin bir biçimidir bu. İlkiyle henüz veliabd şehzade iken 1 863'de, sonuncusuyla 1 886'da nilcihlanmıştır. Ayrıca altı ikbali olduğu bilinmektedir. Toplam on üç kızı -altısı küçük yaşta ölmüştür- ve sekiz oğlu olmuştur. Hatıratında, "aile hayatım da kalbimin yumuşak olduğu­ nu, sevgiye muhtaç olduğunu gösterir" der.24 Buna karşılık bazı gözlem­ ciler asla bir aile hayatı sürmediğini, haftalar, kimi zaman aylar boyunca şehzadeleri görmeden durabiidiğini ileri sürerler.25 Her ne olursa olsun Dalınabahçe'de çıkan bir yangında, yedi yaşındayken kazayla ölen büyük kızı Ulviye'nin vefatı onu çok'sarsmıştır; aynı şekilde 1 898'de yedi aylık­ ken difteriden ölen bir başka kızı Hatice'ye de çok üzülmüş ve onun anı­ sına Şişli'deki "Etfal-i Hamidiye VakıfÇocuk Hastanesi"ni yaptırmıştır. Ömrünün son yirmi yılında, soneşi Müşfika ile değişik birilişkisi ola­ caktır. Bir anlamda onunla birlikte bir "kan-koca hayatı" sürecek, Müş­ fika saray teamüllerinin aksine hep onun yanında bulunacaktır. Hatta ko­ casının peşinden sürgüne de gidecek, önce Selanik'te, sonra İstanbul'da Beylerbeyi Sarayı'nda hep Abdülhamid'in yanında kalacak ve bu koşul­ larda tek eş statüsünü edinecektir. Hep yalnız yeme alışkanlığına sahip olan sultanın sofraya onunla birlikte oturmaya başlaması da, bu yeni ya­ kınlığın kanıtıdır. Sanki Sultan Abdülhamid, Müşfika ile birlikte, burju­ va bir çift oluşturmuştur. Her halük3rda, kızının, Ayşe Osmanoğlu'nun hanraları okunduğunda buizlenim uyanmakta, yazar ebeveynlerini ço­ cuklarının ortasınua burjuva tarzı bir hayat süren bir çift gibi sunmakta­ dır. Abdülhamid de hatıratında Osmanlılardaki çokeşliliğin aşırılıklan­ nı eleştirir ve "erkeğin hayatında (...) kadının bir hayat arkadaşı olduğu" fikrini savunurken, aklında bu eşi [Müşfika] vardır kuşkusuz.26 Sonunda zamanının hemen hemen tamamını işgal etmeye başlaya­ cak iş ve "aile hayatı" dışında, Abdülhamid boş vakitlerini Yıldız Sara­ yı'nın bahçesinde geçirir; yaptınp düzeniettirdiği gölde kürek çekmek­ ten başlanır; kimi zaman da hayvarrat bahçesini dolaşır ve kuşhaneye toplanmış nadir kuş cinslerini seyreder.27 Tabii marangozhanesine ka­ panıp, en gözde bobisi olan ahşap oymacılığı ve ince marangozlukla oya­ lanmadığı zamanlarda ... (insanın aklına XVI. Louis'nin çilingirlik meraZ4 Pensüs et souv�nirs, s. 2 1 2 [Siyasi Hatıratım, s. 155·156].

25 Mayakon, age, s. 90. Z6 Pcrıs�eı et souvenirs, s. 204 [Siyasi Hatıratım, s. 150]. 27 Tahsin Paşa, ııge, s. 315·316.

YILDIZ, ABDÜLHAMiD'İN SARAYI

163

kı geliyor}. Müzik konusuna gelince, Abdülhamid Batı müziği dinleme­ yi tercih eder, ama "zihnimi yoran musıkiyi değil, dinlendirİCİ musıkiyi tercih ediyorum" der.28 En sevdiği besteci Verdi'dir. Tiyatrosunda ope­ retler oynatır, kentte temsil veren tiyatro kumpanyalannı saraya da da­ vet eder. Sinematografla hemen ilgilenir; Lumiere kardeşlerin icadından sadece bir yıl sonra bir Fransız bu aleti Yıldız Sarayı'na getirir. Sultan akşamlan uyumadan önce kendisine kitap okunmasından baş­ lanır. Çoğunlukla mabeyincilerden birinin anında tercüme ederek oku­ duğu bir Fransızca kitap seçilir -sultan için böyle tercümanlık yapmak da, saray kariyerine başlamanın yollanndan biri olabilir pek5.15..29 Sultan en çokson moda romanlan sever; o sırada Fransa'da da yok satan bu "bur­ juva" romanları, tefrika-romanlar Xavier de Montepin, Fortum� de Bo­ isgobey, Michel zevaco -Pardayyan lardizisinin meşhur yazan- gibi o sı­ rada çok tutulan yazarlar tarafından kaleme alınmaktadır. Kanunlara ita­ ati, hiyerarşiye saygıyı, düzen ve tasarruf zevkini, çalışma aşkını, basit duygulan öne çıkaran ve dolayısıyla sultanın kendi fikirlerini aksettiren konformist, burjuva, muhafazakar bir edebiyattır bu. Kendini korkut­ maktan da hoşlanan ürkek bir adam olan Abdülhamid, polisiye roman­ lara da bayılır. Maurice Leblanc, Gaston Leroux ve Conan Doyle'un son çıkan eserlerini getirttirip okutur -Doyle'u yüksek bir nişanla ödüllen­ direcektir. Gece bastırıp da sarayın koridorlannda gölgeler dolaşmaya başlayınca, Rouletabille, Arsen Lüpen ve Şerlok Holmes'un serüvenle­ rini tüyleri ürpererek dinler. Sultanın tavır ve davranışlannın hepsi, hayat tarzı, basitliği, giyim ku­ şamının sadeliği, edebi ve müzikal zevkleri, rahat mobilyalara duyduğu eğilim, tasarrufkaygısı, hatta pintiliği -gençliğindeki Pinti Hamidolarak kalmıştır-, bunların yanı sıra çaba harcamayı ve çalışmayı va'zeden orta kararcı ahl:ik anlayışı, hep burjuva zihniyeti kokmaktadır! Yıldız Sara­ yı'ndaki Abdülhamid, Versailles Sarayı'nın debdebesi ve harvurup har­ man savuran müsrifliği içinde yaşayan XIV. Louis'den çok, Tuileries Sa­ rayı'ndaki Louis-Philippe'i çağnştınr. Vambery'nin dediği gibi bir "bur­ juva kral" olmasa bile, en azından bir "burjuva sultan", modern yaşamın en son rahatlıklanndan ve konforundan da mahrum kalmak istemeyen, tam kendi çağına ait bir monarktır. Sultanın burjuvalaşması, Baulı kültürel modellerin imparatorluğa ne i.i\çüde sızdığınıngöstergesidir. Örf, davranış ve hayat tarzları, giyim kuni

�'J

Pt115Üi ct SOUVtnirs, s. 215 (Siy�si H�tlf�lım, S. 157). TJhsin PJşa, ııgt, s. 3.

164

ABDÜLHAMiD

şam, mimari düzlemlerinde saray, uzun süre Osmanlılar için bir model oluşturmuş, ama tüm 19. yüzyıl boyunca bu taklitçilik görüngüsü sili­ nip gitmiştir. Yüzyıl sonuna gelindiğinde saray, Avrupa'da olduğu gibi, İstanbul'da ve imparatorluğun diğer büyük kentlerinde öne çıkan eğilim ve modalan takip etmektedir. Başkente uğrayan toplulukların sergiledik­ leri tiyatro oyunlan sarayda da oynanmakta, Batı modası önce Galata ve Pera'da boy gösterdikten sonra saraya girmektedir. Artık zevkin ve mo­ damn esin kaynağı saray değildir. Abdülhamid'in saltanatı da bu nokta­ daki eğilimi tersine çevirmek bir yana, ona iyice ivme kazandınr. Abdül­ hamid, Yıldız'a kapana kapana, padişahlık kurumunun çevresini etkile­ me şansını sıfıra indirir. 19. yüzyıl sonunda İstanbul yalılan Côte d'Azur viHalanna benzer ve orta sımflar Avrupalıtaşmış bir semt olan Galata'da­ ki "akaret" evlerine yerleşirler.

Yine de Harem Harem sözcüğü Batılılara düşler kurdurmaya, imgelemlerini kışkın­ maya devam eden gizemli bir dünyayı çağrıştırır. Harem, öncelikle bir uzamdır. Eski Topkapı Sarayı'nda üstü kapalı ve geniş, yekpare bir külli­ ye oluşturuyordu; ilkyüzyıllar boyunca yavaş yavaş inşa edilmişti ve bir dizi geçit, yol, taşlık, iç avlu ve daire içeriyordu. Dışandan bakıldığında içinden çıkılmaz bir labirentgibigörünen Topkapı Haremi, tam ortasın­ da Hünkar dairesinin, onun yanında Valide Sultan dairesinin yer aldığı bir dizi büyük yapı kümesi halinde düzenlenmişti ve girişte de Karaağa­ lar Koğuşu ile onların başı olan ve giriş çıkışlan katı bir biçimde denetle­ yen Kızlar Ağası'nın dairesi yer alırdı: Sadrazam ile Hünkar arasındaki zorunlu aracılığın getirdiği bu kilit konum, Kızlar Ağası'nın sahip oldu­ ğu olağanüstü gücün nedeniydi. Yıldız'da Harem çok farklı bir yer işgal eder. Nitekim üstü açık avlu­ lada ayrılan bir dizi dağınık bina söz konusudur. Nöbetçi pavyonunun ­ burada artık karaağalar değil, Arnavut muhafızlar nöbet tutmaktadır­ önünden geçtikten sonra Harem Kapısı'ndan içeri girilince, sağda Küçük Mabeyin, başka bir ifadeyle nazırlann, devlet ricalinin ve sultanın erkek ziyaretçilerinin de girebildiği sultanın özel daireleri yer alır. Sultan tara­ fından kabul edilecek yabancılar da Harem Kapısı'ndan geçebilirler.30 Sonra solda Valide Sultan dairesi ve biraz ileride sağda Kızlar Ağası Da30 Osman Nuri, aı;t, ll, s. et ıou�enirs, 5 . 57, 58·59, 207, 219·220 [Siyıui Hatıralrm,

5.

71, 72, 151, 159[.

MUTLAKIYETÇİ BİR REJİM

ıSs

1 876-1878 yıllanndaki sorunlar -saray ihtilalleri, Murad sorunu, sa­ vaşlar, darbe girişimleri- Abdülhamid'in kamuoyunu daha iyi takip et­ mek, nüfusu, orduyu ve hükümeti daha iyi denetlernek için "geniş bir haber alma teşkilatı" kurma gereğini anlamasını sağlarlar.31 O zaman dö­ nemin söz dağarcığında Fransızca kökenli yeni bir terim belirmeye baş­ lar: jurnal ljournal]. Ama Osmanlıca'daki kullanımında "gazete" değil, "istihbarat raporu" anlamına gelmektedir. 1 880'lerde Yıldız'da istihba­ rat işleriyle (umur-ı hafiye) uğraşan bir tür gizli polis oluşur. Bu paliste çalışanlara da hafiye -hafi: gizli- adı verilir. Hafiye bir istihbaratçı, haber almagörevlisidir; ama rejim muhalifleri açısından bir"ispiyon", "müze­ vir", "muhbir"dir -her ne olursa olsun, Hamid istibdadının kusursuz bir simgesidir. Bir gizli servis söz konusu olduğunda beklenebileceği gibi, sistemin işleyişinin birbölümü belli ölçüde karanlıkta kalmıştır, ama her şeye kar­ şın İstanbul konusunda biraz daha fazla bilgi sahibiyiz. Osmanlı payitah­ tı yirmi bir bölgeye ayrılmıştır; her bölge bir başhafiyenin idaresindedir. Hafiyeler hakkındaki Jön Türk dönemine ait bir belge, özel bir gözetim altına yerleştirilmiş yerlerin ve kurumların bir listesini verir; 32 bir tür "ha­ fiye yuvası" olarak görülen Yıldız Sarayı dışında, bu listede çeşitli şehza­ delerin saraylan, askeri okullar, medreseler, tekke ve zaviyeleryer almak­ ta, özellikle de Abdülhamid'in kardeşi, veliaht şehzade Reşad da Mevle­ vi olduğu için Mevlevihaneler çok sıkı bir gözetim altında tutulmaktadır. Aynı belgede hatiyeler dörde ayrılır. İlk bölümde, jumallerini doğru­ dan Abdülhamid'e ileten saray erkanı yer alır. İkinci bölüm, İstanbul'da ve vilayetlerde özel olarak jurnal işiyle görevlendirilmiş olanlardan, ya­ ni profesyonel istihbaratçılardan oluşur. Sonra Saray'a gönderecekleri jumaller karşılığında maaşlanna ek olarak biraz ödül almayı uman ve bu nedenle muhbirliğe yönelen devlet görevlileri ve memurlar gelir. Son bö­ lümde ise önemli şahsiyerlerin hizmetindeki "avane" bulunur; Faik Pa­ şa avanesi, İzzet Paşa avanesi, Ebulhüda avanesi diye anılan bu çeteler muhbirliğin ötesinde, şüpheli şahıslara müdahale de edebilen fedai kı­ lıklı adamlardır. Aslında bir hafiye kategorisi daha vardır: Küçük bir ödül almak için başkalarını ihbar etmekte duraksamayan sokaktaki sıradan adam. Demek ki her an herkes bir jurnalciye dönüşebilir. Sultana istihbarat sağlayan sistemin bir diğer işlevi de halkı kaygı için­ de tutmak, "gizli sultan"ın iktidarını her yerde hazır ve nazır ve ürkütü31 Age, s. so.sı

[Siya5i Haı,ratlm,

s.

68).

32 Hafiytlcrin Lisl�si, ı 3Vo4f1909, ı ı 2 s.

ı86

ABDÜLHAMİD

cü kılmakur.

Nitekim jurnal tam ihbarcılık ruhuna uygundur; başkasına iftira atan bir jurnalci bırakın bundan dolayı sıkınn yaşamayı, tam tersine tebrik edilir.33 Bu nedenle devlete hizmet edenlerin çoğu sonunda korku içinde yaşamaya başlar. Kudüs'teki görev yerine gitmek üzere yola çıkan birvali İzmir'e de uğrar; normal koşullarda o vilayetin valisini de ziyaret etmesi gerekir, ama adam o sırada gözden düşmüş bulunan eski bir sad­ razamdır, onunla buluşursa tehlikeli olabilir, jurnallenebilir... Bir başka sefer Yemen yolundaki aynı vali Port Said'de mola vermek zorunda kalır. Mola süresince Mısır'da sürgün bulunanJön Türklerden biriyle karşılaşı­ nm da onlarla sohbet ederken görülüp jurnallenirim korkusuyla gemiden karaya inmek istemez.34 Dolayısıyla bu sistem toplumsal ve siyasal yakm­ lıklan engellemekte ve toplumun giderek parçalanmasına yol açmaktadır. Abdülhamid bu hafiye ağının yanı sıra istihbaratkonusunda daha öz­ gün bir araca, fotoğrafa da başvurur. Bu yeni icada tutkuyla bağlanan Sul­ tan -Yı:dız Sarayı'na kendisi için özel birfotoğraf stiidyosu kurdurur- fo­ toğrafın siyasi açıdan önemini anlamışur: Mutlakıyetçi hükümdar da, fo­ toğrafçı da modelin kıpırdamasım istemez ... Fotoğrafhem propaganda hem de istihbarat aracı olarak kullanılabilir. 1 880'lerin başından itiba­ ren Abdülhamid imparatorluk topraklannı dalaşmalan için her yana fo­ toğrafçılar gönderirve 30.000 klişeyi geçen muazzam bir koleksiyon bi­ riktirir. Bu görüntiilerin bir bölümü kendi saltanatında gerçekleştiritmiş modernizasyon çalışmalannı -yeni yollar, yeni kamu binalan, demiryol­ lan, garlar- yansıtmak için kullanılırken, bu fotografik "örtii"nün ana amacı memleketin hali hakkında birgörsel istihbarat külliyan temin edil­ mesidir. "Her resim bir fikirdir" der.35 Fizyognomonik [insanları yüzle­ rinden tanıma ilmi] bilgileriyle böbürlenen sultan, portre biriktirir, hiz­ metindeki adamiann karakterlerini fotoğrafianna bakarak keşfetmekle övünür ve tahta çıkışının yıldönümlerinde bu yöntemi kullanarak bazı mahkUmlan affeder. Fotoğraflar kaygı verici bir hadiseyi, Osmanlı top­ raklannda Ban varlığınınkaydettiği ilerlemeleri de izlemesini sağlar. Ör­ neğin Beyrutvalisi ona Fransızların Lübnan'da yapnklan son inşaatlan ­ okullar, hastaneler, şapeller- gösteren klişelerden oluşan bir koleksiyon gönderir. Sultan açısından bu fotoğraflan incelemek bir anlamda teftiş seferine çıkmanın yerini tutar;-imparatorluğunun topraklannda hiç fark edilmeden, kılık değiştirerek dalaşmanın bir yoludur bu -halk arasmda 33 Tah5in Paşa, age, s. 203. 34 Mehmed Tc�fık [Bi ren], ll. Abd()lhamid, Meırııtiyet ve Mütareke Devri Hatıralan. 35 Tah5in Pag age, s. 355·356.

MUTLAKJYETÇİ BİR RE) İM

187

kılık değiştirerek dolaşan bazı selefierinin bir zamanlar yaptıkları gibi.36 Sultan imparatorlukta seyahate çıkmasa da, imparatorluk binlerce gö­ rüntü olup ona gelmektedir. Ama zihinler üzerinde etkili bir denetim kurabilmek için istihbarat yetmez. "Bizde sansür elzemdir" diye not düşer Abdülhamid ve şu ge­ rekçeyi ileri sürer: "Tebaamıza çocukmuamelesi etmeye mecburuz; ha­ kikaten de büyük çocuklardan farklan yoktur. Ebeveyn veya mürebbi na­ sıl gençliğin eline zararlı neşriyatın geçmemesine dikkat ederse, bizim hükümet de halkın fikrini zehirleyecekher şeyi halktan uzak tutmaya ça­ lışmalıdır."37Tıpkı hafiyeler gibi sansür de, özellikle Avrupalılar tarafın­ dan, sonunda rejimle özdeşleştirilmiş, sistemin en karikatüral yanlarıy­ la alay etmekten geri kalmayan Avrupalılar bu arada kendilerinin de faz­ la uzak sayılamayacak bir geçmişte -Fransızlar açısından İkinci impara­ torluk devrinde- gözetim ve denetim rejimleri altında yaşadıklarını, ifa­ de özgürlüklerinin sınırlandığını unutmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu'nda sansürüAbdülhamid kat etmemiştir. As­ lında basının ve yayıncılığın denetim altına alınması Tanzimat devrine, matbaaların çoğalıp ilk özel fikir gazetelerinin çıkmaya, yayıncılığın ge­ lişmeye başladığı döneme dek uzanır.38 ilk basın yasası 1857 tarihlidir, bu yasa 1 865 tarihli bir hatt-ı hümayilnla tamamlanmıştır. Yürürlüğe konan basın yasaları birgazete yayıniayabilmek için önceden ruhsatalın­ masını şart koşuyor, hangi koşullarda yayının askıya alınacağını belirli­ yor -örneğin sultana hakaret- ve vilayetlerde sansür yetkisini mektup­ çuya veriyordu. Abdülhamid daha tahta çıkmadan önce kamuoyunun kazandığı yeni önemi anlamış, 1 876 hadiselerinde nasıl bir rol oynadığını görmüştü. Dolayısıyla bir yandan Ahmed Midhat gibi bazı gazetecileri kendi siya­ setinin ateşli savunucuları ve tanıtıcılan haline getirmekamacıyla kendi rejimine bağlamaya uğraşacak, diğeryandan da yazılan ve basılan her şe­ yi denetlerneye çalışacaktır. Hamid sansürü yavaş yavaş şekillenir. Rus-Türk Savaşı sırasında hü­ kümet Meclis'e bir basın yasası tasansı sunar, ama çok baskıcı olan bu ta36 Karş. Necdet Sakao�lu, 'Tebdil Gezmek", Dllnritn B�ıgiinı isıonb�ıl Amiklapedisi içinde. 37 Pemtes eı so�ıvtnirs, s. 85 [Siyasi Haııraırm, s. 85]. 38 Donald J. Cioeta, "Ottoman Censorship in Lebanon and Syria, 1876·1 908", lnıernalionaljo�ımal of MiıMı East Studies, X, 1979, s. 167·186; Orhan Kologlu, "ll. AbdOihamid SansOrO", Tari/ı ve Toplum, VII, 1987, s. 78·82; aynı yazar, "ll. Abdillhamid Basm Rejimi Deyimi Üzerine", Stıftarı ll. Abdülhomid vt Devri Semineri içinde, Istanbul, 1994, s. 35·�6; Cevdet Kudret, Abdi.illıcmiı Devrinde Sansür, istanbul, Milliyet yay., 1977.

ı88

ABDÜLHAMİD

san "liberal" mebuslann tepkisiyle karştiaşıp rafa kaldırılır. Yine de sa­ vaş süresince gazetelerin üzerindeki fiili denetim sıkılaştınlır ve Said Pa­ şa'nın sadrazamlığı döneminde iyice ağırlaşır. 1888 tarihli biryasaya bağ­ lanan matbaalar dışında hukuki çerçeve değişmemiştir. Ama gazeteler artık çok sıkı takip edilmekte ve denetlenmektedir. Matbu eserlerin ya­ yını ise MaarifNezareti'nin bünyesinde yer alan ve basını denetleyen bir komisyonun iznine bağlanır. Aynı şekilde yabancı kitaplar ve gazeteler de daha sıkı denetlenmeye başlanır. Bir yabancı basın müdürlüğü kuru­ lur; 1881 ile 1883 arasında yurtdışından, üçte biri de Paris'ten gelen otuz iki yayının -gazetelerin yanı sıra, dergiler, broşürler, kitaplar, haritalar, fotoğraflar, takvimler- girişi yasaklanır. 1880'lerdeki sansür göreli olarak ılırolıdır yine de. Edebi ve bilimsel nitelikteki birçok dergi ve süreli yayın, yayıncılık çabalarını kollayan Ma­ arif nazırı MünifPaşa'nın iyiniyeti sayesinde çıkabilir. Daha sonra ileri sürülecek iddiaların aksine, örneğin Fransız Devrimi hakkında yazmak yasak değildir. Dönemin başlıca tarih kitaplarından biri olan, Mizancı Murad'ın ilk baskısı 1881 'de yapılmış eserinin sayfalarını şöyle bir ka­ rıştırmak bunu kanıtlamaya yeter: Devrim'in -Osmanlıca deyişiyle, ih­ tilal-i Kebir'in- öyküsü eserde büyük yer tutar, üstelik İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirgesi'nin bir özetine de yer verilir. Kitabın 1 890'da Maarif Nezareti'nin izniyle yapılan ikinci baskısında da, Fransız Devrimi'ne iliş­ kin olayların anlatımında bir değişikliğe gidilmemiştir.39 Taşradan bir örnek verecek olursak, Abdülhamid sansürcülerinin peş­ lerinden ayrılmadığı Beyrutlu gazete sahiplerinin ve gazetecilerinin 1 882'den itibaren fikirlerini tamamen özgür bir şekilde ifade edebildik­ leri Mısır'a sığındıklan söylenmiştir. Ama 1880'ler boyunca "cumhuri­ yet", "ihtilal", "kargaşa" gibi yasaklandığı iddia edilen terimiere veya "Makedonya", "Ermenistan", "V. Murad" gibi özel isimlere Beyrut bası­ nının sütunlannda düzenli olarak rastlanır. Ayrıca basın, İngilizler tara­ fından işgal edilen Mısır gibi tabu oldukları söylenen konulara da geniş yer verebilmektedir. Kesin olan bir şey varsa, 1889-1 890'a doğru sansür sertleşmiştir. O tarihlerde basma karşı jurnallerçoğalmaya, dergiler kapatılmaya başlar:10 Aynı dönemde Beyrut'ta basınınkoşulları ağırlaşır, gazeteciler ve yayın­ cılar haskılara maruz kalır ve bu güvensiz ortam içinde birçoğu ifade öz­ gürlüğü peşinde yurtdışına ve Mısır'a gider. İstanbul'da çıkan ve çağın en 39 Mchmcd Murad, Tarilı-i Umumi, c. 6, istanbul, 1306 [1890], s. 224-226.

40 Tahsin Paşa, agt, s. 161.

MUTLAKIYETÇi BiR REjiM

189

iyi yazarlarını bünyesinde toplayan, büyük edebiyat dergisi Servet-i Fü­ nı1n, 1 789 rejimine yapılan basit bir gönderme yüzünden 1 900'e doğru sansür edilir: Dergi bir süre kapatılır ve yeniden çıkmaya başladığında en iyi yazarlarını yitirmiştir:u Sansüre hızla otosansür eşlik eder, öyle ki birini diğerinden ayırmak güçleşir. Matbuatın denetimi, yayınlan ince eleyip sık dokuyan bir küme sansüreliden çok, tirtir titreyen korkututmuş gazete sahiplerinin ve ga­ zetecilerin eseridir. Matbaacılann durumu da daha rahat değildir; iki har­ fin yer değiştirmesi veya bir harfin unutulması çok tatsız sonuçlara yol açabilmektedir; örneğin bir tek Arapça lam harfinin düşmesi, kalıplaş­ mış "şevket!Jgazi Abdülhamid Han" övgüsünü, "şu kötügazi Abdülha­ mid Han" hakaretine çeviriverir! O zaman sansürün yıldırımları hiç ge­ cikmeden yağar. Gazeteciler ve yazarlar huzurlarını koruyabilmek adı­ na, ele alınmamasında yarar olan sözcükleri, cümleleri, konuları kendi­ liklerinden safdışı bırakırlar sonunda ve kendi kullanımlan için sakınıl­ ması gereken terim ve deyim listeleri çıkarırlar. Hamid sansürünün ağırlığı yerine göre de değişir. İmparatorluğun tüm bölgeleri ve tüm kentlrri sansürden aynı oranda etkilenmemiş; göreli öz­ gürlük alanları kalmıştır. Yayıncılık alanında en etkin merkez Osmanlı payİtahtı olduğu için, en sıkı denetim de oradadır. Ama vilayetlerdeki sansür uygulaması taşra idaresi bünyesindeki mektupçunun takdirine bağlıdır. Bazı kentler belli birifade özgürlüğünden yararlanırlar. İmpara­ torluğun ikinci büyük kenti ve önemli Yahudi cemaatiyle Batı'ya açılan penceresi olan Selanik'te, basın çok daha özgürdür; İstanbul'da olsa he­ men kavuştutınaya uğrayacakyergiler orada serbestçe basılır. Yazarlar da bu durumdan yararlanır; Tevfik Pikret başkentte asla basılamayacak şi­ irlerini Selanik dergilerinde yayınlar.

M utlakıyet Araçları: Hazine-i �assa Hafiyelik, jurnallerle yürütülen geniş ölçekli ihbar örgütlenmesi, ba­ sın ve yayın üzerindeki sansür... İmparatorluğu mutlakıyet sultası altın­ da tutmaya yarayan tüm bu araçların çok önemli bir avantajı da vardır: Sürekli mali iflas uçurumunun kenarında yaşayan bir ülkede, fazla paha­ lı olmayan yollardır bunlar. Abdülhamid rejiminin ucuz bir rejim oldu­ ğu söylenebilir. Yine de sultanın ihtiyaçları durmadan artmakta, o da bu �ı Lewis, lıl�m �� r�rciı�. 5 . ı 71.

rgo

ABDÜLHAMİD

ihtiyaçlan Hazine-i Hassa'yı muazzam bir mali rnekanizmaya dönüştü­ rerek karşılamaktadır. 18SS'te kurumlaştırılan Hazine-i Hassa, yani devletbütçesinden pa­ dişahın hanesinin ve sarayın işleyişi için ayrılan tahsisat, o dönemde yak­ laşık bir milyon üç yüz bin lira gibi hatırı sayılır bir meblağ tutuyordu. Ama bu miktar o koca�an ve müsrifhanedanın farldı üyeleri arasında paylaştırılıyordu. Tahta çıktığında Abdülhamid'in şehzadeliği sırasında biriktirdiği ve nemalandırdığı kişisel bir serveti de vardı. Bu servet saye­ sinde tahta çıktığında kendi kesesinden yaklaşık 60.000 lira cülG.s balı­ şişi dağıtabilmişti. Ama devlet aygıtının yaşam merkezini Yıldız Sara­ yı'na toplayınca, ne devlet tahsisatı ne de kişisel serveti Abdülhamid'e yetebilirdi. Bu nedenle sultan olunca Hazine-i Hassa'yı dönüştütüp güç­ lü bir mali düzeneğin merkezi haline getirir:n Bu honuda haklı gerekçeler bulmaktan da geri kalmaz: "Ben hemen hemen bir şehri, hassa alayımı, Yıldız Sarayı'nın mensuplarını, bunlar­ dan başka da memurinin üçte birini geçindirmekteyim. Ayrıca halife ol­ mam, yani bütün müslümanların reisi olmam hasebiyle, kesem de bütün dünya müslümaniarına aittir."43 Kendisi sade bir yaşam sürse de, impa­ ratorluğun itibarını her ne pahasına el üstünde tutmak zorundadır. Av­ rupa saraylannın lüksüne ihtiyaç duyar. Altın sofra takımlarını, nadir Do­ ğu yazmalan koleksiyonunu, safkan atlannı sergileyerekYıldız'a gelen zi­ yaretçilerini, özellikle de yabancılan etkilemekten başlanır; konuklarını göz kamaştırıcı armağanlara boğar. Osmanlı devletinin itibarını koruya­ bilmek için yapılan bu masraflar dışında, ayan tam, çil çil altınlada "kul­ larının" sadakatini de sağlamalıdır -sistem böyle işler. Vambery'nin an­ lattığına göre sultan, Doğu'nun o tasvirli üslubuyla söylenmiş şu deyişi sık sık yinelemekten başlanır: " Hükümdarlık tarlasında en iyi mahsul, hünk5:r çeşmesinden akan ihsanlarla alınır."44 Demek ki çevresine unvan, mansıp, ödül, ilcramiye ve hatırı sayılır meblağlar tutabilen hediyeler da­ ğıtır -bir konakveya binlerce liralıkbir toprak söz konusu olabilir. Yaban­ cı basını satın alabilmekiçin de büyük paralar harcar. Buna, hayırseverlik 42 Abdülhamid devrinde Hazine-i Hassa üzerine: Süleyman Nazif, Çalmmrş Olke, istanbul, Yeni Matba'a, 1342/1924; Vasfi Şensözen, Osmıınoğullıırr'nrn Vıırlrklıın �e ll. Abdi.illııımid"in Emlııki, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1 982; Arzu T. Terzi, Hıızine·i Hossa Naami, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2000; Özbek, Osmanlr imparatorluğu 'nda Sosyal De�leı. Siyaset, iktidıır ve Meşruiyet ( 1876-1914); Son Vak 'ıınii�is Abdurrahman ŞerefEfendi Tarihi ll. Meşrutiyet 0/ııyl�rı (1 908·1909), Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1996, s. 257-261. 43 Pemüs et sou�enirs, s. 78-80 [Siyıısi Hııtırııtım, s. 80·82). 44 Vamb�ry. "Personnal Recollectiııns ofAbdulh;;ımid ll and his Court'', LXVI, s. 71. ,

MUTLAKrYETÇİ BiR REJİM

191

ve yardım faaliyetleri, hastanelerin, imaretlerin, okulların veya camiie­ rin yapımı ve bakımı, nüfusun en yoksul kesimlerine gıda, giyecek ve ya­ kacak dağıtımı için gereken kaynakları da eklemek gerekir. Hamid siste­ mi hatırı sayılır mali kaynaklann seferber edilmesine dayanır. Bunu başarabilmek için önce Hazine-i Hassa'yı tam bir nezarete dö­ nüştürür -Hazine-i Hassa Nezareti- ve başına, kendi kişisel servetinin yaratıcısı olan ErmeniAgop'u getirir. Agop, Hamid mali aygıtının kuru­ lup işletilmesinde belirleyici bir rol oynayacaktır. Meslek hayatına Erme­ ni Kilisesi'nin vergi tahsildan olarak başlayan Agop, önce Şehremane­ ti'nde, sonra Galata kazasında çalışmış, en sonunda Osmanlı Bankası kadrosuna girmiştir. Şehzade Abdülhamid'in hizmetinde çalışmaya bu bankadayken başlamış ve onun mali veya ticari yatırımlarını nemalan­ dırmakla uğraşmıştır. Ocak 1879'da sultan onu Hazine-i Hassa idaresi­ nin başına getirir, beş yıl sonra da Hazine-i Hassa nazırı olur:+s Paşalık unvanı verilen Agop, sorumluluğunu üstlendiği kuruma o zamana dek görülmemiş bir genişlik kazandıracak, onu mütevazı bir idareden önem­ li bir nezaret haline getirecektir. Kurumu ele aldığında çoğu Ermeniler­ den oluşan on beş kişilik personel, yirmi yıl sonra bir başka Ermeninin, Agop'un halefi Ohannes Efendi'nin yönetiminde yüz kadar memur ve görevliye çıkacak ve iki seksiyon halinde çalışmaya başlayacaktır: Padi­ şaha ait mülkierin idaresi ve Saray idaresi.46 _Hazine-i Hassa'nın gösterdiği gelişmede en çarpıcı yan, çiftiikiit-ı hü­ mayQn adı altında çok geniş bir toprak parçasının mülkiyetinin alınma­ sıdır. Halep ve Humus çevresindeki sancaklarda geniş malikaneler olu­ şur: Abdülhamid saltanatı boyunca Suriye'de, küçük köylüler, bazen de Çerkez muhacirler tarafından işletilen 1.250.000 hektar toprağın mül­ kiyetini alacaktır. Ama Kuzey Lübnan, Anadolu ve Yemen'de de toprak alımları gerçekleştirilir, sultan, Lahaya civarında güzel kahve plantas­ yonları satın alır.''7 Aslında Abdülhamid'i, o zaman yaşamış birinin ifa­ desiyle, dünyanın "en büyük toprak sahibi" haline getirmiş geniş ölçekli bir siyasettir söz konusu olan.48 Mezopotamya'da gerçek bir çiftlikat-ı hümayün oluşması hakkında daha fazla bilgiye sahibiz.49 Bağdat'ta bir merkezi bürosu, iki de şubesi ·

45 Mehmed Zeki Pakalm, Mo/iye Tefkilotı Torihi, 1442-1930, c. 4, s. 44·62. 46 1321 HicıfSolnome·i o,..,/,t-iAiiye, istanbul, 1903, s. 134-145. 47 Sinarı Kııner�lp, "Some Notes on the Economy ofOttoman Yemen (1870-1918)", Studies on Turkish· Arob Rtlııtions, lll, 1988, s. 99·106. 48 Yoııng, Corps de droil ııttomon, c. V, s. 15, dipnot 2. 49 Cııinet, Lo Turquie d'Asie, c. 3; Albertine Jwaideh, "The Sıınrıiyıı L�nds of Sultan Abdul H�mid ll in

I92.

ABDÜLHAMiD

olan bir Hazine-i Hassa Taşra Teşkilatı kurulur; şubelerden biri toprak­ lar ve sulama, diğeri de Dicle ve Fırat üzerinde su ulaşımı ve taşımacılı­ ğıyla ilgilenmektedir. Abdülhamid'den önce padişahlara ait bazı "has" topraklar vardı, ama 1879'dan itibaren sistemli bir kolonizasyona giri­ şilmiştir. Birkaç ay içinde Kerbela, Hilleve Arnara bölgelerinin en zen­ gin topraklanndan bazılan çiftlikat-ı hümayGn olarak tahrir edilir. Son­ raki yıllarda da hassa topraklan Dicle ve Fırat ovalannda genişlemeye de­ vam eder: buğday tarlalan, çeltik tarlalan, hurma plamasyonları, otlak­ lar. 1890'ların başında Bağdatvilayetindeki ekili toprakların yüzde 30'u Hazine-i Hassa'nın eline geçmiştir. Sultan toprak satın alma konusunda her türlü olanaktan haberdar ola­ bilmek için bölgeye aracılar gönderir. Hassa topraklarını genişletmek için her yol mübahtır: kurallara uygun bir biçimde gerçekleştirilen satın al­ ma işlemleri, ekilmeyen beylik topraklara el konup Hazine-i Hassa'ya geçirilmesi, müsadereler, sindirmeler, tehditler, gasplar. Hazine-i Has­ sa görevlilerin eli ağırdır genellikle ve en iyi, özellikle de !:mlak toprakla­ ra el koyarlar. Sulama şebekesine özenle bakılır, yeni suyollan açılıp köp­ rüler yapılır. Çiftlikat-ı hümayGn yerel idareden bağımsız hareket eden ve doğrudan Saray'a bağlı görevliler tarafından özenle işletilir. Toprak­ lann işlenme tarzı genelde değiştirilmemiş, ama yerlerinde kalmaya teş­ vik edilen köylülere daha iyi muamele edilmeye başlanmıştır; bazı ver­ gilerden, askerlik hizmetinden muaf tutulur ve faizsiz kredi alabilirler. Bu topraklann değerlendirilmesi için ordu da (Bağdat'ta konuşlanmış 6. Ordu) seferber edilir: Teknisyen, uzman, tahsildar temin eder, kanalların kazılıp antılmasında ve bakımında askerler çalışır. Kimi zaman Ha­ zine-i Hassa'nın vilayet temsilcisi bölgede görevli yüksek rütbeli bir su­ bay olur. Bağdat'ta Çiftlikat-ı HümayGn İdaresi'nin müdürü bizzat ordu komutanıdır. Üstelik Abdülhamid böylesine geniş bir araziyi sadece Bağdatvilaye­ tinde edinmemiştir; onun toprakihtirası tüm Mezopotamya'ya yönelik­ tir: Güneydeki Basra vilayetinde Hazine-i Hassa geniş hurma plantas­ yonlan alıp, aralardaki aşiret reisierine iltizama verir; kuzeyde, Musul vilayetinde buharlı nehir taşımacılığını geliştirebilmek için Dicle'nin su akışını düzenlemeye yönelik büyük altyapı çalışmalanna girişirve sulaIraq", Arabic and 15/amic Studie� in Honour ofHamilton A R. Gibb içinde, George Makdisi (ed.), Leiden, E. ) . Brill, 1965, s. 326·336; Hanna Batatu, TIM Old Social C/asses and the Re�alutionory Mo�emenls in Iraq, Princeton, Princeton University Press, 1978; Gökhan Çetinsaya, Ottoman Administratian of Iraq, 1890·1908, doktora tezi, University of Manchester, Department of Middle East Studies, 1994, s. 51·52.

1

MUTLAKIYETÇİ BİR REJİM

193

ma kanallan açar; böylece Fırat çölünde köyler belirir, Zap tuzlaları işle­ tilmeye başlanır. Bunun sonucunda ziraat alanında inanılmaz değişik­ likler yaşanır. Toplam olarak bakıldığında, Abdülhamid'in tüm Mezopo­ tamya'ya yönelik gayrimenkul tasarıları olduğu açıktır. Niye böyle birziraatimparatorluğu ve niye özellikle Mezopotamya'da? Nedenlerin ilk sırasında, imparatorluk ekonomisinin ana sektörü olan Osmanlı tarımını modernleştirme isteğinin yer aldığı açıktır. Hazine-i Hassa mülkiyetine geçen topraklarda geniş ölçekli sulama çalışmalanna girişilir, makİnalaşmaya gidilir. Bu topraklar, pek çok komşu tarım işlet­ mesinden daha iyi ekilmekte ve işletilmektedir. Hazine-i Hassa'nın bir­ çok arazisi örnek çiftlikler gibi çalışmakta, bu örneklerin modern tarım ve hayvancılık yollannın yaygınlaşmasına yardım edeceği hesaplanmak­ tadır. 1 888'de ZiraatBankası'nın da kurulmasıyla birlikte, Hazine-i Has­ sa Osmanlı tarımındaki en büyük iki engeli, teknik açıdan geri kalmışlı­ ğı ve kronik sermaye yokluğunu aşmanın bir yolu olarak belirir. Irak'ta gerçek zirai üretim Abdülhamid devrinde başlar. İkinci neden: Abdülhamid geniş arazilerin mülkiyetini alarak yaban­ cı toprak kolonizasyonu tehlikesini engellemeye çalışmaktadır. Osman­ lı İmparatorluğu 1867'deyabancılara imparatorluk dahilinde toprak edi­ nebilme imtiyazını vermişti. Ege bölgesinde, İzmir'in art-ülkesinde bir İngiliz tarım kapitalizmi ortaya çıkmakta hiç gecikmemiştL Bu zirai bir sömürgeleştirmenin girizg5hı mıdır? Aslında 93 Harbi'ne kadar Osman­ lı İmparatorluğu konuya göreli bir hoşgörüyle yaklaşır; ama daha sonra bir yabancı emlak kolonizasyonu ve bunun gerçek bir sömürgeleştirme harekatının başlangıcı olması sorunu gündeme gelir; bunun için Osman­ hiara yakın Tunus örneği yeterli olmuştur: Infida arazisinin alınmasın­ dan birkaç yıl sonra, Fransızlar Tunus Naibliği'ne olduğu gibi el koyma­ mışlar mıydı? Bu nedenle Abdülhamid elindeki tüm olanaklarla yaban­ cı uyruklulann bu imtiyazı kullanmasını engellemeye çalışır. Hazine-i Hassa'nın gerçekleştirdiği kitlesel toprak alımları belki de bu tehlikeye karşı düşünülmüş çarelerden biridir.50 Üstelik padişah adına yapılan alım­ lara, çoğunlukla bu topraklara bitişik arazileri yabancıların almasının ya­ saklanmasının eşlik etmesi de anlamlıdır. Filistin'de toprakların Yahudi yerleşimcilere satılınasını engellemek için Abdülhaınid'in başvurduğu yollardan biri, bu toprakları çiftlikat-ı hümayG.na katmaktır. Kısacası, Rus-Türk savaşının ertesinde Hazine-i Hassa ile Avrupa toprak kapita�O Fikret AdJrıır, "ll. Abd�llıJmid Dörıcmindc Yabancılarm Toprak Salıibi OlmJian Konusunda Osm,ınlı

Kaygılorı"', Oımarılı ıçinde, Gulcr Ererı (ed.), c. 2, s. 298·304.

I94

ABDÜLHAMID '

lizmi arasında zamana karşı bir yarış başlamıştır: Imparatorluğun kalanizasyonunu kim başaracaktır? Belki de Abdülhamid'in bu tarım politikasında daha geniş çaplı ve uzun erimli bir vizyon da vardır. Kitlesel toprak alımlannın Berlin Ant­ laşması'nın, yani Balkanlar'daki toprak kayıplannın hemen ardından baş­ laması ve özellikle imparatorluğun Asya vilayetlerini kapsaması da dik­ kat çekicidir. Sul,tan Anadolu ve Mezopotamya'da, Bursa, Aydın, Kon­ ya, Şam'da toprak edinerek imparatorluğun Asya'ya çekilişine hazırlık mı yapmaktadır?51 Bu varsayımı destekleyebilmek için, Hazine-i Has­ sa'nın edindiği toprakların yoğunluğunu yansıtan bir harita çıkarabil­ mek gerekirdi. Eldeki verilere göre, Balkanlar'da da bu tür girişimiere rastlanmakla.,.birlikte, alınan topraklann büyük bölümü Anadolu'da ve Yakı:ıdoğu'da, daha çok da Suriye ve Irak'tadır. Payitahta uzak bu yöre­ lerde padişaha ait arazileringenişletilmesi aynı zamanda iktidarın gücü­ nü yerel bağlamda yeniden ifade etmenin de bir yoludur -bu iktidar çok uzakta da olsa. Muhtemelen tüm bu nedenler farklı ölçülerde rol oynamıştır. Ama en önemlisi, sultarrıo elinin altında hatın sayılır eylem olanaklan bulundur­ masına izin verecek, geniş mali kaynaklar sağlanması söz konusudur. Ba­ rış zamanında gerçek bir savaş hazinesi, tam anlamıyla gölge bir bütçe. Bu Hassa mülkleri gerçekten de önce iltizam ve yarıcılık gelirleri kale­ minden, hatırı sayılır kazançlar sağlarlar. Hassa topraklan olarak hertür­ lü emlak vergisinden muaf olsalar da, normal koşullarda tarım vergileri­ ni yani aşar ve ağnamı ödemeleri gerekir. Ama bu vergiler sultanın gön­ derdiği adamlar tarafından toplanmakta ve Maliye'ye değil doğrudan Ha­ zine-i Hassa'ya gitmektedir! Sultan anlaşıldığı kadarıyla 1882'den itiba­ ren bu vergilere Hazine-i Hassa adına el koymaya başlamıştır. Rusya'ya ödenecek savaş tazminatının ilk taksiclinin ödenmesiyle -bu ödeme ay­ nı yıl mayıs ayında yapılır- ve bazı Anadolu vilayetlerinin aşar gelirleri� nin bu borca tahsis edilmesiyle bir ilgisi var mıdır bu önlemin? Başka bir deyişle, Abdülhamid bazı gelirleri kurtarmaya mı çalışmaktadır? Bu da bir varsayımdır. H erne olursa olsun, sultanın Osmanlı maliyesine karşı tıpkı yabancıların yaptığı gibi davranması çok çarpıcıdır -özellikle de Dü­ yun-ı Umumiye İdaresi gibi, devlet gelirlerini tam anlamıyla çekip ken­ di bütçesine aktarmaktadır. Bu topraklann ne gelir getirdiği ölçülebilir mi? Saltanatın sonuna doğ­ ru padişaha ait toprakların net geliri 1 .5 milyon lira olarak tahmin edilS 1 Victor B�rard, /e Su/lan, /'Islam tt !ts Puı"ssancts, P;ıris, Arm;ırıd Colirı, ı 907, s. ı 93.

MUTLAKIYETÇİ BİR REJIM

195

miştir. Ama gayrimenkullerin dışında, Hazine-i Hassa başka birçok ge­ lir kaynağına da sahiptir: Dicle ve Fırat üzE:rinde gemi işletınekte, Musul bölgesinde petrol, bitüm, Ereğli'de kömürmadenierinin gelirlerini top­ lamakta, Taşoz madenierini işletmektedir; aynca Selanik ve Dedeağaç li­ manlannın işletmesi ondadır ve Selanik'te, İzmir' de, Bağdat'ta, Basra'da birçok ambara sahiptir, Hereke'dek:i kumaş fabrikası gibi çeşitli fabrika­ ları vardır. Bunlara, Hazine-i Hassa'ya bağlanmış bir kısım gümrük ge­ lirlerini, belediye vergilerini, Tütün Rejisi ödemelerini eklemek gerekir. Ayrıca Abdülhamid kimi iyi yatırımlar yapmış, Güney Afrika'daki altın madenierine ilişkin kazançlı hisse senedi spekülasyonlarına girmiştir. Tüm bu geliriere devlet tahsisatı -1897-1898 yılı için toplam 1 9.800.000 liralık bütçede 932.000 lira; bunun 627.000 lirası Hazine-i Hassa'ya, ge­ ri kalanı da harredanın şehzadelerine ve sultanianna aynlmıştır- ve yine devlet bütçesinden Hazine-i Hassa'ya verilen olağanüstü borçlar da ek­ lenirse, ortaya gerçekbir mali güççıkar ve Hazine-i Hassa'nın Hamid sis­ teminin mali zerninini oluşturduğu görülür. Sultanın emrindeki gelirle- . rin toplamı, herhalde devlet gelirlerinin yüzde 6'sı ile 1 O'u arasında bir bölümünü temsil etınektedir.52

52 özbek, Olmon/ı imııoroıorlufu'ndo Sos�ol Ot�!d. Si�oset, Iktidar Vi! Mt�ruiytt (1876-1914), 131.

s.

127-

196

ABDÜLHAMİD

B. BÖLÜM

Vilayetlerin Önemi 1875-1876 laizi imparatorluğun taşra idaresinin yetersizliklerini gün ışığına çıkarır. Hersekköylülerinin, bir dizi felaket ölçeğinde krizi de ar­ dı sıra sürükleyen isyanlannın altında, dışarıdan geldiğine hiç kuşku ol­ mayan kışkırtrnalar kadar, maruz kaldıklan her türlü İstisınarın da rolü vardır. En azından Osmanlı yöneticilerinin çoğu olayı böyle tahlil eder. Üstelik Balkanlar'da ulusal hareketler ortaya çıktığından beri, Osmanlı­ lar bu hareketlerin kötü idareden kaynaklandığı kanısındadır. Şu halde taşra işlerine bir düzen vermek özerklik veya bağımsızlık özlemlerini bo­ şa çıkarmanın ve Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü ve geleceğini güvence altına almanın bir yoludur. Aynı zamanda böylece Av­ rupa'nın Osmanlı devletinin iç işlerine kanşmasının da engellenebilece­ ğine inanılır: Avrupa devletleri müdahale bahanesi olarak Osmanlı ida­ resinin kötü işleyişini göstermekten hiç vazgeçmezler. Balkanlar'daki olaylar uzun süredir yakından izlenmektedir; Berlin Andaşması'ndan sonra Doğu Anadolu vilayetleri de "gözetim altına" girer. 1880'lerden itibaren Doğu Anadolu'da çoğalan yabancı konsolosluklar, antlaşma da söz verilmiş reformların ne ölçüde hayata geçirildiğinin gözlendiği mer­ kezlerdir. Merkezi devlet açısından vilayetlerin iyi idare edilmesi bütçe bağla­ mında da çok önemlidir. Çünkü sükUnet sağlanınca orduya daha az ihti­ yaç duyulacağı gibi, vetgiler de daha eksiksiz tahsil edilebilecektir. So­ nuçta devletin işleyişi için gereken kaynakları ve imparatorluğun savu­ nulması için gereken askerleri sadece vilayetler sağlamaktadır -İstanbul­ lular hem vergiden hem de askerlik hizmetinden muaftır. Demek ki imparatorluğun ve rejimin kaderi taşrada, Osmanlıların de­ yimiyle memalik-i mahruse'de belirlenmektedir. Büyük Güçler'den kay­ naklanan dış tehditlere ve özerklik talepleri ile çeşitli toplulukların mil-

ViLAYETLERİN ÖNEMİ

I97

liyetçilikleri tarafından oluşturulan iç tehditlere karşı, Abdülhamid "mem­ leketler"ini "muhafaza etmeyi" nasıl sürdürebilecektir?

Osmanlı Vilayetleri, Teori ve Pratik 1 880'lerin başında Osmanlı İmparatorluğu'nun idari haritası hatırı sayılır ölçüde değişir. 1876'da "imtiyazlı vilayetler" oluşturan Roman­ ya, Sırhistan ve Karadağ artık bağımsız devletler olmuşlardır. Bunun dı­ şında Mısır Hıdivliği ve Tunus Beyliği kağıtüstünde Osmanlı padişahı­ nın kulu olan, pratikte ise hemenhemen bağımsız sayılabilecek farklı bir vilayet türünü temsil etmektedirler; Mısır 1881 'de İngiltere'nin, Tunus ise 1 882'de Fransa'nın egemenliğine geçerek Osmanlı idaresinin tama­ men dışına çıkacaklardır. Ama Berlin Kongresi'nden sonra bile, Osmanlı İmparatorluğu'nun idari haritası tektip bir görüntü sergilemekten uzaktır. Kabaca iki büyük idari bölge türü ayırt edilebilir. Birinci kategori, özel bir statüye sahip topraklardan oluşur. Lübnan, Girit, Doğu Rumeli ve daha önemsiz iki toprak parçası, Aynaroz Tepesi ile Sakız Adası böyledir. İmparatorluğun geri kalanı -yani en büyük bölümü- doğrudan İstanbul'a bağlıdır ve Ali ile Fuad paşalar devrinde, Tanzimat'la birlikte yürürlüğe konmuş idari sistem uyarınca yönetilirler. Vilayet idaresindeki çerçeveler, 1 864 ve 1871 tarihli yasalarla saptanmıştır.1 O zaman imparatorlukyirmi yedi vilayete bölünür. Her birinin başı­ na Babı5Ji tarafından birvali atanır. İdari bölümlernelerin hiyerarşisi Na­ poleon sistemini andırmaktadır: Vilayerin altındaki sancakların (veya li­ vaların) başında birer mutasarnf vardır; sonraki sırada yer alan kazaları kaymakamlar yönetir; en alttaki iki basamakta ise, birer müdür tarafın­ dan yönetilen nahiyelerle, başlannda halk tarafından seçilen birer muh­ tar bulunan karyeler [köyler] bulunur. Bu hiyerarşinin sınırlarında, bir vilayete değil doğrudan İstanbul'a bağlı olduklan için "müstakil" diye nitelenen bazı sancaklar yer alır; do­ hyısıyla bu nitelemenin düşündürebileceğinin aksine, ya başkente ya­ kınlıkları yüzünden -örneğin İzmit sancağı- ya stratejik nedenlerle -Ça­ nakkale Bağazı'nı da içeren Biga sancağı- veya Kudüs örneğindeki gibi 1

(arter V. Findley, "The Evolutiot"l of the System of Provincial Administration as Viewed from the Center", Pıılesline in the Lııle Ottamon Period içinde, David Kushner (cd.). Kudüs, Yad lzhak Ben· Zvi, 1986, s. 3·29.

rg8

ABDÜLHAMİD

siyasi ve diplomatik nedenlerle payitahta çok daha sıkı bağlı idari bölge­ ler söz konusudur. 1864 ve 1871 yasalannda valinin yetkileri tanımlan­ mışnr. Vilayet merkezinde ikamet edip yürütmeyi temsil eden vali, ge­ niş yetkilere sahiptir; vilayetin mülki idaresinden, maliyesinden, maari­ finden, nafıa işlerinden, zaptiyesinden, asliye ve ağır ceza davalarından o sorumludur. Bu görevleri yerine getirebilmek için, yüksek memurlar­ dan oluşan bir personeli vardır: bir defterdar, resmi yazışmalar ve basın­ la ilgilenen bir mektupçu, konsoloslarla, yabancı tüccarlada ve yabancı himayesindekilerle ilişki içindeki bir hariciye müdürü ve çeşitli büroları yürütüp, nafıa, ziraat, maarif, kadastro, evkafişlerine bakan belli sayıda memur. Ama vali -Tanzimat devrinin başında olduğu gibi- askeri veya adli yetkiye sahip değildir. Diğer yandan vilayetteki yüksek memurlar ona bağlı çalışsalar da, onun tarafından seçilmezler: İlgili nazınn öneri­ si üzerine irade-i seni:yye ile tayin edilirler. Ayrıca Vilayet Nizamnamesi'nde valilere görevlerinde yardımcı ol­ maları amacıyla meclisler düzenlenmiştir: Vilayetin başında bir mec­ lis-i umumi, bunun dışında vilayet, sancak ve kaza düzeylerinde mec­ lis-i idareler. Bu meclisler, yerel düzeyde bir temsil ve katılım sistemi­ ni başlatan Tanzimat tarafından kurulan memleket meclislerinin ardıl­ larıdır. Meclislerde vilayet idaresi tarafından atanan üyelerin yanı sıra, dört seçilmiş üye -iki Müslüman ve iki gaydmüslim- yer alır. Bu mec­ lisler gayrimüslimlerin de yerel işlerin idaresine katılımını sağlar, çün­ kü seçilmiş üyelerin dışında, millet önderleri de bu meclisierin doğal üyeleridir. Vilayet sisteminin genel çerçevesi böyledir. Aslında bu sistem birçok güçlüğü de bünyesinde barındırır. Birincisi, imparatorluk vilayetlerinin boyutlanndan kaynaklanır. Sistem hiç ku�kusuz NapolCon döneminde Fransa'da yapılan idari bölümlemeden esinlenmiştir; ama o sırada bir Fransız "departmanı"nın ortalama yüzölçümü 6000 km2 iken, Osman­ lı vilayetlerinde yüzölçümü 30.000 ile 1 00.000 km2 arasında değişmek­ te, hatta bazılannın toplam alanı Fransa'nın yüzölçümünün dörtte biri­ ne erişebilmektedir! İletişimin genellikle yetersiz düzeyde kaldığı böy-_ Iesine geniş alanlar üzerinde, çevresindeki küçük bir idareci ekibiyle des­ teklenip, sancak ve kaza düzeyinde de mutasarrıflar ve kaymakamlar ta­ rafından temsil edilen valinin yerel idarenin tüm görevlerini yerine ge­ tirmesi beklenmektedir: asayiş, emniyet, kalkınma, altyapılar ve maarif! Yerel idarecilerin yetkinliği de ayn bir soru işaretidir. Sultan düzeyi yükseltme yönünde ciddi bir kaygı taşısa da, yeterince iyi yetiştirilıııiş bir personele sahip değildir ve iltimas, tayinlerde önemli bir rol oynama-

ViLAYETLERİN ÖNEMİ

199

ya devam etmektedir. Yasalan iyi bilen idareci bulmakzor iştir. Kadılar, Tanzimat devrinde geliştirilen ve büyük ölçüde laik içerikli Ceza ve Ti­ caretyasalanndan genellikle habersizdir ve hiHi şeriata göre hüküm ver­ mektedirler. 1 877 Meclisi'nde birmebus, nahiyeler kurma isteğinin çok iyi olduğunu, ama önce yasanın gerektirdiği koşullan haiz, yani okuma yazma bilen müdürler tayin edebilmek gerektiğine dikkat çekmiştir.2 Yö­ netilenlerle iletişim de çoğunlukla dil nedeniyle sorun çıkanr: Yemen'e tayin edilen memurlarınhepsi Arapça bilmez, Yemenlilerde Türk dilin­ de eğitim görmemiştir... Buna karşılık Balkanlar'da idare içinde çoğun­ lukla birkaç dil bilen gayrimüslimlere geniş bir yer verilmiştir.3 Bunlann dışında, sık sık idareci değiştirilmesi de idarenin işleyişinde bozukluklara yol açmaktadır. Bu uygulama özellikle valileri hedefalmak­ tadır. İstanbul bu yaklaşımı yerel iktidarların fazla güçlenınesini engel­ lemenin bir yolu olarak görmekte, ama bundan sistem zarar görmekte ve sağlıklı işleyemez hale gelmektedir. 1871 'de Ali Paşa'nın ölümünden sonra, bu pürüz giderek derinleşir; Times, atlarının eyerinden bir türlü inemeyen Osmanlı valileriyle dalga geçer.4 Örnek gösterilen bir vilaye­ te art arda iki valinin atandığı, ama ikisinin de daha görev yerine varama­ dan aziedilip bir üçüncüsünün valilik koltuğuna oturduğu rivayet edi­ lir! Anlatılan bu hilclyede bir karikatürleştirme çabası var mıydı? Kuşku­ suz vardı, ama en sonunda genelleşen ve asıl önemlisi, idari hiyerarşinin alt kademelerine, sancaklar ve kazalardaki makamlara bile yayılan bir uy­ gulamayı aktarması bakımından da anlamlıydı. Avrupalılar, Bibıili'ye sunduklan çeşitli reform tasanlannda, Osmanlı idaresindeki bu kronik istikrarsızlığı suçlayarak, valilerin en az beş yıl görevden alınmamasını Osmanlı hükümetine kabul ettirmeye uğraşıyorlardı. Bu uygulamalar Abdülhamid'in saltanatının ilk yıllannda da sürer; Vali Abidin Paşa örneği de bunu gösterir. 1 843 'te Preveze'de doğan, Ar­ navut asıllı Abidin Paşa, birçok dil bilir ve karİyerine Saray'da başlayıp taşra idaresinde devam eder. 1879'un Martayında Berlin Andaşması'nca öngörülen Yunan-Türk sınır düzenlemesini görüşmek üzere müfettiş olarak Balkanlar' dadır. Aynı yılın Mart-Ekim aylan arasında ise Doğu Anadolu'ya, Diyarbakır ve Sıvas'a giden teftiş komisyonunu yönetir. Ekim ayında Sıvas valiliğine atanır ve bir sonraki yılın Mart ayına kadar ı

3 4

i Iber Ortaylı, TonıimoHon Cumlıuriyett Yerel Yl:lntllm Gtltnegi, istanbul, H il yay., 1985, s. 99. i Iber Ortaylı, "ll. Abdülhamid Devrinde Taşra BOrokrasisinde GayrimOslimler", SrıIlan ll. Abdiillıomid �e Dt�ri Semineri, s. 1 63·1 71. Davison, Reform il' ılıe Oııomon Empire, s. 168.

:WO

ABDÜLHAMİD

orada kalır; o tarihte birkaç ayhğına Selanik'e gönderilir. Haziran 1 880'de, Hariciye Nezareti'nin başına geçmek üzere İstanbul'a çağnlır ve bu gö­ revde de dört ay kalır: O sırada Yunan toprak talepleri dosyası Osmanlı diplomasisini uğraştırmaktadır ve onun bu alandaki uzmanlığına ihtiyaç duyulmuştur. Bundan sonra Ankara valiliğine atanır. Orada -nihayet­ yıllarca kalır ve kaHasitesini tam anlamıyla gösterebilir. Abidin Paşa ör­ neği sık sık rastlanan bu değişikliklerin sadece idarecilerinin özerk ikti­ dar odaklan halibe gelmelerini engellemek isteyen Abdülhamid'den kay­ naklanmadığını kanıtlar; yeterli sayıda yetkin elemanı bulunmadığı için, imparatorluğun diplomatik, siyasi veya idari ihtiyaçlarına göre elindeki tüm insan kaynaklarına başvurmak zorunda kalmaktadır. Sorun sadece yerel idarecilerin yetersizliği değil, maddi durumlan­ nın da bozuk1uğudur. Bu bağlamda vaziyet, memur veya asker maaşlan ödeneceği sırada kasaları tarotakır olan vilayetlerde çok kötüdür. Zaten 93 Harbi'nden sonra, maaşlarda kesintiye gidilmiş ve taşra memurları­ nın maddi durumu iyice zorlaşmışor. Kimi dramatik durumlar da yaşa­ nır: 1 879'un Ocak ayında Diyarbakır temyiz mahkemesindeki yargıçlar tam on dört aydır maaş almamışlardır. İdarenin en alt kadernelerindeki­ lerin durumu daha da berbatiJr; hiyerarşinin yukanlarında her zaman bir çıkış yolu bulunabilir, ama küçük devlet memurlan için aynı şey geçerli değildir. Maaşlan zaten çok az ve düzensiz olan zaptiyelerden, bu maaş­ ları bile alamazken, eşkıya peşine düşüp canlarını tehlikeye atmalan na­ sıl beklenebilir? Bu koşullarda rüşvetin taşra idaresinde büyük hasara yol açmasına şaş­ mamak gerek. Bu bir anlamda Osmanlı devletinin yapısal hastalığıdır. Valiler görev yerlerini, servetyapıp yapamayacaklarına göre, "iyi vilayet­ ler" ve "kötü vilayetler" diye ayırırlar. O çağda yaşamış birinin belirttiği gibi, "[maaşlarını kendi malından veren] zengin vilayetlerde (...) yıllar on iki ay idi."5 Ama sorun sadece hiyerarşinin en üst kademelerini ilgilen­ dirmez; bazı vilayetlerde, örneğin Irak'ta, ıüşvetözellikle küçükmemur­ lar arasında yaygındır6 -sultan bile, maaşlarınazlığı nedeniyle, bu duru­ mu neredeyse mazur görür. Rüşvet hastalığı savaş yüzünden iyice ağır­ laşır. 1 880'de Anadolu'nun doğusunda bir ıslahat komisyonunu yöne­ ten eski bir İngiliz subayı, Baker Paşa buna tanıklık eder: Osmanlı İmpaS

6

Halid Ziya Uşaklıgil, K1rk YI/, istanbul, ink1IAp ve Aka, ı 969, s. 3ı ı ; Findley, Brıreaucrııtic Reform, s. 237·238. Gökhan Çetinsaya, Ottomon Adminislrııtian oflrııq, 1890-7908, doktora tezi, University of Manchester, Department of Middle East Studies, 1994, s. 116.

ViLAYETLERİN ÖNEMİ

201

ratorluğu'nu yakından tanıyan subay, birkaç yıl içinde rüşvette görülen yaygınlaşma karşısında şaşkına dönmüştür. Valilerin ve mesai arkadaşlannın görevlerini çoğunlukla karmaşıklaş­ tınp, hareket kabiliyederini sınırlayan iki sorun daha vardır. Birincisi, yabancı konsoloslar vilayet işlerine ve yerel dava !ara çok sık müdahale etmektedir. Tanzimat devrinde merkezi iktidarın vilayetler üzerindeki egemenliği güçlenıneden önce, Avrupalı konsoloslar yerel derebeylerle, küçük aşiret reisleriyle, büyük ailelerin temsilcileriyle iş görmeye alış­ mışlardı. Merkezi devletin ağır, ama kesintisiz işleyen bir süreç içinde vi­ layetlerin idaresini yeniden ele geçirmesi konsoloslann Osmanlı valile­ ri ve idarecileriyle giderek daha çok karşılaşmasına neden olur. Bu du­ rum herzaman bir çatışma vesilesi değildir; 1870'lerde Filistin'de görül­ düğü üzere, vilayetin yönetimini bir tür konsolos-vali "çifti"nin üstlen­ diği de görülür. Ama kimi farklı örneklerde, özellikle de 1880'lerde Ana­ dolu'da konsoloslukların çoğalmasıyla birlikte ilişkiler genellikle gerilir. Diğer yandan devlet görevlilerinin eylemleri çoğunlukla yöre eşra­ fıyla karşı karşıya gelinmesine, böylece taşra ölçeğinde iktidar sorunu­ nun gündeme gelmesine yol açar. Yerel seçkinler merkezlleşmeye önce direnmiş, sonra Tanzimat'la birlikte devlet kurumları güçlendikçe, fark­ lı bir tavır benimsemeye başlamışlardır: iktidan ellerinde daha iyi tuta­ biirnek ve nüfuzlarını koruyabilmek için, yerel kurumlara, idare meclis­ lerine, mahkemelere, belediyelere girerek yeni sistemi kullanmaya ça­ lışmak. Zaten eşrafın izlediği bu siyaset, Abdülhamid'in taşra siyaseti­ ne de uygundur.

Sultan ve "Memalik-i Mahruse" Abdülhamid, Tanzimat'ın taşra siyasetinin ne genel çerçevesini ne de ruhunu -merkezi otorite beyanı, merkezlleştirme, modernleştirme- de­ ğiştirir, ama kullandığı araçlar zaman zaman farklılaşır. O da ll. Mah­ mud'un başlattığı süreci, yani merkezi yönetimin imparatorluğu idari açıdan yeniden fethini devam ettirir. Merkezi otorite beyanı, önce idari haritadaki değişikliklerle gerçek­ leştirilir. 1 88 1 'de 25 vilayet varken, 1 908'de hemen hemen aynı top­ raklarüzerinde vilayet sayısı 29'a çıkmıştır. Beyrut, Bitlis, Musul ve Ko­ sova yeni kurulan vilayetlerdendir. Güneydoğu'da Van'a bağlanan Hak­ kari vilayeti gibi bazılan da haritadan silinmiştir; bunun bir nedeni de herhalde, söz konusu vi layetin nüfus istatistiklerinde Ermenilerin ora-

202

ABDÜLHAMİD

nını azaltmaktır. 1 888'de İzmit gibi, doğrudan payitahta bağlı yeni "müs­ takil" sancaklar ortaya çıkar. Diğeryandan idari bölümlernelerin hiyerarşisi tamamlanır. 1871 ya­ sası -Napoleon modelinden esinlenerek- karye ile kaza arasında nahiye basamağının da oluşturulmasını öngörüyordu, ama Balkanlar gibi böl­ gelerde bu türden yerel temsili kurumların Hıristiyanların ulusal özlem­ lerine denk düşebilei:::eğinden kaygı duyan B3bı3li bu uygulamayı gecik­ tirmişti -demek 10 Avusturya-Macaristan ile Rusya'nın bu nahiyelerin kurulmasını ısrarla istemeleri de boşuna değildi.7 Abdülhamid saltana­ tının ilk günlerinde hala ihtiyatlıdır; o çağda ileri sürüldüğü gibi, nahiye ("komün") sözcüğü Paris Komünü'nü çağrıştırdığı için onu korkutmuş olabilir mi gerçekten?8 Yine de 1880'lerden itibaren, ağır ağır ve henüz eksik bir biçimde de olsa, nahiyeler kurulur. Belediyelerin genelleşmesi ise daha önemlidir. Klasik çağ Osmanlı İm­ paratorluğu'nda kentlerde özerk ve ayn bir idare yoktu; kent, devletin genel organları, valiler, kadılar, yeniçeriler tarafından idare ediliyordu. İlk belediye teşkilatı yüzyılın ortasına doğru İstanbul'da ortaya çıktı ve kentin kuzey semtlerinde bu yönde bir denemeye girişildL Sonra 1 860'lar­ da, imparatorluğun Selanik, İzmirveya Kudüs gibi bazı başka kentlerin­ de de belediyeler kuruldu. Belediyeler hakkındaki 1877 yasası ise, bele­ diye örgütünü imparatorluğun bütününe yayar. İdari organlardaki bu genişlemeye paralel olarak, vilayet idarelerinde çalışanların sayısı da artar. Örneğin Bursa vilayetinde 1 878'de 62 kişi ça­ lışırken, bu sayı 1 908'de 148'e çıkar; Edirne'de aynı yıllar için rakamlar sırasıyla 87 ve 2 18'dir. Gerçi bu rakamların gerisinde kimi zaman iyi ta­ nımlanmamış, himayesindeki şu veya bu adamı kollamak için, iltimas geçerek veya eş dost kayırarak yaratılmış şişirme kadrolar da vardır. Ama her ne olursa olsun, taşra memurlannın sayısındaki artış daha genel bir hadiseyi de yansıtır: İdare, Osmanlı toplumuna giderek daha derinleme­ sine nüfuz etmektedir. Bazı devlet adamları -ilk sırada da Midhat Paşa- idari sistemde adem­ i merkeziyetten yanaydılar; bu sistemin imparatorluğun karmaşık ve he­ terojen yapısına daha uygun düştüğükanısındaydılar. Üstelik 1876 Ka­ nun-ı Esasisi'nin 108. maddesi, vilayetlerin idaresinin "adem-i merke­ ziyet ilkesine dayanacağını" öngörmüştü. Ama Abdülhamid'e göre bu yönde ilerlemek söz konusu olamaz. "Merkezin kudretini kaybettiği an, 7 ı

i Iber Ortayh, TiJrkiye idare Tarihi, Ankara, Türkiye ve Orta DoA:u Amme idaresi Enstitosü Yay. s, 292. Said Paşa, Said Pafll'rım Hııııratı, c. 1 , s. 208. .

VİLAYETLERİN ÖNEMi

203

dağılacak bir devletin başında" bulunduğunu belirtir.9 Dolayısıyla onun saltanatının şian, "mutlak merkeziyetçilik"tir. Mehmed Ali örneğini de hiç gözden uzak tutmayan Sultan, valiler üzerindeki denetimini koru­ maya önem verir. Çünkü en korktuğu şey, vilayetlerin özerkleşmesi ve bunun imparatorluğun dağılmasına yol açrnasıdır. "Birvali tamamen ba­ ğımsız olur, vilayetinin gelirlerini harcama, adaletini denetleme, silahlı kuvvetlerini yönetme, istediği gibi tayin ve azil yapma hakkına sahip olursa, ne merkeziyetçilikten söz edilebilir, ne de adern-i rnerkeziyetçi­ likten: Bunun tek anlamı, imparatorluğun parçalanmasıdır."1 0 Bu sıkı denetim politikası, valilerin çoğunlukla Dahiliye nazınna bi­ le danışılmadan doğrudanAbdülharnid tarafından tayin edilmesiyle ken­ dini gösterir. Öte yandan, ellerinde tuğra bulunan valiler önemli işlerde ne Bibı5:li'ye ne de "kendi" nezaretlerine başvurmadan, telgraf aracılı­ ğıyla doğrudan Saray'la haberleşrnek eğilimindedirler. Böylece hem za­ man kazanrnakta hem de daha iyi sonuç almaktadırlar. Valiler görevyerlerinde nüfuz ağları ve gerek Saray, gerekse Bibıili'yle dokunmuş çok sayıda bağlantı içinde hareket ederler. Yeterince verimli olmayan veya rüşvet alan bir mesai arkadaşından kurtulmaları, eğer söz konusu şahsın İstanbul'da arkası kuvvetliyse, kolay olmaz. Üstelik vali­ nin en yakın mesai arkadaşlan ona itaat zorunda olmakla birlikte, kendi görevlerine denk düşen nezaretler tarafından tayin edilirler ve böyle ta­ yin edilen kişilerle birlikte çalışmak her zaman çok rahat olmayabilir. Valiler üzerinde denetimi korumanın yollanndan biri, görev yerleri­ ni sık sık değiştirrnektir; o zaman vilayetlerinde kendi otoritelerini tesis etmeye zaman bulamazlar. Geleneksel bakışa göre, Abdülhamid bu ko­ nuda kendinden önce de yürütülmüş siyaseti sürdürmüş ve taşra idare­ sindeki personelin görev yerlerini sık sık değiştirmiştir. Yine de valilerin sicilleti incelendiğinde, aynı bölgede geçen uzun görev süreleriyle kısa kısa kahnmış görev yerlerinin birbirini izlediğini görmek çarpıcıdır. Ör­ neğin RaufPaşa Kudüs sancağında mutasarnf olarak 1 877'den 1889'a kadar görevde kalır; Abdurrahman Paşa, 1882'den 1891 'e kadar Kasta­ monu vilayetinin valisi olur; Şam'da Midhat Paşa'nın halefi olan Ahmed Harndi Paşa beş yıl görevde kalır. Aynı kente 1897'de vali tayin edilen Hüseyin Nazım, Jön TürkDevrimi gerçekleştiğinde hili görevdedir. Ha­ lep valilerinin çoğu yaklaşık beş yıl "dayanır. " 1 1 9 Ptnıtts eı soıwtnirs, s. 38 {Siyıısi Hııı�rııfım, s. 62]. 1 O Çeti n ve Yıldız, Sultan !1. Abdi.Jihıımid H11n, !Mvleı l'ı! Memleket G(Jrüş/crim, s. 160; Çctinsaya, 11ge, s. 1 ı 5. l l Ruth Roded, "Ottoman Service as a Vehlcle for the Rlse of New Upstarts among the Urban Elite

20.1-

AnDÜLHAI\lİD

Bu örnekler, Abdülhamid'in valilerinin görev yerlerini değiştirmek konusunda sistemli bir politika izlemediğini göstermektedir. Kuşkusuz Avrupalılardan gelen ve valilerin görev sürelerinin uzatılınasına yöne­ lik tavsiyeleri duymuştur -İngilizler en az beş yılı şart koşuyorlardı- ama sultan tayinler üzerindeki egemenliğini sürdürmeye de önem vermek­ te, dolayısıyla denetimle sağlıklı idareyi uzlaştırmaya çalışmaktadır. Vi­ layetlerinde uzun süre görevde kalan valiler bunu bir kuralın uygulan­ masına değil, padişahın lütfuna -veya yan-sürgün tarzında bir görevlen­ dirme söz konusuysa, gadrine- borçludurlar. Abdülhamid bir yandan merkezlleştirme politikasını sürdürürken, diğer yandan da Tanzimat devrinde başlayan, yerel seçkinlerin idari ay­ gıda bütünle-ştirilmesi sürecine hız vermektedir. Bu süreç geliştikçe, ye­ rel büyük ailelerin taşra idaresinde mevki elde etmesi konusunda daha fazla olanak sunmakta, bu memuriyeder giderek aranan, revaçta işler haline gelmektedir. Nahiyeler gibi yeni idari basamakların kurulması ve belediyelerin ortaya çıkması, büyük ailelerin yararlanmaktan geri kal­ madıklan yeni fırsatlardır. Örneğin Suriye'de el-Azm'lar veya Mar­ dam'lar gibi nüfuzltı ailelerden gelen yerel eşraf, kendi konumunu sağ­ lamlaştırabilmek için idari mevkiler elde etmeye uğraşır. Aynı şekilde Trablusşam' da, Karaınanlılar ailesinin bir üyesi çok uzun süre belediye başkanlığı görevinde kalır. Kudüs veya Selanik'te de aynı hadiseye rast­ lanır. 12 Abdülhamid genel anlamda merkezlleşmiş bir politika yürütür­ ken, büyük ailelerle de uzlaşmadan ve karşılıklı ödünden yanadır; va­ liyle yerel eşraftan birisi arasında çatışma çıkarsa, ikinciye hak verme eğilimindedir. Demek ki Abdülhamid'in sürdürdüğü taşra politikasının amaçlan şöy­ le özetlenebilir: valilerin bölgesel bir özerkliğe yol açabilecek kadar ikti­ dar sahibi olmasını engellemek; yabancı güçlerin vilayetlerin iç işlerine karışmalarını engellemek; vilayetleri mümkün olduğunca sağlam bir bi­ çimde merkeze bağlı tutmak. Valiler ve onlarla birlikte çalışanlar, bulun­ duklan bölgenin ahalisine İstanbul'da onları kollayan bir halife-sultan bulunduğunu bildirmelidirler. Bir görevleri de, biraz sömürge idarecile­ rini andınr bir tarzda, ilerleme, hijyen ve emniyet götürmeleri gereken vilayetlerde modernleşmenin taşıyıcıları olmaktır. Fo m i 1 ies of Syria in the La st Decades of Ottoman Rule", Asian and Afriwn Studies, 17. 1983, s. 63·94. 12

M i chcl F .

Gall, Poslıos, Bedouirıs a11d Notobles: Ottomo11 Admi11istrotio11 irı Tripoli ond Be11glııızi, J88ı. ı 902, doktora tezi, Princeton University, 1986; Haim Gerber, Oıtoman Rule injerusıılem, ı890. J 9ı 4, Berlin, Klaus Schwarz Verlag, 1985: An�st�ssiadou, Salo11ique J 830. J 9 J 2. Une vii!� otıomone � l'ı'ge des Rtjormes. Le

,

ViLAYETLERİN ÖNEMİ

2.05

Saltanaun ilk yirmi yılı boyunca, alışılmıştan daha uzun süre görev­ de kalan bazı "büyük" valiler, örneğin Bursa'da Ahmed Vefik Paşa, Sı­ vas'ta Halil Rıfat Paşa, Ankara'da Abidin Paşa, Selanik'te Galip Paşa ve­ ya Konya'da Mehmed Ferit Paşa, bulunduklan idari bölgenin kalkınma­ sına belirleyici bir ivme kazandınrlar. Bunların hepsi büyük ailelerden gelen, İstanbul'da önemli siyasi sorumluluklarda bulunmuş, yaşlı paşa­ lar, büyük şahsiyetlerdir; hepsi de atandıkları vilayete ve merkeze dam­ galarını vururlar; hepsi imarcıdır, köprüler, okullar, hastaneler, vilayet konakları, telgrafhaneler, kışialar yaptırırlar. Bu kamu binalan devletin tüm imparatorluk sathında mevcudiyetini beyan etmekgibi simgesel bir işlevi de yerine getirmektedir. Meclis-i Mebusan'ın 1877-1878 yıllarındaki ilk döneminde meclis reisliği yapan, meşhur edebiyatçı ve siyasetçi Ahmed Vefik Paşa, Şubat 1879'dan Ekim 1882'ye kadar Bursa valiliğinde bulunur.1 3 Bu görevde büyük bir girişimcilik sergiler. Eski Osmanlı payİtahtını güzelleştirmeye ve modernleştirmeye çabalar. Eski kentte, Çekirge'deki kaplıcalardan ya­ rarlanmak için gelen turistlerin kalabileceği oteller yaptırır, Balkan mu­ hacirleri için ızgara planlı yeni bir semt düzenler, kentin suyolları siste­ mini ıslah eder, ovada bir sulama sistemi kurar, kale içinde modern bir hastane yapunr. Kendi de bir tiyatro tutkunu olduğu ve Maliere'in oyun­ larını çevirdiği için, kente belirgin bir modern mimari üslupla inşa edil­ miş alafranga bir tiyatro binası kazandırır. Ama Ahmed Vefik Paşa Bur­ sa'da daha geleneksel bir mimari üsluba sahip iki bina da yaptırır: Beledi­ ye ve Postane-Telgrafhane binaları. Kısacası Osmanlıların ilk payİtahtını (1 4. yüzyıl) hem modern hem Osmanlı bir kent haline getirmeye çalışır. 1884'ten 1 892'ye kadar sekiz yıl görevde kalan Abidin Paşa'nın itki­ siyle Ankara, Anadolu bozkırının bu toz!u ve uyuşuk, nüfusu otuz bini geçmeyen irice kasabası hızla modernleşir; vali kenti içme suyuna kavuş­ turur, bir itfaiye teşkilatı kurar, kent çevresindeki yol ağını geliştirir, bir "Gureba Hastanesi" açar, depolarda tadilatyapar, bir idadi, bir rüşdiye ve bir tatbiki sanat okulu [Hamidiye Sanayi Mektebi] açar. Demiryolu hat­ tı 1 892' de kente varmadan önce, Ankara modernleşme yoluna girmiş­ tir bile. Bir tür ihtiyar ve itibarlı bilgeler olan, eski usul, yani çekirdekten ye­ tişmiş ve Abdülhamid'in hep ihtiyatla hep kuşkulanarak başvurduğu 13

BCaıricc SJint·lourcnt, "Un amaleur de thCatrc, Ahmed Vefik Paşa ct le rcmodclaee de Bursa dans le dernier tiers du XIXe si�clc", Vii/es attomanes ıl lafin de I'Empirc içinde, PJul Dumont ve Frarıçois Georeeon (ed.), Parıs, l'H�rm�ıtt�n, 1992. s. 94·114.

206

ABDÜLHAMİD

çünkü onların iplerini her zaman istediği gibi elinde tutamazM "eski ekol''den bu valilerin yanı sıra, yeni bir taşra idarecileri kuşağı da çıkar. Bu yeni kuşak iyi yetişmiştir, çoğu Mülkiye mezunudur, orada iyi bir eği­ tim ve devlete hizmet duygusunu almışlar, en �ıarlı- \lan mezun olduk­ tan sonra Yıldız Mabeyni'nden de geçmiştir. Görüşleri rejimle uyuşma­ sa bile, mevkilerini padişaha borçlu olduklannı bilir ve her şeye rağmen ona şevkle hizmet-ederler. Çok genç yaşlarda sorumlu makamlara tayin edilirler; Ebubekir Hizım Tepeyran, daha otuz dörtyaşında Musul vali­ liğine getirilir. Hatıratında, yanında çalışan memurların onugörünce na­ sıl şaşırdıklarını anlatır: Onu böyle bir makam için çok genç buluyor ve bir iltimastan istifade ettiğini ya da Mabeyn başkatibinin veya Sadra­ zam'ın damadı olduğunu düşünüyorlardı. 14 Artık iyi vali, pek çok ilişkisi olan, tecrübeli, yaşlı bir paşa değil, yet­ kin, idari hukuk bilen ve sultana bağlı genç biridarecidir. Kudüs'te 1 897'ye dek valilerin hepsi paşadır; bu tarihten sonra hiçbir vali bu unvanı taşı­ maz15 ve muhtemelen birçokvilayette de bu durum geçerlidir. Mülki­ ye'nin en iyi mezunlarını yanına alıp onları çokgençyaşta sorumlu mev­ kilere atayan Abdülhamid bir taşla iki kuş vurur: Hem yetkin hem de sa­ dık idarecilere sahip olur.

Bir Vali Portresi Bu genç idarecilerden bazıları, Abdülhamid devletinin hizmetinde yaşadıklan tecrübeyi anlatan hatıralar bırakmışlardır -bu da onları eski kuşaktan ayıran bir modernite özelliğidir. Abdülhamid devrinde taşra­ da beş ayrı görevde bulunmuş Mehmed Tevfik, bu yeni valiler kuşağına aittir.16 İlk görevine henüz otuz yaşındayken atanmıştır. Bir paşa değil, orta kadernede bir memurdur ve Abdülhamid devrinin bu yeni taşra ida­ redlerini temsil eder. 1 867'de İstanbul'da doğan Mehmed Tevfik, üst düzey bir ulema olan Şirvanlı Ahmed Harndi'nin oğludur -babası 1877'de Afganistan Emi­ ri'ne gönderilen Osmanlı elçilik heyetinde yer almıştır. 17 Önce mahalle 14 Ebubekir H�z1m Tepeyran, Hoımılor, Pera Turizm ve Ticaret yay., 1998, s. 338-341. ı S David Kushner, "The Ottomarı Governors of Palestirıe, 1864-ı 9ı 4 Middl� Easıun Sıudies, 23f3, Temmuz 1987, s. 274-290, özellikle s. 277'deki tablo. 16 Mehmet Tevfik [Biren[, ll. Abd(.J/homid, Meşrutiyet �e Mi.ilortke Dt�ri Hat1roları, 2 c., lstanbu1, Arma yay., 1993. 1 7 Mehmet Tevfik hakkında, S. Tanvir Wasti, "The Last Chroniclers of the Mabeyrı'". Sylv1a Ki!dourie ",

VİLAYETLERİN ÖNEMİ

207

mektebinde sonra da birmürebbi ile gördüğü öğrenirnin ardından, Meh­ med Tevfik çok genç y;ışta Mülkiye'ye girer, ve orada beş yıl okuduktan sonra kendi döneminin birincisi olarak mezun olur. Okul diplomasını ve sağlam bir Fransızca bilgisini cebine koyduktan sonra, birkaç ay bo­ yunca B5.bı5.li'nin Tercüme Odası'nda görevlendirilir -bu süre zarfında, bu Oda'da çalıştırılan bazı tercümanların hiçbir yabancı dil bilmedikle­ rini hayretle keşfeder-, daha sonra Yıldız Sarayı'nın Mabeyn'ine çağrılır. On iki yıl boyunca mabeynci olarak çalışacaktır. Orada, saltanın yanı ba­ şında, Hamid rejiminin çarklarına alışır: İdarenin işleyişini, karar siste­ mini, kişisel ilişkilerin rolünü, iltiması, hizip kavgalarını anlamak aÇısın­ dan ideal bir gözlem yeridir burası. 1 897'de Kudüs sancağına mutasarrıf olarak atanır; burasının çok be­ ceri gerektiren hassas bir makam olması sultanın ona gösterdiği güvenin kanıtıdır.18 Kudüs'ten sonra beş valilik makamında daha bulunur: Sela­ nik, Konya, San'a, Bursa [Hüdavendig5.r] ve son olarak da Jön Türk Dev­ rimi'nden sonra Ankara. En uzun süre görev yaptığı Kudüs'te üç buçuk yıl; en kısası olan Selanik'te ise sadece on ay kalır -ortalama aynı görev­ de kalma süresi iki yıldır. Valileri şahsen sultan atar ve önerilerini reddetmek fiilen olanaksız­ dır. Zaten Abdülhamid bunun kişisel bir tercih olduğunun bilinmesine de önem verir: Vali mevkiini zat-ı şahanenin lütfuna borçlu olduğunu bilmeli ve bunu unutmamalıdır. Ama tayinleri sultan yaparken, sadra­ zam da genellikle aziller konusunda etkilidir; Mehmed Tevfik iki kez Ba­ bıali'deki iç hesaplaşmalara kurban gider, sadrazam tarafından görevin­ den alınır ve geçici olarak kızağa çekilir. Vali, bir kez sultan tarafından atandıktan sonra, görev yerine derhal ulaşmalıdır. Mehmed Tevfik Saray'a uğradığında Bursa'ya tayin edildi­ ğini öğrenir ve ailesiyle vedalaşıp kişisel eşyalarını toplamak için evine uğramaya bile fırsat bulamaz; görev yerine gitmek için her şeyi bir kena­ ra bırakıp hemen yola koyulması gerekir; bu durum, bahsi geçen örnek­ te örtülü bir sürgünün veya bir gözden düşmenin söz konusu olduğunu düşündürmektedir. Tek geçerli gecikme mazereti yolun uzunluğu ve se·

(ed.), Turkey, ldentity, Democracy, Politics içinde, Londra, 1996, s. 1·29; Abdülkadir Özc�n. "ll. Abdülhamid Devriyle ilgili Yeni Bir Kaynak: Mabeyn K�tiplerinden Tevfik Bey'in Hatıralan", Sultan 1/. Abdiilhomid ve Dewi Semineri içinde, istanbul, 1 994 s. 29-33. Karısı da hatıralarını yazmıştır: Naciye Neyyal, Mutlakiyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyd Hatıralan, istanbul, Pınar yay., 2000. 1 8 B. Abu Manneh, "The Rise ofthe Sanjak of)erusalem in the Late 19th Century", The Polestinions and the Middle East Conjlict içinde, Gabriel Ben-Dor (ed.), Ramat Gan, Turtledove Publishing, 1979, s. ,

21-32.

208

ABDÜLHAMİD

yahat koşullan olabilir. Temmuz 1 904'te San'a'daki görevinin başına geç� rnek üzere Yemen'e hareket eden Mehmed Tevfik, İstanbul' dan 2 7 Tem� muz'da gemiyle ayrılır; ama gemi önce Bingazi'ye uğrar, çünkü Bingazi sancağına yeni atanan mutasarnfı indirmesi gerekmektedir. Daha sonra bir kez de kömür almak üzere Port�Said'de durur, ama ambarlarda kö­ mür kalmamıştır ve yeniden denize açılmadan önce iki hafta yakacak beklemek zorunda-kalırlar; yeni vali bu iki uzun hafta boyunca sabırsız­ lanıp durur. Daha sonra gemi Süveyş Kanalı'ndan geçerken anzalanır ve tamirat günlerce sürer; yeni Yemen valisi Hudeyde'ye ancak 27 Ağus­ tos'ta varabilir, oradan da San'a yoluna düşer. Sonuçta taşradaki bu gö­ rev yerine gitmesi yaklaşık bir buçuk ay sürmüştür. Vali, yöneteceği vilayetin durumu hakkında genellikle çok az bilgi sa­ hibi olur. Mehmed Tevfik, sultandan talimat alabilmek için Saray'da bo­ şu boşuna bekler -sonunda sultan onu huzuruna kabul edip beklediği görüşmeyi yapmaz. Aldığı -Mabeyn Başk5tibi'nden şifahi olarak- tali­ matlar son derece kısa ve baştan savmadır: Örneğin İmam Yahya'nın is­ yan çıkardığı Yemen'devalinin başlıca görevi, dışandan takviye askeris­ temeden kamu düzenini yeniden tesis etmektir! Valilik mesleği bir arpalık değildir. Mehmed Tevfik sürekli kişisel ma­ li sıkıntılarla boğuşur. Aldığı maaş -Kudüs'te 9000, Selanik'te 27.000, Konya'da 30.000 kuruş- bir valinin belli bir hayat tarzını sürdürmek için yapması gereken çok sayıda masrafve harcamaya genellikle yetmez. Mehmed Tevfik sadece Konya'da -orada hayat çok ucuzdur- bir kenara üç beş kuruş biriktirmeyi başarır; başka yerlerde ailesini geçindirebil­ mek için sürekli sıkıntı çeker. Abdülhamid, Mabeyn Başk5tibi Tahsin Paşa'ya şaşkınlığını belirtir -veya şaşırmış gibi yapar: Birçok valilik gö­ revinde bulunmuş bu adam nasıl yoksul olabilir? Görev yaptığı yerler­ de valilik görevinden istifade edip rüşvet alarak niye zenginleşmemiş? Mehmed Tevfik, iki görev arasında aylar boyunca İstanbul'da yeniden tayin edilmeyi beklerken, mali durumu iyice bozulur; başkentte hayat pahalıdır ve bir mazuliyet ma aşı alabilmek için savaş vermek gerekir, üs­ telik bu maaş da genellikle çok düşüktür -Konya'dan döndüğünde sa­ dece 4000 kuruş. Yeni valiyi gittiği yerde muazzam bir iş yükü bekler. Önce İstanbul'la, sultanla ve özellikle de 1896-1 897' den itibaren birbirine rakip Tahsin Paşa ile İzzet Paşa biziplerinin kapıştığı Mabeyn'le karmaşık ilişkileri yö­ netmek gerekir. Aynı zamanda B5bı5li'yle de -çoğunlukla zor- ilişkileri yürütmek valinin görevleri arasındadır. Vilayetlerin idaresi Saray ile B5bı5li arasındaki iktidar çatışmasının yaşandığı alanlardan biridir ve vali

ViLAYETLERiN ÖNEMİ

209

bu iki kurum arasında gemisini yürütmeyi bilmelidir. Bazı durumlarda, vilayet büyükse veya başkenteuzaksa, göreli bir özgürlüğe sahiptir. Meh­ med Tevfik Kudüs'te rahattı.r; Selanik'te ise -başkente yakın ve Makeden ateşinin içten içe yandığı bir kent- her yapıp ettiği İstanbul'un göz hapsi altındadır. Görev yerindeki mesai arkadaşlanyla da sorunlar yaşayabilir. Taşra idaresinde rüşvet ortalığı kasıp kavurmaktadır ve bir valinin, Sa­ ray'da veya B5.bı5:li' de bağlantılan olan bir idareciden kurtulması çok zor bir iştir. İdaredeki memurların yetkinliği de bir vilayetten diğerine çok değişir. Mehmed Tevfik, Selanik'te vasıflı yardımcılada çalışırken, Ye­ men' de emrinde çalışan memurlar Kur'an ve din kitapları okumaktan başka bir şey bilmez. Bir valinin görevleri arasında asayişi korumak da vardır; ama Make­ don fırtınası patladığıncia Selanik'te, hele İmam Yahya isyanı yüzünden Yemen'de asayişi korumak çok güç bir şeydir. Valinin çok geniş ve ileti­ şim olanakları çoğunlukla kısıtlı bir idari bölgeyi durmadan dolaşması, sancak merkezlerini ziyaret etmesi, idarenin değişik kademeleriyle te­ masa geçmesi, yöre ileri gelenleriyle pazarlık yapması, konsoloslarla gö­ riişmesi gerekir. Aynca okullarla, imar çalışmalanyla, yollarla da ilgilen­ melidir. Ve tüm bunlan çok darmali olanaklarla yapmak zorundadır. Selanik'te görevi devraldığında vilayet kasası tamtakırdır; memurların ücretlerini ve vilayette bulunan askerlerin maaşlannı ödemek olanaksızdır; B5:bı5.li'ye artarda telgraflaryağdırsa da, duymazdan gelinir. Yemen'de ise bir­ çok Osmanlı askeri maaşını alamadığı için geçimini kendi temin etme, çapulculukyapma yoluna sapmakta veya bulunduğu yerde bir kadm bu­ lup kök salmaktadır -Mehmed Tevfik bu durumu askeri disiplin açısın­ dan çok sağlıksız bulur. Üstelik her vilayet valinin karşısına kendine özgü sorunlar çıkarır. Ku­ düs'te farklı kiliseler arasında Kutsal Yerlerüzerine çıkan kavgalara hakem­ liketmek, Yahudi göç girişimlerine karşı koymak, Almanya imparatoru II. Wilhelm ile İmparatoriçe'nin ziyaretini düzenlemek, anarşist suikastie­ rin en yoğun olduğu bir dönemde İmparator ile İmparatoriçe'nin güven­ liklerini sağlamak, İmparator'a bir kilisenin temelini atabileceği boş bir arazi bulmak; bunlar hep valinin işidir. Selanik'te vali, Makedon yangını­ nın çevresini sınırlayıp alevlerin sağa sola sıçramasını engellemek ve üc­ retlerle maaşlan ödeyecek kaynaklarbulmakzorundadır. Ayrıca hassas bir davayla, Arnerikan uyruğundan Protestan bir misyoner kadının, Miss Sto­ ne'un 1901 'de eşkıya tarafından kaçınlmasıyla da uğraşması gerekir·-Miss Stone altı ay sonra, yüklü bir fidye karşılığında serbest bırakılır, ama epey

210

ABDÜLHAMiD

gürültü kopann bu olayvalinin çokzamanını alır.1 9 Bursa'da faz]J. modern bulunm tavır ve davranışlan, Hıristiyan ve yabancı çevrelerle içli dış lı ol­ ması nedeniyle suçlanan kansı hakkında çıkanlan dedikodulara göğüs ger­ mek zorunda kalır.20 Aynı vilayette, köylülere baskıyapan ve Saray'da bir­ çok hamisi bulunan Edhem Paşa adında bir yerel derebeyine k;ı.rşı müca­ dele etmesi ve siyasi sürgünlerle de ilgileurnesi gerekir. Konya'da ise vali­ yi bir başka hassas !?Örev bekler: Veliahd Şehzade Reşad'la yakın ilişki için­

de olduğundan kuşkulanılan Mevlevi Şeyhi'nin yapıp ettiklerini gö;etinı altında tutmak. Abdülhamid devrinde vali olmak zor zanaattır!

Mehmed Tevfik namuslu, yetkin, enerjik bir adam olarak görünür. Tek kaygısı devlete hizmet etmektir. Kamu görevi duygusuna sahiptir. Mül­ kiye mezunu yeni idareciler kuşağını çok iyi temsil etmektedir. Eylem­ lerinde dinsel ayrımcılık yapmaz, Hıristiyanların ve Yahudilerin :deyhi­ ne Müslümanlan kayırmaz. Onun için önemli olan devlete en iyi biçim­ de hizmet etmek, devletin bekasına yardım etmek, yabancı devletlerin ve konsolosLuın müdahalelerine engd olmak, "medeniyet"i imparator­ luğun çevre bölgelerine taşımak, Yahudi göçünün Filistin'de yol

açtığı

tehlikeyi önlemektir. Abdülhamid'e karşı tavrı -Mabeyn'de geçirdiği tüm o yıllara karşın sultanla hiç karşılaşmamış gibidir- bir göstergedir: Baş­ langıçta, Yeni Osmanlılar'ın liberalizminin etkisinde kalmış kendi ku­ şağından gençlerin çoğu gibi, sultana ve onun rejimine karşı fazla sem­ pati beslemez. Abdülhamid'in, sanki memleket kendi mülküyınüş gibi davrandığını düşünür. Padişahın aldığı bir karann veya tedbirin her şe­ yin üstüne koyduğu devlet çıkarlanyla çeliştiğini düşündüğünde, eleşti­ risini esirgemez; örneğin kamu maliyesine ödenmesi g-ereken devlet ara­ zilerinin aşarlarının Hazine-i Hassa İdaresi tarafından tahsil edildiğini görünce çok şaşırır ve hiddetlenir. Sultanı, izlediği iltimas politikasıyla hiyerarşileri tehlikeye sokmakla da suçlar; küçük bir memurun zat-ı şa­ hanenin lütfu sonucunda kendi üstlerinden daha yüksek bir rütbe ve ma­ aş elde edebilmesi anormal ve devlet açısından tehlikeli bir durumdur, der. Ama sonunda bir şükran duygusuyla sultana bağlanır. Babası borç içinde ölüp gidince, alacaklılarla başa çıkabilmesi için sultan maaşma zam yapmıştır. Bir başka sefer, Mehmed Tevfik'in tedavi olmak için Avustur­ ya'ya gitmesi gerekir; Viyana'da kalışının ve geçirdiği ameliyatın masraf­ lan m sultan üstlenir. Abdülhamid'in, Hazine-i Hassa'nın sağladığı ola­ naklar sayesinde yürüttüğü iyilikyapma siyaseti, bu örnekte kesin sonuç 19 Orhiln Kolo!llu. "Miss Stone Kaçtı mo> ' Kendi hü­ kümranlık haklarını ve imparatorluğun itibarını hiçe sayan, Büyük Güç­ ler'in imparatorluğun iç işlerine hoşgörülemez bir "müdahalesı ' anlamı­ na gelen tasanya karşı çıkar. Abdülhamid ıslahatları kabul etmeye hazır olduğunu, ama bunları sadece Ermenilerin yaşadığı vilayetler için değil, tüm imparatorluk ve tüm halklar için düşündüğünü açıklar; aksi bir du­ rumda yaşanabilecek tehlikeler konusunda Avrupalı diplamatları uyarır: Müslümanlar -içlerindeki en tutucu kesimler, uzun süredir ıslahatların Osmanlılara sadece Hıristiyanların çıkanna dayatıldığını düşünenler- bu duruma şiddetli tepki gösterebilir. Abdülhamid'e göre, Avrupalıların ta­ sarısı kaçınılmaz olarak Etmenilerin özerkliğine ve daha uzun bir vadede de Ermenistan'ın impratorluktan ayrılması sonucuna varacaktJ. Sadrazam Cevad Paşa'ya gönderdiği birmuhtırada, "bir düşerse bir daha çıkamaya­ cağı bir uçurumun" layısında bulunduğunu, dinine, devletine, memleke­ tine karşı ödevleri olduğunu ve Etmenilere özerkliğe yakın bir statü tanı­ maktan daha beter bir vaziyet düşünemeyeceğini açıklar.14 Sonraki aylarda Abdülhamid Büyük Güçler'in tasarısına karşı koya­ bilmek için elindeki tüm olanaklan seferber edecektir. Onun taktiği, tam bir şeyi kesin olarak reddederken hemen ardından tavize yönelmek, son­ ra yine reddetmek ve böyle bir süreç izlemektir. Haziran ayında kumaşı böylesi zorlu koşullara uygun olmayan ve Büyük Güçler'e teslim olma­ ya meyilli Sadrazam Cevad Paşa'yı azleder. Onun yerine çok daha tecrü­ beli bir adam olan Said Paşa'yı getirir. Sonra aynı ay içinde, ıslahatları de­ netleyecek bir yüksek komiser talebini karşılamak üzere, bir umumi ıs­ lahat müfettişi atar: Şakir Paşa. Bu ustaca bir tercihtir, çünkü uzun süre Sen Petersbmg sefirliği yapmış Şaldr Paşa'yı Ruslar da tutmaktadır.1 5 SulLanger, age, s. ı62; Walker. agm, s . 239; Anderson, Tlı� Eastem Qucstion, s. 254. Salt, ag�. Pemüs et souvwin, s. ı 94 [Siyasi Haııwtım, s. ı 45). Akarlı, The Prob/�m of Externa/ Prcssurcs, Power Struggles aııd Budgetary Deflcits iıı Ot!ommı Politics under Abdüllıamid ll, s. 130. ı 5 Ali Karaca, Aıındolu /slı1/raıı ve Alırnet Şiikir Paıa (1838·1899), istanbul, Eren, ı993. ıı ı2 13 ı4

YENi BiR DoGu KRiZi

335

tan, Hıristiyanların da paliste ve jandarmacia görev yapmalarını kabul et­ tiği bir plan önerir -ama valilerin beş yıllık bir süre için atanmaları koşu­ !unu reddeder. Temmuz ayında Ermeni siyasi tutukluları için afilan eder. Ona göre en önemlisi, Avrupalıların buyruklarına boyun eğiyormuş iz­ lenimi uyandırmamaktır. Ama Abdülhamid'in asıl yaptığı, Büyük Güçler arasındaki ayrılıklan kullanmaktır. Oyunu sürdüren üç gücün -İngiltere, Rusya ve Fransa- bir­ leşik bir cephe gibi gözükseler de, Ermeni reformları konusunda ne aynı yaklaşıma ne de aynı çıkariara sahip olduklarını hemen fark eder. Rusya açıkça ayak sürümektedir. Resmen İngilizlerin tavrını desteklese de, Etme­ nilere bir özerkliğe, hatta bağımsızlığa yol açabilecek "olağanüstü ayrıca­ lıklar" tamnmasına karşıdır. II. Aleksandr'ın öldürülmesinden ve III. Alek­ sandr'ın saltanatının başlamasından beri Rusya genel bir Ruslaştıtma po­ litikası izlemekte ve bunu özellikle de Kafkasya Ermenilerine uygulamak­ tadır. Bu koşullarda Osmanlı Ermenilerinin özgürleşmesi uygulamakta ol­ duğu asimilasyon politikasında kanşıklığa yol açabilir. Diğer yandan Rus hükümeti radikalizmin, popülizmin, sosyalizmin ve nihilizmin damga­ sını taşıyan Ermeni devrimci hareketlerinin sağa sola sıçramasından da en­ dişe etmektedir. Mart 1 895'te Hariciye Vekili olan Kont Lobanov, Rus­ ya'nın sınırlannda Etmenilerin oluşturacağı "ikinci bir Bulgaristan" gör­ mek istemediğini açıklar. Fransa'ya gelince, Fransız-Rus ittifakının coşku­ su içinde yeni müttefikinin tavrına ayak uydurmaktadır. Quai d' Orsay'de [Fransız Hariciye VekaletiJ Gabriel Hanotaux "müdahale, Haçlı seferi ve macera zihniyeti"ni reddederek, Osmanlı İmparatorluğu'nun " duvarlan �·adamış binası"na dokunmak istemediklerini, bunun Fransa'nın mali ve ekonomik çıkarlarına zarar verebileceğinden korktuklarını bildirir. Dolayısıyla Abdülhamid'in düşmanı bir kez daha İngiltere'dir -insa­ ni idealleri, çıkar hesaplarını ve Kıbrıs Sözleşmesi'yle Ermeni reformu konusunda taahhüde girildiği için sorumluluk duygusunu iç içe geçiren hirdizi nedenden ötürü işin başını çeken bir İngiltere. Haziran ayında Sa­ lisbury iktidara gelince Abdülhamid İngiliz baskısının biraz gevşeyece­ gini umar.16 Ama bu hayalleri hızla kırılır; başvekillik ve Foreign Office sekreterliği [hariciye vekilliği] görevlerini kendi elinde toplayan Salis­ hury'nin aklında tekbir düşünce vardır: Reform tasarısını Abdülhamid'e her ne pahasına kabul ettirmek. lfı Keith M. Williams, "Corıstarıtirıople or Cairo: Lord Salisbury and the Partition of the OttomJn Empire,

i886·1 897", lmpcrialism and Naıiona/i;m in ıhe Middlc Eası, T!ıe Anglo·Egypıian Experience içinde, londra, M�nsell, 1983, s. 26·55.

336

ABDÜLHAMİD

Salisbury, sultana boyun eğdirmek için, İngiltere'nin tek başına eyle­ me geçmesi pahasına çeşitli senaryolar tasarlar: örneğin Cidde'nin işgal edilmesi, Dicle üzerinde İngiliz deniz kuvvetlerinin bir gövde gösterisi yapması, İngiliz donanmasının Çanakkale Bağazı'na yollanması. Aynı za­ manda Osmanlı İmparatorluğu'nun hayatta kalabileceğine artık inanma­ yan, parçalanmasının kaçınılmaz olduğuna kanaatgetirmiş Salisbury, pay­ laşım konusunda ellerini çabuk tutmanın pek de fena olmayacağını da dü­ şünür. Temmuz ayında Almanya ile gizli görüşmeleryürütür; Londra'da­ ki Alman sefiri Hatzfeldt'e, Türkiye'nin "fazla çürüdüğünü", kendisinin birpaylaşım halinde Rusya'nın İstanbul'u ve Boğazlar'ı işgal etmesine izin vermeye bile hazırolduğunu açıklar. Ama Almanya daha ihtiyatlıdır; Rus­ ya'nın başının Uzakdoğu'da meşgul olmasını ve İngiltere ile arasının açık olmasını tercih etmekte, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasının tehlikeli olabileceğini düşünmektedir. Dolayısıyla Salisbury'nin Osman­ lı İmparatorluğu'nu Büyük Güçler arasında paylaştırma girişimi başansız­ lıkla noktalanır; ne Rusya ne Fransa ne Avusturya-Macaristan ne de Al­ manya böyle bir çözümden yanadır; hepsi de sultan üzerine baskı uygu­ lama pahasına da olsa imparatorluğun sürmesini tercih eder. 1895 yaz so­ nuna gelindiğinde reform sorunu hala çözümlenmemiştir. Sonbaharla Gelen Büyük Katliamlar 30 Eylül l895 pazartesi günü Hınçak Partisi, defalarca müjdelenmiş

reformlan sultandan kopanp almayı denemek için, İstanbul'da bir gös­ teri düzenler.17 Öğlene doğru yüzlerce gösterici Kumkapı'da, Ermeni Patrikhanesi önünde toplanır. Amaçları B5.bı5.li'ye gidip hükümete bir dilekçe vermektir. Bu dilekçede Doğu Anadolu' daki Ermenilerin maruz kaldıklan kötü muameleden, Kürtlerin ve vergi tahsildarlannın topla­ dıkları haraçlardan, yaptıkları zulümden şik5.yet edilmekte ve kanun önünde eşitlik, çeşitli özgürlükler, ıslahatları gözetim altında tutmak için bir Hıristiyan valinin aranması, Kürtleri silahsızlandırmak olanaksız ol­ duğuna göre Ermenilere de silah taşıma haklu verilmesi gibi talepler di­ le getirilmektedir. Hınçak Partisi iki gün önce Büyük Güçler'in sefaret­ lerine ve B:ibı5.li'ye bir mektup ulaştırmıştır: Bu mektupta, tasarlanan gösterinin amacının Osmanlı hükümetini refomları yapmaya zorlamak olduğu, "tamamen barışçı" bir gösteri yapılacağı ve bu gösteride bazı olay17

Bösterisi hakkındJ.

bb:. N�lboındiJıı. oı;c, s. 122-126; WJ1ker. ogm.

YENi BiR DoGu KRiZi

337

lar çıkarsa bunun sorumluluğunun tamamen Osmanlı yetkililerine ait olacağı belirtilmektedir. Gösterinin barışçı olacağı iddia edilse de, tabancalar ve bıçaklarla si­ l,ıhlanmış bazı Hınçak militanlan başkentte kargaşa yaratıp Büyük Güç­ ler'i müdahaleye zorlayacak bir duruma yol açmak niyetindedirler. Şe­ hirde çok katı güvenlik önlemleri alınmıştır: İdari binaların çevresine as­ ker yerleştirilmiştir, polis devriye gezmekte, B5.bı5Ji yolunu süvari bir­ likleri beklemektedir. Göstericiler hükümet merkezine yaklaşınca kol­ luk kuvvetleri araya girer, çatışmalar çıkar, bir polis zabiti öldürülür ve gösteri bir anda çığrından çıkar. Karşılıklı yaylım ateş açılır, birçok jan­ darma ve altmış kadar gösterici öldürülür. Polis kaçan göstericilere sal­ dım, ellerine sapalar almış softalar da işe karışır ve Ermeni avına çıkar­ br. Sonraki günlerde-başkentin hemen her yerinde Ermeniler saldırıya uğrar; birçoğu selameti kiJiselere sığınmakta bulur. Polis birçok kişiyi tu­ ı u klar. Gösteri drama dönüşmüştür. Abdülhamid artık köşeye sıkışmıştır; Büyük Güçler'i birbirine düşür­ nıesi söz konusu değildir. Çünkü bu devletler uygulanan baskıyı ittifakla ıırotesto etmektedir. İstanbul'daki temsilcileri 6 Ekim'de B5.bı5.li'ye çok sert lıir sözlü nota verirler ve böylelikle, Fransa'nın İstanbul sefiri Camben'un siiylediği gibi, "Avrupa Camiası'nın gerçekten var olduğunu" gösterirler. 1 7 Ekim'de Abdülhamid haskılara boyun eğer; bir ısiahat programı açık­ Lıyan iradeyi yayınlar. Bu irade bütünü içinde Avrupalıların tekliflerini yi­ nclemektedir: Isiahatlar imparatorluğun tamamı için değil Doğu Anado­ lu 'daki altı vilayet için geçerli olacak; ıslahatların uygulanıp uygulanmadı­ �ını denetlernek üzere -Anadolu'da göreve hazır bekleyen- bir yüksek ko­ ıniscr, yanında gayrimüslim bir yardımcıyla birlikte gönderilecek; valile­ rı· de gayrimüslimleryardımcı olacak, gayrimüslimler nüfus içindeki oran­ l.ırına göre polise ve jandarmaya kabul edilecek, Kürtlerin üzerinde sık.J bir dl�nctim uygulanacak; vergi tahsilatı ve adalet ıslah edilecektir. Ayrıca bu rı{ormlann uygulanmasını denetlernek üzere, B5.bı5li eşit sayıda Müslü­ ııun ve gayrimüslimden oluşan kalıcı bir komisyon kuracaktır. Bu iradenin yayınlanacağının duyurulması üzerine, Büyük Güçlerra­ hıttladıklarını açıklar; İstanbul'daki temsilcileri de sultana "ıninnetle­ rl''ni bildirir. Diğeryandan Hınçakçılar da zafer çığlıklan atmakta, "vah­ ti cclladı", "Ermeni halkının haklarını tanımak, sesini duymak, özleın­ lt>ri ve manevi gücü önünde eğilınek" zorunda bırakınayı başarınakla övünınektedirler.18 Aslında bu kadar sevinınekte biraz aceleci davran11 N�lbandian, agt, s.

126.

338

ABDÜLHAMİD

mışlardır. Ekim ayının sonundan itibaren bir dizi Ermeni karşıtı ayaklan­ ma Doğu Anadolu vilayetlerini kana boyar. 2 1 Ekim'de Erzincan'da baş­ lar, sonra bir şok dalgası gibi kentten kente yayılır; Ekim ayının sonuna gelindiğinde Bitlis, Bayburt, Erzurum da bu dalganın etkisine girer; Ka­ sım'da sıra Diyarbakır, Malatya, Harput, Sıvas, Amasya, Antep, Kayse­ ri, Urfa'ya gelir. Şiddet olaylan iki ay içinde Doğu Anadolu'nun büyük bir bölümüne yayılmıştır. Senaryo hemen her yerde üç aşağı beş yukarı aynıdır: Başlangıçta sı­ radan bir dalaşına, karşılıklı küfürler, çıkan bir kavga, silah sesleri ve pogw rom işareti verilmiş olur. Şiddet olaylan çoğunlukla çarşıcia başlar, saldır­ ganlar Ermeni esnafı hedefalır, düllinlanna ve arnbadarına hücum eder, buraları yağmalayıp ateşe verir, dükkan sahiplerini hırpalar veya öldü­ rürler. Örneğin Erzurum'da Ermenilere ait yüzlerce dükk5.n talan edilip yakılır. Sonra ayaklanan güruh Ermeni mahallelerine yönelir; buralarda yağma, cinayet, tecavüz, kadın kaçırma, zorla Müslüman yapma sahne­ leri yaşanır. Kurban sayısını kestirrnek çok güçtür. Şubat 1896'da Amerikalı mis­ yonerler 37.000 Ermeninin -29.000'i altı Doğu Anadolu vilayetinde ol­ mak üzere- ve 1800 Müslümanın öldürüldüğünü ileri sürüyorlardı. 19 Ayrıca tamamen yakılıp yıkılmış Doğu Anadolu'da sefa!ete düşen insan sayısını 300.000 civarında tahmin ediyorlardı. Başkalannın tahminleri daha da yüksektir ve 100.000, hatta 300.000 kurbandan söz ederler. l-ler ne olursa olsun Osmanlı tarihinde bu boyutta bir başka katliama rastla­ yabilmek için epey eskilere uzanmak gerekir; 16. yüzyılın başında Ale­ vilere yönelik baskılar40.000 kadar can almıştı. Bu zincirleme şiddet olaylarını terikleyen neydi? 1 890'lann başından itibaren bölgede Müslümanlar ile gayrimüslimler, Ermeniler ile Kürtler arasındaki gerilim artmıştır. Sason olaylannın ve Avrupa'nın "ıslahatlar" lehindeki baskılarının ardından hava iyice bozulur. 1895 yazında kon­ soloslar, reformlar benimsendiği takdirde yeni karışıklıkların patlak ve­ rebileceğinden duyduklan kaygıyı belirtirler. Hınçakçılann yaptığı gös­ terinin haberi zihinleri iyice kızıştırır; başkentin göbeğinde düzenlenen bu gösteri Müslümanlar tarafından Ermenilerin meydan okuması ola­ rak algılanır. Birkaç gün sonra Trabzon'da tam birpogrom yaşanır ve yüz­ lerce Ermeni öldürülür. Ama olayları gerçekten terikleyen belirleyici ha­ dise, 1 7 Ekim'de sultanın ıslahatları kabul ettiğini açıklamasıdır. Haber telgrafyoluyla bir barutizi gibi dört bir yana yayılır. Çokhaklı olarak işa19 Livrejaune, s . Z38.

YEN! BiR DoGu KRiZi

339

ret edildiği gibi, "Ermeni karşıtı duygulan asıl körükleyen, Ermeni par­ tizanlann eylemlerinden çok, Avrupa'nın dayattığı reformlardır. Müslü­ manlar, bu reformların Ermenilere bağımsızlıkvermeye yönelik olduğu inanemdadırlar."20 Tetikleyici hadise bu diyelim, peki sorumluluklar nasıl paylaştırıla­ caktır? Kendiliğinden bir şiddet patlaması mı söz konusudur? Her ne olursa olsun Abdülhamid'in savı bu yöndedir: Ona bakılacak olursa, Er­ nıenilere yönelik katliamlar "hükümetimizin kudretsiz" kaldığı ve ken­ diliğinden "halkın içinden doğan bir infial"dir.21 1877-1878 bozgunla­ nndan, Balkanlar ve Doğu Anadol.u'daki toprak kayıplarından, toprak­ larından kovulan yüz binlerce Müslümanın teheir edilmesinden beri Müslüman nüfusta derin bir hınç duygusunun algılandığı doğrudur. Şid­ det olaylarını başlatanların çoğunun halk tabakalarından olduklan da doğ­ rudur. Ama kendiliğinden bir şiddet patlaması söz konusu idiyse, olay­ l.mn yayılmasının aldığı biçim biraz zor açıklanabilir. Gerçekte hallan Er­ ınenilere karşı öfkesinin kullanılıpyönlendirildiği anlaşılmaktadır. Ama kimin tarafından? Bu katliamlarda Abdülhamid'in sorumluluk payı nedir? Sultan daha n devirde bu katliamların emrini vermek, hatta Yıldız' da bunları planla­ makla suçlanmış, çağdaş tarihçiler de bu suçlamayı sık sık yinelemişler­ ılir; iddiaya göre, Abdülhamid Büyük Güçler' e boyun eğmek zorunda blışının "intikamını almak"22 veya iradesine rağmen zorla ilan ettirilen reformların uygulanmasını engellemek için bu yola sapmış tır. Yine de Abdülhamid'in tüm saltanatı boyunca gerek diplomasisini, gerekse iç si­ y.ısctini yürütürken gösterdiği aşırı ihtiyat, bu varsayımın aksi yönün­ dcdir. Diğer yandan Yıldız'dan planlanmış bir hareket söz konusu idiy­ ııc, bazı bölgelerin, Ermeni vilayetlerindeki bazı şehirlerin karışıklıkla­ rın dışında kalması nasıl izah edilebilir? Bazı kaymakamların ve mülki lmirlerin şiddet olayiarına göreli bir başarıyla karşı koyup kendi kazala­ rmda asayişi korumaları nasıl açıklanabilir? Örneğin merkezi iktidarın Muş'ta, Mersin'de, Tokat'ta, Mardin'de, Ankara'da, Van'daki temsilcile­ ri Inırada bir vali, şurada bir mutasarrıf, başka bir yerde komutan veya ka­ dı şiddet alevlerinin etrafını çevirip zarar vermelerini engelleyebilmiş­ lrrdir. Yani böyle davranarak padişahın emirlerine itaatsizlik mi etmiş­ l•rdir? -

10 v�rhaij, ogm, s. 251. 11

l'nııü5 tJ 5ouvwirs,

U l Aııger, age, 5. 203.

5.

28 (Siyıni Hatıraıım,

5.

28].

340

ABDÜLHAMİD

1895 katliamları, Doğu Anadolu Müslümanlarının, eşrafın, tarikat üyelerinin, ulemanın, Kürt aşiretreisierinin kışkırtmalarının sonucu gi­ bi gözükmektedir. Bir Ermeni özerkliği veya bağımsızlığı hayaleti Doğu Anadolu üzerinde dolaşmaya başlayalıberi, yani 1878'den itibaren, bu grupların uzun vadede kendilerini muhacir haline getirebilecek bir telı­ didin karşısında ellerini kollarını kavuşturup beklemedikleri varsayıla­ bilir. Eğer Büyük Güçler'in dayattıkları reformlar benimsenirse, tutucu Müslümanların Ermenilere saidıracağı söylentileri 1895 yılı boyunca or­ talıkta dolaşıp durmuştu. Sonbaharda v5izler camilerde tam anlamıyla cinayet çağrısı yapıyor, ajitatörler Ermeni bağımsızlığının eli kulağında olduğu söylentisini yaymak, halkı eline silah alıp Ermenilere saldırma­ ya kışkırtmak için şehirden şehire dolaşıyorlardı. isyanların ve saldırıla­ rın bir şok dalgası gibi Doğu Anadolu'nun tümüne yayılması bu durum­ la açıklanabilir. Müslüman kitleler Ermenilerin üzerine hücum eder. Ve bir süre sonra zincirlerinden boşanan şiddeti hiç kimse denetim altına alamaz; bu şiddet dalgası içinde hesaplaşmalara, kıskançlıkların, her tür­ den toplumsal, kültürel, hatta cinsel doyumsuzlukların dışa vurumları­ na rastlanır. Ekonomik etken de rol oynar; yaklaşık yirmi yıldır ekono­ mik bunalım hissedilmekte, tarım ürünlerinin fiyatlan sürekli düşmek­ tedir; birçok Müslüman, Ermeni tefeci iere borçlanmıştır; şiddet olayla­ rı da çarşıda, pazarda Ermenilere ait dükk5nL:ınn ve atölyelerin yağma­ lanıp yıkılmasıyla başlar. Bu katliamlan yapanlar genellikle yerel yetkililerden de yardım gör­ müşlerdir. Zaman zaman bizzat mülki 5mirler suç ortaklığı yapmış ve Diyarbakır'daki Enis Paşa ya da şu ordu komutanı bu jandarma komuta­ nı gibi, dindaşlarını yüreklendirmişlerdir. Kimi zaman yapılanlara göz yumrnuş, kimi zaman da yağma ve katHarnlara bizzat katılmışlardır. Har­ put'ta subaylar, askerler, jandarmalaryağmaya katılır. Zaman zaman asi­ lere silah dağıtılır. Bazı durumlarda da yerel yetkililer asi güruhuna mü­ dahale etmeyi göze alamazlar. Kasım ayı başında Paul Cambon "hükümetin şu anda basmmaktan 5.ciz kaldığı genel bir hareketle karşı karşıya olunduğu"nu yazar.23 Gerçekten de durum çok belirsizdir. Doğu Anadolu tam bir anarşi manzarası içindedir. DoğuAnadolu sahnesinin bazı aktörlerinin -özellikle de Osmanlı merke­ zlleşmesi yüzünden yitirdikleri haklan geri alma fırsatını yakaladıklarını uman Kürtlerin- istifade etmeye çalıştığı bir kaos söz konusudur.24 Sultan 23 Paul Cambon, Corrcopond�nce, 1870.1924, 1, age, s. 396. 24 Verheij, aem, s. 254.

YENi BiR ÜOGU KRiZi

341

da, Hamidiye alaylarını kurarak, seyrine h5.kim olamayacağı olaylar dizisi� ni başlatmış sayılmaz mı bir anlamda? Müslümanlar açısından reformlar Ermenistan'ın bağımsızlığı anlamı­ na gelirken, Ermenistan'ın kurulması ise Hıristiyan bir iktidar altında ya­ şama zorunluluğunu veya yüz yıldır Kırım, Kafkasya, Balkanlar'da yaşa­ yan yüz binlerce Müslümanın kaderini paylaşmayı, göçü, topraklarını ve mallarını yitirmeyi ifade etmektedir. Diyarbakır Müslümanları İstanbul'a gönderdikleri telgrafta tehditler savururlar: Eğer reformlar uygulamaya konursa, "sultanın yetkesini artık tanımayacak"larını bildirirler.25 Doğu Anadolu Müslümanları, Saray'ın ·kendilerini terk etmekte olduğu duy� gusuna kapılmışlardır, üstlerinde İstanbul'un himayesini hissetmemek� tedirler. Dolayısıyla Ermenilere karşı glrişilen katliamlar biranlamda Bü� yük Güçler'in elinde oyuncak haline gelmekle suçlanan Abdülhamid'e karşı bir isyan hareketi oluşturmaktadır �taşranın İstanbul'a karşı ayak� landığı bu türden başka örnekler de görülecek, bunların ilk sırasında da Makedonya' daki 1 908 Jön Türk devrimi yer alacaktır. Yine de Abdülhamid her türlü sorumluluktan bağışık tutulabilir mi? Bir kere, şiddet olaylan patlak verdikten sonra, Büyük Güçler'in İstan� bul'da kendisinden zorla kopardıkları tedbirleri bölgede uygulanmaz kıl� mak için bu olaylara seyirci kaldığı veya el altından desteklediği olasılığı kesinlikle dışlanarnaz. 1894yazında Sason'da yürüttüğü çok sert misil� !erne harekitı Ermenilere karşı şiddete başvurulmasım meşrulaştırma� da herhalde rol oynamışur; bu misillerneye katılanlardan bazıları 1895 sonbaharındaki katliamlan gerçekleştiren asiler arasında da karşımıza çı� kıyor. Diğeryandan Abdülharnid'in orduyu Müslümanların üzerine gön� derrnekten hiç başlanmadığı açıkça bilinmektedir; bu nedenle B5.bı5.li önündeki gösteri sırasında Said Paşa ile aralarında anlaşmazlık çıkar ve aynı şekilde Doğu Anadolu'da da Müslümanlara karşı ordunun devreye girmesini çoğunlukla reddeder; Sıvas'da vali isyanı bastırmak için redif kuvvetlerini ve jandarmalan toplar, ama asayişi sağlamak amacıyla onla� rı kullanmak için izin alamaz. Acaba bu, sultanın �subay, asker, jandar� ma, birçok unsuru şiddet olaylarına zaten karışmış durumdaki� orduya karşı güvensizliğinin bir ifadesi midir? Olay yerindeki güvenlik güçleri� nin fazla zayıfkaldığını mı düşünrnektedir? Kürtlerin bir tepkisinden mi çekinınektedir? 25

Gustove Meyricr, L�s M�mıcr�s de Di�rbekir. Correspoııdnııcc diplomııtiq1.1c d1.1 �icc·wrıs1.1! de Fmncc, i89·1- 18%, Cbire Mouradian ve Mich�lc Durand-Mcyrier (cd.), basım yeri belli dcijil, l'lnventairc,

tarih yok, s. 141.

342

ABDÜLHAMİD

Kriz Büyüyor Doğu Anadolu'daki ıslahadar konusu ve süregiden katliamlar devle­ tin başında çok ağır bir siyasi krize yol açarlar. Abdülhamid'in Haziran ve Kasım 1895 arasında, beş aylık bir süre zarfında dört kez sadrazam de­ ğiştirmesi bu krizin göstergesidir. Sultanlar açısından, devlet yapısının üstündeki konumlarını korumak için sadrazam değiştirmek, her zaman kullanılmış bir çözüm yolu olmuştu: Eğer bir şeyler yolunda gitmiyorsa kabahat sadrazamındır ve değiştirilir. Ama üst üste dört sadrazam "es­ kitilmesi" krizin epey derin olduğunun bir işaretidir. Abdülhamid, durumun gerektirdiği çapta olmayan ve Büyük Güç­ ler'in haskılarına teslim olmaya hazır görünen Cevad Paşa'dan Haziran ayJ.nda kurtulur. O zaman, İngiltere'nin haskılanna direnme misyonuy­ la, Said Paşa'yı göreve çağırır. Ama İstanbul'daki Ba.bıali gösterisi sırasın­ da sultan ile sadrazam arasında anlaşmazlık çıkar; Said Paşa, asayişi sağ­ lamak üzere ordunun olaylara müdahale etmesini ister, Abdülhamid ise bunu kesin bir biçimde reddeder. Sultan, 2 Ekim'de Kamil Paşa'yı hükü­ metin başına geçirir, ama Said Paşa'yı da harkiye nazırı olarak tutar: Os­ manlı devletinin yaşadığı en ağır krizlerden birine karşı koymak üzere şaşırtıcı bir "tandem" seçilmiştir. Kamil Paşa İngilizlere duyduğu sem­ patiyle bilinir; dolayısıyla St. James kabinesinin ateşli Osmanlı karşıtı tavrını yatıştırmak için ideal isimdir. Ama yeni sadrazam bu kriz duru­ mundan yararlanarak iç siyaset alanında da bir koz ele geçirmeye çalışır; Fransa ve İngiltere'nin Osmanlı devleti üzerindeki baskısını azaltmak için, siyasi sistemde sadrazarnın yetkilerini geri veren ve nazırlan sorum­ lu kılan bir ıslahata gitmek gerektiğini sultana açıklar. Kamil Paşa, Erme­ ni krizinden yararlanıp, Babıali'nin otoritesini yeniden kurmaya çalış­ makta; özetle, Tanzimatdevrindeki siyasi formüle geri dönülmesini öner­ mektedir. Abdülhamid bu manevrayJ. hemen fark eder: Kendisinin yer- · leştirdiği ve kişisel iktidarı üzerine dayandırdığı tüm siyasi sistemin he­ deflendiğini anlar. Kamil Paşa'yı hemen aziedip Aydın valisi olarak bir tür yan-sütgüne gönderir -sabık sadrazam on iki yıl boyunca orada ömür tüketecektir. Sultan 7 Kasım'da eski Sıvas valisi Halil Rıfat Paşa'yı göre­ ve çağırır; o, çok daha uysal çıkar. Ama siyasi kriz henüz sona ermemiş­ tir. Kasım ayının sonunda Abdülhamid bir kez daha Said Paşa'yı hükü­ metin başına geçirmeyi dener. Saray'ın sonu gelmez manevralarından usanan Said Paşa görevi reddeder. Bu red yüzünden can güvenliğinin teh­ likeye gireceğinden korkarak, 4 Aralık'ta İngiltere Sefareti'ne sığınır, im­ paratorluktan ayrılmak istediğini bildirir. Abdülhamid açısından tam bir

YEN! BIR DoGu KRİZ!

343

yüz karasıdır bu durum. Öfkeden çılgına dönen sultan, elindeki her ola­ nağı kullanarak onu sefaretten dışarı çıkartmaya çalışır. Sonunda kriz çö- · zümlenir: Abdülhamid, bu çok alçaltıcı bir durum olsa da, İngiliz sefiri Sir Philip Currie'ye Said Paşa'nın başına bir şey gelmeyeceği konusunda güvence vermekzorunda kalır; Said Paşa da 9 Aralık'ta sefaretten çıkma­ yı kabul eder ve konağına kapanır. Aynı anda Abdülhamid başka bir soruna daha göğüs germek zorun­ da kalmıştır: Jön Türk muhalefetinin uyanışı. Grup 1889' da kuruldu­ ğundan beri, yüksek okullara sıkışıp kalmış muhalefet fazla etkin olma­ mıştı; ilk militanlaryüksek okul·öğrencileri arasından birkaç üye kazan­ makla, birkaç gizli toplantı yapmakla, Yeni Osmanlıların eserlerini veya Londra'dan gelen gazeteleri gizli saklı okuruakla yerinmişlerdi. Birçok kez tutuklarran İbrahim Tema kısa sürede af edilip serbest bırakılmıştı. Aslında bütün bu olup bitenler basit bir öğrenci çalkantısını aşmıyordu. Jön Türkleri asıl uyandıran, Ermeni milliyetçilerin payitahtın göbeğin­ de giriştikleri eylemler olur; bu eylemler onları kendi ataJetleri üzerinde düşünmeye iter, imparatorluğun çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya ol­ duğunu ve sultanın bununla başa çıkamaclığını anlamalarını sağlar. O hal­ de harekete geçme vakti gelmiştir. B5.bı5.li gösterisinin ertesinde, İstan­ bul sokaklarında Jön Türk esinli duvarilanlan belirir: Ermenilerin "küs­ tah girişimi"nden üzüntü duymakla birlikte, rejimi, kötü idareyi, istib­ dadı suçlar ve yaşananlardan B:ibı:ili ile Yıldız'ı sorumlu tutarlar. Sultan bu kez daha canlı bir tepki gösterir; 1895 sonunda Abdullah Cevdet ve İshak SükG.ti gibi bazı ajitatörleri sürgüne gönderir. imparatorluk dışında ise sayıları her geçen gün artan sürgünler, örgüt­ lenmeye başlamıştır.26 1 877 Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda görev yap­ mış ve sonra Konya'ya sürülmüş birayan meclisi üyesinin oğlu ve Bursa vilayetinin eski maarif müdürü olan, Paris'e 1889'da gelip pozitivizrni benimseyen Ahmed Rıza, 1895 sonunda açık muhalefete geçer ve başlı­ ca Jön Türk örgütlenmesi olan İttihat ve Terakki Cemiyeri'nin önderi olur. Aralık 1 895'te, Halil Ganem'le -o da Osmanlı Meclisi'nin eski mebusla­ nndandır- işbirliği içinde, Meşueret'i Osmanlıca ve Fransızca yayınlama­ ya başlar.27 1 895 sonunda Avrupa'nın büyük başkentlerinde ve Mısır'da birçok muhalif bulunmaktadır. Rusya üzerinden kaçan Mizancı Murad 26 Akşin,Jön Türkler �e ittihat �e Terakki; Hanioğlu, The Young Turk5 in Oppositiorr; Mardirı,Jön Türklerin Siyasi Fikir/eri, 1895-1908; aynı yazar, Continuiıy and Change in the ldeas of the Young Tılfks, Sdıool of Business Ad min i stratiorı and Ecorıomics, Robert College, tari fısiz. 27 Harıio�lu, age, s. 78.

344

ABDÜLHAMiD

Aralık 1895 başında Paris'e gelir. Orada Fransız basınına Yıldız Sarayı'na düşman demeçler verir, sonra Londra'daki Ermeni komiteleriyle temasa geçmek ve Salisbury ile buluşmak üzere İngiltere'ye geçer. Abdülhamid, bu yeni sürgünlerin faaliyetlerinden ne kadar korksa haklıdır. Avrupa kamuoyu zincirinden boşanmış gibi üstüne hücum et­ mektedir. Basın avazı çıktığı kadar, Türk ve Müslüman barbarlığını, Er­ menilerin maruz kaldığı vahşice baskıyı kınamakta, Osmanlı İmparator­ luğu'na karşı açılacak savaş ve imparatorluk topraklarının paylaşımı ta­ sarıları gazete sayfalarını kaplamaktadır. Eğer Jön Türk sürgünler de ses­ lerini bu çığlıklara eklerlerse, imparatorluğun ve sultanın imajı iyice le­ kelenebilir. Üstelik Avrupa'da yayınlanan ilkJön Türk gazeteleri ve risa­ leleri de yabancı postaneler üzerinden gizlice Osmanlı sınırları içine so­ kulmaya başlanmıştır. Uzaktaki muhalefet bu yolla imparatorluk içinde de bir yankı bulabilir. Ama Abdülhamid'in o sırada asıl çekindiği, Ermeni krizinin bir zey­ tinyağı lekesi gibi yayılarak öteki bölgelere de sıçraması, merkezi hükü­ metin zayıflığından faydalanmak isteyebilecek öteki topluluklara da bu­ laşması ve bu karışıklıkların Avrupalı devletlerin yeni müdahalelerine yol açmasıdır. Nitekim Girit'te böyle bir durum yaşanmaktadır; ı 895'te karışıklık ve isyan durumu yeniden ve şiddetlenerek ortaya çıkmıştır. Avrupalıların haskılanna boyun eğen Abdülhamid, Mayıs ayında Hıris­ tiyan birvali atar: Karatodori Paşa. Ama Yunanistan'daki Girit yandaşla­ rı, Ermeni krizinden faydalanmak isterler; Girit'e ajanlar sızdırıp, çete­ ler örgütlerler ve Hıristiyanlarile Müslümanlar arasındaki çatışmalar ço­ ğalır. Mayıs ı 896'da Hanya'da olaylar çıkar, birçok Hıristiyan öldürülür. Büyük Güçler'in savaş filolan ada çevresinde devriye gezmeye başlar. Ab­ dülhamid Haziran ayında, ı 889'da yürürlükten kaldırdığı Halepa Misa­ kı'nı yeniden geçerli kılmayı kabul eder ve Ağustos ayının sonunda ada­ nın, Büyük Güçler'in de onayı alınarak beş yıllığına atanan bir vali tara­ fından idare edilmesine razı olur. Sultanın Girit konusunda -Ermenile­ re tanımaya asla yanaşmayacağı- birçok taviz vermeye hazır olduğu açık­ tır. Zaten Berlin Kongresi'nden sonra, Tesalya'da emniyetli bir sınır sağ­ lamaya karşılık adayı teklifetmeyi düşünmemiş miydi? Ama şimdi, öte­ ki milletlere, özellikle de Ermenilere kötü örnek ve bir teşvik unsuru ola­ bileceği kaygısıyla, ipleri tamamen gevşetmesi olanaksızdır. Haziran ve Temmuz aylarında Havran'daki Dürziler arasında karışık­ lıklar çıkar. ı 894 sonundan beri Dürziler, Osmanlıların idareyi genişlet­ mek, topraklann tahririni yapmak, nüfus sayımı ve askerlik yoklamasını uygulamak yönündeki çabalarına karşı kaynaşma halindedir. Abdülha-

YENİ BiRDOGU KRİZİ

345

mid, Bedevi, Çerkez, Kürtçetelerinin de eşlik ettiği orduyu gönderir, ama birlikler ağır kayıplara uğrar, yüzlerce Osmanlı askeri öldürülür. Birtürlü birleşemeyen ve bir liderleri olmayan Dürziler sonunda, Şubat 1 896'da teslim olurlar, ama maruz kaldıklan kötü muamele, konan vergiler ve as­ kerlik hizmeti tehdidi yüzünden Haziran 1 896'da yeniden ayaklanırlar. Büyük Güçler'in, özellikle de Cebel-i Lübnan'daki Dürzilerin geleneksel koruyucusu İngiltere'nin -Fransızlar ise Marunilere dayanırlar- bir mü­ dahalesine doğru mu gidilmektedir? Şam'daki İngiliz konsolosu, Avru­ palı devletlerin müdahalesinin "var olmak için savaşan" bir halkın yanın­ da girişilecek "bir insanlık eyleni.i" olacağı kanısındadır. İngilizler Dürzi­ lerin imdadına koşmaz, ama Mart 1 897'de genel af ilan edilir.28 Ağustos ı 896'da Makedonya'da da gerilim yükselir: Makedon militanlar durum­ dan istifade etmeye bakarlar, Türk-Bulgar sınırında çatışmalar çıkar. Abdülhamid Hal Edilecek mi? Doğu Anadolu'daki şiddet olayları hakkında haberler gelmeye başla­ yınca, Büyük Güçler'in Abdülhamid üzerindeki baskısı derhal iki katına çıkar. Artık ıslahatları dayatmak değil -sultan en sonunda bunları resmen kabullenmiştir- sultanı akan kanı durduracak etkili tedbirler almaya zor­ lamak söz konusudur. İngilizler donanınalarmı Limni adası yakınında toplayıp Çanakkale Bağazı'ndan geçip İstanbul'a saldırmaya hazır halde bekletirler. Avusturya da alışıldık ihtiyatlı tutumunu bir kenara bıraka­ rak, tavır alır: Haziran ayında hariciye vekili Goluchowski, bütün Büyük Güçler'in deniz kuvvetlerini bir araya getirip Çanakkale Bağazı'nı zorla­ malarını önerir. Ama Ruslar ayak sürür, Boğazlar sorununu uluslararası platforma taşıyacak bir toplu hareketin gündeme gelmesini istemezler. Trajik katliamlar dizisi Aralık 1895'te sona erer. ı 895- ı 896 kışı -kar nedeniyle mahsur kalan Doğu Anadolu'nun bütün kışları gibi- daha sa­ kin geçer, ama Kilikya'daki Zeytun'da Şubat ayına kadar karışıklıklar sü­ rer: Ekim 1 895'te Hınçak Partisi'nin önderliğinde tam bir silahlı ayak­ lanma örgütlenir. Orada olayların gelişim şeması farklıdır; Zeytun'da çok eskilere dayanan bir özerklik geleneği vardır. Kale-kent, merkezi iktida­ ra hiçbir zaman tam anlamıyla boyun eğmemiştir ve Osmanlı birlikleri çok sert çatışmalara girip ağır kayJ.plar verrnek zorunda kalırlar; dört ay28 ShJkeeb s�lih, "The Briti� h· Druze Corırıecliorı and the Druze Ris i n� of 1 896 irı the H Jwrarı". Middle Eııı:tem Stııdies, Xlllf2, l;.byıs 1977, s. 251·257,

346

ABDÜLHAMİD

lık bir sürecin sonunda, Büyük Güçler'in de arabuluculuğuyla, olaylar yatışır. Haziran 1 896'da Van'da da Ermeni devrimcilerle Osmanlı bir­ likleri arasında ciddi savaşlar yaşanır. Hınçaklann örgütlediği Kibı:ili gösterisini eleştİren Taşnaklar da da­ ha sonra terörist yöntemlere başvurmaya karar verirler. 26 Ağustos 1896' da, çoğu harnal kılığına girmiş yirmi altı Taşnak militanından olu­ şan bir grup, Osmanlı Bankası'nın İstanbul'daki merkez binasına girer­ ler; ama sırtlarında para çi.ıvallan yerine, silahlar ve bombalar vardır. İki bekçiyi öldürüp, banka çalışanlarından ve müşterilerinden yüz elli kişi­ yi rehin alırlar.. Osmanlı topraklarındaki ekonomik ve mali emperyaliz­ min simgesi olan Osmanlı Bankası'nı hedefalan Ermeni teröristler, doğ­ rudan Büyük Güçler'e ve onların Osmanlı İmparatorluğu'ndaki çıkarla­ rına saldırmışlardır; amaçları, Avrupa devletlerinin eline böylece koz ve­ rip sultan üzerindeki baskıyı artırmalarım ve vaat edilen reformları ha­ yata geçirmesi için zorlamalannı sağlamaktır. Bombalar, tabancalar, tü­ fekler ve dinamitlerle silahlanmış teröristler, talepleri karşılanmazsa ban­ kayı içindeki herkesle birlikte havaya uçuracaklannı bildirirler. Ermenis­ tan için Büyük Güçler tarafından seçilecek ve bölge valilerini atama yet­ kisine sahip olacak Avrupalı bir yüksek komiser belirlenınesini şart ko­ şarlar; tüm Ermeniler için genel af ve sürgündekilere geri dönüş izni de talepler arasındadır.29 Banka yönetimi, Avrupalı diplamadar ve asiler arasında görüşmeler hemen başlar. Pazarlığı, Rusya Sefared'nin dragomam Maksimav yürü­ türve Abdülhamid'i, baskın timinin gitmesine izin verilmesi konusun­ da ikna eder. Ermeni teröristler sıkı koruma alt1nda Osmanlı Bankası mü­ dürünün yatına kadar götürülür, sonra da bir Fransız gemisine, Giron­ de'a aktanlıp Marsilya'ya gönderilirler. Anlaşıldığı kadarıyla banka saldı­ rısı toplu bir planın parçasıdır; polise göre, bir kargaşa ve terör ortamı ya­ ratıp Avrupa'nın silahlı müdahalesini ve Osmanlı payİtahtını denetim altına almasını kaçınılmaz hale getirmek amacıyla, kamu binalannın ya­ kınlarına bombalar yerleştirilmişti. Baskın timinin şefi olan Garo'nun, "kurban sayısı ne kadar artarsa, da­ vamız için o kadar yararlı olur" dediği ileri sürülmektedir.30 Osmanlı Bankası'na saldırı haberi duyulur duyulmaz Ermenilere yönelik şiddet 29 Nalbandian, s. 1 76-178; Man sel, Corısıantinoplc, lo �ille qrıe dt!siroit le monde, s. 340-344; Louis Rambert, Notes et imprcssion de Trırqrıie; /'empire ottoman sorı> Abdııi-Hamid, Cenevre, 1900; Tahsin Paşa, Sultan Abdii/hamid, Tahsin Paşo'nrn Y1idız Hat1raları, s. 62-64; Eldem, A History ofthe Ottoman Bank, s. 233. 30 Eldcm, age, s. 237 [Eldem, Osman/1 Bankası Tarihi, çev. Ayşe Bcrktay, s. 234].

YENİ BiR Do(; u KRiZi

347

eylemleri patlak verirve 27 Ağustos akşamına kadar devarn eder. Erme­ niler sokaklarda saldırıya uğrar, bir tanığın sözleriyle, " tavşan gibi avla­ nırlar." Saldırganlar en çok da sıradan insanları, tersane işçilerini, hamal­ lan hedef alırlar -bu olayların ardından İstanbul' da harnallık tamamen Kürtlerin tekeline geçer. Binlerce Ermeninin can verdiği gerçek bir pog­ rom yaşanır. Osmanlı Bankası'nın idarecilerinden Louis Rambert, 8000 ölüden söz eder. Hemen söylentiler dolaşmaya başlar: Hükümet terörist eylemi aslın­ da haber almış, ama bupogromubaşlatmakiçin eylernin yapılmasına göz yummuştu. Bir başka söylentiye göre, Ermeniler olayı önceden biliyor­ lardı ve en zenginler o sabah kenti terk etmişti. İngilizler Rusya'dan kuş­ kulanır, çünkü Osmanlı Bankası'na yönelik saldırı "istanbul'a Rusların el koyması için mükemmel bir fırsat" oluşturabilirdi.31 Ermeni teröristlerin bu gözüpek darbesi Avrupa'da hemen hiçbir ke­ simden tasvip görmez. İş çevreleri, Batı kapitalizminin en değerli parça­ larından birini hedefleyen bu eyleme karşı ayağa kalkarlar. Hükümetler Ermeni baskın timini mahkUm eder; İstanbul'daki İngiliz ticaret ataşe­ si, "bu caniler ne kadar mahkUm edilse yine de az" der. Batı basını da te­ rörist eylemi kınamak konusunda ağız birliği eder. Ama İstanbul'un gö­ beğinde yaşanan katliamların haberi Avrupa'da ve ABD'de yeni bir pro­ testo dalgasına neden olur ve Ermeni nüfusa karşı girişilen misilierne ha­ reketleri öfkeyi doruk noktasına çıkarır; sultan bu vahşete izin vermek­ le suçlanır. Ertesi gün Büyük Güçler'in temsilcileri bizzat sultana göz da­ ğı veren bir telgraf çekerler -en hafif deyimiyle, hiç alışılmadık bir giri­ şim. imparatorluk açısından "gerçek bir felakete yol açabilecek", "daha önce hiç işitilmemiş bu vaziyete derhal son vermek" amacıyla "hiç vakit geçirmeden kesin ve sert emirler vermesi"ni isterler. Ayın 27'sinde se­ fırlerin topluca imzaladığı birnota Bibıili'ye verilir: Bu notada, hükü­ metin katliamı derhal durdurmak için gereken tedbirleri alması şart ko­ şulmaktadır. 2 Eylül'de sefirlerin verdiği yeni bir toplu notada, Osman­ lı mercileri, pek de örtülü sayılamayacak bir üslupla, katliamlarda suç or­ taklığı yapmakla suçlanırlar; notada, bu katliamlar, devlet yetkilileri ta­ rafından yönetilmese de, onların bilgisi dahilinde eyleme geçmiş "özel bir örgüt''ün işidir denmektedir. Büyük Güçler ne yapacaktır? İmparatorluğun veya sultan m işini bi­ tirmek mi isteyeceklerdir? Büyük Güçler'in önündeki ikilem de budur işte. Bu koşullarda imparatorlukta bir reforma gidilebilirmi? Olanaksız. ll

Palmer, The Dalille ımJ Fıı!l vfıhe OUom�11 Empire, 5 . 183.

348

ABOÜLHAMiD

Peki imparatorluğu paylaşmak mümkün olabilir mi? Fazla tehlikeli. Ge­ riye tek olasılık kalıyor: İmparatorluğu koruyup sultam değiştirmek. Ab­ dülhamid 1896'da Büyük Güçler'in gözünde açıkça bir engel haline gel­ miştir: 1895'teki siyasi krizler sırasında B5.bıJ.li'nin başında birbirini iz­ leyen sadrazamların -Cevad Paşa, Said Paşa, K5.mil Paşa- taviz vermeye hazır olduklarını, ama hemen aziedildiklerini gözlemleyebilmişlerdi. Gi­ derek mut}akıyetçi hale gelen bir rejimin mantıki sonucu olarak, bundan böyle sorumluluk tek başına sultanın omuzlarındadır. H elen dostu Vic­ tor Berard'ın 1 897'de çıkan eleştiri kitabının başlığını yineleyerek söy­ leyecek olursak, demek ki asıl suçlanan " sulcanın politikası"dır {La Poli­ tiquedu Sultan].32 Dolayısıyla ana fikir, sultanı tahttan indirip yerine daha uyumlu bir şahsiyetin, örneğin liberal birisi diye bilinen kardeşi veliabd şehzade Re­ şad'ın geçirilmesinin gerektiğidir. "Sultan tahttan indirilmelidir." İstan­ bul'da yaşanan vahşet olaylarının ardından ll. Wilhelm'in tepkisi bu ol­ muştur. O zamana dek Hamid rejimine karşı daha dostane bir tutumu benimsemiş bir ülkenin hükümdan bile artık çok kararlı bir tavır almak­ tadır. Alman imparatoru, "sefirler arası sonu gelmez konferanslar" yeri­ ne, "Yıldız'ı hedef alan top atışları" talep eder. Salisbury de gerçek çözü­ mün Abdülhamid'i tahttan indirmek olduğu kanısındadır; o zaman ye­ ni sultan da Büyük Güçler'in isteklerine direnirse, kendi başına da aynı şeyin geleceğini anlayacaktır. Ama Salisbury'nin bu planı gerçekleştirebilmek için ortaklarının, en başta da Rusya'nın desteğine ihtiyacı vardır. Eylül ayında İngiliz kraliyer ailesinin yazlık konutu olan İskoçya'daki Balmoral Şatosu'nda Kraliçe Victoria'yı ziyarete gelen II. Ni kola ile görüşür. "Yaşanmış en son vahşet olaylan"nın tekrarını engellemek için, sultanın değiştirilmesinin "muh­ temelen" arzu edilebilecek bir çözüm olduğunu belirtir.33 Ama II. Niko­ la'nın desteğini almak üzere ona Boğazlar'ın denetimi konusunda taviz vermeye yanaşmaz: 1 895'te bunu yapmaya hazırdı, ama artık fikri de­ ğişmiştir, çünkü iyi ilişkiler sürdürdüğü Avusturya-Macaristan'ı gücen­ dirmek istemez.34 Çar, bu koşullarda, Salisbury'nin tasarısını pek sıcak karşılamaz: Sul­ tanı değiştirmenin birçok tehlikeyi de içeren, "çok büyük bir mesele" ol32 Victor BCrard, Lo Politique du Sulto.,, PMiS, Armund Colin, 1397. 33 M�nou� ) . Somokiun, Empir�> in Conflict. Armcniom orrd tire Grcot Powcrs, 1895·1920, Londra. 1. B. T3uris, 1995, s. 30-31, 34 Anderson, auc. s. 257.

YENİ BİR DoGu KRiZi

349

duğunu belirtir. Rusya'nın böyle bir plandan kazanacağı hiçbir şey yok­ tur. Rusya'nın çıkarı, Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü "olabildiğince uzun süre" korumaktan yanadır. Çar, Rusya'nın Ermeni sorununda da k5.ğıt Üzerinde verilmiş reformların hayata geçirilmesin­ den fazlasını istemeye "hazır olmadığını" belirtir. Rus hükümeti, Os­ manlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilerin vaziyetinin bilincindedir, ama dikkati şu anda Uzakdoğu'ya yoğunlaşmış durumdadır, hazırlıksız oldu­ ğu bir dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun nihai biçimde parçalanma­ sını "arzulamamaktadır." Ruslar açısından, İstanbul'da Büyük Güçler'in savaş gemilerindense Türklerin bulunması yeğdir.35 Aslında İngiliz po­ litikası karşısında genel bir kuşku havası hJ.kimdir. ll. Wilhelm, bir yan­ dan yalancı pehlivanlık yaparken, diğeryandan "elini Ermeni sorununa atıp da yakma" işini İngilizlere bırakınayı tercih eder. Büyük Güçler'in her biri, sefaretlerini ve uyruklannı korumak için ikinci bir karakol ge­ misi göndermekle yetinir. İngilizlerin sultanı tahttan indirme girişimleri başarısız olsa da, Rus­ ların da kendi planları vardır. Rusya'nın İstanbul sefiri Nelidov yıllardır bu konuda çalışmaktadır; ona göre, Büyük Güçler'in Osmanlı başkenti­ ne ve sultana karşı topluca girişecekleri bir saldırı Rusya'nın temel çıkar­ larının aleyhinedir; Rusya'nın Karadeniz'deki güvenliği, Akdeniz'le bağ­ lantısı üzerinde birtehdit oluşturabilir, Rusya altı müdahil güçten sade­ ce biri olacağı için nüfuzunu azaltabilir;36 Abdülhamid rejimi yerine da­ ha etkili ve dirençli bir idare kurulabilir. Nelidov'un planında ise Rus­ ya'nın tek taraflı eylemi, Rus donanmasının İstanbul Bağazı'nı ele geçir­ meye yönelik ani ve hızlı bir saldırısı söz konusudur; böylece Rusya bir köprü başı, "ikinci bir Cebelitank" oluşturacak ve kendi evinin anahtar­ larını sonunda eline geçirmiş olacaktır. Bu gözüpek plan, S Aralık'ta Çar­ koi Selo' da toplanan bir Çarlık Konseyi'nde tartışılır. Boğaz'ın savunma­ sı Rusların bir deniz saldırısını durdurabilecek ve birliklerin karaya çı­ kartılmasını engelleyebilecek çapta olmadığı için, askeri düzlemde ger­ çekleştirilebilir olduğu kabul edilirY Ama Nelidov Maliye vekili Witte'nin kararlı muhalefetiyle karşılaşır; Witte bu girişimi, "aşırı riskli" ve "en meşum sonuçlara" yol açabilecek bir macera olarak değerlendirir. Bir genel savaş tehlikesini göze batırır; 35 A. ). P. Taylor, The Strugglefor Mastery iıı Europe, 1848-1918, Oxford, Oxford University Press, 1954,

s. 3 69. 36 Langer, age, s. 337 vd.; Anderson, age, s. 258·259. 37 Akdes Nimet Kurat, Türkiye �e Rusya, s. 11 7·121.

35.0

ADDÜLHAMİD

ama Witte'nin asıl derdi, Rus Uzakdo[;',rusu'nu değerlendirmeye yönelik devasa projelerinde Fransız sermayesine ihtiyaç duymasıdır. Fransızla­ rın İstanbul'a yönelik böyle bir plan karşısındaki tavrı ise olumsuzdur; Hanotaux, Fransa'nın onların peşinden böyle bir maceraya atılmasının ve bunun sonucunda.bir genel savaş patlak verirse askeri açıdan destek­ lemesinin söz konusu olmayacağını Ruslara anlatır. Fransız hükümeti Osmanlı İmparatorluğu'nun devamından yanadır ve herhangi bir büyük devletin tek yanlı eylemini reddetmektedir. Nelidov planından vazgeç­ mek zorunda kalır. İşin aslı, Fransızların Rus planını kabul etmemelerinin nedeni kendi kafalannda farklı bir eylem planı olmasıdır. Buna göre ne sultandan kur­ tulmak ne de Osmanlı İmparatorluğu'ndan geriye kalanlan bölüşmek söz konusudur. Düşünülmesi gereken, maliye aracılığıyla imparatorluk üzerindeki denetimin güçlendirilmesidir.38 Fransa, Türk istikrazı tahvil­ lerinin % 60'ını elinde bulundurmaktadır ve Osmanlı topraklanndaki Fransız yatırımlarının toplam yatırımlar içindeki oranı % 9'dur. İmpara­ torluğun çökmesi veya payhşılması olasılıkları, Fransa'nın çıkarlarına yönelik gerçek bir tehdittir. Hanotaux, Ermeni krizinden yararlanarak, sultana Osmanlı maliyesinin Avrupa denetiminde tepeden tırnağa ye­ niden yapılandınlmasını dayatmayı önerir: Kurulduğundan beri Osman­ lı tahvil senedi hamillerinin özel çıkarlarını temsil eden Düyun-ı Urou­ miye İdaresi, bu plan uyarınca, devletleri temsil eden ve Osmanlı mali­ yesinin sadece bir bölümünü değil tamamını denetimi altında tutan bir kamu kuruluşu haline gelecektir.39 Ayrıca bu yeni konsey, Fransa'nın o zamana dek Düyun-ı Umumiye'den dıştanmış yeni müttefiki Rusya'yı da kapsamına alacak, savaş tazminatı sorunu bu devletin Osmanlı İmpa­ ratorluğu'ndan alacaklılar kulübü içindeki varlığına meşruiyet kazandı­ racaktır. Kısacası Fransızlar Osmanlı maliyesi üzerinde bir denetim, Mı­ sır'a dayatılana benzer bir ortaklaşa mali Batı egemenliği kurulmasını önermektedirler. Maliye üzerindeki bu eksiksiz vesayet, örtülü bir pro­ tektora anlamına gelecektir. Böyle bir tasarının Abdülhamid tarafından kabul edilmesi tabii ki olanaksızdır. Ama bu kez sultanın karşı çıkmak için elindeki diplomasi cephanesini kullanmasına gerek bile kalmaz; bu işi Ruslar üstlenir. Onlara göre Fransız şeması, ilk bakışta ne denli çeki­ ci gözükürse gözüksün, aslında Osmanlı İmparatorluğu sorununun ulus­ lararası platforma taşınmasının yeni bir biçiminden başka bir şey değil38 Langer, ııge, s. 332·335. 39 Thobic, lntü�ts ct impüiıılismefrançııis dans l'cmpirc ottomıın, s. 530·5 39.

YENi BiR DoGu KRiZi

351

dir ve Ruslar" karşılannda Türklerden başka muhatap" istemedikleri için bunu reddederler.4o Yıldız'a karşı top ateşi, Boğaziçi'ne baskın, maliyeyi denetim altına alma planı, sultanın hal edilmesi: Tüm bu tasarılardan hiçbir sonuç çık­ maz. Gerçeği söylemek gerekirse, sultanı devirmeyi düşünenler sade­ ce Büyük Güçler'in yöneticileri değildir. Jön Türk muhalefeti içinde de bu fikir filizlenmeye başlamıştır. Büyük Güçler'in başarısızlığa uğradı­ ğı biryerde bu muhalefet amacına ulaşabilecek midir? Jön Türkler, Os­ manlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünün güvencesi olarak gö­ rülen Osmanlı monarşisini korumakla hasımları Abdülhamid'den kur­ tulmak isteği arasında bölünmüşlerdir. Sürgünler arasında sultanın de­ ğiştirilmesi fikri dile getirilmektedir. Örneğin, Mizan'ı Mısır'da yeni­ den yayınlamaya başlayan Murad bu görüştedir. Sultana karşı üslubu iyice sertleşmiştir; Abdülhamid'in gayrimeşru bir hükümdar olduğu­ nu, tahttan indirilmesi gerektiğini yazar. Temmuz 1896'dan itibaren Paris'e yerleşip, Ahmed Rıza'nın yerini alarak İttihat ve Terakki Cemi­ yeri'nin başına geçen Murad, sultana karşı saldırılarını artırır; sultan kendisinin ve ailesinin istikbalini güvenceye almak için servet istifle­ yip durmaktadır; Osmanlı memurlannın maaşları ödenmezken Avru­ pa'daki propaganda faaliyetleri için çok büyü paralar harcamaktadır. Gerçi Osmanlı hanedam kutsaldır, ona yönelik bir saldırı söz konusu değildir, ama Abdülhamid'i hal edip veliabd şehzade Reşad'ı tahta çı­ karmak gerekir.41 Bu fikre sıcak bakan sadece imparatorluğun dışındaki Jön Türk mu­ halefeti değildir. İçerideki muhalefet de aynı fikirdedir. 1 895 baskısın­ dan ve belli sayıda Jön Türk militanın sürgün edilmesinden sonra, baş­ kentte hızla yeniden bir çekirdek oluşturulmuştur; üstelik artık sadece mekteb-i şahane öğrencilerini değil yüksek rütbeli bürokratları, subay­ ları, ulemayı ve bazı tarikat üyelerini de kapsadığı için daha da tehlikeli bir hal almıştır. Teşkilat, seraskerliğe de sızar. Komplocular arasında çok popüler bir komutan olan Müşir Fuad Paşa, İstanbul'un askeri komuta­ nı [3. Ordu Komutanı] Kazım Paşa, Kocamustafapaşa Bedeviyye derga­ hının şeyhi olan Şeyh Naili gibi nüfuzlu şeyhler, bir ŞUra-yı Devlet üye­ si, eski bir sefir de vardır. Ana fikir, Abdülhanüd'i -Büyük Güçler'in de onayıyla- hal etmek, komploculann zaten temasta olduklan veliabd şeh­ zade Reşad'ı tahta çıkarmak ve Kanun-ı Esasi'yi yeniden yürürlüğe sok40 Thobie, ııge, s. 532. 41 Bi rol Emil, s. 158 vd.

352

AnDÜLHAMİD

maknr.42 1896 sonunda koşullar elverişli gözükmektedir: Harbiye öğ­ rencileri çalkarrtı içindedir, softalar İstanbul'da gösteri yapmakta, Taş­ nak Partisi'nden Ermeniler Müslümanlan da kendi hareketlerine katıl­ maya çağıran bildiriler dağıtmaktadu. Eyleme geçmek için her şey hazır­ dır, ama ya.suç ortaklannın birininihaneti -Nadir Bey diye biri- ya da be­ ceriksizliği yüzünden, Saray bu komployu keşfeder. Bunu bir tutuklama dalgası izler, İngiltere sefiri Sir Philip Currie'nin verdiği rakama göre üç yüz elli kişi tutuklanır: İçlerinde ordu, jandarma ve polis komutanlan­ mn yanı sıra, ulemadan da isimler vardır. Çoğu sürgün veya uzak yerle­ re tayin edilir. Komplonun ruhu olan Ki.zım Paşa ise gözden düşerek, Ar­ navutluk'ta Şkodra valiliğine tayin edilir. Abdülhamid, ordu ve polis üze­ rindeki denetimiyle hafiyeleri sayesinde, başkentteki önemli bir muha­ lif şebekeyi çözmeyi ve başsız bırakınayı başarmıştır. Öyle ki Jön Türk devrimine gelinceye dek İstanbul'da yüksek bürohatlar arasında bir da­ ha böyle bir örgütlenmeye rastlanmayacaktır.

"Kızıl Sultan11 Üç yıl süren ağır bir krizin ardından, 1896 sonuna gelindiğinde Ab­ dülhamid ve imparatorlukiçin nasıl bir bilanço çıkartılabilir? Sultan, çe­ şitli devirme tasanianna karşın, iktidarda kalmayı başarmış, tahtını kur­ tarmıştır. Doğu Anadolu'nun Rus sınırına yakın bölgelerini kana boya­ yan katHarnlara ve Makedonya, Girit veya Suriye gibi çeşitli vilayetlerde ortaya çıkan çalkannlara karşın, imparatorluğun toprak bütünlüğünü ko­ rumayı, parçalanmasım engellerneyi başarmıştır. Bu kez Anadolu'nun doğusunda beliren yeni toprak kaybı tehlikeleri geçici olarak hertaraf edil­ miştir. Büyük Güçler'in silahlı birmüdahalesi söz konusu olmamış, Bo­ ğazlar'dan hiçbir savaş fılosu geçmemiştir. imparatorluk mali vesayet al­ tına sokulamamıştır. Demek ki Abdülhamid Büyük Güçler' e kafa tutmayı başarmış; onla­ rın arasındaki bölünmelerden ve zıtlıldardan, özellikle de Rusya ile İn­ giltere arasındaki uzlaşmaz çelişkiden yararlanmayı bilmiştir -1 8761877'de bunu yapmayı başaramamışn. Bu kez iki büyük imparatorluğun güçleri karşılıklı birbirlerini iptal etmiş; Ruslar İstanbul Boğazı'nı, İngi­ lizler de Çanakkale Bağazı'nı tehdit etmiş, ama sultan bu iki güç arasın­ da serbest kalıp manevra alanı bulmuştur. Gerçi büyük devletler "reform42 Ram saur, The Young Turk5, s. 30·34; Hanioğlu, Tlıe Young Turks jn Opposiljon, s. 84·86.

YENi BiR DoGu KRizi

353

lar"dan söz etmeyi sürdürür. 8 Şubat 1897'de sefirleri Babıili'ye yeni bir tasarı, bizzat IL Wilhelm'in "şaklabanlıklar" diye nitelediği yeni bir ted­ birler külliyatı sunarlar. Abdülhamid de hiç zorlanmadan görmezden ge­ lir bunları. Ermeniler lehine yapılması gereken reformlar sorunu kesin bir biçimde gömülmüştür. 1894-1896 krizinin sonuçlanndan biri Ermeni ulusal hareketinin za­ yıflamasıdır:n Hınçak Partisi tüm girişimlerinde başarısızlığa uğramış­ tır. Abdülhamid'in Üzerinde baskı yapmakiçin Avrupa'nın müdahalesi­ ne yol açma taktiği hedefine ulaşamamış ve kanlı sonuçlar vermiştir. Par­ ti yönetimi -Avrupa'yı ürküten- sosyalist çizgisi ve yöntemleri nedeniy­ le eleştirilir; parti içinde bir bölünme yaşanır. Artık Ermeni Devrimci Fe­ derasyonu, Taşnaksutyun sahnenin önüne çıkmıştır. Ama onların da ba­ şansızlığı ortadadır. Osmanlı Bankası'nı işgal eden teröristler canlarını kurtarmış, ama onların bu girişimi binlerce vatandaşlannın hayatına mal olmuştur. Buna rağmen Taşnak Partisi, 1896 sonunda zafer çığlıklan at­ maktan geri kalmamıştır. Bulgar milliyetçilerinin yöntemlerini örnek alan Ermeni devrimcile­ ri,o�-� kendilerinin de Avrupa'yı Osmanlı İmparatorluğu'na karşı seferber edebileceklerini sanmış; Büyük Güçler'in Abdülhamid üzerinde uygu­ layabilecekleri veya uygulamak isteyecekleri baskılan fazla abanmış ve 19. yüzyıl sonundaki Osmanlı devletinin ve bizzat sultanın gücünü çok ağır bir hatayla küçümsemişlerdi. Ruslar Bulgarların özerkliğini destek­ liyorlardı; halbuki Etmenilerin özerkliğine kesin bir tavırla karşıdırlar. Üstelik hem Hınçakçılar hem de Taşnaklar bir çelişkiye düşmüştür: Sos­ yalizmi savunan devrimci partiler nasıl olur da taktiklerini kapitalist ve emperyalist Avrupa'nın müdahalesi üzerine kurabilirler? Bu çelişkiyi çözmek için atılan adım, Osmanlı Bankası baskını ve rehine krizi olur, bu olay da dramatik sonuçlara yol açar. Doğu Anadolu'daki Ermeni toplumu o yılların şiddet olaYlarından ve katliamlarından derinden etkilenir. Kurban sayısının fazlalığı nedeniyle nüfus açısından zayıflarken, binlerce yerimin varlığı ve İslam'a döndür­ me çabaları toplumsal yapıyı da bozar. Şiddet olaylarının yol açtığı göç htueketleri de Ermeni toplumunu zayıflatır; Ermeni nüfusunun göçüne karşı çıkan Abdülhamid idaresinin koyduğu engellere karşın, yaklaşık 60.000 Ermeni Kafl{as sınırının öteki tarafına geçip Rus topraklarına sı­ üınrnayı başarır; ABD'ye göç de -bölgedeki Protestan misyonerierin var_

43 N;•lbandian, aı;c.

44 Ter Minassian, l-lisıoireı croiıüs, nce.

354

ABDÜLHAMİD

lığına bağlı olarak- hissedilir ölçüde artar; 1891 ile 1 899 arasında yakla­ şık 1 2.000 Ermeni ABD'ye göç eder."ı,5 Toprak bütünlüğü korurrup Ermeni milliyetçiliği durdurulabilmişse, bu, toplumsal bütünlüğü yitirme pahasına sağlanmıştır. Cemaatler arası ilişkiler-gerilmiş, Doğu Anadolu'da farklı milletler arasında bir kuşku ve düşmanlık uçurumu açılmış, Osmanlı toplumunda derin çatlaklar belir­ miştir. Bir örnekvermek gerekirse: Sason'daki zulmün sorumlulanndan biri olan ve 1 895'te hacca giderken Diyarbakır'a uğrayan bir Kürt şeyhi, kent Müslümanları tarafından törenlerle karşılanır.46 Bunun karşıtı, Er­ meni milleti içinde jandarmalara saldıran özgürlük savaşçısı,fedai artık bir kahraman olarak kabul edilmektedir.47 imparatorluk içindeki millet­ lerden birinin başına gelenlerden tedirgin olan Osmanlı seçkinleri ken­ dilerine sorarlar: Büyük Güçler'in ekmeğine yağ sürmek ve dolayısıyla imparatorluğu zayıflatmak pahasına Abdülhamid rejimine karşı çıkıp bu yapılanlan kınarnalı mıyız? Arap seçkinlerin, hürriyeteksikliğine karşın, modernizasyon çabaları nedeniyle 1890'ların ortalarına dek Hamid reji­ mini destekleyen bir bölümü -özellikle de Hıristiyan Araplar- Ermeni katliamlannın ardından az çok açık bir biçimde rejimden kopuşur. Abdülhamid iktidan bu kriz yıllanndan biraz değişmiş olarak çıkar. Daha önceden belirmiş kimi eğilimler iyice ağırlık kazanır: sansürlin sert­ leşmesi, iktidarın şahsileştirilmesi, yönetim araçlannın tek elde yoğun­ laşması, ihbarcıhğın ve hafiyeliğin gelişmesi. Sultan, zor dönemlerde dü­ zenli olarak danıştığı iki çaplı siyasetçinin -yanında bu çapta başka siya­ setçi de yoktur-, Said Paşa ile Kirnil Paşa'nın güvenini de yitirmiştir. Sı­ rayla hükümetin başına geçirilen bu iki paşa, birkaç hafta sonra yeterin­ ce uysal davranmadıkları için kaba bir biçimde azledilmişlerdir. Dolayı­ sıyla kriz, Saray'ın B5.bı5.li üzerindeki gücünü biraz daha artırmaya yara­ mıştır. Yıldız'ın içinde ise, sultanın çevresinde yeni bir sima öne çıkar: İzzet Paşa, 1-Iamid saltanatının son on yılına damgasını vuracaktır.48 Karşısında bütün Hıristiyan Avrupa'nın birleştiği sultan, başka yer­ lerden destek arar. O dönemde İran'a yönelmesi bir rastlantı değildir. Müçtehidlere dayanarak Irak Şiilerini yanına çekmekte tam bir başarısız45 Robert Mira k, Tom B�ıwa11 Two Lalld5. Arme11iam i11 Amuica, Horvard University Press, ı983, s. 46-48.

1890 to \llorld War 1,

Cambridge,

46 Ou�uid, ıııını. 47 Rouben Mı!moircs d'ım partiso11 armı!rıicn.fraıımcnls, Waik Tcr-M inassian (cd.), yer belli deCil, Ed itions ,

48

de I'Aube, ı990. Cacsar Farah, "Arab Supportcrs of Sultan Abdülhamid tt: 'i zzet ei-'Abid", Arclıivum ı 5, ı 997, s. ı 89·2ı 9.

Otıomonicı.m,

YENİ BiRDoGu KRizi

355

lığa uğradığını saptayan Abdülhamid, siyasetini yüz seksen derece de­ ğiştirir; şimdi doğrudan Nasreddin Şah'la anlaşmaya çalışmakta, üstelik Ermenilere artçı destek sağlamaması için Şah'ın gönlünü hoş tutmaya uğraşmaktadır. Dolayısıyla Abdülhamid İran'a karşı bir dizi jest yapar. Muharrem ayında düzenlenen Şii halk ritüellerinin, Aşure törenlerinin açıkça düzenlenmesine ilk kez izin verir:•9 1 896'da İran'a bir elçilik hl'!­ yeti gönderir; bu heyetin reisliğine en yetenekli Osmanlı diplamatların­ dan birini, aynı zamanda tanınmış bir kelam alimi olan Maarifnazın Mü­ nifPaşa'yı atamıştır.50 Heyetin amacı, Şah'aiki devlet arasında siyasi düz­ lemde bir birliğe yol açabilecek bir yakınlaşma sağlanmasını önermektir. Ama heyet İran'a vardığında artık çok geçtir; Şah, Mayıs 1896'da öldü­ rülmüştür. Abdülhamid, bu suikaste kanşan belli sayıda İranlıyı, İran'a sığınmış Ermeni eylemcilere karşılık sınırdışı eder. Sonra da MünifPa­ şa'yı Tahran sefirliğine atar ve önüne hedef olarak, İran'ın yeni h§.kimi Muzafereddin Şah'la bir uzlaşmaya vanlmasını koyar. Abdülhamid açısından bu kriz yıllannın en olumsuz yanı, dışandaki imajıdır. Kendisinin ve rejiminin itibarını yeniden kazanmak amacıyla birkaç yıldıryürütülen tüm o propaganda siyaseti bir anda mahvolmuş­ tur. Katliamların çapı karşısında dehşete kapılan Batı kamuoyu, tüm öf­ kesini sultana yöneltir -bazı katliamlar İstanbul'da, Yıldız Sarayı'nın ya­ nı başında gerçekleşmiştir. 19. yüzyılda, Yunanistan bağımsızlık sava­ şında, Delacroix'nın ölümsüzleştirdiği "Sakız Adası Katliamlan" sırasın­ da yaşanan ilk büyük Türk düşmanlığı dalgasında durum böyle değildi. En başta Victor Hugo olmak üzere rornantikler, aydın, iyi niyetli, ama koşulların kurbanı olmuş ve tecrit edilmiş bir hükümdar olarak gördük­ leri Sultan IL Mahmud'dan çok, bir halkın barbartutumunu suçluyorlar­ dı -"oradan Türk geçmiş".51 Ama 1896'daki tavır çok farklıdır. Düşman­ lık Abdülhamid'in şahsına odaklanır. Bunun manası, bir halk olarak Türk­ ler hakkındaki kanının düzelmiş olması değildir tabii. Ama İstanbul'da iktidarın şahsileştirilmesi, haber alma ve propaganda teknikleri sultanı bir anda ramp ışıklarının en önüne çıkarmıştır. Mutlak iktidar madalya­ nunun öteki yüzüdür bu yaşanan: Her şey onun sırtına yıkılır, böylece Osmanlı sisteminin derinlemesine bir tahlilinden vazgeçilip, Büyük Güç­ ler'in sorumluluk payları da ıskalanır. 49 50 5ı

Sabrina Mervin, Un riformiı:me çhiite. Uldmas ct /ettrCı: du Gabal 'Amil (acıuel Liban-ı:ud) de lafinde I'Empirc attaman Q /'indı!pcndancc du Ubon, Paris, Karthala, 2000, s. 242, 280, 415. Landau, The Politics ofPnn-lslam, ldeology and Organization, s. 44·45. Claudine Grossir, L'lslam des Romantiquc ofi5moil Kemal Bey, s. 308-311; Hanioğlu, Prep�rotion for o Rcvolution. s. 16-27.

HEDEF

439

dağıtılmakta ve hemen yok edilmektedir. Karikatürler elden ele dolaşır; gizlice basılan bu tek yapraklardan birinde Hürriyet gazetesini ayaklan­ nın altında çiğneyen ve 80.000 lira fazla vermiş hayali bir bütçeyi görün­ ce sevincinden dans eden bir sultan çizilmiştir!4 Yazıların ve karikadirle­ rin yaru sıra, daha geleneksel muhalefet biçimleri de varlıklanru korur. Na­ mık Kemal'in vatansever şiirleri kulaktan kulağa yayılmaktadır. Bir diğer büyük şair, TevfikFikret, Sis başlıklı 1 901 tarihli bir şiirinde, simgesel bir tarzda Osmanlı payİtahtını saran "dfid-ı muannid"den [inatçı duman], "kilitlenmiş ağızlar"dan söz eder ve "bar-ı hazerle ildkat gezmeye me'lfif" [korku yükü altında iki kat gezmeye ahşmış] kent salcinlerini eleştirir. Ama imparatorlukiçinde liberal düşünceler, başkent dışına çıkarılan­ lar, uzak görevlere tayin edilenler veya iç sürgünler kalabalığı aracılığıy­ la da yayılmaktadır. Abdülhamid payitahtta düzeni korumayı başarmış, ama tehlikeyi vilayetlere taşımıştırl İç sürgün Osmanlı geleneğinde her vakit görülen bir cezalandırma biçimidir. Ama liberalleri ve muhalifleri imparatorluğun dört bucağına göndermek, sonunda Jön Türk hareketi­ nin vilayetlere yayılmasına hizmet eder. Kimi zaman sürgünterin sayısı gönderilclikleri yerin mülki erkanından fazladır ve sonunda oraya h5.kim olurlar. Örneğin sürgün mahalli olarak sık sık kullanılan Trablusgarp'da durum böyledir. Meclis-i Mebusan askıya alındıktan sonra ilk rejim mu­ halifleri oraya gönderilir. Örneğin 1 879'da bir komploya kanşmakla suç­ lanan Darnacl Mahmud Paşa -sultanın iktidara çıkmasına yardım eden öteki eniştesi- oraya vali olarak atanır; Amerikan konsolosu Bibıili'nin Trablusgarp'daki yeni temsilcisinin yanında maiyet olarak bir yaver ve bir mahkG.mla karaya nasıl çıktığını alaycı bir dille anlatır. 19. yüzyıl so­ nunda sürgün alanı epey hızlanmıştır: Eylemciler, milliyetçiler, Jön Türk­ ler gelip durmaktadır. Ya Trablusgarp'da zindana atılır, ya da kürek mah­ kümu olarak Fizan'agönderilirler. Tunus'a kaçmayanlar çoğunlukla Trab­ lusgarp'daki sivil ve askeri memuriyetlerde çalıştınlır: Ka tip, karantina memuru, vergi tahsildan, tabib, gümrüksubayı, telgrafçı, ücra garnizon­ larda subay, maliye müdürü, hatta vali ve mutasarnf olarak görevlendi­ rilirler. imparatorluk içindeki hermilletten sürgün vardır: Suriye ve Ye­ men Arapları, Bulgarlar, Rumlar, Arnavutlar. Abdülhamid devrinin son valisi olan Recep Paşa rejime düşman bir asker ve bir Jön Türk sempati­ zanıdırve bu uzak vilayete tayin edilmiştir. Biryazann ifadesiyle, "Trab­ lusgarp bir sürgün şehri haline gelmişti."5 4 S

John Grarıd-Cartcrct, La Crtte devarıt /'imagG, Paris, tarifısiz, s. 47. Feridun Kirıdemir,Jörıliirk/erirı Zindan Hatrralarr, 2. baskı, istanbul,

1975,

s. 120.

440

ABDÜLHAMİD

Ama siyasi sürgünlersadece Trablusgarp'da değildi. Anadolu'nun Kas­ tamonu, Erzurum veya Konya gibi bazı kentleri de birçok rejim karşıtı için sürgün, tayin, payitahttan uzaklaştıtma yeri olarak kullanılıyordu. Onların bu kentlerdeki varlığı önemlidir: Bu sürgünler arasında güçlü bir dayanışma duygusu hüküm sürer, Jön Türklerden etkilenir, gazete ya­ yınlamaya uğraşırlar. Dönemin bir gözlemdsİ şu saptamayı yapar: "Böy­ lelikle tüm imparatorluk devrime hazırlanıyordu! "6

Rejimdeki Sapmalar Sultan yaşlanmıştır. Arminius Vambery gibi onu iyi tanıyanlar fizyo­ nomisinde bir değişiklik olduğunu kaydederler. 1900 Eylülü'ndeki jü­ bilesinde yanında olan Macar doğubilimci, 1901 M ayısı'nda tekrar gör­ meye gittiği sultanı dalgın, yitik bir havada bulur: "Bu yakın zamanda onda olağanüstü bir değişiklik olmuş. Yaşı daha elli dokuz, ama iki bük­ lüm olmi.iş, sinirleri yıpranmış, direnç yeteneği kırılmış. I-Ierkesin için­ de bu zaafhalini örtrnek için elinden geleni yapıyor, ama özel yaşamın­ da kendini çok bitik hissediyor, zaman zaman bayılıyor."7 Ama Abdül­ hamid çevresini kandırmaya uğraşır; benzi o kadar soluk görünmesin di­ ye makyaj yapurır, saçını sakalım özenle boyatır. Herzl de onunla ilk kez 1 9 0 1 Mayısı'nda karşılaşmıştır; Gü nce'sinde sultan hakkında pek de övücü sayılamayacak bir tanıkhk bırakır. "Kötü kötü bakan yırtıcı kuş gözleri" onu rahatsız etmiştir; Herzl sultanı "ufak tefek, çelimsiz, kocaman gaga burunlu, boyalı koca sakallı, kısık sesli ve titrek bir adam" olarak görür. Abdülhamid'in zayıfhali, sararmış iri diş­ leri, kepçe kulakları, titrek sesi Siyonizm'in kurucusunu şaşırtmıştu.8 Herzl'in, bu tanıklıkb, sultan nezdindeki girişimlerinin uğradığı başarı­ sızlığın da öcünü aldığına kuşku yoktur. 1 907'de İstanbul'a uğrayan Mı­ sırlı bir Kıpti, Salama Musa, selamlık törenine katılır: Uzaktan, arabası içinde geçen sultanı görür; başı neredeyse dizlerine değecek, iyice çök­ müş bir ihtiyardan söz eder.9 Sultanın kuşkuları da artmışt:ır. Sarayda işgal ettiği alan daha da dara­ lır: Dairelerinin bulunduğu binada artık sadece üç odada yaşamaktadır. 6 7 8

9

Edwirı Pears, Forty Ye�r:s in Comı�ntinoplc, londra, Herbert )enkirıs, tarihsız, s. 227. lory Alder ve Richard Dalby, Tlıc Oewish ofWindsor Cıısde, age, s. 364. Th6odore Herzl, age, s. 269. l. O. Schuman, T!w Educııtion ofSaloma Musa, Leiden, E, ). Brill, 1961, s. 47.

HEDEF

441

Gündüzleri, mobilya olarak sadece Hereke ipeklisi kaplanmış bir kane­ pe, iki koltuk ve küçük bir iskemle bulunan çalışma odasından hiç çık­ maz. 1 0 Önceleri imparatorluğun idaresiyle en ince ayrıntılara varıncaya dek uğraşırken, zaman içinde kendini daha çok eline ulaşan jurnalleri okumaya vermiştir, hatta bu nedenle bir kenara bıraktığı birçok dosya sü­ rüncemede kalır. Saltanatının sonunda çalışma masasının üstü ele alın­ mamış evraklada doludur. 9 Kasım 1901 'de, altı yıl boyunca sadrazam olarak kalmış Halil Rıfat Paşa -Abdülhamid'in sevdiği türden, silik ve itaatkar bir sadrazamdı- yet­ miş beş yaşında ölür. Yerini önce Adiiye nazırı Abdurrahman Nureddin alır, ama Babıali'nin saray üzerinde daha güçlü bir nüfuz sahibi olmasın­ dan yana olan bu sadrazam on gün içinde istifa etmek zorunda kalır. Ab­ dülhamid o zaman yeniden barıştığı eski suç ortağı Said Paşa'yı göreve ça­ ğınr ve onu altıncı kez sadrazamlığa atar. Bu yeni sadaret dönemine Ma­ kedonya reformları, Vilayet-i Selase Umumi Müfettişliği merciinin kurul­ ması ve ıslahat komisyonunun göreve başlaması damgasını vuracaktır. Said Paşa bir seneden biraz fazla bir süre görevde kalabilir. Ocak 1903 'te istifa eder. Bu istifanın gerisinde eski bir ihtilaf vardır; Said Paşa, sarayın !ı: işe kanşmasından, kendi görüşünü almadan valileri doğrudan ata­ masından şikayetçidir. Rivayete göre, sadrazam bir gün Heyet-i Vükela toplantısında hiç tanımadığı bir sima görmüş; Abdülhamid'in ondan ha­ bersiz atadığı yeni Maarif nazınymış bu adam ! 1 1 Ama sorunun temelin­ de, Makedonya'da yapılacak ıslahat konusunda Said Paşa ile Yıldız ara­ sında çıkan anlaşmazlık yatmaktadır. Said Paşa, valilerin düzensiz çete­ lerin takibine asker gönderme yetkisine sahip olmalarını ister. Ama Ab­ dülhamid'e göre fazla büyük bir risktir bu; o zaman birvali pekala ordu­ suyla İstanbul üzerine yürüyüp kendisini tahttan indirebilir. Abdülhamid, Said Paşa'nın yerine bir Arnavutu, Avionyalı Mehmed Ferid Paşa'yı atar. ŞUra-yı Devlet üyesi olan Mehmed Ferid Paşa, Konya valisiyken sulta nın güvenini kazanmıştır. Orada eşkıyalığa karşı müca­ delesi, kente içme suyu getirme çalışmalannı tamamlaması, yollar yap­ ması, kentin eski anıtlarını onarması ile idarecilik yeteneklerini sergile­ miştir. Bu eski Mevlevi kentini modernleştirmeyi başarmış ve belki de sultan açısından asıl önemlisi, Mevleviyye tarikatının veliabd şehzade Mehmed Reşad'la -o da Mevlevidir- temas kurduğundan kuşkulanılan şeyhini çok sıkı bir göz hapsinde tutmuştur. ı O Tahsin Paşa, Srılıım AbdWiııımid. Tolrsin Paşa'nın Yrldrz Hııtrrıılarr, s. 355. ı ı inal, Son Sodrıuamlur, s. 10·16.

442

ABDÜ!.HAMİD

B5.bı5.li'nin yeni önderi, Güney Arnavutluk'un en zengin ve nüfuzlu ailelerinden birinin üyesidir -ailesinin Avianya (Vlore) bölgesinde çok geniş arazileri vardır. Makedonya krizinin en civcivli günlerinde sultan, Rumeli'yi ve Makedonya'yı savunmak için, onun aracılığıyla Arnavutla­ rın desteğini seferber edebileceğini umar. Bir yandan Arnavut milliyet­ çiliğine karşı tedbirler alırken -Arnavut okullarının kapatılması ve Ama­ vutça yayınların yasaklanması- diğer yandan da Osmanlı İmparatorlu­ ğu'nun Rumeli'deki "demirden engeli" veya Tahsin Paşa'nın ifadesiyle, Balkanlar'daki Hamid politikasının "kalelerinden biri" olmaya devam etmeleri konusunda, Müslüman Arnavutlara her zamankinden çok gü­ venmektedir. Sultan, Arnavutlar "en sadık askerlerimizdir" dedikten sonra ekler: "Avrupa'da bulunan Arnavutlar, her halük5.rda itimat ede­ bileceğimiz Müslüman kardeşlerimiz"dir.12 Ama MChmed Ferid Paşa, sultana Arnavutların -en azından bir bölümünün- bağlılığını temin et­ mesi dışında, aynı zamanda son derece itaatkir bir sadrazam, irade-i se­ niyyelerin basit bir uygulayıcısıdır. Ama o bile sultanı n her şeye kanş­ masından, bu koşullarda sadrazamlık yapmaktan şikayet eder, "rıhtım­ daki hamallara gıpta ediyorum" der.13 Sadrazam ast konumundan bir türlü kurtulamasa da, saltanatın son yıllarına Arap İzzet Paşa'nın giderek büyüyen siyasi rolü damgasını vu­ rur. Abdülhamid'in gözdesi denebilir mi? Kuşkusuz bu kadarı biraz faz­ la olur. Daha çok, becerikli, zeki ve kendini vazgeçilmez kılınayı kısa sü­ rede başarmış, sultanın güvendiği bir adamdır söz konusu kişi. İzzet Pa­ şa en yüksek mevkilerde bulunmaz. Arapça yazışmalardan sorumlu ol­ duğu Mabeyn' de, ikinci k5:tiptir sadece. Ama aslında her yerde o vardır: Tercümanlık yapar ve sarayda toplanan birçok koroisyana riyaset eder. İktidara sadık eski bir Suriye ailesinden gelen İzzet Paşa, Lübnan La­ zaristlerinin yanında önce Arapça, sonra Fransızca mükemmel bir eği­ tim almıştır. 14 Arapça, Türkçe ve Fransızcayı kusursuz konuşan, halkla ilişkiler konusunda yetenekli bu adam 189 5 'te saraya çağnlır ve o andan itibaren nüfuzu sürekli artar. Büyük Şam aileleriyle sultan arasında ara­ cılık yapar. "Yıldız şeyhleri", Zafir Madani ve Ebulhüda saray ile Arap vi­ layetlerindeki tarikatlar arasındaki bağlantlyı kurarken, o da eşraf ailele­ riyle bağlan kurarak biranlamda düzeneği tamamlar; bu aileler taşra ida12

Penstes et oou�enirs,

s. 54

[Siyasi Hatırotım,

s.

70].

1 3 Kar� l . Osman/1 Torilıi, VIII, s. 271; Findley, Bureoııcrotic Reform, s. l43_ 14 Caesar Farah, "Arab Supporters of Sultan Abdlllham id ll: 'lzzet ai-'Abid", Ardıivum Ottomonicum, 15, 1 997, s. 189·219.

HEDEF

443

resincieki kilit mevkileri ele geçirirler. Sarayla yabancı misyonlar arasın­ daki ilişkiyi de İzzet Paşa sağlar. Sultan, İzzet Paşa'yı çok takdir eder, ondan "benim İzzet" diye bahse­ der, "fevkalade akıllı bir zat" olduğunu söyler. Hicaz Demiryolu işiniyü­ rütmekte gösterdiği beceriyi över, "bu gayemde benimle işbirliği yapa­ cak İzzet'ten daha iyi birisini bularnazdım" der. Bununla birlikte Abdül­ harnid onun etkisi alunda olduğu iddialannı da reddeder: "Söylendiği gi­ bi, İzzet Bey'in dahi üzerimde tesiri yoktur."15 Ancak İzzet Paşa sağlam bir ağ kurmuştur. Ailesinin üyelerini yüksek idari makamların hemen hepsine yerleştirmiştir. Saray o sırada Başınabeynci Tahsin Paşa ile İzzet Paşa arasındaki amansız bir nüfuz mücadelesine, savaşına sahne olmak­ tadır. Sultana yaklaşma gayretleri içinde her iki adamı da tanıyan The­ adar Herzl, Tahsin Paşa'dan "buz gibi bir hesap adamı", İzzet Paşa'dan ise "her an insanın üzerine sıçramaya hazır bir kaplan" diye bahseder.16 Abdülhamid imparatorluğa hala hakim midir? Onu son olarak 1901 Mayısı'nda gören Vambery, sadece bedeninde gözlemlerren fiziksel bo­ zulmadan değil, sarayda gerçekleşmiş siyasal değişimden de söz eder. Es­ kiden sultan en üstteydi; artık öyle değil; şimdi saray sultana egemen; sultan, kendisini kişisel çıkarları için kullanan namussuz ve düzenbaz mabeyncilerin elinde bir oyuncağa dönüşmüş, der. 1900'den sonra entelektüel yaşam üzerine hiç görülmemiş bir baskı çöker. Gazetecileri ve yazarları susturmak için her yol mübahtır. Tamn­ mış bir dergi olan Servet-i FünUn, Fransız ihtilali'nden söz eden ve san­ sürcülerin isyan kışkırtması olarak değerlendirdikleri basit bir makale yüzünden kapatılır. Gazetelere yönelik ihtarlar ve kapatma cezaları dört kat artar. Hem sansür hem de otosansür doruk noktasına çıkar. Gazete­ ler, sansürün yıldırımlanna yakalanmamak için sakınılması gereken ke­ limelerin ve deyimierin listesini çıkarırlar. Bu yasak kelimeler nelerdir? Arnavut asıllı sözlük yazan Şemseddin Sami'nin Dictionnairefrançais­ turc'ünün [KamUs-i Fransevi: Fransızca-Türkçe Sözlük] art arda yapılan baskılan -okulda Fransızca öğrenen genç Osmanlıların hepsi o dönem çok meşhurolan bu eseri kullanıyorlardı- bu sorunun yanıtını ortaya ko­ yarlar. 1 882'de çıkan birinci baskıda hiçbir sansür uygulanmamış gibi­ dir: "Anarşi", "komünizm", "demokrasi", "cumhuriyet" gibi en "has­ sas" terimler ve Osrnanlıca karşılıklan bulunabilmektedir. Bu terimler 1898'deki ikinci baskıda yer almaz, ama yine de siyasi söz dağarından 15 Penstes et sowwirs, 16 Herzl, oge, s. ıao.

;,

57, 90·91 (Siyosi Hatırat1m, s. 72, 88].

444

AEDÜLHAMİD

birçok kelimeye hala rastlanmaktadır: "müstebit", "hürriyet", "anaya� sa", "parlamento", "ihtilal", "sosyalizm", "terörizm". Ama 1 90 1 ve 1 905'te çıkan sonraki baskılarda bu maddelerin hiçbiri yer almaz. İhti� lal karşılığı olan "Rıivolution" sadece astronomik anlamıyla, müstebitkar­ şılığı olan "tyran" ise Amerika'da bir kuş olarak lügate girer. 1 7 Sansür sadece dili değil, kitapları da kapsar. 1902 tarihli ilginç bir fıh­ ristte, imparatorluğa girişi ve dağıtımı yasaklanmış eserlerin listesi veri­ lir.18 Yüz sayfaya yakın bu fıhristte 3 SO'ye yakın başlık yer almaktadır. Türkçe eserler arasında Namık Kemal'e ve Yeni Osmanlılara ait kitapla­ rın yanı sıra, tüm Jön Türk yayınlan da haliyle yer almaktadır. Yabancı başlıklar arasında, Rus göçmenleri tarafından Karl Marx, sosyalizm, sos­ yal-demokrasi hakkında yayınlanmış bazı Rusça eserler görülmektedir. Ama aslan payı Fransızca kitaplanndır: Yasaklanmış eserlerin yarıya ya­ kım. İslam ve Osmanlı İmparatorluğu hakkında çok sayıda tanıklık, Mu­ hammed'e, Haçlı seferlerine, İslam alemindeki Avrupa sömürgelerine ilişkin eserler, hatta Lamartine'in L'Histoire de la Turquie'si bile -halbuki Osmanlılan öylesine över ki, Sultan Abdülmecid yazara Ege bölgesinde muazzam bir arazi armağan etmiştir- yasaklanmıştır. Anlaşıldığı kada­ rıyla rejim, iSiarn ve imparatorluk hakkında kendi bilgisi haricinde hiçbir şeyyazılmasın istemektedir. "Siyasi" eserler bölümünde sayılan kitaplar arasında, Machiavelli'nin Prens'i, 18. yüzyıl filozoflarının eserleri, 19. yüzyılda da Chateaubriand, Hugo, Zola'nın kitapları ve Renan'ın İsa'nın Hayatı adlı eserine rastlanır. Tüm bu yasakların sonucunda, saltanatın son yıllarına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu bir tür entelektüel u:yu­ şukluğa, fikirlerin boğulması haline gömülmüş gibidir; öyle ki 1 908 Dev­ rimi muazzam bir kurtuluş, özgürleşme olarak algılanacaktır. Maarifalanında da gericilikhük-üm sürmektedir. İstanbul'da 1900'de Darülfünıln'un açılması, liberal fıkirlerle zehirlenmesinden korkulan gençliği sürgündeki Jön Türk saflarını kalabalıklaştırmasın diye, impa­ ratorluk içinde tutmak gerektiğt düşüncesinden kaynaklanmıştır kısmen. ı 899'dan itibaren okullar üzerindeki ideolojik denetimi sıkıla ştırmak amacıyla yeni tedbirler alınır. "Milli adetleri ve dini koruyacak"19 bir eği­ time yol açmak maksadıyla, din ve ahlak derslerinin saatleri yeniden ar­ tırılır. 1903'ten ı 908'e kadar Maarif nazırı olan Haşim Paşa bu eğilimi 1 7 Louis BJıin, "Censure ottomJne ct lcxicoı;rJphie: le Kanılls-i Framevi de S ;imi Bey", Economie; et sociC!ts dam /'Empire ottoman (ftn XV/1/e·dCbut XXe siedcs), 1983, s. 203-206. 1 8 Mema!ik-i Malırusc-i Şalııınc'yc dlllılll ve intiıarı mcmnu' bulwıım kutub ve resail·i nwzrrm'11111 esamisini miibcyyin çcdvcl, istarıbul, Matbaa·r Arnı re, 1 3 1 8 [1902]. 1 9 Somel, Tlıc ModemizatiOII of Public Educaıio11 in tlıe Ottommı Empirc, s. 183.

HEDEF

445

neredeyse karikatürleştirerek temsil eder. İzlediği politika tatbiki eğiti­ mi geliştirmeyi, okulun ahiiki ve diniboyutunu güçlendirmeyi, Müslü­ man çocukların Hıristiyan okullanna gitmesini engellerneyi amaçlamak­ tadır. Ayrıca devlet okullannda ulemaya daha büyük bir yer verirken, bir­ çok aydın eğitimci ve öğretmen İstanbul'dan uzaklaştırıhp taşraya tayin edilir; bu tedbir de yeni fikirlerin yayılmasına hizmet eder. Haşim Pa­ şa'ya göre, Avrupa'nın, özellikle de Fransa'nın "hep hakim" durumdaki kültürel etkisi, sağlam bir iman edinilmesi önünde bir engeldir ve Gala­ tasaray Lisesi bu yönde tehlikeli bir yol açmıştır.20 Daha birçok olgu, rejimin 1900'den sonra sergilediği tehlikeli sapma­ yı kanıtlamaktadır. Muhbirlik giderek yaygınlaşır, hastalık artık sadece sıradan basit insanlan kapsamamakta, kangren devletin ve iktidarın en yüksek katlarını sarmaktadır.21 Uzak yerlere sürme usulüne her zaman­ kinden çok başvurulmaktadır. Daha çokAbdülhamid'in lehinde olduğu söylenebilecek meşhur yazar ve yayıncı Ebüzziya Tevfik, bir Jön Türk kongresi için -böyle bir kongre hiçbir zaman yapılmamışur- davetiye bas­ ınakla suçlayan bir jurnal yüzünden, 1900'de Konya'ya sürülür. 1876'dan beri Çırağan Sarayı'nda kapalı tutulan sab ık sultan V. Murad 29 Ağustos 1904'te ölünce, Abdülhamid'in korkulan depreşir. Murad yandaşlannın ve liberallerin cenaze töreni münasebetiyle gösteri yapabileceklerinden çekinen sultan, kardeşini hiçbir resmi tören düzenlemeden çabucak def­ nettirir -kamuoyu, göz göre gore yapılan bu saygısızlık karşısında şaşkı­ na döner.

Suikast Abdülhamid'in Yıldız'a kapanarak yaşamayı tercih etmesinin başlıca nedeni, suikast korkusudur. Sarayın çevre duvarlarını bizzat tahkim et­ tirmiş, muhafızları artırmıştır. Özellikle her cuma selamlık töreni için dışanya adım attığında ise -gittiği cami, sarayın cümle kapısının sadece birkaç yüz metre uzağıiıdadır- güvenliğini sağlamak üzere olağanüstü tedbirler alınmaktadır. Abdülhamid' deki cinayet korkusu, kanlı saray dramlannın izlerini taşıyan hanedan tarihiyle ve ve kendi kişisel tarihiy20 Necdet Sakaoğlu, Osman/, EJ3iıim Tarihi, istar.bul, iletişim, 1991, s. 114·115; Yahya Akyüz, "Maarif Nazırı Haşim Paşa ilc ilgili Orııinal bir Belge ve Bazı Eğitimsel Görüşler", Belle!cıı, 45, 1981, s. 205213; Somel, age, s. 183·185.

21 Tahsın Paşa, age, s. 203,

446

ABDÜLHAMiD

le yakından ilintilidir. Onun tahta çıkışı, Abdülaziz'in ve Serasker Hü� seyin Avni Paşa'nın doğal olmayan ölümlerinin ardından gerçekleşmiş, bu arada saltanatının ilk yıllarında sayısız komplo birbirini izlemiştir. Daha sonra birçok yabancı taç sahibinin ve devlet reisinin devrimci� !erin veya ihtilalcilerin mermileriyle can vermesine tanık olur. Bu dizi, 1881 'de Rus devrimcileri tarafından öldüriilen II. Aleksandr ile başlar. Aynı yıl ABD başkanı Garfield öldürülür. Bir süre sonra anarşist suikast� ler dalgası ortalığı kaplar; Auguste Vaillant Fransız Parlamentosu'na bom� ba attıktan sonra, Fransız cumhurbaşkanı Sad i Carnot bir suikaste kur� ban gider. Sonra sıra Avusturya Kraliçesi Elisabeth'e, İtalya Kralı Umber� to'ya, ABD Başkanı McKinley'e gelir. 1 896'da İran'da Nasıreddin Şah'ın öldürülmesi, sonra ardılı Muzafereddin Şah'a karşı anarşistlerin 1 900'de Paris'te giriştikleri suikastgirişimi de Abdülhamid'de iz bırakır. Osman� lı sansürü insanlara kötü fikirler vermemek için, bu suikast haberlerini hasıraltı eder, ama kamuoyu da enayi değildir. Osmanlı gazeteleri McKin� ley'in ölüm haberini hiç yorurnsuz verir; sonra İstanbul'da çıkan Moni� teur orienta/ "başkanın sağlık durumunun iyiye" gittiğini, "merrninin çıkarıldığını" haber verir; ama üç gün sonra başkanın kangrenden öldü� ğü haberi gelir. Sultandaki bu suikast korkusu, onu kampiolara inandıran çevresin� dekiler tarafından kullanılır. Örneğin 1904'te Abdülhamid'in güvendi� ği adamlanndan gizli servisin başındaki Ahmed Celaleddin �Jön Türkle� re karşı mücadeleyi başarıyla yürüten odur� bir jurnale kurban gider. Fe� him Paşa tarafından, sultanı öldürtmek üzere parayla bir Arnavut tut� makla suçlanır. Başına kötü bir şey gelebileceğinden korkan Ahmed Ce� laleddin Paşa Fransa Sefared'ne sığınır ve mallarının mülklerinin bulun� duğu Mısır'a sığındıktan sonra, oradaki Jön Türklere yardım eder.22 Onu jurnalleyen Fehim Paşa ise gizli servisin başına geçer... 2 1 Temmuz 1905 Cuma günü, her zamanki gibi sarayda selamlık me� rasimi yapılmaktadır. Sultan öğle namazı vakti gelince dört at tarafından çekilenkupa arabasına biner, yanındayaverleri olduğu halde sarayın cüm� le kapısından çıkar, tanınmış ınİsafirlerin ve yabancı şahsiyetlerin sıralan� dığı Seyir Köşkü'nün taraçası boyunca ilerlerve namazını kılmak için Ha� midiye Camii'nin avlusuna girer. Namaz sona erdikten sonra onu saraya geri götürecek arabaya doğru ilerlenir, askeribir komut işitilir ve tam sul� tan camiden çıkarken çok büyük bir patlama olur: Caminin yanı başında bir bomba patlamıştır. Etrafı kalın bir duman bulutu kaplar, parçalar ha� 22 Hanio�lu, Prtporrıtionforrı Rtvolution, s. 80·81.

HEDEF

447

vada uçar, acı haykınşlar duyulur. Biran sonra sultan camiden dışarı çıkar ve dehşet içinde manzarayı görür. Tüm tanıklar onun ne kadar soğukkan­ lı davrandığını kaydeder. Güçlü bir sesle bağırır: "Sakın korkmayın, oldu­ ğunuz yerde kalın", sonra da arabasına binip saraya döner.23 Suikastte ço­ ğu subay, asker ve seyis olmak üzere, 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmıştır. Olay yerinde bulunan ipuçları sayesinde sultanın atadığı soruşturma komisyonu, İstanbul'da yaşayan ve Ermeni davası için mücadele eden Edouard Jorris adında Belçikalı bir anarşiste çok hızlı bir biçimde ulaşır. Jorris'in 1 904'te yaptığı plan, sultanı öldürdükten sonra İstanbul'daki belli başlı birkaç binayı daha havaya uçurarak bir panik havası yaratmak ve Büyük Güçler'i müdahaleye zorlamaktı. Soruşturma, suikastin çok ti­ tiz bir biçimde hazırlandığını ortaya çıkanr. Suikastçiler Viyana'dan "Vic­ toria" stili bir araba getirtmiş, patlayıcı maddeleri yasadışı yollardan ül­ keye sakmuş ve selamlık merasimini birçok kez izleyerek sultanın cami­ den ne kadar sürede çıktığını hesaplamışlardı; sonra aralıayı patlayıcı mad­ deler ve burda demirle daldurarak caminin hemen yanı başındaki Yıldız Saat Kulesi'nin dibine çekmişlerciL Abdülhamid namazdan sonra şey­ hülislamla karşılıklı bir çift laf edip, dışanya birkaç saniye geç çıktığı için canını kurtarabilmişti. Soruşturma sonucunda, 41 kişinin suikaste karıştığı ortaya çıkar. Pek çoğu tedbirli davranıp izini çoktan kaybettirmiştir. Abdülhamid, Edo­ uard Jorris'i affeder, ona beş yüz lira verir ve Avrupa'daki Ermeni faali­ yetleri hakkında haber alma ajanı olarak kullanır. Her ne olursa olsun bu suikast girişimi, önceki yıl Doğu Anadolu' da, Sason'da çıkan yeni biris­ yanla kendini belli eden Ermeni militan mücadelesinin yeniden hız ka­ zandığının açık bir işaretidir. Jön Türklere de örnek olur. Abdülhamid'in birçok hasını açısından suikastin başarısızlığa uğraması bir şanssızlıktır. ŞairTevfik Fikret, suikastçilerden "şanlı avcılar" diye söz eder. Jön Türk devriminden hemen sonra Abdülhamid hakkında yazılmış bir eser, "Er­ meni yurtseverlerin Osmanlı milletini Abdülhamid istibdadından kur­ tarmak için gerçekleştirdikleri kahramanca eylem" der.24 Suikastin ardından, Yıldız'a ve imparatorluğa sanki saltanatın sonu gelmiş gibi bir hava egemen olur. 1 906 yılı boyunca Abdülhamid'in has­ talığı üzerine söylentiler alıp yürür. 1 0 Ağustos Cuma sabahı sultan ra23 Tahsin Paşa, s. 257-3 ı ı; Celal Esad Arscven. Sanat �e Siyaset Hotıralarım, Ekrem Işın (cd.), istanbul, 1993; Osmanoglou, Avec m on pCre le sultım Abdulhamid, s. 1 14-ı 1 7 [Osmanoğlu, s. 58-62); AtatiJrk Amiklopedisi, 1, s. 342-344; "Bomba Olayı", Dilnden Bugiint istanbulAnsiklopedisi içinde; "The Attcmpt on the Sultan", Times, 25-26 Ocak 1906. 24 Osman Nuri, Abdil/Immid-i Sani ve Devr-i Saltanatı, c. lll, s. 1 1 35 .

448

ABDÜLHAM!D

hatsız olduğu için selamlık merasiminin yapılmayacağı duyurulur. 1 3 Ağustos tarihli İstanbul gazeteleri basit bir "üşütme"den dem vurup sul­ tanın sağlığına kavuştuğunu müjdelerler. Ama sultanın tedavisi olma­ yan daha ağır bir hastalığa, kansere yakalandığı söylentilerinin önü alı­ namaz. Gerçekten de Abdülhamid hasta gibi görünmektedir. Sadık sır­ claşı Mavrayeni Paşa da artıkyanında olmadığı için -1 902' de az çok göz­ den düşmüş bir halde ölmüştür- özel olarak Almanya'dan bir doktor ge­ tirtir: Dr. Bergmann. Abdülhamid'in hastalığı hakkındaki söylenriler, veraset konusunu ve veraset kuralındaki değişiklik sorununu yeniden gündeme getirir. Mev­ cut kurala göre, Abdülhamid'in ardından tahta çıkmak önce kardeşi Re­ şad'ın, sonra da Abdülaziz'in oğlu olan kuzeni Yusufİzzeddin'in hakkı­ dır. Selefieri Abdülmecid ve Ab dülaziz gibi, Abdülhamid'in de veraset sırasını değiştirmeye niyeti var mıdır? Siyasi Hatıratım'da belirttiğine göre, bu konu birkaç yıldır aklındadır; "saltanat veraseti mevzuunda Sdet­ lerimizi, Avrupa prenslerininkilere benzer şekilde değiştirip değiştirme­ rnek hususunda çok düşündüm" der.25 Türk kanunianna göre aile büyü­ ğünün padişah olması adetinin "hanedan için meşum" sonuçlan oldu­ ğunu, erkek kardeşler ve yeğenler arasına rekabet sokup karşılıklı şüphe ve entrika ortamı yarattığını belirtir. Saltanat varisinin ailenin büyüğü değil, padişahın büyük oğlu olması gerektiğini söyler. Sulcanın ifadesin­ den bu konuda birkaç kere şeyhülislama müracaat ettiği, ama berikinin çekincelerini açıkladığı anlaşılıyor. Bununla birlikte veraset söylentileri dolaşmaya başladığında Abdülhamid'in büyük oğlu Şehzade Mehmed Selim'in değil, dördüncü oğlu olan 1885 doğumlu Burhaneddin'in adı zikredilmektedir. Sultanın çok sevdiği bu oğlunu öne çıkarmaya çalıştı.;. ğı doğru mudur? O zaman sadece ailenin büyüğünün hak sahibi olması değil, en büyük oğulun tahta çıkması kuralı da ihlal edilmiş olacaktır. Jön Türk basını dedikoduları sahiplenir. ŞUra-yı Ümmet'e göre, sultan bü­ yük devletlerin görüşünü sormuş ve Almanya ile İtalya'nın desteğini al­ mıştır. Gazetenin 3 1 Ağustos tarihli sayısında şu satırlar bile yer alır: "Ba­ zı hainler saltanat verasetinin sırasını değiştirmek istiyor. Biz yaşadığı­ mız sürece bunu yapamazlar." Makale şöyle sonuçlanır: "Yaşasın Sultan Mehmed Reşad, yaşasın vatan!"26 Başarısız suikast girişiminin ardından, çeşitli hadiseler ve skandallar rejimi lekeler. 1 906'da Abdülhamid'in sadık adamlanndan, İstanbul şeh25

Pemü5 cı 50twcnirs, s. 41·42 [Siy�si H�11rcıtım,

26 Hanioglu, Preparationfora Revolution,

5.

184.

5.

63].

HEDEF

449

remini Rıdvan Paşa, Bedirhan ailesinin -Abdülhamid tarafından İstan­ bul'da tutulan büyük bir Kürt ailesi- bir üyesi tarafından tabancayla vu­ rulup öldürülür. Çevresinin adli kovuşturma yapılması için ısrar etme­ sine karşın, sultan bunu reddeder ve hiçbir dava açmadan Bedirhanlan İstanbul'dan uzaklaşurmakla yetinir. 27 1907'de rejimin iç yüzünü ortaya koyan bir diğer skandal patlak ve­ rir: Fehim Paşa davası. Sultanın sütkardeşi olan Esvabcıbaşı İsmet Bey'in oğlu olan Fehim Paşa, sarayın gözdelerindendir; çok genç yaşta sultanın hususi yaveri olur, henüz yirmi beş yaşında iken paşa yapılır. Abdüıha­ mid'in gizli polisinin başına getirilir ve sultanın güvenliğinden sorum­ lu olur. Geniş bir muhbir ve hafiye ağı oluşturur; İstanbul'un ayaktakı­ mı arasından toplanmış külhanbeyilerden ve fedaHerden oluşan tam bir "kara çete" kurar; ortalığa dehşet saçan bu takım, insanlara şantaj da ya­ par. Almanya sefiri Marschall-von Bieberstein Fehim Paşa'ya, Conan Doy­ le'a gönderme yaparak, "suç dünyasının Napolyon'u" adını takar. Fehim Paşa sonunda fazla ileri gider. Bir gün Alman bir tüccara karşı yetkisini fazlasıyla aşan bir davranışta bulunur. O zaman aynı Marschall von Bi­ eberstein, Abdülhamid üzerinde öyle bir baskı uygular ki, Fehim Paşa 1907 Şubatı'nda Bursa'ya sürülür. Bir ay önce ise bir başka hadise çıkmıştır. Gözden düştükten sonra 1 895'ten beri İzmir valiliği yapan yaşlı K5:mil Paşa, Abdülhamid tarafın­ dan birden azledilir. Sultan, onu müebbet hapse mahh'ilm edip Rodos'a sürmek istemektedir. Suçu nedir peki? Sultanın Burhaneddin yaranna değiştirmek istediği söylenen saltanat veraset kanunuyla aynanmasına karşı olduğunu herkesin içinde açıkaçık ifade etmesi. lGimil Paşa'nın kent­ teki İngiliz konsolosluğuna sığınınaktan başka çaresi kalmaz. Kıbrıs'a ­ doğduğu yer- yerleşme izni ister, sultan bunu reddeder. O zaman İngil­ tere, Kirnil'in canı nereye gitmek isterse gidebileceğini belirten yazılı bir teminat ister, hatta Abdülhamid'i savaş gemilerinin yeni bir gövde gös­ terisiyle bile tehdit eder. Sultan pes eder. Kamil İstanbul'a gelir, orada ye­ ni aziedilmiş B alıriye nazırının konağı ona verilir. Büyük gürültü koparan bu hadise, Büyük Güçler karşısında Abdülha­ mid'in manevra alanının ne kadar daraldığını gösterir. 1 8 8 1 'de aynı İz­ mir kentinde, vali Midhat Paşa Fransız konsolosluğuna sığınmış ve Qu­ ai d'Orsay [Fransız hariciye vekaleti] onu çok gecikmeden Hamid adale­ tine teslim etmişti. On altı yıl sonra aynı senaryo lGmil Paşa ile yinele­ nir, ama bu kez sultan pes eder. Abdülhamid'in iktidarının nasıl geri!e27 inal, Sa.ı Sarlr,ı:.ımlor, � ı 61 ı -1612.

450

ADDÜLHAMİD

diğinin bir simgesidir bu olay. Kendi payitahtında, onun narnma asayişe uyulmasını sağlamakla görevli kişiler terör estirmektedir. Ve büyük dev­ letlerin haskılanna boyun eğen sultan, bir gözdesini taşraya sürmek zo­ runda kalırken, aynı önlemi bir valisine, üstelik gözden düşmüş eski bir sacirazama uygulayamamaktadır. Sultanın "kadir-i mutlak" iktidan so­ nuna gelmiştir artık.

Çalkantı ve Muhalefet Ne 1903'ün ölü doğan komplosu ne ı 905 suikasti ne de 1 906'nın gerçek veya hayali hastalığı Abdülhamid'in hakkından gelmeyi başara­ bilir. Sultan talihlidir; birkaç yıl önce de Dolmabahçe'de tepesine ağır bir avize düşmüş, ama o mucize eseri yine kurtulmuştur. Bir gazeteci ı 907'de çıkan ve büyük gürültü koparan eserinde, "Abdülhamid'in son günle­ ri"nden dem vursa da,28 sultan h5:15: yerinde, imparatorluğun başındadır. Gerçi yaşlanmıştır, etrafında maiyetiyle birlikte kapandığı sarayında her zamankinden daha yalnızdır, ama görevine sadıktır. Ama rüzg5:r dönmeye başlamıştır aslında. 1905'te, suikastin yapıldı­ ğı yıl, Osmanlı İmparatorluğu'nu yakından ilgilendiren iki olay yaşanır: Rusya, Japonya karşısında bozguna uğrar ve Rus devrimi yüzünden Çar Duma'yı toplamak zorunda kalır. Abdülhamid muhalifleri açısından çif­ te zafer söz konusudur: Birincisi, geleneksel düşman askeri bozguna uğ­ ramıştır -bu noktada sultan da onların memnuniyerini paylaşır- ve ikin­ cisi, mutlakiyetçi bir rejim liberalleşmeye ve parlamenter bir sistemi ka­ bullenmeye zorlanmıştır. Bu olayın imparatorlukta yarattığı genel coş­ ku havası içinde, Abdülhamid'in zihni berraklığını korur; Japonların ka­ zandığı başanlara sevinse de -"onların Rusya'ya karşı kazandıkları zafer bizim için de zafer sayılır"- Rusya'nın Uzakdoğu cephesinde biraz ferah­ lar ferahlamaz Osmanlı İmparatorluğu'na karşı "gene hücuma geçecek­ leri"nin de farkındadır.29 Öte yandan, sultan 1905 devriminin manası­ nı gayet iyi sezmiş, mutlakiyetçilik ilkesinin tehdit edildiğini anlamış­ tır.30 Ertesi yıl yine imparatorluğa komşu bir ülkede yaşanan bir başka olay da aynı ölçüde kaygı uyandıncıdır; İran'da da bir devrimin ardından meşruti bir idare kurulur. Müstebitler için tatsız rüzg5rlar esmektedir! Paul Fcsch, Comtanıinople aw( demienjoun d'Abdui·Hamid, PJris, MJreel RiviCrc. 1907. 29 Pen!üs et soıwcnin, s. ı 52 [Siyasi Hatıraıım, s. 1 21-122]. 30 Sir Charles Eliot, Turkey in Europe. LondrJ. E. Arnold. 1908, s. 426.

28

HEDEF

451

1906 yılı Jön Türk hareketinin tarihinde bir dönüm noktasıdır. İm­ paratorluğu kurtarmak için belli fikirleri yaymaya çalışan entelektüel bir hareketten, amacı iktidarı ele geçirmek olan gerçek bir örgüte geçilir. O yıl Ahmed Rıza'nın grubu, İttihat ve Terakki Cemiyeri'ne takviye kuv­ vet olarak her ikisi de doktor olan iki sürgün katılır: Bahaeddin Şakir ve Doktor N5.zım. Ahmed Rıza daha çok bir entelektüel ve teorisyen, yeni gelen iki kişi ise örgütçüdür. Onlar İttihat ve Terakki Cemiyeri'ni bir mer­ kez komitesi ve bir sekreteryası olan, bir mali sorumluluğu ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu'na komşu devletlerde yerel şubeleri bulunan, özellikle Osmanlı ordusundaki askerlere ve subaylara yönelik propagan­ da faaliyeti yürüten tam birdevrimci yapıya dönüştürürler. Birkaç ay için­ de İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni, yapılanmış ve etkili bir kuruluş haline getirmeyi başanrlar. [Prens] Sahahaddin ise 1 906'da Paris'te Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti'ni kurar. Bu örgütün adı bile başlıbaşına bir prog­ ramdır. Sonra da Terakki adında bir gazete yayınlayarak, Osmanlı devle­ tinin merkeziyetçiliğini temel hastalığı olarak tanımlar ve eleştirir. İm­ paratorluğu kurtarmak için Avrupa müdahalesinin gerekliliği fikrine sa­ dık kalarak, Ermeni komiteleriyle işbirliği yapıldığı takdirde böyle bir müdahalenin daha kolay sağlanabileceğini tahmin eder. Doğu Anado­ lu'daki Taşnak örgüt ağlarının yardımıyla ve adem-i merkeziyet mantığı içinde, taşra seçkinlerini kendi davasının yanma çekmeye ve bölgenin hoşnutsuzluğunu örgütlerneye gayret eder. Gerçekten de imparatorluk içinde 1906-1907 yıllarına, hoşnutsuz­ lukların ve giderek çoğalan karışıklıkların yükselişi damgasını vurmuş­ tur. Doğu Anadolu'da ve Karadeniz bölgesinde bir dizi isyan patlak ve­ rir.31 Kastamonu, Trabzon, Diyarbakır, Van ve özellikle Erzurum'da çı­ kan bu isyanların senaryosu aşağı yukarı hep aynıdır. Başlangıçta ahali vergileri -özellikle de ağnam resmini- ödemeyi reddederve müstebit bir mülki 5.mire karşı öfkesini dışa vurur. isyancılar önce telgrafhanenin de­ netimini ele geçirir, sonra Yıldız'ı ve B5.bı5.li'yi dilekçe bombardımanı na tutar, vergilerin kaldırılmasını ve kötü idarecinin görevden alınmasını şart koşarlar. Rejimin merkeziyetçilik aracı olan telgraf, bir tür bumerang etkisiyle, yerel hak taleplerinin ifade aracı haline gelir. Anadolu'daki bu kanşıklıklar, Rus devriminin ve 190S'te Kafkasya'da, 1906'da da İran'da yaşanan çalkanalann sonuçlarıyla ilinrili oldukları gibi, ekonomik güç31 Doğu Anadolu'dJki isyJniJr hakkında: HJnioğlu, Revalution of 190S in TLukcy.

Prcpowıionfor� Rr.voluıion,

s. 9�-129: Kan su, Tire

452

ABDÜLHAMİD

lüklerden de kaynaklanırlar. Birkaç yıldır fiyatlarda görülen sürekli artış sabit gelirlileri çok olumsuz etkilemiştir. Bazı yerlerde, örneğin Erzu­ rum'da devrimci komiteler özü itibanyla yerel olan bu talepleri Kanun­ ı Esasi lehinde siyasal taleplere dönüştürmeyi başarırlar. Ama derin bir rahatsızlığın göstergesi olan bu olaylar, aynı zamanda taşra kentlerinin orta katmanlarında sultana bağlılığın h5.15. ne kadar güçlü olduğunu da kanıtlarlar. Abdülhamid -genellikle valiyi görevden alarak- asilerin ta­ leplerine cevap verince, kalabalık telgrafhanenin önünde toplanıp, "Pa­ dişahımız çok yaşa!" diye haykırmaya başlar ve camilere koşup sultana hayır dualar eder. Bu yerel isyanlara koşutolarak, kışialarcia da hoşnutsuzluk artar.32 As­ kerler imparatorluğun hemen her yerinde genellikle maaşlarını alama­ dıkları için, ama bazen de Yemen'e gönderilme korkusuyla ayaklanır. 1906' da 4, 1907'de 1 3 ve 1 908'in ilk altı ayında 28 ayaklanma saptanır. 1907'de Beyrut'ta, uzun yıllar kaldıkları Yemen'den dönen binin üze­ rinde asker, maaşlannın ödenmemesinden usanıp kazan kaldırırlar; li­ mana çıkarlar, valiyi, defterdan ve bölge komutanını rehin alıp ancak ma­ aşları ödendikten sonra serbest bırakırlar. Özellikle Makedonya'da hoşnutsuzluk çok kuvvetlidir. Eylül 1 906'da Selanik'te bir grup militan, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti adı altında bir araya gelir. Gizli bir cemiyet olarak kurulan bu topluluk genç bürokrat­ larve subaylararasında örgüdenir. Bazı mason !ocalan ve bazı tarikatlar­ la da temas kurar. Bu örgütlenmenin başını, Selanik Posta-Telgraf Mü­ dürlüğü'nde memur olan Talat Bey çekmektedir. Onun örgütçülük ye­ tenekleri sayesinde, bu cemiyet Makedonya'ya hızla yerleşir, en çok da IL ve III. orduların subayları arasında güç kazanır. 1907'de önemli iki yeni gelişme olur. Eylül ayında, uzun görüşmele­ rin ardından, Ahmed Rıza grubu ve Selanik'teki Osmanlı Hürriyet Ce­ miyeti tek bir örgüt halinde birleşmeye karar verirler. Yeni örgüt de İtti­ hat ve Terakki Cemiyeti adını koruyacaktır. Diğer gelişme, Aralık 1907 sonunda Paris'te İttihat ve Terakki Cemiyeti militanlannı, Taşnak komi­ tacılarını ve Prens Sabahaddin yandaşlarını bir araya getiren ikinci bir kongrenin - 1 902' deki birinci kongrenin ardından- toplanmasıdır. Çok farklı ideolojilere sahip örgütler arasında bir ortak cephe, taktik bir itti­ fak kurulması söz konusudur -Taşnaklar sosyalist-devrimci, İttihat ve 32 Mehmet Şchmus Güzel, "PrCiudc 8. la 'rt!volution' jcune·turque: lo c:rognc des cJscrncs ', PremiC.re

rc11contrc ilıtcrnatiaıwlc sur I'Empirc otıoman cl la Turquie modcme. Edhem Eldem (ed.), istanbul, isı s. 1991, s_ 247-285.

HEDEF

453

Terakki Cemiyeri ise muhafazakir milliyetçi bir grup tur. Cephenin ama­ cı, gerekirse şiddete başvurarak, Abdülhamid'in tahttan çekilmesini sağ­ lamaktır. 1907 Kongresi'nde yayınlanan sonuç bildirisi, sultana karşı çok sert ifadeler içerir. Yıldız'ın efendisine karşı Jön Türklerin tavrının ne ölçü­ de değiştiğinin aniaşılmasını sağlar. Jön Türkler sultanı uzun süre idare etmişlerdi; eviatianna sahip çıkan bir baba figürünü temsil eden sultan kötü olamaz, diyorlardı; onu, çevresindeki mabeynciler ve nazırlar boz­ muştu; onları defedip bir anlamda sultanı kurtarmak gerekiyordu. Ama 1900'den sonra bu tarz kayıtmalara pek rastlanmaz. Hareketin emekle­ me döneminde varlığını sürdüren saygı gösterileri yerini daha eleştirel tavırlara bırakır. Abdülhamid, Jön Türk yayınlarında, keskin hicivlere ve acımasız karikatürlere konu olur -sadece l'Assiette au beu rre'de değil.33 Jön Türklerin Abdülhamid'e karşı tavrını belirleyen, Osmanlı manarşİ­ sine ve harredanına verdikleri yerdir. Çoğu Osmanlı'yı savunur. Çok bü­ yük bir çeşitlilik içeren ve her tür tehdidin pençesindeki bir imparator­ lukta, hanedan sistemin kilit taşını oluşturmaktadır; Jön Türklerin söy­ lediğine göre, eğer hanedan yok edilirse imparatorluk çöker. Türklerin Osmanlı İmparatorluğu'nun önündeki dalgakıran olduğuna inanan Ah­ med Rıza'nın kanısınca, eğer Osmanlı hanedam yok olursa, Bulgar, Rum ve Ermeni dalgalan Türklerin üzerini örtecektir.34 Jön Türkler, dinin top­ lumsal bağlarda oynadığı rolü bilen pozitivistler olarak, monarşik kuru­ mun kutsal niteliğine de büyük önem verirve hilafetten yararlanmak is­ terler. Kısacası, aniann görüşünce, imparatorluk hanedan sayesinde "da-· yanmaktadır." Bu koşullarda Jön Türklerin farklı bir rejim düşüne kapılmamaların­ da şaşırtıcı bir yan yoktur. Pek çoğu Üçüncü Cumhuriyet döneminde Fransa'da sürgün olsa da, çok azı cumhuriyetçi bir rejim ütopyasının pe­ şinden gider.35 "Cumhuriyet" kelimesi -devrin sansürcülerinin kargaşa ve anarşi ile eşanlamlı sayıp, en çok üzerine saldırdıklan kelimelerden bi­ ri- Jön TUrk muhalefeti içinde bile tabu bir terim olarak kalır. Bununla birlikte muhalefetin önde gelen liderlerinden olan ve her zaman her ko­ şulda marjinal kalan Abdullah Cevdet, imparatorlukta cumhuriyetçi bir rejim kurma fikrini dile getirir. Ekim 1 906'da, Th€odule Ribot'nun kall Turgut Çevikcr, Geli)im Sürecinde Türk KarikatiirU, ı, Tanzimat ve bibdat Dönemi (1867· ı 908), istanbul, Adam yay., 1986; aynı yazar, Burun. Abdülhamit KarikMürleri Anıo!ojisi, istanbul, Adam yay., 1988; Ali Nouri, Abdu/-Hamid en cariwture, Istanbul, 1931. 34 Hanio�lu, Preporıııion, s. 270. JS Age, s. 296-297.

454

AllDÜLHAMİD

lıtım kuramma dayanarak, esaret altında tutulan bir hayvana, atalannın ırksal özelliklerinin kahtım yoluyla geçmediğini hatırlatır. Abdullah Cev­ det'in buradan vardığı sonuç, Osmanlı hanedanının saraylannın içinde, kafese kapatılmış gibi bir münzevi hayatı süre süre sonunda bozulduğu ve bu nedenle Osmanlı monarşisine son verip bir cumhuriyet kurmak gerektiğidir. Ama Abdullah Cevdet bu konuda yalnız kalır. Jön Türklerin önünde iki çözüm vardır: Ya Abdülhamid'i Meşrutiyet'i yeniden kurmaya zorla­ mak veya ona zorla tahttan el çektirip saltanat veraseti usulünce yerine liberal olduğu söylenen veliabd şehzade Mehmed Reşad'ı geçirmek. Jön Türkler bu açıdan tamamen "lejitimist"tir.' Deyim yerindeyse, sultan­ dan çok sultancıdırlar. Sultanın yerine -veliabd şehzade olan kardeşi Re­ şad'ın değil de- oğlu Burhaneddin'in geçeceği söylentileri dolaşmaya baş­ layınca, Jön Türk saflarında bir anda kazan kaldırılır; saltanat veraseti usulünün değiştirilmesi söz konusu olamaz, yoksa bu durum monarşi­ yi ve dolayısıyla imparatorluğu zayıflatabilir, diye itiraz ederler. Jön Türkler, zamanın akışı içinde sultana karşı giderek sertleşen bir söylem kullanmaya başlayacaklardır. 1 907 Jön Türk Kongresi'nin sonu­ cunda yayınlanan bildiride, Abdülhamid'e takındığı tavır nedeniyle "bü­ yük kaatil", "kızıl sultan" gibi lakaplar takıldığı hatırlatılır. Sultan, ma­ arifin gelişmesi önünde engeldir, acımasız bir sansür uygulatmakta, hak­ sız vergiler toplamakta, halkı ezmekte, seyahat özgürlüğünü kısıtlamak­ tadır. O, tarımın ve ticaretin gerilemesinin nedenidir; yabancıların gö­ zünde imparatorluğun itibarını ayaklar altına almıştır, etrafa dehşet saç­ maktadır ve imparatorluk onun yüzünden paylaşılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bazı muhalifler Abdülhamid'e karşı neredeyse saplantl hali­ ne gelmiş bir hınç duymaktadırlar artık.

Devrim Makedonya'da Başlar 1907 sonunda ve 1908 başında Avrupa devletlerinin Makedonya ko­ nusunda imparatorluk üzerindeki baskısı hiç olmadığı kadar sertleşir. Abdülhamid'in öngördüğü üzere, Rus Çarlığı Japonya karşısındaki boz­ gunun ardından Balkan sahnesine geri döner. Eylül 1907'de Avusturya­ Macaristan'la ortaklaşa bir adaletreformu tasarısı sunar. İngiltere de, böl­ gede vaziyetİn giderek bozulmasını bahane ederek, Vilayet-i Selase'de *

Birinin hükümdar olması için hükümdar soyundan gelmesi gerektiğini savunan ki�i ·ç.n.

HEDEF

455

uluslararası jandarmayı güçlendirecek ve Osmanlı birliklerinin sayısmı azaltacak yeni tedbirler geliştirir. Şubat 1908'de sultan, Yenipazar San­ cağı'ndan geçecek bir demiryolu yapımı için Avusturyalılara imtiyaz ve­ rir; bu hat onlara, Selanik ve Ege Denizi yolunu açmaktadır. Bu karar, Bal­ kanlar'daki dengeleri değiştirir. Abdülhamid'i adaletreformu cephesin­ de biraz rahatlatsa da, Rusya'nm İngiltere'ye yaklaşınasma ve Makedon­ ya'nın özerkliğine doğru yeni bir adım anlarnma gelen İngiliz önerileri­ ni desteklemesine neden olur. İttihat ve Terakki Cemiyeri de aynı dönemde stratejisinin ilk evresini başlatır. Söz konusu olan, Makedonya'daki ordulara sızmak ve özellikle de mektepli genç subayları Jön Türk davasma kazanmaktır. Bu politika sonuç verir. Kış aylan boyunca, III. Ordu subayları arasmda tutuklama­ lar çoğalır, ama yeterli kanıt bulunamadığı için tutuklananların çoğu ser­ best buakılır. Haziran başmda Hüseyin Hilmi Paşa, saraya tehlike çanla­ rını çalan bir istihbarat iletir: Jön Türklerin ve Ermeni kornitacıların Ka­ nun-ı Esasi'nin yeniden ilan edilmesini ve Meclis-i Mebusan'm açılma­ smı sağlamak üzere, Makedonya'da eyleme geçecekleri söylenmekte; dev­ rimcilerin daha şimdiden II. ve III. ordularda pek çok yandaşları olduğu, ayrıca Selanik'tekimason Joealanndan da yardım gördükleri bildirilmek­ tedir. Kararlaştırılmış takvimi hızlanduan Jön Türkler, Haziran 1 908'de Abdülhamid rejiminin hesabını görmeyi kararlaştırırlar. İki neden on­ ları böyle bir karara iter. Bir yandan, gizli faaliyetlerinin Yıldız tara6n­ dan keşfedilmesinden korkmaktadırlar. Özellikle de Abdülhamid'e dur­ madan jurnaller gönderen Selanik garnizon komutanı Ömer Niizım Bey'in bu konudaki gayretkeşliği onları ürkünnüştür. ll Haziran'da, "ra­ por vermeye" gittiği İstanbul'dan dönen Nazım Bey' e Selanik'teki evin­ de bir suikast düzenlenir; komutan hafif yaralanır, ama saldırgan kaç­ ınayı başarır. Jön Türklerin tertipiediği bu suikast, sarayın adamları ola­ rak görülen subaylara ve sivil idarecilere karşı düzenlenecek cinayet gi­ rişimleri dizisinin ilkidir. Bu suikastierin asıl hedefi tabii ki stutandır. Yani İttihat ve Terakki Cemiyeti, rejimi devirme stratejisinin yeni bir ev­ resine, Makedonya'da rejimin suç ortaklarını ortadan kaldırma aşama­ sma geçmiştir. Diğer yandan bu suikastin arifesinde Estonya'daki Reval' de (Tallinn) VII. Edouard ile ll. Nikola arasındakigörüşme tamamlanır. İngiltere kra­ lı ve Rus çan iki imparatorluk arasında askıda kalan, özellikle de toprak paylaşımıyla ilişkili sorunlan ele almışlardır. Osmanlı kamuoyu, iki dev­ letin Balkanlar'da kalmış son Osmanlı topraklarını da aralarında payla-

456

ADDÜLHAMİD

şıp Makedon sorununu nihai bir çözüme kavuşturma kararı aldığma inan­ maktadır. Makedonya'dakiJön Türkler de bu tahlili yapmaktadır; bu ne­ denle acilen harekete geçmek gereklidir. Devrim kahramanlanndan [Res­ neli] Niyazi Bey, "Anılar"ında, ülkesinin kaderi hakkında duyduğu en­ dişe yüzünden üç gün üç gece uyuyamadığını anlatacaknr. Birkaç gün sonra, Haziran ayının sonuna doğru subaylar ve bürokratlar Manastırvi­ layetindeki Resne'de buluşup, imparatorluğun üzerindeki tehditleri, özel­ likle de Vilayet-i Seliise'nin yabancı işgaline uğraması tehlikesini ele alır­ lar. Resne taburu komutanı olan Niyazi Bey de aralarındadır. 3 Temmuz günü yüz kadar adamıyla kentin cephaneliğini basıp gereldi silah ve mü­ himrnatı aldıktan sonra Ohri'de dağa çıkar. Onu örnek alan Enver Bey ve Eyüb Sabri gibi diğer genç subaylarda birliklerinin başmda dağa çıkarlar. Niyazi'nin bu eylemiyle birlikte, İttihat ve Terakki Cemiyeri strateji­ sinde doğrudan Makedonya'daki durumdan esinlenmiş yeni bir evreye girer: Askerikomuta denetiminde çeteler oluşturmak. Makedonya Müs­ lümanları arasında giderek artan hoşnutsuzluğu, onları savunamadığı görülen ve eylemsizliği, aczi yüzünden yakında onları muhacir durumu­ na düşürebilecek bir rejime karşı yönlendirmek söz konusudur. S Tern­ muz'da Kanun-ı Esasi'nin yeniden ilan edilmesini isteyen ilkafişler Ma­ nastır sokaklarında görülür. Niyazi'nin dağa çıktığı haberi, Ömer N§.zım'a karşı girişilen suikast­ le birleşince saraya kaygı egemen olur. Abdülharnid'e göre durum çok endişe verici bir hal almıştır; eğer Niyazi'nin isyanı hastınlmazsa hızla yayılıp tüm Makedonya'da açık bir ayaklanmaya dönüşebilir. Sultan ön­ ce Makedonya'da gerçekten neler olup bittiği hakkında istihbarat topla­ maya çalışır. Münferit eylemler mi yoksa genel bir kalkışma stratejisi mi söz konusudur? Mülki amirlerden ve orduda görevli subaylardan, ayrıca muhbirler ve hafıyelerden aldığı telgraflar dışında, Abdülhamid bölgeye soruşturma komisyonlan gönderir. Ama N§.zım Bey' e karşı girişilen su­ ikasti ve III. Ordu'nun durumunu soruşturmakla görevlendirilen ko­ misyon, umulan sonucu elde edemediği gibi, üyelerinden pek çoğu ye­ ni suikastiere kurban olur. Aslında haber alma ağındaki yetkinliğe kar­ şın, Abdülhamid Makedonya'da olup biteni tam anlamıyla öğrenmekte zorluk çekmektedir. III. Ordu'dan iki subayı İstanbul'a getirtir, onları Yıl­ dız'da sorguya çektirir, ama bu iki subay sarayı yanlış bilgilendirmek üze­ re özel olarak seçilmiş iki İttihat ve Terakki üyesidir!36Temmuzun ilk on beş günü boyunca Abdülhamid isyanın boyutları, kesin amaçları veya 36 Tahsin Pa1a, ııgt, s. 359-360.

HEDEF

457

olaya kanşanların kimlikleri hakkında tam bir fikir sahibi olamaz. Bu du� rum, İttihat ve Terakki Cemiyeri'nin kurduğu sistemin etkili olduğunu kanıtlar. Abdülhamid askeri ve siyasi sorumluların değiştirilmesi yoluna gi� der: III. Ordu komutan vekili Esad Paşa ve erkan-ı harb reisini görevden alıp yerlerine Seres komutanı İbrahim Paşa'yı atar. Birçok subay tutuk­ lanıp divan-ı harbe gönderilmekle tehdit edilir. Niyazi'nin dağa çıktığı duyulunca Abdülhamid 1 . sınıf Anadolu redif kuvvetlerine seferberlik emri verir. Bunlar isyanın hastınlmasını sağlayabilecek sadık birlikler­ dir. Üstelik onların biraz vakit alabilecek gelişlerini beklemeden, Mitro­ vitza [Metroviçe] 1 8. Tümen Komutanı [Ferik] Şemsi Paşa'ya Ohri böl­ gesine gidip isyanı bastırmasını emreder. Şemsi Paşa ordudakırk yıllık iyi ve şerefli bir hizmeti olan, bu sürenin büyük bölümünü Kosova'da geçirmiş, okuma yazmayı bile doğru dürüst bilmeyen, ama Abdülha­ mid'e tamamen bağlı, Arnavut asıllı alaylı bir subaydır. Şemsi Paşa 7 Temmuz sabahı Manastır'a gelir. Topladığı ilk İstihbara­ tı saraya tellemek üzere telgrafhaneye gider. Çevresinde muhafızlarıyla telgrafhaneden çıkıp arabasına binmeye hazırlanırken, İttihat ve Terak­ ki Cemiyeri'nden aldığı emirle hareket eden bir subayın art arda sıktığı kurşunlada vurulup ölür. Bu, Abdülhamid için korkunç bir darbedir. Şemsi Paşa, Tahsin Paşa'nın ifadesiyle, "güçlü bir umut"tu.37 "Yüzlerce Arnavuttan oluşan bir taburun ortasında, soğukkanlılıkla öldürülmesi, ordunun kararlılığını kanıtlıyordu" diye de ekler. Sultan kendisine sadık bir subayını kaybetmekle kalmaz, Jön Türkler onun otoritesine açıkça meydan okumuş olurlar. Hükümet aciz, yerel yetkililer inisiyatifsizdir. Abdülhamid Şemsi Paşa'nmyerine, Üsküp komutanı Müşir Osman Fev­ zi Paşa'yı, veya daha çok kullanılanismiyle Tatar Osman Paşa'yı atar. Ay­ rıca, askerlerden sultana sadık kalmalarını isternek üzere güvendiği iki subayı Selanik'e gönderir, ama bu subaylar adamlan tarafından yuhala­ nır. 1 7 Temmuz'da Manastır'da subaylanna sultanın kendilerinden ita­ at isteyen biı' telgrafını okuyan Ferik Hidayet Paşa vurulur ve ağır yara­ tanır. Ayrıca askerden kaçma ve cinayet hadiseleri çoğalır. Abdülhamid ikili bir siyaset götürmektedir: Asilere karşı görünüşte uzlaşmacı yaklaşmakta, onlara af sözleri vermekte, ama aslında isyanı zorla bastırmakiçin Anadolu birliklerinin gelmesini beklemektedir. İşin en tehlikeli yanı, iktidar temsilcilerinin çoğunluğu Abdülhamid rejimi­ nin artık imparatorluğun çıkarlarını koruyamadığı kanısındadır. Sarayın 37

Ag�. s. 377.

458

ABDÜLHAMİD

talimatianna uyuyormuş gibi yapar, ama aslında isyanın çapı karşısında onunla doğrudan bir çatışmayı göze alamazlar. Kosova valisi Mahmud Şevket Paşa, Selanik valisi Rauf Paşa, hatta geleceğe yatırım yapmak is­ teyen Vilayet-i Sel5.se Müfettiş-i Umumisi Hüseyin Hilmi Paşa hep bu durumdadır. Abdülhamid'in bir diğer korkusu, İngiltere'nin bu karışıklıklardan is­ tifade etmeye kalkmasıdır. Yabancı devletler nezdinde büyük bir propa­ ganda harekitma girişir: Makedonya'da yaşanan çalkantı basit bir eşkı­ yalık hadisesi; bunlar, kanun ve asker kaçaklarından oluşan başıbozuk çeteleri, diye açıklamalar yapar; İttihat ve Terakki Cemiyeri'ne gelince, Müslüman yobazlığını Hıristiyanlara karşı kışkırtmaya çalışmaktan baş­ ka bir şey yapmıyor, der.38 Ama saray en ağır darbeyi henüz almamıştır: 1 4 Temmuz'da Anado­ lu birlikleri Selanik'e çıkmaya başlar -zaten bu birliklerin Anadolu'da si­ lah altına alınmaları yeterince zor olmuştur, çünkü tam hasat mevsimi­ dir ve bu yeni seferberlik gayreti büyük bir hoşnutsuzluğa yol açmıştır. Birlikler karaya çıkar çıkmaz asilerin üzerine yürümeyi redderler ve si­ lah bırakırlar. Önceki yıl İttihat ve Terakki Cemiyeri'nin bir üyesinin, Doktor N5.zım'ın bu birlikler içinde yürüttüğü çalışmayı da unutmamak gerek. Tütün tüccan kılığına giren Nizım Bey, orduya sızmayı başarmış ve Makedonya'da Jön Türklerin üzerine yürümeyeceğinden emin olmuş­ tur. Bu noktada da İttihat ve Terakki Cemiyeri'nin stratejisi ve örgütlen­ me zihniyeti sonuç getirmiştir. Anadolu redifkuvvetlerinin silah bırakmasının indirdiği korkunç dar­ benin ardından, Abdülhamid Kosova'dan kaygı verici haberler alır. Jön Türklerin tek eksiği halk desteği ve kitlelerdi: Firzovik (Urosevaç) ayak­ lanması bu eksiklerini karşılar. Başlangıçta sıradan bir vaka söz konusu­ dur: Üsküp'teki Avusturya-Alman mektebi Kosova vilayetinde, Prişti­ ne'nin güneyine düşen Firzovik'e bir gezi düzenler. Bölgedeyabancı işga­ linin başladığını sanan ahali ayaklanır, Arnavutlar silahlanmaya ve demir­ yollanboyunda nöbet tutmaya başlar. Bir süre sonra Firzovik'e h5.kim olur­ lar. İttihat ve Terakki Cemiyeri de bu durumu ustaca kendi lehine çevirir. Arnavutlan, İstanbul'dan Kanun- Esasi'nin yeniden ilanını istemeleri ko­ nusunda ikna ederler. Arnavutlada Abdülhamid arasındaki özel bağlar bi­ lindiği için, sultanı hedef almaktan kaçınırlar: Jön Türkler, Kanun-ı Esa­ si'nin hem imparatorluğu hem de Arnavutların sevgili padişahını kurta­ racağını söylerler. 20 Temmuz'da saraya Firzovik'ten bir telgrafgelir. Böl38 Hanioglu, Preparaıion, s. 270.

HEDEF

459

genin 194 uleması ve ileri geleni tarafından imzalanmış telgrafta, bu kişi­ ler, Kanun-ı Esasi'nin yeniden ilan edilmesi konusunda şerefleri üzerine yemin ettiklerini (besa) açıklarlar. Bu istek yerine getirilmezse Üsküp üze­ rine yürüyecekleri tehdidini savururlar -sayılan 6000'i bulmuştur. Abdülhamid elindeki tüm müdahale olanaklarını yitirmiştir: Ona sa­ dık adamlar birer birer ortadan kaldırılmaktadır; İttihat ve Terakki Ce­ miyeti Makedonya ordusuna sızmış, Anadolu'dan gönderilen birlikler silah bırakmış, Arnavutlar da Jön Türklerden yana tavır almıştır. Tahsin Paşa, o sırada sultanın ne denli yıkık, kaygılı, ıstıraph olduğunu, tüm iş­ tabını ve uykusunu yitirdiğini, yüzünün bir an olsun gülmediğini, kuş­ larıyla hiç ilgilenmediğini, ne tiyatrodan ne de musikiden zevk aldığını, Rumeli'den gelen ve her gün biraz daha kaygı verici bir hal alan raporla­ n okumaktan başka bir işle uğraşmadığını anlatır.39 Bu aşamadan sonra olaylar hızlanır. 1 6 Temmuz'da Manastır'daki İt­ tihat ve Terakki Cemiyeti, saraya tam ültimatom niteliğinde bir telgraf çeker: Eğer sultan Kanun-ı Esasi'yi yeniden ilan etmeye razı olmazsa, Jön Türkler zora başvurmaktan çekinmeyecektir. Niyazi'nin çetesi Eyüb Sab­ ri'ninkiyle birleşirve asiler Manastır'a inerler. Telgrafhaneyi, kamu bina­ larını ele geçirdikten sonra, Tatar Osman 'ı da yakalayıp dağa kaldırırlar. 23 Temmuz'da, Manastır kışlasının önünde, valinin ve vilayetin askeri ve mülki erkanının önünde, Meşrutiyet ilan edilir. Haber çığ gibi yayılır; aynı gün S erez, Drama, Ohri, Üsküp ve bir düzine başka yerleşim Ma­ nastır örneğini takip eder. Saraya her yerden tehditkar telgraflar yağar: Eğer sultan Meşrutiyet'i ilan etmezse, III. Ordu İstanbul üzerine yürü­ yecek ve -biraz daha örtülü bir başka tehdit- Abdülhamid boyun eğmez­ se, Jön Türkler Reşad'ı sultan ilan edeceklerdir. Abdülhamid'in seçeneği kalmamıştır. ll Temmuz'da iki sadık paşa­ sını, Said ve K5.mil paşalan durumu İstişare etmek üzere saraya getirtir. 21 Temmuz'da onları bir kez daha Yıldız'a çağırtır. Said Paşa, nazırları is­ tediği gibi atamak konusunda serbest bırakılması koşuluyla, sadrazam­ lığı kabul eder; Kamil Paşa da herhangi bir nezaretin sorumluluğunu al­ madan kabineye girer. Ertesi gün Avionyalı Ferid Paşa aziedilir ve aynı gün Said Paşa yedinci kez sadrazam olur. 23 Temmuz'da Yıldız'da yapı­ lan kabine toplantısı bütün gün sürer. Abdülhamid nazırlardan, krizden nasıl çıkılabileceği konusunda görüş belirtmelerini ister. Günün sonuna doğru nazırlar bir türlügerekli adımı atma cesaretini gösteremeyince, ka"" Bu olay, Firzovik bmm diye bilinir ·ç.n. 39 Tahsin P���. age, s. 356·358.

460

ABDÜLHAMİD

rar alır: "Ben de suyun akımısına gideceğim" der:10 İzzet Paşa'ya şu açık­ lamayı yapar: "Kanun-ı Esasi'nin ilanı benim zamanımda olmuştur. Bu­ nun müessisi benim; bir müddet hasbe'l-lüzum mer'iyeti tatil edilmiş­ ti. Heyet-i Vükela'ya gidiniz, bunlan söyleyiniz ve ilanı için mazbatanın yazılmasım irade ettiğimi tebliğ ediniz." Meşrutiyet'in yeniden ilan edil­ diğini ve yakında seçimler yapılacağını bildiren telgraflar imparatorlu.;. ğun her köşesine gönderilir. Ertesi sabah İstanbul gazeteleri haberi yo­ rumsuz yayınlamakla yetinirler. Ertesi gün cuma olduğu için, sultan her zamanki gibi selamlık merasimine gider. Akşama doğru kentte ilk bay­ raklar ortaya çıkar. Abdülhamid'in mutlakiyet·devri sona ermiştir. Şim­ di sultan için yeni bir boy ölçüşme dönemi başlamaktadİr: Jön Türkler­ le bir arada yaşama.

40 Ag�. s. 373.

DEVRİMDEN DEVRİLMEYE

46r

1 8 . BÖLÜM

Devrimden Devrilmeye 23 Temmuz 1908, Abdülhamid saltanatında yeni bir sayfa açar; Mut­ lak hükümdar, Jön Türklerin eleştiri aklanna hedef olan "müstebit" bir­ kaç aylığına meşruti bir hükümdata dönüşür. 1 876-1 877'ye geri mi dö­ nülmüştür? Fransa'daki İkinci imparatorluk döneminde olduğu gibi, oto­ riter bir imparatorluğun yerini başında aynı hükümdann bulunduğu li­ beral birimparatorluk mu alacaktır? Aslında bağlam çok farklıdır. Abdül­ hamid, askerl darbe tehdidi altında Kanun-ı Esasi'yi yeniden yürürlüğe sokmak zorunda kalmıştır ve İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ordunun önemli bir bölümünün gözetimi altındadır. Ama bu meşruri manarşi devri sadece dokuz ay sürer. Bu arada ı 908 sonbaharında seçimler yapı­ lır, Aralık ayında da Meclis-i Mebusan toplanır. Meşruti bir monarşi yer­ leşir. Ama rejim yeni krizlerle sarsılır. İlkzamanlar Abdülhamid'e yönelik bir teveccüh sergilenir, bu durum çok geçmeden Jön Türklerle kapışmaya yol açar. O zaman Jön Türkler Hamid sistemine saldırmaya ve onu zayıftatmaya başlarlar, ama yine de birkaç ay boyunca "müstebit"le bir arada yaşamak zorunda kalırlar. İs­ tanbul'da ı 3 Nisan 1 909'da gerçekleşen askeri ayaklanma onlara sulta­ nı devirip sürgüne gönderme fırsatını verir. Abdülhamid, Jön Türk dev­ riminin ardından tahtta sadece dokuz ay kalabilir.

Abdülhamid ve Jön Türk Devrimi: Bir Teveccüh Hali mi? 23 Temmuz akşamı, Abdülhamid seçimler yapılacağını ve Meclis-i Mebus'un toplanacağını ilan ederek, Meşrutiyet'i yeniden yürürlüğe sak­ ınayı kabul eder.1 Başkent, Makedonya'nın kaynayıp durduğundan, or1

1908

)On Tllrk Devrimi h�kkınd�: Ahmad, Tlıc Young Turks. T!ic Conımittcc ofUııion and Progrcso irı

462

ABDÜLHAMİD

dunun duruma h5.kime olduğundan ve Meşrutiyet'in yeniden ilan edil­ diğinden henüz habersizdir. Ertesi sabah haber İstanbul basınında tek­ rarlanır: Gazeteler, "Zat-ı Şahanelerinin eseri olan Kanun-ı Esasi hüküm­ leri uyarınca, Meclis-i Mebusan'ın toplanmaya çağnldı"ğını duyururlar. Haber metni, "Mebuslann seçimi"ne gidilmesi için vilayetiere talimat verildiğini bildirerek devam eder. Aynı gün büyük haber yavaş yavaş İstanbul'a yayılır: Meşrutiyet ye­ niden ilan edildi! Başkentsakinleri habere önce inanrnaz, ama akşam olur olmaz sevinç gösterileri başlar. Ertesi gün kentbayraklar, flamalar, fener­ lerle kaplanır, gösterilere, geçit resimlerine, vatanperver nutuklara sah­ ne olur. Bibıili'nin, Bayezid meydanındaki Se�askerliğin, B5.b-ı Meşi­ hat'ın [şeyhülislamlığın] önünde kalabalıklartoplanır. Bu gösterilere er­ kek, kadın, çocuk, ihtiyar, ulema, memur, asker, esnaf, zanaatk5.r, öğren­ ci, herkes katılır. Milletler kardeş olur, Ermeniler, Türkler, Rumlar, Bul­ garlar, Arnavutlar sokaklarda kucaklaşırve birbirlerini tebrik ederler. Ay­ nı sevinç sahneleri imparatorluğun tüm büyük kentlerinde -belki olayın bu kadar büyük bir coşkuyla karşıtanmadığı bazı Arap kentleri hariç- yi­ nelenir. Jön Türk devriminin ilk özelliği budur zaten: Muhteşem bir coş­ ku ve kardeşlik duygusu patlaması. Tam bir şenlik, kurtuluş havası ege­ mendir. Bu hava, rejimle Osmanlılar arasında açılmış uçurumun derin­ liğinin ve Hamid sisteminin nasıl ittifakla reddedildiğinin göstergesidir. Bu sevinç gösterilerinin ortasında rejim dağılmaya baş br. İttihat ve Terakki Cemiyeri'nin veya sokağın baskısıyla, Said Paşa hükümeti reji­ min en sevilmeyen yanlarını yok edecek tedbirleri hızla alır. Basın üze­ rindeki sansür kaldırılır, siyasi tutuklular için af ilan edilir, hafıye şebe­ kesi dağınhr, siyasi polis sanki sihirli bir değnek değmiş gibi buharlaşıp kaybolur, Vilayet-i Sel5.se'de kurulmuş olağanüstü mahkemeler feshe­ dilir. Basın birdenbire inanılmaz bir atılım yapar ve sürgünler uzak vila­ yetlerden veya yurtdışından dönmeye başlarlar. Temmuz gösterileri sırasında, göstericiler "Yaşasın Meşrutiyet", "Ya­ şasın hürriyet", "Yaşasın millet" gibi sloganlar atar, üzerine "hürriyet" sözcüğü işlenmiş kokartlar, kırmızı kolluklar takar, üzerinde "hürriyet, musavat, adalet, uhuvvet" yazan pankartlar açarlar. Ama Abdülhamid Turkish Politics, 1 908·1 9H;

HJnio[llu, Preparatioıı for o Revoiuıwn; Kansu, The Revolution of 1908 in

Turkey; Victor R. Swcnson, T!ıe Young Turk Revoiuıion: A Sıudy ofıiıe Firı:t Piı�se oftiıe Second Tıırkiı:h

Constitution�i Regimefromjuııe 1908 lo m ay 1909, The johns Hopkin s University, doktora tezi, 196&; Ak�in,Jörı Türkler ve iııi!mt ve Tcrokki; Turfon, Riı:c oftiıc Young Turks; o dönemde yaşamış bir ton ığın yayını: Soıı Vak'anü�is Abdurralımaıı Şeref Efendi Tari!ıi, ll. Mqmtiyeı Oiayiarı (J 908·1909) , Ankara, TWrk TJrih Kurumu, 1996.

DEVRiMDEN DEVRiL.,fEYE

463

lehine haykınşlar da duyulur: "Padişahım çokyaşal" ve o zamana dek hiç görülmemiş bir şey, kalabalık içinde sultanın portrelerini taşıyan göste­ riciler dikkat çeker. O günlerin bazı tanıklan bu olay karşısında şaşkın­ lıklarını gizleyemezler: Jön Türk devrimi Abdülhamid'e ve onun rejimi­ ne karşı değil miydi? Aslında ilk bir hafta boyunca Abdülhamid halkarasında yeniden sem­ pati kazanır. Kendisini Kanun-ı Esasi'yi yeniden getiren kişi olarak gös­ terir -onun Kanun-ı Esasisidir söz konusu olan, 1 876'da onun çıkardığı, sonra "şartlar"ın zorlaması altında askıya almak zorunda kaldığı Kanun­ ı Esasi. Hep yeraltı faaliyeti yürütmüş ve gizli bir cemiyet olarak kalmaya önem vermiş İttihat ve Terakki Cemiyeri'nin varlığı Makedonya dışında, hele İstanbul'da hiç bilinmez. Dolayısıyla Meşrutiyet'in ilanı, yakında se­ çimlerin yapılıp Meclis-i Mebusan'ın yeniden toplanacağının duyurul­ ması hep sultanın yüce gönüllü jestleri gibi gözükür. Diğer yandan Ab­ dülhamid "istibdad"ın sorumluluğunu ustaca çevresindekilerin sırtına yıkar: Halkla bağlarını koparan müşavirleri tarafından aldatılmıştır. Eski bir siyaset usulüdür bu: Hükümdar adildir; eğer istibdat yaşanmışsa, so­ rumlusu onun çevresini sarıp halkına yakın olmasım engelleyenlerdir. Ve sanki bu sava inandıncılık kazandırmak istermiş gibi, sultan çok sağlam bir biçimde imparatorluğun başında durmayı sürdürürken, rejimin en çü­ rümüş ileri gelenleri tedbirli bir şekilde savuşmaya bakarlar, bazıları da tu­ tuklanır. Kamuoyu bu senaryo aracılığıyla "işletilir." Devrimin ilkgünle­ rinden itibaren serpilip gelişen hiciv basını ve karikatürlerde Abdülha­ mid'e saygı gösterilirken, yakınlan aşağılanıp kötülenir. Halkın öfkesi, sul­ tanı kollarken, onun "yozlaşmış çevresi"ne yoğunlaşır. En şiddetli saldı­ rılara ise İzzet Paşa hedef olmakta ve bir anlamda "sigorta" işlevi görmek­ tedir. Bu "ikinci sultan" sürgüne gittikten sonra, rejimin tüm kötülükle­ rinin sorumluluğu onun sırtına yıkılır; Abdülhamid'i yoldan o çıkarmış­ tır; istibdat politikasının, sansürün, rüşvetin, iltimasın sorumlusu odur. İki büyük gösteri, halkın Abdülhamid lehine nasıl bir sevgi duyduğu­ nu kanıtlar. 26 Temmuz'da gösterici kalabalığı neşeli bir kortej halinde ellerinde davullar ve bayraklada Yıldız Sarayı'na doğru yürür. Talebeler, halktan insanlar Büyük Mabeyin binası önüne yığılır ve büyük bir gürül­ tü patırtı çıkararak padişahı görmek isterler. Abdülhamid, epey tereddüt geçirdikten sonra, kalabalığın "Yaşa!" haykırışiarı arasında, bir pencere­ nin aralığından gözükür. Ertesi cuma, 3 1 Temmuz'da selamlık resmi yapılır: Padişahı görmek üzere muazzam bir kalabalık toplanmıştır. Bunun, ölçülü ve protakale uygun, o alışılmış selamlık merasimleriyle hiç ilgisi yoktur. Yıldız yoku-

464

ABDÜLHAMiD

şu tam bir insan deniziyle kaplanmıştır -kimileri 50.000, kimileri de 1 50.000 kişiden söz eder- göstericiler ağaçlara tırmanır, duvarların üs­ tüne çıkar, sokak fenerlerine ve parmaklıklara asılırlar. Ortalık öyle iğne atsan yere dtişmeyecek bir haldedir ki, Abdülhamid'in arabası saray ka­ pısından birkaç yüz metre ilerideki Hamidiye Camii'ne kadar bir yol aç­ makta çokzorlanır. Muzıka-yı Hümayfin'un çaldığı Hamidiye marşı, ka­ labalığın haykırışiarı ve "Padişahımız çok yaşa!" sloganlan altında işitil­ mez. "Bütün İstanbul halkının Efendimize karşı [gösterdikleri] son de­ rece muhabbet ve tezahürat"ın2 ortasırida, Abdülhamid alışılmadık bir hareket yaparak arabasının içinde ayağa kalkar ve caminin önünde aşağı inerken kalabalığı selamlar. Sultan yeniden halkının ortasındadır, yeni­ den görünürlük kazanmıştır. Bir haftada, şu birkaç gün içinde Hamid düzeninin bir şeyleri halk bas­ kısı altında çatırdayıp kırılmış; padişah ile tebaası arasına özenle çekil­ miş sur yıkılınaya başlamıştır. Abdülharnid Meşrutiyet'i şaşırtıcı bir bi­ çimde yeniden ilan etmek zorunda kalmış, ama ödediği bu bedel karşılı­ ğında bir tür kahraman olmuştur. Hedefi kendisini devirmek olan bir devrimin kazaneını gerçekten de cebe inciirebilecek midir? Karizmatik bir hükümdara dönüşebilecek ve otuz iki yıllık mutlakiyetidaresinin ar­ dından gelen bu yeni popülaritesini kullanmayı deneyecek midir? Abdülhamid'in artık elle tutulur ve gözle görülür hale gelmiş bu ikti­ dan karşısında, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin yeni ama gizli, gözle gö­ rülmez iktidarı dikilmektedir. Am, s. 34. 23 McCullagh, The Fall ofAl.ıdııi·Hamid,

s.

16; Ahmad, The

Young Turk>, s. 30.

478

ABDÜLHAMiD

çok büyük bir çoğunluğa sahip olan İttihatçtiarın kararlılığını küçümse� yerek, ciddi bir hata yapmıştır. Bir güvenoylamasının ardından Kirnil Pa� şa 1 2 Şubat'ta azledilirve yerine hemen eski Makedonya müfettişi ve İt� tihatçılara yakın biradam olan Hüseyin Hilmi Paşa geçirilir. Aynı günün akşamı, Enver Bey ve avcı taburunun komutanı Remzi Bey, saraya gidew rek darbe söylentilerini yalanlar ve İttihat ve Terakki Cemiyeri'nin bağ� lılığı konusunda sultana güvence verirler. Hüseyin Hilmi Paşa'nın sadraz.:ı,m olmasıyla birlikte, hJ.l5 gizli bir bas� kı grubu olarak kalsa da İttihat ve Terakki"Cemiyeti'nin hükümet işleri ve siyasi yaşam üzerindeki egemenliği artar; bu durum, iki taraftan mu� halefetle karşı karşıya kalmasına neden olur. Birinci muhalefet Ahrar Fır� kast'ndan gelir; KJ.mil Paşa'nın desteğinden yoksun kalan fırka, liderle­ rinden biri olan İsmail Kemal'in sözleriyle, "meşruti birrejim içinde gay� ritabii bir durum"25 oluşturan İttihat ve Terakki Cemiyeri'ne karşı sert bir kampanya başlatır. Siyasi yaşama şiddetli bir üslup h5.kim olur: Kişi� sel saldırılar ve hakaretler birbirini izler. Ahmed Rıza, Ahrar'cılan "ihaH net"le suçlar. Muhalefetin ikinci kanadı ise bazı dinci çevreler, özellikle de alt kade� me ulema, medrese öğrencileri (softalar) ve tarikat şeyhleridir. Aralık 1908' de Kıbrıslı bir Nakşibendi şeyhi olan Vahdeti tarafından kurulan Volkan gazetesi, dinsizlikle suçladığı İttihat ve Terakki Cemiyeri'ne kar� şı sert saldınlar yapar. Vahdeti Mart ayında siyasi bir cemiyet kurma ka� ran alır: İttihad�ı Muhammedi Cemiyeti.26 Bu cemiyet, İttihatçılann Ba� tıcı ıslahatçılığına karşı kararlı ve düşmanca bir tavır alarak, şeriata har­ fiyen uyulması çağrısında bulunur; meşruti rejimi "şeytani rejim" diye niteler. Dinsel duygulan istismar eden Vahdeti, Osmanlı toplumunun muhafazakir unsurlarını olduğu gibi alaylı askerleri de yanına çeken bir programla, kamuoyunun bir bölümünü Cemiyet'e karşı seferber etme­ yi başarır. İster Alırarcı ister dinci olsun, muhalefetaçısından elverişli birzemin de mevcuttur: ]ön Türk devriminin yarattığı, askerlik hizmetinden mu­ afkalamama tehdidiyle karşı karşıya olan softalardan, tensikat kurbanı memurlar ve görevlilerden, yerlerini mekteplilere kaptıran alaylı zabit­ lerden, işsiz kalan eski Jön Türk militanlarından oluşan -esnaf ve işçiyi hiç saymıyoruz- hoşnutsuzlarve hayal kırıklığına uğramışlar kitlesi. Hiç durmadan İttihat ve Terakki Cemiyeri'nin dini bir kenara ittiğini, unut25 Tlıe Memoirs of /smail Kemal Dey, s. 322. 26 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasııl Partil�r. 1, s. 1 &2·205.

DEvRiMDEN DEvRiLMEYE

479

tuğunu söyleyip eleştİren Yalıderi'nin ve Volkan gazetesinin propagan­ dası halk tabakalanna nüfuz etmektedir. Meşrutiyet' i korumak üzere Selanik'ten getirtilmiş avcı taburlan ara­ sında da dinci propaganda hız kazanır. İttihat ve Terakki Cemiyeri'ne düş­ man eski subaylar ve softalar bu taburlara sızıp İttihatçıların, siyasi yö­ neticilerin ve mektepli subayların "farmason" ve "gJ.vur" olduklarını an­ latırlar. ı 909 Nisanı'nın ilk günlerinde gerginlik biraz daha tırmanır. Regaip kandiline denk düşen 3 Nisan'da İ ttihad-ı Muhammedi ilk mitingini dü­ zenler; Yalıderi'nin ateşli konuşmasını dinlemek üzere ellerindeki yeşil sancakları dalgalanduan muazzam bir kalabalık toplanmıştır; konuşma­ nın ardından mevlid okunur. 6 Nisan'ı 7 Nisan'a bağlayan gece, İttihat ve Terakki Cemiyeri'ne çok karşı olan liberal bir gazetenin, Serbesti'nin başyazan Hasan Fehmi, Galata Köprüsü üzerinde tabancayla vurularak öldürülür. Cinayet hemen İttihat ve Terakki'ye yüklenir. Öldürülen ga­ zetecinin 8 Nisan'daki cenaze töreni İttihatçı aleyhtarı bir gösteriye dö­ nüşür ve otuz, kırk bin kişiyi bulan kalabalık "Adalet istiyoruz! " diye hay­ kınr. Fırka siyasetine pek alışık olmayanAbdülhamid, siyasi yaşamın aldı­ ğı biçim, görüşlerin sertliği, basının saldırgan üslubu, Meclis'te şeyhü­ lislama yöneltilen saldırılar karşısında şaşkına dönmüştür. Kışlalarda yü­ rütülen propagandadan ve bunun yol açabileceği sonuçlardan kaygılanır. İngiltere sefıri Sir Gerard Lowther'a, durumdan büyük endişe duyduğu­ nu gizlice açıklar.27 Nisan ayının ı 2'sini ı 3 'üne bağlayan gece bir askeri ayaklanma patlak verir. Hassa Ordusu'nun avcı taburlanndan binlerce asker subay!arına karşı isyan eder, onları kışlalarına hapseder ve Ayasaofya ile Sultanah­ med'e, Meclis-i Mebusan binasının önüne doğru yürürler. Softalar, ule­ ma, bahriye erleri, Temmuz ayından sonra görevlerinden alınmış eski su­ baylar da yavaş yavaş onlara katılırlar. Asilerin talepleri nelerdir? "Şeriat isteriz" derler. Ayrıca Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa ile Bahriye nazırı­ nın istifasını, İttihatçı subayların görevden alınmasını, Meclis reisi Ah­ med Rıza'nınazledilmesini, İttihatçımebusların sürülmesini ve isyancı­ ların affedileceği konusunda güvence verilmesini isterler. Gündüz ve ge­ ce boyunca münferİt şiddet olaylan yaşanır. Asiler Meclis-i Mebusan'ı, sonra da Harbiye Nezareti'ni işgal eder, mektepli subaylara saldırırlar.28 27 Ahmnd, aee, s. 37; aynı yazar, "Gret Britain's Relations with the Young Turks", s. 312. 28 ı 3 Nisan ı g{)') �ya�lanması ("Otuzbir Mart Vak'ası") hakkında oldukça zengin bir edebi�at mevcuttur.

480

ABDÜLHAMİD

Nisan'ın 1 2 'sini 1 3 'üne bağlayan gece, dışarıdan gelen silah sesle­ rinin işitildiği Yıldız Sarayı'na ise büyük bir endişe hakimdir. Abdül­ hamid, Hüseyin Hilmi Paşa'dan derhal B5bıali'ye gidip, asayişi yeni­ den temin etmek için gerekli tedbirleri almasını ister. Sabah erkenden bir grup mebus saraya gelir; ne yapacaklarını bilmez bir halde, duru­ mun denetimden çıktığını anlatır ve sultanın askerlere seslenip asayi­ şi sağlamak üzere bizzat gelmesini isterler. Bir tuzak kokusu alan Ab­ dülhamid, bu işten kaçınır: "Beni parçal.atmak istiyorlar!" dediği söy­ lenir.29 Onun yerine, uzlaştırıcı bir iradeyle birlikte, başkatibi Ali Ce­ vad Bey'i isyancıların yanına yollar: Abdülhamid, isyan eden askerler­ den hemen kışlalarına dönmelerini isterken, affedileceklerine söz ve­ rir ve şeriata bundan böyle "daha dikkatli" biçimde uyulacağını temin eder. Ayaklanmayla başa çıkamayan Hüseyin Hilmi Paşa, sultana istifasını verir. Abdülhamid de onun yerine güvendiği tarafsız bir insanı, uzun sü­ re Hariciye nazırlığı yapmış Ahmed Tevfik Paşa'yı atar. Ama isyan sona ermez. Asi askerler İttihatçılara saldırır, Jön Türk yan­ lısı iki gazetenin, Tanin ve ŞUra-yı Ümmet'in matbaalannı yağmalar, mek­ tepli subaylara saldırıp yirmi kadannı öldürür, aynca iki mebusu kade­ derler. En önde gelen İttihatçılar ya gizlenir ya da kaçarlar. İstanbul bü­ tün gece isyanın başarısından başları dönen askerlerin sevinç naralarıy­ la inler. 14 Nisan sabahı payitaht isyancıların eline geçmiştir. Ertesi gün karışıklıktaşraya sıçrar; Adana'da 14 Nisan günü kanlı ayaklanmalarpat­ lak verir, binlerce Ermeni katledilir. Sultanın bu olaylardaki gerçek payı nedir? Özellikle hasımlan tarafın­ dan tahttan indirilmesini gerekçelendirmek için genellikle ileri sürüldü­ ğü gibi, gerçekten bu olaylan o mu kışkırtmıştu? Büyük olasılıkla hayır. Abdülhamid, 3 1 Mart Vak'ası'nda masum olduğunu her fırsatta dile ge­ tirmiştir. Talat Paşa da bir sohbet sırasında, Abdülhamid'in bu işte hiç­ bir dalıli olmadığını kabul etmiştir.30 Zaten sultan, hadisenin tamamen aydınlatılması için bir soruşturma komisyonu kurulmasını da önerir. Sultanın bir diğer hasmı, üstelik konumu gereği olaylan yakından takip Özellikle bkz.: Ali Ccv�t. ikin•i Meşrutiyctin ilam ve Otıı�birMar1 Htıdisesi; Akşin. Jl Mar1 Olay•; David

Fahrı, "The Şeriat as a Political Slogan - or the l ncident of the 31st Mart" ", Middle Eastern Stııdies, '

Vllf3, Ekim ı97ı, s. 275·299: Victor

R. Swenson, "The Military Rising in lstanbııl ı909",Joumal of

s. ı 71-1&4; E.J. Zürcher, "The Ides ofApril: a Fundamentalist Uprising ' Istanbul in 1909?", St�tcarıd lı:i�m içinde, C. Van Dijk ve A. H. de Groot (cd.), Lcidcn, Rcsearch School CNWS, 1995, s. 64-76. 29 Akşin JJ Mar1 Olay•, s. SO. Contcmporary History, V, 1970,

in

,

30 Türkgcldi, Görüp iıittiklerim, s. 3 ı .

DEVRİMDEN DEVRİLMEYE

481

edebilen Selanik polis müdürü Tahsin Bey de Abi.ülhamid'in bu isyan­ da hiç parmağı olmadığını açıklamışt1r. Abdülhamid bu sıracia çok ihtiyatlı davranır. Bilinçli olarak geride ka­ lır. A,ma hiçbir sorumluluk da almaz: Jön Türkler hakkında, "Bu duru­ mu kendileri yarattı, kendileri halletsin!" der. Meşruti rejime desteğini kararlı bir biçimde ifade etmeyi sürdürür ve askerlerin "Yaşa! " sesleri ara­ sında yapılan 1 6 Nisan selamlık merasiminde de bunu hatırlatır. Asiler­ le açıkça uzlaşan bir tavır alsa da, özel konuşmalarında orduyu saran di­ siplinsizlik karşısında dehşete kapıldığını itiraf eder. " Yeniçeriler devri­ ne geri döndük!" diye yakınır. Başlangıçta ayaklanma, dinci unsurları kullanmaya çalışan Sahahaddin ve Ahrar Fırkası -İttihat ve Terakki Fır­ kası'nın merkeziyetçi eğilimlerine karşı olup, onları destekleyen Arna­ vutların bir bölümü- tarafından örgütlenmiş gibidir; ama olaylar düşün­ dükleri gibi gelişmez, isyan dinci gericilik ve Meşrutiyet karşıtı bir hare­ ketgörünümüne bürünür. Olayların Ahrar Fırkası'nı aştığı ve isyanın li­ berallerin denetiminden çıktığı hızla anlaşılır. Bununla birlikte birkaç gün boyunca hükümetin zayıflamasının ve İt­ tihat ve Terakki Cemiyeri'nin dağılmasının yarattığı iktidar boşluğu için­ de, saray 1908 yazından beri yitirdiği yerine kısmen yeniden kavuşur. Abdülhamid basit bir kurumsal oyunla, sadrazaını kendisi atadığı için yetkilerinin bir bölümünü yeniden ele geçirmiş, siyaset sahnesinin mer­ kezine yeniden yerleşmiştir. Onun görüşü alınır, ona biat edilir, ondan tavır alması istenir. Her ne olursa olsun, sanki eski imkinianna kavuş­ muş gibidir. İsyanın ilkgünleri boyunca Abdülhamid kendine h5.kim bir görüntü çizer. 14 Nisan sabahı merasim üniformasım giymiş sultan, İs­ mail Kemal'i huzuruna kabul eder; İsmail Kemal onu "çok iyi bir fizik­ sel ve manevi durum"da görünce şaşırır,31 sultanı en az on yıl gençleş­ miş bulur. Dinci kışkırocılar sultanı durumdan istifade etmesi için sıkış­ tırırlar. İ syanın doruk noktasında, Vabdeti bir provokasyon yapıp Ab­ dülhamid'i durumdan vazife çıkarınuya iter: Volkan gazetesi, 14 Nisan tarihli sayısında, sultanı Kanun-ı Esasi'yi askıya alıp Meclis-i Mebusan'ı dağıtmaya, yani otuz yıl önce, Şubat 1878'de meşruti aygıttan kurtul­ cluğu zamanki duruma dönmeye çağırır. Sultan, ayaklanmanın kışkırtıcısı olmasa da, koşullardan yararlanıp kişisel bir koz oynamaya yeltenmiş midir? Hadiselerden çıkar sağlama­ ya çalışmış mıdır? ihtiyatlı tavnnı korumuş, ama şiarına da sadık kalmış­ tır aslında: "Akıntıya uymak gerek." Böylece tarafsız kalmış, böylece Jön ll

Tlı� Mımoir5 of lımoil Kırnal Bey, s. 34 ı .

482

ABD"ÜLHAMiD

Türklerin gözünde affedilmez bir hata işlemiştir. Krizin tam ortasında yaşanan bir olay, iktidannın bir bölümünü yeniden ele geçirme umudu­ nu belki de tamamen yitirmediğini göstermektedir: Sadrazam değişi­ minden istifade ederek, Harbiye ve Bahriye nazırıarını atama hakkını ye­ niden ele geçirmeyi dener. Bu yeni girişimi de başarısızlıkla sonuçlanır. Bu kez, yaşananlardan iyi ders çıkarmış yeni sadrazam Tevfik Paşa sul­ tanın heveslerine karşı çıkar: Abdülhamid ısrar ederse sadrazamlığı ka­ bul etrneyeceği tehdidini savurur, sonUnda Abdülhamid bu girişimden cayar.32 Bu arada isyan, tam bir kargaşa içinı:: sürüklenmiştir. İstanbul'da esa­ mesi okunmayan İttihat ve Terakki Cemiyeti, taşrada, özellikle de Ma­ kedonya'da mevzilerini korumaktadır. Selanik'te direniş hızla örgütle­ nh, ordu Mahmud Şevket Paşa'nın telkinleriyle harekete geçer. Paşa, Ka­ nun-ı Esasi'yi yeniden yürürlüğe sokup asileri cezalandırmak üzere baş­ kente yürüyecek bir "Hareket Ordusu" kurar. 19 Nisan'da Hareket Or­ dusu, isyanı ezmeye ve Abdülhamid'in hesabını görmeye kararlı bir bi­ çimde, başkente doğru yürümeye başlar.

Devrilme ve Sürgün Abdülhamid'in isyana gerçekten katılıp katılmaması, Jön Türkler açı­ sından pek de önemli değildir; onlar bu fırsattan yararlanıp sultandan kurtulmaya kararlıdır. Temmuz 1908'deki devrimden beri sultan hak­ kındaki hüküm tecil edilmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti onu o devir­ de hal edemem iş, Abdülhamid uysal davranarak yerini korumayı başar­ mıştır. Cemiyet onun iktidarını sınırlasa da, sultan potansiyel bir tehdit olmayı sürdürmektedir. Jön Türklerin birçoğu, o tahtta kaldığı sürece, hiçbir şeyin mümkün olmayacağına inanrnaktadır. Ağustos ayında İtti­ hat ve Terakki yandaşı bir diplomat Londra'da New York Times muhabi­ rine, devrimin ancak Abdülhamid'in yerine liberal fikirleriyle tanınan veliabd şehzade Mehmed Reşad tahta çıktığında tamamlanmış sayılaca­ ğını açıklamıştı. 33 O zamandan beri "hal" söylentilerinin ardı arkası ke­ silmez. 3 1 Mart ayaklanması Jön Türklere bu konuda harekete geçmek için uzun süredir bekledikleri fırsatı vermiş olmaz mı? Öyle ki, bazıları bu işte onların parmağı olduğundan bile kuşkulanmıştır... 33 Kansu, T!ıc Re�oluıion of 1 !JOS in Turkey, s. 155. 32 Akşin, age, s. 57_

DEVRIMDEN DEVRiLMEYE

483

Hareket Ordusu İstanbul'a egemen olmayı başarırsa, Abdülhamid'in sonunun geleceği herkesin gözünde açıktır. 1 9 Nisan'da Yeşilköy'e or­ dug5.h kurulunca, sultana karşı tam bir kamuoyu kampanyası açılır. O zamana dek İttihat ve Terakki aleyhtarı bir tutum sergileyen gazeteler, şimdi Abdülhamid'e karşı hücuma geçerler. Devrilme olasılığından çok saygısızca ve patavatsızca söz edilmeye başlanır. Sultan, Meşrutiyet'e ve Meclis-i Mebusan'a karşı eyleme geçmek, askerleri isyana kışkırtmak, sansürü ve istibdadı geri getirmeye niyetlenmekle suçlanır.34 Serbesti ga­ zetesi, başyazarı Hasan Fehmi'nin öldürülmesi işini sultanın finanse et­ tiğini ima eder. B5.bı5.li'ye ve Saray'a, taşradan yağmur gibi telgraf yağar. Çoğu yerel İttihat ve Terakki cemiyetleri tarafından yazdırılmış bu tel­ ler, Cemiyet' e bağlılıklarını yinelemekte ve Abdülhamid'in tahttan in­ dirilmesini talep etmektedir.35 Her yerde çok çeşitli söylentiler, en çılgınca dedikodular dolaşır, hat­ ta basında bile yer bulurlar: İttihat ve Terakki Cemiyeri'nin sultanın taht­ tan çekilmesini istediği ve gerekirse bu tedbiri zorla hayata geçirmeye ha­ zır olduğu ileri sürülür -bu söylenti, saraya komşu Ortaköy ve Beşiktaş mahallelerinde paniğe neden olur ve mahalle sakinleri evlerini boşalt­ maya başlar. Öteki dedikodular: Almanlar gelip sultanı kurtarmaya ha­ zırlanıyormuş, Makedonya'da yeni birpadişah ilan edilmiş; Abdülhamid son bir provokasyon yapıp yabancı müdahalesine neden olmak için baş­ lıca Avrupa devletlerinin sefaretlerini bombalatacakmış. 36 Aslında bu kampanyanın ve bu söylentilerin tek bir amacı olduğu anlaşılmaktadır: Kamuoyunu padişahın devrilmesine hazırlamak.37 Hareket Ordusu, Yeşilköy'de yaptığı açıklamayla, İstanbul'da nizarnı yeniden tesis edip suçluları cezalandırmaya niyetli olduğunu bildirir. Olaylara karışmış liberaller [Ahrar ve Sabahaddin yanlıları] ve dinciler misilierne korkusuyla şehri terk etmeye başlarken, birçok mebu s da Ha­ reket Ordusu'nun saflarına giderler. 21 Nisan'da başlarında Ahmed Rı­ za'nın yer aldığı yüz kadar mebus, Medis-i Mebusan'la Meclis-i Ayan'ı Yeşilköy'e nakledip, Said Paşa'nın başkanlığında bir tür "Meclis-i Milli" bünyesinde birleştirmeye karar verirler. Ertesi gün yaklaşık yüz yirmi mebus ve yirmi iyan YeşilköyYat Kulübü'nde toplanıp, sultanın hal edi­ lerek yerine Mehmed Reşad'ın geçirilmesi konusunu tartışmaya başlar34 Swenson, The Yotıng Turk Revolution, s. 373·3 74. 35 Akşin, age, s. 92·95. 36 Aykut Kansu, Po!itin iıı Poı;t.Revoluıionary Turkey, 1908·1913, Lcidcn. E. j. B rili. 2000, s. ı 09. ı ı4: Akşin, oge, s. 1 74. J7 Akşin, agt, s. 1 74.

lar. Ama Mahmud Şevket Paşa'nın gelişiyle tartışma kesilir. Paşa, sulta­ nın tahttan indirilmesi kararının ertelenmesini ister. "Eğer askerler, sul­ tanı devireceğimizi öğrenirlerse, bu bizim sonumuz olur" der.38 Gerçek­ ten de ordunun resmen açıklanmış amacı, Meşrutiyet'e ve sultana saldır­ maya cüret edenleri cezalandırmaktır. Başlangıçta Abdülhamid Hareket Ordusu'na inanmaz, İttihatçtiardan yana bir "blöf"ün söz konusu olduğuna, ordunun İstanbul üzerine yü­ rümeyi göze alamayacağına inanır.39 Sonra askerlerin kararlılığını fark edince, boyun eğer. Beklemekle geçen bu günler boyunca kızı onu, "son derece üzgün", "kederle omuzlan çökmüş bir halde", "bezgin" olarak be­ timler; onu hiç bu kadar "bitkin ve me'yus" görmediğini, tüm sevinci­ nin uçup gittiğini nakleder. Babasının yaptığı şu acı saptamayı aktarır: "Düşmanlanmın muradı oldu."40 Abdülhamid kendisini bekleyen son hakkında hiç hayale kapılmaz. Hareket Ordusu'ndan gelen ve ordunun sultana bağlı kaldığını, onu korumak, ayrıcalıklarını savunmak istediği­ ni bildiren yatıştıncı mesajlara rağmen devirme kararı sızmıştır bir kez. 22 Nisan'da Enver Bey Le Matin muhabirine ihtiyatsızca bir demeç ve­ rerek, "Abdülhamid'in tahtta tutulmasının vatanın malıvolması anla­ mına geleceği"ni ve canının kurtulmasından başka bir şey bekleyemeye­ ceğini açıklar. Ayın 24'ünde bu haber İstanbul gazetelerine yansır.41 23 Nisan Cuma günü sultan son kez selamlık merasimini gerçekleş­ tirir. Aynı gün Hareket Ordusu İstanbul'a doğru yürür, surdışı mahalle­ lerde mevzilenir ve ertesi gün dört koldan payİtahta girer. Asi birliklerin kamp kurduğu Topkapı Sarayı'nın yakınında ve kuzeyde Taksim kışiası ve Taşkışla civarında şiddetli çatışmalar yaşanır. Ama isyancı askerler ge­ nelde direnmeden teslim olurlar. Çatışmalarda toplam 400 kişi ölür ve 800 kişi yaralanır.42 Akşam Mahmud Şevket Paşa sıkıyönetim ilan eder. Artık duruma tam anlamıyla h5.kim olmuştur. Geriye Yıldız Sarayı sorunu kalır. Hareket Ordusu'nun geldiğini ha­ beralır almaz, Abdülhamid Sadrazam Ahmed Tevfik Paşa'nın ve Harbi­ ye nazırının da yardımıyla kan dökülmesini engellemek için elinden ge­ len her şeyi yapar. Asi askerleri direnmemeleri için ikna etmek gerek­ mektedir. Özellikle de Abdülhamid saraymuhafızlannı silahlarını bırak­ maya ikna etmek için uğraşır. 24 Nisan Cumartesi akşamüstüne doğru 38 39 40 41 42

Akşin, s. 182. Yusuf H i kmet Bayur, Türk inkılabı Torjlıi, c. 1/2, Ankara, TUrk Tarih lG151..l'JC'l)

'tıı1il.l.od'

.l!ır.lf4fl.ırl

""!'l.ıncı3difı

41."!178

dt.'a78

ı:t ıe�

··� . ...



'I'II.Wi lrıfdiro

.u�

:lll!ST

(!1 11164

r�nnım;

���

Atııl.ir.".ıi'ltm:U'f"l

ftil:ict

��ıt.ırt�is & DUMONTPaul Cd., Viuredans /'Empire ottomarı, sociabilitı!set rclations intercommurıautaires (xvııı'-xx' sifc\es), Paris, L'Harmattan, 1997. GEORGEON François, "Le sultan cachC: rCclusion du souverain etmise en scene du pouvoir J. l'Cpoque de Abdülhamid II (I 876- 1909)", Turcica, revue f.!etudes turques, t. XXIX, 1997,s.93-124. GERBER Haim, Ottoman Rule in jerusalem, 1 890-1 894, Berlin, Klaus Schwarz Verlag, 1985. GIRAULT RenC, Diplomatieeuropt.ienneetimpc?rialismes, 1871-1914, Paris. Masson, 1979. GONDICAS Dimitri & ISSAWI Charles Cd., Ottoman Greeks in the Age ofNationalism, Politics, Economy arıdSociety in theNineteenth CerıtunJ, Princeton, Darwin Press, 1999. GOOCH &. TEMPERLEY Harold, British Documents on the Origins oftlıe War, 1 898-1914, V, 1982. GRIFFITHS Marwin Albert, The Reorganization oftlıe Ottoman Army UnderAbdülhamid ll, 1 880-1897, Ph. D., 1968, University ofCalifornia, Los Angeles. Ü G LSOY Ufuk, Hicaz Demiryolu, istanbul, Eren, 1994. HAERKÖTTER Ruth, Sultan 'Abdu/hamid ll in der türkisehen Pub/izistik seit Grürıdung des Republik, Francfort, 1996. HAjjAR joseph, L'Europe et /es destint.ies du Proche-Orient, lll, Bismarck et ses ment.ies orientales 1871 - 1 882, 2 cilt, Dallas, Tlass, 1990. HANiOGLU Şükrü M., Osmanlı ittihad ve Terakki Cemiyeti vejön Türk/ük, cilt l, (18891902), istanbul, 1985. HANiOGLU M. Şükrü, Preparationfora Revolution, The YoungTurks, 1902-1908, Oxford, Oxford University Press, 2001. HANİOGLU M. Şükrü, The Young Tur/es in Opposition, NewYork-Oxford, Oxford University Press, I 995. HASLIP Joan, The Sultan. The Life ofAbdul Hamid, London, Cassell, 1958. HEIDBORN A., Manuel dedroitpublicet admirıistratifde I'Empire ottomarı, 2 cilt, Leipzig­ Viennc, 1908-1912. HELLER Michel, Histoire de la Russic et de son Empire, Paris, Flammarion, 1997. HERZL Theodor, journal, 1895-1 904-. Lefondateur du siorıisme par/e, Paris, Calmann­ LCvy, I 990.

524

ABDÜLHAMID

HOBSBAWM Eric, L'Ere des impCrialismes, Paris, Fayard, 1989. HOCAOCLU Mehmet, Abdülhamit Han'ın Muhtıraları, istanbul, Se\ekte Yay., tarih yok [1974[. HOURANI Alben, Arabic Tlıouglıt in the Liberal Age, 1798-1939, London, Oxford University Press, 1962. HOURANI Albert, Histoire des peuples arabes, Paris, Le Seuil, 1993. ll. Abdülhmnid'in Sadrazam/arı. Kdnıil Paşa ue Said Paşa 'nın Am/arı, Gül Çağalı-Güven ed., İstanbul, Arba, 1991. /mperial Se/f-Portr:ait, The Ottornan Empire as Reuealed in Sultan Abdul Hamid Il's Plıotographic Albums, nQ spı2dal, Journal ofTurkish Studies, 12, 1988. İNAL İbnülemin Mahmud Kemal, Osmanlı Devrinde Son Sadra,z_amlar, 6 cilt, İstanbul, 1940-1953. İNAL.CJK Halil &.·QUATAERT Donald, An Economic and Social History ofthe Ottoman Enıpire, 1 300-1 914, Cambridge, Cambridge University Press, 1 994. KANSU Aykut, The Revolution of1908 in Turkey, Leyden, E. J. Brill, 1997. KARAKIŞLA Yavuz Selim, Exile Days ofAbdüllıanıid ll in Salonica (1 909- 191 2) and Confiscation ofhis Wealtlı, Boğaziçi Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1990. KARAL Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, cilt IX, ikinci Meşrutiyet veBirinci Dünya Savaşı (1 908I 918), Ankara, TürkTarih Kurumu, 1996. KARALEnver Ziya, Osmanlı Tarihi, dlt VII, Isiahat Fermanı Devri (I 861 -1 876), Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1988. KARAL Enver Ziy�. Osmanlı Tarihi, cilt VIII, Birinci Meşrutiyetveİstibdat Devirleri, 1 876I 907, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1983. KARPAT Kemal H., "Pan-İslamizm ve İkinci Abdülhamid: Yanlış bir Görüşün Düzeltilmesi", Türk Dünyası Araştırma/an, 48, 1987, s. 13-37. KARPAT Kemal H., Ottoman Population, 1830-1914, Demographic and Social Clıaracteristics, Madison, 1985. KARPAT Kemal H., Studies on Ottoman Social and Political History, Leyden, E. ]. Brill, 2002. KARPAT Kemal H., The Politicizatiorı ofis/am. Reconstructing ldcntity, State, Faitlı, and Community in t/ıe Late Oıtoman State, Oxford, Oxford University Press, 2001. KAYALI Hasan, Arabs mıdYoung Turks: Ottomanism, Arabism and /slamism in the Ottoman Enıpire, 1 908- I 9 I 8, Berkeley, University of California Press, 1997. KEMAL !smail, The Menıoirs ofismail Kemal bey, ed. Sommerville Story, London, 1920. KENTMarian, Cd., Tlıe GreatPowers and the Endofthe Oıtoman Empire, London, George Alien & Unwin, 1984. KENTMarian, Oil andEnıpire, BritishPolicy and Mesopotamian Oil, 1 900-1920, London, Macmillan, 1976. KHALIDI, Raslıid [smail, Britı"slı Policy towards Syria andPalestine, 1 906-I 914, London,

KAYNAKÇA

525

Ithaca Press, 1980. KHOURY Philip S., Urban Notab/es andArab Nationalism, the Politics ofDamascus 1 R601920, Cambridge, Cambridge University Press, 1983. KODAMAN Bayram, ll. Abdiilham id Devrinde Eğitim Sistemi, istanbul, 1980. KOLOGLU Orhan, Abdülhamid Gerçeği, İstanbul, Gür Yay., 1987. KOLOGLU Orhan, Abdülhamit ve Mason/ar, İstanbul, Gür Yay., 1991. KRIKORIAN Mesrob K., Armenians in the Service ofthe Ottoman Empire, I 860-1908, London, Routledge and Kegan Paul, 1 977. KUDRET Cevdet, Abdüllıamid Devrinde Sansür, İstanbul, Milliyet Yay., 1977. KUNTAY Midhat Cemal, Namık Kemal Devrinin İnsanlan ve Olaylan Arasında, 3 cilt, İstanbul, 1 944-1949. KURAN Ercümend, "Küçük Said paşa (1 840-1914) asa 1\ırkish Modernist", International journal ofMiddlc East Studies, I, 1970, s. 124-132. KURATYuluğTekin, Henry Layard'ın İstanbul Elçiliği (1 877-80), Ankara, AÜSBF Yay., ı 968. KUSHNER David, The Rise ofTurkish Nationalism, 1876-1908, London, Franko Cass, ı977. LANDAU Jacob. M., The Hejaz Railway andthe Muslim Pilgrimage, A Case ofOttoman Political Propaganda, Detroit, 1971. LANDAU Jacob. M., The Politics ofPan-lslam, ldeology and Organization, Oxford, Ciarendon Press, ı 990. LANGE-AKHUND Nadine, The Macedonian Question, 1 893-1 908,from Western Sources, New York, Columbia University Press, 1998. LANGER William, European Allianccs and Alignemcnts, ı 87 ı -1 890, 2' Cd., New York, Knopf. 1950. LANGER William, The Diplomacy oflmperialism, 1890-1902, 2' Cd., New York, Knopf. 1951. LAURENS Henry, La Questiondc Palestine, t. 1 , 1 799- 1922. L'invention dela Terrc saintc, PJris, Fayard, ı 999. LE GALL Michel, Paslıas, Bedouins and Notables: Ottoman Administration in Tripo/i and Bcnglıazi, 188 1 1902 Ph. D., Princeton University, 1986. LEE Dwight E., Great Britain andtheCyprus Convention Policy ofI 878, Cambridge, Harvard University Press, 1934. LEWIS Bernard, Islam ct lai"cite. La naissance de la Turquie modcrne, Paris, Fayard, 1988. MACFIE A. L, The End ofthe Ottoman Empirc, 1908-1923, London, Longman, 1998. MA'OZ Moshe Cd., Studies on Palestineduring the Ottoman Period, JCrusalem, The Magnes, Press, 1975. MANDEL Neville J., The Arabs and Zionism bejare WorldWar I, Berkcley, University of Californi:ı, Press, 1976. -

,

526

ABDÜLHAMİD

MANSEL Philip, Constantinople, la vi/le quedı!sirait le monde, 1453-1924, Paris, Le Seui\, 1997. MANTRAN Robert Cd., Histoire de /' Empire ottoman, Paris, Fayard, ı 989. MANTRAN Robert, Histoire cllstanbul, Paris, Fayard, 1996. MARDIN Şerif, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, 1 895-1 908, 2' Cd., İstanbul, İletişim Yay., ı 983. MARDIN Şerif, Religion and Social Change in Modern Turkey. The Case ofBediüzzaman Said Nursi, Albany, State University of New York, 1989. MAYAKON İsmail Müştak, Yıldız'da Neler Gördüm, İstanbul,Semih Liltfı Kitabevi, 1940. Mc CULLAGH F., The Fal/ ofAbdu/hamid, London, 1910. McCARTHY justin, Death and Exile, the Cleansing ofOttoman Muslims, I 821 -1 922, Princeton, Darwin Press, 1995. McCARTHY justin, Muslims and Minorities, The Population ofOttoman Anatolia and the End ofthe Empire, New York, New York University Press, 1 983. McCARTHY justin, The Ottoman Turb: an !ntroductory History to I 923, New York &. London, Longman, 1997. MEDLICOTTW. N., Tlıe Congress ofBerlin and After. A Dip/omatic History oftlıe Near Eastern Settlement, 1 878-I 880, Arehan Books, 1963. MEL VILLE Ralph &. SCHRÖDER Hans-Jürgen Cd., Der Beriiner Kongress von 1 878. Die Politik der Grossmiiclıte und Die Probleme der Modernisierung in Siidosteuropa in der zweiten Hiiifte des I 9.falırunderts, Wiesbadcn, Franz Steiner Verlag, ı 982. MERVJN Sabrina, Histoire de !'islam. Doctrines etfondements, Paris, Flammarion, 2000. MEYRIER Gustave·, Les Massacres, de Diarbekir. Correspondance diplomatique du Vice­ Consul de France, yer yok, tarih yok. MIDHATbey Ali Haydar, Midhat-Paclıa,sa vie, son mıwre, Paris, Stock, 1 908. MILLMAN Richard, "The Bulgarian Massacres Reconsidered", The S/avonic and East European Review, LVIII/2, April 1 980, s. 218-231. Mıifassal Osmanlı Tari/ı i, ciltV!, istanbul, Güven, 1963. MUGI-IEID Turki, Sultan Abdullıamid H. im Spiegel des arabisclıen Diclıtuııg, Eine Studie zu Literatur und Politik in der Sptitperiode des Osmanisehen Reiclıes, Berlin, Klaus Schwarz, 1987. NALBAND!AN Louise, The Armenian Revolutionnary Mouement, Berkclcy, University of California Press, 1963. NORADOUNGHJAN Gabricl Effendi, Reweil clactes internationaux de /'Empireoltoman, lll et IV, Paris, 1902-1903. NURi Osman, Abdüllıamid-i San i ve Devr-i Saltmıatı: Hayat-i Hususiye ueSiyasiyesi, 3 cilt, istanbul, 1327 [ 191 1 ]. OCHSENWALD William L., Religion, Society and the State in Arabia: The Hij'az under Ottoman Control, 1 840-1908, Colombus, Ohio, 1984.

KAYNAKÇA

527

OCH5ENWALD William, Religion, Economy andState in Ottoman-Arab History, Istanbul, The !sis Press, 1998. OCH5ENWALD William, The Hijaz Railway, Charlottesville, University Press ofVirginia, 1980. OLIVER R. &. SANDERSON, G. N. ed., The Cambridge Hi5tory ofAjrica, cilt VI, l 8701905, Cambridge, Cambridge University Press, 1985. OLSON Robert, The Emergence ofKurdish Nationalism andthe Sheikh Said Rebellion, 1 8801925, Austin, UniversityofTexas Press, 1989. ORTAYU ilber, ikinci Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Ankara, AÜSBFYay., 1981. ORTAYLI ilber, imparatorluğun En Uzun Yüzyı/ı, istanbul, Hil Yayın, 1983. ORTAYLI ilber, Studies on Ottoman Transformation, !stanbul, The !sis Press, 1994. Osmanlı, 1 2 cilt, GülerEren ed., Yeni Türkiye Yay., 1999. OSMANOGLU Şadiye, Hayatınını Acı veTatlı Günleri, istanbul, 1966. OSMANOGLU Ayşe, Babam Sultan Abdüllıamid (Hiitıraiarım), 2' ed., İstanbul, Selçuk Yay., 1960. OSMANOGLOU AlehC, AvecmonpCre lesultan Abdullıamid, trad. fr., Paris, l'!-larmattan, 1991. OWEN Roger, The Middle Eastin theWorld Econonıy, 1800-1914, london &.New York, Methuen, 1981. ÖZBEK Nadir, "The Politics ofPoor Reliefin the Late Onoman Empire, 1876-1914 , New Perspectives on Turkey, no 2 1 , 1999, s. 1 -33. ÖZBEK Nadir, Osmanlı İmparatorluğunda Sosyal Devlet. Siyaset, Iktidar ve Meşruiyet (1 876- 1 9 1 4), İstanbul, iletişim, 2003. ÖZCAN Azmi, Pan-islamizm. Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanlan ve İngiltere (187719 14), İstanbul, isam yay. 1992. PALMER A!an, The Declineand Fal/ ofthe Ottoman Empire, London, John Murray, 1992. PAMUK Şevket, The O ıtoman Empire and European Capitalism, 1820-1913, Cambridge, Cambridge University Press, 1987. PANZAC Daniel, La Population de l'Empirc ottoman, cinquante ans (1941 - 1 990) de publications et de recherclıes, Aix-en-Provence, 1993. PEARS Edwin Sir, Life ofAbd u/ Hamid, London, Constable &. Co, 1 9 1 7. POPOV!C Alexaııdre &. VEINSTEIN Gilles Cd., Les Voies d'AIIah, Paris, Fayard, 1996. QUATAERT Donald, Workers, Pcasants and Economic Change in the Ottoman Empire, 1730-1914, İstanbul, 1993. QUATAERT Donald, ZÜRCHER Erik jan eds., Workers and the Working Class in the O ıtoman Empire and the Turkish Republic (1839-1 950), London, Tauris Acadeınic Studies ct !ISI-! (Aınsterdam), 1995. Ri\MSAUR Ernest Edınondson, The Yoımg Turks. Prc/ude to the Revolution of 1908, "

528

ABDÜLHAMİD

Beyrouth, Khayats, 1965. RAMSAYWilliam Mitchell Sir, The Intermixture ofRaces in Asia Minor, Someofits Causes and Effects, l'roceedings of the British Academy, d lt VII, London, H. Milford, 1917. RENOUVIN Picrrc, Histoire des rclations internationales, cilt 6. Le xıx' siCcle. cilt ll, De 1871 ii 1 9 1 4, I'apogfede I'Europe, Paris, Hachettc, 1955. ROGAN Eugene L. Frontiers ofthe State in theLate Ottoman Empire. Transjordan, 1 8501921, Cambridge, Cambridge University Press, 1999. SAID Pasa, Said Pasa'mn Hatıratı, 3 cilt, istanbul, Sabah Matbaası, 1328/1912. Said Pasa'nm Kiimil Paşa Hatıratma Cevaplar. Şarkı Rumeli, Mısır ve Ermeni Meseleleri, İstanbul, 1327/1911. SALTJcremy, Imperialism, Evangclisnı and the Ottoman Armenians, 1 878- 1 896, London, F.Cass 1993. SCHMIDTjan, Through theLegation Window, 1 876-1926, FourEssays on Dutch, Dutch­ Indian and Ottoman History, Istanbul, Nederlands Historisch-Archaeologisch Instituut, 1992. SCHÖLCH Alexander, Egyptforthe Egyptians!The Socio-Political Crisis in Egypt, 1 8781 882, London, lthaca Press, 1981. SELLlER jean &. Andrii, Atlas des peuples dOrient. Moyen-Orient, Caucase, Asie centrale, Paris, La DCcouvcrte, 1993. SHAW Stanford j., "Sultan Abdülhamid: Last Man ofthe Tanzimat", içinde; Tanzimat'm 1 50. Yıldönümü Uluslararası Sempo.zyumu, Ankara, Milli Kütüphane Yay., 1991, s. ı79-197. SHAW Stanford )., "Ottoman Population Movements during the lastYears ofthe Empire, 1885-1914: Some Preliminary Remarks", Osmanlı Araştırma/an, 1, ı 980, s. 191 205. SHAW Stanford ]., "The Onoman Census System and Popul