Ahlak-ı Alai [PDF]

  • 0 0 0
  • Gefällt Ihnen dieses papier und der download? Sie können Ihre eigene PDF-Datei in wenigen Minuten kostenlos online veröffentlichen! Anmelden
Datei wird geladen, bitte warten...
Zitiervorschau

Tereöman· · 1001 ·TEMEL ESEF

• YaZan. :

lUNALIZADE .·.ALİ EFENDI

Baskıya· . · hazırlayÖil '

HVSEYIN.··•···

.ALGVL

··.)BLAI·lltii ·· Kydret sahibi, mülkü çok yüce olan (Allah)ın yanında dırlar» (Kamer/55) «Gözün göremediği, kulağın işite­ mediği, beşer kalbinin hissedemediği» yüksek merte­ belere ulaşır. Hâsılı, insan nefsinin saadeti iki şey ile hâsıl ve hakikî saadet bu iki dereceye vâsıl olmakla mümkün olur : 1 Sahîh bir itikada sahip olmak için Hak ilminin tahsili. Bu, nazarî hikmet (Ahlâk ilmi) vasıtasıyla ka zanılır. 2. Güzel ahlâk ve sâlih ameli elde edip, çirkin huylan atmak suretiyle elde edilendir. Bunu elde e t­ mek c'-? Amelî Hikmeti tahsil edip, sonra da ilmiyle

amel etmek suretiyle mümkün olur, Az önce dediği­ miz saadet —ki, Allah’ın yakınlığına erer ve yücede olanlara karışır.— Bu, faziletle mukadder olur. Hak ilminin süsünden mahrum kalıp, itikat mahalli olan kalb, bâtıl ile dolmuş, ya da âdi huylarla kirlenmişse, fazilet sahibi kişilerin katına yükselmekten son dere­ ce uzaklaşılır. Böyle kişilerin kalbleri ulvî âlemin esin­ tilerine kapalı, yükselme kapıları onlara açık değildir. Rahmet-i Rahman’ın derecelerniden «Deve iğnenin de­ liğinden geçinceye kadar...» uzaktırlar. Teorik ahlâk ile meydana gelen doğru inanıştan mahrum olan ebedî hüsrandadır. Cehâlet ve sapıklık karanlığına dalmıştır. Kötülük ve küfrde sürekli ola­ rak duracakların'* arasına katılmış olur. Hak itikada sahip olup da âdi isteklerinin peşinde şeriata aykırı yollarda gitmiş ve çirkin alışkanlıklar kazanmışsa, saadet binası tamamen yıkılmaz. Hesapsız rahmet sahibi olan (Rahim ve vehhab) olan Haktan ebediyen mahrum olmaz. Belki o âdi huyların, alışkan­ lıkların ruhunun cevherinde işgal ettiği yer kadar azap görür. Sonra asıl varlığı olan iman cevheri ve marifet mayası sebebiyle Rahmet-i Rahman’ın vaadine erişir ve Hak Teâlâ onu cürüm ve isyanın yakıcı ateşinden kur­ tarıp rıdvân bahçelerindeki seçkinler araşma koyar. Sahîh itikada sahip olup davranış ve amel bakımın­ dan güzel ahlâka bürünenler dünya ve âhirette sürek­ li olarak saadette kalacak olanlardır. «Âlim ve ilmiyle âmil olanlar (Bildiğini tatbik edenler) hiçbir üzüntü ve keder çekmeyip Cennet bahçelerine girerler. Bu, ne büyük kazançtır!»

Bunlardan anlaşıldı ki, Ahlâk ilmi, tıbb-i rûhânîdir (Ruhlara ait hastalıkların çârelerini gösteren dok­ torluk ilmidir). Nitekim doktorluk, cisme bağlı bir ilimdir. Zira insan nefsinin çirkin ahlâkı onun hastar lîklan \e pis amelleri onun arızasıdır. Bu ilimle nef­ sin çirkin huylarını gidermek, iyi ahlâkını devam et­ tirmek mümkün olur. Tıp ilmi ile bedenin sıhhatini korumak ve hastalığını gidererek sıhhatini iade etmek mümkün olduğu gibi. O halde Ahlâk ilminin faydası, önce nefis her huy­ dan âri ise, bu ilimle güzel ahlâk kazanılır. Çirkin ahlâk yerleşmişse, bu silinip güzel ahlâkla değiştirilir. Eğer nefis, yaratılışında iyi ahlâk ve fazilet üzerin­ de ise; bu güzel huylar devam ettirilir, tamamlanır ve geliştirilir. Mesele bu noktaya gelmişken, burada huyun teb­ dili (değişmesi) konusunu incelememiz yerinde olacak­ tır. Huy değişir mi? Bir insanın kendi huyunu kesip atarak, başka bir huy elde etmesi mümkün müdür? Bu hususta hükemâdan üç görüş zikredilir : Birinci görüş: Huyun değiştirilmesi mümkün de­ ğildir. Kişinin benliğinde meydana gelen huy asla de­ ğişmez. Zira hulk (huy) doğuşla ilgilidir. Bu da haricî müdahalelerden müteessir olmaz ve yerinden sökülüp atılmaz. İkinci görüş: Huy iki nevidir: Birisi, tabiîdir. Ya­ ni asıl hilkatte öm rü boş yere harcamış olmakla birlikte hatâ yapıp günah işlemek­ tir— öyle ise bu iş terkolunmalıdır. Dördüncü âfet: M irâ ve cidaldir. Şer'an yasaklan­ mış olup, hikmet noktasından da çirkindir. Hadîs-i şe­ rifte şöyle buyurulmuştur: «Hak elinde iken cidal ve husumeti terkedene cennetin ortasmda ev yapılır.» Mi­ râ ve cidâl, başkasının sözüne, müdahale ve itiraz ile «Öyle değildir» diye reddetmektir. M irâ kişiler arasında nefreti doğurur. Bunun da sebebi büyüklenmedir, üs­

tünlüğünü açığa vurmakla başkasına cebretmektir. Hal­ buki lâyık olan şudur: Bir insan bir söz söylese, hak ise tasdik ve kabul edilmeli, bâtıl ise bu yanlış söz dün­ yayı ilgilendiren hususlarda ise, sükût edilmeli, dinî işlerde ise yumuşaklıkla nasihat verilmeli, mücadele ve ihtilâfa düşülmemelidir. Bilginler demişlerdi ki: «Bir kimse bir toplulukta hatâlı söz söylese, ya lâfız, ya da mânâ cihetinden o toplantıda onun hatâsını ya­ kalayıp açıklamak suretiyle doğrusunu söyleme! Çün­ kü senden minnetsiz öğrenir, hem de sana düşman olur» Bu âfetin sebebi büyüklenmek ve yüksek görün­ mektir. Bunların ilâçları daha önce geçti. Bakılsın, buna da ilâçtır. Ayrıca burada anlattığımız fayda ve za­ rarları da düşünmek bu konuda yardımcı olur. Beşinci âfet: Husumettir ki, bu mirâ ve cidâlden şiddetlidir. Zira m irâ ve cidâl, sırf toplulukta bir ki­ şinin sözünü red ve onunla münakaşa etmektir. Bun­ da sürüp giden muhalefet yoktur. Ama husumette ön­ ceden beri süre gelen muhalefet ve düşmanlıklar var­ dır. Sünnîlerle Râfızîler arasındaki husumet gibi. Y i­ ne dünyevî işlerde husumet ve ihtilâfları olduğu için söz ve yazı ile birbirlerini tezyif eylemek de buna gi­ rer. Bâtılda olduğunu bilen, ya da hakkın hangi yanda olduğunu bilmeyen kişi için bu tutum haramdır. Bu şartlar altındaki dâvalara vekil olmayı âdet eden kim­ seler gibi. Bilmeden dahi vekil olmak- Haklı olan kim ­ sede, yeteri kadar konuştuktan sonra edep ve vakarını koruyarak, fuzulî söz, küfr, hasma ezâ gibi hususlara yeltenmezse, husumet câiz olur. Bazı kimseler sırf ga­ lip gelmek ve hasmı zelîl, hakir düşürmek için husu­ met eder. İsteğine kavuştuktan sonra hak ettiği şeyi

kabul etmeyip, başkasına verir ve «Maksadım bunu al­ mak değil, galip gelmekti» der. Bu çirkin bir huy, bâ­ tıl bir davranıştır. Bu gibi husumete teşebbüs eden ahmak ve cahildir. Sebebi ise büyüklenmek ve tecebbürdür. Husumet, dünyada hatırın yıkılmasına, ayrı­ lıklara sebeptir. Âhirette ise azaba yol açar. Terki ise hem dünyada, hem de âhirette huzur ve saadete sebep­ tir. Birliği arttırır, kişileri feragatkârlığa alıştırır. Altıncı âfet: Sözü normalin dışında (san'atkârâne) konuşma şekline sokma hastalığı (kelâmla tasannu'): Yani söze fazlaca seciler, istiâreler, deyim ve istılâhîar katmaya hırslı olmaktır. Bu da fazîlet isteyen, sevab kazanmak emelinde olanlara câiz değildir. Zira vaktin boşuna geçirilmesi olduğundan başka, şer'an kötülenmiştir, aklen de doğru olmayan bir şeydir. Hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuş tur: «Ben tekellüften beriyim. Ümmetimin muttakileri de beridirler.» Yine şöyle buyrulumuştur: «Sizin bana en buğuzlu ve benden en uzak olanınız (aranızdan) sarsârûn, mutefeyhıkûn ve muteşeddikûn (takımları) dır.» «Sarsar» bâtıl ve çirkin hususlarda çok konuşan kimselerdir. «Mütefeyhik»: Sözü yüksek sesle vs sert söyleyen kimseler. «Müteşeddık»: Fasih (düzgün) söz söylemek için ağzını eğerek, fesâhatini göstermek için fesahatta güçlüklere girişenlerdir. Bu hadîsten anlaşıl­ dı ki, böyle yapan kişiler Hazreti Muhammed (S.Â.Y.) tarafından reddedilmiş, kendilerine buğzedilmiş olup, saadet meclisine girmekten uzaklaştırılıp koyulmuş­ lardır. Bu hadîs, duada dahi cesi’ ve tekellüfün mekruh olduğunu teyid eder. Bir kimse seci' ile zorlayıp dua ederken imamlardan biri dinlemiş. Sonra demiş ki:

«Ne yapıyorsun? .Rabbine fesahat m ı satıyorsun?» Ama zorlama olmaksızın dua esnasında kendiliğinden seci' olursa bunda bir kerahat yoktur. Nitekim bazı tesirli dualar olagelmiştir. «Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan gözden ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırız.» Yine bilginlçrin, hatiplerin kitaplarında işlediği ko­ nularda kullandıkları fasih kelimeler, seci' san'atmın kullanıldığı sözler, ediplerin beliğ ifadeleri, yasak sa­ yılan kısma girmez. Zira bunların gayesi kalpleri in^ celtmek, ve anlatılanı kabul cihetine teşvik ve tahrik­ tir. Çünkü sözün letafeti, güzelliği, tatlılığı nasihatin kabulüne, va'zm tesirli olmasına büyük bir yardımcı­ dır. Ve kalbi çirkin işlerden çevirmek iyi işlere sevkttmekte çok faycjalıdır. Kur'ân âyetlerinde lâfızların fe­ sahat noktasından en ileri derecede olmasının, terkip­ ler, teşbihler, tenâsübve fasılaların gözetilmiş olduğu­ nun parlak bir hükm ü ve değerli faydalarından biri budur. Ama yasak ve çirkin olan konuşma ve hitaplarda ye­ teri kadar ve gaye tahakkuk edinceye kadar konuşur­ ken fasahat, zorlama, seci’, tâbir ve ıstılâhlar teşbih ve istiâreler yapmaktır. Yani bu zorlamaları günlük hayatta anlaşmak için zarurî olan bölümlerle yapmak, işte bu çirkindir. Zira bu alanda zorlama faydasız, san’atlı konuşmak soğuktur, üstünlük iddiasını açığa vur­ maktır, riyâya, gösterişe yönelmektir. Böyle bir

kişi

muhataba büyüklük taslamış ve elem vermiş olur. Bu­ nu devamlı olarak yapan kişiler ağır, soğuk yüzlü kişi­ lerdir. Çoğunlukla komedyenler bu gibi kişilerin takli­ dini yaparak insanları güldürürler. Şu halde bu hal ta­

mamen zararlıdır, faydası yoktur. Aklen çirkin, şer'an da açıkça yasaktır. Yedinci âfet: K ötü sözler söylemek, pis kelimeleri ağza alıp küfretmek. Bu nev'î sözler yalansa haram olup günahı gerektirdiği apaçıktır. Yalan değilse dahi aklen çirkin, şer'an haramdır, söylenen günâhkârdır. Sebebi bu nev'î sözler tabiatı itibariyle pis, âdî ve cibilliyet nok­ tasından habistir. Hadîs-i Şerâfte böyle buyrulur: «Çir­ kin (olan söz)den sakınınız. Muhakkak Allah Teâlâ fuhşu (çirkin sözü) sevmez.» Yine Peygamber Eefndimiz hakikî m ü ’minin çirkin söz söyleyemeyeceğini de belirtmiştir. Rivayet olunur ki, Yahudilerden bir taife (Allah onlara lânet etsin) Allahın Resulü Hazreti Muhammed (S.A.V.)’in yanına gelip «Esselâmü Aleyk» der gibi, «Essâmü Aleyke» dediler. «Sâm» onların dilinde ölüm mânâsmaydı. Allah Resulü «Aleykum» diye cevap ver­ di. Ayşe (R.A.) sabredemeyip onlara kötü söz söyleyin­ ce Resulullah menetti: «Sana gereken mülayim olmandır» buyurdular. Ayşe (R.A.) «Yâ Resulullah, dedikleri­ ni işitmediniz mi?» deyince, Allah Resulü «İşittim, lâ­ kin Aleyküm demek suretiyle reddettim» buyurup şöyle dedi. «Muhakkak Allah rıfk sahibidir, her işte yumu­ şak davrananları sever». Güzel ahlâk ve hikmet sahibi kişiye ve aklı başın­ da mü'mine çirkin sözlerden, hezeyandan uzaklaştı­ rıp lisanını süslemek için bu hadîs yeter. Muğıre oğlu İbrahim ’in şöyle dediği rivayet edilir: