Istanbul Ansiklopedisi, cilt 5. Bayrampaşa - Boğaziçi [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

ISTANBUL ANSİKLOPEDİSİ

039.9435 KOÇ 1961

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ

Boffaxkrsrn Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sAhU kapı Resini: Sabiha Boacalı

Bu cüdi, bana hazîneler değerinde hatıralar ve notlar tevdi etmiş olan Üsküdarlı halk şAiri VAsif Hoca nâmı ile mâruf fazilet timsâli insan rahmetli Vâsıf Hiç ile asil ve necîb dostum, meelekdaşım, bu ansiklopedide kalem arkadaşım muallim ve edîb merhum Ali Nûzhet GökseTin aziz hâtıralarına ithaf ediyorum. r, r.

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ 1STANBULUN: CAMİ. MESCİD, MEDRESE, MEKTEB. KÜTÜPHÂNE. TEKKE. TÜRBE. KİLİSE. AYAZMA. ÇEŞME. SEBİL. SARAY. YALI. KONAK. KÖŞK. HÂN. HAMAM. TİYATRO. KAHVEHANE, BÜTÜN YAPILARI... DEVLET ADAMI. ÂLİM. ŞÂİR. SANATKÂR. İŞ ADAMI. HEKİM. MUALLİM. HOCA. DERVİŞ. PAPAZ. KEŞİŞ. MECZUB, NEVCİVAN. NİGÂR, HANENDE. SAZENDE, ÇENGİ. KÖ­ ÇEK. AYYAŞ. DERBEDER. PEHLİVAN. TULUMBACI. KABADAYI. KUMARBAZ. HIRSIZ. SERSE­ Rİ. DİLENCİ. KAATİL.. BÜTÜN ŞÖHRETLERİ. DAĞI. BAYIRI. SUYU. HAVASI. MESİRE YERLERİ. BAHÇELERİ. BOSTANLARI. VE İLÂH.. BÜTÜN TABİAT GÜZELLİKLERİ VE COĞRAFYASI... SO­ KAKLARI. MAHALLELERİ. SEMTLERİ YANGINLARI. SALGINLARI. ZELZELELERİ. İHTİLÂLLERİ. CİNAYETLERİ VE DİLLERE DESTAN OLAN AŞK MACERALARI.. İSTANBUL HALKININ DEVİR DEVİR ÂDET. AN’ANE. GİYİM VE KUŞAMI... İSTANBUL ARGOSU. İSTANBULA AİT RESİMLER. ŞİİRLER. KİTAPLAR. ROMANLAR. SEYAHATNAMELER... İSTANBULA GELMİŞ YABANCI ŞÖH­ RETLER

REŞAD EKREM KOÇU Bu cildde: Sâim Turgud AKTANSEL, Sermed Muhtar ALUS. Muzaffer ESEN. Ah Ntehet GÖKSEL. İhsan HAMAMİOĞLU. Vâsif HİÇ. Reşad MİMAROĞLU. Abdûrrahım CAbır VADA ve Mahmud YESÂRİ merhumlar ile Mehmed AU AKBAY. Ekrem Hakkı AYVERDİ. Hakkı RAıf AYYILDIZ. Nihad Sâmı ΒΛNARLI, Nâşid BAYLAV. Şükrü Nâil BAYRAKDAR, Salamon J BECERANO, Reşad BEYATLI. Ah ÇAMİç. Münir Süleyman ÇAPANOĞLU. Mehmed ÇARIKLI. Fahri DUNGELF.N. H Basri ERK. Semâvt EYİCE. Celâleddin GERMIYANOĞLU. Hakkı GÖKTÜRK. İhsan HINÇER. Tevfik KARKAN. Hüsnü KINAYLI. Mehmed KOÇU. Muhiddin NALBANDOĞLU, Saadi Nâzım NIRVEN. Aysel ÖZ T Yılma* ÖZTUNA. Kevork PAMUKCİYAN, Reti’ Cevad ULU-NAY. Kerim YL’ND kalem arkadaşlığı etmişler

Sabiha BOZCALI, Behçet CANTOK. Osman Zeki ÇAKALOZ. Neeih İZMİROĞULLARL Büiend ŞEREN. Kemal ZEREN, F. A.. Hüsnü resim, harita, kroki ve planlan yapmışlardır SU resim. 58 plân, harita, yası. nota. 4 yaprak aaeUn dışı restas.

BEŞİNCİ CtLD BAYRAMPAŞA MEDRESESİ — BOĞAEİÇİ DENİŞ HAMAMLARI

Reşad Kkreaa Kaça re Mehasat AR Akhay İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ ve Neşriyat KoDekSif ŞMaH İSTANBUL İMİ

Yabancı dillere terceme hakkı ve tûrkçe baskı hakkı yalnız Reşad Ekrem Koçu'nündür.

NURGÖK VE HÜSNÜTABİAT MATBAALARINDA BASILMIŞDIR.

Bebekde Hallmpaşa Yalısı (Resim: Böİend $eren)

B

BAYRAMPAŞA MEDRESESİNDE KUR ŞUN tOBSlZtlOl VAK’ASl — Hayır eser­ lerinim kubbeleri üzerinden kurşun hırsızlı­ ğı mel’anetinin ilk örneklerinden olan bir vak'adır; Sinoblu Mustafa adında bir şaki 1900 yılı Nisan ayında üç nefer ayakdaşı ile beraber Hasekide Bayram Paşa Medresesi­ nin kubbelerinden götürebilecekleri kurşun sökmüşler, fakat yolda hallerinden şübhelenen zâbıta tarafından çevrilince silâhla kar­ şı koymuşlar, müsademede Mustafa yaralan­ mış ve ayakdaşları ile beraber yakalanma­ dır. Şeririn akıbeti hakkında bilgi edinile­ medi. Bibi: Zamanın Gazeteleri

BAYRAMPAŞA SARAYI — Yerini ke­ sin olarak tâyin edemedik; Avaâofya ile Sa­ rayın Cankurtarandaki Otluk Kapusu ara­ sında uzanan· sâhada olacaktır, On yedinci asrın şn büyük ve mükellef saraylarından biri idi; mirî saraylardan idi, fakat Bayram Paşa tarafından yaptırılıp paşanın ölümün­ den sonra mı hâzineye intikal etmişdir, yok­ sa aslında hâzine malrolup içinde bir zaman­ da Bayram Paşa oturmuş ve sarayın adına nisbetle anılmasını sağlayacak tâdılât mı yapmıştır kesin bir şey söylenemez. Bayram Paşanın daha Yeniçeri Ocağında Tumacıba

şı iken Hanzâde Sultanla evltmdl$nde» Sul­ tanına ikaametlertne tahsis edilen bir miri sarayda mülâki olduğu muhakkaktır. Dör­ düncü Mehmed zamanında namlı vezirlerden Melek Ahmed Paşa ile Derviş Paşa bir ara bu sarayda oturmuşlardır. 60-70 odalı bü­ yük bir ahşab yapı olup Köprülü Mehmed Paşa zamanında 1660 da cehennemi Ayazma kapusu yangınında yandığı söylenebilir. BAYRAMPAŞA YALISI — On yedin ci asrın büyük ve mükellef yalılarından bi­ riydi. o asrın adamı müverrih Fındıklı Meh­ med Ağanın bir kaydından Üsküdann Kuz­ guncuk tarafında bulunan bu yalının 1661 de Kara İbrahim Pasa adında bir veririn mülkü olduğunu öğreniyoruz: < Hicri 1092 senesi Cemâziyelâhirinin üçüncü Perşembe günü (M. 21 Haziran 1681) Dördüncü Vezir Kara İbrahim Paşa kendiri­ nin Kuzguncuk yanındaki Bayrampaşa Ya­ lısına padişahı (Dördüncü Sultan Mehmed) davet etti ve bir ziyafet verdi; o gün ikindi vakti gök gürlemeleri ve şimşeklerle bir tûfan oldu, ardından kaz yumurtası büyüklü­ ğünde dolu yağıb bütün şehrin üstünü ve kırlan kış mevsimi gibi ağarttı. îç ağalarına mahsus bir sandal Bayrampaşa Yalısının ke­ narına vurup parçalandı Karadenisden gelen bir odun şaykası da (karşıda) Beşiktaş önün­ de yelken kapatıp battı». Ayni müverrih beş yıl sonraki olaylar arasmda bu yahnin m'r’ye intikal etti ini ya­ zarak bir vak’a naklediyor;

— 28l0 —

BAYRAM ŞAH

İSTANBUL

ber evlâdı denildi, şehzâdeler hocalığından «Hicrî 1 Şaban 1097 Pazar günü (23 çıkarılmakla iktifa olundu». Mayıs 1686) Dördüncü Sultan Mehmed ka­ Bibi: Silâhdar Tarihi, i ve U. yık ile İstavrozdan Üsküdara gelirken ÜsküBAYRAM ŞAH — Onyedinci asır orta­ darda Kara İbrahim Paşadan alınmış olan larında yaşamış Balat çingenelerinden nam­ mirî Bayrampaşa Yalısının çayırına at bağ­ lı bir köçek oğlan; kardeşi Memiş Şah ile lanmış olduğunu gördü ve gazaba geldi, ya­ birlikde «âfitâb misâl» güzelliği ile meşhur lının ustasını (muhâfızlarmm zâbitini) ge­ olub Ahmed Kolu adındaki oyuncu kolunun tirip: rakkaslarından imiş (B.: Ahmed Kolu); ha­ — Kâfir!. benim tahtıma at bağlatır­ yatı hakkında başka kayda rastlanamadı (B.: sın!.. diye katlini emretti. Köçekler). Adam: BAYRAM TOPU — Ramazan ve Kur­ — Pâdişâhım atları bağlayan şehzâdeler ban bayramlarının ilânında, ve bayram gün­ hocası Seyyid Feyzullah Efendidir, ben ba­ leri beş namaz vaktinde atılan toplara veril­ şımdan korkarım diye izin vermedim, Efen­ miş isimdir; bayramlarda top atılması ne za­ di ben pâdişâhımdan izin aldım, söz gelirse mandan kalmış bir an’anedir tesbit edileme­ cevabını ben veririm dedi, ısrar edince sus­ di; söylenile gelen bir kadim olduğudur; İs­ tum, kabahatim yok, bir avuç kanuni bağış­ lâm âleminde ilk top kullanan Osmanlılar la!.. diye feryad etti, cellâd eline verilmişken olduğuna göre İstanbulini fethi ile başlamış af edildi, ancak bostancılar ocağından tard olabilir. Topların nerelerde bulunduğu ve edildi: kaç top olduğu da kesin olarak bilinmiyor; «Padişah Feyzullah Efendinin katlini hicri 1218 (Milâdî 1803) tarihli bir vesika ferman etti. Ona da ulemâdan ve Peygam­ o yıl Ramazanında mevcud toplara 11 top daha ilâve edildiğini bildiriyor. Hicrî 1258 (M. 1842) tarihli bir vesika da Istanbulda beş bayram topu bulunduğu yazılıdır. Za­ manımızda bayram toplan Üsküdarda Selimiyede, Dolmabağçede ve Bayazıda Üniver­ site bağçesinden atılır (B.; Bayram). Yalnayak abâpûş yokken tek pulum Gece yarısında çalındı kap am

Durmasın atılsın bayram toplan

Kaçub gelmiş Aşıkına mahbûbum

Ali Çamlç Vahşetin terk İdiib geldi o Ahû Haşre kadar sürsün bu gece y&hfi

Bin bir p&re atub bayram topunu Aguuşİ visÂle çekdlm o şûhu Ali Çamlç

Bibi.; M- Z. Pakalın, Os­ manlI Tarih deyim ve te­ rimleri.

Bayram Şah (Besim: Babiha Bozcalı)

BAYRAM YERLERİ— tstanbulda bayram yerle­ rinin kurulması, bir müslüman Türk an’anesi ola­ rak büyük şehrin fethi ile başlamışdır. En eski bay­ ram yerlerinin Fatihde Karaman Çarşısı boyu,

ANSİKLOPEDİSİ

- 2311 -

Vefâ Meydanı (zamanımıza kadar intikal et­ memiş Istanbulun en büyük ve şenlikli mey­ danı idi) ve At Meydanı olduğunu onyedinci asrın büyük şâiri Şeyhülislâm Yahya Efen­ dinin bir gazelinden öğreniyoruz:

BAYRAM YERLERİ

Süvar oldukça hûban rûzigâra hükmlder guyâ Dönüb her tahtal doolaab bir tahtı sulaymâna Şâkir (XVU1. asır) Her güzel doolaaba binmiş bir içim sudur hetuan Yahya (XVIL asır)

Salınsun id irişdi yine hûbânı Stanbulun Yine ârâste olsun Karaamânı Stanbulun

Onsekizinci asır şâirlerinden bayramyeri salıncakları için:

Safalar kesbidüb uşşak olunsun merhaba yeryer Vefâ Meydânına gelsün civânânı Stanbulun

Bi karar oldu salıncak gibi kalbi uşşak İdgehde salınıb seyre çıkınca hûbam.

Semendi nâz ile yükrek civanlar seyre çıks unlar Piir olsun hûblerle At Meydânı Stanbulun

diyor. Eski Istanbulun bayram yerlerinin bir tasvirini de Mehmed Âkifin adın­ daki manzumesinde buluyoruz:

Eski bayram yerlerinin fevkâlâde rağ­ bet gören eğlencesinin de gaayet büyük dön­ me dolablar olduğu anlaşılıyor; bayram yer­ lerinde atla dolaşan veya dönme dolaba bin­ miş olan mahbub civanlar şânmda şâirlerimi­ zin güzel tasvirleri vardır: îd gelüb varalım doolaaba dilber seyrine Görelim âyînei devran ne suret gösterir

(Bâki (XVI. asır) Binüb doolaaba her bir çıâhi tâbânı Stanbulun

Yahya (XVH. asır)

Samı de

Birinci gün hava bir parça nâ müsâiddi. İkinci gün açıhp sonra pek güzel glttL Dedim kİ: fotoğrafçılık mektebine girdi, 1943 de ki Berlin bombardımanında bu müessesenin harab olması üzerine Viyanaya gitdi, «Wien Film» stüdyosunda asistan operatör olarak bir buçuk sene çalışdı, 1944 de Türkiye Al­ manya ile siyasî münasebetlerini kesince yurda döndü, bir buçuk sene kadar bir iş tut­ ma yolunda kararsızlık içinde yaşadı, fotoğ­ rafçılık mesleği olacakdı, fakat bilgisi ken­ disini tatmin etmiyordu, 1946 da Amerikaya gitti ve New York’da «The School of Modern Photography» adında o. yeni dünyanın en büyük fotoğrafçılık mektebine girdi ve bir buçuk sene sonra bu müesseseden dip­ loma aldı, New Yorkda bir sene bir portre ve renkli re­ sim stüdyosunda asistan olarak çalışan, geceleri de New York Üniversitesinin film­ cilik kurslarına de­ vam etti. 1948 de Hollyvood’a geçerek bir müddet bir kaç stüdyoda filmcilik Kemal Baysal bilgisini ilerletti; (Besim: B- Şeren) dünya fotoğrafcılığı-

BAYSAL (Mevlûd)

nın liderlerinden olan John Hail adında namlı bir fotoğrafçının asistanlığını yapdı ve 1949 da Türkiyeye dönerek Istanbulda Beyoğlunda Zambak Sokağında 1 numaralı bi­ nada «Baysal Fotoğraf stüdyosu»nu kurdu; 1950 de And Film’in çevirdiği «Foto» ve Par­ maksız Salih» filmlerinin operatörlüğünü yapdı. 1952 de Amerikan CBS (Columbia Broadcasting System), bir müddet sonra da NBC (National Broadcasting Corporation) televizyon şirketlerinin Türkiye muhâbiri oldu. 1960 da NBC den ayrılmış, buna mukaabil İngilteredeki B. B. C. ajansının, «Te­ levision News Limited» in, Almanyada «Nord und West»'in, îtalyada «Radio Televizion îtaliana»nın Türkiye muhabirliklerini aldı. 1958 de Emlâk Kredi Bankasına çekdiği «Yurdumuzu tanıyalım» adındaki altı film, Türkiye Turizm Bankası için yapdığı «Bir yaz hâtırası» filmi, P. A. O ya çekdiği «Pet­ rol», Türk Hava Yollarına çekdiği «Viscont yurd hizmetinde». Et ve Balık Kurumu için çekdiği «Et ve Balık kurumu» filmi bu sanatkâr için hatırlanmağa değer eserlerdir. Kemal Baysal merkezi Amerikada Hollyvood’da bulunan «Society of Nation Picture and Television Engineers» adlı sinema ve te­ leviziyon mühendisleri cemiyetinin Türkiye mümessil başkamdir; bu müessesenin gaa­ yesi bu mevzulardaki bütün yenilikleri her ay merkezde toplanarak tetkik etmek ve alman neticeleri aylık bültenleri ile yabancı memleketlerdeki başkan mümessillerine bil· dirmektir; onlarda gelen yeni malûmatı ken­ di memleketlerindeki film ve televiziyon tek­ nisyenlerini toplayarak tebliğ edeceklerdir. Hakkı Göktürk

BAYSAL (Mevlûd) — Bağçe mimarı, Türkiyede bu ihtisas unvanı ile tanınmış ilk sima; 1948 den beri Beyoğlunda Mis Soka­ ğında Baysal Çiçek Mağazasının sâhibi; aslen Eğinli olup 1900 yılında Eskişehirde doğdu; P. T. T. idâresi memurlarından ve Osmanh İmparatorluğunun sadırazamlık mevkiine çıkmasından önce bu idarede meşhur itti­ hada Talat Paşanın yakın meslek arkadaş­ larından Eğinli Ahmed Tevfik Efendinin oğludur (B.: Baysal, Ahmed Tevfik). İtti· hadcıların gizli mektublarını taşıdıklarından

BAYSAL FOTOĞRAFHANESİ

Mevlâd Bıysal (Resim: B. Şeren)

— 23») -

şüphelenen İkinci Abdülhamid idare­ si Rumelindeki sey­ yar posta memur­ larını Aııadoluya. ve Anadoludakileri de Kümeline nakletdiği sırada Ah­ med Tevfik Efendi de oğlu Mevlûd bir yaşında iken Selâniğe tâyin edilmiş, 1908 de hürriyetin ilânı üzerine de îstanbula nakledil-

mişdi. Mevlûd Baysal ilk tahsilini Alemdar Numune Rüşdiyesinde yaptıktan sonra Bur­ sa Ziraat Mektebini bitirdi. Buda - Peşte bahçe kültürleri yüksek okulunda ihtisas ya­ parak avdetinde Milli Mücadeleye katıldı. Samsun, Ordu ziraat fen memurluklarında, Rize Çay ve Narenciye Fidanlığında, Sivas Ziraat Mektebi müdür yardımcılığında bu­ lundu. îzmirin kurtuluşu üzerine, Izmir-Mersinli Fidanlık müdürlüğüne tâyinolundu. Oradan Atatürkün maiyetine verilerek Çankayada ve Gazi Çiftliğinde çalışdı. 1936 da serbest hayata atılarak Bahçe Mimarlığına başladı. İzmir Bahribaba, Gazi çiftliği, An­ talya ve Karacabey Harası Parkları belli baş­ lı eserleri arasındadır. «Bahçe Mimarı > ve Çankayada Gazinin hizmetinde» isimleri ile basılmış iki kitabı vardır; muhtelif gazetelerde şehircilik üze­ rine makaaleleri intişar etmiştir. Çankaya hatıraları çok samimi ve realist bir görüşle kaleme alınmıştır, ibretle ve zevk ile okunur eserlerdendir, çiçeklerle uğraşa gelmiş bir elde kalem de nezâhate örnek ol­ muştur. Evli ve Tülin, Ediz, Gediz ve Bediz adın­ da dört evlad sâhibidir.

İSTANBUL

yoğlunda Zambak sokağında 1 numaralı bi­ nadır. Bu müessesenin diğer büyük ve meşhur fotoğrafhanelerden ayrıldığı ilk hususiyet, hiç bir zaman ufak boy resim çekmemiş ol­ masıdır, dâimâ büyük eb’adda ve üstünde çok sanat emeği taşıyan resimler yapar. Zaman ile iş hacmi genişleyen stüdyo 1956 yılında Taksimde Taksim Sarayı'na nakledilmiştir; bu stüdyoda 20x20 metre eb’adına kadar resim çekilebilmektedir. Fotoğ­ raflar bizzat Kemal Baysal tarafından çekil­ mektedir. Memleketimizin muhtelif köşele­ rinden yüzlerce fotoğrafçı Baysal Stüdyo­ sundan yeni çalışma sistemini öğrenmeğe gelmektedirler; hâlen bu stüdyodan yetişmiş film operatörleri ve film stüdyoları sahihleri on onbeş arasındadır. 1959 yılından beri renkli resim de çekmeğe başlamıştır. Hakkı Göktürk

BAYSUNGUR (Hind Pâdişâhı) — Onyedindi asır ortalarında, Dördüncü Sultan Muradın zamanında îstanbula gelmiş mace­ raperest bir hind prensidir. Hicri 1036 yılı başlarında (Milâdî 1626) hind‘ padişahı Se­ lim Şah öldü, yerine oğlu Şehriyar geçdi; bu hükümdar beş ay sonra şiî mezhebine gir­ mekle ittiham edilerek katledildi; Ekber Şa­ hın daha evvel vefat etmiş olan oğlu Danyafın oğlu Baysungur padişah oldu; çok genç ve toydu, tazelik hasebiyle kendisini huzûzâtı nefsâniyeye ve iyşü işrete kaptırdı, saltanat umûrundan gaafil idi. Selim Şahın oğlu Husrem Şah sekiz ay sonra on bin as­ kerle gelüb Baysunguru bastı. Baysungur kalenin bir uğrun kapusundan kaçdı, Hurrem Şah tahta oturdu. Baysungur bir kena­ ra çekilip mahremleri ile danışık imdad ta­ lebi için îstanbula geldi, fakat, acâib tavır ve hareketleri, «evzâı gûnâgûnu» yüzünden dilediği yardımı göremedi, îstanbuldan ümi­ dini keserek Hicaz ve Yemen üzerinden İra­ na geçdi; aradan Hinde döndü, ve memleke­ tine varır varmaz da nam ve nişanı kaybol­ du. ’ BAYSAL FOTOĞRAF STÜDYOSU — Hicri 1036 vakaayii arasında yukarıdaki Amerikan fotoğrafçılığının tekniği ile kurul­ malumatı veren Naimâ Efendi, Baysungurun muş ve çalışmakda olan bir müessesedir, Ku­ îstanbuldaki etvârı gûnâgûnunun neler oldu­ ruluş tarihi 1949. kurucusu Kemal Baysal­ ğunu kaydetmiyor. Bu gene hindlinin Dör­ dır (B.: Baysal, Kemal). İlk açıldığı yer Bedüncü Sultan Muradın iltifatına nâil olama­

ANSİKLOPEDİSİ

2321 —

ması her halde garibdir (B.; Murad IV.) Bibi.: Naime Tarihi. Π. BAYSUNGUR SOKAÛI — Şişli bucağı nın Bozkurt mahallesi ile Taksim bucağının Eskişehir mahallesi içinde, Ergenekon cad­ desi ile Aktas sokağı arasında uzanır. Şişli­ nin Cumhuriyet mahallesi ile Bozkurt ma­ hallesi arasında hudud olan Ergerfekon Cad­ desi kavuşağı başından gelindiğine gere ev­ velâ Feriköy Baruthane caddesi ile bir dört yol ağzı yaparak kesişir, ve sol kolda Seymen sokağı ile bir kavuşağı vardır, sonra Bozkurt mahallesi ile Taksimin Eskişehir mahallesi arasında hudud olan Şahin sokağı­ nı bir yol ağzı yaparak aşar, Eskişehir mahal­ lesinde'de sağ kolda Mekkâreci sokağı ile bir kavuşağı vardır. İki araba geçecek genişlikde, inişli yokuşlu bir sokakdır; Bozkurt mahallesi içindeki bü­ yük parçası paket taşı, Eskişehir mahallesi içinde kalan parçası da kabataş döşelidir. Uzun bir sokaktır, iki kenarı boyunca sıra­ lanan kapu numaraları sağda 2-258 ve solda 1-265 olup binâların çoğu 4-5 katlı yeni be­ ton apartımanlardır; aralarında 2-3 katlı ahşab ve kagir evler de görülür, hepsi hâli vak­ ti yerinde aile meskenleridir. Bu sokak üze­ rinde iki doktor muayenehanesi, 1 ekmekçi, 1 Kunduracı, 1 kahvehâne, 1 lokanta, 5 ga­ raj, 1 otomobil tâmircisi, 1 manav, 1 terzi, 5 bakkal, 1 berber, 1 dokumacı, 1 sobacı, 1 koltukcu, 1 klabdan ve gelin teli imâlâthânesi, 1 otomobil alım satım komisyoncusu, ve «Eskpres» adında bir elbise temizleme fab­ rikası görüldü. Bozkurt mahallesi muhtarlığı da bu sokakdadır. (Ekim 1960) Hakkı Göktürk

BAYTAR MEKTEBLERİ — îstanbulda «Askeri» ve «Mülki» olarak iki mekteb ola­ rak buruldu, tarihçelerini ayrı ayrı yazmak lâzımdır. Askerî Baytar Mektebi — 1839 (H. 1255) da îstanbulda prusyalı Godlewsky adında bir baytar getirilerek süvari ve topçu alayların­ daki hasta hayvanların tedavisine memur edilmiş ve tedavi usûlünü öğrenmek ve ken­ disine yardım etmek üzere de yanma bir kaç Türk genci verilmişdlr. Ayni zamanda tedri­ sat ve tedavi işlerinde İstifâde etmek, birisi dershâne ötekisi de eczâhane olarak kullanıl·

BAYTAR MEKTtBİ

mak üzere hükümetçe bu zâtin emrine kdia­ ların birisinde iki oda tahsis edilmişdi. işte bu zât sonraları Îstanbulda bir baytar mek* tebinin kurulması için teşebbüs ve tavsiye­ lerde bulunmuşdu. Fakat yanına verilen gençlere baytarlığı öğretmek çok güç oldu. Godlewsky türkçe bilmediğinden tedrisat ve tatbikat, baytarlık­ la hiç bir alâka ve münasebeti olmayan ter­ cümanların elinde kalmışdı; prusyalının tak­ rirlerini talebeye yalan yanlış nakil ve terceme ediyorlardı. Godlewoskynin yanına ta­ lebe diye verilen baytar namzedi gençler ise neferler arasından seçilmişdi, türkçe okuyub yazmaları bile yokdu. hele fenni tâbirleri an­ lamalarına imkân yokdu, tedrisatın ne kadar güç ve ne kadar sathî olacağı teslim edilir. Nihâvet bunun çıkar yol olmadığı anla­ şılarak Harbiye mektebinde süvari sınıfların­ da baytarlık derslerinin· de gösterilmesi is­ tendi ve o yola gidildi. 1841 de bu işe baş­ lanarak 12 süvari talebe 1845 de baytar sı­ fatı ile alaylara dağıtılmış, hatta bunların imtihanlarında paşalar da bulunmuştur. Bu sırada Viyana'da toplanan Baytar kongresine Ahmed Efendi adında bir zâbit gönderilmiş, oradan dönüşünde Baytar mek­ tebi tedris heyetine alınmışdır. Bu Ahmed Efendi önce Ziraat mektebinde talebe iken mektebin kapatılması üzerine Harbiveye nak­ letmiş, orada baytarlık derslerini tâkib etmişdi. Harbiye’de açılan ilk baytar sınıflarının tahsil müddetleri dört sene idi. Bu sırada bi­ rinci smıfda 10. ikinci sınıfda ancak 3 tale­ be vardı. Baytar sınıflarına önceleri, askerî idâdilerden Harbiveye geçenler arasından kurraa ile talebe seçilirdi, kendi isteği ile bay­ tarlığa rağbet gösterenler azdı. Harbiyedeki baytar talebeye de birinci ve ikinci sınıflar­ daki pivâde bölük tâlimleri yapdırılır, üçün­ cü ve dördüncü sınıflarda süvari tâlimatnâmesi kimilen okutturulurdu. Sene sonunda ise baytari bilgilerden başka süvan tâlimleri ameliyat ve nazariyatından da imtihan edilir­ lerdi. İşte bundan dolayıdır ki ilk zamanlar­ da baytar sınıflarının muallimlerinin çoğu harb zabiti idiler. Tıbbiye mektebi ile Harbivenin idâreleri

BAYTAR MEKTEBİ

- 2322 -

birleşdirildiği sırada oradaki hocalarının bir çoğu baytar sınıflarında da tedrisatda bu­ lundular, bu suretle baytarlık tabâbete bir derece yaklaşmış oldu. Askerî Rüşdiyeler açılmadan önce ve açıldıktan 1884-1885 (H. 1302) senesine ka­ dar baytar talebesi de Gülhânedeki Tıbbiye İdadisinin mahreç sınıflarında okurlardı, ora­ dan Tıbbiye İdadisine giderler ve Tıbbiye ldâdisini bitirdikten sonra da Harbiye mek­ tebindeki baytar sınıflarına geçerlerdi. 1885 de (H. 1302) Eyyubda bir baytar rüşdiyesi açıldı. 1888 de (H. 1306) Harbiyede tahsil görmekde olan baytar talebesi Askerî Tıbbiye mektebine nakil olundular. Buradan şaha­ detname alanlar Harbiyede olduğu gibi sânı mülâzimlikle çıkarlardı. Bunlar Beyoğlunda Taksim kışlasındaki Baytar Ameliyat Mekte­ binde bir sene staj yaparlardı. Fakat yine bu sene içinde baytar talebesi tekrar Tıbbiyeden Harbiyeye nakledildi. 1889 da (H. 1307) dip­ loma alan baytarlar yüzbaşılıkla çıkdılar. Bu zamanlarda Belçikadan getirilen bay­ tar Dezutter bir kaç sene kadar seririyatlarda Askeri Baytar Mektebinin son sınıflarına amelî tedrisatda bulundu. 1896-1897 ders yılı (H. 1314) Askeri Baytar Mektebi için bir yenilik devrinin baş­ langıcı oldu. 1892 den beri birer sene ara ile Harbiyede bulunan baytar sınıflarının birin­ cileri arasından ayrılan Âdil, Mehmed Nuri, Hayreddin ve İsmail Hakkı efendiler Fransaya baytarlık tahsiline gönderildiler. Bu efendiler orada dört sene okudukdan sonra Istanbula dönmüşler ve her biri birer derse muallim tâyin olunmuşlardır. Askerî Tıbbiye ile birleşmiş olan Baytar Mektebinin oradan ayrılarak müstakil bir idareye tâbi bulunduğu zamanki 1910 (H. 1328) den Cumhuriyete kadar gelen devri­ dir, programları sivil liseler programlar ma uydurulmuş, tedrisat da beş seneden dörde indirilmişdir ve gitdikce inkişaf etmişdir. Mülkîye Baytar Mektebi — Türkiyede bir, çok meslek mekteblerinin askerî ihtiyaç­ lar dolayısı ile açılmış olduğunu hatırlamalı­ dır. Orduda kullanılan hayvanların tedâvisi için 1839 da (H. 1265) Harbiye mektebi için­

İSTANBUL

de baytarı dersler gören doktorlar yetişerek ilk zamanlarda bu işi görmüşlerdir ve Aske­ ri Baytar Mektebi sonraları ayrıca tedrisata başlamıştır. Fakat halkın elinde bulunan ve memleketin büyük bir servetini teşkil eden hayvanların sıhhatini korumak, millî serveti tehlikeden kurtarmak yolları ilk zamanlarda düşünülmemişti. «Tercümanı Hakikat»in 16 Mart 1888 ta­ rihli nüshasına yazılan ve bir baytar mekte­ binin lüzum ve ehemmiyetinden bahis ile açılacağını tebşir eden imzasız bir yazıda de­ niliyor ki: «Gaayet büyük Osmanlı ülkesinde yal­ nız sekiz nefer mülkiye baytarı mevcud olup bu kadar baytarla o kadar geniş ülkede yaşa­ yan milyonlarca çeşitli hayvan sürülerinin sıhhî durumunun korunması insan gücüne sığmaz, bu yüzden yurd serveti çok büyük zarar görüyor. «Ne garibdir ki, bâzı vilâyetlerde evvel­ ce mevcud olan bir kaç baytar maaş alama­ dıklarından hizmetlerini terk ile orduya ya­ zılmışlar. Yukarıda kaydettiğimiz sekiz ne­ fer baytar da muntazam maaş alamadıkla­ rından şikâyet etmektedirler. Memâliki Şâhânenin beşde biri kadar olan Fransada dört bin nefer mülkiye baytarı vardır; memleke­ timizde baytar yetişdirmenin sağlayacağı fayda meydandadır». Fakat Mülkiye Baytar Mektebi memle­ ketimize lüzumu olduğundan ziyade Avrupa­ lIların gösterdiği lüzum üzerine açümıştır. Şöyle ki: AvrupalIlar kendi memleketlerini hayvan hastalıklarından korumak için Türkiyeden gelen hayvanlara, yün ve deri gibi hayvan mâmûlâtına kapularmı kapayarak ancak gümrüklerde Baytarî Muayene usûlü kabul ve tatbik edildiği takdirde Türkiyeden yapılan bu gibi ihrâcata konulan yasağı kal­ dıracaklarını bildirmişlerdi. Bunun üzerine hükümet bâzı sivil talebeyi Askerî Baytar Mektebinde tahsil ettirerek hayvan muayene­ leri ile uğraşmak üzere gümrüklere memur etmişdi. Bu suretle yetişen baytarların maksadı temine kifayet etmediği görülmesi üzerine ayrıca bir Mülkiye Baytar Mektebi açılma­ sına karar verilmişdir. Bununla beraber hayvan hastalıklarının

ANSİKLOPEDİSİ

- 2823 -

memleketde ziraata ve millî servete çok bü­ yük zararları dokunduğu görülerek hükü­ metçe bunun esaslı bir sûretde önüne geçil­ mesi düşünülmüş ve o neticede Pasteur tel­ kih usûlü öğretilmek üzere 1888 de (H. 1304) Mülkiye Tıbbiyesinde bir sınıf açılıp talebe kabulüne başlanmışdır. Ve mektebde bir ko­ misyon toplanarak, bir takım gençlere Pas­ teur telkih usûlü öğretilmekle memleketde bulaşıcı ve geçici hayvan hastalıklarının önü alınamayacağından baytarlığın bütün esas­ larını öğrenmek üzere bir mülkiye baytar mektebi teşkiline bu komisyonda karar veril­ miş, fakat büdcenin dar bir zamanda yeniden böyle esaslı bir mekteb açılmasına imkân gö­ rülemediğinden fizik, kimya, nebâtat ve hayvânat gibi derslerin tıbbiye talebesi ile birlikde ve teşrih (anatomi) ile fizyoloji gibi ten­ lerin ayrıca okutulması, ve bu sûretle mekte­ bin iki evvelki sınıflarının yatısız olarak Mül­ kiye Tıbbiyesinde, ve kalan iki sınıfının da o vakte kadar inşaat bitecek olan Halkalı Zira­ at mektebinde açılması muvafık görülmüş­ tür· O zaman Ahırkapudaki Tıbbiye Mektebi kendi talebesine bile yetişemez iken mülkiye idâdisi mezunlarından alman baytar talebesi bu bina dahilinde tıbbiye efendileri ile birlikde pek sıkışık vaziyette derslere devam et­ miş, yalnız anatomi ile fizyolojiyi kendi ho­ calarından ayrıca görmüşlerdi. 1889 da (H. 1305) Mülkiye Tıbbiyesi binâsındaki Baytar Mektebine giren 25 talebenin 19 u iki sene sonra, 1891 de inşaatı bitmiş olan Halkalı Zi­ raat Mektebine yatılı talebe olarak nakledil­ diler. Ziraat talebesi bu mektebe bir sene sonra kabul edildi, hattâ mektebin açılma merasimi de ziraat talebesi alındıkdan sonra yapıldı. Mektebin o zamanki adı Halkalı Zi­ raat ve Baytar Mektebi idi. Hattâ kapusunun üzerindeki kitâbede ziractin hayvanlarla mü­ nâsebeti hasebi ile bu büyük binanın da bu iki faydalı mesleğin bir arada öğretilmek üzere yapılmış ve açılmış olduğu manzum olarak ifâde edilmiştir. Halkalıdan birincisi 1883 (H. 1309), İkincisi 1894 (H. 1310) de olmak üzere iki baytar sınıfı diploma alarak çıkdı. Fakat muvakkaten Tıbbiye Mektebinde bulunmakda olan ilk iki yatına sınıfların da yatılıya

BAYTAR MEKTEBİ

çevrilmesi zarûrî görülüp, bunların Halkalı­ ya getirilmesi ise, ziraat talebesi ile birlikde sekiz sınıfı bulacak olan iki mektebi binanın alamayacağı anlaşılarak baytar sınıfları Ka­ dırga Meydanında kiralanan büyük bir binâya nakledildi. Bu sûretle birinci ve ikinci sı­ nıfları Mülkiye Tıbbiyesinde, üçüncü ve dör­ düncü sınıfları da Halkalı Ziraat mektebin­ den ayrılan Mülkiye Baytar mektebi dört sı­ nıfı bir arada ve yatılı olmak üzere müstakil bir binâda yerleşmiş oldu. Mülkiye Baytar Mektebinin açılmasında en çok hizmeti ve gayreti dokunan Mehmed Ali Beydir. Evvelce Askerî Baytar Mekte­ binde emrazı umûmiye ve hıfzıssıhha mual­ limi iken Ziraat Mektebinin banisi sayılma­ sı lâzım gelen Amasyan Efendi tarafından (B.: Amasyan, Agob Efendi) gösterilen lü­ zum üzerine fennî baytari müşaviri sıfatı ile Ticaret Nezâretine alınmış, sonraları umûri baytariye müfettişliğine tâyin olunmuştur. Baytar Mektebinin, hattâ Ziraat Mektebinin ilk müdürlüğünü de bu zât yapmışdır. Askeri Baytar Mektebi 1848 (H 1265) de açılmış olmasına göre asıl Mülkiye Bay­ tar Mektebi bu târihden ancak 47 sene sonra açılabilmişdir. Kadırga Meydanında kira ile tutulmuş olan bir binâda müstakilen tedrisata başla­ yan Baytar Mektebi için sonraları Sultanahmed Camii yanında eski ve geniş bir binâ, «Tunuslu Mahmud Paşa konağı* alınarak ve bir hayli yeni binalar yapılarak oraya nak­ ledildi 1908 inkılâbından sonra mekteb fennî ve asri laboratuarlarla teçhiz edilmiş, tedri­ sat lanetlendirilmiş olmakla beraber Avrupaya da talebe gönderilmeye başlanmışdı. 1911 de îshakpaşa yangınında mektebin bir kısmı yanmış ve Birinci Cihan Harbi çıkdığı zaman kapatılmışdır. Milli hükümet te­ şekkül ettiği sıralarda îstanbulda birisi as­ kerî, ötekisi mülkî olmak üzere mevcud olan iki mekteb birleştirilip Baytar Mektebi Âhsi*ne çevrildi. Birleştirilen mekteb tedrisât hepsi Avrupada tahsil görmüş muallimlere verildi. Ankarada asrın son terakkiyitı ile mütenâsib Baytar Enstitüsü yspıldıkdan son­ ra da Baytar Mektebi Âlisi îstanbuldan kal-

âaa4 -________________________________ Istanbul

bayzar hanim

dirilip Ankara/·, yeni Enatitüye nakledildi. Onıusn Nuri Ergin

BAYZAK HANİM - Tulûatçı ermeni Aktris; Abduirezzukın, Kel Hamının, kuçuk İsmail'in, Şevkinin kompunyalarında oyna* mışdır, Oyuncuların en eskilerinden, tulûaıcılıkda bir eşi daha bulunmayanlardandı. Ab* lak çehreh, boyluca, in gövdeli idi, tam Samatya ağzı ile konuşurdu. Oyunun gidişâtını kavramakda, hazır cevablıkda, komiğe, İh* tiyar bunağa, şık bey damadına, nine molla kızına şıppadak laf yetiçtirib bucalatmada ve şapa oturtmada üstüne yokdu. Oyunlarda ev m hanımı, kızın anası, da mâd beye kaynana olurdu; Abdi ile, Kel Ha sanla, Şevki ile karşılıklı zincirleme nükte* lerle seyircileri gülmekden kırar geçirirlerdi. Hasan Bayzar Hanıma «Heybeli ada» derdi, germed Muhtar Alu«

Meslekdaşlarının çoğu gibi Bayzar Ha nımın hal tercümesi de karanlık içindedir; kimin kızıdır, sahne hayatına nasıl atılmış* dır, doğum tarihi, ölüm tarihi tesbit edileme­ di. Ahmed Rusırn tulûatçılardan bahseder­ ken, Bay zarın sâdece adını kaydediyor ve: «Küçük Amalya, Pcruz, Viktorya, Aranik, Virjin, Kikine, Pikine, Agavni, Bayzar ve du­ ba nice isimlerle yâd edilen bu yâdigûrlar...» diyerek çok ağır, çetin şartlar «içinde türk sahnesinin bu fedakâr öncülerinin hizmetle­ rini görmek istemiyor. BÂZÛBEND — BAzû, türk Kigatında kol, bilek ve hassaten kolun dirsek ile omuz aralındaki kısmıdır; bszûbend de kola bağla­ nan kimlik nişanı, muska demekdir ki îstan­ bulun avam tabakası ağzında bâzû «pazı», bûzûbend do «pazvand» olmuşdur. Divan şâir­ leri t* rafından ekseriya nevcivan güzellerin medhı ve tasviri yolunda kullanılır ve dâimâ gürr > veyâ billura benzetllirdi; Hüseyin KAzn Bey meşhur lügatine şu iki mtsMı ab mışdır: Bâzâyl lâtifi 0hl «İmin gryh Osllb

★ Bm mi saki atarım toıme dururken sevdiğim Bâyk simin lâklar billur bâztUrle sen

Kedim

Eıtnal Hanım bu kelimeyi, nâdir misâl olarak «mâşuk» yerine «âşık» için kullan-

mışdır; Çlllrl «ah t İn çrker her dem krtndn rbrûJrrln Âfrrln erbabı agkııı kuvveti bosusun»!

Bir işi tez başarma yolunda fevkalâde gayret sarf edenler için de «var kuvvetini bâzûya verdi» denilirdi; «... iki nefer dlv hey’et kayıkçı şahbaz­ ları ol nazenin civânı, kayığa aldıklarında iskeleden alarga olub var kuvvetin bâzûye virüb...» (Alacahamamlı Reşid Efendi Rûanâmesi). «Büzü sâhibi» terkibi de «kuvvetli adam» yerinde kullanılır; «Sahibi bâzû şehbaz idi». Eski Bedesteni! antikacı Nureddln Rüştü Büngui «Eski Eserler Ansiklopedisi» adın­ daki kitabında «BAzûbend» * maddesinde: «Nüshadan azmadır, üç köşe gümüşden ya· pılır, içerisine nüsha konulan kutucuklardır; bunlar kabartma ve telkârf sanatlarla süsle­ nir» diyor ki tamâmen hatâdır, boyuna asılıp taşınan yâhud cebde veya koyunda muha­ faza edilen «nüsha — muska»nın eksik bir târifidlr. bu satırların bâzû bend ile hiç ala­ kanı yokdur, namlı antikacının bâzûbond g in efkârını, Coppâenm «İteeyada Mri ete te fi*». dM Burhâniye > 1823 Kandilli > 1592 Vaniköyü » 553 Çengeiköyü > 6731 * 16992 Nisbeten küçük olan Abdullahağa Ma­ hallesinin nefsi Beylerbeyine yakın nüfusu, Çengelköy ünde do, diğer beş mahalle nüfu-

BEYLKHBEYl CAMİİ

J676 —

sunun yarısından fazla bir kalabalık görül­ mesi, birincisinde Deniz As Subay Okulu nun, İkincisinde de Kuleli Askerî Lisesinin bu lun masında nd ır. Crlalrddin Grrmlyaııuâri hayr

Ya ni nllnlahi adi arayı Han Abdülhamid Asri pür naarinde ol şâhi mekârim küslerin Âlemin ri’an leyli kadr u yevmi subhi İd

Tahtı ah bahtı Osmaniye calls olalı Hayra birri nev benrr olmakda sıdklh* murid Oldu İhyâ himmeti şahâne Ue bu mahal Vâdli heyhât ikro $rhr oklu mamâru cedıd Eyledi bunyâd bir eâmi ki etırâri Huda Haricinden elmada meşhüdi ahrâr û aMd Çûnki aabti sâl bir şeyi mühimdir M »erem Eyledi mektubi Nâtmk bendesi fikri «edld

Geldi bir hâtlf bu tan tsre dldl târihini -Mâbedf İslâmî nev bdnyâdi Han Abdülhamid** 1192.

Cadde üzerindeki bu bağçe kapusu, ca­ miin en büyük kapusudur, iki yanında, kur na tekneli birer küçük çeşme vardır, ikisi de susuz ve lüleeizdir. kapunun tahta kanadları da çok köhnemişdir. Camiin deniz tarafında ki asıl medhâli gibi, kara tarafındaki bu bü yük kapı da. 1961 de kapalı, muattal idi. Zamanımızda Beylerbeyi Camiine, Buy· larbayi Çamlıca caddesinin deniz tarafındaki şarşı beyu flk parçam ilerindeki yan hapır

BEYLERBEYİ CAMİİ

- 2680 -

sundan girilir. Camiin bu kısmı önünde, yol* dan sekiz basamak taş merdiven ile çıkılır bir avlu-sundurma vardır; bu avlu-sundurma caddeden, üzerinde demir çubuk kafesh yedi pencere bulunan bir duvarla ayrılmış * dır; bu duvarda, sundurma avluya çıkan taş merdiven başında bulunan bir kapunun kçmeri üstünde ve kapunun sokak yüzünde Ca miin dördüncü kitabesi bulunmaktadır k> metni şudur:

İSTANBUL

Kim derûnlnde hulûs He İdenier reFİ yed Kefi desti düvelin bulmakd a bir nakdi timid Bef vakltde farzı sinime t dir duâyi devleti Hak ide yehzâderânıyle heman ömrün ruezld Tahtı devlrtde saadetle Hudâjrl lemyezel Sayesin furkl e nâma haşredek kılsun mcdıd Zrvkü fevk ile ide Hak saltanatda mustedâm Rûjl râhat yörmeye devrinde hiç hasmı anld

Eyieyub âdâierin makhur Hak izzücel

Zâti zifânın İde her dem hatâlardan bald

Muktedâyl ehil sünneti dâd Bu pâdişâh İstavroz Bağçesinın yalnız lebideryâda bir parçasını muhafaza etmiş, yı­ kılan kadim sarayın burada bulunan Hırkai Saadet dâiresi yerine bugün gördüğümüz Beylerbeyi Camii ile Beylerbeyi Hamamını yapdırmışdı (B.: Beylerbeyi Camii; Beyler­ beyi Hamamı). İstavroz Bağçesinin parsellerini satın alanlar da erzak ve mahrûkat resimlerinden muaf tutulmuşlardı; bundan alıcı rağbeti görmediği anlaşılır. ikinci Sultan Mahmud hicri 1242 (M. 1826) yılında Yeniçerileri kanlı bir şehir muharebesi ile kaldırdıkdan sonra Boğazi­ çi nde yeni üslûbda büyük bir saray yaptır­ mayı arzu ettiği vakit ilk hatırına gelen eski İstavroz kasrının yeri oldu. Padişah, Beşiktaş sarayı ile, o tarihlerde Üçüncü Sultan Selim, devrindeki halinde olan Çırağanı oldukları gibi muhafaza ede­ rek Beylerbeyinde yeniden bir saray yaptı­ rılmasını uygun buldu (B.: Beşiktaş Sahil sarayı; Çırağan Sarayı). Eski İstavroz Bağ çesinin muhtelif ellere geçmiş arazisi, sahib lerinin rızalarile; istimlâk olundu ve bina emanetine tayin olunan Said Efendi marıfe tile bugünkü Beylerbeyi sarayının işgal et­ tiği saha üzerinde muhtelif daireleri ihtiva eden iki katlı, ahşab ve sarı boyalı büyük bir sahil saray yapıldı. İşte bu sâhilaaraydır ki ilk defa olarak Beylerbeyi Sâhilsarayı adı­ nı aldı, ki biz ona «Eski Beylerbeyi SâhiL sarayı» adını vereceğiz Sarayın yapın 1826 dan 1832 ye kadar

BMVLfcRBEYİ SAHİL &ΑλΑΫ1

altı yıl surmuşdu; mimarı o devrin hassa baş mimarı olan Kirkor Amıra Balyan (1764 1831) dır; ki torunu Sarkış Balyan yıllarca sonra, dedesinin yapdığı bu sarayı yıkacak, yerine yeni bir saray, hâlen gordugumuz Beylerbeyi Sarayını inşâ edecekdır. İkinci Sultan Mahmud 1832 yılı yazın­ da, hicri muharreminin 5 inci pazartesi gunu Çırağan sarayından ve Royal adında temiz bir edelim. Sağda şimdi Mayer mağazasının bu­ kahvehâne hizasında Canzuch Ingiliz eczalunduğu yerde caddeye doğru ilerilemiş Sent hanesi, karşısında Tokatliyan lokanta ve pas Antuvan kilisesi, yanında Amiralis'in yerin­ tahânesi. de, en güzel hediyelik eşyalarla tanesi çey­ rek altına yâni 27 kuruşa zarif kravatlar sa «Yeni ismi Balo sokağı olan Sağ sokağı­ tan Pigmalion mağazası, solda Sümerbank nın köşesinde Beyoğlu Kantin lokantasının binasını bütün katlariyle işgal eden Kari* yerindeki Bravakis pastahânesinde. ağır man, hâlen İş Bankası binası olan yerde ka­ başlı müşteriler akşamları bir kaç kadeh dın kumaşları satan Dron mağazası ve üs­ aperitif alırlar ve şeker kavanozlarının ar­ tünde Berlitz mektebi, Tophâne müşiri Zeki kasından gelip geçenleri sevrederlerdi. Paşanın malı olup cumhuriyetin ilk senele­ «Solda biraz ileride Halep çarşısı, için­ rinde beyaz Rusların işlettiği Turkuvaz lo­ deki Variete tiyatrosuna Avrupadan sirkler, kantası ve daha sonra Karlman mağazasının opera, operet turupları gelir, temsiller verir­ taşındığı binada meşhur öonmarşe (Bir ka­ lerdi. Halep çarşısı karşısında Sultan Mecid pısı tepebaşına açılan bu uzun Ve geniş ma ve Aziz devri zenginlerinden Köceoğlunun gazaya, Beyoğluna gezmeğe gelenler hiç bir şimdi Atlas sineması olan konağı bulunmak­ şey almasalar da muhakkak uğrar, piyasa tadır. Solda Abrahnm pasa malı olan Serklederlerdi. Burada oyuncaklar, bebekler, kır­ doryan kulübü, altında meşhur Mir ve Cottasiye, kumaş çeşitli mal ve ev eşyaları sa­ tergux terzihânesi ve Psalti mefruşat mağa tılırdı.) zası vardı. Yeni Melek sineması sokağıhm başındaki kunduracı mağazası muhallebici, «Yine o sırada eski ismi Au Lion olan şim­ üstündeki bina da Savoie oteliydi. diki Lion mağazası, karşısında Ernest Ko«Glorya pastahânesinin yanındaki sine­ mandinger'in piyano, nota ve müzik âletleri ma, geniş salonu ve kat kat locaları ile Ode­ ticarethanesi. İstanbul kartpostalları basıp on tiyatrosu. Karnaval mevsiminde burada aatan Maka Frühterman, yanında mâhût ev­ balolar, şâir zamanlar da yabancı turuplar leri ile Çiçekçi sokağı, karşıda sol kolda her tarafından temsiller verilirdi. Saray sinema gun gazetelerde resimli ilânları çıkan Tatla sının ön kısmı Luksemburg gazinosu, arka sahte elmaslar mağazası, Elhamra sineması-

ANSİKLOPEDİMİ

2715

tarafı da gazinonun bilârdo vc oyun salonu idi. Karşı sırada Duma'nın Paris ve Viyana yapısı kupa, fayton ve lando arabaları satan mağazası bulunuyordu. Üç Horan; 1515 de Erme ermeni kilisesinin mevcudiyetini kaydetme* nilere geçmiş ve 1525 de kapanmıştır. 1807 mektedir. Bundan anlaşılıyor ki, onyedinci de ahşap olarak yeniden inşa edilmişse de, aann ikinci yarısında, Galata surlarının hâ­ 10 Nisan 1810 da yanmıştır. 1836 ya kadar ricinde pek az miktarda ermeni bulunmak* harap halde kalan kilisenin yeni binâsı 18 taydı. Bu babta diğer bir delil de aynı müel­ Haziran 1838 de takdis edilmiştir. lifin Ruznâmesinde Beyoğlu semtinin adının 2) Surp Arutyun; Taksimde bulunan ve dahi geçmemelidir aynı ismi taşıyan hastahânenin bir şapeli 1922 de İstanbul'da neşredilen Şişli Er* olan bu kilisenin ilk tesis tarih! bilinmemek­ tedir. 1895 de, yıkılma tehlikesi gösteren ah­ meni Mezarlığı hakkında bir eserin önsö­ şap binâ, Kayserili Mıkırdiç ve Ohannes zünde ise, onyedinci asırda Sivas'ın KımaEsayan biraderlerin madgü yardımı ile kâr-. vula köyünden epeyce miktarda ermeni mu­ gir olarak yeniden inşa edilmiştir. hacirlerinin İstanbul’a» gelerek Beyoğlunun 3) Surp Agop; Kasımpaşa’da bulunan bu Kırnavuls mahallesini teşkil ettikleri iş’ar kilise ilk defa 1811 de yapılmıştır. Toprağı. olunmaktadır. % »

ANSİKLOPEDİSİ

- 2717 -

BEYOĞLUNDA SDYMN

Tersane ekmekçi bacısı Donabed yahut Donik ledilerek hastahAne kapanmıştır. 1870 deki Amira tarafından hediye edilmiştir. 1854 de Beyoğlunun büyük yangınından sonra, işbu yeniden inşasına başlanan kilise 1857 de ekköhne binâda harıkzede fakir ermeni aileleri mekcibaşı Agop Noradunkyan’ın himmetiy­ barınmıştır. le tamamlanmıştır. Son tamiratı 1902 de vu­ Cemiyetler — Beyoğlunun muhtelif ku bulan ibadethane 1919 da yandıktan son­ semtlerinde, meselâ Şişli'de, Feriköy'de, Dora tekrar inşa olunmamıştır. lapdere'de, Pangaltı’da ve Taksim'de muhte­ 4) Surp Vartanantz; Feriköyde bulunan lif ermeni cemiyetleri kurulmuştur. Bunlar ve 1860-1861 yıllarında inşa edilen bu kili­ meyanında eskilerden rcı Kirkorun hâneslnde toplanmış olan 16 kişi kâmllen yan mış, ve bâzı mağa zaçı ve meyhâneciler familya ve hiz­ metkârları ile bera­ ber mağazalarının mahzenlerinde ka­ pananlardan 16 ya­ şında bir katolik kı­ zı ile bir erkek can­ lı kurtarılmış sah günü akşamına kadaı 71 rum, 8 erme-

Istanbul

BEYRAN (Dr. OVSEP)

ni, 3 frank katoliği, 22 ermeni katoliği mil­ letinden, ki ceman 104 cesed bulunarak defnedilmiştir. “Yangın felâketzedeleri Mankasar, Hü­ seyin efendi, Hekimoglu bağçelerine, Çürük­ lük denilen yere, mezarlıklara, Kasımpaşa Deresine, Tatavla taraflarına kaçıp toplan­ mışlardı. Pâdişâhın emri ile Taksimdeki Top­ çu Kışlası derhal boşaltıldı, kışlanın karşısın­ daki talimhane meydanı ile ermeni mezarlı­ ğına 2000 den fazla çadır kuruldu, Tophane müşürü paşa felâketzedeleri arabalarla ve kurtarabildikleri eşyaları ile bu kışla ile ça­ dırlara naklettirdi, çadır aralarına taraf ta­ raf çeşmeler yapıldı, elden gelen insanı yar­ dım gösterildi “(Mecellei Umûri Belediyede­ ki sûretinden). Hammer mütercimi Atâ Bey, yangından kırkyedi sene sonra İkdam Gazetesinde neş­ rettiği bir makaalede bu yangında yanan İn­ giltere Sefârethânesi için şu hâtırayı kaydet­ miştir: “Yangın birkaç koldan önüne gelen kü­ çük büyük binâları yutarak İngiltere Sefa rethânesine yaklaşdığı zaman sefârethânenin bâzı memurları sefire binânın tahliyesinin münâsib olacağını söylerler. Sefir ingilizlere has olan soğuk kanililik ile sefârethâne ka­ girdir cevabını verir. Kâgir binâların da yanmakda olduğu ihtar edilince bu binânın on­ larla kaabili kıyas olmadığını beyan eder. Fakat yarım saat sonra sefârethâne, pencere­ lerine çekilen demir kapaklarla birlikde yok . olur, ve sefir güç hal ile kurtulur” (Mecellei Umûri Belediyedeki süratinden). Ebüzziya Tevfik Bey de “Mecmuai Ebüz-ziya” da bu yangın üzerine şunları yazıyor: “1870 haziranının beşinci pazar günü onyedi saat zarfında Beyoğlunu dâiren mâdâr ihrak iden hariki kebirde, hatırlarda kal­ dığına göre mevcud sigorta kumpanyaları yanan evlerin sâhiblerine 300,000 lira radde­ sinde tediyatda bulunmuşlardı. Bu kumpan­ yalar tediye ettikleri meblâğ mukabilinde aldıkları makbuzları, o zaman dâhiliye nâzın bulunan Şirvanlı Rüşdi Paşaya ibraz ederek Îstanbulda vesâiti'ıtfâiyenin istikmâlini istidâ etmişlerdi. Dahiliye nezâreti bu müraca­ at ve istidayı nazarı itibara alarak Avrupa dan usûli itfaiyeye müteallik nızâmâtı getirt­ ti, bunlan terceme ettirdi, Macaristandaki

usûlü en mükemmel buldu. Şûrâyi Devletin karârı ve meclisi vükelânın tasvibi üzerine irâdesini istihsâl ederek Kont Ziçini'yi îstan­ bula getirtti. Λ “Beyoğlu hariki kebirinden sonra îstan­ bulda şûbeleri bulunan sigorta şirketleri tut­ tukları istatistik cedvellerini ilân etmişlerdi. O tarihlerde îstanbulda vasati olarak her ay 8 yangın oluyordu, her yangına da vasatı 11 ev düşüyordu. Buna göre îstanbulda senevi 96 yangında 2156 ev yanıyordu. Bir ev eşya­ sı ile birlikde vasatı tahmin ile 500 lira de­ ğerinde olsa her sene îstanbulda âteş âfeti 1,078,000 altın tutarında millî serveti mah­ vediyordu”. Sermed Muhtar Alus da bize tevdi ettiği kısa bir notda şunları yazıyor: “Çocukluğumda işidirdim, 1870 Beyoğ­ lu gangını üzerine, yanık yanık söylerlerdi, hâfizamda tek beyti kalmış: Ah Beyoğlu, vah Beyoğlu Yandı da gitti kül oldu!,

destan mıdır, türkü müdür bilemem”. Yine S. M. Alus yazıyor: “îstanbulun en eski tiyatrosu olan Naom’un Tiyatrosu 1870 yangınında yandı. Eski adı Hiristaki Pasajı olan şimdiki Said paşa Pasajında idi, bu pa­ sajın yanındaki sokağa Tiyatro Sokağı adı­ nın verilmesi bundandır”. 13 Mayıs 1873 (Rûmî 1 mayıs 1289) yangım — Şahkulu Mahallesinde Mevlevıhâne civârmda 60 binâ yandı. 28 Ağustos 1891 (Rûmî 16 ağustos 1307) yangım — Hammalbaşmda 21 binâ yandı. 15 Mayıs 1912 (Rûmi 3 mayıs 1328) yangım — Kumbaracı Yokuşunda 31 binâ yandı. 18 Ocak 1913 (Rûmî 6 ocak 1329) yan­ gım — Tatavlada Büyükakarcada 28 binâ yandı. 6 Aralık 1914 (Rûmî 24 kasım 1330) yangım — Kumbaracı Yokuşunda 18 binâ yandı. 1 Mayıs 1921 (Rûmî 19 nisan 1337) yan­ gım — Küçükparmakkapuda 15 binâ yandı. BEYRAN (Dr. Ovsep) — Ünlü bir Er­ meni tabib ve müellifidir. 16 Mart 1825 de Edirne’de doğmuş ve 24 Temmuz 1866 da Paris’de vefat etmiştir. Pâre Lachaise Me­ zarlığında medfundur. Melkon Beyran adlı bir sarrafın oğlu

ANSİKLOPEDİSİ

- 2723 -

olan Ovsep Beyran, ilk tahsilini Edirne’­ de yaptıktan sonra İstanbul’a gelerek, 1838 - 1840 yuların­ da Üsküdar eski Cemaran mektebinde okumuştur. 1844 de tıb tahsili için Pa­ ris’e gitmiş ve 1850 de mezun olduktan Dr. Ovsep Beyran sonra aynı yılın son(Resim: Bülend Şeren) larına doğru İstan­ bul’a avdet ederek Beyoğluna yerleşmiştir, önce Bahriye Hastahânesinde ve 1851-1853 yılları esnasında da Yedikule Ermeni Hasta­ hânesinde vazifede bulunmuştur. 1853 yılı donralarında Paris’e gitmiş ve orada mektep kitapları neşretmeğe başlamıştır. 1854 de Tıb Akademisine mühim raporlar tevdi etmiştir. Aynı yıl Paristeki Türk Sefarethanesinde he­ kim tâyin olunmuştur. 1858 de “Legion d’honneıir” nişaniyle taltif edilmiştir. 15 Eylül 1858 de îstanbuldaki Tıbbiyeyi Şâhâne Cemiyetine âzâ seçilmiştir. 1862 de ise, “Society de Chirurgie de Paris” cemiyetine âzâ olmuştur. 1864 de Paris Tıb Fakültesine serbest müderris tayin edilmiştir. “Uretrotome” adlı tıbbî bir âlet de icad etmiştir. Bel soğukluğu hastalığına karşı müessir bir üâç da keşfetmiştir. Bu sıralarda ünü o kadar ya­ yılmıştır ki Üçüncü Napoleon'un hastalıkla­ rında konsültasyona dâvet edilmiştir. Had­ dinden fazla çalışmakdan vereme müptelaolan Beyran, 24 Temmuz 1866 da henüz genç sayılabilecek bir yaşta hayata gözlerini yum­ muştur. Dr. Ovsep Beyran’ın tıbbî eserleri ara­ sında en mühimi 1863 de Parisde neşredilen «Traitâ elemen taire de Pathologie Generale” adlı kitabıdır ki, müteveffa Dr. A. Mezburyan’a göre, bir asırlık mazisine rağmen de­ ğerini kaybetmemiştir. “Türk Devleti hiz­ metinde Ermeniler” adlı eserde (s. 104). Pa­ ris elçilerimizden Mehmed Cemil Bey tara­ fından türkçeye tercüme edildiği bildirilen eseri muhtemelen budur. Bibi: Dr. A. Mezburyan. Ermeni tabiblen Kevork Pamukrivan

BEYTUR (Ahnıed Midhat) — Şâir, edib; son mevlevi şeyhlerinden: şiirde «Bahâri»

BEYTUR (Ahmed Midhat)

mahlasını kullanmış olub Midhat Bahiri di­ ye tanmmışdır; 1881 de Istanbulda doğdu, babası Emiroğlu Râşit Efendizâde Kısmeti Askeriye Mahkemesi başkâtibi Mehmed Nu­ ri Efendi, anası Sâdiye şeyhlerinden Eyyubda Bahariyede Taşlıburun Dergâhı şeyhi Süleyman Efendinin kızı Hatice Aliye Ha­ nımdır. Baba evi Fatihde Çarşambada idi, baba­ sını pek küçük yaşda kaybetdiğinden vâlide­ si ile beraber Şeyh Süleyman Efendinin ya­ nına geldiler, çocukluğu hemen tamamen Bahariyede geçdi. ilk tahsilini Eyyubda Dârülfeyzî Hamıdi Mektebinde, Rüşdiye tahsi­ lini de Eyyub Askerî Rüşdiyesinde yapdı; sonra ağabeyi defterdar İsmail Zihni Beyin yanında Bitlise giderek idadi tahsilini de ora­ da tamamladı. Fakat, şark edebiyatı ile İslâ­ mî ilimlerdeki derin ve sağlam bilgisini mü­ nevver âile muhitinden, ve ailesinin pek seç­ kin dostlarından aldı; büyük kardeşi Musta­ fa Re’fet Efendi ki şöhretli mesnevîhân Hoca Tâhir Efendinin şâkirdlerinden idi, farsca öğretti; Mesneviyi de Bahariye Mevlevıhânesi Şeyhi ve devrinin pek mümtaz bir sîmâsı Hüseyin Fahreddin Dede Efendiden okudu; arabacıyı, Bayazıd dersi am hocala­ rından ve İstanbul Darülfünunu ilâhiyat fakültesi müderrislerinden Hüseyin Avni Efendiden öğrendi; bu zâtin Bayazıd Cami­ inde verdiği derslere devam ederek medre­ selerde okunan ilimlerden icazetname, ve emsali ile beraber gümüş liyâkat madalyası aldı. Kayın pederi Mehmed Said Efendiden, o devrin seçkin aydınlarındandır, arab ede­ biyatı dersleri aldı; yine o devrin şöhretle­ rinden Hafız Buhâri Said Efendiden de ha­ dis ilminden Buhârii şerifi okudu. 1916 da, Konyada Mevlâna Dergâhında mevlevi tarikatinin en büyük şeyhi Mehmed Veled Çele­ bi Efendi tarafından (B.: Izbudak, Mehmed Veled) Kasımpaşa Mevlevihânesi mesnevıhanlığına tâyin edildi. 1924 de de AbdüIha­ lım Çelebi Efendi tarafından, bizzat eliyle, şeyhlik destanı ile taltif olundu. Ahmed Midhat Beytur, o zamanın bütün mektebli gençleri gibi 17-18 yaşlarında, mâ­ liye nezâreti muhâsebei umumiye kaleminde kâtiblikle memûriyet hayatına atılmışdı; iki sene sonra orman, maadin ve ziraat nezâreti maadin umum müdürlüğü kalemine nakle­ dildi. bu nazırlık (bakanlık) ticâret ve zira­

BETÜLMALCI

İSTANBUL

- 2724 -

at nezâreti adım aldığında maadin şûbesi mümeyyizi oldu, sonra ayni nezâretin zât iş­ leri sicil şûbesi mümeyyizliğine geçdi. îstan­ bulda devlet merkez teşkilâtının lağvi ve yeni devlet merkezi Ankaraya nakli üzerine Beyoğlu tâli mübadele komisyonu âzâlığma tâyin edildi; Türkiye Sanayi ve Maadin Bakansının teşekkülü üzerine bu bankanın mu­ hâberât şûbesi başkâtibliğine, sonra Sumer Bank alım satım şûbesi muhâberât şefliğine tâyin olundu ve bu vazifeden emekliye ay­ rıldı. Yine 17-18 yaşlarındadır ki ilk şiirlerini yazmaya başlamış ve «Baharı» mahlâsını almışdı. îstanbulda çıkan «Hazinei Fünun», «Mekteb», «Resimli Gazete», «Mâlûmat» gibi haftalık mecmualarda ve gündelik «Tercemânı Hakikat» gazetesinde imzası genç bir şâir ve müdekkik olarak tanındı. Kitab hâlinde basılmış eserleri şunlar­ dır: Rûhi Kur’andan bir sahife nûr (Kuran Kerimin rumûzuna âid bâzı âyetlerin tercemeleri ve açıklamaları); Risâlei Sipehsâlâr tercemesi (Hazreti Mevlânânın hayat ve menkıbelerine aid olub mevlevı târihinin en doğru bir kaynağıdır); Destegül (Hazreti Mevlânânın dîvanı kebirinden ve mesnevisi ile nihâilerinden bâzı naitler ve şiirler ile tercemeleri, ve edebiyat târihimize âid bazı mütalaalar); Beyânül-vücûd tercemesi -(İbnı Kemal’in meşhur eseri); Sünbülistan şerhi (bu meşhur farsca eserin bütün tahlilleri ile terceme ve şerhi); Ravza (edebiyat ve ahlâ­ ka dâir bir risâle). Tamamlanmış fakat basılmamış eserle­ ri şunlardır: Divânı Şemsül-hakaaik (Iranın eski büyük müelliflerinden Hidâyet Han’ın Mevlânın Dîvânı Kebîr'inden topladığı şiir­ lerin tercemesi); Mevlânânın rübâîler dîvânı (Mevlânânın bütün rübâîlerinin tercemesi); Kitabül-ilim (imam Gazâlî’nin İhyâül-ulûm*unun bu ismi taşıyan faslının tercemesi); Şâir nedir? ar ab şâiri Ferezdak’ı niçin seve­ rim?; Hoca Said Efendi kimdir? (Kayın pe­ derinin hal tercemesi); Büyüklerimizi ana­ lım (eski şâir ve ediblerin kısa hal terceme­ leri); Çocukluk hâtıralarım; Eş’âri Bahâri. 1961 de seksen yaşmda idi; ve halâ elin­ de kalem şu üç mühim eseri bitirmeğe çalı­ şıyordu: «Mevlânâ, şiirleri ve felsefesi», “Şiir ve

mûsikî bakımından mevleviler”, “ilim ve edebiyatımıza hizmet eden mevlevilerden bâzı sîmâlar”. Şiir diline örnek olarak aldığımız aşağı­ daki gazeli 1311 (1893) de Mâlûmât Mec­ muasında intişâr etmişdir ki o tarihde henüz 13 yaşında bulunuyordu; edebî kültürünün sağlamlığına pek canlı şâhiddir: GAZEL

Aşık oldum sana ben ey mehi tâbende cem Al Eyleme hicrin ile gönlüme irâsı melal Kılma artık güzelim tab’ını çevre makrûn ç ünki hurilere lâyık olamaz öyle hasâl Olma zâlim meleğim, merhamet et âşıkına Hasret in denberidir aglayorum rûzi leyâl Öldür ey gül bedenim, sen beni durma öldür Kalmadı gayri figan etmeğe gönlümde mrc&l Intisâb eyle heman dergehi Mevlân&ya Herkesi ehli kemâl etmededir Bâbı Celâl

BEYTÜLMALCİ — Yeniçeri Ocağında, ölen yeniçerilerin miras ve tereke işleri ile meşgul olan zâbitin unvânı; Ocağın îstan­ bulda Ağakapusunda bulunan büyük beytülmal sandığının âmiri; ki bu sandığın ve Beytülmalcinin başka vazifesi sabî yeniçeri yetimlerinin baba mirasından olan haklarını reşıd oluncaya kadar korumak idi (B.: Ye­ niçeriler). BEYTÜLMALCİ SOKAĞI — Galatanın ömeravni mahallesi sokaklarındandır; Karaabalı sokağı ve kabataş mezarlık sokağı­ nın birleşdikleri nokta ile Gümüşsüyü Cad­ desi arasında uzanır; Haci izzet Paşa sokağı, Bey odaları Sokağı, Balcık çıkmazı, Taşlı çıkış sokağı, Beşâret sokağı, Yarasa sokağı, Dutlu çıkmaz ve imam Çıkmazı ile kavuşakları vardır. Karaabalı ve Kabataş mezarlık sokağı tarafından yüründüğüne göre, iki arabanın rahat geçebileceği bir genişlik baş­ lar ve paket taşı döşelidir; sağa ve sola ile dirsekle kırıldıkdan sonra zemini kaba taşa tahavvül eder, ve dikleşerek merdivenli yo­ kuş olur, ve on beton basamakla Gümüşsüyü Caddesine bağlanır. iki kenarındaki evler ikişer üçer katlı, ahşab ve kâgir, mütevâzi gelirli âile mes­ kenleri dir; bunlar arasında beşer katlı iki beton apartımanla, kapusu yan sokak da se­ kiz katlı bir beton apartıman yükselmiştir; kapu numaraları 1-31 ve 2-70 dir.

ANSİKLOPEDİSİ

BEYZADE

- 2725 -

Bu sokak üzerinde, çok güzel bir hat ile «Ve minel mâi külli şey’in hay> âyeti keri­ mesi yazılı kitâbe taşı Türk ve İslâm eser­ leri Müzesine kaldırılacak değerde banisi meçhul bir çeşme harabesi vardır (B.: Bey­ tülmalci sokağı çeşmesi). Bu sokak da, 1961 yılı nisan ayında 4 bakkal, 3 kasab, 1 manav, 1 mahallebici, 1 berber, 1 kalaycı, 1 yorgancı, 1 kolacı dük­ kânı bulunuyordu. Ömer Avni mahallesi muhtarlığı da bu sokakda idi. Sokağın ait başından Kabataş Vapur İs­ kelesi ile gerisindeki denizin, daha daha ge­ rilerdeki Üsküdarın, Kızkulesinin göçünüşü bir resim konusu olacak güzelliktedir. Hakkı Göktürk

BEYTİ LMALCİ SOKAĞI ÇEŞMESİ —

Kabataşda (Galatanın ömeravni Mahallesi) Beytülmalci sokağında, bu sokağın bir dirse­ ği başmdadır; yüzü tahayyül edilemeyecek derecede harâb olmuş ve banisi meçhul bir ondokuzuncu asır çeşmesidir. Büyük hazne­ sinin önünde yalnız küçük bir mermer kitâ­ be taşı kalmışdır; taşda nefis bir hat ile: «Ve minel mâi külli şey’in hay> âyeti kerimesi ile hattatın «Ketebehû Mücellid Râşid> imzâsı ve hicri 1269 (milâdî 1852) târihi yazılı­ dır. Üzerine çekilen saç saçağın yalnız de­ mir çerçevesi kalmış, saçlar çürümüş, ayna taşının ve kitâbe taşının etrafındaki mermer kaplamalar, musluğu çalınmış, hattâ teknesi

dâhi sökülmüş, almmışdır. Haznenin demir kapağı da kapatılıp alındığından haznenin içi (1945 de) bir köpek ini hâlinde idi. İbrahim illimi Tanışık

Îstanbulun hâneberdûş külhâniler argosunda, içinde bulundukları o çirk girdâbında gereği gibi yırtılmamış, zerre mikdârı da olsa üstünde edeb, hayâ, ar ve nezâket kalmış genç; şeririn küçüklük duygusu ile adetâ hakaret kasdi ile kullanılır (B.; Hanım Evlâdı); misâl: Bir viranede şarabla ve iki parça pala­ mut tavası ile çilingir sofrası kurmağa giden ve belki geceyi de orada geçirecek olan iki hâneoerduş konuşur: — Yusufu da götürelim be.. — Beyzâdedir, gelmez o bizimle.. İnebolluyu arayalım.. Üç hâneberdûş açıkda denize girecek­ lerdir, biri ayakdaşlarından sâhü kayaları­ na doğru uzaklaşır: — Nereye gidiyor? — Beyzâdedir. utanır^nâyi burda soyun­ maya... Geçen asrın öinncı yarısında yaşamış olduğunu tahmin ettiğimiz Şakır adında bir şâirin, Îstanbulun kopuk güruhundan aslı gürcü bir köçek oğlan şanında yazılmış bir manzumesi vardır. Beyzade diye yâd edilen bu gencin düşmüş bir kibar evlâdı olduğu anlaşılmakla beraber bu simin yukarda kay­ dettiğimiz mânâda kullanıldığı da söylene­ bilir; BEYZADE —

L

Bakma yajlı perçem bite yavşana Hem yırtık şalvara ipden kuşama Yalın taban şn çakırrös nşa. sonra Amerikada University of Tulsayı bitirdi (1951). 1952-1954 arasında Maden Tedkik ve Arama Enstitüsü Petrol Rafineri­ si mühendisliğine tâyin edildi, sonra bu servi­ sin şefi oldu. Mâden Mühendisleri Odası ile Americana Chemical Society üyesidir; bir fen adamı olarak memleketimizin yüz akı isimlerindendir. Denizi, yüzmeyi, kır yürüyüşünü seven, gençliğinde voleybol oynanış bir sport­ men; müzik sever ve bir kitab meraklısıdır. Amerikanın pek çok yerini dolaşmış (19501951-1955), ve 1953 de Fransaya, 195S de de Italyava gitnuşdir Bibi. Nebıoğlu, Kup Kimdir Ansiklopedisi

BEZMEN (Refik)

- 2731 -

BEZMEN (Refik) — Îstanbulun sanâyi ve ticaret âleminin seçkin simalarından; Kaz lıçeşmedeki Mensûcat Santral Anonim Şirke­ tinin ve Dokuma Fabrikasının kurucu sahih­ lerinden; 1905 de Istanbulda doğdu, Halil Bey adında bir zâtin oğludur, validesinin adı Ve­ dia Hanımdır, Istanbulda ayni sahada şöhret sâhibi ve ortağı Fuad Bezmenin ağabeyidir 1924 de Galatasaray ı Lisesinden mezun olmuş, iş hayatına atılarak 1929 yılından itibaren manifatura idhâlâtı ve tekstil sanâyı’i ile meşgul olmaya başlamıştır. Atiye Hanımla evlenmiş (kızlık soy adı Aygen) ve bu hanımdan Vedia ve Emine adında iki kızı olmuşdur. Fransızca, İtalyan­ ca, İngilizce, almanca ve İspanyolca bilir. Amatör bir balıkçı ve yürüyücü olarak tanınmışdır. Rusya dâhil bütün Avrupayı, ku­ zey ve güney Amerikayı dolaşmışdır (B.: Mensûcat Santral). Bibi.: Nebıoglu, Kim Kimdir Ansiklopedisi.

BEZMl — On altıncı asır şâirlerindendir; Rumelili bir rind kişi idi, Yavuz Sultan Selim devrinin sonlarında öldü. Kastamonu­ lu Lâtifi, kendi adına nisbetle anılan şuerâ tezkiresinde bu şâirin ahvâlini ve ölümünü pek renkli tasvir ediyor: < Bir ayyaşı evbâş idi ki işreti müdâm ve sohbeti aleddevâm idi, bu haysiyetden eş arı rindine ve güftârı mestâne idi. Bezmgâhi fenâdan işrethânei bekaaya kûşei meygedede câm elde iken ayağı götürüp rindâne gitti». Rindâne, mestâne şiirlerinden örnekler: Bir şerbet eylemiş yine 1ΑΉ muıAbdan

Gam hastasına vlrmeye sikli şifA kadeh

SAhlr detil mİ Ateşi Ab ile cem İde Alsa eline sAkli lıfbetmünA kadeh..

* Kısmet olacak Arlfü rinde mevü şâh İd Teşbih İle seceAde verilmiş sana «Ah İd..

Burada «kısmet», taksim olununca; «şâhid» de, güzel kadın, mahbûbe manasınadır. * Tövbe ettim İd itmiyem tövbe

Tövbeye tövbel nasûh olsun

Bibi.: Lâtifi, SuerA tezkiresi

BEZMLVLEM

VÂLİDESULTAN



İkinci Sultan Mahmudun zevcelerinden ve Sultan Abdülmecidin anası; nefsini dünyâ nümâyişlerine kaptırmayarak devletin tah­ sis ettiği geliri mütemadiyen hayır işleri yo­ lunda harcamış bir kadın; Türkiyenin en bü­

İSTANBUL

yük ilim, sıhhat ve şefkat müesseseler inden Istanbulda Yenibağçedeki Gurebâ Hastahânesinin büyük kurucusu; aslı gürcü olup osmanlı sarayına pek küçük yaşda ve esirciler eli ile bir câriye olarak getirildiği kuvvetle söylenebilir: son derecede dilber olduğu da muhakkakdır. Sultan Mahmudun ikinci ka­ dını olmuşdu, 1839 da oğlu Abdülmecid pâ­ dişâh olunca vâlidesultan oldu; genç pâdişâh çok sevdiği' anasına «Mehdıulyâ» unvanını verdi. Abdülmeciddin husûsi doktoru Şpitser bir defa pâdişâhın zevçlerinden çok gene ve melek gibi güzel Gülcemâl kadını, bir defa da vâlidesi Bezmiâlem Sultanı muaye­ ne etmek için iki defa haremi hümâyûna girmişdi; büyük kadının sîmâsı hakkında en tafsilâtlı satırlar onun kaleminden çıkmışdır, hâtıraları arasında Bezmiâlem Sultan için şunları yazıyor: «... Çırâgan Sarayına geldiğim zaman uzakda bir koltukda feraceli bir hanım otu­ ruyordu bu hanım vâlidesultandı. önümde kılavuzum harem ağası olduğu halde kemâli ihtiramla yaklaşdım; harem ağası padişahın sözlerini söyledikden sonra vâlidesultan be­ ni gaayet samîmâne kabul etti. «Nım şeffaf yaşmağın altında, şâtırâne bir allığın yanaklarında cûşan olduğu görü­ lüyordu; kendisine muhterem oğlunun sıh­ hatleri hakkında ibrâz buyurdukları nâzikâne ihtimamlardan bahsettim. Tıbbî sualle­ rime kemâli sükûnet ve suhûletle cevab ver­ di. Takriben 36 yaşında vücûdunu gaayet iyi muhâfaza etmiş bu gürcü kızının göz kamaşdıracak derecede beyaz ve nâzik elleri­ nin hârikulâde güzelliği/hutûti vechiyesinin intizam ve metâneti nazarı dikkatimi celbetti. Çıkarken bana son derece lutufkâr dav­ randı, kendisine icâb eden ilâçları bizzat yapmaklığımı emretti, ferâcesinin cebinden bir kese altın çıkardı, yukarda zikri geçen harem ağası ile bana gönderdi» (Ahmed Re­ fik tercemesi; Osmanlı Târih Encümeni Mec­ muası). Bezmiâlem Kadının vâlidesultanlıgı ölü­ mü tarihi olan 1852 yılma kadar 13 yıl sürmüşdür. Dr. Şpitser’in yaş tahmini doğru ise, yukarda nakledilen hâtırayı 16 eylül 1845 de yazdığına göre, büyük hayırperver kadın 1809 yılında doğmuş olacakdır, bu takdirde

I

ANSİKLOPEDİSİ

— 27M -

ölümünde henüz 43 yaşında bulunuyordu. Kocası İkinci Sultan Mahmudun türbesine defnedilmedir; kı, geniş ve pek mükellef cebhe duvarı ile yanında bir de hazireai bu­ lunan ve Îstanbulun âbidevi eserlerinden biri olan bu azametli türbenin hemen arka­ sında, hâlen İstanbul Kız Lisesinin bulundu* ğu mekteb binası da Bezmiâlem Vâlıdesultanın hayır eserlerinden biridir. Bu okulu ölümünden iki sene evvel, 1850 yılında yapdırtmışdı, içinde büyük bir kütüphane ile bir de güzel litografya matbaası bulunan bu okula evvelâ Bezmiâlem Vâlide Mektebi adı verilmiş, sonra bu isim cDârülmearif» e çev­ rilmiş idi. Îstanbulda Aksarayda bir erkek lisesi ilk kurucusunun adına nisbetle Pertev­ niyal Lisesi ismini taşıdığına göre, İstanbul Kız Lisesinin adına bir Bezmiâlem isminin ilâvesi sâdece asil bir kadirşinaslık olur. Bezmiâlem ölümünden az evvel Istanbula bir de büyük cami hediye etmek istemiş, Dolmabagçe Camiine başlamış, temeller üs­ tünde ilk duvarlar yükselirken vefat etmiş­ dir, cami oğlu Sultan Abdülmecid tarafın­ dan tamamlanmışdır (B.: Dolmabagçe ca­ mii). Mektebi zamanının en mükemmel bir ir­ fan müessesi olduğu gibi kurduğu “Gurebâyi Müslimîn» hashânesi de devrinin, 100 ya­ taklı, en değerli hekimlerin toplandığı en modern hastahânesi idi. Îstanbulun muhtelif semtlerinde m ese id­ ler, camiler, tekkeler, çeşmeler tâmir ettir­ miş, büyüklü küçüklü bir çok çeşmeler yan­ dırmış olan bu kadın, osmanlı sarayı haremi­ nin bir alafrangalık düşkünlüğü ile ala­ bildiğine israf ve sefahate daldığı bir devir­ de yaşamışdı, oğlu pâdişâhın kız kardeşlen ve kendisinin üvey kızları lüks ibtilâsı üe bore içinde idiler. BEZMİÂLEM VÂLİDESULTAN CA­ Mİİ — B.: Dolmabağçc Camii). BEZMİÂLEM VÂLİDESULTAN CA­ Mİİ — (B.: Gurebâ Hastahânesi Camii). BEZMİÂLEM VÂLİDESULTAN ÇEŞ­ MESİ — Beşiktaş ile Maçka arasında imâ net­

ler. (akanretler) civârında, mâmur bir çeşme­ dir (1945), karşılıklı iki yüzünde iki çeşme vardır. Kâmilen mermer kaplanmış ve ayna taşlan kabartma süslerle şek il lendi rilmişdir. Birinci cebhede Şükrünün, ikinci cebhede Zi-

BEZMtÂLKM

verin altışar beyittik iki kitâbe manzûmeai rnahkûkdur: ŞükrlyA târihini al gri tadAyl Abden -Lâleden bu kevserl Abı gel cereyan eyledi· 1255 (1IW)

*

• Mücevher tam İki tarih bir beyt Içre çıkdı O 5Ahin çAkeri Zlver bu nazml Idkek InnAd •Revan kılsun şehl Alâka cûyl nuereUn Subhan. 1255 (1839) .Bu semti vAUdrsultan kıldı Ab İle dllşAd. 1255 (1839) İbrahim Hilmi Tanışık

BEZMİÂLEM VÂLİDESULTAN ÇEŞ­ MESİ — Boğaziçinde Tarabyada akar, mâ­

mur bir çeşmedir (1945). Üzerindeki Abdül­ mecid turasının altında hicri 1269 (milâdi (1852) târihi görüldüğüne göre ilk binişinin bu tarihde olduğu, ve altına mevzû şu kitâbeden de İkinci Abdülhamid tarafından 1319 yılında tâmir edildiği anlaşılıyor: SAyei Sultan Hamld Handa .Oldu mâmur Bezmiâlem ÇeşmesiEddâl 1319 Lülfi

Kesme taşdan yapılmış olan muazzam haznesinin üstü örtülü değildir. Teknesinin iki tarafında uzun yalaklar mevcuddur. Lülesi devamlı akmaktadır. Mermerden yapılma oy­ ma taşı kabartma süslerle şek ili endir ılmişdir. İbrahim Hilmi Tanışık

BEZMİÂLEM VÂLİDESULTAN ÇEŞ­ MESİ — Yenibağçede. bu vâlıdesultanın en

büyük hayır eseri olan Gurebâyi Mdslimîn Hastahânesi ve hastı hâne ile beraber yap­ tırdığı camiin yanındadır (R: Gurebâ Has­ tahânesi; Gurebâ Hastahânesi Camii). Dik mustatil şeklinde ve serâpa mermer kaplı ve serâpâ kabartma tezyinâtı olan âbi­ devi bir çeşmedir. Ayna taşı kabartma iki sütun arasındadır: ve göbeğini, heyeti umûmiyesi dik beyzf çerçîve içinde toolanmış. uçlan yukarı yu­ karı kıvrık, karşılıkb mütenazır ve ortasın­ da bir meş’ale bulunan bir kabartma kaplamışdır; lüle, bir bakıma tavus kuyruğunu da andıran bu kabartmanın alt bağlantı yerinde bir dâirenin içine yerleştirilmişdir. Sütunların başlıktan üzerine çekilmiş Üç sıra kabartma silmenin üstüne yatık mul­ titii şeklindeki büyük kitâbe taşı konmuşdur. Güzel bir tâlik hat ile yazılmış olan ta-

BEZMİÂLEM

2734

rih manzumesi beş beyittir, taşa, bir satıra üç mısrâ olmak üzere üç satır hâlinde geçi nl^ıış. son tarih mısraı dördüncü satırda or­ taya alınarak, iki yanı kabartma defne dal­ lan ile doldu rulmuşdur. Kitabenin metni şu­ dur: Beznıialenı nâm sultan rnâderi >âhı cihan Menbaı cudi lurkârim çeşmesi abi vefâ

İSTANBUL

Drhri sirab ldicek nıaıil hayâtı lûtfllc Kıldı feyzi slndeffâniden cihan kesbi devâ

Yapdırub bu çeştucsarı hastahane nezdine

Zahir oldu defi emrazı ibâda macera

Eylesun şâhi cihanla valide sultâna Hak

Ha^redek nuşi zulâli afiyetle pür sefa Zher itsün defi İllet ııazmdan târihi tam

• Yapdı dilcû nı arter i şâiri zaman aynüşşifâ. (Hicri 1261 = Miladi 1845)

(Resim: Sablha Bozcalı)

Kitâbe taşının üstün­ de de kabartma bir silme bulunub onun üzerine çerçivesi kabartma çiçekli bir madalyon içinde Abdûlmecidin turası bulunmaktadır. Çeş­ menin rakamla yapı tarihi olan 1261. tura* nin altına yazılmıştır. Turayı ihtiva eden madalyon da yüksek kabartma mermer şu­ alarla sarılmışdır. En altda, mermeı teknenin dış yüzü de üç yıldız motifle tez­ yin edilmişdir. Ne kadar hazindir ki, bu âbidevi çeşme­ nin bendlerden gelen suyu kesildikten son­ ra, çeşmenin şanına denk güzellikde ol­ duğunu tahmin ettiği­ miz lülesi koparılıp çalınmışdır. 1961 Temmuzunda, teknesinin sağ tarafı­ na, sakaalet nümûnesi olarak yapılan be­ ton bir kümbetli otur tülmüş ve buraya rabtedilen bir demir bo­ ru ve âdi bir pirinç lü­ le ile terkos suyu akı­ tılmış bulunuyordu. Yine ayni tarihde. çeş menin cebhesinde öne doğru tehlikeli

ANSİKLOPEDİSİ

- 2735

bir meyil görülmüş, ona karşılık da, söz­ de destek yerine bir kaç tahta çakılmış idi. Bu güzel çeşmenin hezelden çok ciddi (□ir tâmir görmesi lâzımdır. Unutmamalıdır ki bu çeşme, yanındaki cami ile beraber Gurebâ Hastahânesi için yapılmışdır ; bir sokak üzerinde bulunsa, suyundan hâlk istifâde et­ se bile, bakımı ve tamiri hastâhâne idâresın** düşer zannındayızdır. Bibi : R E. K ve Gnl H.R. Ayyıldız, Gezi notu; İ. H Tanışık, İstanbul Çeşmeleri

BEZMİÂLEM VÂLİDESULTAN ÇEŞ M ESİ — Silivri kapusu civânnda Uzunyusui mahallesinde Lâlezar Camii sokağındadır. Büyük bir su haznesinin önünde yatık mustatil şeklinde ve klaftik türk çeşme yapısı üs lübujıda, güzelliği sâdelikde bulmuş muhte­ şem bir eserdir. Kemerinin üstünde yine yatık mustatil şeklinde mermerden gaayet büyük kitâbe ta­ şının ortasında, beyzi bir madalyon içinde, Bezmiâlem Vâlidesultanın oğlu ve bu çeş­ menin yapıldığı devrin genç pâdişâhı Abdül­ mecidin turası vardır. Çeşmenin altı beyittik târih manzûmesi. pek güzel bir talik hat ile. turanın iki yanma altışar satır olarak vazıimışdır; kitâbe metni şudur: Şrhi devran Han Abdülmecidin ınâderi yani Ceııâbı Be/miâlenı nan sultanı kerem bünyaıı Cihâna âbi hayratı hayâtı tâze verdikçe Sezadır halkı âlem bulsalar şimdi yeniden can

X

t Resim: S. Bo

BEZMİÂLEM

Bu ziba ceşmesan yapdı suyun eyledi İcra Butun leb trşneganı kıldı feyzi lûtfilr re»yan Bihamdillah yapıldı meşrebi pâkı/eM üzre Idincr hasbeten billah bu hayr itmamını fermaıı İlahı Valde^ullan dua aldıkça alemden Şehi devranı kıl drabi cuyl omrl bi pay an Mola Elver kulu târihi lamın eylese işrab - Get urdu abi dilciı çeşme yapdı VâlidrvultauSene 1251 (M. 1841ı

1961 senesi temmuzunda bu güzel çeş­ me. susuz ve metruk duruyordu; lülesi ko­ parılıp çalınmış ve teknesi tamamen toprak la dolmuş, üst pervaz taşları yerinden oyna­ mış, üstünü otlar bürümüş idi. Bu hâli ile yakın bir istikbalde çökmeğe mahkûmdur Halbuki Türk İstanbulu süsleyen âbideler­ den biridir. Bir çeşmenin cam yerinde olan suya tezelden kavuşması temenni olunur. Bibi R E K. ve Mehmed Koçu. Gezi L H. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri

notu,

BEZMİÂLEM VÂLİDESULTAN ÇBŞ?1ES1 — Kasımpaşada, bu kasabanın gerile­ rinde kırlığa dayanan bitiminde Hacihüsam Mahallesinin doğu sınırını teşkil eden lplikci sokağı üzerindedir; halk ağzında «Kara man Camii» denilen Karaimam Mescidinin önündedir (B.: Karaimam Mescidi). Kesme taşdan. dört demir çubuğa (eli böğrün deve) oturtulmuş geniş taş saçaklı, hâzinesinin üstü de, köfekı taşından yapılşıyan yine köfeki taşından şıyan yine köfeki taşında bir pıramid çatı ile örtül­ müş olup bu piramidin bir eteği çeşmenin saçağına doğru inmişdir x Asıl çeşme cebhesi dik mustatil şeklindedir, etrâfı burmalı bir friz ile çevril­ miş olub en üste yatık mus­ tatil şeklinde mermer ki­ tâbe taşı konmtışdur. Kitâbe taşının ortasın­ da. beyzi bir madalyon içinde, Bezmiâlem Sultan oğlu ve bu çeşmenin yapıl­ dığı devrin genç pâdişâhı Abdülmecidin turası var­ mış, tura, cumhuriyetin ilk ydlarında kazınmış, yal­ nız önündeki zeytin dalı

BBZMİÂUM

İSTANBUL

— 27ίΜ -

motifi kalmışdır. Bu madalyonun üstü bir perde saçak, altı da iki zeytin dalı kabartması ile tezyin edilmişdir. Çeşmenin dört beyitlik tanh manzûmesi, tâlik hat ile, turanın iki kenarına dörder satır olarak hak edilmiştir. Son zamanlarda bu mermer kitâbe taşının üzerine beyaz bir badana çekil­ miş olup yazıyı okunamaz bir hâle getirmişdir. Çeşmeyi 1961 yılı temmuzunda ziyareti­ mizde, bu kitâbe, yalın ayaklı, pırpın, fakat yüreğinde kendisini besleyen bu çeşmeye karşı bir muhabbet olan Mustafa adında bir sakanın, kireç tabakalını silmesi sâyesinde okunabilmışdır ki, bu şirin adamın ismini buraya kaydetmeyi bir vecibe bildik; kitâbe metni şudur: Cenabı Bezmiâlem maderi Abdulmecld Handır

etmiş olduğu bu çeşmenin ilk banisinin kim olduğu meçhulümüz ise de, hemen arkasın­ daki Karaimam Mescidine minber koyan ve yanma bir de sibyan mektebi yaptırmış olan Lâle Devrinin meşhur kaptanpaşası Kaymak Mustafa Paşanın mex.ıd önüne bir de çeşme yaptırarak semtin su sıkıntısı çeken fakir halkının hayır duasını kazanmaya çalışaca­ ğı akla çok yakındır. Kitâbe taşının altında kenarları dantelli ve derinliği pek az bir kemer, kemerin altın­ da da gaayet uzun dik mustatil şeklinde mer­ mer bir ayna taşı vardır; kemerin üst iki yan boşluğunda da birer altı bacaklı yıldız motifi bulunmaktadır. Mepner ayna taşı, Av­ rupa taklidi barok üslûbunda kabartma yap­ rak süslüdür.

Cİblnı hayr İle tnrmnûni İhsan etmeğe evfak

Harab elmuşdo bu çeşmeye mal nev İtli

suyun

krâ Aitle· kıldı feyzi mterrAyl lutfuna mülhak

MMimi Valdesoltanla şâhi dbanbânt

ZÛUU ömrü ikbâl ile «âd lUtın Onlbı Hak DM1 târihi tâmın çâkerl fHrlnesl Zlrer

•Akıttı Bezmiâlem nam voltan aynûl bak·

Sene 1257 (M. İMİ)

Bezmiâlem Vâlidesultanm tamir ve ihya

Çeşmenin kendi teknesi yok olmuşdur. önünden geçen yola ııisbetle alt kısmı azı­ cık çukurda kalmış olan çeşmeye, yol zemini altında uzun ve derin bir yalak yapılmışdır. 1961 temmuzunda, Bezmiâlem Vâlidesuİtanın getirmiş olduğu bend suyu kesilmiş, ayna taşındaki lüle de çalınmış bulunuyor­ du; çeşmeden, yalağın sol başına konulan bir demir boru ve pirinç lüle ile terkos suyu akıtılmışdır. Sekenesi hemen tamamen dar gelirler olan geniş bir semtin tek çeşmesi hâlinde idi. Çatı kenarından ve saçak üstünde bit­ miş aylandoz ağacı fidancıkları, âdeta bir asma bağçe halinde idi; yapı tahribinde z çok büyük rolü olan bu nebatin çeşme üs­ tünden yolunub te­ mizlenmesi, halkın vâzifesi olsa gerektir. Bibi . R.E.K. ve Gnl HR Ayyıldız, Gezi no­ tu; İH Tanıdık İstan­ bul Çeşmeleri, II BEZMİÂLEM VA UDE8VLTAN ÇV& ME8İ — Bu satırla­

rın yazıldığı sırada Topkapusu dışında, kale kapusunun tam ı: B. B.)

karsunn/U

TUvutpa-

ANSİKLOPEDİSİ

- Î7>7 -

>a ve Maltepe yollarının çatal kavuşağı üzerinde bulunan abi­ devi çeşme, Bezmiâlem Validesultanın hayır esen çeşmenin en güzellerinden biri olup as­ lında Beşiktaşda Yıldızda saat kulesinin karşısında idi, ve uzunca bir zamandanberi de su­ yu kesilmiş, muattal duruyor­ du* 1943-1945 arasında oradan Topkapusu dışına nakledilmiş, ve suya kavuşduruldu; 19571959 arasında da tekrar sökü­ lerek yukarda târif ettiğimiz çatal yol başına götürüldü; bu ikinci nakildedir ki hem çok hırpalandı, hem de tekrar su­ suz kaldı. Türk rokokosu üslûbunda cebhesi serapa mermer muhte­ şem bir çeşmedir; iki yanında, tahminen 3,3,5 metro irtifâında yekpâre mermerden iki zarif sütun vardır, tekne, bu sütunla­ rın kaideleri arasındaki boşluğa yerleştirilmişdir; teknenin geri­ sindeki ayna taşı da bir yüksek kemerle çevrilmiş olub, ortası, alçak kabartma oluklu bir sü­ tun üzerine konmuş bir kürei mücesseme kabartması, bu kü­ reyi çevirmiş şualarla tezyin edilmiştir. Kitâbe taşı, yatık mustatil şeklinde yekpâre muazzam bir mermer olup, iki sütün arasında çeşmenin alındığını teşkil eder. Kitâbe taşının üstü bir kaç sıra silme ile bezenmiş, bu silmele­ rin üstüne de, kabartma çiçek çerçiveli beş beyzl madalyondan mürekkeb bir taç - tepelik kon­ muşdur; ortadaki büyük madal­ yon içindeki Abdûlmecidin tura­ sı kazınarak silinmiştir. Bu âbidevi çeşme son nak­ linde hayli hırpalanmışdın bu arada güzel tunç lülesi çalın­ mış, lüle sökülür iken de ayna taşının alt kısmında büyük bir rahne açılmışdır. Mermer tek­ nenin de. yekpâre büyük bir mermer olan ön kısmı yok ol­ muşdur.

bkzmUuem



HRZZA2

1961 yıh temmuzunda yeni yeri de he­ nüz tanzim edilmemiş bulunuyordu. Çeşme, Topkapusu dnündeki meydancığın, ve iki yanından başlayan Davutpaşa ve Maltepe yollarının seviyesinden en az iki adam boyu. 3-3.5 metre yükseklikde yarma bir sed üze rinde idi. Her satın iki beyit olmak üzer beş satır üzerine talik hat ile yazılmış olan on beyitlik tarih manzümesi. çok yüksekde kaldığı için okunamadı. Aşağıdaki tarih beyti İbrahim Hilmi Tanışık’m «İstanbul Çeşmeleri» adlı eserinden alındı: Cevherin târihini Ziver didim içubsnyun -Kevser olsun ruhuna Mahmud Hanın bu zulâl». sene 1259 (M. 1*43)

BEZZAZ — Bez ve çeşitli kumaş satan esnaf: zamanımızda, aslı fransızca «manifacture> kelimesi olan manifatura, manifaturacı, karşılığıdır; çarşılarına da Bezzazistan deni­ lir ki halk ağzında Bedestan, Bedesten olmuş­ dur (B : Bedestan). İçlerinden bazıları taksi­ sen bir kıymetli kumaşın envâını satdığında o kumaşa nisbetle «üstüfeci», «dîbâcij», «kadifeci>, «atlascı» gibi isimler alırlardı. Eski esnaf nizamnamelerinde bezzazla­ rın meşru kâr haddinden fazlasına mal satma­ malarına dikkat edilmesi yanında bilhassa kullandıkları arşınların muayene edilmesi, devlet damgalanmamış eksik İrsin bulunma­ ması yazılıdır. · Istanbulda bezzaz esnafının çoğu yakın zamanlara kadar ermeni ve yahudi idi. Bez­ zaz yahudiler de bilhassa yeniçeri ortalan ile iş yaparlar, ortaların zâbiti olan çorbacıların kefaleti altında yeniçeri neferlerine krediler açarlardı. Kulloğunı efradı donandı cümle

Çıfıttandandır viresiye donluğu Çuha keçe gezi şal dülbend bile

Altı aylık onbiredir onluğu Galatalı Hüseyin Ağa (Destan)

BEZZAZ GÜMtŞESDÂZE VAK’ASI —

Onsekizinci asrın birinci yarısında Lâle Devrinde Istanbulda geniş akisler yapmış bir zina baskını vak’asıdır. Küçükçelebizâde İs­ mail Asım Efendinin Târihindeki kayıd R.E. Koçu tarafından metne tam sadâkat fakat bir hikâye havası içinde şöylece anlatıİmışdır: Buyuk kapalı çarşıda eski Bedesten ya­ nında kumaş tüccarlarından bir ermeninin kendi milletinden onaltı onyedi yaşlarında



İSTANBUL

gayet güzel bir tezgâhdarı vardı. Oğlanın asıl adı unutulmuş, İstanbul zürafasının taktığı «Gümüşendâze» lâkabı ile şöhreti bütün îstanbulu tutmuştu. Akşama kadar dükkâna dolup dolup bo salan müşterilere türlü naz ve cilve ile dil dökerdi. Bilhassa İstanbul hanımları, onların içinde de nazeninler yollarını oradan geçirir­ ler. Gümüşendâzeye uğrarlar, olmayacak bir şey sorarlar, dilbaz oğlan: — O mal bende yok benim malım has damgalı, bu sefer olmazsa gelecek sefer alış veriş ederiz sultânım: Der. raflardan kumaş toplarını lahzada indirir: — Allı verelim, morlu verelim, isterseniz sanlı verelim! diye âmivâne cinaslardt bu­ lunurdu. istanbula 1720-1722 arasında İrandan gelmişti, gelir gelmez de. müverrih efendinin tâbiriyle «vuslat pazarı simsarları»nin eline düşmüş idi. O zevkü sefâ devrinde yazın bağ ve bağçelerde. yalılarda kurulan çırağan mec­ lislerine. kışın konaklarda tertib edilen helva sohbetlerine götürülmüş, İstanbul ayan ve eş­ rafı, hattâ devlet erkânı arasından hâmiler edinmişti. Fakat yaradılışı pespâye olan Gümüşendâze bu iltifatları hazmedememiş, bü­ tün çarşılının gözüne diken olacak derecede şımarmıştı. 1724 yılında kocası şark seferine gitmiş olan bir İstanbul hanımı Gümüşendâzeye âşık oldu, güzel oğlanla anlaşdı, bir gün de ermeni civanını Vefa semtindeki evine dâvet etti: şımarık, toy çocuk da bu dâveti kabul etti. Fakat mahallelisi hanımın hallerinde bir değişiklik, uygunsuzluk sezmiş, tetikte duru­ yordu. Bir akşarr? kocası seferde olan hanımın evine biri ihtiyar, biri pek tâze iki kadın mi­ safir geldi. Kapu karşı komşu evindeki cum­ ba kafesinin arkasında iki göz de gelenleri gördü, kocası camiden gelince haberi yetiştir­ di: — Karı eve zenpâre aldg ' tazenin adım atışında kadın cilvesi yok idi ve hem dahi ayakları büyük idi, bir sâde rû mahbub oğ­ landır!... · Baskın için, içerdeki muhabbetin kıvamı­ na gelmesi beklenirdi: Zienpâre soyunsun, dü­ künsün. işret sofrası kurulup badeler dolu do­ lu sunulsun, kolay kaçamayacak hâle gelsin.

ANSİKLOPEDİSİ

- «al -

hiç olmazsa yarı üryan ele geçsin gerekti. Gümüşendâze de baskıncıların pençesin*· gecelik entarisi ile kâkülleri perişan, yalın ayak, hanım koynunda geçti Nâzc-nin hanım­ la çop çatan acuzenin başlarına birer ferace atmasına izin verildi ama oğlan yataktan çı­ karıldığı kılıkta Yeniçeri Kolluğuna götürül dü. Ertesi günü rezalet haberi bütün îstanbula yayıldı. Halk Kolluğu basarak suçluların ikisini de paralamak istedi, güç kurtarıldılar. Dâva İstanbul kadısı tarafından Mahmudpa şa Mahkemesine verildi, Hâkim Sun'ullah zâ­ de Elendi, Vefalı Hanımın evine ermeni gen­ cini almasını idamı için kâfi buldu; sonu re­ cim cezasına varacağından zina suçunun sef­ an sübutu tarafına gitmedi, zânive de çöp­ çatanı mahbushânede boğularak idam etçil­ diler, cesedleri denize atıldı. Gümüşendâzcyc gelince, toy oğlanın fa­ hişe avret mekrine uğradığını ileri sürerek kurtarmak isteyenler oldu, oğlan ile temas ettiler:, «Hemen müslüman ol. hâkim dinini

BEZZAZ CUMUSENDAZfc

Amunca muslımim dersin, hapis cezası de kur (ulursunj» dediler. Dâvada yüze yakın şahıd dinlendi, çarşı­ lıların, bedestenlılerin hemen hepsi oğlanın aleyhinde konuştular, bir şâhid: — Kemendi ebrusu kavsi şeytan gibi fitnesâz ve dâima murur iden havâtını muslimine harf endâz olur, tertibi cezâ ile eşeddı ukuubete müstahaktır!... dedi Fakat güzel oğlan İslâmiyet! kabul ettiği­ ni söyleyince aleyhindeki hâva azıcık yumu­ şar gibi oldu. Bir cerrah getirilerek mahke­ me binasındaki zindan koğuşunda sünnet edildi. Gumuşendâzenın üzerinden ölüm vah­ şeti gitti. Lâkın Sun’ullahzâde Efendi yumuşamamıştı: — Bu oğlan müslüman hanesine girip bir müslime avret ile zinâ kasdi ile mülâki oldukta gayri muslım idi! diyerek Gümüşendâzenin asılarak idamına karar verdi. Oğlanın hâmilleri bunu da düşünmüşler, bâzı devletlilerden, idam cezasını padişaha af

Gamu^rndjUr ilr Vefalı Hinim (Sabi ha Bezeklinin Kompoılvopu)

BEZZÂZİYE MESCİDİ

ISTANBUL

- 2740 —

ettirme vadini almışlardı, Karar günü bu vâdi delikanlıya bildirmeye vakit bulamadılar. Hâkim hükmü tebliğ edince Gümüşendaze ca­ hilane bir asabiyete kapıldı: — O ki sen beni ölüme mahkûm ettin, ben de eski dinime dönüyorun!... diye bağır­ dı. Bu sözü ile kurtuluş kapısı kesin olarak kapandı. İdam hükmü tasdik edildi, Güzelliği ile îstanbulun büyük bir şöhreti olan Gümüşendâze 22 Eylül 1724 bir perşembe günü Çenberlitaş civarında Vezir Hanı kapısı önün­ de asılarak idam olundu. Cellâdın o güzel ba­ şa yağlı urganı geçirdiği andan cesedin darağacından indirildiği saate kadar Vezir Hanı civarı, binbir ayak bir ayak üstünde bir mahşer yerine dönmüştü. BEZZÂZİYE MESCİDİ — Bayazıdda Uzunçarşı Caddesi ile Havancı Sokağı kavu­ şağı köşesindedir; (B.: 1934 Belediye Şehir Rehberinin 4 numaralı paftasında Mercan Ağa Mahallesi). Bayazıd istikaametinden ge­ lindiğine göre caddede sol kola düşer. Hadikatül Cevâmi şu mâlûmatı veriyor: «Bânisi Bezzâzıcedid Ali Paşadır, Enderunu Hümâyundan yetişmiş, sırkâtibliği yapmış, vezâretle çırağ edilmişdir, kabri mescidinin yanında olub yangınlarda kaybolmuştur. Min­ berini ricalden Mehmed Emin Ağa koymuşdur ki bu zât kendisinin Dolmabağçedeki sebili içinde medfundur>. Mehmed Emin Ağanm bir sanat şaheseri olan Dolmabağçedeki se­ bili Menderes imârı denilen vandal yıkıcılı­ ğında yokolmuşdur. Bezzâziye Mescidi, kesmetaş ve ince tuğ­ ladan dört duvar üstüne oturtulmuş küçük bir sağır kubbeden ibaret fevkaani bir mesciddir, kapusu Havancı sokağında olub ondört basamak taş merdiven ile çıkılır, bundan ötü­ rü halk ağzında «Merdivenli Mescid» diye de andır. Tuğla minaresi yarıya kadar yıkılmışdır, Altında vakfından dükkânlar olub mes­ cid bu satırların yazıldığı sırada metrûk bu­ lunuyordu.

Çarşı esnafından çantacı Sabahaddin Bul­ gu ile tornacı Nobar Aynayüz’ün rivâyetlerine göre 1921 senesine kadar ibâdete açık olan Bezzâziye Mescidi o tarihde evkafça kadro dışı bırakılmış, evvelâ bir mesken olarak ki­ ralanmış, İkinci Cihan Harbi başında kaba kasab kâğıdı imâlâthânesi olmuş, sonra iplik boyahanesine kalbedilmiştir. 1957-1958 ara­ sında tekrar mescid olmak üzere imârı için boşaltılmıştır. 1961 yılı mayıs ayında tâmiri.ne henüz başlan mamışdı. Hakkı Göktürk

lügatinde biçmek kö­ künden isim: kesen, biçen, ayıran âlet. îstanbulda günlük hayat içinde kullanılan çeşidleri ekmek bıçağı, sofra bıçağı, mutbak bıçağı (bunlar arasında meyve, sebze bıçak­ ları), bir kaç boy ve çeşid kasab bıçağı, kur­ ban bıçağı, usturaya yaklaşan sünnetçi bıça­ ğıdır. Halkın müsellâh gezdiği devirlerde, bil­ hassa tanzimatdan evvel ve hattâ yeniçerilik devrinde, nefis müdafaası veya tecâvüzde pala-bıçaklar, saldırma-bıçaklar vardı, ve Istanbulda 13-14 yaşlarındaki çocuklar dahil, soka­ ğa bıçaksız çıkmış erkek görülmezdi. Hele ayaktakımı, avam arasında bıçak, erkeğin nâmusu bilinirdi Zamanımızda paralayıcı, yaralayıcı silâh olarak bıçak taşımak ağır müeyyedelerle yasakdır. Onyedinci asır ortasında Sultan İbrahim zamanında tanzim edilmiş bir narh defterin­ den, üçü bir yerde, yâni üç bıçak bir kın için­ de ve «Altıokka» adını taşıyan yeniçeri aşçı­ larına mahsus bir bıçak olduğunu öğreniyo­ ruz, ayni defterde, bu üçüzlü Altınokka bıçak­ ların hicri 1050, milâdî 1640 da 35 akçeye sa­ tıldığı narh olarak kay idildir. Eski bıçakların hepsi Îstanbulda yapıl­ maz, bir kısmı, el bıçak sanayi meşhur yerler­ den gelirdi, onlar da ayrıca geldikleri yerle­ re nisbetle «Vidin Bıçağı», «Girid Bıçağı», £ «Bursa Bıçağı», «Cezâyir Bıçağı» gibi isim*ler taşırdı. BIÇAK — Türk

Kabzası ve kını hurda kıymetli taşlarla süslü büyük kulaklı bıçak (Resim: Nezih)

ansiklopedisi

BIÇAK

- ÎU\

Bıçaklar evvelâ demirine, çeliğine göre, sonra sapına-kabzasına göre kıymetlendirilir di. Sapları abanozdan, gergeden boynuzundan, fildişinden, gümüş, altın kaplama, üzerleri mercanlı, yakutlu, zümrüdlü, elmaslı müzey­ yen, murassa bıçaklar ayni boyda ve ayni işde kullanılır âdi bıçaklardan bir kaç yüz misli üstün degere alınır, satılırdı. Bâzan da namlı bıçakları ustaları yaptıkları bıçakları imza­ larlar, bıçaklar o zaman da kıymetlenirdi. Zamanımızın seçkin antikacılarından merhum Nureddin Rüşdi Büngül «Eski Eser­ ler Ansiklopedisi adındaki eserinde bıçak maddesinde şunları yazıyor: «Birgün Bedestende bir büyük saldırma almışdım, erbabı bir adam geldi, pek beğendi, ayni büyüklükde diğer bir âdi bıçağa vurduğu gibi o âdi bıçağı ikiye böldü, ve bana:- Evlâd, buna Cezayir çeliği derler, biz bununla on iki kat kıvrılmış keçeyi keserdik! dedi. «Bu çeliği namlı bıçakların içerisinde asırlarca kullanılıp da ağızı bozulanlar, kes­ mez hâle gelenler yokdur. «Ecdadımız arasından yetişmiş üstâd bı­ çakçıların işi olup üzerleri altın çakma yazı­ larla bezenmiş ve alâ bir sap ve kabartma gü­ müş kır. ile de süslenirse, o bıçaklar 50-100 liraya, hele bir de büyük tanınmış tarihî si­ malara aid olduğu tesbit edilirse 300 den 500 liraya kadar satıldığı görülmüşdür bu rakam­ lar 1939 daki kıymetlerdir). Bıçak, hançer, gaddâre, pala, saldırma gibi isimler alır, bun­ ların içinde padişahlara mahsus olanları bin­ lerce lira değerindedir. «Topkapusu Sarayı Müzesinde Fatihin, Vavuzun bıçaklarına ise zamanımızda kıymet biçilemez. «Harcı âlem eski bıçaklardan kurban ve sünnet bıçağı olarak 50 liraya satılan bıçaklar gördüm. «Sapın içinde nargile maşası, veya diğer pek küçük bıçaklar yerleştirilmiş som saplı, ve arka tarafları kalın ve ucu sivri Girid bı­ çakları da makbuldür. Sapı ince ve zarif ya­ pılmış olub ağızlarında işlemeleri olmayan bir arşın kadar uzunluğunda kalyoncu bıçaklan da 60 lira kadar eder. Eski İzmir bıçakları. Pizren yatağanları. Bursanın ayni büyüklük­ de bıçaklan 30 liradan 100 liraya kadar satı­ lır. Eski Bursa ustalarının yaptıkları açılır kapanır bıçaklan da zamanımızın İngiliz ça­ kılarından çok üstündür.»

İstanbul târihinde «Karabıçaklar», » bu ayazmanın henüz keşfedildiği ve Patrik Athenagoras tarafın dan kalabalık bir 'heyet ile birhkte ziyaret edilerek «kısa bur samanda imar ve ihya» edil­ mesine karar verikhği bildirilmektedir Bıçakçı sokağındaki bu Bizans devri ka hntssı. ilk defa olarak bundan yetmiş vü ka dar evvel biliniyordu. İstanbul'un yerli Rum tarihçilerinden M Gedeon 1893 e doğru yeri görmüş ve hakkında kısa bir not yayınlama tır (bk. M. Gedeon. Ryzantinon Heortcüccioa. İstanbul 1899. s. iMh Hayli uzun bir sûre sonra burası bir Bizans eserleri mütehassısı tarafından oldukça etraftı surette incelenecek plânı ve kesiti ile yayınlanmıştır (bk A. M Schneider. Hagiasma in der Bıçakçı çeşmem sokağı yâmı sitada hamamda külhan *miyel şanın heder etmişdir Nells havisi râhine gitmişdir ?‘isU> ola hidâyet ol gümralıa Tövbe İde geçmiş cümle günaha Σν oğul sen emrin tuta gel Hakkıtı A>agın uydurma bıçkına sakın Çf.uıayasın ana baba sözünden \’url iman silinmesin özünden Bakıra çıkarma altun adını I İr def etme lânete ecdadını

Bıçkın, memleketimizde İstanbu’a mahsus bir tipdir. bu kelime de ybiniz İstanbul ağzında kullanılmış­ tır. Yukarıdaki manzûmenin ilk mıs­ raında bıçkını «Şehir Uşağı» olarak göstermesi yanlışdır; bıçkını pek gü­ ze! târif eden şâirin, bu tâbir ile bıçk n tipinin ancak îstanbulda yetişebi­ leceğini kasdettiği söylenebilir. Zira Istanbula köpre yaşlarında iş için gel­ miş bekâr uşakları arasından bıçkın­ lık yoluna sapmış gençler pek çokdur. Bilhassa yeniçeriliğin son devrinde îstanbulun Bağçekapusu. Yemiş İskelesi, Tahtakale, Küçükpazar, Kumkapusu. Saraç­ hane, Gedikpaşa. Yedikule, Üsküdarda Bala­ ban İskelesi. Kasımpaşa. Çeşmemeydanı, Top­ hane. Fındıklı. Sahpazarı bekâr uşağı yatak­ ları, bıçkın oğlanları ile meşhur semtlerdi. Bu arada da Tersanenin kalyoncu bıçkınları pek i mlı idi. İkinci Abdülhamid devrinde de bıçkın gençler, son nesil olarak pek çoğalmışdı. O devrin* Ceridei Mahâkimi Adliye» ve rulmaz, uçları sivriltilmez, yanak hatlarından? taşmaz, tel tel durur, uçlan da topdur; riııd-* lerin, kalenderlerin, feleğin dürlü cilvelej nî görmüş olanların, ununu eleyüb eleğini ,dı vara ağmış eski kabadayıların bıyığı idi. Pos bıyığın alt kenarı parmak uçları ile toplanmaz, bıyık kılları tel tel sarkarak üst dudağı, hattâ ağızı örterse «Bektaşi bıyığı > denilirdi. Yasdık Bıyık, yeniçerilik devrinde çor bacı ağalardan itibaren yüksek rütbeli yeni­ çeri zabitlerinin bıyıklarına verilmiş isim dır; bir nevi pos bıyık olup, bıyık altına rast­ layan sakal kılkırı kesilmez, uzatılır, bu sal.rl kıllan bıyık kılları ile karışır, bıyık uçlarının üzerine yattığı bir kıl yasdık olurdu, Amir bakışlı gözlerin üstünde kaşlar çatılcığı zaman bu yasdık bıyıklar yüze ayn bir hey­ bet verirdi. B^ ık kılları gür çıkmaz, kıl araları kfeeç» güve yeniği gibi olur ve bıyığa bir şekil vermek imkânı bulunamazsa «Pis bıyık* de­ nilirdi; erkek için bir kusur, avıb sayılırdı.^L Misaller: «Mektebi Tıbbiye birinci sene şâkirdûnın dan Ahmed Efendi şâbı emred olduğu hald·· Çengelköyünde bir meyhanede tulumbacı­ larla beraber işret ettiği nızâmive kulu tara­ fından görülerek kaldırılmış olmakla email li­ ne ibreti müessire olmak üzere ayaklan ta­ banına yirmi değnek darbı üe bir ay hapsine vc evci tezkiresinin istirdâdı ile bir se.,e müddetle izinsizlik cezasına» (Ceridei l.’a* hâkimi Askeriye. 1307 = 1889). • Cümjvsi pırpın, dört kaslı, nrvhat

Kimi panagtaaıte kimisi ırpat MifAıu. hüsünde rl ayak ka* göz Hepsi bey odundan üstündür kat kat

i Galat ıdı Hüseyin,

Çardak drataıvK

• Evyubda Çömlekçiler Hamamı-DelUk Eyyublu Ahmed bin Mehmed. san bıyıklı.

ANSİKLOPEDİSİ

2767 —

dellâk Pazarköylü Mehmed bin Ali, nevhat genç oğlan; dellâk Pazar koylu Ali Ömer, cârebrû. dellâk Eyyublu Hüseyin bin Mahmud, nevhat tâze;... natır Hamidlı Ahmed bin Mahmud, kumral bıyıklı; natır Hamidli, İb­ rahim bin Nurullah, nevhat tâze, natır Rus­ çuktu Alı bin Abdullah, çârebrû» (İstanbul Hamamları müstahdemleri sicil defteri; H. 1147 - M. 1734 - 1735). *

Karanfil bıyıklı, sunbul perçemi

Gördün mil kişuıirl dilber acemi Kahve furûşi ngı Valde Hanında '

Şehri nesâkeldc iıenUı acemi

Ho< gorub şimdilik her kusurunu ŞehbAaını lâ'liude suıı câmı Cemi

* •

Topukluyu site ideyim tarif

Palabıyık şakı suratlı herif Yalın ayak daltaban geldi bu köye

Nokta Ikeu o it oldu laınclif

Kırk yıllık aç kokar idi nefesi Başında bir parmak yağlıydı fesi Açdı şu bitirim yeri kahveyi Cümle haşerat uı darülnedvcsl

Topuklunun kahvesidir burası

Tavcıdırlar cebde yok beş parası

Tâaerû çârebrû henuı nevtıraş

?

ı

Gelen gençler babanın yut karası

Palabıyık Mustafa mekkdrı şehri

Pos bıyık Ahmed de eski serseri

Her biri mukaşşer kumarbazlardır Boğarlar o gaytan bıyık yâveri

(Ali Çamiç Aga Mecmuası)

Asıımız başının şöhretlerinden Hareket Ordusu kumandanı, harbiye nâzın ve sonra sadırâzam Mahmud Şevket Paşa palabıyık sakallı. «Kahramanı Hürriyet* diye meşhur Reaneli Niyazı Bey sakalı matruş palabıyıklı;

gençliğinde Hüseyin Câhid Yalçın uçları ha­ tif yukarı burulmuş karanfil bıyıklı. Filosof

Riza Tevfik ile Dr. Besim Ömer Paşa bek ta* şi bıyıklı; bu ansiklopedinin müddevvlni ve sâhibi R. E. Koçunun babası muharrir Ekrem Reşad Bey gençliğinde karanfil bıyıklı, son ydlarmdâ pos bıyıklı; Ahmed Rasim Bekta­ şî bıyıklı. Tanbûri Cemil Bey bektâşî bıyık­ lı idi.

Bir resmine göre Yavuz Sultan Selim, sakalı matruş yasdık bıyıklıdır; gençliğinde Atatürk uçları hafif yukarı bükük karanfil bıyıklı; Türkiyenin ikinci reisicumhuru ve büyük devlet adamı ismet İnönü de gençli­

BIYIK

ğinde şöğud yaprağı gibi karanfil bıyıklı ıdı. Bir ara Îstanbulda Almanya İmparatoru İkinci Wilhelmin bıyık şekli moda oldu; bu palabıyık hükümdar bıyıklarını ağız kenar­ ları hizasından doksan derecelik bir zâviye ile yukarı kırmış, uçlarını da süngü tflbi sivri burmuşdu. Bıyık, şekilden başka kd rengine göre de isimlendirilir; Sarıbıyık, kumral bıyık vc kara Diyık gibi . Vesika fotoğraflarından evvel hüviyeti tesbiti yolunda ’tanzim edilen resmi vesikalar­ da eşhas, vucud yapıları ve simâları üe târif edilirdi, bu arada da bıyıklan hem renk, hem de şekli ile zikredılırdı. Bilhassa zâbıta vaka­ larında firari suçlular böyle aranır, hakla­ rında giyâben hüküm verilmiş suçlCılar da aynı şekilde ilân edilirdi Milli kütübhânemizde cemiyet hayatı bakımından eşsiz bir hazine olan «Cerideı Mahâkimi Adliye» de bu ilânlardan pek çok örnek vardır: «... Ahırkapuda sahildeki kahvehanede mukim ortaboylu, sarıbıyıklı, çatık kaşlı, açık buğday benizli, uzunca çehreli ve âdeta burunlu, çakıra mail mavi gözlü 32 yaşlarında Uzunçarşı tavlacılarından Aşık lbrahinrun... (1304 - 1886)». «... Fatıhde Şekerci Ham odalarında mu­ kim beygir sürücüsü uzunca boylu, ter karabıyıklı, elâ gözlü 19 yaşlarında uygunsuz gurûhundan Ali bin Mûkerrem .... (1301 =» 1883)». i Bizde bıyık, uçlarından kırpılmak üze­ re Birinci Cihan Harbinin içinde kesilmeye (başladı; ilk hudud ağız kenarları idi; buna «kırpık bıyık» denildi. Sonra burun altında küçücük bir yasdıkdan ibaret kaldı. Cumhûrivet devrinde ustura onu da kaldırdı. Bıyık modası, bilhassa gençler arasında İkinci Dünya Harhi sonlarında başladı; ve 1950 den sonra aldı yürüdü. Bıyıklarını hiç kesmemiş yaşlı İstanbul­ lular pek az kalmışdır; kalanların çoğu da esnaf ve ayak takımından. ve bilhassa İstan­ bul rumlan arasındadır. «Pus bıyık» ve «palabıyık» isimleri ha­ la kullanılmak tadır; «gaytan bıyık» dilden düşmüş, «karanfil bıyık» tamamen unutulmuşdur; yaşları ellisini aşmış ve eski İstanbul hayatını bilen kalem sâhibleri ancak kullan­ maktadır. «Pis bıyık», bir nevi bıyığını adı ol­ makdan çıkmış, bıyıklı bir kişiye karşı. veİev-

arra.

İSTANBtL

275JS -

ki meselâ pas bıyıklı da olsa, hakaaret kasdı üe kullanılmaktadır. Bütün bu tariflerin dışında kalan yem bıyıklar, genç nesil tarafından isimlendiril memışdir; yalnız bir çeşidi, amer ikalı ünlü smema yıldızı müteveffa Douglas Fairbanks* m adına nısbetle «Duglas bıyık» adını almışdı; kıllar boydan yana gaayet kısa bırakılır, alt kısmı ile dudak arasında bir mı hm kadar boş­ luk kalır, üst kenarı da derinden alınır, ağız kenarlarına doğra azıcık genişler, ağız biti­ mim bir milim kadar geçerek uçları kesilir; ağın olduğundan büyük gösteren bir bıyıkdır. Duglas kesimi bıyık sonraları daha daha inceldi, dudak üstünde bir sıçan yavrusu kuyruğu gibi kaldı. Herhangi genç bir yüze yakışdığı asla söylenemez; hiç tereddüd et­ meden kaydedebiliriz, bu kuyruk, iplik bıyık, bulunduğu yüze bir apaş hüviyeti vermekte­ dir. Bıyık burmak — Eski külhanbeyleri, bıçkın! art kabadayılar, tulumbacılar sokak­ larda, mesirelerde güzel bir gence yâhud yosma bir kadına karşı mütecaviz bir nüma­ yiş ile bıyık burarlardı; eskilerin chart endtZİlk» dedikler laf atma gibi, muhakkak ki bir ahlaksızlık idi. Hicri 1306 (M. 1390) yazında Sarıyerde Çırçır Suyunda bu yüz den işlenmiş bir cinayet vardır; Rumeli muhacirlerinden olup bir kır kahvehanesin de çıraklık yapar. Çırpanlı Mustafa adında bir dekkar.iı. Enderûnu Hümâyundan muhrec yâni saraydan koğulmuş Mehter Riza adında bir adamı: «dâim peşinde olub o gün dahi kahvehaneye gelüb çocuğa karşı bıyık burmağla Çırpanlı Mustafa bunu namusuna yediremeyub merkuumu taşıdığı av bıçağı ile cerh ve katleylemişdir > t Sabah Gazetesi). BIYIK ALTINDAN GÜLMEK — Halk ağzı deyim; manâlı bakışla, tebessüm ile is­ tihza, alay etmek; misâl: «Bu mahalle benim yalın ayak yanm pabuç dokumacı çıraklığı yapdığımı bilir, oğlanın düğününü Hiltonda yaparsam herkes bana bıyık altından güler, ben kendime güldürmem*..». Bir özel büroda senli benli olmuş yaşlı ve rmd şef ile yosmacık daktilo arasında: — Bana bıyık altından gülüyorsunuz* beeıım gülünecek nem var amıca? — Kızmaz isen sayayım.. _ Kızmam! __ Çok güze hm, mceMn, zarifim, bahar­

da papatya gibi bir kızsın, şu kiraz dudak­ lı. inci dişli ağzından başlayalım, batağa gir­ miş geviş getinr manda gibi nedir o durma­ dan şak şak şak çiğnediğin sakız?!. — O sakız değiL çiklet!.. __ ’!?? BIYIĞINI BALTA KESMEZ — Halk ağzı deyim, avamı gurur, azamet; türedinin kibri; işi yolunda esnafın cakalı benlik hâli; misâller: «Söz ayağa düştü, yeniçerilerin bıyığını balta *kesmez oldu .» Şiddetli kışlarda İstanbul oduncu ve kö­ mürcülerinin güzel bir tasviridir: Halabkeşlerin buz dnşüb rişine

Bıyıklarını baha kesmez hele



şahit

BIYIĞINI BURMAK — Halk ağzı deyim; oğlan çocuğun delikanlılık çağına girmesi ; misâller: — Küçük bey bıyığını burmaya başla­ mış — Sorma birader, beni üzen de o __ yi

— Okumaz, haylaz, ruşdiye halâ bitmedi, dükkâna gel çalış, iş öğren derim, baba mes­ leğine omuz silker, geçen gün tiy attract mı olacaksın diye sordum, «izin verir iseniz» demez mi?!. Kadınlar hamamında, bir mahalle karı­ sı: — Aa!.. bıyığım burmağa başlamış ko­ ca oğlan kadınlar hamamına getirilir mı ayol’? (yanında 12 yaşında oğlu bulunan bir kadına) Hanım, kocam da alup getirse idim bâri!.. BIYIĞI YELLİ — Halk ağzı eski bir deyim; yalnız lugatda rastladık: «Mağrur, ki­ birli. mutaazzım, benlik dâvasında olan kimseye Bıyığı Yelli tâbir olunur» (Burhânı kaatı* tercemesi). BIYIKLHÜSREV MESCİDİ —- Davutpaşa civarında idi; Hadikatül Cevâmi: «Bâ­ nisi sipahi çavuşlarındandır, Çardaklı Hama­ mın karşısındaki mezarlık içindeki yazısız mihrablı merkad bu zâtındır» diyor. 1961 Haziranında Davutpaşa Mahallesi muhtarı bulunan emekli subay Bay Celâleddin Çal pala şu mâlûmatı vermiştir: Bıyıklı hüsrev Mescidi 1894 deki büyük zelzelede tamamen yıkılmış, yalnız minare kaaidesi kalmışdı.

ANSİKLOPEDİSİ

- 1759 -

BURDO (Ldij

H adı kan ın bahsettiği mezarlık, Bı yıklıhüsrev sokağı ile Çardaklı Hamam sokağının kavuşağı köşesinde idi. Si pah çavuşu Bıyıklı Husrevm kabrinin ayak ucunda ulu bir çıtlenbık ağacı vardı; bu mezarlıkda üç kabir daha mevcuddu. Son yıllarda mescidin yen ile bu mezar­ lık Cerrahpaşa Hastahânesi arazisine ka tılmış, üzerinde 1. ve 2 Cerrahî paviyonları inşâ edilmişdir. Hakkı Göktürk

BIYIKIJ Ht'SBEV SOKAG1 — Samatva Bucağının Cerrahpaşa Mahal­ lesi sokaklarından idi, 1934 Belediye Şe­ hir rehberinde 11 numaralı paftanın 53 numaralı yerinde gösterümişdir. Cer­ rahı Paviyonu yapılır iken istimlâk edilmişdir. 1961 de Davut paşa Mahallesi muh­ tarı bulunan emekli subay Bay Celâleddin Çalpala, bu sokakda 7 numaralı ev­ de doğduğunu, sokağın hepsi ahşab bi­ rer ikişer katlı evlerinin mütevazı ge­ lirli âile meskenleri olduğunu söylemişdir. Hakkı Gekturk

BIZDIK YAN OTELİ — 1885 üe 1890 arasında Sirkeci otellerinden biri ki. o zamanlar bizde otelcilik yeni gelişmeğe başlamışdı. Otel fırenk taklidi misafirhane gö­ rülür. o tarihlerde Istanbula gelen taşralı türkler. hanlara inerlerdi. Otellerin sahihleri bilâ istisna gayrı muslım; rum. ermeni memle­ ketinde her ne sebebden ise bannamamış bir takım maceraperest fransızlar. italyanlar, al­ manlar. lehliler îdi; Beyoğlundaki birkaç bü­ yük otel müstesna, İstanbul otellerinin he­ men hepsi pek berbad yerler, müşterilerinin çoğu bir takım kaba gemiciler, korsan kır­ maları, uygunsuz gurûhu idi; Sirkecideki bu Bızdıkyan Oteli de kötü şöretli bir yer idi. 1890 yılında bu otelde bir intihar vak'ası ol­ muş, fakat zabıta intihan şübheli görmüş, uy­ gunsuz bir gencin ileri sürülmesi üe soygun­ culuk yolunda bir cinayete intihar süsü veril­ diğini meydana çıkarmış, otelin ermeni kâtibi üe bir fırında tablakârlık eder bir delikanlıyı bu cinayetin failleri olarak tevkif etmişdi. Bızdıkyan Otelinin Sirkecinin ne tara­ lında olduğu tesbit edilemedi. Duihm

Km.vb

BİARDOT (LiH) — 1968 senesinde Pa

(Resim: S. Bareah)

ris'den Istanbula at sırtında gelmiş, ve İstan­ bul Hılton otelinde üç gün misafir kaldıktan sonra yine at ile memleketine donmuş sport­ men bir fr ansız kın; Paris’den Istanbula 3300 kilometroluk yolu ûç ayda alan ve o tarihde yirmi yedi yaşında bulunan Lili Biardot ya. bu se vah a tında bizzat kullandığı otomobili ile anası ve Grala adında iri siyah köpeği re­ fakat etmişti; Madam Biardot nun kullandığı otomobile, geceleri içinde barınıp yatdıklan bir vagonet bağlı idi; sportmen kızı bu seya­ hatinde taşıyan at. sekiz senedenberi bakmak da olduğu on üç yaşında Raca adında saf kan bir arab atı idi. 1.60 boyanda, ince yapılı, uzun kumral saçlı, güzel değilse de şirin ve güler yüzlü olan Matmazel Lili Bırarcot, kat ettiği uzun yol boyunca yalnız Bulgaristanda sık sık yolu­ nun kesildiğini, sorguya çekildiğini, Sofyadan sonra da at üe seyahatine izin verilmeyerek Türkiye hududuna kadar evvelâ kamyon sonra tirenle geldiğim söylemiştir. Istanbula

χ _________- 2760 -

BİBERCİYAN (Arakel)

8 Ağustos günü Edirne kapusu ile Topkapusu arasından girmiş. Aksaray, Atatürk Bulvarı, Gazı köprüsü. Şişhane yolu ile Taksime çık­ mış ve Radyo Evindeki Turizm Müdürlüğüne gitmişdir; kendisine İstanbul şehri adına hoş geldin denildikden sonra Hilton Otelinde ki odasına götürülmüşdür. Amerika ve Rusyayı da at ile dolaşdıktan sonra evlenmeyi düşü­ neceğini söyleyen Lili Biardot, seyahat not­ larını da neşredeceğini ilâve etmişdir. Bibi: cumhuriyet Gazetesi

BİBERCİYAN (Arakel, doğuşu ANDON YAN) — Taammış bir kitapçı, müellif ve

müderrisdit. Edip Agop Kurken’in (Biberciyan) (1850-1915) biraderidir. 1854 de Ortaköy’de doğmuş ve 26 Eylül 1923 de yine İs­ tanbul’da veftıt etmiştir. İlk tahsilini Ortaköydeki Tarkmançatz mektebinde yapan Biberciyan orada şâir Tovmas Terziyan’ın (1838-1909) talebesi olmuş ve onun tesiri altında kalmıştır. 1878*1879 yıllarında, Üsküdarda Surp Haç mektebinde tarih ve coğrafya muallimi olmuştur. Bilâha­ re Çakmakçılarda, Agopvan Hanında, «Avru­ pa Kitabevi»ni tesis etmiştir. Burası zamanı­ nın yerli ve yabancı mümtaz münevver ve mütefekkirlerin ziyaretgâhı olmuştur. Neşrettiği eserler meyanmda, ermeniceden fransızcaya bir Gramer, muhtelif mektep kitapları ve şair Mıkırdie Beşiktaşlıyan (18281868) hakkında kıymetli bir eser (İstanbul, 1914, s. 210) mevcuttur. 1913 de ise, H. Papazyanla birlikde, Osmanlı imparatorluğunun ve Balkan memleketlerinin ermenice renkli birer haritasını hazırlamıştır. Kcvork Pamukciyan

ISTANBUL

liğini yaptığını öğreniyoruz. Bu Biberciyanın da Arakel Efendi olduğu muhakkakdır. BİBER KÖŞKÜ — Topkapusu Sarayın­ da Hasbağçede bir köşk olup adına yalnız Si­ lâhdar tarihinde rastladık, ki bu eserin yazma nüshalarından Yıldız kütübhânesi nüshasında bu isim «Berber köşkü» şeklinde yazılıdır. En zengin ve kıymetli tarih kaynaklarımızdan biri olan bu eserin muharriri Fındıklılı Silâh­ dar Mehmed Ağa saraydan yetişmiş ve sa­ rayı çok iyi tanıyan bir simadır; Biber köş­ kü, bu büyük sarayda biline gelen kasırlardan birinin o zamana mahsus bir adı olsaydı, mu­ hakkak ki kaydederdi. O asırda yapılmış, yine o asırda yıkılmış kameriyemsi küçük bir ah­ şab yapı, hatiâ bir odacık tahmin ediyoruz. Silâhdar Mehmed Ağa bu köşkün adını hicri 1066 ve 1067 (Milâdi 1656-1657) vak’alan arasında kaydediyor. 1656 da, Enderunu Hümâyunun ileri ge­ len simalarından dülbend gulâmı berberbaşı A hır kapu lu Mustafa Ağa, bu köşkde bulunan ve o târihde henüz ondört yaşında bir çocuk olan devrin padişah Dördüncü Sultan Mehmedin gözleri önünde başı vurulmak sûreti ile idam olundu; suçu sadırazam îbşir .Paşaya karşı çıkan askeri ihtilâlde, bâzı ileri gelen sipâhilerle münasebeti olduğunun meydana çıkması idi. 1657 de de, yine ayni köşkde ve pâdişâhın gözleri önünde Abaza Ahmed Paşa idam edilmişdi. Bir tesadüf eseri değilse, bu küçük köşkün o zamanlar, pâdişâhın huzurunda tatbik edile­ cek idam cezaları için yapılmış olacağı da söy­ lenebilir; bu takdirde adı da' manâlı olur.

Bâbiâli Caddesinde yerleşmiş bir editörBibi: Silâhdar Tarihi I. kitabcı olarak Arakel Biberciyanın millî küBİBERYAN (Karabet) — Bir Ermeni lübhânemize büyük hizmetleri olmuşdur. matbaacısıdır. 1842 de Ankara'da doğmuştur. Gene müdekkik vefakâr dostumuz K. Pat 1912 de henüz hayatta idi. mukciyan yukarıdaki satırlar arasında Arakel 1873 de, K. Baronyan ve S. BardizbanEfendinin bu hizmetini kaydetmemekde van’la birlikde şirket halinde bir matbaa tesis mazurdur, zira Arakel kütübhânesinin türkçe etmiş ve şirketin feshinden sonra, Çakmakçı­ yayınlarını araştırma imkânına sâhib değildir. larda,Sümbüllü Hanına yerleşerek orada da Nitekim biz de bu meşhur kitabemin hal terermenice harflerle türkçe tercüme romanlar cemesini elde edememiş, sâdece hizmetini, neşretmiştir. Bilâhare Paris’de yerleşmiştir. Kcvork Pamukciyan türkler arasında meşhur olan Arakel Efendi adı ile kaydetmiş idik. (B.: Arakel Efendi). RİCAN EFENDİ SOKAÖ1 — Kuzguncukda. Icâdive Caddesi ile Menteşbağı Boğa­ 1890 târihinde sabah Gazetesinde intişar ğı arasında uzanır. îcâdiye Caddesi tarafından etmiş bir ilândan Bâbiâli Caddesinde kitabet gelindiğine göre sağ kolda Bamyacı Sokağı Biberciyanın. fransızca meşhur Larousse an­ ile bir kavuşağı olup Menteş sokağı ile bir siklopedik lügatinin İstanbul satış mümessil­

ANSİKLOPEDİSİ

2761 -

dört yol ağzı yaparak kesişir. Sol kolda Yanık mektep ve Meşrûta sokakları ile kavuşaklan vardır. İki araba geçebilecek genişlikde ve kaba· . taş döşeli olarak başlar. Bamyacı sokağı kavuşağından sonra merdivenli bir yol olur; sola bir kavis çizerek Menteş sokağı dört yol ağ­ zını geçince» manzara yine değişir, dar bir toprak yol olur, sol tarafı ağaçlık dik bir .yo­ kuş halinde Menteşbağı sokağına ulaşır. Sokağın alt başında sağ köşede bir kah­ vehâne sol köşede de Demirbankın Kuzgun­ cuk şûbesi. onun az ilerisinde Ayios Pandeleimion rum ortodoks kilisesinin avlu duvarı bulunmaktadır. Evler ikişer üçer katlı kâgir yapılardır, bir tane de üç katlı ahşab bina vardır (Haziran 1961). *

Hakkı Göktürk

BİÇÂRE — On yedinci asrın birinci ya­

rısında yaşamış namlı celvetî şeyhlerinden Zâkirzâde Abdullah Efendinin bir kısım şiir­ lerinde kullandığı mahlesi. Babasının adı Zâkirbaşı Şaban Efendidir (B.: Abdullah Efen­ di, Zâkirzâde). BİÇAREGÂN — Mora ihtilâli yıllarında Eterya gizli ihtilâl komitasının muhâberâtın­ da kullanılan şifrede «Metropolidler» karşılı­ ğıBibi.: Cevdet Tarihi. XI.

BİÇİLMİŞ KAFTAN — Mecazi deyim; kadim giyim eşyasından olan kaftan tarihe mal olmuş bulunduğu halde bu deyim İstan­ bullu ağzında hâlâ kullanılmaktadır, «lâyık, münâsib, uygun» mânasınadır; bilhassa bir işin, bir mevkiin ehline verilmesinde kullanı­ lır; misâller: Tıb tahsil eden hanım kıza biçilmiş kaf­ tan çocuk doktorluğudur. Tezyif için de kullanılır: Ananı hanımsultan. babam» paşa Hem güzellik tacı konulmuş başa Bak efendim sen alın yazısına Verelim toyluğa, on yedi yaşa Yalın ayak, bakır taslı tepesi Pırpırılar güruhunun efesi Tulumbacılığa sardım hevesi Kışlayı açdılar ben samur kaşa

İtlik libâsını girdirdi şeytan * Ben şâhi hûbana biçilmiş kaftan Paşa baba vAlidem hanun sultan Vurad ursun başların taşdan taşa

BlDEST HATTAT

BİÇİM — Îstanbulun külhâniler, hânederduş pırpırılar argosunda «şeref», «haysiyet», «nümâyiş»; misâl: — Biçimini bozdurtma bana!.. Fakat o güruh ağzında «biçimsiz», şeref­ siz. haysiyetsiz mânâsına gelmez, halk ağzın­ daki mânada kullanılır, tavır ve hareketleri muaşeret adabına uymayan kişi demektir; mi­ sâl: — Ahmedı de alalım yanımıza.. — Bırak biçimsizi!.. BİÇİMLEMEK — Ferid Devellıoğlunun «Türk Argosu» adlı eserinde kaydına göre Is­ tan bulun külhâniler. hâneberduşlar argosun­ da «utandırmak»; müellif şu misâli veriyor: «Herifi öyle bir biçimlediler ki....», BİDÂRİ — On altıncı asır şâirlerinden; aslı iranlıdır; İranda Dergüzin’de doğmuş, 1560 da Istanbulda olmuşdur. Bir âmâ idi; çağdaşı ve eski şâirlerin en güzel şiirlerinden on binlerce mısra hafızasında, ezberinde idi; sohbeti son derece tatlı bir meclis adamı ve şaraba düşkün bir ayyaş olup yaşadığı as­ rın İstanbul ağzı batı türkçesine de bütün in­ celikleri ile anadili olan farsca kadar hâkim bir şâir idi. Bibi . Türk Ansiklopedisi

BlDEST HATTAT — Vak’anüvis Râşid Efendi hicri 1082 (milâdi 1671) vekaayii arasında «garıbei hikmeti samedâniye» baş­ lıklı bir fıkrada bahsediyor, ve maalesef bu garib hattatın adını yazmıyor: Bir arıza ile iki elleri bileklerinden ve iki ayaklan da topuklarından düşmüş Bolulu bir şahıs olup istanbula gelmiş, devrin namlı üstadlarından Suyolcuzâde Mustafa efendiden yazı öğrenmiş, sülüs ve nesihde kemal sâhibi olup bir En’amışerif yazarak devrin pâdişâhı Dördüncü Sultan Mehmede hediye etmiş. El­ siz bir adam tarafından yazıldığına inanılma­ mış. huzuru hümâyuna çıkarılmış. İki bileği­ nin uçlan ile divitini belinden çıkaran mâlûl sanatkâr kalemi de yine iki bileğinin uçlan ile tutarak pâdişâhın gözü önünde bir satır sü­ lüs iki satır da nesih yazarak hiç kusursuz güzel yazdan ile Sultan Mehmedi ve o sırada orada bulunanları hayretler içinde bırakmış; Râşid Efendi: «... ve kâğıdı önünde yere ko­ yup şâir kâtıbler gibi bi bâkü bi perfâ kitabet idiyor. Vallahü alâ mâ veşâü kadir!.» diye tas­ vir ediyor. Bu sakat adama huzurda bir mikdar ih­

BÎDEST KÂTİB

____________ - 2783 -_____________________

sanda bulunuldukdan başka kaydı hayat şar­ tı ila İstanbul gümrüğü gelirinden yirmi ak çe yevmiye bağlanmış. BÎDEST KÂTİB — 1894 yılında yetmiş yaşlarında Şehiremâneti muhasebecisi Reşad Efendinin (R. E. Koçunun dedesi) kapusunda himaye edilir iken ölmüş bir zât olup maa lesef adı tesbit edilemedi. Aile hatıraları ara sında bilinen şunlardır, iki kolu dirseklerin* den kesik olarak doğmuş, tahsil çağma bas dığında son derece dilber ve gaayetle zeki bir çocuk imiş. Bir sanata giremeyeceği için oku­ muş, yazıyı da ayakları ile yazmayı öğrenmiş, sağ ayağının baş ve ikinci parmakları arasına sıkışdırılan kalemle, hüsnü hat üzere olmasa da okunaklı, güzel yazısı varmış. Ondört onbeş yaşlarında iken (1838-1839) bu hünerli güzel çocuğu İkinci Sultan Mahmudun huzu* ra çıkarmışlar, huzurda ayağı ile yazı yazmış ve 200 altın ihsan almış; resmi dâirelerden birine de şâkirdlikle çirağ edilmiş. Kalemden çıkacak yazıların ilk müsveddelerini ayağı ile o g Fransa artistler. Alman işgali dolayısiyle ko­ şulmuş Fransa sahnesini

canlandırmağa

çalış­

maktadır Öyle büyük bir gayretle ki az samanda Fransa sahnesi kendi eski halını bulacaktır .Kasanda oidugumıa hakle burada sıcak bir

hara vardır Taraçada durup bu mektubu yazdım

•Vatanıma karşı iştiyakım o derece şıddetlsom iştir ki onun şevki üe belki yakında sevgili va­

tanımı ziyaret edeceğim .Beni unutrrjyan ve soran vatandaş ve mes-

hkdaşlara saygı ile selâmlar ederim·

BWEMKCIYAN' (Oeik) — Aktör; Kü­ pen vc Ag.vnı Binemeayanlann ojiti, Elite

BİNBMBCİYAN

- 2796 -

Bmemeciyamn büyük erkek kardeşi Bütün Bmemedyanlar gibi türkçesı düzgündü, fa­ kat babası gibi yakışıklı değildi. Dârülbedâyı kurulunca kız kardeşi ile beraber bu sanat topluğuna ıntısab etti. Birinci Cihan harbi mütârekesi yıllarında Amerikaya gitti, ken­ disinden haber alınamadı. Sensed Muhtar Alı»

BLNEMECIYAA (Rupee) — 1885 den

1908 de meşrutiyetin ilânına kadar İstanbulda «Osmanlı Dram Kumpanyası» adındaki tiyatro kumpanyasını idâre etmiş Mınagyan’uı jönprömiyeliğini yapmış ermeni aktör, şöhretli aktris Eliza Binemeciyanın babası, kızının ikbak devrini göremeden 1910 da Öl­ dü. Gedik paşadaki Gullu Agobun tiyatrosun­ da rejisörlük eden, oyunlara da çıkan, sonra aynca bir trup kuran meşhur Fasulyaciyanın yetişdırmelennden olan Rupen Binemeciyan sahne hayatına suflörlükle intisab etmiş idi: kara saçlı, kara kaşlı, kara gözlü, yakışıklı, ağır başlı, hattâ kibirlice bir sanatkârdı. Yaz mevsiminde Kadıköy taraflarında oynadıkları sıralar hanımlar tiyatroya dolar ve Rupeni pek beğenirlerdi. Piyeslerde dâima yakışıklı delikanlı, âşık rolleri alırdı. «La dam o ka­ melya »da Arman. «Bir fakir delikanlının hikâyesinde Maksim olurdu. Dili türkçeye çok yatkındı, kültürlü adamdı. Sahneye ek seriyâ başında silindir şapka, sırtında frak veya redingot, bazan da siyah ceket, kısa ve dar pantalon. altında siyah çoraplarla, Lir. Filip devri delikanlısı kıyafeti ile çıkardHoppa hanımlardan pek çoğunun endamına, tavırlarına vurulduğu, içlerinden bir kısmı­ nın. adamın haberi bile yok iken gizli gizli gönül çek d iği. vemeyüb. içmeyüb eridiği söy­ lenirdi. Mınagvanın kumpanyası ramazanları Şehzâdebaşmda Direklerarasında. yazın Kadıköyünde Zamboğlu Bağçesinde. Kuşdili Ça vırmda, veya Papazmbağçesindeki tiyatrolar­ da oyunlar verir idi. buralarda cuma ve pazar günleri, diğer günler de Bakırköyündeki Mil­ let Bağçesinde, yâhud tcâdivede Beyleroğlu Bağçesinde. Göksuda temsiller verilir, dildâdeleri Rupen Binemeciyanın âdeta yolunu gözlerlerdi Sermed Muhtar Ah»

BİNGAAZİ

VAPURU — îkınci Sultan

Abdulhamıd devrinde «İdârei Mahsûsa» adı

ISTANBUL

ile anılan devlet deniz yollarının îstanbuldan liman dışı iskelelere, «sevâhilı bâıde> ye sevru sefer eden vapurlardandı. Hicri 1318 (Milâdi 1900 1901) yılında neşredilen resmi devlet sahnâmesı bu geminin rusum tonunu 352. hamule tonunu da 528 olarak gösteriyor. Küçükçe cesamet de ve kunt. Marmaranın lodoslarına dayanıklı, baston burunlu, ar­ kaya yatıkça fiyakalı bacalı. görünüşü şih şirin, o zamanın en yollu vapurlanndandi. lst an buldan Mudanyaya üç buçuk saatde gi­ den ki yabana atılmayacak sürattir. Adala­ ra işleyen 14 numaralı «Aydın» ı, Kadıkövüne işleyen numarasız, tek silindirli «Fuad»*ı, Boğaziçınin 37 ve 38 numaralarını vızır vızır geçüb çok gerilerde bırakırdı. Zamanımızın liman vapurlarının çoğundan sür’atii \apurdu. İstanbul ile Mudanya İskelesi arasında «Mudanya». «Pilevne» gibi vapurlar da sefer ederlerdi, Bursava gelip giderler, yerinde sayan, deniz üstünde saatlerce çalkanan bu gemilere binmezler, Bingaziyi beklerlerdi. Sermed Muhtar Alus

şâir, edib; en geniş sınırları ile türk edebiyatında salâhiyetli kaleme sâhib muharrir, türk dili bilgini; Doğu Anadolulu bir kişi zade olduğu halde benzerleri çok az kalmış İstanbul Efendisi; nâzik, çelebi, sohbet ve meclis ada­ mı; aslı Eğinlidir. 1888 de Arabkirde doğdu, babası şâir bir mevlevi olan Mehmed Vahdı Efendidir. Vecdi Bingöl İstanbul Ansiklopedisi için istediğimiz hal tercemesir.de: BİNGÖL (Ali Vecdi) — Muallim,

ANSİKLOPEDİSİ

— rm -

nık bir murebbi olan babam yetişdırmışdır» diyor. 1908 de yirmi yaşında Istanbula geldi, Darülmuallımîne girdi; orada Tevfik Fikre tin evvelâ talebesi, sonra hayranı, şâirin ölü­ münden sonra da en vefakâr âşıkı oldu, on­ dan bahsederken halâ «Hoca» der, hattâ bâ­ zan. Fikret sanki karşısındaymış gibi «Mual­ lim Bey» der. bu iki kelimedeki samimiyet pek ulvidir. Ali Vecdi Bingölün türk edebiyatındaki kalem salâhiyetini yukarıda da kaydetmşidik. babasının himmeti sayesinde divan ve tasav­ vuf edebiyatına hakkıyle vâkıf oldu, oradan edebiyâtı cedideve geçebilmek için, her cid­ di genç gibi, Tanzimat dili üstünde durdu, yıllar geçip yaşlandıkça dilimizdeki yenilik­ leri dikkatle tâkib etti, her yeni baharda ye­ şeren ve körpe fidanlar, ağaçlar karşısında bir dalında yeni bir filiz veren hoca çınar olmasını bildi. Muallimlik mesleğinde otuz yıl üç ay çalışdı. meslek hayatı tamamen İstanbul mekteblerinde eçdi. Mecmualarda, gazetelerde dil ve edebiyat üzerine makaaleler. şiirler, nesir­ ler neşretti; bunlarda bâzan der. Ahmed yerinden deli gibi fırlaya­ rak Hamzayı kendi murassa hançeri ile yara­ lar. Efe Ahmedin kendisini haydudlar elin­ den kurtaran yeniçeri olduğunu o zaman an­ layan Hamza vapdığına nâdim olur: Ahmed de hançerin sahibinin kolundan vurduğu bu çoçuk olduğunu anlayınca vapdığına peşiman olur. Fakat o sırada gürültüye koşan karakollukcular kahvehâneyi basarlar ve cârih Efe Ahmedi yakalayıp götürürler. Devrin âdetiııce Ahmed cellada verilecekdir. idam fermanı yazılır. Üçüncü perdede sahne yine Binnazın evi­ dir. Binnaz, pâdişahdan veya vezirden Ahme­ din af fermanını alması şartı ile hiç sevmedi­ ği Hamzaya râm olmaya razı olmuşdur. Efe Ahmed zindandan kaçar gelir, yakalanacağını, ölümden kurtuluş olmadığını bildiği halde kasdi Binnazı son defa olarak görmektedir. Hamza da pâdişâhın af fermanı ile gelir. İki rakib tekrar karşılaşırlar. Ev celladlar tara­ fından basılır. Ahmed rakibinin temin ettiği fermanla hayatını kurtarmaya tenezzül etmez, fermanı bir mumun alevine tutarak yakar ve celladlara teslim olur. «Binnaz» da Yusuf Ziyanın son mısraları şunlardır:

Aşkınıza tütsü utsun dumanı L HAMZA

Efe!. AHMED

Efe olur, şerefi kalır;

Bunlar kahbrllkden ancak zevk alır!.

«Ahmed mağrur, sâkin kapudan çıkar. Emnaz fettan bir hareketle Hamzaya sarılır Faika gülümser. Perde.» Binnazın Dârulbedâyide ilk temsilinde baş roller şöyle dağıtılmışdı: Binnaz demle gelmekte­ dir. ilk defa Amerikada imal edilip dünya yüzüne ve bu arada memleketimize de gelen ve bilhassa erkek için olanları hâli vakti ye­ rinde ailelerin garabet düşkünü oğullan ile amçle işçi ve ayaktakımı arasında son de­ rece rağbet bu pantalon hakkında Türk An­ siklopedisi şu malûmatı veriyor: ı «Blue İngilizce mavi; jeans de bir nevi İ kumaşın adı. Amerikada tuvil (atkı ipliği çözgü ipliklerinden birini altında, ikisini de üstünde bırakmak suretiyle dokunan ve di­ yagonal bir doku manzarasın: veren kumaş) cinsinden olan jeans (Cenova kumaşı) deni­ len pamuklu, koyu mavi renkde. kabaca bir kumaşdan yapılmış spor pantalon. tikin kov­ boy (cowboy), köylü ve işçilerin giydiği bu pantalon çeşidi, gitgide şehirlerde de kulla­ nılmaya başlamış ve moda haline gelerek yayılmışdır. Erkek, kadın ve çocuk blu Çin'leri vardır; umumi vasıflan arasında şunlar gö­ ze çarpar; bacakdan yukarı kısmı bedene iyice yapışır, pantalonun aslı düz, yani paçalan manşetsızdir, (fakat bacağın boyundan mutlakaa uzun yaptırılır veya alınır, öyleki giyildiğinde paçalar bir veya iki kıvrımla yu­ kan sıvanır, ve sıvandığı zaman ayağm to­ puk ustu, incik kemiği seviyesini bulunur. M. N.): kumaşın ters yüzü, içi açık mâvi ile karışık beyazdır; kadınlarda manşete çok kere dışdan ekose astar konur, bu takdirde ekose bluz da giyilir, (ve kadın pantalonlarında paçalar, paçaların kıvrımı, manşeti er-

BLUE JEANS

keklere nisbetle çok yukardadır, baldır üs­ tüne kadar çıkar. M. N.). Pantalonda astar ve düğme kullanılmaz, kemer bir çıtçıt ile sıkılır, çocuklarda lâstik büzgü kullanılır. Dikişler üstten, kırmızı iplikle ve çifttir. Önü fermuarla kapanır, kadınlarda fermuar iki yandadır. Arkada ve önde ikişer cep vardır, arka cepler aplike, ön cepler ağzı açık ve içeriye doğru verev şekildedir. Erkekler solda, işçi tulumlarında olduğu gibi bir ba cak cebi de bulundurabilirler; cepler köşe­ lerinden bir bakır zımba ile tutturulmuşdur. Kumaş yıkandıkdan sonra çekmez cinsden olduğu için blucin’ler sıcak su ile yıkanabi­ lir. Bu târif ettiğimiz klasik blucin’dir» (Türk Ansiklopedisi, cild VII). Blucin paptalonlar önceleri aremikan ıdhal malı olarak giyilmiş iken beş altı yıl- * danberi yerli mâmûlât araşma girmiş bu­ lunmaktadır, ve yerli blu cinler amele, iş­ çi ve ayak takımı arasında revaçdadır. Yer­ li blucin’ler adı verilen bir çeşid ince çadır bezinden yapılır, 1961 de fiatları 20-25 lira· arasındadır, hâlen ne sûretle geliyor ke­ sin olarak söyleyemeyiz hakiki amerikan blucinleri de 100-150 lira arasında satılmak­ tadır, ve garibi şu ki bâzı gençler tarafından, avamı tâbiriyle can atılarak aranmaktadır. Bu pantalonların husûsiyeti, vurucu kırıcı kabadayı tipi olan kovboyları hatırlatması, bıçkın meşreb gençlere onlara benzeyerek bir nevi «afi», «caka» satma imkânını ver­ mesi, Türk Ansiklopedisinin de belirttiği veçhile, diz kapakları ile bel arasmda vücu­ da yakışarak vücud hatlarını bütün keskin­ likleri ile belirtmesi dolayısı ile, üstünde ruh hekimlerinin durması gereken bir garib nümâyiş arzusunu tatmin edişidir. Blucin’ler îstanbulda ilk defa 1954-1955 arasında Be­ yoğlunda açılan «Pieks» amerikan kantini­ nin personeli üzerinde görülmüş, daha sonra amerikan eşyası satan muhitler vasıtasiyle ve süratle yayılmışdır. Yeni iken İngilizce «navy blue = donanma mavisi» dedikleri koyu mavi iken giyildikçe morlaşan yerli blucinlere karşılık amerikan blucinleri gi­ yilip eskidikçe açık mavi olur,, dayanıklılık bakımından şurası da bir hakikattir ki bir amerikan blucini ayni bacakda en az beş al­ lı yerli blucinin ömrüne bedeldir, 150 liraya kadar satılmalarının hikmetini de burada aramalıdır, öyle ki 15-16 yaşında için bir

2836 -

·

İSTANBUL

amerikan blucinine sâhib olmak adetâ bü­ yük mazhariyettir. Solda iç içe iki ve sağda tek olmak üzere Önde üç, arkada da iki ce­ bi vardır. Deri örgü kemerinin mâdeni to­ kasında at üstünde bir kovboy kabartması bulunmaktadır. Amele ve işçi için yapılan yerli blucinlerde, giyecek olanların işine gö­ re pek çok ceb bulunmaktadır, meselâ ba­ caklarda torno vida, madenî tel, ufak vidalar için daracık, mini mini cebler bulunduğu gibi, diz kapağından yukarı iki büyük cebe koca bir İngiliz anahtarı rahatça girebilir. Yerli blucinler amerikan blucinlerine nisbet­ le her nekadar dayanıksız ise de şâir kumaş­ lara nisbetle kıyas edilemeyecek derecede sağlam, vücucja yapışması bakımından Ua adetâ çıplakmış gibi bir hareket serbestîsi verdiğinden işçiye ve ameleye pek uygun gelmektedir, sırta bir ceket atılınca sokak pantalonu da olabildiği için git/ gide fabrika larda, tamirhanelerde tulumların, yapı yer­ lerinde de, hepsi bekâr uşağı olan yapı ameleşinin give geldikleri ve pek çabuk yırtılıp

Blucini! Oğlan (Recim: Hüsnü)

Bluclnll Kn (Resim; S. BmabJ

ANSİKLOPEDİSİ

hODOK

StÖtt -

paralanan çeşitli kumaşlardan külot panta lonlann yerini almaktadır Aşağıdaki kıt’alar, seksenlik kalender halk şâiri Ali Çamiç Ağa tarafından hezel yollu yazılmışdır: Esmer, kara üzüm goller 846 -

İSTANBUL

istisnasız boğasıdan olurdu (B.: Boğça; Yağlıkçılar). Evliyâ Çelebi, onyedinci asır ortasın­ da İstanbul esnafından bahsederken «esnafı bezzâzânı bogasıciyan»'ı 40 kârhâne (dük­ kân?) ve 100 nefer olarak gösteriyor ve» Tekfûri, Bürûcî, Hatâyı ve Şâmi bezler» satdıklarını kaydediyor. Ayrıca 500 dükkân bezci esnâfıngı da Serfiçe, Trabzon, İstan­ bul bezleri ve astar bezleri sattıklarını, ve esnaf alayında bez dokuyor geçdiklerini söy­ lüyor. Boğasıcılar Büyük kapalı Çarşı esna­ fından idiler. BOĞAZ — Türkce isim; «bir şeyin bo­ ğulmuş dar yeri, boğuk tarafı; insan vücû­ dunda boyun'un üst tarafı, gırtlağm ağzı; denizin iki kara arasında sıkışmış yeri; dağ­ lar arasmda geçid yeri» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati). İnsan vücudundaki boğaz, îstanbulun halk ağzı deyimlerde ve büyük şehrin külhânileri ağzında geniş bir kıymet almış, me­ cazı mârçâlarla sohbet arasında çek geçen bir kelimedir. Yeni güne yeni rızıkla yaşayan tabaka, ve yeni gününe bâzan o yeni rızkı da temin edemeyen hâberduşlar günlük hayatını k-sa­ ca «Boğaz kavgası» diye toplar; bu deyim ay BibL: Cevdet Paşa. Tarih. V. nı kayguda olmayanların ağzında da «maişet BOĞASI — Astarlık seyrek dokunmuş gaailesi. geçim derig, iş güç» * manâlarında bez (Türk lügati);-dil bilgini Hüseyin Kâ­ kullanılır. χ zım Bey bu kelimenin asimi İspanyolca

ANSİKLOPEDİSİ

— 2851 -

ne konulması n kadar sür’atle tahakkuk et­ ti ki, onbeşincı asrın ortasından onyedinci asrın ortalarına kadar Osmanlı İmparatorlu­ ğu da Boğazın tahkimini düşünmedi, öyle ki Güzelce Hisar ve Boğazkesen kalesi dizdarlığı ve muhafız neferliği bir geri hizmet, de­ vamlı dinlenme yeri oldu. On yedinci asır ortalarına doğru, Dör­ düncü Sultan Murad zamanında kazak kor­ sanlarının Boğazdan girerek Yeniköye kadar gelmesi ve bu köyü basıb yağma etmesi, fetihden iki asır sonra Osmanlı Devletini yu­ karı Boğazda yeni kaleler inşâ ederek bazı müdafaa tertibleri almağa sevk etti. Sultan Murad, Bağdadcık ve Revancık adları ile yu­ karı Boğazda iki kale vapdırdı IB.: Boğaziçi kazak korsanlar Vak’ası; Murad IV). Fakat bu tahkimat, bir daha görülmeyecek olan korsan tecâvüzü ihtimâline karşı, askeri olmakdan ziyâde inzibatı bir tedbirdi. Türkivenin Boğazda ciddî endişelerle askerî tahkimata başlaması, on sekizinci asır­ da Rusvanm sür’atle büyüyüp ve kuvvetlen­ mesi. ve milletler arası akdedilmiş siyasî an­ laşmalarla Karadenizdc bir donanma bulun­ durmak hakkını alması üzerine oldu. Boğazın Dördüncü Murad zamanında yapılan kalelerle inzibati mâhivetde tahkimi hatıraları ve o asırda Anadolu ve Rumeli Hi­ sarlarının durumu, bu pâdişâhın mûasırı Ev­ liya Çelebinin sevyahatnâmesinde şu satırlar # ile tesbit edilmişdir: «Boğazkesen kalesi — 105 pare topu var, amma lebi deryada Boğaza nâzır bir te­ pede içine âdem sığar balyemez ve şayka topları var; kale dizdarı ve 300 kadar neferât gece gündüz âmâde dururlar: ka^ için­ de kayalara muttasıl kırlangıç âşinânı gibi yüz seksen kadar neferât haneleri vardır. «Anadolu Hisarı — Âlî, metin, amma küçükdür. îçinde dizdar hânesi. neferât evleri. 200 kşdar tımar sahibi neferi var: lebi der­ yada Rumeli Hisarına ve Akıntı burnuna nâzır topları vardır. «Rumeli Kilidülbahir kalesi — Sultan Murâdı Râbi inşa etti: lebi deryada murabbâ şekilde metin bina olup kıbleye nâzır bir demir kapusu var. İçinde 60 adet neferât hâ neleri ve Sultan Muradın bir camii iki buğ day anbarı ve 100 aded büyük küçük toplan, dizdarı ve 300 neferâtı vardır. «Boğazın bir dar yerinde olup karşı Ana

BOĞAZIN ESKİ KALELERİ

dolu kalesi halkı ile dâvûdî sesle birbirleri­ ne çağırub konuşurlar 'Anadolu Kilidülbahir kalesi — Bu da hi Sultan Murad binasıdır; lebi deryada bir düz yerde olup murabbâ şeklînde metin ka ledir. Kıbleye nâzır bir demir kapusu var îçinde seksen mıkdar neferât höcrcleri, diz­ darı ve 300 neferâtı. Sultan Muradın bir ca­ mii. iki buğday anbarı, 100 aded topları var, cümlesi karşı Rumeli kalesine ve Karadeniz Boğazına nazırdır, her biri onar mil alır bal­ yemez toplardır*. Boğazın/askeri tahkimatı hakkında mü­ verrih Cevdet Paşa kendi adına rusbetle anı­ lan tarihinin altıncı cildinde hicri 1210 (mi­ lâdı 1795 1796) yılı vekaayiı arasında şu mâlûmatı veriyor; «Bir vakitdenberi tamir ve tecdidine ihtimam olunan Karadeniz Boğazı kaleleri­ nin bir iyi nizâma sokulması lâzım gelmekle Bağdadcık? ve Revancık? ve Rumeli Feneri ve Anadolu Feneri ve Ganbce ve Bûyükliman ve Poyraz Limanı kalelerinin neferâtı ^mevcûdesine 500 nefer ilâvesiyle zabıtanla berâber mecmûu bine tamamlanmış, ve her dokuz nefere bir onbaşı tâyin olunarak za­ bitler ve kayıkçı ve meremmeteilerinden başka 160 neferi Bağdadcık kalesinde, ve 160 neferi Revancık Kalesinde, 144 neferi Rume­ li Feneri kalesinde. 102 neferi Gariboede. 59 * neferi Büyü klimanda, ve 162 neferi Poyraz kalesinde ikaamet. ve hepsi topçuluğu lâyı kı ile tahsil etdikden başka, işbu yedi kal’ava Boğaz Nâzın nâmiyle bir ağa nasbolundu. Kaptan Paşanın, kendisi lstanbulda yoksa ve dcili olan Tersâne Emininin onbeş günde bir bu kalelere gidüp teftişi nizâma rabtolundu; Boğaz Nâzın Ağaya senevi 2500 kuruş yevmiye 20 çift ekmek. 4 okka sâde yağ, 3 okka et. 3 kile arpa; kalelerin dizdarlarınuı her birine senevi 600 kuruş, kale kethüdâları na ve topcubaşılarına yevmiye 60 akçe ve neferlere yevmiye 50 akçe tahsis ve tâyin edildi. Ve gecelen gemilerin Boğazdan geç­ mesi yasak edilerek bu hususda mufassal bir talimatname tanzim olundu. «İstanbul tarafında bulunan dört kale, yâni Rumeli Kavağı. Anadolu kavağı, Yûşâ Tabyası ve Telli dalyan Tabyası tıuhâfızı olarak ötedenberı bostancı neferleri bulunu yordu (B.: Bostancılar Ocağı), tâlim ve zab tu rabtlanna bostancı başı nezâret etmek üze-

BOĞAZI TOKLUĞUNA

— 2852 —

ISTANBUL

BOĞAZIN İLK DEFA OLARAK Bt) re yine onlar da bırakıldı; yalnız bu sefer Tt'N DENİZ VÂSITALARINA KAPATIL devlet ricâlinden bir zât bu kaleler üzerine MASI — (B.: Boğazı Atlama İstasyonu). ayrıca nâzır tâyin olundu, ki mevâciblerinin BOĞAZI TOKLUĞUNA, BOĞAZ TOK (üç ayda bir çıkan aylıklarının) dağıtılması­ LUÖUNA HİZMET — Bir ortaçağ an’anesi, na, yeni efradın alınmasına bostancıbaşı ile yurdumuzun heç tarafında ve hattâ îstan­ beraber nezâret edecekdi, 1500 kuruş maaş­ bulda hâlâ rastlanır; bilhassa garib, kimse­ la bir de kâtib tayin olundu, ve bu dört kale siz çocuklar ve gençlerin, işsiz, aç ve açıkda ve tabyadaki bostancı neferlerinin Levend kalmalarından istifâde edilerek, bir yatup Çifliğindeki muallim asker gibi yeni usul barınacak yer ve bir de, ekseriya sofra artı­ üzere tâlim görmesi nizâma bağlandı. Bu dört kale ve tabyadaki bostanöı ustaları ka­ ğı ile karnını doyuracak bir lokma bir şey le dizdarı yerinde olduğundan onlarada se­ karşılığı, aylıksız gündeliksiz çalıştırılması; ki istisnâsız, beden kuvvetleri azâmi istismar nevi 600 kuruş maaş bağlandı, Fakat Yûşâ Tabyasının ustası tımarlı olduğundan ona edilir; erkek çocuklar, büyüdüğü zaman eli­ maaş bağlanmasına hacet kalmadı. Bu dört ne dükkân açacak bir sermâye vermek, kız kalenin her birine yevmiye tayin (ekmek) çocuklar da çeyizi düzülüp kocaya verilmek bedeli içinde 86 akçe ile birer kethüda, birer vâdisi ile yıllarca avutulur, oğlan serpilip topcubaşı, 76 akçe ile birer cebeci başı, 56 ak­ kız da gelinlik çağına geldiğinde, vaidler çe ile üçer nefer cebhâneci; 2 nefer mehter, tutulmaz. Oğlan, »türlü yollardan aranıp bu­ 50 akçe birer kâtib, Rumelikavağına 66 akçe lunan bir töhmet ile kovulur; bu suçlar ara­ ile 24 nefer top ustası, 56 akçe ile 72 nefer sında ekseriyâ evin, konağın besleme veya topçu, 86 akçe ile bir nefer kumbaracı ket­ halayıklarından bir kıza karşı aşk ve alâka hüdası, 60 akçe ile 8 nefer kumbaracı hali­ vardır. Kız ise, hemen dâimâ, âileinn isteme­ fesi, 56 akçe ile 24 nefer kumbaracı, ve Ana­ diği, hayta ve hayırsız dediği semt, mahalle dolu kavağına dahi bu veçhile (yani yevmi­ delikanlılarından biri, bir genç kayıkçı, yelerinin mikdarı ayni olmak üzere) 25 top arabacı, başka bir kapunun uşağı tarafından ustası, 75 topçu, 1 kumbaracı başı, ve maiye­ kandırılır; ve kızın bu kadar yıllık hakkını tine bir kâhya, 10 nefer kumbaracı halifesi. ödememek, yahud bu hakkı azıcık bir para 30 nefer kumbaracı; Yûşâ Tabyasına 31 ne­ ile kapatmak için kâfi bir sebeb görülür. fer top ustası, 93 nefer topçu, 1 kumbaracı Eski toplum hayatında boğaz tokluğuna başı, 1 kâhya, 10 kumbaracı halîfesi, 30 kum- · çalışanlar arasında, bir mahbûbun zülüf kebaracı, Telli Tabyaya 23 top ustası ile 69 top­ * mendine tutulan kalenderler de pek çok gö­ çu tertip ve tâyin olundu». rülmüştür; ki bu gibi vak’alar meddah hi­ Cevdet Paşanın bu notları, bilhassa efkâyelerinde ek sahneler arasında kullanılrâd üzerine verdiği rakamlar, bize bilhassa mışdır, aşağıdaki satırları «Yelkenci Yusuf» «Tabya» adını taşıyan kalelerin büyüklüğü hikâyesinden alıyoruz: hakkında bir fikir vermekdedir. Meselâ içi­ «Kılçık Reis kr iki aded karamürsel (ge­ ne bir bostancı kıt’ası ikaame edilmiş olan misi, bia çeşid taka) sâhibi olup kumkapuyukarı Boğazın Rumeli yakasında Yeni ma­ sunda lebideryâ üzere kahvehânesi ittisalin­ hallenin az ötesindeki Telli Tabyaya yeniden de cümle müşterileri kayıkçı ve balıkçı şeh92 kişi gönderilmişdir, asgari bir bu kadar da bâzânı aşhâne dahi anındır. Baş suyuna çor­ bostancı bulunsa bu tabya içinde dâimi ola­ bası meşhûri âfâk olup amma kendisine sorak 180 - 200 asker bulunan bir askeri nok­ ruldukda:- Akçem esircibaşı pıştahtasıhm ta­ tadır. mam sayılmış Kılçık Reis kuluyum der Kö­ Târihimize «kabakçı Vak’ası», veya le Sinan nâm bir şakirdi vardır ki simin «Vak’ayı Selimiye» diye geçen ve Üçüncü bâzûsu esircibaşı damgalı, kendisi aynalı dal­ Sultan Selimin tahtdan indirilmesi ile biten galı; Yenikapı Mevlevihânesi dedeğânın şuerânın nâmdârı cümle aşıkların alemdarı kanlı ihtilâl, yeni nizâma karşı, bu boğaz ka­ Derviş Mustafa bu Köle Sinana alaka eyle­ lelerinden Rumeli yakasındaki kalelere «ya­ mek ile ol levend aşhanesinde kâmil beş se­ mak» adı altında alınan yeni gene efradın ne boğaztokluğu deyup hizmetdir ki...», ayaklanması ile başlamışdı (B.: Boğaz Ya­ Hüseyin Kâzım Bey Büyük Türk Lûgamakları; Buyûkdere çayırı yemini).

BOĞAZİÇİ ANSİKLOPEDİSİ

tına: «Boğazı tokluğuna hizmet, parasız pul­ suz hizmet, nerede bu bolluk!.» deyimini kaydediyor; Şânizâde tarihinden do şu cüm­ leyi alıyor; «Zuefâyi ameleyi hvman boğazı tokluğuna gibi çalışdırmağı bayağı bi muhâbâ âdet etmiş olduklarına binâen. ..». BOAAZİÇİ — Karadeniz ile Marmara Denizi arasındaki İstanbul Boğazının, teşbih dizisi gibi köyler ve kasabacıklarla donanmış yalı boyu ile gerilerindeki yamaçlara, tepe­ lere. vâdi ve köy - limancıklara verilmiş isimdir; Îstanbulun anıldığı anda hâtıra ilk gelen Boğaziçi olur. İstanbul Ansiklopedisinin üzerinde önem­ le durması gereken bir maddedir Boğaziçi, tabiat güzelliği bakımından, yalnız îstanbulun ve vatanımızın değil. yer­ yüzünün en lâtif ve en şöhretli bir parçası­ dır. Fetihden zamanımıza kadar, sâhilsaray, kasır, yalı, v? lebideryada ev, Boğaziçinde, türk mimarisinin en güzel eserleri yapılmışdır. Yalı boyunda ve koyların gerisindeki va­ dilerde, zincirleme tepelerde bağ. bağçe, ça-

cn müstesna ve leziz su kaynak yW· k.°[Unbul halkının asırlar boyunca taşın­ lar!. J nub gefâ sürdüğü. baş tâcı sevgililer­ di1 ei en Jcrj ettiği mesireler sıralanmışjC can eono* d,r r nızinin balıkları, voli yerleri, dalyan*7 , ve bağ adı altında mütalâa edilmelidir; sınır da daha genişdir, meselâ İstanbul Boğazı üzerinde, Rumeli ya­ kasında «Karibce Köyü», «Rumeli Feneri»; Anadolu yakasında «Poyraz köyü» «Anadolu Feneri» Boğaziçi çerçivesine alınamaz (B.: İstanbul Boğazı). Boğaziçinin liman tarafından başlangıcı kesin olarak tesbit edilmemişdir. Biz Rume­ li yakasında Tophane, Salıpazarı, Fındıklı ve Kabataşı, Anadolu yakasında da Harem İskelesi ile Salacağı liman çevresi olarak görüyoruz; Boğaziçinin her iki kıyıda ilk semtleri Beşiktaş ile Üsküdar kabul edilir ise, Limandan yukarı boğaza doğru Boğaziçi kasaba ve köyleri, Rumeli yakasında; 1 — Beşiktaş; 2 — Ortaköy; 3 — Kuruçeşme; 4 — Arnavudköyü; 5 — Bebek; 6 — Rumelihi­ sarı; 7 — Emirgân; 8 — îstinye; 9 — Yeniköy; 10 — Tarabiya; 11 — Kireçburnu; 13 — Büvükdere; 13 — Sarıyer; 14 — Yenima

XIX. asırda Boğaziçi manzaralarından iBartlltt'ın rravürûnden O. Zeki Çakaloz eliyle)

ANSİKLOPEDİĞİ

2m -

halle; 15 — Rumelıkavaği; Anadolu yakasında: 1 — Üsküdar; 2 — Kuzguncuk; 3 — Beylerbeyi; 4 — Çengel köyü; 5 — Vaniköyü; 6 — Kandilli; 7 — Anadoluhisarı; 8 — Kanlıca; 9 — Çubuklu; 10 — Paşabağçesi; 11 — Beykoz; 12 — Ana dolukavağı. Yukarıda da kaydettik, İstanbul Boğa zmın köyleri oldukları halde yukan boğazda Rumeli yakasında Karibce ve Rumelifeneri, Anadolu yakasında da Poyraz, Anadolu Feneri ve lrva köyleri Boğaziçi sınırları dı­ şında kalırlar. % Yukarıda kaydettiğimiz köyler arasın da bâzı yerler vardırki müstakilen kendi isimleri ile anılırlar, meselâ: Rumelihisarı ile Emirgân arasında Baltalimanı, Yeniköyle Tarabya arasında Kalender. Büyükdere ile Sarıyer arasında Mesarburnu. Üskudarla Kuzguncuk arasında Paşalimanı, Kandilli ile Anadoluhisarı arasında Küçüksu, Paşa bağçesi ile Beykoz arasında încirköyü gibi. Eski Boğaziçi köylerinden bir kaçı da zamanımızda yanındaki köyle birleşmiş ve onun bir mahallesi hâline inkilâb etmişdir, Boyacı köyü Emirgâna, Kefeliköyü Büyükdereye, ve Yalıköyü de Beykoza eklenmişdir. Tarih kaynaklarımızda ve edebi metin­ lerde Boğaziçi notları, bir müdekkikim en az varım asırlık mesâisini alacak kadar zen­ gindir; onun içindir ki bu ansiklopedide bü­ tün dikkat ve endîşemiz, mûteber kaynak­ lardan iyi bir derleme yapabilmek olmuşdur Türk Ansiklopedisinde Boğaziçi — Milli kütüphanemizde hâlen en güvenilir kaynak bildiğimiz «Türk Ansiklopedisi» Boğaziçi maddesinde şunları yazıyor (Bu mühim ese­ rin büyük noksanı, maddelerinin kimlerin kalemlerinden çık d iğini kaydetmemesidır): «Boğaziçinin Türk devrindeki tarihi îstanbulun fethi ile başlar. Boğaziçi Bizans­ lIlar zamanında mâmur değildi; türkler, bir yandan ahâli yerleşdirerek, diğer yandan îmâr hareketlerine girişmek sûretiyle Boğa ziçini şenlendirmişler ve burasını bir eğlen­ ce ve sayfiye yeri hâline getirmişlerdir. «XVII. yüzyılda Don Kazaklarının yağ macılık hareketlerine mâruz kalmışdır, bu sebeble adı geçen yüzyılda Boğaziçinin mü­ dafaası için tedbirler alınmışdır Boğaziçinin bir eğlence yeri ve sayfiye hâlini alması da ayni yüz yılda olmuşdur. Başda bânedan

BOĞAZİÇİ

âzası olmak üzere, devlet ricali, türk cemi yetinin kibar sınıfına mensub kimseler Bo ğaziçine rağbet ederek buralarda köşkler, ya­ lılar ve hayır müesseseler! yaptırdılar ki, bu faaliyetler müteâkib yüz yıllarda daha fazla gelişmişdir. «Boğaziçinin turkler tarafından iikânı. Îstanbulun fethinden çok önceleri başlamışdır (B : Beykozda, Gazıyunus Mezarlığı; Beylerbeyi, Namazgah); daha Yıldırım Bayazıd devrinde Anadolu yakasının bâzı yer­ lerinde yerleşmişlerdir. Ankara savaşından bir yıl sonra Boğazdan geçen İspanyol elçisi Clavijo, Anadoluhisarında turklerle karşılaşmışdı. îstanbulun fethinden sonra Rumeli kıyısında da türk nüfusu yerleşmeğe başladı. Bunda, padişahların, devlet ricâlinin, ilim adamlarının ve zengin tüccarların burada köşkler, yalılar ve hayır müesseselen (cami, mescid, sibyan mektebi; hayır müesseseleri· ne irad dükkânlar, çarşı hamamları) yaptır­ maları mühim âmil olmuşdur «Rumeli yakasında Beşiktaş XVL yuz yıldan itibaren iskân edilmeğe başlanmış ve XVII yüzyılda büyük bir semt hâlini almış dır (B.: Beşiktaş). «Ortaköy, Kuruçeşme ve Arnavudköyü semtlerinin turkleşmesi tedrici sûretde olmuşdur, XXII. yüzyılda Ortaköy ve Arna vudköyü halkının hemen hepsini azınlık unsurları teşkil ediyor idi (Bu madde içinde Evliyâ Çelebi den nakledilen satırlara ba kınız) «XVI. yüzyılda Rumeli yakasında tink­ ler tarafından başlıca iskân edilmiş yerler Beşiktaşdan sonra Rumeli hisarı. Yeniköy W kefeliköy idi. Yeniköy halkını Karadeniz ya­ lısı türkleri. Kefeli köyününkmi de Kırım yarımadasında Kefe’den getirilmiş göçmen ler teşkil ediyordu dere gibi itmede her dem cereyan Bütl aşkıylc tenim olsa dahi sârü nizâr Yine itmez dili çiçâreye meyi ol sarı-yâr Kalmadı görmediğin seyre sezâ câyi safa Rumeli Hısnına var seyri tamâm et câııa Oldu rindâna dümen suyu ile vâki key Karat aş altına mı gitti aceb zevreki mey Meyi idüb şenfi izan içün ol simbere Düşdü pervânei dil şimdi fenerden fenere Oldu kermiyetin ol şuhle zahid çü hevâ Bu bürûdetle Soğuksu sana cây olsa sezâ Âh İdüb kaameti sevdası ile cananın Şimdi başında Kavak yeli eser yaranın lyşü nûş ile de terk it azacık pâfü pûfi Sadn meyhane umur-yeri değildir sûfi Kendime yârimi buldum diyerek şenlikde Oğünür âşıkı şûride Degirmenlİkde Defi gara itmeğe ey şûh ara sen bir çâre Var mülukâne yanaş Iskelei Hünkâre Husnde öndül alub da bulalım deyû kemâl Yâlıköyünde koşu itmede her dem etfâl Bir çetin kare sataşdırdı bizi devrü zeman Oldu Bey kozlu bir âfet ile çeşmim giryan Aramam debdebe ii gayreti akrâniye Saltanattır bana ol şâh ile Sultaniye Çckdiler sineye İncirlide bintül inebl Darısı başına ey sürmeli zendost çelebi Sav yanından bugün ey şûh aman agyâri Gel Paşabagçeslne zevk idelim hünkarı Çûbl gam kor mu idi dilde safâyi hatır Olmasa zevki nlhâniye Çubuklu hâzır Açdı tigi sitemiyle ciğerimde yâre Kanlıcalı yine bir gamzeleri hunhâre İzni âmdır deyû gitme meleğim değme yere Zûrefâ Körfezi bahşryledi zeııpârelere Ne revâ seyri Hisarda ola y ârim mecnun SAkiya bana yârımca verüb âna dolu sun Firkatinle şu kadar giryeler ittim cânâ Bir kuçük-su görünür eşkime nlsbet derya Bağrımın yağın eritti beli her etv&rı Hele Kandillide bir cam İle yıkdım yâri Abı zira ki (?) olana dermandır Kjuhzadrliyr Vânlköyü pek cesbandır Lebi deryâdrkl âyûye mi oldu meftun Kuleli Bağçryr hari tab’ı rakibin efsun

- 2862

İSTANBUL

işte buldum sana sallanmağa bir özge nıahel Sözümü dinle r.ıkibâ yalınuz Çcngel'e gel Hased ol rinde ki mey nûş ide kaane kaime O şehl hıisn ile Beylerbey ide mîrâne Gıbta ol şahse ulur irdiği dem nevruze Gide canan İle zevk itmeğe Istavrûze Sattılar duhtl zere geldi arabler buncuk Suhtegân zümresine cây olalı Kuzguncuk Ko sığırlar gibi yatsun uyusun pin hânı Oldu agyâre nıakar çünki Öküz Limanı Kabe toprağı deyû olsa bile nâm Aver l’sküdardan dahi yekdir bana kûyi dilber Şemsi nâmında zuhur etti bir âfet kİ aceb Şemsipâşâyı mekân eylediler yâran hep Bir şerifin nigelıi lutfi ile dünyâde Kasrİ dil ayni ile döndü Şerefâbâde Bakarak ruhlerine eski rakibin akmış Sandılar bağçei hüsn içre ayazma çıkmış Vuslatın gördü kiyâs eyleme ey dil ciyak Havfinı oldur seni ferdâlere yaran salacak Kaselin âlemde teferrüc İse ger bir derece Duhteri rezler ile Kız Kulesine bul fürce Kaameti fikri hayâli ruhi hâliyle yine Deşti dil ayni ile döndü Kavak Bagçesine Düldül! nâze süvar olsa o şûhi yektâ Atı oynağı olur sâhai Haydarpaşa Ey gönü] boşlama dâvanı heman gamle sürüş Kadıköyünde ayak nâibinln pâyine düş Fikri ruhsârl ile yandı tenim bilmez mi Aceb ol mâh Fenerbalıçesine gelmez mi Gaalibâ Fenni tamam eyleyecekdlr zevki Adalar seyrine düşmüş o perinin şevki

Ruşen Eşref tünaydının Boğaziçi tasvir­ leri — Ünlü edıb - diplomat Rûşen Eşref Ünaydının «Boğaziçi, yakından» adındaki eseri, millî kütübhânemizde, kopuk kopuk, çok nokssm da olsa Boğaziçinin güzel bir pa noramasıdır. Aşağıdaki satırları oradan alıyo­ ruz: «Yalılar — Boğaziçinin en kendine mah­ sus güzelliklerinden biri: Yalılar! Kimi taşdan; kimi taze renkli, kimi yorgun yüzlü, bin bir biçimli yalılar!.. Bunlar iki kıyı bo­ yunca kâh denizin tâ sütündeler; kâh kendi rıhtımlarının kenarındalar ve kâh dar bir caddenin berisindeler... «Gerçi Boğaziçinin hemen her köşesine köyler ayrı birer isim veriyor... Fakat köy­ lerin hemen hepsi, gelişi güzel kıvrıntılı yol­ ların eski kaldırımlarına bakan, çoğu esmer tahtalı evlerden ibaret... Bu evler, ya geçim­ leri Boğazın sularında olan balıkçılarla ka-

ANSİKLOPEDİSİ

— 2803 —

BOĞAZİÇİ

yıkçılann, ya da gündüzleri şehre men me lerının ağır, telâşlı, sınırlı, şakrak gidiş ge­ murlarla esnafın, yani yerlilerin. lişlerinden sezebilirsiniz. Biçimlen boyuna «Yalılar ise her mevsimi başka bir semt­ değişen bu oyunları saatlerce seyretsenız te geçirmeğe alışkın eski İstanbul zenginle­ usanmazsınız. Bence, yalı tavanlarına en ya­ rinin, vükelâsının bir kaç ay deniz ve koru raşan nakışlar, oynak denizin eli ile güne­ sefası sürmek için kurdurmuş oldukları su şin çizmekden yorulmadığı bu billûr kaynaş kenarı konakları... malardır. «Bunlar kıyılardan başlayor ve göğdele«Komşunuz denizden gelen bu su çağıl ri yüksekliğinde bahçe duvarları arasında tısına ve ışık sağanağına bedel, komşunuz kapalı ağaçların gölgesindeki kat kat setlere bahçeden de yaprak hışıltıları, kuş cıvıltıları yapışık merdivenlerle, — kubbelerini salkım ve gölge dalgalan gelir. Bağzı günler, ada yapraklı örtmüş, her biri manzaraya bir de­ çamı kokularını andırır deniz kokusuna kar ğişiklik veren basamaklarını otlar ve yabani şılık ise ıhlamurların, türlü çiçeklerin ve çiçekler bürünmüş taş merdivenlerle, — ya­ bütün yapraklann birbirine karışmış koku maçlardaki köşklere kadar da uzayor: Böylerüzgârı çarpıyor. Ve hafif döşeli geniş oda­ ce suyun keyfi bahçenin ve geniş ufkun key­ nızın kapısını biraz sonra biri aralayor; o fi ile birleşmiş oluyor; zira tepelerden bakı­ bahçelerden size kucak dolusu hediye getiri­ lınca Boğaziçi daha derli toplu bir göl görü­ yor: Erguvanlar, zambaklar, hanımelleri; da nüşünde. . ha sonra da güller, karanfiller; bir sabah da «İki köy arasındaki boşluğu bu yalılar bunlann renk renk kıvrımları arasında dik dolduruyor . Kenara bir sel gibi boşanan yapraklarının parıltısı içinde tepeleme dol gun manolyalar, o beyaz alevler!... Sonra da köylerin önlerini bunlar kaplayor.. Bir bahortansiya demetlen; tâ lüle lüle krizantem­ kışda anlaşılıyor ki kıyılar umumiyetle pa­ lere kadar mevsimleirn yürüyüşünü bildiren ranın ve haşmetin, yamaçlar ise ekseriya koku ve renk kervanı orta halin ve tevazuundur. Çünkü Boğaziçi evleri yalılaşdıkca gürbüzleşiyor, renklerini« Nasıl ki sofranızdan da kiraz kıvılcım­ vor, şıklaşıyor. Bu bakımdan yalıları, ardlaları; bağzı akşamlar omuzlarda bir yay gibi rındaki yoksulluk manzarasını denize karşı esneyen direklere ikiz bağlanmış sepetlerin kapayan birer engin paravanaya benzettepesinde birer küçük gül ehramını andınr mişimdir. Ve yalılarla köylerden, eski eş­ ve köy meydanını bir esans fabrikası kokusuraf ile ardında duran tevabii tesirini aldığım suna bürür çilekler; altın kayısılar; yanak olmuşdur. allığında şeftaliler; dudak yumuşaklığında iricirler; dilimleri balıkçı kayıklarını hatır­ «Bu yalılardan öyleleri var ki içleri ut latır karpuzlarla piyade narinliğindeki topa­ karınları gibi duygulu; dışarının en küçük tanlar çeşni kervanı halinde geliyor geçiyor seslerini bile camı açık, kafesli pencerelerin­ «Boğaz topraklarının bu iltifatına na­ den içeri âdeta büyülterek alıyor: Biri, kapı­ zire olarak deniz de zümrüt serinliği içinde nın inceli kalınlı çıngırağını sallasa, bir ker­ yürüyen mevsimlerin mahsulünü ikram edi­ van geçişi zevkini duyuyorsunuz. Aşağıda yor; Uskumrular, kalkanlar, levrekler, kılıç­ çıplak baldırh kızların, ayaklarındaki ıslak bezlerle yaş tahtalardan çıkardıkları gıcırtı­ lar. lar, yukarı katlara kumru huhuları gibi akis­ «Gerçi bu tabiat biraz bakımsızlaşmışsa ler yayıyor. Yattığınız yerden görmeseniz da o engin şirinliği üe gene yerinde.. Fakat bile sudan geçen şey nedir biliyorsunuz; bu­ ondan kâm almak için vapdmış yalılar; vak nu, denizin oynayışlarından çıkan türlü ses­ ti ile başka ölçülere, başka anlayışlara göre ler size haber veriyor; kurdurulmuş o uçsuz bucaksız yalılar!.. Bıı «Boğazın denizi o hassaslıkda kı üzerin­ çok sebeb. onları ya ateşin, ya suyun içinde, den geçen her şeyin haberini kıyılarına er ya da yıkıcıların elinde yavaş yavaş azaltı­ geç mutlaka bildiriyor. yor; hem de en güzellerini.. «Hele güneşli sabahlarda bu geçişleri, «Bereket ki epeycesi halâ ayakda.. Fa camları kapalı ve perdeleri inik pencereden kat onlardan kiminin odalarında da, şimdi görmeseniz, işitmeseniz bile tavandaki bin­ tütün denkleri yığılı.. lerce ışık çıkıntısının, o titrek ışık palûze «Kimindeki o enine boyuna sofaları, şim-

BOĞAZİÇİ

— 2864 -

di artık rüzgâr iniltisinden başka bir şeyin doldurduğu yok.. Gerçi kiminde yeni nesil­ ler ilk, orta, hattâ yüksek tahsillerini görü­ yor... Fakat eski zenginliğin ve gösterişin yazlık sergisi denecek içlerine şimdi hınca­ hınç boşluk yerleşmiş olanları daha çok.. Bunların ilk sahipleri ahrete; halıları. avi­ zeleri de çarşı içlerine, bedestan camekânlarına belki de yabancı ülkelere göçmüş, içle­ rinde hâlâ torunlar barınabilen bazı yalılar­ da ise bu torunlar o sayısız odalardan ancak bir ikisine süzülmüşler; üzücü ve ürkütücü engin ıssızlıkların bir ucunda âdeta gölgeler bekçiliği ediyorlar. Onun için, eskiden nazlı küçük hanımların, yüz bulmuş küçük beyle­ rin tasasız kahkahalarla çınlattığı harem ağalı, kâhya kadınlı bahçe setlerinde şimdi kömür yığınları duruyor. Eskiden çatanala­ rın, üç çifte piyadelerin sabah akşam yana­ şıp avniye kaputlu, uzun sakallı paşa efen­ dilerle atlas feraceli büyük hanımlar, tafta çarşaflı genç kadınlar beklediği düzgün taşlı rıhtımların şimdi yenik ve düşük kenarla­ rında şilepler, sebze kayıkları, odun kömür çektirilen uyuklavor.. ı olduğunu öğrenirdi. Bu düf ediyorsa, eylül aylarına rastlayan arabî mühim havadisi böylece herkes duymuş olur­ ayın 12 inci, 13 üncü ve tercihan 14 üncü ve du. bazan da 15 inci gecesinde tertib edilirdi. «O gece mehtaba çıkmak için bir hayli Fakat bu rakamlar o kadar kal’î olamazdı. evvelinden başlayan tatlı bir hazırlık devre­ Zira saz âlemi için tabii bulutsuz ve sâf meh­ si vardı. Hemen her yalının bir çifte olsun taplı bir gece ister, bunu bulabilmekse her bir kayığı yahut bir sandalı bulunurdu. Hu­ şeyden evvel havaya bakar. susi sandal veya kayıkları olmayanlar da «Mehtaba çıkılan geceye başka bir sazın mahalledeki en alışık oldukları kira sandal­ tesadüf etmemesi de lâzımdı. Bir gecede ay­ larına haber gönderirler, onları bu gece için peylerlerdi. Beyler, aralarında sözleşerek rı ayrı dolaşarak biribirlerinin seslerini bo­ hangi kayıkta kimlerle birlikte çıkacaklarını zabilecek, rakip gibi karşılaşacak ve sazı taönceden kararlaştırırlardı. kib eden kayık ve sandal kafilesini ayıracak «Nihayet, herkesin bu kadar sabırsızlıkla iki saz takımının dolaşması o zamanki Boğaz

ANSİKLOPEDİSİ

- 2879 —

beklediği büyük gece gelirdi. Bazı beyler, ak* şamcılıklarından kendilerini alıkoyamazlar, evlerinde rakılarını mûtadları gizli teşrifat ile içtikten sonra çıkarlardı. Bazı orta halli efen­ dilerse yemek yemezler, sandalda, kaçamak olarak, gizlice biraz rakı içmeğe, biraz meze yemeğe karar verirlerdi. Hanımlar sofraya biraz daha erken otururlar, ve yemekten • sonra, yatsı sularında, ezan saatiyle bir buçu­ ğa doğru, herkes çıkmağa hazırlanırdı. Söz vermiş olan komşular gelirler; kayık veya sandal yalının rıhtımına yanaşır ve bekler; çocuklar, büyüklerin yavaşlıkları yüzünden zaman geçiyor diye telâş ederler; hanımlar, önlerinde lâmbalar yanan aynaların karşı­ sında, baş örtülerine ve süslerine sonuncu hisli ve uzun bir bakışla bir daha bakarlar­ dı vc. nihayet, gûya bir altın fanus içinden akseden gül sarısı donuk bir aydınlıkla ay­ dınlanmış tılsımlı, esrarlı ve mor gecede ka­ yık veya sandala binilir, üstlerine garip bir füsunla ışıklar dökülmüş menekşe renkli su­ larda mehtaba, yani gezinmeğe, seyretmeğe, saz dinlemeğe, yani his ve zevk ve hayal avı­ na çıkılırdı.