Pound [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

AFA Çağdaş Ustalar Dizisi 11

Pound Donald Davie

.Şair, eleştirmen ve öğretmen Donald Davie, 1960 yılından bu yana, Kaliforniya’daki Stanford Üniversitesinde İngiliz Yazı­ nı Profesörüdür. 1922 yılında Bam sley’de doğan Davie, Bamsley Holgate Grammlar School ve Cambridge Üniversitesi, St. Catha­ rine’s College’de öğrenim gördü. 1950 ile 1957 yıllan arasında Dublin Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışan Davie, 1958 yılında, Gonville ve Caius College üyesi ve İngiliz Yazını konusunda üniversite öğretim görevlisi olarak Cambridge’e döndü. 1964 ile i960 yılları arasında Essex Üniversitesinde Y a­ zın Profesörü ve ön Rektör yardımcısı olarak çalıştı. Toplu yapıtlannı 1972 yılında yayınlayan Davie’nin, A W inter Talent (Bir Kış Yeteneği - 1957), Events and Wisdoms (Olaylar ve Dü­ şünceler - 1964), Six Epistles to Eva Hesse (Eva Hesse’e Altı Mektup - 1970) ve The Shires’ı da (Yöreler - 1974) içeren se­ kiz şiir kitabı vardır. Eleştiri yapıtları arasında Purity of Dic­ tion in English verse (İngiliz Şiirinde Kusursuz Söyleyim 1952) Articulate Energy (Birleşik Enerji - 1955), Ezra Pound: Poet as Sculptor (Ezra Pound: Yontucu Olarak Ozan - 1965) ve Thomas Hardy and British Poetry (Thomas Hardy ve İngi­ liz Şiiri - 1972) sayılabilir. Donald Davie, çeşitli İngiliz yazını dergilerine, düzenli yazılar yazar. Cambridge Üniversitesi, St -Catharine’s College’in onur üyesidir.

Çağdaş Ustalar CAM US W EB ER W ITTGENSTEIN KEYN ES O RW ELL LÉVI-STRAUSS LE CO RBU SIER SA U SSU RE DARWIN FOUCAULT POUND

Conor Cruise O ’Brien Donald MacRae David Pears Donald Moggridge Raymond Williams Edmund Leach Stephen Gardiner Jonathan Culler Wilma George J. G. Merqulor Donald Davie

Çıkacak olanlar: ADORNO BARTHES B EC K ET T CHOM SKY DURKHEIM ELIO T EVANS-PRITCHARD FREUD GRAM SCI JO Y C E JUNG KAFKA KLEIN LAW RENCE LAING LUKÁCS MARCUSE NIETZSCHE PIAGET REICH R U SS ELL SA RTRE SCH O EN BERG

Martin Jay Jonathan Culler A. Alvarez John Lyons Anthony Giddens Stephen Spender Mary Douglas Richard Wollheim Jam es Joll \ John Gross Anthony Storr Erich Heller Hanna Segal Frank Kermode Edgar Z. Friedenberg George Lichtheim Alasdair Macintyre J. P. Stern Margaret Boden Charles Rycroft A. J. Ayer Arthur C. Danto Charles Rosen

POUND

Donald Davie Çeviren

Reşit Ergener

AFA YAYINLARI

Çağdaş Ustalar : 11 AFA Yayınlan : 45

Aralık, 1087

© AFA Yayıncılık A.Ş., İstanbul ONK Ajans © Frank Kermode

Fontana - Modem Mas ters dizisinin 1975 yılında yayınlanan 1. baskısından dilimize çevrilmiştir.

Dizgi, baskı, cilt A car Matbaacılık Tesisleri Tel 526 84 42 - 567 98 64 Kapak baskı Reyo Basımevi

AFA Yayıncılık A.Ş., Çatalçeşme Sok. 46/4 Tel 526 39 80

Cağaloğlu - İST.

İÇİNDEKİLER

Giriş

9

1

Roman Dilleri

2

Program lı B ir On Yıl

3

Selwyn M auberley ve Sextus Propertius

4

K antolar’daki Fikirler

5

K antolar’daki Ritim ler

6

Sonuca Doğru Sonuç

113

N otlar

116

Kronoloji K aynaklar

122 124

17

97

31

62 75

45

ELP’nin Anısına

B ir k ara parçası y an m ad a ışığında «Akdeniz» beyaz kireç boyayı kucaklar ve sıcak serin şafaktan ve topraktan, biçimleri tanım lam aya öğle coşkusuna yükselir; yap rak lar birbirine bıçaklar gibi dolanır y a da örülü teller gibi siyah, ince gölgeler dalların ve yap rak lan n tutsağı dağınık y a ta rla r ve başka yerleri başka yerlerin Ispanya’da ve F ra n sa ’nın güneyinde gezinen, yap ıtlan bir ra fta bir sepet limon ve taş gibi yığılı b ir gezgini etkileyişini anım sarlar Reginald Gibbons C alifom ia, 1973

Giriş

Onun gibilerinin çalışm a yaşam ların a ilgi duyan az sa­ yıda kişi, Venedik’te, 1973’de ölümünden birkaç yıl önce E zra Loomis Pound’u, eski bir davanın yaşayan son sa­ vunucusu rolünde görm eye başlamışlardı. İşbirliği yap­ tığı değişik uluslardan yirm inci yüzyıl avan t - garde sa­ natçılarının tümünden, daha uzun yaşam ıştı. G audierBrzeska ve Jacop Epstein ve Brancusi; Percy W yndham Lewis ve George Antheil ve T.E. Hulme; W illiam Butler Y eats ve Jam es Joyce; Je a n Cocteau ve Francis Picabia; T.S. Eliot ve W illiam Carlos W illiam s ve Ernest Heming­ way - bu listede adı bulunanların tüm ü (ki liste sonsu­ za dek uzatılabilir), iyi ya da kötü, ünlüydü. Onların tü­ m ünü tanıyan Pound, onların tümünden daha uzun y a ­ şadı. Şansın ya da yazgının ona bağışladığı uzun yaşa­ mı değerlendirmek am acıyla ilginç bir strateji benimse­ mişti : Susmak. Tam anlam ıyla susmak. Eski arkadaşı, rakibi ve zam an zam an nerdeyse düşmanı olan T.S. Eliot’un ölümünde olduğu gibi, ölümler karşısında gere­ ken ve h atta soylu davranışları gösterdi. Ama, Venedik’­ teki evine gidenlerin anlattıklarından öğrendiğimize gö­ re, sorulara ve konuşm alara karşı tepkisi, çoğu kez ses­ sizlikti. Y a söyleyecek hiçbir şeyi yoktu; ya söyleyecek­ lerinin tüm ünü söylemişti; y a da, ki ne yazık ki doğrusu bu olacak, daha önce söylediklerinin çoğunun yanlış ol­ duğunu anladığı için, kendinde yeni bir şey söylemek yetkisini görmüyordu. Pound, yaşam ı ve çalışm alarıyla ilgili görüşlerini son olarak 1963’de, İtalyan dergisi Epoca'dan G razia Levi’ye

açıkladı. D aha sonra aynı dergide yayınlanan görüşm e­ de, şu konuşm alar g eçiy o rd u : (Pound) Kendi payım a ben, hiçbir şey bilmedi­ ğimi biliyorum. (Levi) A m a A Lume Spento’yu ya da Lu stra’yı y a­ zarken; ya da Konfüçyüs'ü incelerken; y a da K antolar’m dev boyutlarıyla uğraşırken, her şeyi biliyor gibiydiniz. (Pound) Evet, gerçekten öyle! Doğrusu şu, yineli­ yorum : Kuşkunun bilincine çok geç vardım. (Levi) : Bu büyük kuşkuyu daha önce edinseydiniz, yaşamınız ve çalışm alarınız nasıl etkilenirdi? (Pound) Yaptığım yanlışların pek çoğunu, yap­ mazdım. Ereklerim doğruydu; yanlışımı, onla­ ra ulaşm ak için kullandığım yöntemi seçerken, yaptım. H er şeyi, çok geç anladım ... Hiçbir şe­ yi bilmemenin belirsizliğini, çok geç k a v ra­ dım ... (Levi) Hiçbir şeyin kesin olmadığını kesin olarak kavradığınızdan bu yana sizi yaşam a bağlayan nedir? (Pound) Artık beni yaşam a bağlayan hiçbir şey yok. ı Bu görüşler, kimseyi memnun etmiyordu. Y ıllar boyu Pound’un, kendi kendini kandıran bir cahil olduğunu savunanların hiçbiri, bu itirafların, ozanın kendi hakkmdaki içten görüşleri olduğunu kabul etmek istemi­ yordu. Öte yandan, Pound’un şiir kuram ının ve uygu­ lam alarının, temelde doğru olduğunu savunan ozan ve eleştirmenler, yanlış bir yatırım yaptıklarına inanm ak istemiyorlardı. Yukardaki metni İngilizceye çeviren Louis Dudek, Pound’un, «şimdi 78 yaşında olduğunu,»

birçok kez felç geçirdiğini ve «önemli bir hastalıktan kısa bir süre önce kalktığım» belirterek KanadalI okur­ larını uyarm ak zorunluluğunu, bu yüzden duymuş ol­ malıydı. A m a Pound’un, 78 yaşında, ne söylediğini bilemeye­ cek denli zayıf ve şaşkın olduğunu sananlar, yanılıyor­ lardı. Çünkü, başka görüşm ecilere de aktardığı bu gö­ rüşleri, 2 son yayınlanan dizelerinde de dile g e tirm işti: Yanlışlarım ve yıkıntılar çevrem e yayılmış. Ve ben bir y a n T an n değilim, Tutarlı olam ıyorum ... Y a da: Pek çok yanlış, biraz doğru... V e: Doğruyu yitirmeden yanlışı itiraf edeceksem : Yardım sever oldumsa da zam an zaman, yardım edem em ... Kitap olarak 1967 yılında yayınlanan Kanto 116’dan alı­ nan bu dizeler, Louis Dudek’in, Epoca’da yeralan görüş­ menin ertesinde, bir Reuters bülteninde şu görüşlere yer verilmesine tepki gösterm ekte haklı olduğunu kanıtla­ m aktadır : «Pound’un, yazdıklannın tüm ünden ötürü pişman olduğu anlaşılıyor.» Am a Pound’un, yaşam ının son yıllarında kendini, yapabileceklerini cehalet ya da sabırsızlık yüzünden başaram am ış bir çağdaş usta ola­ rak gördüğü de doğru. Ben de Louis Dudek’le, Pound’un kendine karşı biraz fazla acımasız davrandığı konusun­

da uyuşuyorum; am a, bazı başarısızlıkların da sözkonusu olduğu ve bunların okura gösterilmesi gerektiği de, yadsınamaz. Pound’un h ayran lan , onun kendisine yönelttiği bu su çlam alan gizlemek y a da yorum lam ak am acıyla çok çab a harcadılar. Ama, Pound’un kendisini eleştirmesini, övgüyle karşılam ak gerekir. Kendisine yöneltilen sürekli su çlam alann hiç değilse bir bölümünü kabul etmesi, olumlu bir tutum olarak değerlendirilebilir. En ağır ve ona en çok z a ra r veren suçlam alardan biri olan Yahudi düşmanlığı konusunda, «en büyük yanlışım, orta sınıfa özgü, aptalca Yahudi düşmanlığı önyargısını benimsem em dirs» diyerek hatasını kabul etmesini saygıyla k ar­ şılamak gerekm ez mi? Bu soruya, galiba olumsuz yanıt vermek gerekiyor. Tersine Pound’un hatasını kabul et­ mesi onun yanlış yapm asından daha kötü b ir izlenim uyandırıyor. Çünkü, savaşta kimin, ne yanda y er aldı­ ğı önceden belirlenm iştir: Çağdaşlaşm anın ya yanında y a da karşısında olunacaktır; ve çağdaşlaşm anın en ön safında yeralan Pound’un, çizgisinden bir an bile sap­ ması, dostlarının olduğu denli, düşm anlarının da savaş­ m a güçlerinin sarsılm asına neden olm aktadır. Çünkü, «çağdaş» sözcüğünün tanımı, sandığımızdan çok daha geniş kapsamlıdır; çünkü, Pound gibi bir ça ğ ­ daşlık şampiyonu, birçok açıdan, çarpıcı b ir biçimde es­ kiye bağlıdır; ve çünkü, «geleneği» savunduklarını sa­ nanların, bunu yapm aya, Pound gibi b ir kişiliğe oranla çok daha az h ak lan vardır.

E zra Pound ya da giderek daha ra h a t kullanm aya alış­ tığımız bir deyişle Pound A raştırm aları, uluslararası bir endüstriye dönüşmek üzere. Eliot ve Joyce endüstrisinin daha önce başlatılmış olm alan n a karşın Pound girişi-

ininin, hacim olarak h er ikisini de geçeceği kesin gibi görünüyor. Çünkü Eliot ve Jo y ce ’un tersine Pound, za­ manı, enerjiyi, duygulan ve düşünceleri o denli m üsrif­ çesine harcam ıştır ki araştırm acılar, uçsuz bucaksız ve değişik türlerde m alzemeyi o rtaya çıkartm ak, incelemek ve sınıflandırmak am acıyla, daha düzinelerce yıl çalış­ m ak zorundalar. Pound’un öneminin, «Gütenberg çağı» nın, basım çağının sona erdiğini vurgulam aktan kay­ naklandığını ileri süren Pound araştırm acılan (örneğin M arshall McLuhan ve M ax N â n n y 4) , bu gerçeğin ışı­ ğında, güç durum da kalm aktadırlar. Yalın gerçek odur ki, Pound’un yaşam ı ve yazıları, kilom etrelerce karelik kitap basımına neden olm uştur ve olacaktır. Peki, Gu­ tenberg döneminin eşi görülmedik bir canlılıkla kendini hissettirmesinin içinde kesinlikle kendini aşan ve döne­ min sona ereceğinin işareti olan bir fenomeni de kap­ sadığı anlam ına geldiği mi söylenecektir bize? Böyle ol­ sa bile durum hem acı hem de gülünç. Akademik a ra ş ­ tırm aların birer endüstriye dönüştürülmesini kınayan bir insan endüstrileşmiş akademik a raştırm alar için önemli bir ham m adde oluşturuyor. Kitap sayfalarındaki artışı kınayan adam, bu sayfaların artm ası için bahane oluşturuyor; anladıklarını kısa ve özlü deyişlerle dile ge­ tiren ozan, uzun ve can sıkıcı incelemelere konu edili­ yor. Pound hakkında yazılanların pek azı, alçakgönüllü am a gerekli ve onurlu b ir çabayı, Pound’un kim oldu­ ğuyla ilgili gerçekleri, onun hangi yıl ve hangi gün, ne­ rede ve kimlerle olduğunu ve olaylar karşısında nasıl davrandığını belirleme çabasını yansıtır. Bu tü r bilgiler iki kitapta ve oraya bu raya dağılmış birkaç yazıda yeralır. s Pound endüstrisinde çalışanların pek çoğunun, ne yazık ki daha görkemli erekleri v a r : Bu yüzden, onun kapsamlı bir yaşamöyküsü, daha uzun süre elimize geç­

meyecek. Pound’un çağdaş uygarlıkla ilgili sarsıcı göz­ lemlerinin pek çoğu, hiç kimsenin o n lan oralard an kur­ tarm ay a niyetli olmadığı batık dergi kolleksiyonlarında gömülü. «Pound’un nesir ve şiir yapıtlarının baskıları­ nın, utanılacak durumda» olduğu da doğru. Eric Hamborger bu gözlemi yaptığından bu yan a «, durum un dü­ zeltilmesi am acıyla çab a harcanm ış değil. Gerçeklerin ve belgelerin önemsenmemesi yüzün­ den genç Pound’un kişiliğini betimlemek am acıyla an ­ cak şu tü r sözler söylenebiliyor : «Şiirin olanaklarını ye­ niden tanım lam ayı am açlayan ve ondokuzuncu yüzyılın getirdiği alışkanlıkların sığlığını sergilemek am acıyla uygarlığın köklerine dönen, bir ozan. "» Ama, yazılı kay­ naklar, genç Pound’un tersine, Swinburne ve Thomas H ardy’yi ve D.G. Rossetti, Beddoes ve Landor ve Brow­ ning, G autier ve Heine ve Leopardi, Stendhal ve Remy de Gourmont ve Flaubert’i seven; Emily Dickinson y a da Melville ya da Hawthorne, Fennimore Cooper ve Thore a u ’yu dikkatle okumadığı (ve okum ayacağı) için, on­ dokuzuncu yüzyıl A m erikan yazını hakkında görüş sa­ hibi olmayan; öte yandan, «W histler’in genç Bayan A lexander portresinin, 'yalvaç özentisi’ Blake’in tüm İsa çizimlerine oranla, daha zekice ve h a tta daha ‘devrim ci’ olduğunu,» düşünen 8; kısaca, ondokuzuncu yüzyıla tüm çağdaşlarından daha fazla bağlı bir sanatçı olduğunu göstermektedir. Pound, yirminci yüzyıl çağdaş sanat akımlarının bir ustası ve babası olmuşsa bunu, bizleri ondokuzuncu yüzyılın inançlarını yadsımamız gerektiği­ ne inandırarak başarm am ıştır. Daha gerilere, İngilizce okurlarının pek çoğu için (Pound’un bir zam an lar Jam es McNeill W histler’den çok daha seviyesiz bulduğu), İngiliz gravürcüsü ve ozanı W illiam Blake’le noktalanan onsekizinci yüzyıla gidile­ bilir. Pound’la Blake’in birbirlerine çok benzediğini ileri

sürenler de var. Bunlardan biri, Blake için şunları söy­ lü yor: «Sanat ve kültürün, hastalıklı bir uygarlığı nasıl beslediğini sergileyerek ve ruhsal gelişme modelleri su­ n arak bir değişim sağlam ayı am açlıyo rd u 9.» A m a Blake’in şiirlerinde «hastalıklı» deyimiyle anılan onsekizinci yüzyıl toplumu, Pound’un sevdiği ve onayladığı, Henry Fielding ve George Crabbe, V oltaire ve Fontenelle ve Metastasio, John Adams ve Thomas Jefforsun gibi­ lerinin yetişmelerine katkıda bulunmuştu. Pound’un ge­ rek ondokuzuncu yüzyıl «romantik» kültürüne ve gerek onsekizinci yüzyıl «aydınlanma» kültürüne karşı put kı­ rıcı bir tutum içinde olduğunu yazılı k ayıtlar doğrulam am aktadır. Yine, 1970’lerde ABD’de «şimdi, Ezra Pound’un yüz­ yılın başında, ‘ölü şiir sanatını canlandırm a,’ çabası içi­ ne girdiği dönemde olduğu gibi kültür boşluğu içinde değiliz» denildiğinde, dikkatli olmalıyız. Ve kuşkusuz belgeler, genç Pound açısından 1908 ile 1912 yıllan a r a ­ sında Londra’nın, belki Kam ışların A rasındaki R üzgar’ın (The W ind Among the Reeds), B üyükelçilerin (The Ambassadors) ve Greenwood Ağacının A ltm da’nm (Un­ der The Greenwood Tree) yazarları10 ve Ford M adox Ford ve T.E. Hulme ve Pound’un beğendiği Frederic Manning, G.R.S. Mead ve Allen Upward gibileri orada yaşadıkları için, bir kültür boşluğu oluşturm aktan çok uzak olduğunu gösterm ektedir. Bunun da ötesinde, Pound’un Hugh Selwyn M auberley’sini okuyanların pek çoğu, «ölü şiir sanatını canlandırm a» deyişinin, bir tersinleme, şiir sanatının öldüğünü ya da ölebileceğim dü­ şünenlere yöneltilmiş b ir hak aret olduğu kanısındadır. Kısaca, bulabildiğimiz tüm kanıtlar, genç Pound’un, b ir put kırıcı değil, tersine nerdeyse m ilitan bir tutucu ol­ duğunu göstermektedir. Pound’un, temelde Edmund Gosse ve George Saints-

bury gibi bir Edward dönemi aydını olduğu, onun daha sonraki şiirlerinde ve görüşlerinde göze çarp an saldır­ g an garipliğin toplumsal ve politik gelişm eler yüzünden ortam ın yeniden oluşturulm ası umudunu giderek yitir­ mesinden kaynaklandığı ileri sürülebilir. Pound’un, Ed­ w ard dönemine özgü özelliklerini, hiçbir zam an yitir­ mediği kesin. Bu yüzden onun ölümüyle, yalnız bir tü r yirm inci yüzyıl çağdaşlığının son örneği değil, aynı za­ m anda ve garip b ir biçimde, bir önceki yüzyılın yetiş­ tirdiği daha eski bir kuşağın son temsilcisi de yitirilmiş oldu.

1 Roman Dilleri

Havası ve çağrışım larıyla Pound’un Roman Dillerinin Ûzü (The Spirit of Rom ance -1910) adlı ilk nesir yapıtı­ nın altbaşlığından daha zarif y a da daha az yıkıcı ola­ bilmek olanaksız : «Latin A vrupası’nın Rönesans Öncesi Yazınının Çekiciliğini Biraz Olsun Tanımlayabilme Ç a­ bası» [Y azan : E zra Pound, M.A.; ‘Kişiler’ (‘Personae’) ve ‘Coşkular’ın (‘Exultations’) Y a z a n » ). «Biraz olsun» ve «çekicilik» sözcükleri, Pound’un daha sonraki nesri­ nin vahşice vurgulu dilinden o denli uzak ki, bu altbaşhğın, alay etmek am acıyla düzenlendiği bile düşünüle­ bilir. Ama, o rtad a bunun k an ıtlan yok. Tersine, Pound’u, çalışm a yaşam ının başında ele alırsak «biraz olsun», «çe­ kicilik» ve elbette «Roman» sözcüklerinin ciddi ve yet­ kin kişilerin kültürle ilgili sorunlan incelerken kullandıklan dilin b irer p arçası olduklan b ir ortam a gitmemiz gerekir. Bunun da ötesinde Pound’un, Londra’da 1908 - 9 ve 1909 -1 0 yıllannda yaptığı konuşm alarda olduğu gibi bu kitabında da sözettiği konular, — antik İskenderiye’den Bion ve Moschus, Fransız yerel trubadorlan, Roland Ş ar­ kıları ve Poem a del Cid, dölce stil nuovo ve Dante, Villon, Lope de Vega, Camoens, Rönesans döneminin Latin ozan­ ları— George Saintsbury’nin, Edward dönemi yazın kül­ türünün başyapıtlarından biri olan A vrupa Yazınının Evreleri’yle, (Periods of Europan L iteratu re), aynı çiz­ gide. Oniki ciltlik bu ansiklopedik yapıtın önsözünü M atthew A m old'un şu sözleri oluşturuyor:

Gelecekte bize yardım cı olabilecek yegane eleştiri,. A vrupa’yı, düşünsel ve ruhsal a m açlar için birlik­ te davranm aya zorunlu ve ortak hedefler için çalı­ şan bir büyük konfederasyon, bir varlık olarak gö­ ren eleştiridir. A m a Saintsbury, 1907’de onikinci cildini yazm aya başla­ yıp kimi Rus, PolonyalI ve İskandinav yazarları da gözönüne almak zorunda kalınca bunu, o denli belirgin bir sabırsızlık ve isteksizlikle yap ar ki, sonunda biz, Saintsb u ry’nin A m old ’un çağrısı uyarınca tasarladığı A vrupa’­ nın, bu adı taşıyan coğrafya birimi değil de, A lm anca ve İngilizcenin özel durum lar olarak kabul edildiği, yal­ nız Latin dillerinin konuşulduğu bölgeyi kapsayan, Ak­ deniz merkezli, çok daha küçük bir birim olduğunu an ­ larız. Bu, Pound için de doğrudur - yalnız 1906’da Ro­ m an Dillerinin Özü’nü yazan , 1906’da Pennsylvania Üni­ versitesinde Rom an türevi dillerinde doktorasını yapan genç akademisyen için değil, 1920’lerde E m e st Hemingw ay’e, «gerçeği söylemem gerekirse Hem, Ruslar’ı hiç okumadım» itirafım yapan Pound için de doğrudur, h a tta iki dünya savaşından sonra bir tutuklular kampında şu dizeleri yazan Pound için de doğrudur (Kanto 76) Bir karınca yuvasının yıkıntılarında yalnız bir karınca gibi A vrupa’nın yıkıntıları üzerinde, ego scriptor. Pound’un yaşam ı boyunca savunduğu A vrupa «konfe­ derasyonu», gerçekte Latin ve onun Roman türevi dille­ rini konuşan b ir A vrupa’ydı. İngilizce, bu türevlerin en uzaklarından biriydi ve klasik Yunancanm , bu dillerin tümünün ve h a tta Latincenin özgün kaynağı olarak

ayrı bir yeri vardı. Ve Pound’un, giderek daha fütursuz davrandıklarını düşündüğü b arb a rla ra karşı savundu­ ğunu sandığı düşünceler ve görüşler, öncelikle Latin dillerinde söyleniyorlardı: İtalyanca, İspanyolca, F ran ­ sızca (ve akim a gelirse, Portekizce). Bu kuralın çarpıcı istisnası gibi görünen Pound’un Çin diline ve kültürüne ilgisi, göreceğimiz gibi içtenlikten uzak ve yüzeyseldi. Bu tü r önyargılar ve eğilimler, Dostoyevski ve Nietzsche, Freud ve Ibsen ve Fran tz Fannon, kültürlü olmak iste­ yenlerin ilgilerini A m a u t Daniel’e ve François Villon’a oranla daha fazla çekmeye başlam adan önce, George Saintsbury’nin çağ d aşlan arasın d a dah a yaygındı. Ve soruna bu açıdan bakıldığında Pound’un, çağd aşlannm çoğu gibi politik aşınlıklardan birini seçmesinin ve za­ m anı gelince Sovyet komünizmi yerine Italyan faşizmini benimsemesinin bir rastlantı olmadığı anlaşılır.

Am a genç Pound, bu saygın, teknik ve iyi tanımlanmış anlam da Roman dillerini benimsediyse, şu dizeler için ne denilebilir? Evet, benzerim ru h lar için özlem doluyum Ve çevrem de gölgeler dışında hiçbiri yok Geldiklerinde, güç dolu, «DAEMON,» «Quasi KALOUN» S.T., Güzellik, en çok «ruha bir çağrıdır» der Öyleyse, onlar da, ruhum un sislerinde an aforlan çağın yorlar, B ana doğru, eski büyülerle gelenler. Burada, Villon gibi gerçek bir «Roman» ozanının doğrudan katı dili değil de, Romantik anlam ında Ro­ m an dili var. Pound’un üçüncü şiir kitabı Personae’deki ıe

(Londra, 1909) «Durance’da» (1907) şiirinden alınan bu dizelerde kullanılan dil, anlatılm ak istenilenerle uyum­ lu. Çünkü, S.T., Coleridge’d ir ve şiirde, Coleridge'in, do­ ğanın ve şiirin işlevi konusunda Pound’un bu şiiri gibi Platonik ve neo-Platonik görüşler ileri süren «Yapıcı Eleştirinin ilkeleri,» adlı metnine değinilmektedir. Bu­ nun da ötesinde bu dizelerin neo-Platonik özü, Pound’un düşüncesi üzerinde etkili olmayı sürdürecektir. Ve bir fikir tarihçisi gibi Pound’un şiirinin düşünce özü üze­ rinde durursak onun, yaşam ının sonunda söyleyecekle­ rini, bu erken dönem şiirinde de söylediğini görürüz. An­ cak erken ve geç dönem şiirleri arasındaki en önemli ayrım , söylenenlerin nasıl söylendiğinden kaynaklanır. Çünkü Pound’un K antoları, Shelley ve D.G. Rossetti gibi neo-Platonik Romantik ozanların yapıtlarıyla karşılaştı­ rılam az. Bu yüzden Pound’un, Shelley gibi yazmış ola­ bileceğini ileri sürm ek anlamsızdır. Bu tü r düşünceler, fikir tarihçilerini ilgilendirebilir am a, şiir okurlarını il­ gilendirmez ve ilgilendirmemelidir. Şiir okuru, Pound’un, A Lume Spento (Venedik, 1908) adlı şiir kitabının 1904’de yapılan ikinci baskısına yazdığı önsöz üzerinde dur­ m alıdır : Neden ikinci baskı? Bilgisizliğin derinliği ve dargörüşlülüğün yüzeyselliği dışında alınacak ders yok. «W ardour Sokağı’nın» ne anlam a geldiğini bilme­ yen bir cehalet. Bu deyişin ne anlam a geldiğini bugün kim bilir? Deyiş, 1908’de, 1964’de olduğundan daha yaygındı. Bugün, an ­ layabilmek için sözlüğe bakm am ız g ere k iy o r: Londra’da, antika ve klasik biçemde eşya satıcıla­ rının bulunduğu bir sokak... özellikle tarihsel ro-

m an yazarlarının kullandığı eski özentisi dili be­ timlemek am acıyla kullanılır, 1888. Pound’un «Evet, benzerim ru h la r için» dizelerinde kul­ landığı dil, ancak «eski özentisi» olarak betimlenebilir. Özellikle Pound’un, O rtaçağ tru b ad orlan n a ilgisini pay­ laşan, Ingiliz arkadaşı M aurice Hewlett, bu yorucu dili k ullanarak kitaplar yazıyordu. Bu dil. Geç V iktorya ve Edward dönemi Ingiliz rom anlarında kullanıldığı için Roman denilen bu dil, güçlü ve açık bir iletişim ortam ı iletişim ortam ı oluşturm aktan uzaktır. Ancak eskiye özenme, bu dizelerinin dilinin yalnız bir unsurunu oluşturur. Coleridge’in S.T. diye çağrılm a­ sında görüldüğü gibi not tutuyorm uşcasm a kısaltm ala­ rın kullanılması, ve «DAEMON,» «quasi KALOUN» gibi Y u n an ca sözcüklere yer verilmesi de, diğerlerini. Ola­ ğan bir İngilizce cümlede Y u n an ca sözcüklerin yeri yok gibi görünür. G ram er kurallarından bu sapma, sözcük­ leri ortay a atıp onları birbirleriyle tokuşturm akla yetin­ mek zorunda kalan ozanın çaresizliğini yansıtır. Bu aşam ada, bu sözcüklerden nasıl yararlanabileceğini bil­ meyen ozan, çabasının umutsuzluğunu ve gerekliliğini ortaya koym akla yetinir. Dil, A vrupa’nın geçmişinden alınmış ve yalnız ozanın istenciyle b irarad a tutulan, k a r­ maşık unsurlardan oluşur. Bileşimin tutarlılığı, um ut­ suzca istenir, am a kesinlikle elde edilemez ve kanıtla­ namaz. Ancak tutarlılık gereksinimi, bu yüzyılın başın­ da Londra’da yazan ozanların hiçbiri için olmadığı denli acildir. Bunu, hiç olm azsa bir Londralı eleştirmen an ­ ladı ve buna tepki gösterdi. Birinci Dünya Savaşının baskısı altında oluşturacağı diliyle şiire kendi eşsiz k at­ kısını yapacak olan bu eleştirmen, dille o günlerde ken­ di savaşımını sürdürmekte olan Edw ard Thom as’dı. Thomas, Pound’un Personae’sini kendi deyişiyle bir

«savaş alanı» buluyordu ve elde edilen kesinlikle bir ba­ şarı değil, tersine bir yenilginin, İngiliz diliyle yaşayan ozanların hiçbirinin girişmediği denli güçlü bir savaşı­ mın yıkıntılarının sergilendiği bir savaş alanıydı bu. Edward Thomas’m acım asız kişiliğinde Edw ard dönemi Londra’sı, Pound’un çaresizliğine, girişiminin büyüklüğü­ ne ve hırslılığma, neden olduğu çatışm anın çapına ve savaşım a giriştiği dil unsurlarının boyutlarına, tepki gösteriyord u .1 196C’la n n y a da 1970 lerin Londrası’nııı, tüm iddiası söyledikleriyle bir başarı değil bir v aat y a ­ ratm ak olan bir ozana karşı (en hafif deyimiyle) bu denli cöm ert ve anlayışlı davranm ası beklenemezdi. Pound, 1909’a dek yayınladığı üç kitabıyla, Londralı seç­ kin aydınlar arasında sağlam bir yer edinmişti. Gerçi bu, Pound’un hakkıydı. A m a yazın dünyasında herkesin, h er zam an hak ettiği yeri alam adığı da bir gerçek. Edward Thomas, bu Edward dönemi ozanının ken­ dine özgü gözüpekliğinin ve heyecanının, Amerikalı ol­ m asından kaynaklandığını anlayam ıyordu. Bir başka de­ yişle Pound, İngilizce konuşan, am a İngiliz İngilizcesini bir A vrupa aksam olarak gören bir ozandı. 2 Bir Ame­ rikalı olarak Pound, İngiltere’yi, daha büyük bir kültür biriminin bir parçası olarak görüyor ve İngiltere’ye gel­ mekle, A vrupa’ya geldiğini düşünüyordu. Oysa Edward dönemi İngilizlerinin kendilerine bakış açısı, çok fark ­ lıydı. Saintsbury gibi ateşli bir A vrupa yandaşı bile ken­ dini, kıta A vrupası’nın dışında bir ulusal birimin parçası olarak görüyordu. A m a Pound gibi bir Amerikalı A vru­ pa yandaşı için İngiltere’yi çekici kılan özellik, A vrupa’­ dan ayrı olması değil, Akdeniz’e bağlı olmasıydı. Ozan, bu yüzden «Durance’da» şiirinde, eski özentisi İngilizce­ den klasik Y unancaya, öylesine inandırıcı olm ayan bir gözüpeklikle atlar. Pound’dan önce W hitm an, Am erikan İngilizcesini İspanyolca sözcüklerle süslemiş ve Pound’-

dan sonra W allace Stevens, A m erikan İngilizcesine F ran ­ sızca sözcükler eklemişti. Am a, Pound'un çab alan , daha ciddi ve daha kapsamlıydı. İngilizcenin, Fransızca, İs­ panyolca ve İtalyancayla birlikte kardeş diller olarak yeralacağı, Y u n a n -R o m a Hristiyan dünyasının ortak dili lingua fra n ca ’yı y aratm ak ya da yeniden yaratm ak istiyordu. «Durance’da» şiirinde kullanılan kanşık dil, Canto’larda belki yine istikrarsız, am a o denli kolaylıkla çözülmeyen, yeni bir bileşime ulaşacaktı. «Durance’da» ve Roman Dillerinin Özü’nün yazarı, aynı zam anda, bir ABD yurttaşı olarak kendi ülkesinde­ ki kültürün durumunu ve geleceğini ele aldığı P atria M ia’nın da (1912) yazarıydı. Pound’un bu tuhaf, kısa ça ­ lışmasının ilginç bir m acerası olacak ve yazılıp A.R. O rag e’in Londra’da yayınladığı The New Age dergisinde y er aldıktan ancak otuz yıl sonra, kitap olarak yayınla­ nacaktı. Bu yapıtın ilginç yönü, Pound’un bir Am erikan yurtseveri olarak daha işin başında yenilgiye uğram ası­ dır. Pound, kendini anavatam nın, bir Rönesans ya da (aynı anlam a geliyorlarm ışcasına) bir Risorgim ento’ya h azır olduğuna inandırm aya çalışır am a derlediği kanıt­ lar, bunu doğrulam az. Çünkü Pound, kitabın ikinci say­ fasında yeralan şu p aragrafın anlamını, tam olarak be­ nimsemeyi yadsır. ...y a p ıcı ülküleri olanlar, kendi düşünceleri kendi­ lerine yetenler, «duygusal» denilenler, A vrupa’dan ABD’ye göç etmezler. Köylü bile olsalar, ülke, çev­ re, ortam sevgisi gibi ince duygulara sahip olan­ lardan söz ediyorum. Bu tü r kişiler, ABD’ye k ah ra­ manlık gösterisi yapmak am acıyla gelseler bile, topraklarına geri dönerler. Bunlar, bizim tasarım ­ larım ızda yer alm azlar.

Serbest göç politikaları yüzünden ondokuzuncu yüzyıl boyunca, A vrupa’nın daha ruhsuz, köksüz ve sığ kişi­ likli bireylerinin ABD’ye doluştuğu kuşkusu ve inancı, altmış yıl önce, özellikle eski am a yoksullaşmış Am eri­ kan aileleri arasında yaygındı (Pound’un babası da, bü­ yükbabasına oranla yoksuldu). Ondokuzuncu yüzyıl bo­ y unca ABD’ye gelen göçm enlerin büyük çoğunluğu Do­ ğu Avrupalı Yahudi olduğundan, bu kuşku ve inançlar, belirgin bir biçimde A m erikalılara özgü bir tü r Yahudi düşmanlığının gelişmesine neden oldu. Nitekim, P atria M ia’nm özgün baskısında, Yahudi düşmanlığının izleri görünür. Ülkesine 1910 yılında yaptığı uzun gezinin anı­ larını derlediği bu kitapta Pound, A m erika’ya yeni ge­ len göçmenleri küçük görme duygusuyla îngilizlerin y a ­ bancıları aşağılam asına duyduğu tepki arasında gidip gelir. ABD’nin büyük bir kültür gücü oluşturacağına inanm ak ve buna kendisini de inandırm ak ister, am a ba­ şaram az. Bu çabayı anlayışla karşılam ak gerekir; yirmiyedi yaşındaki bir genç adamın, yaşam ı boyunca yaban-., cı ülkelerde, kendi ülkesinde olacağından daha mutlu olacağını kabul etmesi güçtü. Am a gerçeklere karşı di­ renm enin acı sonuçlan, otuz yıl sonra, kendini h âlâ birA m erikan yurtseveri olarak gören Pound, yaklaşan Ame­ rikan ordularına yönelik radyo konuşm alan yaparken görülecekti. Üstelik, Pound’un Am erikan Rönesans'ının gerçekleşmesi için önerdiği önlemler, özel, örgütsel ve. pratik nitelikleriyle tümüyle Am erikalılara özgündü. Bu önerilerin pek çoğu, örneğin san ata ve bilime vakıflarca parasal destek sağlanm ası ve üniversiteler aracılığıyla bilimadamı ve sanatçı değişimi uygulam aya geçirilmiş­ tir. Am a pek az Amerikalı, bu gelişmelerin, Pound’un 1912’de kaçınılmaz bulduğu türden bir san at ve kültür patlam asına neden olduğunu ileri sürebilir. Pound’un bu en açıkça ve en belirgin bir biçimde-

Amerikalı olan kitabının adının, Latince olması, ilginç­ tir. Pound, bu kitapta, A m erika için, A vru p a’da öğren­ diği örneklere uygun b ir gelecek öngörür. Ancak, Kuzey A m erika’daki beyaz adam ın kültür alanındaki başarı­ larına tarihsel olarak Plym outh’da ilk yerleşim birimi­ nin kurulm asından bu y an a kaynaklık etmiş olan yeni bir kıtanın, yeni bir başlangıç, A vrupa’nın kirlerinden ve kusurlarından arınm ış ve A vrupa’nın yanılgılarını yinelememeyi A vrupa tarihinden öğrenmiş, yeni bir Adem için, yeni bir cennet olduğu umudunu ve inancını Pound, ne bu kitabı yazarken ne de daha sonraları pay­ laşacaktı. Tersine Pound, A m erika’nın soylu bir u ygar­ lığı, ancak eski A vrupa uygarlıklarına ve temelde Y u ­ nan ve Rom a uygarlıklarına öykünerek oluşturabile­ ceğine inanıyordu. 1947’de, pek az Y unan ve Rom a ta ­ rihçisi, çalışm a alanlarının değeri konusunda bu denli kapsamlı savlar ileri sürebilirdi. Bu tarihçilerden biri olan Charles Doria’ya göre «Batı uygarlığının gelişmesi­ ni ve özünü, klasiklerde aram ak» Klasik Çağ çalışm ala­ rının yalnız kısa bir süre için, «onsekizinci yüzyıl ile Bi­ rinci Dünya savaşı sonu arasında» temel am acı olmuş­ tur. Ve bu süre boyunca, bu biçemde yürütülen Klasik Çağ araştırm aları, çirkin ideolojik am açlara hizmet e t t i : Yunanistan ve İtalya, uygarlığımızın kurucuları ve gerçek beşikleri oldular. Klasik yapıtlarda, eğer ge­ rektiği gibi okunurlarsa, A vrupa’nın ve onun uzan­ tısı Kuzey A m erika’nın dünyaya neden egemen ol­ duklarını açıklayan ipuçları bulunabilir. Sırasıy­ la Atina ve Rom a’nın arm ağan ları olan dem okra­ sinin ve teknolojinin kökenleri, eskilerin kurulula­ rında ve tutum larında yatıyordu. Çağdaş uygarlı­ ğın mihenk ta şla n olan ilerleme, bireycilik, «yasa­ la r altında özgürlük» ve h er şeyden önemlisi, eko­

nomik ve politik gücün, (Tükidides’in Melian Diyaloğu’nda öğretildiği gibi) devletin çıkarları doğ­ rultusunda bilimsel kullanımı, eskilerin katkısı ol­ m asa, felsefe açısından olanaksızdı. Avrupa için kültür açısından kendi kendine yeter­ liliği öngören bu tutum , A.vrupa’nm kültür ve ırk üstünlüğünü kanıtlam a çabası, Klasik Ç ağ çalış­ malarının, A ryan ırkını inceleme çalışm alarına dö­ nüştürülmesi olarak tanım lanabilir. Bu dönem bo­ y u n ca... «W inckelmann’dan W ilamowitz’e» Alman­ y a ’nın, Klasik Çağ çalışm alarının öncülüğünü yü­ rütm üş olması b ir rastlantı değildir, s Bu görüşün, çürütm eye çalıştığı görüşler gibi gereken­ den daha geniş kapsamlı ve kurgusal olduğu doğru. Ama, Pound’un tutum una açıklık getirm ek açısından yararlı. Doria’ya göre bu görüş açısıyla yetişen Pound, A vrupa’nın klasik uygarlığın ürünü olmadığını hiçbir zam an görem edi... vahşetin açıkça sergilenmediği ve duyulmadığı bir ortam da yetiştiği için olacak, vahşi bir uygarlığın çelişkilerini ve oraya bu raya dağılmış gü­ zelliklerini, şiir ve eleştirilerinde özetleyen, kendini be­ ğenmiş bir Avrupalıya dönüştü. 4 Bu anlam da Pound, yitirilmiş bir savaşı sürdürm eye çabalayan, yanlışlığı kanıtlanmış önyargılarla dolu bir askerdi. Onu, Edward dönemi Ingilteresi’yle uyumlu kılan en önemli özelliği de buydu. A m a bu özellikleri yüzünden kendisine en güçlü saldırıların Klasik Ç ağ araştırm acıların ca yönel­ tilmiş olmasını nasıl açıklam alı? Bu ilginç bilmecenin çözümünü, aşağıda vereceğiz. Oysa Pound’la ilgili güncel görüş, bunlardan çok uzaktır. Y uk ard a verdiğimiz yaygın bir altern atif görüş, Pound’u W illiam Blake’le aynı kefeye koyar. A m a bu yorum da oldukça yeni. Pound’un Amerikalı arkadaşla-

nm n, onu Amerikalı dahi olm am akla suçladıklarını anım sam ası için, kişinin fazla yaşlı olması gerekmiyor. Pound, tüm yetişkin yaşamını, ABD dışında geçirmedi mi? Tanınmış bir Yahudi düşmanı ve faşist değil miy­ di? Mahkumiyetten, cezai yeterliliğinin olmadığını uy­ durarak kurtulm adı mı? A nılar kısa ömürlüdür, bugün artık, bunların tüm ü sanki hiç olmamış gibi, öyle bir düşünce ortam ı sanki hiç varolm am ış gibi, Pound’un W ashington’da bir akıl hastahanesine kapatılmasının utancını üzerinden atan A m erikan aydını, onu «Avru­ palI olmayan» anlam m da bir büyük «Amerikan» ozanı olarak göklere çıkartabilm ektedir. Bu bağlam da anım ­ sanan isim, Blake değil, W hitm an ’d ir: W hitm an ve Pound arasındaki yaşam sal ilişkiyi k avram am ız... A m erikan şiirinin kuramını ve ta ­ rihini anlayabilmemiz için zorunludur... 5 Ya d a: W hitm an’dan Pound’a giden yol, Am erikan şiiri­ nin radikal çizgisini o lu ştu ru r: A ralarındaki bağ, C haucer’dan, Spencer ve Milton’a uzanan traditio denli güçlü ve sağ lam d ır.« «Güçlü ve sağlam.» Bu sözcükler, olası karşı çıkm aları susturm ayı am açlıyor gibidir. Yazarın, böyle bir önlem alm ayı gerekli görmesine şaşm am ak gerekir. Çünkü Pound, P atria M ia’da şunları y azm ıştı: Bugünün Amerikası, Henry Jam es’i yitiren am a Henry Van Dyke’ı bağrına basan bir ülke. Bunlar, ağır sözler, am a doğru.

A m erika’nın san at ve bilim dünyasındaki yeri, Seneca dönemindeki Ispanya’nın yeriyle karşılaştı­ rılabilir. Uygarlık açısından ABD, Doğudaki baş­ kente birkaç dikkate değer sanatçı yollamış, zen­ gin bir Batı vilayetidir. Bu başkent de kuşkusuz Roma değil, Paris ve Londra’nın bileşimidir. Sömürge geçmişimiz bize, Irving ve H aw thorne’u verdi. Onlar, saf İngilizce geleneğinde yazdılar. Sonra, W hitm an geldi. Onunki, bir sanat çabasın­ dan çok, insanca bir tepkiydi. Çünkü kişi, susabil­ diğim, kendini denetleyebildiğini ve üzerinde etkili olan güçleri yönlendirebileceğini kanıtlayana dek, sanatçı sayılamaz. Ve zam anım ızda ülkem, dünyaya iki ad verm iştir. Başyapıtların, D ürer’in ve Hokusai’nin dünyasın­ dan W histler ve Flaubert’le Turgenev’in okulun­ dan Henry Jam es. Bu sözler, Pound’un W histler ve Jam es’i, W hitm an’a yeğlediğini gösterm ektedir. Pound’a göre onlar b irer sa­ natçı, W hitm an ise salt bir tepkidir. P atria M ia’da, W hitm an’in yine, «sanatçı değil de, tepki,» olarak nite­ lendirildiği bir başka bölümü gösteren Edw ard Fussell şöyle der : «Pound'un W hitm an’i bir tepki olarak nite­ lendirmesi, kendisinin de bir tepki olduğunu çağrıştı­ rır.» Am a ortada, Fussell’in bu yorum unun doğruluğunu kanıtlayacak hiçbir şey yok. Tersine tüm kanıtlar, Pound’un, kendinin W hitm an gibi bir tepki değil de W histler ve Jam es gibi bir sanatçı olduğuna inandığını göstermektedir. Milton’ın Spenser’e ya da Spenser’in C haucer’a bakış açısı, kuşkusuz bundan çok farklıydı. Ve kusurlu bir cumhurbaşkanı, 1974’de, anayasal süreçler uyarın ca görevini bırakm ak zorunda kaldığın­

d a söylenecek en hafif şey, Jefferson ve Adams gibi yıl­ m az eski Y unan h ayran ların ca, neo-klasik modellerden esinlenilerek kurulan (ve gücü bu kez kanıtlanan) dev­ let yapısıyla ABD’nin, Pound’un sandığı gibi Y unan Roma dünyasının son sömürgesi mi olduğu sorusunun, hâlâ yam t beklediğidir. Bu arad a, şiir biçeminin h âlâ oturm am ış olmasına k ar­ şın Pound (ki, Ailen Upvvard Pound’un bu dönemdeki dilini, Babu İngilizcesi diye ça ğ ıracak tır), imge dünyası­ nın haritasını çizmeye başlam ıştır. B urada «harita çiz­ mek» deyişi, salt bir benzetme yapm ak am acıyla kulla­ nılmamıştır. Pound’un dünyasını anlam anın en kestir­ me ve en güvenilir yolu, kuşkusuz onun «kutsal» say­ dığı ve onun için öyle k alacak olan yarım düzine coğ­ ra fy a bölgesini tanım aktan geçer, f Bunların en önem­ lilerinden biri, ilk şiirlerinde tanıtılmış ve kutsanmıştır. Burası, Catullus’un ruhunun gezindiği ve Pound’un, Jo y ce’la yıllar sonra gerçekleşen önemli buluşmasının geçtiği G arda Gölüdür. Cennetten san a ne, ey ruhum ? Özgürlüğümüzü kazanınca, güneşin, Zeytin y ap rak lan arasından üzerimize Utku akıttığı bir aydınlığı Yeğlem eyecek miyiz? Sana, Sirmio’da rastlarsam , ruhum , bu yaşam bittikten sonra Dünya nim etlerinin meçhul havarilerinin kutsadığı B ir yan m ad a bulm ayacak mıyız, İnancımız, safir, kobalt, siyanin renkli D algalar üzerinde kurulm ayacak mı, Gölgelerin sonsuz değişimiyle huzursuz ayn alann, Ü ç türlü mavinin üzerinde?

Ruhum, eğer O, bizi orad a karşılarsa Hangi cennet y a da varsıllık öyküsü Bizi Riva’nın bulutlu tepesinden alabilir? Pound’un biçeminin, ilk şiirlerinde geçici ve etkileyici bir bileşime ve çekici bir ateşliliğe ulaştığı tek yer, bu­ rası değildir. Örneğin ilk şiirlerinden bir başkası olan «Ateş’de,» G arda Gölünün Latince adı «Benacus»u kul­ lan arak şu şaşırtıcı dizeleri ortay a k o y a r : Safir renkli Benacus, sislerinde ve sende Doğa bile metafizik Kim bu maviye b ak ar da inanm ayabilir? Bu dizelerin, Thomas Hardy’nin, Catullus’la ilgili ça ğ ­ rışım lar yüzünden aynı yer için, birkaç yıl önce yaz­ dığı dizelerden daha «çağdaş» özellikler taşımadığını be­ lirtmek gerekir. 8

2 Programlı Bir On Yıl

H.D.’nin (Hilda Doolittle) yanısıra W illiam Carlos W il­ liams, E zra Pound’un Pennsylvania Üniversitesinde ta ­ nıdığı en önemli yazın adamıydı. K ora Cehennemde (K ora in Hell -1920) adlı yapıtının önsözünde Williams, Eliot’un «La Figia Cue Piange»sinden söz e d e r: «Yazın m utfağının bu son ürünü, klüp vitrininin süslenmesine katkıda bulunuyor. Bunu yapm ak için, W histler gibi şiir sanatında en iyileri arasında sayılabilmek için şiirsel ifadede Ezra ve Eliot’dan daha fazla yükseklere tırm an­ m ak gerekir; kalanımız içinse tan t pis.» Williams, bu sözleriyle Eliot’a biraz haksızlık yapıyor gibi, am a nasıl bir haksızlık yapıldığı açık ça belli değil. Pound’a karşı yapılmış bir haksızlık da sözkonusu. A m a Pound’un, W histler’i bu denli sık ve açıkça överek bu haksızlığı çağırdığı da yadsınamaz. Pound’un W histler’in resim lerine duyduğu h ay ran ­ lığın, 1910’lard a W yndham Lewis ile arkadaşlığa b aşla­ dıktan sonra sarsılmış olması gerekir. Gerçi Pound, bü­ yük b ir olasılıkla W histler’in bir salon adam ı olarak tutum larına ve davranışlarına, onun resim lerine oldu­ ğundan daha fazla hayrandı. Pound’un, Londra’da bir Amerikalı sanatçı olarak konumundan ve bundan kay­ naklanan toplumsal belirsizliklerden, rahatsız olduğunu iyi biliyoruz. Ingiliz m eslektaşlarının, onu bir söm ürge yurttaşı olarak gördüklerini san arak kendisini korumak am acıyla W histler gibi gereğinden şık ve gösterişli gi­ yim ve davranış biçimleri benimsedi. Görünümünün, P aris’le ilgili çağrışım lar uyandırm asına özen gösteri­

yordu. Çünkü P atria M ia’da Pound’un dediği gibi, Ame­ rikalıların kültür başkenti Paris ve Londra karışımı bir Rom a - ikiziyse taşralılık suçlam alarından ancak Lon­ d ra ’nın, P aris’e oranla biraz taşralı olduğu belirtilerek kurtulunabilirdi. M urger’in La Vie Bohéme’inin henüz basıldığı günlerde, W histler’in de benimsediği bu yön­ tem, oldukça başarılı sonuçlar veriyordu. A m a Pound, gerçek kişiliğini gizlemek am acıyla aynı yöntemi, otuz yıl sonra da uygulayınca, bu denli başarılı olam ayacak ve kendine güvensizliği, maskesinin altından kolaylıkla sezilebilecekti. 1 Pound, Eliot’la 1914’de tanıştı. Bilindiği gibi Eliot, benzer baskılara karşı koymak am acıyla bam başka bir strateji uyguluyordu. O, bir tü r kamuflaj yöntemi uy­ gulayarak plus anglais que les anglais olmuştu! Uzun dönemde, Eliot’un uyguladığı stratejinin daha başarılı olduğu ve onun, The A thenaeum ’un ve Times Literary Supplement'in sayfaların a ve Bloomsbury çevresine gir­ mesini, önemli bir yaymevine ortak olmasmı ve h atta soyluluk ünvanı almasını sağladığı ve bu strateji saye­ sinde W estm inster Abbey’e, Eliot’un b ir heykelinin di­ kildiği ileri sürülebilir. A m a bunların tümü, Ingilizlerin dağıttıkları ödüllere değer verenler için önemlidir de denebilir. Pound’un, hiç olm azsa 1920’lerden sonra bu tü r ödüllere değer vermediğini biliyoruz. Bu yüzden, Pound, Eliot’un, kendisinin ve yeteneklerinin gelişmele­ rini engelleyecek denli fazla ödün verdiğini düşünüyor ve uzun dönemde, kendi stratejisinin daha başarılı so­ n u çlar vereceğine inanıyordu. Pound’un, kısa dönemde daha başarılı olduğu da doğru. Ama, Pound’un öngör­ düğünden çok farklı ve pek saygm olm ayan bir neden­ le. Çünkü, 1910 ile 1914 yıllan arasın d a o rta sınıf, san atçılan n bohem y aşan tılar sürdürm elerini olağan k ar­ şılam aya başlamıştı. Sıradan yurttaş, kendini, bohem

garipliklerini benimseyenlerden daha kolay ayırt edebi­ liyor ve bu tü r yaşan tılar içinde olanlarla hem eğleni­ yor hem de o n lan hoşgörüyle karşılayabiliyordu. S a­ natçıların bildirileri ve sergileri, savaştan izinli dönen İngiliz askerlerini karşılayan Londra’nın birer p arçasıy­ dı. Doğal olarak sanatçıların da, izinli gelen askerlerin ark aların d a bıraktıkları ve geri dönecekleri korkunç olaylar hakkında görüş belirtm em eleri gerekiyordu. O rta sınıfla san atçılar arasındaki bu anlaşm ayı Pound, Eliot y a da W yndham Lewis değil, ikinci sınıf bir ozan ve katı bir İngiliz - Yahudi beyefendisi olan Siegfried Sassoon bozacak ve İngiliz o rta sınıfının, san atçılara gösterdiği onur k inci hoşgörüyü yadsıyacaktı. Bu a r a ­ da, Pound’un bohem görüntüsü ve Eliot’un Ingilizleşme kam uflajı altında yürüttükleri işbirliği, ikisi açısından d a am a özellikle Eliot açısından) yararlı sonuçlar v er­ meyi sürdürüyordu. Am a Pound, Birinci Dünya Savaşı öncesi yıllarda ve savaş boyunca, Eliot için olduğu gibi pek çok başk alan için de örnek ve önder olmayı sürdürdü. P aris’in, Londra’y a (ve belki orad a otu ran Pound gibi A m erika­ lıların katkısıyla, Chicago’ya) sunduğu ürünlerin başın­ da, «akımlar» geliyordu. 1914’de, sıradan eleştirmenler, rom antizm , klasizm ve realizm gibi eski tezgah lan süs­ lemekle uğraşıyorlardı. Emil Zola’nın bulduğu ve bir tü r a ş m y a kaçm ış realizm olan «natüralizm» hakkında da Sir Edmond Gosse, birkaç aklı başında söz söylemişti. Paul V erlain’in adıyla özdeşleştirilen «sembolizm»le il­ gili kesin yargı, A rth u r Symons’un Y azında Sembolist Akım (The Symbolist Movement in Literatüre -1899) adlı yapıtında verilmişti. Yine A rth u r Symons’un, Fransız resminden İngiliz şiirine aktardığı ve onun şiirlerini okuyanlarda Londra yağm urundan sakınmak am acıyla saçak lan n altına sığm an orospularla ilgili bir akım ol­

duğu izlenimini uyandıran «izlenimcilik» de gündemdey­ di. Bay W histler’i karşılayan B ay Podsnap’m Londrası’nın tersine 1910’la n n Londrası, kıta A vrupası’ndan ge­ len tüm yeniliklere karşı açık görüşlü olmakla birlikte onları kendi ortam ına başarıyla uydurabileceğini de ka­ nıtlamıştı. George Gissing’le genç H.G. Wells ve Arnold Bennett, saygın birer n atüralist değil miydi? Genç W.B. Y eats, Kam ışların Arasındaki Rüzgar (The W ind Among the Reeds) ve Oisin’in Gezileri’nde (The W anderings of Oisin) M allarm é’nin simgeciliğine özgü olduğu sanılan ölçülü belirsizliği, ustalıkla kullanmamış mıydı? Ve genç Ford Madox Huefer (F o rd ), A rth u r Symons’a oranla da­ h a az kısıtlı, am a daha önemli bir izlenimci değil miy­ di? Geçmişe oran la daha az kapalı ve yerel olduğunun bilincindeki Londra, b irer Amerikalı olm alarına aldır­ m adan Pound ve W yndham Lewis gibi Jön Türkler’e, kucak açmıştı. O günlerde «ünanimizm», «post-empresyonizm», «fauvizm» ve h a tta İtalya kaynaklı «fütürizm» sözkonusuydu. Londra aydın çevreleri, Pound ve Lewis gibilerinin, bu tür gelişmelerin en önünde olm alarını bekliyordu. Bu görevi hevesle üstlenen Pound, Londra’y a özgü iki sanat akımının oluşm asına katkıda bulundu : «îmajjzm» ve «Vortisizm». (Edward M arsh’ın 1912’de başlattığı ve o yıl ile 1922 yılı arasın d a yayınlanm ış George Şiiri (Georgian Poetry) adlı beş ciltlik antolojide görünen «Georgianizm» akımı ise gerek imajizm ve gerek vortisizmden daha geniş bir kam uoyuna ulaştı.) Önemli birer akım olan imajizm ve vortisizm, bu­ gün de etkili olmayı sürdürürler. Ne yazık ki, Pound tarafından gösterişli ve ciddi olm ayan yöntem lerle ta ­ nıtıldıkları için h er ikisinin de önemini, yalnız en özenli araştırm acılar anlar. A m a tanıtm a, h er san at akımının vazgeçilmez b ir parçasıdır. B ir açıdan h er san at akımı,.

m oda rü zgarların a ve işaretlerine uyarak h er yayın dö­ nemi için konu sağlam ayı am açlayan bir toplumsal olay­ dır. Sanat akım lan, aynı zam anda, kendi ürünlerini rakiplerininkinden daha seçkin ve ilginç kılarak ilgiyi üzerlerine toplam ayı am açlayan genç sanatçı gru p ları­ nın, bu am açla kullandıklan b irer a ra ç tır da. Yalnız Eliot ve Lewis değil, Robert Frost, H.D., M arianne Moore ve Joyce, haklı olarak yıllar boyunca Pound’un, ilgiyi onlann üzerlerine çekmek am acıyla düzenlediği planlı gösterilerin ardındaki güce, heyecana ve inatçılığa te­ şekkür borçlu kaldılar. îmajizmin yalnız yazına özgü bir akım olmasına k a r­ şın daha sonra ortaya çıkan vortisizm, tüm sanatları kapsıyordu ve en büyük etkisini, resim ve heykelcilikte gösteriyordu. Ama, imajizm kendisinden Amy Lowel ta ­ rafından çahnıp basitleştirilene dek Pound, vortisizmin, imajizm bayrağı altında savunduklarının bir uzantısı ve kuram sal derinleştirilmesi olduğunu düşünüyordu.s Gerçekten de imajizmin kuram ının ne olduğunu belirle­ mek güçtür. Akımın, b ir erken doğumla dünyaya gel­ diği 1909 yılında T.E. Hulme’un ileri sürdüğü görüşler­ den bazı ku rallar derlenebilir. A m a Pound’un enerjisi ve yüzsüzlüğü nedeniyle Londra ve Chicago’da günün konusu olan imajizm, 1913’de kuram sal olm aktan çok uzaktı ve akımın ilkeleri, Poetry dergisinde (Chicago, 1913) yayınlanan «Bir îm ajistin Yapm ası ve Yapm am ası Gerekenler» adlı ünlü makalede çoğu ikişer, ü çer satır uzunluğunda k u rallar biçiminde verilm işti: Anlamsız ve gereksiz sözcükler, sıfatlar kullanma. «Banşm bulanık ülkesi» gibi bir deyiş, kullanma. İmgenin çekiciliğini alır. Soyutu, som utla karıştı­ rır. Yazarın, doğal nesnenin h er zam an tek başına yeterli olduğunu anlamadığını gösterir.

Soyutlam alardan kork. İyi düzyazıyla anlatılanları kötü nazım la yineleme. Cümlelerini bölerek, anlatı­ lam ayacak denli güç bir san at olan düzyazının güçlüklerinden kurtulm aya çalıştığını gizleyemezsin. Şiir sanatının, müzik sanatından d ah a kolay ol­ duğunu ya da dizelerin nasıl yapıldığını öğrenmek am acıyla en az o rta düzeyde b ir piyanistin piyano çalm ayı öğrenm ek am acıyla harcadığı denli zam an h arcam ad an uzm anların beğenisini kazanabilece­ ğini sanm a. Olabildiğince çok sayıda önemli sanatçıdan etki­ len, am a on lara borçlu olduğunu açıkça kabulle­ necek y a da gizleyecek denli dürüst ol. «Etkilenmenin» beğendiğin birkaç ozanın sık kul­ landığı sözcükleri yinelemek anlam ına geldiğini san m a ... Süslemelerden ya kaçm ya da iyi süslemeler kul­ lan. * Yalnız birkaç ay önce yazılan «Roman Dilleri» ile k ar­ şılaştırıldığında, b u rada büyük bir değişiklik sözkonusu. Onun yalın biçem yanlısı olduğu izlenimini uyan­ dıran bu görüşler, Pound’un b ir putkıncı olarak tanın­ m asına neden oldu. O ysa Pound, gerçek kimliğinin an ­ laşılmasını bugün bile engelleyen bu görüşleri, pek de yalm biçem yanlısı olm ayan tutum unu gizlemek am a­ cıyla, kısa dönem çıkarlarım gözeterek üretm işti. Ku­ ram cıların, kurallarını deşmemelerine karşın imajizmin gerisinde, köklü bir yazın tarihi bilgisi yatıyordu. Pound, bu tü r bilgileri edinmesi gerektiğini, Hulme’a oran la da­ h a fazla şey borçlu olduğunu belirtmekten hiçbir zam an

kaçınmadığı Ford M adox Ford’dan öğrenmişti. Londra’­ daki ilk yıllarında, günlerinin yan sm ı Y eats, yansını da Ford’la çalışarak geçirirken Pound, Ford’dan, bir yüz­ yılı aşkın süredir en güçlü ve kendisini mesleğine en çok adamış yazın dehalannın, şiir yerine rom an yazdıklan m öğrenmişti. Dolayısıyla pek çok konu ve biçim, şii­ rin ilgi alanından çıkarak düzyazının ilgi alanının içi­ ne girmişti ve şiirin geçm işteki önemini ve onurunu yeniden kazanabilmesi için ozanların, rom ancıları ken­ di alanlarında yenerek dili en az büyük rom an cılar denli açıklık, güç ve netlikle kullanarak yitirilenleri geri al­ m aları gerekiyordu. Ford’dan bu yana başkaları da ondokuzuncu yüzyılda yaratıcı dehaların şiirden rom ana kaydığım gözlediler. A m a onlardan farklı olarak Ford, rom ana kayan dehalar kapsam ına «şiirsel» yönlerinin varlığı bilinen Dickens y a da H erm an Melville yerine bazı Fransız ustalarım ve bunlardan da, Balzac’ı değil de, bir tü r onursal Fransız saydığı Turgenyev’le birlikte Stendhal’ı ve Flaubert’i alıyordu. Ford’un bu yaklaşımı onun, Fransız hayranı bir züppe olmasından değil, oza­ nın rom ancıları izleyerek kazanm ası gereken dil özel­ liklerinin, düzyazının en sıradan özellikleri — öncelikle kesinlik, yani le m ot juste *— olduğuna inanm asından kaynaklanıyordu. Pound açısından imajizm, belki Flau­ b ert türü bir mot juste’ü şiire sokmak için uygulanması gereken bir program dı. B ir başka deyişle, dış görünümü ne olursa olsun imajizm, özünde «Roman dilleriyle» il­ giliydi. Genç Pound’un bir tabula ra sa olduğu ve kendi gö­ rüşlerini, Ford aracılığıyla öğrendiği A vrupa’ya özgü önyargılara dayanarak oluşturduğu sanılmasın. A m eri­ k a’dan ayrılm adan önce okuduğu B ertran de B om , Doğru sözcük.

Villon ve öncelikle bizzat Dante k ad ar M artial, Catullus ve H orace’dan da etkilenen Pound, b ir zam anlar ozan­ la ra açık olan, am a artık ancak özel çab alarla girilebilen dil ve deneyim alanlarının bilincine varm ıştı. İlginç­ tir, (Pound’un, kendisini Ingiltere’ye çeken güç olduğu­ nu hiçbir zam an yadsımadığı) diğer akıl hocası Yeats örneği de onu aynı yöne itiyordu. Pound’un Kam ışların Arasındaki Rüzgâr da (The W ind Among the Reeds) en çok beğendiği özellik, yap ıtta olağan cümle yapısına bağh kalınmış olmasıydı. Y eats’in 1890’lard a bağlı oldu­ ğu «Uyak Birliği»nin başlıca ereklerinden biri de buydu. Ford’un ve Pound’un beğendiği mot juste, Flaubert’de olduğu gibi Catullus y a da Villon ve h atta George Crabbe’da da bulunabilirdi. Ve bir Catullus ya da bir Villon, bir Flaubert’den daha öğreticiydi, çünkü h erhan­ gi bir çağın herhangi bir ozanı gibi onlar da b ir Flaub ert’in tüm bir ortam ı titizlikle saptanm ış çok sayıda ayrıntıyla yeniden yaratabilm e yeteneğinden yoksundu­ lar. Üstelik ozanların, önemli ayrın tılar arasından bir y a da birkaçını seçip bunu y a da bunları, şiirin olanak­ larından y ararlan arak diğer ayrıntıların tüm ünü temsil edecek düzeye getirm eleri gerekiyordu. Dikkatle seçilip özenle işlenerek okurun tüm diğer ayrıntıları k avram a­ sını sağlayan «aydınlatıcı ayrıntı» ilkesi, Pound’un dü­ şüncesine bu yolla girer. Pound’un H erbert Ailen Giles’in say faların d a5 tanıştığı ve tanışıklığını C athay (1915) adı altında derlediği olağanüstü güzel çevirilerle pekiş­ tirdiği E m est Fennelosa’m n çalışm alarında geliştirdiği Çin şiirinde de karşılaştığı bu ilke, tüm şiirsel yapıların ayrılm az bir parçasıdır. D aha sonraki yıllarda Pound, şiirsel yapılar için geçerli olan bu ilkenin, tehlikeli bir biçimde, düşünsel yapılar için de geçerli olabileceğini ve örneğin, St Ambrose’un tüm düşüncelerinin, onun yapıt-

lannın bir sayfasından çıkartılabileceğini düşünmeye başlayacaktı. ® Gerçi Pound, çalışm alarında güçlüklerle karşı karşı­ yaydı. Çünkü, Ford’un önerdiği yalın biçem, söylenmek için yazılan dizelere, şarkı gibi okunmak am acıyla yazı­ lan dizelere oranla daha iyi uyuyordu. Oysa Pound’un eğilimleri ve yetenekleri, şarkı gibi okunması gereken şiir türlerine daha yatkındı. A m a bu tü r şiirler yazan ozanların, toplumu iyi tanım aları gerekir. Buna karşın Pound’un, toplumla uyumsuz bir kişiliği vardı, i Bu yüz­ den imaj izm ve vortisizm yıllarında yazdığı hicivler ve Jam es biçeminde nuance’lar, başarısız kaldı. Yum uşak ve iyi niyetli oluşu, onun başarılı yergiler yazmasını en­ gelliyordu. Bu alandaki en kapsamlı çabası, Hugh Selwyn M auberley’dir. 1914 ve 1915 yıllarında yazdığı ve L u stra’da (1916) topladığı kısa p arçalan , ağırbaşlı ve zarif olmayı am açlam alan n a karşın, sert ve kırıcıdırlar. Ve C athay’de ilgimizi en çok çeken p arça, Pound’un top­ lumsal konularla ilgili olduğunu vurgulam ak am acıyla h eyecanla dipnotlarla donattığı «Mücevher Basam aklar» değil de, zavallı Henri G audier’in, siperlerde yazarken anım sayacağı «Shu O kçulannın Şarkısı» dır. 8 Pound’a, bu güçlükleri aşabilmesi am acıyla eski us­ talard an biri, hicivleri M artial’ın alaycı katılığından çok uzak olan Catullus yol gösterdi. Catullus’u kendine örnek alan Pound, bir yandan onun gibi Rom a değil de, Y un an şiirinin heyecanını yansıtırken, bir yandan da yontu soğukluğunda bir mot juste’e erecekti. Catullus’la ilgili çalışm alarının Pound’dan etkilendiğini itiraf eden Peter W higham , Pound’un eğer o dikkatimizi çekmese ne Catullus ne de hicivle ilgili olduklarını an layam aya­ cağım ız şiirlerinin, Catullus örnek alınarak yazıldığını belirtir. W higham ’ın, Catullus XLVI’ya benzediğini ileri sürdüğü, 1915 yılının başarılı şiiri «Çingene» Pound’un

bu tü r şiirlerine örnek gösterilebilir.* Burada, olası bir yanlış anlam ayı düzeltmek gerek. Çünkü, «Çingene»nin duygusallığı, açıkça, «romantik». A m a Catullus’un W higham çevirisinde «gezi isteği» uyandıran şiiri de öyle. Bu yüzden, Pound’un aynı zam anda hem «klasik» hem de «romantik» olmasında bir çelişki yok. Y ukarda, Po­ und’un çevresinde uyandırm aya çalıştığı izlenimine k a r­ şın tutucu olduğu belirtildi; onun kuşağm dakiler için tu­ tuculuk, bir yandan rom antik tutum ları sürdürürken bir yandan da rom antizm öncesi tutum ları sürdürmek y a da canlandırm ak anlam ına geliyordu. Pound için olduğu denli Eliot için de önemli bir örnek oluşturan Jules Laforgue konusunda da, benzeri bir sorunla karşılaşırız. Laforgue’un, alaycılığı ve zeka­ sıyla, rom antik melankoliyi aştığını, açıkça Byron son­ rası döneme ait olduğunu ve Ben Jonson’ın rom antizm öncesine özgü katılığından uzak durduğunu anlam ak yeterli değildir. Lafourge, bunları herkesten iyi biliyor­ du. Onun çekiciliği, büyük ölçüde kendi içindeki çeliş­ kilerin bilincinde olmasından kaynaklanır. Pound ve Eliot, onu bu yüzden benimserler. M artial ve Jonson’ın acı ve katı tutum unu beğenmesine karşın Eliot, ne on­ la r gibi yazabilecek ne de yazm ak isteyecektir. 10 A rthur Symons, Lafourge’un ve onun yanısıra Tristan Corbiere’in, simgeci olduklarını duyurmuştu. Ama Pound’un bu Fransızlara yaklaşımı, Symons’un Y azında Simgeci Akım’da sergilediği ve Y e a ts’le, Eliot’un önce­ leri benimsediği yaklaşımdan farklıydı. Pound, Lafourge ve Corbiere’i, simgecilikleriyle pek ilgili olm ayan neden­ lerden ötürü beğeniyordu. Yine Rimbaud’yu da seviyor­ du am a, «Les Chercheuses de Poux»yu yazan genç Rimbaud’yu, voyant Rimbaud’yu değil. Pound’un, bu genç Fransızlan, Crabbe’da da bulduğu bir özellik yüzünden sevdiğini söylemek, yanıltıcı o lm a z : Günlük y a da sı­

rad an nesneleri, onları tüm çağrışım lardan arındırarak anlatm ak. Düzyazıda y a da şiirde le m ot juste'e, ancak çağrışım lardan arınılarak erilebiliyordu. Bu Fransız ad­ larının yanına, simgeciliği hiçbir zam an ileri sürülm e­ miş olan Théophile G autier’inki de eklenince, Pound’un ne tü r bir arayış içinde olduğu daha kolay anlaşılır. Crabbe’da bulunan niteliklerin tüm ünün yanısıra, Crabbe’da bulunm ayan yontuculara özgü niteliklere de bilinçli ve program lı bir biçimde sahip olduğu için Gau­ tier, Pound açısından, Fransız ustalarının en büyüğüy­ dü : «Sculpte, lime, cisèle...» * Pound’un G autier’den öğ-

rendikleri, eskiye özgü «epigramlar» yazabilmesi için zo­ runluydu. Çünkü Gautier, Y u n an cad a epigram sözcü­ ğünün, şiirden «katılık» ve «kesinlik» bekleyen bir ben­ zerliğe —yazılan ya da söylenen sözcüklerle bir taşın üzerine kazm an h arfler ya da diğer biçim ler arasındaki benzerlik— işaret ettiğini ileri sürüyor, Pound da onu heyecanla onaylıyordu. Dolayısıyla Pound, şiirle yontu arasındaki ilişkiyi de­ ğil de şiirle müzik arasındaki ilişkiyi geliştirmeyi am aç­ layan simgeciliği, tümüyle benimseyemiyordu. Ama, bu­ nu yanlış anlam am ak gerekir. Y ukarda, Pound’un şiir­ lerini söylenmeleri için değil de, şarkı gibi okunm aları için yazdığı belirtildi. Üstelik Pound, müzik bilgisinin ozanlar için ne denli yararlı olduğunu h er fırsatta yi­ nelerdi. Am a Mallerme ve V alery’nin müzik kavram ın­ dan etkilenmelerine karşın Pound, gerçek müzikle ilgi­ leniyordu. Müzik gibi soyut ve anlam ı kendi içinde gizli bir şiir, Pound’u ilgilendirmiyordu. Pound, iki sanatın «Yontu, törpü, keski...»

benzeşmelerini y a da birbirlerine yaklaşm ak am acıyla değişmelerini değil, ayrı a y n varlıklarını koruyarak bir­ birlerini zenginleştirmelerini istiyordu. (1917 yılında ya­ yınlanan «Ezra P o u n d : Vezni ve Şiiri» adlı denemesin­ de Eliot, kanım ca yanlış olarak tersi görüşü savunur.) Pound’un anladığı biçimde imajizmin gerçek gücünün simgeciliğin bir tü rü ya da uzantısı olm am asından kay­ naklandığını vurgulam ak gerekir. Y eats’in Yeşil Miğfe r’iyle (The Green Helmet) (1914) ilgili yazısından ve diğer yazılarından Pound’un da aynı görüşte olduğu an ­ laşılır. Bu konuyla ilgili görüşlerini Pound, en açık bir biçimde Flanders’de siper savaşlarında ölen bir yontucu için yazdığı yazıda a ç ık la r : G audier - Brzeska. B ir AnTnın (1916) imajizmden çok vortisizmle ilgili olması, Pound’un bu iki akımı, tek bir akım gibi gördüğünü gös­ terir. K uram sal bir yapıt olan G audier - Brzeska’da, imajizm ve simgecilik arasındaki felsefe ve epistomoloji ayrılıkları sergilenir. İmajizmin, b u rada simgeciliğin teh­ likeli yeniliklerine karşı tutucu ve gelenekçi bir tepki olarak gösterilmesine şaşırmamalıyız. Pound, görüşlerini doğrulam ak am acıyla, Aquinas’in geleneksel yetkesine başvurur. Aquinas gibi imajist de, b ir önermenin (ör­ neğin, «uzaktaki tepenin üzerindeki çam ağacı, sisler arasında, bir Jap on zırhının parçası gibi görünüyor» önermesinin) yalnız algılayanın kavrayışı ya da akıl du­ rum u açısından değil, gerçek görünüm ler, gerçek uzay­ daki gerçek ilişkiler açısından da doğru y a da yanlış olması gerektiğini savunur. Yanlış konumdaki ya da algılayış bozuklukları içindeki konuşam n görüşlerini doğru olarak yansıtıyor olsalar bile çam ağacı ve zırh hakkında söylenenler, an cak uzam sal ve diğer ilişkileri doğru betimlemesi koşuluyla doğrudur. K avrayışın nes­ nel olarak doğru olabileceği inancına dayalı olduğu için bu görüş, felsefe kapsam ı dışındadır. A m a simgecinin

tersine imajist, sağduyudan kaynaklanan bu inancı be­ nimser. G autier gibi Pound da, «pour qui le monde vi­ sible existe*lerden biridir; Pound’un bu eğilimini sa ­ vunduğu, görünen dünyanın, bizim dışımızda bir ger­ çekliği olduğuna inanm aya başladığımız zam an nasıl yoksullaştığımızı anlattığı sayfalar, G audier - Brezeska nın en iyileridir. Öte yandan, algılam a yeteneklerimizin, beş duyumuz ile kısıtlı olduğunu sanmamalıyız. Pound’­ un, bunun böyle olmadığından kuşkusu yoktu. (F.H. Bradley’in öğrencisi ve «J. A lfred Prufrock’un Aşk Ş a r­ kısı» nın y azan Eliot’un, bu tartışm ada simgecilerin y a ­ nında yer alm ası gerekirdi. A m a ne Eliot ne de Pound, bu konuda görüş aynlığı içinde olduklannı açığa vu r­ dular.) Pound’un «girdap» * kavram ı çevresinde oluşturdu­ ğu daha derin ve güç anlaşılabilir görüşleri, İngiliz dü­ şünür ve yayıncısı Allen Upw ard’dan etkilenmiştir. Po­ und’un 1911 yılında karşılaştığı Upward, 1908’den bu ya­ n a görüşlerini doğrulam ak am acıyla Konfüçyüs ve M encius’un yetkelerinden yararlanıyordu. Pound’un, y a ­ yınlanan son dizelerinde bile bu durum un bir skandal olduğunu yinelemekten vazgeçmemesine karşın, Upw ard’m yaşam ıyla ilgili temel gerçekleri ve onun düşün­ cesinin kapsamını ve temel eğilimlerini bugün de bilmi­ yoruz. ıı Pound’un «girdap» kavram ı olarak konularla açıkça ve doğrudan ilgili güçlü ve özgün bir düşünür olduğu, Yeni Sözcük’ün (New W ord - 1908) 13. ve 14. bö­ lümleri okununca hemen anlaşılan Upward, buna k a r­ şın karanlıkta kalm ayı sürdürür. Alışılmış düşünce k a­ lıplarını zorlayanlara karşı gösterilen bu bilinçli ilgisiz­ lik ve kayıtsızlık, Pound’un sonraki yıllarda, en kötü ve «Dünyayı görebildiği için varolan.» «Vortisizm»in İngilizce sözcük anlamı girdapçılıktır.

en ölümcül komploları sessizlik komplolarının oluştur­ duğu, komplocu bir tarih kuramını benimsemesine ne­ den olacaktı. B ir anlam da salt onun yararın a oluşturul­ muş olmasına karşın W yndham Lewis, vortisizmin ne olduğunu anlayam adığını ileri sürecekti. 12 Pound anlı­ yordu; bizlerse, onun gösterdiği yerlere bakmadığımız için anlayam ıyoruz.

3 Selwyn Mauberley ve Sextus Propertius

W yndham Lewis ve diğerlerinin anlattıkları, Pound’un Londra yıllarındaki kişiliğinin tutarlı ve güvenilir bir betimlemesini v e r ir : Terbiyeli, hırslı, neşeli. Pound’un Thomas H ardy’ye yazdığı mektuplar, bazı bakım lardan daha çekici ve değişik bir kişiliği yansıtır. H ardy’ye, 1921 yılı Şubat ayında yazdığı m ektupta Pound, şöyle d e r : Sevgili Thomas Hardy, Gönderdiğin son not, elbette yanıt gerektirm iyor­ du —kitaplarım ı aldığını bildirmen gerekmediği gi­ bi— am a görüşlerine saygı duyduğum insanlardan ne tü r olursa olsun eleştiri alm ak öyle zor ki — ap­ tallıktan kaynaklanan kötülük sözkonusu— ve eleş­ tiri yazm ak zorundaki zavallıların karalam aları —kitapçıklarım ı okumak olanağı bulabildiysen öv­ gülerini ya da yergilerini b an a bildirmekle büyük bir iyilik yapmış olursun— kibarlık değil. Proper­ tius kanşık —M auberiey kısa— insan, özlerinin ni­ telikli olduğunu düşünerek avunm aya çalışıyor... Övgünün tek baş’na yararlı olduğuna inanmı­ yorum — övgüyü nerede bulabileceğimi ve seçkin çağdaşlarım ın hangi yanlış nedenlerle yazdıkları­ mın bazı bölümlerini sevebileceklerini ya da onla­ r a katlanabileceklerini biliyorum. Açıkça bir istekte bulunduğum için beni bağışla

am a, yaşam boyu sürecek arkadaşlık dışında, iç­ tenlikten değerli ne olabilir? İçtenlikle E zra Poundı Pound’la Hardy, hiç karşılaşm adılar; H ardy’nin, o denli kapalı ve kendisiyle görüşenleri yanıltan bir kişiliği v a r­ dı ki, bu görüşm enin gerçekleşmemiş olması, bir kayıp sayılmamalıdır. Ancak, K ulchur Rehberi’nin (Guide to K ulchur) (1938) kendini suçladığı sayfalarından Pound’un, H ardy’nin kişiliği ve şiirleriyle yakından ilgilendiği anlaşılır. Bu ilginin nedeni, kolaylıkla anlaşılabilir. 2 Ondokuzuncu yüzyıl rom ancılarını kendi oyunlarında yen­ mesi gerektiğine inanan Pound’un, bir Viktorya dönemi rom ancısı olarak ün yapm asına karşın, Ju d e the Obscu re’u yazdıktan sonra 1928 yılında ölene dek yalnız şiir­ le uğraşan H ardy’yi ilginç bulması doğaldı. Üstelik H ardy, Catullus’u çevirm işti ve Pound’un yıllar sonra belirttiği gibi, «Latinceyi çok iyi bilmesine karşın, kla­ sikler gibi yazm aya özenmedi»*. Hardy, yalnız Latinceyi değil, Y unancayı da iyi b iliyordu: «Sappho’dan yaptığı b ir çeviriyi, tartışm aları önlemek am acıyla yineleme di­ ye adlandırmıştı.» Hardy, izlerini gizlemek konusunda yaşamöyküsünü yazarken yalan lara yer verecek denli duyarlıydı ve bu yüzden, Pound’un okuduğunu bildiği­ miz Duhamel ve V ildrac’m Notes su r la technique poetique’ini (1910), H ardy’nin okuyup okumadığını bilmemiz olanaksız. * Bu kitaptan etkilenerek ya da daha büyük bir olasılıkla başka bir nedenle Hardy, 1912’de, Y unan vezinlerine benzer vezinler kullanm aya başlamıştı. Po­ und aynı yola girm eden çok önce H ardy, İngilizcenin bi­ linen «yükselen» (iambik) ritm i yerine «alçalan» (...daktilotraik) ritm i kullanm aya başlamıştı ve «üç heceli

ayaktan, saygın İngilizce şiirde alışılmış olanın ötesin­ de bir sıklıkla yararlan ıyord u s». Özlenen kadın, gün baştaki gibi güzelken Nasıl, nasıl olur da bana Artık benim için h er şey, Olmadığını söylüyorsun. Duyduğum, sen olabilir misin? Öyleyse, K asabaya gelişimi beklediğin yerde, a y a k ta : Evet seni, seni bir zam an lar tanıdığım gibi göreyim Giysilerin bile yine gök mavisi. Bu dizeler, «1912-13 Şiirleri»nden birini oluşturan «Ses»ten alınmıştır. Pound’a göre, «'Gidiş’le başlayıp, ‘Boterel Kalesi’yle biten ve h er biri, b ir ozam n yaşam ın­ da yalnız bir kez yazm ayı bekleyebileceği denli güzel, onaltı şiirden oluşan bu derleme, H ardy’nin doruğunu oluşturur» «. Öte yandan, yayınlanm ayı sürdürdüğü sü­ rece gerek Pound’un, gerek Lewis’in, en çok benimse­ dikleri dergi olan Ford’un English Review’su da, (Ford’un açıkladığı ve Pound’un yinelediği gibi), H ardy’nin şiirlerini yayınlayabilm ek am acıyla çıkartılmıştı. Görül­ düğü gibi, 1921 yılında, o zam ana dek yazdığı en iddialı şiirleri konusunda yansız eleştiriler alm ayı içtenlikle istlyen Pound’un, başka birine değil de H ardy’e başvur­ m ası için, pek çok neden vardı. H ardy’nin yanıtı, Y ale Üniversitesi Beineke Kütüp­ hanesinde, Pound belgeleri arasındadır. H ardy’nin yanı­ tının özü, Pound’un ona 31 M art 1921’de yazdığı ikinci m ektuptan an laşılab ilir: Sevgili Thomas Hardy, Mektubumu yanıtladığına

çok

sevindim - çok az

ya da hiçbir şey söylemediğini ileri sürmene karşın, pek çok şey söylemiş ve geçen otuz yılın san at ve yazınıyla ilgili tüm sorunları ortaya koy­ muşsun. «Propertius Kendisiyle Konuşuyor»u - kesinlikle başka bir yaklaşım la - okurun ilgisini Propertius gerçeğine çekerek yazmalıydım - am a h a y ır-b e n bir sözcüğü ödünç alm ayı yeğliyorum - estetik bir sözcük - Fransız müzisyeni Debussy’den estetik gö­ rünüm lü bir sözcük - R am eau’nun tavrını çağrıştı­ ran müziğine «Homage â Rameau» («Ram eau’ya Saygı») adını veren Debussy’den. Benim «Homa­ ge» ımın («Saygı») İngilizceyle alakası yok. Pek çok ö z ü r-v e hiçbir doğrulam a yok. İçinde doğmadığım - ve biri New Yorklu diğeri W isconsinli anne ve babanin da birer yabancı oldukları b ir Am erikan banliyösünden geliyorum. Banliyö­ nün kökleri, yaşam merkezi yoktur. Browning’e öykünüyorum. Duyarlı bir çağd a Londra’lı eleştir­ menler, bana açık ve belirgin yinelemelerden ürk­ meyi öğrettiler - «Propertius Kendisiyle Konuşu­ yor» bile, R.B.’nin başlıklarından birine, gereğin­ den fazla benziyor. S o n u ç: - 1890’dan bu yan a yinelenen yanlışı yapı­ yorum. Konu üzerinde yoğunlaşm am gerekirdi (dizelerin başarılı olabilmesi için kendi varlığımı unuttuğum sürece bunu başardım ) - konuyla ilgili bir başlık da koymuşum - sinirlilikle - okurun benle, Propertius ve bugünün îngilteresi’yle, Augustus dönemi Roması arasındaki benzerliği, tam olarak kavrayam ayacağından çekinerek... Pound’un üçüncü p arag rafta açıkladığı kendisiyle ilgili saptam ası — New Y ork ’la Philadelphia’yı yabancı birer

ülke saymak, ne denli olağanüstü— özellikle önemlidir; buna geri döneceğiz. Şiirin adının ne olması gerektiğiy­ le —bir başka deyişle şiirin ne türde olduğuyla— ilgili daha önemsiz sorun konusunda da Pound’un, gereğin­ den fazla ödün verdiği kesin. «Propertius Kendisiyle Ko­ nuşuyor» adı, Brown’a özgü dram atik bir monolog için daha uygun olurdu; bu ad okurun, Pound’un çok önemli bulduğu, «bugünün İngilteresi’yle, Augustus dönemi Roması arasındaki benzerlik» üzerinde yoğunlaşm asına da katkıda bulunmuyor. Ancak, Pound’un burada belirt­ tiği am aç, mektubun bir başka yerinde söylenenlerle çe­ lişir: «Konu üzerinde yoğunlaşm am gerekirdi (dizele­ rin başarılı olabilmesi için kendi varlığımı unuttuğum sürece bunu b aşard ım )...» Çöküş dönemindeki İngiliz İm paratorluğuyla ilişkisini belirlemeye çalışan bir oza­ nın, kendi varlığını unutm ası sözkonusu olabilir mi? Gerçekten bu ilişkiyi belirlemeyi am açlıyor olsa, doğru­ dan bu am aca uygun bir tü r seçmesi gerekirdi — Pope’un «Augustus’a Ağıt» ve Jonson’ın «İnsan İsteklerinin Boşluğu»ndaki gibi, d ar anlam ıyla «yineleme» türü. Am a Pound’un şiiri bu türe, Browning’in monologlarına ol­ duğundan daha az yakındır. Pound’un, kendisiyle Pro­ pertius arasındaki benzerliği, güncel konularla ilgili gö­ rünebilmek am acıyla sonradan uydurduğu kanısında­ yım. Bu şiirde, İngiliz İm paratorluğunun çöküşünden, söz edilmemektedir. Am a, Pound’un aldatm acasına ka­ n arsak edildiğini sanabiliriz. Ozanın, «dizelerin başarılı olabilmesi için kendi varlığını» unuttuğunu düşünmek, Sextus Propertius’a Sunu’yu, daha zengin bir deneyime dönüştürür. Bunun, san at için yaşam dan vazgeçmekle ilgisinin olmadığını da, aşağıda göreceğiz. Pound, H ardy’nin eleştirilerinden güç almıştı. H ardy’ye verdiği yanıtın kendisini eleştiren yönlerini, K ulchur Rehberi’nin önsözünde yinelemekle yetinm eye­

cek, Piza K an to lan ’nda da, H ardy’nin mektubunu y a ­ nında adeta bir muska gibi taşıdığından ve bu mektu­ bun, Londra yıllarında aldığı, saklanm aya değer tek ödül olduğundan söz edecektir. Pound’le Hardy arasın­ daki yakınlık, vezin ve diğer konulardaki ortak ilgileri­ nin yanısıra belki H ardy’nin Browning’e karşı, Pound’la aynı tutum u benimsemiş olmasından kaynaklanıyordu. Pound, «Hardy, en başarılı şiirlerinde, tıpkı Ford gibi, kaynağını Browning’den alır ve bunu, kabuklarm ı kıra­ ra k başarır» diyecekti.7 Sesleri Pound’un ilk şiirlerinde yankılanan y a da fısıltıları duyulan geç Viktorya döne­ mi ozanlarının en güçlülerinden biri de, kuşkusuz ferowning’dir. Browning’in Pound için önemi, burada bit­ mez. 1919’da yayınlanan ve sonra değiştirilen ilk üç kan­ tonun gösterdiği gibi Browning’in Sordello’su, kantolar için ilk esin kaynağını, h a tta örneği oluşturur. Bu Browning’vari etkinin çapı, teknik düzeyde incelenm em iştir.8 A m a Browning’in, çağdaşı Viktorya dönemi ozan lan arasında, arkadaşı Landor dışında, en fazla İtalyanofil olduğu ya da Pound’a öyle göründüğü kuşku götürmez. D ante’nin övgüyle andığı M antua’lı yerel ozan Sordello’nun. Browning için olduğu gibi Pound için de bir kah­ ram an olması kaçınılmazdı. Ve Lu stra’da, Browning’in Çember ve K itap’ının (The Ring and The Book) an a ko­ nusunu —tarihsel gerçeklerin, tanıkların çelişkili anla­ tım lardan y a rarlan arak nasıl belirlen ebileceği konusu­ nu— 200 dizede özetleyen «Perigrod Yakınında» adlı, çok önemli bir şiir y er almıştı. H ardy’ye yazdığı ikinci mektupta, kendisine d aha önce gönderdiği diğer şiirinden söz ederken vu rgula­ dığı gibi «özetleme» Pound’un o dönemdeki başlıca uğ­ raşlarından b iriy d i: Eğer M auberley’nin kendi aşk m acerasında olduğu

gibi, Henry Jam es’in rom anını iki sayfaya sığdınyorsam —bunda ne denli başarısız da olsam— ge­ riye kalan 298 sayfaya verilebilecek ilginin bir bö­ lümü benim hakkım. Am a Hugh Selwyn M auberley adlı bu şiir konusunda yapılabileceklerin en iyisi, sözü kısa tutm ak. Bu şiirle ilgili, birincisini şimdi yadsım ak istediğim benim iki eleştirim de dahil, pek çok eleştiri var. ® Çünkü bu şiir, Pound’un uzunca şiirlerinin en kolay erişilebilenlerinden biri ve başlanm ası en kolay olanıdır. Yine bu yüzden, yazın dünyasının daha ileri gidememiş —bu şiiri Pound’­ un en iyi şiiri ya da tek «kesin başarısı» sayan— kişi­ lerle dolu olmasına karşın M auberley’yi önce tanım ak, sonra onun etkisinden kurtulm ak gerekir. Pound, M au­ berley’yi Hardy’ye gönderirken «kısa» diye tanım lam ış­ tı. Oysa bu şiir, «sığ» sözcüğüyle daha iyi tanım lanabi­ lir. Sığ, kısıtlı ve kuşkucu kişiliklerin, Pound’un bu şii­ rine, diğer şiirlerinin hiçbirine göstermedikleri ilgiyi gösterm eleri de böyle açıklanabilir. Hugh Selwyn M auberley, biri 1919’da yazılmış onüç şiirden, diğeri 1920’de yazılmış beş şiirden oluşan, iki di­ ziye aynlır. Şimdi, dizileri arasındaki karm aşık b ağla­ rın ve göndermelerin, büyük ölçüde aldatıcı olduğunu düşünüyorum. Ama, ikinci dizinin son şiiri «Madalyon» ile birinci dizinin son şiiri «Haberci» arasındaki ilişki­ nin, gerçek olduğu yadsınam az. Jo B rantley B errym an’in de kanıtladığı gibi (PAIDEUMA, Cilt 2, Sayı 3). H er iki şiiri b irarad a değerlendirmek gerek; ayrıca ikisinin ko­ nusu ayn ıd ır: Londra resitallerini Ezra Pound’un, The New A ge’de (genellikle) takm a adla yazdığı müzik yazı­ larında eleştirdiği Raymonde Collignon’un şarkı söy­ leyişi. Raymonde Collignon, Pound’un 1911’de W a lter Morse Rumm el’in bulm asına yardım ettiği yerel ezgileri

söyleyerek kendini Pound’a sevdirm işti.10 Ama, «Haber­ ci» de B ayan Collignon, daha sonraki bir dönemin, onyedinci yüzyıl Ingilteresi’nin şarkılarını söylemektedir. Git, akılsız kitap, Bana Lawes şarkıları okuyan kadına sö y le : Şarkıları, konular gibi bilseydin, Üzerime ağır bir yük gibi yığılan Kusurlarım ı bağışlar Ve onun utkusunu, Sonsuza dek kurardın. Havaya, Hazineler saçan kadm a söyle, H er anımıza, Yalnız onun yarattığı güzellikler can veriyor Onlar, Misk kokulu kırm ızılar içinde Turuncuyla örtülü Tek renk, tek varlık olarak Zam ana dirensin isterim. Dudaklarında, ne hangi şarkı olduğunu Ne de kimin yazdığım bildiği Bir şarkıyla giden kadına, söyle Bir başkasının dudakları, Onunkiler denli güzel olabilir, Ve onunla benim toprak olan bedenlerimiz, VValler’inkiyle birlikte unutulurken, yeni çağlarda Güzellik dışında h e r şey, Değişip, yok olduktan sonra da Bu dudaklara tapılabilir. Bu, çağdaş bir şiir mi? E ğer öyleyse, hangi açıdan? Ve­ zin açısından mı? Dil mi? Duyarlılık mı? Bu bakış açıla­

rından herhangi biri gözönüne alındığında bu şiirin, İn­ giliz değil de A m erikan olduğu ileri sürülebilir mi? Yok, hayır; am a bu şiir, yine de b ir A m erikan şiiri. Şiirin üçüncü bölümündeki «kadın»ı, İngiltere ya da İngiliz şiir geleneğiyle (belki İngiliz «esin perisi» kesinlikle İn­ giliz diliyle), özdeşleştiren Thomas E. Connoly (ACCENT, Kış, 1956), haklıydı. Dolayısıyla, «dudaklarından» söz edi­ len «bir başkası» İngilizce konuşan am a İngiliz olm ayan biri, bir başka deyişle b ir Amerikalıdır. Hem, Hugh Selwyn M auberley’nin ilk A m erikan baskısının başlık sayfasında, şöyle bir not da v a r d ı: «Bu dizi, Londra’dan ayrılışı o denli açıkça simgeliyor ki, bunu yalnız bir Am erikan baskısı sanan okurlar, şiiri okum asalar yeğ­ dir...» Ingiliz lirik geleneğini, İngiliz ozanları yeterince güçlü olmadığı için, bundan böyle A m erikalıların sür­ düreceği savı —bu utkun gösteri— İngilizleri, üzmüş ve utandırmış olmalıdır .Autheil ve Uyum Üzerinde Tartışm a’da (Autheil and the Treatise on Harmony, Paris, 1924) Pound, bu noktaya açıklık g etirecek ti: Henry Lawes’in ü ç ciltlik «Ayres ve Görüşmeler» i G reat Turnstyle’daki, ikinci el yapıtlar satan m ü­ zik dükkanında yoktur am a, dükkanın iyi niyetli sahibi, eski satış kataloglarını araştırm ak inceli­ ğini gösterir. Son satılan kopya 49 Pound getirmiş. Bu eski müziğin, Dolmetsche tarafından yapılan bazı düzenlemeleri artık bulunmuyor. Böyle bir du­ rum , yalnız geçmiş zenginliklerine kayıtsız ve iyi müzikten bilinçle nefret eden bir ülkede görülebi­ lir. W aller’in şiirlerini, bir Şiline aldım. Am a, L a­ wes’in İngiliz müziğindeki yeri, W aller'in İngiliz ozanları arasındaki yeriyle karşılaştırılam ayacak denli önemli.

Genelde Hugh Selwyn Mauberley, Pound’un H ardy’e mektubunda «saygımdan «estetik görünüm lü bir sözcük» olarak söz ederken öngördüğü eleştirilere açık. Şiirde, belirgin bir olduğundan farklı görünm e çabası sezili­ yor. Şiir, Pound’un kentli görünm e çabalarının doruğu­ nu oluşturuyor. Oysa Pound’un kentlileşmesi, kolay ol­ m amıştır. Tersine Pound, topluluk içinde sık sık yanlış tutum lar benimserdi. Bu tü r yanlış tutum larından biri de, persona ya da m aske adım verdiği kaçışlardan yararlanm asıydı. Pound’un koruduğu Eliot, sözel Persona J . Alfred Prufrock’dan, başarıyla yararlanm ıştı. Pound’­ un Anglo - İrlandalI koruyucusu Y eats, Michael Robartes, Owen A h em e ve Deli Ja n e adm ı verdiği tarihsel m askelerden yararlan acak tı. Pound, «Hugh Selwyn Mauberley» den aym biçimde yararlan m ayı am açlam ış olabilir. Am a Pound’un kişiliği, Eliot’un ya da Y e a ts’inkinden oldukça farklıydı. Roman Dillerinin Özü’nde Villon’a karşı takındığı tutum Pound’un, «persona» y a da «maske» yaklaşım larının am açladığının tersine, ozanların kendi kişiliklerini açığa vurm alarını olum­ lu karşıladığını gösterm ektedir. Bu yüzden Hugh Selwyn Mauberley maskesi, aynı dönemde yazılan Düşsel Mektu p lar’daki (Im aginary Letters) W alter Villerant m as­ kesi gibi, sık sık düşen bir maskedir. Ozan onu sık sık yüzünden atıyor ve kendisini ortay a koyuyorsa maske, neye y a ra r? Üstelik maskenin varlığı, yapı­ tın başlığında duyurulmuşsa, Pound’un ne zam an m askenin ardından, ne zam an maskesiz konuştuğunu, nasıl bilebiliriz? Benim ve diğer eleştirmenlerin, Mauberley’nin ağzından söylendiğini sandığı «Madalyon»un, in propria persona söylenmesi gerektiğini kanıtlayan Bayan Berrym an, bu konudaki tartışm aları sona erdir­ miştir. Hugh Selwyn M auberley, h e r şeye karşın önem­ lidir; Pound’un en kolay ve en sinsice alıntı yapılan şiiri

olan bu yapıt, G autier’in İngilizceleştirilmiş! olarak önem taşır, n A m a M auberley Pound’un tüm yapıtları içinde G ray’in şiirindeki «Yakınma» gibi, a rt niyetli okurların onun daha sonraki yapıtlarım karalam ak am acıyla kullanabilecekleri, bir göreli erken dönem ü rü ­ nü olarak k alacağ a benzer. Sextus Propertius’a Saygı, (Homage to Sextus Pro­ pertius) ayrı bir inceleme konusu oluşturur. Ailen Upw ard’m Yeni Sözcüğü'nde incelenen sözcük, Alfred Nobel’in, yazın arm ağanının, «ülkücü eğilimli en seçkin yapıta» verilmesini önerirken kullandığı anlam da «ül­ kücü» sözcüğüdür.. A raştırm asının başlarında (Üçüncü Bölüm’de) Upward, bu anlam da kullanılan «ülkücü» nün b ir Babu sözcüğü olduğuna k a ra r v e r i r : İngilizler, Hindistan’d a ... yerlileri bizler gibi eğit­ mek ve öncelikle onlara dilimizi öğretm ek am acıy­ la okullar kurdular. B abular adı verilen büyük bir yerli grubu, dili belli bir düzeye erene dek kolay­ lıkla öğrenir, sözcüklerin nasıl yazıldıklarını kav­ r a r ve an lam lan hakkında biraz fikir edinir; am a İngilizce, anadillerinin yerini almadığı için, onla­ r a ödünç bir elbise gibi u y a r ve İngilizceyi kulla­ nırken, Babu İngilizcesi teriminin doğmasına ne­ den olan tuhaf ve gülünç yanlışlar yaparlar. U pw ard’m Kipling’in çağında, yerlilerden bu denli per­ vasız bir kendini beğenmişlikle söz etmesinden ben so­ rum lu tutulam am . Betimlediği ve adlandırdığı dille il­ gili olayı, eski söm ürgelere işi düşenlerin tümü, biraz olsun bilirler. Babu İngilizcesi olduğu gibi, Babu Hollandacası ya da Babu Fransızcası olması da olasıdır. Ve S extus Propertius’a Saygı’nın önemli bir bölümü, bu dil­

de yazılmıştır. Bunun nasıl olabileceği, Upw ard’i oku­ m ayı sürdürürsek an laşılab ilir: İşte A vrupa’nın önemli bir bölümü ve özellikle İn­ giltere, yüzyıllardır bu sürecin sıkıntısını çekmek­ tedir. Konuşmamız, biz farkına varm adan Roma'nm özgürlüğünü anlatıyor. Okullarımız, kuzeyin genç barbarlarını, büyük Rom a’nın uysal yerel yu rttaşları olarak eğitmeyi am açlayan Akdenizli misyonerlerin kurduğu Rom a okullarıdır... Okul­ larım ıza bugün de, Latin gram eri okulları anla­ mında, gratn er okulları deniliyor ve onlarda öğre­ tilen başlıca konu, Latince. Üniversitelerimizin res­ mi dili Latince ve iyi bir eğitimden, Latince di­ linde eğitimi anlıyoruz. Eğitim kuram ım ız bugün de genç îngilizleri, eski Rom alılara dönüştürmeyi, am açlıyor... Upw ard’in, Pound gibi Akdeniz-merkezli olmadığı, açık. Ama, onun gününden bu yana İngiliz eğitiminin, daha çok kötüye doğru değişmesine neden olan yanlış v arsa­ yım ları savunm akta gösterdiği ateşlilikte, Pound’dan ge­ ri kalm ıyor: Örneğin bir Babu yerlisinin, yalnız Babu İngilizcesini unutup, diyelim Tamil diline dönerek ken­ dine sadık kalabileceği varsayım ı; ya da Latincenin ku­ ralları, konuşulan İngilizcenin kurallarından farklı ol­ duğu için bu kuralları bilmenin, dilimizi doğru ve açık bir biçimde kullanm am ıza katkıda bulunm ayacağı v a r­ sayımı. Upward, Nobel’in kullandığı «ülkücü» sözcüğü­ nün hem İngilizcede hem de İsveçcede olmadığını gözönüne alarak bu sözcüğün, h er iki dil için de bir anlam taşımadığı sonucuna varm az. Tam tersine. Ve Pound da, tam tersi bir uygulam ayı sürdürür; «yenileştirme» yak­ laşımının anlam ı budur. Akdeniz’den kaynaklanan bil-

geliklere ulaşabiliyoruz, bildiklerimizin ancak Pound’dan, yolun kalan tiğini ortay a koyduğu ve nefret edildi ve ediliyor.

am a Babu Latincemizle, ulaşa­ yansını değerlendirebiliyoruz. yan sım tam am lam am ız gerek­ bizim adım ıza tam am ladığı için

Pound’un en ateşli ve ondan en çok nefret eden karşıtlarının, klasik dönemleri inceleyen bilim ad am lan olmasına ve y ap ıtlan arasın d a en büyük tepkinin, Sex­ tus Propertius’a Saygı’yla Sofokles’den yıllar son ra çe­ virdiği Trachiniae’ye gösterilmesine şaşırm am ak gere­ kir. 12 Çünkü klasiklerle ilgili b ir profesör h er şeyden önce, Upw ard’in betimlediği yöntemle öğrendiği bir M andarin dilini koruyan ve ondan çık ar sağlayan bir Babu’dur. B ir bilim adam ına klasikleri incelemek ko­ nusunda yarı yolu değil de yolun tam am ını gittiğini k a­ nıtlamak, bir ölüm kalım sorunu gibi görünür. Çünkü, tıpkı İngiliz Hindistan’ında olduğu gibi bir toplumsal ve ekonomik statü savaşım ı sözkonusudur; bu tü r eleştir­ m enlerin «saygınlığa» bu denli önem verm eleri, böyle açıklanabilir. Pound’un, The New A ge’de yayınlanan iyi niyetli am a keskin bir eleştiriyi yam tlarken, açıkyüreklilikle itiraf ettiği gibi Propertius’da kullandığı dil, yıllar önce «Ölüm Dişlerini Geçirdi»yi çevirirken kullan­ dığı dil gibi, saygın ve yavan Babu İngilizcesidir.14 Ş a­ ka bir yana, profesyonel klasik dönem uzm anlarının dı­ şında, Robert Nichols’ın 1920’lerde yazdığı eleştirilerde ya da Robert G raves’in ve Robert Conquest’in ıs (0n yıl­ la r sonra) Sextus Propertius’a Saygı’ya yönelttiği sal­ dırılarda, Frantz Fanon’da ya da genç (Cezayirli) Cam us’nün ürkek ve sonuçsuz önerilerinde gördüğümüz düğümlenmiş duygu karm aşasıyla karşı karşıya olduğu­ muz söylenebilir. Biz, İngilizce konuşan beyaz derililer, kendimizi colons (söm ürgeciler) olarak görm eye ne den­ li alışık olsak da, geçmişte colonisé de (sömürülen) ol­

duk. Bunun kanıtı, Latinceyle yanyana konulunca, dili­ mizde görünür; Pound’un dilimizle, Sextus Propertius’a Saygı’da oynadığı türden oyunlara gösterdiğimiz tepki­ nin ateşliliğinin, an cak böyle açıklanabileceği kanısında­ yım. Sextus Propertius'a Saygı’nın dilinin tümünün ya da b ir bölümünün «çevirmence» olduğunu, daha önce be­ lirtmiştim. Upward'in kullandığı «Babu İngilizcesi» de­ yişi, bu dili daha iyi tanım lıyor: Eğri büğrü dörtgenler yoldaşlık çağrılarım bıraktı; K avruk defneler yangın külleri arasında yatıyordu; Ay göğe inmeyi h âlâ kabullenmemişti, A m a baykuşun k ara, felaketli haykırışı duyulabilirdi. i

«Kabullenmemişti» nin gülünç ve yersiz resmiliği ve «duyulabilirdi»nin, saçm a ve katı edilgenliği, Latince ev ödevini yapan canı sıkkın İngiliz okul öğrencisinin ol­ duğu denli, eski söm ürgeci efendilerinin dilini kullanan (PakistanlI, Kıbnslı y a da bir başka ulustan) kendini beğenmiş, ukala bir devlet m em urunun İngilizcesine de uyar. Konunun önemini, küçümsememek gerekir, çün­ kü, sık sık iyi bir çeviriye örnek olarak gösterilmesine karşın Sextus Propertius’a Saygı, bir kötü çeviri örne­ ğid ir.-^ Çevirm enlerin kendilerine örnek alm aları ge­ reken bir model olm aktan çok uzak olan bu yapıt, bi­ linçli ve sürekli yanlış çevirileri — Babu’nun kaçınılmaz olarak yaptığı «tuhaf ve gülünç» yanlışlan— içerir. Bunlar senin düşlerin ve kilit altındaki genç kadınlann senden... Hiç bir barbarlık ona z a ra r verecek denli ileri gitm ezdi...

Neden bir aşığın saf kanını dökmek gibi çirk in... -Ölüm neden gecikerek gelir?» Ju n o’nun Pela’daki tapınaklarını aşağıladın mı?.. Zeus’un akıllıca baştan çıkarm aları, Sem ela’nınkini ateşe verdi ve saptırdı... Bu dizelerdeki Babu İngilizcesi y a da «çevirmence» ör­ nekleri, bir başka deyişle «nasıl çeviri yapılm am ası ge­ rektiğini» gösteren örneklerin altı çizilmiştir. Genel­ likle gereğinden süslü deyişlerden oluşan bu dili, şimdi gülünç buluyoruz. Kimi kez, dördüncü örnekte olduğu gibi gülünç tuhaflık, sözcüklerin seçiminden değil de, dizilişinden kaynaklanır. Ö rn eğ in : Gemicisi rüzgarların; b ir çiftçi, öküzlerini süren; Asker, yaralard an oluşan; besleyicisi, koyunlann; Biz, d ar yataklarım ızda, savaşlara sırtımızı dönerek; H er birimiz olabildiği yerde; günü bildiğimizce tüketerek. (Burada, gösterişli bir dilin sözcük düzenini yalın bir dille yinelemek çabasından kaynaklanan bilinçli uyum ­ suzluk, bu şiire özgü utkuyu oluşturan ustalıkla, derin ve zengin duygulara dönüşen, gülünç bir etki uyandırı­ yor. Bu Babu’nun, diğerlerimiz gibi um ut dolu ve acı çeken bir insan olduğunu gösterir.) Yapıttaki yanlış çevirilerin h er birini, biraz bilgili ve dikkatli h er İngilizce okuru anlayabilir. Propertius’un Latince aslına bakm aya gerek yok. A m a Pound, Latince metni bilenler ya da Latince metne bakm ak isteyecekler için bazı eğlendirici saçm alıkları, şiirine bilerek koy­ muş. Babu, gereğinden fazla alıngan ve kendini beğen­ miş olduğu için bu, yanlış b ir yöntemdi. («Propertius

Kendisiyle Konuşuyor» adını yeğleseydi Pound, eleşti­ rilerin bir bölümünden kurtulabilirdi.) Pound’un yaptı­ ğını gülünç bulm ayan Babu’lar, ona bugün bile kızar; onların neden böyle bir tutum takındıklarını biliyoruz. Robert Nichols’ın eleştirisini yanıtlam ak am acıyla 1920’de, The Observer’a yazan W yndham Lewis, şu canalıcı noktaya değinecekti: «Mr. Pound, ...C haucer, Landor, Ben Jonson ve Rowlandson’m pek çok çağdaşının kla­ sik metinlerden, bu metinleri doğrudan İngilizceye çe­ virmek dışında am açlarla da yararlandıklarını biliyor olabilir.» Lewis, Pound’un şiirinin b ir yerinde Y e a ts’le alay edildiğini, bir başka yerinde W ordsw orth’a değinil­ diğini b e lirtir.18 A m a Lewis, Nichols’m eleştirisinin h an ­ gi açıdan dayanaksız olduğunu o rta y a koyamaz. Çünkü, Nichols’ın eleştirisini dayanaksız kılan, genel tutum u­ dur. Nichols bilgili b ir yazard ır ve onun bildiklerinin bir bölümü —örn eğin ,'Propertius’un Thomas Campion’un en sevdiği Latin ozanı olduğu ve Campion’un ya da bir başkasının Propertius’u, Pound’un onun hakkında uyandırdığı izlenime pek benzemeyen bir biçimde, «me­ lankolik anıların ve duyguların» ozanı olarak tanım la­ dığı— Poundseverlerin uygun gördüklerinden daha faz­ la ilgiyi hak eder. A m a Nichols’ın eleştirileri, kişiliği ve mesleğiyle ilgili bir gocunm a duygusunu güçlükle ö r­ ten, sinsi ve öç alıcı bir tutum la sunulduğu için, etki­ sini yitirir. Gifford ve K eats’in Endymion’unu Q uarterly’de, böyle bir tutum la eleştirir. Bu tutum , Babu’y a özgü­ dür. Ve onlann bu tutum u benimsemeleri, şiirin bir an ­ lam da am acına ulaştığını gösterir. Çünkü, Sextus Propertius’a Saygı’da geliştirilen tüm ironi, h er satırda şa­ tafatlı, söm ürgeci Babu İngilizcesine m ahkum edilen am a bunu söm ürgeci iddiaları küçüm seyen ve bozan bir şiire çevirm ek zorunda kalan okuyucuya ve yalnız­ ca ona yöneliktir. «Dizelerin başarılı olabilmesi için»

kendi varlığını unutup «sömürgeciliği» tümüyle dile, biçemin dokusuna a k tararak Pound, sömürgeciliğin, ken­ disiyle Propertius ve İngiliz İm paratorluğu ile Rom a İm­ paratorluğu arasında bilinçli olarak şem atik bir ilişki üretmekle elde edebileceğinden çok daha kapsamlı ve daha can alıcı bir sömürgecilik eleştirisi geliştirebilmiş­ tir.

4 Kanlolar’daki Fikirler

Pound, K antolar’ı için bir düzen arayışına, 1904 yılında başlamıştı. 1919’da arkası gelmeyen bir başlangıçtan son­ r a kantolar, 1925 ile 1967 yıllan arasında, h er birinde birçok kantonun toplandığı kitaplar halinde yayınlandı. Bu şiirlerle ilgili bilgilerini söylentilerden edinenler —başka yollarla edinenlerin sayısı pek az— onlarda ele alm an fikirlerin hiç olm azsa bir bölümünü sıralayabileceklerini sanırlar. Tefeciliğin kam u yaşam ında ve özel yaşam da nasıl kötü ve yoksullaştıncı bir güç oluştur­ duğu; tefeciliğin nasıl tanımlanabileceği-, tefeciliğin ta ­ rihteki işlevi; faiz alışverişinde uluslararası Yahudiliğin görevi; Roosevelt’in tersine Mussolini’nin, tefeciliğin ne olduğunu kavradığı ve onu kısıtlayıp ortadan kaldırmak am acıyla uygulanabilir bir tasarım geliştirdiği, söylen­ tilere göre K antolar’m ele aldığı ya da savunduğu fikir­ lerdendir. Am a bunların tümü, birer fikir değil, görüştür. «Gö­ rüş» yerine «inanç» da denilebilir. Görüş ya da inanç­ larım ızda ısrarlıyızdır. Görüşü belirleyen değişmezliği, inancı belirleyen katılığıdır. Bu tü r değişmezliklere duy­ duğumuz gereksinim, ne yadsınmalı ve ne de küçümsenmelidir. Ailen Upw ard’m dediği gibi (Yeni Sözcük, 14. Bölüm), «maddenin özelliği değişmezliktir ve m ad­ denin doğasının temeli, budur. Maddeciliğin temeli de ister madde y a da biçim ister kesinlik y a da şaşmazlık ister dinginlik ya da ölüm olsun, yüzlerce ad taşıyan, Değişmezliğe tapınm aktır». Pound’un kendisi, «kesinlik»

adı verilen değişmezlikten pek hoşlamrdı. Bu tü r de­ ğişmezliklere gereksinimimiz olduğu için Upw ard’m kullandığı anlam da maddecilik, uğrunda savaşılabilecek onurlu bir davadır - özellikle kuram sal fizikçilerin 1908’den başlayarak, özenli maddecilerin bulduğu değişmezliklerin, karşıt güçlerin canlı kilitlenmeleri olduklarını kanıtlam alarından bu yana. Haç, maddenin simgesidir ve bu niteliğiyle bize,, maddenin doğasını anım satır. Yalnız düğümün ka­ ba bir resm i olm akla yetinm ez..., düğümün nasıl oluştuğunu da gösterir. Düğüm birbiriyle çap raz­ lam a birleşen iki çizgidir. Bu bize iki karşıt gücün, birbirine dolaşm aları için ters yönlerden gelmeleri gerektiğini anım satır. Dolaşmaları, aynı zam anda birbirlerini hapsettiklerini gösterir. Bu güçlerin durmadığını biliriz. îleri devinimin gerilimi, basın­ cın gerilimine dönüşür. A skerler durmaz, yürüyüştekine oran la daha büyük bir sabırsızlıkla, zam a­ nın geçmesini beklerler. Güreşçiler, birbirlerine sarıldıklarında titrerler. ı Pound’un şiirinde Roosevelt Mussolini’yle kapıştığında, şikenin sözkonusu olduğu; güreşçilerden birinin gücünü tam olarak ortaya koym asına izin verilmediği ve dolayı­ sıyla, Mussolini lehindeki görüşün değişmezliğinin, baş­ ka ozanların şiirlerinde — örneğin Jonson’m «İnsan İs­ teklerinin Boşluğu»nda y a da İlahi Komedya’da— saygı duyduğumuz, zör erişilebilen değişmezliklerin canlılığın­ dan yoksun olduğu duygusu uyanabilir. Peki, «fikir» konusunda neler diyebiliriz? Fikir, ol­ dukça farklı bir kavram . Upw ard’a göre «fikir,» görüş ya da inanç değildir. Çünkü fikir, değişmezliği am açla­ m az :

Yunan sözcük dağarcığı, fikrin görünüm anlam ı­ n a geldiğini belirtmekle, yerine getirm esi gereken işlevin yansını bile gerçekleştirm ez. Bu sözcüğün anlamı, Eflatun döneminde bile daha derindi. La­ tince yazan ve fikir sözcüğünü Latinceye form a olarak çeviren Aquinas bu sözcüğü, yapımcının daha henüz yapılmamış bir yapı için tasarım ı ola­ rak tanım lar. Elimdeki Flam an sözlüğü, İngilizce­ deki «fikir» sözcüğünün ontwerp, bir başka deyiş­ le, «beynin içine aldığı», değil de, «dışarı attığı», anlam ına geldiğini belirtiyor. Ve Hollanda’da, ya­ pımcıların tasarım ların a ontwerp denilir. Romalı büyük bir din bilginiyle sıradan bir HollandalI ay­ nı kanıyı paylaşıyorlarsa, sonucu güvenle kabul edebiliriz. A m a onlar fikir sözcüğünü, Y unancadaki sözlük anlam ından çok farklı tanım lıyorlar. Fikir, olan bir nesnenin görünümü değil, henüz ol­ m ayan bir nesnenin düşüdür. B ir nesnenin dışa yansım ası değil, bir nesnenin varoluşunu bekle­ yiştir. Pound’un, Kulchur Rehber’inde şunları yazarken bu söz­ leri düşündüğünden hiç kuşkum yok : Bill Yeats, başarısının doruğunda, «her şeyi ağız dolusu havadan yarattım » diyordu. Form a, ölüm­ süz concetto, kavram , ölü dem ir tozlarına m ıkna­ tısın dokunarak değil de uzaktan verdiği gül de­ seni gibi devingen biçim. M ıknatıstan bir p arça cam la ayrılan dem ir tozlan, yükselerek biçim alır­ lar. Form a da kavram da işte ölümden böyle yük­ selir. .. 3 Ve Piza K antoları nda da aynı anlam da bir bölüm v a r­ dır (Kanto 74)

Demir tozundaki gülü hiç gördün mü (ya da kuğu tüylerindeki?) heves o denli hafif, dem ir yap rak lar o denli düzenli biz Lethe’dan geçenler için. Dolayısıyla, Upw ard’m ilk çözümlemesine geri dönme­ miz olası ve h a tta zorunlu. B ir başka deyişle K antolar’da, fikirler yerine form a ve outwerp; «bir şiir için bir fikrim var» ya da «iyi bir fikrim v a r — neden Salı günü hepimiz denize gitmiyoruz» tüm celerinde kullandığı an ­ lam da fikirler aram alıyız. Bunların, Longinus’un sayfa­ larında karşılaştığımız anlam da fikirler olması ilginçtir; nesnelerle ilgili değil (örneğin, Pound’un deyişiyle ABD m erkez yönetiminin, 1913’de Federal Merkez Bankasının kurulm asıyla p a ra basm a görevinden vazgeçmesiyle il­ gili değil), nesneler için (örneğin, buna ve benzeri tefe­ cilik tuzaklarına başkaldırm ası gereken ABD için) fi­ kirler. Bu yaklaşım, K antolar’daki fikirleri özgür ve ütopik am açlarla kısıtlıyor gibi görünüyorsa da Upward, bizi yine şaşırtm ayı sürdürebilir. Çünkü Upward, dürüst m addecilere — özellikle kendi çağım n fizikçilerine— o denli büyük saygı duyar ki, m addeci olm ayanları (ya da, Alfred Nobel’i izleyerek ülkücü diye çağırdıklarını) incelerken maddecilerin maddeyi, itişirken titreyen gü­ reşçiler gibi, düğümlenmiş ve eşit zıt güçler olarak gör­ düğünü unutur. * Maddenin doğası budur; ve Upw ard’a göre ülkücü de —ki ona ozan da diyebiliriz— bunu, fi­ zikçiler denli kolaylıkla kabul edebilmelidir. A m a ozan, sonra ne olacağını da sorar. Upward, bu soruyu yanıtla­ yabilmek am acıyla birbirine kilitlenmiş iki güreşçi mo­ delini bırakıp başka modellerden y ararlan ır - girdap, tayfun, mitolojik Yggdrasil ağacı ve en aşın uçta, anla­ şılmaz bir biçimde, kristal. Bu modellerin tümü, Pound’-

un Yeni Sözcük’ü ilk okuyuşundan otuz y a da kırk yıl sonra, K antolar’da yeralır. Upw ard’in en ayrıntılı an ­ lattığı model, tayfun adı verilen özel bir tü r girdapla ilgilid ir: Tayfunun kitaplarda anlatılan öyküsü, onun kısa öm ürlü bir a ğ a ç olduğunu gösterir. A lçalan bir bu­ lut girdabını, emen bir dudak gibi denize uzatır. A şağıda deniz, girdabını buluta doğru uzatarak ka­ barır. İki u ç birleşir ve denizin girdabından bulu­ tun girdabına geçen su, bulutu yadsıyorm uşcasına yükselir... Yetkin bir tayfunda yalnız su, bulutun girdabında yükselmez, bulut da suyun girdabında yiter... Yetkin bir tayfunun gelişimi b u rada bitmez. Tay­ funun üst yanı bir yelpaze gibi açılmalıdır; bu açı­ lış, bir çiçek çanağınınki gibi h er yöne olur; am a krizantem çiçeğinde olduğu gibi çan ak boş kalmaz. Aynı zam anda alt y a n da, ters yöne bakan ikinci bir krizantem m işçesine açılm ıştır... Bu, ters yüz edilmiş güçtür. Gücün, gerçek vuruşu böyledir, ilk vuruşu, tüm diğer v u ru şlan başlatan vuruşu, duyabildiğimiz h er şeyde, içimizde ve yıl­ dızlı dünyamızda sezilen vuruşu... Upward, ilk vuruşla ilgili görüşünün, genetik dili çözüm­ leyerek «çifte sarmalı» (bir başka deyişle çifte girdabı) o rtay a çıkartan bio-fizikçiler Crick ve W atson tarafın ­ dan, deneysel olarak kanıtlanışını göremedi. Ve Up­ w ard’in, itişen güreşçiler kavram ını, bu kavram yetersiz kalınca hemen terk etmediği de açık. Daha karm aşık modelinde güreşçiler, ters yönlere yönelik girdaplar kı­ lığına girmişlerdir. Her iki güreşçi de diğerini üzerinden atam azsa, birbirlerini itmek am acıyla harcadıkları enerji

nereye gider? Bu soru, şöyle yan ıtlan ab ilir: Birbirlerine kilitlenen girdaplar, «doruğunda gücün ters yüz» oldu­ ğu bir koni olu ştu ru rlar ve birinci koniden, ters yönde ikinci bir koni daha büyür. Y e a ts’in B ir Görüş’ünü oku­ yanlar, onun birbirine kilitlenen ve birbirinin üzerine geçen sarm allarında, benzer b ir modelle karşılaşırlar. Y eats’in kaynağı, Upw ard y a da G.R.S. M ead y a da g e­ rek Upw ard’m, gerek M ead’m yararlandıklarını yadsı­ m adıkları Chaldean büyüleri olmalıdır, s Hem Pound’da hem de Y eats’de «bir şeye fikri» ile bu «ters yüz edil­ me» kavram ı arasında en az, «bir şeyden fikri» ile (bu diğer anlam ıyla) fikrin kopye ettiği söylenen araştırıla­ bilir gerçekler arasındaki ilişkiler k ad ar güçlü bir bağ vardır. Pound Dönemi 6 adlı yapıtında Hugh Kenner, Buckm inster Fuller’in «içiçe geçmiş biçimler» ve «bi­ çimli tutarlılık» kavram larından y ararla n a ra k Pound’un ve W yndham Lewis’in 1913’den sonra yaratm ay a ç a ­ baladıkları biçim lerin birer düğüme benzediklerini, ç a r­ pıcı bir sergilemeyle ortay a koyar. A m a «düğümün» ay­ nı sözcükleri kullanm asa bile «içiçe geçmiş biçimlerden» oluştuğunu; bu modelin, biçimlerin doğasını açıkladığı­ nı; am a aynı zam anda biçimin, gerçekte hiç sona erm e­ yen bir sürecin —kilitlenmiş enerjilerin, bir koni biçi­ minde incelip, dorukta tersyüz olduktan sonra aşağıdan yukarı ya da içerden dışan çiçek verm eleri sürecinin— rastgele seçilmiş bir kesiti olduğunu ileri süren Upward, K enner’in ortaya koyduğu benzerliği önceden görm üştü. Bu tersyüz olma ya da dışa vurm a, birinci koninin duyarh doruğunda —Upw ard’in deyişiyle girdapların y er değiştirdiği noktada— yeni bir koninin y a da sar­ m alın oluşması süreci, K antolar’m dilinde pek çok ayrı anlatım bulur. Bu, genellikle zamanın ve fiillerin yazım yapısının değişmesinden anlaşılır. Piza dizisini izleyen

ve K antolar’ın en cesurca, en güvenli ve en görkemlileri sayılabilecek K aya K antolar’ında bu yaklaşım, özellikle belirgindir. Örneğin, yerel Fransızca ile söylenmiş eski b ir müziğin oluşturduğu iki dizeyle başlayan Kanto 91, şöyle sü re r: ateşten ışığın gelmesini Ve gömülü oldukları derinliklerden gözlerinin gelmesini, R e in a -3 0 0 yıldır ve şimdi gömülü, Gözlerinin m ağaraların d an çıkmasını ve o zam an ışığın da kutsal yap rak gibi qui laborat, orat Circeo’daki k ayaya Undine de, öyle geldi taştan gözler yine denize doğru bakarken İlk dizeler, bize şiirin fikrini bir ontwerp (dışa vurm a, beklenti) olarak verir. «Gelmesini» ve «çıkmasını» («m a­ ğaralarından») sözcükleri de. dilek belirten bir yazımla yazılm ışlardır — olması istenen ve umulanı gösterirler. Bu tü r duyguların, «yakarırım», «dilerim» gibi sözcükler kullanılmaksızın dile getirilmesi, son dönem kantoların­ da, bir biçim özelliği oluşturacak denli yaygındır. Zama­ nın, «Undine geldi» yle geçmiş zam ana dönüşmesi, k a­ nım ca sarm alın tersyüz oluşunu ya da dışavurum unu gösterir. Geçmiş zam an kullanılmasının, Undine’nin ka­ yaya gelişini dileyen dua okunm adan önce geldiğini gös­ term ediği kesin-, tersine b u rada geçmiş zam an, duanın hiç olmazsa düşte kabul edildiğini gösterir. En azından, nesre özgü kuralların —örneğin zam anla ilgili— hiçe

sayıldığı bir metinde geçm iş zam anın, nesir yazılarında kullanıldığı anlam da kullanılmadığı söylenebilir. Nesir y a da konuşm a kurallarıyla bu denli özgürce oynanmasının —yalm z ozan için değil, ozanın parçası olduğu kültür için de— tehlikeli olabileceğini bilmiyor değilim. Şiirin, nesrin kesinliğine erişmesi (ve onu aş­ ması) inancıyla yazm aya başlayan bir ozanın, daha son­ r a nesir kurallarını hiçe saym ayı seçmesindeki çelişki, kolaylıkla görülebilir. Tam burada, bir yol ayrım ı sözkonusudur: Y a dilimize yansıyan kültür düzenimiz ko­ nusunda bu tü r sapm aları benimsemek bir yana, hoşgöremeyecek denli katı bir tutum benimseriz; ya da da­ h a esnek davranırız. Kanım ca, h er iki tu tu m a da, —bu tutum lardan birini benimseyen kişinin sorunun ne ol­ duğunu kavram ası koşuluyla— saygı gösterilmelidir. Yukardakilerden, Pound’un kaynak ve yetke olarak kölece Upw ard’a bağımlı olduğu sonucu çıkartılm am a­ lıdır. Tersine Pound, Upw ard’la temelde anlaşam az; Pound, Upward’m an cak açık b ir nefretle kullandığı bir tanım ı alarak, kendisini «Akdenizli» sayar. Yazıların­ dan bildiğimiz kadarıyla Upw ard (hakkındaki bilgiler o denli karanlığa gömülü ki, onu başka türlü tam m am ıza olanak sağlayacak herhangi b ir belgenin varlığını bilmi­ yorum ), kuşağının seçkin bir bireyi, Chesterton ya da George B ern ard Shaw gibi k in ci olm aktan çekinmeyen b ir açıklık ve doğruluk düşkünüdür; am a Upward aym zam anda —kanım ızca bilinçli olarak— , Grek - Romen uygarlığına özenenlere karşı Nordik, Baltık ya da İs­ kandinav halk görüşlerini (kimi zam an lar bir Nazi ön­ cüsü gibi) savunan, Cariyi benzeri bir kişiliktir de. Ve Pound, bu tutum u hoşgörüyle karşılayam azdı. Bu yüz­ den, Upw ard’m Grek - Romen mitolojisinden sıkılması­ n a karşın («dili kötüdür ...çünkü, çağdışıdır ve bu öy­ küleri, Latince öğrencileriyle onlann O xford’lu öğret­

m enleri gibi, anlam adan yineleriz») Pound, bilinçle ve yıllar geçtikçe a rta n bir yoğunlukla kendini, klasik mit­ leri anlam aya ve yorum lam aya verir. Am a, kendisini kendi umutsuz elleriyle, 1920’da öldürdükten 20 yıl son­ r a Upward, Pound için yine önemli bir karşıttı. Upw ard’ın, yine Yeni Sözcük adlı yapıtında, klasiklerle ilgili akademisyenleri kendi oyunlarında nasıl yenebileceğini açıkladığı bölümü Pound, 1946’da, Piza’daki savaş esir­ leri kam pm da an ım say acak tı: Eski tü r d ar kafalı akadem isyenler... T an rıça A tena’ya verilen glaukopis sanının anlam ını an­ layabilm ek am acıyla ne denli çok u ğraştılar. Bu sözcük, m avi gözlü anlam ına mı geliyordu, gri göz­ lü mü ya da —Sanskritçeden y a rarlan arak — yal­ nız ışıldayan gözlü m ü? Ve bu arad a, T anrıça H era inek gözlü sözcükleriyle betimlenirken Tan­ rıça A tena’nın, A tina dilinde baykuş anlam ına ge­ len glaux sözcüğüyle betimlenmesinin ve A tina’da basılan tüm m etal p araların birer yüzüne ve tüm A tena yontularının altına birer baykuş k ab artm a­ sı konulmasının, bu Tanrıçanın, gözlerini şimşek hızıyla açıp kap atan baykuş gözlü Tan rıça oldu­ ğunu gösterdiği, görmemezlikten geliniyordu. Çün­ kü baykuş gözlerinin özelliği, ışıldam aları değil, ışıltılarını sönen fenerler gibi birden yitirm eleridir. A tena’nm kaşlarının üzerindeki maske, şimşeği ö r­ ten perde; glaukos sözcüğü, şimşeğin gürültüsü­ dür. Ve zeytin ağacm ın kavruk gövdesinin şim­ şek kıvılcımları gibi taşıdığı yapraklar, ışıldamaz am a, soluk alt yüzleri parlak üst yüzleriyle y er de­ ğiştirerek p arıld arlar ve bu yüzden zeytin, Tanrı­ ça A tena’nm ağacıd ır ve glaukos adıyla çağrılır. O xford’a baykuşlar götürm eye ne gerek v a r ? 7

Piza’daki kafesinde, U pw ard’i adıyla andıktan otuz ya d a kırk dize sonra, K anto 74’de şu dizeleri yazarken Pound’un, yukardaki bölümü anımsadığı k e sin :

Le Paradis n ’est pas artificiel am a spezzato görünüyor yalnız umulmadık yetkin sosis p arçaların d a varolur örneğin, nane kokusu kedi Ladro; Nemi’de yam açlard a gölün üzerindeki tepelere gömülü bekledi eskinin yerine yapılan kulübeden k a ra r bekledi Z arathustra, şimdi kalenin izlerinin yalnız h avad a kaldığı yerde Jü p iter ve Hermes için gereksiz taşlard a hiçbir iz yok ve gri renkli d u varlar herhangi bir dönemden zeytin ağaçlarının altında kutsal A tena y\w5fi, y\avK(îynıç,

zeytinler yap rak lan havada döndükçe p anldayan ve sonra p anldam ayan «Glaux» ve «glaukopis» sözcüklerinin Y u n an harfleriyle yazıldığı bu bölüm, genellikle «fikir» olarak nitelendiri­ len bir görüş ya da inançla b a ş la r : «Le Paradis n ’est pas artificiel» («Cennet yapay değildir»). Bu görüş, acı deneyimlerle desteklendiği için önemlidir; hemen önce­ ki dizelerde, tutuklunun geçirdiği dizanteriyle ilgili söz oyu nlan yeralır. A m a yine de bu deyiş, yalnız güç de­

neyim ler sonucu edinilmiş bir görüşün dile getirilişi değildir; Fransızca yazılmış olmasının nedeni de budur —uyuşturucu kullanımıyla ilgili bir kitaba Les Paradis A rtificiels adını veren Baudelaire’e gönderme yapm ayı am açlar. «Spezzato» da (parçalanm ış), cennetle ilgili b ir başka uzmanı, D ante’yi çağrıştırm ak am acıyla İtalyanca yazılmıştır; çünkü, aynı kantoda daha sonra şu dizeler y e ra lır: Hiç de D ante’ye özgü bir yükseliş değil am a rü zgarlar değiştikçe... Pound’un cennetle ilgili görüşleri, D ante’ninkilerle ol­ duğu gibi Baudelaire’inkilerle de çelişir. A m a onun bu konudaki sözlerine yine de inanm am ak gerekir. Bu söz­ ler, bir sarm alın ilk dönüşünü oluşturur —benzeri p ar­ çalanm ış ve aralıklı, «kahince» (Nemi Gölü, kahinlerin görüşlerine başvurulan yerlerden biriydi) deyişlerle, Tanrıça A tena’ya (Zeka Tanrıçası— demek ki ap tallara özgü bir cennetle ilgili değiliz) gönderm eler yapılarak oluşturulan ve son dönüşünü, önemini Upvvard’ın açık­ ladığı zeytin yapraklarının parıltılarının oluşturduğu bir sarm alın. Önemli olan, K anto lar’da «fikir» sözcüğünden, bu dönüş ve dışa vuruş sürecini anlam am ızdır. (Bir fikir, dışavurulur, am a bir görüş benim senir ya da savunulur da diyebiliriz.) Bu süreç, h a tta biraz daha fazlası, yu­ k ard a verilen dizelerden hemen sonra tam am lanır; çün­ kü burada, yaprakların döndürdüğü havanın rü zg arla­ rın gücüne dönüşmesiyle, ters dönmüş ikinci sarm ala g e çilir: Boreas Apeliota libeccio «Cğ il babao» dedi genç anne

ve kartalın süzdüğü küçük kuşlar gibi yüzücüler il Pozzetto’daki yam acın kıyısına kaçıştılar («Libeccio» güney rüzgarıdır; rü zg ar yüzücülerin kıyıya kaçışm alarına neden olurken genç anne, «orada, korkunç yaratık geliyor» der. Annenin rü z g a n bilinçsizce bir ki­ şilikle özdeşleştirmesi, U pw ard’in hoşlanmadığı Akdenize özgü insancıl ve mitolojik alışkanlıklardan biri­ dir.) Çok sık yapılan ve o denli önemli b ir yanlış, şiirin a n a fikrinin, şiirin ilk önermesinde belirtildiğini ve da­ h a sonraki dizelerin — Nemi Gölü, A tena, zeytinler— bu fikri süslediğini kanıtladığını ya da geliştirdiğini dü­ şünmek. Bu açıdan bakılırlarsa K antolar, can sıkıcıdır. B ir fikrin, bir önerm e biçiminde dile getirilebileceğine inanan Y vor W inters, K antolar’ı sıkıcı bulacak ve, «bu şiirlerde fikirlerin olup olmadığını bilemiyorum» diye­ cekti. s W inters, K antolar’ı küçüm süyor ve onları yoksaym ak istiyordu. Am a, onun «fikir» sözcüğünden ne anladığını gözönüne alırsak bu söylediklerinin, Kantola r ’ı okumanın uyandırdığı izlenimleri başarıyla dile ge­ tiren, değerli bir katkı olduğu o rtay a çıkar. K antolar’ı okurken, tayfunların sık oluştuğu b ir de­ nizde geziyor gibiyizdir. Tayfunlar, yalnız bu şiirin bize verebileceği türden fikirlerdir. Ve K anto lar’ı okurken, hiç sorulm am ası gereken am a yine de sık tartışılan, ör­ neğin bu şiirin yapısının v a r olup olmadığı ve eğer v a r­ sa, bunun nasıl bir yapı olduğu; ya da bu şiirin bitip bit­ mediği ve nasıl bitirilebileceğiyle ilgili so ru lan un u tm a­ mız gerekir. B ir denizin, yapısı v a r mıdır? B ir deniz, biter m i? Akdeniz, Cebelitank Boğazından A tlantik’e a k a r ve geri döner. Upw ard’in yorum unun son aşam asına —rü zgard a

kıpırdayan zeytin yapraklarından öteye, şimşeğe— num aralı K aya kantosunda v a rırız : Le paradis n ’est pas artificiel am a değişken B ir an, b ir saat için. Sonra acı, sonra bir sa a t daha, sonra acı, mutluluk sendeler, am a kutsal düşün sonsuz durm ayan im provisatore Çok yönlü, devingen... Ve Kanto 95 şöyle b a ş la r : SEVGİ, 5000 yıl süren bir yıldırım gibi yiten.

5 Kantolar’daki Ritimler

K antolar’ı okuyanlar, bu şiirde uygulanan «birleştirme­ den karşılaştırm a» ı yönteminin, yorum cuları kendi değerlendirmelerini yan yan a konulmuş örneklerle ser­ gilemeye ittiğini bilirler. Yine de, yedi örnek sunmakla okurların zamanını boşuna h arcam ayacağım kanısında­ yım : (1) Ben Jonson’ın C haris’i K u tsam a: On Lirik Parçayla ’sından (A Celebration of C h a ris : in Ten Lyric Pieces, 1624) d örd ü n cü sü : «Onun Utkusu»

Bakın Sevgi’nin arab asın a İçinde Kadın’ımm gezdiği, Onu çekenlerin h er biri bir kuğu y a da güvercin, Ve onu sevgi ne güzel sürüyor. Güzelliğiyle K adm ’ım, geçerken tüm kalpleri İşbaşına çağırıyor; Ve seven kalpler, bu güzelliği Görebilmek için o nereye Giderse, yanında Kılıçların, denizlerin arasın a dalıyor. Lütfen gözlerine bakın, onlar Sevginin dünyasını aydınlatıyor! Lütfen saçların a bakın, saçları Sevginin yükselen yıldızı gibi parlak! Lütfen görün alnı, onun için

Söylenenlerden daha pürüzsüz : Ve onun yay gibi eğri kaşlarından yüzüne K avgalarda utku y a da iyilik Yalnız orad a kazanılırm ışçasına Soyluluk akıyor Beyaz bir zam bağın büyümesini gördünüz mü H oyrat eller ona değmeden önce? K an n düşüşünü izlediniz mi Toprak onu kirletmeden önce? Kunduz kürküne dokundunuz mu Y a da kuğunun tüylerine? Y a da funda tom urcuklarını kokladınız mı? Y a da yanan sümbülün kokusunu? Y a da arının kesesindekileri tattınız mı? Öyle beyaz! Öyle yumuşak! Öyle tatlıdır o!

(2)

Kanto 47’den (1937) Ve küçük yıldızlar şimdi zeytin dallarından düşüyor, Balkona çatallı bir gölge iniyor Senin varlığına aldırm ayan kırlangıcın kanatlarının kendinden daha k ara gölgesi K irem itlerin üzerinde Ve gölge çığlık çığlığa gidiyor. Ağırlığın o denli hafif Ve dünyayı kavrayışın o denli zayıf A m a d ağlan delip geçmişsin, Zambağın beyaz dişleri daha az keskin. Rahimden daha yum uşak bir yuva mı buldun Y a da daha dingin

D aha derine mi gömülüsün, senden Filizler daha gü r m ü bitiyor? Dağın daha derininde misin? Işık m ağaraya girdi. îo! İo! Işık m ağaraya yayıldı, Görkem ve görkem! Bu d ağlan delip de g ird im : Bedenimden o tlar bitsin diye, Köklerin konuşm alannı duyayım diye, Yaprağım ın üzerindeki h ava diri, Ç atalh dallar rü zgard a sallanıyor.

(3)

Kanto 74 (bir Piza K antosu -1948) ticaretin yararlı işlemleri güzellik an ıtlannın ard ard a yıkılışı ve asalak lar özgünlükleri sorguluyor (R agusa’da yapılmış) v e : Ne tü r san at satarsın? «En iyisini.» Ve çağd aşlar? «Yok, h ayır çağdaş olanı satamayız.» am a H err B ach er’ın babası yine geleneğe uygun M eryem ler oyuyor * h er katedralde bulunabilecek türden, tah tad an ve bir başka B ach er yine, Ixotta döneminde kışlan evlerden şeytanlan kovmak için Tirollerden gelen Salustio’nunkilere benzer m askeler oyuyor.

Avusturya Tirollerindeki halk gelenekleriyle ilgili diğer bilgiler gibi Herr Bacher’in babasıyla ilgili bilgiler de Pound’un kızı M aary’nin bir sütanne eliyle büyütüldüğü Tirol köyünden derlenmiştir.

Pırlantam sı aydınlık (Verlaine) havuzun kristal fıskiyesindeki top gibi dingin Denizin anımsandığı Taishan’ın altında rü zg ar ne yumuşak cehennemden, kuyudan tozdan ve göz kam aştıran kötülükten Zefir/Apelyot akla özgü nec accidens est zava am a akim bir unsuru est agens ve işe y a ra r çeşme ızgarasına toz olarak Demir tozundaki gülü gördün mü (ya da kuğu tüyündeki?) Heves o denli hafif, dem ir y ap rak lar o denli düzenli Biz Lethe’den geçenler için. (4)

Kanto 80 (bir başka Piza Kantosu - 1948) h ava denizinde yüzdün mü hiçliğin boşluğundan sal dağılıp sular üzerimi örtünce, Im m aculata. Introibo. acıyı tad an lar için Perpetua, A gatha, A nastasia saeculorum repos donnez â cils senza term ine funge Im m aculata Regina *

Burada olduğu gibi 74 ve 85 Nolu Kantolarda karşımıza çı­ kan funge sözcüğüne ne della' Crusca’da ne diğer İtalyan­ ca sözcüklerinde ne de Dante’de rastlarız. Hugh Kenner

Les larm es que j’ai créées m ’inondent Tard, très tard je t ’ai connue, la Tristessa, ** Altmış yıldır gençlik gibi katıyım

(5)

Kanto 81 (bir başka Piza K antosu -1948)

akıntıda bir yaprak kapılarım da Althea yok Yine de Mevsim soğum adan Güney rüzgarıyla P arlak göğe doğdum (PAIDEUMA I, i, 1972), bu sözcüğün izini Pound’un îtalyancaya yaptığı Konfüçyüs çevirisi, Ciımg Iung, L’Asse Che non Vacilla’da (1945) bulur: «La purezza funge (nel tempo e nello spazin) senza termine. Senza termine funga, luce tensile.» Pound’un aynı yıl yaptığı İngilizce çeviri Dağılan Denge Noktası’nda, bu şöyle söylenir: «Birbirlerine (zaman ve mekanda) karışmayan sınırsız işlevler. Bu gergin ışık, Immaculata’dır. Eylemi sonsuzdur.» Mary de Rachewiltz, funge sözcüğünün, bazı İtalyan faşistlerinin önayak olduğu, İtalyanca sözcüklerin Latince köklerini canlandırma prog­ ramı bağlamında türetildiğini ileri sürer. Dolayısıyla funge, işlevler anlamındadır. Görülüyor ki Pound, değişik dilleri kullanmak ve bu dillerde (kimi zaman bilinçli) yanlışlar yapmakla yetinmemiş, bu dillerde yeni sözcükler de türet­ miştir. Bu dizelerde ve genel olarak Piza Kantolan’nın tümün­ de, ozanın en kişisel itiraflarının Fransızca dile getirilmesi, Pound’un aile çevresinde, acıların ve güçlü duyguların açık­ lanmasına karşı duyulan, Jam es dönemine özgü olumsuz tepkiyi yansıtır. Bu konuda Mary de Rachewiltz’in Değerlendirmeler’inin bazı sayfalan, aydınlatıcıdır. ** Kendi gözyaşlanmın içinde boğuluyorum Seni geç. çok geç tanıdım, hüzün.

Lawes ve Jenkyns uyusunlar Dolmetsch hep konuklan olsun Viyol tahtasını mı işledi Acille önemliyi anlatsın diye? Lavta gövdesini mi oydu? Lawes ve Jenkyns uyusunlar Dolmetsch hep konuklan olsun Bu denli hoş duygulan Köklerden y ap rak lan çekmek için mi y arattın ? Bu denli hafif bir bulut mu buldun Ne sis ne de gölge gibi görünen? A nlat öyleyse, doğrusunu anlat W aller söyledi mi ya da Dowland çaldı mı? Gözlerin beni birden öldürürlerse Güzelliklerini sürdürem em * Ve 180 yıl nerdeyse yalnız hiçlik.