144 31 739KB
Turkish Pages 132
ERMENİ SORUNU EL KİTABI
Şenol KANTARCI, Kamer KASIM, İbrahim KAYA ve Sedat LAÇİNER
Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara Üniversitesi Basım Evi, 2002.
İÇİNDEKİLER
Önsöz Ömer Engin LÜTEM Birinci Bölüm Tarih Boyunca Ermeni Sorunu Şenol KANTARCI İkinci Bölüm Ermeni Sorununun Hukuksal Boyutları:Ulusal ve Uluslararası Sedat LAÇİNER Üçüncü Bölüm Ermeni İddiaları ve Terör Sedat LAÇİNER Dördüncü Bölüm Ermeni Sorununun Uluslararası İlişliler Boyutu Kamer KASIM
Önsöz Emekli Büyükelçi Ömer Engin LÜTEM* Ermeni Sorunu El Kitabı
Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla hukuken sona eren Ermeni sorununun yarım asır sonra tekrar, bu kez terör yoluyla, canlanmasi, Türkiye’ye karşı soykırım iddiaları ileriye sürülmeye başlanması, bazı ülke parlarnentolarının bu iddiaları benimsemesi, bundan on yıl kadar önce bağımsız bir Ermenistan hükümeti kurulması ve Türkiye’ye ve Azerbaycan aleyhinde politikalar istemesi Ermeni sorununu yeniden ülkemiz gündemine getirmiş bulunmaktadır. Önemine ve güncelliğine karşın bu sorunun, uzmanlaşmış az sayıda bazı kişiler hariç, tüm yönlerinin genelde bilinmediği, doğurabileceği sonuçların da tam olarak değerlendirilemediği ve bu nedenlerle de konuya yaklaşımların farklı ve bazen de hatalı olduğu görülmektedir. Gerçekten de ülkemizde Ermeni sorununun incelenmesi genellikle tarihi olayların anlatılması şeklinde yapılmaktadır. Ermeni sorunun temelinde geçmiş bazı olayların kasten Türkiye aleyhine yorumlanması bulunduğu için bu konudaki tarihin bilinmesi önemlidir. Ancak, bu sorun esas alınarak halen Türkiye’den bazı taleplerde bulunulduğuna göre Ermeni sorununun güncel yönleri hakkında bilgi sahibi olunması da gereklidir. Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’nün dört değerli üyesi Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) da teşvikiyle Ermeni sorunun tüm, yönleri hakkında okurlarına özet bilgi vermek amacıyla bu Ermeni Sorunu El Kitabı’ nı hazırtamışlardır. Kitabın birinci yazısı Sayın Şenol Kantarcı tarafından kaleme alınan Tarih Boyunca Ermeni Sorunu başlığını taşımakta olup Türk - Ermeni ilişkileri ve Ermeni sorununun günümüze kadar geçmişi hakkında bilgi vermektedir. Soykırım hukuksal bir kavramdır. 0 nedenle de Ermeni soykırımı iddialarının incelenmesinin öncelikle hukuksal açıdan yapılması ve bu hususta da, Türkiye ve Ermenistan dahil, yüzden fazla ülkenin taraf olduğu Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi’nin esas alınması gereklidir. Önemine karşın ülkemizde pek işlenmemiş olan bu konu Yrd. Doç. Dr.
İbrahim Kaya tarafından kaleme alınan Ermeni Sorununun HukuksalBoyutları:Ulusal ve Uluslararası” başlıklı yazısında incelenmektedir.Ermeni sorununun tekrar güncelleştirilmesi çabaları kamuoyunda pek yankı bulmayınca dikkatleri bu konu üzerine çekebilmek için Türk diplomat ve diğer resmi ilgililerin katledilmesi yolu benimsenmiş ve bu amaçla başlatılan Ermeni terörü, 34 Türk diplomatın şehit edilmesi, bir çoğunun yaralanması ile sonuçlanmış, yabancı uyruklulardan da ölen ve yaralananlar olmuştur. Terörün her türüne uluslararası alanda karşı çıkıldığı günümüzde Ermeni çevrelerinin hiç değinmemeye özen gösterdiği Ermeni terörü, bütün boyutlarıyla, Sayın Yrd. Doç Dr. Sedat Laçiner tarafından hazırlanan Ermeni iddiaları ve Terör başlıklı yazıda çeşitli boyutlarıyla incelenm iştir. Dördüncü ve son inceleme Sayın Yrd. Doç. Dr Kamer Kasım’a ait olup,Ermeni Sorununun Uluslararası İlişkiler Boyutu başlığını taşımakta ve Türkiye - Ermenistan ilişkilerini, Karabağ sorununu ve sorunu çözüm çabalarını, Ermeni diasporasının rolü ve Ermeni sorunu hakkında bazı sivil toplum örgütlerinin diyalog arayışları hakkında bilgiler içermektedir. Bu kitap Ermeni sorunun başlıca yönleri hakkında kısa fakat bilimsel bilgiler sunmaktadır. Her düzeydeki kişilerin bu konuyu nispeten az zamanda öğrenebilmesine olanak sağladığı için de, kanımızca, ülkemizdeki bir eksikliği gidermektedir. Değerli çalışmaları nedeniyle kitabın yazarlarına, Sayın Kantarcı, Kasım, Kaya ve Laçiner’e, teşekkür ve taktirlerimizi, kitabın gerçekleşmesi için teşvik ve yardımları için de Yüksek Öğretim Kurumu Üyesi E. Hv. Korg. Sayın Erdoğan Öznal’a şükranlarımızı sunarım. Ömer E. Lütem E.Büyükelçi Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Başkanı
Birinci Bölüm Tarih Boyunca Ermeni Sorunu Dr. Şenol KANTARCI* Ermeni Sorunu El Kitabı
BİRİNCİ BÖLÜM
TARİH BOYUNCA ERMENİ SORUNU
"hakkını savunmayan onu kaybeder"
E.RAUPACH
I. GİRİŞ Sosyal olaylar birden bire patlak vererek ortaya çıkmaz. Bunları hazırlayan bazen çok sayıda önemli bazen de önemsiz olarak algılanan olaylar vardır. Özellikle etnik temele dayalı ve bağımsızlık amaçlayan terör hareketlerinde belirli birtakım aşamalar söz konusudur. Bu çerçevede, Ermeni sorununun ortaya çıkışında; Fransız İhtilali’nin, 1878 Berlin Konferansı’nın, Batılı devletlerin tahrik, teşvik ve finansmanının, Ermeni Patrikhanesi ve Ermeni Kiliselerinin çalışmalarının[1], Osmanlı Devleti’nden Avrupa ve ABD’ye giderek ihtilalci fikirlerle yurda dönen Ermenilerin. 1828, 1878, 1912, 1914 savaşları öncesi / sırası / sonrası olayların, bilinçlenme, propaganda ve / veya göç hareketlerinin, gayrimüslim okullarının, hayır cemiyetlerinin, Ermeni çetelerinin, misyoner faaliyetlerin, Yunanistan, Bosna — Hersek ve Bulgaristan olaylarının her birisinin tek başına rolü olduğunu söylemek bir bilim olarak tarihte doğru olmaz. Bütün bu sayılanlar, Ermeni sorununun ortaya çıkmasını hazırlayan sebepler / olaylar zinciridir. Elbette, sadece yukarıda sıralananlarla sınırlı değildir. Bunlara bağlı olarak gelişen tali sebepler de vardır. Bunlardan biriyle veya belli birkaçıyla
yola çıkmak hem araştırmacıyı hem de okuyucuyu yanıltır. 0 yüzden, Ermeni sorunu konusu üzerindeki öncelik (Aslında sosyal bilimlerde her konu üzerindeki öncelik) kronolojik tasnifi ve akabinde derinlemesine tahlili zorunlu kılar. Olaylar bugünkü verilerle ve / veya peşin hükümlerle değil, incelenen olayın zamanının şartları içerisinde, o günün belgeleri ve bakış açısıyla değerlendirilmeye alınması gerekir. Türk-Ermeni ilişkilerini tarihi seyrine göre genel olarak birtakım safhalara ayırmak mümkündür. Çünkü iki toplum arasındaki ilişkiler, çeşitli dönemlerde oldukça keskin çizgilerin olduğu bazen koyulaşan bazen de açık tonların bulunduğu farklı bir tablo ortaya çıkartmıştır. Bu tasnif yapılırken Türk kelimesiyle genel anlamda Türk milliyetinden olanlar değil, Batı Türklüğü karşılığı olarak Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini içeren Türklük kastedilmiştir. Aynı şekilde, tarih boyunca diğer Türk devlet ve topluluklarında yaşayan Türkler, Ermeniler ve Ermenistan Cumhuriyeti bu yazının kapsamına alınmamıştır. Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihi seyrine göre şöyle bir tasnifi yapılabilir: -İslamiyet öncesi Türk-Ermeni ilişkileri -Selçuklu dönemi Türk-Ermeni ilişkileri -Osmanlı dönemi Türk-Ermeni ilişkileri -Cumhuriyet dönemi Türk-Ermeni ilişkileri Bu tasnifte her bir dönem alt maddelere ayrılarak değerlendirilebilir[3].Aynı şekilde alt maddelerde çeşitlendirilebilir. Farklı olarak iki toplum arasındaki ilişkileri genel olarak üç safhaya ayırmak da mümkündür: Birinci safha, tarihte ilk Türk-Ermeni ilişkilerinin başlangıcından 1878’e kadar olan süreç; İkinci safha, ilişkilerin gerginleştiği l878’den 1923 yılına kadar olan dönem ve üçüncü safha ise, 1923’ten bugüne uzanan, iki toplum arasındaki ilişkilerin, önceleri sessiz sonra da gerginleştiği dönem olarak tasnif edilebilir.
Türk-Ermeni ilişkilerinin başlangıcından 1878'e kadar ki dönemi “İslamiyet Öncesi Anadolu ve Kafkasya'da Türk-Ermeni İlişkileri" ve “1064’ten 1878’e Türk-Ermeni İlişkileri" diye iki bölümde incelemek mümkündür. 1878’den 2002’ye kadar olan süreç ise -iki toplum arasında gelişen olaylar neticesinde -sekiz döneme ayrılır. Bunların ilki, önce Ayastefanos Anlaşması sonra Berlin Konferansıyla siyasi nitelik kazanan ve takip eden yıllarda bağımsızlık istemleriyle siyasi olarak teşkilatlanma içerisinde olan Ermenilerle Türk Devleti arasında gelişen olayların bulunduğu dönemi içeren 1878-1890 arası ilişkilerdir. 1878-2002 yılları arasında iki toplum arasındaki ilişkilerde önemli bir kesit ise, 1890 yılında Erzurum isyanıyla başlayan ve 1896 Van isyanıyla önemli bir boyut kazanan 1890-1896 arası dönemi kapsar. 1878’den bugüne ilişkilerdeki kesitlerden birisi de, 1896 Van isyanından sonra 1903 II. Sasun isyanı ve Abdülhamit’e suikast girişiminin olduğu dönemi içerisine alan ve 1909 Adana isyanıyla devam eden, yine kapsam olarak Ermeni teşkilatlarının siyasi faaliyetlerinin Osmanlı Devleti’nin savaşa girdiği yıl olan 1914’e kadar ki sürecini kapsayan 1896-1914 yılları arası şekillenen Türk-Ermeni ilişkileridir. İlişkilerdeki en önemli dönem, 1914 sonrası iki toplum arasındaki olaylardır. Bundan sonraki dönem, Ermenilerin kendi iddialarına dayanak noktası olarak gösterdikleri 1914-1923 arası gelişen olayları içerisine alır. 1923-1965’i Türk-Ermeni ilişkilerinde ayrı bir dönem olarak belirleyen olaylar mevcuttur. Bunlardan birincisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Lozan Anlaşması’nın gerçekleştirilmiş olmasıdır. İkincisi, 1923 yılından 1965 yılına kadar Ermenilerin Türkiye’ye yönelik propaganda faaliyetlerinde sessizlik döneminin yaşanması ve üçüncü olarak ise Ermeni iddialarının 1965 yılında dünya genelinde -1915 yılını baz alarak- 50. yıl anma toplantıları olarak başlattıkları tarihin yani 1965 yılının önemidir. İkili ilişkilerde bir başka dönem olarak gösterilen, soğuk savaşın hüküm sürdüğü 1965’ten 1973 yılına kadar süren ilişkilerde, siyasi anlamda Ermenilerin teşkilatlanma ve Türkiye Cumhuriyetine yönelik faaliyetlerinde ağır ağır organize bir hale gelmeleri göze çarpar. 1973 yılı iki toplum arası ilişkilerde Ermeniler tarafından gerçekleştirilen Santa Barbara cinayetiyle yeni bir boyutun başlangıcını, dolayısıyla ikili ilişkilerde 1985’li yıllarda devam eden önemli
bir miladı, Ermeni terörünün başlangıcını ihtiva eder. Türkiye’ye yönelik Ermeni terör eylemlerinden sonra 1985 yılı, Ermeni propaganda faaliyetlerinin ve/veya Ermeni psikolojik harekatının yukarıdaki dönemlere nazaran oldukça farklı bir metodunu, dünya genelinde çeşitli ülkelerin parlamentolarına getirdikleri Ermeni tasarısı çalışmalarını ve propaganda amaçlı kitap, broşür, kongre, panel, sinema ve son yıllarda oldukça etkin bir araç olan İnternet ağı kullanımını ortaya koyar.
II.1064 ÖNCESİ TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ Her ne kadar Türklerin bir kısmı 1064-1070’le başlayan süreçle birlikte Anadolu’ya Müslüman Türkler olarak girmişlerse de bölgeye Türk göçü 1064’ten çok önceleri, Proto Türk realitesi bir tarafa, takriben 500 yıl önce başlamış ve o tarihlerde Anadolu’ya gelen Türkler, İslamiyet’e Anadolu İslam’la tanıştığında girmeye başlamışlardır. Hal böyle olunca, İslamiyet’e giriş tarihine kadarki süreçte bir kısım Türkler, doğal olarak dönemin tek tanrılı dinlerinden Museviliğe ve İseviliğe de girmişlerdir. Hıristiyan Türklerin bir kısmı zamanla Hıristiyan Cemaatları içerisinde yeni kimlikler edinirken belirli bir kısmı da Ermenilerin mensup olduğu mezheplere ve bu arada Gregoryenliğe de girmişlerdir. Her iki toplumun kimlik belirleme dönemlerindeki ilk temasları, Anadolu coğrafyasında muhtemelen bu dönemde olmuştur. Giderek Ermeni adını alan Gregoryen inançlı Hayk kavmi ile Kıpçak Türklerinin temasları ise, aynı tarihlerde Kafkasya’da olmuştur. Kıpçak Türklerinin tarihi coğrafyaları bugünkü Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve Kuzeydoğu Anadolu’nun bir kısmını kapsamakta idi. Kıpçak Türkleri, Anadolu ve Azerbaycan’da Oğuzlarla birleşerek İslamlaşırken, Gürcistan ve Ermenistan’dakiler Gürcü ve Ermeniler içerisinde büyük ölçüde erimişlerdir.[4]
III. 1064-1878 TÜRK - ERMENİ İLİŞKİLERİ Daha önce Roma ve Bizans toprakları ve hakimiyeti altında yaşayan Ermeniler, Türklerin
Anadolu’da hegemon güç olmasıyla birlikte, Selçuklu ve Osmanlı toprakları üzerinde ve onların hakimiyeti altında varlıklarını devam ettirmişlerdir. Hatta Müslüman Türklerin Anadolu’yu fethinde Türklere yardımcı olmuşlardır.[5]Bu dönemde Türklerle Ermeniler iç içe, yan yana ve birlikte dostça yaşamışlardır. Ermeniler, Türk kültüründen etkilenmişler ve kendi istekleriyle Türkçe konuşmaya başlamışlardır.[6] Bizans hakimiyeti altında Ermeniler büyük zorluklar çekmişlerdir. Gerçekte Bizanslılar, Gregoryen olan Ermenilere karşı mezhepleri yüzünden antipati beslemekteydiler. Ancak düşmanlıklarının kaynağında Ermenilerin kendilerine karşı olan ihanetleri vardı.[7]Bu yüzden Bizanslılar, uzunca bir süre Ermenilere kin ve nefretle bakmışlar ve onlar aleyhinde olmuşlardır.[8]Bu durum Ermenilerin Selçuklu hakimiyetine girmelerine kadar sürmüştür. Burada şu iddia edilebilir ki, eğer Ermeniler Selçuklu hakimiyetine girmemiş olsalardı dinlerini ve kültürlerini koruyamamış, doğal olarak da bugünlere gelememiş olacaklardı.[9]Zira,IV. yüzyılda Bizans döneminde Ermenilerin ana dili yasak edilmiş, ruhani reislerinin millet üzerindeki haklarını tanınmamış özellikle de 452 Chalcedoine (Kadıköy) meclisi toplantısından sonra Bizanslılar, Ermenilerin inançlarındaki aykırılıkları sökmek, kilisenin etkilerini, milliyet hislerini ortadan kaldırmak için sürgün etmişler ve Bizans’ın daimi politikası olarak Ermenileri daima bulundukları bölgenin dışına çıkarmışlardır.[10] Türk-İslam felsefesinin gayrimüslimlere yaklaşımı hoşgörü çerçevesi içerisinde gerçekleşmiştir. Türkler, fethettikleri bölgelerdeki gayrimüslim halk ile onların hak ve hukukunu güvence altına alan zimmet[11] adı verilen bir anlaşma yapmış ve bu halka da zımmi[12]adını vermiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu, gelişmesi ve özellikle İstanbul’un fethi sonucu Bizans’ın yıkılmasıyla Ermeniler için tarihlerinin hiçbir döneminde yaşamadıkları yeni bir çağ açılmış, üzerlerindeki dinsel, siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel her türlü baskı kalkmış, böylece barış, güven, huzur ve refah dönemi başlamıştır. Bilindiği üzere, Osmanlı Devleti Türk kökenli, İslami yapıya sahip ve çok uluslu bir devlettir. Bu çok uluslu yapı içerisinde Türkler kadar, diğer uluslara da yer vardır. Nitekim, ilk Osmanlı padişahı Osman Bey, Ermenilerin Bizans’ın zulmünden korunmaları için Anadolu’da ayrı bir toplum olarak örgütlenmelerine izin vermiş ve Batı Anadolu’daki ilk Ermeni dini merkezi Kütahya’da kurulmuştur. Bursa’nın alınarak başkent yapılması üzerine bu dini merkez
Kütahya’dan Bursa’ya taşınmış, daha sonra Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle Bursa’daki Ermeni dini lideri Hovakim 1461’de İstanbul’a getirilmiş, Fatih’in fermanı ile de İstanbul’da bir Ermeni Patrikhanesi kurulmuştur.[13]Bu gelişmeden hemen sonra İran, Kafkasya, Balkanlar, Kırım, Doğu ve Orta Anadolu’dan İstanbul’a Ermeni göçleri başlamıştır. Böylece Osmanlı İmparatorluğu, Ermeniler için bir çekim merkezi haline gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu içerisinde Osmanlı yönetiminin Ermenilere karşı bu tutumu, Ermeni toplumu ve kilisesinin yaşamasına ve gelişmesine önemli katkıda bulunmuştur. Hatta denilebilir ki, Osmanlı Devleti’nin ve kilisesi de dahil olmak üzere Ermeni toplumunun gelişmesi paralel bir şekilde olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu Gregoryen Ermenileri “millet” adı altında örgütlemiş ve onları kendi dini liderlerinin yönetimine bırakmıştır. Fatih Sultan Mehmet,Ermeni Patrikhanesini kuran fermanında, Patriğin, imparatorlukta yaşayan bütün Ermenilerin hem ruhani hem de cismani lideri olduğunu hükme bağlamıştır. Ermenilere; din, kültür, eğitim ve hayır işlerini yürütebilmeleri için gerekli mali olanaklara kavuşabilmeleri bakımından vakıf kurma imkanı da tanınmış, hatta kendi mali güçlerinin yetmemesi halinde Osmanlı yönetimi yardımda bulunmuş, Patrikhanenin eksiklerini tamamlamış, Ermeni kurumlarına mali destek sağlamıştır. Ermeni toplumu kendisine tanınan hak ve ayrıcalıkları başarıyla kullanarak hızla gelişmiş ve refaha kavuşmuş, ayrıca Türk-Osmanlı kültür, yaşam tarzı ve yönetim biçimini de benimseyerek kısa süre içerisinde Osmanlı yönetiminin güvenini kazanmıştır. Bu güven sayesinde iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir. Osmanlı tarihi, Ermenilerden 29 Paşa, 22 Bakan, 33 Milletvekili, 7 Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos, 11 Üniversite Öğretim Üyesi, ve 41 yüksek rütbeli memur kaydetmektedir. Ermenilerin yapmış olduğu bakanlıklar arasında Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Bakanlıkları gibi son derece önemli ve kilit mevkiler olmuştur. Böylece, Ermeniler, Türkler başta olmak üzere, İmparatorluğun bütün unsurlarıyla XIX. yüzyıl sonlarına kadar barış ve güven içerisinde yaşamışlar, Osmanlı yönetimiyle ilgili herhangi bir şikayetle ya da sorunla karşılaşmamışlardır. Bununla birlikte, zaman zaman kendi aralarında iç çekişmelere düşmüşlerdir. İstanbul’un
fethinden önce ve hemen sonra Anadolu ve Kırım’dan İstanbul’a gelen “yerli” denilen Ermeniler ile İran ve Kafkasya’dan gelen ve “Doğulu” ya da “Taşralı” denilen Ermeniler Patrik seçimi nedeniyle mücadeleye girişmişler, birbirlerini Osmanlı yönetimine şikayet etmişler ve yönetimin kendi lehlerine müdahalesini sağlamaya çalışmışlardır. Osmanlı yönetimi ise, Ermeni grupları ve iç sorunları karşısında ısrarla tarafsız kalmıştır. Bu mücadeleyi “Doğulu” Ermenilerin kazanması üzerine Patrikliğe ruhani olamayan kişiler de getirilmeye başlamış, mevki ve ünvan çatışması zaman zaman kanlı kavgalara dönüşmüştür. Osmanlılar bu aşamada duruma müdahale etmişler ve Ermenilerin birbirlerini kırmasını önlemişlerdir. Mezhep kavgaları Ermenileri birbirlerine düşüren bir diğer etken olmuştur. Özellikle yabancı müdahaleler sonucu Ermeniler arasında Katoliklik ve Protestanlığın yayılması Gregoryen Ermenilerde büyük infial uyandırmış ve Gregoryen Ermeniler, Osmanlı yönetimine başvurarak bu durumun önlenmesini istemişlerdir. Osmanlı yönetimi Ermenilerin içi sorunu saydığı bu gelişmeye müdahale etmeyince yine kanlı kavgalar görülmüş ve Protestanlığı kabul eden Ermeniler Çuhacıyan ve Tahtacıyan adlı Patrikier tarafından aforoz edilmişlerdir. Daha sonra Katolikler arasında da Vatikan’a bağlı olup olmamak konusunda çatışmalar çıkmış, Papa Vatikan’a bağlı olmayan Ermenileri aforoz etmiş, Osmanlı yönetimi duruma müdahale ederek 1888’de bu iki Katolik grubu barıştırmıştır. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ermeni sorunundan bahsedilmeye başlanır. Yine Ermeni sorununa başlangıç arayanlar bunu 1856 Islahat Fermanı ya da 1877 — 1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve bunu izleyen Ayastefanos Anlaşması ve Berlin Konferansı’na taşırlar. Aslında bu yaklaşımlar yanlış değildir. Ancak, meselenin 1856’ya veya 1877 — 1878’e taşınmasının alt yapısını incelemeden, buna neden olan faktörleri açıklamadan doğrudan Islahat Fermanına veya Berlin Konferansına bağlamak meseleyi oldukça kısır bırakır. Ermeni sorununun ortaya çıkışında dünya siyasasındaki gelişmelerin önemli etkisi ve katkısı olmuştur. Bunlardan birisi, Sanayi Devrimi’nin çok tabi paraleli olan sömürgeciliktir. Bir diğer olay hemen bütün dünyayı etkisi altına alan Fransız İhtilalci ve paralelinde gelişen milliyetçilik olgusudur. Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu içindeki azınlıkların birer birer isyan ettiklerini, bunların muhtariyet ve/veya bağımsızlıklarını elde ettiklerini görmüşlerdir.
Bu olaylar neticesinde kendilerinin de böyle bir harekete girişebilecekleri düşüncesi ortaya çıkmıştır. Etkenlerden birisi de dinsel ideoloji bağlamında çıkmıştır. Osmanlı toplumu içerisinde ilk başta sadece mezhep olarak Gregoryen Ermenileri mevcut iken Fransa’nın çalışmaları sonucu Katolik bir Ermeni topluluğu ve akabinde Ermeni Katolik Kilisesi, İngiliz ve Amerikalı misyonerlerin çalışmaları ve İngiliz Hükümetinin baskısı ile Ermeni Protestan Kilisesi ortaya çıkmıştır.
III. A. Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışında Rol Oynayan Devletler (1800 — 1890) “Her kim bir ülkede reformlarla meşgul olursa, o imparatorluğu reforme etmek istemiyor, bilakis mahvetmek istiyordur.”
Almanya’nın İstanbul’daki Büyükelçisi Marschall (1897)
III. A. 1. Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışında Fransa’nın Rolü (1800 — 1890) Türkiye’de Ermeni meselesi üzerine yazılmış kaynak niteliğindeki kitaplar incelendiğinde hemen hepsi sorunun ortaya çıkışındaki baş aktörü Rusya olarak gösterirler. Ancak Rusya, Ermeni ayaklanmalarındaki etkilerden sadece birisidir[14].Rusya’nın yanı sıra Ermeniler arasında Katoliklik propagandası yapan Fransa’nın; Ermeniler üzerinde Protestanlığı çıkarları için yerleştirmeye çalışan İngiltere’nin; ABD ve Almanya gibi devletlerin doğrudan veya dolaylı olarak mesele üzerinde göz ardı edilmeyecek kadar önemli etkileri olmuştur. Bu devletler 1840 tarihinden sonra çıkan olaylardan faydalanarak mezheplerinden olanları himaye etme amacıyla Osmanlı İmparatorluğundaki nüfuzlarını kuvvetlendirmeye başlamışlardır[15].
Anadolu’daki azınlıklara özellikle de Ermenilere karşı XVI. yüzyıldan itibaren ilgi duyan ve bu amaçla Türkiye’ye l548’den itibaren seyyahlar göndermeye başlayan[16] Fransa, doğuda çıkarları için kendisine Katolik bir mütteffik oluşturmak için özellikle Ermeniler üzerinde yüzyıllarca mesai harcamış ve amacına ulaşmıştır[17]. Fransa’nın Ermeni sorununun ortaya çıkarılmasında oynadığı rollerden birisi de, Fransız misyonerlerin çalışmalarıdır. Paris’te on beş günde bir yayınlanan ve idaresi Katolik papazlar elinde bulunan “La Terre Sainte” (Kutsal yerler) isimli gazetenin 1875 — 1878 yıllarına ait sayılarında misyonerlerin Anadolu’daki çalışmaları hakkında oldukça geniş bilgi bulmak mümkündür. Gazetenin çeşitli sayılarında Fransa’nın Papalıkla işbirliği yaparak, Türkiye’deki Katolik Ermenileri nasıl desteklediğini, nasıl tahrik ettiğini, Katolik Ermeni dini liderlerinden hangilerinin Fransa’da dini eğitim almış olduklarını ve bunların Türkiye ile ilgili mektuplarını görmek mümkündür[18]. Bükreş Anlaşması’ndan (1811) sonra bir kısım Ermeniler açıkça Katolik olduklarını ilan etmişlerdir. Bu Ermenilerin, Katolikliği kabul etmesinden rahatsızlık duyan Ermeni Patriği idaresindeki Gregoryen Ermeniler, Katolik Ermenilere düşman olmuşlardı. Fransa Katolik Ermenileri her türlü yardım ve himayeye mahzar kılmış, onların Fransa’da eğitim görmelerinde ve ticari faaliyetlerinde her türlü kolaylığı sağlamıştı. Bu yüzden Osmanlı topraklarında yaşayan Maruniler, Keldaniler gibi azınlıklar da Katolik Ermeni cemaatine dahil olmaya başladılar[19].Bütün bu gelişmeler Akka yenilgisinin acısını içerisinden çıkaramayan Napolyon Bonapart’ı bir tür intikam almak için Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan Katolik Ermenileri yönetime karşı ayaklandırma düşüncesine sevk etmiştir. Ancak, bu konuda İstanbul Büyükelçisi Sebastian’dan olumlu bir cevap alınamamıştır[20]. Ermeniler arasında Katolikliğin gelişmesinden rahatsızlık duyan Gregoryen Ermeniler, bu durumu Babıali’ye şikayet etmişlerdir. Osmanlı Hükümeti, 1828 yılında İstanbul’daki Katolik Ermenileri, Anadolu’nun iç kısımlarına doğru mecburi bir iskana tabi tutmuş ve Katolik Ermenilerin önde gelenlerinden bir kısmı ölüm cezasına çarptırılmıştır. Bu Ermenilerin mallarına da el konulmuş[21], fakat bu dönemde Rumeli ve Anadolu’da meydana gelen Rus istilası sebebiyle bu iskan hadisesi önemini kaybetmiştir. Olaylar sebebiyle Fransa ve Avusturya’nın Osmanlı Devleti nezdindeki müdahale ve protestoları meseleyi bir “Katolik Davası” haline getirmiştir. Kendisini Katoliklerin hamisi gibi gören Fransa, bütün Katolikierin Anadolu’nun doğusuna gönderilmesini Katolik mezhebine karşı düşmanca bir
tavır olarak gördüğünü, bu meseleyi kendi öz meselesi gibi telakki ettiğini keskin bir üslupla Babıali’ye ifade etmiştir. Gelişen bu olaylar karşısında Fransız Hükümeti, Osmanlı Devletini protesto ederek, Edirne Anlaşması uyarınca Katolik Ermenilerin İstanbul’da kalması, müsadere edilen malların iadesi, Katolik Ermeniler için Patrik tayin edilmesi yönünde baskı yapmaya başlamıştır. Rusya ile sürdürdüğü savaş esnasında gelişen bu olaylar karşısında Osmanlı Devleti, Fransa başta olmak üzere bütün Katolik devletlerin baskısıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu sebepten Babıali bu meseleye tavizkar bir şekilde yaklaşmaya bir anlamda mecbur edilmiştir[22]
III.A.2. Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışında Rusya'nın Rolü (1800-1890) Rusya ile Ermenilerin karşılıklı olarak birbirlerine ilgi duymaya başlamaları XVIII. yüzyıl başlarında I. Petro dönemine rastlar. Nitekim I. Petro, İran ile yaptığı savaşlarda Ermenilerden yararlandığı gibi onları Rus topraklarına yerleşmeye de davet etmiştir. Bu davet üzerine İran’da bulunan Ermenilerin bir kısmı Rusya’ya göç etmiştir.[23] 1800’lü yıllar Çarlık Rusya’sının dünya güç dengesinde giderek daha önemli bir devlet olarak ortaya çıktığı dönemdir. Bu emperyalist güç, komşu olduğu Osmanlı Devleti topraklarını bir tür doğal gelişme alanı olarak kabul ettiği için Osmanlı toprakları üzerinden güneye ve güneybatıya yayılma amacında olmuştur. Nitekim, Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsız bir devlet olmasında büyük ölçüde Rusya’nın Osmanlı üzerinden Güneye yayılma politikası sebep olmuştur. Bu politikanın başta gelen unsurlarından birisi de Rusya’ya göre, Osmanlı Hıristiyanlarının hamisi olmaktır, Bu ise, Rus Ortodoks Rumların yanı sıra Ermenilerle de ilgilenmeye sevk etmiştir. 1816 yılında Moskova’da Ermeni Şark Dilleri Enstitüsü’nü kuran Rusya, Ermeni konusunu daha sistemli bir şekilde ele almıştır, 1826 — 1828 yıllarında İran ile yapmış olduğu savaşları kazandıktan sonra 1828 yılında imzalamış olduğu Türkmençay Anlaşması ile elde ettiği Revan ve Nahçivan Hanlıklarını birleştirerek Ermeni vilayetini kurmuştur.[24]Eçmiazin
Kilisesi kısa sürede Rus nüfuzuna girmiş, hatta Katogikos Nerses Aratarakes 60 bin kişilik bir Ermeni kuvvetinin başında Rus — İran Savaşı esnasında Ruslar safında katılmıştır. Rusya, Batıda Balkanlara nüfuz etmeye çalışırken, Doğuda da Kafkasya’ya inmektedir. Bu gelişme Kafkasya’daki Eçmiazin Ermeni kilisesini Rus tesiri altına sokmaya başlamıştır, Eçmiazin ise, Gregoryen Ermenilerin büyük çoğunluğunun bağlı oldukları dinsel merkezdir. Rusların Osmanlı Ermenilerine sızmaya çalışması da Eçmiazin Kilisesi aracılığıyla olmuş ve 1844’ten itibaren İstanbul, Ermeni Patrikhanesindeki ayinlerde Eçmiazin Katogikosu’nun adı anılmaya başlamıştır. Ancak, Rusların organize bir şekilde Ermenilerle ilgilenmesi 1820’li yıllarda olmuştur. Çünkü, 11 Mart 1828 tarihli bir yazıyla Erzurum Valisi Galip Paşa’nın, Rus sınırında bulunan Ermenilerin iç bölgelere gönderilmesini Babıali’ye teklif etmesi, bunun en önemli belgeleri arasındadır. Nitekim, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Ermeniler Osmanlı Devleti’ne ihanet etmişlerdir. Bu savaş sırasında oldukça önemli sayıda Ermeni, Rus ordusuna asker olarak kaydolmuş, bir kısmı Erzurum’un Ruslara teslim olmasında etkili olmuş, bir kısım Ermeni’de bu esnada Erzurum’daki Müslüman halka eziyet etmiştir. Savaş sonunda Kafkasya’ya hakim olan Rusya, daha önce kendi topraklarında kurmuş olduğu Ermenistan vilayetine Anadolu’daki Ermenilerin göç etmelerini istemiştir. Osmanlı yönetimi buna karşı çıkmışsa da göç eden Ermeniler olmuştur.[25] Aynı olay, 24 Nisan 1877’de başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’nda da tekrar etmiştir. Bu savaş esnasında Rusya, Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilerden yararlanma yoluna gitmiş, karşılığında ise Ermeniler, Patrik Nerses Varjabedyan ve İzmirliyan başkanlıklarında Ermeni Meclisi’ni toplamışlar ve Çar II. Aleksandr’a ulaştırılmak üzere bir muhtıra hazırlamışlardır. Rus Çarı’ndan Rusya’nın Doğu Anadolu’da işgal ettiği toprakları Osmanlılara geri vermemesini isteyen muhtıra ile Patrik Varjabedyan, savaş sonrası Ayastefanos’taki Rus karargahına giderek Grandük Nikola ile görüşmüş ve Doğu Anadolu’nun Ruslar tarafından ilhakını, bu olmazsa bölgeye Bulgaristan’a olduğu gibi özerklik verilmesini, bu da mümkün değilse bölgede Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını talep etmiştir. Patriğin son talebi Ruslar tarafından kabul edilmiş ve Ayastefanos Anlaşması’na 16. madde olarak girmiştir. Doğu Anadolu’daki Rus işgali, Rusya’ya Osmanlı Ermenileri üzerindeki etkisini artırma imkanı vermiş ve Rus ordusundaki Ermeni subaylar Osmanlı Ermenilerini Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmaya çalışmış ve Ermenilere Balkanlardaki Hıristiyanlar gibi Osmanlılardan ayrılarak kendi muhtar devletlerini kurabileceklerini telkin etmişlerdir.
III. A. 3. Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışında ABD’nin Rolü (1800 — 1890) ABD’nin Ermenilere ilgi duyması, karakteristik olarak dağınık bir halde yaşayan Ermeniler için yeni bir ufuk açmış ve Ermenilerin Yeni Dünya’yla daha sıkı irtibata geçmesini sağlamıştır. Amerikan-Ermeni yakınlaşmasının tabii bir sonucu olarak da, XIX. yüzyıldan itibaren Anadolu’dan ABD’ye toplu Ermeni göçleri başlamıştır. Bu göçler, XIX. ve XX. yüzyıl boyunca devam etmiş böylece ABD’de özellikle Türk-Amerikan ilişkilerinde ortaya çıkan siyasi bunalımlara sebep olan hatırı sayılır bir Ermeni topluluğu oluşmuştur.[26] ABD, Ermeni sorununa ilk olarak kendi iktisadi çıkarları açısından yaklaşmıştır. 1780’lerden itibaren Anadolu ve Ortadoğu topraklarının kaynak zenginliği ve pazar niteliği, Birleşik Devletleri cezp etmiştir. Bağımsızlığını kazandıktan sonra gerek elde edilen bağımsızlığın korunmasında gerekse ülkenin (ABD’nin) sahip olduğu zenginliklerin Avrupa’ya sömürge olmaması gayesiyle “Amerika Amerikalılarındır” temel ilkesiyle saptanmış olan Monroe Doktrini’ni (1823) benimsemiştir.[27]Birleşik Devletler’de çok uluslu bir yapı olduğundan birleştirici unsur olarak hıristiyanlık” olgusu düşünülmüştür. ABD’nin 1823 yılında uygulama sahasına koyduğu Monroe Doktrini, bir anlamda kendi içine kapanmayı, yani ABD’nin eski dünyanın politikasına uzak durmasını öngörmekteydi.Ancak, dünyanın sömürgeci devletlerce paylaşılmasına kayıtsız kalmanın getireceği zararın bilinciyle, devlet politikası olarak belirlenmiş olan Monroe Doktrini’ni çiğnememek gibi bir esas çarpışınca, her ikisine de uyumlu olan yöntemin, misyonerlerden yararlanmak olduğu görüşü ortaya çıkmıştır.[28] ABD, (1820’lerden itibaren) misyonerleriyle girdiği Osmanlı ülkesine, önceleri İngiliz Büyükelçiliklerinin vasıtasıyla daha sonra 1830’da Osmanlı Devletiyle yapmış olduğu anlaşmayla, ticari faaliyetleriyle girmiştir.[29] Birleşik Devletler, 7 Mayıs 1830 Anlaşmasıyla “the most favored nation” (en çok kayırılan ülke) statüsünü almıştır. Böylelikle Osmanlı Devleti tarafından kapitülasyon hakları ABD’ye de verilmiştir.[30]ABD’nin Osmanlı Devleti ile yapmış olduğu 1830 Anlaşması ve iki ülkenin ticari anlamdaki yakınlıkları, daha çok ABD’nin işine yaramıştır. Çeşitli olanakları sağlayan
Osmanlı coğrafyasındaki verimli topraklar, Amerikan çıkarları bakımından ön planda tutulmuştur.[31] Washington ile İstanbul arasında yapılan 7 Mayıs 1830 Anlaşmasındaki bir madde, Osmanlı Devleti için ilerleyen yıllarda önemli bir sorunun kaynağını oluşturmuştur. Anlaşmada üçüncü madde olarak belirlenen husus ile Amerikan tüccarları Türkiye’de simsarlar kullanma hakkına sahip olmuş ve bu simsarların her milletten olması koşulu ile de ABD tarafından Türkiye Ermenileri işin içerisine dahil edilmiştir.[32]Kendi ticari planı olarak ABD, Anadolu’da kıyı kesimlerde Rumlardan faydalanma yoluna giderken, iç kesimlerde de Ermeni kitlesinden faydalanmıştır. Bunun tabi sonucu olarak da, Anadolu’da zengin bir Ermeni burjuvazisi ortaya çıkmıştır. Bu burjuva grubuna, yine Amerikalı misyonerlerin yapmış oldukları etkin çalışmalar neticesinde eğitimli bir Ermeni kitlesi eklenince, bu yapılanma artık hasta adam olarak XIX. yüzyılda çeşitli siyasi bunalımlar yaşayan Osmanlı İmparatorluğu için önemli sorunları da beraberinde getirmiştir.[33] Amerikalı misyonerler, Türkiye’de o kadar muazzam çalışmıştı ki, örneğin 1840’larda sadece Suriye’de kutsal kitap basımı ve dağıtımı yıllık 6,000.000 sayfanın üzerine çıkmıştır.[34]1893 yılına kadar Türkiye’de 624 okul, 436 ibadethane açmışlardır. Bu tarihte Türkiye’de 1317 misyoner görev yapmaktaydı ve 1893 yılına kadar Türkiye’de 3 milyon İncil ve yaklaşık 4 milyon da değişik kitap dağıtılmıştı.[35]“ABCFM”nin 1893’e kadar harcadığı para 7 milyon doları aşmıştı.[36]Bunun yarıdan fazlası Amerikan vatandaşlarından toplanmıştı. Amerikan dış misyoner örgütünün sekreteri Judson Smith, yukarıdaki rakamların bir bölümünü sıraladıktan sonra “Bütün bu asil hizmetlerimiz, Ermeni milletini bize karşı sonsuz sevgi ve şükran duygularına gark etti. Ve Ermenileri yüreklerini çelik bir çengelle misyonerlere bağladı. Artık Ermeni milleti, bu koruyucularının ve velinimetlerinin ellerinde bir balmumu parçası gibidir” diyerek Ermenilerin ABD’ye artık bağımlı olduğunu aleni bir şekilde ifade etmiştir.[37] 1908’e kadar Amerikan Protestan misyonerliği işi çok hızlı bir şekilde genişleme göstermiştir. Örneğin 1860’larda misyon alanı o kadar büyümüştür ki, üç ayrı alt bölüme ayrılmıştır. Bunlar: Batı Türkiye, Merkezi Türkiye ve Doğu Türkiye’dir. Başlangıçta bu başarı önemli ölçüde eğitim ve dini hareketler yoluyla gerçekleşmişti. 1914’e gelindiğinde American Board aşağıdaki başarılara imza atmıştı. 17 istasyon ve bu istasyonlara bağlı 256 dış istasyon şubeleri vardı. Amerikan asıllı misyonerlerin sayısı 174’e düşerken bunların yerini
Türkiye’den yetiştirdikleri Ermeniler almıştı ki, bunların sayısı 1200’ün üzerindeydi. Bunların 82 tanesi baş rahip statüsündeydi. Ayrıca, 137 kilise ile bu kiliselere bağlı 14. 000 üye ve 50.000 yandaş bulunmaktaydı.[38] Ana eğitim merkezleri, İstanbul (Robert Koleji ve Amerikan Kız Koleji), Antep (Merkezi Türkiye Koleji), Merzifon (Anadolu Koleji), Harput (Harput Koleji), İzmir (Uluslar arası Kolej), Van (Van Koleji) ve Tarsus (St Paul’un Koİeji)’dur.[39] 1914’e kadar misyon okulları ve kolejlerin sayısı 426’yı bulmuştu. Bunun içerisinde 8 kolej, üç ilahiyat fakültesi, 46 orta derceli okul ve 371 ‘tane de diğer okullar vardır. Bu okullara kayıtlı (1914 itibarıyla) 1700 kolej öğrencisi, 4000 lise öğrencisi, ve ilkokullarda ise yaklaşık 19.500 kişiden oluşan kız ve erkek öğrenci kayıtlıdır. Bu okullardaki öğrencilerin tamamına yakınını Ermeni öğrenciler oluşturmuştur.[40] XIX. yüzyılda, Osmanlı Devleti içerisindeki Ermeniler, Amerikalı tüccarlar ve misyoneı’ler vasitasıyla peyderpey ABD’ye göç etmeye başlamışlar, daha sonra bu ülkede çöken imparatorluktan tıpkı 1829 yılında Yunanlıların yaptığı ve/veya 1878 yılında Bulgarların yaptığı gibi bağımsızlık ya da Bulgaristan örneğinde olduğu gibi muhtariyet istemleriyle Anadolu içerisindeki Ermenileri teşkilatlamaya hatta isyan eylemlerine yönlendirmeye başlamışlar ve Osmanlı Devletine yönelik karalama kampanyalarına girişmişlerdir.[41] İlk olarak 1894 yılında ABD Kongresine taşınan mesele, 3 Aralık 1894 tarihli bir kararla Türkiye’nin haksız yere suçlanmasına ve kınanmasına sebep olmuştur. Daha sonra Ocak 1896’da yine ABD Kongresinde her iki meclisin de gündemine getirilmiş ve Türkiye aleyhine bir karar kabul edilmiştir.[42]
III. A. 4. Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışında İngiltere’nin Rolü (1800 — 1890) 1840 yılından sonra Osmanlı İmparatorluğunda Protestan misyonerlerin faaliyetlerini genişlettikleri görülür. Görünüşte dini ve mezhebi bir amaca yönelik gibi görünen bu faaliyetlerin gerçek amacı farklıdır, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde Katoliklerin hamisi Fransa, Ortodoksların hamisi ise, Rusya olmuştur. Bu devletler 1840 tarihinden sonra çıkan
olaylardan faydalanarak kendi mezheplerinden olanları himaye etme amacıyla Osmanlı İmparatorluğundaki nüfuzlarını kuvvetlendirmeye başladılar. İngiltere de bu devletlerin nüfuzuna karşı mezhebi bir denge kurmak istemiştir. Bu gaye ile de Ermenilerin kurdukları Protestan cemaatinin resmen hükümet tarafından kabulü işinde İngiltere’nin Türkiye’deki elçisi Cunning vasıtasıyla tavassutta bulunmuştur. İngiltere, -Doğuda dinin oynadığı rolü geç de olsa kavrayarak¬Fransa gibi Osmanlı İmparatorluğu içerisinde siyasi ve idari nüfuzunu artırmak için dini bu dönemde bir araç olarak kullanmaya başlamıştır. Ayrıca İngiltere, bu faaliyetiyle Türkiye’de Fransa ve Rusya’nın faaliyetlerini kontrol etme imkanını da temin etmiş olacaktı. Bunu gerçekleştirmek için de, 1840 yılında Kudüs’te bir Protestan Kilisesi kurulmuştur. Bu tarihten itibaren İngiltere, Amerika ve Almanya’dan gelen Protestan misyonerler, İngiltere’den gördükleri yardımla diğer din ve mezheplerdeki halkı Protestan yapmak için çalışmaya başlamışlardır.[43] İstanbul’da İncil’in propagandasını yapmak gayesi ile Bible House (Incil Evi) adıyla American Board’ın bir şubesinin açılması ve Şark dilleri için de bir matbaanın tesisiyle Ermeni cemaati içerisinde yavaş yavaş yayılan ve gelişme eğilimi gösteren Protestanlık hareketini cesarettendirmek için İngiltere gayretini ve desteğini artırdı. Misyonerherin sürekli gelişi ve Bebek’te Amerikan misyoneri Dr. Hamlin Koleji’nin[44] tesisi sayesinde bir çok Ermeni öğrenci yetiştirildi. Aldıkları eğitimden yararlanarak İngilizce’yi öğrenen Ermeni öğrenciler Protestanlik için daha uygun hale gelmiş oluyorlardı.[45]Bu dönemde açılan bu gibi kolejierin en çok tesiri Ermeniler üzerinde hissedildi. Bu kolejlerde Ermeniler tarih ve edebiyatları hakkında bilgi sahibi oldukları gibi, milliyet prensiplerini de öğrendiler. Çok geçmeden Ermeniler arasında Protestanlığı kabul edenlerin sayısı arttı. Böylece İngiltere Osmanlı İmparatorluğu topraklarında himaye hakkı iddia edebileceği bir Protestan topluluğuna sahip olmuş oluyordu.[46]
III. A. 4. 1. İngiltere - Rusya İhtilafı Rusya ve ABD’ye karşılık Avrupalıların Ermenilerle ilgilenmeleri genelden özele doğru bir seyir gösterir. Buna bağlı olarak gelişen Ermeni meselesi de bu toplumun değil, Osmanlı topraklarında menfaatleri çatışan iki büyük devletin, İngiltere ve Rusya’nın davası olarak
politik bir hüviyetle ortaya çıkarılmıştır.[47] Ayastefanos Anlaşması ile Kafkasya’ya hakim olan Rusya, Doğu Anadolu ve Balkanlarda da etkili olmuştur. Bu durum geleneksel İngiliz politikasına ters düşmüştür. Çünkü Rus nüfüzunun bu şekilde yayılması sadece İngiltere’nin Hindistan’la olan bağlantısını tehditle kalmayacak, aynı zamanda Ortadoğu’daki gücünü de zayıflatabilecekti. Bu bakımdan İngiltere hemen konuyla ilgilenmeye başladı.[48] İngiltere, Rusya’nın sıcak denizlere inmesine engel olmak için uzun süreden beri bu devlete karşı Osmanlı Devleti’ni desteklemiştir. İngiltere bu desteğini sürdürürken de Osmanlı memleketlerinde Protestan misyonerierin faaliyetlerini yönlendirmiştir.[49]Ermeni milliyetçiliğinin uyanmasında bu faaliyetlerin rolü büyük olmuştur. Rusya’nın, Doğu Anadolu’da Kars, Ardahan gibi çok önemli stratejik noktaları ele geçirmesi, İngiltere’nin doğu ticareti bakımından hayati önem taşıyan yolların güvenliğini tehlikeye düşürmekteydi. Dahası, İngiltere, Rusya’nın Balkanlarda gerçekleştirdiği bölünmeyi, 16. madde ile Anadolu’da yapmasından da çekinmekteydi.[50]Ermeniler aslında 16. maddeyle önemli bir yol kat etmişlerdi. Bu maddeyle “Ermenistan” denilen bir memleketin varlığı ve idaresinin ıslahata muhtaç olduğu, Ermeni Milleti’nin Kürtler ve Çerkezler tarafından tehdit edildiği gibi hususlar, Babıali’ye resmen kabul ettirilmiş oluyordu. Rusya’ya karşı buralarda yapılması taahhüt edilen ıslahatlara hemen başlanacak ve bu ıslahatlar tamamlanıncaya kadar Rus işgali devam edecekti. Diğer bir ifadeyle Rusların Doğu Anadolu’yu boşaltmaları ıslahatların uygulanışına bağlı kalıyordu. Elbette ki Ruslar bu işgali sürdürebilmek,için, ıslahatların tamamlanmadığını ileri süreceklerdi. Zaten 16. maddeyi takip eden maddeler Rusların amacını ortaya koyuyordu. Anlaşmanın 19. maddesine göre Ruslar, savaş tazminatının bir kısmına karşılık olmak üzere, Kars, Ardahan, Batum şehirleriyle Bayezid ve Eleşkirt vadisine yerleşecekti. Böylece, bir taraftan bütün Ortadoğu’ya hakim, önemli bir köprü başını ele geçirirken diğer yandan da Ermeniler üzerinde nüfuzunu kuvvetlendirmiş oluyordu.[51]Ancak, İngiltere’nin bunu kabullenmesi imkansızdı. Nitekim Ayastefanos Anlaşması şartlarını üç gün sonra öğrenebilen İngiliz Elçisi Layard, ortaya çıkan bu durumu hükümetine bildirirken, Rusların Doğu Anadolu’da önemli stratejik noktaları ele geçirdiklerini, İngiliz ticareti için hayati önemde olan bu ticaret yollarının, Dicle ve Fırat vadisine inmeye çalışan Rusya gibi rakip bir devletin kontrolü ve dolayısıyla tehdidi altına girmiş olduğunu, Ermenilerle ilgili 16. maddenin Balkanlardaki bölünmeyi Anadolu’da da
gerçekleştirmek için atılmış ilk adım saymak gerektiğini yazıyordu.Diğer taraftan İngiliz kamuoyu, Ayastefanos Anlaşması’na büyük tepki göstermesinin yanında, Ermenilerle ilgili maddeler de miili hisleri tahrik etmişti. Savaş esnasında Osmanlı İmparatorluğunu Rusya karşısında kaderiyle baş başa bırakan İngiliz Hükümeti, kendi menfaati söz konusu olunca derhal harekete geçti. Daha Ayastefanos görüşmeleri sırasında donanmasını İstanbul önlerine kadar getirmiş olan İngiltere, yapılan son anlaşmanın 1856 Paris muahedesi hükümlerini ihlal anlamı taşıdığını ileri sürerek, acilen yeni bir konferansın toplanması gerektiğini ve anlaşma şartlarının burada yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini teklif etti.[52] Durum böyle olunca İngiltere, Balkanlarda ve Akdeniz’deki dengenin bozulduğunu ileri sürerek Ayastefanos Anlaşması yerine öteki Avrupa devletlerinin de katılmasıyla yeni bir anlaşma yapması isteğini Rusya’ya kabul ettirdi. Böylece yeni anlaşmanın Berlin’de yapılması kararlaştırıldı.[53]Osmanlı Devleti, Berlin’de İngiltere’nin kendisine destekte ve yardımda bulunacağını umuyordu. İngiltere Babıali’nin içinde bulunduğu kötü şartları çok iyi değerlendirmişti. Bunun için Berlin’deki konferansta tehdit yoluna başvurarak, Babıali’den Kıbrıs’ı geçici de olsa almayı başardı. Nitekim 4 Haziran 1878’de imzalanan ve 15 Temmuz 1878’de de II. Abdülhamit tarafından tasdik edilen anlaşmaya göre Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu’daki Ermeniler için İngiltere ile birlikte kararlaştıracağı bir ıslahat yapacaktı. İngiltere’de Doğu Anadolu’da bulunan Rus tehdidini önlemek için bu tehlike kalkıncaya kadar Kıbrıs adasına yerleşecekti. Böylece İngiltere Hindistan’a en kısa yolun güvenliğini sağlamış olmaktaydı.[54] Görüldüğü gibi Ermeni ıslahatı konusunda İngiltere, Ermenileri değil kendi menfaatlerini korumak için harekete geçmiş ve Kıbrıs Anlaşması’nı imzalayarak Kıbrıs’a yerleşmiştir. Gerçekten de Doğu Anadolu Bölgesi ve Trabzon — Erzurum — Doğu Bayezid güzergahı Karadeniz’i İran’a ulaştıran ticaret yolu- İngiltere için büyük ehemmiyet taşımaktaydı. 1840’lardan itibaren Manchester’e yerleşmiş olan Ermeni tüccarlar, Britanya adalarında imal edilen pamuklu kumaşları yukarıda belirtilen yol üzerinden İran ve Türkistan’a pazarlıyorlardı. 1870’li yıllardan itibaren İngiltere’de artmaya başlayan pamuklu mamul stokları İngiltere için büyük bir iktisadi kriz yaratma eğilimi göstermekteydi. Bu stoklar erimez ve yeni imalat için de pazar bulunmazsa bir çok fabrikanın kapanması, iflasların birbirini takip etmesi ve İngiltere’de büyük bir işsiz kitlenin ortaya çıkarak devletin başına bela olması kaçınılmazdı. Karadeniz — İran güzergahı stokların nakliyesi için tek yoldu. İngilizler, sevkiyatı hızlandırmak gayesi ile Doğu Anadolu’da Ermeni tüccarlarına sermaye ve
kredi yardımında bulunmuşlar, bunun çok faydasını görmüşlerdi. İşte bu yüzden İngiltere Ayastefanos Anlaşması’nın, bu yolu Rusların kontrolüne sokan 19. ve 20. maddelerine itiraz etmiş ve Berlin Konferansı’nda ki 6. Maddeyle bu yerlerin tekrar Osmanlı Devleti’ne geçmesini sağlamıştır.[55] Ayrıca yine Ayastefanos Anlaşması’nın Ermenileri ilgilendiren 16. maddesi az da olsa değiştirilerek Berlin Konferansı’nda 61. madde olarak yer aldı. Değiştirilen bu maddeyle Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu’da ıslahat yapacak, asayişi sağlayacak ve bu konularda aldığı tedbirlerin ara sıra ilgili devletlerde icrasına nezaret edeceklerdi.[56]
IV. 1878 - 1890 TÜRK - ERMENİ İLİŞKİLERİ Ermeniler, Berlin Konferansı ile siyasi açıdan büyük yararlar elde ettiler, ileride belirleyecekleri stratejilerinde dikkate alacakları bazı dersLer aldılar. Her şeyden önce, 61. madde ile “Ermeni Meselesi” milletlerarası siyasi sitemin gündemine giriyordu. İkinci önemli nokta ise, bu dönem de Ermeniler emellerine İngiltere’nin desteği olmaksızın ulaşamayacaklarını anladılar.[57] Aslında İngiltere’nin Ermeni Meselesi’ni benimsemesinde önemli maddi çıkarları bulunuyordu. Burada İngiltere inisiyatifi eline alarak, Doğu Anadolu’nun Rusya tarafından “Balkanlaştırılmasına” ve bu anatominin Ortadoğu’daki nüfusuna sekte vurmasına engel olabilirdi. Başka bir deyişle Londra, Babıali’nin tek başına Rus tasavvurlarına karşı duramayacağını, fakat kendi himayesindeki bir Ermeni devletçiğinin, Petsburg’un saldırganlığına karşı daha sağlam bir set oluşturabileceğini düşünmeye başlamıştı. Ancak, Londra’ya göre, Rusya’nın Ermeni Meselesi’nden tamamıyla soyutlanması da doğru değildi. Yakın Doğu’da kayaya çarptığını fark eden Rus sömürgeciliği, gözlerini Uzak Doğu’da yayılma imkanları aramaya çevirirse, o zaman İngiltere’nin Çin üzerindeki nüfuz tekeli tehlikeye düşebilirdi. İşte bu yüzden Ermeni ıslahatı bahanesiyle Rusya’yı Osmanlı ülkesiyle meşgul etmek ve dikkatini Doğu Anadolu’da tutmak bu dönemde (1890’lı yıllarda) arzulanan bir İngiliz siyaseti olmuştu. Nasıl olsa ıslahat konusunun tartışılacağı uluslararası
platformiarda diplomasi uzmanı bir İngiltere için Rusya’yı dizginlemek çok zor olmayacaktı. Yeter ki Babıali yalnız başına Rusya ile karşı karşıya bırakılmasın.[58] Ancak, Rusya, İngiltere’nin bu tuzağını fark etmekte gecikmedi. Petersburg’un amacı başarılı bir savaşın meyvelerini toplayarak, Doğu Anadolu’nun ilhakını bir oldu bittiye getirmekti. Yetkili bir ağızdan Rusya, “Ermenisiz bir Ermenistan” istiyordu. Fakat, Berlin bunun gerçekleşemeyeceğini de hatırlatmıştı. Aynı zamanda “Ermeni Islahatı” Rusya için tehlikeli gelişmeleri de beraberinde getirebilirdi. Şöyle ki, Ermenilere verilecek bir muhtariyet, Rusya’nın kendi uyruğundaki Ermenilere de benzeri emeller beslemeleri için ilham verebilirdi. Hatta Kafkas Ermenileri Anadolu Ermenileriyle işbirliği imkanı arayabilirlerdi. Ayrıca Rusya, Balkanlarda büyük ümitlerle yarattığı Bulgaristan meydana çıkınca, İngiliz oyunuyla, nasıl ilk kez kendisine cephe aldığını ve kendisinin yayılmasını frenleyecek bir tampon oluşturduğunu biliyordu. Rusya geri adım attığında “Ermeni Meselesi” İngiltere’nin kucağına düşecekti. Dönemin Padişahı II. Abdülhamit, ıslahat konusunda söz vermiş, ancak bu tasarıları uygulamakta direnmişti. Ne var ki, 1894 yılında İngiltere’nin Van Konsolosunun yerinde incelemeler yapmak maksadıyla, Ermenilerin yoğun olarak bulunduğu yörelerde yaptığı geziyi fırsat bilen Ermeni komitecilerinin Bitlis’te çıkardıkları ayaklanmayla, ıshahat görüşmeleri, Londra’nın teşebbüsüyle, yine uluslar arası siyasi platformlara girmiştir.[59]Bu sıralarda Avrupa’nın muhtelif şehirlerinde Ermeniler lehine gösteriler yapılmıştır. Bu dönemde, Ermenilerin yabancı ülkelerdeki yayın gücü, hiçbir azınlık grubunun sahip olamadığı bir düzeydeydi. İngiliz gazetelerinin Türkiye muhabirleri, gazetelerine sözde Ermeni davasını öven yazılarını göndermek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar; yazılarında meydana gelmiş küçük bir olayı kasten büyütüyorlardı.[60] Çok geçmeden İngiltere, Babıali’yi Berlin Anlaşması’nın yükümlülüklerini yerine getirmeye davet etmiştir. Bununla da yetinmeyerek, hazırlamış oldukları ıslahat tekliflerini önce Avrupa ahengi’ne tasvip, daha sonra da Babıali’ye dikte ettirmeye çalışmışlardır. Padişah ıslahatları uygulama hususunda ayak diretince, İngiltere, işi Osmanlı’ya müeyyide uygulanacağı yolunda tehditlere başlamıştır. İngiltere’nin burada ki niyeti, Doğu Anadolu’da şeklen bir Avrupa ahengi oluşturmak gibi görünse de, gerçekte fiilen kendi himayesinde bir Ermeni topluluğu ortaya çıkarmak istiyordu. Ancak İngiltere’nin bu isteği büyük güçlerce destek görmedi.[61]Yalnız başına kalan İngiltere, son çare olarak donanmasını Çanakkale Boğazı’na kadar getirdiği halde gerek Büyük Güçler arasındaki görüş ayrılığı gerekse II. Abdülhamit’in kararlı tutumu karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştı (1895).[62]
1895 yılında ilk raundu kaybeden İngiltere bundan sonraki politikalarında daha temkinli hareket edecektir. 1895 sonrasında giderek güçlenen Almanya korkusu Rusya ile İngiltere’yi birbirlerine yaklaştıran en önemli etken olmuştur. Zaten uzun süredir İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun taksimine hazırdı. Hatta bu düşüncesini bir çok defa çeşitli vesilelerle Rusya’ya iletmişti. Uzakdoğu’daki ihtilaflarını ise uzlaşmacı yollardan çözümlemeyi tercih eden bu iki devlet, bu yakınlaşmalarını 1907’de bir anlaşma ile noktalamışlardır. Artık bundan böyle Ermeni ıshahatları konusunda Osmanlı Devleti’ne yapılan müdahalelerde iki devlet birlikte hareket etmişlerdir.[63] Rusya ile İngiltere arasındaki bu rekabet, Ermeni konusunu devletler arası bir hüviyete sokmuştur. İşte bu durumdan cesaret alan Ermeniler de harekete geçerek yurt içinde ve dışında ihtilalci Ermeni partileri ve dernekleri kurmaya başlamışlardır.
V.1890 - 1896 TÜRK - ERMENİ İLİŞKİLERİ
V. A. Ermeni Terör Olayları ve Ermeni İsyanları (1890 — 1896) Ermeniler, Türk toprakları içerisinde bir Ermenistan Devleti kurma amacıyla oluşturdukları terör örgütleri vasıtasıyla bir çok isyan çıkartmışlardır. Bu isyanlar ve terör olaylarının önemli olanları şunlardır: Anavatan Müdafileri Olayı (8 Aralık 1882), Armenakan Çeteleriyle Çatışma (Mayıs 1889), Musa Bey Olayı (Ağustos 1889), Erzurum İsyanı (20 Haziran 1890), Kumkapı Nümayişi (15 Temmuz 1890), Merzifon, Kayseri, Yozgat Olayları (1892— 1893),
Birinci Sasun İsyanı (Ağustos 1894), Zeytun (Süleymanlı) İsyanı (1 —6 Eylül 1895), Divriği (Sivas) İsyanı (29 Eylül 1895), Babıali Olayı (30 Eylül 1895), Trabzon İsyanı (2 Ekim 1895), Eğin (Mamuratü’h—Aziz) İsyanı (6 Ekim 1895), Develi (Kayseri) İsyanı (7 Ekim 1895), Akhisar (İzmit) İsyanı (9 Ekim 1895), Erzincan (Erzurum) İsyanı (21 Ekim 1895), Gümüşhane (Trabzon) İsyanı (25 Ekim 1895), Bitlis İsyanı (25 Ekim 1895), Bayburt (Erzurum) İsyanı (26 Ekim 1895), Maraş (Halep) İsyanı (27 Ekim 1895), Urfa (Halep) İsyanı (29 Ekim 1895), Erzurum İsyanı (30 Ekim 1895), Diyarbakır İsyanı (2 Kasım 1895), Siverek (Diyarbakır) İsyanı (2 Kasım 1895), Malatya (Mamuratü’l- Aziz) İsyanı (4 Kasım 1895), Harput (Mamuratü’l- Aziz) İsyanı (7 Kasım 1895), Arapkir (Mamuratü’l- Aziz) İsyanı (9 Kasım 1895), Sivas İsyanı (15 Kasım 1895), Merzifon (Sivas) İsyanı (15 Kasım 1895), Ayıntab (Halep) İsyanı (16 Kasım 1895), Maraş (Halep) İsyanı (18 Kasım 1895), Muş (Bitlis) İsyanı (22 Kasım 1895), Kayseri (Ankara) İsyanı (3 Aralık 1895), Yozgat (Ankara) İsyanı (3 Aralık 1895), Zeytun İsyanı (1895 — 1896), Birinci Van İsyanı (2 Haziran 1896), Osmanlı Bankası Baskını (14 Temmuz 1896), İkinci Sasun İsyanı (Temmuz 1897), Sultan Abdülhamid’e Suikast (Yıldız Sulkastı) (21 Temmuz 1905), Adana İsyanı (14 Nisan 1909).[64]
Görüldüğü gibi sadece 1897 yılına kadar kırka yakın[65] Ermeni İsyan ve tedhiş olayı tespit edilmiştir. Tarihlerinden de anlaşıldığı üzere bütün isyanlar, Ermeni komitelerinin faaliyete geçmesinden sonra süratle artmıştır. Daha sonra kurulacak olan Ermenistan Cumhuriyeti Başbakanı Hovhannes Katchaznuni’de “...komiteler, çetelerin teşekkülünü sağlamıştır ve Türkiye ‘ye karşı giriştikleri harekata aktif bir şekilde katılmışlardır... Gerçeği muhakeme gücünü yitirmiş ve hayallerimize kendimizi kaptırmıştık...” şeklinde itiraf ettiği gibi bu komiteler iyilikle veya zor kullanarak Ermenileri isyana sürüklemiştir.
VI.1896 - 1914 TÜRK - ERMENİ İLİŞKİLERİ Yukarıda verilen Ermeni isyan ve tedhiş hareketleri Ermıeni komitelerince “Ermenilerin Türklerce katledilmesi” olarak tanıtılmış ve Batı ülkelerine, Hıristiyan kamuoyuna bu şekilde yansıtılarak büyük gürültü kopartılmıştır. Bu amaçla hemen hiçbir yanlış bilgilendirmeden kaçınılmadan, olaylar tahrif edilerek, dünya kamuoyuna sunulmuştur. Anadolu’nun birçok yerinde çalışmalar yapan Hıristiyan misyonerler, İstanbul’daki büyükelçilikler ve Anadolu’daki konsolosluklar bu propagandanın Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır. Bütün bunlara Batı basınının aynı paraleldeki yayınları da eklenince, Hıristiyan kamuoyu, Ermenilerin gerçeklerle ilgisi olmayan mesajlarını benimsemeye başlamıştır. Aslında, kendi devletlerinin politikaları da bu mesajların benimsenmesini gerektirmekteydi. Ustelik Batı’ya göre bu olay “Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında cereyan eden bir çatışmaydı ve vahşi Müslümanlar masum Hıristiyanları katletmekteydi”. 0 halde yapılacak tek bir iş vardı, o da Müslümanlara karşı Hıristiyan Ermenileri desteklemek ve himaye etmekti. Bu dönem de gerçekten de böyle yapılmıştır.[66] Ancak, meselenin aslının hiç de böyle olmadığı ve Ermeni komitelerinin bu propagandasının altında büyük devletleri Osmanlılar'a karşı silahlı müdahaleye zorlamak amacının yattığı belgelerle sabittir. Ermeni isyanlarının nedeni ne sefalet ne ıslahat ne de baskıya tabi tutuldukları iddiasıdır.
İsyanların nedeni, Batılılar ile Rusya’nın Ermeni komiteleri ve kilisesi ile işbirliği halinde Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak istemeleridir. Osmanlı Devleti ise bu isyanlar karşısında, her devletin yapacağını yapmış ve isyan eden asilerin üzerine kuvvet göndermiştir. Ancak, yukarıda da izah edildiği gibi, her isyanın bastırılması yeni bir “katliam” olarak sunulmuştur. Ermenilerin gerçekleştirdiği tedhiş hareketleri nedeniyle yakalanan komiteciler yine büyük devletlerin yardımıyla serbest bırakılmışlardır. Zeytun isyanının, Osmanlı Bankası işgalinin Padişah II. Abdülhamit’e yapılan suikast girişiminin elebaşıları dönemin büyük devletlerinin müdahaleleri sonucunda Osmanlı toprakları dışına çıkmışlar / çıkartılmışlardır. Bu komiteciler daha sonra yeni cinayetler işlemek üzere tekrar Osmanlı topraklarına geri dönmüşlerdir.
VI. A. Ermenilerin Anadolu’daki Nüfusu 1917 tarihli İngiliz Salnamesine göre Anadolu’da 1.056.000 Ermeni bulunmaktadır.[67]Anadolu’daki Ermeni nüfusu hakkında diğer yabancı kaynaklara bakıldığında da “1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü” söylemi tamamen tutarsızlık göstermektedir. Değişik kaynaklara göre Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni nüfusu şöyledir: “Patrikhane
1.780.000— 3.000.000
Jacques Morgan
2.380.000
Pastırmacıyan
2.100.000
Hovanisyan
1.500.000—2.000.000
Vahan Vardapet
1.263.000
Constenson
1.400.000
Walker
1.500.000—2.000.000
Ravenstein
760.000 (Asya Türkiyesi)
Clair Price
1.500.000
A.Powell
1.500.000
Lynch
1.058.484
Zelenof
921.000
Cuinet
838.125
Encylopedica Britannica
1.500.000
Osmanlı Kaynakları
1.160.000— 1.300.000”[68]
Yukarıda verilen rakamların içerisinde Patrikhanenin Berlin Konferansı’nda ileri sürdüğü 3.000.000 rakamı, bir daha Patrikhane tarafından tekrar edilmemiştir. Patrikhanenin bundan sonra verdiği rakam 1.780.000 dir. Bu rakama inmiş olsa dahi Patriğin bağımsız Ermenistan kurulacağı düşünceleriyle özellikle 6 vilayette verdiği rakamlar abartmalıdır.[69]Patrik Nerses’in İngiliz sefirine gönderdiği 24 Haziran 1880 tarihli mektubunda nüfus sayımı yapılırken Müslüman evlerinin en çok 3-8 kişiden oluşan bir aile olarak hesaplanması gerektiğini Ermenilere ait olan her bir evin ise yaklaşık 60 kişi olarak hesaplanması gereğini yazmıştır.[70].Tournebize, 1900 yılında Türkiye’nin bütünündeki Ermeni nüfusunu 1.300.000 olarak vermiştir. 1913 yIlında Paris’te yayınlanan “Les Reformes en Turquie d’ Asie” adlı eserde L. De Contension, dönemin en yeni istatistikierine göre Anadolu’da 1.150.000,Rumeli’de 250.000 Ermeni’nin bulunduğunu belirtmiştir.[71]L. de Contenson, bütün dünyada ki Ermeni nüfusunu da 3.100.000 olarak vermiştir.[72]Kafkasya bölgesinde
dahi 959.371 ‘lik rakamla bölge nüfusunun sadece %20’sini oluşturmaktadır. L. de Contenson’un 1913 yılında verdiği 3.100.000 rakamı ile Hadisyan’ın 1930 yılında Atina’da yazdığı “Ermeni Cumhuriyetinin Doğuşu, Gelişmesi” adlı eserinde o gün için bütün dünya üzerindeki Ermeni nüfusunu toplam 3.004.000 olarak göstermesi,[73] Ermenilere ait olan “1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü” iddiasını tamamen tutarsız bir hale getirmektedir. 1896 yılı Osmanlı nüfus istatistikleri yukarıda da belirtildiği üzere 1.160.000 civarıdır. Osmanlı’nın bu nüfus sayımını yaparken bugünkü şartlarda olduğu gibi ev ev dolaşılarak yapmadığına göre vergi kaçırmak gayesiyle sayım dışında kalan Ermenilerin de 150.000 civarında olduğu düşünülürse Osmanlı Devleti’nin rakamları ortalama olarak 1896 yılında 1.300.000 gibi bir rakama ulaşmaktadır.[74]Clair Price imzalı olarak 1923 yılında New York’ta yayınlanan "The Rebirth of Turkey” adlı kitapta Ermeni nüfusu, 1,5 milyon’u Osmanlı Devleti’nde, yaklaşık, 1 milyon’u Rusya’da, 150 bin kadarı İran, 250 bin kadarı Mısır, Avrupa ve ABD’de gösterilmiştir.[75] Yine hem Osmanlı hem de batılı kaynaklarla konuya yaklaşan Stanford J. Shaw ise, 1890 yılında Osmanlı Devleti bünyesinde 12.585.950 Müslüman’a karşılık 1.139.053 Ermeni; 1 897’de 14.111.945 Müslüman’a karşılık 1.162.853 Ermeni; 1906’da 15.518.478 Müslüman’a karşılık 1.140.563 Ermeni 1914 yılında ise 15.044.846 Müslüman’a karşılık 1.229.007 Ermeni nüfusu olduğunu yazmıştır.[76] 1914 Resmi İstatisliği[77] Vilayetler
Müslümanlar Rumlar
Ermeniler
Edirne
360.411
227.680
19.773
Adana
341.903
8.974
52.650
Antalya (Sancak)
235 .762
12.385
630
Ankara
877.285
20.240
51.556
Halep
576.320
21.954
20.142
Aydın
1.249.067
299.097
20.237
Bitlis
309.999
-
117.492
Bolu
399.281
5.151
2.970
Bursa
474.114
74.927
60.119
Kayseri
184.292
20.590
50.174
İstanbul
560.434
205.752
82.880
Çanakkale (Sancak)
149.903
8.550
2.474
Diyarbakır (Sancak)
492.101
1.935
65.850
Canik
265.950
98.739
27.3 19
Erzurum
673.297
4.864
134.377
Eskişehir (Sancak)
140.678
2.613
8.592
İzmit (Sancak)
226.859
40.048
55.852
Içel (Sancak)
102.034
2.507
341
Karahisar (Sancak)
277.659
632
7.439
Karasi (Sancak)
359.804
97.497
8.653
Kastamonu
737.302
20.058
8.959
Harput
446.379
971
79.971
Kütahya (Sancak)
303.348
8.755
4.548
Maraş (Sancak)
152.645
34
32.322
Menteşe (Sancak)
188.916
19.923
12
Niğde (Sancak)
227.100
58.312
4.936
Urfa (Sancak)
149.384
2
16.718
Sivas
939.735
75.324
147.099
Trabzon
921.128
161.574
68.899
Çatalca (Sancak)
20.048
36.791
842
Van
179.380
1
67.792
Zor (Sancak)
65 .770
45
232
Toplam Nüfus
13.339.000
1.561.075
1.234.671
Genel Nüfus
16.134.746
Yukarıdaki istatistiğe göre, 1914 yılında Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermenilerin nüfusunun 1.234.671 olduğu görülmektedir. Birçok batılı ve Ermeni yazar da buna yakın rakamlar vermiştir.
VII.1914-1923 TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
VII.A. 27 Mayıs 1915 Tarihli Sevk ve İskan Kararı Öncesi Genel Durum Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Osmanlı Devleti’nin Kasım 1914’te itilaf Devletlerine karşı Almanya’nın yanında savaşa girmesi Ermeniler tarafından büyük bir fIrsat olarak görülmüştür. Louse Nalbandian’ın belirttiği gibi, “Ermeni komiteleri için ivedi hedeflerini gerçekleştirecek topyekün ayaklanmayı başlatmanın en uygun zamanı Osmanlıların savaş halinde olduğu zamandı.” Komitelerin Birinci Dünya Savaşında faaliyete geçmesinden kuşkulanan Osmanlı Hükümeti, savaş öncesinde, 1914 Ağustos’unda Erzurum’da Taşnak yöneticileriyle bir toplantı yapmış ve bu toplantıda Taşnaklar, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi halinde sadık vatandaşlar olarak Osmanlı orduları safında görevlerini yerine getirecekleri vaadinde bulunmuşlardır. Bu vaatlerini yerine getirmemişlerdir, çünkü bu toplantıdan önce Haziran ayı içerisinde yine Erzurum’da düzenlenen Taşnak Kongresinde Osmanlı Devleti’ne karşı mücadelenin sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.[78] Rusya Ermenileri de Rus ordusuyla birlikte Osmanlı Devleti’ne saldırma hazırlıklarına başlamışlar, Eçmiazin Katogikosu ile Kafkas Genel Valisi Vranzof — Daşkof arasında “Rusya ‘nın Osmanlı Devleti ‘ne Ermeniler için yapılacak ıslahatı uygulattırması karşılığında, Rusya Ermenilerinin kayıtsız şartsız Rusya ‘yı desteklemeleri” yolunda anlaşmaya varılmış, Katogikos, daha sonra Tiflis’te Çar tarafından kabul edilmiş ve Çar’a “Anadolu’daki Ermenilerin kurtuluşunun ancak Türk egemenliğinden ayrılarak özerk bir Ermenistan teşkil etmeleri ve bu Ermenistan ‘ın Rusya ‘nın himayesiyle mümkün olabileceğini” bildirmiştir. Rusya’nın niyeti, Ermenileri kullanarak Doğu Anadolu’yu ilhak etmektir. Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi üzerine Taşnak Komitesi, yayın organı Horizon şu bildiriyi yayınlamıştır:[79] “Ermeniler, en küçük bir tereddüt göstermeden İtilaf Devletlerinin yanında yer almışlar, bütün güçlerini Rusya ‘nın emrine vermişler, ayrıca gönüllü alayları teşkil etmişlerdir.” Taşnak Komitesi örgütüne de şu talimatı vermiştir:[80] “Ruslar, sınırı geçtiklerinde ve Osmanlı orduları geri çekilmeye başladıklarında her yerde isyanlar çıkarılmalı, Osmanlı orduları bu suretle iki ateş arasına alınmalıdır. Osmanlı ordularının ilerlemesi halinde ise Ermeni askerler silahlarıyla birlikte kıtalarını terkedecek ve çeteler teşkil edip Ruslarla birleşeceklerdir.”
Hınçak Komitesi’de örgütüne gönderdiği talimatta, “Komitenin bütün gücüyle mücadeleye katılarak İtilaf Devletleri ‘nin ve özellikle Rusya ‘nın müttefiki sıfatıyla Ermenistan, Kilikya, Kafkasya ve Azerbaycan ‘da zaferi temin için her türlü vasıta ile İtilaf Devletleri ‘ne yardım edeceğini” bildirmiştir.[81] Osmanlı Meclisi’nde Van mebusluğu yapan Papazyan ise bir bildiri yayınlayarak, “Kafkasya ‘da gönüllü Ermeni alaylarının hazır bulundurulmasını, bunların Rus Ordularının öncüleri olarak Ermenilerin yaşadıkları bölgelerdeki kilit noktaları ele geçirmelerini ve Anadolu topraklarında ilerleyecek Ermeni alayları ile hemen birleşmesini” istemiştir.[82] Bütün emirler yerine getirilmiş, Rus kuvvetlerinin, Osmanlı ve Rus Ermenilerinden kurulmuş olan gönüllü alayları öncülüğünde, Doğudan Osmanlı topraklarına girmesiyle birlikte Osmanlı ordusunda bulunan Ermeniler, silahlarıyla birlikte firar ederek Rus kuvvetlerine katılmışlardır. Rus ordusuna henüz ulaşamayan bir kısım Ermeniler ise çeteler kurarak isyan etmişlerdir. Yıllarca gerek Ermeni okul ve kiliselerinde gerekse misyoner okul ve kiliselerinde saklanan silahlar ortaya çıkarılmış, askerlik şubeleri basılarak yeni silahlar sağlanmıştır. Silahlanan Ermeni çeteleri, komitelerin “kurtulmak istiyorsan, önce komşunu öldür” talimatı üzerine, erkekler cephelerde olduğu için savunmasız kalan Türk şehir, kasaba ve köylerine saldırarak katliama girişmişlerdir. Osmanlı kuvvetlerini arkadan vuran Ermeniler, Osmanlı birliklerinin harekatını engellemişler, ikmal yollarını kesmişler, yaralı taşıyan konvoyları pusuya düşürmüşler, köprü ve yolları imha etmişler, bulundukları şehirlerde ayaklanarak Rus işgalini kolaylaştırmışlardır.[83]Rus kuvvetleri saflarında bulunan Ermeni gönüllü alaylarının yaptığı zulüm o kadar ağır olmuştur ki, Rus komutanlığı bazı Ermeni birliklerini cepheden uzaklaştırarak geri hatlara sevk etmek zorunluluğu hissetmiştir. 0 dönemde Rus ordusunda görev yapan bazı subayların yazmış oldukları hatıratlar, bu zulme bütün açıklığıyla tanıklık etmektedir.[84] Seferberliğin ilanıyla beraber gerek Osmanlı toprakları içerisinde gerekse dışarıda bulunan Ermeniler, hemen harekete geçmişler ve çeteler halinde Kafkaslar’da ve Anadolu’nun birçok yerinde yüz binlerce Müslüman’ı —yaşlıları, çocukları, kadınları, cepheden dönen yaralılarısistemli bir şekilde katletmeye başlamışlardır. Bu faaliyetlere katılmayan Ermenileri ve Türk olmayan diğer unsurları da öldürmekten çekinmemişlerdir. Böylece Zeytun (Süleymanlı — Maraş)’da, Bitlis’te, Kayseri’de, Trabzon’da, Ankara’da, Sivas’ta, Adana’da, Urfa’da, İzmit
— Adapazarı’nda, Hüdavendigar (Bursa)’da, Musa Dağı’nda ve daha birçok yerde büyük katliam hareketlerine girişmişlerdir.[85]
VII.B. 27 Mayıs 1915 Sevk ve İskan Kararı’nın Çıkışına Sebep Olan Olaylar Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın müttefiki olarak girmiş ve 3 Ağustos 1914’te seferberlik ilan etmesi öncesi / sırası / sonrasında Anadolu’nun hemen bütün bölgelerinde Ermeni komiteleri tarafından organize edilen isyan ve tedhiş faaliyetleri gerçekleşmiştir. Bu dönemde (1914-1915) Ermeniler tarafından gerçekleştirilen isyan ve tedhiş hareketleri şunlardır: - 1914 yılı Ocak ayında Hınçak ve Taşnak örgütlerince organize edilen Kayseri Ermeni isyanlarıdır. İsyanlar sırasında çeşitli şekillerde halka ve askerlere yönelik Ermeniler tarafından terör faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Bu olaylar sırasında bomba imalat haneleri tespit edilmiştir. Hükümet tarafından yapılan aramalarda, Ermeni evlerinde, mezarlıklarında, cemiyetlerinde, kiliselerinde, okullarında birçok silah, cephane, dinamit, talimat, beyanname ele geçirilmiş ve birçok Ermeni suçüstü yakalanmıştır.[86] -Hemen her kritik dönemde isyanların görüldüğü Zeytun’un Ermeni ahalisi, seferberlik ilan edilir edilmez ayaklanmıştır. Komiteler, Rusya ve Fransa tarafından her defasında desteklenen ve III. Napolyon tarafından “Republique de Zeitoun” (Zeytun Cumhuriyeti) olarak ilan edilen bölge Ermenileri, daha önceden bütün hazırlıklarını tamamlamış olduklarından, 3 Ağustos 1914’te seferberliğin ilanıyla, subay ve erlerini Zeytunlu Ermenilerin teşkil edeceği bir “Ermeni Alayı” kurmak üzere yetkililere müracaat etmişler ve bu istekleri reddedilince, isyan ederek çevrede katliam yapmaya başlamışlardır.[87] - 1914 yılı başlarından itibaren Ermenilerin organize bir şekilde isyan hazırlıklarına giriştikleri yerlerden biri si de Van vilayetidir. Van vilayeti Ermenilerin Anadolu’daki faaliyetlerinin en açık şekilde görüldüğü yerdir. Buradaki komitelerin çalışmaları Türkiye’ye yönelik Ermeni faaliyetlerini bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Zira, diğer vilayetlerde
gizli kalan Ermeni tertipleri,burada aleni bir şekilde ortaya çıkmıştır.[88]Özellikle son otuzbeş-kırk yıldır sık aralıklarla Ermeniler tarafından dünya kamuoyuna taşınan iddiaları, Van’da gerçekleşen Ermeni olayları çürütür niteliktedir. Van isyanı, (15 Nisan 1915) niteliği itibariyle Osmanlı Hükümeti tarafından 27 Mayıs 1915 tarihli “Sevk ve iskan” kararının en önemli sebeplerinden birisini teşkil etmiştir. isyan, “Sevk ve iskan” kararından yaklaşık bir buçuk ay kadar önce 15 Nisan 1915 tarilıinde çıkmış, büyümüş,hatta Türkler zor durumda kalmıştır. Van Valisi Cevdet Bey, Rusların Başkale istikametinde Van’a doğru ilerlediğini ve takriben 15 Mayıs’ta Van’a gireceklerini tahmin ederek 14 Mayıs’tan itibaren Van’dan Bitlis istikametine doğru geri çekilmem emrini vermiştir. 15 Mayıs’ta Rus ordusu içerisindeki Ermeniler ve Van vilayetindeki yaklaşık 35-40 bin civarındaki Ermeni buluşmuş, şehirde kalan 20 binin üzerinde Türk katledilmiş[89] ve yeni Van valiliğine Aram Manukyan seçilerek kasabalara yeni Ermeni kaymakamlar dahi gönderilmeye başlanmıştır. Oysa “Sevk ve İskan Kararı” bu tarihten sonra 27 Mayıs 1915 tarihinde savaş içerisinde olan Osmanlı Devleti tarafından bu ve bunun gibi faktörlerin doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştır. -Bitlis, Muş, Diyarbakır ve Elazığ’daki Ermeni İsyan ve terör faaliyetleri 27 Mayıs 1915 Sevk ve İskan kararının çıkmasına sebep olan olaylardandır. Bitlis’te Rusların doğudan Türk topraklarına doğru ilerhemesine paralel olarak 1915 Ocak ayından itibaren yöre halkına yönelik katliam hareketlerine girişmişlerdir.[90]27 Mayıs 1915 öncesi sadece Muş ve çevresinde başlangıçta 7 bin Ermeni silahlandırılmış ve bunlar gruplar halinde köylere dağıtılmıştır. Bunlara asker kaçağı Ermeniler de dahil olmuş, özellikle Sasun’da askerlik çağındaki gençler doğrudan bu çete grupları içerisine girmişlerdir. Bölgeye Osmanlı ordusu için asker almaya giden Osmanlı memurları öldürülmüştür. Aynı şekilde, Diyarbakır’da “Dam Taburu” adıyla 500 Ermeni silahlarıyla birlikte ele geçirilmiştir. Yine Diyarbakır’da 12 — 14 Nisan tarihinde yapılan aramalarda vilayet merkezinde 60’ın üzerinde bomba, kutular içerisinde bir çok dinamit kapsülü, bol miktarda dinamit fitili,dinamit barutu, yüzlerce mavzer, manliher ve şinayder ele geçirilmiştir.891]Elazığ’da başta papazlar olmak üzere birçok Ermeni ileri geleni Hükümet yetkililerine “Ermenilerin üzerinde ve evlerinde hiçbir silah bulundurmadıklarına” dair kesin talimat vermişlerse de yapılan aramalarda sadece vilayet merkezinde 5 binden fazla silah, 300 civarında bomba, 40 kg bomba fitili,200 paket dinamit ve 5 bin adet dinamit misketi bulunmuştur. Bu silah ve patlayıcılar bütün şehri havaya uçurmaya yetecek miktardadır. Rusların sınırı geçip ilerlemeye başlamasıyla birlikte Elazığ Ermenileri vilayet, kasaba ve köylerde Türk halkına yönelik toplu katliam hareketlerine girişmişlerdir.[92]
-27 Mayıs 1915 öncesi Erzurum’da, Sivas’ta, Trabzon’da, Ankara’da, Adana’da, Urfa’da, İzmit ve Adapazarı’nda, Hüdavendigar (Bursa)’da, Musa Dağı’nda, İzmir, İstanbul, Maraş, Antep, Halep ve daha bir çok yerde Ermeni isyan ve terör olayları gerçekleştirilmiştir. Bütün bu gelişmelerden sonra zaten savaş gibi olağanüstü bir durumun içerisinde olan ve aynı anda birkaç cephede birden mücadele veren Osmanlı Devleti kendi topraklarının içerisinde kendisini güvence altına almak için zorunlu olarak devlete ihanet edenlere yönelik olarak Sevk ve İskan kararını çıkartmıştır.
VII. C. 27 Mayıs 1915 Sevk ve İskan Kararının Çıkartılması ve Uygulanması Ermenilerin binlerce Türk’ün canına mal olan isyan ve katliamları karşısında dahi, Osmanlı Hükümeti’nin ortaya koyduğu sakin ve sağduyulu tavır, belgeleriyle sabittir. Ancak, terör hareketleri bir türlü durmak bilmeyince hükümet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşim merkezlerine götürmek zorunda kalmıştır. Kafkas, İran ve Sina cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır.Yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Osmanlı ordusunda subay ve sıhhıye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi tutulmamışlardır. Öte yandan, hasta,özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar da sevke tabi tutulmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devletçe, Göçmen ödeneği’nden karşılanmıştır. Bu tablo, Osmanlı Devleti’nin yer değiştirme konusundaki iyi niyetini göstermesi açısından oldukça önemlidir.[93] 27 Mayıs 1915 tarihli yer değiştirme kanunu ve bu kanuna dayalı olarak çıkarılan emirler çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vilayetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul’un güney kısmı, Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise
Suriye’nin doğu kısmı ile Halep’in doğu ve güneydoğusuna nakledilmişlerdir. Bu arada, Ermenilerin sıkça dile getirdiği gibi yer değiştirme sırasında 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Gerek Osmanlı ve Ermeni gerekse yabancılara ait istatistikler, Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusunun en fazla 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Ne kadar Ermeni’nin yer değiştirme uygulaması çerçevesinde bulundukları yerden çıkarIldığı ve ne kadarının sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı da belgeleriyle ortadadır. Osmanlı Devleti’nin son nüfus istatistiği 1914 yılında yapılmıştır. Buna göre Ermeni nüfusu 1.234.671 ‘dir. Yer değiştirmeye tabi tutulmayan nüfus; 82.880’i İstanbul, 60.119’u Bursa ‘da, 4.548’i Kütahya Sancağı ve 20.237’si Aydın vilayetinde olmak üzere toplam 167.778’dir. Ermenilerin yer değiştirme uygulaması büyük bir disiplin içinde yapılmıştır. 9 Haziran 1915’ten 8 Şubat 1916 tarihleri arasında Adana, Ankara, Dörtyol, Eskişehir, Halep, İzmit, Karahisarı sahib, Kayseri, Mamuretülaziz, Sivas, Trabzon, Yozgat, Kütahya ve Birecik’ten toplam 391.040 kişi yerleştirilecekleri yeni bölgelerine sevk edilmiş, bunlardan 356.084’ü yerleşim bölgelerine ulaşmıştır. Geriye kalan 35.000 civarındaki rakama Halep’teki Ermeni nüfus dahil edilmemiştir. Yer değiştirme uygulamasına tabi tutulan nüfus içerisinde yer alan Halep’teki 26.064 Ermeni nüfusu, 35.000’den çıkarıldığında geriye 9-10 bin kişi kalmaktadır. Bunlar da, Türkler tarafından öldürülmemiş, 500’ü Erzurum-Erzincan arasında eşkiya grupları tarafından; 2000 civarında kişi, Urfa’dan Halep’e giden yol üzerinde Meskene’de Urban eşkiyaları tarafindan; 2000 kişi Mardin’de eşkiya tarafından öldürülmüştür. Dersim bölgesinden geçen kafilelere bölge halkının saldırıları sonucunda yaklaşık 5-6 bin kişi öldürülmüştür.[94]Ancak bunun kesin rakamları Osmanlı arşivlerinde yer almamaktadır. Geriye kalan 3 bin civarındaki Ermeni ise, sevkiyat sırasında Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılarak yerleşmişlerdir. Böylece, yer değiştirme sırasında soykırım maksadıyla Osmanlı ordusu tarafından öldürülen bir tek Ermeni yoktur. Ayrıca, Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni yerleşim merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tutması, yer değiştirme sırasında herhangi bir katliam olayının olmadığını da ispat etmektedir. Öte yandan, Osmanlı Devleti yer değiştirme uygulamasına tabi tuttuğu Ermenilerin nakli sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen olağanüstü gayret göstermiş, bu gayret yabancı diplomatlarca da tespit edilmiştir.[95]Burada dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan birisi de, tabi ki bu sevk edilen Ermenilerin güvenliği hususudur.[96] Tehcir sırasında alınan tedbirler özetlenecek olursa, yolculuk sırasında Ermenilerin rahat
ettirilmeleri ve emniyetleri sağlanmıştır. Yerleşebilmeleri için kredi tahsis edilmiştir.[97] Gebe kadınlar, hastalar, sakatlar ve onlara bakacaklar görev dışı bırakılmıştır.[98]Lübnan’da, Urfa’da, Şam’da yetimhaneler açılmıştır. Yetim ve öksüz olan Ermeni çocuklarının en güzel şekilde bakım ihtiyaçları bu yetimhanelerde gerçekleştirilmiştir.[99]Yollarda yardım maksadıyla iaşe merkezleri açılmıştır. Taşınır — taşınmaz malları için yönetmelik ilan edilip güvence altına alınmıştır.[100]Mahalli yöneticiler her türlü durumdan sorumlu tutulmuş, ihmali görülenler cezalandırılmıştır.[101]Tehcir mıntıkalarına devamlı müfettişler gönderilmiştir.[102] Hükümet, göçmenlerin iaşesi ve korunmasına yönelik büyük harcamalar yapmıştır. Uygulamaya ait belgelerde hangi il ve ilçelerde hastane kurulduğu, Ermeni çocuklarından yetim kalanlar için hangi binanın ayrıldığına kadar detaylı bilgiler verilmektedir. Şayet, Osmanlı Devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi, bunu savaşı koşulları altında rahatlıkla yapabilirdi. Ancak böyle olmamış, yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ salim hayatlarını sürdürürken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı çarpışan Ermeniler, savaş şartları gereği ölmüşlerdir. Görüldüğü gibi, yer değiştirme uygulaması genelde başarılı bir sevk ve iskan hareketidir.
VII. D. 1917 — 1918 Ermenilerin Anadolu’da Türk Halkına Yönelik Katliam Hareketleri Rusya’da 1917 ihtilalinin patlak vermesi Rus ordularında çözülme meydana getirmiş, (Doğu Anadolu’da) cephede etkinlik Ermeni ve Gürcülere geçmiştir. Bu dönemde Anadolu’nun birçok yerinde Ermenilerin Türk halkına yönelik katliam hareketleri başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Şebinkarahisar’da Türklere karşı katliam düzenleyen Sivaslı Murat, Sasun Canavarı diye şöhret kazanan Antranik ve Muş katliamını gerçekleştiren Arşak gibi Ermeni komitecilerinin liderliğinde Erzincan, Bayburt, Erzurum, Kars gibi birçok yerde katliam hareketlerine girişmişlerdir. Bölgede bulunan Müslüman ahali, Rus subaylarının artık etkinliklerini kaybetmeleri sebebiyle, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır.
“Osmanlı Kafkas Orduları Kumandanı, Rus Komutanına müracaatla, işgal altındaki Osmanlı halkının can, mal ve ırzları tecavüze maruzdur. Bunun önlenmesi için tedbir alınmasını” 24 Aralık 1917 tarih ve 7312 numaralı telgrafla istemiş cevap alamayınca bu defa Kafkas-Rus orduları Komutanına müracaat etmiştir. Ancak yazışmalar devam ederken çeteci Antranik Rus Generali üniforması ile Erzurum Merkez Komutanlığı’na atanmıştır. Rus işgali altındaki bölgede faaliyete geçen Ermeniler, henüz sütten kesilmemiş çocukları öldürmüş, hamile kadınların karınlarını yarmış, Müslümanları diri diri yakmış, kız çocuklarına akla gelmedik işkenceler yapmışlardır. Sadece, Erzincan’da 800’den fazla ceset bulunmuş birçok köyün halkını topluca katletmişlerdir. Bayburt, Mamahatun (Tercan) Erzurum ve çevre köylerdeki savunmasız sivil halk korkunç bir şekilde katliama uğramışlardır.[103] Ermenilerin Türk halkına yönelik katliamları esnasında sadece Erzurum’da 2127 erkek cesedi, Kars Kapı’da balta ve süngü ile öldürülmüş 250 ceset ile toplam 8000’in üzerinde ceset tespit edilmiştir. Erzurum’da Pazar yeri tamamen yakılmış, savunmasız insanlar binalara doldurulmuş ve binalar Ermeniler tarafından ateşe verilmiştir. Hasankale tamamen yakılmıştır. Hasankale’de Ermeniler 3000’ in üzerinde Hasankaleli’yi katletmişlerdir. 1919 yılında Anadolu’ya gelen Harbord yapmış olduğu gözlem ve incelemelerle durumun hiçte Ermenilerin anlattığı gibi olmadığını tespit etrniştir.[104]Harbord, özellikle Erzurum’da yaşayan Ermenilerle görüşmüş, kendilerine yönelik herhangi bir katliam olayının olup olmadığını sormuş, ancak Ermeniler, böyle bir hadisenin olmadığını Harbord’a Harbord’un kafilesindeki Ermeni tercümanlar vasıtasıyla anlatılmıştır. Harbord, Erzurum ve çevresinde Ermenilerin yaptığı katliamın kalıntılarını kendi gözleri ile görmüştür. Harbord, sadece Hasankale’de 43 köyün Ermeniler tarafından yerle bir edildiğini tespit etmiştir.[105] Doğuda Erzincan[106], Bayburt[107], Trabzon, Erzurum[108], Kars[109], Van gibi yerlerin kasaba ve köyleri dahil olmak üzere hemen hepsi Ermeni katliamına maruz kalmışlardır. Ermenilerin Türklere yönelik katliamları Güneydoğu Anadolu bölgesinde Fransızlar[110] ve İngilizler'in himaye ve destekleri altında Adana’da, Urfa’da, Antep’te, Maraş’ta, Bitlis ve daha birçok il ve kasabalarında vuku bulmuştur. Sadece, Adana, Sis ve Osmaniye’de 50’nin üzerinde köy Ermeniler tarafından yok edilmiştir. 3. Ordu Kumandanı Vehip Paşa Komutasındaki Türk ordusu, 13 Şubat’ta Erzincan’ı, 24
Şubat’ta Trabzon’u, 12 Mart’ta Erzurum’u, 13 Mart’ta Hasankale’yi, 5 Nisan’da Sarıkamış’ı, 2 Nisan’da Van’ı, 14 Nisan’da Batum’u ve 25 Nisan’da Kars’ı kurtarmıştır.[111]Türk ordusunun ileri harekatı neticesinde bölge insanlarının tamamının Ermeniler tarafından yok edilmesi bir dereceye kadar engellenmiştir. Brest — Litovsk Anlaşması ile 3 Doğu ili Osmanlı Devleti’ne iade edilmiş[112], bunu takiben 28 Mayıs 1918’de Türklerin ata yurdu olan Kafkasya bölgesinde bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti ilan edilmiştir.
VIII. SEVR İLE KURULMAK İSTENİLEN ERMENİSTAN Osmanlı İmparatorluğun tasfiyesi için hazırlanmış olan ve 1920 yılında imzalanan Sevr Anlaşması Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmını Ermenistan Cumhuriyetine verdi. Ancak artık Anadolu’ya hakim olmaya başlamış bulunan Ankara Hükümeti bunu kabul etmedi. Büyük devletler de, Sevr’in mimarı olmakla beraber, uygulanmasında fiili rol almak ve özellikle askeri harekata girişmek istemiyorlardı. Bu durumda Sevr hülyasını gerçekleştirmek için iş, Ermenistan Cumhuriyetine düştü. Ermeni kuvvetlerinin taarruzu Kazım Karabekir Komutasındaki Türk ordusunca durduruldu. Türk kuvvetleri 29 Eylül 1920’de Sarıkamış, 30 Ekim’de Kars’ı kurtardılar. 7 Kasım’da Gümrü alındı. Erivan’ın düşmesi sözkonusu idi. Ancak Ermeniler tüm Türk taleplerini kabul ederek 3 Aralık 1920 Gümrü Anlaşmasını imzaladılar. Bu anlaşma günümüz Türkiye- Ermenistan sınırlarını çizdi. Ayrıca Ermeniler Sevr’in geçersizliğini de kabul ettiler. Ermenistan kısa süre sonra Sovyetler Birliğine dahil edildi. Türkiye Sovyetlerle 16 Mart 1921 ‘de yapılmış olan Moskova ve Kafkas Devletleriyle 13 Ekim 1921 yılında yapılan Kars Anlaşması ile sınır sorunlarını kesin çözüme bağlandı.[113]
IX.1923 - 1965 TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
IX.A.Lozan’da Ermeni Sorunu Lozan görüşmeleri sırasında Ermeniler savaş içinde İtilaf Devletlerine yapmış oldukları sayısız hizmetleri ve bu uğurda vermiş oldukları kayıp ve fedakarlıkları anlatmışlar ve Sevr’in Anadolu topraklarını da içine alan bir Ermenistan’ı öngördüğüne dikkat çekerek Ermeni davası konusunda baskı politikası uygulamışlardır. Büyük Britanya başta olmak üzere, Fransa, İtalya ve ABD “Ermeni Yurdu” adı altında bir yerleşime taraftar olmamışlardır. Ruslar, isteyen Ermenilerin Rusya veya Ukrayna’ya gelebilecekleri görüşünü ileri sürmüşlerdir. Türk delegasyonu, Türkiye azınlıklarının kaderlerinin iyileştirilmesinin her şeyden önce, her türlü yabancı müdahale ve kışkırtmalarının kesilmesine bağlı olduğunu hatırlatarak Türkiye’nin anayurdundan verilecek bir karış toprağının olmadığını, şayet Ermenilere yurt verilmesi söz konusu ise, onlara yurt verebilecek çok büyük toprakları olan devletlerin olduğunu kararlı bir şekilde dile getirmiştir. Esasen, Türk delegasyonuna “Ermeni Yurdu” konusunda ısrar edilirse, müzakerelerin kesilmesi talimatı verilmişti. Dolayısıyla 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Anlaşmasında Ermenilerle ilgili özel hükümler bulunmamaktadır. Bunlardan 31. madde ile Türkiye’den ayrılan yerler ahalisinin iki yıl içerisinde Türk vatandaşlığını tercih edebilmesi, böylece ayrılan Ermenilerden isteyenin Türkiye’ye dönebilmesi olanağı tanınmıştır.[114] Genel af deklarasyonunun 6. maddesi ile dağılmış aileleri bir araya getirmek ve meşru hak sahiplerine kavuşmak imkanı verilmiştir. 65. maddede savaş başladığında, yabancı uyruğu olanlardan mallarına el konulan kişilerin mallarının iadesi öngörülmüştür. 95. maddede bunun için belirli bir de başvuru süresi tanınmıştır.[115] Osmanlı borçlarının nasıl tasfiye edileceği 46 — 63. maddelerde belirtilmiştir. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Anlaşması ile Ermeni sorunu Türkiye sınırlarının dışındaki bir olay haline gelmiştir.[116] 1923 yılında Lozan Barış Anlaşmasının yürürlüğe girmesiyle birlikte yeni Türkiye Cuınhuriyeti’nin dış ilişkileri de normale dönmüş ve böylece Türkiye yıllardır savaştığı
ülkelerle normal diplomatik ilişkilerini kurmuştur. 1925 yılına gelindiğinde Türkiye’nin normal ilişkiler içerisinde olmadığı tek ülke ABD idi. 1917 yılında kesilmiş olan Türk — Amerikan ilişkilerinin yeniden kurulması ve normale dönmesi 1927 yılı sonunu bulmuştur. Daha önce birbirleriyle savaşmamış olan Türkiye ile ABD arasındaki diplomatik ilişkiler on yıl boyunca kopuk kalmıştır. Bunun başlıca nedeni ABD’deki Ermeni gruplar ve destek verenlerinin yürüttükleri Türkiye karşıtı kampanyalar olmuştur. 1923 yılında Lozan Barış görüşmeleri sırasında Türk ve Amerikalı yetkililer arasında ikili görüşmeler yapılmış ve Barış anlaşmasının imzasından iki hafta sonra 6 Ağustos 1923’te Türk — Amerikan ikili anlaşmaları imzalanmıştı.[117] 1923 yılında ABD ile iki anlaşma imzalanmıştı. Bunlardan birincisi Dostluk ve Ticaret, ikincisi ise Suçluların İadesi Anlaşmasıdır. Ancak bu anlaşmaların imzalanması ABD’de özellikle Amerikalı, Ermenileri telaşlandırmış ve “Lozan Anlaşmasına hayır” sloganı ile oldukça kapsamlı bir kampanya başlatmışlardır. Mütareke yılları sırasında Türkiye’ye karşı düşmanca tavırlar sergileyen ve buna öncülük eden “Ermenistanın Bağımsızlığı için Amerikan Komitesi” (American Committee for the Independence of Armenia) adlı örgüt isim değiştirerek “Lozan Anlaşmasına Karşı Amerikan Komitesi” (The American Committee Opposed to the Lausanne Treaty) adını almıştır. 1923 yılında başlayan ve yoğun bir şekilde yürütülen kampanyalarla Lozan Anlaşması tartışmaları 1926 yılı sonuna kadar sürmüş ve nihayet 18 Ocak 1927’de Amerikan Senatosu Lozan Anlaşmasını reddetmiştir.[118] 1923 yılında ABD’de Lozan Anlaşmasına hayır kampanyalarıyla yürütülen faaliyetler 19231965 arasında da devam etmiştir. Bu yıllar arasında da Ermeni Propagandasına her ne kadar sessizlik hakim ise de, pasif olarak da nitelendirilmeyecek bir dönem geçirmiştir. Bahsi geçen tarihler arasında okullar ve kiliseler hariç ABD’nin çeşitli eyaletlerinde 34 kuruluş ve bunlara bağlı yüzlerce büro kurarak Türkiye aleyhine çalışmalar yürütmeye devam etmişlerdir.[119] 1923 — 1965 arası dönemde Sovyet Ermenistan’ın da ki Ermenilerle dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış olan Ermeniler adına iş gören Taşnaksutyun, Hınçak ve Eçmiyazin arasında ayrılıklar kendisini göstermiş ve aralarında mücadele etmişlerdir. Ancak, daha sonra mücadele programlarında bir takım konularda aynı tezleri savunmaya başlamışlardır. 1923 — 1965 arası dönemde birleştikleri noktalar şunlar olmuştur: - Sovyet Ermeni Cumhuriyeti’nin içerideki rejimden ayrı bir şekilde ekonomi ve kültürünü pekiştirmek,
- Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan Ermenilerin milli duygu, din, kültür ve amaçlarını yaşatmak ve korumak, - Avrupa devletlerinde ve Milletler Cemiyeti’nde Ermeni istek ve iddialarını sürdürmek ve bunun için her fırsatı değerlendirmek, - Gerek Ermenistan’daki gerekse dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış olan Ermeni halkı ve göçmenleri için hayır kurumlarının yardımını sağlamak ve bunlara hemen her konuda destek çıkıp sahip olmak. Taşnak, Hınçak ve Eçmiyazin mücadelesinde önceleri dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan Ermenileri yönlendirecek teşekkülün Taşnaksutyun olabileceği yaygınlaşırken bundan endişe duyan Ermeniler de olmuştur. Avrupa’dan artık destek alınamayacağını iddia ederek tamamen Rusya’ya yönelmeyi isteyenler olduğu gibi, Osmanlı Devleti’ndeki gibi terör hareketlerini Rusya’da tekrarlamanın ilkinde olduğu gibi ikincisinde de Ermenilere fayda sağlamayacağını öne sürenler olmuştur. Böylesi bir çelişki ve kararsız durum Ermenistan’ın ilk başbakanı Hovhannes Katchaznouni tarafından şöyle ifade edi lmiştir[120]: “Araks ve Sevan arasında küçük bir topluluk, ismen bağımsız, fakat hakikatte Rusya ‘nın özerk bir vilayeti. Artık ne Doğu Anadolu ‘da bir Ermeni vurdu, ne hükümet ve ne de uluslar arası bir Ermeni sorunu yok. Bu sorun daha Lozan ‘da tamamen kapanmıştır. Artık Türkiye ‘nin doğu illerinde Ermeni yok. Bundan sonra da olmaz, Türkler kapılarını sıkıca kapadılar. Bunu zorlayıp açtırmak için biz de kuvvet yok. Bir milyona yakın nüfus, Ermeni Cumhuriyeti sınırları içinde. Bir milyondan fazlası da dışarıda ve çeşitli yerlere dağılmış bir haldedir, Ermeni Cumhuriyeti topraklarına dışarıda yaşayan Ermenilerden pek azı gelebilir. Çünkü evvela bölge çok dardır, sonra bunlar bulundukları yerlerde ticaret yaparlar, Ermenistan ‘da yaşayamazlar. Gerçi bir bakışta şöyle bir sonuca varabiliriz.’ Dışarıda yaşayan Ermeniler bizim için yararlı unsur sayılmazlar. Bunlar bugünkü durum sürüp gittikçe Cumhuriyetimizin üvey evladı gibidir. Taşnaksagan komiteciler, birlikte çalışmak için esasen ihtilalci Bolşeviklere yanaşmışlar ve fakat onlardan yakınlık görmemişlerdir. Rusya ‘da Çarlık hükümetlerinde, Osmanlı Devleti ‘nde Sultanın hükümetleri tarafından bizim arkamıza düşülmemiş ve hareketlerimiz takibata alınmamış mıydı? Yıllarca Türkiye ‘de yaptıklarımızı şimdi Ermenistan Cumhuriyeti ‘nde yapamaz mıyız?Kuşkusuz bunu da yapabiliriz.İran Karadağ ‘ında bir yuva kurabiliriz ve ondan da Aras nehrinin öte tarafına insan ve silah geçirebiliriz; gizli ilgiler kurabilir, silahlı çeteler saklayabiliriz. Sünik yahut Tarlakyazı Dağlarında,Sasun Dağlarında, Şatak tepelerinde ve buraların gidilmesi güç yerlerinde birkaç
köyü isyan ettirmeye ve oralardaki Komünistleri ya dışarıya atmaya veya öldürmeye gücümüz yeter; sonra gürültülü gösteriler yapar ve hatta Erivan birkaç saatte herhangi resmi bir daireyi, vaktiyle İstanbul’da Osmanlı Bankası ‘nı ele geçirdiğimiz gibi işgal eder, şu veya bu daireyi havaya uçurur, örgüt kuran şahsi terörler yapan katliamlar düzenleriz. Sultan ve Çarın adamlarını öldürdüğümüz gibi birkaç Bolşeviği ‘de öldürebiliriz. Yıldız ‘da Sultan Hamid ‘e attığımız bombalar gibi Rus yöneticilerine de aynı şeyleri uygulayabiliriz. Fakat bütün bunları hangi amaçla yapacağız? Osmanlı Devleti ‘nde bu eylemleri yaptığımız zaman Avrupalı büyük devletlerin dostça dikkatlerini üzerimize çekeceğimizi ve bizim için işe karışacaklarını biliyorduk ve inanıyorduk. Şimdi artık böyle bir işe karışma yok, bir önemi de kalmadı ve bu gibi deneylere girişmemize ihtiyaç yok. Eğer Mütteffik Devletleri bizim Türkiye ‘den istediğimiz konularda bize yardım etmediler veya edemedilerse, artık daha fazlasını yapmak istemeyeceklerini anlamak gerekir. Bize şimdi Rusya ‘da yardım edemez. Bu nedenle işi Rusya ‘ya bırakmalıyız. Esasen Bolşevikler Ermenistan ‘ı istila etmemiş olsalardı, kendilerini biz çağırmak zorunda kalacaktık. İlk Ermeni Başbakanı Katchaznouni’nin de ifade ettiği gibi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kabuklarına çekilen Ermeniler, İkinci Dünya Savaşına doğru / sırası / sonrasında yeni beklentiler içerisine girmişlerdir. Lozan Konferansı sırasında olduğu gibi, eski destekçilerine mektuplar, telgraflar göndermişler ve doğabilecek fırsatlardan yararlanmaya çalışmışlardır. Bu amaçla, ABD Başkanı Truman’a 23 Eylül 1944’te, İngiltere Dışişleri Bakanı Bevin’e 25 Şubat l946’da Taşnak mensupları yeni mektuplar göndermişler, SSCB, ABD ve İngiltere Dışişleri Bakanlıkları’na 29 Mart 1946’da birer muhtıra vermişler, yine Stalin’e 24 Nisan l945’te bir telgraf göndermişler ve biri 7 Mayıs diğeri 13 Haziran 1945’te olmak üzere San Francisco’daki konferansa iki muhtıra sunmuşlardır. 29 Mayıs 1945’te de Ermeni göçmenleri Meclisi Paris’te başkanlarI A. Çorbaciyan ve H. Samuel imzalarıyla dört büyüklere birer muhtıra vermişlerdir. 28 Mayıs 1945’te de Mısır’daki Ermeni Cumhuriyeti eski Başbakanı, Churchill, Stalin ve Truman’a birer telgraf göndermiştir. 6 Eylül 1945’te ise Taşnak lideri J. Missokian, Londra’daki Beşler Konferansı’na bir muhtıra vermiştir[121]. Yine 1945 Aralık’ta yeni Ermeni Katagikosu bizzat Moskova’daki Dışişleri Bakanları Konferansı’na başvurarak “Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında uğradığı haksızlkların giderilmesini ve Ermenistan dışındaki Ermenilerin ana vatana dönemlerinin teminini” istemiştir.
Ermenilerin yaşadıkları bütün ülkelerde yürütülen bu faaliyetler, Tharassian’ın ifadesiyle, bu yeni sıçrayış, ve uluslar arası kuruluşlara yapılan yeni müracaatlar, Sovyet basın — yayın kuruluşlarınca da desteklenmiş ve Rusya’nın 20 yıllığına imzaladığı 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’nın süresinin sona ermiş olmasıyla, Rusya’nın Boğazlar ve Doğu Anadolu’dan imtiyazlar ve toprak talebiyle birlikte mütalaa edilmiştir. Bu ve bunu izleyen müracaatlarda da Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı sırasında olduğu gibi rüzgar ekip fırtına biçmişlerse de, Ermeni meselesi’ni yine dünya kamuoyunun önüne getirmişlerdir.[122]1915 yılındaki sevk ve iskan olayını Ermeniler, büyük bir soykırım felaketi olarak göstererek Ermeni halkını bunun çevresinde birleştirme yolunu seçmişlerdir.[123]
X.1965 - 1973 TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ “Bir insanın kendi kendisinin ithamcısı olmasını istemek iddiası çok korkunç ve pek gülünçtür, gerçek, sanki onun adeleleri ve sinirleri içine gizlenmiş gibi, onu işkence ile çıkarmaya çabalamak, vahşet ve budalalıktır.” BECCARİA 1965 yılı Ermeni propagandaları için görünürde yeni bir başlangıç yılı olmuştur. Aslında 1965’ten bu güne uzanan dönem de iki bölümde incelenebilir. Birinci bölüm; sözde Ermeni soykırımının 50. yıldönümü kutlamalarının yapıldığı tarih 1965 yılı ki bunu 1985’e kadar uzatmak mümkündür. İkinci bölüm de 1985 yılından bu güne uzanan dönemdirği.[124] Aslında 1965-1985 arası dönemi de, Ermeni propagandasal faaliyetleri olarak iki bölümde incelemek mümkündür. Zira, 1965 yılı, 50. yıl kutlamaları bahanesiyle Ermeni hareketlenmesinin yeniden ateşlendiği ve ABD başta olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde Türkiye karşıtı Ermeni propagandasının başladığı yıl olarak değerlendirilebilir. Bu çizgi 1973’e kadar taşındığında 1965-1985 Ermeni hareketlerinin ikinci boyutuna gelinmiş olur. Çünkü, 1973 yılı ABD’de Santa Barbara cinayetiyle yeni bir görünüm kazanmıştır. 1973’ten
1985’e kadar süren terör boyutuyla, Ermeni hareketleri faaliyet alanlarında çeşitlilik göstermeye başlamıştır.[125] 0 halde 1965-1985 çizgisi, içerisinde yeniden filizlenmeyi başlatmış, bunu yaparken olayı şiddet boyutuyla sürdürmenin yanında özellikle 1970’lerden itibaren Ermeni lobi hareketini de faaliyete sokmuştur. Öyle ki, Amerikan politikasında en güçlü lobi olan Yahudi lobisini takip eden Rum lobisinden sonra en az Rum lobisi kadar etkili bir şekilde kendisini göstermeye başlamıştır.[126] 1965 yılı, Türkiye’ye yönelik Ermeni faaliyetlerinde yeni bir başlangIç teşkil etmiştir. Bu tarihte dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Ermeniler, Ermeni patrikhane ve kiliseleri, eğitim-öğretim kurumları ve siyasi kuruluşları harekete geçmiş ve sözde Ermeni katliamının 50. yıldönümü gerekçesiyle “24 Nisan 1915 Ermeni Soykırım Günü” ilan etmişlerdir. Bu girişim Beyrut’taki Antilyas Kilisesi Katogikosu Patrik I. Horen ile Kıbrıs Kilisesi’nden arkadaşı olan Başpiskopos Afakaryos tarafından başlatılmıştır. 24 Aralık 1964’te Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kıpriyanu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Kıbrıs konusunda Türkiye’yi ve Ada Türkleri’ni suçlarken, Ermenilerle yapılan iş birliği sonucu, sözde Ermeni katliamının 50 yıl dönümünün de anılacağını açıklamıştır. Bu işbirliği, Habeşistan’ın başkenti Adisababa’da 17 — 25 Ocak 1965 tarihinde İmparator Haile Selase’nin koruyucu başkanlığında Patrik I. Horen, Başpiskopos Makaryos ve diğer ruhani liderlerin katılımıyla yapılan toplantıda resmen ve fiilen ilan edilmiştir. Bundan böyle 24 Nisan’ların böyle anılması ve Kıbrıs Rumlarıyla Türkiye Ermenilerinin ortak mücadele kararı alınmıştır. Ayrıca, Ermeni Cismani meclisi, dünyanın her tarafına yayılmış olan Ermenilerin Türkçe konuşmaması, aile, dost ve çevrelerinde Türklerin karalanması kararını almıştır. 1965 yılı, Nisan ve Mart aylarında Beyrut’ta ve Ermenilerin yaşadıkları diğer ülkelerde, ayinler, toplantılar yapılmıştır. 1965’ten itibaren artık rutin bir şekilde her yıl Nisan ayında ayin ve toplantılar yapılmaya başlanmıştır. Bu tarihten sonra Ermeniler Beyrut, ABD, Suriye, Fransa, Brezilya, İtalya gibi dünyanın bir çok ülkesinde sözde Ermeni katliamı anıtları dikmeye — diktirtmeye başlamışlardır.[127]
XI. 1973 - 1985 TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ Ermenistan içerisinde ve dışındaki Ermeni toplumunun Ermeni politik aktiviteleri arasında en önemli çizgilerinden birisi de 1970’lerde ABD’de Santa-Barbara cinayetiyle yeni bir görünüm kazanmış olmasıdır. Bu görünüm 1973’ten 1985’e kadar süren terör boyutudur. Ermeniler, terör sürecini politik savaşın önemli aşaması olarak görmüşler ve terörün sona ermesinden sonra ağırlıklı olarak sözde bilimsel ve özünde halkla ilişkiler boyutu güçlü olan bir süreci başlatmışlardır. Bu sürecin temel hedefi Ermeni tezlerini uluslararası platformda kabul ettirmektir. 1973 — 1985 dönemi (Ermeni terörizmi) bu çalışmanın “Ermeni İddiaları ve Terör” bölümünde ayrıntılı şekilde incelenmiştir.
XII. 1985 - 2002 TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ 1985, Ermeni propagandacılarının Türkiye’ye yönelik faaliyetlerinde yeni bir dönüm noktasını başlattıkları yıl olmuştur. 1985 yılından itibaren kendi aralarında bir takım siyasi ayrılıklar içerisinde olsalar da dünyanın çeşitli ülkelerinde Türkiye’ye karşı son derece düşmanca bir tavır içerisinde bir çok alanda faaliyet göstermiştirler / göstermektedirler. Ermenilerin en önemli çalışmalarından birisini, dünyanın çeşitli ülkelerinin parlarnentolarına taşıdıkları Ermeni iddialarını içeren Ermeni tasarıları oluşturmuştur/oluşturmaktadır.
XII. A. Ermeni Tasarıları Avrupa ve Amerika’da, 1970’lerde başlayan ancak 1980’lerin ikinci yarısından itibaren ağırlığını hissettirmeye başlayan Ermeni politik aktiviteleri gözlemlenmiş ve özellikle
Washington’da dış politikayı etkilemeyi amaçlayan Ermeni lobi grupları şekillenmeye başlamıştır. Türkiye’ye karşı fanatik Ermeni grupları tarafından uygulama safhasına konulmuş olan 1970’ler ile 1980’lerin Ermeni terör boyutunun yerini, 1980’lerin ortalarından itibaren ABD Kongresine getirdikleri Ermeni tasarıları boyutu almıştır. Bu amaçla, 12 Eylül 1984’te Temsilciler Meclisine (sözde) Ermeni soykırımını ABD’nin kabul etmesini isteyen Ermeni karar tasarısını götürmüşler ancak bu güne kadar başarılı olamamışlardır. Bu tasarılar arasında en önemlisi 2000 yılında Temsilciler Meclisine sunulanı olup, kabul edilmek üzere iken Başkan Clinton’un gündeme getirdiği ciddi ulusal güvenlik kaygıları nedeniyle, geri çekilmiştir. Ermeniler, ABD’de bu kısmi başarısızlığa karşılık bazı ülkeler parlamentolarından sözde soykırımını tanıyan kararlar çıkartmaya muvaffak olmuşlardır. Bu kararların alındığı yıllar ve ilgili ülkelerin adları şöyledir: Uruguay (1965), Güney Kıbrıs (1982), Arjantin (1993), Rusya (1995), Kanada (1996), Yunanistan (1996), Lübnan (1997), Belçika (1998), Vatikan (2000), İtalya (2000) ve Fransa (2001). Ayrıca, bir uluslararası kuruluş olan Avrupa Parlamentosu, sözde Ermeni soykırımını kabul etmiştir. Bu parlamento 1987 tarihli kararında Ermeni soykırımını tanıdıktan başka Türkiye’nin Avrupa Birliğine üye olmasını, sözde soykırımını tanımasına bağlamıştır. Gerek milli gerek milletlerarası parlamentoların sözde Ermeni soykırımı hakkında aldıkları kararlar, tavsiye niteliğinde olduğundan Türkiye için hukuksal açıdan bağlayıcı değildir. Ancak bu kararlar bazı siyasi sonuçlar doğurmakta ve genellikle Türkiye ile parlamentosu bu yönde karar alan ülkelerin ikili ilişkilerinde bir gerileme yaşanmaktadır.
XII.B.Ermeni Lobisi
ABD’de faaliyet gösteren Ermeni etnik lobisi son 20 yıl içerisinde ABD Kongresinden hatırı sayılır bir şekilde maddi ve politik destek çıkarmayı başarmıştır. Bu destek yıllık olarak yaklaşık 90 milyon dolarlık Ermenistan için yardım, Azerbaycan’a yardımı engelleyen -ABD yardımlarının kısıtlanmasını gerektiren yasa maddesi- Section 907’nin çıkartılması, Kongrede ABD tarafından Türkiye lehine getirilen tasarıları engelleme ve uluslararası platformda Türkiye’nin imajını zedeleyen sözde soykırım iddiasının Kongrece ve resmen ABD yönetimi tarafından tanınmasına yönelik faaliyetler olarak görülebilir. Diğer ülkelerde de , ABD’deki kadar etkili olmasa da, siyasi baskı yapacak güçte Ermeni kuruluşları vardır. Nitekim bunlar sayesinde Avrupa’da, başta Fransa olmak üzere Rusya, Belçika, İtalya, Vatikan, Yunanistan ve Kıbrıs parlamentolarında sözde soykırımı hakkında kararlar alınabilmiştir. Gelecekte çeşitli ülkelerdeki Ermeni lobilerinin başta sözde soykırımın tanınmasını sağlamak üzere, Türkiye aleyhindeki tüm faaliyetlerini sürdürmeye devam edeceklerini söylemek yanlış olmayacaktır.
XII.C.Ermenistan Cumhuriyeti Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından kurulan Ermenistan Cumhuriyeti Türk-Ermeni İlişkilerine yeni bir boyut katmıştır. Türkiye, Ermenistan’ı, Azerbaycan ve Gürcistan ile aynı zamanda tanımış, ancak,Ermenistan Türkiye'nin toprak bütünlüğünü ve sınırlarının dokunulmazlığını resmen tanımadığı ve ayrıca Ermeni Anayasa bildirgesinde Doğu Anadolu’dan Batı Ermenistan olarak bahsedildiği için, Ermenistan ile diplomatik ilişki kurulamamıştır.Diğer yandan Ermenistan’ın Karabağ ve diğer Ermeni topraklarını işgal etmesi de diplomatik ilişkiler kurulmasının önünde ayrı bir engel olmuştur. Çalışmanın “Ermeni Sorununun Uluslararası İlişkiler Boyutu” bölümünde bu konularda ayrıca bilgi verilmiştir.
XIII. KAYNAKLAR
Arşiv Belgeleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Hariciye Siyasi Harb-i Umumi: BOA, HR. SYS. HU, kr.110, dos. 12-3, nr. 12-14, 16, 18-26, 28-39, 41-44; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 92-98; BOA; HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 101-102; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 114-116; BOA. HR. SYS. HU, kr. 11O, dos. 12-2, nr, 117-123; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-4, nr. 110123; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 19-33; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 125-134; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2. nr. 66-74, 99-100, 124; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 135-143; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2,nr.75-91, 103-106, 111-113, 163-166. Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi Evrakı: BOA. DH. ŞFR, nr. 54-A/252; nr. 55/292, BOA. DH ŞFR, nr. 55/20, BOA. DH. ŞFR, nr. 55/18; nr. 55/292; nr. 58/2, BOA. DH. ŞFR, nr. 53/295, BOA. DH. ŞFR, nr. 54/22 1, BOA. DH. ŞFR, nr. 52/249, BOA. DH. ŞFR, nr. 54/150; nr. 54/163, BOA. DH, ŞFR, nr. 53/295; 54/287, BOA. DH ŞFR, nr. 55/19; BOA. DH. ŞFR, nr. 53/305; BOA. DH. ŞFR, nr. 55 A/118; BOA. DH. ŞFR, nr. 55 A/77; BOA. DH. ŞFR, nr. 54-A/252; nr. 55/292; BOA. DH. ŞFR, nr. 54/150; nr. 54/163; BOA. DH ŞFR, nr. 53/303; nr. 54/420; BOA. DH. ŞFR, nr. 53/107; nr. 54/202; BOA. DH. ŞFR, nr. 56/64.
Kitap ve Makaleler ADil, Murat, Kıpçaklar, Ankara, 2002; Adji, Kaybolan Millet, Ankara, 2000. AKÇORA, Ergünöz Van ve Çevresinde Ermeni İsyan/arı 1896-1916, İstanbul, 1994. AKGÜN, Seçil, “Amerikalı Misyonerlerin Ermeni Meselesinde Rolü” Atatürk Yolu, (Mayıs 1988), Sa:1, Ankara, 1988, ss. 1 — 12. American Military Mission to Armenia: From Maj. Gen. James G. Harbord, United States Army to the Secretary of State (Report). ARMAOĞLU, Fahir, Belgelerle Türk-Amerikan Münasabetleri, Ankara, 1991. AYDIN, Dündar, “Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkmasında Fransa’nın Rolü”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8 — 12 Ekini 1984 Erzurum) Ankara, 1985, ss. 285—291. BRYCE, James and TOYNBEE, Arnold, The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire 1915-1916 (ed. Ara Sarafian), New Jersey, 2000. Cemiyet-i Akvam ve Türkiye’de Ermeni ve Rumlar, Dahiliye Nezaret-i Umumiyesi Neşriyatı, Matbaa-yı Ahmet İhsan Şurekası, İstanbul, 1327. COMMAGER, Henry Steele and CANTOR, Milton, (Eds.), Documents of American History, Vol. I., (II Vols) New Jersey, 1988, p. 236. COOK, Ralph Elliott, The United States and Armenian Question, 1894 — 1924 (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Massachusets, 1957. CÖHCE, Salim, “Büyük Ermenistan’ı Kurma Projesinde Kürtlere Biçilen Rol” I. Milletlerarası Doğu ve Güneydoğu Anadolu ‘da Güvenlik ve Huzur Sempozyumu, (27 —28 — 29 Mart 2000)
(Bildiriler Kitabı), Elazığ, 2000, ss.511 —525. ÇAYCI, Abdurrahman, Türk-Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Ankara, 2000. DEMİREL, Muammer, Birinci Dünya Harbinde Erzurum ve Çevresinde Ermeni Hareketleri (1914 — 1918), Ankara, 1996. Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu, Ankara, 1989. DOUGLAS, Roy, “Britain and the Armennian Question 1894-1897” The Historical Journal, 19(1976), ss.1 13-133. ERCAN, Yavuz, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslümler, Ankara, 2001. Ermeni Komitelerinin A ‘mal ve Hareadt-ı İhtilaliyyesi, Haz. H. Erdoğan Cengiz, Ankara, 1983. Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri (1914-1919) 1 (Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın Nu:49), Ankara,2001. General Maslofski, Umumi Harpte Kafkas Cephesinin Tenkidi, Çev. Kaymakam Nazmi, Ankara, 1935. GOODSELL, F. F., Christian — Muslim Relations in Central Turkey — Aintab” (Ed.) John E. Merrill, Konuşma kaydı, (1955). GÜRÜN, Kamuran, Ermeni Dosyası, Ankara, 1988. HALAÇOĞLU, Ermeni Tehciri ve Gerçekler, Ankara, 2001. HALAÇOĞLU, Halaçoğlu, “Ermeni Meselesiyle İlgili Birkaç Rus Kaynağı”, Yeni Türkiye: Ermeni Sorunu Özel Sayısı, II, Sa: 38 (Mart-Nisan 2001), Ankara, 2001, ss. 735—741. Her Yönüyle Ermneni Sorunu, Haz. Yavuz Özgüldür - Ali Güler - Suat Akgül —Mesut Köroğlu , Ankara, 2001, s. 136. HOCAOĞLU, Mehmed, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul, 1976. IZİANTS, K., “An Armenian Account of Islam: (Part I)”, Trans.: Terenig Poladian, The Moslem World, (Jan. 1945), pp. 45 — 62; IZİANTS, K., “An Armenian Account of Islam: (Part II)”, Trans.: Terenig Poladian, The Moslem World, (1945), pp. 138— 154; İLDEM, Arzu Etensel, Fransız Gezginlerin Gözüyle Türkler’ ve Yunanlılar, İstanbul, 2000. İLTER, Erdal, “Ermeni Meselesi’nin Doğuşunda ve Gelişmesinde İngiltere’nin Rolü,” Ankara Universitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sa: 6, (1995), ss. 155— 171. İLTER, “Ermeni Meselesinin Doğuşunda ve Gelişmnesinde İngiltere ‘nin Rolü”,Ankara Universitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sa: 6, Ankara, 1995, s. 155— 171. İLTER, Ermeni Kilisesi ve Terör, Ankara, 1996. İstanbul 1920, (Ed.) Clarence Richard Johnson, M. A., Çev. Sönmez Taner, İstanbul, 1995. İzmir 1921,Uluslararası Amerikan Koleji Araştırma Komitesi Raporu, Çev, Aykan Candemir, İzmir, 2000. KANTARCI, Şenol, ABD’de Ermeni Toplumu ve Türkiye’ye Yönelik Lobi Faaliyetleri (Devam eden doktora tezi), Erzurum, 2002. KANTARCI, Hasankale ve Köylerinde Ermeni Mezalimi (Basılmamış Lisans Tezi), Erzurum, 1993 KANTARCI, “Katolik Ermenilerin Anadolu’daki Faaliyetleri” Türkiye ‘nin Güvenliği Sempozyumu.’ Tarihten Günümüze İç ve Dış Tehditler (Elazığ 17— 19 Ekim 2001), Bildiriler, Elazığ, 2002, ss. 437 —454. KANTARCI, “Van’da Ermeni İsyanları (1896 — 1915)”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, (Bahar 2002), Sa: 5, Ankara, 2002, ss. 138 — 167. KANTARCI,”ABD ve Kanada’da Ermeni Diasporası: Kuruluşlar ve Faaliyetleri”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, (Eylül — Ekim — Kasım 2001), Sa: 3, Ankara, 2001, ss. 67— 118. KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. VIII., Ankara, 1962. KILIÇ, Davut, Osmanlı İdaresinde Ermeniler Arasındaki Dini ve Siyasi Mücadeleler, Ankara, 2000. KILIÇ, Selami, Türk-Sovyet İlişkilerinin Doğuşu: Brest-Litovsk Barışı ve Müzakereleri (22 Aralık 1917— 3 Mart 1918), İstanbul, 1998. KIRŞEHİRLİOĞLU, Erol, Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, İstanbul,1963. KIRZIOĞLU, Fahrettin M. (..) Kıpçaklar (...), Ankara, 1992. KODAMAN, Bayram, Ermeni Macerası (Tarihi ve Siyasi Bir Değerlendirme), Isparta, 2001. KÜÇÜK, Cevdet, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı 1878-1897, İstanbul, 1986. KÜRKÇÜOĞLU, Erol, “Tarihi Süreçte Selçuklu-Ermeni İlişkileri”, Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi (202 1 Nisan 2002 Ankara). (Yayın aşamasında). LÜTEM, Ömer Engin, “Olaylar ve Yorumlar”, Ermeni Araştırmaları Dergisi (Mart — Nisan — Mayıs 2001), Sa: 1, Ankara, 2001, ss. 10— 42. McCARTHY, Justin , Müslümanlar ve Azınlıklar, Çev. Bilge Umar, İstanbul, 1998. McCARTHY, Justin, “1. Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu, “ Osmanlı ‘dan Günümüze
Ermeni Sorunu, Ankara, 2001, s. 21 — 37. MIRAK, Robert, Torn Between Two Lands: Armenians in America, 1890 to World War I., Cambridge, 1983. NOGALES, Rafael de, Hilal Altında Dört Sene ve Buna Ait Bir Cevap, Çev. Kaymakam Hakkı, İstanbul, 1931. ÖKE, M. Kemal, Ermeni Meselesi, İstanbul, 1986. PAMUKÇİYAN, Kevork, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni Nüfusu” Tarih ve Toplum, (Ekim 1995), Sa: 142, İstanbul, 1995, ss. 16—18. PRICE, Clair,, The Rebirth of Turkey, New York, 1923. SALT, Jeremy, Imperialisim, Evangelism and the Ottoman Armenians 1878-1896, London, 1993. SEVİM, Ali, Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı II (Mart-Nisan 2001), Sa: 38, Ankara, 2001, ss. 595-602. SEVİNÇ, Necdet, Ajan Okulları, İstanbul, 1975. SOLMAZ, Gürsoy, Yaşayanların Dilinden Erzurum — Sarıkamış — Kars ‘ta Ermeni Zulmü (1918— 1920), Van, 1995. SÜSLÜ, Azmi, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara, 1990. ŞİMŞİR, Bilal N., “Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine”,Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu (8-12 Ekim 1984 Erzurum.), Ankara,1985, ss. 79— 124. ŞİMŞİR, Bilal N., “Amerika’da Ermeni Lobisi ve Lozan Antlaşması Kavgası (1923 — 1927)” Ermeni Araştırmaları, (Eylül — Ekim — Kasım 2001), Sa: 3, Ankara, 2001, ss. 34—66. TERNON, Yves, Ermeni Tabusu., İstanbul, 1993. Türkler-Ermeniler ve Avrupa, Haz: Bayram Kodaman, Ankara, 1994. URAL, Selçuk, Vilayat-ı Şarkiye ‘de Mondros Mütarekesi ‘nin Uygulanışı ve İtilaf Devletleri Tarafından Kontrolü (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Erzurum, 2002, ss. 78, 80. URAS, Esat, Tarihte Ermneniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul, 1987. Urfalı Mateos Vekayi-Namesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), Çev. Hrant D. Andreasyan, Ankara, 1987. USSHER, Clarence D., An American Physician in Turkey, Boston and New York, 1917. VAHAPOĞLU, M. Hidayet, Osmanlı ‘dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okullar, Ankara, 1991. YAVUZ, Bige, Kurtuluş Savaşı Döneminde Türk-Fransız İlişkileri, Fransız Arşiv Belgeleri Açısından (19191922) Ankara, 1994. YAVUZ, Nurcan, İşgal ve Mezalimde Erzincan, Ankara, 1995. YILDIRIM, Hüsamettin, Ermeni İddiaları Ve Gerçekler, Ankara, 2000. YILMAZ, Durmuş, Fransa ‘nın Türkiye Ermenilerini Katolikleştirme Faaliyeti, Konya, 2001.
*ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara ve Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Elemani, Erzurum. [1]Ermeni Patrikhanesi ve Ermeni Kiliseleri’nin faaliyetleri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Erdal İlter, Ermeni Kilisesi ve Terör, Ankara, 1996. [2]Her Yönüyle Ermeni Sorunu, Haz. Yavuz Özgüldür - Ali Güler - Suat Akgül — Mesut Köroğlu, Ankara. 2001. s. 136. [3]Bu tasnifte kendi arasında alt başlıklar altında incelenebilir. Örneğin, “İslamiyet Öncesi Türk¬Ermeni İlişkileri” a)Anadolu’daki Hıristiyan Türk-Ermeni İlişkileri, b) Kafkasya’da Hıristiyan Türk-Ermeni İlişkileri. Ayni şekilde “Osmanlı Dönemi Türk-Ermeni liişkileri”,a)1878 Öncesi Osmanlı-Ermeni İlişkileri,b)1878-1922 Osmanlı-Ermeni Ilişlileri olarak, “Cumhuriyet Dönemi Türk-Ermeni İlişkileri” ise a) 1923-1965, b) 1965-1973, c) 1973-1985, d) 1985-2000 şeklinde tasniflere ayrılabilir.[4]Bu konuyla ilgili çalışmalar için bkz. Fahrettin M. Kırzıoğlu, (...) Kıpçaklar (...), Ankara, 1992; Murat Adji, Kıpçaklar, Ankara, 2002; Adji, Kaybolan Millet, Ankara, 2000.[5]"1045 yılında Anı Krallığını ele geçiren Bizans ırk ve mezhep farklılığı sebebiyle Ermenilere her türlü zulmü ve katliamı yapmış, ağır vergiler koymuş, dini kurumlarına ve kiliselerine saldırmış ve din adamlarını yakalayarak sürgün etmiştir. Bu düşmanlık ve menfi tavırlar, Selçuklu Türkleri’nin bölgeyi ele geçirmelerine kadar sürmüştür. Bizans zulmü altında ezilen Ermeniler ve Süryaniler “rafizi ve kadınlaşmış” saydıkları Rumların cezalandırılması için Allah’ın Türkleri göderdiğine inanmakta ve bu sebeple de Türklere yardım etmektedirler.” Erol Kürkçüoğlu, “Tarihi Süreçte Selçuklu-Ermeni İlişkileri”, Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi (20-21 Nisan 2002 Ankara). (Yayın aşamasında). [4]Bu konuyla ilgili çalışmalar için bkz. Fahrettin M. Kırzıoğlu, (...) Kıpçaklar (...), Ankara, 1992; Murat Adji, Kıpçaklar, Ankara, 2002; Adji, Kaybolan Millet, Ankara, 2000.
[5]"1045 yılında Anı Krallığını ele geçiren Bizans ırk ve mezhep farklılığı sebebiyle Ermenilere her türlü zulmü ve katliamı yapmış, ağır vergiler koymuş, dini kurumlarına ve kiliselerine saldırmış ve din adamlarını yakalayarak sürgün etmiştir. Bu düşmanlık ve menfi tavırlar, Selçuklu Türkleri’nin bölgeyi ele geçirmelerine kadar sürmüştür. Bizans zulmü altında ezilen Ermeniler ve Süryaniler “rafizi ve kadınlaşmış” saydıkları Rumların cezalandırılması için Allah’ın Türkleri göderdiğine inanmakta ve bu sebeple de Türklere yardım etmektedirler.” Erol Kürkçüoğlu, “Tarihi Süreçte Selçuklu-Ermeni İlişkileri”, Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi (20-21 Nisan 2002 Ankara). (Yayın aşamasında). [6]Bayram Kodaman, Ermeni Macerası (Tarihi ve Siyasi Bir Değerlendirme), Isparta, 2001, s.3. [7]“Zaman zaman kendi aralarında da çatışmalara giren Ermeniler, komşu bölgelerdeki Müslüman emirliklerle (Ziyaroğulları, Revvadiler, Şeddadoğulları vs. gibi) işbirliği yaparak çeşitli aralıklarla Bizans’a karşı isyana kalkışıp bağımsızlık mücadeleleri yapmaktaydılar.”(Ali Sevim, Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı II (Mart-Nisan 2001), Sa:38, Ankara, 2001, s. 595). [8]Ermeni ve diğer Hıristiyanların Müslümanların hakimiyeti altında özgürce ve refah içerisinde yaşadıklarını anlatan çalışma için bkz. K. Iziants, “An Armenian Account of Islam: (Part I)”, Trans.: Terenig Poladian, The Moslem World, (Jan. 1945), pp. 45 — 62; K. Iziants, “An Armenian Account of Islam: (Part II)”, Trans.: Terenig Poladian, The Moslem World, (1945), pp. 138 — 154; F. F. Goodsell, Christian — Muslim Relations in Central Turkey — Aintab” (Ed.) John E. Merrill, Konuşma kaydı,(1955)s.32. [9]“Sultan Alp Arslan’ın ölümü (24 Kasım 1072) üzerine Büyük Selçuklu Devleti tahtına geçen oğlu Melikşah, Selçuklu vasallığını kabul etmiş olan Gürcülerin isyana başlamaları üzerine onlara karşı bir ordu sevketti. Selçuklu ordusu,kısa zamanda, Gürcülerin işgal ettikleri Ermeni ve Şirvan memleketlerini yeniden ele geçirdi. Bu askeri harekat sırasında adları geçen memleket halkları, Selçuklu ordusuna karşı direnişe geçip mücadeleye girmeleri sonucunda,Ermenilerin de yaşadığı bu bölgeler tabribata uğramış ve halklarına ağır vergiler yüklenmişti. Bunun üzerine Anı Ermeni başpiskoposu Barseğ, prens ve din adamlarından oluşturduğu bir heyetle,vergi yükünü azaltmak ve Ermeni lideri Philateros Brachamios’un, sayısını dörde çıkardığı Ermeni Patrikliği’nin durumunu arzetmek amacıyla İsfahan’a Sultan Melikşah’ın huzuruna gitti. Huzuruna kabul ettiği Ermeni heyetine son derece iyi muamelede bulunan sultan, “Ermeni Katolikosluğu’nun tek bir makamla temsil edilmesi, bütün kilise, manastır ve ruhanilere vergi muafiyeti getirilmesi” hususlarında bir buyruk (ferman) hazırlatıp Barseğ’e verdi. Sultan daha sonra içinde Selçuklu mülki ve askeri erkanının da bulunduğu bir askeri birliğin koruması altında bu Ermeni heyetini memleketlerine uğurlayıp gönderdi. Sultan Melikşah, yazdırdığı ferman emirlerinin uygulanmasıyla görevlendirdiği Azerbaycan Selçuklu Genel Valisi Kutbeddin İsmail, çok kısa zamanda vergileri kaldırdıktan başka Ermenilerin yaşadıkları bütün kent ve yörelerini imar ettirdi, ayrıca Ermeni kilise ve manastırlarını da Selçuklu Devleti adına kendi himayesi altına aldı; bu nedenle özellikle Ermeni müellifi Urfalı Mateos, telif ettiği Vekayinamesi’nde (s.178), sultanın ölümü dolayısıyla, “Herkesin babası, bütün insanlara karşı merhametli ve iyi niyet sahibi sultanın ölümü, bütün dünyayı büyük bir mateme düşürdü” demiştir. 0, ayrıca Kutbeddin İsmail Hakkında da (s.179) “İsmail. iyi, merhametli ve imar edici bir şahıstır. 0, bütün Ermenistan’ı yönetimi altına alarak memleketi imar etmeye başlamış ve bütün kilise ve manastırları İranlıların fenalıklarına karşı himaye edip korumuştur” sözlerini kaydetmiştir (Ali Sevim. “Selçuklu-Ermeni İlişkileri” Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, (Ocak-Şubat 2001), Sa:37, s.597., Urfalı Mateos VekayiNamesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), Çev. Hrant D. Andreasyan, Ankara, 1987, s. 178179). [10]Şenol Kantarcı,ABD‘de Ermeni Toplumu ve Türkiye’ye Yönelik Lobi Faaliyetleri (Devam eden doktora tezi), Erzurum, 2002, s. (.) [11]Zimmet: Arapça isim. Çoğulu zimem’dir. Üç temel anlam ihtiva eder, metinde kullanılan anlamı “Sahip çıkma, koruma zorunda kalma”dır (Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayri müslümler, Ankara, 2001, s. XXIII). , [12]Zimmi: Arapça sıfat. İslam devleti teb’asından olan Ehl-i kitap halk demektir (Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, s. XXIII). [13]Esat Uras, Tarihte Ermneniler ve Ermeni Meselesi. İstanbul, 1987, s. 149. [14]Kantarcı, ABD’de Ermeni Toplumu ..., s. (.) [15]Kantarcı, ABD’de Ermeni Toplumu ..., s. (.) [16]Dündar Aydın, “Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkmasında Fransa’nın Rolü”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (8 — 12 Ekim 1984 Erzurum) Ankara, 1985, s. 288. Fransız gezginlerle ilgili geniş bilgi için bkz. Arzu Etensel İldem. Fransız Gezginlerin Gözüyle Türkler’ ve Yunanlılar, İstanbul, 2000. [17]İran’ın kendi dinini Ermenilere kabul ettirmek için verdiği mücadeleden sonra özellikle Bizans Kilisesi kendi mezhep ve görüşlerini Ermenilere benimsetmek için asırlarca çaba sarf etmiştir. Özellikle V. -XII. Yüzyıllar arasında zaman zaman yapılan toplantılarda, bazen Katogikoslar Ermeniler adına bu teklifleri kabul etmelerine rağmen, Ermeniler bunları tanımamışlardır. Yine aynı durumda Latin kilisesi mücadele etmiş ancak Ermeniler kendi Katogikosıarına rağmen Latin Kilisesi ile de birleşmekten kaçınmışlardır. Ancak bir kısım Ermeniler Papa tarafından I. Pier Abraham unvanı ile Sis Patrikliğine getirilen Abraham Ardvzan’ı takiben
Katolikliğe geçmiş ve Katolik kalmışlardır. Katolikliğin Ermeni toplumuna benimsetilmesi ve Roma’nın nüfuzu altına girmesi için Avrupalı Katolik misyonerler tarafından yoğun çalışmalar yapılmıştır. Özellikle Haçlı seferleri sonrasında Katolikliğe giriş dönemi başlamıştır. Fransa ve Vatikan’ın yanı sıra Kilikya Ermeni Baronluğu’nun da siyasi tercihi olarak Katolikliğe ilgiduymasında, Venedik yönetimi altında bulunan Kıbrıs ve Ceneviz kolonileriyle olan münasebetlerin de etkisi oldu. Öyle ki Kilikya Ermeni Baronluğu döneminde Haçlılar, Ermeni toplumu üzerinde derin izler bırakmıştır. Bu izler özellikle kültür ağırlıklı olmuştur. Daha da ileri gidilerek Ermeniler, bu dönemde Avrupa hanedanlarıyla kız alıp vermiş ve kan bağıyla akraba olmuşlardır. Bunun sonucu olarak da; Kilikya’ da bulunan halk ve ruhanilerin bir kısmı Roma’ya itaat ederek Katolikliği benimsemişlerdir. Bu dönemde Katolik olamayanlar ise menfaatleri için Roma’ya sempati duymaya başlamışlardır. Bundan dolayı İstanbul’a ilk olarak getirilen Ermenilerin büyük bir çoğunluğu Kilikya’dan geldikleri için Katolikliğe yatkındılar. Daha sonra Kilikya Ermeni Baronluğu’nun sona ermesiyle bu bölgede yaşayan Ermenilerin büyük bir bölümü Karaman’a oradan Kütahya’ya daha sonra Bursa’ya yerleşmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle beraber bu Ermenilerin büyük bir kısmı İstanbul’a getirtilmiştir (Kantarcı, “Katolik Ermenilerin Anadolu’daki Faaliyetleri” Türkiye ‘nin Güvenliği Sempozyumu: Tarihten Günümüze İç ve Dış Tehditler (Elazığ 17 — 19 Ekim 2001), Bildiriler, Elazığ, 2002, s. 441). [18]Aydın, “Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkmasında ...“, s. 288 —289. [19]Davut Kılıç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler Arasındaki Dini ve Siyasi Mücadeleler, Ankara,2000, s. 71. Fransa, Türkiye’de yaşayan Ermeni ailelerinin ileri gelenlerinden bazılarını Fransa’ya götürerek, onları sarraflık, ticaret ve sanat işlerinde yetiştirdikten sonra tekrar Türkiye’ye gönderip devletin üst kademelerinde bulunanlarla iyi ilişkiler temin ederek, devlete ait gizli belgeleri elde etmeye çalışırlardı. (Durmuş Yılmaz, Fransa ‘nın Türkiye Ermenilerini Katolikleştirme Faaliyeti, Konya, 2001, s. 44). [20]Kılıç, Osmanlı idaresindeki Ermeniler..., s. 71. [21]Bu olayı Yves Ternon, Ermeni Tabusu adlı eserinde şöyle anlatır; “Fransız hükümeti bu vesileyle Babıali’yi protesto etti ve Edirne Anlaşması uyarınca katolik Ermenilere İstanbul’da oturan tüm Roma katoliklerini (maruniler, keldaniler, meişitler ve süryaniler) bir araya getirerek bir Katolik Millet (katolik cemaat) oluşturma hakkının verilmesini sağladı. Ancak Osmanlı hükümeti bu cemaatte Avrupalılarla her türlü ilişkiyi yasakladı...” (Yves Ternon, Ermeni Tabusu, İstanbul, 1993, s. 54). [22]Kılıç, Osmanlı idaresindeki Ermeniler..., s. 72. Bu savaş sırasında Doğu Anadoıu’da bulunan Gregoryen Ermeniler, Osmanlı Devletine karşı Rus kuvvetleriyle açık bir şekilde işbirliği ve ihanet içerisinde bulunurlarken Katolik Ermeniler böyle bir hareketin içerisinde yer almayarak devlete sadakatlerini göstermişlerdir. İşte bu dönemde Babıali, zaten önceden bu iskan yüzünden Avrupa’dan gelen baskıları bir yerde tavizkar bir şekilde yerine getirirken, Anadolu’ya Gregoryen Ermeniler’in baskısı yüzünden sürülen Katolik Ermeniler’i affederek tekrar İstanbul ve Bursa gibi yerlere dönüşlerine müsaade etmiştir. Doğu Anadolu’da Rusya’yla işbirliğine girişmeyen Katolik Ermeniler’in Rusya’nın Anadolu’da etkin bir duruma gelmesini istemeyen Fransa’nın düşündürücü rolünün yanında Rusya’nın Van Konsolosu Mayevski’nin Katolik Ermeniler’i tahlili de bu duruma farklı bir açıklama sunmaktadır. Mayevski, Katolik Ermeniler’in kendilerini diğer Ermeniler’den uzak tuttuklarını ve bunlarda milli bir idealin bulunmadığını belirtir. Durum her ne şekilde olursa olsun Gregoryen Ermeniler’in 1828 ihanetine karşılık Katolik Ermeniler’ in bu sadakatleri Osmanlı tarafından ziyadesiyle mükafatlandırılmıştır. Mahmut II. bu Ermeniler için Adana’da Ermeni Katolik Patrikliğini kurmuştur. Zira, bu gelişmeden sonra da Katolik Ermeniler Doğuda Katolikliğin koruyucusu durumuna gelmişlerdir. (Kantarcı, “Katolik Ermenilerin Anadolu’daki ...,“ s. 453. [23]Yusuf Halaçoğlu, “Ermeni Meselesiyle İlgili Birkaç Rus Kaynağı”, Yeni Türkiye: Ermeni Sorunu Özel Sayısı, II, Sa: 38 (Mart-Nisan 2001), Ankara, 2001, s. 735. [24]Halaçoğhu, “Ermeni Meselesiyle İlgili...,"s.735. [25]Halaçoğlu, “Ermeni Meselesiyle İlgili ...“ s. 735. [26]Kantarcı, “ABD ve Kanada’da Ermeni Diasporası: Kuruluşlar ve Faaliyetleri”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, (Eylül — Ekim — Kasım 2001), Sa: 3, Ankara, 2001, s.72—74. [27]Henry Steele Commager and Milton Cantor, (Eds.), Documents of American History, Vol. I., (II Vols) New Jersey, 1988, p. 236. [28]Kantarcı, ABD ‘de Ermeni Toplumu ..., s. (.) [29]Kantarcı, ABD ‘de Ermeni Toplumu ..., s. (.) [30]Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasabetleri, Ankara, 1991, s. 1 —2. [31]Kantarcı, ABD’de Ermeni Toplumu ..., s. (.) [32]Armaoğlu, Belgelerle Türk- Amerikan ..., s. 5. [33]Kantarcı, ABD ‘de Ermeni Toplumu ..., s. (.) [34]Robert Mirak, Torn Between Two Lands: Armenians in America, 1890 to World War I., Cambridge, 1983, s. 23. [35]Jeremy Salt, 1895 yılına kadar olan dönem için verdiği tahmini rakamlarda 176 misyonerin görev yaptığını, bu misyonerlerin yanında 878 yerli (Ermeni) yardımcının çalıştığını, 12,787 üyesiyle 125 kilisenin bulunduğunu ve 20,496 öğrencisiyle 423 okulun faaliyet gösterdiğini yazmıştır (Jeremy Salt, Imperialisim, Evangelism and
the Ottoman Armenians 1878-1896, London, 1993, s. 31). [36]Ralph Elliott Cook, The United States and Armenian Question, 1894 — 1924 (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Massachusets, 1957, s. 33. [37]Bilal N. Şimşir, “Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine”,Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu (8-12 Ekim 1984 Erzurum), Ankara,l985, s. 98 — 100. [38]Cook, The United States and Armenian ..., s. 31. Mirak’ta yaklaşık rakamlar vermiştir (Mirak, Torn Between Two Lands ..., s. 24). Amerikalı misyonerler dolayısıyla ABD, Türkiye’deki eğitim kurumlarını think-tank olarak kullanmıştır. Bulundukları şehirlerin monolog çalışmalarını yapmışlardır. 1922 yılında New York’ta yayınlanan “Constantınople To-day or The Pathfinder Survey of constantinople” bunun en ilgi çekici örneklerinden birisidir. Bu eser Tarih Vakfı yayınları tarafından İstanbul 1920 olarak 1995 yılında yayınlanmıştır (istanbul 1920, (Ed.) Clarence Richard Johnson, M. A., Çev. Sönmez Taner, İstanbul, 1995, bir diğer örnek ise İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanan orijinal adI, “A Survey of Some Social Conditions in Asia Minor” olan ve “İzmir 1921” adıyla 2000 yılında yayınlanan monolog çalışmasıdır (izmir 1921/,Ulushararası Amerikan Koleji Araştırma Komitesi Raporu, Çev, Aykan Candemir, İzmir, 2000). [39]Salı, İmperialism, Evangelism ..., s. 31. [40]Cook, The United States and Armenian ..., s. 31; ABCFM Annual Report, 1914. [41]Kantarcı, ABD’de Ermneni Toplumu ..., s. (.) [42]Kantarcı. ABD ‘de Ermeni Toplumu ..., s. (.) [43]Ancak, İngiltere bu faaliyetlerini yürütürken güçlü ve nüfuzlu olan Ermeni ruhban sınıfını hesaba katmamıştı. Nitekim, zamanın Ermeni Patriği Arşövek Mgr. Matheos Çuhacıyan Protestanlığı, Ermeni Kilisesinin dogmalarına ve inançlarına zıt bulduğu için 1847’ de Kumkapı’daki Patrikhane katedralinin kürsüsünden, Protestanlığı kabul etmek için Ermeni Kilisesini terk eden herkese karşı meşhur afaroznamesini ilan etti. Bu dönemde gerçekten de Papaz Matheos Çuhacıyan’ın insiyatifi ve önde gelen din adamlarının, edebiyatçılarin, ilahiyatçıharın desteğiyle din ve mezhep değiştiren Ermeniler’e ve onların yabancı himayecilerine karşı çok şiddetli bir mücadele başlatılmıştır ( Türkler-Ermeniler ve Avrupa, Haz: Bayram Kodaman, Ankara, 1994, s. 20 - 21). Ermeni sorununun da İngiltere’nin rolü ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Erdal İlter, “Ermeni Meselesi’nin Doğuşunda ve Gelişmesinde İngiltere’nin Rolü,” Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sa: 6, (1995), ss. 155— 171. [44]Bu kolej daha sonra Rumeli Hisarinda Robert Koheji’ne dönüştürülmüştür. [45]Türkler-Ermeniler ve Avrupa, s. 20. [46]Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. VIII., Ankara, 1962, s. 128. [47]Salim Cöhce, “Büyük Ermenistan’ı Kurma Projesinde Kürtlere Biçilen Rol” I. Milletlerarası Doğu ve Güneydoğu Anadolu ‘da Güvenlik ve Huzur Sempozyumu, (27 —28 — 29 Mart 2000) (Bildiriler Kitabı), Elazığ, 2000, s. 516. [48]Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler, Ankara, 2001, s. 14. [49]İngilizler’in protestan misyoner faaliyetleri için bkz.( M. Hidayet Vahapoğlu, Osmanlı ‘dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okullar, Ankara, 1991; Necdet Sevinç, Ajan Okulları, Istanbul.1975; Erol Kırşehirhioğlu, Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, İstanbul,1963; Roy Douglas,“Britain and the Armennian Question 1894-1897” The Historical Journal, 19(1976), s.113-133;Justin McCharthy, “I. Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu,” Osmanlı ‘dan Günümüze Ermeni Sorunu, Ankara, 2001, s. 21 — 37. [50]Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ..., s. 14. “93 harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı) sona ererken,İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan, Eçmiyazin Katolikosluğu aracılığıyla Rus Çarı’ndan, Rusya’nın Doğu Anadolu’da işgal ettiği toprakları Osmanlılara geri vermemesini istemiş, bununla yetinmeyerek Ayastefenos’daki Rus karargahına gidip Grandük Nikola ile görüşmüş ve Doğu Anadolu’nun Ruslar tarafından ilhakını, bu olmazsa bölgeye Bulgaristan’a olduğu gibi özerklik verilmesini, bu da mümkün değilse bölgede Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını ve bu ıslahat tamamlanıncaya kadar Rus ordusunun geri çekilmemesini talep etmiştir. Patrik’in son talebi Ruslarca kabul edilmiş ve Ayastefanos Anlaşması’na 16. madde olarak girmiştir.” ( M. Kemal Öke, Ermeni Meselesi, İstanbul, 1986, s. 98). [51]Cevdet Küçük, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı 1878-1897, İstanbul, 1986. [52]Derby’nin yerine Hariciye Nazırlığına 1 Nisan 1878’de getirilen Salisbury. Rus baskısı karşısında İngiltere’ nin Türkler için değil, fakat Osmanlı İmparatorluğu için çarpışacağını söylemesi oldukça anlamlıydı. Salisbury’ye göre, Ruslar Kars’ı almakla yetinmeyecekler. Anadolu’yu da tıpkı Balkanlar gibi parçalayacaklardı. İşte bu duruma engel olmak için Londra ile Babıali arasında Asya topraklarının savunulmasını öngören bir ittifak Anlaşması imzalanması gerekliydi.Başvekil Disraeli ise, Kıbrıs ve İskenderun’un işgal edilmesini tavsiye ediyordu. (Küçük, Osmanlı Diplomasisinde ..., s. 5). [53]Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ..., s. 14. [54]Halaçoğlu, Ermeni Tehci s. 15. [55]Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ..., s. 15. [56]Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ..., s. 16.[5]"1045 yılında Anı Krallığını ele geçiren Bizans ırk ve mezhep farklılığı sebebiyle Ermenilere her türlü zulmü ve katliamı yapmış, ağır vergiler koymuş, dini kurumlarına ve
kiliselerine saldırmış ve din adamlarını yakalayarak sürgün etmiştir. Bu düşmanlık ve menfi tavırlar, Selçuklu Türkleri’nin bölgeyi ele geçirmelerine kadar sürmüştür. Bizans zulmü altında ezilen Ermeniler ve Süryaniler “rafizi ve kadınlaşmış” saydıkları Rumların cezalandırılması için Allah’ın Türkleri göderdiğine inanmakta ve bu sebeple de Türklere yardım etmektedirler.” Erol Kürkçüoğlu, “Tarihi Süreçte Selçuklu-Ermeni İlişkileri”, Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi (20-21 Nisan 2002 Ankara). (Yayın aşamasında). [57]Öke, Ermeni Meselesi, s. 98. [58]Öke, Ermeni Meselesi, s. 99. [59]Öke, Ermeni Meselesi, s. 98. [60]İlter, “Ermeni Meselesinin Doğuşunda ve Gelişmesinde İngiltere ‘nin Rolü”,Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sa: 6, Ankara, 1995, s. 155—171. [61]“...Rusya’nın oyu daha önceden belirlenmiş, Fransa ise müstakbel mütteffikine aykırı hareket etmekten çekinmişti. Dahası her iki hükümet birleşerek, Almanya’ya İngiltere’nin ıslahat heyecanını söndürücü ve kararlarını frenleyici bir rol oynayacaklarını açıklamışlar, dolayısıyla bu ülkenin de kendilerine katılmasını ima etmişlerdi. Almanya ise, Doğudaki siyasi ve ekonomik yatırımları için iyi niyetine muhtaç Olduğu II.Abdülhamit’i kızdırmamaya özen gösteriyordu.” (Öke, Ermeni Meselesi, s. 100). [62]Öke, Ermeni Meselesi, s. 100— 101. [63]Gevige Washorn İngiltere’nin Ermeni Meselesi üzerindeki rolünü şöyle açıklar: “Ermenilerin durumu, bilhassa Anadolu’nun içerisinde Berlin Konferansı’ndan sonra gittikçe fenalaşmaya başlamıştı. Bu durumdan İngiliz politikasının sorumluluğu büyüktür. İngiltere, Ermenilerin haklarını savunmaya onlar için ıslahat temin etmeye koyulmuş ve Ermenileri muhtar bir Ermenistan eyaletinin kurulacağı fikriyle tahrik etmiştir. Bunu kısmen Hıristiyanlık gayreti ile fakat daha çok, bizzat kendi menfaatleri için yeni muhtar bir Ermenistan’ın Rusya’nın ilerlemesine mani olacağı düşüncesi ile yapmıştır.” (Karal, Osmanlı Tarihi, C. VIII., s. 132). [64]Azmi Süslü.Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı,Ankara, 1990,ss.58-59. [65]Bu rakam, bundan sonra yapılacak nokta araştırmalarla daha da yükselebilir. [66]Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu, Ankara, 1989, s. 16. [67]Hüsamettin Yıldırım, Ermeni İddiaları Ve Gerçekler,Ankara,2000,s.23. [68]Kamuran Gürün,Ermeni Dosyası,Ankara,1988,s.136. [69]Gürün, Ermeni Dosyası, s. 136. [70]Bu ilginç mektup için bkz. Gürün, Ermeni Dosyası, s. 138. [71]Uras, Tarihte Ermeniler ..., s. 13 1. [72]Uras, Tarihte Ermeniler ..., s. 131. [73]Uras, Tarihte Ermeniler ..., s. 131. [74]Gürün, Ermeni Dosyası, s. 136. [75]Clair Price, The Rebirth of Turkey, New York, 1923, s. 78. [76]Süslü, Ermeni Tehciri ..., ss. 19— 20. [77]Süslü, Ermeni Tehciri ..., ss. 21 — 22 Ayrıca Erzurum, Van, Hakkari, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır’ın 1914 yılındaki nüfusları için bkz. Justin McCarthy, Müslümanlar ve Azınlıklar. Çev. Bilge Umar, İstanbul, 1998, ss. 43—44. [78]Dokuz Soru ve Cevapta ..., s. 18. [79]Dokuz Soru ve Cevapta ..., s. 21. [80]Dokuz Soru ve Cevapta ..., s. 21. [81]Dokuz Soru ve Cevapta ..., s. 22. [82]Dokuz Soru ve Cevapta ..., s. 22. [83]Dokuz Soru ve Cevapta ..., s. 22. [84]Dokuz Soru ve Cevapta ..., s. 22. [85]Süslü, Ermeni Tehciri ..., s. 70. [86]Süslü, Ermeni Tehciri ..., s. 73. [87]Süslü, Ermeni Tehciri ..., s. 71. [88]Ermeni Komitelerinin A‘mal ve Harekat-ı İhtilaliyyesi, Haz. H. Erdoğan Cengiz, Ankara, 1983,s.255. Ayrıca Van isyanları ile ilgili başlıca eserler için bkz. Clarence D. Ussher, An American Physician in Turkey, Boston and New York, 1917; James Bryce and Arnold Toynbee, The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire 1915-1916 (ed. Ara Sarafian), New Jersey, 2000; Rafael de Nogales, Hilal Altında Dört Sene ve Buna Ait Bir Cevap, Çev. Kaymakam Hakkı, İstanbul, 1931 (Bu eserin İngilizcesi için bkz. Rafael de Nogales, Four Years Beneath the Crescent, New York 1926, (English translation by Muna Lee); Hikmet Ilgaz, Şark Yıldızı,C.I.- II., (Yer belirtilmemiş), 1953; General Maslofski, Umumi Harpte Kafkas Cephesinin Tenkidi, Çev. Kaymakam Nazmi, Ankara, 1935; Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi;Mehmed Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul, 1976;Gürün, Ermeni Dosyası, ; Ergünöz Akçora, Van ve Çevresinde Ermeni isyanları 1896-1916,İstanbul, 1994; Kantarcı, “Van’da Ermeni İsyanları (1896 — 1915), Ermeni Araştırmaları Dergisi, (Bahar 2002), Sa: 5, Ankara, 2002, ss. 138— 167.
[89]BOA,HR.SYS.HU,kr.110,dos.12-3,nr.12-14,16,18-26,28-39,41-44; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 92-98; BOA; HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 101-102; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 114116; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 117-123. Bu katliamlarla ilgili 1915 yılında Van’da olayları yaşayan ve bu vahşetten kurtulanların 1916 tarihli ifadeleri için bkz. BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-4, nr. 110-123; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 19-33; BOA.HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. l25-134; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 66-74, 99-100, 124; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 135-143; BOA. HR. SYS. HU, kr. 110, dos. 12-2, nr. 75-91, 103-106, 111-113, 163-166. [90]Her Yönüyle Ermeni Sorunu, s. 178. [91]Her yönüyle Ermeni Sorunu, s. 186. [92]Her yönüyle Ermeni Sorunu, s. 189. [93]Bu konuyla ilgili belgeler için bkz. BOA. DH. ŞFR, nr. 54-A/252; nr. 55/292, BOA. DH. ŞFR, nr. 55/20, BOA. DH. ŞFR, nr. 55/18; nr. 55/292; nr. 58/2, BOA. DH. ŞFR, nr. 53/295, BOA. DH. ŞFR, nr. 54/221, BOA. DH. ŞFR, nr. 52/249, BOA. DH. ŞFR, nr. 54/1 50; nr. 54/163, BOA. DH. ŞFR, nr. 53/295; 54/287, BOA. DH. ŞFR, nr. 55/19). [94]Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ..., s. 77. [95]Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ..., s. 77 —78 —79. [96]BOA. DH. ŞFR, nr. 54/10; BOA. DH. EUM 2 Şb. 68/77:68/73. [97]Muhacirin Tahsisatı’ndan iaşe ve iskan masraflarının haricinde sevkiyatın muntazam olarak yürütülebilmesi için iskan-ı Aşair ve Muhacirin Müdürü Şükrü Bey’i görevlendirmiştir. Her türlü ihtiyacın temini için de Konya, Adana, Halep, Suriye, Ankara, Musul vilayetlerine ve İzmit, Eskişehir sancaklarına ihtiyaca göre toplam 2. 250. 000 kuruş tahsis edilmiştir. Bundan ayrı duruma göre ilave para tahsisleri yapılmıştır (BOA. DH. ŞFR, nr. 53/305). Yine Dahiliye Nezareti iskan-ı Aşair ve Muhacirin Müdiriyetinden Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal Paşa’ya çekilen şifre telgrafta: “20 Ağustos sene 1331. Ermenilerin temin-i ihtiyacatına medar olmak üzere şimdilik Muhacirin Tahsisatı’ndan Suriye Vilayeti’ne on bin lira telgrafla gönderilmiştir. İcabında tekrar tahsisat talep buyurulması. “Şeklinde para yardımına devam edileceği bildirilmiştir. (BOA. DH. ŞFR, nr. 55 A/118., Ayrıca bkz. BOA. DH. ŞFR, nr. 55 A/77). [98]BOA. DH. ŞFR, nr. 54-A/252; nr. 55/292. [99]BOA. DH. ŞFR, nr. 54/1 50; nr. 54/163. [100]Sevkedilen Ermenilerin geride kalan malları hükümetçe kendileri namına müzayede usulüyle satılmış ve sonradan Emval-i Metruke Komisyonu aracılığıyla bedelleri ödenmiştir. (BOA. DR. ŞFR, nr. 53/303; nr. 54/420.) Terkedilmiş mal ve eşyanın devlet memurlarınca suistimale meydan verebileceği düşüncesiyle satın alınması önceden yasaklanmış, sonradan gerçek fiyatı ve peşin para ödemek şartıyla Ermenilerden ev satın almaları serbest bırakılmıştır. Görüldüğü gibi devlet Ermenilerin mallarının yağmalanmasına müsaade etmemiş ve gerçek değerleri üzerinden satılması için gayret sarf etmiştir (BOA. DH. ŞFR, nr. 53/1 07; nr. 54/202) Ayrıca 11 Ağustos 1915 tarihli genel tebligatta da birçok tedbir alınmıştır (BOA. DH. ŞFR, nr. 54/381). [101]BOA. DH.ŞFR, nr. 56/64. [102]Cemiyet-i Akvam ve Türkiye’de Ermeni ve Rumlar, Dahiliye Nezaret-i Umumiyesi Neşriyatı, Matbaa-yı Ahmet İhsan Şurekası. İstanbul, 1327, s. 14. [103]Abdurrahman Çaycı. Türk-Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Ankara, 2000, s. 75 77. [104]American Military Mission to Armenia: From Maj. Gen. James G. Harbord, United States Army to the Secretary of State (Report). [105]Hasankale ve köylerinde Ermenilerin Türklere yaptığı mezalim hakkında bkz. Kantarcı.Hasankale ve Köylerinde Ermeni Mezalimi (Basılmamış Lisans Tezi), Erzurum, 1993. [106]Erzincan ve çevresinde Ermeni teşkilatlanmaları ve yaptıkları mezalimler hakkında bkz. Nurcan Yavuz, İşgal ve Mezalimde Erzincan, Ankara, 1995. [107]Bayburt ve çevresindeki Ermenilerin Türklere yaptığı mezalim hakkında bkz. Tatyana Karameli’nin hatırlarına. Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri (1914-1919) I (Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın Nu:49), Ankara, 2001. s.363 - 373. [108]Erzurum ve çevresindeki Ermenilerin Türklere yaptığı mezalim hakkında bkz. Muammer Demirel, Birinci Dünya Harbinde Erzurum ve Çevresinde Ermeni Hareketleri (1914 — 1918), Ankara, 1996. [109]Kars ve çevresindeki Ermenilerin Türkler'e yaptığı mezalim hakkında bkz. Gürsoy Solmaz, Yaşayanların Dilinden Erzurum — Sarıkamış — Kars ‘ta Ermeni Zulmü (1918 — 1920,), Van, 1995. [110]Ermenilerin Güneydoğu Anadolu’daki Türk halkına yönelik katliamları için bkz. Bige Yavuz, Kurtuluş Savaşı Döneminde Türk-Fransız İlişkileri, Fransız Arşiv Belgeleri Açısından (1919-1922) Ankara, 1994. [111]Selçuk Ural, Vilayat-ı Şarkiye’de Mondros Mütarekesi’nin Uygulanışı ve İtilaf Devletleri Tarafından Kontrolü (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Erzurum, 2002, ss. 78, 80. [112]Selami Kılıç, Türk-Sovyet İlişkilerinin Doğuşu: Brest-Litovsk Barışı ve Müzakereleri (22 Aralık 1917—3 Mart 1918), İstanbul, 1998. [113]Çaycı, Türk-Ermeni ..., s. 84 — 85. [114]Çaycı, Türk-Ermeni ..., s. 86 — 87.
[115]Çaycı, Türk-Ermeni ..., s. 87. [116]Çaycı, Türk-Ermeni ..., s. 88. [117]Şimşir, “Ermeni Propagandasının ....“, ss. 34—36. [118]Şimşir. “Amerika’da Ermeni Lobisi ..., ss. 36 — 53. [119]Kantarcı, ABD’de Ermeni Toplumu ..., s. (.) ABD’nin herhangi bir Eyaletinde kurulan bir ermeni kuruluşunun, çeşitli şehirlerde ve kasabalarda onlarca şubesi açılmıştır: Örneğin ANC, Washington D.C.’nin ABD ve Kanada’da 60’dan fazla şubesi vardır, ANC-WR’nin sadece Los Angales’ta 14 şubesi vardır. [120]Her Yönüyle Ermeni Sorunu, s. 304. [121]Her Yönüyle Ermeni Sorunu,s.306 [122]Her Yönüyle Ermeni Sorunu, s. 307. [123]Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Leyla Tavşanoğlu ‘ nun ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Başkanı E. Büyükelçi Ömer E. Lütem’le yapmış olduğu söyleşi, Cumhuriyet, 17 Mart 2002. [124]Kantarcı, ABD’de Ermeni Toplumu ..., s. (.) [125]Kantarcı, ABD’de Ermeni Toplumu ..., s. (.) [126]Kantarcı, ABD ‘de Ermeni Toplumu ..., s. (.) [127]Her Yönüyle Ermeni Sorunu, s. 307 — 309.
İkinci Bölüm Ermeni Sorununun Hukuksal Boyutları:Ulusal ve Uluslararası Yrd. Doç. Dr. Sedat LAÇİNER* Ermeni Sorunu El Kitabı
İKİNCİ BÖLÜM
ERMENİ SORUNUNUN HUKUKSAL BOYUTLARI:ULUSAL VE ULUSLARARASI Yrd. Doç. Dr. İbrahim KAYA*
I. ÖNBİLGİLER Hukuk bir kurallar bütünüdür. Var olması gereken durumu gösterir. Var olan durum, var olması gerekene ne kadar yakınsa o kadar hukuksaldır. İkisi arasındaki fark ne kadar fazla ise o kadar büyük oranda hukuka aykırılık var demektir. Ermeni sorunu konusu da bir çok konu, belki de tüm konular, gibi hukukun ilgi alanına girmektedir. Ancak Ermeni sorununun hukuksal boyutları Ermeni Araştırmaları sahasının ihmal edilmiş alanlarından bir tanesi olarak gözlemlenmektedir. Bu çalışmada Ermeni sorunu ile ilintili olabilecek ulusal ve uluslararası hukuk konularına değinilecektir. Çalışmanın özelliğinden dolayı ciltlerce esere konu olabilecek hususlar ancak birkaç sayfalık sınırlar içerisinde sunulmak zorunda kalınmış, bu durum birçok yerde yüzeysellikle nitelendirilebilecek anlatımlara neden olmuştur. Belki de, okuyucunun hukuk bilgisinin sınırlı olduğu varsayımından hareketle, konuların son derece basite indirgenmiş olarak anlatılması çalışmanın amaçları yönünden en yararlı yöntemdir. Hukukun tartışmalı alanlarına olabildiğince az girilmiş, üzerinde tüm hukukçuların ittifak ettiği konular ön plana çıkarılmıştır. Başlarken hukuksal yaklaşımın temel özelliklerine değinmekte yarar vardır. Hukuk kabaca ülkenin içinde uygulanan hukuk (ulusal hukuk) ve ülkeler arası uygulanan hukuk (uluslararası hukuk) olmak üzere sınıflandırılabilir. Hukukun kaynakları, kuralların neler olduğunun bulunduğu yerlerdir. İçhukukun kaynakları ülkenin anayasası, yasaları, tüzük ve yönetmelikleri gibi hukuksal metinlerdir. Bunların nasıl yapılacağı anayasa ile saptanmıştır. Mahkemeler günlük hayattaki uygulamaların var olan hukuk kurallarına uygun olup olmadığına karar verildiği yerlerdir. Mahkeme kararları hukukun ne olduğunu söyler. İç hukukta olduğu gibi uluslararası hukukta da kaynaklar konusu önem taşır. Uluslararası
antlaşmalar, uluslararası, hukukun en önemli kaynağıdır. Antlaşmalar aslında devletler arasında yapılmış sözleşmelerdir. Devletler sözleşme ile karşılıklı olarak haklarını ve yükümlülüklerini belirtirler. İç hukuk kurallarının oluşmasında prosedür ne kadar önemliyse, antlaşmalar için de bu böyledir. Antlaşmaların nasıl bağlayıcı olacağı devletlerin anayasasında belirtilmiştir. Genelde antlaşmaların geçerlik kazanmasında önce imza aşaması sonra meclislerin onaylama aşaması öngörülür. İmza olmadan meclise antlaşma onay için gelemez. İmzalanan antlaşmaların onaylanıp onaylanmaması ise tamamıyla meclisin takdirindedir. Meclisce onaylanmayan antlaşma kesinleşmiş, dolayısı ile bağlayıcı, olmaz. Bu tür antlaşmalar yükümlülük doğurmaz. Bu çalışmada iç hukukun ve uluslararası hukukun kaynakları ışığında Ermeni sorunu ile ilintili olabilecek konular üzerinde durulacaktır. Burada amaçlanan okuyucunun sorunun değişik yönleri üzerinde hukuksal bakış ile değerlendirmeler yapabilmesine olanak tanınmasına çalışmaktır.
II. OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLERİN HUKUKİ STATÜSÜ Osmanlı Devleti’nin en büyük özelliklerinden birisi çok uluslu ve çok dinli bir devlet olmasıdır. Dolayısıyla Osmanlı tebaasının bir kısmını gayrimüslimler teşkil etmiştir. İslam ülkesi vatandaşı gayrimüslimler teknik olarak and, güvenlik, söz verme anlamlarına gelen zimmet sözcüğünden türeyen “zimmi” kavramı ile ifade edilmişlerdir. İslam topraklarında sürekli olarak yaşama hakkını elde eden gayrimüslimlere zimmi denir. Zimmi statüsüne girmek başta ancak ehl—i kitaplar için söz konusu iken zamanla kavram genişlemiş, örneğin, Mecusiler de bu kapsama girmiştir. Bir ülke İslam hukukuyla yönetilen bir devletin hakimiyetine geçtiği zaman burada yaşayan gayrimüslimler İslam devletiyle bir anlaşma yaparak, bu anlaşmadaki esaslar dahilinde eski yurtlarında yaşamaya devam edebilirler. Bu anlaşma süre sınırlaması olmadan sürekli olarak geçerlilik taşır. Bununla gayrimüslimlere ülkede yaşama izni verilir, can ve malları devletin güvencesi altına alınır. Din değiştirmeye zorlanamayacakları gibi yaşadıkları yerde daha
önceden mevcut ibadethanelerine dokunulmaz. Bu korumaya karşılık gayrimüslimler de cizye ve haraç vergisi vermekle yükümlüdür. Zimmi kavramının ilk kaynağının Medine Anayasası olduğu söylenmektedir. Bu çerçevede Osmanlı İmparatorluğu’ nda da gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının hukuki statüsünün belirlemesinde dinsel hukukun önemli bir katkısı olmuştur. Ancak Osmanlı kendi özel şartlarından kaynaklanan düzenlemeleri de sisteme başarılı bir şekilde eklemlemiştir. Osmanlı’nın zimmilerle ilgili getirdiği en önemli yenilik “millet sistemi” olmuştur. Millet sistemine benzer bir sistemin Roma hukukunda da var olduğu bilinmektedir. Osmanlı Devleti’nde kişiler din ve mezhep esasına göre milletlere bölünmüşlerdir. Kişiler, etnik kökenlerine bakılmaksızın Türk, Ermeni, Rum, Bulgar, Arap olarak değil, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi olarak sınıflandırılmışlardır. Osmanlı Devleti ‘nde bu gurupların her birine millet denmiştir. Osmanlı Devleti zimmileri bir milletin üyesi olarak muhatap almıştır. Zimmilerin kendi iç ilişkileri onların mensup oldukları din kurallarınca düzenlenmiştir. Diğer bir deyişle gayrimüslimler iç ilişkilerinde özerkliğe sahip olmuştur. Osmanlı Devleti’nde toplumun dini çizgilere göre topluluklara bölünmesi her birey ya da topluluğun dini bir bağla bir millete ait olması sonucunu doğurmuştur. Millet sisteminin ortaya çıkması Fatih devrinde İstanbul’un fethinden sonra gerçekleşmiştir. 1453 yılında Sultan II. Mehmet, Rum, Yahudi ve Ermeni milletlerine, yani İmparatorluğun dini anlamda tanımlanmış topluluklarına özerklik tanımıştır. İlk ortaya çıkan milletin, Ortodoks Rum milleti olduğu konusunda araştırmacılar hem fikirdirler. Ortodoks Rum milleti içine yalnızca Rumlar değil, Sırp, Bulgar, Romen hatta Arap Ortodokslar sokulmuşlardır. Yahudi ve Ermenilerin ne zaman millet statüsüne sokuldukları konusunda ise tartışmalar vardır. Fatih’in tayin etmiş olduğu Ermeni patriği Joachim’in bütün Ermeni cemaati ve kiliseleri üzerinde otorite kurduğu tartışmalıdır. Ermeni milletinin 1461’de kurulduğunu söyleyen yazarlar olduğu gibi ancak 17. yüzyıldan itibaren Ermeni patriğinin Anadolu ve Rumeli’deki Ermeni cemaati üzerinde hakimiyet kurduğunu iddia edenler de vardır. Osmanlı Devİeti’nde ayrı bir millet statüsü tanınmayan gurupların önemli bir kısmı da Ermeni milleti içinde kabul edilmişler ve Ermeni patrikliğinin bunlar üzerinde yetkili olduğu kabul edilmiştir. 1830’da ise Katolik Ermeni Cemaati millet olarak tanınmıştır. Her milletin başında, o topluluğun seçtiği ve Osmanlı Devleti’nin bir beratla onayladığı bir
millet başı bulunmuştur. Bu beratlarda millet başının dini ve hukuki yetkileri belirtilmiştir. Millet başı çok önemli bir suç işlemedikçe görevden alınmamıştır. Millet başının topluluğun mallarını idare etme, ayin ve diğer dini işleri yürütme, milletini oluşturan kişilerden belli miktar vergi toplama yetkileri vardır. Millet başı ayrıca cemaat mensuplarının özel hukuka ilişkin evlenme, boşanma, miras gibi meselelerini çözme yetkisiyle de donatılmıştır. İslam hukuku din ve vicdan hürriyetinin doğal bir uzantısı olarak gayrimüslimlere yargı özerkliği tanımış ve evlenme, boşanma, miras gibi konularda kendi hukuklarını uygulama hakkı vermiştir. Millet başı bu alanda kadılar gibi din kurallarına uygun olarak yargılama yapmıştır. Dini liderler cemaatleriyle ilgili bütün işlerden dolayı hükümete karşı sorumlu sayılmışlar, devletle cemaatleri arasında aracı ve temsilci görevini yürütmüşlerdir. Bununla beraber dini liderlerin ya da daha aşağı düzeydeki ruhanilerin kötü idareleri ve suistimalleri ile ilgili olarak millet mensupları doğrudan devlete başvurabilmişlerdir. Her millet eğitim, din, devlet, toplumsal güvenlik gibi görevleri yerine getirmek için kendi kurumlarını yaratıp idare etmiş, bu çerçevede dini liderler hastane, vakıf ve eğitim kurumlarının yönetiminde de geniş yetkilere sahip olmuşlardır. 1789’dan sonra yayılan milliyetçilik akımları ile çok uluslu devletler tarihinde yeni bir döneme girilmiştir. Millet sistemi de artık ulus-devlete geçiş sürecinde yeterli olamamaktaydı. Bir yandan imparatorlukları oluşturan milletler bağımsızlıklarını elde etmek için ayrışma sürecine girerken diğer yandan çok etnik ve dinsel yapılı toplumlarda yeni bir ulusal üst kimlik (ulus) tanımlaması yapılarak kaynaşma sağlanılmaya çalışılmıştır. Üst kimlik oluşturamayan devletler zaman içerisinde parçalanma ile yüz yüze gelmişlerdir. II. Mahmut çeşitli dinlere mensup milletlerin dini nedenleri bahane ederek milliyetçilik duyguları ile ayaklanmalarını ve bağımsızlıklarını istemelerini önlemek amacıyla “Ben tebanın Müslümanını camide, Hıristiyanını kilisede, Musevisini de havrada fark ederim. Aralarında başka güna fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır” diyerek uyrukların tümünün eşit olduğunu vurgulamıştır. Ancak hukuksal anlamda eşitlik Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla geldi. 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ile Müslüman olan ve olmayanların can, mal, ırz ve konut dokunulmazlıklarının sağlanacağı belirtildi. Böylece Osmanlı uyruklarının din farkı gözetilmeksizin kişi hakları, ceza ve vergi hukuku alanlarında aynı hak ve güvencelerden yararlanacakaları pozitif hukuk kuralı olarak saptandı. Tanzimatla birlikte Sancak ve Eyalet merkezlerinde Müslüman ve
gayri müslim üyelerden oluşan meclisler kuruldu. Tanzimat Fermanı’ından farklı olarak 1856 Islahat Fermanı tüm Osmanlı uyruklarının değil sadece zimmilerin hukuki statülerinde, dini ve sosyal yaşamlarında değişiklik yapan düzenlemeleri içeriyordu. Bir mezhebe bağlı olan zimmilerin sayılarına bakılmaksızın, inançlarının gereği olan ibadetlerini eda edebilmeleri için gereken tedbirler alınacaktı. Kimse ibadetlerini yerine getirirken engellenmeyecek, kimse de ibadetlerini yerine getirmeye zorlanamayacaktı. Patrik ömür boyu görevde kalacaktı. Artık Patriklik makamına yalnız dini yetkiler bırakılacak, dünyevi yetkiler elinden alınacaktı. Böylece millet sisteminde önemli bir değişiklik yapılarak millet başı gerçekten o milletin önderi olma konumundan çıkmış, dünyevi yetkilerini kaybetmişti. Cemaat işleri din adamları ve laik üyelerden oluşan karma meclisler tarafından yürütülecekti. Devlete verilecek vergiler bir kanunla tespit edilecek, Müslüman ve Müslüman olmayanlar arasında vergi eşitliği sağlanacaktı. Zimmilerin devlet memuriyetine ve askeri okullar da dahil olmak üzere, okullara girebilecekleri ve cemaatlerin kendi okullarını açabilecekleri öngörülmekteydi. Ayrıca zimmilerin yerel meclislerde temsili de düzenlenmişti. Bu haklara ek olarak eşitlik prensibinin bir sonucu olarak askerlik yükümlülüğü zimmiler için de getirilmişti. Askere alınmalarının yerine bedel ödemeleri de öngörülmekteydi. Tanzimat Fermanı’nın konumuz açısından en önemli noktaları eşitlik prensibinin vurgulanması ve millet sisteminin üzerine kurulduğu dinselliğin terk edilerek, veya zayıflatılarak, millet başlarının sadece din alanında etkili olması dünyevi işlerde güçlerini yitirmeleridir. Bu durum vergi toplama yetkisi de olan ruhban sınıfının tepkileriyle karşılaşmış adeta milletler içerisinde laik anti-laik çatışması yaşanmıştır. Eşitlik prensibinin bir sonucu olarak getirilen askerlik yükümlülüğü de gayrimüslim teba tarafından hoş karşılanmamıştır. Daha önce alınan baş ve toprak vergilerine ek olarak vergide eşitlik sağlanmış ticari kazançların da vergilendiri lmesi prensibi getirilmiştir. Hristiyanlar için Yahudilerle eşit kabul edilmek de ayrı bir direnç noktasını oluşturmuştur. 1862-65 yılları arasında çıkarılan nizamnamelerle milletler yeniden düzenlendi. Her milletin kendi komisyonunun hazırladığı nizamnameler Babıali tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Ermeni Gregoryen Milleti Nizamnamesi l863’te üzerinde anlaşılarak yayınlandı. Bununla 140 kişilik bir genel meclis kurulacağı öngörülmekteydi. Genel meclis İstanbul ve Kudüs Patrikierini ve 20 kişilik laik meclis ile 14 kişilik ruhani meclisi seçecekti. Patrik genel
meclise karşı sorumluydu ve hükümet ile milleti arasındaki iletişimi sağlayacaktı. Dini meclis dini eğitim, din görevlilerinin atanması gibi dinsel işlerden sorumlu iken, laik meclis eğitim, millet malları, bütçe ve adalet gibi dünyevi işlerden sorumluydu. Dikkat edilecek husus burada dinsel olmayanların daha ağırlıkta bulunmasıdır.
Sonuçta Ermenilerin hiçbir zaman dinsel hürriyetleri başta olmak üzere hak ve hürriyetlerinden mahrum tutulmadıkları, Osmanlı millet sisteminin zamanının en ileri hak ve özgürlükler sistemi olduğu söylenebilir. Bu sistemin değişikliğe uğramasıyla da tüm Osmanlı vatandaşlarına eşitlik tanınmıştır. Nitekim, 1876-1915 arası dönemde Ermenilerden 29 kişi paşa, 22 kişi dışişleri, maliye, ticaret ve posta bakanlıkları da dahil olmak üzere bakan, 33 kişi milletvekili, 7 kişi büyükelçi, 11 kişi başkonsolos, 11 kişi profesör ve 41 kişi de diğer önemli görevlerde bürokrat olarak Osmanlı devlet hayatında yer almıştır.
III. 1915 TEHCİRİ VE SOYKIRIM İDDİALARI Uluslararası bağlamda soykırımı tanımlayan ve onun bir suç, dolayısı ile işleyenleri suçlu, kabul eden hukuksal görüş dayanağını 1948 yılında yapılan Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’nden almaktadır. Tahmin olunacağı üzere bu sözleşme Nazi Almanyası’nın Yahudilere karşı yürüttüğü soykırım politikası üzerine yapılmış olup bundan sonra dünyanın bu tür eylemlerle karşılaşmasını önlemeye yöneliktir. 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesinin ilgili maddesi soykırımı şöyle tanımlamaktadır: Madde 2. Bu Sözleşmeye göre, soykırım, bir milli, etnik, ırki veya dini grubu, grup niteliğiyle, kısmen veya tümüyle, yok etmek kastıyla, aşağıdaki fiillerin işlenmesidir: a)Grubun mensuplarını katletmek;
b)Grubun mensuplarına ciddi bedensel ve psikolojik zarar vermek; c)Grubun maddi varlığının kısmen veya tamamen yok olmasına yol açacak hayat şartlarına kasten tabi tutmak; d)Grup içinde doğumları önlemek amacıyla önlemler dayatmak; e)Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla nakletmek. Bu tanım Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran 1998 Roma Sözleşmesi’yle de olduğu gibi kabul edilmiştir. Bu da göstermektedir ki bu tanım aradan geçen bunca seneye rağmen hala geçerliliğini korumakta ve uluslararası camiaca benimsenmektedir. Ceza hukuku açısından baktığımızda soykırım suçunun maddi (objektif-actus reus) ve zihni (subjectif-mens rea) unsur olmak üzere iki bileşeni olduğunu görürüz. Bunlardan bir tanesi olmadan, yada diğer deyimiyle bir tanesi eksikse, suçun unsurlarının oluşmadığı için suçun varlığından bahsetmek mümkün olmaz. Sözleşme “bir milli, etnik, ırki veya dini grubu, grub niteliğiyle, kısmen veya tümüyle, yok etmek kastıyla” demekle zihni unsura açıkça işaret etmekte ve sonrasında bu amaçla işlenen suç flillerini maddi unsur olarak saymaktadır. Bu iki unsur ve bunların kapsamı 1915 Ermeni olaylarının karşılaştırılması bağlamında özetle burada ele alınacaktır. Bu unsurların hukuksal olarak teorik açıdan tartışılması bu çalışmanın kapsamı dışındadır. Yukarıda anılan maddede geçen fiillerden (a) ve (c) bentlerini oluşturan filler yani grubun mensuplarını katletmek ve grubun maddi varlığının kısmen veya tamamen yok olmasına yol açacak hayat şartlarına kasten tabi tutmak konumuz açısından ele alınması gereken fılilerdir. Ermeni olaylarıyla ilgili olarak sistematik bir öldürme girişimi olduğu iddiaları şüpheyle karşılanmaktadır. Tehcir sırasında ortaya çıkan öldürmelerin asayiş boşluğundan yararlanan bir takım çetelerin işi olduğu bilinmektedir. Ayrıca bir takım devlet görevlilerinin de bu tür fiillere karıştığı bilinmektedir. Nazilerin aksine Osmanlı yönetimi vuku bulan öldürme ve benzer suç fiillerine karşı etkin önlemler almış daha savaş sırasında çok sayıda insanı yargılayarak suçlu bulmuştur. Soykırım yapan bir yönetimin bu şekilde davranarak suçluları
cezalandırması beklenen bir durum olamaz. (e) bendiyle ilgili olarak ise “tehcir” kararının Ermeni varlığını kasden yok etmek amacıyla alındığı iddia edilmektedir. Tehcir uygulamaları sonucu çok sayıda masum insanın hayatını yitirmiş olması, bu iddianın gerçek olduğu anlamına gelmez. Nitekim ortaya çıkan ölümlerde kast unsuru görülmemektedir. Kast zihni unsurla ilgili olduğu için ayrıntılı olarak aşağıda ele alınacaktır. Burada “tehcir” uygulamasının bizatihi bir suçu oluşturup oluşturmadığına konuya açıklık getirmesi için değinilecektir. Sözleşmenin yapılması aşamasında Soykırım Sözleşmesi listesine ülke dışına zorla göç ettirmenin (deportation-sürgün) de soykırım sayılması şeklinde teklifler geldi. Ancak eğer yapılan eylem grubu yok etmeye yönelik kasdi bir eylemse zaten sözleşmenin 2. maddesinin (e) bendinde soykırım olarak ihtiva edildiği gerekçesiyle bu tür teklifler kabul görmedi. Dolayısı ile burada önemli olan yapılan eylemin grubu yok etmeyi amaçlayan kasdi bir eylem olması. Yoksa toplu sürgün bizatihi soykırım teşkil etmiyor. Ayrıca Ermeni “tehciri” sürgün olarak adlandırılamaz. Sürgün ülke dışına göç anlamına geliyor. İngilizcesi olan deportation sürgünün yanısıra sınırdışı etme olarak da çevriliyor. Bu çeviri ülke dışılığı daha belirgin kılıyor. Ermeni tehciri bir grubun ülkenin bir yerinden alınıp başka bir yerine yerleştirilmesi (resettlement) yahut grubun yerinin değiştirilmesi (relocation) olarak tanımlanabilir. Bu anlamda zorunlu göç, ister ülke içine ister ülke dışına yapılsın, grubu yok etmeye yönelmedikçe soykırım olarak tanımlanamaz. I. Dünya Savaşı ardından nüfus mubadeleleri yapıldığı gibi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra dahi 15 milyon gibi büyük sayıdaki bir Alman nüfus, 1945 Postdam Protokolü uyarınca, Batı Polonya’dan Almanya’ya nakledilmiştir. Uluslararası hukukta bu tür büyük nüfus hareketlerini yasaklayan hiçbir hüküm olmadığı gibi ülke içindeki yerleşmeler de iç hukukun konusuna girmektedir. Bu tür nüfus hareketlerinin soykırım konusuyla ilgisi yoktur. Bu bağlamda Ermeni “tehciri” hukuka aykırı bir işlem olarak nitelendirilememektedir. Madde 2’ ye göre soykırım bir milli, ırki, etnik veya dini grubu, grup niteliğiyle, toptan veya kısmen yok etmeye yönelik olarak anılan eylemlerin gerçekleştirilmesidir. Burada dikkat edilmesi gereken sadece ve sadece insanların anılan gruplara üye olmalarından dolayı yok edilmeleridir. Ayrıca dikkat edilmesi gereken başka bir nokta da grubun tamamının ortadan kaldırılması veya sadece çok azının kurtulmasının olayın soykırım kabul edilmesi için gerekmediğidir. Bu açıdan baktığımızda diğer unsurlar, yani amaç ve kasd olduğu takdirde, görece az sayıda ölümlerin bile bu kapsamda ele alınabileceğidir. Nitekim Eski Yugoslavya
Savaş Suçları Mahkemesi Srebrenica’da katledilen 7000 kişinin ölümünden sorumluluğu olanları soykırım suçlusu kabul etmiştir. Bu mahkemenin kararının halihazırda temyiz aşamasında olduğu da hatırlanmalıdır. Bu açıdan bakıldığında bazılarının iddia ettiği gibi öldürülen Ermeni sayısı 10.000 olsun veya 1.500.000 olsun hiçbir fark yoktur. Madde 2’ ye göre grubun kısmen de olsa öldürülmesi eylemin soykırım olarak kabul edilebilmesi için yeterlidir.[127] Öldürülenlerin sayısının görece az olması soykırım suçu işlenmediğini göstermediği gibi sayının fazla olması da soykırım işlendiğine dair hukuksal bir karine teşkil etmez. Dolayısı ile hukuki açıdan baktığımızda öldürülenlerin sayısının şişirilmesi ve ya düşük gösterilmesi önemli olmayıp bunlar sadece kamuoyunu etkilemeye yönelik çabalardır. En önemli nokta dediğimiz gibi öldürülenlerin sadece ve sadece anılan gruplara aidiyetleri nedeniyle öldürülmüş olduğu gereğidir. Bunun dışında bir öldürme nedeni soykırım suçu oluşturmaz. Osmanlı millet sistemi içerisinde Ermeni cemaati tanınmış, dinsel özgürlükleri kabul edilmiştir. Tanzimat ve lslahat fermanlarıyla Osmanlı yurttaşları arasındaki eşitlik bir kez daha teyid edilmiş, her yurttaşın mal ve can güvenliği vurgulanmıştır. Ermeniler hiçbir meslekten yasaklanmadıkları gibi neredeyse kuyumculuk gibi bazı önemli meslekler yetenekleri ve dayanışmaları sayesinde Ermenilerin tekeline geçmiştir. Ermeniler gelişen anayasacılık akımına paralel olarak Parlamentoya temsilciler göndermişler, yerel yönetimlerde başkanlıklar kazanmışlar, devlet bürokrasisinde çok önemli görevler almışlar hatta çok önemli dönemlerde dahi, örneğin Balkan Savaşları sırasında, çok önemli bakanlıklarda, örneğin dış işleri, bulunmuşlardır. Bu açıdan baktığımızda Hıristiyanlara, veya daha iyi bir tabirle Yahudileri de içine alacak şekilde tüm gayrimüslimlere yönelik hiçbir ayrımcılıktan bahsetmek olanaklı olmamıştır. Zaman içerisinde bağımsızlık isteyen bazı Ermeni gruplar ortaya çıkmışsa da bunlar Ermenilerin genelince benimsenmemiştir. Osmanlı idaresinin bozulmasına paralel olarak adaletten ayrılmalar başlamış bir takım haksız uygulamalara tüm ülke yurttaşları, Müslümanlar ve Türkler dahil, muhatap olmuşlardır. Dışarıdan gelen tesirlerin etkisiyle ve onların koruması altında bir takım Ermeni silahlı örgütleri ortaya çıkarak ülkenin bir bölümünde bağımsız bir devlet kurmaya yönelik olarak faaliyette bulunmuşlar ve bu bölgelerde devlet otorite boşluğundan yararlanarak etnik temizlik olarak nitelendirilebilecek eylemler gerçekleştirmişlerdir. Yine bu bölgelerde bulunan Müslüman unsurların da Ermenilere yönelik olarak savunma yada saldırı amaçlı olsun faaliyetlerde bulunduğu belirtilmektedir. Savaş dönemi şartları altında bu bölgede devlet otoritesi iyice zayıftır. Ermeni gruplar kendilerini himaye edeceklerine inandıkları Rus kuvvetleriyle işbirliği yapmışlar, Ruslarla savaşan Osmanlı ordusuna karşı faaliyetlerde
bulunmuşlardır. Buna bir önlem alarak 1915 yılındaki yeniden yerleştirme kararı alınarak Rus sınır illerindeki Ermeniler zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Dolayısı ile Ermenilerin sadece Ermeni olmaları böyle bir kararın alınmasında etkili olamamış, ülke güvenliği ve yurt savunması böyle bir önlemi zorunlu kılmıştır. Birçok suçta olduğu gibi soykırımın işlenmesinde de ilk önce zihni bir unsur olan kastın bulunması gerekir. Soykırım, Sözleşmenin 2. maddesinde belirtilen beş eylemden birini “kasden” yapmak olarak tanımlanmıştır. Buna göre kast unsuru olmaksızın eylem gerçekleşmiş olsa, sonuçları oluşsa bile soykırımdan bahsedilemez. Burada geçen kast “özel kast” olup bazı suçlar için yeterli olan “genel kastten” farklıdır. Genel kastte eylemin işlenmesine bakılır. Yani eylemin sonucu kastin olduğunu gösterir. Özel kastte ise sonuca bakarak kasdin olduğunu çıkaramayız. Kast unsuru açık bir şekilde ortada olmalıdır. Soykırım eylemini gerçekleştirenler bilerek ve isteyerek grup mensuplarını sadece ve sadece o gruptan oldukları için yok etme niyetinde olmalıdırlar. Soykırımı iddia edenler kast unsuru olduğunu ispatlamakla yükümlüdürler. Bu amaçla Ermeni soykırımını savunanlar da Talat Paşa’ya atfen bir takım belgeler yayınlamışlar ve bunlarda açıkça soykırımın emredildiğini iddia etmişlerdir. Ancak Andonian Belgeleri olarak geçen bu belgelerin düzmece olduğu çok geçmeden anlaşılmış böylece Osmanlı hükümetinin planlı ve sistematik bir soykırımı yürüttüğüne ilişkin iddialar dayanaksız kalmıştır. Tersine Osmanlı yetkililerinin Ermenilere yönelik suç işlenmemesini emrettikleri ve bu bağlamda suçluları cezalandırıldıklarına yukarıda değinildi. Sonuçta, 1915 Ermeni tehcirinin uluslararası hukuk tarafından benimsenmiş tanıma uygun olarak bir soykırım olmadığı ortadadır. 1948 Sözleşmesi’nde geçen unsurların hiçbiri 1915 olaylarında bulunmamaktadır. “Ermeni Soykırımı”ından bahsetmek hukuka uygun bir davranış olarak kabul edilemez.
IV. ULUSLARARASI ADALET: MALTA SÜRGÜNLERİ
Batı’da Ermeni göçü o kadar dramatize edilmişti ki daha göç kararının alındığı ilk günlerde Mütteffikler Osmanlı devletine uyarılarda bulundular. Müttefikler 24 Mayıs 1915 tarihinde “Osmanlı yetkililerinin (olaylara) göz yummasını ve genellikle yardım etmesini” iddia ederek ortak bir deklarasyon yayınladılar. Deklarasyonda “Türkiye’nin insanlığa ve uygarlığa karşı işlediği bu yeni cinayetler karşısında...Müttefik hükümetler...Osmanlı hükümetinin bütün üyelerini ve onların katliamlara karışan ajanlarını kişisel olarak sorumlu tutacaklarını” ilan ettiler. Deklarasyon her türlü uluslararası diplomatik nezaket ve saygı kurallarını aşan bir şekilde kaleme alınmıştı. Türk milletine karşı yüzyılların ön yargısını da gözler önüne sermektedir. Ayrıca Müttefik kuvvetler baştan peşinen yargılamayı yapmışlar; Türkleri suçlu ilan etmişlerdi. Geriye bir tek suçluların cezalandırılması kalmaktaydı. Savaşın Türkler aleyhine sonuçlanmasıyla bu fırsat da doğmuştu. 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti mütarekeyi imzaladı. Artık ulusun tersanelerine girilmiş, ordusu dağıtılmış, silahlarına el konulmuştu. İngiltere Dış İşleri Bakanı Türkiye’yi “mahkum olmayı bekleyen bir suçlu” olarak betimledi. Artık Müttefiker iddia edilen katliamları yaptıkları inanılanları rahatça yargılayabilirlerdi. Tüm Osmanlı bilgi ve belgeleri ellerinde idi. Hiç kimsenin ne kaçacak yeri ne de kendisini savunacak silahı vardı. Nitekim İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Webb, Paris’teki Barış Konferansı’na gönderdiği 3 Nisan 1919 tarihli bir telgrafta şöyle diyordu: Ermeni vahşetinden suçlu olan bütün kişileri cezalandırmak Türklerin toptan cezalandırılmasını gerektirir. Bu nedenle cezanın, ulusal olarak, son Türk İmparatorluğu ‘nun parçalanması biçiminde ve kişisel olarak, bendeki listede yer alan yüksek görevlilerin akıbetleri örnek oluşturacak şekilde yargılanmaları biçiminde, verilmesini öneriyorum.
Bu telgrafa göre işlendiği iddia olunan suçlar o kadar büyüktü ki verilecek cezalar örnek oluştursun diye son derece ağır olmalıydı. Ayrıca iddia edilen olaylara karışan bireylerin de cezalandırılması yeterli değildi. Tüm Türk milleti, ceza hukukunun temel ilkesi olan cezaların bireyselliği ilkesi çiğnenerek, cezalandırılmalı ülkeleri bölünüp parçalanmalıydı. Kovuşturma ve tutuklamalar çoktan başlamıştı. Ocak 1919’dan itibaren işgal altındaki Osmanlı yönetimi Müttefiklerin yönlendirmesi ve baskısı üzerine çok sayıda Türk’ü tutukladı. Tutuklananları eski başbakan ve bakanlar, üst düzey bürokratlar. üst düzey silahlı kuvvetler mensupları,
şeyhülislam, milletvekilleri, siyasal parti yöneticileri, üniversite profesörleri, basın yayın organları çalışanları oluşturmaktaydı. Zanlıhar önce Merkez Komutanlığı’na götürüldüler sonra da askeri bir hapishaneye kapatıldılar. 28 Mayıs 1919’da altmış yedi tutuklu İngilizler tarafından askeri hapishaneden alınarak, çoğu eski hükümet üyelerinden oluşan on iki tanesi Mondros adasına, geri kalanlar Malta’ya götürüldü. Bu on iki kişi de daha sonra Malta’ya nakledildi. Akdeniz’de bir İngiliz adası olan Malta’daki tutsakların sayısı 1920 yılında yüz kırka kadar yükseldi. Tutuklular savaş hukukuna uymamak ve özellikle de İngiliz savaş esirlerine kötü davranmak ve Ermeni olaylarında rol almakla suçlanıyorlardı. Ancak İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck Ermeni olayları nedeniyle suçlanan tutukluların gerçek bilgi ve bulgular üzerine değil yukarıda anılan Webb’in elinde bulunan listede olduğu gibi bir kısım dayanaksız iddialar üzerine tutuklandıklarını bilmekteydi. Amiral de Robeck, Curzon’a gönderdiği raporunda tutukluların tehlikeli görülen kişiler arasından seçildiğini, eldeki bilgilere güvenmenin mümkün olmadığını, onları mahkeme önünde itham edecek hukuki delillerin olmadığını, ancak siyasi şartların onların Türkiye’ye gönderilmesini de uygun kılmadığını açıkça belirtmekteydi. Nitekim İngilizler yeterli delil olmadan Türk yetkililere ceza vermelerinin İngiliz adaleti açısından tarihsel bir utanç olacağının farkındaydılar. Tutuklular, Churchill’in önerdiği gibi “uygun olan en kısa zamanda” salınmalıydı. Konu İngiliz Bakanlar Kurulu’nda da konuşuldu ve Kraliyet Hukukçularından görüş alınması kararı ortaya çıktı. Görüşlerine başvurulan Kraliyet hukukçuları verdikleri görüşte İngiliz askerlerine kötü davranmakla ilgili birkaç dosya üzerinde çalıştıklarını, iddia olunan Ermeni olaylarıyla ilgili olarak herhangi hukuksal bir delilin olmadığını bildirdiler. Bunun üzerine İngiliz Kabinesi Adalet Bakanını tutuklulardan hakkında dava açılabileceklerin saptanması amacıyla incelenmesini ve diğerlerinin en kısa zamanda salıverilmesini istedi. Adalet Bakanı da Dış İşleri Bakanından İstanbul’daki Yüksek Komiserlik aracılığıyla Hrıstiyanlara karşı suç işlediği gerekçesiyle hakkında dava açılabilecek Türk tutukluların bildirilmesini istedi. İstanbul’daki yeni Yüksek Komiser Rumbold da cevabi yazısında ellerindeki tek bilgi kaynağının Ermeni Kilisesinin sunduğu bilgiler olduğunu belirtti. Tutsaklar sadece tek yanlı ithamlar üzerine tutuklanmışlar onları gerçek bir mahkemede suçlamaya yetecek kanıtlar bulunamamıştı. Deliller diğer müttefiklerin elinde olmalıydı. Nitekim savaşa girmeden önce ve sonrasında ABD gazeteleri Ermenilerin kırıldıkları yönünde, bir kısmı da Türkiye’de görevli ABD’li yetkililerce aktarılan, vahşet haberleriyle çalkalanmaktaydı. İstanbulda’ki İngiliz Yüksek Komiserliği’nde görevli politik-hukuk danışmanı olan Sir Harry Lamb’ın belirttiği gibi elde Türkleri dava etmeye yetecek kanıt yoktu ancak Amerikalılar da yığınla delil olmalıydı. Lord Curzon Washington’daki İngiliz
Büyükelçisi’ni elde delil olmadığı için Amerikalıların elindeki delillere ulaşmakla görevlendirdi. İngiliz büyükelçiliğinde konuyu araştırmakla görevlendirilen kişi ABD makamlarına başvurdu. Bilgi ve belgeleri inceledi ve üzülerek hukuksal olarak kanıt sayılabilecek hiçbir şeyin bulunamadığını bildirdi. Artık Türklerin boşu boşuna tutsak edildiği, dolayısı ile Ermeni olaylarıyla ilgili bilgilerin gerçeği yansıtmadığı, kabul edilmiş oldu. Bunun üzerine ngilizler tutsakların sanık sıfatıyla değil de İngiliz esirlere karşı değişim amacıyla tutulduklarını belirttiler. Türk tutsaklar 25 Ekim 1921 kalkan gemilere bindirilerek serbest bırakıldı.
V. ANTLAŞMALARDA ERMENİ SORUNU (GÜMRÜ-MOSKOVA-KARS,SEVRLOZAN) 10 Ağustos 1920’de Sevr Barış Antlaşması imzalandı. Ermeni sorunu ile ilgili önemli düzenlemeler içermektedir. Osmanlı Devleti Ermenistan’ı özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanımıştır (md. 88). Madde 89: Öteki... Taraflar gibi, Türkiye ile Ermenistan'da, Erzurum, Trabzon, Van, ve Bitlis illerinde, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın saptanması işini ABD Başkanının hakemliğine sunmayı ve bu konudaki kararını Olduğu kadar, Ermenistan‘ın denize çıkışı ile sözü geçen sınıra bitişik bütün Osmanlı topraklarının askersizleştirilmesine ilişkin ileri sürebileceği bütün hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır. Başkan Wilson da Giresun’dan doğuya doğru bütün Karadeniz topraklarının Ermenistan’a verileceğine karar vermiştir. Sevr ayrıca zorunlu olarak yada kendi isteğiyle göç eden tüm Ermenilerin geri dönebileceğini öngörmekteydi (md. 144). Bu antlaşma Yunanistan hariç hiçbir taraf devlet tarafından onaylanmadı. Bu yüzden hukuksal geçerliliği bulunmamaktadır. Lozan Antlaşması ise doğu sınırı ile ilgili düzenlemeler aşağıda ayrıntıları açıklanacak antlaşmalarla düzenlendiği için bu konu hakkında bir hüküm taşımamaktadır. 1920 Haziran’ında Ermeniler sınır bölgelerindeki Müslüman ahaliye
saldırıya geçmişti. Ankara 9 Temmuz’da Ermenistan’ı bir nota ile protesto etti. Eylül sonu ise Kazım Karabekir Paşa karşı saldırıya geçerek Sarıkamış’ı aldı. 30 Ekim’de Kars ve 7 Kasım’da Gümrü alındı. 2 Aralık 1920’de Ermenistan ile Gümrü (Aleksandropol) antlaşması imzalandı. Madde 10: Erivan Hükümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisince kesinlikle reddedilmiş olan (Sevr) Andlaşmasını hükümsüz sayıp (...) bir kışkırtma aracı olan Avrupa ve Amerika ‘daki Temsilci heyetlerini geri çağımayı (...) savaşçı kişileri hükümet yönetiminden uzak tutmayı yükümlenir. Görüldüğü gibi bu madde ile Ermenistan, Sevr sınırlarının geçersiz olduğunu ilan etmiştir. Türk-Ermeni sınırı bugünküne benzer şekilde çizilmiştir. Ermeni sorunu açısından önemli olan bir hüküm de göç edenlerin durumudur. Madde 6: Bağıtlı Taraflar, Büyük Savaş sırasında düşman ordularına katılarak kendi devletine karşı silah kullanmış ya da işgal altındaki topraklar üzerinde toptan kırımlara katılmış olanların dışındaki göçmenlerin eski sınır içindeki yurtlarına dönmelerine izin verir. Bu şekilde dönenlere her türlü azınlık hakkı tanınacaktır (md.6). Bir yıl içinde dönmeyenler tüm haklarını kaybedecektir (md. 7). Bu antlaşma ile Ermenilerin Osmanlı devletine karşı savaştığı, işgal altındaki topraklarda toplu kırımlar yaptığı açıkça kabul edilmiştir. Ancak bu antlaşma onaylanmamış, böylece hukuken geçerli olamamıştır. 22 Eylül 1921’de onaylanarak yürürlüğe giren Moskova Antlaşması ise Sovyet Rusya ile imzalanmıştı. Antlaşmanın birinci maddesi taraflardan birine zorla kabul ettirilen Sevr gibi antlaşmaların geçersiz olduğunu ilan etmekteydi. İkinci madde ile Batum Gürcistan’a bırakılmıştı. Nahcivan’a üçüncü madde ile Azerbaycan’ın koruyulculuğunda özerklik verilmiştir. On beşinci madde ile de Sovyet Rusya antlaşmada geçen sınırlarının Kafkas cumhuriyetlerince kabulünü sağlamayı yükümlenmiştir. Bu maddenin bir yansıması olarak 13 Ekim 1921’de imzalanan Kars antlaşması 11 Eylül 1922’de yürürlüğe girmiştir. Kars Antlaşması Türkiye ile Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında imzalanmıştır. Bu günkü sınırlar onaylanmıştır. Ermenistan Sovyetler Birliği içinde federe devlet olduğu sürece Türkiye-SSCB sınırını
tartışma hakkına sahip olmamıştır. SSCB’nin dağılmasından ve Ermenistan’ın bağımsız olmasından sonra da uluslararası hukuka göre durum böyledir. Sınır antlaşmaları akdedildikleri anda sonuç doğururlar, imzalayan ülkeler başka ülkelerin egemenliğine geçse de durum değişmez. Halefiyet kuralları uyarınca SSCB’den bağımsız olan Ermenistan sınırları aynen tanımak zorundadır.
VI. AZINLIK HAKLARI VE TÜRKİYE ERMENİLERİ Azınlık terimi genel anlamda çoğunluktan farklı olanları tanımlamak amacıyla kullanılmaktadır. Bu fark din, dil veya ırk olarak ortaya çıkabilir. Hukuksal açıdan çoğunluktan farklı olanlara birtakım hakların verilmesi olağandır. Azınlık hakları negatif hakpozitif hak ayrımı ile yakından ilgilidir. Toplumda ayrım yapılmaksızın herkese verilen haklara negatif hak denir. Bunlara örnek olarak mülkiyet hakkı, seyahat hakkı gibi haklar gösterilebilir. Pozitif haklar ise toplumda dezavantajlı olduğu düşünülenlere, örneğin azınlıklara, verilen, onlara diğerlerinden daha fazla olanak veren haklardır. Örneğin kendi okulunu açabilme hakkı gibi. Azınlık hakları konusunda dikkat edilecek önemli bir nokta da bu hakların bireysel haklar olduğu, kollektif haklar olmadığıdır. Bu haklar gruplara değil bireylere verilmiştir. Şunu da akılda tutmakta yarar var: bireysel olarak kullanılan bu haklar grup için de sonuçlar doğurmaktadır. Örneğin bireyler anadillerini konuşabildikçe o azınlık dili varlığını devam ettirebilmekte, azınlığa mensup yeni kuşaklar o dili öğrenebilmekte azınlık bilinci ve varlığı da dolayısı ile devam edebilmektedir. Türkiye’de yaşayan Ermenilerle ilgili azınlık hakları Türkiye devletinin kuruluşu aşamasında Lozan Antlaşması’nda düzenlenmiştir. Antlaşma’nın 37-45 maddeleri bu konularla ilgilidir. Madde 37: Türkiye, 38.den 44. e dek Maddelerde belirtilen hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir yasa, hiçbir yönetmelik ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlerle çelişkili ya da onlara aykırı olmamasını ve hiçbir yasanın, hiçbir yönetmeliğin ve hiçbir resmi işlemin sözkonusu hükümlere üstün sayılmamasını yükümlenir.
Bu madde ile Türkiye’nin kurucu antlaşmasının hükümlerinin hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği öngörülmüştür. Zaten iç hukuk-uluslararası hukuk ilişkisi üzerine uluslararası hukukun üstün olduğu yönünde görüşler vardır. Türkiye anayasasının da uluslararası anlaşmaların iç hukuk normlarından, hatta anayasanın kendisinden üstün olduğu, şeklinde görüşler de yaygındır. Madde 38: Türk Hükümeti, Türkiye‘de oturan herkesin, doğum, milliyet, dil, soy ya da din ayrımı yapmaksızın, hayatlarını ve özgürlüklerini tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir. Türkiye‘de oturan herkes, her inancın, dinin ya da mezhebin, kamu düzeni ve ahlak kurallarıyla çatışmayan gereklerini, ister açıkta isterse özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkına sahip olacaktır. Gayrimüslim azınlıklar, bütün Türk uyruklarına uygulanan ... ulusal savunma ... ya da kamu düzeninin korunması [önlemleri saklı kalarak], dolaşım ve göç etme özgürlüklerinden tam olarak yararlanacaktır. Madde 39/1-3: Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurttaşları Müslümanlarla özdeş medeni ve siyasal haklardan yararlanacaklardır. Türkiye ‘nin tüm halkı, din ayırtedilmeksizin, yasa önünde eşittir. Din, inanç ya da mezhep farkı hiçbir Türk yurttaşının medeni ve siyasal haklardan yararlanmasına ve özellikle genel hizmetlere kabulüne, memurluğa ve yukarı derecelere ulaşmasına, ya da çeşitli meslekleri ve sanatları yapmasına bir engel sayılmayacaktır. Bu maddeler yukarıda değinilen negatif haklarla ilgilidir Ayrıca Anayasa da hak ve özgürlüklerin ya herkese ya da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına tanındığını belirtmekle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Ermenilerin haklarını da güvence altına almaktadır. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi vatandaş olsun veya olmasın taraf olan ülke üzerinde yaşayan herkese uygulanacaktır. Böylece Türkiye Ermenilerinin tüm temel hakları güvence altına alınmıştır.
Türkiye’de azınlık hakları ile ilgili tartışmalar son zamanlarda özellikle ana dilde yayın ve öğrenim üzerine odaklanmıştır. Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme azınlık dilinde (anadil) eğitim hakkına ilişkin oldukça açık düzenlemeler yapmıştır. Azınlığa mensup kişilerin kendi dilini öğrenme hakkına sahip olduğu kabul edilmiştir (md. 14/1). Azınlık mensubu kişiler kendi özel eğitim ve öğretim kurumlarını kurabilecektir (md. 13/1). Buna karşın azınlık dilinin öğretilmesi resmi dilin öğrenilmesi zorunluluğunu da ortadan kaldırmaz (md. 14/3). Ayrıca Sözleşrneye göre azınlıklar kendi dillerinde görsel ve yazılı yayın yapma hakkına sahip olacaklardır (md. 9). Sözleşme, bu özgürlüklerin “ülke bütünlüğü”nün bozulmasına yönelik olarak kullanılamayacağını da açıkça belirtmektedir (md. 21). Lozan Antlaşması incelendiğinde Türkiye’nin bu Sözleşmeye taraf olmamakla birlikte burada yer alan ve ancak 1998 yılında yürürlüğe girmiş olan hakları ve özgürlükleri daha 1923 yılında gerçekleştirdiği görülür.
Madde 39/4-5: Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçe ‘den başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır. Madde 40: [Gayrimüslimler]... özellikle giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit haklara sahip olacaklardır. Madde 41: Kamusal eğitimn konusunda, Türk Hükümeti, gayrimüslim uyrukların önemli bir oranda oturmakta oldukları il ve ilçelerde, bu Türk uyruklarının çocuklarına ilk okullarda ana dilleriyle öğretimde bulunulmasını sağlamak bakımından, uygun düşen kolaylıkları gösterecektir. Bu hüküm, Türk Hükümetinin, söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır...
Madde 43: Gayrimüslim azınlıklara mensup Türk uyrukları, inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmaya zorlanamayacakları gibi, hafta tatili günlerinde mahkemelerde hazır bulunmamaları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir. Görüldüğü gibi Lozan Antlaşması ile Ermenilere her türlü azınlık hakkı tanınmıştır. Nitekim bugün Türkiye’de Ermeni kiliselerinin yanında, on dokuz adet Ermeni okulu ve Ermenice yayın yapan üç adet gazete bulunmaktadır.
VII. TERÖR VE ERMENİLER Politik amaçlı olarak oluşturulan ilk Ermeni kuruluşları sırasıyla 1872 ve 1878’de Van’da kurulan Kurtuluş Birliği ve Kara Haç teşkilatları olmuştur.1881’de Erzurum’da Vatan’ın Koruyucuları derneği kurulmuştur. Yerel olmayan daha kapsamlı örgütlerin ilki ise l885’te Van’da kurulan Armenakan’dır. Bu örgüt Van’dan Muş, Bitlis, Trabzon, İstanbul ve hatta Rusya ve İran’a kadar yayılmıştı. Hınçaklar 1887’de Cenevre’de, Taşnaklar (Ermeni Devrimci Federasyonu) da 1890’da Tiflis’te kuruldu. Bu örgütlerin kuruldukları yerler bunların yabancı güdümünde olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. Kendilerini siyasi birer örgüt olarak niteleyen bu kuruluşlar bugün terör olarak adlandırılabilecek bir çok ayaklanma ve eylemin organizasyonunu yapmıştır. 1920’lerde Türkiye dışında yaşayan eski Osmanlı idarecilerine yönelik eylemlerde bulunan Nemesis örgütü de Taşnakların bir alt kuruluşudur. Nemesis’in ilk kurbanı, 15 Mart 1921 de Berlin’de bir caddede yürürken vurularak öldürülen Osmanlı İçişleri Bakanı Talat Paşa’dır. 9 ay sonra (6 Aralık 1921) Osmanlı Dışişleri Bakanı Sait Halim Paşa, Roma’da bir Ermeni tarafından katledildi. Eski Jön Türk yetkililerinden Bahattin Şakir Bey ve Cemal Azmi Bey, 17 Nisan 1922’de Berlin’de öldürüldü. Bundan birkaç ay sonra Cemal Paşa, iki Ermeni tarafından 21 Temmuz l922’de yaverleri Binbaşı Nusret ve Teğmen Süreyya Bey ile birlikte Tiflis’te öldürüldü. Ermeni terörünün şiddetlenmeye başladığı yıllar 1970’li yıllar olmuştur. 1973’te münferit bir olay olarak başlayan Ermeni kökenli terör eylemleri l974’den sonra Türk dış temsilciliklerine,
hava yolları bürolarına, ve özellikle diplomatlara yönelmiştir. Türkiye’ nin Los Angeles başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir bir Ermeni tarafından vurularak öldürdü. Bu cinayetlerden sonra Ermeni terör örgütleri ASALA ve JCAG terör eylemlerini başlattı. 1975 Lübnan iç savaşı ile de Ermeni şiddet eylemleri giderek arttı. Öldürülen toplam Türk diplomat sayısı 34’dür. Bunlardan 4’ü Türk büyükelçileridir. 6 tanesi başkonsolos ya da konsolostur. Geriye kalanlar Türk diplomatları veya elçilik yada konsolosluk mensuplarıdır. Terörizm kavramının tanımlandığı ilk uluslararası antlaşmanın, hiçbir zaman yürürlüğe konamamış olan 1937 tarihli “Terörizmin Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Konvansiyon” (The Convention for the Prevention and Punishment of Terrorism) olduğu söylenebilir. Sözleşme terörizmi şu şekilde tanımlamaktadır: a)devlet başkanlarına, devlet başkanlarının yetkilerini kullanan şahıslara ve onların haleflerine ve seleflerine, b) yukarıdaki kişilerin eşlerine, c) kamu görevleri ile görevli veya eylemin kendilerine yöneltildiğinde bir kamu görevine sahip kişilere, öldürme, veya ciddi bedensel yaralama veya özgürlüğünü elinden alma maksadı ile yöneltilen her türlü eylem[128] Burada sınırlı bir kurbanlar listesi verilmiştir. Çalışmamız açısından en önemli nokta eylemin amacının önemli olmadığıdır. İddia edildiği gibi öç alma dahi olsa eylem terör eylemidir. Terörizm tanımı açısından bir başka önemli sözleşme ise “Terörizmin önlenmesi İçin Avrupa Sözleşmesi”dir. Fakat bu Sözleşme ile açık bir terörizm tanımı yapılmamıştır. Bunu yerine teröristlerin yargıdan ve cezalandırmadan kaçmalarının engellenmesi maksadıyla hangi eylemlerin, taraf devletler arasında iade maksadı açısından “siyasi eylemler” yada “siyasi eylemlerle ilgili eylemler” olarak tanımlanamayacağı sayılmaktadır. Bu sözleşme ile uçak kaçırma suçları ve diplomatik temsilciler dahil olmak üzere uluslararası korunan kişilere karşı saldırı içeren eylemler siyasi eylem sayılmayacaktır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun, 1994 yılında yayınladığı 49/60 sayılı deklarasyonun ekinde de önemli bir tanımlama yapılmaktadır. Deklarasyon şöyle bir ifadeye yer vermektedir: “politik sebeplerle yapılan ve toplumda, bir insan topluluğunda veya belirli insanlarda bir korku ortamı yaratacak cezai eylemler, siyasi, felsef-ideolojik, etnik, ırksal, dini veya herhangi bir gerekçe ile haklı gösterilemez[129].
3173 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Terörle Mücadele Yasasının yaptığı tanıma göre ise terörizm: Baskı, şiddet, çıkar, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit sistemlerinden biri ile Anayasa da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, Türk Devletinin ve Cumnhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini ve genel sağlığı bozmak maksatlarıyla, bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemleridir. Terörizmin özel bir çeşidi de uluslararası terörizmdir. Terörizme uluslararası özelliğini kazandıran şey, eylemin bir yönü ile bir ülkenin sınırlarını aşması, örneğin failin yada kurbanların yahut da fiile bir şekilde iştirak edenlerin vatandaşlığı nedeni ile yada fiilin işlendiği yer nedeni bir ülkenin sınırlarını aşıyor olmasıdır. Sonuçta bu metinlerde sayılan unsurların Ermeni terörü olarak adlandırılan olayların hepsinde görüldüğünü söylemek mümkündür. Hukuksal açıdan yapılan eylemin haklılığına yada haksızlığına bakılmaz. Ayrıca Ermeni terörünün uluslararası niteliğini de vurgulamak gerekir.
VIII.SONUÇ Ermeni sorununa hukuksal bir bakış hem ulusal hem de uluslararası hukuk konularını içermektedir. Osmanlı yönetiminde yaşayan Ermenilerin dönemin en ileri ölçüsünde haklara sahip oldukları görülmektedir. Nitekim günümüz Türkiye’sinde de Ermenilere Lozan Antlaşması ile saptanmış azınlık hakları tanınmıştır. Ermenice yayınlar yapılabilmekte, Ermeni dili öğrenimi gerçekleşebilmekte, en geniş anlamıyla din özgürlüğü tanınmaktadır. 1915’in uluslararası hukuk kurallarına göre soykırım adlandırılması mümkün gözükmemektedir. Nitekim İstanbul’un işgali yabancı devletlerce yapılan araştırma ve
incelemelerde bu yönde bulunamamış ve dönemin yöneticileri serbest bırakılmıştır. Türkiye-Ermenistan sınırı gerek SSCB gerekse Ermenistan’la yapılan antlaşmalarda kesinlik kazanmıştır. Bu sınırın değiştirilmesi hukuken mümkün değildir. Ermeni sorunuyla ilgili önemli bir nokta da Ermeni terörüdür. Ermeni terörü olarak bilinen olayların hukuksal olarak uluslararası terör kapsamına girdiği hususunda kuşku bulunmamaktadır.
IX. KAYNAKLAR
IX.1. İnternet Siteleri http://www.bolsohays.com (İstanbul Ermenileri) http://www.asil.org/terrorind.htm (Amerikan Uluslararası Hukuk Derneği ‘nin terör sayfası- Terörle ilgili pek çok uluslararası site ve belgeye buradan ulaşmak mümkün) www.eraren.org (Ermeni Araştırmaları Enstitüsü) www.ermenisorunu.gen.tr (Türkçe, Fransızca, Almanca, İngilizce olarak tüm yönleriyle Ermeni Sorunu)
IX.2. Kitaplar, Makaleler ve Konferans Bildirileri Acer, Yücel, ‘Ermeni Terörü ve Terör Kavramı’ Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi, 20-2 1 Nisan 2002 Ankara, bildiri Aktan, Gündüz, ‘The Armenian Problem and International Law’, içinde Türkkaya Ataöv (der.), Armenians in the Late Ottoman Period, (Ankara: Turkish Historical Society, 2001) Akyılmaz, Gül, ‘Osmanlı Devletinde Gayrimüslimlerin Hukuki Statüsü’ Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi, 20-21 Nisan 2002 Ankara, bildiri Artinian, Vartan, The Armenian Constitutional System in the Ottoman Empire, (İstanbul) Ataöv, Türkkaya (der.), Armenians in the Late Ottoman Period, (Ankara:
Turkish Historical Society, 2001) Bal, İhsan, ‘Ermeni Terörü ve Dış Bağlantıları’, Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi, 20-21 Nisan 2002 Ankara, bildiri Başeren, Sertaç, “Terörizm: Kavramsal bir Değer’, içinde, Ümit Özdağ ve Osman Metin Öztürk (derl.), Terörizm İncelemeleri; Teori, Örgütler, Olaylar, (Ankara: ASAM, 2000) Bozkurt, Nülnihal, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1996) Dadrian, Vahakn N. , ‘Genocide as a Problem of National and International Law:The World War I Armenian Case and Its Contemporary Legal Ramifications’, Yale Journal of International Law, Cilt.14, Sayı. 2, Yaz 1989 Ercan, Yavuz, Osmanlı Yönetiminde Garimüslimler, (Ankara: Turhan, 2001) Güler, Ali, Türkiye ‘de Gayri Müslimler, (Ankara: ATASE, 1996) İlter, Erdal, Ermeni Kilisesi ve Terör, (Ankara: Ankara Üniversitesi, 1996) Kaya, İbrahim, ‘Uluslararası Hukukta Soykırım’ Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi, 20-21 Nisan 2002 Ankara, bildiri Laçiner, Sedat, ‘Ermeni Terörü’ içinde Dünya’da ve Türkiye’de Terör, Ekonomik ve Sosyal Yansımaları, (Ankara: Merkez Bankası, 2002) Mazıcı, Nurşen, ‘Türkiye Cumhuriyeti ‘nde Ermeniler’ Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi, 20-21 Nisan 2002 Ankara, bildiri Oran, Baskın (der.), Türk Dış Politikası, (İstanbul: İletişim, 2001) Şafak, Ali, ‘Der-İ Saadet Ermeni Patriğinin Suret-İ İntihabina Dair Nizamname Hükümleri Ve Hukuki Açıdan Bir Değerlendirme’ Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi, 20-21 Nisan 2002 Ankara, bildiri Şehirli, Atilla, Türkiye ‘de Bölücü Terör Hareketleri ve Devletin Aldığı Tedbirler, (İstanbul: Burak Yayınları, 2000) Şimşir, Bilal, The Deportees of Malta and the Armenian Question, (Ankara: 1984). Süslü, Azmi ve diğerleri, Türk Tarihinde Ermeniler, (Kars: Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, 1995) Toriguian, Shavars, The Armenian Question and International Law, (Beirut: Hamaskaine Press, 1973) Yılmaz, İskender, Gümrü Antlaşması, (Ankara: AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, 2001)
X.EK:ABD BAŞKANI WILSON'UN ÖNGÖRDÜĞÜ ERMENİSTAN SINIRLARI
*Çanakkale Ondokuz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi ve ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü. [127]Kanımızca sadece bir ferdin öldürülmesi yada az sayıda ferdin öldürülmesi belirtilen amaçla ve kasden olsa bile soykırım tanımına girmemekte adi suç tanımına girmektedir. Ancak minimum bir sayı verme Olasılığı da bulunmamaktadır. Ancak şu ana kadar karşımıza çıkan örneklerde öldürmenin yaygınlık kazanmış bir uygulama olması gerektiği hususunun arandığını görmekteyiz. [128]Yücel Acer,'Ermeni Terörü ve Terörizm Kavramı',Ermeni Araştırmaları Türkiye Kongresi (20-21 Nisan 2002,Ankara)bildirisi. [129]Acer,'Ermeni Terörü...'
Üçüncü bölüm Ermeni İddiaları ve Terör Yrd. Doç. Dr. Sedat LAÇİNER* Ermeni Sorunu El Kitabı
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ERMENİ İDDİALARI VE TERÖR Yrd. Doç. Dr. Sedat LAÇİNER*
I.ÖNBİLGİLER Bu çalışmada Ermeni kaynaklı terör ve nedenleri üzerinde durulacaktır. Çalışmanın temel iddiasının “Ermenilerden kaynaklanan terör olaylarında 100 yılı aşan bir süreklilik vardır” şeklinde olduğundan kavramlar ve olgular tarihsel evrimleri içinde ele alınacaktır. Ancak bu bölüm pratik kullanımlı bir el kitabı için kaleme alındığından bir çok detaya değinilememiştir. Bu bağlamda bölümün sonunda verilen kaynaklar çalışmanın eksik bıraktığı noktaları tamamlayacaktır. Çalışmaya geçmeden önce bir noktanın altını çizmekte yarar vardır: Çalışmada tüm kaçınma çabalarına karşın sık sık “Ermeni terörü” kavramı kullanılmıştır. Bu ifade terörün Ermenilerle özdeşleştiği, ya da terör eylemlerini sadece Ermeni grupların yaptığı anlamına gelmez. Bu konudaki temel ilke terörün milleti, dini ya da mezhebinin olamayacağı gerçeğidir. Bu “hata”ya her toplum belli bir dönemde düşebilir. Bu bağlamda nasıl ki “İrlanda terörü”, “Protestan terörü” ya da “İslami terör” geniş kitleleri değil sadece terör gruplarını bağlamalıysa “Ermeni terörü” de sadece terörü bir yöntem olarak gören Ermenileri bağlar. Bu noktadaki temel talihsizlik ise Ermeni ulusal hareketinin hayalci liderler ve gruplar peşinde koşması ve başarısız oldukça teröre bir çare olarak sarılmasıdır. Ermenilerin bugüne kadar çektikleri acıların en büyük nedeni belki de budur, yani Mustafa Kemal Atatürk gibi gerçekçi ve sağduyulu bir lidere sahip olamamak. Sonuç olarak “Ermeni” ve “terör” kelimelerinin yan yana sıkça gelmesi ırkçı ya da toptancı bir yaklaşımdan değil, geçtiğimiz yüzyıl içinde Ermeniler ve terör olaylarının sıkça yan yana gelmesinden kaynaklanmıştır. Okuyucunun bu noktayı göz önünde bulundurması önemlidir.
II.TERÖR VE ERMENİLER:GENEL DEĞERLENDİRME Ermeni Terörü: Devamlılık Ermeni terörü Türkiye’nin karşılaştığı en eski terör hareketlerinden biridir. Bu çerçevede Türkiye’ye en büyük zararı veren terör eylemlerindendir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayan Ermeni terör hareketleri şekil ve kısmen içerik değiştirse de bazı açılardan dikkate değer bir devamlılık göstermiştir[130].Bu çalışmada söz konusu devamlıLığın nedenleri de sorgulanacaktır. Çalışmanın son bölümünde ise 11 Eylül Olayları sonrasında ortaya çıkan dengelerin Ermeni terörüne olası etkileri ele alınacak ve geleceğe dönük öngörülerde buLunulmaya çalışılacaktır. Ermeni terörünün en önemli özellikleri arasında ‘devamlılık’ da sayıldığından terörün Osmanlı’daki kökleri ile başlamak belki de en doğru yöntem olacaktır. Çünkü sonrasında gözlenen Ermeni terör olayları taktiksel ve ideolojik olarak Osmanlı dönemindeki eylemlere fazlasıyla benzemektedir.
II.1. Osmanlı Dönemi Ermeni Terörü Osmanlı Devleti’nde Ermeni terörünün iki temel özelliği vardır: a.Ayrılıkçılık, b.Dışa bağımlılık. İlk olarak Osmanlı’nın son yüzyılında gelişen Ermeni hareketi ayrılıkçıdır. Bağımsız ve ayrı bir devlet kurma hayali vardır. Ancak buna orantılı imkanlara sahip değildir. Örneğin Ermeniler hiçbir bölgede çoğunluk oluşturamamaktadır. Ayrıca Osmanlı Ermenilerinde, en azından ilk dönemde, ayrı bir ulus olma bilincinin bulunduğunu söyleyebilmek de zordur. Zaten radikal Ermeni militanlarının terör ve provokasyona başvurmalarının önemli
nedenlerinden biri de budur. Silahlı eylemleriyle Ermeniler ile diğer etnik gruplar arasında çatışma yaratan bu gruplar Ermenilik bilincinin de bu şekilde gelişeceğini ummuşlardır. Benzeri bir yöntemin 1980’lerin başında PKK tarafından Kürt kimliğinin oluşturulması için uygulanması dikkat çekicidir. Osmanlı’da Ermeni terörünün ikinci temel özelliği olan dışa bağımlılık özelliği ilk özellik ile yakından ilişkilidir. Ermeni gruplar zayıflıklarını anladıkça dışa bağımlılıkları artmıştır. Buna ek olarak diğer devletlerin Osmanlı ‘yı zayıflatma stratejileri (Doğu Sorunu) bu ilişkiyi kolaylaştırmıştır. En önemli iki Ermeni örgütünün (Hınçaklar ve Taşnaklar) Osmanlı toprakları dışında kurulmuş olması da dışa bağımlılığın temel göstergeleridir.
II.1.a. Hınçaklar 1897’de İsviçre’de kurulmuştur. Kurucusu yazar Avedis Nazarbekian, eşi Maro, Haraciyan ve bir grup öğrencidir. Kurucularından hiç biri Osmanlı vatandaşı olmadığı gibi, Osmanlı topraklarına ayak basmış kişiler de değillerdir. Bu durum ideolojisindeki idealizmi ve aşırılığı açıklayıcı önemli bir ögedir. Bölge gerçeklerinden habersiz bir grup genç bağımsız ve hayallerindeki Ermenistan’ı kurmak için yola çıkmışlardır. Sol ideolojik bağlantıları aşırılığı ve hayalperestliği daha da arttırmış, aynı zamanda dış bağlantıları kolaylaştırmıştır. Üye ve idarecileri daha çok Rusyalı Ermenilerdir. İdeolojik görüş olarak Marksist’ tirler. Amaçları Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurmak ve bunu “Rus ve İran Ermenistanları” ile birleştirmektir. Zaman içinde bağımsız Ermenistan fikri, Sovyetler Birliği’nin de kurulmasıyla birlikte diğer sosyalist ülkeler ile birlikte hareket etmeye dönüşmüştür. İlk dönem faaliyetleri arasında şunlar dikkat çeker: 1887’de Ermenice Hınçak gazetesini çıkarmışlardır. Viyana’dan Mekhitarist Manastırı ‘ ndan temin edilen matbaa ile basılan gazete Avrupa’da dağıtılmıştır. Her gün basılan gazete Osmanlı İmparatorluğu’na da
gönderilmiştir[131].Partinin programı 1888 yılında basılmıştır. Parti kısa sürede İstanbul, izmir, Halep gibi önemli şehirlerde şubeler açmış, ayrıca Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Arapkir ve Trabzon’da da teşkilatlanmıştır.İstanbul’daki temsilciliğini Cenevre’den Tiflisli Şirnavon, İran’dan S. Danelyan, Trabzon’dan Rus uyruklu Rupen Hanazad kurmuşlardır. Teşki latlanma konusundaki öncelikleri özellikle Ermenilerin bulunduğu illerde güçlenmek şeklinde olmuştur. Teşkilattan beklenen görevler arasında silahlı ve eğitilmiş militan grupları kurmak ve bunları her an kullanılabilecek şekilde hazır tutmak ve mücadeleye maddi destekte bulunmak da vardır. Özellikle maddi destek için belli aralarla kampanyalar düzenlenmiş ve bağış yolu sıklıkla kullanılmıştır. Terör Eylemleri arasında en çok dikkat çekenleri şu şekilde sayılabilir: Kumkapı gösterisi, Sasun İsyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun İsyanı’na katılmışlardır. Bir çok cinayeti vardır. Bunlar içinde Osmanlı Bankası baskını amaç ve eylemin türü itibariyle diğerlerinden ayrılır. Bu eylemde amaç yabancı devletleri Ermeni sorununa daha çok çekebilmektir. Bu sayede Osmanlı devleti ile Batılı ülkeleri karşı karşıya getirmek isteyen Ermeni komitecileri güçlerinin ötesinde hedeflere ulaşabilmek için dolaylı yolları kullanmak istemişlerdir. Hınçak terörü sadece Müslüman ahaliyi ve devleti hedef almakla kalmamış, aynı zamanda Hınçaklara para vermeyen ve destek olmayan Ermenilere de yönelmiştir. Bu bağlamda öldürülen bir çok Ermeni tüccarının bulunduğu belirtilmelidir. 1902’de örgüt içi ciddi bir çatışma yaşanmış ve örgüt mensupları İngiltere, Rusya, Mısır, Bulgaristan, Kafkasya ve İran’da birbirlerini öldürdüler. Bu çatışmalar örgütü zayıflattıysa da bu tür iç çatışmaların büyük ülkelerce kontrol edildiği anlaşılmaktadır. 1909’da İttihat ve Terakki zamanında cemiyet olarak tüzüğünü İstanbul Valiliği’ne vermiştir. Gizli karar defterlerine göre (1910, 1911, 1912, 1913) şu hedefleri öngörmüştür: Silah, cephane sağlanması, silah talimi yapılması, Taşnaklar ve devletle ilişki sağlanması. 1. Dünya Savaşı’nda Türkiye karşısında yer alan ve Ruslara savaşta büyük destek veren Hınçaklar siyasi bir örgüt olmanın ötesinde bir terör örgütüdür. Ancak daha sonraki dönemlerde ve söz konusu dönemde çıkarmış oldukları isyanları sivil halkın ayaklanmaları olarak göstermeye çalışmışlar ve bu konuda Batılı ülkelerden ciddi destek de almışlardır. Bilindiği üzere uluslar
arası hukuka göre silahlı isyancılar ve terör örgütleriyle mücadele etmek bir devletin en doğal hakkıdır. Buna karşın sivil talepler karşısında devletin tutumu daha yumuşak olmak zorundadır. Bu farkın bilincinde olan Hınçak da silahlı saldırı ve eylemlerini halk ayaklanması olarak göstermiş, hatta bazı olaylarda “Osmanlı Devleti’nin tek taraflı saldırısı” olarak lanse etmiştir.
II.1.b. Taşnaklar (Daşnaklar) — Daşnaksutyun Taşnaklar için kısaca milliyetçi Ermeniler denebilir. Hınçaklardan farklı olarak Marksist bir söyleme sahip değildirler. Amaçları Genç Ermenistan (Tiflis), Armenekan (Van) ve Hınçakları birleştirmektir. Diğer bir deyişle tüm Ermeniler, amaç ve görüş farkı gözetmeksizin birleşsin, Ermeni toprağı saydıkları tüm bölgeler de tek bir bağımsız Ermenistan olarak devletleşsin istemişlerdir. Bu hedefleri gerçekleştirebilmek için Osmanlı Devleti’ne çete sokmak, Osmanlı Ermenilerine silahlı eğitim vermek de araçsal hedefleri arasındadır. İsyanların çıkması konusunda en aktif grup olduğu söylenebilir. 1919 Kongresi Taşnakların hedeflerini açıkça ortaya koymuştur. Kongre’de şu ifadelere yer verilmiştir: “Türk ve Rus Ermenistanlarını birleştirilerek ayrı ve bağımsız bir Ermenistan Cumhuriyeti kurulmalıdır.” Taşnakların Osmanlı dönemindeki parolası “Türkü, Kürdü, nerede ve hangi şartlarda görürsen öldür. Gericileri, sözünden dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür, intikam al” şeklindedir. Bu dönemde özellikle doğu bölgelerinde Kürt aşiretleri ve çeteleriyle yoğun bir çatışmaya giren Taşnaklar ile bölge halkı arasındaki çatışmanın sloganlaşması aradaki sorunların derinliğine de işaret eder[132]. Kurucuları arasında en önemli isimler Christopher Mikealian, Stepan Zarian, Simon Zavarian ve Ruben Haragad’dır.
II.1.c. Armenekan Komitesi Ermeni faaliyetleri içinde en önemli bir diğer siyasi-terör örgütü de Armenekan Komitesi’dir. 1885’de Van’da, Portakalyan’ın yetiştirdiği 9 kişi tarafından kurulmuştur. Portakalyan aslında İstanbul’lu bir Ermeni öğretmendir. Bağımsız Ermenistan idealine inanan ve bu uğurda silahlı mücadeleyi meşru gören Portakalyan bunun için Doğu illerini uygun bir mekan olarak seçmiştir. Van’da militan yetiştiren bir okul kuran bu kişi olaylara karşınca Fransa’ya gitmiştir. “Kan dökmeden hürriyet olmaz” önemli sloganlarındandır. Bu hareketin çıkarmış olduğu ayrılıkçı “Armenia” gazetesinin girişi Osmanlı Devleti (1885) ve Rusya’ya(l896) girişi yasaklanmıştır. Hareketin terör olayları arasında 1892’de polis memuru Nuri Efendi’ cinayeti dikkat çekenler arasındadır. Ayrıca 1896’da Hınçaklarla birlikte Van İsyanı’na da katılmışlardır. İsyan esnasında çok sayıda sivilin öldürülmesinden sorumlu olan Komite saldırılarında Ruslarla işbirliği de yapmıştır. Bu çatışmalarda Armenekan Komitesi militanlarından bir kısmı ölmüştür. Geriye kalanlar ise ya Hınçaklara ya da Taşnaklara katılmışlardır. Az sayıda bir kesim ise Ramgavar’a katılmıştır. Temelde bağımsızlık çabasında olan hareket daha önce de belirtildiği üzere yoğun bir şekilde terör eylemlerini amacına katılmak için meşru görmüştür. Diğer Ermeni terör grupları gibi dış bağlantı bir diğer karakteristik özelliğidir.
Osmanlı Döneminde Terör Eylemlerinin Genel Özellikleri Yukarıdaki üç örnek bağlamında ele alındığında, Osmanlı döneminde Ermeni gruplarının ilk özelliğinin yeni keşfettikleri milliyetçilik akımının etkisinde bağımsız bir Ermenistan kurma hedefi olduğu söylenebilir. Ancak milliyetçilik kavramı Osmanlı Ermenilerinde diğer Ermenilere oranla daha geç gelişmiştir. Bu nedenle ilk örgütler ya Avruapa’da, ya da
Kafkasya’da ortaya çıkmıştır. Bunun bir diğer nedeni de diğer devletlerin Osmanlı politikalarında Hıristiyan azınlıkları bir araç olarak kullanma çabalarıdır. Bu bağlamda tüm Osmanlı Ermenilerini amaçları doğrultusunda harekete geçirmeye çalışan örgütler terörü en etkili metot olarak görmüşlerdir. Bu nedenle Ermeni teröründen sadece Müslüman Osmanlı vatandaşları değil, Osmanlı Ermenileri de çok çekmişlerdir. Dr. Heath Lowry’nin de belirttiği üzere 1904-1906 döneminde her bir “yabancıya” karşı üç Ermeni kurban edilmiştir[133]. Osmanlı Devleti döneminde Ermeni terörü bağımsızlık hareketi halini almaya çalışmış, ancak bunda başarılı olamamıştır. Meşru bir hareket olamayınca da provakatif özellikleri ve şiddet yönü artmıştır. Bunda bir diğer neden de gerçekçi hedeflerin konulamamış olmasıdır. Çok geniş bir alanda çok az bir nüfusla, üstelik tüm Ermenilerin onayı alınmadan, sınırlı güçler abartılarak ve yabancı unsurlara aşırı bağımlı bir bağımsızlık hareketinin olamayacağı, olsa da hüsranla sonuçlanacağı açıktır. Nitekim sonuç hüsran olmuş ve olaylarda Türk ve Ermeni çok sayıda kişi hayatını yitirmiştir.
11.2.1915 ve Nemesis: Dönüm Noktası Belirtildiği üzere Osmanlı Devleti’nin son döneminde Ermeni milliyetçileri ayaklanmışlar, ancak başarısızlığa uğramışlardır. Bu ayaklanmada terör yöntemleri de sıklıkla kullanılmıştır. Ancak asıl terör ayaklanmadan sonra ortaya çıkmıştır. Başarısızlığı hazmedemeyen ve tatmin edilmemiş duygular ile hareket eden bu gruplar intikam hedefini ortaya koymuşlardır. Bu çerçevede Ermeni terörü, tehciri bahane ederek büyük bir operasyon başlatmıştır. NEMESIS adı verilen bu harekat tehcirin intikamı olarak sunulmuştur. Bilindiği üzere Nemesis eski Yunan efsanelerinde adalet ve intikam tanrısı olarak geçer. Bu harekatı başlatan kişiler bu yolla kendilerine büyük bir katliam yapıldığını, kendilerinin de bu olayların intikamını almak istedikleri mesajını vermek istemişlerdir. Nemesis’in çalışmaları 1919 yılında İstanbul ve Erivan’da başlatılmıştır. Erivan’da toplanan Batı Ermenistan II. Kongresi’nde Talat Paşa, Cemal Paşa, Said Halim Paşa, Dr. Nazım,
Bahattin Şakir ve Cemal Azmi Bey gibi Osmanlı yöneticileri sözde Ermeni katliamından sorumlu tutularak, burada gıyaben idamlarına karar verilmiştir. Karara ek olarak vurucu militan timlerin oluşturulması ve bu kişilerin bulundukları yerlerde vurulması da istenmiştir. Bunun dışında Avrupa’daki bazı Ermeni terör grupları da başta Yunan istihbaratı olmak üzere İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerini öldürme kararı almıştır. Hedefler arasında Mustafa Kemal Atatürk de vardır. Hedef kişilerin hemen hemen hepsi öldürülmüştür. Atatürk istisnadır. Atatürk’e karşı da suikast girişimi olmuş, ancak bu girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunlardan ilki 5 Mayıs 1925’de gerçekleşmiştir. Ermeni komitelerinden Manok Manokyan, Nisan ayında Selanik’ten İstanbul’a gelmişler ve iki işbirlikçinin de İskenderun ve Adana yoluyla Ankara’ya gelmeleri planlanmıştır. Ancak Manokyan’ın yakalanmasıyla suikast planları bozulmuş ve Manokyan yakalanarak cezası infaz edilmiştir. İkinci suikast girişimi ise 14 Eylül l927’de olmuştur. Bu kez Mercan Altunyan adlı bir terörist ve çok sayıda arkadaşı Dolmabahçe’ye saldırmışlardır. Çatışmada iki terörist ve iki polis ölürken olayın Rusya bağlantısı olduğu iddia edilmiştir. Bu arada Atatürk’ün 1. Dünya Savaşı sonrasında yurt dışına hiç çıkmadığı da unutulmamalıdır. Bu duruma tek neden olarak Ermeni sorununu göstermek güçse de nedenlerden biri de suikast girişimleri ve Ermenileri kullanmak isteyen diğer ülkelerin planları olabilir. 15 Mart 1921 tarihinde İçişleri Eski Bakanı Talat Paşa Berlin’de bir caddede yürürken vurulmuştur. Olayın sorumlusu Ermeni teröristi Soghomon Tehlirian’dır. Cinayet silahı, işleniş şekli ve işleyen kişi açık olmasına karşın olayın mahkemesi Türklerin suçlandığı siyasi bir arenaya dönüştürülmüştür. Davada Türklerin Ermenilerin toptan yoketmek istediklerini iddia eden Ermeni tarafı bu olayların baş sorumlusunun Talat Paşa olduğunu ve cinayette ağır tahrikin bulunduğunu iddia etmiştir. Böylece katil “Ermeni ulusal kahramanı” ilan edilirken Batı basınının Türkleri suçlar tavrı Ermeni terörünün bugüne kadar yaşamasına ve Ermeni sorununun sonuçsuz kalmasına katkıda bulunmuştur. Kahramanları katillerden ve teröristlerden oluşan bir ulusun kendisini terörden kolayca kurtaramayacağı açıktır. Birkaç kişi, nedeni ne olursa olsun bu tür metodlara başvurabilir. Ancak bir ulusun terör ve cinayet gibi yöntemleri kınamaması, aksine kendi içinden hata yapan kişilere arka çıkması sorunların çözümsüz kalmasına ve geleceğe taşınmasına neden olur. Bu yaklaşım ayrıca sorunda psikolojik bir boyutun açılmasına da neden olmuştur: Teröre başvuran Ermeniler olmasına karşın terör Ermeni davasının en önemli aracı olarak sunulmuş ve gelecek nesiller nezdinde bu yöntem meşrulaştırılmıştır. Sonuçta 1970 ve 80’li yıllarda terörist olan Ermeni gençlerini anlamak daha kolay olacaktır. Talat Paşa cinayeti
Ermenilerce bugüne kadar kullanılmak istenmiş, hatta bugün dahi tartışmaların bir parçası olmuştur. Ermeniler yaptıkları bir filmle Talat Paşa’nın katilini hala bir kahraman olarak lanse etmektedirler. Cinayetler Talat Paşa olayıyla sınırlı kalmamış ve seri halde devam etmiştir. 6 Aralık 1921’de Dışişleri Eski Bakanı Sait Halim Paşa Roma’da Arshavir Shirakian tarafından katledilmiş, 17 Nisan 1922’de ise Bahattin Şakir Bey ve Cemal Azmi Bey, Berlin’de vurularak öldürülmüştür. Failler Arshavir Shirakian ve Aram Yerganian’dır. 21 Nisan 1922 günü bu kez hedefteki isim Cemal Paşa ve yaverleri Binbaşı Nusret ve Teğmen Süreyya Bey’dir. Cinayetler Tiflis’te işlenir. Sonuç olarak tüm cinayet, terör ve katliamlarına rağmen radikal ve silahlı Ermeni grupları hedeflerine ulaşamadılar. Örgütlerini Osmanlı sınırları dışında kurdular ve planlarına bazen zorla, bazen isteyerek Osmanlı Ermenilerini de dahil ettiler. Bu “macera” büyük kayıplar ile sona ererken Osmanlı Ermenileri yüzlerce yıldır yaşadıkları toprakları kaybettiler, Osmanlı ise büyük bir imparatorluğu. Türkler yaptıkları hataları gerçekçi ve sağduyulu bir yönetim kadrosu sayesinde telafi ettiler. Buna karşın Ermeni milliyetçiliği başarısızlığa uğradı, fakat süreç burada sona ermedi. Bu bir hınca, nefrete ve ezikliğe yol açtı. Ermeni milliyetçiliği doyuma ulaşamadı ve hep ‘arızalı’ olarak kaldı. Bu noktada denebilir ki Ermenilerin en önemli sorunu tüm yaşananların ardından Atatürk benzeri bir lidere sahip olamamaları olmuştur. Lider sorununu tarih boyunca yaşayan Ermeni halkı gerçekçi ve pragmatist bir liderden yoksun olmanın karşılığını ağır maddi ve manevi kayıplar ile ödedi. Daha da kötüsü bu olaylar nedeniyle gelecek nesillerini psikolojik açıdan sıkıntılı bir halde bıraktı.
III. CUMHURİYET DÖNEMİNDE ERMENİLER VE TERÖR
III.1. 1920-1973 Dönemi: Terörü Hazırlayan Ortam 1920-1973 yılları arasında ciddi bir terör olayı yaşanmamasına karşın Ermeni terörü açısından belki de en önemli süreçlerden biri yaşandı: Ermeni terörünün zemini hazırlandı ve güçlendirildi. Biraz önce de belirtildiği üzere 1915 olayları ve sonrasında yaşanan başarısızlık Ermeni milliyetçilerini yeni hedefler belirlemeye zorlamıştır. Bir diğer sorun ise savaş sonrasında dört bir yana dağılan Ermenileri bir arada tek bir kimlik etrafında toparlayabilmektir.İkinci Dünya Savaşı’nın ardından özellikle Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Ortadoğu ülkelerindeki milliyetçi hareketler Ermenilerin yeni bir göç dalgası yaşamasına neden olmuştur. Başta Lübnan, Suriye, Kıbrıs gibi ülkeler olmak üzere çok farklı ülkelerden binlerce Ermeni bu kez de Batı Avrupa ülkelerine ve Kuzey Amerika’ya göç etmeye başladılar. Bu ortamda asimilasyon (erime) tehlikesi daha bir aciliyet kazanıyordu. Ermeniler gibi birleştirici unsurları nispeten az olan bir halkın çok kısa bir zamanda bu kadar geniş bir coğrafyada bir çok kez göç etmesi asimilasyonu kaçınılmaz kılmaktaydı. Bu ortamda Kilise ve siyasi partiler bu nedenle ilk hedef olarak Ermenilik bilincini yeniden inşa etmeyi seçtiler (Ermeni sorununda kimlik sorunu).[134]Fakat Ermeniler dağınık bir coğrafyada yaşamaktaydılar: Kıbrıs’tan Kuzey Afrika’ya, Kafkaslar’dan Moskova’ya, Türkiye’den Hindistan’a kadar dağılmış ve hemen hemen hiçbir ülkede çoğunluk oluşturamamış bu insanlar birbirinden farklı dilleri (Türkçe, Arapça, Rusça, Ermenice lehçeleri,İngilizce, Rumca, Fransızca vd.) konuşuyor, farklı ekonomik ve kültürel yapılarda yaşıyorlardı: Kimi sosyalist bir toplumsal yapıdan gelirken bir diğeri geleneksel bir başkası ise kapitalist bir ekonomik düzenden geliyordu. Hal böyle olunca etnik kimlik inşası daha zor olmuş ve birleştirici unsurların abartılarak kullanılmasına,eğer birleştirici unsur yoksa bunların yeniden “yaratılmasına” neden olmuştur. Türkler istemeyerek de olsa bu süreçte çok önemli bir rol oynamıştır.Yaşanılan tüm sorunlar için gerekçe olarak sunulan Türkler, 1915 olayları nedeniyle de ağır bir şekilde suçlanmışlardır. Böylece çok küçük yaşlardan itibaren Ermenilerin etnik kimliklerini Türk karşıtlığı üzerine oturttukları söylenebilir.Bu süreçte kilise özel bir rol oynamış, kilise okulları Türkleri ve Türkiye’yi görmemiş genç nesilleri adeta siyasi amaçları doğrultusunda şekillendirmiştir. Bu arada kilise sadece “eğitim” vermekle kalmamış, Ermeni kimliğinin temel taşını da oluşturmuştur. Öyle ki kilise seküler alanda dahi aktif bir aktör olarak yerini almıştır. Kiliseye göre, Ermeniler 1915 olaylarında yok edilmek istenmişler, ancak bu olaydan kurtulmuşlardır. Kilise bu durumu Ermenilerin en önemli efsanelerinden sayılan Nuh Tufanı’yla özdeşleştirmektedir. Kendilerini Nuh’un torunu olan “Hayk"ın çocukları” olarak tanımlayan Kilise Ermenilerine göre,
Ermeniler nasıl tufanda yok olmamış ve ardından tüm dünyaya yayılarak anavatanlarına geri dönme gücünü bulmuşlarsa, 1915 olaylarından sonra da hayatta kalmayı başarmışlardır. Söz konusu yaklaşıma göre anavatana yani Anadolu’ya ileride dönmek de mümkün olacaktır.Kilise’nin yaklaşımın Türklerin bir doğal afetin gördüğü işlevi görmesi dikkat çekicidir. , ancak bu yaklaşım yeni de değildir. Orta Çağ’da da Avrupalı hükümdarlar Türkleri “Tanrı’nın, işlemiş oldukları günahlarına karşı cezası” (Tanrı’nın Kırbacı - Scorge of God) olduğunu sıkça tekrarlamışlardır. Her iki yaklaşımın ortak noktası Türklerin bir insan topluluğu olmaktan çok bir tür “yaratık” olarak algılanmasıdır[135].Böylesi bir yaklaşımın sonucunda Türkler her türlü “kötülüğü yapabilecek bir yaratık” olarak sunulabilmektedir. Bu çerçevede başta Kilise olmak üzere aşırı Ermeni örgütleri Türkleri konuşulamaz, iletişim kurulamaz yaratıklar olarak sunmuş ve Ermeni kimliğinin inşasını böylesine negatif bir yolla oluşturma yoluna gitmişlerdir. Bu süreçten geçen her Ermeninin en önemli görevleri bu olayları unutmamak, unutturmamak ve günün birinde “vatanına” dönerek o günlerin intikamını almaktır. Biraz önce detaylandırmış olduğumuz ve “Ermeniler arasında Türklere karşı nefret duygularını yeşertme operasyonu” diyebileceğimiz bu kampanya asimilasyon tehlikesi arttıkça hız kazanmıştır. Bilindiği üzere Ermenilerin Doğudan Batıya olan göçleri günümüze kadar hiçbir dönemde hız kesmemiştir. 2002 yılı itibariyle de Ermenistan en çok göç veren ülkeler arasında başı çekmektedir. Bu da Türk düşmanlığını ve terörü besleyici zemini desteklemektedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilerin yaşadıkları olaylar ve sonrasında yaşadıkları soykırım neticesinde büyük avantajlar elde ederek kendi devletlerini kumaları yukarıdaki sürece yeni bir boyut eklemiştir. Buna göre Ermeniler de tıpkı Yahudiler gibi soykırıma uğramışlardır. Dolayısıyla onlara da “hakları” iade edilmelidir. Sözü geçen fikirler ile yetişen gençler çok küçük yaşlardan itibaren Türkleri nihai düşman olarak öğrenmişler, dünyanın kendilerine yardım etmesini beklemişler, Türklerin de atalarının yaptıkları bu büyük “hatayı” neden hala kabul etmediklerini anlayamamışlardır. Böylece terör için en önemli şart, yani şiddeti meşrulaştırıcı haksızlığa uğramışlık hissi gerçekleşmiştir. Ermeni gençleri haksızlığa uğradıklarını, ancak kimsenin kendilerini anlamadığını düşünmüşlerdir. Böyle bir ortamda “Türklere haddini bildirmek” gerekmektedir. Bu da aşırı örgütlere göre ancak şiddetle olacaktır.
Ermeni toplumunun içinde “kendiliğinden gelişen” bu sürece ek olarak güç politikaları da terörün zeminin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Özellikle Sovyetler Birliği’nin bu konudaki etkisi büyüktür. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Ermenileri ve Gürcüleri kullanarak Türkiye’den toprak talep eden Stalin’in bu politikası bir süre açıktan devam etmiştir. Stalin sonrasında ise Sovyetler Birliği bu kez gizliden gizliye Ermeni terör örgütlerini, özellikle Hınçakları desteklemiştir. ASALA’nın bu destek sonunda ortaya çıktığı söylenebilir. Terör ortamının oluşmasında bir diğer etkenin de iletişim noksanlığı olduğu söylenebilir. Soğuk Savaş ortamında iletişim kanalları oluşturamayan Türkler ve Ermeniler iletişim kurmadan birbirlerine karşı politikalar geliştirmişlerdir denebilir.
IV. 1970’LERDE ERMENİ TERÖRÜ Yukarıda özetlenen tablo kısa zamanda ürünlerini vermeye başlamış ve nefret şiddete ve teröre dönüşmüştür. 1973-1994 arasında 33 Türk diplomatı öldürülürken, 34 diğer ülke vatandaşı da terör eylemleri sonucu ölmüştür. 200’den fazla eylemde toplam ölü sayısı 80’i aşmaktadır. Yaralı sayısı ise 500 kişiyi yaklaşmıştır. Bu anlamda söz konusu dönemdeki Ermeni terörünün dünyanın en şiddetli terör olaylarından biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.
IV.1. Nedenleri Bu dönemde Ermeni terörünün nedenleri iç ve dış olmak üzere iki temel grupta ele alınabilir. Ayrıca bunlara ek olarak Türkiye ile ilgili nedenler de vardır ki, bu da üçüncü bir kategoriyi oluşturur. İç nedenler arasında ilk neden daha önce kısaca değinilen diaspora olmanın etkisidir. Büyük
çoğunluğu başka ülkelerde yaşayan Ermeniler asimilasyona karşı en önemli unsur olarak geçmiş olayları görmüş ve böylece “soykırım” olduğuna inandıkları davayı savunmak diasporayı birleştirici en önemli unsur haline gelmiştir. İkinci iç neden olarak aşırıların kendilerini gösterme çabaları belirtilebilir. Bu dönemde özellikle sol ve sağ olarak iki ayrı gruba ayrılan Ermeni siyasi yaşamında sol gruplar komünist Sovyetler Birliği ile birlikteliği savunurken sağcı Taşnaklar tam bağımsız bir Ermenistan istemişlerdir. Aşırıların bu rekabeti teröre hizmet etmiş ve taraflar Ermeni davasına en çok kendilerinin katkıda bulunduklarını kanıtlayabilmek için Türkiye’ye en çok zarar veren grup olarak görünmek istemişleridir. ASALA terörünün başlamasının ardından diğer örgütlerin de terör olaylarına katılması ve ASALA’nın diğerlerini kendilerini taklit etmekle suçlaması dikkat çekicidir. Üçüncü bir neden olarak da daha önce kısmen değindiğimiz ideolojik nedenler gösterilebilir. Bilindiği üzere 1970’li yıllar sadece Ermeniler açısından değil, tüm dünya açısından terör yıllarıdır. İrlanda’dan Türkiye’ye, Latin Amerika’dan Asya’ya kadar tüm dünyada sol ve sağ gruplar terörü bir araç olarak benimsemişlerdir. Karşı düşünceyi “insanlığa ya da milletlerine ihanet” olarak algılayan ideolojik gruplar her türlü mücadele yöntemini kullanmışlardır. Bu konuda Marksist örgütlerin öne çıkması ve Ermeni terörünün de sol kanattan daha güçlü bir şekilde canlanması önemlidir. Sovyet deneyimi de sol Ermeni grupların teröre daha yatkın olmasına ve Ermeni sorununa ek olarak “mücadeleleri”ne ideolojik bir boyut katmalarına neden olmuştur. ASALA terörünün son dönemlerinde “kapitalizme karşı savaş” argümanını kullanarak bir çok Batılı ülke hedefine de saldırması sorunun ideolojik yönünü göstermektedir. İç nedenler arasında sayılabilecek bir diğer neden de Ortadoğu bölgesinde yaşayan Ermeni cemaatinin terör olaylarına çok yakın yaşıyor olmasıdır. Özellikle Lübnan’da Ermeniler terör ile iç içe yaşamakta ve ülkede yaşanan terör olaylarından fazlasıyla etkilenmektedirler. Zaman içinde diğer gruplarca aktif bir şekilde kullanılan terör aracı Ermenilere de örnek teşkil etmiştir. Ermeni terörünün dış nedenlerine bakılacak olursa bu nedenlerin başında Soğuk Savaş ortamının geldiği görülür. Taraflar arasında hassas bir tampon bölgede yer alan Türkiye coğrafi konumu nedeniyle doğrudan ya da dolaylı saldırılara maruz kalımıştır. Dolaylı
saldırıların başında da terör olayları gelmiştir. Ermeni terörü bu halkanın bir parçası olarak değerlendirilebilir. İkinci dış neden ise komşuluk ilişkileridir. Ermeni terörü Türkiye’nin Yunanistan, Suriye, Rusya, Bulgaristan ve Kıbrıs ile olan ilişkilerinden doğrudan etkilenmiştir. Bu ülkelerden komünist blokta olan ya da yakın bulunanları Sovyetler Birliği politikalarının bir parçası olarak hareket etmişler, bu bağlamda Ermeni terörüne lojistik destek sağlamışlardır. Hatta Suriye’nin doğrudan destek olduğu yönünde ipuçları olduğu bilinmektedir. Yunanistan ve Kıbrıs faktörleri ise en az Sovyetler Birliği kadar önemlidir. Ermeni terörünün Kıbrıs çıkartmasını takip eden dönemlerde hız kazandığı dikkate alınırsa Yunan faktörünün önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Yunanistan, Türkiye ile olan ikili sorunlarını birebir çözmeyeceğini anladıktan sonra dolaylı dış politika araçlarına” daha çok başvurmaya başlamıştır. Bu araçlar içinde terör de vardır. Bu nedenle 1970’li yıllarda Türkiye’de ve Türkiye dışında Türkiye’ye karşı faaliyet gösteren her türlü terör örgütü ile Atina arasında bir bağın bulunması şaşırtıcı olmamıştır. Kıbrıs’ın ise tüm bunlara ek olarak Ermeni sorunu ile bir diğer bağlantısı bu adadaki Ermenilerdir. Türkiye’ye karşı her türlü örgütü destekleyen Kıbrıs Rumları, adadaki Ermeni azınlığı bu konudaki önemli bir kart olarak görmüşlerdir. Bu nedenle adada Ermeni örgütlerinin gelişmesine izin veren Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bu politikası hala devam etmektedir. Son olarak Ermeni terörünü hazırlayan ve kolaylaştıran bir diğer etkenin de Türkiye ile Batı dünyası ilişkilerinin bozulması olduğu söylenebilir. ABD ile Haşhaş ekimi ve Kıbrıs nedeniyle patlak veren kriz silah ambargosu uygulanmasına kadar varmıştır. Bu dönemde ABD yönetimi Türkiye’yi “terbiye etmek” maksadıyla bir çok konuda yalnız bırakmıştır. Benzeri bir durum Avrupa Ekonomi Toplululuğu’yla da ortaya çıkmıştır. Kıbrıs konusunda Türkiye’yi suçlayan AET ülkeleri insan hakları, demokratikleşme vd. konularda da Türkiye’yi “yetersiz” bulmuşlardır. Bu da Türkiye’de Batı dünyasına duyulan güveni azaltırken, Türkiye Sovyetler Birliği’nin “zararlı faaliyetlerine” daha açık bir hale gelmiştir. Diğer bir deyişle Ermeni terörünün kısmen "hoşgörülmesi”ni sağlayan uluslararası ortamda Türkiye’nin hemen hemen her blokla sorunlu ilişkilerinin büyük bir etkisi olmuştur denebilir. Ermeni terörünün iç ve dış nedenlerini ele aldıktan sonra Türkiye ile ilgili nedenlere bakıldığında ilk nedenin Türkiye’nin ekonomik zayıflığı olduğu söylenebilir. Çünkü zayıf ekonomi hem ülkeleri teröre daha açık bir hale getirir, hem de terörle mücadele için gerekli
kaynakların bulunamaması sorunun derinleşerek büyümesine neden olur. Bu dönem ele alındığında Türkiye tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşamaktadır. Ekonomisi bozulmuş ve iç dengeleri hassas bir hal almıştır. İç çekişmeler sonucunda istihbarat ve güvenlik birimleri zaafa uğramıştır. Bu dönemde istihbarat daha çok içe dönüktür. Önemli projeleri finanse edecek ekonomik güç mevcut değildir. Ayrıca müttefikler ile ilişkiler de oldukça bozuktur. Dünya ekonomisinde yaşanan petrol krizleri Türkiye’nin ekonomik bunalımdan çıkmasını daha da zorlaştırmıştır. Bu da sadece Ermeni terörüne değil her tütlü teröre karşı zayıf bir Türkiye oluşmasına neden olmuştur.
IV.2. İlk Eylemler Belirtildiği üzere Ermeniler arasındaki nefret öyle bir boyuttadır ki ve zemin öylesine uygundur ki terörün olması değil, olmaması şaşırtıcı olurdu. 1972 yılında Fransız Ermenisi bir ressamın oğlu olan Jean-Marie Cazoni Marsilya’da Türkiye’ye karşı eylem çağrısında bulunmuştur. Ancak bu çağrı ilk etapta karşılık bulmamıştır. Şu anki bilgilerimize göre ilk eylem bireysel bir eylemdir. 78 yaşında bir Kaliforniya Ermenisi olan Geourgen Yanikian Anadolu’da kaybetmiş olduğu ailesi nedeniyle Türkiye’yi sorumlu görmektedir. “İntikamını” almak için bir plan yapan Yanikian, Türkiye’ye tarihi eserler hediye etmek bahanesiyle Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’le buluşmuştur. Toplantıya bahsettiği eserleri de getirmiştir. Bu toplantıda Yanikian her iki Türk diplomatını da vurmuştur (27 Ocak 1973). Katil yakalanmış ve yargı süreci başlamıştır. Bireysel bir eylem görünmekle birlikte Los Angeles cinayetleri Ermeni terör gruplarına Türklere karşı nasıl etkili bir eylem yapılacağını da göstermiştir. Çünkü ilk cinayete basın geniş bir yer ayırmış, cinayet olayında katilden çok öldürülen kişilerin mensup olduğu millet suçlanmıştır. Böylece ASALA (Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu) ve JCAG (Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları) terörü için uygun eylem türü de bulunmuştur.
İlk eylem bireysel olsa da kendiliğinden gelişmiş de değildir. Olaydan önce bazı radikal gruplar Ermeniler arasında Türkiye ve Türkler aleyhine propagandalar yapmakta, ortamı germekteydiler. Hatta Los Angeles’daki diploımatik temsilciliğimizde düzenlenen bazı programlar Ermeni tehditleri nedeniyle ertelenmiş, bazıları iptal edilmiştir. Bir toplantıya da Ermenilerin bombalı saldırı yapacaklarını bildirmeleri dikkat çekicidir. Bu da göstermektedir ki 1973 yılına gelindiğinde bölgedeki Ermeniler “fitili çekilmeye hazır birer bomba” haline gelmişlerdir. İlk organize eylem ise birazdan görüleceği üzere 1975’de başlamıştır denebilir.[136]
IV.3. Terör Grupları ve Terörün Çeşitleri
IV.3.a. Sol Terör ASALA ASALA’nın 20 Ocak 1975’de Lübnan’da kurulduğu tahmin edilmektedir. Ancak kesin bilgi olduğunu söyleyebilmek zordur. Lideri Agop Agopyan’dır. Ancak lideri hakkında da çeşitli spekülasyonlar vardır. Bu onun gerçek ismi midir, bu bile belli değildir. Sol görüşlü bir örgüttür. SSCB taraffından kurdurulduğu da iddia edilmektedir. Bu görüşe göre örgütü kurmak ve eğitmek için Filistinli sol fraksiyonlar kullanılmıştır. Bazı militanlarının SSCB ‘nin Kırım bölgesinde Askeri bir akademide eğitim aldığı da bilinmektedir. Şu ana kadarki veriler SSCB’de verilen teknik eğitimin ardından Filistinli militanlarca terör teknikleri ve arazi eğitimi verildiğini göstermektedir. Rus İstihbaratı KGB ve Rus Askeri İstihbaratı GRU teorik ve ideolojik eğitim sağlamıştır. SSCB’ye göre ASALA
ulusal kurtuluş mücadelesi vermektedir ve bu anlamda FKÖ ile benzerlikler de göstermektedir. Filistin desteğinde Hristiyan militan Dr. George Habbaş liderliğindeki PFLP’nin (Filistin’in Kurtuluşu İçin Halkçı Cephe) bu süreç içindeki rolü ön plana çıkmaktadır. Bu dönemde hemen hemen tüm sol terör örgütlerinin işbirliği içinde olması dikkat çekicidir. Tüm dünyada bu çapta bir işbirliği için ideolojik yakınlığın yetmeyeceği, koordine görevini görecek bir devlete ihtiyaç olacağı açıktır. SSCB’nin bu rolü yerine getirdiği söylenebilir. ASALA’nın temel hedeflerine bakacak olursak ilk hedefin Doğu Anadolu Bölgesi’ni kopararak SSCB Ermenistan’ına katmak olduğu söylenebilir. Tüm Ermenileri SSCB önderliğinde toplamak da bir diğer hedef sayılabilir. Bunun dışında sol bir örgüt olması nedeniyle dünya düzenini ilgilendiren siyasi hedefleri de mevcuttur. Bu bağlamda kapitalist düzene ve ülkelere karşıdır. Taşnaklardan ayrılan en önemli yönü ise SSCB’yi “doğal müttefiki” saymasıdır. Taşnaklar ise tamamen bağımsız bir Ermenistan’dan yanadır. ASALA’nın temel özellikleri şu şekilde sıralanabilir: 1. Mükemmel eğitim almışlardır. Hem teorik, hem de teknik açılardan, 2. Nokta saldırıları yapmıştır. Geniş kalabalıklardan çok siyasi ve daha önemli hedefleri seçmiştir, 3. Yugoslavya dışında olay yerinde yakalanan ASALA militanı olmamıştır. Bu büyük bir organizasyon ve yetenek ister, 4. İstihbarat desteği çok güçlüdür. İstihbarat desteği yalnızca olay sonrasında kaçmakta değil, hedef belirlemede de kullanmıştır. Terör ve istihbarat uzmanları böylesine profesyonel eyleımlerin uzman desteği olmadan gerçekleştirilebilmesinin mümkün olmadığını söylemişlerdir, 5.Hemen hemen tüm dünyayı ‘operasyon sahası’ olarak görmüş ve bunda başarılı da olmuştur. Böyle bir kapasite bir çok devletin istihbarat biriminde dahi yoktur, 6. Gerçekleştirmiş olduğu eylem sayısı açısından IRA’den sonra ikinci örgüt olmuştur. IRA’in sokak çatışmaları yaptığı hatırlanacak olursa, eylemlerinin türü açısından birinci olduğu dahi söylenebilir, 7. Çok gizli olmaya çalışmıştır. Hücreler şeklinde çalışmıştır. Lider ve bazı yöneticilerinin gerçek isimleri bugün dahi meçhuldür. Bu kısmi başarı sağlarken kitlesel olmayı engellemiştir. 8. Çok sayıda takma ad kullanmıştır. Bunların bir nedeni mesaj verebilmektir. Bir diğer neden de gizliliği ımuhafaza edebilmektir. Değişik ülkelerdeki hücreler de bazen farklı takma adlar kullanabilirler. Bu da farklı ve çok sayıda örgüt olduğu izlenimini verme gayretini gösterir. 9. En çok ve güvenli eylemlerini Fransa ve Yunanistan’da gerçekleştirımiştir, 10. Sadece Türk hedeflerine saldırmamıştır. Batılı hedeflere de işbirlikçi
ve ‘kapitalist’ olmaları gerekçesiyle saldırmıştır. Ancak bu saldırılar daha çok son dönemlerde gelmiştir. Örgütün sona ermesinde saldırıların diğer ülkelere kaymasının büyük bir rolü olmuştur denebilir. Örgüt ilk terör eylemini 22 Ekim 1975’te Viyana’da Türkiye’nin Avustralya Büyükelçisi Daniş Tunagil’i öldürerek başlatmıştır. Bu saldırılar l979’a kadar sadece Türk hedeflerine dönük olmuştur. 1979 Kasımında başlayan süreçte ise Batılı ülkeler de saldırıya uğramışlardır. 1982’de ASALA, militanlarını tutuklayan tüm ülkelere karşı bir tehditte bulunmuştur. Son dönemde diğer devletlerin de hedefler arasına girmesi öylesine belirgindir ki. Örneğin 1981’deki 49 ASALA saldırısından pay alanlar şunlardır: Fransız (21);İsviçre (18); Türk (8); İtalyan (1); Amerikan (1). 1982’deki ASALA saldırılarında pay alan devletler ise şu şekilde sıralanır: Fransız (8); Türk (7); İsviçre (4);Kanada (3); Suudi Arabistan (1). ASALA’nın teşkilatlanması şu şekilde özetlenebilir: MERKEZ KOMİTE Komuta Grupları Siyasi Merkezler (Askeri kanatla ilgisi yok) Ülke / Bölge Sorumluları Askeri Merkezler Komuta Grupları hücreler Şeklinde) İki ya da dört kişilik
Paravan Örgütler/Takma Adlar
(3 Ekim, Orly, 9 Haziran, Ermenistan Gizli Ordusu, Yeni Ermeni Direniş, Fransa Eylül Örgütü, 15 İsviçre Grubu, Kızıl Ermeni Ordusu, Dünya Cezalandırma Teşkilatı, 28 Mayıs, Ermeni Milli Komitesi, Ermeni Halk İhtilal Harekatı — Kıbrıs Ermenilerini mücadeleye çağırıyor-, Kıbrıs Ermeni Rum Teşkilatı)
IV.3.b.Sağ Ermeni Terörü JCAG “Adalet Komandoları” olarak bilinen JCAG’ın 1976 yılında kurulduğu sanılmaktadır. Kurucuları Nemesis üyeleridir ve Taşnaktırlar. Yani sağ ve Ermeni milliyetçisidirler. Üyelerinin önemli bir kısmı ırkçıdır. Anti-komünisttir. ASALA’nın tersine Batılı hedeflere saldırı düzenlemediği gibi SSCB güdümünde bir Ermenistan da istememektedir. JCAG’nin kurulması ve teröre başvurması ASALA’nın terör yoluyla sağladığı başarıya bir tür cevap sayılabilir. ASALA terör eylemleri yoluyla sesini duyurdukça Taşnaklar Ermeniler arasındaki etkilerini kaybetme korkusuna kapılmışlar ve bir tür rekabet sonucunda onlar da terörü bir yol olarak seçmişlerdir. Bu nedenle ASALA tarafından taklitçilikle de suçlanmıştır. Bu da ASALA ile arasında ideolojik yaklaşım dışında bir fark olmadığını göstermektedir. İlginç olan nokta Türkiye’deki terör örgütleri ideolojileri nedeniyle farklı hedefler seçerken Ermeniler sağ olsun sol olsun Türkiye hedefinde birleşmişlerdir. Hangi gerekçeyle olursa olsun Ermeni terörünün temel hedefi Türkiye’yi vurmaktır.ASALA ile arasındaki temel fark ideolojiktir.
IV.3.c. Diğer Örgütler
ARA (Ermeni İhtilal Ordusu):ASALA’dan ayrıldığı tahmin edilmektedir. JCAG’a yakın görüşleri vardır. 14 Temmuz 1983 tarihinde Brüksel’de (Belçika) bir Türk diplomatını öldürmüştür. 27 Temmuz 1983’te ise Lizbon’da Türk Konsolosluğu’nu işgal girişiminde bulunmuştur. 20 Haziran 1984’de Viyana’da bir Türk diplomatını öldürmüş, 19 Kasım 1984’de Viyana’da bir Türk diplomatını öldürme teşebbüsünde bulunmuştur. NAR (Yeni Ermeni Direnişi): İsmini ilk kez 1977’de duyurmuştur. 1980’e kadar 7 saldırının sorumluluğunu üstlenmiştir. Diğerleri: NUPA, AHHRMG, VEDO (Fransız kökenli), GEGE (Beyrut Kökenli), Ermeni Yer altı Ordusu, Yeni Ermeni Uyanışı...
V.TERÖRÜN KULLANDIĞI YÖNTEMLER VE TEMEL ÖZELLİKLERİ 1979’a kadar hedef yalnızca Türk hedefleridir. Havayolu şirketleri, seyahat acentaları, elçilikler en çok saldırıya uğrayan hedeflerdi. Bunlar en önemli özelliği nispeten kolay hedefler olmalarıdır. 1979 Kasım’ında ASALA, siyonizm ve kapitalizmi de hedef listesine eklemiştir. Ayrıca Türkiye ile işbirliği yapan tüm ülkeler “saldırıda bulunulacak ülkeler listesi”ndedir. Bu kararın alınmasının nedenlerinden biri bazı Ermeni teröristlerinin Batılı ülkelerce tutuklanmasıdır. Batılı hedefler arasında İsviçre ve Fransa ön plana çıkmaktadır. İngiltere de saldırıya uğrayan ülkeler arasındadır. IRA’dan Sonra En Çok Eylem yapan Örgüt ASALA’dır. Eylem sayısı çok fazladır. Tüm dünya ‘operasyon sahası’dır. Dört ayrı kıtada (Kuzey Amerika,Asya, Avustralya ve Avrupa) eylemlerde bulunulmuştur. Toplam olay sayısı 200’ü aşmaktadır. Bu rakam farklı kıstaslara göre 500’e kadar ulaşmaktadır.Eylemlerin ülkelere göre dağılımı şu şekildedir: Fransa (37), İsviçre (25), İtalya (20), Lübnan (17), ABD (15), Türkiye (13), İspanya (11), İran (7), Belçika (6), İngiltere (5), Danimarka (4), Kanada
(4), Yunanistan (4), Batı Almanya (4), Hollanda (2), Portekiz (2), Avusturya (1), Avustralya (1), Irak (1), SSCB (1), Bulgaristan (1), Yugoslavya (1). Ermeni terörünün bir diğer özelliği de kayıp vermemesidir. Olayların neredeyse hiçbirinde yakalanan olmamıştır. Meşruiyet kaynakları oldukça güçlüdür. Basını ve diğer medyayı oldukça profesyonel bir şekilde kullanmakta, Ermeni ve Batı toplumunda etkili kurumlarla yapılan işbirliği sonucunda cinayetler “haklı birer öç alma eylemi” olarak gösterilebilmektedir. Saldırılarda yer alanlar kahraman olarak sunulduğundan, özellikle genç Ermenilerden geniş bir destek alınabilmektedir. Biraz önce de belirtildiği üzere medya ile ilişkileri iyidir. Bunda tek taraflı bilgilendirmenin de büyük rolü olmuştur. Ermeni görüşleri ciddi bir alternatifle karşılaşmadığından medyada adeta bir tekel oluşturmuşlardır. Dışa bağımlıdır. Dışa bağımlılık gücünü arttırırken hareket alanını da daraltabilmektedir. Dışa bağımlılığın en önemli dezavantajı ise diğer güçlerin çıkarlarına göre eylemlerin şekillenmesidir. SSCB ve SSCB uydusu ülkeler ile sıkı işbirliği dikkat çekmektedir. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin aktif desteği zaman içinde artmıştır. Bu bağlantının günümüzde de devam ettiği gözlenmektedir. Suriye’nin Ermeni terörü biterken PKK’ya verdiği desteği arttırması Ermeni terörünü sadece bir araç olarak gördüğünü göstermektedir. Amaç Türkiye’yi zayıflatmak ve terörü bir dış politika aracı olarak görmektir. Ayrıca Suriye uzunca bir süre SSCB politikalarının bölgedeki uygulayıcısı konumunda olduğundan Ermeni terörü ile bağlantısı şaşırtıcı değildir. Kürtçü gruplar ile yakın bir işbirliği içinde olmuşlardır. Hatta içlerinden bazı gruplar terörü PKK’ya devretmek görüşünü savunmuşlardır. PKK ile aktif işbirliğinin günümüze dek sürdüğü tahmin edilmektedir. Türkiye’de faaliyet gösteren sol gruplar ile Türkiye’ye dönük eylemler konusunda teorik ve pratik işbirliği gözlenmiştir.
VI. TERÖRÜN SONA ERİŞİ Bilindiği üzere Ermeni terörü l980'lerin ortasında sona ermiş, daha doğrusu etkisi kırılmıştır. Kimi kaynaklara göre bu durum Türkiye’nin başarısıdır. Bu görüşe göre “Türkiye terör örgütleri ile tüm dünyada aktif bir mücadeleye girmiş ve militanları ortadan kaldırmıştır”. Her şeyden önce hiçbir terör olayı sadece fiziksel mücadele ile sona ermez. Dolayısıyla Ermeni teröründeki gerilemeyi sadece Türkiye’nin politikaları ile açıklamak mümkün değildir. Ermeni terörünün yavaşlaması ve gerilemesinde iç ve dış olmak üzere çok sayıda faktör rol oynamıştır. Her şeyden önce terörün Batılı ülkeleri de vurmaya başlaması Batılı ülkelerde alınan önlemleri arttırmıştır. Ayrıca Batı’dan Ermeni terör gruplarına giden destek de sınırlandırılmıştır. Buna ek olarak PKK’nın Ermeni teröründen çok daha etkin bir unsur olarak ortaya çıkışı Ermeni terörünün azalmasında psikolojik bir etki yapmıştır. Tüm bunlara ek olarak Türkiye’nin Ermeni sorunu konusunda daha aktif bir tutum takınması ve mücadeleyi arttırmasının da rolü yadsınamaz.
VII.GÜNÜMÜZDE ERMENİLER VE TERÖR: 11 EYLÜL VE ERMENİ KAYNAKLI TERÖRE ETKİLERİ Ermeni terörü son 10 yıllık dönemde hızını kesmiştir. Bazı kişiler Ermeni terörünün tamamen sona erdiğini de iddia etmişlerdir. Ancak ideolojisi,destekçileri ve militanları ortadan kalkmamış bir terör hareketinin birden bire ortadan kalktığını iddia etmek kolay değildir. Nitekim Ermeni militanlarından bazılarının (Murad Topalyan gibi) son dönemde çok sayıda patlayıcı ile yakalanması da Ermeni terörünün tamamen sona ermediğini, uygun bir ortamda yeniden ortaya çıkacağını göstermektedir. Ermeni terörünün canlanması konusunda en önemli tehlike ise Türkiye sınırlarında yaşanmaktadır. Karabağ sorunu nedeniyle çok sayıda Erımeni genci Türklere karşı ideolojik nefretle yüklenmiş ve Ermenistan’ın yaşadığı sıkıntılardan dolayı Türkleri suçlamışlardır. Silahlı çatışma tecrübesi de bulunan bu grupların Ermenistan
hükümetince kolay bir şekilde kontrol edilemeyeceği de anlaşılmaktadır. Özellikle diaspora bağlantılı örgütler silahlı örgütlenmeyi teşvik etımektedirler. Ermenistan bağlantılı bir diğer tehdit ise Ermenilerin uzun bir dönemden sonra bir devlete sahip olmalarıdır. Yeryüzünde bir Ermeni devletinin varlığı aslında bir çok avantajlar da sunmaktadır: Bu sayede diyalog için bir iletişim aracı ortaya çıkmaktadır. Ayrıca devletlerin örgütlere göre sorumlulukları da vardır. Dolayısıyla Türkiye uzun bir zamandan sonra Erımeni sorununu eşit şartlarda görüşebileceği bir muhatap bulmuştur. Ancak, tüm yararlarına karşın Ermenistan ile Türkiye arasında 10 yılı aşan bir süredir diplomatik ilişkinin dahi kurulamamış olması Ermenistan’ı Türkiye’ye rakip ülkeler ile işbirliğine itmiştir. Bu da terörün kullanabileceği bir ortam oluşturmaktadır. Örneğin PKK ile Ermenistan arasında süren “flört” bu konudaki endişeleri haklı çıkartmaktadır. Ermeni terörü ile ilgili bir diğer önemli gelişme ise 11 Eylül saldırılarıdır. Bu olay Türkiye’de genel olarak olumlu etkileriyle anılmışsa da Ermeni terörü konusunda bazı riskleri de beraberinde getirdiği açıktır. Bir yandan tüm dünyada terör konusundaki hassasiyet artmış, en önemlisi neredeyse tek süper güç haline dönüşen ABD terör gruplarını en önemli, tehdit olarak algılamaya başlamıştır. Diğer taraftan Türkiye’nin 11 Eylül benzeri saldırılara karşı ne kadar hazırlıksız olduğu anlaşılmıştır. Ermeni terör gruplarının “yeni terörizm”in gerektirdiği teknolojik bilgiye sahip olduğu hatırlanacak olursa PKK ya da bir diğer örgütle Ermeni teröristlerin yapacağı teknoloji yoğun bir terör saldırısında Türkiye’nin zor durumda kalacağı kolayca anlaşılacaktır[137].
VIII. SONUÇ: ÖNEMLİ NOKTALAR Yukarıdaki bilgilerin ışığında Ermeniler ve terör konusunda belirtilmesi gereken önemli noktalar şu şekilde sıralanabilir: 1. Ermeni terörü Türk tarafının Ermeni sorununda kendisini kolayca anlatabileceği en önemli alandır. Tehcir, isyanlar gibi alanlarda kavramlar tartışmalıdır.Taraflar kendi görüşlerini
kanıtlayabilmek için belgeleri ve kavramları farklı yorumlayabilmektedir. Oysa ki terör konusunda daha somut veriler ile karşı karşıyayız. Ermeni terör grupları yaptıkları saldırıları kabul etmekte, bu saldırıları meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Hatta Ermeni toplumunun ve kurumlarının önemli bir çoğunluğu da yapılanın “terör” olduğunu kabul etmemekte, sadece bu saldırıların meşru nedenleri, ya da “kabul edilebilir nedenleri” olduğunu savunmaktadırlar. Dünyadaki genel gidişat ise terörün hiçbir şart altında meşru bir yöntem olarak kullanılamayacağı şeklindedir. Özellikle 1970 ve 1980’li yıllarda ASALA ve Taşnaklar tarafından yürütülen terör saldırıları çok yakın bir zaman dilimninde gerçekleşmiştir ve olayların belgeleri Batılı basın yayın organlarınca da teyit edilmiştir. Gruplar saldırıları üstlenmiş, hatta savunmuşlardır. Bu nedenle tehcir ve isyanların aksine terör konusunda daha net bir görünüm olduğu söylenebilir. 2.Radikal Ermeni gruplar Türklere karşı belirledikleri hedeflerini gerçekleştirebilmek için her yolu kabul edilebilir saymışlardır. Terör de bu yöntemlerden sadece bir tanesidir. Diğer bir deyişle bu gruplarda ciddi bir ahlak problemi ortaya çıkmaktadır. Ataları ve ulusları için “adalet” talebiyle yola çıkan bu gruplar isteklerini ahlaki değerler (moral values) üzerine kurmaktadırlar. Ancak yöntem aşamasına gelindiğinde her türlü yöntemi meşru görmektedirler. Yani eğer terör dışında daha kabul edilmesi güç bir araç ya da yöntem bulunsa bu da aşırı Ermeni gruplarca kullanılacaktır. Bu durum aşırı Ermeniler arasındaki “nefreti”n, yani terörü besleyen ana damarın ne kadar güçlü bir noktaya ulaştığını da ortaya koymaktadır. 3.Ermeni terörü modern tarihte görülen en eski terör örneklerindendir.Özellikle NEMESIS hareketi ve Osımanlı döneminde yaşanan bazı yerel ayaklanmalar sadece “bölücülük” (separatism) kavramıyla açıklanamaz. Bunların önemli bir kısımı kitlesel olmaktan çok terör yoluyla sonuca gitmeyi hedefleyen modern anlamda terör eylemleridir. Özellikle 19. yüzyılın son dönemlerinde ve 20. yüzyılın ilk başlarında Ermeni terör gruplarının şiddet eylemlerini andırır başka örnekler bulabilmek zordur. 4.Ermeni terörü Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden günümüze dek önemli bir süreklilik özelliği göstermektedir. Bu sürekliliği sağlayan temel unsurlar şunlardır denebilir: a)Osmanlı’da ve sonrasında Türkiye karşıtı Ermeni harekatı görece güçsüz kalmıştır. Geniş halk kitlelerinden destek alabilmesi uzun zaman almış, Osmanlı ordusu ve güvenlik güçlerini
tam anlamıyla yenebilecek seviyeye ulaşamamıştır.Buna karşın ulaşılması zor hedefler belirlemiştir: Ermeniler hiçbir bölgede çoğunluk oluşturamadığı halde çok geniş bir coğrafyada bağımsız bir devlet kurmayı hedeflemiştir. Oysa Yunan örneğinde görüldüğü üzere aşama aşama büyümeyi tercih etmiş olsaydı hem daha az dışa bağımlı olurdu, hem de bağımsız bir devlet kurmak için şansı artabilirdi. Bu nedenle silahlı Ermeni hareketleri her türlü yardıma ve etkiye açık olmuşlardır. b)Ermeni terörü dışa bağımlıdır. İlk Ermeni terör gruplarının (Hınçaklar ve Taşnaklar) hiç birisi Osmanlı topraklarında kurulmamıştır. Ayrıca bunların hiçbir üyesi de Osmanlı vatandaşı Ermenilerden oluşmamıştır. c)Ermeni terörü, kendisini meşrulaştırabilmek için önce Ermeniler arasında şiddet kullanmış, ardından da şiddeti Türklere ve diğer etnik gruplara kaydırmıştır. Öyle ki bazı dönemlerde Ermeni teröristlerinin en büyük hedefi yine Ermeniler olmuştur. Örneğin 1904-1906 döneminde her bir ‘yabancıya’ karşı üç Ermeni, Ermeni terörünün kurbanı olmuştur. Bu da göstermektedir ki her terör olayı gibi Ermeni terörü de hedef gözetmeksizin şiddet kullanmaktadır. 5)Her ne kadar Ermeniler Hınçak, Taşnak vb. ‘partiler’i ‘siyasi parti olarak nitelendiriyorsa da bu gruplaşmaların söylemi, sembolleri ve eylemleri incelendiğinde birer terör örgütü oldukları kolayca anlaşılacaktır. Bu partilerin bayraklarının öğrencilere gösterilmesi ve Türklere karşı neler yapacaklarını içeren yeminlerinin sınıflarda bir kez okutulması oldukça yararlı olacaktır. 6)NEMESİS, üzerinde geniş bir şekilde durmayı gerektirecek bir konudur. Bu cinayetlerin hedefleri, sonuçları ve dış bağlantıları detaylı bir şekilde anlatılmalıdır. Bilindiği üzere NEMESİS ‘intikam tanrısı’ anlamına gelir ve Ermeni bölücülerin Osmanlı’daki başarısızlıklarının ardından sorumlu gördükleri Türk devlet adamlarını tek teker öldürme kampanyalarının adıdır. Bu kampanyada çok sayıda Osmanlı devlet adamı Türkiye dışındaki ülkelerde Ermeni teröristlerce öldürülmüşlerdir. Bu olaylarda bazı Avrupa ülkeleri (Almanya gibi) üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmemiş ve suçlulara gerekli cezalar verilmemiştir. Bu tutum terörü beslediği gibi gelecek yıllarda ortaya çıkacak terör eylemlerine de zemin hazırlamıştır. 7)20. yüzyılda Ermeni terörünü hazırlayan psikolojik ve siyasi altyapı anlaşılmaya
çalışılmalıdır. Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika Ermenilerinin bu süreç içindeki rolleri irdelenmelidir. Bilindiği üzere diasporada asimilasyon sorunu ile karşı karşıya kalan Ermeni kurumları (özellikle Kilise ve ‘partiler’)tarihsel düşmanlıkları ve önyargıları beslemiş ve Türkiye karşıtlığını Ermeni kimliğinin temeline yerleştirmişlerdir. Dil, kültür gibi unsurların zayıf kaldığı bu ülkelerde Ermeniler 1915 olaylarının bir tür ‘efsane’ haline getirerek etnik kimliklerini muhafaza etmeye çalışmışlar, bu da Türklere karşı bir nefrete dönüşmüştür. Bu nefret 1970’li yıllarda terör olaylarına dönüşecektir. 8)l970’li yıllardaki Ermeni terörünü hazırlayan bir diğer etken de diğer devletlerin güç politikalarıdır. Özellikle Stalin döneminde SSCB ve sonrasında bazı Doğu Bloku ülkeleri, Yunanistan, Suriye, Lübnan ve tespit edilemeyen bazı ülkeler aşırı Ermeni gruplarını dış politikalarının bir gereği olarak desteklemişlerdir. 9)Yukarıda sayılan etkenleri sonucu olarak 1970’li yıllarda Ermeni terörü yeniden canlanmıştır. Bu canlanmanın altında onlarca yıl süren bir hazırlık devresi bulunmaktadır. Belirtildiği üzere bu devrede iki önemli unsur ön plana çıkmaktadır: Diaspora Ermenilerinin kimlik bunalımı ve dış güçlerin yönlendirmeleri. 10)Ermeni terör örgütlerinin eylemlerinin sona erişi terörün kaynakları konusunda da önemli ipuçları vermektedir. Terör olayları ne zaman Batılı hedeflere yöneldiyse bu tarihten itibaren Ermeni terör örgütlerine karşı alınan önlemler artmış ve saldırılarda hissedilir bir düşüş yaşanmıştır. Zaten saldırılar analiz edildiğinde bu tür grift ve uzmanlık isteyen silahlı operasyonların ASALA ya da başka bir Ermeni terör örgütünce yardım almadan gerçekleştirilemeyeceği açıktır. 11)İlk Ermeni saldırılarına kadar Türkiye’nin araştırma ve önlem almada ciddi ‘ihmalleri’ olmuştur. Türkiye’nin bu konuyu önemsememesi halinde ne gibi sonuçlara yol açabileceği gerçeğini vurgulaması açısından bu dönemdeki hatalar ve eksikliklerin anlatılması önemlidir. Ermeni terörü uzun bir hazırlık devresinden geçmiştir ve bu hazırlıklar Türkiye tarafından ya önemsenmemiş, ya da gerektirdiği önlemler alınamamıştır. Gelecek dönemde böyle bir sonuçla tekrar karşılaşılmaması için benzeri hataların yapılmaması gerekmektedir. Bu konuda özellikle genç öğrencilere ve bilim adamlarına büyük sorumluluklar düşmektedir. Çünkü bir neslin ihmali diğer neslin felaketi anlamına gelebilmektedir.
Ermenilerin Ermeni Terörüne Bakışı Son olarak, Ermeni kaynaklı terörün anlaşılması ve anlatılmasında önemli bir nokta da genel olarak Ermenilerin bu konuya yaklaşımıdır. Şu ana kadarki deneyimlerimiz göstermiştir ki Türkiye’de yapılan araştırmalar diğer tarafın görüşlerini ve eylemlerindeki güdüleri anlamaya odaklanmamıştır. Bu yaklaşımın ciddi sorunlara ve eksikliklere yol açacağı aşikardır. İlk olarak Türkiye Ermenileri terör olaylarına karşı çıkmışlar ve destek vermemişlerdir. Hatta bazı Türkiye Ermenileri tepkilerini protesto noktasına kadar taşımışlardır.Örneğin Ermeni asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Artin Penik ASALA’yı protesto etmek için kendisini İstanbul’da üstüne benzin dökerek yakmıştır. Penik gelinen noktayı şu sözlerle ifade etmiştir: “ASALA canileri, sizlere sesleniyorum Emperyalist devletlerin oyununu oynuyorsunuz. Size tahrif edilmiş tarihi bilgiler veriliyor. Geçmişte emperyalistlerin (Ruslar, İngilizler, Fransızlar) oyunları binlerce masum insanın canına kasdetti. Kendinize gelin, sizi aldatıyorlar... Tuttuğunuz bu yolda başarıya ulaşamazsınız. Türklerle Ermeniler, dün olduğu gibi bugün de yan yana, kardeşçe yaşamaya devam edeceklerdir. "[138] Benzeri açıklamalar bir çok Türkiye Ermenisinden de gelmiştir. Nitekim çok sayıda Ermeninin hiçbir sorun yaşamaksızın Türkiye’de hayatlarını diğer Türk vatandaşları gibi devam ettirebiliyor olması anlamlıdır. Genel eğilimin tersine böylesine hoşgörülü ve barışçıl bir tablonun nedenlerinin anlaşılması sadece terör konusunda değil toplumlararası anlaşmazlıkların giderilmesinde de önemli ipuçları sunabilir. Buna karşın taraflar Türkiye Ermenileri konusunda sessiz kalmayı yeğlemişler,böylece son derece değerli bir tecrübe belki de değerlendirilememiştir. Denebilir ki, bundan sonra gerek Türkiye Ermenilerinin gerekse Türklerin bu konuda daha çok çalışması ve bin yıllık birikimin değerlendirilmesi en önemli öncelikler arasında yer almalıdır. Diaspora, yani Kuzey Amerika ve Avrupa Ermenilerinin büyük çoğunluğu ise terör olaylarına aktif destek vermemiş, olaylarda yer almamayı tercih etmiştir. Ancak bu geniş kitle terör karşısında sesini yükseltmemiştir de. Hatta bu kitle içinde azımsanmayacak bir grup terörün yararlarından dahi bahsedebilmiştir. Bunlara göre Ermeni terörü sayesinde Ermeni sorunu tekrar gündeme gelebilmiştir.
En çok sesi çıkan Taşnaklar, Hınçaklar gibi aşırı gruplar ve sempatizanları ise terörü hem desteklemişler, hem bizzat içinde yer almışlar, hem de terörün gerekliliğini ve meşruluğunu ispat etmeye çalışmışlardır. Bu gruplara göre Ermeni teröristleri bu eylemleri iki amaç için yapmaktadırlar: 1) Geçmişin intikamını almak, 2) Ermenilerin sesisini dünyaya duyurmak ve bu yolla Türkiye’nin Ermeni isteklerini kabul etmesini sağlamak.
IX.KAYNAKLAR
IX.1. Yararlı Olabilecek İnternet Siteleri www.eraren.org: Asam Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’nün sitesi. İngilizce ve Türkçe. Ayrıca diğer sitelere bağlantılar da veriliyor. Çok sayıda makale ve habere ulaşılabilir. www.avsam.org: Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi web sitesi. www.ermenisorunu.gen.tr: Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca www.belge.net:Ermeni terör saldırılarının tam listesi ve terör kurbanlarının isimleri burada bulunabilir. www.inaf.gen.tr: Türkçe ve İngilizce. Ermeni terörü hakkında önemli bilgi ve yazılara da yer veriyor. www.mfa.gov.tr: Türkiye Dışişleri Bakanlığının web sitesi. http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih tr.asp?belgeno=1650: Kültür Bakanlığı web sitesi içinde yer alıyor. http://www.tsk.mil.tr/genelkumay/uluslararasi/ermenisorunu.htm: Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmış bir web sitesi. Türkçe. Ermeni terörü ve genel olarak Ermeni sorunu konusunda bilgi veriliyor. http://armenians.virtualave.net/index.asp: Ermeni terörü Türkçe,İngilizce,Fransızca, Almanca,İspanyolca, Italyanca ve Portekizce olarak anlatılıyor. http://www.ksu.edu.tr/ermeni/erm tur/erm mezalimi.html: Kahramanmaraş’ta Ermeni terörü anlatılıyor. Sayfa Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi web sitesinde. http://www.mersin.edu.tr/ermenisorunu/ermenisorunu01.html: Türk — Ermeni ilişkileri üzerine genel bilgiler bulunuyor. Mersin Üniversitesi web sitesinde. www.karabakh.org: Azerbaycan’da Ermeni saldırıları üzerine önemli bir site. www.ermeni.tv/: Ermeni sorunu ile ilgili görüntüler içeriyor. http://egt.inonu.edu.tr/bolum/bilgisayar/sunu/ermeni dosyalar/frame.htm: “Ermeni Terörü ve Kaynakları” adlı çalışmanın tamamı bu sayfada slayt halinde verilmiştir.
www.foreignpolicy.org.tr: Dış Politika Enstitüsü’nün web sitesi. http://www.haberbilgi.com/haber/200204/11eylul.html: Yrd. Doç. Dr. Sedat Laçiner’in 11 Eylül olayları sonrasında Ermeni terörünü ele alan çalışmasının tam metni veriliyor. www.teror.gen.tr: Terörün her çeşidi ve özellikle Türkiye’ye dönük terör eylemleri hakkında Türkçe olarak genel bilgiler bulunuyor. http://www.teror.gen.tr/turkce/yurtdisi/diger/ermenistan.html: Bu sayfada Ermeni terörü anlatılıyor.
IX.2. Kitaplar ve Dergiler Akademik alanda sadece Ermeni araştırmaları ile ilgilenen neredeyse tek Türkçe dergi Ermeni Araştırmaları dergisidir. Asam Ermeni Araştırmaları Enstitüsü tarafından üç ayda bir yayınlanan bu derginin dışında enstitünün İngilizce dergisi Review of Armenian Studies de yararlı olabilir. Bu dergilere ulaşmak için www.eraren.org’dan ya da şu adresden bilgi alınabilir: Konrad Adenauer Caddesi, No. 60, Yıldız, Çankaya, 06550, Ankara, Ermeni terörü ve nedenleri konusunda yararlı olabilecek bazı eserler ise şunlardır: Ataöv, Türkkaya (ed.), The Armenians in the Late Ottoman Period, (Ankara:The TTK ve TBMM, 2001): Son dönemde kaleme alınmış önemli eserlerdendir.Edit kitapta sadece terör değil Ermeni sorununun diğer boyutları hakkında da çok sayıda değerli makale içermektedir. Göka, Erol, “Ermeni Sorununun (Gözden Kaçan) Psikolojik Boyutu”, Ermeni Araştırmaları dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, Mart-Nisan-Mayıs 2001, ss. 128-136. Gürün, Kamuran, “Ermeni Terörünün Sebepleri ve Mücadele Yolları” içinde uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı Sempozyumu, 17-20 Nisan, (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1984). Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, (İstanbul: 2001): Ermeni sorunu alanının genel temel kitaplarından biridir. Aynı zamanda Ermeniler ve terör konusunda da kapsamlı ve giriş mahiyetinde bilgiler içermektedir. Henze, B. Paul, “Ermeni Şiddetinin Kökeni”, içinde Uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı Sempozyumu, 17-20 Nisan, (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1984). İlter. Erdal, Ermeni Propagandasının Kaynakları, (Ankara: Kamu Hizmetleri Araştırma Vakfı, 1994). İlter, Erdal, Türk — Ermeni İlişkileri Bibliyografyası, (Ankara: Atatürk Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, 2001, genişletilmiş ikinci baskı):Bu kaynak listesinde yer olmayan çok sayıda eser bu bibliyografyada bulunabilir.Ermeniler ve terör konusunda detay çalışma yapmak isteyenler için oldukça geniş bir liste sunmaktadır. İtil, Turan, “Türkiye’de Terörizm, Özellikle Ermeni Terörizmi”, içinde Uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı Sempozyumu, 17-20 Nisan, (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1984). Karacakaya, Recep, Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi (1878-1 923) , (İstanbul: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 2001). Laçiner, Sedat, “11 Eylül Olayları (Yeni Terörizm) ve Ermeni Sorunu”, Stratejik Analiz, Cilt: 2, No: 19, Kasım 2001, ss. 39-46. Laçiner, Sedat, “Ermeni Kimlik Bunalımı ve Güç Politikalarının Bir Ürünü Olarak Ermeni Sorunu”, 2023
dergisi, Nisan 2002, ss. 56-61. Laçiner, Sedat, “Ermeni Terörü”, içinde Dünyada ve Türkiye ‘de Terör, Ekonomik ve Sosyal Yansımalar, (Ankara: T.C. Merkez Bankası Yayınları, 2002). Lowry Heath, “19. ve 20. Yüzyıl Ermeni Terörizmi ‘Devamlılık Bağı”, içinde Uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı Sempozyumu, 17-20 Nisan, (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1984). Lowry, Heath, “19. ve 20. Yüzyıl Ermeni Terörizmi ‘Devamlılık Bağı’ “, INAF Haber Bülteni, 4 Ekim 2000 (Tekrar yayın). Süslü, Azmi, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, (Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü, 1990). Süslü, Azmi, Fahrettin Kmrzıoğlu, Refet Yinanç ve Yusuf Hallaçoğlu, Türk tarihinde Ermeniler, (Ankara: Kars Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü, 1995). Şehirli, Atila, Türkiye’de Bölücü Terör Hareketleri, (İstanbul: Burak yayınları, 2001). Şimşir, Bilal, Şehit Diplomatlarımız (1973-1994), İki Cilt, (Ankara: Bilgi Yayınevi, 2000): Türk diplomatlarını hedef alan Ermeni terör örgütlerinin saldırılarını tüm ayrıntılarıyla ele almış, konusunda başyapıt sayılabilecek bir eserdir. Yaşarbaş, Enver, Ermeni Terörünün Tarih çesi, Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri, (İstanbul: Petek Yayınları, 1984).
*Asam Ermeni Araştırmaları Enstitüsü ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İİBF Uluslararası Ilişkiler Bölümü öğretim üyesi. [130]‘Devamlılık’ vurgusu ile ilgili olarak detaylı bir çalışma için bkz.: Lowry Heath, “19. ve 20. Yüzyıl Ermeni Terörizmi ‘Devamlılık Bağı”, içinde Uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı Sempozyumu, 1720 Nisan, (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. 1984). [131]Enver Yaşarbaş,Ermeni Terörünün Tarihçesi,Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri,(İstanbul:Petek Yayınları.1984),s.18 [132]Hınçakların ne kadar tehlikeli olduğu ve silahlı bir terör örgütü olduğu konusunda kendi yayınları bol miktarda kanıt sunmaktadır. Bu konuda geniş bir çalışma için bkz.: Hratch Dasnabedian, History of the Armenian Revolutionary Federation, Dashnaksutiun, 1890-1924, (Milan: OEMME, 1990). [133]Heath Lowry, “19. ve 20. Yüzyıl Ermeni Terörizmi ‘Devamlılık Bağı”, INAF Haber Bülteni,4 Ekim 2000. [134]Kimlik sorununun teröre ve genel olarak Türk — Ermeni ilişkilerine etkisi konusunda daha detaylı bir çalışma için şu çalışmalara da bakılabilir: Sedat Laçiner, “Ermeni Kimlik Bunalımı ve Güç Politikalarının Bir Ürünü Olarak Ermeni Sorunu”, 2023 dergisi, Nisan 2002, ss. 56-61:Erol Göka, “Ermeni Sorunu’nun (Gözden Kaçan) Psikolojik Boyutu”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, Cilt: 1, Sayı: I, Mart.Nisan-Mayıs 2001, ss. 128-136. [135]Sedat Laçiner,"Türkiye-Avrupa İlişkilerinde Kültür ve Medeniyet:Tarihsel ve İdeolojik Kökenler",Liberal Düşünce,Cilt:4,No.13,Kış 1999,ss.39-57. [136]Türk diplomatlarına karşı Ermeni terörü konusunda detaylı bir çalışma için bkz.: Bilal Şimşir,Şehit Diplomatlarımız (1973-1994), İki Cilt, (Ankara: Bilgi Yayınevi, 2000). [137]11 Eylül olaylarının Ermeni terörü ve Ermeni sorunu üzerindeki olası etkileri konusunda detaylı bir çalışma için bkz.: Sedat Laçiner, “11 Eylül Olayları (Yeni terörizm) ve Ermeni Sorunu”, Stratejik Analiz, Cilt: 2 (9). Kasım 2001, ss. 39-46. [138]Azmi Süslü,Fahrettin Kırzıoğlu,Refet Yinanç ve Yusuf Hallaçoğlu,Türk Tarihinde Ermeniler,(Ankara:Kars Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü,1995),s.311.
Dördüncü Bölüm Ermeni Sorununun Uluslararası İlişliler Boyutu Doç. Dr. Kamer KASIM* Ermeni Sorunu El Kitabı
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ERMENİ SORUNUNUN ULUSLARARASI İLİŞKİLER BOYUTU Yrd.Doç.Dr.Kamer Kasım
I.ÖNBİLGİLER 1878 Berlin Anlaşması ile uluslararası alana taşınan Ermeni sorunu her dönemde büyük güçlerin uluslararası politikada ilgilendikleri bir konu oldu. Osmanlı döneminde imparatorluğun dağılma süreciyle birlikte, imparatorluk topraklarında söz sahibi olmak isteyen ve/veya imparatorluğun çöküşünü hızlandırmak isteyen devletlerin Ermenilere yönelik politikalar oluşturduklarını görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra ise Kafkasya politikası ve dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Ermeniler bağlamında Ermeni sorununun uluslararası ilişkilerde yer aldığı söylenebilir. 1918-1920 yılları arasında bağımsız olan ilk Ermenistan Cumhuriyeti ve bu ülkenin Kafkasya’daki rolü ve Ermeni sorununa etkisi uluslararası politika açısından çok önemli olmasa da, günümüzde geçerli olan Türkiye-Ermenistan sınırının o dönemde çizilmesi nedeniyle hem Türk-Ermeni ilişkileri hem de Kafkasya’da sınırların çizilmesi bakımından
önemlidir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Ermenilerin kurdukları organizasyonlar vasıtasıyla bulundukları ülkelerin dış politikasına etki etme çabaları ve özellikle sadece Ermeni toplumuna özgü olan ve kendilerini parti olarak nitelendiren organizasyonların uluslararası alandaki rolleri de Ermeni sorunu bağlamında ele alınması gerekli konulardır. 1991 yılında Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte Ermeni sorununun Ermenistan boyutu da gündeme geldi. Ermenistan’ın bağımsızlığı iki noktada önem taşımaktaydı. Birincisi, bu ülkenin Türkiye ile olan ilişkileri ve bu ilişkilere Ermeni sorununun etkisi, ikinci önemli nokta ise Ermenistan’ın diğer ülkelerde yaşayan Ermeniler ile olan bağı ya da onların Ermenistan dış politikasına yön verme çabalarıdır. Bu bölümde yukarıda belirtilen konular ana hatlarıyla ele alınacak ve Ermeni sorununun uluslararası ilişkiler boyutu analiz edilecektir. Günümüzde Ermeni sorunu ile ilgili gelişmeleri anlayabilmek için tarihi arka planın yanında Ermeni toplumunun dünyanın çeşitli ülkelerindeki faaliyetlerini, organizasyonlarını tanımak ve Ermenistan’ın izlediği dış politikayı ve bu ülkenin politikasına etki eden faktörleri analiz etmek gerekir.
II.BİRİNCİ ERMENİSTAN CUMHURİYETİ VE TÜRKİYE -ERMENİSTAN SINIRININ ÇİZİLMESİ 28 Mayıs 1918 tarihinde Ermenistan bağımsızlığını ilan etti. Aslında 22 Nisan 1918 tarihinde Trans-Kafkasya Federal Demokratik Cumhuriyeti kurulmuştu.Gürcistan-Azerbaycan ve Ermenistan’ın yer aldığı bu birlik sadece beş hafta sürdü ve sonunda dağıldı. İlk Ermenistan Cumhuriyeti Ermeni Devrimci Federasyonu’nun veya bilinen adıyla Taşnakların kontrolündeydi. 80 kişilik Ermenistan Parlamentosu’nda 72 üye Taşnaklardandı ve ülkede ciddi bir muhalefet yoktu. Ermenistan Cumhuriyeti 1919 Paris Barış Konferansına delegeleri ile katıldı. Barış Konferansına Ermenilerin taleplerini içeren bir belge sunuldu. Burada yedi Osmanlı vilayetini içeren topraklarda büyük bir Ermenistan talep edilmekteydi.[139]
Türk ve Ermeni kuvvetler arasındaki çatışmalar sonucunda 2 Kasım 1920’de Kazım Karabekir Paşa komutasındaki Türk birlikleri Gümrü’ye kadar gelmiş ve bu durum üzerine Ermenistan Cumhuriyeti’ndeki hükümet istifa etmiştir. 2 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmayı Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa ve Ermeni tarafında ise Ermenistan Başbakanı Alexander Khadissian imzalamıştır. Bu antlaşma ile Ermeni tarafı Serv Antlaşmasının geçersiz olduğunu ve Türkiye’den toprak talepleri olmadığını kabul etti. Gümrü Antlaşması, Erivan tarafından onaylanmadan önce Kızıl Ordu Ermenistan’a girdi. 18 Şubat 1921’de ise Taşnaklar ayaklanma sonucu Erivan’da yeniden kontrolü ele geçirdiler. Hatta Vratzian’ın başkanlığındaki hükümet Bolşeviklere karşı Ankara’dan yardım istedi. Taşnakların yönetimi çok kısa sürmüş ve Bolşevikler Ermenistan’da kontrolü tamamen ele geçirmişlerdir. 16 Mart 1921’de Türkiye ve Sovyetler Birliği arasında Moskova Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmanın birinci maddesinde Antlaşmada geçen “Türkiye” terimi ile Misak-ı Milli’nin kapsadığı toprakların anlaşıldığı belirtilmiştir. Antlaşma ile Türkiye’ nin doğu sınırı çizilmiştir. 13 Ekim 1921 tarihinde de Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında Kars Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma da içerik açısından Moskova Antlaşmasının hemen hemen aynısıdır. Kars Antlaşmasıyla Ermenistan Türkiye ile olan sınırını tanımıştır.
III.ULUSLARARASI ALANDA ERMENİ TOPLUMU VE ERMENİ SORUNUNDAKİ ROLÜ Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Ermeniler bulundukları ülkelerde Ermeni toplumunun ihtiyaçlarını karşılamak ve bu ülkelerin siyasal ve toplumsal yapısı üzerinde etkili olmak amacıyla örgütler kurdular. Sosyal yardım amaçlı kuruluşların yanında kendini siyasi parti olarak adlandıran örgütlenmelere de gittiler. Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra diaspora örgütleri Ermenistan politikasında da söz sahibi olmaya başladılar. Ermeni kuruluşları özellikle ABD’de yönetim üzerinde yaptıkları lobi faaliyetleri ve “soykırım” iddialarının uluslararası alanda gündeme getirilmesi için düzenledikleri etkinliklerle Türkiye’nin diğer ülkeler ile olan ilişkileri üzerinde olumsuz etkilerde bulunmaktadırlar.
Diasporanın Ermenistan üzerindeki etkisi ise iki komşu ülke arasında normal diplomatik ilişkilerin kurulmasındaki en önemli engellerden birisini oluşturmaktadır. Türkiye-Ermenistan ilişkileri ve Ermenistan’ın dış politikası ile ilgili açıklamalarda bu konuya detaylı bir şekilde değinilecektir. Buna geçmeden önce kısaca Ermeni diasporasını ve faaliyet alanlarını tanımlamak gerekir.
III.1. Ermeni Diaspora Kuruluşları ve Faaliyetleri Ermenilerin belirli bir yoğunlukta yaşadığı başta ABD olmak üzere Fransa, Kanada, Lübnan, Rusya, Avustralya, İran ve İngiltere gibi ülkelerde diaspora örgütleri adı verilen yapılanmalara gittikleri görülüyor. Diaspora örgütleri çok çeşitli alanlarda faaliyet göstermektedir. Eğitim, sağlık, din hizmetleri ve politika bunlardan bazılarıdır. Diaspora örgütleri arasında Ermeni Devrimci Federasyonu veya bilinen adıyla Taşnaklar, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi ve Ramgavar olarak bilinen Ermeni Liberal Demokrat organizasyonları kendilerini politik parti olarak tanımlamaktadırlar. Ermeni diasporasının ABD’deki nüfusu 750.000 kadardır. Kanada’da 50.000 kadar Ermeni yaşamaktadır. Avrupa’da ise Fransa 300.000 kişi ile en fazla Ermeni’nin yaşadığı ülkedir. Ortadoğu’da 200.000’er kişi ile Ermeni diasporası İran ve Lübnan’da yoğunlaşmaktadır. Avustralya’da da Ermeni nüfusu 30.000 kadardır. Ermeni diasporasının toplam sayısı 4-5 milyon civarındadır[140].ABD, Fransa ve Ortadoğu’da Ermeni diasporasının varlığı oldukça eski tarihiere kadar uzanmasına rağmen, Avustralya ve Kanada’da Ermeni yerleşimi daha yenidir. Özellikle Avustralya’ya Ermeni toplumunun yaygın olarak göçü 1960'lı yıllarda başlamıştır. Ermeni diasporasının kurduğu organizasyonlar genel olarak araştırma kuruluşları, yardım kuruluşları, kültürel ve sportif amaçlı kuruluşlar olarak sınıflandırılabilir. Bunların yanında hemen her ülkede yukarıda değinilen kendini politik parti olarak adlandıran Taşnak, Hınçak ve Ramgavar örgütleri bulunmaktadır. Yine pek çok ülkede Ermeni Ulusal Komitesi adlı organizasyon vardır. Bu her ülkede o ülkenin adıyla ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Amerika
Ermeni Ulusal Komitesi (Armenian National Committee of America) ve Avustralya Ermeni Ulusal Komitesi (Armenian National Committee of Australia) gibi. Bunun yanında Ermeni Genel Hayır Birliği (Armenian General Benevolent Union-AGBU-)’ nin pek çok ülkede şubeleri bulunmaktadır. Ermeni diaspora organizasyonları faaliyetlerinde soykırım iddialarını ön plana çıkaran ve bulundukları ülkelerin yönetimlerini bu noktada yönlendirmeyi amaçlayan bir çizgiyi takip etmektedirler. Araştırma merkezleri gerek hükümetler dışı organizasyon (NGO) gerekse üniversiteler bünyesinde faaliyet gösterenler soykırım iddialarını içeren sempozyum, panel ve konferanslar düzenlemektedirler. Ermeni Ulusal Komiteleri Ermenilerin bulundukları ülkelerin politik yaşamına katılmaları ve Ermeni toplumunun görüşlerinin medyada yer alması için gerekli çalışmaları yapmaktadırlar.AGBU gibi yardım kuruluşları ve bazı kültürel amaçlı kuruluşlar dünyanın çeşitli ülkelerindeki Ermenilerin ekonomik ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak amaçlı faaliyetler içerisindedirler. Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaklar), Hınçaklar ve Ramgavarlar ile Amerika Ermeni Asamblesi (Armenian Assembly of America-AAA) ve Ermeni Ulusal Komiteleri tamamen politik alanda yoğunlaşmışlardır. Amerika Ermeni Asamblesi ve Amerika Ermeni Ulusal Komitesi soykırım iddialarının ABD Kongresine taşınmasında itici güç durumundadırlar. Bunlar ayrıca ABD’deki Ermeni lobisinin de ana unsurlarıdır. Türkiye’ye yönelik ABD yardımlarının engellenmesi, Türkiye’ye ABD’nin silah satışının önlenmesi, Azerbaycan’a ABD yardımının yapılmasının önlenmesi ve Ermenistan’ın her alanda ABD tarafından desteklenmesi ABD’deki Ermeni lobisinin ana amaçlarındandır. Avrupa ülkelerindeki Ermeni organizasyonları da benzer faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Diaspora organizasyonları için soykırım iddiaları ve Ermeni toplumunun bu iddialar çevresinde toplanması kendilerinin varlık nedenini oluşturmaktadır. Bu durum bir “soykırım” endüstrisinin oluşmasına neden olmuştur. Ermeni toplumunun belirli bir konu etrafında birleşip lobi oluşturması ise bulundukları ülkede diasporaya politik alanda bir avantaj sağlamaktadır. Bu özellikle ABD’de görülmektedir. Aşağıda Ermenistan’ın dış politikasına değinirken de belirtileceği gibi Ermeni diasporası soykırım iddialarının uluslararası alanda gündeme getirilmesi ve Türkiye ile ilişkiler konusunda Ermenistan’daki bazı politik gruplardan çok daha radikal bir tutum içerisindedir. Ancak diaspora kuruluşları arasında da Türkiye’ye bakış ve soykırım iddialarının gündeme getirilmesinde izlenecek strateji konusunda farklılıklar vardır. Örneğin, Taşnakların desteklediği Amerika Ermeni Ulusal Komitesi Türkiye ile ilişkiler konusunda her türlü
diyalogu reddetmekte ve çok radikal bir çizgi izlemektedir. Diğer taraftan Amerika Ermeni Asamblesi prensipte Türkiye ile diyaloga karşı değildir. Aşağıda Türk-Ermeni Barışma Komisyonu ile ilgili açıklamada da bu durum belirtilecektir.
IV.ERMENİSTAN’IN BAĞIMSIZLIĞI VE TÜRKİYE-ERMENİSTAN İLİŞKİLERİ 1991 yılında Ermenistan’ın bağımsızlığıyla birlikte Ermeni sorununda Ermenistan olgusu devreye girdi. Ermenistan ile yukarıda belirtilen dışarıda yaşayan Ermeni toplumu arasındaki bağ ve Türkiye ile Ermenistan ilişkilerinin izlediği seyir Ermeni sorununun uluslararası ilişkiler boyutunu ön plana çıkardı. Ermenistan’ın bağımsızlığı Türkiye tarafından tanındı. Ancak iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurulamadı. Diplomatik ilişkilerin kurulamamasının önündeki engeller ise Ermenistan’ın soykırım iddialarını uluslararası alanda gündeme getirmesi ve Karabağ sorunudur. Soykırım iddiaları Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirgesinde yer almaktadır ve Ermenistan anayasası da Bağımsızlık Bildirgesine atıfta bulunmaktadır.Ermenistan politikasına diasporanın etkisi özellikle soykırım iddiaları ve Türkiye ile Ermenistan ilişkileri konusunda ortaya çıkmaktadır. Ermenistan’ı bağımsızlığa taşıyan süreçte önemli rol oynayan Ermeni Ulusal Hareketi ve Ermenistan’ın ilk Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan soykırım iddialarının Ermenistan tarafından gündeme getirilmesine karşıydı.Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesine de konunun yansıtılmasına Ter-Petrosyan karşı çıkmıştı. Ancak diaspora partileri olarak adlandırılan partiler özellikle de Ermeni Devrimci Federasyonu ve Ermeni Liberal Demokrat Parti Ter-Petrosyan’a ve Ermeni Ulusal Hareketine yönelik çok sert eleştirilerde bulundular.Diaspora partilerinin Türkiye toprakları üzerinde de iddiaları vardır.Örneğin, Ermeni Liberal Demokrat Parti’den bir lider Ermenistan Cumhuriyetini gelecekteki büyük Ermenistan’ın bir çekirdeği olarak değerlendirirken Ermenistan hükümetinin bunun gerçekleşmesine kendisini adaması gerektiğini ifade etmiş ve Ermenistan Cumhuriyeti’nin hem Ermeni “soykırımının” hem de Ermenistan’ın toprak iddialarının uluslararası toplum tarafından tanınması için çaba sarf etmesi gerektiğini belirtmiştir[141].Yine Ermeni Devrimci federasyonu’ndan bir milletvekili Kars Antlaşması’nın Ermenistan tarafından tanınmamasını
isteyen bir konuşma yapmıştır.Ter-Petrosyan Türkiye ile ilişkiler konusunda çok daha radikal bir tutum içerisinde olan diaspora ve diaspora partileriyle mücadele etmek zorunda kaldı.Nitekim Ter-Petrosyan ile Ermeni Devrimci Federasyonu arasındaki mücadele 1994 yılında Ermeni Devrimci Federasyonu’nun Ermenistan’daki faaliyetlerinin durdurulmasıyla sonuçlandı.Görüldüğü üzere Ermeni diasporası gerek soykırım iddiaları gerekse TürkiyeErmenistan ilişkileri konusunda hesaba katılması gereken temel unsurlardan birisidir. Ermeni Devrimci Federasyonu‘nun faaliyetlerinin Ermenistan’da durdurulmasından sonra Ter-Petrosyan aleyhine yoğun bir kampanya başlatan bazı diaspora kuruluşları, Ermenistan’ın dış temsilcilikleri önünde Ter-Petrosyan aleyhine gösteriler düzenlemiştir.Sonuçta TerPetrosyan istifa etmek zorunda kalmış ve sonrasında yapılan seçimlerde ise Taşnakların desteğine sahip ve radikal politik görüşleriyle bilinen Robert Koçaryan Ermenistan Devlet Başkanı olmuştur.Ter-Petrosyan döneminde Ermenistan soykırım iddialarını gündeme getirmekten kaçınırken Koçaryan ile birlikte Ermenistan yönetimi iddiaları yeniden gündeme taşımıştır.Türkiye’nin Ermenistan ile normal diplomatik ilişkileri kurmak için ileri sürdüğü şartlardan birisi Ermenistan’ın soykırım iddialarını uluslararası alanda gündeme getirmekten kaçınmasıdır.Ermenistan ayrıca gerekli yasal düzenlemeleri de yapmalıdır.Yukarıda belirtildiği gibi Ermenistan anayasasından Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesine yapılan atıf çıkartılmalıdır.Türkiye’nin Ermenistan ile normal diplomatik ilişkileri kurmak için ileri sürdüğü bir diğer şart ise Karabağ sorunun çözülmesidir.
VI. 1. Karabağ Problemi Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan sınırları içerisinde yer alan ve nüfusunun çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu Dağlık Karabağ’da ilk çatışmalar 1988 yılında Ermenilerin Ermenistan yönetimi altına girme talepleriyle birlikte başladı.1991 yılında Azerbaycan ve Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra ülkelerarası bir sorun haline gelen Karabağ çatışmasında 1994 yılında ateşkes antlaşması imzalandı.Bu aşamadan sonra soruna çözüm bulunması için görüşmeler yoğunlaştırıldı.
Soğuk Savaş dönemi sonrası en yıkıcı bölgesel savaşlardan biri olan Karabağ çatışmasında 1 milyon Azerbaycan vatandaşı mülteci durumuna düşmüş ve Azerbaycan topraklarının % 20 si Ermeni işgaline uğramıştır[142].Karabağ çatışması hem Türkiye-Ermenistan ilişkilerini etkilemiş hem de Ermeni diasporasının Türkiye ve Azerbaycan aleyhine faaliyetlerinin yoğunlaşmasına neden olmuştur.Her ne kadar Ermenistan özellikle Hocalı’da yapılan katliamdan sonra Dağlık Karabağ yönetimiyle bir bağı olmadığını ve çatışmanın Azerbaycan’ın bir iç sorunu olduğunu açıklasa da uluslararası gözlemciler tarafından da Ermenistan’ın Dağlık Karabağ Ermenilerine yardım yaptığı teyit edilmiştir[143].Nitekim bağımsız Ermenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Ter-Petrosyan’dan sonra sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan, Ermenistan Cumhurbaşkanı olmuştur.TerPetrosyan döneminde Ermenistan’ın Türkiye ile ilişkileri geliştirme politikasının önündeki en büyük engel Karabağ savaşı olmuştur.Çelişkili bir şekilde Ter-Petrosyan’ın Karabağ politikası Türkiye ile ilişkilerde normalleşmeyi engellerken, Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı radikal politikalar izlemesini savunan diaspora tarafından da eleştirilmiştir.
IV.1.1.Karabağ Sorununun Uluslararası Yansımaları Karabağ sorunu Türkiye-Ermenistan ilişkilerine olan etkisi yanında ABD’nin bölge ülkeleriyle ilişkileri,Türkiye-Rusya,Rusya-Ermenistan,Rusya-Azerbaycan, Azerbaycan-İran, Ermenistan-İran ilişkilerine de etkisi oldu.ABD’deki Ermeni lobisinin çabaları sonucu ABD Kongresinden çıkan Özgürlükleri Destekleme Yasası 907. Bölüm adlı karar ile Azerbaycan’a ABD’nin yardım yapması engellenmiştir. Ayrıca Azerbaycan’ın Ermenistan’a ambargo uygulamak ve saldırı amaçlı güç kullanmak ile suçlandığı görülmektedir.Ermenistan ise İsrail’den sonra nüfusuna oranla en fazla ABD yardımı alan ülke olmuştur[144].Kongrenin tutumuna rağmen ABD Başkanlarının özellikle Clinton’un daha dengeli bir politika izlemeye ve bölüm 907’yi kaldırmaya çalıştığını belirtmek gerekir.Karabağ sorunu Türkiye ile Rusya’yı da karşı karşıya getirmiştir.Ermeni kuvvetlerin Nahçivan’a saldırması üzerine Türkiye’nin Nahçivan’ı korumak amacıyla müdahale etmesi gerektiği tartışmaları yapılmıştır.Kars Antlaşması’nın Türkiye’ye müdahale hakkı verdiği yorumları yapıldı.Bağımsız Devletler Topluluğu komutanı Maraşel Shaposhnikov ise Türkiye’nin
müdahalesinin Üçüncü Dünya Savaşına yol açacağı açıklamasını yapmıştır[145].Böylece Soğuk Savaş dönemi sonrasında ilk kez Türkiye ve Rusya karşı karşıya gelmiştir. Kriz Ermeni kuvvetlerin çekilmesiyle atlatılırken bölgesel bir krizin büyük devletleri savaşın eşiğine getirebilecek potansiyele sahip olmasını göstermesi bakımından önemlidir.Karabağ problemi Ermenistan-Rusya ilişkileri bakımından da önemlidir.Ermenistan’da hem TerPetrosyan hem de Koçaryan yönetimi Ermenistan’ın Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak istemelerine rağmen Karabağ problemi nedeniyle bunu başaramamışlardır.Ermenistan’ın Rusya’ya olan bağımlılığının azaltması için Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmesi ve Azerbaycan ile de belirli bir anlaşma zemininde buluşması gerekir[146].Ermenistan bunu sağlayamadığı takdirde hem ekonomik açıdan hem de güvenlik kaygıları sebebiyle askeri açıdan Rusya’ya bağımlı olmaya devam edecektir.
IV.1.2.Karabağ Sorununda Barış Süreci 1994 yılında ateşkes antlaşmasının imzalanmasından sonra barış sürecine Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) bünyesinde hız verildi.AGİT çerçevesinde yürütülen görüşmelerde önemli bir dönüm noktası 1996 yılındaki AGİT Lizbon zirvesi olmuştur.Bu zirvede Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü esas alan karar tasarısı Ermenistan’ın dışındaki ülkelerin desteğini almıştır.1997 yılında da AGİT adım adım çözüm önerisinde bulunmuştur.Bu öneri Ermeni kuvvetlerin öncelikle Dağlık Karabağ dışında kalan işgal ettikleri topraklardan çekilmesini ve Karabağ’ın statüsü konusunun daha sonra ele alınmasını önermekteydi.Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan’da bu öneriye sıcak baktığı açıklamasında bulunmuştur.Ancak muhlalefetin sert eleştirileri sonucu Ter-Petrosyan’ın istifası ve uzlaşmaya yanaşmayan Koçaryan’ın Devlet Başkanı seçilmesiyle barış sürecinde bir tıkanma yaşanmıştır.Koçaryan iktidarının ilk yılında Karabağ sorununun çözümü için Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev ile görüşmekten kaçınmasına ve Aliyev’in muhatabının Karabağ yönetimi olduğunu söylemesine rağmen daha sonra sorunun çözümü için Aliyev ile bir araya gelmiş ve barış süreci devam etmiştir.[147] Türkiye Karabağ sorununa uluslararası örgütler ve özellikle de AGİT çerçevesinde soruna bir
çözüm bulunmasını istemiştir.1992 yılında da Türkiye ve ABD destekli koridor önerisi ortaya konmuştur.Bu öneri Azerbaycan ile Nahçivan arasındaki bölgenin bir kısmının Azerbaycan’a verilmesi (Mehri Koridoru) ve Ermenistan ile de Dağlık Karabağ arasında bağ kurulmasını içermekteydi.Ancak bu her iki taraf tarafından da reddedilmiştir.Son dönemde barış görüşmelerinde koridor konusu yeniden tartışılmaktadır. Rusya’da 1999 yılında AGİT Minsk Grubu eşbaşkanlarından birisi olarak Azerbaycan ile Dağlık Karabağ arasında “Ortak Devlet” kurulması önerisinde bulunmuş.Ancak bu öneride kabul edilmemiştir.
IV.2.Türkiye-Ermenistan İlişkilerinde Gelişmeler Yukarıda belirtildiği gibi Türkiye ile Ermenistan arasında normal diplomatik ilişkiler bulunmamaktadır.Ermenistan’ın Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı nezrinde İstanbul’da bir temsilcisi vardır.Türkiye ve Ermenistan Dışişleri Bakanları 15 Mayıs 2002 tarihinde NATO Dışişleri Bakanları toplantısının yapıldığı Reykjavik’te bir araya geldiler.Ardında 25 Haziran 2002‘de Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı‘nın kuruluşunun onuncu yıldönümü vesilesiyle İstanbul’da görüştüler.Türkiye Ermenistan ile normal diplomatik ilişkileri kurmak için ileri sürdüğü şartlarda ısrar etmektedir.Ermenistan’da ise mevcut yönetim şartlar konusunda herhangi bir adım atmamaktadır.11 Eylül terör eylemlerinden sonra Türkiye’nin mütteffiki ABD’nin Kafkasya’daki etkisi artmış ve ABD askerleri Gürcistan’da konuşlandırılmıştır.Bunun yanında Azerbaycan’ın ABD ile ilişkileri de Azerbaycan’ın ABD’ye terörle mücadele de verdiği destekten dolayı ilerlemiştir.Bu gelişmeler dikkate alındığında Ermenistan’ın Rusya’dan başka bölgede yakın ilişkileri yürütebileceği bir ülke yoktur[148].Ermenistan’ın izlediği dış politika ülkeyi Rusya’ya aşırı bağımlı kılmakta ve Ermenistan’ın egemenliğinin sorgulanmasına neden olmaktadır.Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi Ermenistan’ın çıkarınadır.Ancak bunun için öncelikle Ermenistan diasporanın etkisinden kurtulmalıdır.27-28 Mayıs 2002 tarihinde Ermenistan’ın başkenti Erivan’da gerçekleştirilen ikinci diaspora konferansı ve konferans sonunda yayınlanan bildiri
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin geliştirilmesi için umut verici değildir.[149]
V.ERMENİ SORUNUNDA DİYALOG ÇABALARI Türk ve Ermeni tarafları arasında sivil diplomasi örneği olarak adlandırılabilecek olan ve tarafların görüşlerini karşılıklı olarak tartışmalarına imkan tanımak amacıyla bazı girişimler olmaktadır.iki taraftan gazeteciler belirli aralıklarla bir araya gelmekte ve sorunlar masaya yatırılmaktadır.Bunun yanında diyalog açısından en ciddi girişim Türk-Ermeni Barışma Komisyonu’nun kurulmasıdır. Türk-Ermeni Barışma Komisyonu (TEBK) 9 Temmuz 2001 tarihinde altı Türk ve dört Ermeni temsilcinin katılımıyla kurulmuştur.TEBK’nın amaçları Terms of Reference adlı belge ile şu şekilde açıklandı:Türkler ve Ermeniler arasında karşılıklı anlayış ve iyi niyeti geliştirmek,Ermenistan ve Türkiye ilişkilerinin iyileştirilmesini teşvik etmek;Türk-Ermeni sivil toplum örgütleri ve Ermeni diasporasındaki mevcut barışma arzusundan yararlanmak ve söz konusu örgütler arasında temas,diyalog ve işbirliğini desteklemek;doğrudan bazı faaliyetlere girişmek ve diğer kuruluşların projelerinin gerçekleşmesine yardımcı olmak; hükümetlere sunulmak üzere bazı tavsiyeler geliştirmek;iş dünyası,turizm,kültür, eğitim,araştırma,çevre,medya ve güven artırıcı önlemler alanında resmi olmayan işbirliğini desteklemek,talep üzerine,tarihi,psikolojik,hukuki ve diğer alanlardaki bazı projeler için uzman incelemesi sağlamak.[150] Türk-Ermeni Barışma Komisyonu’nun Ermeni tarafında özellikle de diasporada değerlendiriliş biçimine baktığımızda Ermeni diasporasındaki bir kesimin diyaloga hiç hazır olmadığı ve ileri sürdükleri iddiaların araştırılmasını bile istemedikleri görülür. TEBK, üyelerinin resmi görev ve sıfat taşımadığı bir sivil diplomasi örneğiydi[151].Komisyon Ermeni diasporasında ve Ermenistan’da geniş bir platformda tartışılmış ve değerlendirmeler yapılmıştır.Bazı istisnalar dışında Ermenilerin TEBK’ya bakışlarının olumsuz olduğu söylenebilir.Komisyona yönelik en sert eleştiriler Taşnakların
ABD’deki örgütlerinden Ermeni Ulusal Komitesi (Armenian National Committee of America —ANCA-) ve yine bir Taşnak örgütü olan Ermeni Devrimci Federasyonu’ndan geldi.Taşnaklar TEBK’yı yabancı güçler tarafından emredilen,yetkisiz kişilerin katıldığı ve Ermeni milli çıkarlarını gözetmeyen bir girişim olarak değerlendirdiler. Taşnaklar için sözde soykırımın Türkiye tarafından tanınması her türlü görüşmenin ön şartıydı[152].Taşnakların temel kaygısı Barışma Komisyonu’nun faaliyetlerinin sözde soykırımın uluslararası düzeyde tanınması çabalarının önünde engel oluşturması ve Ermeniler arasında bölünmeye neden olmasıydı.TEBK’nın kurulmasından sonra Ermeniler arasındaki tartışmalar incelendiğinde bölünme konusunda Taşnakların endişelerinin yersiz olmadığını söyleyebiliriz. Ermenistan’da Ter-Petrosyan döneminde iktidarda olan Ermeni Ulusal Hareketi’ne ve Amerika Ermeni Asamblesi’ne (Armenian Assembly of America¬AAA) karşı olan çevreler Komisyona yönelik sert eleştiriler yaptılar.Bunun nedeni TEBK’nın Ermeni üyelerinin TerPetrosyan döneminde önemli görevlerde bulunmuş olmalarıdır.Örneğin Komisyon’un üyelerinden Arzumanyan,Ter-Petrosyan dönemi Dışişleri Bakanlarındandı ve Hovhanisyan aynı dönemde Ermenistan’in Suriye Büyükelçisiydi. ANCA ve diğer Ermeni diaspora örgütleri ABD Dışişleri Bakanlığını da TEBK’nın kurulmasını teşvik ettiği gerekçesiyle eleştirdiler[153].ABD Dışişleri Bakanlığı Barışma Komisyonu’na yönelik desteğini ifade etmişti.Hatta medyada ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Komisyona maddi destek sağladığı haberleri çıkmıştı[154].TEBK’nın Ermeni üyeleri ise ABD hükümetinin maddi desteği hakkında bir bilgileri olmadığını belirttiler.[155] ANCA’nın tersine AAA Komisyona açık destek verdi.Barışma Komisyonu’nun kurulması ABD’deki iki büyük Ermeni örgütü olan ANCA ve AAA arasındaki rekabeti daha da arttırdı.Barışma Komisyonu ABD’deki iki büyük diaspora örgütünün ortak lobi faaliyetlerini etkiledi.Barışma Komisyonu’nun kurulmasının Ermenilerin soykırım iddialarını taşıdıkları ülkeler üzerinde de etkisi oldu.Avrupa Parlamentosu TEBK’nın oluşturduğu diyalog ortamının önemine işaret ederek Türkiye ile ilgili kararda Ermenilerin soykırım iddialarına yer vermedi[156].Alman Parlamentosu da Ermeni soykırım iddiaları ile ilgili bir dilekçeyi görüşmeyi Türk-Ermeni sivil toplum örgütleri arasında temasların başlamış olduğuna dikkat çekerek reddetti.[157]
Barışma Komisyonu’nun kurulması Taşnakların Ermenistan hükümetiyle ilişkilerini de etkiledi.Ermenistan hükümetinin TEBK’nın kurulmasında rolü olduğunu düşünen EDF, elektrik dağıtım şirketinin özelleşmesi ile ilgili bir yasa tasarısına karşı oy kullandı.Ermenistan Dışişleri Bakanlığı tarafından 13 Temmuz’da yapılan açıklamada Komisyon’un kurulmasıyla Dışişleri Bakanlığı’nın bir ilgisi olmadığı ve Ermenistan’ın, mevcut sorunların açıkça tartışılmasını teşvik eden Türk ve Ermeni halkları arasındaki her türlü temas ve diyaloga daima taraflar olduğu belirtildi. Açıklamada vurgulanan bir husus Komisyon’un faaliyetlerinin devletler düzeyinde yapılan görüşmelerin yerini alamayacağıydı[158].Dışişleri Bakanlığı’nın bu açıklamasına karşılık Ermenistan’da 10 siyasi parti 31 Temmuz 2001 tarihinde ortak bir bildiri yayınlayarak Barışma Komisyonu’nu kınadılar[159].Ermenistan’da siyasi partilerin açıklaması Dışişleri Bakanlığı’nın TEBK ile ilgili görüşünü de etkiledi. Ermenistan Dışişleri Bakanlığı tarafından 1 Ağustos 2001‘de yapılan bir diğer açıklamada Ermenistan’daki siyasi partilerin bildirisine atıfta bulunularak, Komisyon’un Ermeni resmi makamlarını “soykırım”ın tanınması çabalarından saptıramayacağı belirtildi[160].Ermenistan’da siyasi partilerden gelen tepkiler üzerine Dışişleri Bakanlığı’nın Komisyon’a yönelik böyle bir açıklama yaptığını söylemek mümkündür.Ermenistan’da temel kaygı Komisyon’un Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde rol alarak resmi makamların yerini alma girişiminde bulunmasıydı. Nitekim Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan da Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin devletler düzeyinde tartışılması gerektiğini söyledi[161].Ermeniler tarafından Komisyon’a yöneltilen eleştirilerden biri de Barışma Komisyonu’nda dört Ermeni’ye karşın altı Türk üyenin bulunması ve Türk üyelerin Ermeniler tarafından sertlik yanlısı olarak değerlendirmeleriydi.[162] TEBK’nın kurulması Türkiye’de Ermeniler arasında olduğu kadar ilgi uyandırmamasına rağmen,Komisyon vasıtasıyla Türkler ve Ermeniler arasında diyalogun kurulması olumlu karşılandı.Genel olarak TEBK’nın kurulması iki toplum arasında gerginliği azaltıcı doğru zamanda atılmış bir adım olarak değerlendirildi[163].Türkiye Ermenileri de Barışma Komisyonu’nu olumlu bir adım olarak değerlendirdiler.Agos gazetesi yazarlarından Markar Eseyan TEBK’yı iki halk adına küçük ancak uygarlık ve dostluk adına büyük bir adım olarak nitelendirirken,Batılı ülkelerin Ermeni sorununu Türkiye’den taviz koparmak için kullandığı yorumunu yaptı.[164] TEBK 11 Aralık 2001’de Ermeni temsilcilerin ortak bir deklarasyon yayınlayarak
komisyondan ayrılmalarıyla dağılmıştır.TEBK iki toplum arasında diyalog ortamı oluşturmaya yönelik bir girişimdi.Ancak Ermeni tarafının böyle bir diyaloga hiç hazır olmadığı görüldü.Burada temel sorun Ermenilerin soykırım iddiaları ve diaspora örgütlerinin sözde soykırımın uluslararası düzeyde tanınmasını temel faaliyet alanı olarak ele almalarıdır.Komisyon’a karşı diaspora örgütlerinin faaliyetleri de Ermeni diasporasının iyi örgütlendiğini ve sivil toplum örgütlerinin bir baskı aracı olarak kullanılabileceğini göstermektedir.Türkiye’de de Ermeni iddialarına ve bu iddialar doğrultusunda Ermenilerin yaptıkları faaliyetlere sivil toplum örgütleri cevap verebilir.Bunun için öncelikle konu ile ilgili bilgilenmeleri ya da bilgilendirilmeleri ve bunları harekete geçirecek mekanizmaların kurulması gerekir.Türkiye’de TEBK gibi bir oluşum ve faaliyetleri hakkında kamuoyu ve sivil toplum örgütlerinin ilgisizliği dikkat çekicidir. Taraflar arasında yeniden Barışma Kornisyonu’nu canlandırma doğrultusunda görüşmeler sürdürülmektedir.Daha önceki tecrübeden yola çıkan taraflar görüşmeleri gizli yürütme eğilimdedirler.Konuşulanların hemen kamuoyuna yansıtılması bazı çevrelerin Komisyonu hedef almasına neden olmuş ve bu durumun Komisyon üzerinde olumsuz etkileri olmuştur.
VI.ERMENİ İDDİALARI KONUSUNDA DİĞER ÜLKELERİN TUTUMLARI Burada bazı ülkelerin Ermeni soykırım iddialarına yönelik tutumlarına kısaca değinilecektir.Parlamentolarında sözde Ermeni soykırımını tanıyan ülkeler şunlardır:Uruguay (1965),Güney Kıbrıs (1982),Arjantin (1993),Rusya 1995), Yunanistan (1996),Lübnan (1997),Belçika (1998),Vatikan (2000),İtalya (2000) ve Fransa (2001). Ermeni soykırım iddialarının kabul edildiği en son ülke olan Fransa’da aslında süreç 1998 yılında başlamıştı.29 Mayıs 1998 tarihinde Fransız Millet Meclisi soykırım iddialarını destekleyen bir kanun taslağını kabul etti.Türkiye’nin sert tepkisi üzerine Fransız Senatosu tasarıyı gündeme almayı geciktirmiştir.Ancak Fransa’da 2001 yılı seçimlerinin yaklaşması üzerine konu yeniden gündeme gelmiş ve 8 Kasım 2000’de Senatoda kabul edilmiştir.Senatoda kabul edilen metin Millet Meclisinde 29 Mayıs 1998 tarihinde onaylanan metinle aynı olmakla birlikte kabul ediliş usulleri arasındaki farktan dolayı metin Millet
Meclisine götürülerek tekrar oylamaya sunulmuştur.Fransız Millet Meclisi Dışişleri Komisyonun’da 10 Ocak 2001 tarihinde kabul edilen tasarı Fransız Millet Meclisi Genel Kurulunda da 18 Ocak 2001 tarihinde 577 sandalyeli Mecliste sadece 52 kişinin katıldığı bir oturumda oylanmış ve onların tasarı lehine oy vermesiyle kabul edilmiştir[165].Fransa’nın aldığı bu kabul kararının nedenlerinden belki de en önemlisi Ermenistan’da Koçaryan yönetimiyle birlikte Ermenistan’ın soykırım iddialarının uluslararası alanda kabulü için çaba sarf etmesidir.Yukarıda belirtildiği gibi Ter-Petrosyan’ın soykırım iddialarını Ermenistan dış politikasında kullanmama eğilimine rağmen Koçaryan soykırım iddialarını Ermenistan dış politikasının öncelikleri arasına almıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde eyalet meclisleri 1975 yılından itibaren sözde Ermeni soykırımını tanıyan kararlar almaya başlamışardır.ABD’deki eyaletlerden yarıdan fazlası sözde Ermeni soykırımını tanımışlardır.Eyaletlerin aldığı kararların Federal hükümet üzerinde bağlayıcılığı olmamasına rağmen bunların Kongreyi etkileme olasılığı vardır.Ermeni lobisi Kongreden bir tanıma kararı çıkartmak için çaba göstermektedir.Bu çabalar ABD Başkanları tarafından Türkiye’nin stratejik önemi vurgulanarak engellenmektedir.Ancak her yıl özellikle 24 Nisan’a yakın tarihlerde Ermeni lobisi faaliyetlerini yoğunlaştırmaktadır.ABD Başkanlarının 24 Nisan’da verecekleri mesajda özel ilgi konusu haline gelmiştir.ABD Başkanı George W. Bush 24 Nisan 2001 tarihli mesajında soykırım katliam gibi kelimeler kullanmamıştır.24 Nisan 2002 tarihindeki mesajında ise katliam dehşet verici öldürmeler gibi kelimeler kullanmış ancak “soykırım” kelimesini kullanmamıştır.[166] Kanada Parlamentosu 1996 yılında aldığı bir kararda “soykırım” değil “trajik olaylar” deyimini kullanmıştır.Nisan 2001‘de Ermeni asıllı Kanadalı bir milletvekili Serkis Asaduryan’ın Avam Kamarasına ve Senatör Shirley Maheu’nun da Senatoya sundukları taslaklar kabul edilmemiştir.1 Haziran 2001 tarihinde yine Serkis Asaduryan’ın sunduğu bir tasarı reddedilmiştir[167].13 Haziran 2002 tarihinde ise Kanada Senatosu sözde soykırım hakkında bir karar kabul etmiştir. Kararda Ermeni “soykırımının” tanınması ve tarihi “gerçeği” saptırma girişimlerinin kınanması istenmektedir.Ancak Kanada’nın sözde soykırımı tanıyan ülkeler arasına girebilmesi için Avam Kamarasının da benzer bir karar alması ve hükümetin bunu uygulaması gerekir.[168] Almanya’da Federal Alman Cumhuriyeti’nin sözde Ermeni soykırımını resmen tanımasını talep eden ve Alman Meclisine sunulan bir dilekçe üzerine Dilekçe Komisyonu Eylül 2001‘de
konunun Parlamentonun işi olmadığını belirtmiştir. Rusya Duması 15 Nisan 1995 tarihinde sözde Ermeni soykırımını tanıyan tavsiye niteliğinde bir karar almıştır.Ancak Duma aynı konunun görüşülmesini isteyen bir öneriyi 14 Şubat 2001 tarihinde reddetmiştir.1995 yılındaki karar ise yürürlülüktedir.Rusya Devlet Başkanı Putin 15 Eylül 2001 tarihinde Erivan’daki “soykırım” anıtını ziyaret etmiş ve oradaki ziyaret defterine yazdığı yazıda açıkça sözde soykırımı tanımıştır.[169] İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği 23 Temmuz 2001 tarihinde yayınladığı bir basın bildirisinde 1915 olaylarının 1948 BM Soykırımı Sözleşmesine göre soykırımı olarak nitelendirilemeyeceğini belirtmiştir.İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği Ermenistan’daki İngiltere Büyükelçisi Timothy Jones’un bir açıklamasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından yapılmış Ermeni “soykırımı”ndan bahsettiğine dair haberlerin basına yansıması üzerine bir açıklama yapma gereği duymuştur.[170] İsrail’in de Ermeni iddialarına yönelik tutumundan bahsetmek gerekir.Çünkü Ermeniler İsrail’i dünyaya soykırım iddialarını kabul ettirmek açısından önemli bir ülke olarak görmektedir.Uluslararası alanda Ermenilerin yaptığı çalışmalarda Yahudilere yönelik soykırım/holokost ile 1915 olayları özdeşleştirilmeye çalışılmaktadır.Bu noktada İsrail’in Ermeni iddialarına vereceği bir destek Ermeniler için önemlidir.Ancak İsrail Ermeni iddialarını kabul etmeyi sürekli reddetmektedir.İsrail Dışişleri Bakanlarından Simon Peres Ermeni iddialarının anlamsız olduğunu ve Holokost ile Ermeni iddiaları arasında benzerlik kurulmasını İsrail’in reddettiğini açıklamıştır.[171] Devletlerin dışında kurum olarak sözde Ermeni soykırımını tek tanıyan ise Avrupa Parlamentosu olmuştur.Avrupa Parlamentosu tanımayı 18 Haziran 1987 tarihli kararı ile gerçekleştirmiştir.
VII.SONUÇ
Ermeni iddialarının Ermeni diasporası tarafından çeşitli ülkelerde gündeme getirilmesi,1991 yılında Ermenistan’ın bağımsızlığı ile birlikte Ermenistan’ın da hem Türkiye ile ilişkiler bağlamında hem de Ermenistan’ın diasporayla bağlantısı ile Ermeni sorununa bir aktör olarak girmesiyle sorunun uluslararası ilişkiler boyutu ön plana çıktı.Türkiye ile Ermenistan arasında Ermenistan yönetiminin soykırım iddialarını uluslararası alanda gündeme getirme çabalarından ve Karabağ sorunundan kaynaklanan gerginlik diasporanın da devreye girmesiyle diğer ülkeler ile Türkiye ve Ermenistan’ın ilişkilerini etkileyen bir noktaya geldi.Ermenistan yönetimi üzerinde özellikle diaspora partileri vasıtasıyla söz sahibi olan Ermeni diasporası Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde olumsuz bir faktördür.Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmek Ermenistan’ın çıkarınadır.Ermenistan çok taraflı bir politika ile bölgede Rusya’ya olan bağımlılığını azaltabilir.Denize çıkışı olmayan Ermenistan’ın ekonomik ve politik istikrarı için Türkiye ile normal diplomatik ilişkileri geliştirmesi gerekir.Ancak Türkiye’den toprak talebinde bulunan partilerin olduğu,soykırım iddialarını gündeme getiren ve Karabağ sorununun çözümünde uzlaşmaz bir çizgi izleyen Ermenistan’ın mevcut politikası Türkiye ile normal diplomatik ilişkiler kurmasına engeldir. Ermeni iddiaları ile ilgili bazı ülkelerin yukarıda değindiğimiz tutumlarına baktığımızda bu iddiaları tanımayan ülkeler ile de Türkiye arasında ileride problemler yaşanabilir.Özellikle ABD’de Kongreye yönelik Ermeni lobisinin faaliyetleri sürekli bir sorun olarak kalmaya devam edecektir.Türkiye’nin gerek karşı lobi faaliyetleri gerekse diplomasi yoluyla belli başlı ülkelerde yapacağı çalışmalar ile Ermeni lobisinin çabalarını ve bu çabaların Türkiye’nin ikili ilişkilerini zedelemesini önlemesi mümkündür.Bu çalışmalarda hedef kitle karar alma mekanizmasında etkili olan kişiler olmalıdır.Ermeni diasporasının radikal olmayan kesimleriyle diyalog kurulması da karşılıklı anlayış ortamının oluşması açısından önemlidir.
VIII.KAYNAKLAR
VIII.1.Yararlı Olabilecek İnternet Siteleri www.eraren.org www.avsam.org www.karabakh.org www.mfa.gov.tr www.foreignpolicy.org.tr www.ermenisorunu.gen.tr http://groong.usc.edu/news http://www.armenianreality.com http://www.armenianpatriarchate.org.tr http://www.normarmara.com/marmara.htm http://www.agos.com.tr
VIII.2.Kitaplar ve Makaleler
Kitaplar Adalian Rouben and Masih Joseph,(eds.),Armenia and Karabagh Factbook,(Washington D.C.:Armenian Assembly of America,July 1996). Azadian,Edmond.and Hacikyan,Agop J.(eds.),History On The Move:Views,interviews and Essays On Armenian issues,(Wayne State University Press, 2000). Crossant,Michael P.,The Armenian-Azerbaijan Conflict,Causes and implications, (London:Preager, 1998). Giragosian,Richard,Transcaucasus:A Chronology,(Washington:Armenian National Committee of America, 1992-1997). Gürün,Kamuran,Ermeni Dosyası,(Ankara:Türk Tarih Kurumu Yayınları,1983). Hovannisian,Richard G,Armenia On The Road To independence 1918,(Berkeley and Los Angeles:University of California Press,1967). Hunter,Shireen T,The Transcaucasus in Transition:Nation Building and Conflict, (Washington D.C.:Center For Strategic and International Studies,1994) Libaridian,Gerard J,Ermenilerin Devletleşme Sınavı(The Challange of Statehood), Çev:Alma Taşlıca,(Ankara: İletişim,2000). Masih,Joseph R and Krikorian,Robert 0 (eds.),Armenia at the Crossroads,(Harwood Academic publishers,1999). Sonyel,Salahi,Turkey’s Struggle For Liberation And The Armenians,(Ankara: Center For Strategic Research,2001).
Yılmaz,İskender,Gümrü Antlaşması,(Ankara:Atatürk Araştırma Merkezi,2001).
Makaleler Aktan,Gündüz,“TARC:Çıkmaz Sokak”,Radikal,12 Aralık 2001. Aktan,Gündüz,“Turkish-Armenian Dialogue”,Turkish Daily News,11 Temmuz 2001. Astourian,Stephan H,“From Ter-Petrosyan To Kocharian:Leadership Change In Armenia”,Berkeley Program in Soviet and Post-Soviet Studies Working Paper Series,2000-2001 Birand,Mehmet Ali,“Armenians Work,Turks Look On”,Turkish Daily News,14 Temmuz 2001. Cabbarlı,Hatem,“Rusya’daki Ermeni Diasporası:Oluşumu Ve Faaliyetleri”, Ermeni Araştırmaları,Cilt:Sayı:3,Eylül-Ekim-Kasım 2001,ss.131-152. Cornell,Svante 0,“Undeciared War”,Journal of South Asian and Middle Eastern Studies,Vol:20,No:4,Fall,1997,ss.5 1-72. Danielyan,Emil,“Turkey/Armenia:Reconciliation Commission Off To Rocky Start”, RFE/RL,13 Ağustos 2001. Danielyan,Emil,“Members Deny Knowledge of US Funding For Turkish-Armenian Group”, RFE/RL,15 Ekim 2001. Dannreuther,Roland,“Russia,Central Asia and the Persian Gulf”,Survival,Vol:35,No: 4,Winter,1993,ss.92-112. Eseyan,Markar,“Barış Aritmetiği”,Agos,Sayı 277,20 Temmuz 2001,s.9 Frantz,Douglas,“Unofficial Commission Acts to Ease Turkish-Armenian Enmity”,The New York Times,10 Temmuz 2001. Goble,Paul,“Caucasus:Analysis From Washington-Armenian-Azerbaijani Conflict Risks Recognition”,RFE/RL,8 May 1998. Goltz,Thomas,“Armenian Soldiers Massacre Hundreds Of Fleeing Families”, The Sunday Times,1 March 1992. İlter,Kemal,“Greece Model Is Used In Setting up Commission Between Turks And Armenia”,Turkish Daily News,13 Temmuz 2001. İlter,Kemal,“An Historic Step For Both Turks and Armenians”,Turkish Daily News,12 Temmuz 2001.Sami Kohen,“Barış Zamanı”,Milliyet,11 Temmuz 2001. İyigüngör,Aydan,“The Profile Of The Arıııenian Diaspora In Germany”,Ermeni Araştırmaları,Cilt:1,Sayı:3,Eylül-Ekim-Kasım,2001,ss.258-273. Kantarcı,Şenol,“ABD ve Kanada’da Ermeni Diasporası:Kuruluşlar ve Faaliyetleri”, Ermeni Araştırmaları,Cilt:1,Sayı:3,Eylül-Ekim-Kasım,2001,ss.67-118. Kasım,Kamer,“The Nagorno-Karabakh Conflict,Caspian Oil And Regional Powers”,Bülent Gökay (ed.),The Politics of Caspian Oil, (New York: Paigrave,2001),ss.185-198. Kasım,Kamer,‘The Nagorno-Karabakh Conflict From Its Inception to The Peace Process’,Ermeni Araştırmaları,Cilt:1,Sayı:2,Haziran-Tenımuz¬Ağustos,2001,ss. 178-179.
Kasım,Kamer,“Diasporanın Ermenistan Dış Politikasına Etkisi”,2023 Dergisi,15 Nisan 2002,ss.42-48. Kasım,Kamer,“Türk-Ermeni Barışma Komisyonu:Kısa Süren Bir Diyalog Girişimi” Stratejik Analiz,Cilt.2,Sayı.22,Şubat 2002,ss.30-36. Kasım,Kamer,“11 Eylül Terör Eylemlerinin Rusya’nın Kafkasya Politikasına Etkisi”,Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,Cilt:9,Sayı:3-4,2001 ss. 53-65. Kasım,Kamer,“Turkish-Armenian Reconciliation Comımission:A Missed Opportunity Opportunity”,Armenian Studies,Cilt:1,Sayı:4,Aralık 2001-Ocak-Şubat 2002,ss. 256-273. Kasım,Kamer,“Ermenistan’ın Dış Politikası:Ter-Petrosyan ve Koçaryan Dönemlerinin Temel Parametreleri”,Stratejik Analiz,Temmuz 2002,ss.42-50. Kasım,Kamer,“Armenian Community In Australia”,Armenian Studies,Cilt:1,Sayı:3 Eylül-EkimKasım,2001,ss.305-320. Laçiner,Sedat,“Armenian Diaspora In Britian And The Armenian uestions”, Ermeni Araştırmaları,Cilt:1,Sayı:3,Eylül-Ekim-Kasım,2001,ss.233-257. Lütem,Ömer E,“Olaylar ve Yorumlar”,Ermeni araştırmaları,Cilt:1,Sayı.1, Mart-Nisan-Mayıs,2001,ss.10-22. Lütem,Ömer E,“Olaylar ve Yorumlar”,Ermeni Araştırmaları,Cilt:1,Sayı:2, Haziran-Temmuz-Ağustos,2001,ss.929. Lütem,Ömer E,“Olaylar ve Yorumlar”,Ermeni Araştırmaları,Cilt:1,Sayı:3, Eylül-Ekim-Kasım,2001,ss.7-3 3. Lütem,Ömer E,“Olaylar ve Yorumlar”,Ermeni Araştırmaları,Sayı.5,Bahar 2002,ss.7-27.
*ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü ve Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası Ilişkiler Bölümü [139]"An Armenian Source:Hovhannes Katchaznouni",http://www.armenianreality.com [140]Ermeni diasporası ve bunların ABD, Kanada, Avustralya, Ingiltere, Almanya, Rusya ve Lübnan’daki faaliyetleri ile ilgili olarak bakınız Armenian Studies/Ermeni Araştırma/arı, Cilt:1, Sayı: 3, Eylül-Ekim-Kasım, 2001. [141]Edmond Y.Azadian, “Address to the Parliament of Armenia: On Independence and the Future of the Republic”,in Edmond Y.Azadian and Agop J.Hacikyan (eds.),History On The Move:Views,Interviews and Essays On Armenian Issues,(Wayne State University Press, 2000),s.6 [142]International Helsinki Federation For Human Rights Annual Report, s. 26. [143]Hocali katliamı için bakınız, The New York Times, “Massacre by Armenians”, 3 March 1992.Some of the other articles and news: Thomas Goltz, “Armenian Soldiers Massacre Hundreds Of Fleeing Families”, The Sunday Times, 1 March 1992. Time, “Massacre in Khojaly”, 16 March 1992.The Washington Times, “Armenian Raid Leaves Azeris Dead or Fleeing”, 2 March 1992. [144]Kamer Kasım, “The Nagorno-Karabakh Conflict, Caspian Oil and Regional Powers”, Bülent Gökay (ed.),The Politics of Caspian Oil,(Londra: Palgrave), 2001, s. 194. [145]FBIS-SOV.26 May 1992,s.53. [146]Kamer Kasım, “Armenian Foreign Policy: Basic Parameters of the Ter-Petrosian And Kocharian Era”, Review of Armenian Studies, Vol: 1, No: 1,2002,ss.90-103. [147]Kamer Kasım.“The Nagorno-Karabakh Conflict From Its Inception To The Peace Process”Ermeni Araştırmaları/Armenian studies.Cilt:1,Sayı:2,Haziran-Temmuz-Ağustos 2001, ss.170-185.Kamer Kasım,“The Nagorno-Karabakh Peace Process: An Evaluation of the Latest Meeting Between Aliyev and Kocharian”,Turkish Daily News,17 Ağustos 2002. [148]Bakınız,Kamer Kasım.“11 Eylül Terör Eylemlerinin Rusya’nın Kafkasya Politikasına Etkisi”,Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,Cilt:9,Sayı:3-4, 2001 sf. 53-65. [149]İkinci diaspora konferansı için bakınız,www.armeniadiaspora.com/conference2002/htms/declar.Eng.htm [150]Terms of reference of the Turkish-Armenian Reconciliation Commission, 9 Temmz 2001,Ermeni
Araştırmaları,Cilt:1,Sayı:2,Haziran-Temmuz-Ağustos 2001.ss. 267-268. [151]Türk-Ermeni Barışma Komisyonuyla ilgili kapsamlı değerlendirme için bakınız. Kamer Kasım,“TurkishArmenian Reconciliation Commission:A Missed Opportunity”, Armenian Studies,Cilt:1,Sayı:4,Aralık 2001Ocak-Şubat, 2002, ss. 256-273.. [152]“ARF Bureau Declaration Regarding the Turkish-Armenian Reconciliation Commission”,Asbarez,14 Temmuz 2001.Ayrıca bakınız,EDF üyesi Dr,Viken Hovsepian ile yapılan görüşme,http://www. asbam’ez. com/TARC/VH-QA.html [155]Armenian News Network,Groong,http://groong.usc.edu/news/msg,16 Eylül 2001. [154]RFE/RL,8 September 2001.ABD’de medyada TEBK’ya yönelik ilgi vardı.Bakınız, Douglas Frantz,“Unofficial Commission Acts to Ease Turkish-Armenian Enmity”,The New York Times,10 Temmuz 2001.Editorial,“Turkish-Armenian Reconciliation?”,Washington Times,17 Temmuz 2001. [1559Emil Danielyan,“Members Deny Knowledge of US Funding For Turkish-Armenian Group”,RFE/RL,15 Ekim 2001. [156]Armenian News Network/Groong,http://groong.usc.edu/news/msg38258,5 Ekim 2001. [157]www.bundestag.de/aktuell/bp/2001bp0109/010983b.html.Bakınız,Ömer E.Lütem, “Olaylar ve Yorumlar”,Ermeni Araştırmaları,Cilt:1,Sayı 3,Eylül-Ekim-Kasım, 2001, ss. 17-18. [158]Asbarez On Line,http://www.asbarez.com,25 Temmuz 2001.RFE/RL Armenia Report, 7-24 Temmuz 2001.Noyan Tapan, 13 Temmuz 2001. [159]“Komisyon Ermenileri Böldü”,Agos,Sayı 280,10 Ağustos 2001,s.1 ve 11. [160]“Foreign Ministry Respond Reconciliation Grouping”,Asbarez On line, http://www.asbarez.com,2 Ağustos 2001.Khatchik Derghoukassian and Richard Giragosian,“The Dangers of Privatizing Armenian Foreign Policy”,adlı makalede Komisyon’un faaliyetleri dış politikanın özelleşmesi olarak değerlendirildi. Armnenian News Network/Groong,http://groong.usc.edu/ro/ro-20010831html.31 Ağustos 2001. [161]“Armenian President,US Congressman Discuss Reconciliation Commission”,Novan Tapan,22 Ağustos 2001. [162]Emil Danielyan,“Turkey/Armenia:Reconciliation Commission Off To Rocky Start”, RFE/RL,13 Ağustos 2001. [163]Türkiye’den görüşler için bakınız,Mehmet Ali Birand,“Armenians Work, Turks Look On”,Turkish Daily News,14 Temmuz 2001.Kemal İlter,“Greece Model Is Used In Setting up Commission Between Turks And Armenia”,Turkish Daily News,13 Temmuz 2001. Kemal İlter,“An Historic Step For Both Turks and Armenians”,Turkish Daily News,12 Temmuz 2001.Sami Kohen,“Barış Zamanı”,Milliyet,11 Temmuz 2001. [164]Markar Eseyan,“Barış Aritmetiği”.Agos,Sayı 277,20 Temmuz 2001,s.9 [165]Bakınız, Ömer E. Lütem,“Olaylar ve Yorumlar”,Ermeni Araştırmaları,Cilt: 1, Sayı: 1,Mart-NisanMayıs,2001,ss.10-22. [166]Bakınız,Ömer E. Lütem,“Olaylar ve Yorumlar”,Ermeni Araştırmaları,Cilt: 1, Sayı: 2,Haziran-TemmuzAğustos,2001,ss.23-24.,Ömer E. Lütem,“Olaylar ve Yorumlar”, Ermeni Araştırmaları,Cilt:2,Sayı:5,Bahar 2002,s.20. [167]Bakınız,Ömer E. Lütem,“Olaylar ve Yorumlar”,Ermeni Araştırmaları,Cilt:1,Sayı. 2,Haziran-TemmuzAğustos,2001,ss.23-24.,Ömer E. Lütem,“Olaylar ve Yorumlar”,Ermeni Araştırmaları,Cilt:2,Sayı.5,Bahar 2002,s.25. [168]Bakınız Ömer E. Lütem,“Olaylar ve Yorumlar”,Ermeni raştırmaları,Cilt:2,Sayı: 6,2002. [169]Ömer E. Lütem,“Olaylar ve Yorumlar”,Ermeni Araştırmaları,Cilt:1,Sayı.3, Eylül-Ekim-Kasım,2001,ss.1819. [170]Ömer E. Lütem,“Olaylar ve Yorumlar”,Ermeni Araştırmaları,Cilt:1,Sayı.2, Haziran¬TemmuzAğustos,2001,ss.25-26. [171]“Peres,Armenian Allegations Are Meanningless”,Turkish Daily News,10 Nisan 2001.